HBV'de Tedavi - EKMUD
HBV'de Tedavi - EKMUD
HBV'de Tedavi - EKMUD
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Grafik & Tasarım<br />
BİLİMSEL TIP YAYINEVİ<br />
Bükreş Sokak No: 3/20 Kavaklıdere-ANKARA<br />
Tel: +90 (312) 426 47 47 • Faks: +90 (312) 426 93 93<br />
e-posta: bilimsel@tr.net • www.bilimseltipyayinevi.com<br />
Baskı Tarihi: 22 Şubat 2011<br />
Genel Koordinatör: Ecz. İbrahim ÇEVİK<br />
Tel: +90 (532) 622 13 23 • e-posta: cevik_ibrahim@hotmail.com
DÜZENLEME KURULU<br />
Platform Başkanı<br />
Haluk Vahaboğlu<br />
Başkan Yardımcısı<br />
Hürrem Bodur<br />
Genel Sekreter<br />
Hakan Leblebicioğlu<br />
Sayman<br />
Dilek Arman<br />
Üyeler<br />
Özlem Kandemir<br />
Yaşar Bayındır<br />
Oğuz Reşat Sipahi<br />
Bilimsel Destek Kurulu<br />
BİLİMSEL SEKRETERYA ORgAnİzASYOn SEKRETERYASI<br />
Hakan Leblebicioğlu<br />
Canan Ağalar<br />
Filiz Akata<br />
Ayhan Akbulut<br />
Hayrettin Akdeniz<br />
Deniz Akduman<br />
Esragül Akıncı<br />
Hasan Salih Zeki Aksu<br />
Hande Arslan<br />
Turan Aslan<br />
Mehmet Bakır<br />
İsmail Balık<br />
H. Şener Barut<br />
Nurhayat Bayazıt<br />
Mehmet Bitirgen<br />
Nejat Ali Coşkun<br />
Nedim Çakır<br />
İlhami Çelik<br />
On do kuz Ma yıs Üni ver si te si Tıp Fa kül te si,<br />
En fek si yon Has ta lık la rı ve<br />
Kli nik Mik ro bi yo lo ji Ana bi lim Da lı, SAM SUN<br />
Tel : +90 (0312) 467 67 45<br />
Faks : +90 (0312) 467 67 46<br />
e-posta : hakanomu@yahoo.com<br />
web : www.ekmud.org<br />
www.ekmudplatform2011.org<br />
Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />
Ali Pekcan Demiröz<br />
Neşe Demirtürk<br />
Mehmet Doğanay<br />
Başak Dokuzoğuz<br />
İlyas Dökmetaş<br />
İlknur Erdem<br />
Mustafa Ertek<br />
Can Polat Eyigün<br />
Muzaffer Fincancı<br />
Serap Gençer<br />
Mehmet Faruk Geyik<br />
Levent Görenek<br />
Sibel Gündeş<br />
Rahmet Güner<br />
Kenan Hızel<br />
Salih Hoşoğlu<br />
Yayınevi<br />
Ayten Kadanalı<br />
Oğuz Karabay<br />
Ali Kaya<br />
S. Sırrı Kılıç<br />
Sesin Kocagöz<br />
Volkan Korten<br />
Ö. Faruk Kökoğlu<br />
İftihar Köksal<br />
Şükran Köse<br />
Halil Kurt<br />
Latife Mamıkoğlu<br />
Mustafa Namıduru<br />
Yusuf Önlen<br />
Serdar Özer<br />
Onur Özgenç<br />
Nail Özgüneş<br />
Recep Öztürk<br />
Özde Yeniçeri<br />
BİLİMSEL TIP YAYINEVİ<br />
Bükreş Sokak No: 3/20 Kavaklıdere-ANKARA<br />
Tel: +90 (312) 426 47 47 • Faks: +90 (312) 426 93 93<br />
e-posta: bilimsel@tr.net • www.bilimseltipyayinevi.com<br />
Genel Koordinatör: Ecz. İbrahim ÇEVİK<br />
Tel: +90 (532) 622 13 23 • e-posta: cevik_ibrahim@hotmail.com<br />
Mehmet Parlak<br />
Jale Aytaç Sarıdoğan<br />
Fatma Sırmatel<br />
Emine Sönmez<br />
Mustafa Sünbül<br />
İrfan Şencan<br />
Fehmi Tabak<br />
Yeşim Taşova<br />
Mehmet Taşyaran<br />
Emin Tekeli<br />
Hüseyin Turgut<br />
Özlem Tünger<br />
Rüçhan Türkyılmaz<br />
Sercan Ulusoy<br />
Gaye Usluer<br />
Neziha Yılmaz<br />
Cumhuriyet Caddesi Ergenekon Mahallesi<br />
No: 157 Kat: 7 Daire: 7 Seyran Apartmanı<br />
Harbiye, Şişli-İSTANBUL<br />
Tel : +90 (212) 444 35 27<br />
Faks : +90 (212) 343 53 80<br />
e-posta : ekmud2011@flaptour.com.tr<br />
web : www.flaptour.com.tr
Değerli Meslektaşlarımız,<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 1-5 Mart 2011 tarihlerinde İstanbul’da Grand Cevahir Otel<br />
ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşecektir.<br />
Bu Platforma çok önem veriyoruz. Başta Türkiye <strong>EKMUD</strong> Yönetim Kurulu üyeleri olmak üzere çok<br />
sayıda değerli meslektaşımız meslek pratiğimize daha çok katkı sağlayacak, ülkemizin ve bizlerin<br />
ulusal ve uluslararası saygınlığını artıracak yeni bir konseptin artık çoğumuza alışılageldik,<br />
sıradan ve dolayısıyla sıkıcı gelen toplantı formatlarının yerini alması gerektiğini düşünerek çalışıyor.<br />
Amacımız sizlere, katılmakla ne iyi ettiğinizi düşündürecek, bilimsel düzeyi yüksek, evrensel olduğu<br />
kadar yerel bilginin de paylaşıldığı, günlük sorunlarımıza çözüm önerileri sunabilen ve gelecek<br />
için de perspektif oluşturan bir ortam hazırlayabilmek.<br />
Tüm uğraşımız bu amaçlara ulaşmak için. Ancak yine de hepimiz şunun bilincindeyiz: bir toplantıyı<br />
asıl değerli kılan katılımcılar ve onların katkılarıdır.<br />
Uzmanlık alanımızın birçok sorununu aştığı bu günlerde, varsa meslektaşlar arasındaki kırgınlıkları<br />
da unutarak, geleceğe ve ülkemizin, insanlarımızın refahına yapabileceğimiz katkıya el ele<br />
odaklanmamız gerektiği düşüncesindeyiz.<br />
Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu sizin toplantınızdır.<br />
Bu duygularla İstanbul’da bir arada olmayı diliyoruz.<br />
Saygı ve sevgilerimizi sunarız.<br />
Prof. Dr. Haluk VAHABOĞLU<br />
Türkiye <strong>EKMUD</strong> Başkanı
ABDİ İBRAHİM<br />
BRISTOL-MYERS SQUIBB<br />
GEN İLAÇ ve SAĞLIK ÜRÜNLERİ<br />
GILEAD<br />
İ.E. ULAGAY-MENARINI GROUP<br />
JANSSEN<br />
KOÇAK FARMA<br />
MERCK SHARP DOHME<br />
MUSTAFA NEVZAT<br />
NOVARTIS<br />
PFIZER<br />
ROCHE<br />
Firma isimleri alfabetik olarak sıralanmıştır.<br />
Sponsorluk yapan firmalara teşekkür ederiz.
09:00-09:15 AÇILIŞ<br />
09:15-10:00<br />
10:00-10:30 KAHVE ARASI<br />
10:30-12:00<br />
2 Mart 2011, Çarşamba<br />
KONFERANS: Profilaksi ve tedavide doğru bilinen yanlışlar<br />
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sercan Ulusoy<br />
Konuşmacı: Prof. Dr. İftihar Köksal<br />
SALON A<br />
PANEL: Antimikrobiyal direnç<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Filiz Akata, Prof. Dr. Cafer Eroğlu<br />
Direnç neden gelişiyor?<br />
Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />
Direnç saptanmasında kullanılan moleküler yöntemler<br />
Doç. Dr. Barış Otlu<br />
Farmakokinetik/Farmakodinamik özelliklere göre ilaç seçimi<br />
Prof. Dr. Sibel Gündeş<br />
SALON B<br />
PANEL: Tüberküloz<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Emin Tekeli, Uzm. Dr. Engin Seber<br />
Dirençli tüberküloz tedavisi<br />
Doç. Dr. Tuba Turunç<br />
Yan etki yönetimi<br />
Doç. Dr. İlknur Erdem<br />
Profilaksi<br />
Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />
12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / JANSSEN<br />
ÖĞLE YEMEĞİ<br />
13:45-14:45<br />
SALON A<br />
TARTIŞMALI OTURUM: HBV’de tedavi<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hasan Salih Zeki Aksu, Prof. Dr. S. Sırrı Kılıç<br />
İnterferon kullanılmalı<br />
Prof. Dr. Mustafa Sünbül, Prof. Dr. Reşat Özaras<br />
Nükleoz(t)id kullanılmalı<br />
Doç. Dr. Tansu Yamazhan, Prof. Dr. Kenan Hızel<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Antimikrobiyal tedavi<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Halil Kurt, Prof. Dr. Salih Hoşoğlu<br />
S01-S07<br />
14:45-15:15 KAHVE ARASI
15:15-16:45<br />
17:45-19:00<br />
09:15-10:00<br />
10:30-12:00<br />
SALON A<br />
PANEL: Transplant enfeksiyonları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Bakır,<br />
Uzm. Dr. Başak Dokuzoğuz<br />
Fungal enfeksiyonlar<br />
Prof. Dr. Hande Arslan<br />
Viral enfeksiyonlar<br />
Prof. Dr. Yeşim Taşova<br />
Bakteriyel enfeksiyonlar<br />
Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />
SALON B<br />
PANEL: Kemik eklem enfeksiyonlarında yaklaşım ve tedavi<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Özlem Kandemir,<br />
Prof. Dr. Mehmet Faruk Geyik<br />
Spondilodiskit<br />
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Erayman<br />
Protez enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />
Kronik osteomiyelit<br />
Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />
16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />
PANEL: EHKM uzmanlığı: Geleceğe yansımalar<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hakan Leblebicioğlu, Doç. Dr. Hürrem Bodur<br />
EHKM uzmanlığının tarihçesi<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
EHKM uzmanlık eğitiminin kanıta dayalı irdelenmesi<br />
Doç. Dr. Hakan Erdem<br />
19:00 AÇILIŞ KOKTEYLİ<br />
3 Mart 2011, Perşembe<br />
08:30-09:15 UYDU SEMPOZYUM / GILEAD<br />
10:00-10:30 KAHVE ARASI<br />
KONFERANS: Future of antibiotic treatment<br />
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Haluk Vahaboğlu<br />
Konuşmacı: Prof. David Livermore<br />
AÇIK OTURUM: EHKM alanında sorunlar<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Recep Öztürk, Prof. Dr. İlyas Dökmetaş<br />
EHU/SUT; Sağlıkta dönüşüm; Malpraktis sigortası;<br />
Döner sermaye; Hukuksal sorunlar<br />
Tüm katılımcılar<br />
12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />
ÖĞLE YEMEĞİ<br />
13:45-14:45<br />
SALON A<br />
KISA PANEL: HIV/AIDS<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Latife Mamıkoğlu, Uzm. Dr. Muzaffer Fincancı<br />
Fırsatçı enfeksiyonların profilaksisi<br />
Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />
Antiretroviral tedavi<br />
Doç. Dr. M. Arzu Yetkin
13:45-14:45<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Hastane enfeksiyonları 1<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Sercan Ulusoy, Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />
S08-S13<br />
14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />
15:15-16:45<br />
SALON A<br />
PANEL: Antimicrobial resistance and antibiotic use in our region<br />
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Salih Hoşoğlu<br />
Emergence and trends of antimicrobial use and resistance in Saudi<br />
Arabia<br />
Prof. Dr. Ziad A. Memish<br />
Molecular epidemiology of antimicrobial resistance among<br />
gram-negative bacteria in Tehran<br />
Doç. Dr. Mohammad Mehdi Feizabadi<br />
Quality of antibiotic use in Pakistan hospitals<br />
Doç. Dr. Ejaz A. Khan<br />
SALON B<br />
İNTERAKTİF OLGU SUNUMLARI<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Parlak,<br />
Doç. Dr. Kutbettin Demirdağ<br />
Deri ve yumuşak doku enfeksiyonu<br />
Doç. Dr. Murat Dizbay<br />
Dirençli hastane enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Nur Yapar<br />
Kronik hepatit B<br />
Prof. Dr. Mustafa Namıduru<br />
Kronik hepatit C<br />
Doç. Dr. Ayten Kadanalı<br />
16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / PFIZER<br />
SALON A<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Olgu sunumları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ali Mert, Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />
S14-S27<br />
17:45-19:15<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Mikrobiyolojik testler ve antimikrobiyal direnç<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nedim Çakır, Prof. Dr. Bülent Beşirbellioğlu<br />
S28-S37<br />
4 Mart 2011, Cuma<br />
08:30-09:15 UYDU SEMPOZYUM / NOVARTIS<br />
SALON A<br />
KISA PANEL: Biyolojik ajanlarla tedavi<br />
Oturum Başkanları: Doç. Dr. Turan Aslan, Prof. Dr. Mehmet Taşyaran<br />
Biyolojik ajanların yapısı ve etki mekanizması<br />
Doç. Dr. Mehmet Özden<br />
09:15-10:15<br />
<strong>Tedavi</strong> öncesi tarama ve yan etki yönetimi<br />
Prof. Dr. Ali Mert<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Viral hepatitler ve influenza<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fehmi Tabak, Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />
S38-S44<br />
10:15-10:30 KAHVE ARASI
10:30-12:00<br />
SALON A<br />
PANEL: Antibiyotik kullanım politikaları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fehmi Tabak, Prof. Dr. Dilek Arman<br />
Doğru antibiyotik kullanımında kamu otoritesinin rolü<br />
Prof. Dr. İrfan Şencan<br />
Doğru bilgilendirmede derneklerin rolü<br />
Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />
Antibiyotik kullanımı: İsveç deneyimi<br />
Prof. Dr. Hakan Hanberger<br />
SALON B<br />
PANEL: Vankomisine dirençli enterokok enfeksiyonları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hayrettin Akdeniz, Doç. Dr. Nail Özgüneş<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Prof. Dr. Özlem Tünger<br />
Korunma<br />
Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />
Klinik ne zaman kapatılmalı ve tekrar ne zaman açılmalı<br />
Prof. Dr. Deniz Akduman<br />
12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / PFIZER<br />
ÖĞLE YEMEĞİ<br />
SALON A<br />
TARTIŞMALI OTURUM: Erişkinde aşılama<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Dilek Arman, Prof. Dr. Emine Sönmez<br />
Pnömokok aşısı: Bakteremi riski olanlar<br />
Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />
Pnömokok aşısı: Pnömoni riski olanlar<br />
Doç. Dr. Hakan Erdem<br />
13:45-14:45 İnfluenza aşısı: Herkese<br />
Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />
İnfluenza aşısı: Risk gruplarına<br />
Doç. Dr. Gönül Şengöz<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Diğer enfeksiyon hastalıkları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Faruk Geyik, Doç. Dr. İlhami Çelik<br />
S45-S51<br />
14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />
SALON A<br />
PANEL: Biyoterörizm<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Canpolat Eyigün,<br />
Prof. Dr. Mehmet Doğanay<br />
15:15-16:45<br />
Tarihçe<br />
Prof. Dr. Levent Görenek<br />
Etken bakteriler<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
Etken toksin ve virüsler<br />
Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />
Karşı savunma ve hazırlık<br />
Yrd. Doç. Dr. Ali Acar
15:15-16:45<br />
SALON B<br />
PANEL: Enfeksiyon dışı ateş<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hüseyin Turgut, Doç. Dr. Onur Özgenç<br />
Yoğun bakım<br />
Doç. Dr. Dilara İnan<br />
Nötropenik hasta<br />
Prof. Dr. Serpil Erol<br />
Postoperatif<br />
Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />
16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />
19:30 GALA YEMEĞİ<br />
08:30-09:15<br />
09:15-10:15<br />
5 Mart 2011, Cumartesi<br />
SALON A<br />
LİTERATÜR 2011<br />
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ayhan Akbulut<br />
Viral hepatitler<br />
Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />
Hastane enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Ömer Faruk Kökoğlu<br />
SALON B<br />
LİTERATÜR 2011<br />
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ali Kaya<br />
Antimikrobiyal direnç<br />
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />
Antimikrobiyal tedavi<br />
Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />
SALON A<br />
KISA PANEL: GSBL-Karbapenemaz üreten gram-negatif<br />
mikroorganizma enfeksiyonları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Bülent Beşirbellioğlu,<br />
Doç. Dr. Oğuz Reşat Sipahi<br />
Direnç ve epidemiyoloji<br />
Laurent Poirel, PhD<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Hastane enfeksiyonları 2<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Sibel Gündeş, Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />
S52-S58<br />
10:15-10:30 KAHVE ARASI<br />
SALON A<br />
PANEL: Enfeksiyon önlem paketleri<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. İsmail Balık,<br />
10:30-12:00<br />
Prof. Dr. Ali Pekcan Demiröz<br />
Ventilatörle ilişkili pnömoni<br />
Prof. Dr. Şaban Esen
10:30-12:00<br />
Kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Rahmet Güner<br />
Üriner sistem enfeksiyonları<br />
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />
SALON B<br />
PANEL: Sorun enfeksiyonlarda yaklaşım ve tedavi<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fatma Sırmatel, Doç. Dr. İlhami Çelik<br />
Batı Nil virüsü<br />
Doç. Dr. Selma Tosun<br />
Hantavirüs<br />
Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />
Tularemi<br />
Prof. Dr. Sedat Kaygusuz<br />
12:00-13:30 EMEK / ÖĞLE YEMEĞİ<br />
13:45-14:45<br />
SALON A<br />
KISA PANEL: Febril nötropeni<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Canan Ağalar, Prof. Dr. Semra Tunçbilek<br />
Ampirik antifungal tedavi<br />
Prof. Dr. Halil Kurt<br />
Preemptif antifungal tedavi<br />
Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />
14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />
15:15-16:45<br />
16:45-17:45 KAPANIŞ<br />
SALON B<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER: Akılcı ilaç kullanımı<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Haluk Vahaboğlu, Prof. Dr. Zafer Güney<br />
S59<br />
SALON A<br />
PANEL: <strong>Tedavi</strong> rehberleri 2011<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nedim Çakır, Doç. Dr. Yusuf Önlen<br />
Karın içi enfeksiyonlar<br />
Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />
Kateter ilişkili enfeksiyonlar<br />
Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />
Nozokomiyal pnömoni<br />
Doç. Dr. Serap Gençer<br />
SALON B<br />
PANEL: Asinetobakter enfeksiyonları<br />
Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ahmet Kalkan, Doç. Dr. Mustafa Ertek<br />
Direnç epidemiyoloji<br />
Doç. Dr. Davut Özdemir<br />
Korunma<br />
Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Doç. Dr. Nurcan Baykam
1 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Kurs Koordinatörü<br />
Hakan Leblebicioğlu<br />
09:15-09:30 Kursun tanıtımı Hakan Leblebicioğlu<br />
09:30-09:50 Neden makale yazılır? Oğuz Karabay<br />
09:50-10:10 Kimler makalede yer almalıdır? Yeşim Taşova<br />
10:10-10:30 Özet yazımı Oğuz Reşat Sipahi<br />
10:30-10:50 Başlık ve giriş yazımı Esragül Akıncı<br />
10:50-11:20 ARA<br />
11:20-11:40 Gereç ve yöntem yazımı Hande Arslan<br />
11:40-12:00 Bulguların yazımı Oğuz Karabay<br />
12:00-12:20 Tablo ve şekillerin kullanımı Rahmet Güner<br />
12:20-14:00 ÖĞLE ARASI<br />
14:00-14:20 Tartışma yazımı Şaban Esen<br />
14:20-14:40 Referansların kullanımı Haluk Vahaboğlu<br />
14:40-15:00 Makale hangi dergiye gönderilmelidir? Murat Dizbay<br />
15:00-15:30 ARA<br />
15:30-16:00 Editör ve eleştirmenler nelere dikkat eder? Dilek Arman<br />
16:00-16:20 Eleştirmen görüşlerine nasıl yanıt verilmelidir? Reşat Özaras<br />
16:20-18:20 Pratik: Örneklerle makale yazımı ve<br />
değerlendirme Hakan Leblebicioğlu<br />
18:20-18:30 KAPANIŞ<br />
MAKALE YAZMA KURSU
TIPTA İLETİŞİM BECERİLERİ KURSU<br />
1 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
09:15-18:30<br />
Kurs Koordinatörü<br />
Dilek Arman<br />
Eğiticiler<br />
Deniz Yamaç<br />
Nesrin Demirsoy<br />
Bölüm I: Temel iletişim becerileri<br />
Davranış penceresi<br />
Kabul çizgisi<br />
Sorun penceresi<br />
Etkin dinleme<br />
İletişim engelleri<br />
Empati<br />
Ben dili, Sen dili<br />
Bölüm II: Hasta hekim görüşmesi<br />
Biyopsikososyal model<br />
Kötü haber verme<br />
Bölüm III: Stres yönetimi<br />
Stres tanımı ve etkileri<br />
ABC modeli<br />
Düşünce hataları<br />
Stresle baş etme
İçindekiler<br />
Konferans:<br />
Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de Doğru Bilinen Yanlışlar .................................................................................... 1<br />
Prof. Dr. İftihar Köksal<br />
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Neden Gelişiyor? ................................................................................................................... 3<br />
Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />
Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler .................................................................... 7<br />
Doç. Dr. Barış Otlu<br />
Tüberküloz:<br />
Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si ........................................................................................................... 13<br />
Doç. Dr. Tuba Turunç<br />
Yan Etki Yönetimi .......................................................................................................................... 19<br />
Doç. Dr. İlknur Erdem<br />
Profilaksi .................................................................................................................................... 27<br />
Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />
HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı ................................................................................................................ 31<br />
Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı ................................................................................................................ 35<br />
Prof. Dr. Kenan Hızel<br />
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Fungal Enfeksiyonlar ..................................................................................................................... 39<br />
Prof. Dr. Hande Arslan
Bakteriyel Enfeksiyonlar ................................................................................................................. 43<br />
Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları ..................................................................................................................... 51<br />
Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />
Kronik Osteomiyelit ....................................................................................................................... 59<br />
Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />
EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />
EHKM Uzmanlığının Tarihçesi ......................................................................................................... 61<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
HIV/AIDS:<br />
Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi .................................................................................................. 65<br />
Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />
Antiretroviral <strong>Tedavi</strong> ....................................................................................................................... 71<br />
Doç. Dr. M. Arzu Yetkin<br />
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması ................................................................................. 75<br />
Doç. Dr. Mehmet Özden<br />
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Antibiyotik Kullanımında Kamu Otoritesinin Rolü ................................................................. 83<br />
Prof. Dr. İrfan Şencan<br />
Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü ......................................................................................... 87<br />
Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong> ........................................................................................................................................... 93<br />
Prof. Dr. Özlem Tünger<br />
Korunma ....................................................................................................................................... 99<br />
Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />
Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı ............................................................107<br />
Prof. Dr. Deniz Akduman<br />
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar ...................................................................................... 113<br />
Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />
Pnömokok Aşısı: Pnömoni Riski Olanlar ........................................................................................ 117<br />
Doç. Dr. Hakan Erdem<br />
İnfluenza Aşısı: Herkese ............................................................................................................... 121<br />
Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />
İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına .................................................................................................... 125<br />
Doç. Dr. Gönül Şengöz
Biyoterörizm:<br />
Tarihçe ........................................................................................................................................ 129<br />
Prof. Dr. Levent Görenek<br />
Etken Bakteriler ........................................................................................................................... 131<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
Etken Toksin ve Virüsler ............................................................................................................... 139<br />
Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />
Karşı Savunma ve Hazırlık ............................................................................................................ 151<br />
Yrd. Doç. Dr. Ali Acar<br />
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Yoğun Bakım ............................................................................................................................... 157<br />
Doç. Dr. Dilara İnan<br />
Nötropenik Hasta ........................................................................................................................ 163<br />
Prof. Dr. Serpil Erol<br />
Postoperatif ................................................................................................................................ 167<br />
Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />
Literatür 2011:<br />
Viral Hepatitler ............................................................................................................................ 171<br />
Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />
Antimikrobiyal Direnç .................................................................................................................. 173<br />
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> .................................................................................................................. 177<br />
Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />
GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................................................... 179<br />
Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Ventilatörle İlişkili Pnömoni .......................................................................................................... 189<br />
Prof. Dr. Şaban Esen<br />
Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonları .................................................................................... 193<br />
Doç. Dr. Rahmet Güner<br />
Üriner Sistem Enfeksiyonları ......................................................................................................... 197<br />
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü ............................................................................................................................. 203<br />
Doç. Dr. Selma Tosun<br />
Hantavirüs ................................................................................................................................... 213<br />
Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />
Tularemi ...................................................................................................................................... 217<br />
Prof. Dr. Sedat Kaygusuz
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong> ............................................................................................................221<br />
Prof. Dr. Halil Kurt<br />
Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................... 231<br />
Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Karın İçi Enfeksiyonlar .................................................................................................................. 233<br />
Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />
Kateter İlişkili Enfeksiyonlar .......................................................................................................... 239<br />
Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />
Nozokomiyal Pnömoni ................................................................................................................. 245<br />
Doç. Dr. Serap Gençer<br />
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Direnç Epidemiyoloji .................................................................................................................... 249<br />
Doç. Dr. Davut Özdemir<br />
Korunma ..................................................................................................................................... 257<br />
Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />
<strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................................................... 263<br />
Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />
SÖZLÜ BİLDİRİLER<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> .................................................................................................................. 269<br />
S01-S07<br />
Hastane Enfeksiyonları 1 ............................................................................................................. 275<br />
S08-S13<br />
Olgu Sunumları .......................................................................................................................... 281<br />
S14-S27<br />
Mikrobiyolojik Testler ve Antimikrobiyal Direnç ............................................................................ 291<br />
S28-S37<br />
Viral Hepatitler ve İnfluenza ........................................................................................................ 297<br />
S38-S44<br />
Diğer Enfeksiyon Hastalıkları ....................................................................................................... 303<br />
S45-S51<br />
Hastane Enfeksiyonları 2 ............................................................................................................ 309<br />
S52-S58<br />
Akılcı İlaç Kullanımı ...................................................................................................................... 315<br />
S59<br />
YAZAR İNDEKSİ ........................................................................................................................... 317
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Konferans:<br />
Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de<br />
Doğru Bilinen Yanlışlar<br />
Prof. Dr. İftihar Köksal<br />
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Trabzon<br />
1
Konferans:<br />
Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de Doğru Bilinen Yanlışlar<br />
Antibiyotik kullanımında bazı hatalar, yanlış<br />
yorumlamalar ve inançlar olabilmektedir.<br />
Antibiyotikler elde edilmesinden klinik kullanıma<br />
girinceye kadar çok sayıda mikrobiyolojik,<br />
farmakolojik deneysel araştırmalardan geçmesine<br />
rağmen çoğu kişisel kararların sonucu<br />
olan farklı uygulamalara rastlanabilmektedir.<br />
Örneğin; hastanelerin, ameliyathanelerin olumsuz<br />
koşulları antibiyotiklerle giderilmeye çalışılmaktadır.<br />
Kılavuz önerileri veya ülkemiz<br />
dışından yapılan kullanım önerileri, ülkemiz<br />
koşullarına uymadığı gerekçesi ile farklı şekillerde<br />
yapılabilmektedir. Cerrahi profilaksiler<br />
günlerce sürebilmektedir. Acil servislere başvuran<br />
ve meningokoksik menenjit şüphesi olan<br />
bir hastayı uzaktan yakından gören bütün acil<br />
servis personeli profilaksi alabilmektedir.<br />
Ya da antibiyogramda zon çapı en büyük olan<br />
antibiyotik diski en etkili antibiyotik olarak<br />
yorumlanabilmektedir. Yıllarca streptokoksik<br />
tonsillofarenjit tedavisinde 10 gün prokain<br />
penisilin verilmiştir. Viral olduğunu bile bile<br />
solunum yolu enfeksiyonlarında az mı antibiyotik<br />
kullanılmaktadır?<br />
2<br />
Yıllarca ciddi enfeksiyonların tedavisinde bakterisidal<br />
antibiyotikler, daha hafif enfeksiyonların<br />
tedavisinde bakteriyostatik ilaçlar önerilmiştir.<br />
Ancak günümüzde ilaçların sidal etkilerinin<br />
bakteriye göre değiştiği bilinmektedir. Apsenin<br />
tedavisinde altı-sekiz hafta antibiyotik tedavisine<br />
yanıt alınamazsa cerrahi önerilirken, günümüzde<br />
apsenin tedavisinde erken drenajın<br />
önemi bilinmektedir. Protez ve kateter uygulamalarında<br />
antibiyotik profilaksisinin yerini sterilizasyon<br />
kurallarına dikkat etmek almıştır.<br />
Hastane infeksiyonlarını tedavi etmenin yerini<br />
korunmak almıştır. Antibiyotikleri rastgele kullanmanın<br />
yerini antibiyotikleri dikkatli kullanmak<br />
almıştır.<br />
Alternatif tıp ve destek tedavileri konusunda<br />
bilinen yanlışlara örnek olarak, solunum yolu<br />
enfeksiyonlarında C vitamini, sistit tedavisinde<br />
cranberry suyu bugün etkinliği tartışılan önerilerdir.<br />
Çoğumuzun bildiği veya karşılaştığı bu<br />
örneklerin sayısını artırmak mümkündür.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Neden Gelişiyor?<br />
Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
İstanbul<br />
3
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Neden Gelişiyor?<br />
Başarılı bir ilacın geliştirilmesi ve kullanılmasının<br />
hemen ardından ilaca tolerans ve<br />
direnç gelişmesi bu duruma gölge düşürür. Bu<br />
durum sadece bakteri, mantar, parazit ve viral<br />
hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar için<br />
değil, diyabet, kanser gibi kronik hastalıkların<br />
tedavisinde kullanılan ilaçlar için de geçerlidir.<br />
Direnç gelişiminden çok sayıda biyokimyasal ve<br />
fizyolojik mekanizma sorumludur. Antibakteriyel<br />
ajanlar konusunu biraz daha derinleştirirsek,<br />
aslında dirençli mikroorganizmaların oluşmasını<br />
önleme ve kontrol etmedeki başarısızlığımızın<br />
en önemli nedeni direnç gelişiminin temel<br />
ögelerini kavrayamayışımız olsa gerek.<br />
Uluslararası birçok kuruluş, ulusal dernek ve<br />
organizasyonlar direnç sorununu kabul etmiş,<br />
çözüm önerileri sunmuş olsalar da, faydasız;<br />
direnç gelişiminin merhameti yoktur.<br />
Elbette en çarpıcı ve morbidite, mortalite açısından<br />
en külfetli örnekler bakterilerle ilgili<br />
olanlardır. Bakterilerin 19. yüzyılın sonlarında<br />
keşfiyle, tedavi imkanları araştırılmaya başlanmıştı,<br />
ancak başarılı tedavi sonuçları görmek<br />
yaklaşık 50 yıl sonra mümkün oldu. Hiç şüphesiz<br />
antibiyotiklerin keşfi tıp tarihinde bir devrim<br />
olmuş, sayısız hayatlar kurtarılmıştır. Bu<br />
ajanların kullanılmaya başlanmasıyla hızla<br />
direnç gelişimi görülmüştür. Günümüzde antibiyotik<br />
öncesi çağa dönüş senaryoları konuşulmaktadır.<br />
Bazı verilere göre 400’den fazla türde<br />
20.000 civarı direnç geni (r geni) bulunmaktadır.<br />
Neyse ki, bu genlerin içinde fonksiyonel<br />
olanların sayısı çok daha azdır.<br />
Yakın zamana kadar gerek farmakolojik endüstride<br />
gerekse akademik çevrede yeni antibakteriyel<br />
madde ve direnç çalışmak çok verimliydi.<br />
Penisilin 1928 yılında keşfedildi, ancak basit<br />
molekül yapısının aydınlatılması 1949 yılında,<br />
sentezlenebilmesi 1959 yılında oldu. Halen<br />
antibiyotiklerin nasıl çalıştığını iyi bilmiyoruz<br />
ve bu küçük molekülün makromoleküler reseptörüyle<br />
olan ilişkisine çok sınırlı sayıda örnekler<br />
verebiliyoruz.<br />
Antibiyotiklere tüm dünya çapında büyük ihtiyaç<br />
duyulması beraberinde çevresel felaketleri<br />
de getirmiştir. İlk üretilmeye başlanmasından<br />
sonra geçen 60 yılda milyonlarca ton antibiyotik<br />
üretilmiş, çeşitli amaçlar için kullanılmıştır.<br />
Üretim teknolojilerindeki gelişmelerle maliyet<br />
4<br />
giderek azalmış, reçetesiz ve gereksiz kullanılmalarına<br />
olanak sağlanmıştır. Öyle ki, çok sık<br />
kullanılan antibiyotiklerin maliyetinin en önemli<br />
kısmını paketleme giderleri oluşturmaktadır.<br />
Gezegenimiz bu toksik moleküllerle dolmuş,<br />
elbette dirençli suşların seçilmesinde önemli<br />
katkı sağlamıştır. Bugün boğuştuğumuz dirençli<br />
suşların biyosfere yayılımının en önemli nedeni<br />
insanoğlunun yıllar süren hatalı, aşırı kullanımından<br />
doğan selektif baskı uygulamalarıdır.<br />
Bu doğal bir süreç olmayıp insan tarafından<br />
doğaya dayatılmıştır ve muhtemelen Darwin’in<br />
seçilme ve sağkalma nosyonlarına verilebilecek<br />
örneklerden biridir.<br />
1937 yılında ilk etkili antibiyotikler olan sülfonamidlerin<br />
kullanılmaya başlamasından kısa<br />
süre sonra 1930’lu yılların sonunda direnç bildirilmiş,<br />
aynı mekanizma 70 yıldır güncelliğini<br />
korumaktadır. Penisilin 1928 yılında Fleming<br />
tarafından keşfedilmiş, ancak 1940 yılında<br />
henüz penisilin terapötik olarak kullanılmaya<br />
başlamadan yıllar önce penisilinaz tanımlanmıştır.<br />
Penisilin yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan<br />
sonra dirençli suşlar da yayılmış ve penisilinin<br />
kimyasal yapısının penisilinazdan etkilenmeyecek<br />
şekilde değiştirilebilmesi için çalışmalar<br />
başlamıştır. Penisilinin kullanımından<br />
önce penisilinazın keşfedilmiş olması ve aradan<br />
geçen yıllarda edinilen bilgi birikimiyle bugün<br />
şu gerçeği çok iyi anlıyoruz; büyük sayılarda<br />
direnç geni doğal (vahşi) mikrobiyal popülasyon<br />
içinde zaten yer almaktadır.<br />
Öyleyse asıl soru şu:<br />
Hangisi daha önce geldi, antibiyotik mi yoksa<br />
direnç mi?<br />
Ülkemiz gerçeklerinden biri olan tüberküloz<br />
tedavisinden kısaca bahsedelim. Streptomisin<br />
1944 yılında tüberküloz tedavisinde kullanılmaya<br />
başlamasından sonra, antibiyotiğin terapötik<br />
konsantrasyonlarında mutant Mycobacterium<br />
tuberculosis suşlarına tedavi sırasında rastlanmıştır.<br />
Diğer antibiyotikler için de benzer örnekler<br />
vermek mümkün. Genetik olarak aktarılabilir<br />
direncin 1950’li yılların ortasında Japonya’dan<br />
bildirilmesi tüm resmi baştan aşağı değiştirdi.<br />
Artık bakteriyel konjugasyonla neredeyse her<br />
cins bakteri direnç geni kazanabilecekti.<br />
Bakterilerin evrimleri boyunca yıllardır gen alışverişinde<br />
bulundukları çok yakın geçmişte gös-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
terilmiştir. Ökaryot genomunda bilinen bakteri<br />
sekanslarına rastlanması ise genom evriminde<br />
horizontal gen transferi farkındalığını artırmıştır.<br />
Patojenite genleri taşıyan gen adacıklarının<br />
tanımlanması bu olaya ayrı bir boyut kazandırır.<br />
Sonuçta, plazmid aracılı antibiyotik direnç nakli<br />
pratik önemi nedeniyle yıllardır üstünde çalışılan<br />
temel konulardan biri haline gelmiştir.<br />
Süperbakteriler ve Süperdirenç<br />
İnsanlarda hastalık oluşturabilen bakterilerin<br />
çoğu yıllar içinde çoğul dirençli hale gelmiştir.<br />
Örneğin; M. tuberculosis hem gelişmiş hem de<br />
gelişmekte olan ülkelerde çoğul dirençli hale<br />
gelmiştir. Tüm dünya nüfusunun üçte birini<br />
enfekte etmiştir. Maalesef şu an XDR (extremely<br />
drug-resistant) bir yana TDR (totally drug resistant)<br />
suşlardan bahsediliyor. M. tuberculosis<br />
direncinde horizontal gen transferinin rolü gösterilememiştir<br />
ve bilinen tüm direnç spontan<br />
mutasyonla gerçekleşir. Sık karşılaşılan ve hastaneden<br />
kazanılan diğer ciddi enfeksiyon etkenlerine<br />
Acinetobacter baumannii, Burkholderia<br />
cepacia, Campylobacter jejuni, Citrobacter freundii,<br />
Clostridium difficile, Enterobacter spp.,<br />
Enterococcus faecium, Enterococcus faecalis,<br />
Escherichia coli, Haemophilus influenzae,<br />
Klebsiella pneumoniae, Proteus mirabilis,<br />
Pseudomonas aeruginosa, Salmonella spp.,<br />
Serratia spp., Staphylococcus aureus,<br />
Staphylococcus epidermidis, Stenotrophomonas<br />
Enzim sayısı<br />
1000<br />
900<br />
800<br />
700<br />
600<br />
500<br />
400<br />
300<br />
200<br />
100<br />
0<br />
1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000<br />
Yıllar<br />
Şekil 1. Antibiyotik çağında tanımlanan beta-laktamazlar.<br />
Mesut Yılmaz<br />
maltophilia ve Streptococcus pneumoniae örnek<br />
gösterilebilir. Bu bakterilere “süperbakteri” denmesinin<br />
nedeni artan direnç faktörlerine paralel<br />
seyreden morbidite ve mortaliteleridir.<br />
E. coli ve K. pneumoniae gibi sık karşılaşılan<br />
patojenlerin tedavisinde son 50 yılda kullanılan<br />
ilaçlar (beta-laktamlar) ve direnç (beta-laktamazlar)<br />
ilişkisi güçlü bir korelasyon göstermektedir.<br />
Söz konusu beta-laktamazların sayısı<br />
günümüzde 1000’i bulmuştur (Şekil 1).<br />
Horizontal gen transferi beta-laktam antibiyotiklere<br />
karşı gelişen dirençte ön plandadır.<br />
P. aeruginosa hastanede yanık enfeksiyonu etkeni<br />
olmaktan her türlü hastane enfeksiyonu etkeni<br />
olma yolunda evrilmiştir. Yeni antibiyotikler<br />
devreye girdikçe (beta-laktamlar ve aminoglikozidler<br />
gibi) direnç gelişmiş en etkili tedavi yöntemlerini<br />
etkisiz kılmıştır.<br />
Ülkemizde neredeyse her yoğun bakım ünitesinin<br />
sorunu haline gelen A. baumannii direnç<br />
genleri bakımından en donanımlı bakterilerdendir.<br />
Bunun özelliği birçok ortamda ayakta kalabilme<br />
yeteneklerine, DNA transferi için doğal<br />
kompetan olma ve yüksek hızlı doğal transformasyon<br />
yeteneğine bağlanmaktadır.<br />
Süperbakterilerden en meşhuru olan S. aureus<br />
insanlarla yıllardır içiçe yaşar; insanların %30’u<br />
burunlarında etkeni taşıyabilir. Penisilinin keşfi<br />
ve bu etkenden tamamen kurtulunabileceği<br />
2005 2010 2015<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 5
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Neden Gelişiyor?<br />
ümidi kısa sürede hayal kırıklığı ile sonlanmış<br />
olsa da, 1959 yılında metisilinin keşfi yeniden<br />
ümitleri yeşertmiştir. Üç yıl gibi kısa bir süre<br />
sonra metisiline dirençli S. aureus tanımlanmış,<br />
günümüzde ise toplum kökenli enfeksiyonların<br />
temel etkenlerinden biri olmuştur.<br />
6<br />
İnsanlardan kaynaklanan aktivitelerin antibiyotik<br />
direnç rezervuarı oluşturduğu tartışmasızdır.<br />
1940’lı yıllardan beri giderek artan antibiyotik<br />
kullanımı ve yükü (üretilen, tüketilen, çevreye<br />
salınan) dirençli suşlar üstünde selektif baskı<br />
oluşturmuştur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Saptanmasında Kullanılan<br />
Moleküler Yöntemler<br />
Doç. Dr. Barış Otlu<br />
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Malatya<br />
7
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />
Antimikrobiyaller ilk kez 1930’lu yıllarda<br />
tanıtılmış ve kullanıma girmelerinden kısa<br />
bir süre sonra direnç problemleri ortaya çıkmaya<br />
başlamıştır. Geliştirilen her antimikrobiyal<br />
ajanla birlikte, yeni direnç mekanizmaları ortaya<br />
çıkmış ve antimikrobiyallerin seçici baskısı<br />
altında çevreye yayılmıştır. Antimikrobiyal<br />
direncin yayılması; morbidite, mortalite ve sağlık<br />
bakım maliyetleri üzerindeki etkisi nedeniyle<br />
insan sağlığı için önemli bir risk oluşturmaktadır.<br />
Antimikrobiyal direncin genetik temelinde,<br />
hücresel genlerdeki mutasyonlar veya horizontal<br />
gen transferi ile direnç genlerinin kazanılması<br />
yer almaktadır. Antimikrobiyallere karşı<br />
direnç; antimikrobiyal ajanı inaktive edecek<br />
enzimlerin üretimi, antimikrobiyal ajanın etki<br />
edeceği hedefin aşırı üretilmesi ya da yerine<br />
alternatifinin üretilmesi, antimikrobiyal ajanın<br />
bağlanacağı hedefin değişmesi, antimikrobiyal<br />
ajanın hedefine ulaşmasının engellenmesi ve<br />
antimikrobiyal ajanın aktif pompa sistemi ile<br />
dışarı çıkarılması gibi çeşitli mekanizmalarla<br />
gelişebilmektedir.<br />
Bakteriyel patojenlerin antimikrobiyal duyarlılık<br />
testlerinin yapılması, klinik mikrobiyoloji<br />
laboratuvarlarının en önemli görevlerinden<br />
biridir. Antimikrobiyal direncin tespit edilmesi,<br />
enfekte hastaların optimal tedavilerinin sağlanması<br />
ve direncin toplum içinde yayılmasının<br />
önlenmesi açısından oldukça önemlidir.<br />
Ampirik tedavi şemaları; bölgesel, yerel veya<br />
ulusal düzeyde toplanan duyarlılık testi verilerine<br />
dayanmaktadır. Dirençli bakterilerin saptanması;<br />
enfeksiyon kontrol önlemleri ve antimikrobiyal<br />
sürveyans çalışmaları için temel<br />
sağlar.<br />
Direncin belirlenmesinde kullanılan fenotipik<br />
metodlar, yeni gelişen moleküler tekniklerle<br />
karşılaştırıldıklarında halen “altın standart”<br />
olarak kabul edilmektedir. Fenotipik yöntemler,<br />
bakteri türlerine göre değerlendirme standartları<br />
önceden belirlenmiş, uygulaması kolay<br />
yöntemlerdir. Ancak bu yöntemler bazı dezavantajlarından<br />
dolayı, her zaman doğru sonuç<br />
vermeyebilir. Örneğin; bakteri popülasyonlarında<br />
direnç genlerinin varlığı/ekspresyonu<br />
heterojen olabileceğinden ya da bazen indüklenmesi<br />
gerekebildiğinden direncin varlığı her<br />
8<br />
zaman tam olarak gösterilemeyebilir. Aynı<br />
zamanda, direnç ekspresyonunu etkileyebilecek<br />
kültür şartları veya inokülum miktarı bu testlerin<br />
performanslarını etkileyip hatalı sonuçlara<br />
yol açabilir. Fenotipik yöntemlerle antimikrobiyal<br />
duyarlılık testleri için, klinik örneklerden<br />
bakterinin saf olarak izole edilmesi zorunludur.<br />
Bu işlemler sırasında subkültürler de gerekebildiğinden<br />
antimikrobiyal direnç sonuçları gecikebilmektedir.<br />
Zaman faktörü özellikle yavaş ve<br />
güç üreyen bakteriler için daha da önemli hale<br />
gelmektedir. Direncin tespit edilmesinde geç<br />
kalınması veya hatalı sonuçlar, dirençli suşların<br />
tedavisini ve kontrolünü zorlaştırmaktadır.<br />
Nükleik asit amplifikasyon testleri, dizi analizi,<br />
DNA mikroçip (DNA microarray) teknolojileri<br />
gibi moleküler metodlardaki son gelişmeler;<br />
çoğul gen mutasyonlarının ve eksprese olan<br />
sekansların karşılaştırmalı analizlerinin yapılmasına<br />
olanak sağlamıştır. Moleküler yöntemlerle<br />
direnç genlerinin gösterilmesi, fenotipik<br />
yöntemlerin doğrulanmasını sağlayabileceği<br />
gibi fenotipe yansımayan direncin tespit edilmesine<br />
de olanak sağlar:<br />
Antibiyotik direncinin moleküler yöntemlerle<br />
genotipik olarak saptanmasının bazı avantajları<br />
şunlardır;<br />
• Dirence neden olan genetik faktörün bulunup<br />
bulunmadığı yanıtını net bir şekilde verir.<br />
• Duyarlılık, orta düzey duyarlılık ve direnç gibi<br />
ülkeden ülkeye değişebilen fenotipik kategorilere<br />
bağımlı değildir.<br />
• Düşük düzeyde dirence neden olan mekanizmaları<br />
saptamak daha kolaydır.<br />
• Klinik örneklerden direkt olarak çalışılabilmesi<br />
tespit süresini kısaltır (özellikle kültürde zor<br />
üretilen mikroorganizmalar için önemlidir).<br />
• Kolay ve hızlı yorumlanabilir sonuçlar, etkin<br />
antimikrobiyal tedavinin başlanmasını sağlar.<br />
• Yoğun olarak bakteri kültürüne ihtiyaç duyulmadığından<br />
biyolojik tehlike riski daha düşüktür.<br />
• Direncin yayılmasında önemli olan genetik<br />
elementler (integron, plazmid ve transpozonlar)<br />
ancak moleküler yöntemlerle saptanabilir.<br />
Moleküler yöntemler, sağladıkları tüm bu avantajların<br />
yanında bazı dezavantajlara da sahiptir;<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
• Bu yöntemlerle antimikrobiyal direnç genleri<br />
tespit edilmektedir. Oysa antimikrobiyal tedavi<br />
seçimi, duyarlılığın saptanmasına göre yapılır.<br />
• Sadece bilinen direnç genleri araştırılabilir,<br />
yeni direnç mekanizmaları tespit edilemez.<br />
• Sessiz gen ve psödogenler hatalı pozitif sonuca<br />
neden olabilir.<br />
• Primer bağlanma bölgelerindeki mutasyonlar<br />
polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) amplifikasyonunu<br />
engelleyerek hatalı negatif sonuçlara<br />
neden olabilir.<br />
• Karışık flora içeren örnekler, nükleik asit<br />
amplifikasyonunun inhibisyonuna ya da duyarlılığın<br />
azalmasına neden olur.<br />
• Gen ekspresyonunu etkileyen mutasyonlar,<br />
genin ifadelenmesini sağlayan özgül mRNA’ların<br />
tespiti hedeflenmedikçe saptanamaz. Direncin<br />
bu tipi özellikle Stenotrophomonas maltophilia,<br />
Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter türleri<br />
gibi çoğul dirençli nonfermentatif gram-negatif<br />
bakterilerde görülmektedir.<br />
Bu nedenlerden dolayı günümüzde kullanılan<br />
moleküler testler, antimikrobiyal duyarlılık saptamada<br />
kullanılan rutin fenotipik metodların<br />
yerini henüz alamamıştır. Fenotipik yöntemlerle<br />
tespit edilebilen en tanınmış direnç mekanizmaları;<br />
gram-negatif bakterilerde genişlemişspektrumlu<br />
beta-laktamaz (GSBL) ve metallobeta-laktamazlar<br />
(MBL), gram-pozitif bakterilerde<br />
(stafilokok ve enterokok) transfer edilebilen<br />
yüksek düzey glikopeptid direnci ve P.<br />
aeruginosa’daki 16S rRNA metilaz geniyle ilişkili<br />
olan geniş spektrumlu yüksek düzey aminoglikozid<br />
direncidir. Klinik açıdan oldukça önemli<br />
olan bu direnç profilleri fenotipik yöntemlerle<br />
saptanabildiğinden, geleneksel duyarlılık testleri<br />
önemini korumaya devam etmektedir.<br />
Direncin tespitinde genotipik ve fenotipik yöntemlerin<br />
birlikte değerlendirilmesi, yöntemlerin<br />
dezavantajlarını giderirken sonuçların doğrulanmasını<br />
da yardımcı olur. Ayrıca, fenotipte<br />
görülen bir direnç profilinin, genotipik olarak<br />
tespit edilememesi yeni direnç mekanizmalarının<br />
fark edilmesini de sağlar.<br />
Nükleik asit amplifikasyon ve hibridizasyon<br />
tekniklerindeki gelişmeler; antimikrobiyal<br />
direnç genlerinin tespit edilmesi ve gen ekspres-<br />
Barış Otlu<br />
yonlarının gösterilmesini kolaylaştırmıştır. Her<br />
iki yöntemde de, prob ve primer dizaynı için<br />
veri bankalarındaki sekans bilgileri temel alınır.<br />
Antimikrobiyal direnç genlerinin yer aldığı bölgenin<br />
doğru seçilmesi ve uygun primer, prob<br />
dizaynının yapılması testin analitik duyarlılığı<br />
ve özgüllüğü için önemlidir. Seçilecek prob ve<br />
primerler; tanımlanmış bir direnç genine ya da<br />
bir mutasyonu göstermek için belirli bir baz<br />
pozisyonunda meydana gelen tek nükleotid<br />
değişikliklerine özgü olabilir. Primer ve prob<br />
dizaynı için internetteki çeşitli kaynaklar/programlar<br />
kullanılabilir.<br />
Antimikrobiyal genleri saptamada en sık kullanılan<br />
nükleik asit amplifikasyon yöntemi<br />
PCR’dir. Bu yöntem, direnç genlerini araştıran<br />
diğer birçok moleküler teknik için de temel<br />
oluşturmaktadır. Konvansiyonel PCR için, birçok<br />
antimikrobiyal direnç geni hedef olarak<br />
tanımlanmıştır. Örneğin; Staphylococcus aureus’larda<br />
metisilin direncinin tespiti için “Clinical<br />
and Laboratory Standards Institute (CLSI)”<br />
tarafından önerilen birçok fenotipik yöntem<br />
olmasına rağmen konvansiyonel PCR yöntemiyle<br />
dirençten sorumlu mecA geninin gösterilmesi,<br />
“altın standart” yöntem olarak kabul edilmektedir.<br />
Çünkü direncin ekspresyonu çoğunlukla<br />
heterojendir ve özellikle düşük düzey metisilin<br />
direncine sahip izolatlar, kültür şartlarından<br />
etkilenebilir. Metisiline dirençli S. aureus<br />
(MRSA), hayatı tehdit eden enfeksiyonlara ve<br />
nozokomiyal salgınlara neden olan önemli bir<br />
patojendir. Bu patojenin doğru ve hızlı tanısı<br />
enfeksiyon kontrol programları için kritik önem<br />
taşır. Moleküler yöntemlerle kan kültürü ve<br />
endotrakeal aspirat gibi örneklerden direkt olarak<br />
da MRSA tespiti yapılabilmektedir.<br />
Bakteriler arasında direncin hızla yayılmasının<br />
bir nedeni de, direnç genlerinin integron gibi<br />
mobil genetik elementler üzerinde taşınmasıdır.<br />
İntegronlar, integraz geni (intI) ve rekombinasyon<br />
bölgelerini (attI) içerir. İntegronlar, integraz<br />
genlerindeki sekans farklılığına göre sınıflandırılmışlardır.<br />
Moleküler yöntemler, direncin<br />
yayılmasında önemli olan bu genetik faktörleri<br />
göstermekte rakipsizdir. Konvansiyonel<br />
PCR ile yapılan çalışmalar, Enterobacteriaceae<br />
üyelerinde, aminoglikozid ve trimetoprim<br />
direncini kodlayan gen kasetlerinin sınıf-1, 2, 3<br />
integronlarda, MBL’leri kodlayan (IMP, VIM,<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 9
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />
SPM-1 ve GIM-1) genlerinin ise özellikle sınıf-1<br />
integronlar üzerinde baskın olduğunu ortaya<br />
koymuştur.<br />
Streptococcus pneumoniae’da penisilin direnci<br />
giderek artmaktadır. Penisilin G diski ile yapılan<br />
fenotipik direnç testlerinde güçlükler yaşandığından<br />
bu amaçla oksasilin diski kullanılmaktadır.<br />
Ancak yapılan çalışmalarda, oksasilin diski<br />
kullanılarak yapılan disk difüzyon testlerinde<br />
dirençli bulunan suşların da, mutlaka dilüsyon<br />
yöntemleriyle doğrulanması gerektiği bildirilmektedir.<br />
S. pneumoniae’da altı penisilin bağlayan<br />
protein (PBP) bulunmaktadır. Bunlardan;<br />
PBP-1a, PBP-2b ve PBP-2X’i kodlayan genlerde<br />
oluşan “mozaik mutasyonlar” penisilin direncine<br />
neden olmaktadır. Gillespie ve arkadaşlarının<br />
yaptığı bir çalışmada; dirence neden olan<br />
mutasyonların varlığı, PCR-RFLP (restriction<br />
fragment lenght polymorphism) yöntemi ile<br />
araştırılmıştır. Bu yöntemde, PCR ürünleri HinfI<br />
enzimi ile kesilerek oluşan fragmanların büyüklüğüne<br />
ve sayısına göre penisilin direncine<br />
neden olan mutasyonlar belirlenmiştir. PCR-<br />
RFLP yöntemi, Helicobacter pylori’de klaritromisin<br />
(23S rRNA genindeki nokta mutasyonlar),<br />
Salmonella enterica serovar Typhi’de florokinolon<br />
direnci (gyrA genindeki nokta mutasyonlar)<br />
ve Serratia marcescens GSBL tiplerinin<br />
tespit edilmesi gibi daha birçok farklı çalışmada<br />
kullanılmıştır.<br />
Farklı antimikrobiyal direnç genlerini aynı anda<br />
saptamak için, tek reaksiyonda birden fazla hedefin<br />
çoğaltılmasına olanak sağlayan multipleks<br />
PCR yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemlerin<br />
kullanımı ile; hedef DNA, zaman ve maliyetten<br />
kazanç sağlanmaktadır. Özellikle dirençten<br />
sorumlu birden fazla gen olduğunda bu PCR yöntemi<br />
tercih edilmektedir. En çok antimikrobiyal<br />
direnç araştırılan bakterilerden biri de vankomisine<br />
dirençli enterokoklardır Vankomisine dirençli<br />
enterokokların, kültür ve duyarlılık testleri<br />
kullanarak saptanması MRSA’ya oranla daha zordur.<br />
Özellikle düşük düzeyde direnci saptamak<br />
bu bakterilerde daha güçtür. Ayrıca, karışık floralı<br />
örneklerden, fenotipik yöntemlerle doğru<br />
tanımlama yapmak zaman alıcıdır (4-6 gün).<br />
Depardieu ve arkadaşları yaptıkları çalışmada;<br />
stafilokok ve enterokoklardaki vankomisin<br />
direnç genlerini araştırmak için multipleks PCR<br />
yöntemini kullanmışlardır. Geliştirdikleri yön-<br />
10<br />
temde 10 farklı primer çiftini tek bir reaksiyonda<br />
kullanarak, aynı anda hem bu bakterilerin<br />
tür düzeyinde ayırımını yapmış (S. aureus, S.<br />
epidermidis, Enterococcus faecalis, Enterococcus<br />
faecium), hem de altı farklı glikopeptid direncini<br />
(vanA-E) tespit edebilmişlerdir. Multipleks PCR<br />
yöntemleri geliştirilirken, primerlerin benzer<br />
erime derecelerine sahip ve birbirleri ile etkileşme<br />
olasılıklarının düşük olmasına dikkat edilmelidir.<br />
Ayrıca, amplifikasyon ürünlerinin, jel<br />
elektroforezi ile birbirlerinden açık bir şekilde<br />
ayırt edilebilir olmaları gereklidir.<br />
“Real-time” PCR yöntemlerinin geliştirilmesi,<br />
tanısal mikrobiyolojinin her alanında olduğu<br />
gibi antimikrobiyal direnç genlerinin tespitinde<br />
de birçok avantajı beraberinde getirmiştir.<br />
Klasik nükleik asit çoğaltma yöntemlerinden<br />
daha hızlı ve daha duyarlı olan “real-time” PCR<br />
yöntemlerinde, amplikonun analizi için reaksiyon<br />
tüpünün açılması gerekmediğinden çapraz<br />
kontaminasyon riski daha azdır. Bu yöntemlerde<br />
çoğaltılan amplikonlar; floresan işaretli probların<br />
kullanıldığı TaqMan, molecular beacons,<br />
FRET (floresans rezonans enerji transfer),<br />
Scorpions, AmplifluorTM gibi yöntemler ile<br />
özgül olarak, SYBR Green I, YO-PRO-1 ve etidyum<br />
bromür gibi DNA’ya bağlanabilen boyalar<br />
ile özgül olmayarak gösterilebilir. Farklı floresan<br />
moleküllerin, farklı dalga boylarında ışıma<br />
yapmaları birden fazla hedefin saptanabildiği<br />
multipleks PCR uygulamalarının yapılmasına<br />
da olanak sağlar. Kazuko ve arkadaşları, geliştirdikleri<br />
“real-time” multipleks PCR yöntemi ile<br />
pnömokoklarda, penisilin ve makrolid direncini<br />
birlikte göstermişlerdir. Bu çalışmada, penisilin<br />
direncine neden olan pbp1a, pbp2b, pbp2X genleri<br />
ile makrolid direncine neden olan ermB<br />
(23S rRNA metilasyonu) ve ermA (aktif pompa<br />
sistemini kodlar) genleri, aynı reaksiyonda gerçek<br />
zamanlı olarak tespit edilmiştir.<br />
DNA dizi analizi yöntemleri rutin mikrobiyoloji<br />
laboratuvarlarında; bakteri tanımlanması ve<br />
direnç genlerinin araştırılmasında kullanılmaktadır.<br />
Günümüzde Sanger’in zincir sonlandırma<br />
temeline dayanan, dideoksinükleotid yöntemi<br />
yaygındır. Son yıllarda geliştirilen, hızlı bir baz<br />
dizi analizi yöntemi olan “pyrosequencing” sistemi,<br />
özellikle tek nokta mutasyonuna bağlı<br />
antimikrobiyal direncin saptanmasını kolaylaştırmıştır.<br />
DNA dizi analizi ile antimikrobiyal<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
direnç belirleme çalışmaları, özellikle<br />
Mycobacterium tuberculosis, H. pylori gibi yavaş<br />
ya da güç üreyen mikroorganizmalar üzerinde<br />
yoğunlaşmıştır. Tüberküloz basilinde direncin<br />
fenotipik olarak tayini, örneğin laboratuvara<br />
ulaşmasından itibaren 8-10 haftayı bulabilmektedir.<br />
Direncin hızla belirlenmesi, çoğul ilaca<br />
dirençli (multi-drug resistance; MDR) ve yaygın<br />
ilaç dirençli (extremely drug resistance; XDR)<br />
M. tuberculosis suşlarının yayılmasının önlenmesi<br />
açısından oldukça önemlidir. DNA dizi<br />
analizi, dirence neden olan mutasyonların tespit<br />
edilmesinde “altın standart” yöntem olarak kullanılmaktadır.<br />
Ancak antimikrobiyal dirence<br />
neden olan mutasyonlar birden fazla gen bölgesinde<br />
bulunabilir. Bu durumda her bir direnç<br />
geni için ayrı DNA analizi gerektirmesi yöntemin<br />
önemli dezavantajıdır. Buna karşın, rifampin<br />
direncine neden olan rpoB gen bölgesi gibi,<br />
kısa bir bölgede sınırlı olan direnç genlerinin<br />
saptanmasında, DNA dizi analizi ideal bir tekniktir.<br />
M. tuberculosis suşlarındaki antimikrobiyal<br />
direnci saptamak için; katı faz hibridizasyon<br />
testleri, heterodupleks analizi, mutasyona özgü<br />
primerler ile amplifikasyon, “real-time” PCR<br />
gibi birçok moleküler test sıklıkla kullanılmaktadır.<br />
Son yıllarda geliştirilmiş olan DNA mikroçip<br />
teknolojisi, antimikrobiyal direnç genlerinin ve<br />
mutasyona bağlı direncin tespitinde umut verici<br />
bir yöntem olarak gösterilmektedir. Bu yöntem,<br />
PCR ile elde edilen floresanla işaretli amplikonların<br />
çok sayıda farklı oligonükleotid prob içeren<br />
katı yüzeylerde, kendisine uyan probla hibridize<br />
olması temeline dayanmaktadır. Yüzeye<br />
bağlı problarla hibridize olan işaretli amplikonların<br />
yaydığı floresan sinyaller, daha sonra optik<br />
tarayıcı ile saptanarak bilgisayar ortamında<br />
değerlendirilmektedir. Otomatize olma potansiyeli<br />
taşıyan bu teknoloji, aynı anda çok sayıda<br />
direnç mekanizmasının araştırılmasını imkanlı<br />
hale getirmiştir. Friedrich ve arkadaşlarının toplam<br />
157 prob kullandıkları çalışmada,<br />
Enterobacteriaceae ailesi üyeleri hem tür düzeyinde<br />
tanımlanmış hem de aminoglikozid, tetrasiklin<br />
ve beta-laktam gibi önemli antimikrobiyallere<br />
karşı direnç genleri aynı araştırılmıştır.<br />
Diğer bir çalışmada gram-negatif bakterilerde;<br />
TEM, SHV ve CTX-M gibi GSBL tipleri araştırılmıştır.<br />
Bu çalışmada, 156 aminoasit değişikliği-<br />
Barış Otlu<br />
ni tespit edebilecek 618 prob kullanılmış ve<br />
GSBL’ye neden olabilecek genler beş saatte tespit<br />
edilebilmiştir.<br />
Antimikrobiyal direncin saptanmasında moleküler<br />
yöntemlerin kullanılması, geliştirilen yeni<br />
yöntemlerle birlikte giderek artmaktadır.<br />
Özellikle bazı mikroorganizmalarda bu yöntemler<br />
öne çıkmaktadır. Ancak beklentinin aksine,<br />
bugün için rutin fenotipik yöntemlerin yerine<br />
geçebilecek ideal bir moleküler test yoktur. Her<br />
iki yöntemin birlikte kullanılması hem direncin<br />
doğru tespit edilmesini hem de direnç mekanizmalarının<br />
daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Abdelaal A, El-Ghaffar HA, Zaghloul MH, El Mashad N,<br />
Badran E, Fathy A. Genotypic detection of rifampicin and<br />
isoniazid resistant Mycobacterium tuberculosis strains by<br />
DNA sequencing: a randomized trial. Ann Clin Microbiol<br />
Antimicrob 2009;8:4.<br />
2. Arnold C. Rapid analysis of resistant mutant genotypes<br />
using pyrosequencing. Methods Mol Biol 2010;642:217-<br />
23.<br />
3. Bozdoğan B. Gram pozitif bakterilerde fenotipik ve genotipik<br />
direnç saptama yöntemleri. Bakterilerde antimikrobiyal<br />
direncin belirlenmesinde moleküler yöntemlerin kullanımı.<br />
Kurs kitabı. İzmir, 2008:38-40.<br />
4. Depardieu F, Perichon B, Courvalin P. Detection of the van<br />
alphabet and identification of enterococci and staphylococci<br />
at the species level by multiplex PCR. J Clin<br />
Microbiol 2004;42:5857-60.<br />
5. Durmaz R. Direnç gelişimini önlemede moleküler mikrobiyolojinin<br />
katkısı. ANKEM 2009;23(Ek 2):111-5.<br />
6. Fluit AC, Schmitz FJ. The use of molecular techniques to<br />
detect antimicrobial resistance in clinical bacterial isolates.<br />
Microbiologytoday 2001;28:14-5.<br />
7. Fluit AC, Visser MR, Schmitz FJ. Molecular detection of<br />
antimicrobial resistance. Clin Microbiol Rev 2001;14:836-<br />
7.<br />
8. Friedrich T, Rahmann S, Weigel W, Rabsch W, Fruth A,<br />
Ron E, et al. High-throughput microarray technology in<br />
diagnostics of enterobacteria based on genome-wide<br />
probe selection and regression analysis. BMC Genomics<br />
2010;11:591.<br />
9. Fukushima KY, Yanagihara K, Hirakata Y, Sugahara K,<br />
Morinaga Y, Kohno S, et al. Rapid identification of penicillin<br />
and macrolide resistance genes and simultaneous<br />
quantification of Streptococcus pneumoniae in purulent<br />
sputum samples by use of a novel real-time multiplex PCR<br />
assay. J Clin Microbiol 2008;46:2384-8.<br />
10. Garneau P, Labrecque O, Maynard C, Messier S, Masson<br />
L, Archambault M, et al. Use of a bacterial antimicrobial<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 11
Antimikrobiyal Direnç:<br />
Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />
12<br />
resistance gene microarray for the identification of resistant<br />
Staphylococcus aureus. Zoonoses Public Health<br />
2010;57 (Suppl 1):94-9.<br />
11. Garza-Ramos U, Morfin-Otero R, Sader HS, Jones RN,<br />
Hernández E, Rodriguez-Noriega E, et al. Metallo-betalactamase<br />
gene bla(IMP-15) in a class 1 integron, In95,<br />
from Pseudomonas aeruginosa clinical isolates from a<br />
hospital in Mexico. Antimicrob Agents Chemother<br />
2008;52:2943-6.<br />
12. Genetic methods for detection of antimicrobial resistance.<br />
APMIS 2004;112:815-37.<br />
13. Ho SL, Tan EL, Sam CK, Goh KL. Clarithromycin resistance<br />
and point mutations in the 23S rRNA gene in Helicobacter<br />
pylori isolates from Malaysia. J Dig Dis 2010;11:101-5.<br />
14. Ivanova D, Markovska R, Hadjieva N, Schneider I, Mitov I,<br />
Bauernfeind A. Extended-spectrum beta-lactamase-producing<br />
Serratia marcescens outbreak in a Bulgarian hospital.<br />
J Hosp Infect 2008;70:60-5.<br />
15. Japoni A, Gudarzi M, Farshad S, Basiri E, Ziyaeyan M,<br />
Alborzi A, et al. Assay for integrons and pattern of antibiotic<br />
resistance in clinical Escherichia coli strains by PCR-<br />
RFLP in Southern Iran. Jpn J Infect Dis 2008;61:85-8.<br />
16. Karahan ZC, Atalay F, Uzun M, Erturan Z, Atasever M,<br />
Akar N. Sequence analysis of rpoB mutations in rifampinresistant<br />
clinical Mycobacterium tuberculosis isolates<br />
from Turkey. Microb Drug Resist 2004;10:325-33.<br />
17. Kayacan ÇB. Gram negatif basillerde fenotipik ve genotipik<br />
direnç saptama yöntemleri. Bakterilerde antimikrobiyal<br />
direncin belirlenmesinde moleküler yöntemlerin kullanımı.<br />
Kurs kitabı. İzmir, 2008:41-4.<br />
18. Leinberger DM, Grimm V, Rubtsova M, Weile J, Schröppel<br />
K, Wichelhaus TA, et al. Integrated detection of extended-spectrum-beta-lactam<br />
resistance by DNA microarraybased<br />
genotyping of TEM, SHV, and CTX-M genes. J Clin<br />
Microbiol 2010;48:460-71.<br />
19. Mäkinen J, Marttila HJ, Marjamäki M, Viljanen MK, Soini<br />
H. Comparison of two commercially available DNA line<br />
probe assays for detection of multidrug-resistant<br />
Mycobacterium tuberculosis. J Clin Microbiol<br />
2006;44:350-2.<br />
20. Saniç A. Mycobacterium tuberculosis’de direnç ve patogenezin<br />
araştırılmasında moleküler yöntemlerin yeri.<br />
Durmaz R (editör). Uygulamalı Moleküler Mikrobiyoloji<br />
Kurs Kitabı. 2007:163-76, Malatya.<br />
21. Sundsfjord A, Simonsen GS, Haldorsen BC, Haaheim H,<br />
Hjelmevoll SO, Littauer P, Dahl KH.<br />
22. Woodford N, Sundsfjord A. Molecular detection of antibiotic<br />
resistance: when and where? J Antimicrob<br />
Chemother 2005;56:259-61.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Tüberküloz:<br />
Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />
Doç. Dr. Tuba Turunç<br />
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Adana<br />
13
Tüberküloz:<br />
Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />
Tüberküloz, dünyada halen oldukça yaygın<br />
bir enfeksiyon hastalığıdır. Tüberküloz<br />
basili ilk defa 1882 yılında Robert Koch tarafından<br />
izole edilmiştir.<br />
1945 yılında streptomisinin bulunmasıyla<br />
tüberkülozda kemoterapi dönemi başlamıştır.<br />
Ancak sonrasında streptomisinin tek başına<br />
kullanılmasıyla bu ilaca direnç geliştiği ve<br />
tüberkülozun monoterapi ile tedavi edilmeyeceği<br />
anlaşılmıştır. 1964 yılında ilk intermittan<br />
tedavi ile izoniazid ve streptomisin enjeksiyonu<br />
ayaktan başvuran hastalara uygulanmıştır.<br />
Böylece, günümüzde doğrudan gözetimli tedavi<br />
stratejisi (DGTS)’ne temel oluşturacak gözetim<br />
komponenti ilk kez uygulamaya girmiştir. 1967<br />
yılında rifampisinin keşfi ile tüberküloz tedavi<br />
süresinde kısalma ve tedavi başarısında artış<br />
sağlanmıştır.<br />
İzoniazid, pirazinamid ve rifampisinin birlikte<br />
kullanılmasıyla kısa süreli kemoterapi diye<br />
adlandırılan tedavi rejimleri oluşturulmuş ve<br />
tüberküloz tedavi süresi 18-24 aydan altı aya<br />
indirilerek, yeni bir dönem başlamıştır. 1991<br />
yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2000 yılı<br />
için hedefler belirlemiştir. Bu hedefler bulaştırıcı<br />
hastaların %85’inin kür edilmesi, %70’inin<br />
bulunmasıdır.<br />
DSÖ bu deneyimler sonucunda DGTS’yi önermiştir.<br />
2002 yılında ise etkin tüberküloz kontrolü<br />
için genişletilmiş DGTS çerçevesini yayınlamıştır.<br />
Ancak zaman içerisinde düzensiz ya da<br />
yetersiz ilaç kullanımı, kötü yönetilen tüberküloz<br />
kontrol programları ilaca dirençli tüberkülozun<br />
artışına yol açmıştır. Bu nedenle ilaç<br />
direnci, bir ülkedeki tüberküloz tedavi programının<br />
iyi bir göstergesi olarak kabul edilmiştir.<br />
Tüberküloz <strong>Tedavi</strong> İlkeleri<br />
Tüberküloz tedavisinin başlıca dört amacı vardır:<br />
1. Balgam kültürlerini en kısa sürede negatifleştirmek,<br />
2. İlaç direnç gelişimini önlemek,<br />
3. Relaps olmaksızın tam kür sağlamak,<br />
4. Toplumda enfeksiyonun yayılmasını önlemek.<br />
14<br />
Doğrudan Gözetimli <strong>Tedavi</strong> Stratejisi (DGTS)<br />
DGTS beş unsurdan oluşur:<br />
1. Tüberküloz kontrolünün sürekliliğini ve<br />
bütünlüğünü sağlamak için hükümetin kararlılık<br />
içinde olması,<br />
2. Sağlık kurumlarına başvuran semptomlu<br />
hastalarda balgam yayma mikroskopisi ile pasif<br />
olgu bulma,<br />
3. Gözetim altında kısa süreli kemoterapiyi;<br />
bütün yayma pozitif yeni olgulara en azından<br />
başlangıç fazında, rifampisin içeren tüm rejimlere<br />
ve yeniden tedavi rejimi verilen tüm hastalara<br />
uygulama,<br />
4. Gerekli bütün antitüberküloz ilaçların düzenli<br />
kesintisiz sağlanması,<br />
5. Her hasta için olgu özelliklerini, tedavi<br />
sonuçlarını ve tüberküloz kontrol programının<br />
performansını değerlendirebilecek bir standart<br />
kayıt ve bildirim sistemi.<br />
DGTS-Artı (DOTS-Plus)<br />
Çok ilaca dirençli tüberkülozun önemli boyutlarda<br />
olduğu bölgelerde ve ülkelerde önerilen<br />
stratejidir. DGTS’nin başarıyla uygulanmasına<br />
ek olarak ikinci grup tüberküloz ilaçlarının kullanılmasını<br />
içeren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımla<br />
var olan çok ilaca dirençli tüberküloz olgularını<br />
tedavi ederken, yeni çok ilaca dirençli<br />
tüberküloz olgularının ortaya çıkmasının önlenmesi<br />
amaçlanır. DOTS-Plus 1999 yılında DSÖ<br />
tarafından, çok ilaca dirençli tüberkülozun global<br />
kontrolünü sağlayabilmek için oluşturulmuştur.<br />
TÜBERKÜLOZDA İLAÇ DİRENCİ<br />
İlaç Direnci ile İlgili Tanımlar<br />
İlaca dirençli olgu: En az bir tüberküloz ilacına<br />
karşı dirençli olgudur.<br />
Yeni olgularda ilaç direnci (önceki adlandırması:<br />
Primer ilaç direnci): Daha önce tüberküloz<br />
ilacı kullanmamış ya da bir aydan daha kısa<br />
süre kullanmış hastada görülen ilaç direncidir.<br />
<strong>Tedavi</strong> almış olgularda ilaç direnci (önceki<br />
adlandırması: Sekonder ilaç direnci): Hastanın<br />
daha önce bir aydan uzun süre kullanmış olduğu<br />
ilaca karşı saptanan dirençtir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Çok ilaca direnç: İzoniazid ve rifampisine<br />
direnç olmasıdır.<br />
Tüberkülozda İlaç Direnci Gelişimi<br />
Çok ilaca dirençli tüberküloz insan ürünü bir<br />
fenomendir. Tüberküloz basilinin spontan<br />
mutasyonlara uğrayarak dirençli basillerin oluşmasına<br />
yol açtığı in vitro olarak gösterilmiştir.<br />
Başlangıçta ilaca duyarlı basillerin yetersiz,<br />
düzensiz ya da uygun olmayan tedavi sonucu<br />
zamanla ilaca dirençli hale gelmesi, tedavi almış<br />
olgularda ilaç direncinin temelini oluşturur.<br />
İlaca dirençli suşların, daha önce tüberküloz<br />
tedavisi görmemiş hastalara bulaşmasıyla da<br />
yeni olgularda ilaç direnci sorunu karşımıza<br />
çıkar.<br />
İLAÇ DİRENCİ SEBEPLERİ<br />
Önceki Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si ile İlişkili<br />
Faktörler<br />
Daha önce tüberküloz tedavisi verilen hastalarda,<br />
hiç tedavi görmemiş hastalara göre herhangi<br />
bir tüberküloz ilacına karşı direnç riski dört kat<br />
yüksek iken, çok ilaca dirençli tüberküloz riski<br />
10 kat fazladır.<br />
Yetersiz, uygunsuz tedavi: Çok ilaca dirençli<br />
tüberkülozu düşündüren en önemli prediktör<br />
hastanın tüberküloz öyküsüdür. Tüberküloz<br />
tedavisi sırasında, tek tüberküloz ilacıyla tüberkülozu<br />
tedavi etmeye çalışma, başarısız rejime<br />
ilaç ekleme, tedaviye başlarken hastanın durumunu<br />
bilmeme, yetersiz bir tüberküloz rejimi<br />
oluşturma, koruyucu izoniazid tedavisinin<br />
uygunsuz kullanımı ve tüberküloz ilaçlarının<br />
biyoyararlanımındaki farklılıklar; hastada çok<br />
ilaca dirençli tüberküloz gelişimine neden olabilen<br />
faktörlerdir.<br />
<strong>Tedavi</strong>ye uyumsuzluk: Verilen tedaviye uymama,<br />
klinisyenin her zaman tahmin etmesinin<br />
mümkün olmadığı bir durumdur. Batıda yaş,<br />
cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu ve sosyoekonomik<br />
düzey gibi demografik özelliklerin<br />
tedavi uyumuyla ilgili olmadığı saptanmıştır.<br />
Diğer taraftan psikiyatrik hastalık, alkolizm, ilaç<br />
bağımlılığı ve evsizlik gibi faktörlerin de tedaviye<br />
uyumsuzluğa yol açabileceği görülmüştür.<br />
Özellikle bu hastalarda doğrudan gözetimli<br />
tedavinin tüberküloz kontrolünde etkili olabileceği<br />
açıktır.<br />
Tuba Turunç<br />
Lojistik durum: Birçok ülkede güvenilir laboratuvarların<br />
eksikliği doğru ilaç duyarlılık testlerinin<br />
yapılmasına engeldir. Bu durumda tedavi<br />
kararları önceki tedavi öyküsüne ve algoritmalara<br />
dayanılarak verilir. Ancak tedavisi başarısız<br />
olan hastalarda programatik yaklaşımın eksikliği<br />
göze çarpmaktadır. DOTS, tüberküloz kontrolünün<br />
temel yolu olsa da, ilaca dirençli olgulara<br />
daha erken yakalama ve uygun tedaviyi<br />
verme konusunda modifikasyonlar yapılmalıdır.<br />
Organizmanın virülansı: Tüberküloz basili<br />
çok ilaca dirençli hale gelirken, hayatta kalma<br />
kapasitesi ve virülansı daha düşük olan forma<br />
dönüşür. Bu genotip ilk olarak 1995 yılında<br />
W-Beijing olarak tanımlanmıştır. W-Beijing<br />
genotipi Asya’nın bazı bölgelerinde ve Doğu<br />
Avrupa’da örneğin; Estonya, Azerbaycan ve<br />
Rusya’da oldukça yaygındır. W-Beijing ailesine<br />
ait suşlar IS6110 RFLP (restriction fragment<br />
length polymorphism) profili ile büyük benzerlik<br />
gösterir. W-Beijing genotipi hızlı yayılması,<br />
farklı coğrafyalarda büyük salgınlar oluşturması<br />
ve çok ilaca dirençli tüberküloz ile yakından<br />
ilişkili olması yönüyle önemlidir. Beijing suşunun<br />
Hindistan’da görülmesi ve dünyadaki<br />
tüberküloz hastalarının %20’sinin orada bulunması<br />
düşünülecek olursa, ortaya çıkacak sonuçlar<br />
düşündürücüdür (ancak bu konuda kesin<br />
yorumlar yapabilmek için daha büyük çalışmalara<br />
ihtiyaç vardır).<br />
Host genetik faktörleri: Host genetik predispozisyonun<br />
çok ilaca dirençli tüberküloz gelişiminde<br />
rol oynadığına dair birtakım kanıtlar<br />
vardır. HLA-DRB1*1, DRB1*14 ve HLA-<br />
DRB1*0803 haplotiplerinin çok ilaca dirençlitüberküloz<br />
ile ilişkili olduğu öne sürülür. Bu<br />
konuda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />
Epidemiyoloji<br />
DSÖ 2010 yılı raporuna göre toplam 440.000<br />
çok ilaca dirençli tüberküloz olgusu saptanmış<br />
ve bunlardan 150.000’inin ölümle sonuçlandığı<br />
belirlenmiştir. Yine aynı raporda en yüksek çok<br />
ilaca dirençli tüberküloz olgusunun kuzey batı<br />
Rusya’da olduğu belirtilmiş ve bu bölgede her<br />
dört yeni tüberküloz olgusundan birinde çok<br />
ilaca direnç tespit edilmiştir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 15
Tüberküloz:<br />
Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />
Türkiye’de Verem Savaşı Dispanserlerine<br />
2008 Yılında Kayıt Edilen Hasta Sayıları<br />
Toplam hasta: 18.452<br />
• Olgu hızı: 25.8/100.000 nüfus<br />
• 2007 yılına göre olgu hızında değişme:<br />
-%7.5<br />
Yeni olgular: 16.760 (%91)<br />
<strong>Tedavi</strong> görmüşler: 1692 (%9)<br />
Erkek hastalar: 11.476 (%62)<br />
Kadın hastalar: 6976 (%38)<br />
Türkiye’de Verem Savaşı Dispanserlerine<br />
2008 Yılında Kayıt Edilen Hastalarda<br />
Bakteriyoloji<br />
TOPLAM AKCİĞER TÜBERKÜLOZU: 12.813<br />
• Mikroskopi yapılan: 11.418 (%89.1)<br />
• Mikroskopi pozitif: 8073 (%63.0)<br />
• Kültür yapılan: 8050 (%62.8)<br />
• Kültür pozitif: 6545 (%51.1)<br />
• İlaç duyarlılık testi yapılan: 4963<br />
• Çok ilaca dirençli tüberküloz: 263 (%5.3)<br />
Türkiye 2006 Yılı Çok İlaca Dirençli<br />
Tüberküloz Hastalarının 24. Ay <strong>Tedavi</strong><br />
Sonuçları<br />
<strong>Tedavi</strong> sonucu Sayı %<br />
<strong>Tedavi</strong> başarısı 177 71.1<br />
<strong>Tedavi</strong>yi terk 20 8.1<br />
<strong>Tedavi</strong> başarısızlığı 2 0.8<br />
Nakil giden 3 1.2<br />
Ölüm 23 9.2<br />
Halen tedavide 24 9.6<br />
TOPLAM 249 100<br />
Avrupa’da Tüberküloz Sürveyansı 2008<br />
Raporunda, 2006 yılında Türkiye’nin de yer<br />
aldığı 53 ülkeden oluşan DSÖ Avrupa Bölgesinde<br />
çok ilaca dirençli tüberküloz hastalarında ortalama<br />
tedavi başarısı %54.5 olarak saptanmıştır.<br />
ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />
TANISI<br />
Çok ilaca dirençli tüberküloz tanısında başlıca<br />
İki yaklaşım; daha önce tüberküloz tedavisi<br />
16<br />
alan hastalarda tüberküloz tedavi öyküsünü<br />
almak ve ilaç direnç testini yapmaktır. Yeniden<br />
tedavi rejimi alan, tedavi terki, tedavi başarısızlığı<br />
öyküsü olan hastalarda, daha öncesinde<br />
çeşitli tüberküloz tedavileri alan kronik olgularda<br />
bir ya da birden fazla tüberküloz ilacına<br />
direnç olası bir durumdur. Bu hastalarda direnç<br />
paternini belirlemek için önceki tüberküloz<br />
tedavilerinin ayrıntılı anamnezini almak ve ilaç<br />
duyarlılık testlerini yapmak üzere iki temel yola<br />
başvurulur.<br />
İlaç duyarlılık testi aşağıdaki hastalara yapılmalıdır:<br />
• Kronik tüberküloz olguları: Retreatment rejiminin<br />
sonunda halen balgamda basil pozitif<br />
bulunan hastalardır. Bu hastalar en fazla çok<br />
ilaca dirençli tüberküloz saptanan hasta grubu<br />
oluşturur.<br />
• Bilinen çok ilaca dirençli tüberküloz hastasıyla<br />
yakın maruziyeti olan olgular: Çalışmalarda<br />
görülmüştür ki çok ilaca dirençli tüberküloz<br />
hastalarıyla yakın temas bulunanlarda çok ilaca<br />
dirençli tüberküloz riski oldukça fazladır. O<br />
yüzden bu hastalarda ilaç duyarlılık testi yapılması<br />
önerilir.<br />
• Kategori 1 olgularda tedavi başarısızlığı olanlar:<br />
Tüberküloz tedavisinin beşinci ayında ve<br />
sonrasında basil pozitif bulunan hastalara da<br />
ilaç direnç testi yapılmalıdır. Bu hastalarda çok<br />
ilaca dirençli tüberküloz görülmesi idame fazında<br />
rifampisinin kullanılıp kullanılmadığı, tedavinin<br />
doğrudan gözetim altında verilip verilmediği<br />
gibi pek çok faktöre bağlıdır.<br />
Yapılan ilaç duyarlılık testlerinin her zaman<br />
doğru sonuç vermemesi ve güvenilir olmaması<br />
önemli bir sorundur. Bu yüzden ilaç duyarlılık<br />
testleri nasyonel veya supranasyonel referans<br />
laboratuvarlarında ya da bu laboratuvarlar tarafından<br />
denetlenen merkez laboratuvarlarında<br />
yapılmalıdır.<br />
İkinci sıra tüberküloz ilaçlarına karşı ilaç duyarlılık<br />
testleri, zorluğu, maliyeti ve güvenilirlik<br />
sorunu olması nedeniyle sistematik olarak<br />
yapılmamalıdır. Ancak ikinci sıra ilaçlarda kinolon<br />
ve ofloksasine karşı direnç testi yapılması,<br />
yardımcı ve güvenilir olabilir.<br />
Sonuç olarak; laboratuvardan alınan ilaç duyarlılık<br />
raporunda en az izoniazid ve rifampisin<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
direncinin gösterilmesi ve doğrudan gözetim<br />
altında yeniden tedavi rejimi (iki ay HRZES +<br />
bir ay HRZE + beş ay HRE) verilen hastada tedavi<br />
sonunda halen basil pozitifliğinin bulunması<br />
durumunda yüksek çok ilaca dirençli tüberküloz<br />
şüphesi doğar. Başarısızlık kararı bakteriyolojik<br />
olmalıdır. Bu durumda hasta bu konuda<br />
özelleşmiş merkeze yönlendirilmelidir.<br />
ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />
TEDAVİSİ<br />
Retreatment rejimi ile başarısız olunan ve en az<br />
izoniazid + rifampisin direnci gösterilen hastalarda,<br />
bundan sonraki en önemli aşama hastanın<br />
nasıl tedavi edileceğidir. Çok ilaca dirençli<br />
tüberküloz hastaları bu konuda özelleşmiş merkezlerde,<br />
uzman hekimlerce tedavi edilmelidir.<br />
Çünkü çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde<br />
ikinci sıra tüberküloz ilaçlar kullanılması gerekmektedir<br />
ve bu ilaçlar birinci sıra ilaçlara göre<br />
daha az etkili, daha çok yan etkiye sahip ve daha<br />
pahalı ilaçlardır.<br />
Çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde, hastanın<br />
daha önce hiç kullanmamış olduğu en az<br />
üç yeni ilaç (ikinci sıra tüberküloz ilacı) yer<br />
almalı ve tedavi süresi en az 18-24 ay olmalıdır.<br />
Çok ilaca dirençli tüberküloz rejiminin streptomisin<br />
dışında bir enjektabl ilaç, bir florokinolon<br />
ve grup dörtten etionamid ve sikloserin gibi iki<br />
ilaç, tercihan beş ilaçtan oluşturulması önerilir.<br />
<strong>Tedavi</strong>de, duyarlı olduğu gösterilen birinci sıra<br />
ilaçlar mümkün olduğunca kullanılmalıdır<br />
çünkü bu ilaçlar daha etkili, daha kolay tolere<br />
edilebilen ve daha rahat bulunabilen ilaçlardır.<br />
Pirazinamid daha önce kullanılmış olmasına<br />
rağmen, direnç gelişme olasılığı düşük olduğundan<br />
kombinasyonda yer alabilir. İkinci sıra ilaçları<br />
içeren rejimin uygulanmasında iki farklı<br />
yaklaşım vardır: Standart ve individualize uygulama.<br />
Standart rejimde, ikinci sıra ilaçlara karşı ilaç<br />
duyarlılık testi yapılmadan, aynı ilaçlardan oluşan<br />
standart bir tedavi verilir. Bu kombinasyonda<br />
en iyi bilinen, daha az toksik olan, bulunması<br />
daha kolay olan ilaçlar yer alır. Bu ilaçlar<br />
çoğunlukla kanamisin, ofloksasin, etionamid ve<br />
sikloserindir. Pek çok düşük gelirli ülkede ikinci<br />
sıra ilaçlar nadiren kullanılır, bu ilaçlara<br />
direncin pek olmayacağı düşünülür ve bu ilaçla-<br />
Tuba Turunç<br />
ra direnç testi yapılmadan, standart rejimde<br />
verilir.<br />
İndividualize tedavi rejimi ise ilaç duyarlılık test<br />
sonucundaki direnç paternine göre oluşturulur.<br />
Çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde, etkili<br />
beş-altı ilaç kullanma, tedavi başarısını artırır,<br />
ancak yan etkilerin ve tedavi terki olasılığının<br />
artması nedeniyle yakın izlem gerektirir.<br />
ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />
TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR<br />
Geleneksel olarak antitüberküloz ilaçları birinci<br />
sıra ve ikinci sıra tüberküloz ilaçları olarak<br />
ayrılsa da günümüzde bu ilaçlar beş gruba ayrılır:<br />
Grup 1: Birinci Sıra Antitüberküloz İlaçlar<br />
İzoniazid (H)<br />
Rifampisin (R)<br />
Etambutol (E)<br />
Pirazinamid (Z)<br />
Grup 2: Enjektabl Antitüberküloz İlaçlar<br />
Streptomisin (S)<br />
Kanamisin (Km)<br />
Amikasin (Am)<br />
Kapreomisin (Cm)<br />
Viomisin (Vi)<br />
Grup 3: Florokinolonlar<br />
Siprofloksasin (Cfx)<br />
Ofloksasin (Ofx)<br />
Levofloksasin (Lfx)<br />
Moksifloksasin (Mfx)<br />
Gatifloksasin (Gfx)<br />
Grup 4: Oral Bakteriyostatik İkinci Sıra<br />
Antitüberküloz İlaçlar<br />
Etionamid (Eto)<br />
Protionamid (Pto)<br />
Sikloserin (Cs)<br />
Terizidon (Trd)<br />
p-aminosalisilik asit (PAS)<br />
Tiasetazon (Th)<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 17
Tüberküloz:<br />
Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />
Grup 5: Etkinliği Netlik Kazanmamış (DSÖ<br />
Tarafından Çok İlaca Dirençli Tüberküloz<br />
Hastalarında Rutin Kullanımı Önerilmeyen)<br />
Antitüberküloz İlaçlar<br />
Klofazamin (Cfz)<br />
Amoksisilin-klavulanik asit (Amx/Clv)<br />
Klaritromisin (Clr)<br />
Linezolid (Lzd)<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Global Plan to Stop Tüberküloz 2006-2015, Actions for<br />
Life, StopTüberküloz Partnership, WHO, 2006.<br />
2. Global Tuberculosis Control 2009: epidemiology, strategy,<br />
financing, World Health Organization (WHO/HTM/<br />
Tüberküloz/2009.411).<br />
18<br />
3. Global Tuberculosis Control: a short update to the 2009<br />
report, World Health Organization (WHO/HTM/<br />
Tüberküloz/ 2009.426).<br />
4. Karagöz T. Akciğer Tüberkülozunda Kısa Süreli <strong>Tedavi</strong>ler.<br />
İstanbul: Koçak Yayınları, 1998.<br />
5. Multidrug and extensively drug-resistant Tüberküloz (M/<br />
XDR-Tüberküloz): 2010 global report on surveillance and<br />
response.WHO/HTM/Tüberküloz/2010.3<br />
6. Özkara Ş. Tüberkülozda İlaç Direnci Gelişiminin Nedenleri.<br />
Toraks Derneği 2. Yıllık Kongresi Tüberküloz Kurs Notları.<br />
Antalya, 1998:69-72.<br />
7. Tahaoğlu K. Tüberküloz. Türk Toraks Derneği 6. Kış Okulu,<br />
2007:48-57.<br />
8. T.C. Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı.<br />
Türkiye de Tüberküloz Kontrolü İçin Başvuru Kitabı.<br />
Ankara, 2003.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Tüberküloz:<br />
Yan Etki Yönetimi<br />
Doç. Dr. İlknur Erdem<br />
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Tekirdağ<br />
19
Tüberküloz:<br />
Yan Etki Yönetimi<br />
Tüberküloz tedavisinde amaç tüberküloz<br />
hastasını tedavi etmek ve sağlıklı bireylere<br />
tüberküloz basilinin bulaşma olasılığını en aza<br />
indirmektir. Başarılı bir tüberküloz tedavisinde,<br />
hastalığın tanısı ve uygun bir tedavi rejiminin<br />
başlanması yeterli değildir. Hastanın tüm tedavi<br />
süresince yakından izlenmesi ve ilaçlarını<br />
düzenli alması sağlanmalıdır. Tüberküloz tedavisindeki<br />
ilaç rejimleri son derece etkili olmasına<br />
rağmen, antitüberküloz ilaçlar arasında ya<br />
da antitüberküloz ilaçlar ile diğer ilaçlar arasında<br />
etkileşimler, değişen derecede ciddiyeti olan<br />
yan etkiler gibi istenmeyen etkiler olabilir.<br />
İlaç etkileşimleri, bir veya daha fazla ilaç bir<br />
arada kullanıldığında, bir ilacın diğerinin etkisini<br />
tedavide planlananın dışında artırması veya<br />
azaltmasıdır. Etkileşim sonu tedavide yetersizlik,<br />
farmakolojik etkide artış, toksik etki hatta<br />
ölüm görülebilir. İlaç yan etkileri tedavi yetersizliği<br />
ve/veya tedavi uyumsuzluğuna yol açarak<br />
tedavide başarısızlığı oluşturabilir.<br />
Antitüberküloz ilaçların yan etkileri hastanın<br />
yaşı, beslenme durumu, altta yatan hastalığın<br />
varlığı ya da alkolizm, karaciğer fonksiyon<br />
bozukluğu, böbrek fonksiyon bozukluğu, insan<br />
immünyetmezlik virüsü (HIV) koenfeksiyonu<br />
gibi çeşitli faktörlerle ilişkilidir, bu reaksiyonların<br />
temel belirleyicisi ilacın verilme zamanı ve<br />
dozdur.<br />
Antitüberküloz tedavide kullanılan standart<br />
rejimde (2RHZ/4RH) hafif ya da orta yan etki<br />
sıklığı %5-20 arasındadır. Bu, standart rejimlerde<br />
değişiklik yapmayı gerektirmez. Majör ya da<br />
ciddi reaksiyonlar daha az olup, yaklaşık %2<br />
civarındadır. Antitüberküloz ilaçlar ile minör<br />
yan etkiler bulantı, kusma, epigastrik ağrı,<br />
karın ağrısı, artralji, artrit, periferik nöropati,<br />
kaşıntı, baş ağrısı, anksiyete, öfori ve libido<br />
azalması gibi yan etkilerdir. Majör yan etkiler<br />
ise döküntü, vertigo, psikoz ve hepatotoksisite<br />
(karaciğer fonksiyon testlerinde değişiklik,<br />
hepatit)’dir.<br />
Tüberküloz hastasında tedaviye başlamadan<br />
önce tam kan sayımı ve trombosit sayımı, karaciğer<br />
enzimleri, bilirubin ve serum kreatinin<br />
düzeyleri mutlaka incelenmelidir. Pirazinamid<br />
kullanan hastalarda ürik asit incelemesi, etambutol<br />
kullananlarda görme keskinliği ve renk<br />
körlüğü muayenesi yapılmalı, hasta görme alanı<br />
muayenesi için aylık izlenmelidir. Elli yaş üstü<br />
20<br />
hastalarda streptomisin daha düşük dozlarda<br />
verilmeli, tedaviye başlamadan önce işitme ve<br />
denge fonksiyonları araştırılmalıdır. Yaşlılar,<br />
alkolikler ve daha önce karaciğer hastalığı olanlar<br />
hepatit gelişimi açısından özellikle ilk üç ay<br />
yakından izlenmelidir. Hepatotoksisite riski<br />
yüksek olan hastalarda karaciğer enzim düzeyleri<br />
aylık ya da ayda iki kez izlenmelidir.<br />
ANTİTÜBERKÜLOZ İLAÇLAR, YAN ETKİ ve<br />
ETKİLEŞİMLERİ<br />
İzoniazid (INH)<br />
İzonikotinik asidin hidrazididir. 1952 yılından<br />
beri kullanılmakta olan en önemli tüberküloz<br />
ilaçlarındandır. Çoğalan basiller üzerine bakterisidal,<br />
dormant basiller üzerine bakteriyostatik<br />
etkilidir. Plazma ve serebrospinal sıvı konsantrasyonları<br />
yakındır. Karaciğer ve böbrek bozukluğu<br />
olanlarda, yavaş asetilleyicilerde ve HIV<br />
enfeksiyonu olanlarda dikkatli kullanılmalıdır.<br />
Gebelik kategorisi C’dir.<br />
Minör yan etkiler:<br />
Bulantı, kusma, epigastrik ağrı: Sık olmamakla<br />
beraber daha çok INH kemoprofilaksisinde rastanılmaktadır,<br />
ranitidin ya da omeprazol kullanımı<br />
gibi semptomatik yaklaşımlarla hasta<br />
rahatlatılabilir.<br />
Karaciğer enzim düzeylerinde artış: INH alan<br />
hastaların yaklaşık %10-20’sinde karaciğer<br />
enzimlerinde üç kata kadar varan artış görülebilir.<br />
Hastalar asemptomatiktir, tedavinin devamı<br />
sırasında enzim değerleri düzelir.<br />
Artralji: Nadir bir komplikasyondur. Nonsteroid<br />
antienflamatuvar ilaçlara iyi yanıt verir.<br />
Diğer: Davranış değişiklikleri (baş ağrısı, insomnia,<br />
öfori, ajitasyon, anksiyete, somnolens),<br />
akne, kütanöz kaşıntı ve ateş diğer minör yan<br />
etkilerdir.<br />
Majör yan etkiler:<br />
Psikoz, konvülziyon, konfüzyon ve koma: INH<br />
alan hastalarda nörolojik ve psikiyatrik yan etkiler<br />
daha azdır, daha ciddidir ve tanı koymak da<br />
genellikle zordur.<br />
Hematolojik değişiklikler ve vaskülit: INH verilmesinin<br />
nadir bir komplikasyonudur, hipersensitivite<br />
ile ilişkilidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Periferik nöropati: INH ile tedavi edilenlerin<br />
yaklaşık %20’sinde oluşur. Doz ile ilişkili bir yan<br />
etkidir. 300 mg/gün üzeri uygulanan dozlarda<br />
daha sık görülür. İleri yaş, diabetes mellitus,<br />
alkolizm, beslenme bozukluğu, düşük asetilleyici<br />
fenotip, HIV enfeksiyonu, böbrek yetmezliği,<br />
gebelik ve emzirme durumlarında risk artar.<br />
Bu durumdaki hastalara profilaktik olarak 25-50<br />
mg/gün dozunda piridoksin verilmelidir.<br />
Klinik hepatit: INH’ye bağlı %0.6 olarak bildirilen<br />
hepatit insidansı rifampin ile kombinasyonda<br />
daha da artmaktadır (%2.7). Hepatit gelişme<br />
riski yaşla artmakta, 50-65 yaş grubunda bu<br />
oran %2’lere varmaktadır. Önceden karaciğer<br />
hastalığı olanlar, alkol kullananlar ve postpartum<br />
dönemdeki kadınlarda bu risk daha da artmaktadır.<br />
Fatal hepatit oldukça nadirdir<br />
(%0.023’ten daha az). INH hepatitinde tedavi<br />
kesilmelidir, çoklu ilaç kullanılan rejimlerde ise<br />
neden olan ilaç tanımlanmalıdır.<br />
Lupus benzeri sendrom: INH kullanım sürecinde<br />
antinükleer antikorlar gelişebilir. Sistemik<br />
lupus eritematozisli hastalarda klinik tablo daha<br />
kötü olabilir.<br />
Etkileşimler:<br />
Yiyecek: INH aç karnına alınmalıdır, absorbe<br />
olması için asit ortam gerekir. Özellikle karbonhidratlar<br />
emilimini azaltabilir. Aşırı glukoz ya da<br />
laktoz içeren sıvılarla da alınmamalıdır. Tiramin,<br />
histaminden zengin besinler ve özellikle kırmızı<br />
şarap olmak üzere alkol ile alınması durumunda<br />
çarpıntı, terleme, flushing, baş ağrısı, ishal, eritem<br />
ve kaşıntı gibi belirtiler görülebilir.<br />
İlaç: INH bazı ilaçların plazma konsantrasyonlarını<br />
toksik düzeylere varacak kadar artırabilir.<br />
Fenitoin ve karbamazepin gibi antikonvülzanlar,<br />
benzodiazepinler, teofilin, valproik asit,<br />
disülfiram, asetaminofen ve oral antikoagülanların<br />
INH ile kullanımında plazma konsantrasyonları<br />
artabilir.<br />
Rifampin (RIF)<br />
1967 yılından beri kullanılmakta olan tüberküloz<br />
tedavisindeki en önemli ilaçtır. DNA’ya<br />
bağımlı RNA polimerazı inhibe ederek etki gösterir.<br />
Bakterisidaldir, hem hızlı çoğalan hem de<br />
dormant basillere etkilidir. İlacın yaklaşık %85’i<br />
karaciğerde metabolize olur. %60-65’i safra yolu<br />
İlknur Erdem<br />
ile atılır. Karaciğer yetmezlikli hastalarda kullanımında<br />
RIF klerensi bozulabilir. Ancak RIF<br />
tüberküloz tedavi rejiminde önemli bir ilaçtır.<br />
Bu nedenle hasta çok yakından izlenmelidir.<br />
Gebelik kategorisi C’dir. Gebelikte kullanılmış<br />
ve teratojenik etki bildirilmemiştir. Emziren<br />
anneler sarılık açısından izlenmelidir.<br />
Minör yan etkiler:<br />
Gastrointestinal reaksiyonlar: RIF ile tedavi<br />
olan hastalarda bulantı, kusma ve karın ağrısı<br />
oluşabilir. Ancak bu belirtiler nadir görülür ve<br />
genellikle ilacın kesilmesini gerektirecek kadar<br />
ciddi boyutlara varmaz. INH kullanımında<br />
olduğu gibi ranitidin ve omeprazol kullanılabilir.<br />
İdrar, ter ve gözyaşında portakal rengi oluşması:<br />
Hastalar vücut sıvılarında renk değişimine karşı<br />
uyarılmalıdır.<br />
Deri reaksiyonları: RIF alan hastaların yaklaşık<br />
olarak %6’sında eritemli ya da eritemsiz kaşıntı<br />
olabilir. Bu reaksiyon genellikle hafiftir. Topikal<br />
ya da sistemik antihistaminik verilmesi genellikle<br />
yeterli olur, bazı olgularda steroid verilmesini<br />
gerektirebilir.<br />
Flu like sendrom: Nadirdir ve intermittant<br />
rejimlerde görülür.<br />
Diğer: Halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, dispne<br />
ve ataksi RIF kullananlarda görülen diğer yan<br />
etkilerdir.<br />
Majör yan etkiler:<br />
Ekzantem: <strong>Tedavi</strong> kesilmeli ve neden olan ilaç<br />
tanımlanıncaya kadar, ilaç basamak basamak<br />
artırılarak verilmelidir.<br />
Hepatotoksisite: RIF ile tedavi edilen hastaların<br />
yaklaşık %5’inde serum bilirubin düzeyleri ve<br />
karaciğer enzimlerinde geçici ya da asemptomatik<br />
artışlar olabilir. Bu düzeyler genellikle ilaç<br />
tedavisini kesmeyi gerektirmez ve normale<br />
döner. Ancak INH ve RIF kombinasyonu alan<br />
hastaların %2.7’sinde ve RIF ile diğer antitüberküloz<br />
ilaç alanların %1.1’inde kolestatik hepatit<br />
oluşabilir.<br />
İmmünolojik reaksiyonlar: Trombositopeni,<br />
lökopeni, eozinofili, hemolitik anemi, agranülositoz,<br />
vaskülit ve akut interstisyel nefrit oluşabilir.<br />
Bu reaksiyonlar nadirdir ve hastaların<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 21
Tüberküloz:<br />
Yan Etki Yönetimi<br />
%0.1’inden azında görülür. Ancak bu reaksiyonlar<br />
ciddidir ve rejimde değişiklik yapmayı gerektirir.<br />
Etkileşimler:<br />
Yiyecek: Aç karnına alınmalıdır. Besinler absorpsiyonunu<br />
azaltabilir.<br />
İlaç: Antiasitler emilimini geciktirebilir. RIF<br />
CYP450 indükleyici olduğu için oral hipoglisemik<br />
ajanlar, proteaz inhibitörleri, nonnükleozid<br />
revers transkriptaz inhibitörleri, oral antikoagülanlar,<br />
antidepresanlar, benzodiazepinler, betaadrenerjik<br />
blokerler, steroidler, oral kontraseptifler,<br />
siklosporin, digoksin, fenitoin, nifedipin,<br />
simvastatin, kinin, flukonazol, itrakonazol ve<br />
makrolidler gibi ilaçlar ile etkileşime girer ve bu<br />
ilaçların plazma konsantrasyonlarında azalma<br />
olur. RIF kullanan hastalarda ilaçlar en az 12<br />
saat arayla verilmelidir.<br />
Pirazinamid (PRZ)<br />
Nikotinik asit derivesidir, moleküler yapısı INH’<br />
ye benzer. Hem dormant hem de çoğalan mikobakteriler<br />
üzerine etkilidir. Karaciğerde metabolize<br />
olur ve %70’i idrar ile atılır. Böbrek yetmezliği<br />
olan hastalarda kreatinin klerensine göre<br />
dozu ayarlanmalıdır. İlaç kan-beyin bariyerini<br />
geçer ve plazma ve serebrospinal sıvı konsantrasyonu<br />
benzerdir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />
Minör yan etkiler:<br />
Gastrointestinal reaksiyonlar: Bulantı, kusma<br />
ve iştahsızlık gibi gastrointestinal semptomlar<br />
PRZ tedavisi alanlarda sıktır.<br />
Hiperürisemi ve artralji: Hiperüriseminin<br />
mekanizması ürik asidin renal tübüler sekresyonunu<br />
inhibe etmesiyle ilişkilidir. Genellikle<br />
hasta asemptomatiktir. Artralji nonsteroid antienflamatuvar<br />
ilaçlara iyi yanıt verir.<br />
Ekzantem ve kaşıntı: Antihistaminik verilmesini<br />
gerektirebilir.<br />
Dermatit: PRZ tedavisi fotosensitivite dermatitine<br />
neden olabilir.<br />
Majör yan etkiler:<br />
Ciddi ekzantem ve kaşıntı: Ciddi ekzantem ve<br />
kaşıntı oluşursa PRZ kesilmelidir.<br />
Miyoglobulinüri ile birlikte rabdomiyoliz ve<br />
renal yetmezlik: PRZ’nin nadir bir komplikas-<br />
22<br />
yonudur ve bu durumda PRZ kesilmelidir.<br />
Gutlu hastalarda akut artrit: PRZ tedavisinde<br />
gutlu hastalar hariç artrit nadirdir. Allopürinol<br />
kullanımı ve diyet değişiklikleri gerektirebilir.<br />
Hepatotoksisite: PRZ en hepatotoksik ilaç olduğundan,<br />
dozu hastanın kilosuna göre ayarlanmalıdır.<br />
Maksimum günlük dozu 35 mg/kg’dır.<br />
PRZ’nin indüklediği hepatitlerde PRZ tedavisine<br />
geçici ara vermeli ve sonra tekrar devam<br />
etmelidir. Karaciğer yetmezliği olan hastalar çok<br />
yakın takibe alınmalıdır.<br />
Etkileşimler:<br />
Yiyecek: Besinler ile etkisi çok azdır.<br />
İlaç: Antiasit emilimine etki etmez. Zidovudin<br />
ile kombinasyonunda PRZ’nin etkisi azalabilir.<br />
PRZ siklosporin konsantrasyonunu azaltabilir.<br />
Etambutol (ETB)<br />
Bakteriyostatik bir ilaçtır, etki mekanizması tam<br />
olarak bilinmemektedir. Olasılıkla D-arabinozun<br />
arabinogalaktona dönüşümünü engellemektedir.<br />
Asıl hızlı gelişen basillere etkilidir.<br />
Karaciğerde metabolize olur, %50-80’i idrarla,<br />
%20’si dışkıyla atılır. Karaciğer yetmezliğinde<br />
doz ayarlaması gerekmez. Hemodiyalize giren<br />
ya da kreatinin klerensi 30 mL/dakika az olan<br />
hastalarda haftada üç kez 15-20 mg/kg verilmelidir.<br />
Gebelik kategorisi B’dir.<br />
Yan etkiler: ETB genellikle iyi tolere edilir.<br />
Çoğu yan etkisi doz ilişkilidir, 15 mg/kg’ın üzeri<br />
dozlarda görülür.<br />
Retrobulber nörit: Genellikle reversibldır. Doz<br />
ve verilme zamanı ile ilişkilidir. Bulanık görme,<br />
görme keskinliğinde azalma, yeşil renk görme<br />
kaybı (bazı durumlarda kırmızı) olur. Retrobulber<br />
nörit riski 15 mg/kg/gün alanlarda %1’den azdır.<br />
Ancak iki aydan fazla 35 mg/kg/ gün doz alan<br />
hastalarda bu risk %15-18’dir. Bu durumda ilaç<br />
hemen kesilmelidir. Genç çocuklara görme aktivitesini<br />
değerlendirmek zor olduğundan ETB<br />
vermekten kaçınılmalıdır.<br />
Periferik nörit: Nadir bir yan etkidir, piridoksin<br />
verilmesinden sonra düzelir.<br />
Diğer: Gastrointestinal semptomlar (bulantı,<br />
kusma, karın ağrısı, hepatotoksisite), hematolojik<br />
semptomlar (eozinofili, nötropeni, trombositopeni),<br />
kardiyovasküler belirtiler (miyokardit,<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
perikardit), nörolojik belirtiler (baş ağrısı, sersemlik,<br />
konfüzyon), hiperürisemi, hipersensitivite<br />
(deri döküntüsü, artralji, ateş) nadiren<br />
görülen diğer yan etkilerdir.<br />
Etkileşim:<br />
Yiyecek: Besinlerin absorpsiyonunda minimal<br />
etkisi vardır.<br />
İlaç: Antiasitler ile birlikte verilmemelidir, konsantrasyonunu<br />
azaltabilir.<br />
Aminoglikozidler (Streptomisin, Amikasin,<br />
Kanamisin)<br />
Aminoglikozidler tamamen böbrekler ile atıldığından<br />
kreatinin klerensi 30 mL/dakikanın<br />
altında olan hastalarda 12-15 mg/kg/gün haftada<br />
iki-üç kez olacak şekilde verilmelidir. İlaç periton<br />
diyalizi ya da hemodiyaliz ile uzaklaştırıldığından<br />
işlem sonrası dozu tekrarlanmalıdır.<br />
Karaciğer yetmezliğinde kullanılabilir, ancak<br />
hepatorenal sendrom açısından hastalar araştırılmalıdır.<br />
Gebelikteki kategorisi D’dir. Gebelikte<br />
kontrendikedir. Emzirme döneminde de sakınmak<br />
gerekir.<br />
Yan etkiler:<br />
Ototoksisite: Aminoglikozidler tarafından oluşturulan<br />
en ciddi yan etkidir. Sekizinci kraniyal<br />
sinirde vestibüler ve kohlear hasara bağlı olarak<br />
işitme kaybı gelişir. Ototoksisite riski yaş, uzun<br />
süreli tedavi ile artar. Ayrıca, birlikte diüretik<br />
(furusemid, etakrinik asit) kullanımında da risk<br />
artar. Vestibüler hasar kohlear hasardan daha<br />
sık görülür ve daha erken oluşur. Streptomisin<br />
kullananlarda amikasin kullananlardan daha sık<br />
görülür. İlacın hemen kesilmesi gerekir.<br />
Nefrotoksisite: Aminoglikozidler renal tübüllerde<br />
birikim sonucu renal toksik etki yapabilir. Bu<br />
etki daha çok yaşlılarda ve önceden böbrek hastalığı<br />
olanlarda görülür. Nefrotoksisitenin klinik<br />
ve laboratuvar belirtileri oligüri, proteinüri,<br />
kreatinin klerensinde azalma, serum üre ve kreatinin<br />
değerlerinde artmadır. Nefrotoksisite<br />
amikasin kullanımında daha çok görülür (%3.4-<br />
8.7). İlacın kesilmesi tavsiye edilir.<br />
Nöromusküler blokaj: Aminoglikozidler solunum<br />
yetmezliği ile sonuçlanabilen nöromusküler<br />
blokaja neden olabilir. İlacın intravenöz hızlı<br />
ilaç verilmesi, aynı anda anestezik ya da nöro-<br />
İlknur Erdem<br />
musküler blokaj yapıcı (kürar ya da süksinil<br />
kolin) ilaç kullanımı, masif kan transfüzyonu<br />
yapılan durumlarda oluşabilir. Kalsiyum tuzları<br />
bu etkiyi azaltabilir, mekanik ventilasyon gerekebilir.<br />
Hipersensitivite: Nadir bir yan etkidir.<br />
Etkileşimler:<br />
İlaç: Amfoterisin B, vankomisin, sefalosporin,<br />
sisplatin ve loop diüretikler ile verilmesi ototoksisite<br />
ve nefrotoksisite etkisini güçlendirebilir.<br />
Nöromusküler blokaj yapan ajanlar ile birlikte<br />
verilmesi solunum depresyonuna neden olabilir.<br />
Miyastenia gravis, botulizm, hipokalsemi, hipokalemi<br />
ya da hipomagnezemili hastalar özellikle<br />
bu tür yan etkilere duyarlıdır.<br />
Kinolonlar<br />
1985 yılından beri tüberküloz kurtarma tedavisinde<br />
kullanılmaktadır. Bakterisidaldir. Tüberküloz<br />
tedavisinde en etkili kinolonlar moksifloksasin<br />
ve gatifloksasindir, bu kinolonları levofloksasin,<br />
ofloksasin ve siprofloksasin izler. Etki mekanizması<br />
Mycobacterium tuberculosis DNA giraz aktivitesi<br />
ya da topoizomeraz 2 aktivitesini inhibe<br />
ederek olur. Ciddi karaciğer hastalığı olanlarda<br />
yakın izlem gerekir. Böbrek yetmezliğinde doz<br />
ayarlaması gerekir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />
Yan etkiler:<br />
Gastrointestinal etkiler: Kinolonların en sık<br />
görülen yan etkisidir (bulantı, kusma, anoreksi,<br />
ishal). Hastaların %3-17’sinde görülür.<br />
Santral sinir sistemi etkileri: Baş ağrısı, sersemlik,<br />
insomnia, tremor ve ruhsal bozukluk gibi<br />
yan etkiler kinolon tedavisi alan hastaların yaklaşık<br />
%0.9-22’sinde görülür. Halüsinasyonlar, konvülziyonlar<br />
nadirdir. Yaşlı, teofilin ve nonsteroid<br />
antienflamatuvar ilaç kullananlarda dikkatli<br />
olmak gerekir.<br />
Deri reaksiyonları ve allerji: Kinolon ile tedavi<br />
edilen hastaların %0.4-2.2’sinde eritem, kaşıntı<br />
ve döküntü oluşabilir. Ultraviyole ışığına maruz<br />
kalanlarda fototoksisite görülebilir. Ürtiker,<br />
anjiyoödem, anafilaktik reaksiyonlar ve vaskülit<br />
daha nadir görülen diğer yan etkilerdir.<br />
Musküloskeletal etki: Artropati ve kartilaj erozyonu<br />
özellikle uzun süreli ya da yüksek dozlar-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 23
Tüberküloz:<br />
Yan Etki Yönetimi<br />
da kinolon kullanılan genç hayvanlarda gözlenmiştir.<br />
Bu nedenle çocuklarda kinolon kullanımı<br />
kısıtlandırılmıştır. Ancak kinolonların kullanıldığı<br />
özel durumlarda olguların yalnızca<br />
%2’sinde artralji görülmüş ve reversibl olduğu<br />
bildirilmiştir.<br />
Kardiyovasküler etki: Kinolonlar ile tedavi edilen<br />
hastalarda nadir de olsa QT aralığında<br />
uzama görülebilir. Bu doz bağımlı bir etkidir.<br />
Biyokimyasal etkileri: Olguların %1’inden azında<br />
lökopeni ve eozinofili, %1-3’ünde karaciğer<br />
enzimlerinde artış oluşabilir. Bu değişikliklere<br />
bağlı olarak ilaç kesilmesi nadirdir.<br />
Etkileşimler:<br />
Antiasitler: Kalsiyum, alüminyum ya da magnezyum<br />
içeren antiasitler kinolonların absorpsiyon<br />
ve konsantrasyonunu azaltabilir. Antiasitler<br />
ilacın alınmasından sonra iki saat kadar alınmamalıdır.<br />
Diğer ilaçlar: Çinko ya da demir içeren vitaminler<br />
kinolonların gastrointestinal absorpsiyonunu<br />
azaltır. Kinolonlar teofilin, glibenklamid<br />
ve siklosporinin serum düzeylerini artırır.<br />
Probenesid ve simetidin kinolonların serum<br />
düzeyini artırabilir. Kinolonların nonsteroid<br />
antienflamatuvar ilaçlar ile aynı anda verilmesi<br />
santral sinir sistemi stimülasyonu yapabilir,<br />
konvülziyon görülebilir.<br />
Sikloserin/Terizidon<br />
1952 yılında sentezlenmiştir. D-alanine aminoasidin<br />
strüktürel analoğudur. Biyoyararlanımı<br />
%70-90’dır. Başlıca atılım yolu böbreklerdir.<br />
Serum ve beyin omurilik sıvısı (BOS) düzeyi<br />
yakındır. Böbrek yetmezliğinde doz ayarlanmalıdır.<br />
Kreatinin klerensi 30 mL/dakikanın altında<br />
tavsiye edilen dozu 150 ya da 500 mg/gün<br />
haftada üç kezdir. İlacın %50’si hemodiyaliz ile<br />
uzaklaştırıldığından hemodiyaliz sonrası 500<br />
mg verilmelidir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />
Yan etkiler:<br />
Santral sinir sistemi etkileri: Baş ağrısı, baş<br />
dönmesi, dizartri, somnolans, konvülziyon,<br />
konfüzyon, depresyon, intihar gibi yan etkiler<br />
özellikle 500 mg üzeri dozlarda görülür.<br />
Piridoksin ile birlikte verilmesi nörotoksik etkilerini<br />
önleyebilir. Öyküsünde epilepsi olanlar,<br />
24<br />
ciddi mental bozukluğu olanlar, intihar eğilimi<br />
olanlar ya da alkolizm durumlarında hastalar<br />
yakından izlenmelidir. Konvülziyon durumunda<br />
ilaç geçici olarak kesilmeli, antikonvülzan<br />
başlanmalı ve sonra daha düşük dozlarda yeniden<br />
başlanmalıdır. Psikotik semptomların varlığında<br />
ise ilaç bir-dört hafta kesilmeli, semptomlar<br />
kontrol edilene kadar antipsikotik verilmelidir.<br />
Deri etkileri: Nadir olmasına rağmen döküntü<br />
ve Stevens-Johnson sendromu oluşabilir.<br />
Etkileşimler:<br />
Yiyecekler: Besinler ile alındığında konsantrasyonu<br />
azalabilir. Mümkünse ilaç yemeklerden<br />
önce ya da sonra alınmalıdır.<br />
İlaçlar: Etionamid ve INH ile birlikte verildiğinde<br />
nörotoksik etki artabilir. Fenitoin ve oral<br />
antikoagülanların serum düzeyini artırabilir.<br />
Kinolonlar ile kullanıldığında santral sinir sistemi<br />
etkisi daha kötüye gidebilir.<br />
Etionamid<br />
1956 yılından beri tüberküloz tedavisinde ikinci<br />
seçenek ilaç olarak kullanılmaktadır. Karaciğerde<br />
metabolize olur, böbreklerle atılır. BOS ve plazma<br />
düzeyleri benzerdir. Kreatinin klerensi 30<br />
mL/dakikanın altında olanlarda doz 250-500<br />
mg’a azaltılmalıdır. İlaç hemodiyaliz ile uzaklaştırılmaz.<br />
Gebelik kategorisi C’dir. Yüksek dozlarında<br />
rodentlerde teratojenik etki gösterilmiştir.<br />
Yan etkiler:<br />
Gastrointestinal etkiler: Ağızda metalik tat,<br />
bulantı, kusma, iştahsızlık ve karın ağrısı görülebilir.<br />
Hepatotoksisite: Hastaların yaklaşık %4.3’ünde<br />
(özellikle karaciğer hastalığı olanlar ya da alkoliklerde)<br />
görülür. İlaç kesildikten sonra hepatotoksisite<br />
düzelir. Karaciğer hastalığı olanları çok<br />
yakından izlemek gerekir.<br />
Nörotoksisite: Hastaların %1-2’sinde periferik<br />
nöropati, optik nörit, diplopi, irritabilite, anksiyete,<br />
depresyon, halüsinasyonlar, konvülziyon<br />
ve psikoz bildirilmiştir. 50-100 mg piridoksin<br />
ile nörolojik etkiler azaltılabilir.<br />
Endokrin etkiler: Jinekomasti, alopesi, hipotiroidizm,<br />
impotans ve menoraji gelişebilir. Diyabetli<br />
hastalarda glisemik kontrolü zorlaştırabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Deri reaksiyonları: Akne, fotosensitivite ve<br />
ekzantem oluşabilir. Trombositopeni ve purpura<br />
çok nadir görülen yan etkilerdendir.<br />
Etkileşimler:<br />
Yiyecekler: Besinlerin biyoyararlanımına etkisi<br />
minimaldir.<br />
İlaçlar: Antiasitler absorpsiyonuna etki etmez.<br />
Etionamidin terizidon ya da INH ile aynı anda<br />
kullanılması nörotoksik etkiyi artırabilir. Paraaminosalisilik<br />
asit (PAS) ile birlikte verilmesi<br />
hepatotoksite riskini artırabilir. Alkol ile alınması<br />
psikotik reaksiyonlara neden olabilir.<br />
Kapreomisin<br />
Bir polipeptid antibiyotiktir. Antibakteriyel aktivite<br />
ve yan etkileri aminoglikozidlere benzer.<br />
Oral iyi absorbe olmaz, intramusküler verilmelidir.<br />
Gebelik kategorisi C’dir.<br />
Yan etkiler: En sık görülen yan etkileri nefrotoksisite<br />
(hastaların %25-50’sinde), renal tübüler<br />
hasar, elektrolit bozukluğu, ürtiker ve makülopapüler<br />
döküntüdür. Ototoksisite, uygulama<br />
yerinde ağrı ve ödem nadir yan etkilerindendir.<br />
Karaciğer yetmezliğinde doz ayarlaması gerekmez.<br />
Etkileşimler: Nöromusküler blokaj yapan ajanlar,<br />
aminoglikozidler ve polimiksin B ile birlikte<br />
verilmemelidir.<br />
Para-Aminosalisilik Asit<br />
Folik asit sentezini bozarak mikobakterilerin<br />
üremesini inhibe eder. Karaciğer ve bağırsaklarda<br />
metabolize olur, %80’den fazlası böbreklerle<br />
atılır. Böbrek yetmezliğinde doz ayarlaması<br />
gerekmez. Karaciğer hastalığı olanlarda dikkatli<br />
olmalıdır. Bakteriyostatik etkilidir. Menenjit<br />
varlığında BOS konsantrasyonu plazma konsantrasyonunun<br />
%10-50’sine ulaşır. Gebelik<br />
kategorisi C’dir.<br />
Yan etkiler: Gastrointestinal etkiler iştahsızlık,<br />
ishal, bulantı, kusma ve hipotiroidizm özellikle<br />
etionamid ile birlikte kullanıldığında en sık<br />
görülen yan etkidir. Hepatit (%0.3-0.5), allerjik<br />
reaksiyonlar (ateş, döküntü, kaşıntı), hemolitik<br />
anemi, agranülositoz, lökopeni, trombositopeni<br />
ve malabsorpsiyon sendromu nadir görülen yan<br />
etkilerdir.<br />
İlknur Erdem<br />
Etkileşimler: Yiyecekler PAS’ın emilimini artırır.<br />
İlaç su, portakal suyu ile alınmalıdır.<br />
Antiasitler absorpsiyonuna etki etmez. Digoksin<br />
absorpsiyonunu azaltabilir. Etionamid PAS ile<br />
tedavi edilen hastalarda hepatotoksisite ve hipotiroidizm<br />
riskini artırabilir. INH PAS’ın serum<br />
düzeyini artırabilir. Anjiyotensin dönüştürücü<br />
enzim inhibitörleri ile kullanıldıklarında antihipertansif<br />
etkiyi azaltabilir. Kalsiyum kanal blokerleri<br />
ile kullanımı antikoagülan etkisini artırabilir.<br />
Sistemik steroidler ile kullanımı yan<br />
etkileri artırabilir. PAS loop diüretiklerin etkisini<br />
azaltabilir. Diklofenak hariç nonselektif nonsteroid<br />
antienflamatuvar ilaçlar PAS’ın yan etkilerini<br />
artırabilir. Sülfonilüre grubu ilaçların hipoglisemik<br />
etkisini artırabilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Arbex MA, Varella MCL, Siqueira HL, Mello FAF.<br />
Antituberculosis drugs. Drug interactions, adverse<br />
effects,and use in special situaitons. Part l: first-line drugs.<br />
J Bras Pneumol 2010;36:626-40.<br />
2. Arbex MA, Varella MCL, Siqueira HL, Mello FAF.<br />
Antituberculosis drugs. Drug interactions, adverse<br />
effects,and use in special situaitons. Part ll: second-line<br />
drugs. J Bras Pneumol 2010;36:641-56.<br />
3. Blumberg HM, Burman WJ, Chaisson RE, Daley CL, Etkind<br />
SC, Friedman LN, et al. American Thoracic Society/ Center<br />
for Disease Control and Prevention/Infectious Disease<br />
Society of America: treatment of tuberculosis. Am J<br />
Respir Crit Care Med 2003;167:603-62.<br />
4. Inge LD, Wilson JW. Update on the treatment of tuberculosis.<br />
Am Fam Physician 2008;78:457-65.<br />
5. McIlleron H, Meintjes G, Burman WJ, Maartens G.<br />
Complications of antiretroviral therapy in patients with<br />
tuberculosis: drug interactions, toxicity, and immune<br />
reconstitution inflammatory syndrome. J Infect Dis 2007;<br />
196:63-75.<br />
6. Pai MP, Momary KM, Rodvold KA. Antibiotic drug interactions.<br />
Med Clin North Am 2006;90:1223-55.<br />
7. Peloquin CA. Therapeutic drug monitoring in the treatment<br />
of tuberculosis. Drugs 2002;62:2169-83.<br />
8. Wallace RJ, Griffith DE. Antimycobacterial agents. In:<br />
Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (eds). Mandell, Douglas,<br />
and Bennett’s Principles and Practice of Infectious<br />
Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />
2009:533-48.<br />
9. World Helth Organization. The treatment of tuberculosis<br />
guidelines. Geneva. World Helth Organization; 2010.<br />
10. Yee D, Valiquette C, Pelletier M, Parisien I, Rocher I,<br />
Menzies D. Incidence of serious side effects from first-line<br />
antituberculosis drugs among patients treated for active<br />
tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med 2003;167:1472-7.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 25
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Tüberküloz:<br />
Profilaksi<br />
Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />
SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
İstanbul<br />
27
Tüberküloz:<br />
Profilaksi<br />
Tüberküloz, halen tüm dünyada önemli bir<br />
halk sağlığı sorunudur ve büyük bir küresel<br />
tehdit oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü<br />
(DSÖ)’ne göre, dünya nüfusunun olasılıkla<br />
üçte biri (2 milyar insan) Mycobacterium tuberculosis<br />
ile enfektedir. 2009 yılı DSÖ verilerine<br />
göre dünya genelinde 9 milyon yeni tüberküloz<br />
olgusu ortaya çıkmış, yaklaşık 1.7 milyon insan<br />
tüberküloz nedeniyle yaşamını yitirmiştir.<br />
“Dünya Sağlık Örgütü Küresel Tüberküloz<br />
Kontrolü 2009 Raporu” verilerine göre<br />
Türkiye’nin tüberküloz insidansı 100.000’de<br />
30’dur. DSÖ, tüberküloz kontrol programlarının<br />
başarı göstergesi olarak prevalansı esas<br />
almaktadır. DSÖ Avrupa Bölgesi’nde 2008 yılı<br />
tüberküloz nokta prevalansı 100.000’de 39<br />
iken, Türkiye için bu rakam 100.000’de 22’dir.<br />
2008 yılı verilerine göre hastalık en sık Marmara<br />
bölgesinde, daha sonra ise Karadeniz bölgesinde<br />
görülmektedir. Marmara bölgesindeki tüberküloz<br />
insidansı yüksekliğinin 100.000’de 48.6<br />
olan insidansı ile İstanbul verilerinden kaynaklandığı<br />
tespit edilmiştir. BCG’nin kitlesel olarak<br />
uygulandıgı ülkemizde, tüberküloz enfeksiyon<br />
oranı ve yıllık enfeksiyon riskinin ölçümü güçtür.<br />
Bu zorluk nedeniyle, enfeksiyon havuzunun<br />
nüfusu tam olarak bilinememektedir.<br />
Yapılan çalışmalarda 1959 yılında nüfusun<br />
%56’sı enfekte iken, 1982 yılında %25’inin<br />
enfekte olduğu gösterilmiştir. Ülkemizde geniş<br />
çaplı yeni çalışmalar olmamasına rağmen tahmini<br />
olarak 20 milyon latent tüberküloz olgusu<br />
olduğu düşünülmektedir.<br />
Tüberküloz kontrolünde aktif enfeksiyonlu<br />
hastayı tedavi etmek kadar latent tüberkülozlu<br />
hastaları teşhis ve tedavi etmek de önemli bir<br />
yer tutmaktadır. Geçmiş yıllarda kullanılagelen<br />
birincil ve ikincil kemoprofilaksi kavramları<br />
günümüzde latent tüberküloz tedavisi olarak<br />
değiştirilmiştir. Latent tüberküloz enfeksiyonu,<br />
tüberküloz hastalığı etkeni (M. tuberculosis)’nin<br />
radyolojik bulgu ve klinik belirtiler vermeksizin<br />
organizmada bulunması durumudur.<br />
Kavernli akciğer tüberkülozlu basil saçan bir<br />
hasta yakın çevresindeki 20 sağlıklı kişiyi<br />
enfekte edebilmektedir. Kaynak olgunun bulaştırıcılık<br />
özelliklerine, temas edenin bağışıklık<br />
sistemi durumuna, temasın yoğunluğuna ve<br />
süresine bağlı olarak enfeksiyon riski değişebilmektedir.<br />
Basil saçan bir tüberküloz hastasıyla<br />
28<br />
temas eden sağlıklı bir kişi için latent enfeksiyon<br />
olasılığı %95, ilk iki yıl içinde aktif tüberküloz<br />
gelişme olasılığı %5’tir. Latent enfeksiyon<br />
gelişenlerin ise %5’i yaşamlarının geri kalan<br />
bölümünde reaktivasyon tüberkülozu olmaktadır.<br />
Yaşam boyu toplam risk %10 olarak değerlendirilse<br />
de bu hasta grubunda gelişecek<br />
immünsüpresyon (örn. AIDS) reaktivasyon<br />
tüberkülozu riskinin yıllık %10’lara çıkmasına<br />
neden olabilmektedir. Aktif tüberküloz hastalığı<br />
tanısında kültür ve mikroskobik inceleme ön<br />
planda iken, özellikle kültür negatif olan çocuk<br />
hastalar ve latent tüberküloz tanısında tüberkülin<br />
cilt testi (TCT) önemli bir test olmaya devam<br />
etmektedir. Bu amaçla TCT, latent tüberküloz<br />
enfeksiyonu saptandığında tedaviden yarar<br />
görecek olan tüberküloz gelişme riski yüksek<br />
olan hedeflenmiş gruplara yapılır. Testin yapılması<br />
uygun hastalar; yeni tüberküloz enfeksiyonu<br />
riski taşıyanlar ve tüberküloz reaktivasyon<br />
riski olanlar olarak iki ana gruba ayırılabilir.<br />
Yeni tüberküloz enfeksiyonu riski aktif tüberküloz<br />
hastası ile yakın (örn. ev içi) ve normal<br />
temaslılar (örn. sağlık çalışanı) için özellikle<br />
temas sonrası ilk yıllar içinde aktif tüberküloz<br />
olarak tanımlanmıştır. Bu risk edinilmiş ve<br />
doğal immünitenin yaş ile ilişkisinden dolayı<br />
(erken çocukluk döneminde risk daha fazla)<br />
yaşa bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.<br />
Yakın temas sonrası TCT temastan 8-12 hafta<br />
sonra, sağlık çalışanlarında ise yıllık tekrar<br />
değerlendirilmeli ve TCT dönüşümü gerçekleşenler<br />
latent tüberküloz açısından tedavi edilmelidir.<br />
Latent tüberkülozlu sağlıklı bireyin reaktivasyon<br />
tüberküloz geliştirme olasılığı yıllık %0.1<br />
olmakla beraber bireyin altta yatan hastalıkları<br />
veya aldığı ilaçlara bağlı olarak bu risk yıllık<br />
%1-2’lerden (hemodiyaliz, solid organ transplantı)<br />
%10’lara [insan immünyetmezlik virüsü<br />
(HIV) enfeksiyonu] kadar değişen bir aralıkta<br />
artabilmektedir.<br />
Latent tüberküloz tanısında, tüberküloz spesifik<br />
ve nonspesifik antijenlerine karşı gelişmiş hücresel<br />
immünitenin değerlendirildiği in vitro ve<br />
in vivo testler mevcuttur.<br />
Tüberkülin Cilt Testi<br />
M. tuberculosis enfeksiyonunun belirlenmesinde<br />
en yaygın kullanılan testtir. Bu test basilin belir-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
li antijenik bileşenlerinin, tüberküloz basili ile<br />
enfekte olan kişilerde geç tip bir aşırı duyarlılık<br />
yapması temeline dayanır. TCT intradermal olarak<br />
ön kola uygulanır (Mantoux tekniği). Test<br />
sonrası 48-72 saatte oluşan endürasyon çapı<br />
değerlendirilir. TCT değerlendirilmesinde<br />
bugün kabul edilen kriterler T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı Verem Savaşı Daire Başkanlığı tarafından<br />
belirlenmiştir (Tablo 1).<br />
TCT özgüllüğü ve duyarlılığı düşük bir testtir.<br />
Çünkü yalancı pozitiflik ve yalancı negatiflik<br />
oranları oldukça yüksektir. Yalancı pozitifliğe<br />
neden olan en önemli faktörler tüberküloz dışı<br />
mikobakterilerle geçirilmiş enfeksiyonlar ve<br />
BCG aşılamasıdır. Yalancı negatiflik ise konağa,<br />
kullanılan tüberküline, uygulama yöntemine,<br />
okuma ve kayıt yöntemine bağlı faktörler nedeniyle<br />
oluşmaktadır.<br />
Tüberküloz enfeksiyonunu yıllar önce geçiren<br />
ve geç tip hipersensitivite yanıtı zayıflayan kişilere<br />
TCT yapıldığında başlangıçta saptanan<br />
yalancı negatif sonucun ilk testten bir hafta-bir<br />
yıl arası bir sürede (önerilen bir-üç hafta sonra)<br />
yapılan ikinci testte pozitif sonuç alınması<br />
durumuna booster fenomeni adı verilmektedir.<br />
Yine son iki yılda, bu arada BCG aşısı yapılmamış<br />
olmak koşuluyla, daha önce negatif olan<br />
Tablo 1. Ülkemizde TDT reaksiyonunu değerlendirme kriterleri<br />
(Türkiye'de Tüberkülozun kontrolü için başvuru kitabından alınmıştır)<br />
BCG'lilerde<br />
0-5 mm Negatif<br />
6-14 mm BCG pozitifliği<br />
15 mm ve üzeri Pozitif, enfeksiyon (+)<br />
BCG'sizlerde<br />
0-5 mm Negatif<br />
6-9 mm Şüpheli reaksiyon; 1 hafta sonra test tekrarı,<br />
6-9 mm negatif<br />
>10 mm Booster fenomeni*<br />
10 mm ve üzeri Pozitif<br />
Bağışıklığa baskılanmış kişilerde 5 mm ve üzeri pozitif kabul edilir**<br />
Ferhat Arslan<br />
TCT’nin en az 6 mm artış göstermesi ve pozitifleşmesi<br />
durumuna TCT dönüşümü adı verilmektedir.<br />
İnterferon Gamma (IFN-γ)<br />
Salınım Testleri<br />
TCT’de kullanılan PPD özgül olmayan antijenlerin<br />
yerine M. tuberculosis’e daha özgül olan<br />
ESAT-6, CFP-10, TB 7.7 antijenleri ile yapılan in<br />
vitro IFN-γ salınımının değerlendirildiği testlerdir.<br />
Kullanılan antijenler BCG ve nontüberküloz<br />
mikobakterilerde bulunmayan (M. kansasii, M.<br />
szulgai , M. marinum, M. flavescens hariç) M.<br />
tuberculosis genomunun RD1 (region of difference-1)<br />
bölgesindeki genler tarafından kodlanır.<br />
Bugün için birçok ülkede T-SPOT-<br />
Tüberküloz (Oxford Immunotec, Abingdon<br />
UK), Quantiferon tüberküloz Gold-In tube<br />
(QFT-GIT) (Cellestis, Victoria Australia) testleri<br />
kullanılmaktadır. T-SPOT-tüberküloz testinde<br />
IFN-γ salgılayan T hücrelerinin sayısı tespit edilirken,<br />
Quantiferon tüberküloz Gold-In tube<br />
(QFT-GIT) testinde salınan IFN-γ miktarı ölçülmektedir.<br />
IFN-γ salınım testlerinin latent tüberküloz<br />
tanısında özgüllükleri %95 ve üzerinde,<br />
duyarlılığı ise %80-90 arasında değişmektedir.<br />
Aktif tüberküloz tanısında ise hem özgüllük<br />
* Booster olayı: Tek bir TDT ile ufak bir endürasyon oluşabilir, fakat önceden oluşmuş bir bağışıklık yanıtını<br />
uyarabilir; böylece, 1 haftadan bir yıla kadar bir sürede yapılacak ikinci TDT ile daha büyük yanıt oluşur. Konversiyondan<br />
ayırımı için 1 haftadan sonra (en erken dönemde) TDT yapılmalıdır.<br />
* * Bağışıklığı baskılanmış kişiler: Kızamık veya boğmaca geçirenler, HIV, AIDS, diyabet, lenfoma ve lösemi gibi<br />
hematolojik bozukluklar, kronik peptik ülser, kronik malabsorbsiyon sendromları, orofarenks ve üst gastrointestinal<br />
sistem karsinomları, gastrektomi, bağırsak rezeksiyonu, kronik alkolizm, silikozis, pnömokonyoz,<br />
kronik böbrek yetmezliği, uzun süre yüksek doz kortikosteroid ve diğer bağışıklığı baskılayıcı tedavi gerektiren<br />
durumlar (2-4 hafta süreyle, günde 15 mg ve üstü prednizon dozuna eşdeğer steroid dozları yeterli yüksek<br />
doz kabul edilmektedir).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 29
Tüberküloz:<br />
Profilaksi<br />
(hastaların çoğu latent tüberküloz olduğu için)<br />
hem de duyarlılık (akut enfeksiyonda gelişen<br />
anerjik durum) çok düşük olduğundan bu testlerin<br />
kullanımı önerilmemektedir. “Centers for<br />
Disease Control and Prevention (CDC)”ın 2010<br />
IGRA (Interferon-Gamma Release Assays) rehberinde<br />
TCT testinin kullanıldığı tüm durumlarda<br />
IFN-γ testlerinin kullanılabileceği belirtilmiştir.<br />
Özellikle BCG ile karşılaşmış (örn. aşı,<br />
kanser kemoterapisi ile) olanlarda IFN-γ testlerinin,<br />
beş yaş altındaki çocuklarda da TCT’nin<br />
tercih edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak<br />
bu öneriler bizim gibi tüberküloz açısından orta<br />
endemik olan ve rutin BCG aşısı uygulanan<br />
ülkeler için ne kadar geçerli sayılabilir, tartışmaya<br />
açık bir konudur.<br />
IFN-γ testlerinin yüksek duyarlılık ve özgüllük<br />
değerlerine karşın pahalı olmaları, uygun laboratuvar<br />
ve eğitimli personele ihtiyaç duyulması,<br />
kan örneklerinin uygun koşullarda taşınması ve<br />
değerlendirilmesinin zorluğu, çocuklarda latent<br />
tüberküloz aramasında yeterli kanıt düzeyinin<br />
olmaması, tekrarlanan testlerde belirlenmiş eşik<br />
değerin olmayışı dezavantajları olarak değerlendirilebilir.<br />
Latent tüberküloz tedavisi başlanmadan önce<br />
mutlaka hastanın aktif tüberküloz olmadığı<br />
belirlenmelidir. Bunun için semptom sorgulaması<br />
(ateş, gece terlemesi, kilo kaybı) ve akciğer<br />
grafisi ile mutlaka değerlendirme yapılmalıdır.<br />
Latent tüberküloz tedavisinde kullanılan ana<br />
ilaç izoniazid (INH)’dir. INH’nin kullanılamadığı<br />
durumlarda rifampisin (RIF), çok nadiren de<br />
RIF-pirazinamid (PZA) kombinasyonu kullanılmaktadır.<br />
INH tedavisinin latent tüberküloz<br />
önleme etkinliği çalışmalarda %60-90 oranında<br />
gösterilmiştir. Optimal tedavi süresi ise dokuz<br />
ay olarak belirlenmiştir. <strong>Tedavi</strong>de 600 mg/gün<br />
veya 900 mg/haftada iki kez şeklinde önerilmektedir.<br />
En çok korkulan yan etkisi olan hepatit<br />
%0.1 oranında görülmektedir. Hepatotoksisite<br />
oranı, yaş ve alkol kullanımı ile birlikte daha da<br />
artabilmektedir. Hepatotoksisite açısından bazı<br />
özel hasta gruplarının (altta yatan karaciğer hastalığı,<br />
gebe ve lohusalar, HIV enfeksiyonu, alkolik<br />
ve hepatotoksik ilaç kullananlar) yakın<br />
takibi önerilmektedir. Özellikle diabetes mellitus,<br />
kronik böbrek yetmezliği, malnütrisyon ve<br />
HIV enfeksiyonu tanılı hastalarda tedaviye pri-<br />
30<br />
doksin eklenmesi ilaç ilişkili nöropati engellenmesi<br />
açısından vurgulanmaktadır.<br />
RIF tedavisinin aktif tüberküloz insidansını<br />
azalttığına dair yeterli kanıt düzeyinde çalışma<br />
bulunmasa da INH’ye eş değer olduğu kabul<br />
edilmektedir. RIF ilaç tolerabilitesi, düşük hepatotoksisitesi<br />
ve dört aylık kısa süreli tedavi<br />
imkanı ile INH’ye üstün olsa da RIF direncinin<br />
yayılması, fiyatı ve etkinliği açısından tartışmalı<br />
durumdadır. RIF ve PZA kombinasyon tedavisi<br />
ise kısa süre (iki ay) olmasına karşın bildirilen<br />
ciddi hepatotoksisite ve ölümler nedeniyle kullanımı<br />
çok kısıtlanmış bir tedavi rejimi olarak<br />
görülmektedir.<br />
Latent tüberküloz tanısı ve tedavisi hem hekim<br />
hem de hasta için zorluklar taşımaktadır.<br />
Herhangi bir yakınması olmayan bir hastaya iyi<br />
bir risk değerlendirmesi yapmak, dokuz ay sürecek<br />
bir tedavi başlamak ve hastanın bu tedaviye<br />
uyum sağlamasını beklemek çok zorlu bir<br />
süreçtir. Bu süreçte başarılı olmak için hastaya<br />
neden tedaviye aday olduğunu, taşıdığı riskin<br />
kendisi ve toplum sağlığı açısından önemini<br />
sabırla ve dikkatle anlatmalıyız.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Blumberg HM, Burman WJ, Chaisson RE, et al. American<br />
Thoracic Society/Centers for Disease Control and<br />
Prevention/Infectious Diseases Society of America: treatment<br />
of tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med 2003;<br />
167:603.<br />
2. Comstock GW. How much isoniazid is needed for prevention<br />
of tuberculosis among immunocompetent adults?<br />
Int J Tuberc Lung Dis 1999;3:847-50.<br />
3. Global tuberculosis control: a short update to the 2009<br />
report. Geneva, World Health Organization (WHO/HTM/<br />
TB/2009.426).<br />
4. Aspler A, Long R, Trajman A, Dion MJ, Khan K,<br />
Schwartzman K, et al. Impact of treatment completion,<br />
intolerance and adverse events on health system costs in<br />
a randomised trial of 4 months rifampin or 9 months<br />
isoniazid for latent TB. Thorax 2010;65:582-7.<br />
5. Sester M, Sotgiu G, Lange C, Giehl C, Girardi E, Migliori<br />
GB, et al. Interferon-{gamma} release assays for the diagnosis<br />
of active tuberculosis: a systematic review and<br />
meta-analysis. Eur Respir J 2010.<br />
6. Latent Tuberculosis Infection: A Guide for Primary Health<br />
Care Providers. Developed in partnership with the New<br />
Jersey Medical School Global Tuberculosis Institute 2010.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />
Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
İzmir<br />
31
HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />
HBeAg pozitif kronik hepatit B’li hastaların<br />
tedavisinde ilk seçenek nükleoz(t)id analogları<br />
olmalıdır. Bu yaklaşım Türkiye için<br />
geçerli olan temel bir nedene; ülkemizdeki baskın<br />
hepatit B virüsü (HBV) genotipi olan D<br />
genotipine dayanmaktadır. Dünyada A ve B<br />
genotiplerine sahip ülkelerde kronik HBV<br />
enfeksiyonlarının tedavisinde pegile interferonlar<br />
önemli tedavi seçeneklerinden birisidir ve<br />
oldukça yüksek kalıcı viral yanıt oranları bildirilmektedir.<br />
Ülkemizde ise durum farklıdır.<br />
Uzun yıllardır klasik ya da pegile interferon<br />
tedavisi uyguladığımız hastalarda hem Batı hem<br />
de Doğu literatürlerine uymayan düşük kalıcı<br />
yanıt oranlarımızın nedeninin D genotipine<br />
bağlı olduğu artık bilinen bir gerçektir.<br />
Günümüzde, klasik ya da pegile interferon<br />
tedavisine yanıt kriterleri içinde en değerli<br />
parametrelerden birinin genotip farklılığı olduğu<br />
gösterilmiştir.<br />
Dünyada son üç yıl içerisinde pegile interferon<br />
tedavisi ile ilgili olarak beş tane randomize<br />
kontrollü çalışma sonucu yayınlanmıştır. Bu<br />
yayınların dört tanesi HBeAg pozitif hastalarla<br />
ilgilidir. Çok merkezli ve çok uluslu olarak<br />
tasarlanan bu çalışmalarda hastaların büyük<br />
çoğunluğu genotip B ve C hastalarıdır. Bu çalışmaların<br />
ilkinde 48-52 hafta süre ile pegile interferon<br />
uygulaması sonrası, kalıcı yanıt oranları<br />
(HBeAg serokonversiyonu, HBV-DNA <<br />
500.000 kopya/mL ve ALT normalleşmesi)<br />
genotip C’de %66, genotip B’de %32’dir. Lau<br />
çalışmasında genotip A’da kalıcı yanıt oranı<br />
%52 iken, genotip D hastalarında bu oran yarıya<br />
(%22) düşmektedir. Janssen ve arkadaşlarının<br />
çalışmasında, hastaların %34’ü genotip A,<br />
%39’u ise genotip D hastalarından oluşmuştur.<br />
Elli iki haftalık pegile interferon tedavisi sonrası<br />
HBeAg kaybına bakıldığında, genotip A’da<br />
%47, genotip B’de %44, genotip D’de ise %25<br />
oranlarında bir kayıp söz konusudur. Pegile<br />
interferon tedavisi ile hedeflenen yanıt yani,<br />
HBsAg kaybı ilişkisinin incelendiği bir yayında,<br />
48 haftalık tedavi sonrası genotip A ve D’de<br />
yanıt oranları sırasıyla; %14 ve %2’dir. Yine<br />
HBsAg kaybının değerlendirildiği çalışmalarda<br />
bu iki genotip arasında neredeyse iki katı kadar<br />
HBsAg kaybı farkı söz konusudur (%20’ye karşı<br />
%11).<br />
32<br />
HBV tedavisinde genotipin, tedavi sonucunu<br />
belirlemede önemli bir faktör olduğu bireysel<br />
çalışmalardan sonra EASL, APASL ve AASLD<br />
rehberlerinde de yer almaya başlamıştır. Bu rehberlerde<br />
genotipin tedavi şeklini belirlemede<br />
tek faktör olmadığı ancak genotip A ve B’nin C<br />
ve D’ye göre interferon tedavisine yanıtta daha<br />
avantajlı olduğu belirtilmektedir. Daha bölgesel<br />
rehberler olan Alman, İsveç ve Hollanda tedavi<br />
rehberlerinde bu konunun önemine vurgu yapılarak<br />
“tedavi öncesi genotipin belirlenmesi ve<br />
genotip A veya B olmadığı sürece interferon<br />
temelli tedavilerden kaçınılması” gerektiği bildirilmiştir.<br />
İlerleyen yıllarda öneri olarak bahsedilen<br />
bu yaklaşımın, kanıt düzeyi bildirilerek<br />
diğer rehberlerde de yer alacağı düşünülmektedir.<br />
HBV genotiplerinin tedavi yanıtı üzerine<br />
etkisinin incelendiği bir havuz analizi çalışmasında<br />
bu konudaki üç geniş serili kohort çalışması<br />
değerlendirilmiştir. Multivaryant analizde,<br />
genotip, HBeAg durumu, etnik köken, siroz<br />
varlığı gibi faktörlerin tedavi yanıtı üzerine etkileri<br />
araştırılmış ve kalıcı viral yanıtı belirleyen<br />
en güçlü faktörün genotip olduğu sonucu ortaya<br />
çıkmıştır. Yine bu çalışmada prekor mutantların<br />
interferon temelli tedaviye HBeAg pozitiflere<br />
oranla daha iyi yanıt verdikleri sonucuna<br />
ulaşılmıştır. Bu çalışmada genotip D hastalarında<br />
kalıcı viral yanıt HBeAg pozitiflerde %15<br />
iken, prekor mutantlarda %21’dir<br />
Genotipler ve bunların interferon temelli tedavilerdeki<br />
önemi ile ilgili çalışmalar Türkiye’den<br />
de bildirilmeye başlanmıştır. Bu konudaki ilk<br />
çalışmalardan biri Sünbül ve arkadaşlarının<br />
Türkiye’nin değişik bölgelerinden 88 kronik<br />
HBV hastasının genotiplerini ve interferon tedavisine<br />
yanıtlarını değerlendirdikleri çalışmadır.<br />
Bu çalışmadan hastaların %89’unun D genotipine<br />
sahip olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.<br />
Hastalara altı ay süre ile klasik interferon uygulanmış<br />
ve tedavi sonu altı ay süre ile izlenmiştir.<br />
<strong>Tedavi</strong> bitimi altıncı ayda değerlendirildiğinde,<br />
HBeAg pozitif hastalarda kalıcı viral yanıtın<br />
%18 olduğu, prekor mutant grupta ise oranın<br />
%30 olduğu bildirilmiştir. Bu çalışma, Türkiye’de<br />
interferon temelli tedavilere düşük yanıt oranının,<br />
sadece D genotipinden kaynaklanmadığı,<br />
prekor mutant kökenlerle enfeksiyon oranının<br />
yüksek olmasının da önemli bir faktör olduğunu<br />
göstermesi açısından anlamlıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Şentürk ve arkadaşlarının 2010 yılında yayınlanan<br />
çalışmalarında, D genotipine sahip HBeAg<br />
pozitif kronik HBV hastalarında interferon tedavisine<br />
kalıcı yanıt oranını düşük bulduklarını<br />
belirtmişlerdir. Yetmiş bir naiv hastaya altı ay<br />
süre ile interferon tedavisi uyguladıktan sonra<br />
ortalama 152 ay (123-181 ay) izlemişlerdir.<br />
<strong>Tedavi</strong> sonu yanıt oranının %39 olduğunu,<br />
ancak tedavi bitimi relaps oranının %84’e ulaştığını<br />
bildirmişlerdir. Çalışma sonucunda, HBeAg<br />
pozitif kronik HBV hastalarında, interferon<br />
tedavisine kalıcı yanıt oranının %9.8 olduğu<br />
söylenmiştir.<br />
Son olarak İzmir ve Adana bölgesini kapsayan<br />
bir çalışmada, bir yıl süre ile pegile interferon<br />
tedavisi uygulanan 112 hasta tedavi bitimi birinci<br />
yılda kalıcı viral yanıt açısından tekrar değerlendirilmiş<br />
ve tüm hastalarda tedavi bitimi<br />
birinci yıldaki kalıcı yanıt %23 bulunmuştur.<br />
Ancak 34 HBeAg pozitif hastanın 31’i primer<br />
yanıtsız, ikisi sekonder yanıtsız, biri tedavi bitimi<br />
yanıtlı olarak bulunmuştur. Ancak bu bir<br />
hasta da tedavi bitiminden sonraki birinci yılda<br />
nüks etmiştir.<br />
Sonuç olarak Türkiye’deki HBeAg pozitif kronik<br />
HBV hastalarında ilk seçenek tedavi nükleoz(t)<br />
id analogları olmalıdır. Oral antivirallerin uygulama<br />
kolaylığı, düşük yan etki profili ve artık<br />
entekavir ve tenofovir gibi direnç sorununu da<br />
ortadan kaldıran güçlü antivirallerin varlığı bu<br />
ilaçları tercih etmemizin en önemli nedenleri<br />
değildir. Buradaki konu, ülkemizde interferon<br />
tedavi tercihini sorgulamakla ilgilidir. Çünkü,<br />
klasik ya da pegile interferon ve Türkiye kav-<br />
Tansu Yamazhan<br />
ramları yan yana konulduğunda, özellikle de<br />
HBeAg pozitif kronik HBV hastalarında, %10<br />
civarlarında kalıcı viral yanıt oranını bilerek<br />
interferon tedavisi uygulamanın gerçekçi bir<br />
yaklaşım olamayacağı ortadadır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Cooksley WGE. Do we need to determine viral genotype<br />
in treating chronic hepatitis B? J Viral Hepatitis<br />
2010;17:610-10.<br />
2. Flink HJ, Van Zonneveld M, Hansen BE, de Man RA,<br />
Schalm SW, Janssen HL. Treatment with Peg-interferon<br />
alfa 2b for HBe antigen positive chronic hepatitis B:<br />
HBsAg loss is associated with HBV genotype. Am J<br />
Gastroenterol 2006;101:297-303.<br />
3. Janssen HLA, Van Sonneveld M, Senturk H, et al.<br />
Pegylated interferon alfa 2b alone or in combination with<br />
lamivudine for HBe antigen positive chronic hepatitis B: a<br />
randomised trial. Lancet 2005;365:123-9.<br />
4. Lau GKK, Piratvisuth T, Luo KY, et al. Peginterferon alfa2a<br />
as monotherapy and in combination with lamivudine<br />
versus lamivudine monotherapy in patients with HBeAg<br />
positive chronic hepatitis B. N Engl J Med 2005;352:2682-<br />
95.<br />
5. Senturk H, Baysal B, Tahan V, Zerdali H, Ozaras R, Tabak<br />
F, et al. Long-term effect of interferon therapy in patients<br />
with HBeAg positive chronic hepatitis B infection. Dig Dis<br />
Sci 2011;56:208-212.<br />
6. Sunbul M, Leblebicioglu H. Distribution of hepatitis B<br />
virus genotypes in patients with chronic hepatitis B in<br />
Turkey. World J Gastroenterol 2005;11:1976-80.<br />
7. Yamazhan T, Kurtaran B, Pullukçu H, Yuksel E, Ozkaya D,<br />
Tasbakan M, et al. Results of the PEG-IFN treatment in the<br />
HBeAg positive and negative chronic hepatitis B patients:<br />
post treatment one year results of three Turkish centers<br />
(2011 EASL poster bildirisi olarak yollandı).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 33
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />
Prof. Dr. Kenan Hızel<br />
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Ankara<br />
35
HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />
Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />
Kronik hepatit B enfeksiyonu HBsAg pozitifliği<br />
ile birlikte serumda HBV-DNA varlığıyla<br />
karakterizedir. Bu göstergelerle birlikte<br />
HBeAg pozitifliği de olabilmesine karşın<br />
Türkiye dahil olmak üzere Akdeniz ülkelerindeki<br />
kronik hepatit B hastalarının çoğu HBeAg<br />
negatif HBV mutantları ile enfektedir. Bu<br />
mutantların özelliği HBe epitopu ile taşınan<br />
proteinleri (HBeAg) yeterince üretememeleridir.<br />
HBe proteininin görevi hala tam anlaşılamamakla<br />
birlikte konağın immün mekanizmalarını<br />
etkilediği düşünülmektedir. HBeAg negatif<br />
olgularda enfekte hepatositlere karşı daha güçlü<br />
bir immün yanıtın geliştiği ve bu durumun<br />
karaciğer hücrelerinde yıkım-yapım döngüsünü<br />
hızlandırdığı saptanmıştır.<br />
HBeAg negatif HBV mutantlarıyla enfekte olguların<br />
HBeAg pozitif suşlarla enfekte olanlara<br />
göre başlıca farklılıkları; konağın daha uzun<br />
süredir HBV ile enfekte olması, bu süreç içinde<br />
gelişen virüsle konak arasındaki mücadele<br />
sonucu karaciğerde daha ağır nekroenflamasyon<br />
gözlenmesi, siroz ve karaciğer kanseri<br />
gelişme olasılığının daha yüksek olmasıdır.<br />
<strong>Tedavi</strong>ye daha güç yanıt vermeleri ve tedavi<br />
sonu kalıcı yanıtın daha az gözlenmesi HBe<br />
negatif olguların diğer özellikleridir.<br />
Kronik HBV enfeksiyonunun tedavisinde günümüzde<br />
cilt altı uygulanan pegile interferon<br />
(PEG-IFN) alfa 2a ve 2b ile ağızdan alınan<br />
nükleoz(t)id analogları (lamivudin, telbivudin,<br />
entekavir, adefovir ve tenofovir) kullanılmaktadır.<br />
PEG-IFN bir yandan enfekte hücrenin içindeki<br />
virüse karşı geliştirdiği antiviral etkiyi<br />
artırırken, diğer yandan enfekte hepatositleri<br />
doğrudan hedef alan hücresel immüniteyi uyarmaktadır.<br />
Konağın immün sistemine uyarıcı<br />
etkisi olmayan nükleoz(t)id analogları ise virüsün<br />
revers transkriptazını inhibe ederek HBV<br />
replikasyonunu engellemektedir. Bu ilaçların<br />
hiçbirisinin HBV enfeksiyonunun süregenliğini<br />
sağlayan “covalently closed circular DNA<br />
(cccDNA)”ya doğrudan etkisi olmadığından<br />
tedavideki amaç DNA replikasyonunun, serumda<br />
HBV-DNA saptanamayacak derecede baskı<br />
altına alınmasıdır.<br />
Uluslararası kılavuzlarda HBeAg negatif olgular<br />
için PEG-IFN ya da nükleoz(t)id analogları<br />
önerilmektedir. Ancak tedaviye viral replikas-<br />
36<br />
yonu en hızlı ve güçlü şekilde baskılayacak<br />
ilaçlarla başlanması gerektiği vurgulanmaktadır.<br />
Bu özelliğe sahip ilaçların da entekavir ve tenofovir<br />
olduğu belirtilmektedir. Bu kılavuz önerilerine<br />
kaynak oluşturan çalışma sonuçlarında<br />
bir yıllık tedaviyle HBV-DNA negatifliğine PEG-<br />
IFN ile %63, entekavir ve tenofovir ile sırasıyla<br />
%90 ve %91 oranında ulaşıldığı bildirilmiştir.<br />
2010 yılında yayınlanan bir meta-analizde de<br />
bir yıllık monoterapilerin sonuçları karşılaştırılmış<br />
ve PEG-IFN’nin plaseboya göre üstün olmasına<br />
karşın tüm nükleoz(t)id analoglarına göre<br />
daha düşük oranda virolojik ve biyokimyasal<br />
yanıta neden olduğu gözlenmiştir. Aynı çalışmada<br />
en başarılı virolojik, biyokimyasal ve histolojik<br />
yanıtın entekavir ve tenofovir ile alındığı<br />
vurgulanmıştır.<br />
HBV-DNA’nın uzun süre pozitif kalmasının siroz<br />
ve karaciğer kanseri riskini artırdığı bilinmektedir.<br />
Bu nedenle hangi ilaç seçilirse seçilsin HBV-<br />
DNA’yı negatifleştirmek ve bu durumu sürdürmek<br />
gerekmektedir. Nükleoz(t)id analoglarının<br />
uzun süreli virolojik yanıt açısından da daha<br />
başarılı olduğu belirtilmektedir. HBV-DNA<br />
negatifliği (≤ 400 kopya/mL) bir yıllık PEG-IFN<br />
tedavi sonrası üçüncü yılda olguların %18’inde<br />
saptanırken, tenofovirin dördüncü yılında bu<br />
oran %84’tür. Yirmi dört ay lamivudin tedavisi<br />
alan ve direnç geliştirmemiş olgularda tedavi<br />
sonu %86 olan HBV-DNA kaybının, ilaç kesildikten<br />
60 ay sonra %47.4 olguda sürdüğü saptanmıştır.<br />
HBeAg negatif olgularda PEG-IFN tedavi başarısının,<br />
HBeAg pozitif olgulara göre daha az olduğu<br />
saptanmıştır. Bu durumun nedenlerinden<br />
biri, HBeAg negatifliğine neden olan mutasyonun<br />
özellikle HBV genotip D’de görülmesidir.<br />
Ülkemizdeki enfekte olguların çoğundan<br />
sorumlu suş genotip D olup, HBV C ve D genotipleri,<br />
A ve B’ye göre PEG-IFN tedavisine daha<br />
kötü yanıt vermektedir. PEG-IFN’nin sağladığı<br />
virolojik yanıt genotip A’da %34 iken, genotip<br />
D’de %21 olarak saptanmıştır. Farklı genotiplerin<br />
nükleoz(t)id analogları tedavisine yanıtı<br />
değiştirdiği hakkında kanıt ise henüz yoktur.<br />
Nükleoz(t)id analoglarının uzun süre kullanım<br />
dezavantajlarına karşın istenmeyen etki geliştirme<br />
potansiyelleri oldukça azdır. Nükleoz(t)id<br />
analogları kullananların yaklaşık %2’sinde uzun<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
dönemde kreatinin yüksekliği, laktik asidoz<br />
ortaya çıkabilmektedir. Oral antiviralleri en sık<br />
bırakma nedenleri baş ağrısı ve üst solunum<br />
yolu yakınmalarıdır. PEG-IFN başta nötropeni<br />
olmak üzere pek çok istenmeyen etkiye sahiptir.<br />
Psikolojik sorunlar geliştirmesi de azımsanmayacak<br />
kadar çoktur. Tüm tedavilerin karşılaştırıldığı<br />
bir meta-analizde; depresyon en sık (%5)<br />
PEG-IFN tedavisi alan HBV hastalarında gözlenmiştir.<br />
Aynı çalışmada istenmeyen etkiler<br />
nedeniyle tedaviyi bırakma sıklıkları sırasıyla<br />
PEG-IFN (%5), lamivudin (%2.8), entekavir<br />
(%1.8), tenofovir (%1) ve adefovir (%1) olarak<br />
bildirilmiştir. Karaciğer enzimlerinde dalgalanmalar<br />
ise sırasıyla entekavir (%1), telbivudin<br />
(%1), adefovir (%2), lamivudin (%4), tenofovir<br />
(%6), lamivudun + adefovir (%7) ve PEG-IFN<br />
(%8) olarak saptanmıştır.<br />
PEG-IFN’nin özellikle kadın, genç, yüksek ALT<br />
ve düşük HBV-DNA değerine sahip ve komorbid<br />
hastalığı olmayanlarda daha başarılı olduğu bildirilmektedir.<br />
Ancak bu hasta gruplarında<br />
nükleoz(t)id analoglarına göre özel bir üstünlüğü<br />
bulunmamaktadır. PEG-IFN, nükleoz(t)id<br />
analoglarından farklı olarak, dekompanse sirozda<br />
kontrendikedir ve kompanse siroz, gebe ve<br />
immünyetmezlik durumlarında kullanılmaları<br />
önerilmemektedir.<br />
Sonuç olarak; olası tedavi seçeneklerini etkinlik,<br />
güvenlik, direnç geliştirme riski ve tedavi maliyeti<br />
açısından değerlendirmek ve tedaviye başlarken<br />
mutlaka hastanın özelliklerini de hesaba<br />
katmak en akılcı yöntemdir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Bárcena Marugán R, García Garzón S. DNA-guided hepatitis<br />
B treatment, viral load is essential, but not sufficient.<br />
World J Gastroenterol 2009;15:423-30.<br />
2. European Association for the Study of the Liver. EASL<br />
Clinical Practice Guidelines: management of chronic<br />
hepatitis B. Journal of Hepatology 2009;50:227-42.<br />
Kenan Hızel<br />
3. Keeffe EB, Dieterich DT, Han SH, et al. A treatment algorithm<br />
for the management of chronic hepatitis B virus<br />
infection in the United States: 2008 update. Clin<br />
Gastroenterol Hepatol 2008;6:1315-41.<br />
4. Marcellin P, Bonino F, Lau GK, et al. Sustained response of<br />
hepatitis B e antigen-negative patients 3 years after treatment<br />
with peginterferon alfa-2a. Gastroenterology<br />
2009;136:2169-79.<br />
5. Marcellin P, Buti M, Krastev Z, et al. Continued efficacy<br />
and safety through 4 years of tenofovir disoproxil fumarate<br />
(TDF) treatment in HBeAg-negative patients (HBeAg-)<br />
with chronic hepatitis B (Study 102). Program and abstracts<br />
of the 61 st Annual Meeting of the American<br />
Association for the Study of Liver Diseases; October<br />
29-November 2, 2010; Boston, Massachusetts. Abstract<br />
476.<br />
6. Nguyen MH, Keeffe EB. Are hepatitis B e antigen<br />
(HBeAg)-positive chronic hepatitis B and HBeAg-negative<br />
chronic hepatitis B distinct diseases? Clin Infect Dis<br />
2008;47:1312-4.<br />
7. Paik YH, Kim JK, Kim do Y, et al. Clinical efficacy of a<br />
24-months course of lamivudine therapy in patients with<br />
HBeAg negative chronic hepatitis B: a long-term prospective<br />
study. J Korean Med Sci 2010;25:882-7.<br />
8. Papatheodoridis GV, Lampertico P, Manolakopoulos S,<br />
Lok A. Incidence of hepatocellular carcinoma in chronic<br />
hepatitis B patients receiving nucleos(t)ide therapy: a<br />
systematic review. J Hepatol 2010;53:348-56.<br />
9. Perrillo R. Benefits and risks of interferon therapy for<br />
hepatitis B. Hepatology 2009;49(Suppl 5):S103-S11.<br />
10. Ribeiro RM, Germanidis G, Powers KA, et al. Hepatitis B<br />
virus kinetics under antiviral therapy sheds light on differences<br />
in hepatitis B e antigen positive and negative<br />
infections. J Infect Dis 2010;202:1309-18.<br />
11. Shouval D, Lai CL, Chang TT, Cheinquer H, Martin P,<br />
Carosi G, et al. Relapse of hepatitis B in HBeAg-negative<br />
chronic hepatitis B patients who discontinued successful<br />
entecavir treatment: the case for continuous antiviral<br />
therapy. J Hepatol 2009;50:289-95.<br />
12. Woo G, Tomlinson G, Nishikawa Y, et al. Tenofovir and<br />
entecavir are the most effective antiviral agents for chronic<br />
hepatitis B: a systematic review and Bayesian metaanalyses.<br />
Gastroenterology 2010;139:1218-29.<br />
13. Wu IC, Lai CL, et al. Efficacy of entecavir in chronic hepatitis<br />
B patients with mildly elevated alanine aminotransferase<br />
and biopsy-proven histological damage. Hepatology<br />
2010;51:1185-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 37
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Fungal Enfeksiyonlar<br />
Prof. Dr. Hande Arslan<br />
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Ankara<br />
39
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Fungal Enfeksiyonlar<br />
Transplantasyon cerrahisinde sağlanan gelişmeler<br />
sayesinde son yıllarda solid organ<br />
transplantasyonu (SOT) hastalarında invaziv<br />
fungal enfeksiyon (İFE) oranları düşmüştür.<br />
Buna karşın erken tanı güçlükleri ve mortalite<br />
oranlarının yüksek olması nedeniyle İFE bu<br />
hastalar için halen en önemli enfeksiyonların<br />
başında gelmektedir. Bu grupta en sık rastlanan<br />
enfeksiyonlar aspergilloz ve kandidozdur. Daha<br />
az oranda kriptokokoz, zigomikoz, Pnemocystis<br />
jiroveci enfeksiyonları da gözlenebilir.<br />
Transplantasyon sonrasında gelişen mantar<br />
enfeksiyonlarının türü ve insidansını, transplante<br />
edilen organın tipi ve immünsüpresyonun<br />
net durumu belirler. Transplantasyon tipi<br />
ve mantar enfeksiyonlarının insidansı Tablo<br />
1’de verilmiştir<br />
ASPERGİLLOZ<br />
SOT alıcılarında görülme insidansı %1-15’tir.<br />
İnvaziv aspergilloz bu hasta grubunda da önemli<br />
bir mortalite ve morbidite (%65-92) nedenidir.<br />
Transplantasyondan sonraki ilk yıl içinde<br />
görülen ölümlerin %9.3-16.9’undan invaziv<br />
aspergillozun sorumlu olabileceği tahmin edilmektedir.<br />
Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri<br />
İmmünsüpresyonun yoğunluğu SOT hastalarında<br />
invaziv aspergilloz gelişimini belirleyen<br />
majör risk faktörüdür. Buna karşın transplante<br />
edilen organa göre değişen risk faktörleri de<br />
vardır.<br />
Tab lo 1. Transplant tipi ve mantar enfeksiyonlarının<br />
insidansı<br />
Transplant<br />
tipi<br />
40<br />
İFE insidansı<br />
(%)<br />
Etken<br />
Kalp 3-21 Aspergillus %70-90<br />
Karaciğer 4-42 Aspergillus %9-34<br />
Candida %35-91<br />
Kalp/<br />
akciğer<br />
10-44 Aspergillus %25-50<br />
Candida %43-72<br />
Pankreas 6-38 Candida %97-100<br />
Böbrek 1-14 Aspergillus %7-19<br />
Candida %50-80<br />
İnce<br />
bağırsak<br />
40-59 Candida %90<br />
İyi tanımlanmış risk faktörleri içinde retransplantasyon<br />
ve renal yetmezlik önem kazanmaktadır.<br />
Diğer risk faktörleri; fulminan hepatik<br />
yetmezlik nedeniyle transplantasyon yapılmış<br />
olması, sitomegalovirüs (CMV) enfeksiyonu,<br />
yoğun bakım ünitesinde uzun kalıştır.<br />
Tanı<br />
Balgam ve bronkoalveoler lavaj (BAL) kültürlerinin<br />
tanı değerleri oldukça sınırlıdır.<br />
Pozitif bir kültür sonucu kolonizasyonu gösterebildiği<br />
gibi, enfekte bazı hastalarda invaziv<br />
aspergillozun ileri dönemlerinde balgamda<br />
üreme olabilmektedir. Hava yolu örneklerinde<br />
üreme saptanmasının önemi de yapılan transplatasyon<br />
tipine göre değişmektedir. Karaciğer<br />
transplantasyonu yapılan hastaların hava yolu<br />
örneklerinden Aspergillus izolasyon oranı<br />
(%1.5) çok düşük iken, bunun pozitif prediktif<br />
değeri (PPD) yüksektir (%41-72). Buna karşın<br />
Aspergillus akciğer transplant alıcılarında daha<br />
sık izole edilir (%25-39) ancak bu hastalarda bu<br />
bulgunun hastalığı predikte etme (ön görme)<br />
değeri düşüktür. Bu hastalarda hava yolu örneklerinden<br />
Aspergillus izole edilmesi durumunda,<br />
trakeobronşit tanısının konulabilmesi için,<br />
bronkoskopik inceleme gerekmektedir. Kalp<br />
transplant alıcılarında ise kültür pozitifliğinin<br />
invaziv aspergilloz için PPD’si %60-70’tir.<br />
Aspergillus fumigatus için bu PPD daha yüksek<br />
iken, diğer türler için hemen hemen hiç yoktur.<br />
Galaktomannan testinin duyarlılığı SOT alıcılarında<br />
tartışmalıdır. Bu konuda yeterli kanıt<br />
sağlayacak çalışmalar henüz yoktur. Bu konudaki<br />
en yetkin çalışmalardan biri olan ve 27 çalışma<br />
ve 4000 hastalık seriye ulaşan bir meta-analizde<br />
galaktomannan düzey takibinin hematolojik<br />
malignitesi olan hastalar veya kemik iliği<br />
transplantasyon hastalarında daha yararlı olduğu,<br />
SOT hastalarında ise bu tetkikin %22 duyarlı<br />
ve %84 özgül bulunduğu bildirilmiştir.<br />
Bununla birlikte SOT alıcılarında galaktomannanın<br />
BAL’da araştırılmasının duyarlılığı artıracağını<br />
bildiren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmalarda<br />
“cut-off” değeri ≥ 1 olarak belirlenmiş;<br />
duyarlılık %67, %100 ve özgüllük %98, %91<br />
bulunmuştur.<br />
1-3 b glukan testinin SOT hastalarında invaziv<br />
aspergilloz tanısı için önemi tam olarak tanımlanmamıştır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Polimeraz zinzir reaksiyonu yöntemine dayalı<br />
moleküler tanı testleri ticari olarak bulunmadığından<br />
ve henüz standardize edilmediğinden<br />
tanı ve tedavideki yeri henüz kesinleşmemiştir.<br />
Görüntüleme yöntemlerinden yüksek çözünürlüklü<br />
bilgisayarlı tomografide halo ve hilal<br />
belirtilerinin SOT grubunda tanı değeri sınırlıdır.<br />
Bu hastalarda invaziv aspergilloz akciğerlerde<br />
her türlü infiltratif görüntü ile seyredebilmektedir.<br />
Akciğer infiltrasyonunun tipi ve lokalizasyonuna<br />
göre bilgisayarlı tomografi rehberliğinde<br />
örnek alımı; boya kültür ve sitolojik tekniklerle<br />
tanı konması önemini korumaktadır.<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
SOT hastalarında invaziv aspergilloz tedavi<br />
prensipleri nötropenik olmayan diğer hasta<br />
gruplarında önerilenden farklı değildir.<br />
KANDİDA ENFEKSİYONLARI<br />
Solid organ alıcılarında en sık rastlanan İFE<br />
olup, İFE’lerin yaklaşık %50’sini oluşturur.<br />
İnvaziv kandidoz diğer mikozlara oranla daha<br />
erken dönemde (genellikle ilk üç ayın içinde) ve<br />
klasik bir nozokomiyal enfeksiyon tablosunda<br />
gelişir. Bu durumun istisnaları bazı karaciğer ve<br />
ince bağırsak alıcılarıdır. Kandida tür dağılımına<br />
bakılacak olursa transplantasyon alıcılarında<br />
%50 izolat C. albicans’dır. Non-albicans türler<br />
arasında en sık; Candida glabrata, Candida tropicalis,<br />
Candida parapsilosis saptanır.<br />
Risk Faktörleri<br />
İnvaziv kandidoz gelişmesine neden olan risk<br />
faktörleri transplantasyonun ve anastomozun<br />
tipine göre değişir. Karaciğer alıcılarında kaynak<br />
genellikle endojenken (bağırsaklar), kalp ve<br />
akciğer alıcılarına bulaş donör organ aracılıklı<br />
olabilir. Abdominal kavite transplantasyonu<br />
yapılan hastalarda en sık intraabdominal kandida<br />
enfeksiyonları saptanmaktadır. Risk faktörleri<br />
primer graft yetmezliği, retransplantasyon,<br />
uzamış cerrahi, erken cerrahi reeksplorasyon,<br />
cerrahi sırasına çok sayıda kan ve kan ürünü<br />
tüketimi, renal yetmezlik ve CMV enfeksiyonu,<br />
Candida spp. ile erken kolonizasyondur.<br />
Tanı<br />
Kesin tanı kan, plevral sıvı, intraabdominal sıvı<br />
veya apse materyali gibi steril bir vücut bölge-<br />
Hande Arslan<br />
sinden mikroorganizmanın izole edilmesidir.<br />
Ancak kan kültürü örneğinde olduğu gibi steril<br />
bölgelerden Candida spp. izolasyonunun duyarlılığı<br />
düşüktür. Yeni kültür yöntemleriyle bile<br />
kanda kandida izolasyonunun duyarlılığı %70’in<br />
üzerine çıkamamıştır.<br />
Kültür dışı yöntemlerden 1-3 b glukan testi<br />
yapılan çalışmalarda %70 duyarlılık ve %87<br />
özgüllükle güvenilir bir yöntem gibi görünmektedir.<br />
Günümüzde bu yöntem tanıya yardımcı<br />
bir test olarak önerilmektedir.<br />
İzole edilen mantarın tür düzeyinde tayini de<br />
özellikle seçilecek tedavi alternatiflerinin belirlenmesi<br />
açısından önemlidir. Bu nedenle C.<br />
albicans tanısının germ tüp yöntemi gibi ucuz ve<br />
kolay bir yöntemle yapılabilmesi oldukça önemli<br />
bir şanstır. Diğer türlerin saptanmasında PNA-<br />
FISH veya özel besiyerleri (kromojenik besiyerleri<br />
gibi) kullanılabilir.<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
SOT hastalarında invaziv kandidoz tedavi prensipleri<br />
nötropenik olmayan diğer hasta gruplarında<br />
önerilenden farklı değildir.<br />
KRİPTOKOK ENFEKSİYONLARI<br />
Kriptokokoz SOT alıcılarında üçüncü sıklıkta<br />
görülen İFE’dir ve İFE’lerin yaklaşık %8’inden<br />
sorumludur. Organ alıcılarında görülme insidansı<br />
%0.35’tir. Kriptokokoz tipik olarak bir geç<br />
dönem enfeksiyonu olup genellikle transplantasyon<br />
sonrası 16-21. aylar arasında görülmektedir.<br />
Solid organ alıcılarının önemli bir kısmında<br />
kriptokokozun transplantasyon öncesi alınan<br />
enfeksiyonun reaktivasyonu olduğunu gösteren<br />
deliller mevcuttur. Bu hastalarda posttransplant<br />
enfeksiyon gelişme süresi transplantasyon sonrası<br />
primer kriptokok enfeksiyonu geçirenlerden<br />
daha kısadır.<br />
Solid organ alıcılarında immünsüpresif olarak<br />
kalsineürin inhibitörleri kullanılmasıyla kriptokok<br />
enfeksiyon oranlarında değilse bile klinik<br />
tablolarda değişiklikler gözlenmektedir.<br />
Kalsineürin inhibitörü alan hastalarda dissemine<br />
enfeksiyon daha az görülmektedir. Bu durum<br />
kalsineürin inhibitörlerinin antikriptokokal<br />
etkisine bağlanmaktadır. Kriptokokoz için SOT<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 41
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Fungal Enfeksiyonlar<br />
hastalarında tanımlanmış risk faktörleri ALA ve<br />
alemtuzumab kullanımıdır.<br />
Olguların %53-72’si disseminasyon ya da santral<br />
sinir sistemi tutulumu ile gider. Kriptokokoz<br />
gelişen hastaların yaklaşık %33’ünde fungemi<br />
saptanır. Olguların %33’ünde ise hastalık akciğerlerle<br />
sınırlıdır. Tablo asemptomatik pulmoner<br />
tutulumdan akut solunum yetmezliğine<br />
kadar değişebilir. Kütanöz kriptokokoz ise,<br />
papüler, nodüler, ülseratif lezyonlar ve selülit<br />
olarak karşımıza çıkabilir. Günümüzde genel<br />
mortalite %14’tür.<br />
Tanı<br />
Asıl amaç; tedaviyi etkileyeceği için nörolojik<br />
tutulumun olup olmadığının, nörolojik tutulum<br />
yoksa pulmoner tutulumun lokal olup olmadığının<br />
gösterilmesidir.<br />
Kriptokokozdan şüphelenilen tüm hastalardan<br />
beyin omurilik sıvısı, kan, idrar kültürleri ve<br />
akciğer grafisinde pulmoner tutulumdan şüphelenilmişse;<br />
BAL ve gerekirse biyopsi örnekleri<br />
alınmalıdır. Kan ve beyin omurilik sıvısında<br />
kriptokok antijeni çalışılmalıdır. Kriptokok<br />
antijeni beyin omurilik sıvısı için kültür ve<br />
boyama yöntemlerinden daha duyarlıdır. Tanıda<br />
kanda kriptokok antijeninin varlığının saptanması<br />
da oldukça güvenilir bir yöntemdir ancak<br />
42<br />
pozitiflik titresi genelde HIV pozitif hastalarda<br />
saptanan değerlerden düşüktür (< 1/1024).<br />
Ayrıca, kan antijen düzeyinin takibi tedaviye<br />
yanıt açısından da yol göstericidir.<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
<strong>Tedavi</strong> hastalığın disseminasyon oranına,<br />
immünsüpresyon düzeyinin azaltılıp azaltılmayacağına<br />
bağlıdır. SOT hastalarına spesifik randomize<br />
kontrollü çalışmalar olmamakla birlikte<br />
IDSA tedavi önerileri bu hasta grubunda da<br />
geçerlidir. <strong>Tedavi</strong>ye başlamadan önce hastalığın<br />
dissemine olup olmadığını belirlemek gerekir.<br />
Bu nedenle tüm hastalara lomber ponksiyon<br />
yapılmalıdır.<br />
Fungal <strong>Tedavi</strong> Ajanlarının ve İmmünsüpresif<br />
Ajanların Etkileşimi<br />
Birçok diğer antimikrobiyal ajan gibi antifungal<br />
ajanlar da immünsüpresiflerin farmakokinetiği<br />
üzerinde değişikliğe neden olur. Bu etkileşim<br />
bazen çok ciddi boyutlara ulaşabilir ve bu ajanların<br />
birlikte kullanımı yarardan çok zarar verebilir.<br />
Bu nedenle SOT hastalarında sadece kullanılacak<br />
antifungalin farmakokinetik ve farmakodinamik<br />
özelliklerini bilmek yeterli değildir.<br />
Aynı zamanda ilaç-ilaç etkileşimi de mutlaka<br />
her hasta için yeniden değerlendirilmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />
Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Malatya<br />
43
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />
Son dönem organ yetmezliklerinin tek tedavi<br />
şansı olan solid organ transplantasyonu<br />
(SOT) alanında son 20-30 yılda kayda değer bir<br />
ilerleme olmamıştır. Cerrahi teknik, operasyon<br />
öncesi ve sonrası bakım, immünsüpresif tedavi<br />
seçenekleri ve profilaksi uygulamalarındaki<br />
gelişmelere rağmen, enfeksiyon ve rejeksiyon<br />
hala hastaların yaşam süresini kısaltan en<br />
önemli iki nedendir. Transplantasyondan sonra<br />
her dönemde çeşitli enfeksiyonlar görülmekle<br />
beraber, erken dönemde (ilk bir ay) en fazla<br />
görülen enfeksiyonlar, bakteriyel enfeksiyonlardır.<br />
Örneğin; transplantasyondan sonra<br />
görülen bakteremilerin yarısının ilk üç ay içerisinde<br />
meydana geldiği ve septik şok varlığında<br />
mortalitenin yaklaşık %50 olduğu gösterilmiştir.<br />
Bununla beraber gerek toplum gerekse hastane<br />
kökenli bakteriyel enfeksiyonlar transplantasyondan<br />
sonra herhangi bir dönemde<br />
görülebilir.<br />
Enfeksiyonların türü ve sıklığı transplante edilen<br />
organa göre değişmektedir. Örneğin; böbrek<br />
transplantasyonunda üriner sistem enfeksiyonları,<br />
karaciğer transplantasyonunda abdominal<br />
enfeksiyonlar, akciğer transplantasyonunda ise<br />
akciğer enfeksiyonları daha sık görülmektedir.<br />
Transplantasyon öncesi hasta durumunun<br />
bozukluğu, teknik olarak zor bir ameliyatın<br />
yapılmış olması ve uzun süre immünsüpresif<br />
tedavi alma zorunluluğu bakteriyel enfeksiyonlara<br />
yatkınlığa neden olmaktadır. Tanı ve tedavide<br />
gecikme mortaliteyi artırmaktadır. SOT<br />
hastalarında enfeksiyon semptomları, rejeksiyonu<br />
taklit edebilir veya bakteriyel kolonizasyonla<br />
enfeksiyonu birbirinden ayırmak her<br />
zaman mümkün olmayabilir. Ayrıca, bu hastalarda<br />
antimikrobiyal tedaviye yanıt almak zor<br />
olduğu gibi, tedavide kullanılan antimikrobiyallerin<br />
toksik etkileri ve immünsüpresif ilaçlarla<br />
etkileşimleri tedavide yaşanan diğer zorluklardır.<br />
SOT hastalarında görülen bakteriyel enfeksiyonlar;<br />
alıcı kaynaklı, verici kaynaklı, nozokomiyal<br />
veya toplum kökenli olabilir.<br />
1. Alıcı Kaynaklı Enfeksiyonlar<br />
Transplantasyon öncesi alıcıdaki aktif enfeksiyonlar,<br />
transplantasyon sonrası immünsüpresyona<br />
bağlı alevlenmelere neden olacağından<br />
transplantasyon öncesi tedavi edilmelidir.<br />
Kişisel epidemiyolojik öz geçmiş, enfeksiyonu<br />
44<br />
önleme stratejilerine de kılavuzluk yapmaktadır.<br />
Örneğin; endemik bölgelerdeki transplant alıcılarında<br />
normal popülasyona göre tüberküloz<br />
aktivasyonu 50 kat artmaktadır. Enfeksiyonlara<br />
bağlı olarak vasküler anastomoz harabiyeti,<br />
mikotik anevrizma oluşumu, enfektif endokardit<br />
ve sepsis gelişebilir. Transplantasyon öncesi dikkatli<br />
bir tarama ile bu enfeksiyonların operasyon<br />
sonrası dönemde görülme sıklığı azaltılabilir.<br />
2. Verici Kaynaklı Enfeksiyonlar<br />
Uygun organ vericilerinin az olması organ transplantasyonundaki<br />
en önemli engeldir. Arz ve<br />
talep arasındaki dengesizlik transplant ile uğraşan<br />
hekimleri marjinal vericilerden organ transplantasyonuna<br />
yönlendirmiştir. Bu vericilerde<br />
genellikle ileri yaş, ciddi hemodinamik bozukluk,<br />
uzun süre yoğun bakım ünitesinde kalma<br />
ve enfeksiyon gibi risk faktörleri bulunmaktadır.<br />
Bu konuda kesin bir kanıt bulunmamakla<br />
beraber, olumlu ve olumsuz görüş bildiren<br />
çalışmalar bulunmaktadır. Yeni bir çalışmada<br />
enfekte vericiden alıcıya bakteriyel enfeksiyonun<br />
geçiş oranı %1.7 olarak bildirilmiştir. Son<br />
yıllarda hemodinamik olarak stabil olan ve tedavisi<br />
başlanan enfeksiyonlu vericiler kabul edilerek,<br />
verici havuzu artırılmaya çalışılmaktadır.<br />
Ancak verici rutin cerrahi antimikrobiyal profilaksiye<br />
dirençli bakterilerle enfekte olabilir ve<br />
alıcıda aktif enfeksiyona neden olabilir.<br />
Vankomisine dirençli enterokoklar (VRE), çoğul<br />
dirençli gram-negatif bakteriler ve azol dirençli<br />
kandidalarla alıcıda enfeksiyon gelişebilir.<br />
Sepsis gibi ciddi bir enfeksiyon organ naklini<br />
engelleyebilmektedir. Acil hastalarda durum<br />
değerlendirmesi yapmak, acil olmayan hastalarda<br />
mümkünse ertelemek daha uygundur. Alıcıya<br />
profilaksi uygulaması sırasında vericideki etkenler<br />
de göz önünde tutulmalıdır.<br />
3. Nozokomiyal Enfeksiyonlar<br />
Transplantasyon için bekleyen hastalar metisiline<br />
dirençli Staphylococcus aureus (MRSA), VRE,<br />
flukonazole dirençli Candida türleri, Clostridium<br />
difficile, çoklu antibiyotik dirençli gram-negatif<br />
bakteriler veya Aspergillus spp. gibi mikroorganizmalarla<br />
kolonize olabilirler. Pnömoni, kateter<br />
enfeksiyonları, cerrahi yara ve üriner sistem<br />
enfeksiyonları başta olmak üzere diğer cerrahi<br />
uygulanan hastalarda görülen tüm nozokomiyal<br />
enfeksiyonlar SOT hastalarında da görülebilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
4. Toplum Kökenli Enfeksiyonlar<br />
Normal konağın her zaman maruz kalabildiği<br />
etkenler, transplantasyon yapılmış hastalarda<br />
çok daha ciddi enfeksiyonlara neden olabilir.<br />
Operasyondan sonra geçen süreye bağlı olarak<br />
bakteriyel enfeksiyon etkenleri değişmektedir.<br />
Hastalar ampirik tedavi için değerlendirilirken,<br />
laboratuvar sonuçları çıkana kadar bu durum<br />
göz önünde tutulmalıdır.<br />
Transplantasyon sonrası görülen enfeksiyonlar<br />
cerrahi faktörler, immünsüpresyon seviyesi ve<br />
çevresel temasa göre üç dönem halinde değerlendirilmektedir.<br />
Transplantasyon Sonrası Erken Dönem<br />
(0-1 Ay)<br />
Ağır bir immünsüpresyon olmadığından transplantasyondan<br />
sonraki ilk bir ay içerisinde fırsatçı<br />
enfeksiyonlar pek görülmemektedir. İlk bir<br />
aylık dönemde bakteriyel enfeksiyonlar genellikle<br />
cerrahi ve teknik komplikasyonlarla veya<br />
hasta bakımı ile ilişkilidir. Cerrahi alan enfeksiyonları,<br />
pnömoni, üriner sistem enfeksiyonu,<br />
damar içi kateter ilişkili sepsis, safra yolu, göğüs<br />
ve diğer drenaj kateter veya alet ilişkili enfeksiyonlar<br />
görülmektedir. Etkenler ve direnç<br />
durumları transplante edilen organa, hastaya ve<br />
hastaneye göre değişebilmektedir. Bu enfeksiyonlar<br />
diğer cerrahi operasyon geçirmiş veya<br />
yoğun bakımda yatan hastalarda gelişen enfeksiyonlarla<br />
benzerlik göstermektedir. İlk bir ay<br />
içinde yoğun bakımda uzun süre yatan hastalarda<br />
C. difficile koliti, çoklu ilaca dirençli gramnegatif<br />
bakteriler ile MRSA ve VRE gibi dirençli<br />
gram-pozitif bakteri enfeksiyonları da görülebilmektedir.<br />
Transplantasyon Sonrası Ara Dönem<br />
(1-6 Ay)<br />
Transplantasyondan sonra 1-6 ay arası dönemde<br />
ateş epizotlarının büyük çoğunluğunun nedeni,<br />
immünsüpresyonun en ağır olduğu dönem<br />
olduğundan dolayı fırsatçı patojenlerdir.<br />
Trimetoprim/sülfametoksazol profilaksisi genel<br />
olarak birçok üriner sistem enfeksiyonu ile<br />
Pneumocystis jiroveci pnömonisi, listeriyoz, toksoplazmoz<br />
ve nokardiyoz gibi fırsatçı enfeksiyonları<br />
önleyebilmektedir. Ayrıca, toplum<br />
kökenli enfeksiyonlar ve tüberküloz reaktivasyonu<br />
bu dönemde görülebilir.<br />
Yaşar Bayındır<br />
Transplantasyon Sonrası Geç Dönem<br />
(6 Aydan Sonra)<br />
Altı aydan sonra immünsüpresif tedavi giderek<br />
azaltıldığından fırsatçı enfeksiyon riski azalırken,<br />
toplum kökenli enfeksiyon riski azalmamaktadır.<br />
Toplum kökenli solunum yolu ve<br />
üriner sistem bakteriyel enfeksiyonlarına sıklıkla<br />
rastlanmaktadır. Ancak altı aydan sonraki<br />
dönemde bazen hastalarda akut rejeksiyon<br />
nedeniyle immünsüpresif tedavi dozu artırılabilir<br />
veya kronik rejeksiyon nedeniyle uzun süre<br />
daha yüksek doz immünsüpresif tedavi uygulanabilir.<br />
Bu dönemde 1-6 ay arası sık görülen<br />
enfeksiyonlarda tekrar bir artış görülebilir.<br />
TRANSPLANTASYONA GÖRE<br />
SIK GÖRÜLEN ENFEKSİYONLAR<br />
SOT’dan sonraki herhangi bir dönemde karaciğer<br />
transplant alıcılarında %33-68, kalp alıcılarında<br />
%21-30, pankreas alıcılarında %35, böbrek<br />
alıcılarında %47 ve akciğer alıcılarında %54<br />
oranında bakteriyel enfeksiyonların görüldüğü<br />
bildirilmiştir. Ancak, görülen bu enfeksiyonların<br />
ciddiyeti, sıklığı ve etkenleri açısından hastalar,<br />
merkezler ve birimler arasında farklılıklar<br />
görülebilmektedir.<br />
Solid organ transplant alıcılarında çoklu ilaca<br />
dirençli bakteri enfeksiyonları giderek artış göstermekte,<br />
allograft kaybına, morbidite ve mortalite<br />
artışına neden olmaktadır. Beta-laktamaz<br />
üreten enterobakteriler veya çoklu ilaca dirençli<br />
Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonları sıklıkla<br />
görülmekte iken, Acinetobacter baumannii başta<br />
olmak üzere karbapenemlere de dirençli<br />
Acinetobacter’ler, MRSA’lar ve VRE’ler de deri ve<br />
yumuşak doku enfeksiyonları, üriner sistem<br />
enfeksiyonları, kateterle ilişkili kan dolaşımı<br />
enfeksiyonları ve ventilatörle ilişkili pnömonilere<br />
neden olabilmektedir. Transplantasyon türüne<br />
ve hastaların özelliğine göre enfeksiyonlar ve<br />
bakteriyel etkenler değişkenlik gösterebilmektedir.<br />
Karaciğer Transplantasyonu<br />
Karaciğer transplant alıcılarının %30-70’i operasyon<br />
sonrası ilk yıl içinde en az bir bakteriyel<br />
enfeksiyon atağı geçirmektedir. Operasyon süresinin<br />
uzun olması, operasyonun büyüklüğü,<br />
biliyer ve enterik kontaminasyon riskinin fazla<br />
olması, operasyon öncesi hastanın kötü durum-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 45
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />
da olması, acil cerrahi gereksinimi ve uzun süre<br />
yoğun bakımda kalma enfeksiyon riskini artırmaktadır.<br />
Son yıllarda canlıdan canlıya karaciğer<br />
transplantasyonunun yaygınlaşmasına rağmen,<br />
enfeksiyon riskinin bu operasyonda daha<br />
yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Karaciğer<br />
transplantasyonu sonrası en sık görülen bakteriyel<br />
enfeksiyonlar safra yolları, periton, kan<br />
dolaşımı ve cerrahi yara enfeksiyonlarıdır. Bu<br />
enfeksiyonların çoğu operasyondan sonraki biriki<br />
ay içinde, safra kaçağı veya tıkanıklık gibi<br />
teknik nedenlere bağlı olarak gelişmektedir.<br />
Karaciğer apseleri ise, sıklıkla hepatik arter<br />
trombozuna bağlı allograftın iskemisi ile ilişkilidir.<br />
Nadiren biliyer darlığa bağlı olarak da gelişmektedir.<br />
Etkenler genellikle flora bakterileridir.<br />
Koliform basiller, Enterobacteriaceae, nadiren<br />
Pseudomonas türleri olmak üzere gramnegatif<br />
basiller, enterokoklar, anaeroplar ve stafilokoklar<br />
en sık enfeksiyona neden olan bakterilerdir.<br />
Birçok merkezde çok ilaca dirençli veya<br />
panrezistan gram-negatif bakteriler ve VRE<br />
ciddi bir sorun teşkil etmektedir.<br />
İntraabdominal enfeksiyonlardan sonra karaciğer<br />
transplant alıcılarında ikinci en sık görülen<br />
enfeksiyon, akciğer enfeksiyonlarıdır.<br />
Pseudomonas spp. ve Staphylococcus spp. en sık<br />
görülen etkenlerdir. Legionella spp. ve Nocardia<br />
spp. enfeksiyonları ve tüberküloz daha nadir<br />
görülmektedir.<br />
Karaciğer transplant alıcılarında bakteriyel<br />
enfeksiyonlar için risk faktörleri, sitomegalovirüs<br />
enfeksiyonu, akut rejeksiyon, uzamış hospitalizasyon,<br />
artmış intraoperatif transfüzyon<br />
gereksinimi, uzamış cerrahi süresi, rejeksiyon,<br />
reoperasyon, yüksek kreatinin seviyesi, retransplantasyon<br />
ve yüksek bilirubin seviyeleri sayılabilir.<br />
“Roux-en-Y” koledokojejunostomi de sepsis<br />
riskini, karaciğer biyopsisi ilişkili enfeksiyöz<br />
komplikasyonları, enterokok ve psödomonas<br />
bakteremi sıklığını artırmaktadır. Bu durumlarda<br />
enterik patojenlerin biliyer sisteme, oradan<br />
da transplante edilen karaciğere ulaşma olasılığı<br />
artmaktadır.<br />
Cerrahi alan enfeksiyonu veya intraabdominal<br />
apse varlığında ateş, abdominal ağrı, yara<br />
dudaklarının ayrılması ve yarada pürülan drenaj<br />
görülebilir. Klinik ve laboratuvar bulgular transplant<br />
hastalarında her zaman yol gösterici olmayabilir,<br />
bu durumda radyolojik incelemeler yardımcıdır.<br />
Kolanjitte ateş, sağ üst kadran ağrısı,<br />
46<br />
palpasyonla rebaund ve hassasiyet mevcuttur.<br />
Lökositoz, bilirubin, transaminaz ve alkalen<br />
fosfataz yüksekliği saptanır.<br />
Böbrek Transplantasyonu<br />
Böbrek transplant alıcılarında taburcu sonrası<br />
%28-90 arasında üriner sistem enfeksiyonu<br />
görülmektedir. Böbrek yetmezliği, uygunsuz<br />
beslenme, üriner sistem epiteli boyunca akan<br />
idrar miktarında azalma, diyaliz uygulanması,<br />
altta yatan diyabet, polikistik böbrek hastalığı<br />
gibi faktörler enfeksiyon riskini artırmaktadır.<br />
Pankreas transplantasyonu ile birlikte yapılan<br />
böbrek transplantasyonunda da risk artmaktadır.<br />
Pankreatik egzokrin sekresyonlarına bağlı<br />
olarak idrar PH’sındaki değişiklik ve diyabete<br />
bağlı idrarda glukozüri bu hastalarda üriner sistem<br />
enfeksiyonlarının sık görülmesine neden<br />
olmaktadır.<br />
Böbrek transplant alıcılarında görülen üriner<br />
sistem enfeksiyonlarına enterokoklar, stafilokoklar,<br />
P. aeruginosa ve sık görülen enterik<br />
gram-negatif bakteriler neden olmaktadır.<br />
Corynebacterium urealyticum ise, strüvit taşlarına<br />
neden olabilir. Böbrek transplant alıcılarında<br />
cerrahi alan enfeksiyonları da görülebilir.<br />
Yüksek kreatinin seviyesi ve uzamış üriner kateterizasyon<br />
başlıca risk faktörlerini oluşturmaktadır.<br />
Pankreas Transplantasyonu<br />
Pankreas transplantasyonu sonrası en yaygın<br />
görülen bakteriyel enfeksiyonlar, cerrahi alan ve<br />
intraabdominal enfeksiyonlardır. Bir çalışmada<br />
34 erişkin pankreas transplant alıcısında intraperitoneal<br />
apse, peripankreatik ve pelvik apse,<br />
ağır selülit, peritonit ve perirektal apseden oluşan<br />
altı cerrahi alan enfeksiyonu bildirilmiştir.<br />
Etkenler en sık gram-pozitif bakterilerdir, ancak<br />
gram-negatif basiller ve anaeroplar da etken<br />
olabilir. Ekzokrin sekresyonların üriner sisteme<br />
akıtıldığı hastalarda üriner sistem enfeksiyonları<br />
da sık görülmektedir.<br />
Akciğer Transplantasyonu<br />
Akciğer transplantasyonu sonrasında, en sık<br />
akciğer enfeksiyonlarına rastlanmaktadır ve<br />
diğer SOT hastalarına göre daha fazla oranda<br />
görülmektedir. Vericiden akciğerin çıkarılmasıyla<br />
birlikte akciğer ve hava yollarının dener-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
vasyonuna bağlı olarak öksürük refleksi kaybolmaktadır.<br />
Ayrıca, mukosiliyer aktivite bozulmaktadır.<br />
Rejeksiyon hava yolu enflamasyonuna<br />
neden olur, kolonizasyon ve enfeksiyon riski<br />
artar. Anastomozlar ve sütür materyalleri lokal<br />
enflamasyonu tetikleyebileceğinden lokal patojen<br />
kolonizasyonu kolaylaşmaktadır. Enfeksiyon<br />
verici akciğerinden kaynaklanabildiği gibi, tek<br />
taraflı transplantasyonda otokontaminasyonla<br />
doğal akciğerden de kaynaklanabilir. Bir çalışmada<br />
transplantasyondan sonra ilk iki hafta<br />
içinde alıcıların %38’inde akciğer enfeksiyonunun<br />
geliştiği ve en yaygın patojenlerin, Klebsiella<br />
pneumoniae, P. aeruginosa, Escherichia coli, S.<br />
aureus ve Enterobacter cloacae olduğu bildirilmiştir.<br />
Burkholderia cepacia ile enfekte kistik<br />
fibrozisli hastalarda postoperatif enfeksiyöz<br />
komplikasyonlar ve kötü klinik sonuçlar bildirilmektedir.<br />
Bu nedenle birçok merkez B. cepacia<br />
enfeksiyonu olan hastalarda akciğer transplantasyonunun<br />
kontrendike olduğunu kabul<br />
etmektedir. Ayrıca, akciğer transplant alıcılarında<br />
P. aeruginosa ve B. cepacia ile kolonizasyonun<br />
bronşiyolitis obliterans sendromu ile ilişkili<br />
olabileceğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır.<br />
Cerrahi tekniklerdeki gelişmelere bağlı olarak<br />
çok nadir görülmesine rağmen, hava yolu<br />
anastomozlarından minimal kaçaklara bağlı olarak<br />
mediastinit riski de bulunmaktadır. Altta<br />
yatan primer ve sekonder pulmoner hipertansiyon,<br />
stenoz veya kaçak gibi komplikasyonların<br />
varlığı akciğer enfeksiyonları için diğer risk<br />
faktörleridir.<br />
Kalp Transplantasyonu<br />
Pnömoni, kalp transplantasyonu hastalarında<br />
da özellikle ilk üç ayda baskın olan enfeksiyondur.<br />
Ayrıca, orta hat sternotominin etkilerine<br />
bağlı olarak yara enfeksiyonları, mediastinit,<br />
sıklıkla kateter kaynaklı olmak üzere bakteremiler<br />
ve üriner sistem enfeksiyonları da görülebilir.<br />
Nadiren endokardit bildirilmektedir.<br />
İnce Bağırsak Transplantasyonu<br />
İnce bağırsak transplant alıcılarında en sık intraabdominal<br />
ve cerrahi alan enfeksiyonları<br />
görülmektedir. Dokuz hastanın dahil edildiği<br />
bir çalışmada beş bakteremi epizodunun bakteriyel<br />
translokasyona bağlı olabileceği ve rejeksiyonun<br />
erken belirtisi olarak ortaya çıkabileceği<br />
Yaşar Bayındır<br />
bildirilmiştir. Bu çalışmada sadece bir cerrahi<br />
alan enfeksiyonu saptanmıştır. Hastalarda en sık<br />
Enterococcus spp., daha sonra S. aureus ve E.<br />
cloacae izole edilmiştir.<br />
NADİR GÖRÜLEN BAKTERİYEL<br />
ENFEKSİYONLAR<br />
Solid organ transplant alıcılarında sık görülen<br />
bakteriyel enfeksiyonların yanında Legionella<br />
spp., Nocardia spp., C. difficile, Salmonella spp.<br />
ve Listeria monocytogenes ile daha nadiren<br />
Mycoplasma hominis, Rhodococcus equi gibi bakterilere<br />
bağlı enfeksiyonlar da görülebilmektedir.<br />
Bu hastaların tanı, tedavi ve yönetimi diğer<br />
hastalarda olduğu gibidir.<br />
L. monocytogenes, çevrede yaygın olarak bulunmakta<br />
ve başlıca kontamine besinlerle bulaşmaktadır.<br />
Listeriyoz, grip benzeri hafif hastalıktan,<br />
hayatı tehdit eden sepsis ve meningoensefalit<br />
tablosuna kadar değişik klinik formlarda<br />
ortaya çıkabilir. Hastalık özellikle yenidoğanlarda,<br />
gebe kadınlarda, yaşlılarda ve immünyetmezlikli<br />
hastalarda görülmekle beraber, SOT<br />
hastalarında da listeriyoz olguları bildirilmiştir.<br />
Legionella spp., toplum kökenli ve nozokomiyal<br />
enfeksiyonların önemli bir nedeni olup, SOT<br />
hastalarında çoğunlukla pnömoniye neden<br />
olmaktadır. İmmünsüpresif ilaçlara bağlı hücresel<br />
immün fonksiyonlar bozulmakta ve<br />
Legionella enfeksiyonlarının tam olarak insidansının<br />
bilinmemesine rağmen özellikle SOT sonrası<br />
erken dönemde görüldüğü tahmin edilmektedir.<br />
Legionella pneumophila, enfeksiyonların<br />
çoğuna neden olmasına rağmen, SOT hastalarında<br />
diğer Legionella türleri de pnömoni yapmaktadır.<br />
Alveoler infiltrasyonu veya nadiren<br />
bir kaviter lezyonu olan antibakteriyel tedaviye<br />
rağmen kliniği düzelmeyen hastalarda<br />
Legionella pnömonisinden şüphelenilmelidir.<br />
Transplantasyon hastalarında mortalite çok<br />
yüksek olduğundan, şüphelenildiğinde tedaviye<br />
hemen başlanmalıdır.<br />
C. difficile gram-pozitif, sporlu ve anaerop bir<br />
basildir. Toksin A ve B sayesinde enflamatuvar<br />
ishal ve mukozal hasara neden olmaktadır. C.<br />
difficile enfeksiyonu SOT hastalarında sık görülen<br />
bir problemdir ve insidansı giderek artmaktadır.<br />
İnsidans diğer postoperatif hastalara benzer<br />
olmasına rağmen SOT hastalarında risk<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 47
Transplant Enfeksiyonları:<br />
Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />
faktörlerinin fazla olması nedeniyle daha ciddi<br />
seyreden bir hastalık görülmektedir.<br />
Antimikrobiyal maruziyet, ileri yaş, immün sistem<br />
disfonksiyonu veya immünsüpresyon ve<br />
gastrik asit baskılanması önemli risk faktörleridir.<br />
Karaciğer alıcılarında %3-7, böbrek alıcılarında<br />
%3.5-16, pankreas-böbrek alıcılarında<br />
%1.5-7.8, ince bağırsak alıcılarında %9, kalp<br />
alıcılarında %15, akciğer alıcılarında %7-31<br />
olduğu tahmin edilmektedir. Hastane ortamında<br />
daha fazla kalma, daha sık antibiyotik maruziyeti<br />
ve ağır immünsüpresyona bağlı postoperatif<br />
ilk üç ayda insidans en yüksektir. İshali olan<br />
SOT hastalarının dışkısında C. difficile toksini<br />
araştırılmalıdır. Başka bir nedenle açıklanamayan<br />
ateş, karın ağrısı ve lökositoz varlığında<br />
ishal olmasa bile SOT hastalarında C. difficile<br />
enfeksiyonu düşünülmelidir.<br />
Nocardia spp., immünsüprese hastalarda fırsatçı<br />
enfeksiyonlara neden olabilir. Çevrede bulunan<br />
bakteriler inhalasyonla alınmakta ve akciğerde<br />
enfeksiyonlar gelişmektedir. Sitomegalovirüs<br />
hastalığı, greft rejeksiyonu ve hipogamaglobulinemide<br />
risk daha da artmaktadır. Hastalara P.<br />
jiroveci profilaksisi için trimetoprim-sülfametoksazol<br />
kullanıldığından erken dönemde nadiren<br />
nokardiyoz görülmektedir. SOT yapılan<br />
hastalarda Nocardia spp. enfeksiyonlarının sıklığı<br />
%0.7-3 arasında bildirilmektedir. Kalp, böbrek<br />
ve karaciğer alıcılarında daha az sıklıkta da<br />
akciğer alıcılarında görülmektedir. Akciğerde<br />
kavite, difüz infiltrasyon ve plevral efüzyona<br />
neden olan düzensiz, nodüler lezyonlar şeklinde<br />
ortaya çıkar.
3. Deusch E, End A, Grimm M, Graninger W, Klepetko W,<br />
Wolner E. Early bacterial infections in lung transplant<br />
recipients. Chest 1993;104:1412-6.<br />
4. Dorman S, Subramanian A; AST Infectious Diseases<br />
Community of Practice. Nontuberculous mycobacteria in<br />
solid organ transplant recipients. Am J Transplant 2009;<br />
9(Suppl 4):S63-S9.<br />
5. Dubberke ER, Riddle DJ; AST Infectious Diseases<br />
Community of Practice. Clostridium difficile in solid organ<br />
transplant recipients. Am J Transplant 2009;9(Suppl 4):<br />
S35-S40.<br />
6. Fishman JA. Infection in solid-organ transplant recipients.<br />
N Engl J Med 2007;357:2601-14.<br />
7. Green M, Avery RK. Legionella. Am J Transplant 2004;4<br />
(Suppl 10):S25-S7.<br />
8. Hafkin J, Blumberg E. Infections in lung transplantation:<br />
new insights. Curr Opin Organ Transplant 2009;14:483-7.<br />
9. Hlava N, Niemann CU, Gropper MA, Melcher ML.<br />
Postoperative infectious complications of abdominal solid<br />
organ transplantation. J Intensive Care Med 2009;24:<br />
3-17.<br />
10. Holt CD, Winston DJ. Infections after liver transplantation.<br />
In: Busuttil RW, Klintmalm GK (eds). 2 nd ed.<br />
Philadelphia: Elsevier Inc, 2005:963-94.<br />
11. Kalil AC, Dakroub H, Freifeld AG. Sepsis and solid organ<br />
transplantation. Curr Drug Targets 2007;8:533-41.<br />
12. Len O, Gavaldà J, Blanes M, et al. Donor infection and<br />
transmission to the recipient of a solid allograft. Am J<br />
Transplant 2008;8:2420-5.<br />
13. Linares L, García-Goez JF, Cervera C, et al. Early bacteremia<br />
after solid organ transplantation. Transplant Proc<br />
2009;41:2262-4.<br />
Yaşar Bayındır<br />
14. Lumbreras C, Fernandez I, Velosa J, Munn S, Sterioff S,<br />
Paya CV. Infectious complications following pancreatic<br />
transplantation: incidence, microbiological and clinical<br />
characteristics, and outcome. Clin Infect Dis 1995;20:<br />
514-20.<br />
15. Mizuno S, Zendejas IR, Reed AI, et al. Listeria monocytogenes<br />
following orthotopic liver transplantation: central<br />
nervous system involvement and review of the literature.<br />
World J Gastroenterol 2007;13:4391-3.<br />
16. Patel R, Paya CV. Infections in solid-organ transplant recipients.<br />
Clin Microbiol Rev 1997;10:86-124.<br />
17. Reyes J, Abu-Elmagd K, Tzakis A, et al. Infectious complications<br />
after human small bowel transplantation.<br />
Transplant Proc 1992;24:1249-50.<br />
18. Riddle DJ, Dubberke ER. Clostridium difficile infection in<br />
solid organ transplant recipients. Curr Opin Organ<br />
Transplant 2008;13:592-600.<br />
19. Snydman DR. Infection in solid organ transplantation.<br />
Transpl Infect Dis 1999;1:21-8.<br />
20. Stosor V. Infections in transplant recipients. In: Stuart FP,<br />
Abecassis MM, Kaufman DB (eds). Organ Transplantation.<br />
2 nd ed. Georgetown, Texas: Landes Bioscience, 2003:399-<br />
425.<br />
21. Subramanian A, Dorman S; AST Infectious Diseases<br />
Community of Practice. Mycobacterium tuberculosis in<br />
solid organ transplant recipients. Am J Transplant 2009;<br />
9(Suppl 4):S57-S62.<br />
22. Wyner LM. The evaluation and management of urinary<br />
tract infections in recipients of solid-organ transplants<br />
Semin Urol 1994;12:134-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 49
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında<br />
Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Ankara<br />
51
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları<br />
Çeşitli nedenlere bağlı olarak hasar görmüş<br />
eklemlerdeki ağrının azaltılması ve hareketliliğinin<br />
artırılması amacıyla uygulanan<br />
eklem replasman operasyonları günümüzde sık<br />
yapılan cerrahi prosedürler içinde yer almaktadır.<br />
Otuz-kırk yıl öncesine göre teknik ve cerrahi<br />
gelişmeler sonucunda protez enfeksiyonları<br />
riski oldukça azalmıştır. Birçok merkezde kalça<br />
protez operasyonu sonrası %0.5-1, diz replasman<br />
operasyonu sonrası %0.5-2, omuz protez<br />
replasmanı sonrası %1’den az enfeksiyon oranları<br />
ile karşılaşılmaktadır.<br />
PROTEZ ENFEKSİYONLARININ<br />
SINIFLANDIRILMASI<br />
İlk olarak 1970 yılında yapılmış olan protez<br />
enfeksiyonları sınıflaması halen günümüzde<br />
kullanılmaktadır. Bu sınıflamaya göre protez<br />
enfeksiyonları; başlangıç zamanına, başlangıç<br />
zamanı ve klinik faktörlere göre iki kısımda<br />
incelenir. Her iki sınıflama da günümüzde kullanılmaktadır.<br />
Başlangıç zamanına göre protez enfeksiyonları<br />
üç kısma ayrılır:<br />
1. Erken enfeksiyon: Eklem replasmanı yapıldıktan<br />
sonraki ilk üç ay içinde görülen enfeksiyonlar.<br />
2. Gecikmiş enfeksiyon: Eklem replasmanından<br />
sonraki 3-24 ay içinde gelişen enfeksiyonlar.<br />
3. Geç enfeksiyon: Eklem replasmanından 24<br />
ay sonra ortaya çıkan enfeksiyonlar.<br />
Başlangıç zamanı ve klinik faktörlere göre protez<br />
enfeksiyonları dörde ayrılır:<br />
1. Pozitif intraoperatif kültür: Operasyon<br />
sırasında alınan en az iki kültürde aynı mikroorganizmanın<br />
üremesi.<br />
2. Erken postoperatif enfeksiyon: Operasyon<br />
sonrası bir ay içinde gelişen enfeksiyon.<br />
3. Geç kronik enfeksiyon: Operasyondan bir<br />
ay sonrası gelişen, subakut ve sinsi klinik<br />
semptomlarının bulunduğu enfeksiyon.<br />
4. Akut hematojen enfeksiyon: Fonksiyonu iyi<br />
olan bir eklemde akut enfeksiyon semptomlarının<br />
bulunduğu enfeksiyon.<br />
52<br />
Tablo 1. Protez eklem enfeksiyonlarına neden<br />
olan mikroorganizmalar<br />
Etken %<br />
Koagülaz-negatif stafilokoklar 30-43<br />
Staphylococcus aureus 12-23<br />
Karışık flora 10-11<br />
Streptokoklar 9-10<br />
Enterokoklar 3-7<br />
Gram-negatif basil 3-6<br />
Anaeroplar 2-4<br />
Hiçbir mikroorganizma 11<br />
MİKROBİYOLOJİ<br />
Birçok mikroorganizma protez enfeksiyonlarına<br />
neden olabilir. En sık karşılaşılan etken stafilokoklardır.<br />
Tablo 1’de en sık karşılaşılan etkenler<br />
gösterilmiştir.<br />
Erken, gecikmiş ve geç protez enfeksiyonlarında<br />
üreyen mikroorganizmalar farklılıklar gösterebilir.<br />
Erken gelişen enfeksiyonlarda en sık etken<br />
S. aureus ve gram-negatif basil iken, gecikmiş<br />
enfeksiyonlarda koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />
geç protez enfeksiyonlarında ise S. aureus,<br />
Staphylococcus epidermidis, gram-negatif basil<br />
özellikle de Escherichia coli en sık etken olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır.<br />
Protez enfeksiyonlarında çok nadir olarak<br />
Mycobacterium tuberculosis ve hızlı üreyen<br />
mikobakteriler de üreyebilmektedir.<br />
PATOGENEZ<br />
Protez eklem enfeksiyonlarının patogenezinde<br />
mikroorganizma, protez ve konak arasındaki<br />
ilişki önemli rol oynar.<br />
Yabancı cisim ile ilişkili tüm enfeksiyonların<br />
patogenezindeki birinci basamak protez materyali<br />
gibi solid yüzeylere bakterinin yapışmasıdır.<br />
S. epidermidis’in yapışması çoğu kez yüzey gerilim,<br />
hidrofobi ve elektrostatik güçler gibi faktörlerle<br />
veya adezinler aracılığıyla olur. S. aureus<br />
yapışması ise fibronektin, fibrinojen ve kollajen<br />
gibi maddelerle olur.<br />
Yapışan bakteriler çoğalarak glikokaliks olarak<br />
bilinen ekzopolisakkaridleri oluşturur. Sonuçta<br />
bakterinin mikrokolonileri biyofilm olarak bilinen<br />
yapıyı oluşturmak için glikokaliks birikintilerini<br />
örter. Biyofilm yüzeyine yakın bakteriler<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
genellikle metabolik olarak aktif ve biyofilm<br />
yüzeyinin daha üst tabakasına yayılmış olan<br />
besinlere erişebilmelerine rağmen biyofilmin<br />
derinlerinde yer alan mikroorganizmalar metabolik<br />
olarak inaktif veya uyku halinin çeşitli<br />
evrelerindedir ve konak savunma sistemlerinden<br />
korunur. Bu tür mikroorganizmalar tipik<br />
olarak antimikrobiyal ajanlara karşı yüksek<br />
dirence sahiptir. Biyofilmdeki mikroçevre antimikrobiyal<br />
aktivite mekanizmalarını da ters olarak<br />
etkileyebilir ve antimikrobiyal ajanın biyofilm<br />
tabakaya difüzyonunu yavaşlatır ve sınırlar.<br />
RİSK FAKTÖRLERİ<br />
Daha önce yapılan eklem artroplastisi, eklem<br />
protezini içermeyen cerrahi alan enfeksiyonu ve<br />
“National Nosocomial Infections Survelliance<br />
(NNIS)” sistemin cerrahi hasta risk indeksi 2 ve<br />
3 olan hastalar, protez eklem enfeksiyonlarında<br />
en önemli risk faktörleridir. Diabetes mellitus,<br />
önceden geçirilmiş eklem enfeksiyonları, şişmanlık,<br />
beslenme yetersizliği, cilt hastalıkları ve<br />
romatoid artrit gibi dejeneratif eklem hastalıkları<br />
bulunan hastalar diğer risk grupları arasında<br />
sıralanabilir.<br />
PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />
KLİNİK<br />
Erken Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />
Klinik Bulgular<br />
Erken protez enfeksiyonlarında yara yerinde<br />
akıntı, ateş, implant bölgesinde ağrı, efüzyon ve<br />
endürasyon en sık gözlenen bulgulardır. Bu bulgulara<br />
hematom veya yara bölgesinde yüzeysel<br />
nekroz eşlik edebilir. <strong>Tedavi</strong> edilmeyen enfeksiyonlar<br />
kronik sinüslere neden olabilir. Ayrıca<br />
bakteremi ve sepsis de görülebilir.<br />
Gecikmiş Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />
Klinik Bulgular<br />
Gecikmiş tip enfeksiyonlarda klasik belirti ve<br />
bulgular daha az sıklıkla gözlenir. İmplant kaybıyla<br />
veya implant kaybı olmaksızın ısrarcı<br />
eklem ağrısı en sık görülen bulgudur. Yapılan<br />
bir çalışmada gecikmiş tip protez enfeksiyonuna<br />
sahip hastalarda %50’den az oranda ateş, yaklaşık<br />
%10 oranında lökositoz saptanmıştır.<br />
Gecikmiş protez eklem enfeksiyonu ile protez<br />
eklemin aseptik yetmezliğini birbirinden ayırmak<br />
oldukça güçtür.<br />
Hanefi Cem Gül<br />
Geç Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />
Klinik Bulgular<br />
Deri, üriner sistemden kaynaklanan mikroorganizmalarca<br />
hematojen yayılım sonucunda gelişir.<br />
Normal fonksiyona sahip protezli eklemde<br />
akut enfeksiyon bulguları gelişir. Eklem hareket<br />
kısıtlılığı, efüzyon, ağrı ve ateş gibi semptomlar<br />
görülebilir.<br />
PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />
TANI<br />
Protez eklem enfeksiyonlarının tanısında özgüllüğü,<br />
duyarlılığı yüksek olan, tek başına kesin<br />
tanı koydurabilecek klinik ve laboratuvar yöntemi<br />
gösterilmemiştir.<br />
Alınan iki veya daha fazla sinoviyal sıvı veya<br />
protez çevresi kültüründe aynı mikroorganizmanın<br />
üremesi veya tek bir kültürde S. aureus<br />
gibi virülan bir mikroorganizma üremesi enfeksiyon<br />
olarak kabul edilir. Koagülaz-negatif stafilokok<br />
gibi tek bir mikroorganizma üremesi cilt<br />
kontaminasyonu olarak kabul edilir. İmplant<br />
bölgesinde veya sinoviyal sıvıda pürülan görünüm<br />
olması, protez bölgesinden yapılan patolojik<br />
incelemelerde akut enflamasyon bulgularının<br />
olması, protez bölgesinden dışa açılan sinüsün<br />
gözlenmesi gibi kriterlerin varlığı enfeksiyonun<br />
güçlü kanıtıdır. Buna rağmen bazı hastalarda<br />
protez enfeksiyonu olmasına rağmen bu<br />
kriterler bulunmayabilir (L22).<br />
Laboratuvar Testleri<br />
Protez enfeksiyonlarında sedimentasyon ve<br />
C-reaktif protein (CRP) gibi akut faz reaktanları<br />
yükselebilir. Ancak bu reaktanlar romatoid artrit<br />
gibi eşlik eden çeşitli kronik hastalığı bulunan<br />
hastalarda da yüksek olabileceğinden spesifik<br />
değildir. Diğer bir risk ise erken ve gecikmiş<br />
olarak başlayan protez enfeksiyonlarında geçirilmiş<br />
operasyona bağlı olarak bu reaktanların<br />
yüksek olmalarıdır.<br />
Görüntüleme Yöntemleri<br />
Direkt radyografi: Özellikle gecikmiş olarak<br />
gelişen eklem protez enfeksiyonlarında protez<br />
eklemin gevşemesine bağlı radyolusent alanlar<br />
sıklıkla görülmesine rağmen erken ve hematojen<br />
yayılım sonrası gelişen protez enfeksiyonlarında<br />
da görülebilmektedir. Mekanik nedenlere<br />
bağlı aseptik eklem gevşekliği görülebildiğinden<br />
bu bulgu enfeksiyonlara spesifik değildir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 53
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları<br />
Periostal yeni kemik oluşumu enfeksiyonun<br />
önemli göstergelerinden biri olmasına karşın sık<br />
karşılaşılan bir durum değildir.<br />
Sintigrafi: Özellikle Teknisyum99m ( 99mTc) kemik sintigrafisi ve 99mTc işaretli lökosit sintigrafisi<br />
protez eklem enfeksiyonlarının tanısında<br />
yardımcı olabilir. Duyarlılığı %99, özgüllüğü<br />
%30-40 arasındadır. Özellikle erken enfeksiyonların<br />
tanısında sık kullanılması önerilmez.<br />
Bunun en önemli nedeni enfekte olmayan hastalarda<br />
ameliyat sonrası hafta ve aylarda sintigrafide<br />
tutulum gözlenmesidir.<br />
Pozitron emisyon tomografi (PET): Sık kullanılan<br />
bir yöntem olmamakla birlikte protez<br />
eklem enfeksiyonlarının tanısında kullanılan<br />
yöntemlerdendir. Duyarlılığı sintigrafiden daha<br />
az olmakla birlikte, özgüllüğü direkt radyografiden<br />
çok yüksektir.<br />
Tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme:<br />
Metalik impantlar nedeniyle görüntülerde<br />
artefaktlara neden olduğu için sınırlı kullanımları<br />
vardır. Günümüzde titanyun ve tantalyumdan<br />
yapılan implantlarda protez enfeksiyonunun<br />
tanısında manyetik rezonans görüntüleme<br />
tanıda güvenle kullanılabilir.<br />
Eklem Sıvısı Aspirasyonu<br />
Protez eklem enfeksiyonlarında önemli tanı<br />
yöntemlerindendir. Duyarlılığı %57-93, özgüllüğü<br />
%88-100’dür. Yalancı negatif sonuç genellikle<br />
uygunsuz tekniğe ve aspirasyonla eş<br />
zamanlı antibiyotik alımına bağlı olabilir.<br />
Yalancı pozitif sonuçlar ise kontaminasyona<br />
bağlı olabilir.<br />
Hücre Sayımı<br />
Enfekte eklem sıvısı değerlendirildiğinde genellikle<br />
pürülan ve lökosit sayısı artmış olarak<br />
gözlenir. Lökosit sayısı genellikle 50.000-<br />
150.000/µL olup nötrofil ağırlıklıdır.<br />
Gram Boyama<br />
Protez eklem enfeksiyonlarının tanısında Gram<br />
boyama %25’ten az duyarlılığa sahip olmasına<br />
karşın %97’den fazla özgüllüğe sahiptir.<br />
Biyopsi<br />
Eklem sıvısının mikrobiyolojik tanısı yapılamıyorsa<br />
ve klinik olarak yüksek enfeksiyon riski<br />
54<br />
varsa sinoviyal veya protez çevre dokusunun<br />
biyopsisi gerekebilir. Histopatolojik inceleme<br />
yapılıp en az üç örnek aerobik ve anaerobik<br />
kültür gönderilmelidir.<br />
Histopatoloji<br />
Histopatolojik inceleme duyarlılık ve özgüllük<br />
yönünden akut enflamasyonu göstermesi açısından<br />
mükemmeldir.<br />
Frozen İnceleme<br />
Enfeksiyon tanısının konulmasında yararlanılan<br />
yöntemlerden bir tanesidir. Preoperatif sedim ve<br />
CRP yüksekliğinde veya intraoperatif incelemede<br />
eklemin kötü olduğu durumlarda frozen<br />
oldukça faydalıdır.<br />
Doku Kültürü<br />
Duyarlılığı %65-94 arasında değişmektedir.<br />
Kültür alımından önce antibiyotik kullanımı,<br />
uygunsuz kültür alımı, örneğin laboratuvara geç<br />
ulaşması sonucunda yalancı negatif sonuçlar<br />
oluşabilir.<br />
Çıkartılan Protezin Sonikasyonu<br />
Rutin olarak uygulanan bir yöntem olmamakla<br />
birlikte protez eklem enfeksiyonu bulunan hastalarda<br />
özgüllüğü yüksek bir yöntemdir.<br />
Çıkartılan protezin ses dalgalarına maruz bırakılarak<br />
özellikle biyofilm tabakasındaki mikroorganizmalarının<br />
elde edildiği bir yöntemdir.<br />
PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />
TEDAVİ<br />
Günümüzde protez eklem enfeksiyonlarının<br />
tedavisinde sıklıkla tercih edilen yöntem cerrahi<br />
ve medikal tedavinin beraber uygulandığı kombine<br />
prosedürlerdir. <strong>Tedavi</strong> ortopedi, plastik<br />
cerrahi, enfeksiyon ve mikrobiyoloji kliniklerinin<br />
içinde olduğu multidisipliner bir takım<br />
çalışmasını gerektirir.<br />
Cerrahi <strong>Tedavi</strong><br />
Erken protez enfeksiyonlarında tedavi: İlk üç<br />
ay içinde gelişen enfeksiyonlarda cerrahi debridman<br />
sonrası uzun süreli antibiyotik tedavisi ile<br />
%25-33 arasında yanıt alınmaktadır. Bu yanıt<br />
oranı implantta herhangi bir gevşeklik yoksa,<br />
yumuşak dokular iyi durumda ise ve enfeksiyon<br />
başlar başlamaz tedaviye başlanmış ise geçerlidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Gecikmiş ve geç başlayan protez enfeksiyonlarında<br />
tedavi: Bu enfeksiyonların tedavisinde<br />
protezin çıkartılması tedavi için önemlidir.<br />
Protez gevşeklik varsa ve enfekte ise debridman<br />
tedavisi yeterli olmaz. Bu durumda protezin<br />
yenilenmesi (replasman artroplasti) şarttır.<br />
Replasman artroplastisi birinci ve ikinci basamak<br />
olmak üzere iki şekilde uygulanır.<br />
Birinci basamak replasman artroplastisi: Eş<br />
zamanlı olarak enfekte protez çıkartılıp, o bölge<br />
debride edilir, yeni protez takılır ve antimikrobiyal<br />
tedaviye başlanılan bir yöntemdir. Yapılan<br />
bir çalışmada bu tür operasyonlarda %80’den<br />
fazla başarı elde edilmesine rağmen, çalışmaların<br />
yetersiz olması nedeniyle her hastaya uygulanması<br />
önerilmez.<br />
İkinci basamak replasman artroplastisi: Bu<br />
yöntemde önce enfekte olmuş protez çıkartılır,<br />
kemik ve protez çevresi doku debride edilip<br />
kültür alınır. Daha sonra antibiyotikli çimento<br />
içeren alet (spacer) ile eklem stabilize edilir.<br />
Daha sonra üreyen mikroorganizmalara karşı<br />
damar yolundan altı hafta antibiyotik tedavisi<br />
verilir. Antibiyotik tedavisinin bitiminden iki ay<br />
veya daha sonrası yeni ptotez takılır.<br />
Artrodez: Fonksiyonel artroplasti için yeterli<br />
dokunun olmaması ve kötü bir cilt, cilt altı<br />
dokusu bulunan hastalarda artrodez (eklem füzyon)<br />
operasyonu uygulanır. Başarılı bir ameliyat<br />
sonrası ağrıda dramatik bir azalma gözlenir.<br />
Buna karşın ayak kısalığı, günlük aktivitelerde<br />
zorluk gibi dezavantajları da vardır.<br />
Antibiyotik <strong>Tedavi</strong>si<br />
Antibiyotik uygulamada en önemli nokta süre<br />
ve veriliş yollarıdır. Sistemik ve lokal olarak<br />
uygulanabilir.<br />
Lokal antibiyotik uygulaması; operasyon sırasında<br />
çimento içeren alet (spacer) ile uygulanır.<br />
Daha çok ikinci basamak replasman artroplastisinde<br />
uygulanmaktadır. Tek başına antibiyotikli<br />
çimento uygulamalarında kan antibiyotik düzeyi<br />
nadir olarak anlamlı düzeye ulaşır, daha çok<br />
etkisi lokal kalır.<br />
Birinci basamak replasman artroplastisi; operasyon<br />
sonrası kültür sonuçları beklenene kadar<br />
geniş spektrumlu antibiyoterapi verilir. Kültür<br />
sonuçları geldikten sonra spesik tedaviye geçilir.<br />
Hanefi Cem Gül<br />
<strong>Tedavi</strong> genellikle altı hafta süre ile damar içinden<br />
uygulanır. Oral biyoyararlanımı yüksek ilaç<br />
varsa bir-iki haftalık damar içi tedaviden sonra<br />
orale geçilebilir. <strong>Tedavi</strong> sırasında enfeksiyon<br />
bulgularının veya enflamatuvar laboratuvar bulguların<br />
yükselmesi ısrarcı bir enfeksiyonu gösterebilir.<br />
Bu durumda mutlaka yeniden debridman<br />
yapılması gereklidir. Birinci basamak replasman<br />
artroplastisinde antibiyotik tedavi süresi<br />
tam olarak bilinmemekle birlikte yapılan çalışmalarda<br />
bir haftadan birkaç aya kadar önerilmektedir.<br />
Protez eklem enfeksiyonlarında antibiyotiklerin<br />
kullanım süreleri kalça protez enfeksiyonlarında<br />
üç ay, diz protez enfeksiyonlarından sonra ise<br />
altı ay olarak belirlenmiştir. Altı aydan uzun<br />
antibiyotik kullanımı tedavi başarı şansını<br />
anlamlı şekilde artırmamaktadır. Ancak bazı<br />
özel hasta gruplarında tedavi süresi iki yıla veya<br />
daha fazla süreye uzatılabilir.<br />
Baskılayıcı antibiyotik tedavisi: Tek başına<br />
uzun süreli baskılayıcı antibiyotik tedavisi çok<br />
nadir kullanılan bir yöntemdir. Genel anestezi<br />
alınımın kontrendike olduğu, enfekte protezin<br />
debride edilmesine veya protezin çıkartılmasına<br />
engelin olduğu daha çok yaşlı hastalarda uygulanan<br />
bir tedavidir. Yaşlı hastalarda baskılama<br />
tedavisi sıklıkla başarısız olmasına rağmen kullanılmaktadır.<br />
Ampirik antibiyotik tedavisi: Protez eklem<br />
enfeksiyonu ile beraber sepsis veya kültür sonucunun<br />
beklenmesinin hastaya zarar verebileceği<br />
durumlarda nadir olarak ampirik antibiyotik<br />
tedavisi başlanabilir.<br />
Spesifik antibiyotik tedavi:<br />
S. aureus: Metisiline duyarlı S. aureus (MSSA)<br />
olgularında altı saatte bir 2 g uygulanan nafsilin<br />
veya oksasilin en etkili tedavidir. Sekiz saatte<br />
1-2 g intravenöz verilen sefazolin, özellikle hastane<br />
dışı uygulamalarda kullanılabilir. Penisiline<br />
allerjisi olan hastalarda klindamisin veya vankomisin<br />
uygulanabilir.<br />
Vankomisin daha çok metisiline dirençli S. aureus<br />
(MRSA) olguları ve beta-laktam allerjisi olan hastalar<br />
için kullanılmalıdır. Vankomisin, beta- laktam<br />
antibiyotiklere duyarlı S. aureus suşlarında,<br />
beta-laktam antibiyotiklere göre daha az efektiftir,<br />
bu da yavaş bakterisidal etkiye neden olur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 55
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları<br />
Linezolid MRSA’ya bağlı protez eklem enfeksiyonlarında<br />
duyarlı olmasına rağmen yan etkileri<br />
nedeniyle uzun süre kullanımı önerilmez.<br />
Linezolidin MRSA enfeksiyonlarında tek başına<br />
kullanımı teikoplanin kadar etkili bulunmasına<br />
rağmen iyi tolere edilememiştir.<br />
Teikoplanin tek başına kullanıldığında MRSA<br />
sayısının azaltılmasında vankomisin kadar etkili<br />
bulunmamıştır. Bundan dolayı özellikle rifampisin<br />
ile kombine kullanımı önerilir.<br />
Daptomisin, vankomisin ve beta-laktam antibiyotiklere<br />
allerjik hastalarda veya metisiline ve<br />
vankomisine dirençli S. aureus suşları ile enfekte<br />
olmuş hastalarda kullanılabilir.<br />
Rifampisin, oral biyoyararlanımı mükemmel ve<br />
biyofilmlerde yüksek konsantrasyona sahip bir<br />
ajandır. Rifampisin tek başına kullanıldığında<br />
veya stafilokoklara etkinliği düşük bir antibiyotik<br />
ile kombine edildiği zaman hızlı bir<br />
şekilde direnç gelişimine neden olur. Bazı<br />
araştırmacılar MRSA veya MRSA protez enfeksiyonlarının<br />
başlangıç tedavisi olarak rifampisin<br />
(2 x 300 mg oral) ile vankomisin (2 x 1 g)<br />
veya nafsilini kombine olarak başlayıp devamında<br />
rifampisin ile siprofloksasin (2 x 750<br />
mg) veya levofloksasin (1 x 750 mg) oral olarak<br />
üç veya altı aya tamamlamaktadırlar.<br />
Stafilokoklarda florokinolon direnci nadir<br />
görüldüğünden bu kombinasyon ile başarılı<br />
sonuçlar alınmaktadır. Kinolonlara dirençli<br />
MRSA enfeksiyonlarında rifampisin ile trimetoprim,<br />
fusidik asit, linezolid ve daptomisin<br />
kombinasyonları uygulanabilir.<br />
Streptokok: Streptokokal protez eklem enfeksiyonlarında<br />
penisilin veya ampisilin parenteral<br />
olarak uygulanabilir. Günlük total 18 milyon<br />
ünite kristalize penisilin, 4 x 2 g ampisilin kullanılır.<br />
Seftriakson 1 x 2 g intravenöz, beta-laktam<br />
antibiyotiklere allerjen hastalarda klindamisin<br />
3 x 900 mg intravenöz kullanılır.<br />
Enterokok: Enterokok türleri ile oluşan protez<br />
eklem enfeksiyonları çok nadir görülür. Kültür<br />
sonuçlarında üreme olduğu zaman ise bunun<br />
kontaminasyona mı, enfeksiyona mı bağlı olduğunu<br />
anlamak oldukça zordur. Yapılan çalışmalarda<br />
kombinasyon veya monoterapi tedavileri<br />
arasında fark görülmemiştir.<br />
56<br />
Gram-negatif basil: Kinolonlara duyarlı gramnegatif<br />
basil enfeksiyonlarında siprofloksasin 2<br />
x 500-750 mg kullanılır. Ancak P. aeruginosa<br />
enfeksiyonlarının tedavisi oldukça güçtür.<br />
Duyarlı olan suşlarda siprofloksasin (2 x 750<br />
mg), seftazidim (3 x 2 g/gün) veya piperasilin<br />
(4 x 3 g/gün) gibi antipsödomonal beta-laktamlar<br />
veya gentamisin, tobramisin gibi aminoglikozidlerle<br />
beta-laktam antibiyotik kombinasyonları<br />
kullanılabilir.<br />
Kültür negatif enfeksiyonlar: Bu hastaların yaklaşık<br />
yarısında kültür alınmadan önce antibiyotik<br />
kullanım hikayesi mevcuttur. Kültür negatif<br />
hastalarda genellikle vankomisin-siprofloksasin<br />
veya siprofloksasin-sefazolin kombinasyonu<br />
gibi gram-negatif ve gram-pozitif mikroorganizmalara<br />
yönelik geniş spektrumlu antibiyotik<br />
kullanımı mevcuttur. Protez eklem enfeksiyonlarında<br />
tedavi Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />
PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARININ<br />
ÖNLENMESİ<br />
Protez eklem enfeksiyonlarının önlenmesinde<br />
preoperatif antimikrobiyal profilaksi tüm hastalara<br />
uygulanan bir yöntemdir. Antimikrobiyal<br />
profilaksi genellikle ilk kesiden 60 dakida önce<br />
verilmelidir. En çok önerilen ajan sefazolindir.<br />
Tablo 2. Protez enfeksiyonlarında tedavi<br />
seçenekleri<br />
Etken İlk seçenek Alternatif Süre<br />
S. aureus<br />
(MSSA)<br />
MRSA<br />
Streptococcus<br />
spp.<br />
Nafsilin<br />
Sefazolin<br />
Vankomisin<br />
Penisilin G<br />
Ampisilin<br />
Seftriakson<br />
Ampisilinsulbaktam<br />
Teikoplanin<br />
Linezolid<br />
Vankomisin<br />
Klindamisin<br />
P. aeruginosa Seftazidim Sefepim<br />
Meropenem<br />
Siprofloksasin<br />
Diğer gram-<br />
negatif<br />
çomaklar<br />
MRSA: Metisiline dirençli S. aureus,<br />
MSSA: Metisiline duyarlı S. aureus.<br />
Seftriakson Sefotaksim<br />
Siprofloksasin<br />
İmipenem<br />
Meropenem<br />
2 hafta<br />
4-6<br />
hafta<br />
4-6<br />
hafta<br />
4-6<br />
hafta<br />
2<br />
hafta<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Genellikle 80 kg’dan hafif hastalara 1 g intravenöz,<br />
80 kg’dan ağır hastalara 2 g intravenöz<br />
olarak uygulanır veya sefuroksim 1.5 g intravenöz<br />
uygulanabilir. Operasyon sırasında fazla<br />
kan kaybının olması veya normal renal fonksiyonlara<br />
sahip hastalarda tekrarlayan doz uygulaması<br />
yapılır. Sefazolin ve sefuroksim operasyon<br />
sonrası iki doz daha tekrarlanır.<br />
Beta-laktam allerjisi olan hastalarda vankomisin<br />
1 g başlanır ve postoperatif 12 saat sonra tekrarlanır.<br />
Vankomisin MRSA için yüksek riskli hastalarda<br />
veya hastanenin MRSA oranları yüksek<br />
ise kullanılmalıdır. Vankomisini tolere edemeyen<br />
veya beta-laktam allerjisi olan hastalarda<br />
diğer bir seçenek klindamisindir. Operasyondan<br />
bir saat önce 600-900 mg intravenöz uygulanır<br />
ve operasyon sonrası iki doz daha tekrarlanır.<br />
Antimikrobiyal profilakside dikkat edilmesi<br />
gereken en önemli konu profilaksinin süresinin<br />
24 saati geçmemesidir.<br />
Protez eklem enfeksiyonlarının önlenmesinde<br />
ameliyat öncesi sistemik hasta muayenesi oldukça<br />
önemlidir. Vücudun herhangi bir bölgesinde<br />
fronkül, üst solunum yolu enfeksiyonu, üriner<br />
sistem enfeksiyonu gibi enfeksiyonların bulunması<br />
operasyonun ertelenmesini gerektirir.<br />
Hasta diyabetik ise mutlaka iyi bir şeker regülasyonu<br />
yapılmalıdır. Yine üriner sistem enfeksiyonları<br />
açısından mutlaka operasyon öncesi tam<br />
idrar ve idrar kültürü tetkikleri yapılmalıdır.<br />
Ameliyathanelerde laminar hava akımı uygulamaları,<br />
özel cerrahi elbise kullanımı ve operasyonlarda<br />
antibiyotik emdirilmiş çimento kullanımı<br />
ve bu gibi diğer teknikler protez eklem<br />
enfeksiyon gelişmesini önleyen yöntemlerdir.<br />
Protez ekleme sahip hastalarda ürolojik ve dental<br />
girişimler öncesi profilaksi uygulamaları tartışmalıdır.<br />
Yapılan çalışmalarda dental uygulamalar öncesi<br />
profilaksi verilmesi kalça ve diz eklem protez<br />
eklem enfeksiyonu gelişme riskini azaltmamıştır.<br />
Amerikan diş cemiyeti ve ortopedik cerrahi<br />
akademisi bakteremi riski yüksek hastalar haricinde<br />
profilaksiyi önermemektedir. Diş çekimi,<br />
periodental uygulamalar, implant uygulamaları<br />
ve kanal tedavisi gibi durumlarda profilaksi<br />
önerilir. Burada uygulanan profilaksi bakteriyel<br />
endokardit profilaksisi gibidir.<br />
Hanefi Cem Gül<br />
Ürolojik girişimler için benzer uygulamalar<br />
bulunmaktadır. Birçok hastada antibiyotik profilaksisi<br />
gerekmez. İmmün sistemi baskılanmış<br />
bakteremi riski yüksek hastalarda profilaksi<br />
gerekebir. Özellikle litotripsi ve bağırsak segmentini<br />
de içeren cerrahi uygulamalar öncesi<br />
profilaksi önerilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. American Dental Association, American Academy of<br />
Orthopedic Surgeons. Antibiotic prophylaxis for dental<br />
patients with total joint replacements. J Am Dent Assoc<br />
2003;134:895.<br />
2. American Academy of Orthopedic Surgeons Information<br />
Statement: antibiotic prophylaxis for bacteremia in patients<br />
with joint replacements. February 2009. Available at:<br />
http://www.aaos.org/about/papers/advistmt/1033.asp<br />
3. Atkins BL, Athanasou N, Deeks JJ, et al. Prospective evaluation<br />
of criteria for microbiological diagnosis of prosthetic-joint<br />
infection at revision arthroplasty. The OSIRIS<br />
Collaborative Study Group. J Clin Microbiol 1998;<br />
36:2932.<br />
4. Berbari EF, Osmon DR, Duffy MC, et al. Outcome of prosthetic<br />
joint infection in patients with rheumatoid arthritis:<br />
the impact of medical and surgical therapy in 200 episodes.<br />
Clin Infect Dis 2006;42:216.<br />
5. Berbari EF, Marculescu C, Sia I, et al. Culture-negative<br />
prosthetic joint infection. Clin Infect Dis 2007;45:1113.<br />
6. Brandt CM, Duffy MC, Berbari EF, et al. Staphylococcus<br />
aureus prosthetic joint infection treated with prosthesis<br />
removal and delayed reimplantation arthroplasty. Mayo<br />
Clin Proc 1999;74:553.<br />
7. Bratzler DW, Hunt DR. The surgical infection prevention<br />
and surgical care improvement projects: national initiatives<br />
to improve outcomes for patients having surgery. Clin<br />
Infect Dis 2006;43:322.<br />
8. Byren I, Bejon P, Atkins BL, et al. One hundred and twelve<br />
infected arthroplasties treated with 'DAIR' (debridement,<br />
antibiotics and implant retention): antibiotic duration and<br />
outcome. J Antimicrob Chemother 2009;63:1264.<br />
9. Cuckler JM, Star AM, Alavi A, Noto RB. Diagnosis and<br />
management of the infected total joint arthroplasty.<br />
Orthop Clin North Am 1991;22:523.<br />
10. Costerton JW, Stewart PS, Greenberg EP. Bacterial biofilms:<br />
a common cause of persistent infections. Science<br />
1999;284:1318.<br />
11. Coventry MB. Treatment of infections occurring in total<br />
hip surgery. Orthop Clin North Am 1975;6:991.<br />
12. Costerton JW, Stewart PS, Greenberg EP. Bacterial biofilms:<br />
a common cause of persistent infections. Science<br />
1999;284:1318.<br />
13. Drancourt M, Stein A, Argenson JN, et al. Oral rifampin<br />
plus ofloxacin for treatment of Staphylococcus-infected<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 57
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Protez Enfeksiyonları<br />
58<br />
orthopedic implants. Antimicrob Agents Chemother<br />
1993;37:1214.<br />
14. El Helou OC, Berbari EF, Marculescu, CE et al. Outcome<br />
of enterococcal prosthetic joint infection: is combination<br />
systemic therapy superior to monotherapy? Clin Infect Dis<br />
2008;47:903.<br />
15. Hsieh PH, Shih CH, Chang YH, et al. Two-stage revision<br />
hip arthroplasty for infection: comparison between the<br />
interim use of antibiotic-loaded cement beads and a<br />
spacer prosthesis. J Bone Joint Surg Am 2004;86-A:1989.<br />
16. Kanafani ZA, Sexton DJ, Pien BC, et al. Postoperative joint<br />
infections due to Propionibacterium species: a case-control<br />
study. Clin Infect Dis 2009;49:1083.<br />
17. Kraemer WJ, Saplys R, Waddell JP, Morton J. Bone scan,<br />
gallium scan, and hip aspiration in the diagnosis of infected<br />
total hip arthroplasty. J Arthroplasty 1993;8:611.<br />
18. Kurtz SM, Ong KL, Lau E, et al. Prosthetic joint infection<br />
risk after TKA in the Medicare population. Clin Orthop<br />
Relat Res 2010;468:52.<br />
19. Levine DP, Fromm BS, Reddy BR. Slow response to vancomycin<br />
or vancomycin plus rifampin in methicillin-resistant<br />
Staphylococcus aureus endocarditis. Ann Intern Med<br />
1991;115:674.<br />
20. Lowy FD. Staphylococcus aureus infections. N Engl J Med<br />
1998;339:520.<br />
21. Moran E, Byren I, Atkins BL. The diagnosis and managenent<br />
of prosthetic joint infections. J Antimicrob<br />
Chemother 2010;65(Suppl):45-54.<br />
22. Nguyen S, Pasquet A, Legout L, et al. Efficacy and tolerance<br />
of rifampicin-linezolid compared with rifampicincotrimoxazole<br />
combinations in prolonged oral therapy<br />
for bone and joint infections. Clin Microbiol Infect<br />
2009;15:1163.<br />
23. Owen RJ, Harper WM, Finlay DB, Belton IP. Isotope bone<br />
scans in patients with painful knee replacements: do they<br />
alter management? Br J Radiol 1995;68:1204.<br />
24. Pandey R, Berendt AR, Athanasou NA. Histological and<br />
microbiological findings in non-infected and infected<br />
revision arthroplasty tissues. The OSIRIS Collaborative<br />
Study Group. Oxford Skeletal Infection Research and<br />
Intervention Service. Arch Orthop Trauma Surg 2000;<br />
120:570.<br />
25. Robbins GM, Masri BA, Garbuz DS, Duncan CP. Primary<br />
total hip arthroplasty after infection. Instr Course Lect<br />
2001;50:317.<br />
26. Sculco TP. The economic impact of infected total joint<br />
arthroplasty. Instructional Course Lectures 1993;42:349-<br />
51.<br />
27. Sendi P, Rohrbach M, Graber P, et al. Staphylococcus<br />
aureus small colony variants in prosthetic joint infection.<br />
Clin Infect Dis 2006;43:961.<br />
28. Sperling JW, Kozak TK, Hanssen AD, Cofield RH. Infection<br />
after shoulder arthroplasty. Clin Orthop Relat Res<br />
2001;206.<br />
29. Tigges S, Stiles RG, Roberson JR. Appearance of septic<br />
hip prostheses on plain radiographs. AJR Am J Roentgenol<br />
1994;163:377.<br />
30. Tsukayama DT, Estrada R, Gustilo RB. Infection after total<br />
hip arthroplasty. A study of the treatment of one hundred<br />
and six infections. J Bone Joint Surg Am 1996;78:512.<br />
31. Widmer AF. New developments in diagnosis and treatment<br />
of infection in orthopedic implants. Clin Infect Dis<br />
2001;33(Suppl 2):S94.<br />
32. Zimmerli W, Widmer AF, Blatter M, et al. Role of rifampin<br />
for treatment of orthopedic implant-related staphylococcal<br />
infections: a randomized controlled trial. Foreign-<br />
Body Infection (FBI) Study Group. JAMA 1998; 279:1537.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında<br />
Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Kronik Osteomiyelit<br />
Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Malatya<br />
59
Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Kronik Osteomiyelit<br />
Kronik osteomiyelit kemik nekrozu, ölü<br />
kemik dokusu (sekestr) ve fistül oluşumu<br />
ile karakterize kemik dokusunun enfeksiyonudur.<br />
Semptomlar kronik ağrı, üşüme ve hafif<br />
ateştir, ancak genellikle belirsizdir. Fizik muayenede<br />
lokal şişlik ve akıntılı lezyon saptanabilir.<br />
Kronik osteomiyelitin tanısı hastalık hikayesi,<br />
laboratuvar bulguları ve görüntüleme tekniklerine<br />
dayanır. Laboratuvar incelemede<br />
kandaki lökosit sayısı normalken, eritrosit sedimentasyon<br />
hızı ve C-reaktif protein düzeyi<br />
yüksek saptanabilir. Tanı için direkt röntgen<br />
grafileri, bilgisayarlı tomografi ve manyetik<br />
rezonans görüntüleme gibi radyolojik yöntemlerden<br />
yararlanılır. Bunun yanı sıra Teknesyum-<br />
99m ile işaretlenmiş lökosit sintigrafileri ayırıcı<br />
tanıda yardımcı olurken; kemik kültürleri antimikrobiyal<br />
seçiminde yol göstericidir.<br />
Osteomiyelitin sınıflandırılmasında çeşitli sınıflandırma<br />
sistemleri kullanılmaktadır. Bunlardan<br />
Lee-Waldvogel sınıflandırmasına göre osteomiyelit<br />
süreye göre akut ve kronik; enfeksiyonun<br />
oluş mekanizmasına göre de hematojen ve<br />
sekonder bir enfeksiyon odağına bağlı gelişen<br />
olarak ayrılmaktadır. Cierny-Mader sınıflamasına<br />
göre hastanın bağışıklık durumu ve kemikteki<br />
tutuluma göre sınıflandırma yapılmaktadır.<br />
Kronik osteomiyelitin standart tedavisi uygun<br />
cerrahi girişim ve antibiyotik tedavisini içerir.<br />
Cerrahi girişim olmadan kronik osteomiyelit<br />
genellikle ortadan kaldırılamaz. Kronik osteomiyelitin<br />
standart cerrahi tedavisi ise debridman<br />
ve debridman sonrası oluşan ölü boşluğun<br />
yumuşak doku ile kapatılmasıdır.<br />
Kronik osteomiyelit tedavisi için antibiyotik<br />
seçilirken; kemik dokuya penetrasyonu, belirlenebilmişse<br />
etkenin duyarlılığı, doz aralıkları<br />
ve uygulama yolları, toksisiteleri ve maliyeti<br />
göz önünde bulundurulması gereken önemli<br />
yönlerdir. Doğru antibiyotiğin seçimi, mikroorganizmanın<br />
doğru tanımlanması ve duyarlılık<br />
durumlarının doğru belirlenmesiyle mümkündür.<br />
Kronik osteomiyelitli hastalarda etyolojik<br />
ajanı belirlemede sinüs traktından alınan kültürlerin<br />
yerine intraoperatif kemik doku kültürlerinin<br />
alınması, etkenin doğru belirlenmesinde<br />
daha yararlıdır. Kronik osteomiyelitli bir<br />
hastada etken saptanmadığında geniş spektrumlu<br />
ampirik antimikrobik tedavi verilmelidir.<br />
Kronik osteomiyelitte kemik debridmanından<br />
sonra doku revaskülarizasyonu üç-dört hafta-<br />
60<br />
dan kısa olmadığı için, antimikrobiyal tedavinin<br />
süresi en az dört-altı hafta olmalıdır. Betalaktamların<br />
kullanıldığı tedavilerde sıklıkla iki<br />
hafta yüksek doz parenteral kullanımın ardından,<br />
üç-dört hafta oral kullanım önerilebilmektedir.<br />
Antibiyotik emdirilmiş kemik çimentoları<br />
ve boncukların, çoğunlukla sistemik antibiyotiklerle<br />
birlikte, kronik osteomiyelitlerin tedavisinde<br />
kullanılabileceği belirtilmektedir.<br />
Gram-negatif bakterilere bağlı osteomiyelitin<br />
tedavisinde, eğer etken duyarlı ise, florokinolonlar<br />
yüksek kemik penetrasyonları, oral tedaviye<br />
olanak sağlamaları nedeniyle mükemmel<br />
antibiyotiklerdir. Stafilokoklara bağlı osteomiyelitin<br />
patofizyolojisinde biyofilm tabakası<br />
oldukça önemlidir. Biyofilm içindeki bakterilere<br />
karşı aktiviteleri nedeniyle rifampin bazı araştırmalarda<br />
önerilmesine karşın, bazı araştırmalarda<br />
bu konuda yeterli kanıt olmadığı ileri sürülmektedir.<br />
Osteomiyelit tedavisinde tek başına<br />
rifampin kullanımı ile hızlı direnç gelişimi<br />
olduğu için, diğer bir antimikrobiyal ile birlikte<br />
kullanılmalıdır. Metisiline duyarlı Staphylococcus<br />
aureus’a bağlı gelişen osteomiyelit tedavisi için<br />
parenteral başlanan antimikrobiyal tedaviye oral<br />
antibiyotiklerle devam edilebilir.<br />
Hiperbarik oksijen tedavisi ve negatif basınçlı<br />
yara tedavisi osteomiyelit için destekleyici tedavilerdir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Akinyoola AL, Adegbehingbe OO, Aboderin AO.<br />
Therapeutic decision in chronic osteomyelitis: sinus track<br />
culture versus intraoperative bone culture. Arch Orthop<br />
Trauma Surg 2009;129:449-53.<br />
2. Haas DW, McAndrew MP. Bacterial osteomyelitis in<br />
adults: evolving considerations in diagnosis and treatment.<br />
Am J Med 1996;101:550-61.<br />
3. Haidar R, Der Boghossian A, Atiyeh B. Duration of postsurgical<br />
antibiotics in chronic osteomyelitis: empiric or<br />
evidence-based? Int J Infect Dis 2010;14:e752-8.<br />
4. Lazzarini L, Lipsky BA, Mader JT. Antibiotic treatment of<br />
osteomyelitis: what have we learned from 30 years of<br />
clinical trials? Int J Infect Dis 2005;9:127-38.<br />
5. Lew DP, Waldvogel FA. Osteomyelitis. Lancet 2004;<br />
364:369-79.<br />
6. Rao N, Ziran BH, Lipsky BA. Treating osteomyelitis: antibiotics<br />
and surgery. Plast Reconstr Surg 2011;127(Suppl<br />
1):S177-S87.<br />
7. Shuford JA, Steckelberg JM. Role of oral antimicrobial<br />
therapy in the management of osteomyelitis. Curr Opin<br />
Infect Dis 2003;16:515-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
EHKM Uzmanlığı:<br />
Geleceğe Yansımalar:<br />
EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />
İstanbul<br />
61
EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />
EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />
Osmanlı Devletinde müstakil olarak ilk tıp<br />
okulunun açılışı ülkede batıya yönelimin<br />
başladığı III. Selim devrindedir. Rum öğrenciler<br />
için Kuruçeşme’de, aynı dönemlerde<br />
Kasımpaşa Taşkızak tersanesinde Türk öğrenciler<br />
için tıp eğitimi veren birer okul açılmıştır.<br />
Sonraları Kuruçeşme’deki okul Mora’daki Rum<br />
isyanı sırasında kapatılmış, Kasımpaşa’daki<br />
okul ise 1822 yılında çıkan bir yangınla yok<br />
olmuştur. Sultan II. Mahmut döneminde batılılaşma<br />
hareketi daha da hız kazanmıştır. Bu<br />
dönemin Hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi<br />
padişaha 26 Ocak 1826 tarihinde sunduğu bir<br />
öneri ile, islam hekimlerinin yeterli tıbbi bilgi<br />
ve yabancı dil bilgisinden yoksun olduklarını,<br />
askerlerimizin sağlığını gayrimüslim hekimler<br />
yerine iyi yetiştirilmiş kendi hekimlerimize<br />
emanet etmenin gerekli olduğunu ifade etmiştir.<br />
Sultan II. Mahmut’un teklifi uygun görmesiyle<br />
1827 yılında “Tıbhane” ve beş yıl kadar<br />
sonra da “Cerrahhane” açılmıştır.<br />
1839 yılında iki okul birleştirilerek bugün<br />
Galatasaray Lisesinin olduğu binada Sultan II.<br />
Mahmud tarafından “Mekteb-i Tıbbiye” olarak<br />
açılmış ve öğrencilerine Sultan Mahmut tarafından<br />
üstünlük işareti olan nişanlar verilerek<br />
zamanın en iyi şartları sağlanmıştır.<br />
II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde sağlıkla<br />
ilgili konulara da önem verilmiş ve zamanın<br />
en modern tıp fakültesi ve hastanelerinin<br />
kurulması hedeflenmiştir. Avrupa’daki tıp ve<br />
bilim alanındaki gelişmeler çok yakından takip<br />
edilerek en kısa sürede ülkeye getirilmeye çalışılmıştır.<br />
Kuduz aşısının Pasteur tarafından<br />
keşfinden birkaç yıl sonra İstanbul’da üretilebilir<br />
ve hatta yurt dışına satılabilir hale gelmesi<br />
bunun en güzel örneklerinden birisidir. Yine<br />
Abdülhamid tarafından önce 1898 (Gülhane)<br />
yılında kurulan ve daha sonra da 1903 yılında<br />
Haydarpaşa-İstanbul’da yeniden tesis edilen<br />
Tıbbiye-i Şahane (Askeri Tıbbiye) ülkemizdeki<br />
modern tıbbın çekirdek kurumlarından birini<br />
teşkil etmiştir. Tıbbiye-i Şahane 1914-1918<br />
yılları arasında yalnızca askeri hastane olarak<br />
görev yapmıştır. 1918 yılında Gülhane müdürlüğüne<br />
Dr. Süleyman Numan Paşa getirilmiştir.<br />
Savaş sonrası, İstanbul yabancı ordular tarafından<br />
ele geçirilince, Aralık 1918 yılında Gülhane<br />
de Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Üç gün<br />
içinde hastane, sargı ve komprime yapım yerle-<br />
62<br />
ri ile birlikte Gümüşsuyu Asker Hastanesine<br />
taşınmak zorunda kalmış, Süleyman Numan<br />
Paşa da tutuklanıp Malta’ya sürülmüştür.<br />
Yaklaşık beş yıl sonra büyük zafer sonrası 2<br />
Ekim 1923 günü Gümüşsuyu’ndan tekrar kendi<br />
binalarına taşınmıştır.<br />
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1941<br />
yılında Cebeci-Ankara’ya taşınan askeri tıbbiye<br />
1947 yılında GATA (Gülhane Askeri Tıp<br />
Akademisi) adını almıştır. Bu kurumda görev<br />
yapan Abdülkadir Noyan (1943-1946) ve Behiç<br />
Onul (1946-1949) gibi hocalar daha sonra<br />
AÜTF’nin kuruluşu / EHKM kürsüsünün kuruluşunda<br />
da görev almışlardır. Aynı şekilde;<br />
• Prof. Dr. Ö. Fethi TEZOK<br />
• Prof. Dr. Fethi SERTER<br />
• Prof. Dr. Kaya KILIÇTURGAY<br />
• Prof. Dr. Kazım KURTAR<br />
• Prof. Dr. Kemal BİROL<br />
• Prof. Dr. Sedat ARITÜRK<br />
• Prof. Dr. İbrahim BAYDAR<br />
• Prof. Dr. Alaaddin PAHSA<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi EHKM’deki hizmetlerini<br />
takiben UÜTF, EÜTF, GÜTF, DÜTF,<br />
Gaziantep ÜTF vb. tıp fakültelerinin EHKM’de<br />
de kurucu öğretim üyesi/üst düzey yönetici olarak<br />
görev almışlardır.<br />
Osmanlı tarihinde, Kırım Savaşı’na (1854) kadar<br />
enfeksiyon hastalıkları ile ilgili herhangi bir atılıma<br />
rastlanmamaktadır. Bu savaşta çok sayıda<br />
asker ve sivilin tifo ve tifüs salgını nedeniyle<br />
kaybedilmesinden sonra bulaşıcı hastalıklarla<br />
ilgili eksikliklerin farkına varılmış ve bu konuyla<br />
ilgilenilmeye başlanılmıştır.<br />
Birinci Dünya Savaşı sırasında ordular yalnızca<br />
birbirleriyle değil, kimi zaman birbirlerinden<br />
daha öldürücü bir düşmanla, salgın hastalıklarla<br />
mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Özellikle<br />
kötü beslenme ve olumsuz hava ve barınma<br />
koşulları hem askerlerin hem de sivil nüfusun<br />
kolera, tifüs, dizanteri, hatta grip gibi hastalıklar<br />
neticesinde ölümlerine yol açmıştır. Örneğin;<br />
1918 yılında Fransa-Almanya sınırındaki siperlerde<br />
başlayan grip salgını kısa zamanda tüm<br />
kıtayı sarmış, hatta ABD’ye ulaşmış ve yüzbin-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
lerce insanın ölümüne yol açmıştır. Benzer bir<br />
biçimde 1914 kışında Rus ordusunu çekilmeye<br />
zorlamak üzere gerçekleştirilen Sarıkamış harekatında<br />
binlerce Osmanlı askeri tifüs salgını<br />
nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Hekimlerimiz<br />
pek çok cephede çeşitli düşman ordularına karşı<br />
devam eden savaşların da olumsuz etkisiyle tifo,<br />
kolera, dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklara yönelik<br />
aşı faaliyetlerinde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir.<br />
Bunların en dikkat çekeni ve önemlisi<br />
ise tifüs aşısının başarı ile üretimi ve yaygın<br />
olarak uygulanması ile elde edilen başarılar tüm<br />
dünyaya örnek olacak nitelikte olmuştur.<br />
• Dr. Hüsamettin Şerif (Kural) (1879-1945) ilk<br />
bakteriyoloji (Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji) hocası olarak kabul edilebilir.<br />
Ülkemizde Osmanlı devleti zamanında bağımsız<br />
bir branş olarak EHKM mevcut değildi. Bugünkü<br />
bağımsız pek çok branş gibi iç hastalıkları<br />
(dahiliye) branşının içinde yer almaktaydı.<br />
1926 yılında da Dr. Kemal Hüseyin<br />
PLEVNELİOĞLU’nun önerileri ile bakteriyoloji<br />
branşının iç hastalıkları kliniğinden<br />
ayrılmasına karar verilmiştir. Gülhane’de<br />
(1925) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Enfeksiyon<br />
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji hocası<br />
unvanını almıştır. Daha sonra AÜTF’ye geçerek<br />
(1945) sivil tıp kurumlarımızdaki ilk Enfeksiyon<br />
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji profesörü<br />
unvanını kazanmıştır.<br />
Dr. Reşat Rıza (KOR), Dr. Süleyman Numan<br />
Paşa, Dr. Hüsamettin Şerif, Dr. Kemal Hüseyin<br />
Plevnelioğlu, Dr. Mustafa Hilmi Sağlam, Prof.<br />
Dr. Tevfik Sağlam, Ord. Prof. Dr. Abdülkadir<br />
Noyan, Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat ve pek çok<br />
hekimimiz savaşların, olumsuz ekonomik<br />
koşulların dolayısıyla bulaşıcı enfeksiyon hastalıklarının<br />
kol gezdiği salgın dönemlerinde çok<br />
büyük fedakarlıklarla çok sayıda başarılara imza<br />
atmışlardır. Bu hastalıklardan bir kısmı aşağıda<br />
liste halinde verilmiştir.<br />
• Kolera<br />
• Sarı menenjit<br />
• Lekeli tifo (lekeli humma = tifüs)<br />
• Tifo (karahumma) salgını<br />
• İshaller<br />
• Hummai-Racia<br />
• Veba<br />
• Amipli dizanteri<br />
• Basilli dizanteri<br />
• Kala-azar intanı<br />
• Zührevi hastalıklar ve frengi<br />
• Çiçek<br />
• Letharjik ensefalit<br />
• Ruam<br />
• Malarya<br />
• Pnömoni<br />
T.C. Tababet ve Uzmanlık Tüzükleri ve<br />
Branşımızın Seyri<br />
1928: Bakteriyoloji<br />
1947: Bakteriyoloji ve İntani Hastalıklar<br />
1983: Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji<br />
Vedat Turhan<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk tababet tüzüğünde<br />
(1928) “Bakteriyoloji” olarak geçen uzmanlık<br />
dalımız bir sonraki tüzükte “Bakteriyoloji ve<br />
İntani Hastalıklar” adını almıştır. Böylece tek<br />
başına “Bakteriyoloji” diye bir branş kalmıyor.<br />
Otuz altı yıl sonraki tüzükte (1983) ise branşımız<br />
“Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji” olarak tanımlanıyor ve bugünkü<br />
son şeklini alıyor.<br />
1947 yılı öncesinde mevcut olan az sayıdaki<br />
“Bakteriyoloji” (o zamanki adıyla) uzmanı<br />
hekim, bugünkü anlamda birer “Enfeksiyon<br />
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji (EHKM)”<br />
uzmanı gibi hizmet görmekteydi. Hem bizzat<br />
enfeksiyon olgularının teşhisi (Mikrobiyoloji<br />
Laboratuvar faaliyetleri) hem de bu hastaların<br />
tedavisini üstlenmişlerdi. Yani EHKM dalı zaten<br />
var olan iki ayrı dalın günün birinde birleşmesiyle<br />
oluşmuş “birleşik” bir uzmanlık dalı değildir.<br />
“Türkiye’de Sağlık ve İnsan Gücü Raporu-<br />
2010”a göre günümüzde ülkemizde 1102 EHKM<br />
uzmanı bulunmaktadır. Bunun 718’i<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 63
EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />
EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />
Üniversitelerde, 195’i üniversitelerde, 189’u ise<br />
özel sağlık kuruluşlarında hizmet vermektedir.<br />
Türkiye’de EHKM uzmanı hekimler kronik viral<br />
hepatitler, hastane enfeksiyonları, toplum<br />
kökenli enfeksiyonlar gibi sürekli uğraşılarının<br />
yanı sıra Kırım-Kongo kanamalı ateşi, influenza<br />
gibi epidemiler, hantavirüs, Batı Nil virüsü ensefaliti,<br />
tatarcık humması (Sandfly fever) gibi<br />
enfeksiyöz epidemilerin, nedeni bilinmeyen<br />
ateşlerin erkenden teşhis edilmesi, tanımlanması,<br />
korunma ve ülke ve uluslararası düzeyde<br />
koordinasyon gibi konularda da çok önemli hizmetleri<br />
yerine getirmeye devam etmektedirler.<br />
64<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ahmet Tetik. “4'üncü Ordu Komutanlığı'nın Bölgesinde<br />
Salgın Hastalıklarla Mücadele ve İnsani Yardım<br />
Çalışmaları”. ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 30, 2008.<br />
http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIc<br />
erik&IcerikNo=573<br />
2. Armağan M. Abdülhamit’in kurtlarla dansı. 2006, İstanbul.<br />
3. Doğanay M. 70’lerden Günümüze Türkiye’de Enfeksiyon<br />
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Alanının<br />
Tarihçesi". (Konferans). <strong>EKMUD</strong> 2010 Kongresi, Bilkent-<br />
Ankara.<br />
4. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/ichastaliklari/tanitim/default.asp?sayfa=tarihce<br />
5. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/enfeksiyon/tarihce.<br />
htm<br />
6. http://www.haydarpasanumune.gov.tr/Tarihcemiz.aspx<br />
7. Klimik Bülteni (10),Ocak/Şubat/Mart 2001. http://www.<br />
klimik.org.tr/pdfs/bulten10.pdf<br />
8. Ord. Prof. Dr. Abdülkadir Noyan. Son Harplerde Salgın<br />
Hastalıklarla Savaşlarım. Ankara: Ankara Tıp Fak Yay<br />
1956;54.<br />
9. Türkiye’de Sağlık ve İnsan Gücü Raporu- Sağlık Bakanlığı,<br />
YÖK, 2010.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
HIV/AIDS:<br />
Fırsatçı Enfeksiyonların<br />
Profilaksisi<br />
Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Adana<br />
65
HIV/AIDS:<br />
Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi<br />
Antiretroviral tedavi (ART)’nin kullanıma<br />
girmesiyle birlikte fırsatçı enfeksiyon sıklığında<br />
belirgin azalma meydana gelmiştir.<br />
Özellikle sitomegalovirüs (CMV) ve<br />
Mycobacterium avium complex (MAC) enfeksiyonları,<br />
ART öncesi döneme göre 1/10’dan daha<br />
az sıklıkta görülmeye başlamıştır. ART ile, yalnız<br />
enfeksiyonların sıklığında değil, seyrinde de<br />
değişiklikler meydana gelmiştir. AIDS’in epidemik<br />
olduğu önceki yıllarda, AIDS tanımlayıcı<br />
hastalık tanısı sonrası yaşam iki-üç yıl iken, bu<br />
süre 15 yıl ve daha uzun sürelere ulaşmıştır.<br />
Ancak yeni gelişmelere karşın, fırsatçı enfeksiyonların<br />
yönetimi ile ilgili pek çok sorun çözülebilmiş<br />
değildir. Örneğin; progresif multifokal<br />
lökoensefalopati (PML) ve kriptosporidiyozun<br />
uygun tedavisi mevcut değildir. Diğer bir sorun<br />
Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) gibi bazı<br />
fırsatçı enfeksiyonların tedavi direncinin giderek<br />
artmasıdır. Aynı zamanda ART, her zaman<br />
hızlı düzelmeye neden olamamakta, bazen de<br />
immün rekonstitüsyon inflamatuvar sendrom<br />
(IRIS) gibi durumu komplike edici atipik tablolara<br />
neden olabilmektedir.<br />
Fırsatçı enfeksiyonların önlenmesinde temel<br />
yaklaşım, immün durumun yani CD4 sayısının<br />
bilinmesidir. Bu hem fırsatçı enfeksiyonların<br />
dışlanmasını sağlar hem de profilaktik yaklaşımlara<br />
zemin hazırlar. Tablo 1’de CD4 sayısı ile<br />
beklenen fırsatçı enfeksiyonların listesi yer<br />
almaktadır.<br />
PNEUMOCYSTİS CARİNİİ PNÖMONİSİ<br />
PCP hayatı tehdit eden ve fatalite oranı yüksek<br />
bir hastalıktır. Pnömosistis enfeksiyonlarının<br />
ekstrapulmoner tutulumu nadirdir ancak herhangi<br />
bir organı tutabileceği unutulmamalıdır.<br />
CD4 sayısı 200/µL’nin altında PCP riski artmaktadır.<br />
Profilakside ilk tercih edilecek ilaç trime-<br />
66<br />
toprim-sülfametoksazoldür. Günlük doz uygulamaları<br />
(480 mg), haftada üç gün (960 mg)<br />
uygulamadan biraz daha fazla etkilidir.<br />
Trimetoprim-sülfametoksazol allerjisi durumunda,<br />
birkaç hafta süre ile desensitizasyon<br />
mümkündür. Pediatrik trimetoprim-sülfametoksazol,<br />
desensitizasyon için kullanılabilir. Doz<br />
480 mg’lık tabletin %12.5, %25, %37.5, %50 ve<br />
%75-100’ü olacak şekilde altı gün içinde artırılarak<br />
uygulanır. Bu şekilde hastaların 3/4’ü tedaviyi<br />
yeniden tolere edebilir. Alternatif ilaçlar<br />
olarak pentamidin, dapson, dapson + primetamin<br />
ve atovakon kullanılabilir.<br />
SEREBRAL TOKSOPLAZMOZ<br />
Sıklıkla latent enfeksiyonun reaktivasyonu<br />
sonucu oluşur. Toksoplazmanın serebral dışı<br />
tutulumu oldukça nadirdir ve otopsi sırasında<br />
belirlenir. Yaşamı tehdit edicidir ve tedavisi<br />
komplikedir, bu nedenle önlenmesi çok önemlidir.<br />
Relapslar ya da sekellerin tedaviye rağmen<br />
görülmesi nadir değildir. Toksoplazmozu belirlenen<br />
hastaların sıklıkla, ART ya da profilaksi<br />
almadıkları gözlenmiştir.<br />
Temas Profilaksisi<br />
IgG’si negatif olan hastaların çiğ ya da iyi pişmemiş<br />
et yememeleri primer enfeksiyondan korunmada<br />
önemlidir. Genel görüşe karşın, kanıtlanmamış<br />
bir başka bulaş da kedi temasıdır. Bu<br />
konuda görüş birliği yoktur, ancak kesin olan,<br />
katı hijyen kurallarının (kedi kumlarının temizlenmesinde<br />
eldiven kullanılması gibi) uygulanmasıdır.<br />
Primer Profilaksi<br />
CD4 sayısı 100/µL’nin altında olan IgG pozitif<br />
hastalara primer profilaksi verilmelidir. Tercih<br />
edilen ilaç trimetoprim-sülfametoksazoldür.<br />
Allerji durumunda desensitizasyon uygulanma-<br />
Tablo 1. CD4 sayısı ile AIDS ilişkili hastalıkların ilişkisi<br />
CD4 sayısı Hastalıklar<br />
Sınır değer yok Kaposi sarkomu, pulmoner tüberküloz, HZV, bakteriyel pnömoni, NHL<br />
< 250/µL PCP, özefageal kandidoz, PML, HSV<br />
< 100/µL Serebral toksoplazmoz, kriptokokoz, miliyer tüberküloz<br />
< 50/µL CMV retinit, atipik mikobakteriyoz<br />
HZV: Herpes-zoster virüs, NHL: Non-Hodgkin lenfoma, PCP: Pneumocystis carinii pnömonisi, PML: Progresif multifokal lökoensefalopati,<br />
HSV: Herpes simpleks virüs, CMV: Sitomegalovirüs.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
lıdır. Dapson + primetamin ya da yüksek doz<br />
dapson alternatif tedavi ilaçlarıdır. Primer profilaksi<br />
CD4 sayısı en az üç ay süre ile 200/µL’nin<br />
üzerine çıkarsa güvenle kesilebilir.<br />
Sekonder (İdame <strong>Tedavi</strong>) Profilaksi<br />
İmmün rekonstitüsyonun olmadığı durumlarda<br />
yaşam boyu profilaksi gerekebilir. Doz, akut<br />
tedavide uygulanan dozun yarısı şeklinde planlanır.<br />
<strong>Tedavi</strong>de sülfadiazin + primetamin, klindamisin<br />
+ primetamin ya da atovakon + primetamin<br />
kullanılır. Manyetik rezonansın normal<br />
olması ya da lezyonun kontrast tutması şartı ile,<br />
CD4 sayısının altı ay süre ile 200/µL’nin üzerine<br />
çıkması durumunda idame tedavisi kesilebilir.<br />
CMV RETİNİT<br />
CD4 sayısının 50/µL’nin altına düştüğü durumlarda<br />
CMV enfeksiyonunun reaktivasyonu söz<br />
konusudur, sıklıkla retinit şeklinde bulgu verir.<br />
Geçmişte, AIDS ilişkili hastalıklar arasında en<br />
sık görülen hastalıktı ve %30 hastada körlük ile<br />
sonuçlanmaktaydı. CMV’nin diğer tutulumları<br />
(pnömoni, özefagusta ülser, kolit, ensefalit ve<br />
sinüzit) nadirdir (%15). Tanısı zordur ve sıklıkla<br />
histolojik olarak tanıya gidilir.<br />
Primer Profilaksi<br />
Primer profilaksi tartışmalıdır ve önerilmemektedir.<br />
Ancak, CD4 sayısı 200/µL’den az olan<br />
hastaların üç ayda bir fundoskopik muayenesi<br />
yapılmalıdır. Özellikle hastaların ART’ye başlamadan<br />
önce muayene edilmesi, tedavi sonrası<br />
immün yanıtla büyüyebilecek lezyonların erken<br />
görülmesini sağlayacaktır.<br />
Sekonder Profilaksi<br />
Akut tedavinin üç haftasından sonra ancak lezyonun<br />
skar formasyonundan en erken zamanda,<br />
tercihan azaltılmış doz valgansiklovir ile sekonder<br />
profilaksi (idame tedavi) başlanmalıdır. Bu<br />
tedavinin gansiklovire benzer şekilde miyelotoksik<br />
olduğu akılda tutulmalıdır. Sekonder<br />
profilaksi mümkün olduğunca erken kesilmelidir.<br />
Kesilme için CD4 sayısının altı aydan fazla<br />
süre ile > 100-150/µL olması önerilmektedir.<br />
Oral valgansiklovir altında olan relapslarda, foskarnet<br />
ya da sidofovir ile reindüksiyon ve idame<br />
tedavisi planlanmalıdır.<br />
Behice Kurtaran<br />
KANDİDOZ<br />
İyi immün durumda bile, ART başlanmasına<br />
sebep olabilecek bir tablodur. Özefageal kandidoz<br />
ve oral mukozit diğer fırsatçı enfeksiyonları<br />
takiben meydana gelmektedir. İmmün sistem iyi<br />
ise, alkolizm ve steroid tedavisi araştırılmalıdır.<br />
Vajinal kandidoz kadında önemli bir sorundur.<br />
Kandidemi, ciddi immünyetmezliğe karşın<br />
insan immünyetmezlik virüsü (HIV) enfekte<br />
bireylerde nadirdir.<br />
Kandida profilaksisinin yaşam üzerine yararı<br />
gösterilmemiştir. Uzun süreli profilaksi dirençli<br />
suşların seçimine de neden olabilmektedir. Her<br />
immünyetmezlikli hastanın, mutlaka her vizitte<br />
ağız muayenesi yapılmalıdır.<br />
TÜBERKÜLOZ<br />
Tüm dünyada en önemli olarak kabul edilen<br />
fırsatçı enfeksiyondur. HIV enfekte hastaların<br />
%8’inde meydana gelir. HIV negatif bireylere<br />
göre sıklığı sekiz kat fazladır. Yine dirençli<br />
(MDR) tüberküloz sıklığı da diğer popülasyona<br />
göre oldukça yüksektir. Tüberküloz, CD4 sayısından<br />
bağımsız olarak enfeksiyonun her evresinde<br />
meydana gelebilir. Ancak dissemine tüberküloz<br />
sıklığı, ileri immünyetmezlikte daha fazladır.<br />
AIDS ilişkili ölümlerin üçte birinden<br />
sorumludur.<br />
Latent Tüberküloz Enfeksiyon <strong>Tedavi</strong>si<br />
Latent tüberküloz enfeksiyonu, aktif tüberküloz<br />
yokluğunda tüberkülin deri testi (TST) ya da<br />
IGRA ile pozitif immün yanıt olarak tanımlanmaktadır.<br />
Pozitif immün yanıtı olan bireylerin<br />
ne kadarının gerçekte canlı bakteri ile enfekte<br />
olduğu bilinememektedir. Ancak, pozitif immün<br />
yanıtı olan tüm HIV enfekte bireylerin, aktif<br />
hastalığın önlenmesi için tedavi alması önerilmektedir.<br />
“Centers for Disease Control and<br />
Prevention (CDC)” 2007 rehberine göre TST ≥<br />
5 mm olan HIV enfekte kişilere latent enfeksiyon<br />
tedavisi verilmelidir. ELISPOT (T-SPOT TB<br />
test), düşük CD4 sayılı hastalarda, TST ve<br />
ELISA (Quantiferon-Gold tüp testi)’dan üstün<br />
görünmektedir.<br />
Dokuz ay süre ile izoniazid 300 mg/gün dozunda<br />
ya da 600 mg/gün dozunda rifampisin önerilmektedir.<br />
Alternatif olarak iki ay süre ile rifampisin<br />
+ pirazinamid kullanılabilmekte ancak hepatotoksisitesi<br />
nedeniyle önerilmemektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 67
HIV/AIDS:<br />
Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi<br />
ATİPİK MİKOBAKTERİYOZ<br />
MAC enfeksiyonları ile sinonim olarak kullanılan<br />
bir tanımdır. MAC doğada, canlı-cansız<br />
ortamlarda sık bulunmaktadır ve temas profilaksisi<br />
mümkün değildir. Asemptomatik hastaların<br />
balgam ve dışkı örneklerinde bulunmasına<br />
karşın, ileri immünyetmezliği olan ve CD4 sayısı<br />
50/µL olanlarda hastalık oluşturmaktadır.<br />
ART olmadığı dönemlerde wasting sendromuna<br />
eşlik eden kronik, dissemine hastalık oluştururken,<br />
ART tedavisi ile birlikte daha lokalize bir<br />
tablo sergilemektedir.<br />
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde plasebo<br />
kontrollü çalışmalar, makrolidlerin (azitromisin,<br />
klaritromisin), rifabutin kadar, MAC morbidite<br />
ve mortalitesini azalttığını göstermişlerdir.<br />
Ancak hastalık Avrupa’da daha nadirdir ve<br />
uyum sorunları ve direnç potansiyeli nedeniyle<br />
MAC profilaksisi kullanımı ABD’den daha azdır.<br />
CD4 sayısı < 50/µL olanlarda makrolid ile (azitromisin<br />
1200 mg/haftada bir ya da klaritromisin<br />
2 x 500 mg/gün) önerilmektedir. İdame tedavisi<br />
ise rifabutinsiz makrolid + etambutol şeklinde<br />
olmaktadır. Primer ve sekonder profilaksi CD4<br />
sayısı altı aydan uzun süre 100/µL’nin üzerinde<br />
seyrettiğinde sonlandırılabilir.<br />
HERPES SİMPLEKS<br />
Ciddi immünsüpresyon durumunda (CD4 sayısı<br />
< 100/µL) kronik enfeksiyonları sıktır. Ciddi<br />
olgularda özefagusta ülser, ensefalit, keratit,<br />
keratokonjunktivit, pnömoni ve bronşit gözlenebilir.<br />
Bu olgular ile lezyonun dört haftadan<br />
uzun sürmesi durumunda herpes simpleks<br />
enfeksiyonu AIDS tanımlayıcı hastalık olarak<br />
kabul edilmektedir.<br />
Primer profilaksi önerilmemektedir. Bununla<br />
birlikte bir meta-analizde asiklovirin hem HSV,<br />
hem de HZV riskini %70’den fazla, mortaliteyi<br />
ise %22 azalttığı gösterilmiştir. Ancak ART ile<br />
bu bilgilerin değişmiş olduğu düşünülmektedir.<br />
Bugün bile, persistan, tekrarlayan enfeksiyonların<br />
asiklovir ya da valasiklovir ile düşük doz,<br />
uzun süre tedavisi akla yatkın gelmektedir.<br />
HERPES ZOSTER<br />
HZV reaktivasyonu immünsüpresiflerde sık karşılaşılan<br />
bir durumdur. Ayrıca, jeneralize olma-<br />
68<br />
ya da eğilimlidir. Hastalığın nörolojik komplikasyonları<br />
(ensefalit, miyelit ve kafa çifti tutulumları)<br />
söz konusudur.<br />
Varisella aşılaması önceleri önerilmese de, plasebo<br />
kontrollü çalışmalarda CD4 sayısı > 400/<br />
µL olanlarda etkili ve oldukça güvenli olduğu<br />
gösterilmiştir. VZV serolojisi negatif olan bireylere<br />
önerilebilir. Serolojisi negatif olan ve yüksek<br />
riskli temas sonrasında VZV hiperimmünglobulini<br />
2 mg/kg intravenöz olarak uygulanabilir.<br />
Uzun süreli primer profilaksi önerilmese de<br />
bazı otörler, persistan tekrarlayan epizodu olan<br />
hastalara düşük doz ile uzun süreli profilaksi<br />
önermektedir.<br />
PROGRESİF MULTİFOKAL<br />
LÖKOENSEFALOPATİ<br />
Santral sinir sisteminin ağır demiyelinizan hastalığıdır<br />
ve JC virüs denilen bir polyoma virüs<br />
tarafından oluşturulur. Beyaz cevheri tutan multifokal<br />
demiyelinizasyonla giden bir hastalıktır<br />
ve CMV ve MAC enfeksiyonundan farklı olarak,<br />
her zaman hastalığın son dönemi ile bağlantısı<br />
yoktur. Sıklıkla CD4 sayısı 100/µL’nin altında<br />
oluşsa da daha yüksek CD4 sayılarında da meydana<br />
gelebilir.<br />
Profilaksisi ve tedavisi yoktur ancak deneysel<br />
tedavi yaklaşımları söz konusudur.<br />
BAKTERİYEL PNÖMONİ<br />
Göreceli olarak iyi immün durumlarda (CD4 ><br />
200/µL) da oluşmasına karşın, radyolojik ve<br />
klinik olarak tekrarlayan (12 ayda > 1) akut<br />
pnömoniler, AIDS tanımlayıcı hastalık olarak<br />
kabul edilmektedir. İntravenöz madde bağımlılarında<br />
daha sık görülmektedir.<br />
Pnömokok aşılaması etkili bir koruma sağlamaktadır.<br />
İmmün durumu yeterli (CD4 > 200/<br />
µL) olan HIV enfekte bireylerde kullanılabilir.<br />
Yeni veriler CD4 sayısından bağımsız olarak<br />
pnömokokal hastalığa karşın etkili olduğunu<br />
bildirmektedir.<br />
KRİPTOSPORİDİYOZ<br />
Fekal-oral yolla bulaşan bir parazitik intestinal<br />
hastalıktır. İmmün sistemi sağlam bireylerde<br />
kısa süreli ishal oluştururken, AIDS’te sıklıkla<br />
kronik ishal nedeni olmaktadır. Özellikle CD4<br />
sayısı < 50/µL bireylerde, yaşamı tehdit eden su<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
ve elektrolit kayıplarına neden olur. Kronik<br />
form AIDS tanımlayıcı hastalıktır.<br />
Genel kabul görmüş profilaksisi yoktur.<br />
Retrospektif çalışmalar, rifabutin ve klaritromisinin<br />
koruyucu etkisini göstermektedir. En<br />
önemli koruyucu yaklaşım, iyi hijyen ve musluk<br />
sularının içilmemesidir. Ayrıca, enfekte hastaların,<br />
diğer immünsüprese hastalar ile aynı odada<br />
kalmaması da önerilmektedir.<br />
KRİPTOKOKOZ<br />
En önde gelen AIDS tanımlayıcı hastalıktır.<br />
İnhalasyon yolu ile Cryptococcus neoformans’ın<br />
ana rezervuarı olan kuşlardan bulaşır. Sıklıkla<br />
enfeksiyonu ağır immünyetmezlik ile birliktedir<br />
ve tedavi edilmezse fataldir. Sıklıkla CD4 sayısı<br />
< 100/µL olanlarda görülür.<br />
Temas kesin olarak önlenememektedir. Primer<br />
profilaksi endemik bölgelerde bile önerilmemektedir.<br />
Flukonazol (200-400 mg/gün), sekon-<br />
Behice Kurtaran<br />
der profilakside (idame tedavisi) önerilmektedir<br />
ve itrakonazole üstündür. CD4 sayısı > 200/µL<br />
üç ile altı ay arasında olduğunda flukonazol<br />
kesilebilir.<br />
SALMONELLA SEPTİSEMİSİ<br />
Tekrarlayan nontifoidal Salmonella septisemisi,<br />
AIDS tanımlayıcı hastalık olarak kabul edilmektedir.<br />
ART ile riski belirgin şekilde azalmıştır.<br />
Profilaksi sadece relaps gösteren olgularda önerilmektedir.<br />
Altı ile sekiz ay süre ile siprofloksasin<br />
(2 x 500 mg) kullanılmaktadır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Guidelines for prevention and treatment of opportunistic<br />
infections in HIV-infected adults and adolescents. MMWR<br />
2009;58:1-207.<br />
2. Hoffmann C. Opportunistic infections. In: Hoffmann C,<br />
Rockstroh JK (eds). HIV 2009. Hamburg, 2009:330-408.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 69
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
HIV/AIDS:<br />
Antiretroviral <strong>Tedavi</strong><br />
Doç. Dr. M. Arzu Yetkin<br />
SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
71
HIV/AIDS:<br />
Antiretroviral <strong>Tedavi</strong><br />
Antiretroviral tedavi (ART)’de kullanılan<br />
ilaçların 1990’lı yılların ortasından itibaren<br />
kombine edilerek kullanılmaya başlanılmasından<br />
sonra insan immünyetmezlik virüsü<br />
(human immunodeficiency virus; HIV) enfeksiyonlarına<br />
bağlı gelişen mortalite ve morbilitede<br />
azalma olmuştur. Günümüzde ART amacıyla<br />
kullanılan ilaçlar HIV üzerine ciddi anlamda<br />
etkili baskılama uygulamalarına karşılık, HIV’ın<br />
vücuttan tamamen eradikasyonu henüz mümkün<br />
olmamıştır. Bu nedenledir ki, ART ömür<br />
boyu sürecek bir tedavidir. ART’nin uygulanmasının<br />
başlıca amacı HIV’a bağlı gelişecek<br />
morbiditeyi azaltarak kişinin yaşam kalitesini<br />
ve dolayısıyla yaşam süresini uzatmaktır. Bunun<br />
yanı sıra kişinin immün sistemini kuvvetlendirmek<br />
ve HIV yayılımını azaltmak da ART’nin<br />
diğer amaçları arasındadır. Bu etkilerini de başlıca<br />
HIV replikasyonunu engelleyerek göstermektedir.<br />
Tıpta tedavi amacıyla uygulanan diğer rejimlerde<br />
olduğu gibi ART başlamadan evvel tedaviyle<br />
elde edilecek kazanç ile kişinin tedavi nedeniyle<br />
karşılaşabileceği ilaç toksisitesi, direnci, diğer<br />
ilaçlarla etkileşimi, maliyeti ve ömür boyu sürecek<br />
tedavi olması gibi riskler tam olarak değerlendirilip,<br />
daha sonra tedavi kararı alınmalıdır.<br />
Bu nedenledir ki, ART başlanacağı zaman bazı<br />
soruların yanıtlandırılmasında fayda vardır.<br />
ART’nin kime, ne zaman ve hangi ilaçlar kullanılarak<br />
başlanacağına karar vermek tedavi başarısının<br />
en önemli adımlarından birisidir. <strong>Tedavi</strong><br />
başarısında bir başka önemli nokta da tedaviye<br />
uyumdur, bu da tedavi başlanacak hastanın<br />
hayat boyu sürecek olan bu tedaviyi istiyor<br />
olmasıdır. Antiretroviral ilaçlar ilk geliştirildiği<br />
zamandan beri, AIDS belirleyici hastalığı olan<br />
ve/veya CD4 sayısı < 200/mm3 olan hastalara<br />
ART uygulanmaktadır. ART’deki yeni gelişmeler<br />
nedeniyle tedavinin yarar zarar dengesi<br />
erken tedaviye başlama şeklinde değişmektedir.<br />
ART’ye bağlı oluşacak riskler azalmakta buna<br />
karşılık tedavi almayan hastalardaki kontrolsüz<br />
HIV replikasyonu ve immün yanıttaki aktivasyon<br />
sonucunda gelişen kronik enflamasyonun<br />
organ hasarına ve komorbid hastalıklara yol<br />
açtığının anlaşılmasıyla tedaviye erken başlama<br />
görüşü ağırlık kazanmıştır. Özellikle, son 20<br />
yılda yapılan randomize kontrollü klinik çalışmalar<br />
sonucunda CD4 T hücre sayısı ≤ 350<br />
hücre/mm 3 olan HIV pozitif kişilerin ART’den<br />
72<br />
yarar gördüğü kanıtlanmıştır. Bu nedenledir ki<br />
bu hasta grubuna da ART önerilmektedir. Ancak<br />
ART’nin CD4 sayısı daha yüksek olan taşıyıcılarda<br />
yararlı olup olmayacağına dair kesinleşmiş<br />
öneriler bulunmamaktadır. Buna karşılık HIV<br />
tedavisi uygulayan çoğu merkezin ART’nin CD4<br />
sayısı yüksek bu hastalarda AIDS ve AIDS dışı<br />
morbidite ve mortaliteyi azalttığına dair ciddi<br />
gözlemsel deneyime dayanarak, son yıllarda<br />
çıkan kılavuzlarda CD4 sayısı 350-500/mm 3<br />
olan hastalara da tedavi başlanılmasına dair<br />
kanıt düzeyi yüksek önerilerde bulunulmaktadır.<br />
CD4 sayısı > 500/mm 3 olan hastalarda tedavi<br />
uygulanıp uygulanmayacağı konusunda<br />
görüş birliği bulunmamaktadır.<br />
ART başlanmasına karar verilen hastalarda tedavi<br />
öncesinde yapılması gereken birtakım laboratuvar<br />
testleri bulunmaktadır. Bunlar arasında<br />
CD4 sayısının belirlenmesi, serum HIV-RNA<br />
düzeyinin ölçülmesi ve bakılabiliyorsa kemokin<br />
reseptör tropizmi varlığının araştırılması gerekmektedir.<br />
ART, yapılan direnç testi sonucuna,<br />
kullanılacak ilacın yan etki profiline, tolere edilebilme<br />
potansiyeline, ilaç yükü olup olmamasına,<br />
dozlam sıklığına ve kişinin altta yatan başka<br />
bir hastalığının olup olmamasına veya başka bir<br />
nedenden dolayı ilaç kullanması gerekiyorsa<br />
ART kullanılacak ilaçlarla ilaç-ilaç etkileşiminin<br />
olup olmaması gibi faktörler göz önüne alınarak<br />
başlanmalıdır. Halen günümüzde ART’de kullanılabilecek,<br />
HIV üzerinde altı farklı bölgeye etki<br />
eden ilaç grubu bulunmaktadır. Bunlar; nükleozid/nükleotid<br />
revers transkriptaz inhibitörleri<br />
(NRTİ), nonnükleozid revers transkriptaz inhibitörleri<br />
(NNRTİ), proteaz inhibitörleri (Pİ),<br />
füzyon inhibitörleri (Fİ), CCR5 antagonistleri<br />
ve integraz transfer inhibitörleri (İNSTİ)’dir.<br />
Günümüzde, daha önceden tedavi almamış hastalarda<br />
tedaviye başlarken kombinasyon tedavisi<br />
tercih edilmektedir. Bu genellikle üçlü ilaç<br />
kombinasyonu şeklinde olmaktadır. İki NRTİ<br />
tedavinin ana ögesini oluştururken, üçüncü ilaç<br />
olarak NNRTİ, ritonavir destekli-Pİ veya integraz<br />
inhibitörü olabilmektedir. NRTİ olarak tercih<br />
edilen kombinasyonlar arasında tenofovir ve<br />
emtrisitabin kombinasyonu veya abakavir ve<br />
lamivudin kombinasyonu bulunmaktadır.<br />
ART’de yıllardan beri kullanılan zidovudin ve<br />
lamivudin kombinasyonu tenofovir ve abakavirin<br />
kullanılamadığı durumlarda tercih edilmeli-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
dir. Bu ilaçların hem doğal virüse hem de kısıtlı<br />
oranda dirençli virüse etkileri bulunmaktadır.<br />
NNRTİ olarak kullanılabilecek birkaç seçenek<br />
bulunmaktadır. Bunlar arasından efavirenz ve<br />
nevirapin son yıllarda en çok tercih edilendir. Pİ<br />
arasından ise özellikle ritonavir destekli olan Pİ<br />
tercih edilmektedir. Kendisi de bir Pİ olan ritonavir,<br />
aynı zamanda Pİ metabolize eden<br />
P450CYP3A enziminin de güçlü bir inhibitörüdür.<br />
Düşük dozlarda diğer Pİ eklendiği zaman<br />
eklendiği Pİ’nin etkinliğini çok artırmaktadır. Pİ<br />
arasında atazanavir, lopinavir ve darunavir ritonavirle<br />
desteklenmiş preparatları bulunmaktadır.<br />
İntegraz inhibitörlerinden raltegravir, bu<br />
enzimi güçlü bir şekilde inhibe etmektedir ve<br />
bu nedenledir ki ART amacıyla ilk sırada önerilecek<br />
kombinasyonlar arasına girmiştir.<br />
ART başlanması ile birlikte amaçlanan virüsün<br />
baskılanmasıdır. Baskılanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği<br />
belirli aralarla yapılan serum viral<br />
yük tayinleri ile değerlendirilmelidir. ART uygulanımı<br />
ile 24 haftalık tedavi sonrasında virüs<br />
yükünün 50 kopya/mL’nin altına inmesi hedeflenmektedir.<br />
Amaçlanan hedefe ulaşılamadığı<br />
durumlarda yani virolojik yanıtsızlık varlığında<br />
tedavi değişikliği düşünülmelidir. Virolojik<br />
yanıtsızlık genellikle tedaviye uyum eksikliğine<br />
bağlı veya başlangıçta olan ilaç direncine bağlı<br />
olmaktadır. Virolojik yanıtsızlık durumunda<br />
tedavi değişikliği uygulanacak yöntemdir.<br />
Kişinin HIV hastalık evresi, CD4 sayısı, altta<br />
yatan hastalık varlığı, tedavi öyküsü ve ilaç<br />
direnç paterni yeni tedavinin planlanmasında<br />
rol oynayan faktörlerdir. En az iki veya mümkünse<br />
üç ilacın da değiştirilmesidir. Değiştirilen<br />
ilaçların yerine yeni grup ilaçlar tercih edilmelidir.<br />
Hastalarda virolojik yanıtsızlığın yanı sıra<br />
immünolojik yanıtsızlık da gelişebilmektedir.<br />
İmmünolojik yanıtsızlık kendisini CD4 hücre<br />
sayısında artışın olmaması ile gösterebilmektedir,<br />
bunun sonucunda da hastalarda AIDS veya<br />
AIDS’e bağlı mortalitede artış olmaktadır.<br />
İmmünolojik yanıtsızlık daha çok başlangıç<br />
CD4 sayısı < 200/mm3 olan hastalarda veya yaşlı<br />
hastalarda gözlenmektedir. İmmünolojik yanıtsızlık<br />
saptandığı durumlarda da tedavi değişikliği<br />
planlanmalıdır. NNRTİ’ye karşı bir direnç<br />
gelişmesi durumunda tedaviye ritonavir destekli<br />
Pİ ile veya raltegravir veya maravirok ile<br />
değiştirilmesi önerilmektedir.<br />
M. Arzu Yetkin<br />
Sonuç olarak; HIV asemptomatik dönemde bile<br />
immün sisteme zarar verebilen bir hastalıktır.<br />
Günümüzde uygulanan uzun süreli ART HIV<br />
enfeksiyonları kronik hastalık haline gelmiştir.<br />
ART başarılı bir şekilde uygulandığında oldukça<br />
etkili bir tedavi yöntemi olmasına karşılık tedavide<br />
halen bazı sorunlar bulunmaktadır. ART ile<br />
HIV tamamen ortadan kaldırılamamakta sadece<br />
baskılanmaktadır, bu nedenle ART ömür boyu<br />
devam edecek bir tedavidir. Bu durum tedaviye<br />
uyum veya kullanılan ilaçların oluşturduğu<br />
zararlı yan etkiler gibi birtakım istenmeyen<br />
durumları da beraberinde getirmektedir. Ayrıca,<br />
tedavi altındayken bile devam eden kronik<br />
düşük seviyeli enflamasyon sonucunda immün<br />
sistemde bozukluklara yol açabilmektedir.<br />
Bunun yanı sıra, tedavi başlangıcında ve/veya<br />
tedavi sırasında gelişebilecek direnç ART’de kullanılabilecek<br />
yeni ilaçların geliştirilmesine ihtiyaç<br />
duyulmaktadır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. BHIVA Treatment Guidelines Writing Group British HIV<br />
association guidelines for treatment of HIV-1 positive<br />
adults with antiretroviral therapy 2008. HIV Medicine<br />
2008;9:563-608.<br />
2. DHHS. Guidelines for the use of antiretroviral agents in<br />
HIV-1 infected adults and adolescents. http://www.aidsinfo.nih.gov/ContentFiles/AdultandAdolescentGL.pdf<br />
Erişim tarihi: 25.01.2011.<br />
3. EACS Euroguideline of Clinical management and treatment<br />
of HIV infected adults in Europe. www.europeanaidsclinicalsociety.org/Guidelines/G2.htm<br />
Erişim tarihi;25.01.2011.<br />
4. Thompson MA, Aberg JA, Cahn P, et al. Antiretroviral<br />
treatment of adult HIV infection. 2010 recommendations<br />
of the International AIDS Society-USA Panel. JAMA<br />
2010;304:321-33.<br />
5. Volberding PA, Deeks SG. Antiretroviral therapy and<br />
management of HIV infection. Lancet 2010;376:49-62.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 73
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı<br />
ve Etki Mekanizması<br />
Doç. Dr. Mehmet Özden<br />
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Elazığ<br />
75
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />
İmmün sistem, kanserler, otoimmün hastalıklar<br />
ve enfeksiyon hastalıkları da dahil olmak<br />
üzere çeşitli hastalıkların yeni tedavilerinin<br />
geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.<br />
Biyolojik yanıt düzenleyicileri olarak da bilinen<br />
immünmodülatörlerin tedavide kullanılmaya<br />
başlanması ve yeni ajanların ortaya çıkmasıyla<br />
birlikte hastalıkların tedavisinde önemli değişiklikler<br />
ve başarılar elde edilmiştir. Bu başarılara<br />
rağmen bu ilaçların immün sistem üzerindeki<br />
belirgin etkileri nedeniyle başta enfeksiyonlar<br />
olmak üzere malignite, kemik iliği süpresyonu<br />
ve nefrotoksisite, metabolik değişiklikler<br />
ve diğer toksik tablolar gibi yan etkiler<br />
ortaya çıkmaya başlamıştır.<br />
İmmünmodülatörler; immün yanıt mekanizmaları<br />
üzerindeki çeşitli faktörlere etki ederek<br />
immün yanıtı düzenlemektedir. Başlıca immün<br />
yanıt mekanizmaları şunlardır:<br />
1. Antijen sunumu: Antijen işlenmesi ve sunumu,<br />
MHC, interlökin (IL-1) üretimi.<br />
2. Antijen sunan hücreler ile T hücre aktivasyonu:<br />
T hücre reseptör kompleks, CD4 kompleks<br />
ve interlökin üretimi.<br />
3. T ve B hücrelerinin klonal büyümesi: T hücre<br />
sitokin üretimi, T hücre proliferasyonu, B hücre<br />
proliferasyon ve farklılaşması.<br />
4. Yabancı mikroorganizma ya da greft hasarı:<br />
Kompleman aktivasyonu, antikor bağımlı hücre<br />
aracılı toksisite (ADCC), sitotoksik T hücre.<br />
İmmünmodülatörler, bu mekanizmalar üzerinde<br />
yapısal ve fonksiyonel değişikliklere neden<br />
olarak enfeksiyöz etkenlere karşı konak savunmasının<br />
zayıflamasına, allerji veya otoimmünitenin<br />
indüklenmesine neden olabilir.<br />
İmmünmodülatörlerin başlıca etkileri şu şekilde<br />
özetlenebilir:<br />
1. İmmünstimülan: İmmün sistem efektör<br />
mekanizmaların aktivasyonu.<br />
2. İmmünsüpresyon: Azalmış immün fonksiyon.<br />
3. İmmüntolerans: İmmünolojik desensitizasyon.<br />
4. Otoimmünite ve immünolojik yerine koyma:<br />
Öz antijenlere immün reaksiyon.<br />
Biyolojik Ajanlar<br />
1. Endojen kaynaklı proteinler (bakteri, fungus<br />
veya memeli hücre kültürleri):<br />
76<br />
a. Sitokin<br />
b. Eritropoietin<br />
c. İnsülin<br />
d. İnterferon<br />
e. Granülosit-koloni stimülan faktör (G-CSF)<br />
f. Growth hormon<br />
g. Enzimler<br />
h. Doku plazminojen aktivatör (tPA) ve antikoagülan<br />
proteinler<br />
2. Monoklonal antikorlar (memeli hücre kültürü-rekombinant)<br />
3. İmmünglobulinler<br />
4. İmmünsüpresifler (glikokortikoid, siklosporin<br />
ve sitotoksik ilaçlar)<br />
5. Sentetik bileşikler<br />
6. Aşılar: Canlı ve inaktive virüs ve bakteri aşıları,<br />
subünit ve rekombinant aşılar<br />
7. Gen tedavi ürünleri: Viral ve nonviral<br />
Sitokinler konağın immün yanıtına etki eden<br />
önemli proteinlerdir. Kanser tedavisinde kullanılan<br />
IL-2, antijen sunan hücrelerden bir sinyal<br />
alındıktan sonra immün yanıt sırasında olgun T<br />
hücreleri tarafından salınan, T ve B hücre<br />
growth faktörü olarak da bilinen bir polipeptiddir.<br />
Tümör hücreleri IL-2 ile kültüre edildiğinde<br />
tümör infiltratif lenfositler prolifere olmakta ve<br />
bu lenfositler IL-2 ile birlikte hastaya verilmektedir.<br />
IL-2, “Natural Killer (NK)” hücreleri ve<br />
antijen spesifik sitotoksik T lenfositlerinin sitolitik<br />
aktivitesini ve perforin ve granzim gibi<br />
sitotoksik granüllerin litik komponentlerini<br />
kodlayan gen ekspresyonunu artırarak antitümöral<br />
aktivite göstermektedir. Özellikle IL-2,<br />
lenfosit aktive killer (LAK) hücrelerinin aktivasyon<br />
ve ekspansiyonunu artırarak tüm tümör<br />
hücre dizilerinin öldürülmelerinden sorumlu<br />
tutulmaktadır. Yine aktive lökositlerin tümör<br />
endoteline ve tümör hücrelerine bağlanmasını<br />
adezyon moleküllerinin ekspresyonunu artırarak<br />
kolaylaştırmaktadır.<br />
Koloni stimülan faktörler GM-CSF (sargramostim)<br />
ve G-CSF (filgrastim), kemik iliği progenitör<br />
hücrelerinin büyümesini ve farklılaşmasını<br />
uyaran faktörlerdir. Olgun granülosit ve monositlerin<br />
fonksiyonlarını artırarak savunma sistemine<br />
katkı sağlayan ajanlardır. Kanser kemotera-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
pisinde gelişebilen lökopeni ve granülositopeninin<br />
tedavisinde kullanılmaktadırlar. Eritropoietin<br />
de böbrek peritübüler hücreleri tarafından üretilen<br />
ve anemi tedavisinde kullanılan bir hematopoietik<br />
growth faktördür. İnterferonlar (IFN),<br />
antiviral aktiviteye sahip glikoproteinlerdir.<br />
Reseptörlere bağlanarak gen transkripsiyonunu<br />
aktive ederler. IFN’ler antiproliferatif etki, diferansiyasyon,<br />
immünmodülasyon ve tümör hücre<br />
yüzey antijen ekspresyonunda değişiklik, onkojen<br />
aktivasyonunun inhibisyonu ve antianjiyogenez<br />
gibi antitümöral etki gösteren glikoproteinlerdir.<br />
IFN-γ’nın DNA fragmantasyonu ve apopitotik<br />
hücre ölümünü artırdığı gösterilmiştir.<br />
Hem IFN-γ hem de a, tümör nekroz faktörü<br />
(TNF)’nün tümör sitotoksisitesini potansiyalize<br />
etmektedir. IFN aracılığıyla tümör hücre yüzeylerinde<br />
MHC ekspresyonunun indüksiyonu,<br />
konak hücresel immünite ve tümör eliminasyonunun<br />
etkinliğini artırmaktadır. Viral enfeksiyonları<br />
takiben makrofaj ve lenfositlerden alfa<br />
interferon, fibroblast ve epitelyum hücrelerinden<br />
ise beta interferonlar üretilmektedir. Gama<br />
interferonlar CD4+, CD8+ T lenfositler, NK ve<br />
LAK hücreleri tarafından üretilen ve güçlü bir<br />
makrofaj aktive edici faktör olarak immün sistem<br />
aktive eden glikoproteinlerdir. Alfa interferonlar,<br />
“hairy cell” lösemi, kronik miyeloid<br />
lösemi ve non-Hodgkin lenfoma tedavilerinde<br />
antiproliferatif aktivite göstermektedir. Ayrıca<br />
Kaposi sarkomu, kondilomata, kronik hepatit<br />
tedavilerinde de kullanılmaktadır. Alfa ve beta<br />
interferonlar viral enfeksiyonlarda erken üretilirken<br />
gama interferonlar daha geç üretilmektedir.<br />
Regülatör T hücreleri (Treg), CD25+ FoxP3+<br />
olup CD4+ T hücrelerinin %5-10’unu oluşturan<br />
ve immün yanıtı çeşitli yönlerden düzenleyen<br />
hücrelerdir. Romatoid artritte doğal olarak oluşan<br />
Treg’lerin zayıflamış fonksiyonu, sitotoksik<br />
T lenfosit-4 (CTLA-4)’ün azalmış ekspresyonu<br />
ile ilişkilidir. TNF-a inhibitörleri ile tedavi bu<br />
azalmayı önlemez, ancak güçlü baskılayıcı özelliklere<br />
sahip yeni Treg popülasyonunu indükler.<br />
Preklinik ve klinik çalışmalar TNF-a ve IL-6’nın<br />
enflamatuvar sinovitte kritik role sahip sitokinler<br />
olduğunu ortaya koymaktadır. TNF birçok<br />
enfeksiyöz uyarana yanıt olarak aktif makrofajlardan,<br />
T lenfositlerden ve immün sistemin<br />
diğer bazı hücrelerinden salınan bir sitokindir.<br />
Mehmet Özden<br />
Hücre içi patojenlerle oluşturulan enfeksiyonlarda<br />
makrofajlar ve lenfositleri enfeksiyon bölgesinde<br />
toplayarak, enfeksiyonu fiziksel olarak<br />
sınırlayan granülomların oluşumunda ve sürdürülmesinde<br />
en önemli rolü oynarlar. TNF-a’nın<br />
etkisini engelleyen (TNF-a inhibitörleri) ilaçlar<br />
(infliksimab, etanersept ve adalimumab) bazı<br />
otoimmün hastalıkların (psöriyazis, Crohn hastalığı,<br />
ankilozan spondilit, psöriyatik artrit,<br />
romatoid artrit, sarkoidoz ve ülseratif kolit)<br />
tedavisinde kullanılmaktadır. Bu ilaçlar TNFa’ya<br />
yüksek afinite ile bağlanıp TNF-a’nın,<br />
reseptörüne bağlanmasını engelleyen ilaçlardır.<br />
Romatizmal hastalıklarda yeni kuşak kinolonların<br />
klinik ve biyolojik rolleri bulunmaktadır.<br />
IL-1 süperailesi (IL-18 ve IL-33), IL-12 süperailesi<br />
(IL-27 ve IL-35), IL-2 süperailesi (IL-15 ve<br />
IL-21) ve IL-17 bu anlamda önem kazanan sitokinlerdir.<br />
Rekombinant monoklonal antikorlar, insan<br />
antikorunun yapısal kısımları ve fare antikorlarının<br />
elementlerinin rekombinant teknoloji ile<br />
tanınmasıyla elde edilen antikorlardır. İnsanda<br />
yabancı bir protein olarak tanınmazlar. Spesifik<br />
antijenlerine bağlanarak immün efektör fonksiyonları<br />
aktive ederler ve kompleman aracılı<br />
sitotoksisite ve antikor bağımlı hücre aracılı<br />
toksisite ile malign hücrelerin harabiyetini<br />
kolaylaştırırlar. Nötrofil, monosit ve makrofajların<br />
fagositozunu artırırlar ve tümör hücre lizisinden<br />
sorumlu moleküllerin salınmasını sağlarlar.<br />
Bir antivasküler endotelyal growth faktör<br />
(VEGF) olan ve rekombinant monoklonal antikor<br />
olarak kullanılan bevasizumab metastatik<br />
melonamanın tedavisinde onay almıştır. VEGF,<br />
tümör gelişimi için önemli olan vasküler proliferasyonu<br />
regüle eden, anjiyogenetik ve permeabiliteyi<br />
indükleyen bir ajandır. Aynı zamanda<br />
endotelyal hücreler için bir antiapopitotiktir.<br />
Antilenfositik globulin, T hücre harabiyetine<br />
neden olarak immünsüpresyonu indükler.<br />
Transplantasyonda özellikle steroide dirençli<br />
rejeksiyonlarda kullanılır. OKT-3 (muromonab-<br />
CD3) CD3 T hücre reseptörlerinin sigma zincirine<br />
karşı oluşan monoklonal antikorları içerir.<br />
T hücre reseptörünün hızlı internalizasyonunu<br />
sağlayarak T hücrelerinin kandan ve lenfoid<br />
organlardan deplesyonu ve ekstravazasyonuna<br />
neden olur. T hücrelerine sitotoksik etki göste-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 77
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />
rir ve renal allograft rejeksiyonunda kullanılır.<br />
Rho(D) immünglobulin, Rho(D) eritrosit antijenlerine<br />
özgü immüntolerans sağlayan insan<br />
antiserumu olup, eritroblastozis fetalis denilen<br />
ve annede Rho(D) pozitif kana karşı immün<br />
yanıt gelişmesini önleyen bir ajandır. Bir diğer<br />
monoklonal antikor olan trastuzumab<br />
(Herceptin, anti-Her2), meme kanserlerinde<br />
%30 oranında yüksek bulunan hücre yüzey<br />
antijeni Her2/Neu’ya karşı oluşan bir antikordur.<br />
Her2-pozitif meme kanserlerinin tedavisinde<br />
sitostatik olarak kullanılmaktadır. Diğer bir<br />
rekombinant antikor, rituksimab (Rituxan, anti-<br />
CD20), non-Hodgkin lenfomaların %90’ında<br />
eksprese edilen B hücre yüzey antijeni CD20’ye<br />
karşı oluşan bir antikordur. CD20 hücrelerinin<br />
apopitozisini indüklediği, in vitro olarak B<br />
hücre lizisi, kompleman bağımlı sitotoksisite ve<br />
antikor bağımlı hücre aracılı toksisite oluşturarak<br />
B hücre non-Hodgkin lenfoma tedavisinde<br />
ve metotreksat ile kombine olarak romatoid<br />
artritte kullanılmaktadır. Anti-CD25 (anti-IL-2<br />
reseptör) daklizumab ve basiliksimab, anlamlı<br />
azalmaya neden olmadan aktive T hücreleri<br />
inhibe etmektedir. Akut transplant rejeksiyon<br />
profilaksisinde kullanılmaktadır. Edrekolomab,<br />
akciğer, gastrointestinal sistem, pankreas ve<br />
prostat gibi organların skuamöz olmayan epitelyumlarının<br />
yüzeylerinde bulunan bir glikoprotein<br />
olup Ep-CAM ekstraselüler epitopunu tanıyan<br />
bir IgG2a monoklonal antikordur. Kolon ve<br />
rektum kanserlerinde kullanılmaktadır.<br />
Setuksimab, çoğu epitelyal hücre tümörlerinde<br />
ileri derecede eksprese edilen EGFR’ye (c-erb1<br />
veya HER1) karşı oluşan bir monoklonal antikordur.<br />
EGFR’nin reseptör bölgesine ekstraselüler<br />
bağlanır ve bu sayede intraselüler tirozin<br />
kinaz aracılığıyla fosforilasyon ve dimerizasyonu<br />
engeller.<br />
Antiidiyotip antikorlar, gerek tek başına gerekse<br />
diğer immünmodülatörlerle birlikte non-<br />
Hodgkin lenfoma ve diğer bazı malignitelerin<br />
tedavisinde denenmişlerdir. CAMPATH-1 antikorları,<br />
T ve B lenfositler ve monositlerde yüksek<br />
oranda eksprese edilen bir glikopeptid olan<br />
CD52 antijenine karşı oluşmuş bir antidiyotip<br />
antikordur.<br />
Radyoaktif işaretli antikorlar veya radyoimmünoterapinin,<br />
radyasyon duyarlı hematolojik<br />
malignitelerin tedavisinde etkin olduğu göste-<br />
78<br />
rilmiştir. Tositumomab (anti-BI), I131 ile işaretli<br />
bir monoklonal antikordur. Epratuzumab<br />
(LL2), B hücre gelişimi sırasında yaygın olarak<br />
eksprese edilen ve non-Hodgkin lenfoma olgularının<br />
çoğunda bulunan CD22 antijenine<br />
(transferin reseptörü) karşı oluşan IgG2a yapısında<br />
bir antikordur ve I131 ile işaretli olarak<br />
kullanılmaktadır. Anti-CD33 antikoru (HuM195),<br />
IgG yapısında olup miyeloid lösemi hücrelerinde<br />
eksprese edilen CD33 antijenine karşı oluşan<br />
bir rekombinant monoklonal antikordur. Bu<br />
antikor I131 ile işaretlenerek akut miyeloid<br />
lösemide kullanılmıştır. İbritumomab tiuksetan<br />
(IDEC-2B8), CD20 antijenine karşı hedeflenen<br />
bir IgG1 monoklonal antikordur. 90Y(IDEC- Y2B8) veya 111In (IDEC-In2B8) ile işaretlenmiş<br />
ve non-Hodgkin lenfomada kullanılmıştır.<br />
İnsan plazmasından elde edilen antikordan zengin<br />
gamaglobulin fraksiyonu preparatları primer<br />
ve sekonder immünyetmezliklerde, bakteriyel<br />
ve virütik hastalıkların tedavisinde, sepsiste<br />
hümoral immüniteyi güçlendirmek için kullanılır.<br />
Abatacept (Orencia), ekstraselüler reseptör<br />
bölgesine yapışan insan immünglobulinlerinden<br />
oluşan bir füzyon proteinidir. Naiv T hücrelerinin<br />
tam olarak aktivasyonu için B7-1/2<br />
(CD80/CD86) aracılığıyla CD28 kostimülasyonu<br />
gereklidir. Abatacept bu kostimülasyonu<br />
önlemekte ve potansiyel olarak toleransı indüklemektedir.<br />
Metotreksat ve anti-TNF’ye yanıt<br />
vermeyen romatoid artrit tedavisinde önerilmektedir.<br />
Sitotoksik ajanlar; B ve T hücrelerinin proliferasyonunu<br />
bloke eden immünsüpresif ajanlardır.<br />
Siklofosfamid, organ transplant profilaksisinde<br />
ve çeşitli otoimmün hastalıklarda kullanılan<br />
alkilleyici bir ilaçtır. Azatioprin (Imuran),<br />
organ transplantasyonu ve ciddi dirençli romatoid<br />
artritte kullanılmaktadır. Aktif metaboliti<br />
ksantin oksidaz aracılığıyla metabolize olan<br />
merkaptopürindir. Pürin sentezini inhibe ederek<br />
hücre proliferasyonuna neden olur.<br />
Metotreksat ise dihidrofolat redüktaz inhibitörüdür.<br />
Ciddi dirençli romatoid artritte ve dirençli<br />
psöriyaziste kullanılmaktadır.<br />
Glukokortikoidlerin immün sistem üzerinde<br />
birçok etkileri mevcuttur. Antijen spesifik T<br />
hücre stimülasyonunun erken evrelerinde herhangi<br />
bir etki oluşturmazken, sitotoksik T lenfositleri,<br />
IL-1 (gen transkripsiyonu aracılığıyla)<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
ve IL-2 üretiminin bloke edilmesi, dolaşan lenfositlerin<br />
azaltılması gibi etkileri vardır. Bu sayede<br />
steroidler IL-2 üretimini baskılayarak T<br />
hücre proliferasyonunu ve efektör sitotoksik T<br />
lenfosit inhibisyonunu sağlarlar. Lenfositleri<br />
ekstravasküler bölgeye yönlendirerek doğrudan<br />
lenfosit lizisine neden olabilirler. Yine B lenfositlerin<br />
antikor oluşturma yeteneğini inhibe<br />
ederler. Ayrıca, makrofajlar tarafından lökotrien<br />
ve prostaglandin yapımı ile birlikte TNF ve nitrik<br />
oksit gibi enflamasyonda rol alan mediyatörlerin<br />
de yapımı engellenir. Kompleman sisteminin<br />
aktivasyonunu engeller. Çeşitli otoimmün<br />
hastalıklarda ve sitotoksik ajanlarla birlikte<br />
organ transplantasyonlarında kullanılmaktadır.<br />
Ayrıca, steroidlerin lenfosit ve makrofajların<br />
enfeksiyon veya aşırı duyarlılık bölgelerine<br />
göçünü de engellediği bilinmektedir.<br />
Siklosporin, 11 aminoasit siklik polipeptid içeren<br />
bir fungal üründür. T hücre gen transkripsiyon<br />
programının aktivasyonundan sorumlu<br />
selüler proteinler olan immünofilinlere yüksek<br />
afinite ile bağlanarak, T hücre aktivasyonu ve<br />
sitokin (IL-2), kalsinörin üretimini inhibe<br />
etmekte, organ ve kemik iliği transplantasyonunda,<br />
çeşitli otoimmün hastalıklarda profilaktik<br />
olarak kullanılmaktadır. Takrolimus<br />
(FK506), siklosporine benzer fonksiyonel özelliklere<br />
sahip funguslardan elde edilen bir makrolid<br />
antibiyotiktir. Spesifik bir immünofilin<br />
olan FK506 bağlayıcı proteine (FKBP) bağlanır<br />
ve karaciğer transplant rejeksiyonunda kullanılır.<br />
Yine aynı bölgeye bağlanan rapomisin (sirolimus),<br />
IL-2 reseptör azalması ile sitokinlere T<br />
hücre yanıtını bloke eder. Ayrıca, sirolimus-<br />
FKBP 12 kompleksi hücre siklusunda anahtar<br />
bir enzim olan protein kinaz MTOR (memeli<br />
rapamisin hedefi) inhibisyonuna neden olur.<br />
Kalsinörin T hücrelerin aktivasyonu sonucunda<br />
tetiklenen sinyal yolağında yer alan bir moleküldür.<br />
Kalsinörin yolağı, başta NFAT ve NF-kB<br />
gibi birçok enflamatuvar mediyatörlerin üretiminden<br />
sorumlu transkripsiyon faktörlerinin<br />
aktivasyonunda ve FasL gibi moleküllerin yer<br />
değiştirmesinde rol alır. Kalsinörin yolağının<br />
bloke edilmesi ile T hücre aktivasyonu bloke<br />
edilmekte ve IL-2 sentez inhibisyonu ile T hücre<br />
ve CTL ekspansiyonu önlenmektedir. Ayrıca<br />
antijenlere yanıt olarak antikor üretimi de<br />
bozulmaktadır.<br />
Mehmet Özden<br />
B hücre hedefli tedavilerin otoimmün hastalıklarda<br />
özellikle sistemik lupus eritematozusda<br />
kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. B hücreleri<br />
antikor bağımlı ve antikor bağımsız fonksiyonları<br />
ile otoimmüniteyi inhibe etmekte ya da<br />
tetiklemektedir. B hücre hedefli tedaviler patojenik<br />
B hücrelerini elimine etmekte veya koruyucu<br />
B hücrelerinin fonksiyonlarını ve yayılmalarını<br />
artırmaktadır. B hücrelerini hedef alan birçok<br />
yeni strateji bulunmaktadır. Bunlar arasında,<br />
deplete antikorlar kullanılarak doğrudan<br />
öldürme, B hücrelerinin farklılaşma veya hayatta<br />
kalmasından sorumlu faktörlerin inhibisyonu,<br />
B hücre inhibitör reseptörlerinin indüksiyonu,<br />
B hücre reseptör veya kostimülatör reseptörleri<br />
aracılığıyla sinyallerin kesilmesi ve antijen<br />
spesifik otoreaktif B hücrelerinin fonksiyonel<br />
inaktivasyonu veya delesyonudur. Alternatif bir<br />
strateji de regülatör B hücrelerinin (B reg) ekspansiyonunu<br />
ve indüksiyonunu içeren bir stratejidir.<br />
B reg hücreler, IL-10 ve TGF-b olası<br />
diğer immünregülatör sitokinleri üreten ve Th<br />
hücrelerin veya dendritik hücrelerin proenflamatuvar<br />
fonksiyonları inhibe etme yeteneği<br />
olan hücreler olarak tanımlanmaktadır.<br />
Belimumab kullanılarak B hücre aktive edici<br />
faktörü bloke ederek kazanılan seçici B hücre<br />
deplesyonu klinik yararları gösterilmiş bir tedavidir.<br />
B hücre deplase eden antikorlar anti-<br />
CD20, anti-CD19, anti-CD22, B hücre reseptör<br />
inhibisyonu yapan Syk, PI3K53-55, proliferasyon<br />
indükleyen ligand ya da TNF ligand süperailesi<br />
13 olarak bilinen BAFF (anti-BAFF-<br />
Belimumab) veya APRIL’ın (anti-APRIL-Atacicept)<br />
indüklediği B hücre stimülasyonunun<br />
inhibisyonu, anti-tip 1 IFN ve anti-IL-21 ve IL-6<br />
gibi ajanlardır.<br />
Enfeksiyon riski açısından ele alındığında<br />
immünmodülatörlerden özellikle immünsüpresifler<br />
öne çıkmaktadır. T ve B hücrelerinin anti-<br />
CD3 veya anti-CD20 antikorları ile tamamen<br />
yok edilmesi, kemoterapi ve kalsinörin inhibitörleri<br />
özellikle steroidler immünsüpresyona<br />
neden olan başlıca faktörlerdir. Mikofenolat<br />
mofetil (cellcept), guanin nükleotid sentezinde<br />
bir enzimdir. T ve B hücre guanin nükleotid<br />
sentezine yüksek düzeyde bağlı olduğundan,<br />
MPA, T ve B hücre proliferasyonu ve antikor<br />
üretimini inhibe eder. Özellikle transplant rejeksiyonunu<br />
önlemede steroid ve kalsinörin inhibi-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 79
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />
törleri ile kombine kullanılmaktadır. Antitimosit<br />
globulin (timoglobulin), pürifiye gamaglobulin<br />
fraksiyonu olup CD2, CD3, CD4, CD8, CD11a,<br />
CD18, CD25, CD45 ve MHC sınıf I ve II’ye bağlanan<br />
sitotoksik antikorları içermektedir. Renal<br />
transplant rejeksiyonlarında kullanılmaktadır.<br />
Diğer biyolojik ajanlardan, efalizumab (Raptiva)<br />
LFA-1 üzerinden T hücre adezyon ve aktivasyonunu<br />
bloke etmektedir. Anakinra (Kineret) IL-1<br />
reseptör antagonisti olup romatoid artritte kullanılmaktadır.<br />
Alefacept ise psöriyaziste önerilen<br />
CD2 hedefli füzyon proteinidir. CAMPATH-<br />
1H (alemtuzumab), insan anti-CD52 antikoru<br />
olup T, B hücreleri, makrofajlar ve NK hücrelerini<br />
azaltan ilaçlardır ve renal transplantasyonda<br />
önerilmektedir. Multipl sklerozda kullanılan<br />
immünmodülatör ilaçlar IFN-b, glatiramer asetat<br />
(Copaxone) ve natalizumab, immünsüpresif<br />
ilaçlar ise steroid ve siklofosfamiddir. IFN-b T<br />
hücre proliferasyonunu baskılar ve santral sinir<br />
sistemine T hücre göçünü azaltır. Copaxone ise<br />
“myelin basic protein (MBP)”i taklit eden dört<br />
aminoasit (glutamik asit, lizin, alanin ve tirozin)<br />
polimerinden oluşan bir ajandır. MBP gibi miyelin<br />
epitopları ile çapraz reaksiyona girebilecek<br />
reaktif poliklonal antikorları oluşturduğu ve<br />
MBP’ye toleransı indüklediği bilinmektedir.<br />
Ayrıca, glatiramer asetatın reaktif Th2 tip regülatör<br />
hücrelerini indüklediği ve Th2 sitokin<br />
yanıtına neden olduğu saptanmıştır.<br />
Natalizumab, bir a4 integrine karşı oluşan<br />
rekombinant IgG4 antikoru (anti-VLA-4 monoklonal<br />
antikoru) olup, T hücre yüzey reseptörlerine<br />
bağlanarak beyin dokusuna dolaşımdan<br />
göçü engellemektedir. Multipl skleroz yanında<br />
Crohn hastalığında da önerilmektedir.<br />
Hematolojik malignitelerde kullanılan immünmodülatör<br />
ilaçlar, talidomid ve onun analogları<br />
tümör hücrelerinin büyüme, yaşam ve progresyonlarını<br />
engelleme yeteneği ile ilgili fonksiyonel<br />
etkilerin geniş bir yelpazesine sahiptir. Bu ajanlar<br />
TNF-a ve COX-2’yi inhibe ederek antienflamatuvar<br />
aktivite göstermektedir. İmmünmodülatör<br />
ilaçların immün hücreler, tümör hücreleri, kemik<br />
iliği stromal hücreler ve hematopoietik kök hücreler<br />
üzerine doğrudan etkileri bulunmaktadır.<br />
Antitümöral özellikleri, hücre siklusunun kırılması,<br />
antianjiyojenik, antiproliferatif ve apopitozisin<br />
indüklenmesiyle birliktedir. Talidomid<br />
ve analogları G1 fazında hücre büyümesini<br />
80<br />
durdurarak, NF-kB ve apopitoz inhibitör protein<br />
reseptör azalması ve kaspaz 8 aktivasyonu ile<br />
apopitozise neden olur. VEGF ve IL-6 gibi proanjiyojenik<br />
faktörlerin ekspresyonunu azaltarak<br />
anjiyogenezi önler. Ayrıca bu ajanlar, çeşitli<br />
adezyon markırlarının ekspresyonunu inhibe<br />
ederek miyeloma hücrelerinin stromal hücrelere<br />
adezyonunu engeller. Diğer taraftan miyeloma<br />
hücrelerinin proliferasyonunu önleyen proenflamatuvar<br />
sitokinlerin (özellikle IL-6) salınımını<br />
bloke eder. Özetle hematolojik malignitelerde<br />
kullanılan immünmodülatör ilaçlar, T hücre<br />
reseptör aracılı uyarılma sırasında T hücre aktivasyonunu<br />
artırabilmekte ve NK hücre aktivasyonuna<br />
neden olmaktadır. İn vitro ve in vivo<br />
çalışmalarda bu ajanların, NK hücrelerinin sayı<br />
ve fonksiyonlarını uyararak ve IL-2 ve IFN-γ<br />
düzeylerini artırarak multipl miyeloma hücre<br />
lizisini indüklediği gösterilmiştir. Bu ajanlardan<br />
talidomid, lenalidomid, bortezomib, arsenik<br />
trioksidinin kemik iliği ve miyeloma hücrelerini,<br />
IkB kinaz inhibitör, p38 MAP kinaz (mitojen<br />
aktive protein) inhibitör ve TGF-b reseptör<br />
inhibitörünün kemik iliğini, VEGF reseptör<br />
tirozin kinaz inhibitör, Farnesyl transferaz inhibitör,<br />
“heat shock protein-90” inhibitör ve Bcl-2<br />
antisens oligonükleotidinin miyeloma hücrelerinin<br />
büyüme ve canlılığını, TNF-ilişkili apopitoz-indükleyen<br />
ligand, IGF-1 (insülin growth<br />
faktör-1) reseptör inhibitör ve anti-CD20 antikorlarının<br />
ise hücre yüzey reseptörlerini hedef<br />
aldığı düşünülmektedir.<br />
Anjiyogenez inhibitörleri, tümörlerin metastaz,<br />
invazyon ve büyümesinde gerekli olan anjiyogenezi<br />
önleyen biyolojik ajanlardır. Başlıca proanjiyojenik<br />
growth faktörleri; VEGF, fibroblast<br />
growth faktör (FGF), trombosit-derive growth<br />
faktör (PDGF), TNF-a, anjiyopoietin 1,2 ve<br />
keratinosit growth faktör (KGF)’dür.<br />
Antianjiyogenetik faktörler ise IL-12, IFN (a, b,<br />
γ), trombosit faktör 4 (endostatin ve trombospondin-1)<br />
ve metalloproteinaz doku inhibitörleridir<br />
(TIMP).<br />
Tirozin kinaz inhibitörleri (TKİ); epidermal<br />
growth faktör reseptör (EGFR) tirozin kinaz<br />
reseptörleri ile ilişkili reseptör ailesinin bir üyesidir.<br />
EGFR, baş-boyun, over, kolorektal, meme<br />
ve mesane kanserlerinde yüksek düzeyde eksprese<br />
edilmektedir. Spesifik ligandına bağlanarak<br />
homodimer oluşturur ve hücre proliferas-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
yon ve yaşamında rol alan sinyal yolunu aktive<br />
eder. İmatinib, geftinib ve erlotinib oral olarak<br />
kullanılan aktif tirozin kinaz inhibitörleridir.<br />
EGFR’nin sinyal yolağını inhibe eder ve kinaz<br />
fosforilasyonunu bloke ederler ve kronik miyeloid<br />
lösemi ile skuamöz olmayan akciğer kanserlerinde<br />
kullanılır.<br />
Allerjik immünoterapi (desensitizasyon); tip 1<br />
allerjiye dayanan allerjik hastalıkların tedavisi<br />
için hastaya ufak dozda spesifik antijen (allerjen)<br />
uygulamak suretiyle yapılır. İmmüntolerans<br />
oluşturdugu için immün allerjik yanıtı süprese<br />
eder.<br />
Çeşitli tümör ilişkili veya tümör spesifik antijenlerin<br />
identifikasyonu, in vivo olarak antitümör<br />
immünolojik yanıtı indükleme olasılığını<br />
kolaylaştırmaktadır. Kanser aşılarının çoğu<br />
tümör ilişkili antijenlere karşı hücresel immün<br />
yanıtı aktive etmeye yönelik tasarlanmıştır.<br />
Antitümör aşıları peptid içeren aşılardır. Genetik<br />
olarak modifiye edilmiş organizmalarla yapılan<br />
veya genetik olarak değiştirilebilir otolog tümör<br />
hücrelerinin işlenmesiyle oluşturulan aşılardır.<br />
Aşılarda bulunan tümör ilişkili antijenler DNA,<br />
RNA veya diğer proteinlerdir. Gen teknolojisiyle<br />
hazırlanan ve subkütan uygulanan aşılar olup<br />
kanser hastalarında kullanılırlar. CD8+ sitotoksik<br />
T lenfositlerinin (CTL), Fas-Fas ligand aracılığıyla<br />
apopitozisi indükleyerek, fagosit ve NK<br />
hücrelerini aktive ederek tümör hücrelerini<br />
öldürmede önemli etkileri gösterilmiştir. Sitokin<br />
gen tedavisi ve dendritik hücre aşılaması kanser<br />
hastalarının etkin aşılamasında araştırılmış<br />
tedavi yöntemleridir. Dendritik hücreler GM-CSF,<br />
TNF-a ve diğer sitokinlerle aktive edilerek T<br />
hücre aktivasyonunu artırır. Yine IL-12 sekrete<br />
ederek CD8+ T lenfositlerinin aktivasyonu ile<br />
IFN-γ ve IL-2 üretimini sağlarlar. Sonuç olarak<br />
tümör hücre harabiyetine neden olurlar.<br />
Metastatik prostat kanserinin tedavisinde gündeme<br />
gelen Sipuleucel-T, otolog prostatik asit<br />
fosfataz yüklü dendritik hücre immünoterapötiği<br />
olup immüntoleransı azaltan bir özelliğe<br />
sahiptir.<br />
MikroRNA’lar (miRNA), birçok hedef genin<br />
ekspresyonunu düzenleyen kısa kodlanmamış<br />
RNA molekülleridir. Hematopoietik hücrelerde<br />
miRNA düzeyleri immün yanıtın seyri ve farklılaşması<br />
sırasında dinamik olarak düzenlenmektedir.<br />
Romatoid artritli hastalarda ve hematolo-<br />
Mehmet Özden<br />
jik malignitelerde miRNA’nın anormal düzeyde<br />
eksprese olduğu gösterilmiştir. Bu bulgular<br />
miRNA’nın immünmodülatör ilaç gelişiminde<br />
kritik bir hedef olduğunu ve miRNA bazlı gen<br />
tedavilerinin metabolik bozukluklar, kanserler<br />
ve immün hastalıkların tedavisinde bir seçenek<br />
olma potansiyelleri olduğunu göstermektedir.<br />
Mezenkimal kök hücreler, osteoblast, miyosit,<br />
kondrosit ve adipositlere farklılaşabilen multipotent<br />
hücrelerdir. Genel etkileri immün yanıtı<br />
antienflamatuvar/toleran fenotipe çevirme,<br />
Th1’den Th2’ye dönüşüm, NK hücrelerinden<br />
IFN-γ üretiminin baskılanması, B hücrelerinden<br />
antikor üretiminin azaltılmasıdır. İnsan mezenkimal<br />
kök hücrelerinin immünsüpresif özelliği<br />
allojenik bireylerde hücre tedavisi için onları<br />
aday yapan önemli bir özelliktir. Özellikle doku<br />
onarımında kullanılması olasılığını gündeme<br />
getirmiştir.<br />
Çeşitli patojenlerden identifiye edilen immünmodülatörler,<br />
doğal ya da kazanılmış immün<br />
sistemi düzenler. Bu moleküller, enfeksiyonun<br />
istenen etkilerini taklit ederler ve immünmodülatör<br />
olarak tedavide kullanılırlar. Bunlar arasında<br />
miksoma ve poks virüsten elde edilen proteaz<br />
inhibitörleri Serp1’in akut koroner sendromda<br />
enflamasyonu inhibe ettiği gösterilmiştir.<br />
Yine kompleman aktivasyonunu bloke eden<br />
vaccinia virüs kaynaklı vaccinia kompleman<br />
kontrol proteini (VCP), sitokin ve kemokin analogları<br />
ve hücre sinyal yolağını düzenleyen<br />
Vaccinia virüs ve Yersinia kökenli immünmodülatörler<br />
bulunmaktadır. Ayrıca BCG aşısı, inaktive<br />
Corynebacterium parvum suşları, bazı probiyotikler<br />
enfeksiyon hastalıkları veya kanserlerde<br />
adjuvan olarak kullanılabilen immünmodülatörlerdir.<br />
Bakteri ekstreleri tekrarlayan enfeksiyonlarda<br />
kullanılmış bakteriyel lizatlardır. Kistik<br />
fibroziste kullanılan deoksiribonükleaz 1 ve<br />
Flavobacterium spp. kaynaklı alginat liyaz kistik<br />
fibrozisde kullanılan akciğer viskozitesini azaltan<br />
rekombinant proteinlerdir. Antisense RNA<br />
ve antisense oligonükleotidler, mRNA’ya bağlanan<br />
ve translasyonu bloke eden nükleik asit<br />
kökenli terapötiklerdir.<br />
Çeşitli hastalıkların primer tedavisinde başarılı<br />
ve yaygın kullanım şansı bulan biyolojik ilaçlar,<br />
immün sistem gibi karmaşık bir yapının modülasyonu<br />
sonucu enfeksiyonlara artmış eğilim<br />
gibi beklenmeyen ve istenmeyen yan etkileri<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 81
Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />
Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />
beraberinde getirmiştir. Bu yan etkiler biyolojik<br />
tedavinin uygulanma zamanı ve dozuna bağlı<br />
olarak değişebilmektedir. İmmünmodülatör<br />
ilaçları kullanan hastaların olası yan etkiler<br />
yönünden dikkatli izlenmesi gerekmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ahmed S, Anolik JH. B-cell biology and related therapies<br />
in systemic lupus erythematosus. Rheum Dis Clin North<br />
Am 2010;36:109-30.<br />
2. Antonarakis ES, Drake CG. Current status of immunological<br />
therapies for prostate cancer. Curr Opin Urol<br />
2010;20:241-6.<br />
3. Bringmann A, Erika Held SA, Heine A, Brossart P. RNA<br />
vaccines in cancer treatment. Journal of Biomedicine and<br />
Biotechnology 2010;ID:623-87.<br />
4. Davis J, Wofsy D. Immunomodulators. In: Parslow TG,<br />
Stites DP, Terr AI, Imboden JB (eds). Medical Immunology.<br />
10 th ed. New York: Mc Graw-Hill Companies, 2001:757-<br />
60.<br />
5. Dilillo DJ, Horikawa M, Tedder TF. B-lymphocyte effector<br />
functions in health and disease. Immunol Res 2010. DOI:<br />
10.1007/s12026-010-8189-3.<br />
6. Ehrenstein MR, Notley CA. The importance of natural<br />
IgM: scavenger, protector and regulator. Nat Rev Immunol<br />
2010;10:778-86.<br />
7. Gabay C, McInnes IB. The biological and clinical importance<br />
of the “New Generation” cytokines in rheumatic<br />
diseases. Arthritis Research & Therapy 2009;11:1-14.<br />
8. Ghezzi A, Grimaldi LM, Marrosu MG, Pozzilli C, Comi G,<br />
et al. MS-SIN Study Group. Natalizumab therapy of multiple<br />
sclerosis: recommendations of the Multiple Sclerosis<br />
Study Group-Italian Neurological Society. Neurol Sci<br />
2011. DOI: 10.1007/s10072-010-0469-0.<br />
9. Bartlett JB, Battiwalla M, Chanan-Khan A, et al.<br />
Immunomodulatory drugs: The emerging treatment<br />
paradigm for hematologic malignancies highlights from a<br />
symposium held during the 10 th congress of the European<br />
Hematology Association which took place on thursday,<br />
2005, Sweden.<br />
10. John LR. B cell-targeted therapies for systemic lupus erythematosus:<br />
an update on clinical trial data. Drugs<br />
2010;70:529-40.<br />
82<br />
11. Kathleen Hawker. B cells as a target of immune modulation.<br />
Ann Indian Acad Neurol 2009;12:221-5.<br />
12. Kode JA, Mukherjee S, Joglekar MV, Hardikar AA.<br />
Mesenchymal stem cells: immunobiology and rolein<br />
immunomodulation and tissue regeneration. Cytotherapy<br />
2009;11;4:377-91.<br />
13. La Cava A. Anticytokine therapies in systemic lupus erythematosus.<br />
Immunotherapy 2010;2:575-582.<br />
14. La Cava A. Targeting B cells with biologics in systemic<br />
lupus erythematosus. Expert Opin Biol Ther 2010;10:<br />
1555-61.<br />
15. Maloney D, Levy R, Miller R. Monoclonal anti-idiotype<br />
therapy of B cell lymphoma. Biol Ther Cancer 1992;2:<br />
1-10.<br />
16. Mitsiades N., Mitsiades CS, Poulaki V, et al. Apoptotic<br />
signaling induced by immunomodulatory thalidomide<br />
analogues in human multiple myeloma cells: therapeutic<br />
implications. Blood 2002;99:4525-30.<br />
17. Notley CA, Ehrenstein MR. The yin and yang of regulatory<br />
T cells and inflammation in RA. Nat Rev Rheumatol<br />
2010;6:572-7.<br />
18. Reang P, Gupta M, Kohli K. Biological Response Modifiers<br />
in Cancer. From Medscape General Medicine.<br />
19. Sanz I, Lee FE. B cells as therapeutic targets in SLE. Nat<br />
Rev Rheumatol 2010;6:326-37.<br />
20. Shlomchik MJ. Activating systemic autoimmunity: B’s, T’s,<br />
and tolls. Curr Opin Immunol 2009;21:626-33.<br />
21. Thouvenot E, Hillaire-Buys D, Bos-Thompson MA, Rigau<br />
V, Durand L, Guillot B, et al. Erythema nodosum and<br />
glatiramer acetate treatment in relapsing-remitting multiple<br />
sclerosis. Mult Scler 2007;13:941-4.<br />
22. Tili E, Michaille JJ, Costinean S, Croce CM. MicroRNAs,<br />
The immune system and rheumatic disease. Nat Clin<br />
Pract Rheumatol 2008;4:534-41.<br />
23. Yan Q. Immunoinformatics and systems biology methods<br />
for personalized medicine. Methods Mol Biol 2010;<br />
662:203-20.<br />
24. Zondor SD, Medina PJ. Bevacizumab: an angiogenesis<br />
inhibitor with efficacy in colorectal and other malignancies.<br />
Ann Pharmacother 2004;38:1258-64.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Antibiyotik Kullanımında<br />
Kamu Otoritesinin Rolü<br />
Prof. Dr. İrfan Şencan<br />
SB <strong>Tedavi</strong> Hizmetleri Genel Müdür Vekili<br />
Ankara<br />
83
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Antibiyotik Kullanımında Kamu Otoritesinin Rolü<br />
Antibiyotiklerin gereksiz kullanımı direnç<br />
gelişimini hızlandırmaktadır. Bu durum<br />
hem hastaların tedavisini etkilemekte hem de<br />
hastane ortamında sorunlara yol açmaktadır.<br />
Hastanelerde dirençli bakterilerin ortaya çıkması,<br />
seçilmesi ve yayılması önemli bir hasta<br />
güvenliği sorunudur. Antibiyotiğe dirençli bir<br />
bakteri ile enfeksiyon, hem hasta morbidite ve<br />
mortalitesinde, hem de hastanede yatma süresinde<br />
artışa yol açar. Antibiyotik direnci, sıklıkla<br />
uygun antibiyotikle tedavinin gecikmesine<br />
neden olur. Ciddi enfeksiyonu olan hastalarda<br />
uygun olmayan ya da gecikmiş antibiyotik<br />
tedavisi hastalığın gidişatını kötüleştirir, hatta<br />
bazen ölüme yol açar.<br />
Antibiyotik kullanımı, Avrupa’da tüm ilaçlar<br />
arasında dördüncü veya beşinci sırada iken,<br />
ülkemizde birinci sırada yer almaktadır. Bunun<br />
%40-50’si gereksiz kullanıma bağlıdır. Bu<br />
durum antibiyotiklere karşı direnç gelişimi<br />
bakımından riskli davranış biçimine işaret<br />
etmektedir. Ek olarak, tüm ilaç masraflarından<br />
antienfektiflere harcanan pay, dünya ortalamasında<br />
%9.9 iken, ülkemizde %26’dır. Bu harcama<br />
yılda yaklaşık 1 milyar dolar olup ekonomik<br />
yük de getirmektedir.<br />
Antibiyotiklere direnç tüm dünyanın sorunudur,<br />
uygun antibiyotik kontrol programları ile<br />
direnç sorunu engellenebilir. Antibiyotik kontrol<br />
programlarını başarıyla uygulayan ülkeler<br />
vardır. Amerika Birleşik Devletleri Oregon eyaletinde<br />
vankomisin kullanımının %40 oranında<br />
uygunsuz olduğu belirlenmiş ve ilaç kullanım<br />
politikasının uygulamaya konulmasıyla vankomisin<br />
kullanımının etkilenip etkilenmediği<br />
incelenmiştir. Sonuçta kısıtlamanın, grampozitif<br />
enfeksiyonların tedavisi ve profilaksisinde<br />
uygunsuz kullanımı oldukça azalttığı görülmüştür.<br />
Sağlık Bakanlığının 2003 yılında uygulamaya<br />
koyduğu antibiyotik kısıtlama politikası<br />
öncesi ve sonrası ardışık üç günlük antibiyotik<br />
kullanım yoğunluğu, maliyeti ve enfeksiyon<br />
hastalıkları konsültasyon hizmetinin etkisi bir<br />
kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde incelenmiştir.<br />
Bu çalışmada, antibiyotik kullanımının<br />
azaldığı enfeksiyon hastalıkları konsültasyonunun<br />
ise arttığı görülmüştür. Yine 2003 yılında<br />
uygulamaya konulan düzenlemenin etkisini<br />
incelemek üzere, bu uygulamadan önce ve<br />
uygulama başladıktan altı ay sonra ülke gene-<br />
84<br />
linde 15 hastanede antibiyotik kullanım miktarı<br />
100 hasta günü için tanımlanmış günlük doz<br />
(DDD/100 patient days) olarak karşılaştırılmıştır.<br />
Bu çalışmada antibiyotik kullanım miktarının<br />
%26.4 azaldığı görülmüştür.<br />
Kamunun antibiyotik kullanımı konusunda<br />
düzenleme yapmasına farklı açılardan bakanlar<br />
da olmuştur. Hekim örgütleri ve meslek kuruluşlarından<br />
konuya farklı yorumlar yapılmış ve<br />
hukuka uygunluk veya kamunun reçete yazılması<br />
konusunda düzenleme yapıp yapamayacağı<br />
yönünden değerlendirme yapılmıştır.<br />
“25.05.2007 tarih ve 26532 sayılı Resmi Gazete’de<br />
yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık<br />
Uygulama Tebliği ve Maliye Bakanlığı <strong>Tedavi</strong><br />
Yardımına İlişkin Uygulama Tebliği’nin kimi<br />
hükümlerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması<br />
talebi ile Birliğimizce Danıştay nezdinde dava<br />
açılmıştır. Dava metni …<br />
D. KONUSU: Resmi Gazete’nin 25.05.2007 tarih<br />
ve 26532 (mükerrer) sayılı nüshasında yayımlanarak<br />
yürürlüğe girmiş olan Sosyal Güvenlik<br />
Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği’nin aşağıda<br />
belirtilen hükümlerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması,<br />
……<br />
Hukuka aykırı düzenlemeler ve ………iptali istenilen<br />
düzenlemeleri sonuçları bakımından aşağıdaki<br />
başlıklar altında toplayabiliriz:<br />
1-2- 3- ……4 Toplumun çoğunluğu tarafından sık<br />
karşılaşılan birçok hastalıkta, hastalığın tedavi<br />
süresinin zorunlu kıldığı miktarda ilacın hasta<br />
tarafından alınması hakkı özellikle antibiyotikler<br />
bakımından ortadan kaldırılmıştır.<br />
Hekimin görev ve yetkisinin düzenlendiği 1219<br />
sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı<br />
İcrasına Dair Kanun ….. .. 8. maddesinde,<br />
“Türkiye’de hekimlik yapmak için bu yasada gösterilen<br />
nitelikleri haiz olanların genel olarak hastalıkları<br />
tedavi hakkı vardır” …….. Aynı şekilde<br />
19.2.1960 gün ve 4/12578 Sayılı Tıbbi Deontoloji<br />
Tüzüğü’nün 6. maddesinde de: “Tabip(...), sanat ve<br />
mesleğini icra ederken, hiçbir tesir ve nüfuza<br />
kapılmaksızın, vicdanı ve mesleki kanaatına göre<br />
hareket eder. ….Tabip(...), tatbik edeceği tedaviyi<br />
tayinde serbesttir.”<br />
Dava konusu Tebliğde bilimsel gerekliliklere aykırı<br />
olarak birçok ilacın yazılabilmesinde uzman/<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
pratisyen hekim ayrımı yapılmış, pratisyen hekimlerin<br />
reçete yazma yetkilerine kısıtlama getirildiği<br />
gibi, bazı uzmanlık dalları da kendi uzmanlık<br />
alanındaki hastalıkların tedavisi ile ilgili ilaçları<br />
yazamaz hale gelmiştir. …….Davalı İdarenin<br />
hazırladığı Tebliğde iptalini istediğimiz hükümlerle<br />
getirilen ayrımın bilimsel nedenleri olmadığı<br />
gibi İdarenin böylesi bir düzenlemeyi yapma<br />
yetkisi de bulunmamaktadır.”<br />
Sonuç olarak tüm bu farklı bakış açılarını değerlendirdiğimizde,<br />
antibiyotik kullanımı konusunda<br />
bir kılavuzluk ihtiyacının gerekli ve<br />
yararlı olduğu açıktır. Ancak kamunun doğrudan<br />
düzenleme yapmak yerine doğru uygulama<br />
kılavuzlarına erişimi ve uygulanmasını teşvik<br />
etmesi daha uygun olacaktır.<br />
KAYNAKLAR<br />
İrfan Şencan<br />
1. Çelen MK, Özcan Y, Akdeniz N, Kale A, Ayaz C, Gül T.<br />
Antibiyotik kısıtlama politikasının kadın hastalıkları ve<br />
doğum kliniğindeki etkisi. Turkiye Klinikleri J Gynecol<br />
Obst 2006;16:180-4.<br />
2. Hoşoğlu S, Esen S, Ozturk R, Altindis M, Ertek M,<br />
Kaygusuz S, et al. The effect of a restriction policy on the<br />
antimicrobial consumption in Turkey: a country-wide<br />
study. Eur J Clin Pharmacol 2005;61:727-31.<br />
3. Thomas AR, Cieslak PR, Strausbaugh LJ, Fleming DW.<br />
Effectiveness of pharmacy policies designed to limit<br />
inappropriate vancomycin use: a population-based<br />
assessment. Infect Control Hosp Epidemiol 2002;23:683-<br />
8.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 85
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Bilgilendirmede<br />
Derneklerin Rolü<br />
Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />
SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Sakarya<br />
87
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />
Antibiyotikler geçen yüzyılın en önemli<br />
buluşlarındandı. Ancak direnç nedeniyle<br />
günümüzde hastane ve toplum kökenli bazı<br />
enfeksiyonların tedavisi problemli bir hale gelmiştir.<br />
Antibiyotiklerin uygunsuz kullanımı<br />
dirençli bakterilerle kolonizasyona ve enfeksiyona<br />
neden olmaktadır. Antibiyotiklere dirençli<br />
bakteriler toplum sağlığını tehdit etmektedir.<br />
Antibiyotikler çoğu zaman uygun olmayan<br />
şekilde kullanılmaktadır. Son yıllarda üretilen<br />
antibiyotik sayısı azalmıştır. Eğer yeni antibiyotikler<br />
bulunamazsa birçok hasta dirençli enfeksiyonlardan<br />
dolayı kaybedilecektir.<br />
Ülkemizde ve birçok ülkede antibiyotikler<br />
gereksiz kullanılmakta ve çoğu zaman antibiyotik<br />
tedavisi bir kanıta dayandırılmadan verilebilmektedir.<br />
Bütün iyileştirme çabalarına rağmen<br />
hastanelerde bile antibiyotiklerin en az<br />
yarısı uygunsuz kullanılmaktadır. Hastanelerde<br />
antibiyotikler bazen endikasyonsuz, bazen<br />
zamansız ve bazen de gecikmiş şekilde başlanabilmektedir.<br />
Hastanede ve toplumda kullanılan<br />
antibiyotikler bazen bir kanıta dayandırılmadan<br />
verilebilmektedir. Toplumda endikasyonsuz<br />
kullanımın en sık olduğu durum üst solunum<br />
yolunun viral (grip, soğuk algınlığı) enfeksiyonlarıdır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü ilaçların rasyonel<br />
kullanımını “hastaların ilaçları klinik gereksinimlere<br />
uygun biçimde, gerekli dozlarda, yeterli<br />
zaman diliminde, kendilerine ve topluma en düşük<br />
maliyette almaları için uyulması gereken kurallar<br />
bütünü” olarak tanımlamıştır.<br />
Antibiyotiklerin uygun kullanımının sağlanması<br />
için konuyla ilgili aktörlere önemli görevler<br />
düşmektedir. Antibiyotiklere yönelik hekimlerdeki<br />
ve toplumdaki bilgi eksikliği bu ilaçların<br />
uygunsuz kullanılma sıklığını artırmaktadır.<br />
Bilgi eksikliğini azaltmada doğru algının oluşması<br />
için doğru bilgilendirme de önemlidir.<br />
Akılcı antibiyotik kullanımının başarılması<br />
adına uzmanlık derneklerine önemli sorumluluklar<br />
düşmektedir. Antibiyotiklere yönelik bilgilendirme<br />
aşamasında Enfeksiyon Hastalıkları<br />
ve Klinik Mikrobiyoloji Derneklerine önemli<br />
görevler düşmektedir. Bilgilendirme toplumun<br />
farklı kesimlerine farklı materyaller ve eğitim<br />
araçları kullanılarak yapılmalıdır. Antibiyotiklere<br />
yönelik bilgilendirmede hastanede çalışan<br />
hekimlere yönelik bilgilendirme, birinci basa-<br />
88<br />
mak hekimlerine yönelik bilgilendirme ve topluma<br />
yönelik bilgilendirme olmak üzere üç ayrı<br />
gruba yapılması önemlidir.<br />
TOPLUM NASIL BİLGİLENDİRİLEBİLİR ve<br />
DERNEKLER NE YAPABİLİR?<br />
Toplumun antibiyotikler hakkındaki bilgi düzeyi,<br />
antibiyotik tüketimini şekillendirmede<br />
önemlidir. Örneğin; İskandinav ülkelerinde<br />
antibiyotik tüketimi sınırlı düzeydeyken, İran<br />
ve Yunanistan gibi ülkelerde çok fazladır.<br />
Antibiyotik kullanımı aynı ülke içinde bile bölgesel<br />
farklılıklar gösterebilmektedir. Bu durumun<br />
nedenleri;<br />
1. Bazı toplumlarda hastada ateş varlığı mutlak<br />
enfeksiyon olarak yorumlanmakta, antibiyotik<br />
kullanılabilmektedir.<br />
2. Hasta ya da hasta yakınının antibiyotiklere ait<br />
algısı nedeniyle antibiyotik beklentisi ön planda<br />
olabilmektedir. Hastalar bu nedenle hekimin<br />
karşısına geldiğinde, çoğu zaman şikayetlerini<br />
abartmaktadır.<br />
3. Antibiyotik beklentisi içinde olan hastalar,<br />
beklentisi olmayanlara göre, şikayetlerinin daha<br />
ciddi ve daha uzun zamandır olduğunu, ayrıca<br />
antibiyotikle daha çabuk iyileştiklerini ifade<br />
etmektedirler.<br />
4. Çoğu zaman hastalar zaten antibiyotiği<br />
almakta ve sadece reçete edilerek sosyal güvenlikten<br />
faydalanmak için hekime başvurabilmektedir.<br />
5. Az gelişmiş ülkelerde antibiyotik yazılmadığında<br />
hastalar hekime baskı yapabilir ve özellikle<br />
anneler tedavi kararı ve antibiyotik yazma<br />
konusunda hekime telkinde bulunurlar.<br />
Örneğin; Kuzey Avrupa ülkelerinde düşük sıklıkta<br />
antibiyotik tüketimi varken, Güney<br />
Avrupa’da, Orta Doğu ülkelerinde ve Kuzey<br />
Amerika’da tüketim oldukça fazladır. Ülkemizde<br />
de Doğu ve Güneydoğu illerindeki antibiyotik<br />
tüketimi batı illerine göre fazladır. Aynı tarz<br />
farklı ülkelerde de görülebilmektedir.<br />
Toplumun doğru antibiyotik tüketmesinde halkı<br />
yönetenlere ve derneklere büyük bir sorumluluk<br />
düşmektedir. Toplumda yüksek sıklıkta<br />
antibiyotik tüketimi antibiyotiklere dirençli<br />
bakteri sıklığını artırmaktadır. Örneğin; Fransa,<br />
birinci basamak hizmeti 54.000 pratisyen<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
hekimle sürdürülmüş ve 2000 yılında<br />
62.000.000 nüfusa hizmet verilmiştir. Bu tarihlerde<br />
Fransa’da pnömokokların neredeyse<br />
%50’si penisilinlere dirençli bulunmuştu ve<br />
Avrupa’nın en çok antibiyotik tüketen ülkesi<br />
idi. Ülke Avrupa’nın hatta dünyanın en fazla<br />
antibiyotik tüketen ülkelerinden biri oldu.<br />
Ülkede dirençli bakterilerin hızla artması üzerine<br />
Fransız hükümeti 2001 yılında ulusal bir<br />
kampanya başlattı. Kampanyada %25 antibiyotik<br />
tüketiminin azaltılması hedeflendi.<br />
Çalışmada üst solunum yolu enfeksiyonlarının<br />
en fazla görüldüğü ekim-mart döneminde viral<br />
üst solunum yolu enfeksiyonlarında antibiyotik<br />
yazılmasının önüne geçilmesi hedeflendi.<br />
“Gripte antibiyotik otomatik değil” kampanyası<br />
başlatılarak, aynı sezonda antibiyotik tüketimi<br />
%40 azaltıldı.<br />
Antibiyotikler hakkında toplumun bilgi eksikliği<br />
çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu<br />
nedenle toplumun antibiyotiklere ilişkin bilinç<br />
düzeyi yükseltilmelidir. Toplumun bilgilendirilmesinde<br />
dernekler ana rol üstlenmeli, antibiyotik<br />
tüketimini ilgilendiren gruplarda (birinci<br />
basamakta çalışan doktor, hasta, eczacı, sektör,<br />
geri ödeme kurumu, bakanlık, idari birimler<br />
vb.) akılcı antibiyotik tüketimine ilişkin iş birliği<br />
sağlanmalıdır. Antibiyotik tüketimine ait<br />
doğru bilgilendirme sırasında derneklere düşen<br />
başlıca görevler;<br />
1. Akılcı antibiyotik kullanımına yönelik halk<br />
eğitimleri yapmalıdır. Bu eğitimde hedefe odaklı<br />
spot bilgiler verilmelidir. Örneğin;<br />
• “Antibiyotiklere direnç halk sağlığını tehdit<br />
ediyor”<br />
• “Gripte antibiyotik kullanılmaz”<br />
• “Soğuk algınlığı antibiyotiklerle iyileşmez”<br />
• “ Antibiyotiklere direnç gelişirse işe yaramazlar”<br />
gibi spot ama dikkat çeken ve hafızaya yerleşen<br />
başlıklarla sunum yapılmalıdır.<br />
2. Doğru ve etkin bilgilendirmede basın çok<br />
etkin bir rol üstlenebilmektedir. Basının konuyla<br />
ilgilenmesi sağlanmalı, antibiyotik kullanımına<br />
ait doğru bilgiler içeren spot bilgiler, en çok<br />
izlenen saatlerde televizyon ve radyoda konuyla<br />
ilgili bilgilendirmeler yapılmalıdır. İnternet,<br />
yazılı basın ve televizyon programları sayesinde<br />
gerekli bilgilendirme yapılmalıdır. Basın yoluyla<br />
Oğuz Karabay<br />
sıkça haber yapılmalı ve konunun güncelliği<br />
sağlanmalıdır.<br />
3. Antibiyotik kullanımına ait veriler, basın<br />
yoluyla halk ve birinci basamakta sağlık hizmetini<br />
sunanlarla paylaşılmalıdır.<br />
4. Bilgilendirme amacıyla sosyal paylaşım siteleri<br />
aktif olarak kullanılmalıdır.<br />
5. Akılcı antibiyotik kullanımı başarılamazsa<br />
bundan tüm toplumun etkileneceği vurgusu<br />
işlenmeli ve antibiyotik direncine ait tehlike<br />
hakkında sivil irade ve idarecilerin bilgilendirilmesi<br />
sağlanmalıdır.<br />
6. Halkın sıklıkla bulunduğu yerlere dönemler<br />
halinde stantlar açılmalı, eğitim çadırları kurulmalı<br />
ve buralarda görünür materyaller kullanılmalı,<br />
mümkünse bire bir eğitim verilmelidir.<br />
7. Her fırsatta konuya hakim ve dernek tarafından<br />
seçilmiş ve profesyonel olarak hazırlanmış<br />
eğitim dokümanlarıyla halkı bilgilendiren<br />
mesajlar verilmelidir.<br />
8. Dernekler içinde antibiyotik direnciyle mücadeleyi<br />
amaç edinmiş bu konuyla ilgilenen profesyonel<br />
bir grup olmalı ve bu grubun önderliğinde<br />
toplumda antibiyotik kullanımını ölçen,<br />
düzenleyen etkin çalışmalar yapılmalı ve bu<br />
çalışmaların sonuçları halkla paylaşılmalıdır.<br />
9. Her ilde özellikle ilköğretim çağındaki çocuklara<br />
yönelik kısa ama akılda kalıcı eğitimlerle<br />
akılıcı antibiyotik kullanım ilkeleri eğitimi<br />
verilmelidir.<br />
10. Konuyla ilgili basının ve sorulara yanıt verebilecek<br />
bir birimin her zaman adresi internet<br />
sitesinde hazır olmalıdır.<br />
11. İnternette ulaşılması kolay ve kolayca anlaşılır<br />
mesajları olan standart eğitim materyalleri<br />
bulunmalıdır. Bu materyallerde olabildiğince<br />
çok görseller kullanılmalı, hareketli videolar ve<br />
animasyonlardan oluşturulmalıdır.<br />
12. Toplum sağlığını kendine misyon edinmiş<br />
diğer sivil toplum kuruluşları bu sorunu sahiplenmeli<br />
ve karşılıklı iş birliği içinde olunmalıdır.<br />
13. Sivil iradenin ve yöneticilerin konuyla ilgili<br />
duyarlaşmasına çalışılmalı ve onların desteği<br />
alınmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 89
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />
14. Antibiyotik farkındalık günleri iyi kullanılmalı<br />
ve bugünlerde basına daha fazla haber<br />
yapılmak üzere girişimlerde bulunulmalı ve<br />
halkın sıklıkla bulunduğu yerlere stantlar açılmalı,<br />
görünür afişler kullanılarak farkındalık<br />
oluşturulmalıdır.<br />
15. Çocukların ve gençlerin bilgilendirilmesi<br />
gelecek nesiller adına önemlidir. Üniversitelerde<br />
ve bazı seçilmiş bölgelerde lise düzeyinde eğitimler<br />
planlanmalıdır.<br />
16. Her fırsatta konuya hakim ve dernek tarafından<br />
seçilmiş eğitmenler tarafından hazırlanan<br />
videolarla halkı bilgilendirecek mesajlar verilmelidir.<br />
90<br />
Halka Hangi Mesajlar Verilmeli<br />
Halka verilecek mesajlarda genel mesajlar yerine<br />
bireysel risk vurgulanmalıdır. Toplumda<br />
antibiyotiklerin kullanıldığı her durum değil de<br />
antibiyotiklerin en sık uygunsuz kullanıldığı<br />
durumlar hakkında bilgilendirme hedefleri<br />
oluşturulmalıdır.<br />
Aşağıda verilmesi önerilen bazı bilgi hedefleri<br />
özetlenmiştir.<br />
1. Antibiyotiği ne zaman almalısınız?<br />
a. Soğuk algınlığı ve grip virüslerle olur.<br />
Antibiyotikler virüslere etkisizdir. “Grip geçer<br />
otomatik, gereksizdir antibiyotik” gibi akılda<br />
kalan spot mesajlarla farkındalık artırılmalıdır.<br />
b. Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonlarda<br />
kullanılır. Hangi antibiyotiğin kullanılacağına<br />
da doktorunuz karar vermelidir.<br />
c. Grip ya da soğuk algınlığında antibiyotik<br />
almanızın hiç faydası olmayacağı gibi sizin<br />
dirençli bakterileri kazanmanıza neden olacaktır.<br />
d. Gereksiz kullandığınız antibiyotikler sizde<br />
ishal gibi yan etkilere neden olabilir.<br />
2. Uygunsuz alınan antibiyotikler<br />
neden tehlikeli<br />
a. Antibiyotikler direnç nedeniyle her geçen gün<br />
etkilerini kaybediyor.<br />
b. Antibiyotik direnci bu hızla devam ederse<br />
dirençli bakteriler birçok ölüme neden olacaktır.<br />
c. İleride bir gün antibiyotiğe gerçekten ihtiyacın<br />
olduğunda onlar etkisiz kalabilecektir. Tüm<br />
bunlara engel olmak için gereksiz antibiyotik<br />
kullanımına son ver.<br />
BİRİNCİ BASAMAK HEKİMLERİ NASIL<br />
BİLGİLENDİRİLEBİLİR?<br />
Birinci basamakta çalışan meslektaşlarımıza ve<br />
ülkemizde birinci basamak sağlık hizmeti sunan<br />
eczacıların antibiyotiklere yönelik bilgilendirilmesi<br />
oldukça önemlidir. Birinci basamakta<br />
çalışan hekimler fakülteden mezun olduktan<br />
sonra çoğu zaman antibiyotiklere yönelik bilgilendirme<br />
almamakta ve yıllar içinde antibiyotiklere<br />
yönelik bilgi eksiklikleri oluşmaktadır.<br />
Benzer durum eczacılar için de geçerlidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Birinci basamak tedavi hizmetlerinde antibiyotik<br />
reçetelerinin yaklaşık %80’i solunum yolu<br />
enfeksiyonları için düzenlenmektedir. Birçok<br />
solunum yolu enfeksiyonu olgusunda antibiyotiklerin<br />
gerekli olmadığına ve hastanın bağışıklık<br />
sisteminin basit enfeksiyonlarla mücadele<br />
edebilecek yeterlilikte olduğuna ilişkin kanıtlar<br />
mevcuttur.<br />
Birinci basamakta gereksiz antibiyotik yazmamak<br />
için hastalarla iyi iletişim çok önemlidir.<br />
Araştırmalar, birinci basamak tedavi hizmetlerinin<br />
yürütüldüğü ortamlardaki hasta memnuniyetinin<br />
antibiyotikten ziyade, etkili iletişime<br />
bağlı olduğunu göstermektedir. Üst solunum<br />
yolu enfeksiyonları için yazılan antibiyotiklerin,<br />
hastanın yeniden başvuru oranını düşürmediğini<br />
göstermiştir. Doktorların hastalarına verdikleri<br />
tıbbi bilgiler ve tavsiyeler, hastanın hastalık<br />
süreçlerini doğru algılamasını, beklentilerinin<br />
değişmesini ve antibiyotik isteğini etkilemektedir.<br />
Üstelik bu durum yüksek oranda hasta<br />
memnuniyetini sağlarken bunun ortalama aynı<br />
danışmanlık süresi içerisinde yapılabileceğini<br />
göstermiştir.<br />
Birinci Basamağa Yönelik Bilgilendirmede<br />
Başlıca Hedefler<br />
1. Ülkemizde birinci basamakta çalışan hekimlerin<br />
antibiyotiklerin etki, yan etki ve endikasyonlarıyla<br />
ilgili mezuniyet sonrası eğitim kursları<br />
düzenlenmelidir. Bu kursların düzenlenmesinde<br />
birinci basamağa yönelik çalışan dernekler<br />
ve bakanlıkla iş birliği içinde olunulmalıdır.<br />
2. Birinci basamaktaki hekimlere ve eczacılara<br />
“gereksiz antibiyotik tüketimini durdur”<br />
mesajları kısacık bilgilendirme kartlarıyla ya da<br />
internet yoluyla vurgulu spotlarla verilmelidir.<br />
3. Soğuk algınlığı ve grip antibiyotiklerin en sık<br />
endikasyonsuz kullanıldığı durumlardır. Birinci<br />
basamak hekimlerine bu hastalıkların tanı ve<br />
tedavisine ilişkin mezuniyet sonrası eğitimler<br />
verilmelidir.<br />
4. Her türlü görsel ve yazılı medya aracı, internet<br />
olanakları, dernek internet siteleri etkin<br />
şekilde kullanılarak bilgilendirme yapılmalıdır.<br />
5. Birinci basamakta çalışan hekimlerin antibiyotik<br />
direncine ait ülke ve dünya geneli hakkında<br />
bilgi sahibi olması gereklidir. Bu bilgilendir-<br />
Oğuz Karabay<br />
me de dernek tarafından doğrudan birinci basamak<br />
hekimlerine ve eczacılara klasik mektuplarla<br />
yapılmalıdır.<br />
6. Gereksiz yere yazılan antibiyotikler için<br />
olumsuz performans puanı uygulaması getirilmelidir.<br />
7. Bu bilgilendirmede başlıca verilecek mesajlar;<br />
a. Bakteriyel dirençteki durum bildirilmeli ve<br />
tehlike hakkında farkındalık oluşturulmalıdır.<br />
b. Gripli ve rinitli hastalara gereksiz antibiyotik<br />
kullanılmaktadır. Bu durum hastanelerde ve<br />
toplumda dirençli bakterilerin artmasına neden<br />
olmaktadır.<br />
c. Artan antibiyotik direncinin günümüzde ve<br />
gelecekte antibiyotiklerin etkinliğini tehdit ettiği<br />
anlatılmalı ve direncin antibiyotiğe maruziyetle<br />
ilişkili olduğu vurgulanmalıdır.<br />
HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİMLERE<br />
YÖNELİK BİLGİLENDİRME<br />
1. Hastanede çalışan hekimlere “Sağlık bakımı<br />
ile ilişkili enfeksiyonlar” hakkında mezuniyet<br />
sonrası eğitim verilmelidir. Cerrahlara da cerrahi<br />
profilaksi uygulamalarıyla ilgili bilgilendirme<br />
yapılmalıdır.<br />
2. Hastane çalışanlarına antibiyotiklerin etki,<br />
yan etki ve direnç profili hakkında bilgilendirme<br />
yapılmalıdır.<br />
3. Hastanede çalışan hekimlere öncelikle problemin<br />
ne kadar büyük olduğu gösterilmeli, hastanelerde<br />
metisiline dirençli Staphylococcus aureus,<br />
vankomisine dirençli enterokok, çok ilaca<br />
dirençli gram-negatif basillerin dünya ve ülke<br />
genelindeki epidemiyolojisi anlatılmalıdır.<br />
Çoklu ilaca dirençli türler dahil olmak üzere<br />
antimikrobiyal dirençli mikroorganizmalar<br />
çoğunlukla sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlardan<br />
sorumlu olduğu, ayrıca hastane dışındaki<br />
hastalarda görülen enfeksiyonlardan da direnç<br />
problemi yaşandığı vurgulanmalıdır.<br />
Bilgilendirmede izlenebilecek başlıca yollar;<br />
1. Dernek ve hastane enfeksiyon kontrol komitesi<br />
iş birliğiyle il veya bölge bazında eğitim<br />
planları yapılmalıdır. Bu eğitimde yoğun bakımlar<br />
ve cerrahi profilaksiye ait eğitimler ana hedef<br />
olmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 91
Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />
Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />
2. Cerrahi profilakside kılavuzlar hatırlatılmalı<br />
ve dernek tarafından geliştirilen rehberlerin<br />
internet erişim adresi gösterilmelidir.<br />
3. Yoğun bakımlarda saptanan başlıca patojenlerin<br />
bölge için ve mümkünse hastaneye yönelik<br />
direnç verileri basit grafiklerle gösterilmelidir.<br />
4. Hastanede çalışan hekimlere antibiyotik yazmadan<br />
önce aşağıdaki başlıklar hatırlatılmalıdır:<br />
a. Antibiyotikler dikkatle kullanılmalıdır.<br />
Uygunsuz kullanılan antibiyotikler dirence yol<br />
açar.<br />
b. Hedefe yönelik antibiyotik tedavisi yapılmalıdır;<br />
antibiyotik tedavisine başlamadan önce<br />
kültür alınması gereklidir.<br />
c. Eğer geniş spektrumlu bir antibiyotik kullanacaksanız<br />
enfeksiyon hastalıkları uzmanı konsülte<br />
etmelidir.<br />
Sonuç olarak; birçok ülkede antibiyotikler endikasyonsuz,<br />
zamansız, gereksiz ve bir kanıta<br />
dayandırılmadan kullanılmaktadır. Uygunsuz<br />
kullanım dirence neden olmakta ve bugün<br />
direnç nedeniyle antibiyotik çağı bitmektedir.<br />
Antibiyotik direncinin önüne geçilmesi için<br />
başta antibiyotiklerin akılcı kullanımını sağlamak<br />
olmak üzere alınması gereken birçok önlem<br />
vardır. Bunun için başta enfeksiyon hastalıkları<br />
dernekleri olmak üzere mesleki örgütlere büyük<br />
bir sorumluluk düşmektedir. Dernekler bu<br />
büyük sorumlulukta diğer sivil toplum kuruluşları,<br />
sağlık idarecileri, basın, sağlık çalışanları ve<br />
halkla iş birliği içinde olmalıdır.<br />
92<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Amanda LG. Hans VH. Flora MH. Intervention research<br />
in rational use of drugs: a review. Healt Policy<br />
and Planning 1999;14:89-102.<br />
2. Bilthoven, Netherlands: National Institute for Public<br />
Health and the Environment, 2007.<br />
3. Davey P, Brown E, Fenelon L, Finch R, Gould I,<br />
Hartman G, et al. Interventions to improve antibiotic<br />
prescribing practices for hospital inpatients. Cochrane<br />
Database Syst Rev 2005(4):CD003543.<br />
4. ECDC, EMEA. ECDC/EMEA Joint Technical Report: the<br />
bacterial challenge: time to react 2009.<br />
5. European Antimicrobial Resistance Surveillance<br />
System. EARSS Annual Report 2006.<br />
6. European Antimicrobial Resistance Surveillance<br />
System . RIVM. 2009 [cited March 30, 2010].<br />
7. Gyssens IC, van den Broek PJ, Kullberg BJ, Hekster Y,<br />
van der Meer JW. Optimizing antimicrobial therapy. A<br />
method for antimicrobial drug use evaluation. J<br />
Antimicrob Chemother 1992;30:724-7.<br />
8. http://ecdc.europa.eu/en/eaad/Pages/ToolkitHospital<br />
Prescribers_KeyMessages.aspx#problem<br />
9. http://www.antibiyotikfarkindalik.org/Anasayfa/antbiyotikfarkindalik<br />
10. Karabay O. Birinci basamakta antibiyotik kullanımında<br />
Türkiye’de durum. ANKEM 2007;21(Ek 2):252-6.<br />
11. Tacconelli E, De Angelis G, Cataldo MA, Mantengoli E,<br />
Spanu T, Pan A, et al. Antibiotic usage and risk of<br />
colonization and infection with antibiotic-resistant<br />
bacteria: a hospital population-based study.<br />
Antimicrob Agents Chemother 2009;53:4264-9.<br />
12. Willemsen I, Groenhuijzen A, Bogaers D, Stuurman A,<br />
van Keulen P, Kluytmans J. Appropriateness of antimicrobial<br />
therapy measured by repeated prevalence surveys.<br />
Antimicrob Agents Chemother 2007;51:864-7.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Prof. Dr. Özlem Tünger<br />
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Manisa<br />
93
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Enterokoklar çevre şartlarına dayanıklı olmaları,<br />
çeşitli antibiyotiklere intrensek dirençli<br />
olmaları ve yeni direnç geliştirme yeteneklerinden<br />
dolayı, son 10 yılda hastane enfeksiyonlarının<br />
önemli nedenleri arasında yer almışlardır.<br />
İlk kez 1988 yılında İngiltere’de Uttley ve<br />
arkadaşları tarafından vankomisine dirençli bir<br />
Enterococcus faecium suşu soyutlanmış, daha<br />
sonra bu direnç Amerika Birleşik Devletleri<br />
(ABD), Avrupa, Asya ve Güney Amerika’ya<br />
hızla yayılmıştır. ABD’de vankomisine dirençli<br />
enterokok (VRE) suşlarının oranı 1995 yılında<br />
%12.8 iken, bu oran 2000 yılında %25.9’a yükselmiştir.<br />
ABD’de “Centers for Disease Control<br />
and Prevention (CDC)” tarafından 2006-2007<br />
yıllarında yapılmış olan sürveyans sonuçlarına<br />
göre hastane kaynaklı enfeksiyonların<br />
%12.5’inin enterokoklara bağlı olduğu, bunların<br />
da %30’unun VRE olduğu gösterilmiştir.<br />
Avrupa’da da VRE oranları başta Yunanistan,<br />
İngiltere ve Portekiz olmak üzere giderek artmakta,<br />
hastane kaynaklı enterokok enfeksiyonlarındaki<br />
VRE oranı ise %3’e yaklaşmaktadır.<br />
Hastanede uzun süreli yatan hastalarda enterokoklar<br />
gastrointestinal sistemde kolonize olabilmekte,<br />
bu kolonizasyon da antibiyotik kullanımının<br />
yoğun olduğu hastane ortamında<br />
direnç gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.<br />
VRE enfeksiyonlarının hem mortalitesi, rekürrensi<br />
ve maliyeti daha fazla, hem de tedavi seçenekleri<br />
daha kısıtlıdır, bu nedenlerden dolayı<br />
VRE enfeksiyonlarının tedavisi oldukça zordur.<br />
Ancak VRE izole edilen hastalarda tedaviye başlamadan<br />
önce, bu bakterinin gastrointestinal<br />
sistem, üriner sistem ve deri gibi anatomik bölgelerde<br />
kolonize olabilmesi nedeniyle, kolonizasyon-enfeksiyon<br />
ayırımının iyi yapılması<br />
gerekmektedir. Lokal veya sistemik enfeksiyon<br />
bulgusu olmayan bir hastada yüzeyel alanlardan,<br />
değiştirilen intravasküler kateterlerden,<br />
intraperitoneal ve safra drenlerinden ve piyüri<br />
olmayan idrardan VRE izole edildiğinde, kolonizasyon<br />
olabileceği düşünülmelidir.<br />
TEDAVİ SEÇENEKLERİYLE İLGİLİ<br />
İN VİTRO DUYARLILIK SONUÇLARI<br />
ABD, Avrupa ve Asya ülkelerinde 2000 yılından<br />
sonra yürütülen sürveyans çalışmalarında VRE<br />
enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılabilen<br />
ampisilin, kloramfenikol, tetrasiklin, yüksek<br />
doz aminoglikozid, teikoplanin, linezolid, tige-<br />
94<br />
siklin, kinupristin-dalfopristin ve daptomisin<br />
gibi antibiyotiklerin in vitro etkinlikleri araştırılmıştır.<br />
Bu çalışmalarda tüm VRE suşları için<br />
en etkili antibiyotiklerin linezolid ve daptomisin<br />
olduğu gösterilmiştir. E. faecium suşları için<br />
linezolid ve daptomisin, Enterococcus faecalis<br />
suşları için ise ampisilin, linezolid ve daptomisin<br />
en etkili antimikrobiyal olarak bildirilmiştir.<br />
Ampisilin E. faecalis suşlarına etkin saptanırken,<br />
E. faecium suşlarına etkili bulunmamıştır.<br />
E. faecalis ve E. faecium suşları arasındaki en<br />
büyük farklılık ampisilin ve kinupristin-dalfopristin<br />
etkinliği arasında saptanmış, kinupristindalfopristinin<br />
E. faecalis suşlarına hiç etkili<br />
olmadığı, E. faecium suşlarında da direnç oranlarının<br />
özellikle Avrupa ve Asya ülkelerinde<br />
giderek arttığı bildirilmiştir. Tüm VRE suşlarında<br />
kinupristin-dalfopristinin duyarlılık oranı<br />
yaklaşık %70 olarak bildirilmiştir. Aynı şekilde<br />
E. faecium suşlarında ampisilin ve kinolon<br />
direncinin de giderek arttığı gözlenmiştir.<br />
Ayrıca, bu sürveyans çalışmalarında eski antibiyotiklerden<br />
kloramfenikolün E. faecium suşlarına<br />
etkinliğinin iyi olduğu, bunu doksisiklin ve<br />
yüksek doz aminoglikozidin izlediği gösterilmiştir.<br />
VRE TEDAVİSİNDE ESKİ<br />
TEDAVİ SEÇENEKLERİ<br />
VRE enfeksiyonlarında tedavi etkinliğinin<br />
değerlendirilmesi, altta yatan diğer ağır hastalık<br />
tabloları, cerrahi operasyon gibi tedavi başarısını<br />
etkileyebilecek diğer klinik durumların bulunabilmesi<br />
nedeniyle oldukça zordur.<br />
Etkin antimikrobiyallerin olmadığı dönemlerde<br />
bazı hastaların antibiyotik tedavisi verilmeden<br />
sadece yabancı cismin çıkartılması, debridman<br />
veya cerrahi drenaj gibi yöntemler uygulanarak<br />
tedavi edilebildiği bildirilmiştir. Bu nedenle hastaların<br />
tedavisinde antibiyotiklere ek olarak bu<br />
tedavi yöntemlerinin de uygulanması önemlidir.<br />
Linezolid ve kinupristin-dalfopristin gibi antibiyotiklerin<br />
“Food and Drug Administration<br />
(FDA)” onayı almasından önce VRE tedavisinde<br />
etkinliği kısıtlı olan antibiyotikler ile kombinasyon<br />
tedavisi uygulanmakta idi ve yapılan çalışmalar<br />
daha çok hayvan deneyi ya da olgu raporları<br />
şeklinde idi.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Ampisilin, Ampisilin-Sulbaktam,<br />
Aminoglikozidler<br />
Ampisiline duyarlı VRE suşlarında ampisilin ya<br />
da ampisilin-sulbaktam tek başına ya da aminoglikozidler<br />
ile kombine edilerek kullanılabilir.<br />
Ampisilin minimum inhibitör konsantrasyonu<br />
(MİK) değeri 16-64 µg/mL ise yüksek doz<br />
(20-24 g/gün) ampisilin veya ampisilin-sulbaktam<br />
(30 g/gün) uygulanabilir. Eğer teikoplanine<br />
duyarlılık söz konusu ise (VanB ve VanC tipi<br />
dirençte olduğu gibi) teikoplanin-aminoglikozid<br />
kombinasyonu verilebilir, ancak teikoplanin<br />
tedavisi alan hastalarda tedavi sırasında direnç<br />
gelişme riski akılda bulundurulmalıdır.<br />
Gentamisin ve streptomisine yüksek düzey<br />
direnç (MİK > 2000 µg/mL) varsa aminoglikozid<br />
kombinasyon tedavisi ile yeterli bakterisidal<br />
etkinlik sağlanamaz. Aynı şekilde ampisiline<br />
yüksek düzey direnç söz konusu ise ampisilin<br />
kullanımı da kısıtlanmış olur.<br />
Kloramfenikol, Fosfomisin, Nitrofurantoin,<br />
Tetrasiklin-Doksisiklin, Novobiyosin ve<br />
Basitrasin<br />
Daha az sıklıkta kullanılan bu eski ilaçların VRE<br />
tedavisinde kullanımları kombinasyon tedavileri<br />
şeklinde olmuştur. İçlerinde VRE suşlarına in<br />
vitro etkinliği en iyi olan kloramfenikoldür ve<br />
yeni tedavi seçeneklerinin gündemde olmadığı<br />
dönemlerde kan dolaşımı enfeksiyonlarına ilişkin<br />
klinik çalışmalarda başarılı sonuçlar elde<br />
edilmiştir. Bununla birlikte, direnç gelişme<br />
potansiyeli ve güvenilirliği bu antibiyotiğin kullanımını<br />
kısıtlayan önemli faktörlerdir.<br />
Nitrofurantoin ve fosfomisin komplike olmamış<br />
idrar yolu enfeksiyonlarında kullanılabilir.<br />
Yapılan in vitro çalışmalarda VRE suşlarına fosfomisinin<br />
%90’dan, nitrofurantoinin ise %80’den<br />
fazla etkili olduğu bildirilmiştir, ancak yeterli<br />
klinik çalışma yoktur. Aslında bu antibiyotiklerin<br />
uygun endikasyonda kullanımları yeni antimikrobiyallerin<br />
kullanımını ve dolayısıyla bunlara<br />
direnç gelişme riskini de azaltacaktır.<br />
Fosfomisine mutasyonel direnç gelişimi sıktır,<br />
ancak komplike olmamış idrar yolu enfeksiyonlarında<br />
kısa süreli oral tedavi uygulaması direnç<br />
açısından bir problem yaratmayacaktır. Ancak<br />
fosfomisinin ciddi enfeksiyonlarda intravenöz<br />
kullanımında direnç gelişimi olabilir.<br />
Nitrofurantoin ve fosfomisinin VRE enfeksiyon-<br />
Özlem Tünger<br />
larında kullanımı komplike olmamış idrar yolu<br />
enfeksiyonları ile sınırlıdır. Tetrasiklindoksisiklin,<br />
basitrasin ve novobiyosinin VRE<br />
enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin in vitro ve<br />
klinik çalışmalar ise oldukça sınırlıdır.<br />
Tetrasiklin veya doksisiklinin VRE suşlarına<br />
duyarlılık oranları oldukça değişkendir, bazı<br />
serilerde %50’nin altında bildirilmiştir.<br />
VRE TEDAVİSİNDE<br />
YENİ TEDAVİ SEÇENEKLERİ<br />
Kinupristin-Dalfopristin<br />
Pristinamisinden elde edilmiş, parenteral kullanılan<br />
semisentetik bir streptogramin bileşiğidir.<br />
Ülkemizde halen piyasaya girmemiş bir antimikrobiyaldir.<br />
Aslında Avrupa’da 1980 yılından<br />
bu yana oral ve topikal antistafilokokal bir antibiyotik<br />
olarak kullanılmaktadır. Bu antibiyotiğin<br />
VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />
klinik ilgi 1990’lı yılların ortalarında başlamış,<br />
2000’den fazla hastayı kapsayan klinik çalışmalardan<br />
sonra 1999 yılında FDA onayı almıştır.<br />
Bu antibiyotiğin kullanımını kısıtlayan en önemli<br />
özelliklerinden birisi E. faecalis suşlarına<br />
etkinliğinin iyi olmaması, diğeri de trombofilebit<br />
ve miyalji-artralji gibi yan etkilerinin olmasıdır.<br />
VRE enfeksiyonuna ilişkin karşılaştırmalı olmayan<br />
dört büyük klinik çalışmada 1222 hastaya<br />
kinupristin-dalfopristin tedavisi uygulanmıştır.<br />
Bunların üçü prospektif planlanmış, biri ise acil<br />
kullanım gerektiren hastalar üzerinde yürütülmüştür.<br />
Bu çalışmalarda vankomisine dirençli E.<br />
faecium (VREF) kaynağının intraabdominal<br />
bölge, deri ve yumuşak doku ve idrar yolu olduğu<br />
gözlenmiştir. Olguların 330’unda herhangi<br />
bir kaynak saptanamamış, primer bakteremili<br />
bu olguların %90’ında tedaviye başladıktan<br />
48-72 saat sonra bakteriyel eradikasyon sağlanmıştır.<br />
VRE bakteremilerine ilişkin yapılan kohort<br />
çalışmalarda kinupristin-dalfopristin ile novobiyosin,<br />
doksisiklin, aminoglikozid ve kinolon<br />
gibi eski antibiyotikler klinik başarı ve bakteriyolojik<br />
eradikasyon açısından karşılaştırılmış,<br />
kinupristin-dalfopristin alan hastalarda VRE ile<br />
ilişkili mortalite oranı belirgin olarak daha<br />
düşük bulunmuştur.<br />
VREF enfeksiyonlarının tedavisinde kinupristin-dalfopristinin<br />
etkinliği ve güvenilirliğine<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 95
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
ilişkin 396 hastalık geniş serili bir çalışmada<br />
klinik başarı oranı %73.6, bakteriyolojik eradikasyon<br />
oranı ise %70.5 olarak saptanmıştır.<br />
Linezolid<br />
Bir oksazolidinon bileşiğidir. VREF enfeksiyonu<br />
olan 145 hastayı içeren doz karşılaştırmalı bir<br />
klinik çalışma sonrası 2000 yılında FDA onayı<br />
almıştır. Bu çalışmaya VREF’ye bağlı intraabdominal<br />
enfeksiyonlar, komplike deri ve yumuşak<br />
doku enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları<br />
ve primer bakteremi olguları dahil edilmiştir. Bu<br />
çalışmada tedavi başarısı 12 saatte bir 600 mg<br />
tedavi uygulanan olgularda %67, 12 saatte bir<br />
200 mg uygulananlarda ise %52 olarak bildirilmiştir.<br />
Linezolidin kullanımını kısıtlayan en<br />
önemli yan etki miyelosüpresyondur.<br />
Gerek kinupristin-dalfopristin gerekse linezolidin<br />
VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />
yapılmış klinik çalışmalarda tedavi başarı oranları<br />
%70-90 arasında bildirilmiştir. Kanser hastaları<br />
ve febril nötropeni hastalarında tedavi<br />
başarı oranları yaklaşık %50 olarak saptanmıştır.<br />
<strong>Tedavi</strong> başarı oranlarındaki bu farklılığın<br />
immünsüpresyon, sepsis, çoklu organ yetmezliği,<br />
polimikrobiyal enfeksiyon gibi altta yatan<br />
klinik durumun ciddiyeti ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.<br />
VRE bakteremisi olan 113 hasta üzerinde retrospektif<br />
olarak yapılan klinik bir çalışmada linezolid<br />
(71 hasta), kinupristin-dalfopristin (20<br />
hasta) ve eski antibiyotik kombinasyonları (22<br />
hasta) karşılaştırılmıştır. Ölüm oranları linezolid<br />
alan grupta anlamlı olarak daha az saptanmakla<br />
birlikte, tedavi seçeneği bağımsız bir risk<br />
faktörü olarak tanımlanmamıştır.<br />
Her iki antibiyotiğin VRE enfeksiyonlarındaki<br />
etkinliğine ilişkin randomize kontrollü tek bir<br />
klinik çalışma vardır. VRE enfeksiyonu olan 40<br />
kanser hastasının dahil edildiği bu çalışmada<br />
klinik başarı oranı linezolid alan grupta %58,<br />
kinupristin-dalfopristin alan grupta %43 olarak<br />
saptanmıştır (p= 0.6). Kinupristin-dalfopristin<br />
kullanan hastaların %33’ünde ilaca bağlı miyalji-artralji,<br />
linezolid alan hastaların ise %11’inde<br />
ilaca bağlı trombositopeni gözlenmiştir. Relaps<br />
oranı ise linezolid alan hastalarda iki kat yüksek<br />
bulunmakla birlikte aradaki fark istatistiksel<br />
olarak anlamlı değildir.<br />
96<br />
Kinupristin-dalfopristin ve linezolid, VRE<br />
enfeksiyonlarının tedavisinde yeni tedavi seçenekleri<br />
olmakla birlikte en önemli dezavantajları<br />
bakterisidal etkili olmamalarıdır. Bunun yanı<br />
sıra direnç gelişimi de önemli bir sorun olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır. Birçok ülkede 2001<br />
yılından bu yana yapılan çalışmalarda VRE suşlarında<br />
linezolid tedavisinden sonra direnç<br />
(MİK > 4 µg/mL) geliştiği bildirilmiş, nozokomiyal<br />
enfeksiyonlarda klonal yayılım olduğu<br />
saptanmıştır. Çalışmaların bazılarında linezolid<br />
kullanım süresi direnç gelişiminde önemli bir<br />
risk faktörü olarak saptanırken, bazı çalışmalarda<br />
linezolid kullanımı olmadan da VRE suşlarında<br />
direnç olabildiği gösterilmiştir. Mutasyonel<br />
olan bu direnç polimeraz zincir reaksiyonu ile<br />
doğru bir şekilde saptanabilir. Ancak fenotipik<br />
yöntemler kullanıldığında yanlış sonuçlar elde<br />
edilebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.<br />
Yapılan in vitro duyarlılık çalışmalarında otomatize<br />
sistemler ile %20-40, disk difüzyon test<br />
ve E-test kullanıldığında ise %7 oranlarında<br />
yanlış sonuçlar olabileceği bildirilmiştir.<br />
Kinupristin-dalfopristin direnci (MİK > 2 µg/<br />
mL) ise linezolid direncinin aksine daha çok<br />
toplum kaynaklıdır. Özellikle kümes hayvanları<br />
ve domuz çiftliklerinden elde edilen E. faecium<br />
suşlarında yüksek düzeyde direnç olduğu gözlenmiştir.<br />
Yapılan bir çalışmada vejeteryan<br />
olmayan hastalarda %38 oranında direnç geni<br />
saptanırken, vejeteryan hastalarda dirençli E.<br />
faecium suşu izole edilmemiştir. Başka bir çalışmada<br />
ise kinupristin-dalfopristin direnci ile<br />
hayvanların büyümesini artırmak için kullanılan<br />
bir streptogramin olan virjinyamisin kullanımı<br />
arasında ilişki olduğu gösterilmiştir.<br />
Daptomisin<br />
Gram-pozitif mikroorganizmalara hızlı bakterisidal<br />
etkinliği olan lipopeptid bir antibiyotiktir.<br />
İn vitro çalışmalarda hem E. faecalis hem de E.<br />
faecium suşlarına etkinliğinin iyi olduğu saptanmıştır.<br />
MİK değerlerinin belirlenmesinde ortamdaki<br />
kalsiyum oranlarının göz önünde bulundurulması<br />
gerektiği unutulmamalıdır. Bununla<br />
birlikte, VRE enfeksiyonlarında kullanımına<br />
ilişkin klinik çalışmalar olgu raporları ve küçük<br />
seriler şeklindedir. Bunlardan febril nötropenik<br />
hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada (9 hasta)<br />
klinik başarı oranı %44, bakteremik hastalarda<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
(34 hasta) yapılan başka bir çalışmada ise %91<br />
olarak bildirilmiştir. Yeterli klinik veri olmadığı<br />
için VRE bakteremileri için henüz FDA onayı<br />
almamıştır. Bunların yanı sıra tedavi sırasında<br />
direnç gelişimi olabilir.<br />
Tigesiklin<br />
Glisilsiklin grubunda yer alan bu antibiyotiğin<br />
de VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />
klinik çalışmalar oldukça sınırlıdır. VRE’ye karşı<br />
in vitro duyarlılık sınırları tam olarak belirlenememiştir.<br />
Özellikle VRE’ye bağlı intraabdominal<br />
enfeksiyonlarda tigesiklinin klinik başarısının<br />
iyi olduğuna dair olgu raporları vardır.<br />
Linezolid veya kinupristin-dalfopristin kullanımı<br />
ile yanıt alınamayan ciddi VRE enfeksiyonlarında<br />
yüksek doz daptomisin, tigesiklin veya<br />
kombinasyon tedavisi kullanılabilir. Kinupristindalfopristin<br />
dışındaki diğer antibiyotikler ülkemizde<br />
de ruhsatlandırılmıştır.<br />
Yeni Glikopeptidler<br />
Oritavansin, dalbavansin, telavansin gibi yeni<br />
glikopeptidler VRE suşlarına karşı bakterisidal<br />
etkili antibiyotiklerdir. Teikoplaninden türetilen<br />
dalbavansin özellikle komplike deri ve yumuşak<br />
doku enfeksiyonlarında etkili yarılanma ömrü<br />
uzun olan bir antibiyotiktir, ancak teikoplanin<br />
gibi VanA direnci olan suşlarda etkili değildir.<br />
Semisentetik bir glikopeptid olan oritavansin<br />
ise, dalbavansin ve telavansine göre VanA ve<br />
VanB suşlarına daha iyi etkilidir. Hem E. faecium<br />
hem de E. faecalis suşlarına bakterisidal etkilidir.<br />
VRE suşlarına karşı ampisilin ile birlikte<br />
sinerjistik etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak<br />
uzun yarılanma ömrü, proteinlere yüksek oranda<br />
bağlanması ve spontan direnç gelişimi kullanımını<br />
kısıtlayan önemli özellikleridir. Uzun<br />
etkili bir lipopeptid olan telavansin komplike<br />
deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında standart<br />
tedavi seçenekleri ile benzer etkinlikte<br />
bulunmakla birlikte, VRE enfeksiyonlarında<br />
kullanımına ilişkin veri yoktur.<br />
Sonuç olarak; VRE enfeksiyonlarının tedavisi,<br />
altta yatan ağır klinik durumu olan hastalarda<br />
gelişmeleri, ciddi seyirli olmaları, vankomisin<br />
dışında diğer ilaçlara da dirençli olmaları ve<br />
dolayısıyla tedavi seçeneklerinin az olması gibi<br />
nedenlerle oldukça zordur. Eldeki in vitro ve<br />
Özlem Tünger<br />
klinik çalışmaların sonuçlarına göre VRE enfeksiyonlarının<br />
tedavisinde ilk basamak olarak<br />
kinupristin-dalfopristin, linezolid ve daptomisin<br />
iyi bir seçenek gibi görülmektedir. Bununla<br />
birlikte bazı suşlarda suboptimal dozlarda kalmaları,<br />
serum düzeylerinin düşük olması, yan<br />
etki ve direnç gelişimi gibi önemli dezavantajları<br />
vardır. Diğer tedavi seçeneklerine ilişkin yapılan<br />
in vitro testler, hayvan deneyleri ve klinik<br />
çalışmalardan elde edilen sonuçlar daha çok<br />
ampirik gözlem ve ön görülere dayanmaktadır.<br />
Yeni tedavi seçenekleri ile tekli ya da kombinasyon<br />
tedavilerine ilişkin, randomize, kontrollü<br />
klinik çalışmalara gereksinim vardır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Arias CA, Contreras GA, Murray BE. Management of<br />
multidrug-resistant enterococcal infections. Clin Microbiol<br />
Infect 2010;16:555-62.<br />
2. Bagga B, Shenep JL. Management of infections caused by<br />
vancomycin-resistant gram-positive bacteria. Pediatr<br />
Infect Dis J 2010;29:662-4.<br />
3. Cantón R, Ruiz-Garbajosa P, Chaves RL, Johnson AP. A<br />
potential role for daptomycin in enterococcal infections:<br />
what is the evidence? J Antimicrob Chemother<br />
2010;65:1126-36.<br />
4. Cetinkaya Y, Falk P, Mayhall G. Vancomycin-resistant<br />
enterococci. Clin Microbiol Rev 2000;13:686-707.<br />
5. Erlandson KM, Sun J, Iwen PC, Rupp ME. Impact of the<br />
more-potent antibiotics quinupristin-dalfopristin and linezolid<br />
on outcome measure of patients with vancomycinresistant<br />
Enterococcus bacteremia. Clin Infect Dis<br />
2008;46:30-6.<br />
6. Kvirikadze N, Suseno M, Vescio T, et al. Daptomycin for<br />
the treatment of vancomycin resistant Enterococcus faecium<br />
bacteremia. Scand J Infect Dis 2006;38:290-2.<br />
7. Linden PK. Optimizing therapy for vancomycin- resistant<br />
enterococci (VRE). Semin Respir Crit Care Med<br />
2010;31:769-80.<br />
8. Linden P, Pasculle AW, McDevitt D, et al. Effect of quinupristin-dalfopristin<br />
on the outcome of vancomycin-resistant<br />
Enterococcus faecium bacteremia: comparison with<br />
a control cohort. J Antimicrob Chemother 1997;39(Suppl<br />
A):145-51.<br />
9. Mazuski JE. Vancomycin-resistant enterococcus: risk factors,<br />
surveillance, infections, and treatment. Surg Infect<br />
2008;9:567-71.<br />
10. Moellering RC, Linden PK, Reinhardt J, et al. The efficacy<br />
and safety of quinupristin-dalfopristin for the treatment<br />
of infections caused by vancomycin-resistant Enterococcus<br />
faecium. J Antimicrob Chemother 1999;44:251-61.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 97
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
11. Raad I, Hachem R, Hanna H, et al. Prospective, randomized<br />
study comparing quinupristin-dalfopristin with linezolid<br />
in the treatment of vancomycin-resistant<br />
Enterococcus faecium infections. J Antimicrob Chemother<br />
2004;53:646-9.<br />
12. Sood S, Malhotra M, Das BK, Kapil A. Enterococcal infections<br />
and antimicrobial resistance. Indian J Med Res<br />
2008;128:111-21.<br />
98<br />
13. Swoboda S, Hoppe-Tichy T, Geiss HK, et al. Septic shock<br />
due to vancomycin-resistant enterococci infection tigecycline<br />
monotherapy. Anaesthesist 2007;56:169-74.<br />
14. Wang JL, Hsueh PR. Therapeutic options for infections<br />
due to vancomycin-resistant enterococci. Expert Opin<br />
Pharmacother 2009;10:785-96.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Sivas<br />
99
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
Günümüzde antibiyotik direnci dünyada en<br />
önemli problemler arasında yer almakta,<br />
dirençli mikroorganizmalarla olan enfeksiyonların<br />
prevalansı giderek artmaktadır. Bunlar<br />
arasında metisiline dirençli Staphylococcus<br />
aureus (MRSA)’lar, vankomisine dirençli enterokoklar<br />
(VRE), Pseudomonas aeruginosa,<br />
Escherichia coli ve Klebsiella spp. gibi çoklu<br />
ilaca dirençli gram-negatif basiller ilk akla<br />
gelenlerdir. Enterokoklar, diğer bakteri türlerindeki<br />
birçok virülans faktöre sahip olmamalarına<br />
rağmen, çevre şartlarına dayanıklı olmaları,<br />
çeşitli antibiyotiklere içsel dirençli olmaları<br />
ve direnç geliştirme yeteneklerinden dolayı<br />
hastane enfeksiyonlarının önemli nedenleri<br />
arasında yer alır. Amerika Birleşik Devletleri<br />
(ABD)’nde hastane kökenli bakteremi etkenleri<br />
arasında üçüncü, cerrahi alan ve üriner sistem<br />
enfeksiyonlarında ikinci sırada yer almaktadır.<br />
Enterokoklarda vankomisin direnci ilk kez<br />
Avrupa’da 1986 yılında, ABD’de ise 1987 yılında<br />
tanımlanmış, daha sonra bu suşlar tüm dünyada<br />
yaygın hale gelmiştir. ‘‘National<br />
Nosocomial Infections Surveillance (NNIS)<br />
System’’ verilerine göre VRE oranı 1989 yılında<br />
%0.3 iken, 1993 yılında %7.9’a yükselmiştir.<br />
ABD’de Ekim 2004 tarihinde yayınlanan NNIS<br />
raporuna göre sisteme dahil hastanelerin yoğun<br />
bakım ünitesi (YBÜ)’nde enfeksiyon etkeni<br />
olarak izole edilen enterokokların %28.5’i VRE<br />
olup, 2003 yılında 1998-2002 dönemine göre<br />
%12’lik bir artış olduğu bildirilmektedir.<br />
Türkiye’de ilk VRE izolasyonu 1998 yılında<br />
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından<br />
bildirilmiş olup, günümüzde buna yeni merkezler<br />
eklenmiştir. Ülkemizde hastane suşları<br />
arasında VRE prevalansının %0-10 arasında<br />
olduğu belirtilmektedir. İstanbul Kartal Eğitim<br />
ve Araştırma Hastanesi YBÜ’lerinde 2004 yılından<br />
itibaren toplam bir yıl süreyle yatan hastalardan<br />
yatışı takiben ilk 72 saatte ve yatış süresince<br />
haftalık perirektal sürüntü örnekleri alınarak<br />
VRE taşıyıcılığı araştırılmış, toplam 226<br />
hastaya ait 528 perirektal kültür örneğinden<br />
sadece 2 (%0.9)’sinde VRE kolonizasyonu saptanmıştır.<br />
Diğer bir araştırmada da 2005 yılında<br />
İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi Süt Çocuğu Ünitesi, Beyin Cerrahi<br />
YBÜ ve Reanimasyon Ünitesinde yatan toplam<br />
250 hastadan alınan rektal sürüntü örnekleri-<br />
100<br />
nin 38 (%15)’inde VRE pozitifliği saptandığı<br />
bildirilmiş ve bu hastaların birçoğunun vankomisin<br />
dahil çeşitli antibiyotik aldıkları belirtilmiştir.<br />
Görüldüğü gibi VRE kolonizasyon oranları<br />
hastaneden hastaneye değişmektedir.<br />
Mensubu bulunduğum Sivas Cumhuriyet<br />
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde günümüze<br />
kadar 2005 yılında başka bir üniversite<br />
hastanesinde hematolojik malignansi nedeniyle<br />
uzun süre yatarak tedavi gören bir, 2011 yılı<br />
Ocak ayı içinde antibiyotik alan iki, toplam<br />
sadece üç çocuk hastanın dışkı kültürleri ile bu<br />
çocuklara bakım veren annelerden birinin ellerinde<br />
VRE kolonizasyonu tespit edilmiş olup,<br />
toplam 1050 yatağa sahip hastanede VRE enfeksiyonu<br />
gözlenmemiştir.<br />
Salgınlarda Olası VRE Kaynakları<br />
ABD’nin aksine, Avrupa’da tavukların insanlarda<br />
hastane enfeksiyonlarına sebep olan VRE<br />
suşları için potansiyel kaynak olduğu ortaya<br />
konmuştur. ABD’de ise VRE kolonizasyonu hastanelerde<br />
olmaktadır. Hayvanlarda gelişmeyi<br />
artırmak için yemlere katılan avoparsin, vankomisin<br />
ile aynı grupta bulunmaktadır. Bundan<br />
dolayı avoparsin ilave edilmiş yemlerle beslenen<br />
hayvanların dışkıları ile bu hayvanlardan elde<br />
edilen gıdalardan VRE izole edilmektedir.<br />
Avoparsinin hayvan yemlerinde kullanımı<br />
Türkiye’de 1999, Avrupa Birliği’nde ise 1997<br />
yılında yasaklanmış ve sonradan hayvanlarda<br />
VRE kolonizasyonlarında azalma gözlenmiştir.<br />
Örneğin; bir Avrupa Birliği ülkesi olan<br />
Danimarka’da yasaklamadan önce et tavuğu<br />
kaynaklı Enterococcus faecium izolatlarının %60-<br />
80’i, yasaktan sonra ise %5-35’inin VRE olduğu<br />
bildirilmektedir. Türkiye’de ise yasaktan hemen<br />
sonra kanatlı hayvan kaynaklı VRE oranı %13-<br />
14 iken, 2005 yılında %0.25 gibi çok düşük<br />
değerlere düşmüştür. Aynı yılda yapılan başka<br />
bir araştırmada ise 400 kanatlı hayvana ait kloakal<br />
sürüntü örneğinin yalnızca 1 (%0.25)’inde<br />
VRE izole edilmiştir. Toplumda VRE ile kolonize<br />
hasta ne kadar çoksa hastaneye yatan hastalar<br />
arasında da o kadar çok VRE pozitif hasta olacaktır.<br />
Hastanelerdeki VRE salgınlarında enfeksiyon<br />
kaynağının genellikle yatan hastaların<br />
dışkıları olduğu bilinmektedir. Bir sürveyans<br />
çalışmasında enfekte/kolonize hasta oranının<br />
1/10 olduğu, son bir yıl içinde antibiyotik kullanmayan<br />
sağlıklı bireylerde %28, oral glikopep-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
tid antibiyotik kullananlarda ise %64 oranında<br />
VRE kolonizasyonu olduğu bildirilmektedir.<br />
VRE kolonizasyonu geliştiğinde en az üç ay<br />
süreyle devam etmektedir. Hasta odasındaki<br />
kolonize eşyalar ve tıbbi cihazlar (tansiyon aletleri,<br />
elektronik termometreler, EKG monitörleri,<br />
intravenöz sıvı pompaları vb.) saptanan diğer<br />
VRE kaynaklarıdır. Değişik çalışmalardan elde<br />
edilen VRE enfeksiyonu ve kolonizasyonu için<br />
risk faktörleri Tablo 1’de verilmiştir.<br />
Tablo 1. VRE enfeksiyon ve kolonizasyonu için<br />
risk faktörleri*<br />
Hastaya ait faktörler<br />
1. Kronik böbrek yetmezliği<br />
2. Malignite<br />
3. Nötropeni<br />
4. Diabetes mellitus<br />
5. Geçirilmiş intraabdominal cerrahi<br />
6. Organ transplantasyonu<br />
7. APACHE II skoru<br />
Hastaneye ait faktörler<br />
1. Hastanede yatış süresinin uzun olması<br />
2. Yoğun bakım, diyaliz, transplantasyon ve<br />
hematoloji-onkoloji ünitelerinde yatma<br />
3. VRE ile kontamine ekipmanlara maruziyet<br />
4. VRE’li hastalarla temas veya VRE ile kontamine<br />
olmuş tıbbi aletlere maruz kalmak<br />
5. Enteral beslenme<br />
6. Kortikosteroid kullanımı<br />
7. Antineoplastik tedavi uygulanması<br />
8. Sükralfat kullanımı<br />
Antibiyotik kullanımı<br />
1. Vankomisin<br />
2. İkinci-üçüncü kuşak sefalosporin<br />
3. Metronidazol<br />
4. Klindamisin<br />
5. İmipenem<br />
6. Tikarsilin-klavulanik asit<br />
* 19 nolu kaynaktan alınmıştır.<br />
VRE: Vankomisine dirençli enterokok.<br />
Nazif Elaldı<br />
VRE Kontrolüne Yönelik Sürveyans Yapılması<br />
Yeni ortaya çıkan patojenlerin belirlenmesi, epidemiyolojik<br />
eğilimleri, kontrol programlarının<br />
etkinliği ancak sürveyans sayesinde bilinebilir.<br />
Pek çok sürveyans metodu ortaya konulmuştur.<br />
Bunlar klinik mikrobiyoloji laboratuvarı sonuçlarının<br />
takibinden asemptomatik kolonizasyonun<br />
belirlenmesine kadar değişmektedir. Çeşitli<br />
klinik çalışmalar, sürveyansla MRSA ve VRE ile<br />
kolonize hastaların tespit edildiğini, kolonize<br />
hasta olduğunda temas önlemlerinin uygulanması<br />
ile sağlık personellerinin elleriyle çevre<br />
kontaminasyonunun ve de kolonize ve enfekte<br />
hasta sayılarının önemli oranda azaltıldığını<br />
göstermektedir. VRE ile kolonize hastalar semptomsuz<br />
olduğundan kolayca tanınmayabilirler.<br />
Hastanelerdeki en önemli VRE kaynağı hastaların<br />
bağırsakları olduğundan yüksek riskli hastalardan<br />
sürveyans kültürleri alınarak VRE kaynağı<br />
ve bu kaynağın büyüklüğünün saptanması<br />
gerekir. Bir merkezde fekal VRE taşıyıcılığı veya<br />
enfeksiyonu fazla ise o merkezde immün düşkün<br />
hasta, ciddi operasyon öyküsü, damar içi<br />
kateter varlığı, YBÜ’de yatma ve VRE’li hasta ile<br />
15 günden fazla temas gibi predispozan faktörleri<br />
de vardır. Bir birimde VRE kolonizasyonu ve<br />
fekal taşıyıcılık oranı %20’nin üzerinde ise<br />
sürekli sürveyans, düşük ya da hiç saptanmamışsa<br />
da sadece riskli hastalarda nokta prevalans<br />
ile VRE taraması yapılması gerekir.<br />
VRE Enfeksiyonlarında Korunma ve Kontrol<br />
Herşeyden önce dirençli mikroorganizmaların<br />
yayılımının önlenmesi ve korunmasının uygun<br />
kateter kullanımı ve bakımı, entübe hastalarda<br />
solunum sistemi enfeksiyonlarının önlenmesi,<br />
enfeksiyon etkenlerinin doğru ve hızlı tanımlanması,<br />
uygun antimikrobiyal ilaç seçimi gibi<br />
rutin uygun klinik yaklaşımlar ile mümkün<br />
olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Literatürde el<br />
hijyeninin geliştirilmesi, temas önlemleri, aktif<br />
sürveyans, eğitim, artırılmış çevre temizliği ve<br />
hastalarla sağlık çalışanları arasında iletişimin<br />
geliştirilmesi gibi müdahalelerle dirençli mikroorganizmaların<br />
yayılımının önlendiği konusunda<br />
çalışmalar bulunmaktadır. Her ne kadar<br />
enterokoklar insanlarda mide-bağırsak ve<br />
kadınlarda genital sistemde kolonize olup kaynak<br />
oluştursalar da sağlık personellerinin kontamine<br />
elleri, yüzeyler veya tıbbi cihazlar ile<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 101
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
hastadan hastaya direkt veya indirekt olarak<br />
bulaştırılabildiğinden, bu mikroorganizmalarla<br />
oluşan enfeksiyonlardan korunma ve kontrol de<br />
genellikle bu konulara odaklanmış, değişik yıllarda<br />
değişik rehberler oluşturulmuştur.<br />
Bunlardan ilki 1995 yılında ABD’de ‘‘Centers for<br />
Disease Control and Prevention (CDC)’’ ve<br />
‘‘Hospital Infection Control Practices Advisory<br />
Committee (HICPAC)’’ tarafından oluşturulan<br />
“Recommendations for Preventing the Spread of<br />
Vancomycin Resistance Recommendations of<br />
the Hospital Infection Control Practices<br />
Advisory Committee” başlıklı rehber olup,<br />
günümüzde dünyada hala bu konuda başvurulan<br />
en önemli rehberlerden birisidir. Diğerleri<br />
1997 yılındaki CDC rehberi, 1997 yılındaki<br />
‘‘Society for Healthcare Epidemiology of America<br />
(SHEA)’’ ve ‘‘Infectious Diseases Society of<br />
America (IDSA)’’ tarafından oluşturulan<br />
“Guidelines for the Prevention of Antimicrobial<br />
Resistance in Hospitals” başlıklı rehberi, yine<br />
2003 yılında SHEA tarafından oluşturulan<br />
“SHEA Guideline for Preventing Nosocomial<br />
Transmission of Multidrug-Resistant Strains of<br />
Staphylococcus aureus and Enterococcus” başlıklı<br />
rehber, 2006 yılında CDC/HICPAC tarafından<br />
hazırlanan “Management of Multidrug-Resistant<br />
Organisms in Healthcare Settings, 2006” başlıklı<br />
rehber ve 2008 yılında Kanada’da yayınlanan<br />
“Provincial Infection Control Network-British<br />
Columbia” tarafından oluşturulan “Antibiotic<br />
Resistant Organisms Prevention and Control<br />
Guidelines” başlıklı rehberlerdir. Günümüzde<br />
dirençli mikroorganizmalarla olan enfeksiyon<br />
ve kolonizasyonun önlenmesinde izolasyon<br />
önemli bir yer tuttuğundan ABD’de CDC ve<br />
HICPAC 1996 yılında “Guideline for Isolation<br />
Precautions in Hospitals” başlıklı rehberi 2007<br />
yılında revize ederek Haziran 2007 tarihinde<br />
“Guideline for Isolation Precautions: Preventing<br />
Transmission of Infectious Agents in Healthcare<br />
Settings 2007” başlığı ile yayınlamıştır.<br />
ABD’de hastanelerde dirençli mikroorganizmaların<br />
yayılmasının önlenmesi için en kapsamlı<br />
öneriler 2003 tarihli “SHEA Guideline for<br />
Preventing Nosocomial Transmission of<br />
Multidrug-Resistant Strains of Staphylococcus<br />
aureus and Enterococcus” başlıklı rehber ile 2006<br />
tarihli CDC/HICPAC “Management of<br />
Multidrug-Resistant Organisms in Healthcare<br />
102<br />
Settings, 2006” başlıklı rehberler tarafından<br />
verilmiş, dolayısıyla bu iki rehber daha yaygın<br />
olarak kullanılmaktadır. Bu iki rehber de diğer<br />
dirençli bakteriler de dahil sıklıkla MRSA’ların<br />
yayılımını önlemeye odaklanmış olup, SHEA<br />
rehberi MRSA ve VRE açısından yüksek riskli<br />
hastaların aktif sürveyansını önermektedir. Her<br />
ne kadar CDC/HICPAC 2006 rehberinde dirençli<br />
mikroorganizmaların kontrolü veya eradikasyonu<br />
için kullanılan önlemler idari destek, eğitim,<br />
antimikrobiyallerin uygun kullanımı, sürveyans,<br />
standart ve temas önlemleri, çevresel<br />
önlemler ve dekolonizasyon gibi yedi başlıkta<br />
toplanmışsa da genellikle bu konu dört ana başlıkta<br />
toplanabilir:<br />
• Sistemik antimikrobiyal ilaçlar ve vankomisinin<br />
uygun kullanımı<br />
• Hastane personelinin eğitimi<br />
• Mikrobiyoloji laboratuvarının etkin kullanımı<br />
• Kontrol önlemlerinin uygulanması<br />
SİSTEMİK ANTİMİKROBİYAL İLAÇLAR ve<br />
VANKOMİSİNİN UYGUN KULLANIMI<br />
Antibiyotik kullanımı ile direnç gelişimi arasındaki<br />
ilişki iyi bilinmektedir. Dirençli bakterilerin<br />
varlığı durumunda bir klinikte antibiyotik<br />
kullanımının kesilmesiyle dirençli suşun yayılımı<br />
kontrol edilebilmektedir. Bu yüzden mümkün<br />
olan dar spektrum, kontaminasyondan<br />
ziyade enfeksiyonun tedavisi, antibiyotiklerin<br />
uzun süreli kullanımından kaçınma ve patojen<br />
bilinmiyorsa veya uygun antibiyotik yokluğunda<br />
daha potent ya da daha geniş spektrumlu<br />
antibiyotiklerin kullanımının sınırlandırılması<br />
gerekir. ABD’de vankomisin kullanılmaya başlamadan<br />
önce enterokoklarda vankomisin direnci<br />
bilinmiyordu. Bununla birlikte VRE’nin etkin<br />
kontrolünde yalnızca vankomisin kullanımının<br />
kısıtlanması diğer kontrol önlemleri olmadan<br />
etkili değildir. VRE kolonizasyonunun önlenmesi<br />
için enterokoklara etkisi olmayan üçüncü<br />
ve dördüncü kuşak sefalosporin kullanımının<br />
azaltılması gerekir. Aynı şekilde VRE ile kolonize<br />
hastalarda bakteri yoğunluğunun artırılmaması<br />
için anaeroplara etkili antibiyotik kullanımının<br />
azaltılması gerekir.<br />
HASTANE PERSONELİNİN EĞİTİMİ<br />
VRE yayılımının önlenmesinde devamlı eğitim<br />
büyük önem taşır. Eğitimler esas olarak davra-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
nış kültürü oluşturmaya yönelik olmalıdır.<br />
Davranış değişikliği konusunda cesaretlendiren,<br />
direnç probleminin daha iyi anlaşılmasına yarayan<br />
ve kontrol önlemleri konusunda bilgilendiren<br />
tarzda olmalıdır. Devamlı eğitimin hemşire,<br />
laboratuvar personeli, eczacı, konsültan hekimler<br />
ve asistanlar, öğrenciler, temizlik işlerinden<br />
sorumlu personel ve hasta bakımı ile ilgili diğer<br />
tüm personeli kapsayacak şekilde yürütülmesi<br />
gereklidir. Eğitim programında öncelikle VRE’nin<br />
neden önemli olduğu (maliyet, tedavi güçlüğü<br />
vb.) açıklanmalı, ayrıca VRE epidemiyolojisi ve<br />
kontrol yöntemleri hakkında bilgi verilmelidir.<br />
MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARININ<br />
ETKİN KULLANIMI<br />
Mikrobiyoloji laboratuvarının standart mikrobiyolojik<br />
yöntemler kullanarak VRE’leri hızla<br />
tanımlaması ve hastanenin enfeksiyon kontrol<br />
komitesi (EKK) ile hastanın bulunduğu birime<br />
bildirmesi gerekir. Bu VRE’nin yayılımı ve<br />
enfeksiyonların önüne geçilmesi açısından<br />
önemlidir. Yalnız VRE suşları değil, diğer dirençli<br />
suşların da tanımlandıktan sonra ileride köken<br />
tipleme metodlarında kullanılmak üzere saklanması<br />
gerekir. Vankomisin için minimum inhibitör<br />
konsantrasyonu (MİK) değerleri agar dilüsyon,<br />
agar gradient dilüsyon veya manuel broth<br />
mikrodilüsyon yöntemlerinden biriyle saptanmalı<br />
ve inkübasyon süresi 24 saat olmalıdır.<br />
Disk difüzyon yöntemini kullanan laboratuvarlarda<br />
da plakların 24 saat süreyle inkübe edilmesi<br />
ve inhibisyon zonları ışık altında okunmalıdır.<br />
Vankomisin MİK değeri bir kez daha tekrarlanmalı<br />
ama bu arada kliniğe ve EKK’ya da<br />
haber verilip hastanın izolasyonunun sağlanması<br />
gerekir. Vankomisin direncinin (özellikle<br />
VanB) saptanmasında tam otomatize yöntemlerin<br />
hepsi aynı ölçüde güvenilir değildir. VanA<br />
tipi direncin saptanmasında ise tüm yöntemler<br />
aynı güvenilirliğe sahiptir. Enterokoklardaki<br />
vankomisin direnci polimeraz zincir reaksiyonu<br />
(PCR) kullanılarak da saptanabilir. PCR, özellikle<br />
düşük düzeyde vankomisin direnci taşıyan<br />
enterokok suşlarındaki (VanC veya VanB) direncin<br />
saptanması için yararlı bir yöntemdir.<br />
Dışkıda PCR ile vankomisin direnci taraması<br />
ucuz ve etkin bulunmuştur. Köken tipleme yöntemleriyle<br />
VRE yayılımının klonlandırılması<br />
Nazif Elaldı<br />
enfeksiyon kontrol önlemlerine yardımcı olur.<br />
‘‘Pulsed field gel electrophoresis (PFGE)’’ ve<br />
plazmid analizi bu amaçla kullanılabilir.<br />
KONTROL ÖNLEMLERİNİN UYGULANMASI<br />
ABD’de SHEA, dirençli bakterilerin ve VRE’nin<br />
yayılımının kontrolü için yüksek riskli hastalarda<br />
daha hastaneye başvuruda aktif sürveyans<br />
kültürleri ile temas önlemlerinin birlikte kullanılmasını<br />
önermektedir. Aynı kurum, periyodik<br />
(haftalık) sürveyans kültürlerini ise VRE kolonizasyonu<br />
için yüksek riskli hastalarda (YBÜ’de<br />
yatan, antibiyotik kullanan, altta yatan hastalığı<br />
olan, uzun süre hastanede yatan) önermektedir.<br />
VRE’de sürveyans kültürleri için hastaların dışkı<br />
ve rektal veya perirektal bölgelerden alınan<br />
sürüntü örneklerinin kullanılması önerilir. VRE<br />
ile enfekte veya kolonize (VRE pozitif) olan<br />
hastalar tek kişilik odalara ya da diğer VRE<br />
pozitif hastalarla birlikte aynı odaya yerleştirilebilir<br />
(kohort). Eğer bu yapılamıyorsa VRE için<br />
risk taşımayan başka bir hasta kohortlanabilir.<br />
Salgın olduğunda hasta kohortu olabildiği gibi<br />
personel kohortu da olabilir. Son tedbir olarak,<br />
ünitenin veya yatakların yeniden düzenlenmesi<br />
hatta kapatılması da gerekebilir. Enfeksiyon<br />
tedavi edilse bile hastanın bir veya daha fazla<br />
vücut alanında VRE kolonizasyonu sürebilir. Bu<br />
durumda temas izolasyonuna devam edilip edilmeyeceği<br />
tam olarak çözülmemiş bir konudur.<br />
1995 HICPAC rehberi VRE’de temas önlemlerini<br />
sonlandırmak için VRE açısından bir hafta<br />
aralıkla üç negatif dışkı veya perianal sürüntü<br />
kültürü olması gerektiğini belirtmektedir. Bu<br />
güvenli bir yol olmakla beraber VRE taşıyıcılığı<br />
bir yıla kadar sürebilir. Taburcu olduklarında<br />
VRE pozitifliği devam eden hastaların hastane<br />
kayıtlarına uyarı eklenmesi, bu hastaların yeniden<br />
aynı veya başka hastaneye başvurması durumunda<br />
izole edilebilmeleri açısından önem taşır.<br />
Dirençli bakterilerle enfekte ya da kolonize hastaların<br />
evde bakımlarında eğer açık yarası, dreni<br />
ve dışkı inkontinansı olduğu durumlarda standart<br />
önlemlerin alınması, mümkünse tek kullanımlık<br />
ekipmanların kullanılması gerekir.<br />
Hastaya kullanılan stetoskop gibi kritik olmayan<br />
ekipmanlar hasta odasından dışarı çıkartılmadan<br />
önce düşük ya da orta düzey bir dezenfektanla<br />
dezenfekte edilebilir. Evde bakımlarda<br />
rutin eldiven ve önlük kullanımı konusu belli<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 103
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
değildir. Hemodiyaliz ünitelerinde daha önce<br />
belirlenmiş olan kontrol önlemleri alınmalıdır<br />
(Recommendations to Prevent Transmission of<br />
Infections in Chronic Hemodialysis Patients).<br />
Bariyer Önlemleri<br />
Aslında bütün hastaların takibinde standart<br />
önlemler, dirençli bakterilerin yayılımın önlenmesinde<br />
ise enfeksiyon kontrol önlemleri alınmalıdır.<br />
VRE ile enfekte veya kolonize olan ya<br />
da olduğu düşünülen hastaların odalarına girerken<br />
mutlaka eldiven, önlük ve maske giyilmelidir.<br />
Bu özellikle sekresyonlara, bası ülserlerine,<br />
yaralara, dışkıya ve ostomi tüplerine temas olasılığı<br />
durumlarında daha da önemlidir. Dirençli<br />
bakterilerle kolonize ve enfekte ama dreni, ishali<br />
ve sekresyonları olmayan hastalar için standart<br />
önlemler alınarak kontrollü “ortak dolaşma<br />
alanları” oluşturulabilir. Eldiven ve önlüğün<br />
hasta odasını terk etmeden hemen önce çıkartılması<br />
ve eller yıkandıktan sonra da odadaki<br />
yüzeylerin hiçbiriyle tekrar temas edilmemesi<br />
gerekir. VRE pozitif hastalar için kullanılan stetoskop,<br />
tansiyon aleti ve rektal termometre gibi<br />
aletler diğer hastalar için kullanılmamalı, odalar<br />
arasında eşya transferi yapılmamalı, ortak kullanım<br />
ya da transfer gereken durumlarda alet ya<br />
da eşya temizlenmeli, dezenfekte edilmelidir.<br />
Yeni saptanan bir VRE olgusu ile varsa aynı<br />
odada yatan hastadan dışkı kültürü veya perirektal<br />
kültür ile VRE kolonizasyonu araştırılmalıdır.<br />
Bariyer önlemleri arasında en önemlisi el<br />
temizliğidir. Sağlık personelinin ellerinde gözle<br />
görünür bir kirlenme, kan ve hastaya ait sıvı<br />
bulaşması varsa su ve sabunla yakınması, yoksa<br />
antiseptikli el losyonuyla temizlemesi gerekir.<br />
Sağlık personelinin el temizliğine uyumunun<br />
takip edilmesi önemlidir. El temizliğine uyumun<br />
çok yüksek (%80) olduğu durumlarda bile<br />
VRE kültür pozitifliği %25 oranında düşürülebilmekte<br />
ve %20 temasta el temizliği yapılmaması<br />
sadece bu yolla bulaşın azaltılamayacağını<br />
göstermektedir.<br />
Çevresel Önlemler ve Çevre Temizliği<br />
Enterokoklar çevresel yüzeylerde uzun süre<br />
canlılıklarını sürdürebildiklerinden bu yüzeyler<br />
personelin elleri ve diğer hastalar için kaynak<br />
oluşturmaktadır. VRE ile enfekte hastaların<br />
bulunduğu yerlerde kontamine olması muhte-<br />
104<br />
mel yüzeylerin temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi<br />
gerekir. Çevresel örneklerden sürveyans<br />
kültürleri alınması ve çevrenin VRE ile kontamine<br />
olduğunun ortaya konulmasının personelin<br />
daha dikkatli temizlik yapmasında önemli<br />
olduğu söylenilmekle birlikte rutin kültür önerilmemektedir.<br />
Hasta çevresinin VRE ile kontaminasyonunun<br />
en önemli sebebi rutin temizlik<br />
prosedürlerine uyulmamasıdır. MRSA ve VRE<br />
yüzey dezenfektanı olarak kullanılan maddelere<br />
duyarlı olmalarına rağmen, VRE salgını olduğunda<br />
dezenfektan madde yüzeylere en az 10<br />
dakika süreyle uygulanmalıdır.<br />
Artırılmış Çevresel Önlemler<br />
Temizlik personelinin çevre temizlik politikalarına<br />
uyumu ve eğitiminin artırılması gerekir.<br />
Çevre temizliği ve dezenfeksiyon hizmetlerinin<br />
geliştirmesi için hedeflenen hasta bakım alanlarına<br />
yeni personel atanmalıdır. Hasta veya sağlık<br />
personeli tarafından yatak rayları, arabalar,<br />
komidin, kapı kolları ve musluk başlıkları gibi<br />
dokunulabilen çevre ve yüzeylerin temizliği ve<br />
dezenfeksiyonunun uygun yapılıp yapılmadığı<br />
denetlenmelidir. Eğer VRE bulaşı için kaynak<br />
olduğuna dair epidemiyolojik kanıt varsa çevresel<br />
yüzeyler ve ortak ekipmanlardan sürveyans<br />
kültürleri alınmalıdır. Çevre yüzeyleri bakteri<br />
için kaynak olmaya devam ediyorsa yoğun<br />
temizlik önlemleri ve uygulamalar için kliniğin<br />
kapatılması gerekir.<br />
Dekolonizasyon İşlemi<br />
HICPAC 2006 rehberinde VRE ve gram-negatif<br />
bakteriler için kabul edilen bir dekolonizasyon<br />
prosedürü bulunmamakta ve bu konu çözülmemiş<br />
olarak belirtilmektedir. Topikal antimikrobiyal<br />
ilaçlar ve antiseptiklerin kullanılmasıyla<br />
dekolonizasyon işlemi daha çok MRSA’da ve<br />
ABD’den daha çok Kuzey Avrupa ülkelerinde<br />
kullanılan yöntem olagelmiştir. Bununla birlikte<br />
%2’lik klorheksidin emdirilmiş bezler ile hastaların<br />
cildinin temizlenmesi su ve sabuna göre<br />
ciltteki VRE yoğunluğunda, sağlık çalışanlarının<br />
ellerinde ve çevredeki VRE kontaminasyonu<br />
ve kolonizasyonunda azalmaya yol açmıştır.<br />
ABD’de SHEA rehberinde hastanın psikolojik<br />
durumunun düzeltilmesi için, enfeksiyon kontrolü<br />
için ve tedavi masraflarının azaltılması için<br />
dekolonizasyon yapılabileceği belirtilmektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Artırılmış Enfeksiyon Kontrol Önlemleri<br />
Rutin önlemler ve uygulamalarla birimdeki<br />
dirençli bakterinin enfeksiyon ve kolonizasyon<br />
insidans ve prevalans oranları düşürülemiyorsa<br />
daha sıkı önlemler uygulanabilir. Kontrol önlemlerinin<br />
etkinliğinin ölçülmesi için birime özgül<br />
aralıklı kültür takip sistemi oluşturulmalı,<br />
dirençli bakteri geçişi azalıncaya veya duruncaya<br />
kadar haftalık, daha sonra da nokta prevalans<br />
ile bakteri kolonizasyonu araştırılmalı ve bildirilmelidir.<br />
Nokta prevalans takibi rutin aralıklarla<br />
veya hasta taburculuğu ve transferinde<br />
bakteri geçişi duruncaya kadar devam ettirilmelidir.<br />
Sürveyans kültürleri kolonize veya enfekte<br />
hastalara bakım veren personeller ve hastalardan<br />
alınabilir. Eğer VRE enfeksiyon ve kolonizasyonu<br />
hala önlenemiyorsa hastaya özel personel<br />
ve hemşireler tahsis edilebilir. Eğer artırılmış<br />
enfeksiyon kontrol önlemleri ile de yayılım<br />
kontrol edilemiyorsa birime hasta alımı sonlandırılmalıdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Aarestrup FM. Occurrence of glycopeptide resistance<br />
among Enterococcus faecium isolates from conventional<br />
and ecological poultry farms. Microb Drug Resist 1995;1:<br />
255-7.<br />
2. Aygün H, Memikoğlu OK, Tekeli A, Azap A, Yörük F.<br />
Hastanede yatan riskli hasta gruplarında vankomisine<br />
dirençli enterokok kolonizasyonun sürveyansı. Türk Anest<br />
Rean Der Derg 2008;36:168-73.<br />
3. Bates J, Jorden JZ, Griffiths DT. Farm animals as putative<br />
reservoir for vancomycin-resistant enterococcal infection<br />
in man. Antimicrob Agents Chemother 1995;39:781-5.<br />
4. Bonten MJM, Willems R, Weinstein RA. Vancomycin resistant<br />
enterococci: why they are here, and where do they<br />
come from? Lancet Infect Dis 2001;1:314-25.<br />
5. Boyce CM. Vancomycin-resistant enterococcus. Infect Dis<br />
North Am 1997;11:367-82.<br />
6. Boyle JF, Soumakis SA, Rendo A, et al. Epidemiologic<br />
analysis and genotypic characterization of a nosocomial<br />
outbreak of vancomycin-resistant enterococci. J Clin<br />
Microbiol 1993;31:1280-5.<br />
7. CDC. Recommendations to prevent transmission of ınfections<br />
in chronic hemodialysis patients. MMWR<br />
2001;50(RR-05):1-43.<br />
8. Ceylan N, Çiftçi İ, İlhan Z. Büyütme faktörü antibiyotiklere<br />
alternatif yem katkılarının etlik piliçlerde besi performansı<br />
ve bağırsak mikroflorası üzerine etkileri. Turk J Vet Anim<br />
Sci 2003;27:727-33.<br />
9. Çelik S. Hayvan kökenli enterokok suşlarının virülens faktörleri.<br />
Doktora Tezi, Ankara Üniv Sağlık Bil Enst, 2001.<br />
Nazif Elaldı<br />
10. Çetinkaya Y. Vankomisin dirençli enterokoklar: Epidemiyoloji<br />
ve kontrol. FLORA 2000;1:24-33.<br />
11. Çetinkaya Y. Vankomisine dirençli enterokoklara bağlı<br />
hastane infeksiyonlarının epidemiyolojisi ve kontrolü.<br />
Ulusoy S, Leblebicioğlu H (editörler). Önemli ve Sorunlu<br />
Gram Pozitif Bakteri İnfeksiyonları. Ankara: Bilimsel Tıp<br />
Yayınevi, 2004:171-85.<br />
12. DeLisle S, Perl TM. Vancomycin-resistant enterococci: a<br />
road map on how to prevent the emergence and transmission<br />
of antimicrobial resistance. Chest 2003;123:504-<br />
18.<br />
13. Garner JS. Guideline for isolation precautions in hospitals.<br />
The Hospital Infection Control Practices Advisory<br />
Committee. Infect Control Hosp Epidemiol 1996;17:53-<br />
80.<br />
14. Gürler N. Sorun mikroorganizmalar ve DAS yönetimi<br />
(VRE, MRSA, MR Gram-negatif çomaklar ve salgınlarda<br />
DAS yönetiminin rolü, yetki ve sorumlulukları). 5. Ulusal<br />
Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi-2007, Kongre Özet<br />
Kitabı. Antalya, 4-8 Nisan 2007. Ankara: Bilimsel Tıp<br />
Yayınevi, 2007:277-86.<br />
15. Herwaldt A, Wenzel RP. Dynamics of hospital-acquired<br />
infection. Manual of Clinical Microbiology. 6 th ed.<br />
Washington DC: American Society for Microbiology,<br />
1995:169-81.<br />
16. HICPAC. Recommendations for preventing the spread of<br />
vancomycin resistance. Recommendations of the Hospital<br />
Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC).<br />
MMWR Recomm Rep 1995;44(RR-12):1-13.<br />
17. Huskins WC. Interventions to prevent transmission of<br />
antimicrobial-resistant bacteria in the intensive care unit.<br />
Curr Opin Crit Care 2007;13:572-7.<br />
18. Jarvis WR. The epidemiology of colonization. Infect<br />
Control Hosp Epidemiol 1996;17:47-52.<br />
19. Karagöz G. Yoğun bakım ünitesinde vankomisin dirençli<br />
enterokok taşıyıcılığının araştırılması. Tıpta Uzmanlık Tezi.<br />
T.C. Sağlık Bakanlığı Dr. Lüfti Kırdar Kartal Eğitim ve<br />
Araştırma Hastanesi, 2005.<br />
20. Klevens RM, Edwards JR, Tenover FC, et al. Changes in<br />
the epidemiology of methicillin resistant Staphylococcus<br />
aureus in intensive care units in US hospitals, 1992-2003.<br />
Clin Infect Dis 2006;42:389-91.<br />
21. Moellering RC. Emergence of Enterococcus as a significant<br />
pathogen. Clin Infect Dis 1992;14:1173-8.<br />
22. Moellering RC. The enterococcus: a classic example of the<br />
impact of antimicrobial resistance on therapeutic options.<br />
J Antimicrob Chemother. 1991;28:1-12.<br />
23. Muto CA, Jernigan JA, Ostrowsky BE, et al. SHEA guideline<br />
for preventing nosocomial transmission of multidrugresistant<br />
strains of Staphylococcus aureus and<br />
Enterococcus. Infect Control Hosp Epidemiol 2003;<br />
24:362-386. Available at: http://www.ajicjournal.org/<br />
article/S0196-6553(07)00739-0/abstract (Erişim tarihi:<br />
02.02.2011).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 105
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
24. NNIS System. National Nosocomial Infections Surveillance<br />
(NNIS) System Report, data summary from January 1992<br />
through June 2004, issued October 2004. Am J Infect<br />
Control 2004;32:470-85.<br />
25. Nollet L. EU close to a future without antibiotic growth<br />
promoters. World Poultry 2005;21:14-5.<br />
26. Phillips I, Casewell M, Cox T, Groot B, Friis C, Jones R, et<br />
al. Does the use of antibiotics in food animals pose a risk<br />
to human health? A critical review of published data. J<br />
Antimicrob Chemother 2004;53:28-52.<br />
27. Provincial Infection Control Network-British Columbia.<br />
Antibiotic Resistant Organisms Prevention and Control<br />
Guidelines. 2008. Available at: http://picnetbc.ca//sites/<br />
picnetbc2/files/Guidelines/ARO_Guidelines_final_<br />
November2008.pdf (erişim tarihi: 02.02.2011)<br />
28. Rubin LG, Tucci V, Cercenado E, et al. Vancomycinresistant<br />
E. faecium in hospitalized children. Infect<br />
Control Hosp Epidemiol 1992;13:700-5.<br />
29. Sayıner HS. Hastanemizde sürveyansla saptanan VRE’lerin<br />
dağılımı, antibiyotik duyarlılıkları ve kolonize hastalarda<br />
risk faktörlerinin değerlendirilmesi. Tıpta Uzmanlık Tezi.<br />
T.C. Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi, 2008.<br />
30. SHEA/IDSA Joint Committee on the Prevention of<br />
Antimicrobial Resistance: Guidelines for the Prevention of<br />
Antimicrobial Resistance in Hospitals. Infect Control Hosp<br />
Epidemiol 1997;18:275-91.<br />
31. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, Chiarello L, and the<br />
Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />
106<br />
Committee, 2007. Guideline for Isolation Precautions:<br />
Preventing Transmission of Infectious Agents in Healthcare<br />
Settings, June 2007. Available at: http://www.cdc.gov/<br />
ncidod/dhqp/pdf/isolation2007.pdf (erişim tarihi: 02.02.2011)<br />
32. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, et al. Management of<br />
multidrug-resistant organisms in healthcare settings,<br />
2006. CDC/HICPAC. Am J Infect Control 2007;35:S165-<br />
193.<br />
33. Şencan İ. Vankomisine dirençli enterokok. III. Türkiye<br />
<strong>EKMUD</strong> Kongresi, Kongre Özet Kitabı. 12-16 Mayıs<br />
2010, Ankara. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi, 2010:165-8.<br />
34. Uttley AH, George RC, Naidoo J, et al. High-level vancomycin-resistant<br />
enterococci causing hospital infections.<br />
Epidemiol Infect 1989;103:173-81.<br />
35. Ünal N, Dilik Z, Yıldırım M. Türkiye’de ticari broyler işletmelerinden<br />
vanA pozitif Enterococcus faecium izolasyonu.<br />
Kafkas Univ Vet Fak Derg 2010;16:127-9.<br />
36. Vernon MO, Hayden MK, Trick WE, et al. Chlorhexidine<br />
gluconate to cleanse patients in a medical intensive care<br />
unit: the effectiveness of source control to reduce the<br />
bioburden of vancomycin-resistant enterococci. Arch<br />
Intern Med 2006;166:306-12.<br />
37. Vural T, Şekercioğlu AO, Öğünç D. Vankomisin dirençli<br />
Enterococcus faecium suşu. ANKEM 1999;13:1.<br />
38. Weinstein J W, Tallapragada S, Farrel P, et al. Comparison<br />
of rectal and perirectal swabs for detection of colonization<br />
with vancomycin-resistant enterococci. J Clin Microbiol<br />
1996;34:210-2.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve<br />
Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />
Prof. Dr. Deniz Akduman<br />
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Zonguldak<br />
107
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />
Vankomisine dirençli enterokoklar (VRE)<br />
ilk kez 1980’li yılların ortalarında hastane<br />
kaynaklı patojenler olarak Avrupa’da tanımlanmışlar,<br />
ardından hızla tüm dünyaya yayılmışlardır.<br />
2009 Avrupa Antimikrobiyal Direnç<br />
Sürveyans Sistemi (EARSS) verilerine göre<br />
Enterococcus faecium izolatlarında vankomisine<br />
direnç oranları < %1 (Norveç, Romanya, Bulgaristan,<br />
İsveç, Estonya, Fransa, Finlandiya) ile %25<br />
(Yunanistan, İrlanda, Lüksemburg) arasında<br />
değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri<br />
(ABD)’nde hastanelerden izole edilen enterokoklarda<br />
VRE prevalansı yıllar içerisinde artarak<br />
1989 yılında %0.3’ten 1999 yılında %25’lere<br />
ulaşmıştır. 1995-2002 yılları arasında yapılan<br />
bir sürveyans çalışmasında nozokomiyal kan<br />
dolaşımı enfeksiyonlarının %9’unun enterokoklara<br />
bağlı geliştiği ve bu izolatlar arasında<br />
Enterococcus faecalis türlerinde %2, E. faecium<br />
türleri arasında ise %60 oranında vankomisin<br />
direnci saptandığı bildirilmiştir. 2003 yılında<br />
“National Nosocomial Infections Surveillance<br />
(NNIS)” yoğun bakım ünitelerinden izole edilen<br />
enterokoklar arasında VRE oranı %28.5<br />
olarak bildirilmiştir. Nozokomiyal VRE salgınlarının<br />
çoğu ABD’de görülmektedir. Sağlıklı<br />
insanlarda asemptomatik taşıyıcılık ise<br />
Avrupa’da sık olup, ABD’de nadirdir.<br />
Ülkemizde VRE’ye bağlı enfeksiyon, salgın ve<br />
kolonizasyon halen nadir olup, VRE prevalansı<br />
ile ilgili veriler sınırlıdır.<br />
Vankomisin direnci, enterokokal bakteremide<br />
ölüm için bağımsız risk faktörü olarak tanımlanmış,<br />
VRE artmış mortalite, uzamış hospitalizasyon,<br />
yoğun bakım ünitesine yatış ve cerrahi<br />
girişim gereksinimi ve hastane maliyetinde artış<br />
ile ilişkili bulunmuştur. Hastanede VRE açısından<br />
riskli bölümler yoğun bakım üniteleri,<br />
onkoloji servisleri ve hemodiyaliz üniteleri olarak<br />
bildirilmektedir.<br />
VRE genellikle gastrointestinal traktusta ve ciltte<br />
kolonize olur. Kolonizasyon süresinin çok<br />
uzun olabileceği (yedi hafta-üç yıl) bildirilmektedir.<br />
Kuru çevresel yüzeylerde yedi gün-dört<br />
aya kadar değişen sürelerde canlılığını koruyabilir.<br />
VRE çapraz kolonizasyon ile hastane içerisinde<br />
yayılır. Bulaş, kolonize veya enfekte<br />
hasta ile direkt temas veya sağlık çalışanlarının<br />
elleri ve kontamine çevresel yüzeylerden ve<br />
108<br />
tıbbi aletlerden indirekt olarak gerçekleşebilir.<br />
VRE ile kolonizasyon için majör risk faktörleri<br />
altta yatan ağır hastalık, debilizan durum, yüksek<br />
APACHE II skoru, organ transplantasyonu,<br />
böbrek yetmezliği, malignite, uzamış hospitalizasyon,<br />
yoğun bakımda kalış süresinin uzaması,<br />
hastane içi ve hastaneler arası transferler, ishal,<br />
enteral beslenme, kolonizasyon baskısı veya<br />
yakınında izolasyon uygulanmayan VRE pozitif<br />
bir hasta varlığı, geniş spektrumlu antibiyotik<br />
kullanımı (üçüncü kuşak sefalosporinler, antianaerop<br />
ajanlar, vankomisin), steroid ve antiasit<br />
veya sükralfat tedavisi, geçirilmiş cerrahi operasyon<br />
varlığı, düşük albumin düzeyleri, ileri<br />
yaş, karaciğer transplantasyonu sonrası reeksplorasyon<br />
olarak sayılabilir. Bir çalışmada daha<br />
önce VRE taşıyıcısı hastaya ait yoğun bakım<br />
odasında kalan hastalarda VRE bulaş riskinin<br />
%40 daha fazla olduğu bildirilmiştir. Yaş, cinsiyet,<br />
komorbidite, yoğun bakım öncesi hospitalizasyon<br />
süresi, daha önceki oda sahibinin kalış<br />
süresi ve odanın hasta yatışı öncesindeki boş<br />
kalım süresi gibi faktörler ayarlandıktan sonra<br />
da daha önce VRE taşıyıcısı hastaya ait bir<br />
odada kalmanın, VRE geçişi açısından halen<br />
anlamlı bir ön belirteç olduğu gösterilmiştir.<br />
Kolonizasyon baskısı, başvuru veya yatış sırasında<br />
kolonize olmayan bir hasta VRE ile kolonize<br />
olana veya taburcu olana kadar olan günlük<br />
VRE nokta prevalansıdır. Çapraz kolonizasyon<br />
oranı kolonizasyon prevalansından etkilenmektedir.<br />
Bir çalışmada kolonizasyon baskısı<br />
VRE geçişi açısından en önemli değişken olarak<br />
bulunmuştur. VRE kolonizasyonuna kadar<br />
geçen ortalama süre antibiyotik baskısı ve kolonizasyon<br />
baskısı %25 oranındayken 19 gün,<br />
kolonizasyon baskısı %75, antibiyotik baskısı<br />
%25 olduğunda ise altı gün olarak saptanmıştır.<br />
Kolonizasyon baskısındaki her %1’lik artışın<br />
VRE kazanım riskini %3.2 oranında artırdığı<br />
gösterilmiştir. Klinik kültürlerden VRE izole<br />
edilen her bir hastaya karşılık en az 10 kolonize<br />
hasta olduğu tahmin edilmektedir. Saptanmayan<br />
asemptomatik kolonize hastalar hastane içerisinde<br />
VRE yayılımında rol oynarlar. Enterokoklar<br />
gastrointestinal patojenler olarak değerlendirilmediğinden<br />
sorunun boyutunu ortaya koyabilmek<br />
için VRE saptamaya yönelik hedeflenmiş<br />
sürveyans ve selektif izolasyon gereklidir.<br />
Çapraz kolonizasyonun sık görülmesi enfeksiyon<br />
kontrol önlemlerine uyumun yeterli olma-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
ması, yüksek antibiyotik kullanımı, yetersiz<br />
personel sayısı, uzamış hospitalizasyon, çevresel<br />
kontaminasyon oranının yüksek oluşu, kolonize<br />
hastaların yatırılması gibi nedenlere bağlıdır.<br />
Enfeksiyon kontrol önlemlerine uyumun derecesi<br />
nozokomiyal patojen bulaşı ile bağlantılı<br />
olup, %100’lük uyum oranları gerçekçi değildir.<br />
Bunun sağlanması halinde dahi kontamine çevresel<br />
kaynaklardan VRE bulaş ihtimali söz<br />
konusudur. Kolonizasyon baskısının yüksek<br />
olduğu hallerde çapraz kolonizasyonun minimuma<br />
indirilebilmesi, kontrolün sağlanabilmesi<br />
için en az %50’lik bir uyum gereklidir. El hijyeni<br />
kurallarına uyum en az %50-60 oranında olmalıdır.<br />
Kolonize ve nonkolonize hastalar arasında<br />
sağlık personelinin hareketi engellenmeli, hastalar<br />
ve sağlık personeli kohortlanmalıdır.<br />
Gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.<br />
VRE’li hastaların izole edilememesi ya da<br />
kohortlamanın yapılamaması ile yeni olguların<br />
ortaya çıkışı arasında anlamlı bir ilişki gösterilmiştir.<br />
Başka bir çalışmada da el yıkama ve personel<br />
kohortlaması en etkili kontrol önlemleri<br />
olarak saptanmıştır. Çeşitli araştırmacılar kontrolün<br />
sağlanması için, hasta ve personelin<br />
kohortlanmasının, VRE’li hastaların ayrılmış<br />
yatak veya ayrı ünitelerde takip edilmesinin,<br />
hatta ünitenin kapatılmasının gerekli olduğunu<br />
bildirmişlerdir. Bazı yayınlarda VRE’li hastaların<br />
ayrılmış yatak veya ayrı üniteleri de takip edilmesi<br />
ve ünitenin kapatılmasının kontrolün sağlanmasında<br />
dönüm noktası olduğu bildirilmiştir.<br />
VRE kontrolüne yönelik ilk rehber 1994 yılında<br />
CDC “Hospital Infection Control Practices<br />
Advisory Committee (HICPAC)” tarafından<br />
yayınlanmıştır. Bu rehberde çapraz kolonizasyonun<br />
önlenmesine yönelik olarak: Vankomisin<br />
kullanımında kısıtlama, hastane personelinin<br />
eğitimi (el hijyeni için, el dezenfektanı kullanılması<br />
veya antiseptik sabun ile ellerin yıkanması<br />
konusunu da içerecek şekilde), klinik izolatlar<br />
arasında vankomisin direncinin rutin olarak<br />
taranması, VRE’li hastalara temas izolasyonu<br />
uygulanması (tek kişilik odaya alınması veya<br />
kohortlama yapılması, odaya girerken eldiven<br />
ve önlük giyilmesi, hasta odasından çıkarken<br />
eldiven ve önlüklerin çıkartılması, stetoskop,<br />
tansiyon aleti, rektal termometre gibi kritik<br />
olmayan aletlerin sadece o hastaya ait olması) ve<br />
rektal sürveyans kültürlerinin alınması önerilerinde<br />
bulunulmuştur.<br />
Deniz Akduman<br />
HICPAC rehberinde öneriler standart yaklaşım<br />
önerileri ve artırılmış önlemler başlıkları altında<br />
yapılmıştır. Bu rehberde çoklu ilaca dirençli<br />
mikroorganizma (MDRO) bulaşının önlenmesine<br />
yönelik standart yaklaşım önerileri kolonize<br />
veya enfekte hastalara temas izolasyonu uygulanması,<br />
tüm hasta temaslarında standart<br />
önlemlere uyulması, tek kişilik odaların öncelikli<br />
olarak kolonize veya enfekte hastalara<br />
ayrılmasını içerir. Standart yaklaşıma rağmen<br />
devam eden bulaş söz konusuysa ve standart<br />
yaklaşım önerilerine rağmen hedef MDRO insidans<br />
ve prevalansı o merkez için kabul edilebilir<br />
sınırların üzerine çıkmışsa ve/veya epidemiyolojik<br />
açıdan önem taşıyan MDRO’nun o merkezde<br />
ilk kez izole edilmesi söz konusuysa artırılmış<br />
önlemlerin uygulanması önerilmektedir.<br />
Artırılmış önlemler, başvuru anında tüm riskli<br />
hastaların (örn. ishali veya drene yarası olan<br />
hastalar, yanık ünitesi ve yoğun bakımda yatan<br />
hastalar veya hemodiyaliz hastaları) taranmasını,<br />
MDRO izole edilen hastaların mümkünse<br />
tek kişilik odada takibini, aynı MDRO’ya sahip<br />
hastaların ayrılmış bir alanda kohortlanmasını,<br />
bulaşın devam etmesi halinde hemşirelerin<br />
kohortlanmasını, bulaşın tüm bu artırılmış<br />
önlemlere rağmen devam etmesi halinde ünitenin<br />
yeni hastalara kapatılmasını, temas izolasyon<br />
önlemlerinin uygulanmasını, tarama kültür<br />
sonuçları belli olana kadar preemptif temas<br />
izolasyonu yapılmasını, eldiven ve önlük kullanılmasını<br />
içerir. Daha sonra “Society for<br />
Healthcare Epidemiology of America<br />
(SHEA)”nın yayınladığı rehberde ise yapılan<br />
önerilerde standart yaklaşım, artırılmış önlemler<br />
şeklinde bir ayırım olmayıp, HICPAC rehberinde<br />
yer alan öneriler tekrar vurgulanmış rutin<br />
asemptomatik taşıyıcılığın saptanmasına yönelik<br />
olarak aktif sürveyans kültürlerinin alınması<br />
önerilmiştir. Bu rehber, tüm riskli hastaların<br />
[metisiline dirençli Staphylococcus aureus<br />
(MRSA), VRE ile kolonize olma ihtimali yüksek<br />
hastalar, daha önce hospitalizasyon öyküsü<br />
olanlar ve daha önce kolonizasyon veya enfeksiyon<br />
saptanmış hastalar] başvuru anında taranmasını<br />
ve uzun süre yatanlarda periyodik olarak<br />
taramanın devam ettirilmesini, enfekte ve kolonize<br />
hastalara temas izolasyonu uygulanmasını,<br />
bunun bir parçası olarak her zaman eldiven ve<br />
önlük kullanılmasını, kolonize ve enfekte hastaların<br />
kohortlanmasını, ilk örneklemede preva-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 109
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />
lansın yüksek bulunması halinde hastane genelinde<br />
sürveyans kültürlerinin alınmasını önermektedir.<br />
İki rehber arasındaki en önemli fark, tarama<br />
kültürlerinin SHEA rehberinde standart olarak<br />
başvuru anında tüm riskli hastalarda uygulanmasının,<br />
HICPAC rehberinde ise artırılmış<br />
önlemlerin bir parçası olarak başvuru anında<br />
riskli hastalara uygulanmasının önerilmesidir.<br />
Aktif sürveyans VRE’ye yönelik enfeksiyon<br />
kontrolünün önemli bir bileşenidir. Duyarlılık<br />
analizleri aktif sürveyansın, hastaneye yatış sırasında<br />
VRE prevalansının ve hastane içi bulaşın<br />
yüksek olduğu merkezlerde daha etkili olduğunu<br />
göstermektedir. Bir matematik modelinde,<br />
sürveyans yapılmaması veya sadece pozitif kültür<br />
sonuçlarının dikkate alınması ile karşılaştırıldığında<br />
yatış sırasında aktif sürveyans ve<br />
kolonize hastalara sıkı izolasyon uygulanmasının<br />
kolonizasyon oranında %40’lık bir azalma<br />
sağladığı gösterilmiştir. Aktif sürveyans ile<br />
VRE’li hastaların erken saptanması ve preemptif<br />
temas izolasyonu kolonizasyon ve enfeksiyon<br />
insidansında azalma, hastane maliyetinde azalma<br />
sağlar. Başvuru anında VRE prevalansının<br />
düşük olduğu yerlerde VRE taraması yapılacak<br />
grubun belirlenmesi için risk indeksi oluşturulması<br />
faydalı olabilir. Bir çalışmada, son bir yıl<br />
içerisinde MRSA izole edilmiş olması (4 puan),<br />
uzun süredir hemodiyaliz hastası olmak (3<br />
puan), bakımevinden veya başka bir hastaneden<br />
geliyor olmak (3 puan), son bir ay içerisinde iki<br />
veya daha fazla antibiyotik maruziyeti (3 puan),<br />
son bir yıl içerisinde hospitalizasyon varlığı (3<br />
puan), 60 yaşından büyük olmak (2 puan) şeklinde<br />
altı bağımsız değişkeni içeren risk skorlama<br />
indeksinde başvuru anında 10 puan ve üzerindeki<br />
hastaların taranmasının duyarlılığı %44,<br />
özgüllüğü %98, pozitif prediktif değeri %81,<br />
negatif prediktif değeri %90 olarak bulunmuştur.<br />
Bu yöntemin başvuru anında hastaların<br />
%10’dan fazlasının 10 ve üzerinde skora sahip<br />
olduğu ve VRE kolonizasyonu bulunduğu merkezlerde<br />
daha etkili olacağı belirtilmiştir.<br />
HICPAC rehberinde kolonize bir hastada bir<br />
hafta ara ile alınan dışkı/perianal kültürlerin üç<br />
kez üst üste negatif saptanması halinde temas<br />
izolasyonunun sonlandırılabileceği belirtilmektedir.<br />
VRE kültür yöntemlerinin duyarlılığının<br />
sınırlı olması nedeniyle negatif sonuçlar eradi-<br />
110<br />
kasyondan ziyade saptanamayan düzeydeki<br />
VRE veya intermittant kolonizasyon ile ilişkili<br />
olabilir. Tekrar örneklemeler ile bu durumun<br />
üstesinden gelinebilmekle beraber, ardı ardına<br />
üç negatif kültürün her zaman VRE eradikasyonunu<br />
göstermeyebileceği akılda tutulmalıdır.<br />
Genel olarak ishali, drene yarası, gastostomisi,<br />
kolostomisi bulunmayan bir hastada HICPAC<br />
önerisi mantıklıdır ancak, salgın durumlarında<br />
hospitalizasyon süresi boyunca temas izolasyonuna<br />
devam edilmesi daha doğru olabilir.<br />
Uygun çevresel dekontaminasyon, VRE’ye yönelik<br />
artırılmış enfeksiyon kontrol önlemlerinin<br />
önemli bir parçasıdır. Çeşitli salgınlarda kontamine<br />
çevresel kaynağın elimine edilmesiyle<br />
VRE bulaşında azalma sağlamıştır. Çeşitli çalışmalarda<br />
artırılmış çevresel temizlik önlemleri<br />
ile VRE bulaşında %26-34 oranında bir azalma<br />
sağlanmış, diğer enfeksiyon kontrol önlemleri<br />
ile birlikte uygulandığında VRE salgınının sonlandırılmasında<br />
majör faktör olarak saptanmıştır.<br />
VRE kazanan hastaların, kontrol grubuna<br />
oranla daha fazla oranda persistan çevresel VRE<br />
kontaminasyonun olduğu odada kalmış olduğu,<br />
gerektiği gibi temizlenmeyen odaların VRE<br />
bulaşında kaynak rolü oynadığı tespit edilmiştir.<br />
Deterjan-dezenfektan ile yapılan artırılmış<br />
temizliğin çevresel ve ellerdeki kontaminasyonu<br />
azalttığı buna bağlı olarak da VRE bulaşını<br />
azalttığı gösterilmiştir. VRE hastanelerde rutinde<br />
kullanılan dezenfektanlara duyarlıdır. Bir<br />
çalışmada standart malzemeler ve yöntemler<br />
kullanılarak, temizlik personelinin eğitimi,<br />
temizlik faliyetlerinin monitörizasyonu yoluyla<br />
çevresel kontaminasyonun azaltılabildiği saptanmış,<br />
temizlenen bölge oranındaki %10’luk<br />
artışın VRE prevalansında %6’lık azalma sağladığı<br />
gösterilmiştir. Persistan çevresel kontaminasyonun<br />
kullanılan ürün veya yöntemden çok<br />
temizlik personelinin performansı ile ilgili olduğu<br />
gösterilmiştir. Çevresel temizlik işlemlerinin<br />
mevcut önerilere uygun yapılıp yapılmadığının<br />
monitörizasyonu MDRO geçişinin kontrol altına<br />
alınmasında önemli bir determinanttır.<br />
Hastane ortamında VRE ile en sık kontamine<br />
olan yüzeyler yatak kenarları, yatak başındaki<br />
masa veya etajer, tansiyon aleti manşonu ve yer<br />
olarak sayılabilir. Daha az sıklıkla kontamine<br />
olan kısımlar ise, idrar kapları, intravenöz pompalar,<br />
yatak kumanda ve hemşire çağrı düğmele-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
i ve pulse oksimetre cihazlarıdır. Ayrıca, kontamine<br />
elektronik termometre rektal, kulak probları<br />
çeşitli VRE salgınlarında kaynak olarak<br />
saptanmıştır. HICPAC’ın 2006 yılında yaptığı<br />
güncellemede MDRO’ların rutin kontrolü ve<br />
önlenmesine yönelik genel önlemler arasında<br />
çevresel temizlik için kritik olmayan aletlerin<br />
MDRO ile enfekte ve kolonize hastalara özel<br />
olması, öncelikli olarak temas önlemleri altındaki<br />
hastalara ait odaların temizliğine önem<br />
verilmesi özellikle sık dokunulan yatak kenarı,<br />
yatak başı masa veya etajeri, hasta odasındaki<br />
banyo ve kapı kollarının temizliğine özen gösterilmesi<br />
önerilmektedir. MDRO kontrolüne<br />
yönelik artırılmış önlemler arasında ise kritik<br />
olmayan aletlerin MDRO ile enfekte ve kolonize<br />
hastalara özel olması, MDRO kontrolüne yönelik<br />
olarak artırılmış enfeksiyon kontrol önlemlerinin<br />
uygulandığı bölgeleri temizleyen temizlik<br />
personeline yoğunlaştırılmış eğitim verilmesi<br />
önerilmekte, bazı merkezlerin sadece bu hedef<br />
bölge temizliğinden sorumlu temizlik personeli<br />
çalıştırılmasını tercih edebileceği belirtilmektedir.<br />
Sık dokunulan bölgelerin düzenli olarak<br />
uygun şekilde temizlik ve dezenfeksiyonunun<br />
sağlanması için temizlik faaliyetlerinin monitörizasyonu<br />
önerilmektedir. Çevresel kültürlerin<br />
sadece epidemiyolojik olarak çevreden bulaş<br />
düşünüldüğünde alınması önerilmektedir.<br />
Çevresel bulaşın bütün bu önlemlere rağmen<br />
engellenemediği durumlarda ünitenin boşaltılarak<br />
çevresel araştırma yapılması ve artırılmış<br />
temizlik uygulanması önerilmektedir.<br />
Rutin olarak kullanılan dezenfektanlar VRE’ye<br />
etkili olmakla birlikte temizliğin “yüzeyin<br />
dezenfektanla ıslatılması” veya “aktif nemli fırçalama”<br />
şeklinde yapılmasının, aynı dezenfektanın<br />
spreyleme ve ardından bezle silme şeklinde<br />
yapılan temizlik ile karşılaştırıldığında VRE’yi<br />
ortamdan daha iyi uzaklaştırdığı gösterilmiştir.<br />
SONUÇ<br />
Doğru uygulandığı zaman bütün enfeksiyon<br />
kontrol önlemleri VRE kolonizasyon ve enfeksiyon<br />
prevalansının azalmasında fayda sağlamakla<br />
birlikte ne zaman uygulanacakları ve hangisinin<br />
en etkili olduğu kesinlik kazanmamıştır. Eldeki<br />
veriler en iyi kontrolün multidisipliner yaklaşım<br />
ile sağlanacağını göstermektedir.<br />
Deniz Akduman<br />
Optimal yaklaşımın sağlanabilmesi için endemisitenin<br />
alta yatan mekanizması belirlenmelidir.<br />
Kontrolün sağlanması için;<br />
• El hijyeni kompliyansının en az %50-60 oranında<br />
olması hedeflenmelidir.<br />
• Akılcı antibiyotik kullanımı sağlanmalıdır.<br />
• Kolonize ve enfekte hastalar kohortlanmalı ve<br />
izole edilmelidir.<br />
• Uygun çevresel temizlik, temizlik ve sağlık<br />
personelinin eğitimi sağlanmalıdır.<br />
• Enfeksiyon kontrol önlemlerine uyum monitörize<br />
edilmelidir ve personele geri bildirim<br />
yapılmalıdır.<br />
• Lokal ekolojiye göre yüksek riskli servislerdeki<br />
hastalar ve/veya başvuru anında tüm hastalar<br />
hedeflenmiş sürveyans kültürleri ile taranmalıdır.<br />
• Kolonizasyon veya enfeksiyon durumu hasta<br />
dosyasına kaydedilerek sistemin başvuru anında<br />
elektronik uyarı vermesi sağlanmalıdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Anderson RL, Carr JH, Bond WW, Favero MS. Susceptibility<br />
of vancomycin-resistant enterococci to environmental<br />
disinfectants. Infect Control Hosp Epidemiol 1997;18:195-<br />
9.<br />
2. Armeanu E, Bonten MJM. Control of Vancomycinresistant<br />
enterococci: one size fits all? Clin Infect Dis<br />
2005;41:210-6.<br />
3. Austin DJ, Bonten MJ, Weinstein RA, Slaughter S,<br />
Anderson RM. Vancomycin-resistant enterococci in intensive<br />
care hospital settings: transmission dynamics, persistence,<br />
and the impact of infection control programs. Proc<br />
Natl Acad sci USA 1999;96:6908-13.<br />
4. Bonten M, Hayden MK, Nathan C, et al. Epidemiology of<br />
colonization of patients and environment with vancomycin-resistant<br />
enterococci. Lancet 1996;348:1615-9.<br />
5. Bonten MJM, Slaughter S, Ambergen AW, Hayden MK,<br />
van Voorhis J, Nathan C, et al. The role of “colonization<br />
pressure” in the spread of vancomycin-resistant enterococci.<br />
An important infection control variable. Arch Intern<br />
Med 1998;158:1127-32.<br />
6. Boyce JM. Vancomycin-resistant Enterococcus: detection,<br />
epidemiology, and control measures. Infect Dis Clin North<br />
Am 1997;11:367-84.<br />
7. Brooks S, Khan A, Stoica D, et al. Reduction in vancomycin-resistant<br />
Enterococcus and Clostridium difficile infections<br />
following change to tympanic thermometers. Infect<br />
Control Hosp Epidemiol 1998;19:333-6.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 111
Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />
Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />
8. Byers KE, Durbin LJ, Simonton BM, Anglim AM, Adal KA,<br />
Farr BM. Disinfection of hospital rooms contaminated<br />
with vancomycin-resistant Enterococcus faecium. Infect<br />
Control Hosp Epidemiol 1998;19:261-4.<br />
9. Carmeli Y, Eliopoulos G, Mozaffari E, Samore M. Health<br />
and economic outcomes of vancomycin-resistant enterococci.<br />
Arch Intern Med 2002; 28;162:2223-8.<br />
10. Chenoweth CE. Enterococcus species. In: Mayhall CG<br />
(ed). Hospital Epidemiology and Infection Control. 3 rd ed.<br />
Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 2004:529-44.<br />
11. Comert FB, Kulah C, Aktas E, Ozlu N, Celebi G. First isolation<br />
of vancomycin-resistant enterococci and spread of<br />
a single clone in a university hospital in Northwestern<br />
Turkey. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2007;26:57-61.<br />
12. D’Agatha EMC, Gautam S, Gren WK, Tang YW. High rate<br />
of false negative results of the rectal swab culture method<br />
in detection of gastrointestinal colonization with<br />
vancomycin-resistant enterococci. Clin Infect Dis 2002;<br />
34:167-72.<br />
13. European Antimicrobial Resistance Surveillance System.<br />
Susceptibility results for E. faecium isolates in 2009.<br />
http://www.rivm.nl/earss/database/<br />
14. Falk PS, Winnike J, Woodmansee C, Deasi M, Mayhall<br />
CG. Outbreak of vancomycin-resistant enterococci in a<br />
burn unit. Infect Control Hosp Epidemiol 2000;21:575-82.<br />
15. Hayden MK, Bonten MJ, Blom DW, Lyle EA, van de Vijver<br />
DA, Weinstein RA. Reduction in acquisition of vancomycin-resistant<br />
Enterococcus after enforcement of routine<br />
environmental cleaning measures. Clin Infect Dis<br />
2006;42:1552-60.<br />
16. Hota B, Blom DW, Lyle EA, Weinstein RA, Hayden MK.<br />
Interventional evaluation of environmental contamination<br />
by vancomycin-resistant enterococci: failure of personel,<br />
product, or procedure? J Hosp Infect 2009;71:123-<br />
31.<br />
17. Huang SS, Datta R, Platt R. Risk of acquiring antibioticresistant<br />
bacteria from prior room occupants. Arch Intern<br />
Med 2006;166:1945-51.<br />
18. Lai KK, Kelley AL, Melvin ZS, Belliveau PP, Fontecchio SA.<br />
Failure to eradicate vancomycin-resistant enterococci in a<br />
university hospital and the cost of barrier precautions.<br />
Infect Control Hosp Epidemiol 1998;19:647-52.<br />
19. Leclercq R, Derlot E, Duval J, Courvalin P. Plasmidmediated<br />
resistance to vancomycin and teicoplanin in<br />
Enterococcus faecium. N Engl J Med 1988;319:157-61.<br />
20. Livornese LL, Dias S, Samel C, et al. Hospital-acquired<br />
infection with vancomycin-resistant Enterococcus faecium<br />
transmitted by electronic thermometers. Ann Intern<br />
Med 1992;117:112-6.<br />
21. Martinez JA, Ruthazer R, Hansjosten K, Barefoot L,<br />
Syndman DR. Role of environmental contamination as a<br />
risk factor for acquisition of vancomycin-resistant enterococci<br />
by inpatients treated in a medical intensive care<br />
unit. Arch Intern Med 2003;163:1905-12.<br />
22. Morris-Downes M, Smyth EG, Moore J, Thomas T,<br />
Fitzpatrick F, Walsh J, et al. Surveillance and endemic<br />
vancomycin-resistant enterococci: some success in control<br />
is possible. J Hosp Infect 2010;75:228-33.<br />
112<br />
23. Muto CA, Jernigan JA, Ostrowsky BE, Richet HM, Jarvis<br />
WR, Boyce JM, et al. SHEA guideline for preventing nosocomial<br />
transmission of multidrug-resistant strains of S.<br />
Aureus and Enterococcus. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2003;24:362-86.<br />
24. National Nosocomial Infections Surveillance (NNIS) system<br />
report, data summary from January 1992-April 2000,<br />
issued June 2000. Am J Infect Control 2000;28:429-48.<br />
doi: 10.1067/mic.2000.110544.<br />
25. NNIS. Am J Infect Control 2003;31:481-98.<br />
26. Perencevich EN, Fisman DN, Lipsitch M, Haris AD, Morris<br />
JG, Smith D. Projected benefits of active surveillance for<br />
vancomycin-resistant enterococci in ICU settings. Clin<br />
Infect Dis 2004;38:1108-15.<br />
27. Porwancher R, Sheth A, Remphrey S, Taylor E, Hinkle C,<br />
Zervos M. Epidemiological study of hospital acquired<br />
infection with vancomycin-resistant Enterococcus faecium:<br />
possible transmission by an electronic ear-probe<br />
thermometer. Infect Contol Hosp Epidemiol 1997;18:771-3.<br />
28. Recommendations for preventing the spread of vancomycin<br />
resistance recommendations of the Hospital<br />
Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC).<br />
CDC MMWR Recomm Rep 1995;44(RR-12):1-13.<br />
29. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, Chiarello L, and the<br />
Healthcare Infection Control Practices Advisory Comittee.<br />
Management of multidrug-resistant organisms in health<br />
care settings, 2006. Am J Infect Control 2007;35:S165-<br />
93.<br />
30. Slaughter S, Hayden MK, Nathan C, et al. A comparison<br />
of the effect of universal gloves and gowns with that of<br />
glove use alone on acquisition of vancomycin-resistant<br />
enterococci in a medical intensive care unit. Ann Intern<br />
Med 1996;125:448-56.<br />
31. Smith TL, Iwen PC, Olson SB, Rupp ME. Environmental<br />
contamination with vancomycin-resistant enterococci in<br />
an outpatient setting. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
1998;19:515-8.<br />
32. Tacconelli E, Cataldo MA. Vancomycin-resistant enterococci<br />
(VRE): transmission and control. Int J Antimicrob<br />
Agents 2008;31:99-106.<br />
33. Tacconelli E, Karchmer AW, Yokoe D, D’Agatha EMC.<br />
Preventing influx of vancomycin-resistant enterococci<br />
into health care institutions by use of a simple validated<br />
prediction rule. Clin Infect Dis 2004;39:964-70.<br />
34. Tornieporth NG, Roberts RB, John J, et al. Risk factors<br />
associated with vancomycin-resistant Enterococcus faecium<br />
infection or colonization in 145 matched case patients<br />
and control patients. Clin Infect Dis 1996;767-72.<br />
35. Wisplinghof H, Bischoff T, Tallent SM, Seifert H, Wenzel RP,<br />
Edmond MB. Nosocomial bloodstream infections in US<br />
hospitals: analysis of 24179 cases from a prospective nationwide<br />
surveillance study. Clin Infect Dis 2004;39:309-17.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı:<br />
Bakteremi Riski Olanlar<br />
Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />
SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
113
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar<br />
Pnömokokal polisakkarid aşı 30 yıldan uzun<br />
süredir klinik kullanıma sunulduğu halde,<br />
halen daha kullanımı yaygın değildir. Bunun<br />
çeşitli nedenleri ileri sürülmekle birlikte, başta<br />
gelen nedeni aşının etkin olup olmadığı konusunda<br />
belirsizliklerin olmasıdır. Aşı kullanıma<br />
girdiğinden beri etkinliği konusunda tartışmalar<br />
devam etmektedir. Halen bazıları aşının ileri<br />
yaştaki erişkinlerde yeterli immüniteyi sağlamadığını<br />
düşünmektedirler.<br />
Aşılama konusundaki temel yaklaşımlar 10 yıldan<br />
uzun süredir belirlenmiş ve halen daha<br />
değiştirilmemiştir. Değişen konu ise son yıllarda<br />
yapılan klinik çalışmalar ve meta-analizlerden<br />
aşının etkinliği konusunda elde edilen bilgiler<br />
ve bunların neden olduğu tartışmalardır.<br />
Birçok ülkede pnömokok aşısı, ileri yaştakilere<br />
(65 ve üzeri) ve yüksek riskli erişkinlere invaziv<br />
pnömokokal enfeksiyonları önlemek amacıyla<br />
önerilmektedir. İnvaziv pnömokok enfeksiyonu,<br />
bakterinin kan, beyin omurilik sıvısı<br />
(BOS) gibi steril vücut sıvılarında üretilmesi<br />
olarak tanımlanmakta ve büyük bir kısmını<br />
bakteremiler oluşturmaktadır.<br />
Modern pnömokok aşısı ilk kez Güney<br />
Afrika’da altın işçileri ve Papua Yeni Gine’de<br />
köylüler üzerinde yapılan randomize kontrollü<br />
çalışmalarla değerlendirildi. Çalışma sonuçları<br />
aşının etkili olduğunu göstermekle birlikte,<br />
yaşlı ve yüksek riskli erişkinlerdeki sonuçları<br />
hakkında bilgi vermemektedir. Bu sorunun<br />
yanıtını vermek amacıyla, gelişmiş ülkelerde<br />
yaşlılar üzerinde prospektif klinik araştırmalar<br />
yapıldı. Bu çalışmalardan bazılarının sonuçları<br />
cesaret verici olmakla birlikte, çoğu çalışmada<br />
yaşlı ve risk grubundakilerde aşı başarısız<br />
olmuştur. Aşının etkinliğini daha iyi değerlendirmek<br />
amacıyla meta-analizler yayınlanmıştır.<br />
Ancak bunların çoğunda da aşının ileri yaşta<br />
pnömokokal enfeksiyonları önlemediği ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
On dört valanlı polisakkarid aşının 1977 yılında<br />
lisans alması, Güney Afrika’da, pnömokokal<br />
enfeksiyon riski yüksek olan altın madeninde<br />
çalışan genç erişkin işçilerde aşının etkinliğinin<br />
gösterildiği klinik çalışma sonuçlarıyla desteklenmiştir.<br />
Ancak bu sonuçlar yaşlılar ve altta<br />
114<br />
yatan kronik hastalığı olanlar için genellenemez.<br />
Bu nedenle, aşılanması hedeflenen kitlede<br />
aşının etkinliği ile ilgili araştırmalar aşı lisans<br />
aldıktan sonra yapılmıştır. Bu çalışmalar arasında<br />
olgu kontrollü ya da kohort çalışmalar gibi<br />
gözlemsel çalışmalar da vardır. Bunların çoğu<br />
invaziv pnömokokal hastalıklarda (kan, BOS<br />
gibi steril sıvı ya da dokularda pnömokok üretilmesi)<br />
aşının etkili olduğunu göstermektedir.<br />
Klinik çalışmalar ise daha çok pnömoniler üzerine<br />
yapılmıştır.<br />
Prospektif Çalışmalar<br />
Randomize kontrollü klinik çalışmalarda, sağlıklı<br />
gençlerde polisakkarid aşının pnömokokal<br />
bakteremi ve pnömonilerde koruyucu olduğu<br />
gösterilmiştir. Aşının hedef kitlesi olan ileri<br />
yaştakilerde ve yüksek risk grubu üzerinde<br />
yapılan klinik çalışmaların bazılarında ise aşının<br />
etkisiz olduğu gösterilmiştir. Ancak bu<br />
çalışmalarda metodolojik problemler (çalışmaya<br />
alınan popülasyon küçük, tanıda kullanılan<br />
serolojik testlerin tanı değeri ve güvenilirliği<br />
düşük vb.) vardır. Bu nedenle bu çalışma<br />
sonuçlarının olumsuz olmasının, aşının etkisiz<br />
olduğu şeklinde yorumlanmaması gerektiği<br />
vurgulanmaktadır.<br />
Retrospektif Çalışmalar<br />
1984 yılında Clemens ve Shapiro, retrospektif<br />
çalışmaların randomize kontrollü çalışmalara<br />
iyi bir alternatif olduğunu ortaya atmışlardır.<br />
Özellikle olgu-kontrollü retrospektif çalışmalar,<br />
pratik uygulamada sağladığı yararlardan ötürü<br />
geniş çapta kabul görmektedir. Retrospektif<br />
çalışmaların bilimsel değeri randomize kontrollü<br />
prospektif çalışmalar kadar olmasa da bazı<br />
avantajları vardır. Bunlar arasında, lojistik ve<br />
etik kolaylıklar, subgruplarda koruma derecesinin<br />
ve süresinin saptanabilmesi sayılabilir.<br />
Ayrıca, retrospektif çalışmalar tıbbi uygulamalardaki<br />
gerçek ortamı yansıtmaktadır ve sonuçları<br />
farklı şartlarda uygulanabilmektedir.<br />
Altı olgu kontrollü çalışma ve bir kohort araştırmada,<br />
pnömokokal bakteremi ya da invaziv<br />
pnömokokal hastalıkların önlenmesinde aşının<br />
etkinliği araştırılmış ve biri dışında diğer tüm<br />
çalışmalarda pnömokok aşısının invaziv hasta-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
lıkları önlemede %50-80 etkili olduğu gösterilmiştir.<br />
Başarısız olunan çalışmada, kontrol<br />
seçiminde ve çalışmaya alınan kişilerin aşı bilgilerinin<br />
toplanmasında eksiklik söz konusudur.<br />
En ikna edici çalışma ise Shapiro’nun<br />
çalışmasıdır.<br />
Sonuç olarak bu retrospektif çalışmalarda, pnömokok<br />
aşısının altta yatan hastalığı olan immünkompetan<br />
ileri yaş grubunda invaziv pnömokok<br />
enfeksiyonlarını önlemede etkili olduğu gösterilmiştir.<br />
İnvaziv Pnömokokal Hastalıklarda Etkisi<br />
Gözlemsel çalışmalar immünkompetan yaşlılarda<br />
polisakkarid aşının invaziv enfeksiyonları<br />
önlemede etkili olduğunu göstermiştir. Bu veriler,<br />
polisakkarid aşının yaşlılara ve altta yatan<br />
kronik hastalığı olan erişkinlere önerilmesini<br />
sağlayan temel dayanaktır. En geniş olgu kontrollü<br />
çalışma Shapiro tarafından yapılmış, 983<br />
invaziv enfeksiyon değerlendirilmiş ve immünkompetan<br />
yaşlılarda aşının aşı serotiplerine<br />
bağlı invaziv hastalık riskini %56 oranında<br />
azalttığı gösterilmiştir. Bu sonuç yaşlılarda yapılan<br />
diğer olgu kontrollü ya da kohort çalışmaların<br />
çoğu ile uyumludur. Ancak invaziv hastalık<br />
riski yüksek olan immünkompromize yaşlılarda<br />
yapılan gözlemsel çalışmalar, aşının invaziv hastalıklara<br />
karşı koruyucu etkisi olduğunu desteklememektedir.<br />
İmmünkompetan yaşlılarda aşı etkinliğinin, yaş<br />
ve aşıdan sonra geçen süre arttıkça azaldığı gösterilmiştir.<br />
Başka bir kohort çalışmada 50 yaş<br />
üzerinde aşı sonrası süre arttıkça aşı etkinliğinin<br />
stabil olduğu gösterilmesine rağmen, zamanla<br />
pnömokokal kapsüler antikor seviyesinin azaldığı<br />
ve yaşlılarda zamanla aşı etkinliğinin de<br />
azalacağı bildirilmektedir.<br />
İnvaziv Pnömokok Enfeksiyonlarında<br />
Değişen Epidemiyoloji<br />
Konjuge aşının (7 valanlı) çocuklarda klinik<br />
kullanıma girmesinden sonra, yaşlı popülasyonda<br />
da invaziv enfeksiyonlarda belirgin oranda<br />
düşme görülmüştür. Yıllar içerisinde 7 serotipin<br />
etken olduğu enfeksiyon oranlarında düşüş gözlenmiştir.<br />
Ancak aşı suşu olmayan serotiplerle<br />
oluşan invaziv enfeksiyonlarda artış olmuştur.<br />
Esragül Akıncı<br />
Ayrıca yaşlılarda, polisakkarid aşıda bulunan 23<br />
serotip ile oluşan invaziv enfeksiyonlarda da<br />
azalma olmuştur. Yedi valanlı aşının çocuklarda<br />
kullanılmasından sonra erişkinlerde görülen bu<br />
azalmanın, bu serotiplerin çocuklardan erişkinlere<br />
bulaşındaki azalmayla ilişkili olduğu düşünülmektedir.<br />
Gelişmiş Ülkelerde İnvaziv Pnömokokal<br />
Hastalıkların Önemi ve Aşının Maliyet<br />
Etkinliği<br />
Gelişmiş ülkelerde invaziv pnömokokal hastalık<br />
insidansı benzerdir. Tüm popülasyonda<br />
100.000’de en az 15-20, 65 yaş ve üzerinde en<br />
az 100.000’de 50-60 olgudur. Aşının maliyet<br />
etkinliğini hesaplamak için invaziv pnömokokal<br />
hastalık insidansını dikkate almak anlamlıdır.<br />
Sisk çalışmasında, yaşlıların aşılanmasının bakteremi<br />
riskini azaltmada maliyet-etkin olduğunu<br />
göstermiştir. Bu sonuç retrospektif çalışma<br />
sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde aşının<br />
invaziv enfeksiyonların önlenmesinde klinik<br />
olarak etkili olduğu sonucuna varılabilir.<br />
Sonuç<br />
Polisakkarid aşı, kullanıma girdikten sonra<br />
uzun bir süre ihmal edilmiş, yeterince kullanılmamıştır.<br />
Ancak son yıllarda dünyada genel<br />
olarak aşı kullanımında bir artış olduğu görülmektedir.<br />
Bunda invaziv enfeksiyonların önlenmesinde<br />
aşı etkinliğinin gösterilmesinin önemli<br />
rolü olduğu düşünülmektedir.<br />
Genç erişkinlerde 1970’li yıllarda yapılan randomize<br />
kontrollü çalışmalarda pnömokok aşısının<br />
pnömoni ve bakteremilerin önlenmesinde<br />
etkinliği gösterilmiştir. Ancak daha sonra<br />
yapılan 10 prospektif randomize kontrollü<br />
çalışma, ileri yaştakilerde ve yüksek riskli erişkinlerde<br />
aşının etkili olduğunu göstermede<br />
başarısız olmuştur. Bu konuya açıklık getirmek<br />
ve net yanıtı bulmak için yapılan meta-analizler<br />
de beklenen sonucu vermemiştir.<br />
Retrospektif çalışmalar ise ileri yaş grubunda<br />
aşının invaziv enfeksiyonları önlemede %50-80<br />
etkili ve maliyet-etkin olduğunu göstermektedir.<br />
Bu sonuç, aşı geliştirme çalışmalarının<br />
önünü açmıştır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 115
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Fedson DS. The clinical effectiveness of pneumococcal<br />
vaccination: a brief review. Vaccine 1999;17(Suppl 1):<br />
S85-S90.<br />
2. Fedson DS, Liss C. Precise answers to the wrong question:<br />
prospective clinical trials and the meta-analyses of pneumococcal<br />
vaccine in elderly and high-risk adults. Vaccine<br />
2004;22:927-46.<br />
116<br />
3. Jackson LA, Janoff EN. Pneumococcal vaccination of<br />
elderly adults: new paradigms for protection. Clin Infect<br />
Dis 2008;47:1328-38.<br />
4. Moore RA, Wiffen PJ, Lipsky BA. Are the pneumococcal<br />
polysaccharide vaccines effective? Meta-analysis of the<br />
prospective trials. BMC Fam Pract 2000;1:1.<br />
5. Whitney CG, Schaffner W, Butler JC. Rethinking recommendations<br />
for use of pneumococcal vaccines in adults.<br />
Clin Infect Dis 2001;33:662-75.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı:<br />
Pnömoni Riski Olanlar<br />
Doç. Dr. Hakan Erdem<br />
Kasımpaşa Asker Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />
İstanbul<br />
117
Erişkinde Aşılama:<br />
Pnömokok Aşısı: Pnömoni Riski Olanlar<br />
Kapsül polisakkaridinden üretilen pnömokok<br />
aşısı tıp tarihindeki önemli dönüm<br />
noktalarından birisidir. Polisakkarid antijenler<br />
serotipe özgün antikor oluşumuna neden olarak<br />
opsonizasyon, fagositoz ve pnömokok ölümüne<br />
yol açmaktadır. İlk kez 1945 yılında<br />
kullanıma giren tetravalan pnömokok aşısı, ne<br />
yazık ki penisilinin kullanıma girmesiyle gözden<br />
düşmüştür. Ancak, günümüzde giderek<br />
artan antibiyotik direnci, toplum kökenli pnömonilerin<br />
hala önemli bir mortalite nedeni<br />
olması özellikle yüksek riskli popülasyon açısından<br />
aşılamayı tekrar gündeme taşımıştır.<br />
Robert Austrian 1970’li yıllarda 14 valan polisakkarid<br />
aşıyı üretmeyi başarmıştır. Ardından<br />
1983 yılında en sık enfeksiyon etkeni olan<br />
serotiplerden üretilen 23-valan aşı (PPV-23)<br />
kullanıma girmiştir. Polisakkarid aşıların iki<br />
yaş altı popülasyonda etkili olmaması nedeniyle<br />
2000 yılında 7 valan protein konjugat aşı<br />
üretilmiştir. 2010 yılında ise Amerika Birleşik<br />
Devletleri (ABD)’nde 13 valan aşı çocuklarda<br />
kullanılmak üzere onay almıştır. Günümüzde,<br />
arayışlar devam etmekle birlikte, konjugat aşılar<br />
erişkin popülasyonda kullanım alanı bulamamıştır.<br />
ABD’de aşı ile önlenebilen hastalıklar içinde en<br />
fazla ölümün pnömokoksik enfeksiyonlardan<br />
kaynaklandığı görülmüştür. Pnömokok menenjitlerinde<br />
bu oran %20-35 arasında değişmektedir.<br />
Bu açıdan aşının önemi ısrarla vurgulanmaktadır.<br />
Pnömonilerden korunma açısından<br />
veriler çelişkili görünmektedir. Pek çok çalışmada<br />
toplam pnömoni ya da pnömokoksik<br />
pnömoni oranlarında bir azalmadan bahsedilmemektedir.<br />
Ancak prospektif bir kohort çalışmada<br />
yaşlı popülasyonda bariz düşüş gösterilmiştir.<br />
Cochrane grup tarafından 2008 yılında<br />
yapılan ve PPV23 etkinliğini irdeleyen bir metaanalizde<br />
şu sonuçlar elde edilmiştir:<br />
1. İnvaziv pulmoner enfeksiyonun önlenmesine<br />
yönelik kanıt güçlü (OR 0.26, %95 GA 0.15-<br />
0.46),<br />
2. Tüm pnömoni nedenleri açısından bariz<br />
anlam yok,<br />
3. Tüm ölüm nedenleri açısından anlamlı değil.<br />
Ancak bu meta-analizden sonra, hospitalizasyon<br />
gerektiren 3415 toplum kökenli pnömoni<br />
118<br />
olgusu üzerinde yapılan bir çalışmada önceden<br />
aşılanan olgularda mortalitede ve yoğun bakıma<br />
girişlerde %40 oranında azalma olduğu ortaya<br />
konmuştur. Öte yandan, toplum kökenli pnömoni<br />
tanısı ile hospitalize edilen 2950 erişkini<br />
beş yıl süreyle takip eden bir kohort çalışmada,<br />
hospitalizasyon ve tüm nedenlere bağlı mortalite<br />
oranlarında bir değişiklik saptanamamıştır.<br />
PPV-23 1, 2, 3, 4, 5, 6B, 7F, 8, 9N, 9V, 10A, 11A,<br />
12F, 14, 15B, 17F, 18C, 19A, 19F, 20, 22F, 23F ve<br />
33F serotiplerden oluşmaktadır. Bu aşı kapsamının<br />
ABD’de %85-90 arasında olduğu bilinmektedir.<br />
Ülkemizde ise 23 valan aşı enfeksiyon<br />
etkeni olan pnömokok izolatlarının %79’unu<br />
kapsamaktadır. Eğer aşı formülasyonunda yer<br />
alan 11A, 12F, 15B, 22F ve 33F içerik 6A, 9A,<br />
9L, 19C ve 23B ile yer değiştirirse o zaman aşı<br />
kapsamı %91’e yükselecektir. Dolayısıyla ülkemizde<br />
aşı etkinliği ve kapsamının düzenli bir<br />
sürveyans aktivitesi ile ortaya konulması, epidemiyolojik<br />
verilerle uyumlu aşı formülasyonunun<br />
belirlenmesi çok önemlidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Austrian R, Douglas RM, Schiffman G, Coetzee AM,<br />
Koornhof HJ, Hayden-Smith S, et al. Prevention of pneumococcal<br />
pneumonia by vaccination. Trans Assoc Am<br />
Physicians 1976;89:184-94.<br />
2. de Gans J, van de Beek D. Dexamethasone in adults with<br />
bacterial meningitis. N Engl J Med 2002;347:1549-56.<br />
3. Erdem H. An update on invasive pneumococcal antibiotic<br />
resistance in Turkey, 2008. J Chemother 2008;20:697-<br />
701.<br />
4. Erdem H, Pahsa A. Antibiotic resistance in pathogenic<br />
Streptococcus pneumoniae isolates in Turkey. J Chemother<br />
2005;17:25-30.<br />
5. Erdem H, Kilic S, Coskun O, Ersoy Y, Cagatay A, Onguru<br />
P, et al. Community-acquired acute bacterial meningitis in<br />
the elderly in Turkey. Clin Microbiol Infect 2010;16:1223-<br />
9.<br />
6. Erdem H, Pahsa A, Oncu S. Antimicrobial therapy in pneumococcal<br />
meningitis: an epidemiological assessment<br />
from Turkey. Int J Infect Dis 2006;10:262-3.<br />
7. Erdem H, Sener B. Pneumococcal seroepidemiology in<br />
Turkey: implications for vaccine coverage. Vaccine<br />
2008;26:1271-3.<br />
8. Gardner P, Schaffner W. Immunization of adults. N Engl J<br />
Med 1993;328:1252-8.<br />
9. Huss A, Scott P, Stuck AE, Trotter C, Egger M. Efficacy of<br />
pneumococcal vaccination in adults: a meta-analysis.<br />
CMAJ 2009;180:48-58.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
10. Jackson LA, Janoff EN. Pneumococcal vaccination of<br />
elderly adults: new paradigms for protection. Clin Infect<br />
Dis 2008;47:1328-38.<br />
11. Johnstone J, Marrie TJ, Eurich DT, Majumdar SR. Effect of<br />
pneumococcal vaccination in hospitalized adults with<br />
community-acquired pneumonia. Arch Intern Med<br />
2007;167:1938-43.<br />
12. Johnstone J, Eurich DT, Minhas JK, Marrie TJ, Majumdar<br />
SR. Impact of the pneumococcal vaccine on long-term<br />
morbidity and mortality of adults at high risk for pneumonia.<br />
Clin Infect Dis 2010;51:15-22.<br />
13. Macleod CM, Hodges RG, Heidelberger M, Bernhard<br />
WG. Prevention of pneumococcal pneumonia by immunization<br />
with specific capsular polysaccharides. J Exp Med<br />
1945;82:445-65.<br />
Hakan Erdem<br />
14. Moberley SA, Holden J, Tatham DP, Andrews RM.<br />
Vaccines for preventing pneumococcal infection in adults.<br />
Cochrane Database Syst Rev 2008(1):CD000422.<br />
15. Ortqvist A, Hedlund J, Burman LA, Elbel E, Hofer M,<br />
Leinonen M, et al. Randomised trial of 23-valent pneumococcal<br />
capsular polysaccharide vaccine in prevention<br />
of pneumonia in middle-aged and elderly people.<br />
Swedish Pneumococcal Vaccination Study Group. Lancet<br />
1998;351:399-403.<br />
16. Vila-Corcoles A, Ochoa-Gondar O, Hospital I, Ansa X,<br />
Vilanova A, Rodriguez T, et al. Protective effects of the<br />
23-valent pneumococcal polysaccharide vaccine in the<br />
elderly population: the EVAN-65 study. Clin Infect Dis<br />
2006;43:860-8.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 119
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Erişkinde Aşılama:<br />
İnfluenza Aşısı: Herkese<br />
Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Yozgat<br />
121
Erişkinde Aşılama:<br />
İnfluenza Aşısı: Herkese<br />
Gribin belirli bir türüne karşı uzun süreli<br />
bağışıklık elde etmenin en iyi yolu, o virüs<br />
türü ile enfekte olmaktır. Enfeksiyonu geçiren<br />
ve potansiyel komplikasyonları gelişen kişide,<br />
gribin bu türüne karşı gelişen bağışıklık ömür<br />
boyu kalır. Bugüne kadar dolaşan H1N1 suşu<br />
ile çeşitli grip salgınları yaşanmıştır. Yaşam<br />
boyu bağışıklık nedeniyle geçen yıl görülen<br />
2009 H1N1 salgınında bu virüse dayanıklılık<br />
yaşlılarda daha fazla olduğundan yaşlılarda<br />
ölüm oranının daha az olduğu görüldü.<br />
Enfeksiyon etkenine karşı bağışıklık elde etmek<br />
için hastalık oluşturulmasında sorun etkenin<br />
bulaşıcılığının yüksek olması nedeniyle salgın<br />
ve ölümle sonuçlanmasıdır. Dolaşımdaki influenza<br />
türü, toplumun bağışıklık düzeyi ile ilişkili<br />
olarak ölümlere ve ciddi hastalığa neden olabilir.<br />
Bu nedenle influenzanın önlenmesinde<br />
aşılama daha iyi bir seçenektir.<br />
Aşılamanın etkileri, basit bir aşı almaktan daha<br />
fazla olup, sadece grip olmamak değildir.<br />
Aşılamanın birçok potansiyel etkileri vardır.<br />
Grip olmamak aşı etkinliğinin tek bir ölçütü<br />
olup çok boyutlu koruyucu etkisini göstermek<br />
için yeterli değildir. Bireysel aşılama laboratuvarca<br />
doğrulanmış infeksiyonu, semptomatik<br />
hastalığı, enfekte bireylerin bulaştırıcılığını<br />
veya bunların kombinasyonunu içeren bir dizi<br />
sonuçları azaltabilir veya önleyebilir.<br />
Aşı, aşıda bulunan suşlara karşı oluşan yüksek<br />
titreli antikor genellikle koruyucudur. Aşıya<br />
karşı oluşan immün yanıt doğal enfeksiyon<br />
kadar güvenilir olmadığı için grip aşısı %100<br />
etkili değildir.<br />
Aşı ve virüs homotipik olduğunda influenza<br />
A’ya karşı koruma oranı %96 iken, aşı suşu ve<br />
virüs heterotipik olduğunda, koruma %70-100<br />
arasında değişmektedir. Aşı ile homotipik salgın<br />
sırasında enfeksiyondan korunma oranı<br />
geriye dönük olarak %95; heterotipik salgın<br />
sırasında grip hastalığından korunma oranı<br />
%50-87 olarak bulunmuştur. Aşı olanlarda orta<br />
şiddetli çoğunlukla ateşsiz üst solunum belirtileri<br />
saptanırken kontrol grubunda daha şiddetli,<br />
çoğunlukla ateşle seyreden bulgular görüldü.<br />
Enfeksiyona yol açan virüs sekresyonunun,<br />
aşısız kontrollerde daha sık olduğu görüldü.<br />
Aşı ile gribin önlenemediği durumlarda bile,<br />
hastalık daha hafif seyretmekte virüs atılımı ve<br />
122<br />
hastalık yayılımı daha az olmaktadır ki, bulaşıcı<br />
bir hastalığın yayılmasının azalması küçümsenecek<br />
birşey değildir.<br />
Aşıdaki en büyük sorun, her yıl dolaşımda bulunan<br />
suşların değişmesi ve salgından aylarca<br />
öncesinden aşıda bulunması gereken suşların<br />
belirlenmiş olması gerekliliğidir. Aşı suşları<br />
bazen dolaşımdaki suşlarla iyi bir antijenik benzerlik<br />
oluştururken, bazen bu benzerlik yeterince<br />
oluşturulamaz. Aşı suşlarındaki antijenik<br />
benzerlik aşıların etkinliğinde değişikliğe sebep<br />
olur.<br />
Grip aşısının etkinliği sadece o enfeksiyonu<br />
önlemek olmayıp aynı zamanda mükerrer aşılamalardan<br />
kaynaklanan çapraz bağışıklık oluşturmak<br />
suretiyle gelecekteki grip olgularının<br />
daha hafif seyretmesini sağlamaktır. 1976 yılında<br />
domuz gribi aşısı olanlarda 2009 H1N1 suşuna<br />
karşı bağışıklık olduğu görüldü.<br />
Toplumların aşılanması hastalık ve hastalık<br />
nedeniyle ölümlerde azalmaya yol açar. Grip<br />
aşısı ile ilgili tüm çalışmalarda gribin yayılmasını<br />
önlemek ve gripten korunmak için gerekli<br />
toplum bağışıklığına ulaşmak için aşılanma<br />
oranlarının %90-95 olması gerektiği ortaya konmuştur.<br />
Bir toplumda grip aşısı yapılan kişi sayısı ne<br />
kadar fazla olursa grip mevsimi boyunca görülen<br />
ölüm sayısı o kadar az olur. Kanada<br />
Ontario’da bütün nüfusun aşılanması planlandı.<br />
İnfluenza aşısının, hastalığın önlenmesinde az<br />
etkili, ancak ölüm, hastaneye yatış ya da antibiyotik<br />
kullanımı gibi ikincil sonuçların azalmasında<br />
daha fazla etkin olduğu saptandı. Bu tür<br />
çalışmalarla ilgili birçok sorun bulunmakla birlikte<br />
nüfusa dayalı müdahalelerin halk sağlığına<br />
etkilerini değerlendirmek için uygundur.<br />
Ontario’da influenza aşılama oranı diğer illere<br />
göre daha fazla idi. 1996-1997 yıllarında<br />
Ontario’da “Universal Influenza Immunization<br />
Program (UIIP)” sonrasında UIIP öncesi influenza<br />
aşılama oranı ≥ 12 yaş hane halkı nüfusunda<br />
%20 (%18-38), diğer illerde %11 (%13-24)<br />
oranında artış göstermiştir (p< 0.001).<br />
Ontario’da diğer illere göre aşılama oranında<br />
artış ≥ 75 yaş için daha fazla iken < 65 yaş için,<br />
daha az bulunmuştur. Tüm yaş gruplarında diğer<br />
illere göre daha yüksek aşılama oranları elde edilmiştir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
UIIP’den sonra, genel nüfus için grip ilişkili<br />
mortalite Ontario’da %74 (RR= 0.26, %95 GA,<br />
0.20-0.34), diğer illerde %57 azaldı (RR= 0.43,<br />
%95 GA, 0.37-0.50) (RR= 0.61, p= 0.002). Yaşa<br />
özel analizlerde, Ontario’da mortalitedeki azalma<br />
daha fazla bulunmuş olup mortalitedeki<br />
azalma ≥ 85 yaş istatistiksel olarak anlamlı<br />
bulunmuştur.<br />
Genel olarak, griple ilişkili sağlık hizmetinde<br />
hastaneye yatış (RR= 0.25’e karşı 0.44, RR=<br />
0.58, p< 0.001 oranı), acil servis başvuru (RR=<br />
0.31’e karşı 0.70, RR= 0.45, p< 0.001) ve doktor<br />
ofisini ziyaret (RR= 0.21’e karşı 0.53, RR= 0.41,<br />
p< 0.001) oranı Ontario’da daha fazla azalmıştır.<br />
Yaşa özel analizlerde < 65 yaş grubundaki bu<br />
azalmalar Ontario’da daha fazla gözlenmiştir.<br />
Yaşlılar için, 65-84 yaş arasında hastaneye yatış<br />
ve 65-74 yaş arasında acil kliniğe başvuru kullanımındaki<br />
azalma Ontario’da daha fazla gözlenmiştir.<br />
Çocuklarda aşılama oranlarının artırılması,<br />
toplumdaki grip olgularında azalma sağlar.<br />
Kanıtlar toplum bağışıklığının grip kontrolünde<br />
etkin olduğunu göstermektedir. Michigan,<br />
Tecumseh’da, okul çağındaki 3159 çocuğun<br />
%85’ine dört gün içinde TIV verilerek aşı verilmeyen<br />
Adrian’daki benzer özellikteki toplum ile<br />
karşılaştırıldı. Adrian’da tüm yaş grupları arasında<br />
Tecumseh’dan üç kat daha fazla grip benzeri<br />
hastalık oluşmuştur.<br />
Gripten ölüm riski yüksek olan gruplardan<br />
biri olan hamile kadınların grip aşısı ile aşılanması<br />
bebeklerde grip ve hastanede yatışı<br />
da azaltır.<br />
Grip aşısı, kısmen, vasküler olaylardan kaynaklanan<br />
ölümleri engelleyebilir: Sadece kısa<br />
dönem mortalite artışı olmaması, aynı zamanda<br />
uzun dönemde mortaliteyi artıran ve hastaneye<br />
yatış gerektiren şiddetli enfeksiyonları olan kişilerde<br />
ölüm nedeni iyi anlaşılamamıştır. Ancak<br />
pnömoniden sonra ölenlerde enflamatuvar göstergelerde<br />
artış olduğu saptanmıştır. Enflamasyon<br />
bir protrombotik durum olup akut enfeksiyonlu<br />
hastalarda daha fazla inme, kalp krizi ve akciğer<br />
embolizm görülmektedir. Vasküler olay riski bir<br />
yıla kadar yükselmiş olabilir ve agresiv bir diş<br />
temizliği bile vasküler olay riskini artırabilir.<br />
Vasküler olay oranında, invaziv dental tedaviden<br />
sonraki ilk dört hafta içinde anlamlı derecede<br />
artış oldu [insidans oranı 1.50 (%95 GA,<br />
Neziha Yılmaz<br />
1.09-2.06)] ve kademeli olarak altı ay içinde<br />
normale döndüğü gösterilmiştir. Enfeksiyon da<br />
vasküler olaylar durdurulduğunda, vasküler<br />
olay kaynaklı ölümlerin sayısı azalabilir. Bu grip<br />
ve pnömokok aşısı kombinasyonu ile gerçekleşebilir.<br />
Toplam 36.636 kişiden, 7292’si hem PPV hem<br />
TIV aldı, 2076’sı yalnız TIV aşısı, 1875’i yalnız<br />
PPV aşısı aldı ve 25.393’ü aşılanmadı. 45.834<br />
kişi bir yıl takip edildi. Başlangıç özellikleri,<br />
PPV ve TIV grubunda daha az erkek hasta ve<br />
aşılanmamış kişiler arasında eşlik eden daha az<br />
sayıda kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlar<br />
dışında gruplar arasında eşleştirme iyi idi.<br />
Çalışmanın başlangıcından itibaren 64. haftada<br />
çift aşılı bireylerde aşılanmamış bireylere göre<br />
daha az ölüm (HR 0.65, %95 GA, 0.55-0.77; p<<br />
0.001) ve daha az olguda pnömoni (HR 0.57,<br />
%95 GA, 0.51-0.64; p< 0.001), iskemik inme<br />
(HR 0.67, %95 GA, 0.54-0.83, p< 0.001) ve akut<br />
miyokard enfarktüsü (HR 0.52, %95 GA, 0.38-<br />
0.71; p< 0.001) görülmüştür. Aşılanmamış kişiler<br />
ile karşılaştırıldığında çift aşılama, daha az<br />
koroner (HR 0.59, %95 GA, 0.44-0.79, p<<br />
0.001) ve yoğun bakım kabulü (HR 0.45, %95<br />
GA, 0.22-0.94; p= 0.03) ile sonuçlandı.<br />
Aşının yararlı etkileri aşı alındıktan sonra 64<br />
haftaya kadar sürdü. Aşı, enfeksiyonların sürekli<br />
zararlı enflamatuvar etkilerini engeller böylece<br />
grip aşısı grip sezonu dışındaki ölümlerden<br />
makul ölçüde koruma sağlayabilir.<br />
H1N1 aşısı, sağlıklı nüfusta iyi bir eşleştirme<br />
gribe karşı mükemmel ve güvenli koruma sağlamıştır.<br />
Hastane tabanlı aktif sürveyans yoluyla,<br />
kitlesel aşılamadan sonraki 10 hafta içinde 27’si<br />
Guillain-Barre sendromu olmak üzere 362 nörolojik<br />
hastalık olgusu saptandı. Nörolojik koşulların<br />
hiçbirisinde aşılanma öyküsü bulunmamaktaydı.<br />
Kitlesel aşılamaya 245 okuldan<br />
25.037 öğrenci katıldı ve 244.091 kişiye aşı<br />
yapılmadı. 9 Ekim-15 Kasım 2009 tarihleri arasında,<br />
100.000 öğrenci başına doğrulanan 2009<br />
H1N1 virüsü enfeksiyonu olgu insidansı aşılanan<br />
öğrenciler arasında 35.9 (9/25.037); aşısız<br />
öğrenciler arasında 281.4 (687/244.091) idi.<br />
Böylece, tahmini aşı etkinliği %87.3 (%95 GA,<br />
75.4-93.4) idi. İnaktif aşıların milyonda 1.6 oranında<br />
Guillain-Barré sendromuna yol açtığı<br />
tahmin edilmekle birlikte kanıtları sınırlıdır. Bu<br />
grip aşısının etkinliğinin çok faktörlü olduğunu<br />
gösteren birçok çalışmadan bazılarıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 123
Erişkinde Aşılama:<br />
İnfluenza Aşısı: Herkese<br />
Dolaşımdaki virüsün aşı virüsü ile eşleşmesinin<br />
nispeten iyi olduğu nadir durumda aşılanan<br />
kişilerin %1’inde, aşılanmamış kişilerin %4’ünde<br />
grip belirtileri [risk farkı (RD) %3, %95 GA, %2-<br />
5] gözlenirken aşı ve dolaşımdaki virüs eşleşmesinin<br />
iyi olmadığı durumlarda ise bu rakamların<br />
%1 ve %2 (RD 1, %95 GA %0-3) olduğu görülmüştür.<br />
Bu farklılıkların tesadüfi olmadığı aşının<br />
iş gücü kaybına ılımlı etkisi olduğu ve hastaneye<br />
yatış ve komplikasyon oranlarını ise<br />
etkilemediği gösterilmiştir. Grip aşılarının grip<br />
belirtileri azaltmada ve iş gücü kayıplarını azaltmada<br />
ılımlı bir etkisi vardır.<br />
Grip aşısı iyi müdahale yöntemi gibi görünmekle<br />
birlikte bu müdahalenin topluma yararlı<br />
olup olmadığını anlamak için müdahale uygulandıktan<br />
sonra kalite-ayarlanmış yaşam yılı<br />
hesaplanmalıdır. Maliyet-etkinlik değerlendirmesi<br />
tahmine dayalıdır. ABD için kaliteye göre<br />
düzeltilmiş yaşam yılı başına 50.000 dolar<br />
civarında maliyet kabul edilebilir bir müdahaledir.<br />
Aşılama tüm yaş grupları ve coğrafi alanlarında<br />
maliyet tasarrufu sağlamış olup sağlık<br />
giderlerini azaltmakta ve sağlığı düzeltmektedir.<br />
Altmış beş yaş ve üzeri kişiler için, aşılama<br />
kişi başına 8.27 dolar ve 1.21 kalite-ayarlanmış<br />
gün kazandırmıştır. 1993 yılında aşılanmamış<br />
23 milyon yaşlı insanın aşılanması 78.000 sağlıklı<br />
yaşam yılı ve 194 milyon dolarlık tasarruf<br />
sağlamıştır. Tek değişkenli duyarlılık analizinde,<br />
yaşayanların olabilecek tıbbi giderleri ve<br />
daha düşük aşı etkinliği gibi aşılama maliyetini<br />
ikiye katlayan maliyetler dışında aşı maliyetetkin<br />
bulunmuştur. Aşılama ilgili olumsuz varsayımlara<br />
rağmen kaliteye göre düzeltilmiş<br />
yaşam yılı başına maliyet 85 yaş ve üzeri için<br />
598.487 dolar; 65-74 yaş arasında ise 35.822<br />
dolar olarak tespit edilmiştir.<br />
124<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Challenge versus natural infection as an index or protection<br />
after influenza immunization. Dev Biol Stand 1977;39:149-<br />
54.<br />
2. Effect of vaccination of a school-age population upon the<br />
course of an A2-Hong Kong influenza epidemic. Bull World<br />
Health Organ 1969;41:537-42.<br />
3. Estimating Influenza Vaccine Efficacy From Challenge<br />
and Community-based Study Data Oxford Journals<br />
Medicine American Journal of Epidemiology Volume<br />
168, Issue 12 pp. 1343-52. <br />
4. Inflammatory response predict long-term mortality risk in<br />
community-acquired pneumonia. Eur Respir J 2010 [Epub<br />
ahead of print]<br />
5. Benowitz I, Esposito DB, Gracey KD, Shapiro ED, Vázquez<br />
M. Influenza vaccine given to pregnant women reduces<br />
hospitalization due to influenza in their infants. Clin Infect<br />
Dis 2010;51:1355-61.<br />
6. Invasive dental treatment and risk for vascular events: a<br />
self-controlled case series. Ann Intern Med 2010;153:499-<br />
506.<br />
7. Prevention of acute myocardial infarction and stroke<br />
among elderly persons by dual pneumococcal and influenza<br />
vaccination: a prospective cohort study. Clin Infect<br />
Dis 2010;51:1007-16.<br />
8. Recipients of vaccine against the 1976 "swine flu" hav<br />
enhanced neutralization responses to the 2009 novel<br />
H1N1 influenza virus. Clin Infect Dis 2010;50:1487-92.<br />
9. Safety and effectiveness of a 2009 H1N1 vaccine in Beijing.<br />
N<br />
Engl J Med 2010;363:2416-23.<br />
10. The effect of universal influenza immunization on mortality<br />
and health care use. PLoS Med 2008;5:e211.<br />
11. Truthiness. http://en.wikipedia.org/wiki/Truthiness<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Erişkinde Aşılama:<br />
İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına<br />
Doç. Dr. Gönül Şengöz<br />
SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
İstanbul<br />
125
Erişkinde Aşılama:<br />
İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına<br />
Tarih boyunca enfeksiyon hastalıkları insanlığın<br />
gündemini meşgul etmiştir. Önce<br />
düşünme, sonra gözlemleme, sonra da kanıtlama<br />
birbirini izlemiştir. Kanıta dayalı tıp, bugün<br />
bir teoremi savunurken ya da karşı çıkarken<br />
oluşan büyük bilgi birikimini değerlendirmeyi<br />
öngörmektedir. Ama bazen bütün bilim dallarında<br />
olduğu gibi bazı beklenmedik sonuçların<br />
beklenmedik hamlelere bağlı olduğu da unutulmamalıdır.<br />
Aşılama çalışmaları her zaman öngörülen<br />
sonuçları doğurmamıştır. Viral etkenlere yönelik<br />
aşılar, tek ya da az sayıda antijenik varyasyonun<br />
olduğu durumlarda, oluşan koruyuculuğun<br />
ömür boyu sürmesi nedeniyle çok başarılı<br />
olmuştur. Toksoid aşılar, insanlığı tehdit eden<br />
büyük hastalıkların önlenmesi için hala tek<br />
silahımızdır. Henüz gerçekten koruyucu ve<br />
güvenli bir aşının üretilemediği hastalıkların<br />
yanı sıra aşısı olup aşılama üzerine tartışmalarının<br />
sürdüğü durumlar da mevcuttur.<br />
Aşı, sadece kişiyi hastalıktan korumakla kalmaz<br />
ayrıca toplumları da hastalıklardan korur.<br />
Aşılama programları denince dünyanın her<br />
yerinde, gelişmiş ya da geri kalmış, çocukluk<br />
çağı aşılamaları kastedilmektedir. Oysa erişkin<br />
yaş grubu da artık pek çok aşı ile aşılanmaktadır.<br />
Bu nedenle son birkaç yıldır ülkemizde<br />
çeşitli gruplar tarafından erişkin aşılama programları<br />
oluşturulmaktadır. Sağlık Bakanlığı da<br />
artık kendi internet sayfasında erişkin aşılama<br />
şeması yayınlamaktadır. Bilinmektedir ki günümüzde<br />
erişkinler, halen aşı ile önlenebilir hastalıklardan<br />
ölebilmektedir. Bunun nedenleri; aşılamanın<br />
çocuklardaki gibi erişkin bakımının<br />
bir parçası olarak görülmemesi, kişilerin aşıların<br />
etkinliği ve yan etkileri konusunda şüpheleri<br />
nedeniyle aşı olmamaları, erişkin immünizasyonu<br />
ile ilgili bir sağlık politikasının olmayışı<br />
ve aşı maliyetinin kişi ve hükümetlere getirdiği<br />
yük nedeniyle kaçınılmasıdır. Dünyada erişkinlerde<br />
hedeflenen grupların ancak %10-20’si<br />
aşılanabilmektedir.<br />
Çocukluk çağında sık rastlanılan ve o yaş grubunda<br />
morbiditesi ve mortalitesi yüksek olan<br />
bu hastalıklarda aşılama gereklidir. Bu konuda<br />
yapılan kampanyalar ya da rutin aşılama programları<br />
ile yüksek aşılama oranlarına ulaşılabilmekte<br />
ve herd bağışıklık sağlanarak etkenin<br />
126<br />
toplumda dolaşması durdurulabilmektedir.<br />
Toplumda ve ebeveynlerde bu konuda -çocukların<br />
aşılanmasının gerekliliği- var olan farkındalık<br />
ve gereklilik erişkin yaş grubu için de vardır<br />
denilemez.<br />
İnfluenza için aşılama, salgın dönemleri ve mevsimsel<br />
bağışıklama olarak iki parçada değerlendirilmelidir.<br />
Mevsimsel influenzadan yılda<br />
350.000-500.000 kişinin öldüğü, üç ile beş<br />
milyon kişinin hastalığı geçirdiği tahmin edilmektedir.<br />
Antijenik şift ve drift nedeniyle her yıl<br />
aşı olunması gereklidir. Mevsimsel bağışıklamada<br />
tüm dünyada risk gruplarının aşılanmasının<br />
maliyet-etkin olduğu yönündeki kanıya bağlı<br />
olarak aşılama önerileri mevcuttur. Özellikle<br />
aşılanması istenen grup; 65 yaş üstü sağlıklı<br />
popülasyon, kronik hastalığı olanlar ve sağlık<br />
çalışanlarıdır. Hemen tüm ülkelerde bu grupların<br />
aşılanması sosyal güvence altına alınmıştır.<br />
Ancak yapılan analizler göstermektedir ki aşının<br />
her yıl yapılması gerekliliği, yapıldığı yıllarda<br />
da tüm ataklardan korumuyor olması, diğer<br />
virüslerin benzer klinik tablolar oluşturabilmesi<br />
nedeniyle aşı olması önerilen gruplarda aşılanma<br />
oranları istenen düzeylere ulaşmamaktadır.<br />
Oysa bilinmektedir ki mevsimsel influenza aşısı<br />
ile hastaneye yatış ve ölümlerde azalma tespit<br />
edilmiştir. Risk grupları aşılanmalıdır, çünkü<br />
hastalıkların sonuçları ağır olabilir ve aşılama<br />
bu gruplarda maliyet-etkindir.<br />
Salgın dönemleri ise farklı değerlendirilmelidir.<br />
Salgının atak hızı, virüsün neden olduğu mortalite<br />
ve morbidite, etkilediği popülasyon değerlendirilmeli<br />
ve toplumun düzeninin devamı için<br />
gerekli tüm grupların aşılanması amaçlanmalıdır.<br />
Ancak son yaşanan salgın göstermiştir ki<br />
halkın iyi bilgilendirilemediği, farkındalığın<br />
yaratılamadığı durumlarda aşılama oranları çok<br />
düşük kalmaktadır. Son salgında izlenen aşıyı<br />
red nedenleri tüm dünyada incelendi. Sağlık<br />
çalışanlarında aşıyı red oranı yüksekti ve aşı yan<br />
etkileri konusundaki şüpheler ve aşının gerekliliğinin<br />
sorgulanması ile ilişkili bulundu. Sağlık<br />
çalışanlarının aşıyı kabul etmeyişi negatif bir<br />
etki yarattı. Aşılanma hızları ülkeler ve gruplar<br />
arasında çok büyük farklılıklar gösterdi (%1-44)<br />
ve genel olarak tüm dünyada istenen aşılanma<br />
oranlarına ulaşılamadı.<br />
Sonuç olarak; başlangıçta hedefe odaklanmak<br />
ve iyi bilgilendirme yapmak ve bu yolla risk<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
gruplarını ve hastalık zincirini kırmak için<br />
gerekli olan grubu aşılamak hem daha kolay,<br />
hem daha maliyet-etkin hem de daha başarılı<br />
olacaktır. Bu yüzden özellikle mevsimsel influenza<br />
için kısıtlı risk gruplarının aşılanması<br />
yeterlidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Beyazova U, Aktaş F. Çocukluk çağı aşılamaları ve erişkin<br />
bağışıklaması. Gazi Tıp Dergisi 2007;18:47-65.<br />
2. Dünyada ve ülkemizde H1N1 pandemisinin seyri. T.C.<br />
Sağlık Bakanlığı Koordinasyon Birimi, 2010.<br />
3. Guide to vaccine contraindications and precautions.<br />
Departmant of Health & Human Services-USA.<br />
4. Hacımustafaoğlu M. Çocuklarda influenza infeksiyonları.<br />
ANKEM 2005;19:101-6.<br />
5. Hançerli S, Somer A, Salman N, Elshana H, Demirkol D,<br />
Kanturvardar M ve ark. Pandemik influenza; İstanbul'da<br />
bir üniversite hastanesine yatan çocuk vakaların klinik ve<br />
epidemiyolojik değerlendirilmesi. Çocuk Enf Derg 2010;<br />
4:104-9.<br />
6. Köksal İ, Usluer G. Erişkinde aşılama. ANKEM 2006;<br />
20:239-45.<br />
7. Lee VJ, Tok MY, Chow VT, Phua KH, Ooi EE, Tambyah PA,<br />
et al. Economic analysis of pandemic vaccination strategies<br />
in Singapore. Plos One 2009;4:e7108.<br />
Gönül Şengöz<br />
8. Mereckiene J, Cotter S, Ancona FD, Giambi C, Nicoll A,<br />
Levy-Bruhl D, et al. Differences in national influenza vaccination<br />
policies across the European Union, Norway and<br />
Iceland 2008-2009. Euro Surveill 2010;15: pii: 19700.<br />
9. Oğuztürk H. Domuz gribi (İnfluenza A/H1N1). Acil Tıp<br />
Dergisi 10.4170/JAEM, 2009.<br />
10. Sayan M, Genç S, Yüce A, Uçan ES, Yulığ N. İnfluenza<br />
virus aşısı ile aşılanmış bireylerde ELISA ile serokonversiyonun<br />
gösterilmesi. İnfeksiyon Dergisi 2005;19:25-29.<br />
11. Siriwardena AN, Gwini SM, Coupland CAC. Influenza<br />
vaccination, pneumococcal vaccination and risk of acute<br />
myocardial infarction: matched case-control study.<br />
Canadian Medical Association Journal 2010;182.<br />
12. Torun SD, Torun F, Catak B. Healthcare workers as<br />
parents: attitudes toward vaccinating their children against<br />
pandemic influenza A/H1N1. BMC Public Health<br />
2010;10:596.<br />
13. Vaux S, Van Cauteren D, Guthmann JP, Strat YL, Vaillant<br />
V, de Valk H, et al. Influenza vaccination coverage against<br />
seasonal and pandemic influenza and their determinants<br />
in France: a cross-sectional survey. BMC Public Health<br />
2011;11:30.<br />
14. Zeybek Y, Tokalak İ, Boyacıoğlu S. Altmış beş yaş ve üzeri<br />
erişkinlerde aşılanma durumu. Türk Geriatri Dergisi<br />
2004;7:152-4.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 127
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Biyoterörizm:<br />
Tarihçe<br />
Prof. Dr. Levent Görenek<br />
GATA Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />
İstanbul<br />
129
Biyoterörizm:<br />
Tarihçe<br />
Biyolojik savaş veya biyoterörizm; insanlarda<br />
veya diğer canlılarda hastalık yaparak onların<br />
ölmelerine, sakat kalmalarına veya iş göremez<br />
hale gelmelerine neden olan mikroorganizmaları,<br />
onların toksinlerini silah olarak kullanarak<br />
yapılan savaş veya terör olayları olarak<br />
tanımlanmaktadır. Biyolojik savaşın tarihi<br />
insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar arasında<br />
çekişmeler ve kavgaların başlamasıyla bir ölçüde<br />
bu tür saldırı araçları da ortaya çıkmaya<br />
başlamıştır.<br />
Biyolojik ajanların kendilerinin veya onlardan<br />
elde edilen toksinlerin biyolojik savaş ajanı olarak<br />
kullanımı çok eskilere kadar uzanmaktadır.<br />
Biyolojik ajanların ilk kullanımı Romalılar<br />
dönemine dayanmaktadır. Romalılar insan ölüleri<br />
veya hayvan leşlerini şehrin su kaynaklarına<br />
atarak suları enfekte etmek suretiyle biyolojik<br />
savaşın ilk örneklerini vermişlerdir.<br />
Orta Çağ’da vebadan ölmüş insanların cesetlerini<br />
düşman su kaynaklarına veya mancınıklarla<br />
düşman kaleleri içerisine atmak suretiyle hastalık<br />
bulaştırıldığına dair belgeler görmekteyiz.<br />
Ukrayna Kaffa’da Tatar askerleri, vebadan<br />
ölmüş insan cesetlerini mancınıklarla şehrin<br />
surlarından içeri atarak salgın oluşturmuşlardır.<br />
1754-1767 yıllarında Kuzey Amerika’daki<br />
İngiliz kuvvetlerinin çiçek virüsü ile kontamine<br />
olmuş battaniye ve mendilleri Kızılderililere<br />
vererek çiçek salgınına neden olması ve sonuçta<br />
Kızılderililerden çok sayıda kişinin ölmesi bilinen<br />
tarihi öneme sahip olaylardandır. Romanya<br />
Rusya’ya ihraç ettikleri koyunları Bacillus anthracis<br />
ve Burkholderia mallei ile enfekte etmeyi<br />
planlamıştır.<br />
Yirminci yüzyılda belki de biyolojik savaşın ilk<br />
belirlendiği alan hayvanların birinci dünya<br />
savaşı sırasında ruam etkeni ile enfekte edilmesi<br />
olmuştur. İtalya’da kolera salgınının birinci<br />
dünya savaşında görülmesi de bir biyolojik<br />
savaş olarak değerlendirilmiştir. İkinci dünya<br />
savaşında; şarbon, veba, çiçek, tularemi, ruam,<br />
kolera gibi çeşitli enfeksiyon hastalıkları etkeni<br />
130<br />
biyolojik savaş ajanı olarak denenmiştir. 1918<br />
yılında ilk olarak arsenik içeren deriye toksik<br />
olabilecek ajanlar Almanya tarafından kullanılmıştır.<br />
Biyolojik silahların kullanımını 1925<br />
yılında Cenevre Protokolü imzalanarak yasaklamıştır.<br />
1935-1936 yıllarında İtalyanlar Etopya’da<br />
göz yaşartıcı gaz ve mustard gazı kullanmışlardır.<br />
1940-1944 yıllarında Japon güçleri Çinlilere<br />
ve Çin ordusuna karşı kolera ve veba etkenlerini<br />
kullanarak üstünlük sağlamışlardır. 1941-1942<br />
yıllarında İngilizler, Greenad adalarında şarbon<br />
sporları bırakmışlar ve adada 36 yıl boyunca<br />
şarbon sporlarıyla kalmasına neden olmuşlardır.<br />
Adanın temizlenmesinde 280 ton formaldehid<br />
kullanılmış, çalışmalar 1979 yılında başlamış ve<br />
ancak 1987 yılında bitmiştir. 1979 yılında<br />
Rusya’da birçok kişi şarbon basilinin havaya<br />
yayılması sonucu akciğer ödeminden ölmüştür.<br />
Biyolojik etkenler dışında kimyasal etkenler de<br />
kullanılmıştır. 1983-1988 İran ve Irak savaşlarında<br />
sinir gazı ve sarin gazı kullanılmıştır. 1984<br />
yılında gıdalara kasıtlı olarak Salmonella typhimurium<br />
bulaştırılmış ve 751 ishal olgusu oluşmuştur.<br />
Bu olguların ise 45 tanesi durumlarının<br />
ağır olması nedeniyle hastaneye yatırılarak tedavi<br />
edilmiştir. 1995 yılında Japonya’da sarin gazı<br />
saldırısı metro istasyonuna yapılmış ve pek çok<br />
insan ölmüştür. 2001 yılında Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde şarbon sporları konmuş mektuplar<br />
tespit edilmiştir. Bu olaylar sonucunda da 15<br />
kişide hastalık oluştuğu belirlenmiştir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Baysallar M. 5. Ulusal Sterilizasyon Dezenfeksiyon<br />
Kongresi, Kongre Kitabı. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi,<br />
2007:521-39.<br />
2. Centers for Disease Control and Prevention (CDC).<br />
Update: Investigation of bioterrorism-related anthrax-<br />
Connecticut, 2001. MMWR 2001;50:1077.<br />
3. Szinicz L. History of chemical and biologic warfare.<br />
Toxicology 2005;214:167-81.<br />
4. Tucker JB. Historical trends related to bioterrorism: an<br />
empirical analysis. Emerg Infect Dis 1999;5:498.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Biyoterörizm:<br />
Etken Bakteriler<br />
Doç. Dr. Vedat Turhan<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />
İstanbul<br />
131
Biyoterörizm:<br />
Etken Bakteriler<br />
Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak<br />
için daha fazla patojen veya toksin<br />
üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel<br />
yaratmıştır. Bu şekilde normal halinden 100<br />
defa daha fazla patojen olan ve toksin üreten<br />
hücreler elde edilmiştir. Enfeksiyonu yayarken<br />
etkinliği geliştirebilmek ancak genetik olarak<br />
güçlendirilmiş ajanlarla mümkündür. Bu şekilde<br />
kurumaya, ultraviyole ışınlarına, ısınmaya<br />
karşı patojenlerin dirençli olmaları sağlanarak<br />
sağlık üzerine olumsuz etkinlikleri artırılabilir.<br />
Biyolojik savaş ajanları başlıca dört grupta toplanabilir:<br />
• Bakteriyel ajanlar,<br />
• Viral ajanlar,<br />
• Riketsiyal ajanlar,<br />
• Toksinler.<br />
Bakteriyel ajanlar, dokuya penetrasyon ve/veya<br />
toksinleri aracılığıyla hastalığa neden olur. Özel<br />
koşullarda bakteri spor formuna dönüşür.<br />
Bakterinin spor formu ısıya ve neme dayanıklı<br />
olduğundan dolayı biyolojik ajan olarak daha<br />
etkilidir.<br />
Biyolojik savaşta hedef grubu enfekte etmek<br />
amacıyla büyük miktarda enfeksiyöz ajanlar<br />
kullanılır. Dolayısıyla biyolojik savaşlarda aranan<br />
bazı özellikler vardır. Biyolojik silah etkenlerinin<br />
en önemli özelliği canlılarda çoğalabilmeleridir.<br />
İdeal biyolojik savaş etkenleri öldürücülüğü<br />
yüksek, dayanıklı, büyük miktarlarda<br />
kolayca üretilebilen, kolayca yayılabilen ve<br />
akciğere penetrasyonu iyi olan (1-5 µm partikül),<br />
aerosol ile yayılan ve insandan insana<br />
kolayca bulaşan, standart antibiyotiklere<br />
dirençli olan ve aşı ile tam olarak korunulamayan<br />
ajanlardır.<br />
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Hastalıkları<br />
Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers for<br />
Disease Control and Prevention; CDC) bakteriyel<br />
ajanları hastalık oluşturma, yayılma ve<br />
öldürücü özelliklerini göz önüne alarak A, B ve<br />
C olmak üzere üç kategoride toplamıştır.<br />
Bakteriyel ajanlar toplum sağlığı üzerine etkisinin<br />
ciddiyeti ve insandan insana bulaşma riski,<br />
silah olarak yayılma potansiyeli, mikroorganizmaya<br />
karşı hazırlanmış aşı veya ilaçların depolanması<br />
için özel hazırlık gereksinimi veya izo-<br />
132<br />
lasyon için özel laboratuvar tekniklerinin gerekmesi,<br />
toplumda korku veya terör oluşturması<br />
göz önüne alınarak listelere dahil edilmiştir. Bu<br />
ajanlar içerisinde en tehlikeli olan mikroorganizmalar<br />
A kategorisinde yer alanlardır. Biyolojik<br />
silah etkeni olarak kullanılabilecek mikroorganizmaların<br />
laboratuvar koşullarında genetik<br />
müdahalelerle tüm aşılara ve ilaçlara dirençli<br />
hale getirilebilecekleri de akılda tutulmalıdır.<br />
Kategori A’daki Bakteriyel Etkenler<br />
• Bacillus anthracis (şarbon)<br />
• Yersinia pestis (veba)<br />
• Clostridium botulinum (botulismus)<br />
• Francisella tularensis (tularemi)<br />
Kategori B’deki Bakteriyel Etkenler<br />
• Coxiella burnetii (Q ateşi)<br />
• Brucella türleri (bruselloz)<br />
• Burkholderia mallei/pseudomallei (ruam ve<br />
melidioz)<br />
• Salmonella türleri (tifo)<br />
• Shigella dysenteriae (dizanteri)<br />
• Escherichia coli (O157:H7, EHEC)<br />
• Vibrio cholerae (kolera)<br />
• Rikettsia prowazekii (tifüs)<br />
Kategori C’deki Bakteriyel Etkenler<br />
• Mycobacterium tuberculosis (tüberküloz/<br />
verem)<br />
Bruselloz<br />
Hastalık ortaya çıkınca ateş, baş ağrısı, kas,<br />
eklem, sırt ağrıları, terleme ayrıca depresyon,<br />
zihinsel ve ruhsal durum değişiklikleri vardır.<br />
Ölümler yaygın değildir. İnsandan insana geçiş<br />
nadirdir. Dolayısıyla izolasyon önerilmez.<br />
Kontamine materyallere karşı standart enfeksiyon<br />
kontrol önlemleri önerilmektedir. Enfekte<br />
elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart<br />
dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />
etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />
edilmelidir. Hayvanlara yönelik aşı bulunmaktadır<br />
ancak insanlar için henüz aşı mevcut değildir.<br />
Hastalığın erken döneminde tedavi başlanırsa<br />
altı hafta oral doksisiklin ve rifampisin veya<br />
altı hafta oral doksisiklin ile birlikte üç hafta<br />
streptomisin tedavide başarılıdır. Kronik enfeksiyonda<br />
tedavi süresi uzun olmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Veba<br />
Bir-altı günlük kuluçka süresinden sonra başlayarak<br />
yüksek ateş, titreme, baş ağrısını takiben<br />
kanlı balgamlı öksürük, ilerleyen solunum güçlüğü,<br />
zorlu ve sesli solunum, morarma ve sindirim<br />
sistemi ile ilgili şikayetler vardır. Ölüm<br />
solunum ve dolaşım yetmezliğinden ya da kanama<br />
bozukluklarından olur.<br />
Pnömonik vebada sıkı hava yolu tedbirleri<br />
uygulanmalıdır. Hasta izole edilmelidir. Hasta<br />
ve hastaya bakım verenler cerrahi maske takmalıdır.<br />
Eğer izolasyon odası yoksa pnömonik<br />
vebası olanlar aynı odada takip edilebilir.<br />
Enfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya<br />
standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid,<br />
%70 etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />
edilmelidir.<br />
Veba aşısı salgın durumunda sadece kontamine<br />
materyallerle uğraşan yüksek riskli gruba (sağlık<br />
personeli ve laboratuvar personeli) önerilir.<br />
Greer firması tarafından üretilen aşı “Food and<br />
Drug Administration (FDA)” onaylıdır. Uzun<br />
süreli koruyuculuk sağlayamıyor. Yersinia<br />
pestis’e karşı hazırlanmış ölü ve canlı aşıların<br />
koruyuculuğu bubonik vebada orta düzeydedir<br />
ancak pnömonik vebaya karşı koruyucu değildir.<br />
Ölü aşının koruyuculuğu kısa sürelidir<br />
(3-12 ay). Bu nedenle periyodik aşılama (her<br />
altı ayda bir 0.2 mL) önerilmektedir. Bağışıklığın<br />
gelişimi için bir aya ihtiyaç olması ve ilk aşıdan<br />
sonra altı ay ara ile iki adet booster doz aşı yapılması<br />
gerektiğinden dolayı veba salgınında profilakside<br />
aşılama nadiren kullanılır. Ayrıca, ağır<br />
enfeksiyonda aşı ile kazanılmış bağışıklık yetersiz<br />
kalır. Dolayısıyla enfekte hastaya veya kontamine<br />
materyallerle yakın temasta olanlarda son<br />
maruziyetten sonra bir hafta antimikrobiyal<br />
profilaksi önerilir. Doksisiklin ve siprofloksasin<br />
profilakside kullanılabilir. Antimikrobiyal tedavi<br />
hastalığın erken döneminde başlanılmalı ve<br />
ateş düştükten sonra en az üç gün süre ile verilmelidir.<br />
<strong>Tedavi</strong>de streptomisin, gentamisin, tetrasiklin,<br />
doksisiklin, kloramfenikol ve siprofloksasin<br />
kullanılabilir. Biyoterör olaylarında<br />
laboratuvarda üretilen çoğul dirençli suşların<br />
kullanılabileceği unutulmamalıdır.<br />
Q Ateşi<br />
Coxiella burnetii’nin oluşturduğu, akut bir<br />
enfeksiyon hastalığıdır. Sporadik veya epidemik<br />
formlarda olabilen hastalığın, en önemli hayvan<br />
Vedat Turhan<br />
kaynağı koyun, keçi ve sığırlardır. Enfekte hayvanların<br />
dışkıları ile kontamine olmuş havanın<br />
solunması ile insana bulaşır.<br />
Tipik klinik tablo titreme ile yükselen ateş, şiddetli<br />
baş ağrısı, göz dibi ağrısı, bitkinlik ve kas<br />
ağrıları ile seyreder. Akciğer tutulumu sıktır.<br />
Klinik olarak dört tablo ile karşımıza çıkar.<br />
1. Belirtisiz enfeksiyon,<br />
2. Akut ateşli hastalık,<br />
3. Pnömonik form,<br />
4. Akciğer dışı yerleşim (hepatit, endokardit,<br />
osteomiyelit, nörolojik tutulum).<br />
Pnömonik formda 20 günlük (14-39 gün) en<br />
erken ise 10 günlük kuluçka döneminden sonra<br />
titremeyle yükselen ateş, şiddetli baş ağrısı, şiddetli<br />
halsizlik, kas ağrıları olmaktadır. Bunlara<br />
ek olarak göğüs ağrısı, öksürük, bulantı, kusma<br />
ve ishal gelişebilir. Hastalar genellikle hayati<br />
tehlike açısından kritik durumda olmazlar.<br />
Hastalık iki gün ile iki hafta arasında sürer.<br />
Hastaların izolasyonu önerilmez. Enfekte elbiseler<br />
ve materyaller otoklavda veya standart<br />
dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />
etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />
edilmelidir. İnaktive aşı laboratuvar çalışanları<br />
ve diğer yüksek riskliler için önerilir. Semptomlar<br />
başlamadan önce tetrasiklin veya doksisiklin<br />
başlanılması önerilir.<br />
Tularemi<br />
Solunum, sindirim veya cilt yoluyla mikropla<br />
karşılaşmadan bir-iki gün sonra başlayan lenf<br />
bezlerinde büyüme, ciltte yara, ateş baş ağrısı,<br />
halsizlik, öksürük ve yara açılması söz konusudur.<br />
Hastaların karantinaya alınması ve temas<br />
edenlerin aşılanması önerilmez. Açık yara ve<br />
ülserlerden drenaj oluyorsa standart enfeksiyon<br />
kontrol önlemleri uygulanmalıdır. Enfekte elbiseler<br />
ve materyaller otoklavda veya standart<br />
dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />
etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />
edilmelidir.<br />
Solunum ve inhalasyon yolu ile kazanılan enfeksiyonda<br />
intradermal uygulanan canlı aşılar<br />
koruyucudur. Antimikrobiyal profilakside oral<br />
doksisiklin veya siprofloksasin 14 gün önerilir.<br />
<strong>Tedavi</strong>de streptomisin günde iki kez 15 mg/kg<br />
dozunda 10 gün süre ile önerilir. Diğer tedavi<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 133
Biyoterörizm:<br />
Etken Bakteriler<br />
seçenekleri gentamisin, doksisiklin veya siprofloksasindir.<br />
Burkholderia mallei (Ruam)<br />
Burkholderia mallei tarafından oluşturulur.<br />
İnsanlara genellikle hayvanlardan bulaşır ve<br />
akut veya kronik seyredebilir. Aslında tek tırnaklı<br />
hayvanların (at, eşek, deve, inek vb.) ve<br />
kedilerin hastalığıdır. İnsandan insana bulaşı<br />
son derece azdır. 1-10 mikroorganizma hastalık<br />
tablosunun oluşması için yeterlidir. Genel<br />
durum bozukluğu, eklem ve baş ağrısı, nazal<br />
mukozada lezyonlar ile ortaya çıkar. İki haftalık<br />
inkübasyon periyodunu izleyen ateş, bronkopnömoni,<br />
lenfadenopati ve cilt lezyonları ortaya<br />
çıkar. Hastalığın 5-7. günlerinde cilt altı ve kas<br />
dokusunda içi püy dolu şişlikler görülür.<br />
Aşısı yoktur. Drene olan lezyonlar, kan, kontamine<br />
sekresyon veya diğer materyaller için standart<br />
enfeksiyon kontrol önlemleri önerilir.<br />
Enfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya<br />
standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid,<br />
%70 etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />
edilmelidir.<br />
<strong>Tedavi</strong>de sülfadiazin ve sülfadizim önerilir.<br />
Bakteri aynı zamanda tetrasiklin, siprofloksasin,<br />
streptomisin, novobiyosin, gentamisin, sülfonamidler<br />
veya imipenem ve doksisiklin kombinasyonuna<br />
da duyarlıdır. Uzamış antibiyoterapiye<br />
rağmen relapslar izlenebilir.<br />
Burkholderia pseudomallei (Melioidiyoz)<br />
Drene olan lezyonlar, kan, kontamine sekresyon<br />
veya diğer materyaller için standart enfeksiyon<br />
kontrol önlemleri önerilir. Enfekte elbiseler ve<br />
materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla<br />
(hipoklorid, peroksid, %70 etanol,<br />
fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.<br />
Aşısı yoktur. Ağır melioidiyoz tedavisinde<br />
parenteral imipenem veya seftazidim 10 gündört<br />
hafta süre ile önerilir. Daha sonra ise oral<br />
amoksisilin-klavulanik asit veya TMS ve doksisiklin<br />
kombinasyonu ile tedavi 10-18 haftaya<br />
tamamlanır.<br />
Rickettsia prowazekii (Epidemik Tifüs)<br />
Hastaların izolasyonu önerilmez. Hastalarla<br />
yakın temasta olanlar 15 gün ateş açısından göz-<br />
134<br />
lenmelidir. Bitlere karşı insektisidlerin kullanılması<br />
önerilir. Doksisiklin profilakside ve tedavide<br />
etkilidir.<br />
Bacillus anthracis (Şarbon)<br />
B. anthracis ciltte siyah kömür renginde lezyonlara<br />
sebep olmasından dolayı Yunanca’da kömür<br />
anlamına gelen “anthrakis” kelimesinden türetilmiştir.<br />
B. anthracis aerobik, gram-pozitif,<br />
sporlu, hareketsiz bir “Bacillus” türüdür.<br />
Flagellasız vejetatif form 1-8 µm uzunluğunda,<br />
1-1.5 µm genişliğinde olmak üzere büyükçe bir<br />
yapıya sahiptir. Spor büyüklüğü ise yaklaşık<br />
olarak 1 µm’dir. Sporlar 37°C’deki rutin laboratuvar<br />
plaklarında kolaylıkla üremektedir. Tipik<br />
olarak bambu kamışı görüntüsü (mikroskobik)<br />
ve kıvrımlı saç görüntüsü (koloni görüntüsü)<br />
söz konusudur. Koyun kanlı agarda hemoliz<br />
yapmaz. Şarbon sporları insan ya da hayvan<br />
konakçıları gibi aminoasit, nükleozidler ve glukoz<br />
gibi yapıtaşlarından zengin ortamlara ulaştığında<br />
germinasyon gösterir ve hızlıca çoğalmaya<br />
başlar. Besin kaynakları bittiğinde ise spor<br />
oluşturma eğilimindedir. Şarbon basilinin tam<br />
virülans gösterebilmesi için antifagositer özellikteki<br />
kapsülünün intakt olması ve beraberinde<br />
üç adet toksin komponentinin (koruyucu antijen,<br />
lethal faktör ve ödem faktörü gibi) olmasına<br />
ihtiyaç vardır. Vejetatif bakteri formu insan ya<br />
da hayvan konaklarının dışında hayatta kalması<br />
zorlaşmaktadır. Örneğin; su içerisine inoküle<br />
edilen şarbon basilleri 24 saat içerisinde süratle<br />
azalmakta ve saptanamaz hale gelmektedir. Öte<br />
yandan şarbon sporlarının dış ortamda onlarca<br />
yıl yaşamını devam ettirebilmesi bu bilgilerle bir<br />
paradoks oluşturmaktadır.<br />
Akciğer (İnhalasyon) Şarbonu<br />
Akciğer şarbonu 1-5 µm boyutlarındaki sporlu<br />
partiküllerin alveoler boşluğa yerleşmeleri<br />
sonucunda gelişir. Makrofaj sporları fagosite<br />
eder, bir kısmı lizise uğrar ve tahrip olur.<br />
Yaşayan sporlar lenfatik kanallar aracılığıyla 60<br />
gün sonrasına kadar jerminasyonun görülebileceği<br />
mediastinal lef nodlarına taşınır. Sporların<br />
vejetatif forma gecikmiş transformasyonundan<br />
sorumlu mekanizma tam çözülememiş olmakla<br />
birlikte oldukça iyi dokümante edilmiş durumdadır.<br />
Sverdlovsk faciasında olguların maruziyetten<br />
2-43 gün sonra çıktığı bilinmektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Deney hayvanlarında (maymun), fatal hastalığın<br />
58 güne kadar ortaya çıkabildiği ve maruziyetten<br />
sonra 98. güne kadar ortaya çıktığı görülmüştür.<br />
Maymunlarda maruziyetten 100 gün<br />
kadar sonrasında mediastinal lenf nodlarında<br />
viabl sporların varlığı gösterilmiştir. Jerminasyon<br />
oluştuktan sonra hastalık süratle ortaya çıkar.<br />
Çoğalan bakteriden hemoraji, ödem ve nekroza<br />
yol açan toksinler salgılanır. Deneysel hayvan<br />
çalışmalarında toksin üretimi kritik seviyeye<br />
geldiğinde kan dolaşımının sterilitesi antibiyotiklerle<br />
sağlansa bile ölüm ortaya çıktığı gösterilmiştir.<br />
İnhalasyonel antraks terimi hastalığın<br />
kazanılma yolunu yansıtan bir terimdir. Antraks<br />
(şarbon) pnömonisi terimi ise yanıltıcıdır. Tipik<br />
olarak bir bronkopnömoni değildir. Sverdlovsk’ta<br />
akciğer şarbonu nedeniyle ölen kişilerin postmortem<br />
patolojik incelemelerinde tüm hastalarda<br />
“hemorajik torasik lenfadenit” ve “hemorajik<br />
mediastinit” saptanmıştır. Hastaların yarıya<br />
yakınında hemorajik menenjit de görülmüştür.<br />
Otopsisi yapılan hastaların hiçbirinde “bronkoalveoler<br />
pnömonik proçes” görülmemiştir. Yine<br />
otopsisi yapılan 42 hastadan 11’inde fokal,<br />
hemorajik, nekrotizan pnömonik lezyon (tüberküloz<br />
ile assosiye Ghon kompleksine analog)<br />
kanıtları elde edilmiştir.<br />
İnhalasyonel antraksın erken dönemde şüphe<br />
edilmediği sürece teşhis edilmesi zordur. Klinik<br />
tecrübeler son derece sınırlıdır. Özellikle<br />
Sverdlovsk kazası ve “Amerithrax” olgularından<br />
elde edilen bilgilere göre iki safhalı bir klinik<br />
söz konusudur. Başlangıçta nonspesifik semptomlar<br />
olarak ateş, dispne, öksürük, baş ağrısı,<br />
üşüme-titreme, halsizlik, karın ağrısı ve göğüs<br />
ağrısı görülebilir. Laboratuvar bulgularının da<br />
nonspesifik olduğu bu safha birkaç saatten birkaç<br />
güne kadar uzayabilmektedir. Bazı hastalarda<br />
kısa süreli bir iyilik hali gözlenmiştir. Pek<br />
çok hastada ise direkt olarak hastalığın fulminan<br />
safhası (ikinci safha) ortaya çıkmıştır.<br />
Sverdlovsk şarbon faciasında 79 inhalasyon antrakslı<br />
hastadan 68’inde ölüm gerçekleşmiştir.<br />
Antraks basilleri salıverildikten 30 ya da daha<br />
fazla gün sonra ortaya çıkan hastalar daha erken<br />
hastalanan kişilere göre daha yüksek bir hayatta<br />
kalma şansına sahiptir. Etkilenen bölgedeki halkın<br />
bir kısmına patlamadan bir süre sonra antibiyotikler,<br />
antiantraks globulini ve aşı uygulanmıştı<br />
ancak kimlere ve ne zaman uygulandığı<br />
Vedat Turhan<br />
bilinmemektedir. Ölümcül olgularda semptomların<br />
başlaması ile ölüm arasında geçen ortalama<br />
süre üç gün kadardır. Bu süre ise deneysel<br />
maymun olgularındaki süre ile benzerdir.<br />
Hayvan modellerindeki ciddi şarbon enfeksiyonlarının<br />
fizyolojik sekelleri hipokalsemi,<br />
hiperkalemi, depresyon ve solunum merkezinin<br />
depresyonu, hipotansiyon, anoksi, solunumsal<br />
alkaloz ve terminal asidozdur. Bu hayvan çalışmaları;<br />
• Erken dönemde hemen başlanılan antibiyotik<br />
tedavisine ek olarak,<br />
• Elektrolit bozukluklarının ve asit baz imbalansının<br />
düzeltilmesi,<br />
• Glukoz infüzyonları,<br />
• Erken mekanik ventilatör desteği ve<br />
• Vazopresör uygulamalarının sürviyi iyileştireceğini<br />
göstermiştir.<br />
Cilt Şarbonu<br />
Cilt şarbonu basillerin özellikle daha önceden<br />
var olan kesi ya da sıyrıkların olduğu ve enfeksiyona<br />
duyarlı cilt içerisine doğru yerleşmesini<br />
takiben ortaya çıkar. Kollar, eller, yüz ve boyun<br />
bölgesi gibi dışa açık alanlar en sık etkilenen<br />
uzuvlardır. Cilt şarbonunda uzamış inkübasyonu<br />
destekleyen çok fazla veri yoktur. Sverdlosk<br />
olayında cilt şarbonları orijinal aerosol salınımından<br />
yalnızca 12 gün kadarlık bir süre sonunda<br />
ortaya çıkmıştır. Sporların cilt dokusu içerisinde<br />
jerminasyonundan sonra toksin üretimi<br />
lokal ödem teşekkülü ile sonuçlanmıştır.<br />
Başlangıçta prüritik bir makül ya da papül şeklinde<br />
olan lezyon genişleyerek ikinci günden<br />
itibaren yuvarlak bir ülsere dönüşür. Takiben<br />
1-3 mm çapındaki veziküller gözükebilir ve<br />
Gram boyamada görülebilen çok sayıda mikroorganizma<br />
içeren berrak veya serosanginöz<br />
renkli bir akıntı olabilir. Ağrısız, çöküntülü,<br />
siyah renkli bir eskar dokusunun gelişimi sıklıkla<br />
yaygın bir lokal ödemle birliktedir. Kabuk<br />
zamanla kurur, incelir, bir-iki hafta içerisinde de<br />
düşer. Kalıcı bir skar genellikle söz konusu<br />
olmaz. Lenfanjitis ve ağrılı lenfadenopati sıklıkla<br />
sistemik semptomlarla birlikte olabilir.<br />
Antibiyotik tedavisi eskar dokusunun gelişimini<br />
ve iyileşmesini önleyememekle birlikte sistemik<br />
hastalığın varlığını azaltır. Antibiyotik tedavisi<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 135
Biyoterörizm:<br />
Etken Bakteriler<br />
olmaksızın mortalite oranı %20 gibi yüksek<br />
olduğu buna karşılık antibiyoterapi sayesinde<br />
cilt şarbonunun nadir olduğu bilinmektedir.<br />
Gastrointestinal Şarbon<br />
Gastrointestinal şarbon sporların üst ya da alt<br />
gastrointestinal sistemde yerleşmesi ve takiben<br />
jerminasyonu sonucunda gelişir. Önceki halde<br />
şarbonun orofarengeal formu gelişir. Oral ya da<br />
özefageal ülser bölgesel lenfadenopati, ödem ve<br />
sepsisle sonuçlanır. Sonraki halde daha çok terminal<br />
ileum ya da çekumda gözüken primer<br />
intestinal lezyonlarla sonuçlanır. Primer intestinal<br />
tutulum başlangıçta bulantı, kusma ve bitkinlikle<br />
kendini gösterir ve hızla kanlı ishal,<br />
akut abdomen veya sepsise ilerler. Masif asit<br />
bazı gastrointestinal sistem şarbon olgularında<br />
müşahade edilmiştir. Akciğer ya da cilt şarbonunda<br />
gözüken sepsis sendromuna benzer<br />
şekilde ilerlemiş enfeksiyon tablosu gastrointestinal<br />
sistem şarbonunda da gözükebilir. Bazı<br />
otörler inhalasyon (akciğer) şarbonunda olduğu<br />
gibi agresif medikal girişimlerin mortaliteyi<br />
azaltabileceğini öngörmüşlerdir, ancak erken<br />
tanı güçlükleri ile birlikte ölüm hemen hemen<br />
kaçınılmazdır.<br />
Teşhis<br />
• Öncelikle belirtmek gerekir ki, doğal şarbon<br />
enfeksiyonlarının son derece azaldığı bir ortamda<br />
şarbon enfeksiyonunun hele hele bir tek<br />
akciğer şarbonunun bile görülmesi son derece<br />
şüphe ile karşılanmalı ve biyolojik savaş riski<br />
konusunda uyarıcı olmalıdır.<br />
• Bir bölgede ya da şehirde çok sayıda akut başlangıçlı<br />
%80 ya da daha fazla olgu fatalite oranları<br />
ile birlikte grip benzeri olguların görülmesi<br />
ve tüm ölümlerin yarıya yakınının 24-48 saat<br />
içinde görülmesi şarbon ya da vebaya bağlı pnömoni<br />
olma olasılığını akla getirmelidir.<br />
Günümüzde antraks sporları içeren aerosol<br />
bulutlarını etkili bir şekilde saptayan uyarı sistemleri<br />
henüz mevcut değildir.<br />
Şarbonun teşhisinde kullanılabilecek hızlı tanısal<br />
testler olarak koruyucu antijene yönelik<br />
geliştirilmiş ELISA ve polimeraz zincir reaksiyonu<br />
testleri ülkemiz de dahil olmak üzere bazı<br />
referans laboratuvarlarında mevcuttur.<br />
136<br />
İlerlemiş şarbon hastalığında bakteriyel yük çok<br />
artabilir ve primat çalışmalarında da görüldüğü<br />
şekli ile santrifüje edilmemiş periferik kan yaymasının<br />
Gram ile boyanmış preparatlarında<br />
antraks basilleri görülebilir. Günümüzde çok<br />
yaygınlaşmış olan tam kan cihazlarına mahkum<br />
olunmuşsa bu imkanımızı kaybetmişiz demektir.<br />
En faydalı mikrobiyolojik yöntem altı ila 24 saat<br />
içerisinde üremenin gerçekleştiği standart kan<br />
kültürleridir. Eğer laboratuvar şarbon olasılığı<br />
konusunda uyarılmışsa biyoşimik çalışmalar ve<br />
koloni morfolojisinin incelenmesi 12-24 saat<br />
sonrasında ön teşhisi sağlamalıdır. Kesin tanı<br />
bir-iki gün ilave süre gerektirir ancak bu birkaç<br />
ulusal referans laboratuvarında mümkün olur.<br />
Bununla birlikte laboratuvar şarbon konusunda<br />
uyarılmamışsa B. anthracis tam olarak identifiye<br />
edilemeyebilir. Rutin laboratuvar prosedürleri<br />
içerisinde Bacillus türleri kan kültürlerinden 24<br />
saatte izole edilebilir fakat çoğu laboratuvardan<br />
istekte bulunulmadığı sürece ileri identifikasyona<br />
gitmez. ABD’deki izole edilen Bacillus türlerinin<br />
çoğu Bacillus cereus’a aittir. Laboratuvar ve<br />
klinisyen bu izolasyonun örneğin kontaminasyonundan<br />
kaynaklanıp kaynaklanmadığına<br />
karar vermelidir. Kan kültüründe B. anthracis<br />
pozitifliği uzun yıllardır saptanmamasına rağmen<br />
biyolojik savaş aracı olarak şarbonun kullanılması<br />
halinde erken tanı da hayati öneme<br />
haiz olduğundan laboratuvar prosedürleri olası<br />
B. anthracis izolasyonuna yönelik modifiye edilmelidir.<br />
Balgam kültürü ve Gram boyama pnömoni<br />
olguları dışında tanısal bir öneme sahip değildir.<br />
Cilt şarbonu söz konusu ise veziküler sıvının<br />
Gram boyaması ve kültürü tanının kesinleştirilmesine<br />
imkan tanır.<br />
Akciğer şarbonunun hızlı giden ve fatal sonlanan<br />
özelliği nedeniyle çoğu kez ancak postmortem<br />
incelemelerle tanı konulabilmektedir.<br />
Sağlıklı bir yetişkinde gelişen torasik hemorajik<br />
nekrotizan lenfadenit ve hemorajik nekrotizan<br />
mediastinit varlığı akciğer şarbonunun tanısı<br />
açısından patognomoniktir. Hemorajik menenjitin<br />
varlığı da şarbon şüphesi açısından ciddi<br />
bir belirtidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Şarbon Aşısı<br />
Şarbondan korunmaya yönelik canlı spor aşıları,<br />
Çin ve Rusya dışında insanlarda kullanılmamakta<br />
sadece hayvanların aşılanmasında kullanılmaktadır.<br />
B. anthracis protektif antijenleri ile<br />
hazırlanmış aşılar ise sadece İngiltere ve<br />
Amerika’da lisans almıştır. Deneysel çalışmalarda<br />
her iki aşının da inhalasyon şarbonunun<br />
gelişimini önlediği gösterilmiştir.<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Antibiyoterapi deri şarbonunda ve inhalasyon<br />
şarbonunda eğer semptomlar başlamadan önce<br />
veya hemen sonra başlanırsa etkilidir. Eğer toksin<br />
düzeyleri vücutta yüksek düzeylere ulaşırsa<br />
antimikrobiyal tedavi etkinliğini kaybeder. B.<br />
anthracis sporlarına hava yolu ile maruz kalan<br />
kişilerde de profilaktik antibiyoterapi önerilir.<br />
Antibiyoterapi sporlara etkili değildir.<br />
Dolayısıyla akciğerlerde biriken sporların inaktivasyonu<br />
ve temizlenmesi için tedavi süresi<br />
uzun olmalıdır. Nadiren uzamış inkübasyon<br />
süresi olduğu için antibiyoterapi süresi 60 gün<br />
önerilmektedir. Antibiyotik ile beraber aşı uygulandığında<br />
süre 40 gün olabilir. Doğal olarak<br />
gelişen şarbonda penisilin ilk seçenektir.<br />
Biyoterörizm sonucu gelişen şarbon olgularında<br />
ilk seçenek siprofloksasin olarak önerilmektedir.<br />
Biyoterör eylemlerinde tedavi ve profilaksi<br />
politikası, ilk hastalardan izole edilen B. anthracis<br />
suşlarının antibiyotik duyarlıklıklarına göre<br />
belirlenmelidir. Maruziyet sonrası profilakside<br />
protektif antijenden hazırlanmış aşı ve antibiyoterapinin<br />
birlikte kullanılması akılcı bir yaklaşım<br />
olarak gözükmektedir.<br />
Biyolojik Savaş Etkeni Kullanıldığı Nasıl<br />
Anlaşılır?<br />
• Bitki ve hayvanlarda alışılmışın dışında belirtiler,<br />
anormal renk değişiklikleri olması,<br />
• Hayvanlarda ani ve aşırı sayıda ölüm görülmesi,<br />
• Çevrede normalde o bölgede görülmeyen<br />
mantarların ve böceklerin ortaya çıkması,<br />
• İnsanlarda hızla artan ateş, öksürük ve ishal<br />
vb. durumların görülmesi,<br />
• Yaşa, coğrafyaya, mevsimlere uygun olmayan<br />
bir hastalığın ortaya çıkması.<br />
Vedat Turhan<br />
Biyolojik Savaş Etkenlerine Karşı Ne Gibi<br />
Tedbirler Alınmalıdır?<br />
İlk kural panik yapmama ve paniğe fırsat vermemedir.<br />
Zira biyolojik savaştan medet umanların<br />
en önemli hedeflerinden birisi verecekleri direkt<br />
zarardan daha çok lokal toplumda ya da dünyada<br />
dikkatleri çekmek ve medyanın da aracılığıyla<br />
korku ve panik oluşturmaktır. Biyolojik savaş<br />
etkenlerinin kullanılması halinde sağlık personeline<br />
çok önemli görevler düşmektedir. Böyle<br />
bir durumda bir salgın sırasında yapılacak bütün<br />
uygulamalar ve veriler sistemli olarak yerine<br />
getirilmelidir. Etkenin bulaşma yolu (hava, su,<br />
gıda ve hayvanlar yoluyla veya kişiden kişiye<br />
temasla) belirlenmeli, ilk görülen olgudan sonra<br />
onunla temas eden kişilerde de aynı hastalık<br />
bulgularının çıkıp çıkmadığı izlenmelidir.<br />
Etkene ne zaman maruz kalındığı mümkünse<br />
belirtilerin ne kadar sürede ortaya çıktığı soruşturulmalıdır.<br />
Etkeni belirleyebilmek amacıyla<br />
gerekli incelemeleri yapmak üzere hasta kişilerden<br />
inceleme materyali (kan, idrar, dışkı, boğaz,<br />
yara sürüntüleri gibi) alınmalıdır. Eğer hastalık<br />
aniden başlayıp pek çok kişide görüldü ise tek<br />
kaynak salgınından kuşkulanılmalıdır. Biyolojik<br />
savaşta olguların epidemiyolojik özellikleri tanı,<br />
tedavi ve tedbir almada çok önemli ipuçları sağlar.<br />
Halk ishal, ateş ve öksürük gibi belirtilerin<br />
ortaya çıktığı durumlarda almaları gereken tedbirler<br />
hakkında eğitilmelidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Alp E, Doğanay M. Biyoterörizm.Yoğun Bakım Dergisi<br />
2006;6:135-46.<br />
2. Anthrax case not closed: panel reviews Bruce Ivins, mail<br />
probe. http://www.usatoday.com/tech/science/2009-08-<br />
03-anthrax-ivins_N.htm<br />
3. http://www.usamriid.army.mil/education/bluebook.html<br />
4. http://www.cdc.gov/ncidod/hip/Bio/13apr99APIC-<br />
CDCBioterrorism.pdf<br />
5. Inglesby, TV, Henderson DA, Bartlett JG, et al, for the<br />
Working Group on Civilian Biodefense: anthrax as a biological<br />
weapon: medical and public health management.<br />
JAMA 1999;281:1735-45.<br />
6. Pahsa A. Veba. İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji. Yenen OŞ, Eraksoy H (editörler). Nobel Tıp<br />
Kitabevleri, 2000:319-27.<br />
7. Tularemia as a Biological weapon. JAMA 2001;285:2763-<br />
73.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 137
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Ankara<br />
139
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
Biyoterörizm; kişiler, gruplar veya hükümetler<br />
tarafından gerek ideolojik, gerekse politik<br />
veya finansal kazanç sağlamak amacıyla<br />
hastalık yaratıcı patojenlerin açık veya gizli<br />
şekilde yayılması olarak tanımlanabilir.<br />
Biyolojik silah tanımı başkalarına zarar vermek<br />
amacıyla maksatlı olarak kullanılan enfeksiyöz<br />
ajanlar ana unsur olmakla birlikte sıklıkla biyolojik<br />
olarak oluşan toksin ve zehirleri de kapsamaktadır.<br />
Bu ajanların bazıları yüksek derecede<br />
öldürücüdür. Diğerleri de daha çok güçsüz<br />
bırakıcı, kapasite bozucu rol oynamaktadır.<br />
Biyolojik silahlar yüksek düzeyde harabiyet<br />
vericidir. Kitlesel yıkım silahları olarak da<br />
adlandırılır. Uygun ortamlarda kendilerini<br />
çoğaltır, kalıcı hale getirebilirler. Tüm koruyucu<br />
önlemleri etkisiz kılacak şekilde mutasyona<br />
uğrayabilirler. İkincil bulaşları en önemli özellikleridir.<br />
Hastalıkları Kontrol ve Önleme<br />
Merkezi (Centers for Disease Control and<br />
Prevention; CDC) biyoterörizm etkenlerini<br />
yayılım özellikleri, ölümcüllükleri ve toplumsal<br />
etkileri açısından üç ana kategoriye ayırmıştır.<br />
Kategori A<br />
Ulusal güvenlik için risk oluşturan etkenler<br />
olup, kolayca yayılabilmekte ya da insandan<br />
insana geçebilmektedir. Bu kategorideki etkenler<br />
yüksek mortalite oranlarına ve halk sağlığı<br />
üzerine önemli etki yapma özelliğine sahiptir.<br />
Panik ve karmaşaya neden olabilirler. Toplum<br />
sağlığının korunması için özel hazırlık ve eylem<br />
planlarına gereksinim vardır.<br />
Kategori B<br />
Bu kategoride toplum sağlığı açısından ikinci<br />
öncelikli etkenler yer almakta olup, orta düzeyde<br />
bulaşıcıdır. Morbiditesi kısmen daha az ve<br />
mortalitesi düşüktür. Ancak tanı amaçlı kapasite<br />
artırımı ve gelişmiş sürveyans sistemi gerekmektedir.<br />
Kategori C<br />
Bu kategoride yer alan etkenler arasında gelecekte<br />
kitlesel yayılım tehdidi oluşturabilecek<br />
etkenler yer almaktadır. Bu etkenler kolay elde<br />
edilebilir, üretimleri ve yayılımları kolaydır ve<br />
yüksek morbidite ve mortalite oranı potansiyeli<br />
ile önemli sağlık etkileri olabilir.<br />
140<br />
VİRÜSLER<br />
Çiçek Virüsü = Smallpox (Variola Major)<br />
Çiçek hastalığının biyolojik silah olarak ilk kez<br />
Kuzey Amerika’da İngilizler tarafından kullanıldığı<br />
bilinmektedir. Amerikan yerlilerine dağıttıkları<br />
enfekte battaniyeler ile çiçek virüsünü<br />
bulaştırmışlardır. Aşılama öncesi dönemde çiçek<br />
hastalığı tüm dünyayı tehdit eden bir hastalık<br />
olmuştur. Variola major ve daha hafif formu<br />
olan variola minor (alastrim) olmak üzere iki<br />
formu vardır. Çiçek hastalığının eradike edilmediği<br />
dönemlerde bu iki tablo sadece klinik olarak<br />
ayırt edilebilirken, şimdilerde virolojik olarak<br />
da ayırt edilebilmektedir.<br />
Çiçek hastalığının biyolojik silah olarak kullanılma<br />
ihtimalinin yüksek olmasının en önemli<br />
nedeni insandan insana bulaşmasıdır. Enfeksiyöz<br />
doz bilinmemekle beraber çok az virion ile<br />
bulaşmanın olabileceği tahmin edilmektedir.<br />
Bulaşma temelde damlacıklar veya aerosollerle<br />
olmasına karşın direkt temas ile de bulaşma<br />
olabilmektedir. Kontamine giysiler ve çarşaflar<br />
virüsü yayabilir.<br />
Bilinen hayvan rezervuarı ve vektörü yoktur.<br />
Hastalık 12-14 (17 güne kadar uzayabilir) günlük<br />
bir kuluçka döneminden sonra ateş, halsizlik,<br />
bitkinlik ile birlikte baş ağrısı ve sırt ağrısıyla<br />
başlar. Bazen ciddi karın ağrısı ile deliryum<br />
gelişebilir. Önce ağız ve farenks mukozasında,<br />
yüzde ve kollarda makülopapüler döküntüler<br />
oluşmaya başlar, sonra tüm vücuda yayılır.<br />
Püstüller karakteristik olarak yuvarlak, gergin<br />
ve dermise kadar derinliğe inmektedir.<br />
Döküntüler 8-9. günde kabuklanmaya başlar ve<br />
iz bırakarak iyileşir.<br />
Tükürükteki virüs miktarı hastanın en bulaştırıcı<br />
olduğu birinci haftada en üst düzeydedir.<br />
Sekonder bakteriyel enfeksiyonlar pek sık<br />
görülmemekte ve ölüm dolaşan immün kompleksler<br />
ile solubl variola antijenlerinin birlikte<br />
olduğu toksemi nedeniyle ve büyük çoğunlukla<br />
da ikinci haftada görülmektedir. Olguların %90’ı<br />
kolayca tanınsa da hemorajik ve malign formlarına<br />
kolay tanı konulamamaktadır. Lezyonlar<br />
yüz ve ekstremitelerde daha yoğundur (sentrifugal<br />
dağılım). Lezyonların hepsi aynı gelişimi<br />
gösterir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Çiçek hastalığının laboratuvar doğrulamasının<br />
yapılması çok önemlidir. Bu amaçla örnek alma<br />
işlemini yakın dönemde aşılanmış (ya da o gün<br />
aşılanmış) bir personel yapmalıdır. Bu işlemi<br />
yaparken de mutlaka maske ve eldiven kullanmalıdır.<br />
Çiçek saldırısı = salgını çok önemli bir halk sağlığı<br />
sorunudur. Kitlesel aşılama veya olguların<br />
ve yakın temasta bulunanların kesin izolasyonu<br />
sağlanmadan salgının kontrol altına alınması<br />
mümkün değildir. Etken ile karşılaşmadan sonraki<br />
ilk dört gün içinde yapılan aşılamanın<br />
enfeksiyonun gelişimini önlemede bir miktar<br />
etkisi olmakla birlikte belirgin bir şekilde ölümden<br />
korumaktadır.<br />
Aşı komplikasyonları arasında postvaksinal ensefalit,<br />
progresif vaksinya (Vaccinia Gangrenosa),<br />
egzama vaksinatum, jeneralie vaksinya ve hatalı<br />
inokülasyonlar sayılabilir. Egzama benzeri cilt<br />
lezyonu olanlar, immün sistemi baskılanmış<br />
olanlar, HIV ile enfekte olanlar, kalıtsal immünyetmezliği<br />
olanlar ile hamileler aşı komplikasyonları<br />
için risk grubunu oluşturmaktadır.<br />
Virüs aerosol tarzında ortama salınır ve ultraviyole<br />
ışığa maruz kalmazsa ise 24 saat hatta<br />
uygun şartlarda daha uzun süre kalabilmektedir.<br />
Yüksek hava ısısında (31-33°C) ve nemde (%80)<br />
aerosol olarak salınan virüs altı saat içinde<br />
hemen hemen tamamıyla yok olur. Daha düşük<br />
ısı (10-11°C) ve nemli (%20) ortamlarda 24 saat<br />
kadar canlı kalabilir.<br />
Viral Ensefalit Yapan Etkenler<br />
Spesifik etkenler:<br />
• Eastern equine encephalitis virus<br />
• Japanese encephalitis virus<br />
• Lymphocytic choriomeningitis virus<br />
• Rift valley fever virus<br />
• Russian Spring-Summer encephalitis virus<br />
• Tick-borne encephalitis virus<br />
• Venezuelan equine encephalitis virus<br />
• West Nile virus<br />
• Western equine encephalitis virus<br />
Ensefalite neden olan bu viral ajanların her biri<br />
bir arbovirüs olup böcekler veya örümcekgiller<br />
tarafından bulaştırılır. Bu vektörler Culicidae<br />
ailesinden sivrisinekler ya da kenelerdir.<br />
İsmail Yaşar Avcı<br />
Diğer nedenler: Ayırıcı tanıda aşağıda yer alan<br />
virüsler dahil diğer birçok viral ve bakteriyel<br />
etken de yer almalıdır.<br />
• Adenovirüs,<br />
• Herpes simpleks,<br />
• Varisella-zoster,<br />
• Sitomegalovirüs,<br />
• Epstein-Barr virüs,<br />
• Measles virüs,<br />
• Neisseria veya Haemophilus menenjiti.<br />
Hemorajik ateş virüsleri ile inmeler de ayırıcı<br />
tanıda diğer nedenler arasında yer almalıdır.<br />
Risk grupları: Ergenlik öncesi dönem çocuklar<br />
ile yaşlılar mortalite ve komplikasyonlar açısından<br />
en riskli gruptadır. Bu gruplar için Batı Nil<br />
virüsü ile oluşan ensefalit tablosu çok daha<br />
belirgin mortalite ve komplikasyon riski oluşturmaktadır.<br />
At ensefaliti virüsü için özel riskli<br />
yaş grubu bulunmazken, atlar ile yakın temasta<br />
olanlar daha fazla enfeksiyon riski taşır.<br />
İlk ipucu: Baş ağrısı nedeniyle işe ya da okula<br />
devamsızlık veya şiddetli ve sürekli baş ağrısı ile<br />
müracaat edenlerin sayılarındaki artış saldırı<br />
için ilk ipucu olabilir.<br />
Artış dönemi: Kuluçka dönemi 3-21 gün olmasına<br />
karşın olguların çoğunda bulaş sonrası<br />
5-15. günlerde hastalık ortaya çıkar. Saldırı sonrasında<br />
ilk olgudan 2-3 gün sonra olgu sayısında<br />
artışın başlaması ve 7-10 gün içinde de olgu<br />
sayısının tepe noktaya ulaşması beklenir. Enfekte<br />
vektörlerin salınımı kontrollü bir şekilde yapılırsa<br />
artış gecikebilir ve daha uzun sürebilir.<br />
Hayvan göstergeleri:<br />
• At ensefalit virüsü ve Batı Nil virüsü atları<br />
etkiler.<br />
• Batı Nil virüsü ötücü kuşları ve rezervuar olan<br />
benzerlerini etkiler.<br />
• Japon ensefalit virüsü domuzları rezervuar<br />
olarak kullanır.<br />
• Lenfositik koriyomenenjit virüsü fareleri<br />
rezervuar olarak kullanır.<br />
Viral ensefalit virüsleri ile olan salgınlarda = saldırılarda<br />
başarılı olabilmek için halk sağlığı,<br />
tarım, veterinerlik ve yaban hayatı ile ilgili birimlerin<br />
çok iyi koordinasyon yapması zorunludur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 141
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
Temel tedavi: Bu gruptaki hiçbir virüs için spesifik<br />
tedavi bulunmadığından tedavi tamamen<br />
semptomatik destek tedavisidir.<br />
Temel tıbbi malzemeler:<br />
• Analjezikler,<br />
• Antienflamatuvarlar,<br />
• Elektrolitler,<br />
• Antikonvülzanlar.<br />
Semptomlar: Viral ensefalit virüslerinin klinik<br />
tablosunun şiddeti çok değişkenlik göstermektedir.<br />
Olguların %1’inden daha az bir grupta<br />
klinik olarak önemli semptomlar ortaya çıkabildiği<br />
(Japon ensefalit virüsü) gibi bazı olgularda<br />
(at ensefaliti virüsü) ölümcüllük %10’lara varabilir.<br />
Bu nedenle ilk ağır olgu ortaya çıktığında<br />
baş ağrısı ve grip benzeri yakınmaları nedeniyle<br />
işe ya da okula devamsızlık yapanlar ile subklinik<br />
olguların insidansını incelemek gerekir.<br />
Hafif olgularda baş ağrısı ve nonspesifik grip<br />
benzeri semptomlar görülürken ve orta şiddetli<br />
olgularda ateş, bulantı, yüzde solukluk ve baş<br />
dönmesi ve iştahsızlık görülür. Büyük ölçekli<br />
salgınlarda bu olgular bilgilendirilmek kaydı ile<br />
tedavi edilmeden evlerine gönderilebilir. Böylece<br />
tıbbi kaynaklar daha ciddi olgulara ayrılmış<br />
olur.<br />
Ciddi olgularda kusma, ishal, dezoryantasyon,<br />
ense sertliği, aseptik menenjit, letarji ve meningoensefalit<br />
bulgular bulunur. Çok şiddetli ve<br />
ölümcül olgularda ise ciddi nörolojik bulgular<br />
saptanır. Bu bulgular arasında koma, konvülziyon,<br />
aşırı terleme, hipertermi, huzursuzluk,<br />
parezi ve paraliziler, uykuya meyil, taşipne ve<br />
tremor olarak sayılabilir.<br />
Sekel: Ciddi viral ensefalit olguların sağ kalanlarında<br />
nörolojik veya psikiyatrik sekellere sık<br />
rastlanmaktadır.<br />
Sağlık personeli için öneriler: İlk saldırıda<br />
etkilenen olgulardan diğer insanlara ikincil<br />
bulaş nispeten az görülmektedir. Bu nedenle<br />
hastalara yaklaşımda standart ya da evrensel<br />
önlemlerin alınması yeterli olabilir.<br />
Yayılımı artırmamak için laboratuvar tanı için<br />
alınacak biyolojik örnekler ve vücut sıvıları en<br />
üst düzey güvenlik tedbirleri ile taşınmalıdır.<br />
142<br />
Vektör kontrolü: Bu etkenlerin büyük çoğunluğu<br />
sivrisinek ya da kenelerle taşınmaktadır.<br />
Salgın başlar başlamaz örnek toplama ve inceleme<br />
yapılmasına başlanmalıdır. Lenfositik koriyomenenjit<br />
görüldüğünde ise kemiriciler incelenmelidir.<br />
Görsel ve işitsel medya aracılığı ile<br />
topluma sivrisinek ve kene ısırıklarının azaltılması<br />
için eğitici bilgiler verilmelidir.<br />
Viral Hemorajik Ateş Etkenleri<br />
Viral hemorajik ateş etkenleri ve semptomlar<br />
Tablo 1’de görülmektedir.<br />
Ayırıcı tanı: Olguların çoğunda sıtma elimine<br />
edilmelidir. Baş ağrısı yapan birçok hastalık ayırıcı<br />
tanıda mutlaka yer almalıdır (borelyoz,<br />
hemorajik çiçek, influenza, leptospiroz, kızamık,<br />
psittakoz, riketsiyozlar, salmonelloz, gramnegatif<br />
sepsisler, septisemik veba, şigelloz, stafilokokal<br />
sepsis, toksik şok sendromu, tripanozomiyaz;<br />
viral hepatitler).<br />
Pıhtılaşma bozuklukları, lösemiler ve konnektif<br />
doku hastalıkları da ayırıcı tanıda yer almalıdır.<br />
Risk grupları: Spesifik yaş ve risk grubu bulunmamaktadır.<br />
İlk ipucu: Belirgin bir nedene bağlı olmaksızın<br />
işe ya da okula devamsızlık, miyalji, baş ağrısı ve<br />
genel vücut kırgınlığı sıklıkla belirtilmiştir.<br />
Devamsızlık zemininde sarılık ya da kanlı kusma<br />
gelişimi viral hemorajik ateş virüsleri ile yapılmış<br />
bir saldırıyı = salgını düşündürmelidir.<br />
Artış dönemi: Kuluçka dönemi 2-21 gün olmasına<br />
karşın olguların çoğunda bulaş sonrası<br />
3-10. günlerde hastalık ortaya çıkar. Saldırı sonrasında<br />
ilk olgudan iki-üç gün sonra olgu sayısında<br />
artışın başlaması ve 7-10 gün içinde de<br />
olgu sayısının tepe noktaya ulaşması beklenir.<br />
Enfekte vektörlerin salınımı kontrollü bir şekilde<br />
yapılırsa artış gecikebilir ve daha uzun sürebilir.<br />
<strong>Tedavi</strong>: Tüm viral hemorajik ateş olguları etyoloji<br />
kesinleşinceye kadar ribavirin ile tedavi<br />
edilmelidir. Arenavirüs ya da bunyavirüs dışında<br />
bir etken saptanırsa kesilmelidir. 30 mg/kg ya<br />
da en fazla 2 g yükleme dozu sonrası 10 gün<br />
süre ile 1 g/gün kullanılması önerilmektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Tab lo 1. Viral hemorajik ateş etkenleri ve semptomlar<br />
Etken<br />
Filoviridae Arenaviridae Bunyaviridae Flaviviridae<br />
Ebola virus<br />
Marburg virus<br />
Karın ağrısı Var<br />
Kanama Sık<br />
Santral sinir<br />
sistemi bulguları<br />
Flexal virus<br />
Guanarito virus<br />
Junin virus<br />
Lassa ateşi virüs<br />
Machupo virus<br />
Sabia virus<br />
Var (Yeni dünya<br />
arenavirüslerinde)<br />
Semptomlar<br />
Kırım-Kongo kanamalı ateşi<br />
virüsü<br />
Rift vadisi ateşi<br />
Hantavirüs<br />
İsmail Yaşar Avcı<br />
Dengue virus<br />
Kyasanur forest disease virus<br />
Omsk kanamalı ateşi virüsü<br />
Sarı humma virüsü<br />
Omsk hemorajik ateşi<br />
virüsünde nadir<br />
Konjunktivit Var Sarı humma virüsünde<br />
konjunktiva içine de girer.<br />
Diğerlerinde konjunktivit gelişir.<br />
Öksürük Var Var<br />
DİK Sık<br />
Ateş Yüksek Kademeli artar Var Var<br />
Yüzde kızarma Var<br />
Baş ağrısı Var<br />
Hepatit İkterik (Omsk)<br />
Sarılık Var<br />
İştah kaybı Var<br />
Lenfadenopati Servikal (Lassa),<br />
Jeneralize (diğerleri)<br />
Jeneralize (Omsk)<br />
Meningoensefalit Kyasanur forest disease virus<br />
Miyalji Var Var Var<br />
Bulantı Kademeli artar<br />
Perikardiyal efüzyon Var (Lassa)<br />
Plevral efüzyon Var (Lassa)<br />
Peteşi Sık<br />
Farenjit Eksüdalı<br />
Fotofobi Var<br />
Pnömoni Nadiren (Omsk)<br />
Yorgunluk Aşırı<br />
Döküntü Makülopapüler Yumuşak damakta<br />
papüloveziküler (Omsk)<br />
Geçici (Dengue)<br />
Retinit Var<br />
(%10 Rift vadisi ateşi)<br />
Retroorbital ağrı Var<br />
Boğaz ağrısı Var (Lassa) Var (Omsk)<br />
Splenomegali<br />
Ülserleşme Yanak mukozası (Lassa)<br />
Kusma Kanlı (Sarı humma)<br />
DİK: Dissemine intravasküler koagülopati.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 143
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
Olgu sayısı az ise intravenöz yolla verilebilir.<br />
Toplu etkilenmelerde oral yoldan verilir. Destek<br />
tedavisinde kan ve kan ürünleri ile elektrolit<br />
desteği önemli yer tutar. Kateter etrafından<br />
kanama riski nedeniyle olabildiğince oral yol<br />
kullanılmalıdır.<br />
Sağlık personeli için öneriler: Bariyer önlemleri<br />
uygulanmalı ve mümkünse negatif basınçlı<br />
odaya alınmalıdır. İkincil bulaşlar söz konusu<br />
olabileceği için sağlık personeli; koruyucu malzeme<br />
kullanımı öncesi ve sonrası el yıkama<br />
kuralını çok katı uygulamalıdır. Çift eldiven,<br />
geçirgen olmayan önlük, göz koruyucu, galoş ve<br />
bacak örtücü malzeme, maske, özel-tek kullanımlık<br />
tıbbi malzeme kullanmalı, yüzeyler sık<br />
sık dezenfekte edilmelidir.<br />
Yayılımı artırmamak için laboratuvar tanı için<br />
alınacak biyolojik örnekler ve vücut sıvıları en<br />
üst düzey güvenlik tedbirleri ile taşınmalıdır. Bu<br />
materyali taşıyanlar da özel eğitimli olmalıdır.<br />
Aşılar: Sadece sarı humma virüsü için aşı<br />
bulunmaktadır.<br />
Vektör kontrolü: Arenavirüs spesifik kemiriciler<br />
tarafından, bunyavirüs kene ve Culicidae<br />
ailesinden sivrisineklerle, flavivirüs kene ve<br />
sivrisineklerle taşınır. Filovirüs için rezervuar<br />
ve vektör bilinmemektedir.<br />
Hayvan tutulumu ve göstergeleri: Rift vadisi<br />
ateşi virüsü çiftlik hayvanlarını etkiler ve ölümlere<br />
neden olur. Bu nedenle karantina uygulaması<br />
gerekebilir. Kırım-Kongo, Dengue,<br />
Hantaan, Omsk, Rift vadisi ve Sarı humman<br />
memelileri etkileyebilir.<br />
144<br />
TOKSİNLER<br />
Bakteri Kaynaklı Toksinler<br />
a. Botulinum toksini (Botulinum toxins):<br />
Sendrom adı Botulizm<br />
Semptomlar Baş bölgesinde başlayıp vücuda<br />
ilerleyen çift taraflı bir flask paralizi<br />
mevcuttur. Paralizi; pitoz, güçsüzlük,<br />
baş dönmesi, ağız ve boğaz<br />
kuruluğu, bulanık ve çift görme,<br />
koordinasyon kaybı, solunum güçlüğü<br />
olarak görülür. Semptomların<br />
bu kadar şiddetli olmasına karşın<br />
hastanın bilinci yerindedir ve ateşi<br />
yoktur.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Tipik olarak maruziyetten 24-36<br />
saat sonra ortaya çıkar. Düşük doz<br />
semptomların ortaya çıkışını geciktirirken<br />
semptomların 12 saatten<br />
daha önce ortaya çıkması yüksek<br />
doz ve kötü prognoz göstergesidir.<br />
Hızlı tanı testi Vücut sıvılarında toksini saptayan<br />
bir test olmakla birlikte aerosol<br />
yolu ile olan zehirlenmelerde tanıya<br />
yardımcı olmamaktadır.<br />
Antidot Mevcut antitoksinler en sık 3 toksin<br />
formuna etkili olup bilinen 7 toksin<br />
varyantını kapsamamaktadır.<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Solunum desteği ve trakeostomi<br />
gerekebilir.<br />
Korunma İnaktif toksin içeren toksoid aşısı<br />
mevcuttur.<br />
İnaktivasyon Formaldehid veya hipoklorid ile<br />
inaktive edilebilir. Toksin ısıya duyarlı<br />
olup kontamine nesneler 10<br />
dakika kaynatılabilir. Su ve sabun<br />
da etkilidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
. Clostridium perfringens toksinleri:<br />
Sendrom adı Clostridium perfringens enteriti<br />
Enterotoksemi<br />
Semptomlar Şiddetli abdominal kramplar ve<br />
gazla birlikte seyreden ishal<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
8-12 saat<br />
Hızlı tanı testi ELISA testi geliştirilmiştir.<br />
Antidot Yok<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Sıvı desteği, potasyum desteği,<br />
elektrolitlerin izlenmesi<br />
İnaktivasyon Su ve sabun etkilidir. Toksini ısıya<br />
duyarlıdır.<br />
c. Mikrosistinler [Microcystins<br />
(Cyanginosins)]:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar İshal, kusma, ürperme, güçsüzlük,<br />
solukluk<br />
Hepatotoksik olup karaciğerin<br />
normal ağırlığı kadar kan göllenmesine<br />
neden olur, hepatonekroz<br />
yapar.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Ölümcül doz alındığında 1-2<br />
saat<br />
Hızlı tanı testi ELISA, florimetrik ve enzim inhibisyon<br />
yöntemleri ile saptayan<br />
ticari kitleri bulunmaktadır.<br />
Antidot Yok<br />
Destek tedavisi Karaciğer hasarı hızlı ve geri<br />
dönüşsüzdür. Tek etkin tedavi<br />
diyaliz ve karaciğer naklidir.<br />
Hayvan deneylerinde rifampin<br />
koruyucu etkiye sahiptir. Gerçek<br />
saldırı tehlikesinde profilaktik<br />
olarak kullanılabilir.<br />
İnaktivasyon Su, hava ve güçlü ışıkta<br />
stabildir. Yüksek doz klor ile<br />
inaktive edilebilir.<br />
d. Shiga toksin veya verotoksin:<br />
İsmail Yaşar Avcı<br />
Sendrom adı Dizanteri, hemorajik kolit, hemolitik<br />
üremik sendrom (etkene<br />
ve semptomlara bağlı<br />
değişir)<br />
Semptomlar Ciddi ishal, karın ağrısı, kusma,<br />
idrarda kan (hemolitik<br />
üremik sendromda)<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Doza bağımlı, birkaç saat içinde<br />
olabilir.<br />
Hızlı tanı testi İmmünassay yöntemle toksin<br />
araştırılabilir.<br />
Antidot Yok<br />
Destek tedavisi Sıvı ve elektrolit desteği, böbrek<br />
fonksiyonlarının izlenmesi<br />
İnaktivasyon Buhar, oksijenli su, gluteraldehid<br />
benzeri reaktif sterilizan<br />
maddeler<br />
e. Stafilokokal enterotoksin B:<br />
Sendrom adı Stafilokokal enterotoksin<br />
B zehirlenmesi<br />
Semptomlar Aniden 39-41°C’ye yükselen ateş,<br />
titreme, baş ağrısı, halsizlik ve<br />
nonprodüktif öksürük. Bazı olgularda<br />
nefes darlığı ve retrosternal<br />
ağrı olabilir. Ateş 2-5 gün sürer ancak<br />
öksürük 4 haftaya kadar sürebilir.<br />
Toksinin oral yoldan alınması<br />
durumunda hastalarda bulantı,<br />
kusma ve ishal bulunabilir. Stres altındaki<br />
bireylerde (savaşan askerler<br />
gibi) klinik tablo daha ağır olabilir.<br />
Genelde ölümcül olarak kabul edilmese<br />
de 40-60 saat içinde vazodilatasyon<br />
ve kan basıncındaki düşme<br />
ile şok ve ölümle sonuçlanabilir.<br />
Diğer stafilokokal toksinler toksinin<br />
etkisini artırabilir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Aerosol tarzı saldırıdan 3-12 saat<br />
sonra<br />
Hızlı tanı testi Presipitasyon testleri vardır<br />
(SMART)<br />
Antidot Yok<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
İnaktivasyon<br />
Solunum desteği, sıvı elektrolit<br />
takibi, antipiretik ve antitüssif<br />
kullanılabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 145
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
Deniz Kaynaklı Toksinler<br />
f. Anatoksin a:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar Solunum zorluğu, aritmi ve organofosfat<br />
zehirlenmesi bulguları<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
146<br />
Dakikalar içinde (5 dakikadan az)<br />
Hızlı tanı testi Yok (su incelemesi için hızlı ve<br />
güvenilir testler bulunmaktadır)<br />
Antidot Yok (hayvan deneylerinde 2-PAM<br />
ve fizostigmin etkili)<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Solunum desteği ve semptomatik<br />
İnaktivasyon Güçlü güneş ışığı<br />
g. Konotoksinler:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar Ağrı, baş ağrısı, kollarda yanma<br />
ve şişme, hızla tüm vücuda yayılabilen<br />
duyu kayıpları, ilerleyici<br />
güç kayıpları, koordinasyon bozuklukları,<br />
pitoz, yüzeyel solunum,<br />
bulantı, mide krampları,<br />
nefes darlığı olabilir. Ancak bu<br />
olgular genelde tamamen iyileşirler.<br />
Ölümcül olgularda ağrısız<br />
duyu kaybı, dudaklarda sertleşme,<br />
bulanık görme, paralizi ve<br />
koma gözlenir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Hızlı tanı testi Yok<br />
Antidot Yok<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Enjeksiyondan hemen sonra<br />
Solunum desteği ve semptomatik<br />
İnaktivasyon Gluteraldehid ve formaldehid<br />
gibi dezenfektanlar ile inaktive<br />
olur. Aerosol tarzında kullanıldığında<br />
BAL (British anti-Lewisite)<br />
işe yarayabilir.<br />
h. Palitoksin:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar Anjina benzeri göğüs ağrısı,<br />
astım benzeri nefes darlığı, taşikardi,<br />
hipotansiyon ve hemoliz<br />
gözlenir. Elektrokardiyografide<br />
T dalgalarında yükselme izlenir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Hızlı tanı testi Yok<br />
Dakikalar içinde hızla ortaya<br />
çıkar.<br />
Antidot Vazodilatörler (papaverin ve<br />
izosorbid dinitrat) direkt kalbe<br />
enjekte edilirse etkilidir. Saldırı<br />
bekleniyorsa birkaç saat öncesinde<br />
hidrokortizon uygulanması<br />
etkili olabilir.<br />
Destek tedavisi Özellikle koroner spazmı önleyici<br />
destek tedavi gerekmektedir.<br />
İnaktivasyon Deniz suyunda ve düşük alkolde<br />
toksin stabildir.<br />
i. Saksitoksin:<br />
Sendrom adı Paralitik su kabuklusu zehirlenmesi<br />
Semptomlar Çınlama, duyu kaybı, güçsüzlük,<br />
eklem paralizileri bulunur. Bu<br />
semptomlarsa sıklıkla botulizm,<br />
Ciguatera [Gambierdiscus toxicus<br />
adında bir mikroorganizma<br />
tarafından oluşturulan toksin<br />
içeren bazı zehirli balıkların (Carangue,<br />
Barracuda, Congre)<br />
yenmesiyle meydana gelen ve<br />
tropikal bölgelerde rastlanılan<br />
zehirlenme] zehirlenmesi, gastroenterit,<br />
insektisid zehirlenmesi<br />
ve Fugu (tetrodotoksin) zehirlenmesi<br />
ile sık karışır.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Hızlı tanı testi Yok<br />
Antidot Yok<br />
Hemen ortaya çıkar. Solunum<br />
yolu ile alındığında tedavi<br />
edilmezse ise birkaç dakikada<br />
öldürür.<br />
Destek tedavisi Solunum desteği çok önemlidir.<br />
İnaktivasyon Güçlü alkaliler ile inaktive olur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
j. Tetrodotoksin:<br />
Sendrom adı Kirpi balığı zehirlenmesi,<br />
fugu zehirlenmesi, balon balığı<br />
zehirlenmesi<br />
Semptomlar Çınlama, his kaybı, güçsüzlük,<br />
solgunluk, solunum<br />
güçlüğü, siyanoz, aritmi ve<br />
ölümle sonlanabilir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Hızlı tanı testi Yok<br />
Antidot Yok<br />
20 dakika ile 3 saat arasında<br />
değişmektedir.<br />
Destek tedavisi Solunum desteği çok önemlidir.<br />
İnaktivasyon Bilinmiyor.<br />
Mantar Kaynaklı Toksinler<br />
(Mikotoksinler)<br />
k. Aflatoksinler:<br />
Sendrom adı Aflatoksikoz<br />
Semptomlar Doza bağımlı olarak çok geniş<br />
spektrumda zehirlenme olmaktadır.<br />
Kusma, karın ağrısı, pulmoner<br />
ödem, yağlı değişiklikler gösteren<br />
akut karaciğer hasarı, sindirim<br />
kanalının fonksiyon bozuklukları,<br />
konvülziyonlar, beyin ödemi ve<br />
ölüm<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Oldukça yavaş (8 hafta sonra)<br />
Hızlı tanı testi Yok (gıda incelemesi için hızlı analitik<br />
testler bulunmaktadır)<br />
Antidot Oral alındıktan hemen sonra yüksek<br />
doz aktif karbon tozu kullanılabilir.<br />
Antioksidanlar (ellagic acid)<br />
ve indole-3-carbinol gibi sitokrom<br />
P450 indükleyicileri koruyucu etki<br />
gösterebilir.<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Karaciğer fonksiyonlarının izlenmesi,<br />
diyaliz, transfüzyon ve<br />
semptomatik tedavi yapılabilir.<br />
İnaktivasyon Çok kolay inaktive olmasına karşın<br />
bu maddeler (konsantre amonyak<br />
veya sodyum bisülfit) vücut dışında<br />
kullanılabilir.<br />
l. Trikotekenes:<br />
İsmail Yaşar Avcı<br />
Tahılların hastalığı olarak bilinen “scab = kabuklanma”<br />
özellikle Fusarium türü mantarlarla<br />
oluşmaktadır. Bu gıdaların yenmesi atları zehirlemektedir.<br />
Daha sonra çiftlik hayvanları, balık<br />
ve mantar ile kontamine gıdaları yiyen insanlarda<br />
da zehirlenme oluştuğu gözlenmiştir.<br />
Japonya’da bozuk pilavdan geniş çaplı zehirlenme<br />
(1955) sonrasında pilavda birçok mantar ve<br />
adı konmamış bir toksin saptanmıştır. Bu toksinin<br />
karın ağrısı, bulantı, kusma, ürperme ve<br />
ishal semptomlarına neden olduğu gözlemlenmiştir.<br />
Bu toksin hücresel düzeyde de etkili olup<br />
özellikle hızla çoğalan ince bağırsak ve kemik<br />
iliği hücrelerini etkilemektedir. Birçok olguda<br />
kemik iliği etiklenmesi sorun oluşturmazken,<br />
bazı olgularda kemik iliği yetersizliği ile anemi<br />
ve hemorajiler gözlenmiştir. Bu tablo radyasyon<br />
zehirlenmesine çok benzemektedir.<br />
m. Satratoksin H:<br />
Sendrom adı Stakibotrotoksikoz<br />
Semptomlar Ağız ve burunda kabarma ve<br />
yanma, sulu dermatite dönüşen<br />
döküntüler, burun kanaması,<br />
göğüs ağrısı, pulmoner hemoraji,<br />
hipertermi, baş ağrısı, yorgunluk<br />
ve ishal görülmektedir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Hızlı tanı testi Yok<br />
Antidot Yok<br />
Oldukça yavaş (dakikalar ve<br />
saatlar içinde)<br />
Destek tedavisi Süperaktif karbon ile oral yoldan<br />
alınan toksinin uzaklaştırılması<br />
ve semptomatik tedavi<br />
yapılabilir.<br />
İnaktivasyon Su ve sabun ile dekontamine<br />
edilebilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 147
Biyoterörizm:<br />
Etken Toksin ve Virüsler<br />
n. T-2 toksin:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar Ciltte tahriş, organ (kemik iliği,<br />
lenf düğümleri, ince bağırsaklar,<br />
dalak, timus) fonksiyonlarında<br />
kayıp, Alimentary Toxic<br />
Aleukia (8 hafta içinde ani başlayan<br />
semptomlarla), sindirim<br />
sisteminde yanma hissi, kusma,<br />
taşikardi, lökopeni, ciltte nekroza<br />
giden peteşiyal hemorajiler,<br />
iç kanamalar bulunabilir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
148<br />
Cilt bulguları mustard gibi 20<br />
dakikadan önce bir süre içinde<br />
ortaya çıkarken, sistemik bulgular<br />
daha geç (8-12 saat sonra)<br />
ortaya çıkmaktadır.<br />
Hızlı tanı testi Yok, tahıllarda toksini araştırma<br />
imkanı mevcuttur.<br />
Antidot Yok<br />
Destek tedavisi Süperaktif karbon ile oral yoldan<br />
alınan toksinin uzaklaştırılması<br />
ve semptomatik tedavi<br />
yapılabilir.<br />
İnaktivasyon Su ve sabun ile dekontamine<br />
edilebilir.<br />
Bitki Kaynaklı Toksinler<br />
o. Risin:<br />
Sendrom adı Yok<br />
Semptomlar Oral yoldan alındığında; karın<br />
ağrısı, kusma, ishal, kanlı ishal,<br />
majör organ (karaciğer, böbrek,<br />
dalak) hasarı görülürken; inhalasyon<br />
yolu ile alındığında güçsüzlük,<br />
ateş, eklem ağrıları, nefes<br />
darlığı, öksürük ve pulmoner<br />
ödem gelişir.<br />
Semptomların<br />
ortaya çıkışı<br />
Oral yoldan alındığında birkaç<br />
saat içinde semptomlar ortaya<br />
çıkmaya başlarken, inhalasyon<br />
yolu ile alındığında 18-24 saati<br />
bulmaktadır. Letal doz alındığında<br />
birkaç gün içinde ölüm gerçekleşmektedir.<br />
Hızlı tanı testi ELISA ile toksin saptanabilmektedir.<br />
Saldırı sırasında benzer<br />
semptomlara sahip olguların görülmesi<br />
ilk ipucu olabilir. İnhalasyon<br />
yolu ile alındığında şarbon,<br />
Q ateşi, tularemi, stafilokokal<br />
enterotoksin B ve fosgen zehirlenmesi<br />
ekarte edilerek tanı konabilir.<br />
Antidot Yok. Risin toksinin hedefine bağlanmasını<br />
engelleyecek şeker<br />
analogları ile katalitik subüniti<br />
inhibe eden AZT gibi ilaçlar olası<br />
antidotlar arasında yer almaktadır.<br />
Destek<br />
tedavisi<br />
Semptomatik tedavi genel yaklaşım<br />
olmakla birlikte solunum<br />
yolu ile alındığında solunum<br />
desteği ve pulmoner ödem tedavisi<br />
ön plana çıkarken oral<br />
yoldan alındığında emilimi<br />
azaltmak için süperaktif karbon<br />
kullanılırken sindirim sistemini<br />
temizlemek için de katarktikler<br />
kullanılmalıdır.<br />
İnaktivasyon Dilüe çamaşır suyu veya su ve<br />
sabun ile dekontaminasyon yapılabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
KAYNAKLAR<br />
1. Anders W, Sosch J. Die Pockenausbrucke 1961/61 in<br />
Nordrhein-Westfalen. Bundesgesundheitsblatt<br />
1962;17:265-9.<br />
2. Chapin CV, Smith J. Permanency of the mild type of<br />
smallpox. J Prev Med 1932;1:1-29.<br />
3. Dixon CW. Smallpox. London, England: J & A Churchill,<br />
1962:1460.<br />
4. Esposito JJ, Knight JC. Orthopox DNA: a comparison of<br />
restriction profiles and maps. Virology 1985;143:230-51.<br />
5. Fenner F, Henderson DA, Arita I, Jezek Z, Ladnyi ID.<br />
Smallpox and Its Eradication. Geneva, Switzerland: World<br />
Health Organization, 1988:1460.<br />
6. Harper GJ. Airborne micro-organisms: survival test with<br />
four virüses. J Hyg 1961;59:479-86.<br />
7. Henderson DA, Inglesby TV, Bartlett JG, Ascher MS,<br />
Eitzen E, Jahrling PB, et al. Smallpox as a biological weapon:<br />
medical and public health management. Working<br />
Group on Civilian Biodefense. JAMA 1999;281:2127-37.<br />
İsmail Yaşar Avcı<br />
8. http://emergency.cdc.gov/agent/agentlist-category.asp<br />
Erişim tarihi: 01.02.2011.<br />
9. http://www.cbwinfo.com/Biological/BWList.shtml#Toxins<br />
Erişim tarihi: 01.02.2011<br />
10. http://www.cbwinfo.com/Biological/Pathogens/<br />
Encephalitis.html Erişim tarihi: 01.02.2011<br />
11. Klietmann WF, Ruoff KL Bioterrorism: implications for the<br />
clinical microbiologist. Clin Microbiol Rev 2001;14:364-<br />
81.<br />
12. Stearn EW, Stearn AE. The Effect of Smallpox on the<br />
Destiny of the Amerindian. Boston, Mass: Bruce<br />
Humphries, 1945.<br />
13. Wehrle PF, Posch J, Richter KH, Henderson DA. An airborne<br />
outbreak of smallpox in a German hospital and its<br />
significance with respect to other recent outbreaks in<br />
Europe. Bull World Health Organ 1970;43:669-79.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 149
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Biyoterörizm:<br />
Karşı Savunma ve Hazırlık<br />
Yrd. Doç. Dr. Ali Acar<br />
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />
İstanbul<br />
151
Biyoterörizm:<br />
Karşı Savunma ve Hazırlık<br />
Biyolojik savaş/terörizm amacıyla çok sayıda<br />
mikroorganizma, toksin veya sentetik biyolojik<br />
ajanlar kullanılabilir. Biyolojik silahların<br />
çok gelişmiş olmasına gerek olmayan orta<br />
düzeydeki laboratuvarlarda kolay ve ucuz olarak<br />
üretilebilmesi ve saklanabilmesi, biyolojik<br />
silahları bazı ülkelerin ve terörist grupların en<br />
önemli silahı haline getirmiştir. 1925 yılında<br />
Cenevre protokolü ile biyolojik ve kimyasal<br />
silahların kullanımı tüm dünyada yasaklanmışsa<br />
da, ikinci dünya savaşı esnasında birçok<br />
ülkenin bu ajanları ürettiği ve kullandığı ortaya<br />
çıkmıştır. Bunun yanında “Bakteriyolojik<br />
(Biyolojik) ve Toksin Yapısındaki Silahların<br />
İmali, Geliştirilmesi ve Depolanmasını<br />
Yasaklayan ve İmhasını Söz Konusu Eden<br />
Konvansiyon’’ Birleşmiş Milletler nezdinde<br />
kabul edilerek 26 Mart 1975 tarihinde yürürlüğe<br />
girmiştir. Ancak 1979 yılında, bu anlaşmayı<br />
imzalayan ülkelerden biri olan Rusya’nın<br />
Sverdlovsk (günümüzdeki ismi Yekaterinburg)<br />
şehrindeki biyolojik silah üretim tesisinde meydana<br />
gelen kaza sonucu şimdiye kadar bilinen<br />
en büyük akciğer (inhalasyon) şarbonu salgını<br />
ortaya çıktı. Bu da göstermektedir ki uluslararası<br />
anlaşmalara taraf olan ülkeler dahi biyolojik<br />
silah üretimini ve saklanmasını sürdürmektedir.<br />
Biyolojik silahlar temininin ve depolanmasının<br />
kolay olmasının yanında etkilerinin ortaya<br />
çıkıp anlaşılması için belirli bir zaman gerektiğinden<br />
saldırganlar açısından konvansiyonel<br />
silahlara göre avantaj sağlamaktadır. Bu durum<br />
askeri amaçlar dışında doğrudan terörist gruplarca<br />
veya bir ülkeyi insan gücü ve ekonomik<br />
yönden zayıflatmak amacıyla düşman ülkelerin<br />
terörist grupları kullanmak suretiyle biyolojik<br />
silahlardan yararlanmaları riskini gün geçtikçe<br />
artırmaktadır. Gerçekten de terörist grupların<br />
son yıllarda tespit edilebilen ciddi saldırıları<br />
olmuştur. Tokyo’da 1995 yılında terörist örgüt<br />
tarafından sekiz defa şarbon ve botulismus ile<br />
saldırı girişiminin olduğu ortaya konmuştur.<br />
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde 11 Eylül<br />
2001 sonrası terörist gruplarca şarbon sporları<br />
ile kontamine edilmiş mektuplarla saldırılar<br />
olmuş ve (ABD) beş kişi inhalasyon şarbonundan<br />
hayatını kaybetmiştir.<br />
Ülkemizin jeopolitik önemi ve sınır komşumuz<br />
durumundaki bazı ülkelerin biyolojik silah<br />
152<br />
geliştirme çabası içinde olduğu gerçeği dikkate<br />
alındığında bir gün karşımıza çıkma ihtimali<br />
olan bu silahlara karşı bilgi sahibi ve hazırlıklı<br />
olmak gerekir.<br />
BİYOTERÖRİZME KARŞI SAVUNMADA<br />
ORGANİZASYON<br />
Biyolojik silahlarının kullanılmasını önlemek<br />
veya kullanıldığında bunların etkilerini azaltmak<br />
veya yok etmek amacıyla alınan önlemlere<br />
biyolojik savunma diyebiliriz. Etkili bir savunma<br />
için iyi eğitilmiş asker ve sivil personele,<br />
etkili haber alma birimlerine, erken tespit araç<br />
ve gereçlerine, belirli stok seviyesini koruyacak<br />
şekilde koruyucu malzeme teminine, güçlü bir<br />
haberleşme ağına, etkili bir şekilde organize<br />
olmuş ve anında reaksiyon verebilen sağlık<br />
örgütlerine ve güvenilir sağlık istatistiklerine<br />
ihtiyaç vardır.<br />
Biyolojik silahlara karşı savunma tedbirlerinden<br />
sorumlu makam Sağlık Bakanlığıdır. Ancak<br />
diğer ilgili kuruluşlar da kendi hizmet sorumlulukları<br />
dahilinde gerekli savunma tedbirlerini<br />
almak durumundadır.<br />
ÜLKEMİZDEKİ BİYOTERÖRİZME KARŞI<br />
MEVCUT YAPILANMA<br />
Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha<br />
Merkezi Başkanlığı (RSHMB) bünyesinde 08<br />
Mayıs 2007 tarihinde Kimyasal, Biyolojik,<br />
Radyasyon ve Nükleer Tehlikeli Maddeler<br />
(KBRN) birimi kurulmuştur. Bu birim ülkemizdeki<br />
sivil kamu kuruluşları arasında kurulan ilk<br />
KBRN birimidir. Amacı, KBRN konusunda<br />
çalışmalar yapan birimler, kurum ve kuruluşlar<br />
arasında bilgi ve iletişim desteği sağlamaktır.<br />
Çeşitli illerde KBRN planlama semineri ve tatbikatı<br />
düzenlenmiştir.<br />
Ülkemizde afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya<br />
ilişkin hizmetleri yürütmek üzere 5902<br />
sayılı ‘‘Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının<br />
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’’ 17<br />
Haziran 2009 tarihinde 2726 sayılı Resmi<br />
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.<br />
Buna göre başbakanlığa bağlı ‘‘Afet ve Acil<br />
Durum Yönetimi Başkanlığı’’ kurulmuştur. Bu<br />
kanun ile biyolojik savaş ve biyoterörizmde<br />
dahil olmak üzere afet ve acil durumlar ile sivil<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
savunmaya ilişkin hizmetlerin ülke düzeyinde<br />
etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli<br />
önlemlerin alınması ve olayların meydana gelmesinden<br />
önce hazırlık ve zarar azaltma, olay<br />
sırasında yapılacak müdahale ve olay sonrasında<br />
gerçekleştirilecek iyileştirme çalışmalarını<br />
yürüten kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun<br />
sağlanması ve bu konularda politikaların<br />
üretilmesi ve uygulanması planlanmıştır.<br />
Afet ve acil durum yönetim başkanlığı teşkilat<br />
yapısı aşağıdaki hizmet birimlerinden oluşturulmuştur:<br />
a. Planlama ve Zarar Azaltma Dairesi Başkanlığı<br />
b. Müdahale Dairesi Başkanlığı<br />
c. İyileştirme Dairesi Başkanlığı<br />
ç. Sivil Savunma Dairesi Başkanlığı<br />
d. Deprem Dairesi Başkanlığı<br />
e. Yönetim Hizmetleri Dairesi Başkanlığı<br />
Müdahale Dairesi Başkanlığının görevlerinden<br />
biri de illerde ‘‘Acil Durum ve Yönetim Merkezi’’<br />
açılmasını ve yönetimini sağlamaktır. Buna göre<br />
illerde; İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri ve<br />
Sivil Savunma ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri<br />
merkezde Afet ve Acil Durum Yönetim<br />
Başkanlığına, illerde ise İl Özel İdaresi bünyesinde<br />
valiye bağlı olarak kurulması kanun kapsamında<br />
yer almaktadır. Bu kanun ve İl Özel<br />
İdareleri Kanununun 69. Maddesi (Resmi<br />
Gazete: 04.03.2005, Sayı: 25745) ile Belediye<br />
Kanununun 53. Maddesinde (Resmi Gazete:<br />
13.07.2005, Sayı: 25874) de yer aldığı üzere afet<br />
ve acil durumlarda gerekli yetkiler il mülki<br />
amiri ve yerel yönetimlere verilmiştir. Sonuç<br />
olarak her il, ‘‘İl Afet ve Acil Durum<br />
Müdürlükleri’’ başkanlığında kendi KBRN<br />
savunması risklerini tespit ettikten sonra gerekli<br />
müdahale mekanizmasını oluşturmak ve sistemlerini<br />
kurmak, ilgili kurum ve kuruluşlar<br />
arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlamak<br />
durumundadır. Konuyla ilgili kurum ve kuruluşlar;<br />
valilik, afet işleri müdürlüğü, il sağlık<br />
müdürlüğü, il itfaiye birlikleri, il emniyet birimleri<br />
(polis, jandarma), TSK unsurları, il çevre ve<br />
orman müdürlüğü, il tarım müdürlüğü, il meteoroloji<br />
müdürlüğü, belediye birimleri, ilde<br />
bulunan üniversiteler, il sanayi odası, mahalle<br />
gönüllüleri dernekleri ve diğer sivil toplum<br />
kuruluşlarıdır. KBRN savunması olaylarında her<br />
Ali Acar<br />
kurum ve kuruluş; kendi özel konumları ve<br />
almış olduğu görevler itibarıyla sadece önceden<br />
belirlenmiş faaliyetleri yerine getirir. “Afet ve<br />
Acil Durum Yönetimi Kanunu’’ gereği, bu organizasyon;<br />
İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri<br />
tarafından yürütülecek ve yönetilecektir.<br />
Bunun dışında KBRN olayına yönelik olarak<br />
TSK bünyesinde de çeşitli oluşumlar vardır.<br />
Bunlar GATA Komutanlığı bünyesindeki KBRN<br />
bilim dalı ve KBRN İlk Yardım ve Kurtarma<br />
Ekibi ile KBRN Okulu ve Eğitim Merkez<br />
Komutanlığı ve KBRN Savunma Taburu<br />
Komutanlığıdır. GATA KBRN ilk yardım ve kurtarma<br />
ekibi uzman doktor, hemşire ve dekontaminasyon<br />
personelinden oluşan özelleşmiş personelden<br />
teşkil eder. Bu ekip gerektiğinde olay<br />
yerine en hızlı şekilde giderek tıbbi ilk yardım,<br />
acil tedavi ve tıbbi dekontaminasyon işlemlerini<br />
yerine getirme imkan ve kabiliyetindedir. Yine<br />
GATA Acil Tıp Anabilim Dalı ve Enfeksiyon<br />
Hastalıkları Kliniği biyolojik etkenlere maruz<br />
kalanlara yeterli tedavi ve takip imkanı sağlama<br />
kapasitesinde birimlerdir.<br />
Başbakanlık bünyesinde kurulan Afet ve Acil<br />
Durum Yönetim Başkanlığı amaç ve görevlerine<br />
bakıldığında biyolojik savunmaya ilişkin kurulacak<br />
teşekküllerin ve yasal mevzuatların yeterli<br />
seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Afet ve acil<br />
durum hallerinde bilgileri değerlendirmek, alınacak<br />
önlemleri belirlemek, uygulanmasını sağlamak<br />
ve denetlemek, kurum ve kuruluşlar ile<br />
sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyonu<br />
sağlama görevi 5902 sayılı kanun ile Afet<br />
ve Acil durum Koordinasyon Kuruluna verilmiştir.<br />
Ancak tüm bu yasal mevzuatlarda<br />
kurumlar arasında iş birliği ve koordinasyonun<br />
önemi ve esasları vurgulansa da ülke düzeyinde<br />
tatbikatlar yapılmadıkça bu planlamaların pratikteki<br />
geçerliliğini tahmin etmenin güç olduğu<br />
kanısındayım.<br />
KARŞI SAVUNMA ve HAZIRLIK<br />
YÖNTEMLERİ<br />
Savunma yöntemlerini aktif ve pasif savunma<br />
tedbirleri olarak iki başlık altında sınıflandırabiliriz.<br />
Aktif savunma; düşmanın veya terörist<br />
grupların biyolojik silah araştırma, geliştirme ve<br />
üretim tesislerinin tespit edilerek imha edilmesi<br />
veya ülke içine sokulmasını engelleyecek sınır<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 153
Biyoterörizm:<br />
Karşı Savunma ve Hazırlık<br />
ve hava güvenliğinin sağlanması ile biyolojik<br />
silahlar kullanılmadan bertaraf edilmesidir.<br />
Pasif savunma; saldırıya maruz kalındıktan<br />
sonra, neden olacağı zararı en az düzeyde tutmaya<br />
yönelik alınan önlemler bütünüdür.<br />
Biyolojik silahların çok küçük miktarlarda dahi<br />
etkili olmaları, farklı özellikte biyolojik ajan<br />
sayısının fazla olması, bunların hangisinin ne<br />
zaman kullanılacağının bilinememesi, inkübasyon<br />
süresine bağlı olarak etkilerinin geç ortaya<br />
çıkması, tanının zaman alıcı ve özel cihaz ve<br />
uzman personele ihtiyaç duyulması gibi sebepler<br />
bu ajanların saptanması özellikle de önemli<br />
olan erken saptama ve tanımlamayı güçleştirmektedir.<br />
Bu zorluklara rağmen biyolojik saldırıyı<br />
en erken şekilde tespit etmek savunmanın<br />
en önemli unsurunu oluşturur.<br />
Biyolojik bir saldırının tespiti istihbarata dayalı<br />
bilgiler, kişi veya özel eğitimli ünitelerin gözlemi,<br />
epidemiyolojik veriler ve çeşitli otomatize<br />
cihazlar vasıtasıyla yapılabilir. Genellikle ilk<br />
fark edilme sağlık merkezlerinde nadir görülen<br />
bir hastalığın tespit edilmesi veya çok sayıda<br />
başvurusuyla olmaktadır. Bu nedenle sağlık personelinin<br />
eğitimi ve sağlık kuruluşlarının biyoterörizme<br />
hazırlıklı olmaları korunmada oldukça<br />
önem arz etmektedir.<br />
Biyolojik saldırıdan şüphelenildiğinde derhal<br />
sürveyans çalışması başlatılmalı, diğer yandan<br />
gerekli örnekler alınıp etken saptanmalıdır.<br />
Etkenin yayılma yönteminin saptanması ve kirlenmenin<br />
genişliği tespit edilmeye çalışılır.<br />
Maruz kalan personele dekontaminasyon, profilaksi<br />
ve gerekli durumda tedavi başlanır.<br />
Sağlık Kuruluşlarında Hazırlık<br />
Her bir sağlık kurumu kendi imkan ve kabiliyetleri<br />
çerçevesinde geniş çaplı karşı savunma<br />
ve hazırlık planı oluşturmalıdır. Bunu yaparken<br />
plan ve talimatların yerel ve ulusal (Sağlık<br />
Bakanlığı) sağlık otoritesi ile iş birliği içerisinde<br />
olacak şekilde hazırlanması gerekir.<br />
Biyoterörizme karşı savunma planlaması mevcut<br />
afete hazırlık ve diğer acil durum yönetim<br />
planları içine dahil olabilir. Ayrıca, bu tür bir<br />
hazırlık doğal sebeplerle ortaya çıkan epidemi<br />
ve pandemi gibi geniş çaplı salgınların tespiti ve<br />
müdahalesi açısından da faydalıdır. Her bir sağlık<br />
kuruluşu geniş ve kapsamlı haberleşme ve<br />
154<br />
yönetim ağının altyapısının oluşturulmasından,<br />
hastaların sağlık kuruluşuna kabulü ve gerektiğinde<br />
bir üst merkeze transferi konularını da<br />
içerecek şekilde imkan ve kabiliyetlerini belirlemeli<br />
ve buna göre planlama yapmalıdır.<br />
Sağlık kuruluşlarının şüpheli bir salgın durumunda<br />
önlem ve kontrol tedbirlerini uygulamaya<br />
ve acil eylem planını devreye sokmaya yetkili<br />
görev tanımı iyi yapılmış KBRN komitesi<br />
olmalıdır. Biyoterörist saldırı şüphesi olduğunda<br />
sağlık kuruluşunun kendi personeli, il ve<br />
ulusal sağlık otoritesi, 112 acil servis merkezi,<br />
RSHM ve il referans merkezleri ile iletişimi sağlayan<br />
haberleşme ağı devreye sokulmalıdır.<br />
Sürveyans<br />
Saldırı erken dönemde fark edilir ve etken tespit<br />
edilirse temas edenlere uygun tedavi başlanması<br />
ve bu arada maruziyet ihtimali olanlara da profilaktik<br />
tedavi veya aşı uygulanması söz konusu<br />
olabilir. Bu nedenle erken tanı önemlidir ve<br />
erken tanı ve tespit aktif sürveyansı gerektirir.<br />
Bu bakımdan hastaneler, acil servis kayıtları,<br />
laboratuvar, eczane ve okul devamsızlığı gibi<br />
kayıtların incelendiği aktif sürveyans başlatılmalıdır.<br />
Beklenmedik bir salgının ortaya çıkması<br />
veya salgın tarzında olmasa dahi ender rastlanan<br />
veya daha önce görülmeyen bir hastalığın<br />
(çiçek) görülmesi biyolojik bir saldırıyı düşündürmelidir.<br />
Etkenin Saptanması<br />
Uygun biyogüvenlik donanıma sahip ve moleküler<br />
mikrobiyoloji yöntemlerini uygulayabilen<br />
laboratuvarlara ihtiyaç vardır. Ülkemiz için<br />
RSHM laboratuvarı bu altyapıya sahiptir. Ayrıca,<br />
bazı üniversite hastanelerinin laboratuvarları da<br />
bu ihtiyacı karşılayacak düzeydedir. Ancak il ve<br />
bölgelere göre referans laboratuvarları belirlenmelidir.<br />
Ayrıca, örnek alma yöntemleri ve transport<br />
özelliklerinin belirlendiği laboratuvar<br />
kabul formları oluşturulmalı ve referans laboratuvarlarla<br />
internet ağı tesis edilmelidir.<br />
Dekontaminasyon<br />
Biyolojik maddelere maruz kalan bir kişinin<br />
elbiseleri ve kişisel eşyaları plastik bir torbaya<br />
konulmalı ve kendisi bol su ve sabunla yıkanarak<br />
temizlenmelidir. Gerekli ise kirli eşyaların<br />
sabunlu veya deterjanlı sıcak suyla yıkanması<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
yeterlidir. Şarbon sporları ile kontamine mektuba<br />
temas edilmiş ise mektup ve mektubun<br />
temas ettiği yüzey ve kişisel eşyalar %0.5 hipoklorid<br />
ile dekontamine edilmelidir.<br />
<strong>Tedavi</strong>-Profilaksi-Aşı<br />
Biyolojik saldırı sonrası henüz etken tespit edilememiş<br />
ise hastalara destek tedavisi uygulanır.<br />
Etken tespit edildikten sonra spesifik tedavi<br />
başlanır. Epidemiyolojik veriler ışığında etkene<br />
maruziyet riski bulunanlara kemoprofilaksi başlanabilir.<br />
İnhalasyon şarbonunda temas sonrası<br />
kemoterapiyle birlikte pasif immünizasyon<br />
uygulanması önerilmektedir.<br />
Enfeksiyon Kontrolü<br />
Biyoterörizm ajanları genellikle insandan insana<br />
bulaşmaz. Sağlık birimlerinde şüpheli veya<br />
kanıtlanmış biyoterörizm kaynaklı hastalığı<br />
olanlara karşı ve bu hastalarda kullanılan ekipmanlarda<br />
standart önlemler yeterlidir. Çiçek,<br />
pnömonik veba gibi solunum bulaş riski yüksek<br />
olan hastalıklarda solunumsal izolasyon önlemlerinin<br />
alınması gerekir.<br />
KAYNAKLAR<br />
Ali Acar<br />
1. Baysalar M, Öztuna A. Biyolojik silahlar. Willke A, Söyletir<br />
G, Doğanay M (editörler). Enfeksiyon Hastalıkları ve<br />
Mikrobiyolojisi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2008:2649-<br />
55.<br />
2. Centers for Disease Control and Prevention. Biological<br />
and chemical terrorism: strategic plan for preparedness<br />
and response. Recommendations of the CDC Strategic<br />
Planning Workgroup. MMWR 2000;49(RR-4):1.<br />
3. Cundiff, JF, Cundiff, MY, Malone, JD, et al. Bioterrorism<br />
Readiness Plan: A Template for Healthcare Facilities.<br />
Atlanta, GA: Centers for Disease Control and Prevention,<br />
1999.<br />
4. Kaufmann, AF, Meltzer, MI, Schmid, GP. The economic<br />
impact of a bioterrorist attack: are prevention and postattack<br />
intervention programs justifiable? Emerg Infect Dis<br />
1997;3:83.<br />
5. Smith CG, Veenhuis PE, MacCormack JN. Bioterrorism. A<br />
new threat with psychological and social sequelae. NC<br />
Med J 2000;61:150.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 155
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Yoğun Bakım<br />
Doç. Dr. Dilara İnan<br />
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Antalya<br />
157
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Yoğun Bakım<br />
Yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’nde yatan hastalarda<br />
gelişen ateş önemli ve sık saptanan bir<br />
anormal bulgudur. Ateşin sebebi enfeksiyöz<br />
veya nonenfeksiyöz olabilmekte, fakat sebep ne<br />
olursa olsun ateşin varlığı hastanın tedavisinde<br />
değişikliklere yol açmaktadır. Ancak bazı<br />
YBÜ’lerde yeni saptanan ateş otomatik olarak<br />
pek çok testin istemini tetiklemekte, bu durum<br />
hem zaman alıcı, hem maliyeti artırıcı, hem de<br />
hasta ve personel için karışıklığa yol açabilecek<br />
şekilde gelişmektedir. Şüphesiz hasta da bundan<br />
etkilenmekte; gereksiz yere radyasyon alabilmekte,<br />
YBÜ’nün kontrollü ortamından çıkarılarak<br />
tetkikler için farklı bölümlere nakil edilebilmekte,<br />
gün içinde birkaç kez önemli miktarda<br />
kan alınabilmekte ve bu durum günlük<br />
olarak tekrarlanabilmektedir. Bütün bu nedenlerde<br />
YBÜ hastasında yeni saptanan ateş ihtiyatlı<br />
ve maliyet-etkin bir şekilde değerlendirilmelidir.<br />
ATEŞİN TANIMI<br />
Literatüre bakıldığında ateş tanımının biraz<br />
keyfi ve ne için tanımlandığına bağlı olarak<br />
farklı olabildiği görülmektedir. Bazı literatürlerde<br />
iç ısının 38oC’nin üzerinde olması ateş olarak<br />
tanımlanmaktadır. Buna karşın diğer bazı<br />
kaynaklarda; ardışık iki kez ölçülen 38.3oC ateş<br />
olarak kabul edilmektedir. Nötropenik hastalarda;<br />
ağızdan ölçülen ısının bir kez 38.3oC saptanması<br />
veya vücut ısısının bir saatten uzun<br />
38oC’nin üzerinde saptanması ateş olarak<br />
tanımlanmaktadır. Normal vücut ısısı genellikle<br />
37.0oC olarak kabul edilmektedir. Sağlıklı bireylerde<br />
bu ısı günlük sirkadyen ritm ve menstrüel<br />
siklusa göre 0.5-1.0oC değişebilmektedir.<br />
Yoğun bakım hastasında pek çok çevresel faktör<br />
vücut ısısını değiştirebilmektedir. Bunlar arasında;<br />
özel battaniyeler, sıcak lambalar, havalandırma<br />
sistemi, kardiyopulmoner by-pass,<br />
peritoneal lavaj, diyaliz, sürekli hemofiltrasyon<br />
vd. bulunmaktadır. Ayrıca, bazı ilaçlar da termoregülatuar<br />
merkezi bozabilmekte veya santral/otonom<br />
sinir sistemine hasar verebilmektedir.<br />
Bu nedenlerle, hastalardaki ısı değişikliklerinin<br />
fizyolojik süreç, ilaçlar veya çevresel faktörlere<br />
bağlı olup olmadığını belirlemek sıklıkla<br />
güçtür.<br />
Sonuçta bir genelleme yapıldığında, yoğun<br />
bakım hastasında vücut ısısı 38.3oC ve üzerin-<br />
158<br />
de saptandığında hasta ateşli kabul edilmeli,<br />
nedeninin enfeksiyon olup olmadığını tanımlamak<br />
adına çaba sarf edilmelidir. Öte yandan<br />
immünsüpresif hastalarda daha düşük dereceler<br />
anlamlı kabul edilebilir, çünkü bu hastalar,<br />
bağışıklık sistemi normal hastalara göre benzer<br />
ateş yanıtı oluşturamamaktadır. Ancak ateşli<br />
kabul edilen yoğun bakım hastalarında laboratuvar<br />
testleri, öncelikle ayrıntılı bir klinik değerlendirme<br />
yapıldıktan sonra saptanan duruma<br />
yönelik olarak istenmelidir.<br />
VÜCUT ISISININ ÖLÇÜM YERİ ve YÖNTEMİ<br />
Vücut ısısı güvenilir, tekrarlanabilir, emniyetli<br />
ve pratik bir ölçüm sağlayan bir yöntemle ölçülmelidir.<br />
Ölçüm için hangi alet kullanılıyorsa<br />
kalibre olmalı ve periyodik olarak kontrol edilmelidir.<br />
Pek çok otör tarafından, pulmoner arter<br />
kateter termistörleri, vücut iç ısısını ölçmekte<br />
diğer yöntemlere kıyasla “altın standart” kabul<br />
edilmektedir. Ancak her hastaya bu termistörlerin<br />
yerleştirilmesi mümkün değildir. Mümkün<br />
olsa bile, bu termistörler teknik performans anlamında<br />
eşit değildir. Mesaneye yerleştirilen sonda<br />
termistörleri intravasküler yerleştirilenlere eşit<br />
ölçümler sağlamaktadır. Daha az invaziv, sürekli<br />
okuma ve stabil ölçümler sağlamakta, idrar akış<br />
hızından etkilenmemektedir; ancak pahalıdır ve<br />
monitör gerektirmektedir. Özefagusun distal<br />
üçte birine yerleştirilen özefageal problar intravasküler<br />
ve mesane kateter termistörlerine benzer<br />
ölçümler sağlamaktadır. Ancak doğru yere<br />
yerleştirildiğini doğrulamak güçtür, çünkü radyoopak<br />
değillerdir. Ayrıca, uyanık ve spontan<br />
soluyan hastalarda rahatsızlık vericidir. Uzun<br />
süre takılı kalan hastalarda erozyon ve perforasyon<br />
riski olduğu için kritik hastalarda kullanımı<br />
pek pratik gözükmemektedir.<br />
Cıvalı veya elektronik prob şeklinde olabilen<br />
rektal termometreler yoğun bakım hastasında<br />
kullanılan geleneksel ölçüm yöntemidir. Rektal<br />
ısı vücut iç ısısına göre birkaç ondalık değer<br />
yüksek olabilmektedir. Hastalar açısından sıklıkla<br />
rahatsızlık vericidir. Rektuma yerleştirilebilmesi<br />
hastanın pozisyonu nedeniyle kısıtlanabilir.<br />
Ayrıca, özellikle nötropenik, koagülopatik<br />
ve yakın zamanda rektal ameliyat geçirmiş hastalar<br />
açısından düşünüldüğünde rektum travması<br />
veya perforasyonu düşük de olsa bulunmaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Ağızdan ısı ölçümü uyanık ve koopere hastalarda<br />
güvenli, kullanışlı ve rahat bir yöntemdir.<br />
Oral problar ağız mukozasını zedeleyebilmektedir,<br />
özellikle travma, termal hasar, enfeksiyon,<br />
cerrahi, kanser ve sitotoksik ilaçlara bağlı ağız<br />
mukozası hasarlanmış olan hastalarda sorun<br />
olabilmektedir. Kritik hastalarda entübasyon<br />
veya hasta kooperasyonun bozuk olabilmesi<br />
nedeniyle ağızdan ısı ölçümü pratik değildir.<br />
Timpanik membran ısısının hipotalamustaki<br />
ısıyı dolayısıyla vücut iç ısısını yansıttığı düşünülmektedir.<br />
Timpanik membrandan direkt<br />
ölçüm prob gerektirir, uyanık hastada oldukça<br />
ağrılıdır ve timpanik membranın perforasyon<br />
riski vardır. İnfrared kulak termometreleri ise<br />
timpanik membranın yaydığı radyan enerjiyi<br />
saptar. Kanalda veya membranda enflamasyon<br />
varsa veya eksternal kanalda tıkanma varsa<br />
doğru ölçüm yapamaz. Pek çok çalışmada infrared<br />
kulak termometreleriyle pulmoner arter<br />
kateter ölçümleri arasında uyum olmadığı gösterilmiştir.<br />
Temporal arter yüksek arteryel perfüzyon oranına<br />
sahip olduğu için cilt üzerinden ısısının<br />
ölçümü basit ve iç ısıyı noninvaziv ölçen bir<br />
yöntemdir. Ancak çevre ısısı ve terlemeden etkilendiğinden<br />
rektal ve özefageal ölçümlere kıyasla<br />
güvenilir değildir. Yoğun bakım hastasında<br />
temporal ve aksiller ölçüm önerilmemektedir.<br />
Benzer şekilde uygun ölçüm sağlamadığı için<br />
plastik strip termometrelerin de yoğun bakım<br />
hastasında kullanımı önerilmemektedir. Yoğun<br />
bakım hastasında vücut ısısı ölçümünde kullanılan<br />
yöntemler Tablo 1’de gösterilmiştir.<br />
Tablo 1. Yoğun bakım hastasında vücut ısısı<br />
ölçümünde kullanılan yöntemler<br />
En uygun yöntemler<br />
Pulmoner arter termistörü<br />
Mesane kateteri termistörü<br />
Özefageal prob ile ölçüm<br />
Rektal prob ile ölçüm<br />
Diğer kabul edilebilen yöntemler<br />
Oral prob ile ölçüm<br />
İnfrared kulak termometresi<br />
Önerilmeyen yöntemler<br />
Temporal arter termometresi<br />
Aksiller termometre<br />
Plastik strip<br />
Dilara İnan<br />
Ölçüm için hangi yöntem seçilirse seçilsin kullanılan<br />
aletlerin kalibrasyonu üretici firma önerileri<br />
dikkate alınarak mutlaka yapılmalı ve<br />
takip edilmelidir.<br />
YOĞUN BAKIM HASTASINDA ATEŞ<br />
Yoğun bakım hastasında yeni başlayan ≥ 38.3oC vücut ısısı hastanın klinik olarak değerlendirilmesi<br />
için sınır değer olarak kabul edilmelidir.<br />
Laboratuvar ve radyolojik incelemeler ancak<br />
klinik değerlendirme sonucunda gerek görülürse<br />
yapılmalıdır. Benzer şekilde < 36oC vücut<br />
ısısı da hipotermi olarak kabul edilmeli, hasta<br />
klinik olarak değerlendirilmelidir.<br />
Her zaman geçerli olmasa da, enfeksiyon dışı<br />
sebeplerin 38.9oC’nin üzerinde ateşe sebep<br />
olmayacağı belirtilmektedir. Vücut ısısı bu değeri<br />
geçtiğinde, ateşin nedeni olarak enfeksiyöz<br />
etyoloji düşünülmelidir. Ancak ilaç ateşi, kan<br />
transfüzyonuna sekonder ateş gibi enfeksiyon<br />
dışı durumlarda da vücut ısısı 38.9oC’yi aşabilmektedir.<br />
YOĞUN BAKIM HASTASINDA ENFEKSİYON<br />
DIŞI ATEŞ NEDENLERİ<br />
Yoğun bakım hastasında enfeksiyon dışı ateş<br />
nedenleri Tablo 2’de sunulmuştur.<br />
İlaç ateşi; yoğun bakım hastasında nonenfeksiyöz<br />
ateşin sık görülen sebeplerinden<br />
birisidir. Her ilaç hipersensitivite yoluyla ateşe<br />
sebep olabilir. Hipersensitivite reaksiyonu sadece<br />
ateş oluşumundan hayatı tehdit eden reaksiyonlara<br />
(nevirapin, abakavir) değişebilir. Bazı<br />
ilaçlar veriliş yerinde sebep oldukları enflamasyon,<br />
bazıları dağıtım sıvılarının içerdiği pirojenler,<br />
bazıları ateş oluşumunu tetikleyerek veya<br />
termoregülasyonu değiştirerek ateşe sebep<br />
olmaktadır.<br />
İlaç ateşine sebep olan ilaç grupları içinde en sık<br />
antimikrobiyaller, antiepileptikler, antiaritmikler<br />
ve antihipertansifler gelmektedir. Bu ilaçların<br />
sebep olduğu ateşin belirli bir karakteristiği<br />
yoktur. Ateş, genellikle ilaç verildikten hemen<br />
sonra görülmez, günler sonra ortaya çıkar. Bir<br />
çalışmada sorumlu ilaç ile ateş arasında ortalama<br />
21 gün (ortanca sekiz gün) olduğu gösterilmiş,<br />
sorumlu ilaç kesildikten bir-üç gün sonra<br />
ateşin normale döndüğü bazen bu sürenin yedi<br />
güne uzayabildiği gösterilmiştir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 159
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Yoğun Bakım<br />
Tablo 2. Yoğun bakım hastasında enfeksiyon<br />
dışı ateş nedenleri<br />
Akut miyokard enfarktüsü<br />
Adrenal yetmezlik<br />
ARDS’nin fibroproliferatif fazı<br />
Dressler sendromu<br />
Felç<br />
Gastrointestinal kanama<br />
Gut<br />
Hematom<br />
Heterotopik ossifikasyon<br />
İlaç ateşi<br />
İmmün rekonstrüksiyon inflamatuvar sendromu<br />
İntrakraniyal kanama<br />
İskemik bağırsak<br />
Jarisch-Herxheimer reaksiyonu<br />
Kan ürünleri transfüzyonu<br />
Pankreatit<br />
Pulmoner enfarktüs<br />
Pnömonitis (enfeksiyon olmadan)<br />
Siroz (peritonit olmadan)<br />
Sitokin aracılı ateş<br />
Taşsız kolesistit<br />
Tiroid fırtınası<br />
Transplant reddi<br />
Tümör lizis sendrom<br />
Venöz tromboz<br />
Yağ embolisi<br />
ARDS: Akut solunum sıkıntısı sendromu.<br />
İlaç ateşinin tanısı genellikle ateş ile başlanan ve<br />
kesilen ilaç arasındaki ilişkinin gözlenmesiyle<br />
konur. Hasta klinik olarak nispeten iyidir.<br />
Laboratuvar bulguları olarak; lökositoz, sola<br />
kayma, eozinofili, sedimentasyonda artış, AST/<br />
ALT’de hafif ve geçici yükselmeler saptanabilir,<br />
ancak bu bulguların görülmesi şart değildir.<br />
Yoğun bakım hastalarında iki önemli sendroma<br />
dikkat edilmelidir; malign hipertermi ve nöroleptik<br />
malign sendrom. Her ikisinde de ateş çok<br />
yüksektir ve tedavi edilmezlerse öldürücü olabilmektedirler.<br />
Malign hipertermi yoğun bakımdan<br />
çok ameliyathanede rastlanan bir durumdur<br />
ancak özellikle hasta steroid alan bir hastaysa<br />
başlangıcı 24 saate kadar gecikebilir. En sık<br />
sorumlu ilaç süksinilkolin ve halotan başta<br />
160<br />
olmak üzere inhale anestetiklerdir. Nöroleptik<br />
malign sendrom ise nadir ancak yoğun bakım<br />
hastalarında malign hipertermiye göre daha sık<br />
görülen bir durumdur. Antipsikotik nöroleptik<br />
ilaçlarla (fenotiazinler, tioksantenler ve butirifenonlar)<br />
ilişkilidir. Yoğun bakım hastalarında en<br />
çok bildirilen ilaç haloperidoldür. Kas rijiditesi,<br />
jeneralize ateş ve kreatinin fosfokinaz seviyelerinde<br />
artma görülür.<br />
Bazı ilaçların kesilmesi de ateşe sebep olabilmektedir.<br />
Alkol, opiyatlar (metadon), barbitüratlar<br />
ve benzodiazepin bu tür febril sendromlarla<br />
bir arada olabilmektedir. Hasta yoğun<br />
bakıma başvurduğunda bu tür ilaçları aldığına<br />
dair öyküye ulaşmak mümkün olmayabilir.<br />
Çekilme ve buna bağlı ateş başvurudan saatler<br />
veya günler sonra gelişebilir.<br />
Kan ürünlerinin transfüzyonu sonrası ateş<br />
%0.5 oranında görülmektedir ve en fazla trombosit<br />
transfüzyonu sonrası gelişmektedir. Ateş<br />
genellikle kan ürünü transfüzyonu başladıktan<br />
30 dakika-iki saat sonra başlar, 2-24 saat sürebilir<br />
ve üşüme-titremeye sebep olur.<br />
ARDS’nin kronik fazına ilerleyen hastalar pulmoner<br />
fibroproliferasyon ve ateş ile karakterizedir.<br />
Steroid tedavisi mortaliteyi düşürmektedir.<br />
Ancak bazı otörler steroid tedavisi öncesinde<br />
açık akciğer biyopsisi yapılmasını, ARDS’nin<br />
fibroproliferatif fazının histolojik bulgularının<br />
elde edilmesini ve enfeksiyonun ekarte edilmesini<br />
önermektedir.<br />
Taşsız kolesistit yoğun bakım hastalarının<br />
%1.5’inde görülmektedir. Nadir görülmesine<br />
rağmen önemli enfeksiyon dışı ateş sebeplerindendir.<br />
Sıklıkla tanınmaz ve hayatı tehdit edebilir.<br />
Eğer varsa sağ üst kadran ağrısı klinisyeni<br />
uyarır ama genellikle bulunmaz. Ateşin yanı sıra<br />
bulantı ve kusma görülebilir. Tanının konabilmesi<br />
ancak şüphelenilmesiyle mümkündür.<br />
Ultrasonla duvar kalınlığının gösterilmesi tanıya<br />
götüren en önemli bulgudur.<br />
Derin ven trombozu olan hastalarda ateş görülebilmektedir<br />
ancak venöz trombozun diğer bulguları<br />
olmadan sadece ateş görülmesi beklenen<br />
bir durum değildir. Bu nedenle sadece ateşi olan<br />
yoğun bakım hastalarında rutin venografi başlangıç<br />
tanısal incelemeleri içinde önerilmemektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Atelektazinin ateş sebepleri arasındaki rolü açık<br />
değildir, pulmoner enfeksiyon olmadan ateşe<br />
sebep olmadığı düşünülmektedir.<br />
ATEŞİ OLAN YOĞUN BAKIM HASTASINA<br />
GENEL YAKLAŞIM<br />
Açık bir şekilde enfeksiyon odağı olan hastalarda<br />
(pürülan burun akıntısı, karın hassasiyeti,<br />
belirgin ishal gibi) odağa yönelik tanısal çalışmalar<br />
başlatılmalıdır. Ancak hastada klinik olarak<br />
belirgin bir enfeksiyon odağı yoksa ve hastanın<br />
klinik olarak kötüleştiğine dair bulgular<br />
(kan basıncında düşme, idrar çıkışında azalma,<br />
bilinçte değişiklik, serum laktat seviyesinde<br />
yükselme, trombosit sayısında düşme) yoksa ve<br />
ateş 39o C’nin üzerinde değilse kan kültürleri<br />
alınarak ileri tetkikler yapılmadan ve ampirik<br />
antibiyotik tedavisi başlanmadan hastanın 48<br />
saat gözlenmesi önerilmektedir. Bu gözlem<br />
süresinin sonunda ateş devam ediyorsa, tüm<br />
olası odaklara yönelik kültürler alınarak ve<br />
ampirik antibiyotik tedavisi başlanarak ileri tetkiklerle<br />
hasta değerlendirilmelidir.<br />
Dilara İnan<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Cunha BA. Drug fever: the importance of recognition.<br />
Postgrad Med 1986;80:123-9.<br />
2. Cunha BA. Fever in the intensive care unit. Intensive Care<br />
Med 1999;25:648-51.<br />
3. Laupland KB, Shahpori R, Kirkpatrick AW, et al.<br />
Occurrence and outcome of fever in critically ill adults.<br />
Crit Care Med 2008;36:1531-5.<br />
4. Marik PE. Fever in the ICU. Chest 2000;117:855-69.<br />
5. O’Grady NP, Barie PS, Bartlett JG, et al. Guidelines for<br />
evaluation of new fever in critically ill adult patients: 2008<br />
update from the American College of Critical Care<br />
Medicine and the Infectious Diseases Society of America.<br />
Crit Care Med 2008;36:1330-49.<br />
6. Ryan M, Levy MM. Clinical review: fever in intensive care<br />
unit patients. Crit Care 2003;7:221-5.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 161
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Nötropenik Hasta<br />
Prof. Dr. Serpil Erol<br />
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Erzurum<br />
163
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Nötropenik Hasta<br />
Nötrofiller konak savunma mekanizmalarının<br />
en önemli komponentlerinden biridir.<br />
Nötropeni varlığında enfeksiyon riskinin arttığı<br />
ilk kez 1966 yılında Bodey ve arkadaşları tarafından<br />
gösterilmiştir. Bu hastalarda enfeksiyon<br />
riski nötropeninin süresine ve derinliğine paralel<br />
olarak artmaktadır. Nötropenik hastalarda<br />
enflamasyon yanıtı azaldığından ateş çoğu kez<br />
enfeksiyonun tek belirtisi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Bu nedenle bu hastalarda enfeksiyona<br />
bağlı ve enfeksiyon dışı ateş ayırımını yapmak<br />
çoğu kez mümkün olmamaktadır. Nötropenik<br />
hastalardaki enfeksiyonların tedavisindeki<br />
gecikmeler ciddi mortalite artışına neden olduğundan<br />
genellikle ateşin nedeninin enfeksiyon<br />
olup olmadığına bakılmaksızın bu hastalarda<br />
uygun antibiyotik tedavilerine zaman kaybedilmeden<br />
başlanılmaktadır. Bununla birlikte hastaların<br />
ancak %50-60’ında ateş nedeni olarak<br />
klinik ve mikrobiyolojik olarak ortaya konmuş<br />
enfeksiyonlar gösterilmektedir. Yaklaşık %40’lık<br />
bir hasta grubunda ise enfeksiyon odağı ve<br />
etkeni saptanamamaktadır. Retrospektif bir<br />
çalışmada hematopoietik kök hücre nakli veya<br />
kemoterapi için başvuran hastada hospitalizasyon<br />
periyodunda ortaya çıkan 143 ateş atağının<br />
27’sinde invaziv bakteriyel, beşinde fungal,<br />
üçünde viral, 20’sinde olası enfeksiyon, 20’sinde<br />
graft versus host hastalığı, 22’sinde ilaçlar, yedisinde<br />
transfüzyon reaksiyonu ateş nedeni olarak<br />
saptanmış, 39 atakta ateş etyolojisi belirlenememiştir.<br />
Özellikle persistan veya tekrarlayan<br />
ateşi olanlarda dirençli patojenlerle meydana<br />
gelen enfeksiyonlar ve fungal enfeksiyonlara<br />
ek olarak enfeksiyon dışı nedenler düşünülmeli<br />
ve araştırılmalıdır. Bu hasta grubunda enfeksiyon<br />
dışı ateş nedeni olarak bleomisin ve sitozin<br />
arabinozid gibi sitotoksik kemoterapi ajanları,<br />
vankomisin, amfoterisin, biyolojik yanıt düzenleyiciler<br />
(interferon, IL-2, koloni stimüle edici<br />
faktörler vb.) gibi ilaçlar, trombofilebit, transfüzyon<br />
reaksiyonları, hastalığın kendisi, hematom<br />
rezorbsiyonu en sık karşılaşılanlardır.<br />
Hodgkin hastalığı, lösemiler, lenfomalar, böbrek<br />
kanserleri, kemik kanserleri, sürrenal kanserler<br />
ve hipotalamus tümörleri sıklıkla ateşe<br />
neden olur. Meme, akciğer ve kolon kanserleri<br />
de karaciğer metastazı yaptıklarında ateş ortaya<br />
çıkabilir. Bağırsak, mide, idrar yolu veya solunum<br />
sistemini tıkayan herhangi bir tümör de<br />
ateşe yol açabilir. Bu hastalarda ateş periyodik<br />
164<br />
nöbetler halinde gelebileceği gibi, ara sıra veya<br />
günün belli bir saatinde de ortaya çıkabilir ya da<br />
günler ve haftalar boyunca hiç yükselmeyebilir.<br />
Ayrıca, graft versus host hastalığı, tümör embolizasyonu,<br />
eşlik eden diğer hastalıklar; kollajen<br />
doku hastalıkları, santral sinir sisteminde kanama<br />
veya inme gibi hastalıklar da ateş nedeni<br />
olabilir.<br />
Nötropenik hastalarda ateş etyolojisini araştırırken<br />
dikkatli bir öykü alınmalı, fizik inceleme<br />
yapılmalıdır. Tüm vücut sistemleri dikkatlice<br />
gözden geçirilmeli ve eşlik eden başka hastalıklar<br />
sorgulanmalıdır. Ancak buna rağmen ateş<br />
nedenini ortaya koymak çoğu zaman mümkün<br />
olmamaktadır. Ateş paterni enfeksiyöz ve enfeksiyon<br />
dışı sebeplerin ayırt edilmesinde işe yaramaz.<br />
CRP, proenflamatuvar sitokinler ve solubl<br />
adezyon moleküllerinin serum ve plazma<br />
düzeylerinin enfeksiyöz ve enfeksiyon dışı<br />
nedenlerin ayırt edilmesindeki rolüne ilişkin<br />
veriler ise çelişkilidir. Buna karşın serum prokalsitonin<br />
düzeyleri bakteriyel ve fungal enfeksiyonlarda,<br />
viral enfeksiyonu, enfeksiyon dışı<br />
ateşi veya nedeni bilinmeyen ateşi olan hastalara<br />
göre daha yüksek bulunmaktadır. Ancak<br />
noninvaziv lokal enfeksiyonların, enfeksiyon<br />
dışı ateş nedenlerinden ayırt edilmesinde prokalsitoninin<br />
IL-6 ve C-reaktif proteine üstünlüğü<br />
gösterilememiştir. Neoplastik ateşi enfeksiyon<br />
ateşinden ayırmada naproksen testi de<br />
yararlı olabilir.<br />
Sonuç olarak; ateşi olan nötropenik hastalarda<br />
ateş her zaman enfeksiyon göstergesi olmamasına<br />
karşın, enfeksiyon dışı nedenlerin ortaya<br />
konmasındaki zorluklar ve enfeksiyon tedavisindeki<br />
gecikmelerin bu hasta grubunda yol<br />
açacağı önemli sonuçlar dikkate alındığında<br />
ateş etyolojisini araştırırken aynı zamanda<br />
uygun ampirik antienfektif tedaviye de zaman<br />
kaybetmeden başlanması akılcı bir yaklaşımdır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Alejandria MM. Utility of naproxen in the differential<br />
diagnosis of fever of undetermined orgin in patients with<br />
cancer: a commentary. Phil J Microbiol Infect Dis<br />
1999;28:73-4.<br />
2. Arber C, Passweg JR, Fluckiger U, et al. C reactive protein<br />
and fever in neutropenic patients. Scand J Infect Dis<br />
2000;32:515-20.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Bodey GB, Buckley M, Sahte YS, Freireich EJ. Quantitative<br />
relationships between circulating leukocytes and infection<br />
in patients with acute leukemia. Ann Intern Med<br />
1966;64:328-40.<br />
4. Bodey GP, Rolston KVI. Management of fever in neutropenic<br />
patients. J Infect Chemother 2001;7:1-9.<br />
5. Cleary JF. Fever and sweats: including the immunocompromised<br />
hosts. In: Berger A, Portenoy RK, Weissman DE<br />
(eds). Principles and Practice of Supportive Oncology.<br />
Philadelphia: Lippincott-Raven Publishers, 1998:119-31.<br />
6. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />
guideline for the use of antimicrobial agents in neutropenic<br />
patients with cancer: 2010 update by Infectious<br />
Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2011;52:e56e93,<br />
doi:10.1093/cid/cir073.<br />
Serpil Erol<br />
7. Sakr Y, Tuche SF, Reinhart BK. The role of procalcitonin in<br />
febril neutropenic patients: review of literature. Infection<br />
2008:396-47.<br />
8. Serody JS, Kelley M, Cohen MS. Infection in the immunocompromised<br />
host. In: Brilmann C, Quenzer RW (eds).<br />
Infectious Diseases in Emergency Medicine. 2 nd ed.<br />
Philadelphia: Little Brown, 1998:317-37.<br />
9. Sudhoff T, Giagounidis A, Karthaus M. Serum and plasma<br />
parameters in clinical evaluation of neutropenic fever.<br />
Antibiot Chemother 2000;50:10-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 165
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Postoperatif<br />
Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />
SB Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
1. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
167
Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />
Postoperatif<br />
İnsanlarda normal vücut ısısı termoregülatuar<br />
sistem tarafından 37°C civarında korunmaktadır.<br />
Termoregülasyonda, vazokonstrüksiyon,<br />
titreme, terleme ya da vazodilatasyon gibi<br />
mekanizmalar bulunmaktadır ve genel anestezi<br />
durumunda bu mekanizmalarda birtakım<br />
hasarlar oluşabilir. Genel anestezinin söz konusu<br />
mekanizmalar üzerindeki baskılayıcı etkisi<br />
çoğunlukla doza bağımlı olup perioperatif<br />
hipotermi ile sonuçlanmaktadır. Perioperatif<br />
hipotermi hastanın genel anestezi sırasında ısıtılması<br />
ile engellenebilir. Bu dönemde ateş<br />
vücut ısısının kontrollü bir artışı olarak tanımlanmaktadır<br />
ve sıkça görülmektedir. Bu nedenle<br />
erken dönemde gelişen ateş nadiren enfeksiyon<br />
nedenlidir.<br />
Postoperatif dönemde gelişen ateş çoğunlukla<br />
tanıya yönelik bir dizi girişim ile sonuçlanır.<br />
Özellikle elektif şartlarda uygulanan operasyonlarda,<br />
erken dönemde gelişen ateş, genel bir<br />
hasta başı değerlendirme ile aydınlatılabilmektedir.<br />
Nedenin enfeksiyon olmadığı anlaşıldığında<br />
ise genellikle atelektazi düşünülmektedir.<br />
Bu yaygın kabul gören bilginin aksine, bir çalışmada,<br />
kardiyak operasyon sonrası vücut ısısı ve<br />
atelektazi açısından günlük izlenim uygulanan<br />
100 hastanın değerlendirilmesi sonunda, ateş<br />
ve atelektazi arasında anlamlı bir ilişki olmadığı<br />
saptanmıştır.<br />
Enfeksiyon kaynaklı ateş, eğer hastada başka<br />
bir enfeksiyon odağı yoksa genellikle üçüncü<br />
günden sonra ortaya çıkar. Enfeksiyon dışı ateşin<br />
nedenleri arasında ise ameliyat travması,<br />
hematom, dikiş reaksiyonu, ilaçlar, transfüzyon<br />
reaksiyonları, pulmoner emboli, derin ven<br />
trombozu ve intestinal iskemi söz konusudur.<br />
Postoperatif ateş değerlendirmesinde en önemli<br />
sorun ateşin, enfeksiyon ve enfeksiyon dışı<br />
nedenlerinin ayırımının kolay yapılamamasıdır.<br />
Zaman ile ilişkisi değerlendirilerek farklı sınıflandırmalar<br />
yapılmakta ve olası nedenleri ateşin<br />
geliştiği süreye göre öngörülmeye çalışılmaktadır.<br />
Bu sınıflandırmalardan biri erken<br />
(operasyondan saatler sonra), akut (1 hafta),<br />
subakut (1-4 hafta) ve geç dönem (1aydan<br />
sonra) olarak yapılmıştır. Erken dönemde gelişen<br />
ateşin enfeksiyon dışı nedenleri arasında<br />
travma, ilaçlar ve malign hipertermi yer almaktadır.<br />
Akut sınıfında ise pankreatit, miyokardi-<br />
168<br />
yal enfarkt, pulmoner emboli, trombofilebit ve<br />
akut gut bulunmaktadır. Subakut ateşin nedenleri<br />
ise trombofilebit, antibiyotik ilişkili ishal ve<br />
ilaçlar olabilirken, geç dönem ateş çoğunlukla<br />
enfeksiyon nedenli görülmektedir.<br />
Bir başka sınıflandırmada ilk 48 saat içinde gelişen<br />
enfeksiyon dışı ateş nedenleri arasında ilaçlar,<br />
malign hipertermi, miyokardiyal enfarkt,<br />
operasyon dokusunun enfarktı, operasyona<br />
karşı gelişen enflamatuvar yanıt, transfüzyon<br />
reaksiyonu, hiperakut transplant reddi, hematom,<br />
dikiş reaksiyonu, hipertiroidi ve feokromositoma<br />
yer almaktadır. Operasyon sonrası 3-7<br />
gün içinde ise ilaçlar, alkol yoksunluğu, yağ<br />
embolisi, kavernöz sinüs trombozu, miyokardiyal<br />
enfarkt, geç transfüzyon reaksiyonu, gut,<br />
pankreatit, adrenal yetmezlik, hipertiroidi ve<br />
dikiş reaksiyonu olabilmektedir. Bir haftadan<br />
sonra derin ven trombozu, pulmoner emboli,<br />
kavernöz sinüs trombozu, akut transplant reddi<br />
veya altta yatan malign hastalık nedenli ateş<br />
görülebilmektedir.<br />
Ateş ile ilişkili olabilecek ilaçlar;<br />
Antimikrobiyal ilaçlar<br />
Beta-laktamlar<br />
Florokinolonlar<br />
Glikopeptidler<br />
Sülfonamidler<br />
Nitrofurantoin<br />
Rifampin<br />
Amfoterisin B<br />
Kardiyovasküler ilaçlar<br />
Tiazid diüretikler<br />
Furosemid<br />
Spironolakton<br />
Hidralazin<br />
Kinidin<br />
Alfa metildopa<br />
Antikonvülzan<br />
Fenitoin<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Diğer<br />
Heparin<br />
Salisilatlar<br />
Nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar<br />
Allopürinol<br />
Propiltiyourasil<br />
Enfeksiyon saptanamayan durumlarda, enfeksiyon<br />
dışı olası nedenler düşünülürken ateşin<br />
görülme zamanı tanıya yardımcı olabilecek bir<br />
öngörü sağlayabilir. Ancak kimi araştırmacılar<br />
ateşin başlama zamanını öncelikli olarak dikkate<br />
almayı ve erken dönemde gelişen ateş durumunda<br />
enfeksiyon varlığını değerlendirmek<br />
amacıyla gereksiz çok sayıda tetkik yapılmamasını<br />
vurgulamaktadır. Her durumda hastalarda<br />
iyi bir fizik inceleme yapılması ön planda önerilmektedir.<br />
Bu şekilde hastalarda gereksiz antibiyotik<br />
kullanımı da engellenmiş olacaktır.<br />
Ateşin nedeninin tam olarak saptanmadığı<br />
durumlarda antibiyotik tedavisi hem gerçek<br />
nedenin tedavisini engellemekte hem de hekime<br />
yalancı bir güven hissi vermektedir.<br />
Operasyon uygulanan hastalarda postoperatif<br />
antipiretik kullanımı, müdahale yapılmadan<br />
gelişen ateş ve nedenleri yaklaşımını karmaşık<br />
hale getirebilir. Bu nedenle ateş izleminde hastaya<br />
uygulanan ilaç tedavileri de dikkate alınmalıdır.<br />
Postoperatif ateşi olan hastadan çok sayıda tetkik<br />
istenmeden önce iyi bir öykü ve fizik inceleme<br />
yapılması sıkça vurgulanan bir yaklaşımdır.<br />
Bu tür hastalara yaklaşımda ateşin önemli ve<br />
çabuk müdahale gerektirecek bir nedeninin<br />
olup olmadığının açığa kavuşturulması, enfeksiyon<br />
dışı nedenlerin de düşünülmesini zorunlu<br />
kılmaktadır.<br />
F. Şebnem Erdinç<br />
Ateşin nedeninin enfeksiyon olduğunun gösterilmesi<br />
tedaviyi doğru yönde destekleyecektir.<br />
Enfeksiyon ayrımında kullanılan C-reaktif protein,<br />
kan lökosit sayısı gibi laboratuvar testleri<br />
operasyon travmasına bağlı da artış gösterebileceğinden<br />
tanıya spesifik olarak katkı sağlamamaktadır.<br />
Son yıllarda enfeksiyon tanısında<br />
sıkça adı geçen prokalsitoninin postoperatif<br />
hastalarda gelişen ateşin değerlendirilmesinde<br />
de kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Bir<br />
çalışmada elektif kardiyak cerrahi uygulanan<br />
100 hasta izlenmiş, 16’sında postoperatif enfeksiyon<br />
saptanmıştır. Bu hastalarda prokalsitonin<br />
düzeylerinin üçüncü günde pik yaptığı ve<br />
C-reaktif protein ve lökositoza göre anlamalı<br />
oranda yüksek olduğu görülmüştür.<br />
Prokalsitonin, postoperatif ikinci günden sonra<br />
1.5 ng/mL’den yüksek olduğunda, enfeksiyon<br />
için %93 duyarlı, %80 özgül bulunmuştur.<br />
Enfeksiyon dışı neden söz konusu olduğunda<br />
buna yönelik tedavi yapılması gerekecektir. Bu<br />
şekilde, farklı bir tedavi gerektiren önemli ve<br />
acil sorunlar ertelenmemiş olacaktır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Ballestas HC. Postoperative fever: to what is the body<br />
really responding? AORN J 2007;86:983-8.<br />
2. Engoren M. Lack of association between atelectasis and<br />
fever. Chest 1995;107:81-4.<br />
3. Frank SM, Kluger MJ, Kunkel S. Elevated thermostatic<br />
setpoint in postoperative patients. Anesthesiology 2000;<br />
93:1426-31.<br />
4. Jebali MA, Hausfater P, Abes Z, Aouni Z, Riou B, Ferjani<br />
M. Assessment of the accuracy of procalcitonin to diagnose<br />
postoperative infection after cardiac surgery.<br />
Anesthesiology 2007;107:232-8.<br />
5. Lenhardt R. The effect of anesthesia on body temperature<br />
control. Front Biosci (Schol Ed) 2010;2:1145-54.<br />
6. Pile JC. Evaluating postoperative fever: a focused approach.<br />
Cleveland Clin J Med 2006;73:(Suppl 1): S62-S6.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 169
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Literatür 2011:<br />
Viral Hepatitler<br />
Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Trabzon<br />
171
Literatür 2011:<br />
Viral Hepatitler<br />
Kliniği ilk olarak Hipokrat tarafından tarif<br />
edilen viral hepatit etkenlerinin [hepatit A<br />
virüsü, hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü<br />
(HCV), hepatit D virüsü, hepatit E virüsü,<br />
hepatit G virüsü…..] günümüzde tanı, tedavi<br />
ve klinik önemleri konusunda çalışmalar olanca<br />
hızıyla devam etmektedir. Neden oldukları<br />
ciddi karaciğer hastalıklarından (fulminan<br />
hepatit, siroz, karaciğer yetmezliği, hepatoselüler<br />
karsinom) yılda 1 milyondan fazla kişinin<br />
öldüğü tahmin edilmektedir.<br />
Viral hepatit için PubMed veri tabanında son<br />
bir yılda 3223 makalenin yayınlandığı görülmüştür.<br />
Bu yayınların 25’i Türkiye’den yapılmıştır.<br />
Yayınlar değerlendirildiğinde sekizinin<br />
kılavuz, 20’sinin meta-analiz, 84’ünün randomize<br />
kontrollü çalışma, 297’sinin derleme ve<br />
164’ünün klinik çalışma olduğu görülmüştür.<br />
Araştırmaların içeriği incelendiğinde daha çok<br />
viral hepatitlerin yeni tanı yöntemleri ile ilgili<br />
yayınların ön planda yer aldığı gözlenmiştir.<br />
Özellikle karaciğer fibrozisinin göstergeleri olabilecek<br />
biyomarkırlar ve FibroScan üzerine<br />
çalışmalar mevcuttur. Ayrıca, mevcut tedavilerin<br />
etkinliği ile ilgili çalışmalar ve yeni tedavi<br />
seçenekleri ile ilgili çalışmalar dikkati çekmektedir.<br />
Liu ve arkadaşlarının Şubat 2011 tarihinde Gut<br />
dergisinde yayınladıkları ve bazı hastalarda<br />
antiviral direnç saptanamamasına rağmen<br />
neden tedavi yanıtsızlığı olduğunu araştırdıkları<br />
“Evolutionary patterns of hepatitis B virus<br />
quasispecies under different selective pressures:<br />
correlation with antiviral efficacy” başlıklı çalışmalarında,<br />
entekavir tedavisinin erken dönemlerinde<br />
yanıtlı ve kısmi yanıtlı kronik hepatit B<br />
hastaları arasında farklı quasispecies’in varlığından<br />
söz etmektedirler. <strong>Tedavi</strong>nin ilk dört<br />
haftası boyunca HBV quasispecies’deki değişikliklerin<br />
uzun dönem virolojik yanıtı tahmin<br />
ettirebileceğini bildirmişlerdir. Yine benzer olarak<br />
farklı nükleozid analoğu alan kısmi yanıtlı<br />
ve yanıtsız hastalarda HBV revers transkriptaz<br />
quasispecies’in ilaç direncinin yeni bir mekanizması<br />
olabileceğini ve bu konuda daha fazla<br />
araştırmalara gerek olduğunu belirtmişlerdir.<br />
172<br />
Woo ve arkadaşları Gastroenterology dergisi<br />
Ekim 2010 139. sayıda “Tenofovir and entecavir<br />
are the most effective antiviral agents for chronic<br />
hepatitis B: a systematic review and Bayesian<br />
meta-analyses” başlıklı tedavi-naiv kronik hepatit<br />
B’li hastalarda tüm hepatit B ilaçlarının etkinliklerini,<br />
seçilen randomize kontrollü klinik<br />
çalışma sonuçlarına göre karşılaştıran bir metaanalizi<br />
yayınlamışlardır. Bu meta-analizde yazarlar<br />
mevcut hepatit B tedavilerini (entekavir,<br />
tenofovir, adefovir, lamivudin, telbivudin, pegile<br />
interferon) HBV-DNA, ALT normalleşmesi,<br />
histolojik iyileşme, HBeAg serokonversiyonu ve<br />
HBsAg kaybı açısından karşılaştırmışlardır.<br />
Çalışmanın sonucunda HBeAg-pozitif kronik<br />
HBV’li hastalar için entekavir ve tenofovirin en<br />
etkili tedaviler olduğunu vurgulamışlardır.<br />
Kronik HCV enfeksiyonu tedavisi ile ilgili<br />
yayınlar incelendiğinde ise şu anda mevcut<br />
tedavi rejimleri ile hastaların %50’sinden daha<br />
azında kalıcı virolojik yanıtın alındığı görülmektedir.<br />
Kalıcı virolojik yanıtın düşük olması<br />
yeni tedavi arayışlarına neden olmaktadır. Son<br />
bir yıl içinde bu konuda birçok yayının olduğu<br />
görülmektedir. Kwo ve arkadaşlarının Lancet<br />
Ağustos 2010 376. sayıda “Efficacy of boceprevir,<br />
an NS3 protease inhibitor, in combination<br />
with peginterferon alfa-2b and ribavirin in treatment-naive<br />
patients with genotype 1 hepatitis C<br />
infection (SPRINT-1): an open-label, randomised,<br />
multicentre phase 2 trial” başlıklı çalışmalarında<br />
PEG-IFN alfa-2b + ribavirin tedavisine<br />
eklenen boseprevirin etkinliğini test etmişlerdir.<br />
Çalışmanın sonucunda kronik hepatit C enfeksiyonlarında<br />
dört hafta PEG-IFN + ribavirin<br />
tedavisi sonrası eklenen boseprevir ile toplam<br />
48 haftalık tedavi, yüksek kalıcı virolojik yanıt<br />
oranı ve düşük breakthrough ve relapsla oldukça<br />
etkin olarak belirtilmiştir.<br />
Sonuç olarak; diğer alanlarda olduğu gibi, viral<br />
hepatitlerde de güncel literatürü takip etmek<br />
yeni yaklaşımlar açısından zorunlu ve önemlidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Literatür 2011:<br />
Antimikrobiyal Direnç<br />
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />
Rize Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Rize<br />
173
Literatür 2011:<br />
Antimikrobiyal Direnç<br />
Antimikrobiyal direnç ve buna ilişkin araştırmalara<br />
yoğun bir şekilde devam edilmektedir.<br />
Bu sunuda antimikrobiyal dirence<br />
ilişkin makaleler arasından seçilen, ikisi 2010<br />
yılında ve biri 2011 yılında yayınlanan toplam<br />
üç makale kısaca özetlenmeye çalışılmıştır.<br />
Bunlardan ilki Lambert ve arkadaşları tarafından<br />
yapılmış, kesitsel bir araştırmadır. Bu çalışma<br />
yoğun bakım ünitelerinde bulunan hastaların<br />
sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar açısından<br />
yüksek risk altında oldukları, bu enfeksiyona<br />
yol açan patojenlerin bazılarının tedaviye<br />
direnç gösterdikleri esası üzerine kurulmuş<br />
olup, çalışmada yoğun bakım ünitelerinde kan<br />
yoluyla yayılan enfeksiyonlar ve pnömoni gelişimi<br />
nedeniyle artmış mortalite ve uzamış hastanede<br />
kalış sürelerinin değerlendirilmesi esas<br />
alınmıştır.<br />
Çalışmada, yoğun bakım ünitelerinde kalan,<br />
hasta bakımı ile ilişkili sürveyans raporları<br />
Avrupa standartlarında hazırlanmış olan raporlar<br />
analiz edilmiş, en sık saptanan ajan patojenler<br />
esas alınmıştır.<br />
Direnç kavramı olarak; Acinetobacter ve<br />
Pseudomonas için seftazidime direnç, Escherichia<br />
coli için üçüncü kuşak sefalosporine direnç,<br />
Staphylococcus aureus için oksasiline direnç varlığı<br />
kabul edilmiştir. Yirmi farklı maruz kalma<br />
şekli tanımlanmış ve bu tanımlamalarda enfeksiyon<br />
sahası, mikroorganizma ve direnç durumu<br />
esas alınmıştır. İstatistiksel analiz olarak<br />
zaman bağımlı regresyon analizi kullanılmış,<br />
hastaların maruz kalma ve maruz kalmama<br />
durumlarındaki sonuçları karşılaştırılmıştır.<br />
01 Ocak 2005-31 Aralık 2008 tarihleri arasındaki<br />
sürede, Avrupa’daki 10 ülkenin yoğun<br />
bakım ünitelerinde 2-537 gün boyunca kalan<br />
toplam 119.699 hastanın sonucuna ulaşılmıştır.<br />
Pnömoni için risk; ilaca duyarlı S. aureus için<br />
1.7 kat artmış (%95 GA 1.4-1.9), ilaca dirençli<br />
Pseudomonas aeruginosa için 3.5 kat artmış olarak<br />
bulunmuştur (2.9-4.2). Kan yoluyla yayılan<br />
enfeksiyonlar için risk; ilaca duyarlı S. aureus<br />
için 2.1 kat (1.6-2.6), ilaca dirençli P. aeruginosa<br />
için 4.0 kat artmış olarak bulunmuştur (2.7-<br />
5.8). Çalışmada antimikrobiyal dirence bağlı<br />
ölüm riski; pnömoni için 1.2 kat (1.1-1.4), kan<br />
yoluyla yayılan enfeksiyonlarda (her dört etken<br />
patojen için de) 1.2 kat (0.9-1.5) artmış olarak<br />
bulunmuştur. İçlerinde en yüksek risk S. aureus<br />
174<br />
için bulunmuştur. S. aureus’un; pnömoni için<br />
1.3 kat (1.0-1.6), kan yoluyla yayılanlar için 1.6<br />
kat (1.1-2.3) artmış riske yol açtığı saptanmıştır.<br />
Çalışmada yoğun bakımda kalış süresi ile antimikrobiyal<br />
direnç arasında anlamlı bir risk artışı<br />
ilişkisi bulunmamıştır. Yine çalışmada, taburcu<br />
etme, yaşam ya da ölüm parametreleri açısından,<br />
ilaca duyarlı mikroorganizmalar ile ilaca<br />
dirençli mikroorganizmalar karşılaştırıldığında<br />
risk (hazard) oranları pnömoni için 1.05 (0.97-<br />
1.13), kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar için 1.02<br />
(0.98-1.17) olarak bulunmuştur. P. aeruginosa<br />
sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar içinde<br />
hem ilaca duyarlı hem de ilaca dirençli patojenler<br />
içinde yüksek prevalans ve patojenite açısından<br />
en ciddi hasara yol açan etken patojen olarak<br />
bulunmuştur.<br />
Araştırmacılar sonuç olarak şunları söylemektedir;<br />
1. Sağlık bakımı ile ilişkili kan yoluyla yayılan<br />
enfeksiyonlar ve pnömoni, yüksek mortaliteye<br />
neden olmakta, pnömoni yoğun bakımda uzun<br />
süreli kalmayla sonuçlanmaktadır.<br />
2. Diğer antimikrobiyal dirence bağlı ilave etkiler<br />
görece düşük bulunmuştur.<br />
3. Sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar kritik<br />
olarak hasta olanlarda yüksek mortalite riski<br />
taşımaktadır.<br />
4. Bu mortalite oranlarına salt antimikrobiyal<br />
direnç varlığı görece daha az etkili olmaktadır.<br />
5. Tüm dört mikroorganizma için de ölçümler<br />
göstermiştir ki; pnömoni ölüm riskini iki kat,<br />
kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar ölüm riskini<br />
üç kat artırmakta, antimikrobiyal direnç varlığı<br />
pnömonili olguların yalnızca 1/5 (%20)’inde<br />
olumsuz şekilde etkili olmaktadır.<br />
6. Antimikrobiyal direnç yoğun bakımdaki kalış<br />
süresini etkilememektedir.<br />
7. Yoğun bakım ünitelerinde seftazidime dirençli<br />
ve duyarlı P. aeruginosa türleri, S. aureus’tan<br />
daha yüksek oranlarda zararlı sonuçlara yol<br />
açmaktadır.<br />
Yazarlar çalışmanın tartışma kısmında şu<br />
yorumları yapmışlardır; bu çalışmada yoğun<br />
bakımda kazanılan pnömoninin (tüm patojenler<br />
için), yoğun bakımda kalış süresini uzattığı,<br />
bu sürenin antimikrobiyal direnç bulunsun ya<br />
da bulunmasın, her iki durumda da geçerli<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
olduğu gösterilmiştir. Geç başlangıçlı pnömoninin<br />
daha mortal seyretmesine ve ölümle sonuçlanmasına<br />
karşın, erken başlangıçlı pnömoninin,<br />
geç başlangıçlı pnömoniye oranla daha<br />
uzun süreyle yoğun bakımda kalışa yol açtığı<br />
bulunmuştur. Örneğin; erken başlangıçlı pnömoninin<br />
en sık etkeni olan metisiline duyarlı<br />
S.aureus (MSSA)’un en düşük oranlarda fatal<br />
seyrettiği bulunmuştur.<br />
Dirençli E. coli’nin neden olduğu enfeksiyonların<br />
hastanede kalış süresinin uzunluğunun<br />
anlamlı bulunmayışı örneklemin küçüklüğü ile<br />
ilişkili olabilir. MSSA dışında kalan, kan yoluyla<br />
yayılan enfeksiyonların, maruz kalmış ve kalmamış<br />
olanlar arasında, hastanede kalış süreleri<br />
açısından anlamlı düzeyde etkilemedikleri,<br />
MSSA’nın da etkisinin küçük boyutlu olduğu<br />
saptanmıştır. Bununla birlikte dirençli E. coli’nin<br />
hastanede kalış süresi üzerine olan etkisi örneklemin<br />
küçüklüğü nedeniyle değerlendirilememiştir.<br />
Kan yoluyla yayılan enfeksiyonların her<br />
dört ajan patojen için de hastanede kalış süresini<br />
etkilemediği bulunmuştur. Yazarların önerisi,<br />
ölçümlerin değerlendirilmesinde aslolan unsurlar<br />
sadece hastaların karakteristikleri değil, aynı<br />
zamanda enfeksiyonun zamanlaması gibi hususların<br />
değerlendirilmesinde kullanılacak olan<br />
ortak standart değerlendirmelerin oluşturulup<br />
kullanılmasıdır. En iyi istatistiksel yaklaşımın<br />
ne olduğu halen tartışmalıdır ve ileri çalışmalarla<br />
açıklanmaya ihtiyaç vardır.<br />
Burada sunulacak ikinci çalışma Mauldin ve<br />
arkadaşları tarafından South Caroline Üniversitesi<br />
Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan tek merkezli<br />
bir retrospektif gözlemsel karşılaştırmalı<br />
kohort çalışmadır. “Hastanede kalış süresi ve<br />
maliyetinin analizi hem hasta, hem bu hizmeti<br />
verenler hem de bu hizmetin karşılığını ödeyenler;<br />
hasta bakımı ve kaynakların sağlanması<br />
açısından rasyonel ve yapılandırılmış kararların<br />
alınması için önemlidir” esası üzerine dizayn<br />
edilen çalışmada, antibiyotiğe dirençli gramnegatif<br />
bakterilerin neden olduğu sağlık bakımı<br />
ile ilişkili enfeksiyonların hasta yatış süreleri ve<br />
hastane maliyeti üzerine olan etkileri incelenmiştir.<br />
Ocak 2000-Haziran 2008 tarihleri arasındaki<br />
sürede, yoğun bakımda ya da genel hastane<br />
ortamında tedavi gören, gram-negatif etkenli<br />
“Acinetobacter spp., Enterobacter spp., E. coli,<br />
Ayşe Ertürk<br />
Klebsiella spp. ya da Pseudomonas spp. patojenlerinden<br />
birinin neden olduğu” nozokomiyal<br />
enfeksiyon tanısı konmuş, yenidoğandan 93<br />
yaşına kadar olan yaş grubundaki toplam 662<br />
hastanın verileri değerlendirilmiştir.<br />
Patojenler beş bölümde kabul edilmiştir;<br />
1. Acinetobacter spp.,<br />
2. E. coli,<br />
3. Enterobacter spp.,<br />
4. Klebsiella spp.,<br />
5. Pseudomonas spp.<br />
Muhtemel risk faktörleri ve varyantları olarak;<br />
1. Çoklu dirençli gram-pozitif mikroorganizma,<br />
2. Yaş,<br />
3. Cinsiyet,<br />
4. Pnömoni,<br />
5. Yoğun bakım ünitesinde kalma,<br />
6. Nötropeni varlığı,<br />
7. Santral venöz kateter varlığı,<br />
8. Kemoterapi alıyor olma,<br />
9. Foley kateter varlığı,<br />
10. Total parenteral nütrisyon alma,<br />
11. Mekanik ventilasyon kullanımı,<br />
12. Transplantasyon varlığı kabul edilmiştir.<br />
Sağlık bakımı ile ilgili enfeksiyonlar olarak;<br />
1. Kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar,<br />
2. Cerrahi müdahale bölgesinin enfeksiyonu,<br />
3. Diğer enfeksiyonlar (idrar yolu enfeksiyonu<br />
ve diğerleri) kabul edilmiştir.<br />
Antibiyotik duyarlılığı tanımlaması yapılırken;<br />
duyarlı, orta derecede, dirençli ve test edilmemiş<br />
olarak sınıflandırılmıştır.<br />
Maliyet analizi yapılırken, hastaların hastaneden<br />
taburcu edilirken toplanan maliyet esas<br />
alınmıştır. Maliyet; ilaçların, laboratuvar ve<br />
medikal testlerin ve diğer bakım ürünlerinin<br />
toplam maliyetini yansıtmaktadır. Maliyetin<br />
tamamı 2008 yılı dolar kuru üzerinden yapılmıştır.<br />
Aşağıdaki ilaçlardan birine direnç varsa o patojen<br />
dirençli kabul edilmiştir; florokinolon (siprofloksasin,<br />
levofloksasin, ofloksasin, moksifloksasin,<br />
gatifloksasin), piperasilin (piperasilin,<br />
piperasilin-tazobaktam), karbapenem (imipenem,<br />
meropenem), geniş spektrumlu sefalospo-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 175
Literatür 2011:<br />
Antimikrobiyal Direnç<br />
rinler (seftriakson, seftazidim, sefotaksim, sefepim).<br />
Patojenler iki ya da daha çok ilaca dirençli<br />
bulunmuşsa bunlar da çoklu ilaç direnci olan<br />
patojenler olarak kabul edilmiştir.<br />
Antibiyotik dirençli gram-negatifler nedeniyle<br />
sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonların total hastane<br />
masraflarına ve yatış süresi üzerine ilave<br />
etkisi belirlenmiş, antibiyotik duyarlı gramnegatifler<br />
nedeniyle oluşan sağlık bakımı ilişkili<br />
enfeksiyonlu kontrol grubu ile hastane masrafları<br />
ve yatış süresi karşılaştırılmıştır. Sağlık bakımı<br />
ile ilişkili enfeksiyonların %29’u antibiyotiğe<br />
dirençli gram-negatif patojenler olup, bunun<br />
%16’sını çoklu ilaca dirençli gram-negatif patojenler<br />
oluşturuyor bulunmuştur. Bu çalışmada<br />
açıkça gösterilmiştir ki, gram-negatif patojenlerin<br />
yol açtığı enfeksiyonda tedaviye direnç<br />
varsa, tedaviye duyarlı olanlarınkiler ile karşılaştırıldığında<br />
hastanede kalış %23.8 oranında<br />
(p< 0.0001; %95 GA, 16.23-42.35), toplam<br />
maliyet %29.3 oranında (p< 0.0003; %95 GA,<br />
11.01-36.56) artmaktadır. Çok değişkenli analizde<br />
önemli varyantlar (değişkenler); 12 yaş ve<br />
üzeri olmak, pnömoni varlığı, yoğun bakım<br />
ünitesinde kalış süresi ve nötropeni varlığı olarak<br />
saptanmıştır.<br />
Antibiyotiğe dirençli gram-negatif patojenlerin<br />
neden olduğu sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonlar,<br />
antibiyotiğe duyarlı olanlarına göre anlamlı<br />
derecede yüksek toplam hastane maliyetleri ve<br />
artan yatış süresi ile ilişkili bulunmuştur.<br />
Yazarlar, çalışmadan elde edilen bu bilgilerin,<br />
sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonların önlenmesini<br />
hedefleyen müdahalelerin maliyet-etkinlik<br />
potansiyelinin değerlendirilmesinde kullanılabileceğine<br />
vurgu yapmaktadır.<br />
Burada sunulacak son araştırma Holmes ve<br />
Williams tarafından St. Elizabeth Health Center<br />
adlı merkezin cerrahi bölümünde retrospektif<br />
olarak yapılmıştır. Bu çalışma “Yoğun bakımlarda<br />
metisiline dirençli S. aureus (MRSA)’un saptanması<br />
bunun sürveyansını değerlendirme ve<br />
eradikasyon stratejilerinin geliştirilmesine yol<br />
açmaktadır” esası üzerine kurulmuş, çalışmaya<br />
merkezin cerrahi yoğun bakım ünitelerinde<br />
bulunan ve burun kültürlerinde MRSA araştırılması<br />
yapılıp, eğer pozitif ise eradikasyon tedavisi<br />
uygulanan hastalar alınmıştır.<br />
176<br />
Ekim 2008-Ekim 2009 tarihleri arasındaki sürede<br />
toplam 12 yataklı olan cerrahi yoğun bakım<br />
ünitesinde tedavi gören toplam 145 hastanın<br />
burun kültürleri yapılmıştır. Pozitif bulunan<br />
hastalara nazal swaplar ile günde iki kez mupirosin<br />
tedavisi uygulanmıştır.<br />
Hastaların tümünde balgam kültürleri alınarak<br />
pnömoni varlığı araştırılmıştır. Sonuçlara göre<br />
hastalar burun kültürü pozitif, negatif ve balgam<br />
kültürü pozitif, negatif şeklinde sınıflandırılarak<br />
verileri karşılaştırılmıştır.<br />
Çalışma sonucunda burun kültürü pozitif gelenlerin<br />
oranı %21 (30/145), balgam kültürü pozitif<br />
olanların oranı %18 (26/145) olarak bulunmuştur.<br />
Burun kültürü pozitif olanların<br />
%63’ünde eradikasyon başarı ile yapılmıştır.<br />
Burun kültürü pozitif olanların %36 (9/25)’sında<br />
balgam kültürü de pozitif olarak saptanmıştır.<br />
Burun kültürü negatif olanların %10<br />
(12/115)’unda balgam kültürü pozitif olarak<br />
bulunmuştur (p= 0.003).<br />
Balgam kültürü pozitif olanların hastanede kalış<br />
süresi, negatif olanlarınkine göre anlamlı olarak<br />
daha uzun bulunmuştur (18 ± 12 gün balgam<br />
kültürü pozitif olan toplam 23 hasta; 10 ± 9 gün<br />
balgam kültürü negatif olan toplam 69 hasta, p=<br />
0.0002).<br />
Bu çalışma bulgularına göre cerrahi yoğun<br />
bakım üniteleri hem burun hem de balgam<br />
örneklerinde MRSA patojenini yüksek oranlarda<br />
taşımaktadır. Yazarlar, burun kolonizasyonlarının<br />
eradikasyonu pnömoni gelişimini önleyebilir<br />
ve hastanede uzun süreli kalma riskini<br />
azaltabilir, şeklinde yorum yapmışlardır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Holmes JW, Williams MD. Methicillin-resistant<br />
Staphylococcus aureus screening and eradication in the<br />
surgical intensive care unit: is it worth it? Am J Surg<br />
2010;200:827-31.<br />
2. Lambert ML, Suetens C, Savey A, Palomar M, Hiesmayr<br />
M, Morales I, et al. Clinical outcomes of health-care associated<br />
infections and antimicrobial resistance in patients<br />
admitted to European intensive-care units: a cohort<br />
study. Lancet Infect Dis 2011;11:30-38.<br />
3. Mauldin PD, Salgado CD, Hansen IS, Durup DT, Bosso JA.<br />
Attributable hospital cost and length of stay associated<br />
with health care-associated infections caused by antibiotic-resistant<br />
gram-negative bacteria. Antimicrob Agents<br />
Chemother 2010;54:109-15.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Literatür 2011:<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />
Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />
SB Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
177
Literatür 2011:<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />
Yeni antienfektiflerin geliştirilmesi zaman<br />
alıcı ve pahalı bir süreçtir. Bir molekülün<br />
faz I çalışmadan ilaç olarak onay almasına<br />
kadar geçen süre 10-12 yılı, harcanan para ise<br />
550 milyon paundu bulmaktadır ve klinik çalışmalarına<br />
başlanan ortalama 16 molekülden<br />
sadece biri antibakteriyel olarak onaylanmaktadır.<br />
“Food and Drug Administration (FDA)”<br />
verileri, 1983 yılından bu yana beş yıllık periyotlarla<br />
incelendiğinde, onay alan antibakteriyellerin<br />
sayısının belirgin biçimde gerilediğini<br />
ortaya koymaktadır.<br />
Seftobiprol “beşinci kuşak” olarak tanımlanan<br />
ve anti-metisiline dirençli Staphylococcus aureus<br />
(MRSA) etkisi ile önceki kuşaklardan ayrılan<br />
yeni bir sefalosporindir. Önceki yıllarda iki<br />
büyük faz III çalışma ile komplike deri ve<br />
yumuşak doku enfeksiyonlarında etkinliği gösterilen<br />
seftobiprolün, 2010 yılında hastane<br />
kökenli pnömonide yürütülen faz III çalışmasının<br />
sonuçları açıklanmıştır. Buna göre; seftobiprol<br />
hastane kökenli pnömoni tanısı alan<br />
olgularda linezolid-seftazidim kombinasyonu<br />
ile karşılaştırılmış ve ventilatörle ilişkili olmayan<br />
hastane kökenli pnömoni olgularında benzer<br />
etkinlikte bulunmuştur. Yapılan alt analizlerde<br />
ventilatör ilişkili pnömoni olgularında ise<br />
karşılaştırıldığı ilaçlardan daha az etkili olduğu<br />
belirlenmiştir.<br />
MRSA üzerine etkili bir diğer yeni sefalosporin<br />
olan seftarolin ile seftriaksonun toplum kökenli<br />
pnömoni olgularında karşılaştırıldığı FOCUS<br />
çalışmasının sonuçları da bu yıl yayınlanmıştır.<br />
Bu çalışmada 2 x 600 mg intravenöz yolla yedi<br />
gün süreyle kullanıldığında seftarolinin etkinliğinin,<br />
karşılaştırma kolunda yer alan seftriakson<br />
tedavisinin etkinliğinden az olmadığı; aynı<br />
zamanda iyi tolere edildiği ve güvenli olduğu<br />
gösterilmiştir.<br />
Lipoglikopeptid sınıfı bakterisidal bir antibiyotik<br />
olan telavansin 2009 yılında FDA tarafından<br />
komplike deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında<br />
onaylanmıştır. Epitelyal sıvı ve alveoler<br />
makrofajlara iyi penetre olduğu bilinen telavansinin<br />
gram-pozitif etkenlerin neden olduğu<br />
178<br />
hastane kökenli pnömoni olgularında vankomisin<br />
ile karşılaştırıldığı çalışmanın sonuçları<br />
2011 yılı Ocak ayında yayınlanmıştır. Toplam<br />
1503 hastanın randomize edildiği bu çalışmada,<br />
telavansinin gram-pozitif etkenlere bağlı hastane<br />
kökenli pnömoni olgularında vankomisinle<br />
benzer etkinlikte olduğu ortaya konulmuştur.<br />
Dünya Sağlık Örgütü, ilki 2006 yılında yayınlanan<br />
“Sıtma <strong>Tedavi</strong> Kılavuzu”nun ikincisini geçtiğimiz<br />
yıl yayınlamıştır. Daha önceki kılavuzdan<br />
farklı olarak, yeni kılavuzda, komplikasyonsuz<br />
seyreden falsiparum sıtmasının tedavisinde<br />
artemisinin bazlı kombinasyonların sülfadoksin-primetamin<br />
ile amodiakin kombinasyonuna<br />
tercih edilmesi gerektiği ve dihidroartemisinin<br />
ile piperakin kombinasyonunun tüm<br />
dünyada ilk sıra tedavi alternatiflerinden birisi<br />
olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca, yetişkinlerde<br />
ciddi seyirli falsiparum sıtmasının tedavisinde<br />
artesunatın kinine tercih edilmesi yönünde bir<br />
öneri bulunmaktadır. Kılavuzdaki bir diğer<br />
değişiklik ise klorokine dirençli Plasmodium<br />
vivax’ın endemik olduğu bölgelerde amodiakinprimakin<br />
kombinasyonu yerine artemisinin<br />
bazlı kombinasyonlar kullanılması yönündedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. A phase 3, randomized, double-blind study of ceftobiprole<br />
medocaril versus linezolid plus ceftazidime in the<br />
treatment of nosocomial pneumonia. URL: http://download.veritasmedicine.com/PDF/CR005032_CR005140_<br />
CSR.pdf (Erişim tarihi 1/2/2011)<br />
2. File MT, Low DE, Eckburg PB, et al. Integrated analysis of<br />
FOCUS 1 and FOCUS 2: randomized, double-blinded,<br />
multicenter phase 3 trails of the efficacy and safety of<br />
ceftaroline fosamil versus ceftriaxone in patients with<br />
community-acquired pneumonia. Clin Infect Dis 2010;51:<br />
1395-405.<br />
3. New anti-infectives. Postnote 2008;311:1-4.<br />
4. Rubinstein E, Lalani T, Corey GR, et al. Telavancin versus<br />
vancomycin for hospital-acquired pneumonia due to<br />
gram-positive pathogens. Clin Infect Dis 2011;52:31-40.<br />
5. WHO Guidelines for the treatment of malaria. Second<br />
addition. URL: http://whqlibdoc.who.int/publications/2010/9789241547925_eng.pdf<br />
(erişim tarihi:<br />
1/2/2011)<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
GSBL-Karbapenemaz Üreten<br />
Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
İzmir<br />
179
GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Son yıllar içerisinde genişlemiş spektrumlu<br />
beta-laktamaz (GSBL) ve karbapenemaz<br />
üreten etkenlerle gelişen enfeksiyonlar, özellikle<br />
hastanede yatmakta olan hastalarda ve altta<br />
yatan immünsüpresyon vb. gibi hastalığı olanlarda<br />
ciddi tedavi sorunlarına neden olmaktadır.<br />
Son yıllarda yayınlanmış olgu serilerine<br />
bakıldığında enfeksiyon sebebiyle kaybedilen<br />
solid organ transplantasyonu uygulanmış ya da<br />
başka nedenlerle bağışıklığı baskılanmış hastalarda<br />
GSBL ve karbapenemaz yapan etkenlerin<br />
artmakta olduğu görülmektedir. İntraabdominal<br />
cerrahi geçiren hastalarda da GSBL üreten<br />
Escherichia coli sıklığı artmaktadır. Risk faktörleri<br />
ise hastanede kalış süresi, nozokomiyal<br />
kaynaklı enfeksiyon olması, santral venöz kateterizasyon,<br />
cerrahi girişim, bir haftadan uzun<br />
süreli antibiyotik kullanımı olarak sıralanabilir.<br />
Bu enfeksiyonlarda antibiyotik seçenekleri<br />
oldukça kısıtlıdır. Üstelik GSBL üreten etkenlerde<br />
bunun dışında kinolon, aminoglikozid ve<br />
trimetoprim-sülfametoksazol direnci de görülmektedir.<br />
Son yıllarda gündeme gelecek bir<br />
yeni antibiyotik grubu da görülmemektedir.<br />
<strong>Tedavi</strong>yi planlamak için önce enfeksiyon odağının<br />
belirlenmesi, hastanın genel durumunun ve<br />
sistemik bulguların değerlendirilmesi ve kullanılabilecek<br />
antibiyotiklerin gözden geçirilmesi<br />
bunların sonucuna göre tedavi ve uygulama<br />
yolunun seçilmesi uygun olacaktır.<br />
Bu bölümde GSBL ve karbapenemaz üreten<br />
bakterilerle oluşan enfeksiyonlarda kullanılabilecek<br />
antibiyotikler ayrı gruplar halinde ve<br />
enfeksiyon odağına göre irdelenecektir.<br />
BETA-LAKTAM ANTİBİYOTİKLER<br />
Sefamisinler GSBL’leri inaktive etmesine rağmen<br />
tedavide kullanılmaz. Çünkü enterik basillerin<br />
bir kısmı kromozomal beta-laktamaz sentezleyerek<br />
bu ajanları hidrolize eder. Klebsiella<br />
spp. ise tedavi sırasında porin kaybına bağlı<br />
direnç geliştirir.<br />
Sefepim özellikle SHV tipi GSBL’lerde etkilidir,<br />
ancak artan beta-laktamaz etkinliği karşısında<br />
inokülum etkisine maruz kalarak inaktive edilmektedir.<br />
GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />
gelişen enfeksiyonlarda, sefepim kullanımı<br />
sonucu tedavi başarısızlığı veya GSBL pozitif<br />
suşların seçilmesi mümkündür. Mevcut verilere<br />
180<br />
göre sefepimin GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />
oluşan ciddi enfeksiyonlarda kullanılması<br />
önerilmemektedir. Ayrıca, sefepimin çok kullanımının<br />
GSBL salgınlarına yol açabileceği unutulmamalıdır.<br />
CXA-101, faz II çalışmaları sürmekte olan yeni<br />
bir sefalosporindir. İn vitro olarak çoklu ilaç<br />
direnci olan karbapenemlere dirençli olanlar da<br />
dahil potent antipsödomonal aktivitesi bulunmaktadır.<br />
Temosilin (6-a-methoxy-ticarcillin) 30 yıldır<br />
terk edilmiş bir antibiyotiktir. Gram-pozitif,<br />
antipsödomonal ve antianaerop etkinliği azdır.<br />
Enterik bakterilerle, özellikle GSBL üreten, gelişen<br />
enfeksiyonların tedavisinde karbapenemlere<br />
alternatif olarak önerilmektedir. GSBL’ler dahil<br />
beta-laktamazların hidrolizine dayanıklıdır.<br />
Haduch ve arkadaşları karbapenemaz ve betalaktamaz<br />
üreten Klebsiella pneumoniae (n= 30) ve<br />
E. coli (n= 3) kökenlerinde temosilin için agar<br />
dilüsyon yöntemiyle minimum inhibitör konsantrasyonu<br />
(MİK) değerlerini araştırmışlardır.<br />
K. pneumoniae için MİK değerleri 16-64 µg/mL<br />
arasında (MİK<br />
90 = 32 µg/mL), E. coli için ise MİK<br />
değerleri 8-16 µg/mL arasında bildirilmiştir.<br />
İngiliz Antimikrobiyal Kemoterapi Birliği (British<br />
Society for Antimicrobial Chemotherapy) üriner<br />
sistem enfeksiyonu etkeni Enterobacteriaceae’da<br />
temosilin için duyarlılık sınırlarını ≤ 8 µg/mL ve<br />
≤ 32 µg/mL olarak değerlendirmektedir. 1 g olarak<br />
uygulanan temosilinin serum pik konsantrasyonu<br />
yaklaşık olarak 160 µg/mL iken, 500 mg<br />
temosilin uygulanması sonrası üriner konsantrasyon<br />
yaklaşık 500 µg/mL olmaktadır. Bu farmakokinetik<br />
özellikler karbapenemaz veya<br />
GSBL üreten enterik bakterilerle gelişen hafif ve<br />
orta dereceli üriner sistem enfeksiyonlarında<br />
temosilinin kullanılabileceğini desteklemektedir.<br />
Beta-laktam + beta-laktamaz inhibitörleri<br />
GSBL üreten mikroorganizmalarla yapılan hayvan<br />
deneylerinde beta-laktam/beta-laktamaz<br />
inhibitörleri karbapenemlerden daha etkisiz<br />
bulunmuştur. Beta-laktamaz inhibitörlerinin<br />
penisilin bağlayan proteinlere afinitesi daha<br />
yüksek olan oksimino sefalosporinler ile kombinasyonları<br />
GSBL tedavisinde etkin olabilir.<br />
Kanada’da yapılmış olan bir çalışmada ampirik<br />
tedavi başlanıp daha sonra GSBL üreten E. coli<br />
ya da K. pneumoniae üremesi olan hastalar<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
değerlendirilmiştir. Karbapenem tedavisi başlanan<br />
hastalarla beta-laktam + beta-laktamaz inhibitörleri<br />
ve diğer grup antibiyotiklerin kullanıldığı<br />
hastalarda mortalite açısından bir fark<br />
bulunmamıştır. Ancak bu çalışmadaki hastaların<br />
hemen hepsi yaşlı ve bakımevinden getirilen<br />
hastalardır. Diğer yaş gruplarında ve immünyetmezlik<br />
vb. hasta gruplarıyla ilgili veri bulunmamaktadır.<br />
Yine GSBL üreten Klebsiella türlerinin<br />
etken olduğu bakteremili 48 hastanın, kontrol<br />
grubundaki 99 hasta ile karşılaştırıldığı bir<br />
çalışmada sefalosporin kullanılan 17 hastanın<br />
hepsinde tedavi başarısızlığı görülürken, betalaktam/beta-laktamaz<br />
inhibitörü alan sekiz hastanın<br />
ikisinde tedavi başarısızlığı bildirilmiştir.<br />
GSBL üreten E. coli ve Klebsiella spp. bakteremisinin<br />
değerlendirildiği çok merkezli başka bir<br />
çalışmada piperasilin-tazobaktam için MİK<br />
değeri ≤ 16 mg/L olan ve üriner sistem dışı bir<br />
enfeksiyonu olan 11 hastanın 10’unda klinik<br />
başarı görülürken, MİK değeri > 16 mg/L olan<br />
beş hastanın sadece birinde başarılı sonuç alınmıştır.<br />
Üriner sistem enfeksiyonu olan beş hastada<br />
MİK değerine bakılmaksızın klinik başarı<br />
olduğu belirtilmiştir. Diğer yandan yüksek<br />
oranda beta-laktamaz yapımı, diğer beta-laktamazların,<br />
özellikle inhibitör dirençli beta-laktamazlar<br />
(IRT)’ın veya porin defektinin birlikte<br />
olması gibi durumlarda beta-laktamaz inhibitörlü<br />
antibiyotikler etkisiz kalabilir. Tazobaktam<br />
CTX-M turu GSBL’leri klavulanik aside göre 10<br />
kat daha fazla inhibe eder. Ancak enterik bakterilerde<br />
artan piperasilin-tazobaktam direnci de<br />
önemlidir. Mevcut bilgiler ışığında GSBL üreten<br />
suşlarla oluşan ciddi enfeksiyonların tedavisinde<br />
beta-laktam/beta-laktamaz inhibitörleri kullanılmamalı,<br />
eğer kullanılacaksa MİK değerleri<br />
göz önünde bulundurulmalıdır. AmpC türü<br />
beta-laktamazlar, beta-laktamaz inhibitörleri ile<br />
inhibe edilmediklerinden bu enzimi üreten bakterilerin<br />
oluşturduğu enfeksiyonların tedavisinde<br />
beta-laktam/beta-laktamaz inhibitörlü antibiyotiklerin<br />
yeri yoktur.<br />
Karbapenemler (meropenem, imipenem, ertapenem,<br />
doripenem) GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />
gelişen enfeksiyonların tedavisinde ilk<br />
seçenek antibiyotiklerdir. IDSA intraabdominal<br />
enfeksiyonlar rehberinde hastane ilişkili enfeksiyonlarda,<br />
GSBL üreten mikroorganizmalarla<br />
gelişen enfeksiyonlarda, psödomonaslar için<br />
Hüsnü Pullukçu<br />
seftazidime %20’nin üzerinde direnç bulunduğunda<br />
karbapenem kullanımı birinci sırada<br />
önerilmektedir. Bakteri eradikasyon oranları<br />
imipenem ve meropenemde son derece yeterlidir.<br />
Her iki antibiyotik arasında tercih yapmak<br />
güçtür. Yapılan çalışmalara bakıldığında; karbapenemler<br />
arasında GSBL üreten kökenler için<br />
hem in vitro hem de in vivo etkinlik farkı olmadığı<br />
görülmektedir.<br />
Son yıllarda kullanıma girmiş olan ertapenem ve<br />
doripenem de benzer etkinliklere sahiptir.<br />
Ertapenemin nonfermentatif bakterilere etkinliği<br />
iyi değildir, bazılarında ise hiç etkinliği yoktur.<br />
Ancak günde tek sefer kullanımı ve kolay<br />
uygulanması nedeniyle üriner sistem enfeksiyonları,<br />
toplum kökenli pnömoni ve batın içi<br />
enfeksiyonlarda tercih edilmektedir.<br />
Doripenem yeni bir karbapemdir. Doripeneme<br />
duyarlı patojenlerin neden olduğu komplike<br />
intraabdominal enfeksiyonlar, komplike üriner<br />
sistem enfeksiyonları, hastane kökenli pnömoni<br />
ve VİP tedavisinde yeri vardır. Çoğul dirençli<br />
gram-negatif bakterilere bağlı postnöroşirürjikal<br />
menenjit tedavisindeki etkinliği, doripenemin<br />
araştırılmayı bekleyen bir başka potansiyel endikasyonunu<br />
oluşturmaktadır. Çoğul dirençli<br />
Pseudomonas aeruginosa izolatlarının önemli bir<br />
bölümü doripenemin uzatılmış infüzyonlarıyla<br />
inhibe edilebilmesi, bu yeni karbapeneme ilişkin<br />
klinik beklentileri de artırmaktadır.<br />
Doripenemin P. aeruginosa ile gelişen VİP ve<br />
intraabdominal enfeksiyonlarda kullanımıyla<br />
ilgili faz III çalışmalarından dördünün metaanalizinde<br />
klinik başarı hızları, karşılaştırılan<br />
ilaçlarınkinden belirgin olarak daha yüksek<br />
bulunmuştur.<br />
Doripenem meropenem gibi, dereprese AmpC<br />
beta-laktamazlar ve GSBL’lerce parçalanmaya<br />
karşı yüksek bir dayanıklılık gösterir. İmipenem<br />
ve meropeneme dirençli olan (MİK ≥ 16 µg/mL)<br />
kimi P. aeruginosa suşları doripeneme duyarlı<br />
olabilir. Doripenem, yabanıl tipteki Acinetobacter<br />
baumannii’nin %75.8’ine etkiliyken, karbapeneme<br />
dirençli Acinetobacter türlerinin %20.8’ine<br />
(sırasıyla MİK<br />
90 16 µg/mL ve > 32 µg/mL) karşı<br />
etkin bulunmuştur, ancak MİK değerlerinde<br />
herhangi bir farklılık saptanmamıştır.<br />
Ancak karbapenemlerin yaygın kullanımıyla<br />
metallokarbapenemaz sentezleyen mikroorga-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 181
GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
nizmalarda artma, kromozomal serin proteaz<br />
sentezleyen suşlarda artma, K. pneumoniae’da<br />
porin mutasyonlarının olabileceği, karbapenemlere<br />
dirençli Acinetobacter spp. ve<br />
Pseudomonas spp. oranlarında artma, gramnegatif<br />
bakterilerde karbapenem MİK değerlerinde<br />
artma görülebileceği akılda tutulmalıdır.<br />
AMİNOGLİKOZİDLER<br />
Aminoglikozidler uygun endikasyonlarda,<br />
duyarlı GSBL üreten veya karbapenemaz yapan<br />
etkenlerin tedavisinde kullanılabilir. Genellikle<br />
kombinasyon tedavilerinde tercih edilirler.<br />
Ülkemizde 1997-2007 döneminde yayınlanan<br />
çalışmaların havuz analizi ile değerlendirildiği<br />
çalışmada E. coli kökenlerinde 18.106 poliklinik<br />
hastasında gentamisine %13.6, amikasine<br />
%6.1, netilmisine %5 oranlarında direnç saptanırken,<br />
GSBL oranı %12.4 olarak belirtilmektedir.<br />
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi polikliniklerinden<br />
2007 yılında gönderilen kültürlerden<br />
soyutlanan E. coli kökenlerinde (n= 1328):<br />
GSBL oranı %27, amikasine %21, gentamisine<br />
%31 direnç saptanmıştır. 2008 yılında İzmir<br />
ilindeki merkezlerin katılmış olduğu çok merkezli<br />
bir çalışmada 4534 olguda kinolonlara<br />
%41, trimetoprim-sülfametoksazole %45.8,<br />
amikasine %9.5, gentamisine %28.4 direnç<br />
belirlenirken, GSBL oranı %20.2 olarak bildirilmiştir.<br />
Ancak en önemli sorun bu direnç paternine<br />
sahip etkenlerde aminoglikozid, kinolon<br />
ve trimetoprim-sülfametoksazol direncinin de<br />
birlikte bulunmasıdır. Üç yüz kırk dört GSBL<br />
üreten E. coli’nin direnç durumunun değerlendirildiği<br />
bir çalışmada siprofloksasine %76.5,<br />
amikasine %11, trimetoprim-sülfametoksazole<br />
%74.4 oranında direnç bildirilmiştir. Sistemik<br />
ve bakteremi ile seyreden enfeksiyonlarda tek<br />
başlarına kullanılmaları halinde aminoglikozidler<br />
ile başarısızlık yaşanabileceği de akılda tutulmalıdır.<br />
Yeni bir aminoglikozid (ACHN-490)’in karbapenemaz<br />
üreten kökenlere, özellikle MDR<br />
Klebsiella’lara karşı iyi in vitro etkinlik gösterdiği<br />
bildirilmiştir. Üriner sistem enfeksiyonlu<br />
hastalarla faz II çalışmaları devam etmektedir.<br />
ACHN-490 bilinen aminoglikozid modifiye<br />
eden enzimlere dirençli olduğu için Proteus’lar<br />
haricinde Enterobacteriaceae üyelerine karşı<br />
etkilidir (≤ 4 µg/mL). Başka bir çalışmada da E.<br />
182<br />
coli ve K. pneumoniae kökenleri için MİK 90 ≤ 1<br />
µg/mL olarak bulunmuş, aminoglikozid modifiye<br />
edici enzimlere dayanıklı olduğu, ancak dış<br />
membran geçirgenliğindeki değişiklikler ve<br />
efluks sistemleriyle duyarlılıkta azalma olabileceği<br />
bildirilmiştir.<br />
KİNOLONLAR<br />
Kinolonlar GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />
gelişen enfeksiyonların tedavisinde eğer etken<br />
duyarlı ise kullanılabilecek antibiyotiklerdir.<br />
Ancak GSBL kökenlerde genellikle kinolon<br />
direnci de birlikte görüldüğü için bu imkan<br />
ortadan kalkmaktadır. Normalde artan kinolon<br />
direncinin yanı sıra GSBL pozitif suşlarda %10-<br />
40 arasında değişen kinolon direncinin görülmesi,<br />
kinolonların kullanımını kısıtlamaktadır.<br />
Ege Üniversitesinde GSBL üreten E. coli kökenlerinde<br />
siprofloksasin direnci %76.5 olarak bildirilmiştir.<br />
Özellikle in vitro duyarlı bulunması durumunda<br />
GSBL üreten mikroorganizmaların etken<br />
olduğu üriner sistem enfeksiyonlarında kinolonlar<br />
kullanılabilir.<br />
SON YILLARDA KULLANIMA GİREN ya da<br />
YENİDEN GÜNDEME GELEN<br />
ANTİBİYOTİKLER<br />
Tigesiklin<br />
Tigesiklin, yeni bir antibiyotik sınıfı olan glisilsiklinlerin<br />
ilk üyesidir. Bakterilerde protein<br />
sentezini ribozom düzeyinde inhibe eder. Geniş<br />
etki spektrumuna sahip olup gram-pozitif,<br />
gram-negatif, atipik ve anaerobik bakterilere<br />
karşı etkilidir. Metisiline dirençli Staphylococcus<br />
aureus ve Staphylococcus epidermidis, vankomisine<br />
dirençli enterokoklar gibi dirençli grampozitiflere;<br />
ayrıca GSBL üreten E. coli ve K.<br />
pneumoniae gibi gram-negatiflere ve çoğul<br />
dirençli Acinetobacter türlerine etkilidir. Proteus<br />
mirabilis, Morganella morganii ve P. aeruginosa<br />
kökenlerinin ise tigesikline duyarlılığı oldukça<br />
düşük oranlardadır.<br />
Dirençli mikroorganizmalarda kullanılmak<br />
üzere geliştirilen tigesiklin, dokulardaki konsantrasyonu<br />
göz önüne alınarak, komplike deri<br />
ve yumuşak doku ve komplike batın içi enfeksiyonlarda<br />
kullanım onayı almıştır. Ülkemizde<br />
yapılmış çalışmalara bakıldığında GSBL veya<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
karbapenemaz üreten enterik bakterilerde tigesikline<br />
duyarlılık %100 civarındadır. Ancak<br />
özellikle MDR Acinetobacter kökenlerinde<br />
duyarlılıkta azalma mevcuttur.<br />
Tigesiklinin en sık görülen üriner sistem enfeksiyonu,<br />
kan dolaşımı enfeksiyonu, pnömoni<br />
gibi sorunlu nozokomiyal enfeksiyonlarda kullanımı<br />
için ruhsatı bulunmamaktadır. Ancak<br />
MDR kökenlerle oluşan enfeksiyonlarda zorunlu<br />
olarak kullanımı ile ilgili yayınlar bulunmaktadır.<br />
Otuz beşi yoğun bakımda yatmakta olan<br />
21 VİP, 10 kan dolaşımı, 14 cerrahi alan enfeksiyonu<br />
olan 45 hastaya (MDR ya da panrezistan<br />
kökenler olan 28 A. baumannii ve 23 K. pneumoniae<br />
ile gelişen enfeksiyon altı hastada çoklu<br />
etken) tigesiklinin tek başına verildiği bir çalışmada;<br />
MİK değerleri A. baumannii için 1-8<br />
mg/L, K. pneumoniae için 0.5-3 mg/L bulunmuştur.<br />
VİP/ nozokomiyal pnömonide klinik yanıt<br />
Acinetobacter’de %90.5, Klebsiella’da %80 olarak<br />
bulunmuş, toplam klinik yanıt %80 iken mikrobiyolojik<br />
yanıt oranı 110 hastada 13 tekrarlayan<br />
enfeksiyon nedeniyle daha düşük olarak belirtilmiştir.<br />
Ege Üniversitesinde yapılan çalışmada<br />
solunumsal yoğun bakım ünitesinde takip edilen<br />
MDR A. baumannii pnömonili 40 olguda<br />
tigesiklinin yanı sıra 15 hastada sefoperazonsulbaktam,<br />
sekiz olguda amikasin, yedi olguda<br />
netilmisin, altı olguda imipenem kullanılmıştır.<br />
Mikrobiyolojik eradikasyon sağlanamayan 14<br />
hastanın hepsi eksitus olmuş, mikrobiyolojik<br />
eradikasyon sağlanan 26 hastanın ise 10’u eksitus<br />
olmuştur. Gordon ve arkadaşları yine MDR<br />
A. baumannii nedeniyle tigesiklin alan 34 hastayı<br />
değerlendirmişler, 22 hastada klinik olarak<br />
iyileşme gözlemlerken bunların 10 (%30.3)<br />
tanesinde mikrobiyolojik eradikasyon bildirmişlerdir.<br />
Toplam mortalite 14 (%41) hastadır.<br />
Üç hasta tigesiklin tedavisi altındayken gramnegatif<br />
bakteremi atağı geçirmiş, bir hastada<br />
dirençli hale gelen köken olduğu belirtilmiştir.<br />
Onaylı endikasyonlarının azlığı, bakteremik<br />
seyreden hastalarda tedavi başarısının net olmaması,<br />
bazı bakterilerde duyarlılık-direnç belirlenmesinde<br />
güçlükler yaşanması dezavantajı<br />
olmasına rağmen kullanılabilecek az sayıda ilaç<br />
arasında yer alması, geniş spektrumlu olması<br />
nedeniyle tigesiklin akılda tutulması gereken<br />
ajanlardan birisidir.<br />
Hüsnü Pullukçu<br />
Nitrofurantoin<br />
Artan direnç oranları bu eski antibiyotiğin<br />
yeniden kullanımını gündeme getirmiştir.<br />
Nitrofurantoin idrar yolları için spesifik bir<br />
antibakteriyel maddedir. Düşük konsantrasyonlarda<br />
bakteriyostatik, bunun üzerindeki<br />
konsantrasyonlarda bakterisidal etki gösterir.<br />
Oral yoldan verildiğinde hızla absorbe olur,<br />
%60 oranında plazma proteinlerine bağlanır,<br />
karaciğerde metabolize olur ve verilen dozun<br />
%30-50’si süratle idrar ile atılır. Oral dozu takiben<br />
30 dakika içinde idrarda 50-150 mg/mL’lik<br />
bir konsantrasyon sağlanır. Türkiye’deki preparatı<br />
maliyet olarak ucuzdur. Bunların yanı sıra<br />
50-100 mg’lık dört dozda verilmesi, idrar ve<br />
böbrek dışındaki dokularda yeterli konsantrasyonlara<br />
ulaşmaması gibi dezavantajları da<br />
bulunmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada<br />
E. coli için GSBL negatif kökenlerde %4.4,<br />
GSBL pozitif kökenlerde %21.4 oranlarında<br />
direnç saptanmıştır. Kliniğimizde yapılan, ülkemizdeki<br />
çalışmaların havuz analizi yöntemiyle<br />
derlendiği çalışmada 6182 E. coli kökeninde nitrofurantoin<br />
direnci %19.1 olarak belirlenmiştir.<br />
Taşbakan ve arkadaşları GSBL üreten E. coli<br />
kökenlerinin etken olduğu üriner sistem enfeksiyonu<br />
olan ve nitrofurantoin alan 54 hastada<br />
klinik başarıyı %66.6 (36/54), mikrobiyolojik<br />
başarıyı %70.4 (38/54) oranlarında saptamışlardır.<br />
Bu çalışmada mikrobiyolojik başarılı olan<br />
38 hastanın 20’sine tedavi bitiminden 28-31.<br />
günlerde kültür yapılmıştır. On altı hastanın<br />
kültüründe üreme saptanmazken, iki hastada<br />
reenfeksiyon, iki hastada ise relaps görülmüştür.<br />
Bu çalışmalar neticesinde sistemik bulgusu<br />
olmayan olgularda GSBL üreten E. coli’nin etken<br />
olduğu üriner sistem enfeksiyonlarında nitrofurantoin<br />
kullanımının hem etkinlik hem de maliyet<br />
yönünden uygun olduğu görülmektedir.<br />
Kolistin<br />
1947’li yıllarda keşfedilen polimiksin grubu<br />
antibiyotiklerdir (kolistin polimiksin E’dir).<br />
Kolistin sülfatın tablet, şurup ve pudra formu<br />
bulunmaktadır. Kolistin methanesülfonatın<br />
(Colistimethate sodium) parenteral kullanım<br />
için preparatları mevcuttur.<br />
Kolistin in vitro olarak Enterobacteriaceae (karbapenemaz<br />
üreten kökenler dahil), Haemophilus<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 183
GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
influenzae, Legionella pneumophila, MDR P. aeruginosa<br />
ve Acinetobacter spp., Stenotrophomonas<br />
maltophilia ve panrezistan (PDR) kökenlere<br />
etkilidir.<br />
Kolistinin dirençli kökenlerle gelişen enfeksiyonlarda<br />
kullanımı ile ilgili yeterli klinik çalışma<br />
bulunmamaktadır. Yayınlanmış çalışmaların<br />
ise geneli retrospektif, kontrol grubu bulunmayan<br />
çalışmalardır. 1999-2005 yıllarında yayınlanmış<br />
retrospektif yedi çalışmanın irdelendiği<br />
bir çalışmada, 12-22 gün süreyle 3 MU/gün IV<br />
kolistin kullanılan 300 VİP’li hastada klinik<br />
yanıt %57-73, mortalite oranı %20-62 olarak<br />
bildirilmiştir. Ancak bu çalışmalar retrospektif,<br />
kontrol grubu olmayan, aynı anda beraberinde<br />
kullanılan antibiyotiklerin dikkate alınmadığı,<br />
doz ve sürelerin farklı olduğu, tedavi sırasında<br />
ve sonunda direnç gelişip gelişmediğinin kontrol<br />
edilmediği çalışmalardır.<br />
2007 yılında yayınlanan çalışmalarda; 31 VİP<br />
hastasında kolistin tek başına, 30 VİP hastasında<br />
imipenem/meropenem tek başına kullanılmış<br />
mortalitede fark gözlenmemiştir (%51.6’ya<br />
karşı %45.1). Başka bir çalışmada kolistin ve<br />
karbapenem grubuna 60’ar hasta alınmıştır.<br />
Klinik yarar A. baumannii için %51.6’ya karşı<br />
%61.7, P. aeruginosa için %48.4’e karşı %38.3<br />
olarak bulunmuştur. Hastaların yaklaşık<br />
1/3’ünün nötropenik olduğu MDR PSA ile<br />
enfekte 95 hastada kolistin diğer antipsödomonal<br />
antibiyotiklerle karşılaştırılmış, kolistin<br />
monoterapisinin klinik ve mikrobiyolojik yanıtı<br />
daha yüksek bulunmuştur (sırasıyla %52’ye<br />
%31, %48’e %41). Bu çalışmada da yeterli ve<br />
uygun tedavinin başlanma süresi ile ilgili yeterli<br />
açıklama görülmemektedir. Bir meta-analizde<br />
kolistinin tek başına kullanımı ile meropenem,<br />
piperasilin-tazobaktam ya da ampisilin-sulbaktam<br />
kombinasyonları arasında tedavi oranları<br />
açısından fark görülmemiştir.<br />
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Solunumsal<br />
Yoğun Bakım Ünitesinde kolistin kullanılan<br />
dokuz VİP tanılı (beş A. baumannii, dört P. aeruginosa)<br />
hastanın altısında mikrobiyolojik eradikasyon<br />
sağlanmıştır. Kolistin bu hastalarda<br />
etkin ve güvenilir bulunmuştur. Eradikasyon<br />
sağlanamayan üç hasta (ikisi P. aeruginosa, biri<br />
A. baumannii ile enfekte) eksitus olmuştur.<br />
184<br />
Kolistin ile;<br />
1. Rifampisin (OXA-58 karbapenemaz yapan<br />
MDR A. baumannii kökenlerinde),<br />
2. Minosiklin (imipeneme dirençli A. baumannii<br />
kökenlerinde),<br />
3. Meropenem (P. aeruginosa ve A. baumannii<br />
kökenlerine karşı) ile sinerji bildirilmiştir.<br />
Kolistinin santral sinir sistemi enfeksiyonu<br />
tedavisinde başarılı olduğunu bildiren olgu serileri<br />
mevcuttur. Cascio ve arkadaşları kolistimetat<br />
sodyumu günde 2.5-5.0 mg/kg IV ya da<br />
12-24 saatte bir 3.5-10 mg intratekal ve 5-20<br />
mg/gün intraventriküler olarak kullanmışlar, 32<br />
hastanın 30’unda kür sağlamışlardır.BOS’un steril<br />
hale gelmesi 1-6 gün almış (median 4.1 gün),<br />
tedavi 15-63 gün verilmiştir.<br />
İnhale kolistin uygulaması ile ilgili yeterli veri<br />
bulunmamaktadır.<br />
Kolistin kullanımı sırasında görülen en önemli<br />
sorun nefrotoksisitedir (%50’ye kadar bildirilmiş).<br />
Nörotoksisite bir diğer sık görülen yan<br />
etkidir. Her iki yan etki de doz bağımlı ve geri<br />
dönüşümlüdür. İnhale kullanım sırasında bronkospazm<br />
yapabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.<br />
On iki günün üzerinde tedavi alan<br />
hastalarda Serratia ve Proteus gibi kolistine intrensek<br />
dirençli kökenlerle yeni enfeksiyonlar<br />
gelişebileceği akılda tutulmalıdır.<br />
Fosfomisin<br />
Fosfomisin, bakteri hücre duvarı sentezini inhibe<br />
ederek etkili olan bakterisidal bir antibiyotiktir.<br />
Etkisini, bakteri hücre duvar sentezinin ilk<br />
basamağında rol alan sitoplazmik bir enzim<br />
olan piruvil transferazı inhibe ederek ve bakterinin<br />
üriner sistem epiteline tutunmasını önleyerek<br />
yapmaktadır. Tek doz 3 gram olarak uygulanmaktadır.<br />
Oral alımından sonra hızla metabolize<br />
olarak idrarda değişmeden yüksek konsantrasyonda<br />
atılır.<br />
Eski bir antibiyotik olmasına rağmen 2004<br />
yılından beri ülkemizde kullanılan bu antibiyotik<br />
için oldukça düşük direnç oranları bildirilmektedir.<br />
2004 yılında Ege Üniversitesi Tıp<br />
Fakültesinde yapılan çalışmada 72 kökende,<br />
2007 yılında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesinde<br />
174 kökende direnç saptanmazken, Kocatepe<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Üniversitesi Tıp Fakültesinde 168 kökenden<br />
birinde direnç gözlenmiştir. Ancak GSBL üreten<br />
kökenler ayrı olarak değerlendirildiğinde fosfomisine<br />
karşı %3.5 oranında direnç olduğu<br />
görülmektedir. GSBL üreten E. coli kökenlerle<br />
ilgili yapılmış yeterli klinik çalışma bulunmamaktadır.<br />
Bizim yapmış olduğumuz çalışmada<br />
sistemik bulgusu olmayan GSBL üreten E. coli<br />
ile enfekte 52 hastaya gün aşırı (üç gün) tek doz<br />
olarak fosfomisin verilmiş %94.3 mikrobiyolojik,<br />
%78.5 klinik başarı sağlanmıştır. Yine kliniğimizde<br />
yapılan çalışmada fosfomisin ile diğer<br />
antibiyotikler maliyet-etkinlik açısından karşılaştırılmış<br />
ve daha maliyet-etkin bulunmuştur.<br />
Fosfomisin MDR psödomonas kökenlerine karşı<br />
da etkindir. Ancak asinetobakter ve diğer nonfermentatiflerin<br />
fosfomisine dirençli oldukları<br />
görülmektedir. Ayrıca fosfomisin aztreonam, seftazidim,<br />
karbapenem, aminoglikozid ve siprofloksasin<br />
ile MDR psödomonas kökenlerine karşı<br />
sinerjistik etki göstermiştir. Elektronmikroskopi<br />
bakısında siprofloksasine dirençli psödomonas<br />
kökenlerine, siprofloksasin + fosfomisin kombinasyonunun<br />
bakteriyoliz yaptığı görülmüştür.<br />
Beta-laktam antibiyotikler ve aminoglikozidlerin<br />
fosfomisin ile kombinasyonunda antagonistik<br />
etki olabileceği akılda tutulmalıdır. Yine<br />
kullanılma oranları arttıkça fosfomisine karşı<br />
direnç oranlarının artabileceği göz önünde<br />
bulundurulmalıdır. Diğer yandan karbapenemlerin<br />
korunması açısından fosfomisin önemli bir<br />
tedavi alternatifi olduğu görülmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Adams-Haduch JM, Potoski BA, Sidjabat HE, Paterson DL,<br />
Doi Y. Activity of Temocillin against KPC-Producing<br />
Klebsiella pneumoniae and Escherichia coli (Letter).<br />
Antimicrob Agents Chemother 2009;53:2700-1.<br />
2. Aggen JB, Armstrong ES, Goldblum AA, Dozzo P, Linsell<br />
MS, Gliedt MJ et al. Synthesis and spectrum of the neoglycoside<br />
ACHN-490. Antimicrob Agents Chemother<br />
2010;54:4636-42.<br />
3. Aydemir Ş, Pullukçu H, Taşbakan M, Sipahi OR, Tünger A,<br />
Çilli F ve ark. İdrar kültürlerinden izole edilen Escherichia<br />
coli kökenlerinin çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları.<br />
ANKEM 2008; 22 (Ek 1): 22.<br />
4. Bazan JA, Martin SI, Kaye KM. Newer beta-lactam antibiotics:<br />
doripenem, ceftobiprole, ceftaroline, and cefepime.<br />
Infect Dis Clin North Am 2009;23:983-96.<br />
5. Betriu C, Gómez M, López-Fabal F, Culebras E, Rodríguez-<br />
Avial I, Picazo JJ. Activity of doripenem against extended-<br />
Hüsnü Pullukçu<br />
spectrum beta-lactamase-producing Enterobacteriaceae<br />
and Pseudomonas aeruginosa isolates. Eur J Clin Microbiol<br />
Infect Dis 2010;29:1179-81.<br />
6. Cascio A, Conti A, Sinardi L, Iaria C, Angileri FF, Stassi G,<br />
et al. Post-neurosurgical multidrug-resistant Acinetobacter<br />
baumannii meningitis successfully treated with intrathecal<br />
colistin: a new case and a systematic review of the<br />
literature.J Infect Dis 2010;14:e572-9.<br />
7. Chaubey VP, Pitout JD, Dalton B, Ross T, Church DL,<br />
Gregson DB. Clinical outcome of empiric antimicrobial<br />
therapy of bacteremia due to extended-spectrum betalactamase<br />
producing Escherichia coli and Klebsiella pneumoniae.<br />
BMC Res Notes 2010;3:116.<br />
8. Demirdag K, Hosoglu S. Epidemiology and risk factors for<br />
ESBL-producing Klebsiella pneumoniae: a case control<br />
study. J Infect Dev Ctries 2010;4:717-22.<br />
9. Endimiani A, Hujer KM, Hujer AM, Armstrong ES,<br />
Choudhary Y, Aggen JB, et al. ACHN-490, a neoglycoside<br />
with potent in vitro activity against multidrugresistant<br />
Klebsiella pneumoniae isolates. Antimicrob Agents<br />
Chemother 2009;53:4504-7.<br />
10. Esen Ş. GSBL ve IBL yapan enterik bakteriler: Klinik<br />
Önemi, <strong>Tedavi</strong>. ANKEM 2008;22(Ek 2):28-35.<br />
11. Falagas ME, Kastoris AC, Karageorgopoulos DE, Rafailidis<br />
PI. Fosfomycin for the treatment of infections caused by<br />
multidrug-resistant non-fermenting Gram-negative bacilli:<br />
a systematic review of microbiological, animal and clinical<br />
studies. Int J Antimicrob Agents 2009;34:111-20.<br />
12. Falagas ME, Rafailidis PI, Ioannidou E, Alexiou VG,<br />
Matthaiou DK, Karageorgopoulos DE, et al. Colistin therapy<br />
for microbiologically documented multidrug-resistant<br />
Gram-negative bacterial infections: a retrospective<br />
cohort study of 258 patients. Int J Antimicrob Agents<br />
2010;35:194-9.<br />
13. Gavin PJ, Suseno MT, Thomson RB Jr, Gaydos JM, Pierson<br />
CL, Halstead DC. Clinical correlation of the CLSI susceptibility<br />
breakpoint for piperacillin-tazobactam against<br />
extended-spectrum-beta-lactamase-producing<br />
Escherichia coli and Klebsiella species. Antimicrob Agents<br />
Chemother 2006;50:2244-7.<br />
14. Giamarellou H. Multidrug-resistant gram-negative bacteria:<br />
how to treat and for how long. Int J Antimicrob<br />
Agents 2010;36 (Suppl 2):S50-4.<br />
15. Giamarellou H. Colistin: the loss of the last frontier?<br />
APUA Newsletter 2007;25:5.<br />
16. Gordon NC, Wareham DW. A review of clinical and microbiological<br />
outcomes following treatment of infections<br />
involving multidrug-resistant Acinetobacter baumannii<br />
with tigecycline. J Antimicrob Chemother 2009 ;63:775-<br />
80.<br />
17. Hachem RY, Chemaly RF, Ahmar CA, Jiang Y, Boktour MR,<br />
Rjaili GA, et al. Colistin is effective in treatment of infections<br />
caused by multidrug-resistant Pseudomonas aeruginosa<br />
in cancer patients. Antimicrob Agents Chemother<br />
2007;51:1905-11.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 185
GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
18. Hawser SP, Bouchillon SK, Hoban DJ, Badal RE, Cantón R,<br />
Baquero F. Incidence and antimicrobial susceptibility of<br />
Escherichia coli and Klebsiella pneumoniae with extended-spectrum<br />
beta-lactamases in community- and hospital-associated<br />
intra-abdominal infections in Europe:<br />
results of the 2008 Study for Monitoring Antimicrobial<br />
Resistance Trends (SMART). Antimicrob Agents<br />
Chemother 2010;54:3043-6.<br />
19. http://www.bsac.org.uk/<br />
20. Juan C, Zamorano L, Pérez JL, Ge Y, Oliver A; Spanish<br />
Group for the Study of Pseudomonas; Spanish Network<br />
for Research in Infectious Diseases. Activity of a new<br />
antipseudomonal cephalosporin, CXA-101 (FR264205),<br />
against carbapenem-resistant and multidrug-resistant<br />
Pseudomonas aeruginosa clinical strains. Antimicrob<br />
Agents Chemother 2010;54:846-51.<br />
21. Kallel H, Hergafi L, Bahloul M, Hakim A, Dammak H,<br />
Chelly H, et al. Safety and efficacy of colistin compared<br />
with imipenem in the treatment of ventilatorassociated<br />
pneumonia: a matched case-control study. Intensive Care<br />
Med 2007;33:1162-7.<br />
22. Kaniga G, Flamm R, Tong SY, Lee M, Friedland I, Redman<br />
R. Worldwide experience with the use of doripenem<br />
against extended-spectrum-beta-lactamase-producing<br />
and ciprofloxacin-resistant Enterobacteriaceae: analysis<br />
of six phase 3 clinical studies. Antimicrob Agents<br />
Chemother 2010;54:2119-24.<br />
23. Karlı Ş, Ceran C, Genç İ, İnan A, Öztürk D, Taşdemir C ve<br />
ark. Toplum ve hastane kaynaklı infeksiyonlardan izole<br />
edilen GSBL pozitif Escherichia coli suşlarında tigesiklin<br />
duyarlılığının araştırılması. ANKEM 2010;24:209-14.<br />
24. Kayaalp O. Rasyonel <strong>Tedavi</strong> Yönünden Tıbbi Farmakoloji.<br />
7. baskı. Ankara: Güneş Kitabevi, 1994:894-9.<br />
25. Köken G, Aşık G, Çiftçi İH, Çetinkaya Z, Aktepe OC,<br />
Yılmazer M. Toplum kökenli üriner sistem enfeksiyonlu<br />
etkeni Escherichia coli suşlarında fosfomisin trometamol<br />
etkinliği. ANKEM 2008;22:23-27.<br />
26. Landman D, Babu E, Shah N, Kelly P, Bäcker M, Bratu S,<br />
et al. Activity of a novel aminoglycoside, ACHN-490,<br />
against clinical isolates of Escherichia coli and Klebsiella<br />
pneumoniae from New York City. J Antimicrob Chemother<br />
2010;65:2123-7.<br />
27. Linares L, Garcia-Goez JF, Cervera C, Almela M,<br />
Sanclemente G, Cofán F, et al. Early bacteremia after solid<br />
organ transplantation. Transplant Proc 2009;41:2262-4.<br />
28. Linares L, Cervera C, Hoyo I, Sanclemente G, Marco F,<br />
Cofán F, et al. Klebsiella pneumoniae infection in solid<br />
organ transplant recipients: epidemiology and antibiotic<br />
resistance. Transplant Proc 2010;42:2941-3.<br />
29. Mathers AJ, Cox HL, Bonatti H, Kitchel B, Brassinga AK,<br />
Wispelwey B, et al. Fatal cross infection by carbapenemresistant<br />
Klebsiella in two liver transplant recipients.<br />
Transpl Infect Dis 2009;11:257-65.<br />
30. Öztürk CE, Kaya AD, Göçmen Ş, Arslan E. Toplum kaynaklı<br />
idrar yolu infeksiyonu etkeni olan Escherichia coli<br />
izolatlarının fosfomisin ile idrar yolu infeksiyonlarında sık<br />
186<br />
kullanılan antibiyotiklere duyarlılıkları. ANKEM<br />
2008;22:81-84.<br />
31. Poulakou G, Kontopidou FV, Paramythiotou E, Kompoti<br />
M, Katsiari M, Mainas E, et al. Tigecycline in the treatment<br />
of infections from multi-drug resistant Gramnegative<br />
pathogens. J Infect 2009;58:273-84.<br />
32. Pullukcu H, Aydemir S, Tasbakan MI, Cilli F, Tunger A,<br />
Ulusoy S. Susceptibility of Extended-Spectrum Beta-<br />
Lactamase-Producing Escherichia coli Urine Isolates to<br />
Fosfomycin, Ciprofloxacin, Amikacin and Trimethoprim-<br />
Sulfamethoxazole. Turk J Med Sci 2008;38:175-80.<br />
33. Pullukçu H, Aydemir Ş, Taşbakan MI, Sipahi OR, Çilli F,<br />
Ulusoy S. Nitrofurantoinin idrar kültürlerinden soyutlanan<br />
Escherichia coli suşlarına invitro etkinliği. İnfeksiyon<br />
Dergisi 2007;21:197-200.<br />
34. Pullukcu H, Tasbakan M, Sipahi OR, Yamazhan T, Aydemir<br />
S, Ulusoy S. Fosfomycin in the treatment of extended<br />
spectrum beta-lactamase-producing Escherichia coli-related<br />
lower urinary tract infections. Int J Antimicrob Agents<br />
2007;29:62-5.<br />
35. Pullukçu H, Ulusoy S. Tigesiklin. FLORA 2008;13(Ek 3):3-<br />
16.<br />
36. Rios FG, LunaCM, Maskin B, Saenz Valiente A, Lloria M,<br />
Gando S, et al. Ventilatorassociated pneumonia due to<br />
colistin susceptible-only microorganisms. Eur Respir J<br />
2007;30:307-13.<br />
37. Senol S, Tasbakan M, Pullukcu H, Sipahi OR, Sipahi H,<br />
Yamazhan T et al. Carbapenem versus fosfomycin tromethanol<br />
in the treatment of extended-spectrum betalactamase-producing<br />
Escherichia coli-related complicated<br />
lower urinary tract infection. J Chemother 2010;22:355-<br />
7.<br />
38. Slocombe B, Basker MJ, Bentley PH, Clayton JP, Cole M,<br />
Comber KR, et al. BRL 17421, a novel beta-lactam antibiotic,<br />
highly resistant to beta-lactamases giving high and<br />
prolonged serum levels in humans. Antimicrob Agents<br />
Chemother 1981;20:38-46.<br />
39. Solomkin JS, Mazuski JE, Bradley JS, Rodvold KA,<br />
Goldstein EJ, Baron EJ et al. Diagnosis and management<br />
of complicated intra-abdominal infection in adults and<br />
children: guidelines by the Surgical Infection Society and<br />
the Infectious Diseases Society of America. Surg Infect<br />
(Larchmt) 2010;11:79-109.<br />
40. Souli M, Rekatsina PD, Chryssouli Z, Galani I, Giamarellou<br />
H, Kanellakopoulou K. Does the activity of the combination<br />
of imipenem and colistin in vitro exceed the problem<br />
of resistance in metallo-b-lactamase-producing Klebsiella<br />
pneumoniae isolates? Antimicrob Agents Chemother<br />
2009;53:2133-5.<br />
41. Stachyra T, Levasseur P, Péchereau MC, Girard AM,<br />
Claudon M, Miossec C, et al. In vitro activity of the<br />
b-lactamase inhibitor NXL104 against KPC-2 carbapenemase<br />
and Enterobacteriaceae expressing KPC carbapenemases.<br />
J Antimicrob Chemother 2009;64:326-9.<br />
42. Tan TY, Ng LS, Tan E, Huang G. In vitro effect of minocycline<br />
and colistin combinations on imipenem-resistant<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Acinetobacter baumannii clinical isolates. J Antimicrob<br />
Chemother 2007;60:421-3.<br />
43. Tasbakan M, Pullukcu H, Sipahi OR, Yamazhan T, Ulusoy<br />
S. Nitrofurantoin in the treatment of Extended-spectrum<br />
Beta-lactamase (ESBL) producing E. coli related lower<br />
urinary tract infection (LUTI). 48.ICAAC&46. IDSA, 2008,<br />
poster L494.<br />
44. Taşbakan M, Pullukçu H, Yamazhan T, Arda B, Ulusoy S.<br />
Toplum kökenli üriner sistem enfeksiyonlarından soyutlanan<br />
Escherichia coli suşlarına fosfomisinin invitro etkinliğinin<br />
diğer antibiyotiklerle karşılaştırılması. ANKEM<br />
2004;18:216-9.<br />
45. Taşbakan MI, Pullukçu H, Sipahi OR, Yamazhan T, Arda B,<br />
Ulusoy S. Pooled analysis of resistance patterns of<br />
Escherichia coli Strains isolated from urine cultures in<br />
Turkey: Comparison of 1997-2001 and 2002-2007<br />
Periods. Turkish Medical Science (basımda).<br />
46. Tasbakan MS, Pullukcu H, Ekren PK, Oz AT, Midilli M,<br />
Aydemir S, et al. Colistin use in ventilator-associated pneumonia<br />
due to panresistant Pseudomonas aeruginosa<br />
and Acinetobacter baumannii. Mikrobiyol Bul 2009;43:61-<br />
70.<br />
47. Tasbakan MS, Pullukcu H, Sipahi OR, Tasbakan M,<br />
Aydemir S, Bacakoglu F. Tigecycline in the treatment of<br />
multidrug-resistant Acinetobacter baumannii pneumonia.<br />
20th European Congress of Clinical Microbiology and<br />
Infectious Diseases (ECCMID), 2010, Vienna, oral presentation<br />
510.<br />
Hüsnü Pullukçu<br />
48. Tripodi MF, Durante-Mangoni E, Fortunato R, Utili R,<br />
Zarrilli R. Comparative activities of colistin, rifampicin,<br />
imipenem and sulbactam/ampicillin alone or in combination<br />
against epidemic multidrug-resistant Acinetobacter<br />
baumannii isolates producing OXA-58 carbapenemases.<br />
Int J Antimicrob Agents 2007;30:537-40.<br />
49. Tumbarello M, Spanu T, Sanguinetti M, Citton R, Montuori<br />
E, Leone F, et al. Bloodstream infections caused by extended-spectrum-<br />
beta-lactamase-producing Klebsiella pneumoniae:<br />
risk factors, molecular epidemiology, and clinical<br />
outcome. Antimicrob Agents Chemother 2006;<br />
50:498-504.<br />
50. Tunçcan ÖG, Keten DT, Dizbay M, Hızel K. Hastane kaynaklı<br />
Escherichia coli ve Klebsiella suşlarının ertapenem ve<br />
diğer antibiyotiklere duyarlılığı. ANKEM 2008;22:188-<br />
192.<br />
51. Yamada S, Hyo Y, Ohmori S, Ohuchi M. Role of ciprofloxacin<br />
in its synergistic effect with fosfomycin on drugresistant<br />
strains of Pseudomonas aeruginosa.<br />
Chemotherapy 2007;53:202-9.<br />
52. Yilmaz N, Agus N, Yurtsever SG, Pullukcu H, Gulay Z,<br />
Coskuner A, et al. Prevalence and antimicrobial susceptibility<br />
of Escherichia coli in outpatient urinary isolates in<br />
Izmir, Turkey. Med Sci Monit 2009;15:PI61-5.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 187
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Ventilatörle İlişkili Pnömoni<br />
Prof. Dr. Şaban Esen<br />
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Samsun<br />
189
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Ventilatörle İlişkili Pnömoni<br />
Ventilatörle ilişkili pnömoni (VİP) yoğun<br />
bakımda gelişen enfeksiyonlar içinde mortalitesi<br />
en yüksek olandır, tedavi maliyeti de<br />
çok yüksektir. İnsidansı %9 ile %68 arasında<br />
değişmektedir. Mortalitesi ve morbiditesi yüksek<br />
olan VİP’den korunmak tedaviden daha<br />
kolaydır ve maliyeti de daha düşüktür. Korunma<br />
önlemleri ülkeden ülkeye, hastaneden hastaneye,<br />
bazen de üniteden üniteye değişmektedir.<br />
Hatta bazı öneriler birbiriyle çelişmektedir.<br />
Amerika Birleşik Devletleri’nde “The Institute<br />
for Healthcare Improvement (IHI)” 2004 yılında,<br />
açık kolayca uygulanabilen üç-beş önlemi<br />
içeren VİP önlem paketini tanımlamıştır.<br />
Etkinlik için paketin tüm bileşenleri her hastaya<br />
eksiksiz uygulanmalıdır. İlk tanımlanan<br />
paketin bileşenleri:<br />
a. Yatak başının 30-45° olacak şekilde tutulması,<br />
b. Günlük sedasyon tatili ve ekstübasyon açısından<br />
hastanın değerlendirilmesi,<br />
c. Derin ven trombozu profilaksisi,<br />
d. Mide ülseri profilaksisi.<br />
Birçok merkezde uygulamaya konulan bu<br />
paketle VİP’de anlamlı azalma sağlanmıştır<br />
(Tablo 1).<br />
Daha sonra bazı merkezler bu pakete eklemeler<br />
yapmışlardır. İlk pakette belirtilenlerin yanı sıra<br />
ventilasyon devrelerinin bakımına ve solunan<br />
gazların nemlendirilmesine de özen gösterilmelidir.<br />
Hasta bakım sırasında solunum sekresyonlarının<br />
güvenli aspirasyonu da bakımın<br />
önemli bir parçasıdır. IHI Mayıs 2010 tarihinde<br />
ilk tanımladığı pakete klorheksidinli ağız bakımını<br />
eklemiştir. Subglottik sekresyonların drenajının<br />
sağlanmasının paketlerde yer alması<br />
gerektiğini savunanlar vardır.<br />
Tab lo 1. İlk tanımlanan paketin uygulanmasının sonuçları<br />
Yazar Yıl Ülke Pakete uyum Sonuç*<br />
Resar ve ark. 2005 ABD ve Kanada 35 merkezin<br />
21’inde %95 uyum<br />
Önce 6.6 sonra 2.7<br />
Berriel-Cass ve ark. 2006 ABD Belirtilmemiş Önce 8.2 sonra 3.3<br />
Youngquist ve ark. 2007 ABD %100 uyum Önce 6.01 sonra 2.66<br />
Unahalekhaka ve ark. 2007 Tayland Belirtilmemiş Bazal 13.3 sonra 8.3<br />
* 1000 mekanik ventilatör gününe enfeksiyon oranı.<br />
190<br />
Yatak başının 30-45° olacak şekilde tutulması:<br />
Mekanik ventilasyon uygulanan hastada<br />
kontamine sekresyonların aspirasyonu pnömoninin<br />
en önemli nedenidir. Hastanın yarı oturur<br />
pozisyonda tutulmasıyla mide içeriğinin, orofarenks<br />
sekresyonlarının ve nazofarenks sekresyonlarının<br />
aspirasyonu ile pnömoni gelişmesi<br />
engellenmiş olur. Yapılan bir çalışmada yatar<br />
pozisyon ve enteral beslenme VİP için bağımsız<br />
risk faktörü olarak bulunmuştur. Özellikle enteral<br />
beslenen hastalar yarı oturur pozisyonda<br />
olmalıdır.<br />
Sedasyon tatili: Erken ekstübe edilen hastalarda<br />
VİP riskinin azaldığı gösterilmiştir. Sedasyon<br />
tatili, planlanmış bir şekilde günlük olarak hastanın<br />
uyandırılmaya çalışılmasıyla olur. Hasta<br />
uyandırıldığında da ekstübasyon açısından<br />
değerlendirilmelidir. Birçok merkezde hastalar<br />
ekstübasyon açısından subjektif olarak değerlendirilmektedir.<br />
Bazı hastalar ekstübe edilebilecekken<br />
entübe kalmaya devam etmekte bu<br />
nedenle de VİP riski artmaktadır. Bir çalışmada<br />
sürekli sedasyon infüzyonu alan hastalar ile<br />
günlük sedasyon tatili yapılan hastalar karşılaştırılmış,<br />
sedasyon tatili yapılan hastalarda yoğun<br />
bakımda kalış süresinin kısa olduğu (6.2-9.9<br />
gün), mekanik ventilasyon süresinin daha kısa<br />
olduğu (4.8-7.3 gün) ve yoğun bakım komplikasyonlarının<br />
daha az olduğu görülmüştür.<br />
Başka bir çalışmada da standardize protokol<br />
çerçevesinde uygulanan günlük uyandırma ile<br />
VİP oranı kontrol grubunda %15 iken, uyandırma<br />
uygulanan grupta %5’e düşürülmüştür.<br />
Erken ekstübasyon sonucu tekrar entübasyon<br />
da pnömoni riskini artırmaktadır. Hastaya erken<br />
trakeostomi açılarak sedasyon takibi daha kolay<br />
yapılabilir ve ihtiyaç duyulması halinde tekrar<br />
entübasyondan kaçınılabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Peptik ülser profilaksisi: Pakete dahil edilmesine<br />
rağmen VİP’i önlemede özel bir strateji<br />
değildir. Pakete dahil edilmesinin nedeni ventilatör<br />
gibi önemli bir stres nedeniyle mukoza<br />
oluşmasının önlenmesidir. Gastrointestinal<br />
kanama için iki bağımsız risk faktörü tanımlanmıştır.<br />
Bunlar; solunum yetmezliği ve koagülopatidir.<br />
Bu iki risk faktörü birlikte varsa ciddi<br />
kanama oranı %3.7 iken, bu iki faktörün yokluğunda<br />
kanama oranı %0.1 olarak bildirilmiştir.<br />
Kanayan grupta mortalite oranı %48.5 iken<br />
kanama gelişmeyen grupta %9.1 olarak rapor<br />
edilmiştir. VİP önleme paketinde stres ülser profilaksisinin<br />
olması doğrudan VİP’e yönelik değil<br />
kanamayı önlemeye yöneliktir. Erken enteral<br />
beslenme ile stres ülseri oluşması engellenebilir.<br />
Bazı uzmanlar yoğun bakıma kabul edildikten<br />
sonraki altı saat içinde enteral beslenmeye başlanılması<br />
gerektiğini savunmaktadır.<br />
Derin ven trombozu profilaksisi: Sedasyon<br />
uygulanan hastalarda derin ven trombozu riski<br />
artmaktadır. Stres ülseri profilaksisinde olduğu<br />
gibi derin ven trombozu profilaksisi de direkt<br />
olarak VİP’i önlemeye yönelik değil mekanik<br />
ventilasyon uygulanan hastalarda gelişecek ve<br />
mortalite ile seyredebilecek diğer komplikasyonlardan<br />
hastayı korumak amaçlıdır.<br />
Klorheksidinli ağız bakımı: Mekanik ventilatöre<br />
bağlı hastalarda çiğneme fonksiyonu ve<br />
tükürüğün yıkayıcı etkisi olmadığından dişler<br />
üzerinde plak gelişimi kolaylaşmakta, gelişen<br />
diş plaklarına da solunum yolu patojenleri yerleşebilmektedir.<br />
Dental plak oluşumunu engellemek<br />
için klorheksidin uzun yıllardır kullanılmaktadır.<br />
Önerilen klorheksidin konsantrasyonu<br />
% 0.12’dir. 2007 yılında yapılan bir metaanalizde<br />
oral dekontaminasyon ile VİP ve mortalitenin<br />
azaltıldığı, klorheksidinli ağız bakımı<br />
ile de VİP riskinin azaldığı gösterilmiştir.<br />
Şaban Esen<br />
Solunan havanın uygun nemlendirilmesi:<br />
Solunan havanın nemlendirilmesi ile sekresyonların<br />
yoğunlaşması engellenir. Nemlendirme<br />
sırasında solunum devrelerinde yoğunlaşan<br />
buhar sıvı olarak birikebilir ve bu sıvının içinde<br />
mikroorganizmalar kolaylıkla çoğalabilir. Bu<br />
sıvının aspirasyonu da VİP’e neden olur. Isı-nem<br />
değiştirici filtreler hastanın kendi solunumu ile<br />
ısı ve nemini kullanarak sıvı oluşmasını engeller<br />
böylece VİP’i azaltır. Isı nem değiştiriciler kirlenmediği<br />
sürece 48 saat süreyle kalabilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Berriel-Cass D, Adkins FW, Jones P, et al. Eliminating<br />
nosocomial infections at Ascension Health. Jt Comm J<br />
Qual Patient Saf 2006;32:612-20.<br />
2. Chan EY, Ruest A, O’Meade M, Cook DJ. Oral decontamination<br />
for prevention of pneumonia in mechanically<br />
ventilated adults: systematic review and meta-analysis. Br<br />
Med J 2007;10:1136.<br />
3. Ibrahim EH, Tracy L, Hill C, et al. The occurrence of ventilator-associated<br />
pneumonia in a community hospital: Risk<br />
factors and clinical outcomes. Chest 2001;120:555-61.<br />
4. Institute for Healthcare Improvement. http://www.ihi.org<br />
5. Resar R, Pronovost P, Haraden C, et al. Using a bundle<br />
approach to improve ventilator care processes and reduce<br />
ventilator-associated pneumonia. Jt Comm J Qual<br />
Patient Saf 2005;31:243-8.<br />
6. Unahalekhaka A, Jamulitrat S, Chongsuvivatwong V, et<br />
al. Using a collaborative to reduce ventilator-associated<br />
pneumonia in Thailand. Jt Comm J Qual Patient Saf 2007;<br />
33:387-94.<br />
7. Youngquist P, Carroll M, Farber M, et al. Implementing a<br />
ventilator bundle in a community hospital. Jt Comm J<br />
Qual Patient Saf 2007;33:219-25.<br />
8. Wip C, Napolitano L. Bundles to prevent ventilator-associated<br />
pneumonia: how valuable are they? Curr Opin<br />
Infect Dis 2009;22:159-66.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 191
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Kateter İlişkili Kan Dolaşımı<br />
Enfeksiyonları<br />
Doç. Dr. Rahmet Güner<br />
SB Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
193
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonları<br />
Ulusal hastane enfeksiyonları sürveyans<br />
verilerimize bakıldığında (hastane enfeksiyonları<br />
sürveyans verilerini bildiren 2006 yılında<br />
937, 2007 yılında 1113 yataklı tedavi kurumu<br />
verilerine dayalı olarak) kateter ilişkili kan<br />
dolaşımı enfeksiyonu (KDE) hızı ortanca değerlerinin<br />
yoğun bakım ünitesi tipine göre değişmekle<br />
birlikte 2006 yılında 0-26, 2007 yılında<br />
0-10.9 arasında olduğu görülmektedir. Amerika<br />
Birleşik Devletleri (ABD) ulusal sürveyans sistemi<br />
(NHSN) raporlarında ise kateter ilişkili<br />
KDE hızının 1.3-5.5 arasında değiştiği, ülkemizden<br />
merkezlerin de dahil olduğu gelişmekte<br />
olan ülkelerde yürütülen (INICC) sürveyans<br />
çalışmasında ise kateter ilişkili KDE hızının<br />
1000 santral venöz kateter gününde 7.6 olduğu<br />
saptanmıştır. Yüksek mortalite oranı, morbiditesi<br />
ve maliyeti ile kateter ilişkili KDE’lerin<br />
önlenmesine yönelik çalışmaların ön plana<br />
çıkarılmasının gerekli olduğu açıktır.<br />
ABD’de Sağlık Hizmetlerinin İyileştirilmesi<br />
Enstitüsü (Institute for Healthcare Improvement)<br />
100.000 Yaşam Kampanyasında kateter ilişkili<br />
KDE’lerin önlenmesini de hedeflemiştir. Bu<br />
amaçla uygulanması gereken uygulamalar paket<br />
“bundle” önlemler olarak tanımlanarak, hepsinin<br />
bir arada eksiksiz olarak kateter takılacak<br />
her hastada uygulanması durumunda kateter<br />
ilişkili KDE’lerin tamamen önlenebileceği vurgulanmıştır.<br />
Burada önemli olan husus, bu<br />
önlemlerden herhangi birinin uygulanmadığı<br />
durumda hiçbir önlem alınmamış kabul edilmesi<br />
gerektiğidir. Yani bu durumda “Ya hep ya<br />
hiç” kuralının benimsenmesi gereklidir.<br />
Kateter ilişkili KDE’lerin önlenmesinde paket<br />
önlemler:<br />
• El hijyeni,<br />
• Kateter takılması sırasında maksimum bariyer<br />
önlemlerinin alınması (bone, maske, steril<br />
önlük, steril eldiven takılması ve sadece kateter<br />
takılacak alanın açıkta kalmasını sağlayacak<br />
şekilde hastanın baştan ayağa geniş steril örtü<br />
ile örtülmesi),<br />
• Kateter takılacak alana klorheksidin glukonat<br />
ile cilt antisepsisi uygulanması ve cilt antiseptiği<br />
uygulamasından sonra kurumasının beklenmesi<br />
(< 2 aylık bebeklerde klorheksidin glukonat<br />
kullanımı önerilmemektedir. Ayrıca, klor-<br />
194<br />
heksidin kullanımına kontrendike bir durum<br />
varsa iyot solüsyonları, %70 alkol solüsyonu<br />
kullanılabilir),<br />
• Optimum kateter takılma bölgesinin seçilmesi<br />
(subklavyen bölgenin ilk olarak, bu mümkün<br />
değil ise juguler bölgenin tercih edilmesi, femoral<br />
bölgeye kateter takılmasından olabildiğince<br />
kaçınılması),<br />
• Günlük olarak santral venöz kateter gereksiniminin<br />
değerlendirilmesi başlıklarını içerir.<br />
Kateter ilişkili KDE uygulamasında bu adımların<br />
hepsinin uygulandığını belirlemek amacıyla<br />
bir kontrol listesi oluşturulması gereklidir.<br />
Kateter takılması planlanan her hastada kateter<br />
gerekliliği detaylı bir şekilde değerlendirilmeli,<br />
takiben kateter takılmadan önce kontrol listesi<br />
gözden geçirilerek alınması gereken önlemlere<br />
uyum kontrol edilmelidir. Ayrıca, tutulan bu<br />
kayıtlar eşliğinde enfeksiyon oranları geri dönük<br />
bilgilendirmede kullanılarak, uyumun artması<br />
sağlanmalıdır.<br />
Kontrol listesinde paket önlemlere ilaveten günlük<br />
olarak kateter endikasyonunun değerlendirilmesi<br />
ve gereksiz kateterlerin en kısa sürede<br />
çekilmesi de yer almalıdır. Yapılan çalışmalarda<br />
kateterlerin gereğinden uzun sürelerle kaldığı<br />
ve enfeksiyon oranlarının buna bağlı olarak arttığı<br />
gösterilmiştir.<br />
Eğitim çalışmaları ile paket önlemlerin ilgili<br />
personele anlatılması, kateter takılırken bu<br />
önlemlere uyumun kontrolü ve geri dönük bildirimlerle<br />
kateter ilişkili KDE oranlarının azaltılması<br />
mümkün olmuştur.<br />
Kateter ilişkili KDE’lerin önlenmesinde kateter<br />
takılması kadar, takıldıktan sonra bakımı, kontrolü<br />
de son derece önemlidir. Kateter ile ilgili<br />
herhangi bir uygulama öncesi eller mutlaka<br />
yıkanmalı veya el antiseptiği ile ovulmalı ve<br />
santral veya arteryel katetere yapılacak uygulamalarda<br />
mümkünse steril eldiven giyilmesi tercih<br />
edilmelidir. Kateter giriş yeri gazlı bez veya<br />
şeffaf yarı geçirgen örtüler ile kapatılmalıdır.<br />
Hastada terleme, kanama veya kateter etrafından<br />
sızıntı varsa gazlı bez kullanımı tercih edilmelidir.<br />
Kateter giriş yeri örtüleri, nemlenme,<br />
gevşeme, bütünlük bozulması, gözle görülür<br />
kirlenme durumunda mutlaka değiştirilmeli,<br />
bunların herhangi birinin olmadığı durumlarda<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
erişkin ve adölesanda en az haftada bir, kısa<br />
süreli kateterlerde gazlı bez örtüler iki günde<br />
bir, yarı şeffaf örtüler ise yedi günde bir değiştirilmelidir.<br />
Santral venöz kateterler belli aralıklarla rutin bir<br />
şekilde değiştirilmemelidir. Periferik vasküler<br />
kateterler erişkinde 72-96 saat sonra değiştirilmelidir.<br />
Çocuklarda ise rutin değiştirilmesine<br />
gerek yoktur. Ancak kateter takılması sırasında<br />
asepsi koşullarından şüphe duyulan bir durum<br />
varsa en kısa sürede değiştirilmelidir.<br />
Kateter ilişkili KDE şüphesi yoksa infüzyon setleri<br />
ve bağlantıları 72 saatten önce değiştirilmemeli,<br />
kan, kan ürünleri, lipid infüzyonunda<br />
kullanılan setler 24 saat, dekstroz ve aminoasit<br />
infüzyonunda kullanılan setler 72 saat, propofol<br />
infüzyonunda kullanılan setler ise 6-12 saat ara<br />
ile değiştirilmelidir.<br />
Enjeksiyon portları kullanılmadan önce %70<br />
alkol veya iyodofor solüsyonu ile silinmeli, giriş<br />
portuna yapılacak uygulamada kullanılacak alet<br />
mutlaka steril olmalı, kullanılmayan bütün üçlü<br />
musluklar kapalı tutulmalıdır.<br />
Bu önlemleri içeren eğitim uygulamaları ile<br />
yapılan ölçümlerde kateter ilişkili KDE oranlarının<br />
azaltılabildiği, geri dönük bildirimlerin ve<br />
performansın ödüllendirilmesi ile enfeksiyon<br />
oranlarındaki azalmanın çok daha belirgin olduğu<br />
çalışmalarda gösterilmiştir. Paket önlemlere<br />
uyum konusunda hemşirelerin yetkilendirilerek,<br />
kurallara uyum olmadığı durumda işleme<br />
son vermeleri halinde enfeksiyon oranlarındaki<br />
azalmanın çok daha yüksek oranda olduğu saptanmıştır.<br />
Hatta yapılan çalışmalarda kateter<br />
ilişkili KDE’lerin sıfırlanabildiği kanıtlanmıştır.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, kateter ilişkili KDE<br />
hızı gelişmiş ülkelere göre yüksek oranda saptanmaktadır.<br />
Kısıtlı imkanlar, özellikle yeterli<br />
sayıda eğitimli insan gücünün olmayışı, enfeksiyon<br />
kontrol kurallarına uyum düşüklüğü,<br />
enfeksiyon kontrol sürveyansı ve hastane akreditasyonunun<br />
zorunlu olmaması, el hijyenine<br />
uyum oranının düşüklüğü bu durumdan sorumlu<br />
en önemli başlıklar arasındadır. Ancak paket<br />
önemlerin uygulamaya sokulması ve uygulamaların<br />
kontrolü enfeksiyonların kontrolü için son<br />
derece önemlidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
Rahmet Güner<br />
1. Edwards JR, Peterson K, Mu Y, et al. National Healthcare<br />
Safety Network (NHSN) report: Data summary for 2006<br />
through 2008, issued December 2009. Am J Infect<br />
Control 2009;37:783-805.<br />
2. Frasca D, Dahyot-Fizelier C, Mimoz O. Prevention of central<br />
venous catheter-related infection in the intensive care<br />
unit. Crit Care 2010;14:212.<br />
3. Kallen AJ, Patel P, O’Grady N. Preventing catheter-related<br />
bloodstream infections outside the intensive care unit:<br />
expanding prevention to new settings. Clin Infect Dis<br />
2010;51:335-341.<br />
4. Lobo RD, Levin AS, Oliveira MS, et al. Evaluation of interventions<br />
to reduce catheter-associated bloodstream<br />
infection: continuous tailored education versus one basic<br />
lecture. Am J Infect Control 2010;38:440-8.<br />
5. Marra AR, Cal RG, Durão MS, et al. Impact of a program<br />
to prevent central line-associated bloodstream infection<br />
in the zero tolerance era. Am J Infect Control 2010;38:434-<br />
9.<br />
6. Rey C, Alvarez F, De-La-Rua V, et al. Intervention to reduce<br />
catheter-related bloodstream infections in a pediatric<br />
intensive care unit. Intensive Care Med 2011 [Epub ahead<br />
of print].<br />
7. Rosenthal VD. Central line-associated bloodstream ınfections<br />
in limited-resource countries: a review of the literature.<br />
Clin Infect Dis 2009;49:1899-907.<br />
8. Rosenthal VD, Maki DG, Jamulitrat S, et al. International<br />
Nosocomial Infection Control Consortium (INICC) report,<br />
data summary for 2003-2008, issued June 2009. Am J<br />
Infect Control 2010;38:95-104.e2.<br />
9. Rosenthal V, Maki D, Rodrigues C, et al. Impact of<br />
International Nosocomial Infection Control Consortium<br />
(INICC) strategy on central line-associated bloodstream<br />
ınfection rates in the intensive care units of 15 developing<br />
countries. Infect Control Hosp Epidemiol 2010;31.<br />
doi: 10.1086/657140.<br />
10. Türkiye Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Raporu 2006-<br />
2007. Hastane İnfeksiyonları Dergisi 2009;13:215-69.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 195
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Adana<br />
197
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />
Üriner enfeksiyonlar sağlık bakımı ile ilişkili<br />
en sık görülen enfeksiyonlardır ve tüm<br />
nozokomiyal enfeksiyonların yaklaşık %40’ını<br />
oluşturarak ciddi morbidite, mortalite ve maliyet<br />
sebebidir. Nozokomiyal üriner enfeksiyonların<br />
hemen tamamı kateterle ilişkilidir ve<br />
oldukça sık uygulanır. Hastanede yatan hastaların<br />
yaklaşık %15-20’sinde üriner kateterizasyon<br />
uygulanır. Diğer risk faktörleri arasında ise sistoskopi<br />
ve diğer ürolojik işlemler gelir. Bunun<br />
yanında nozokomiyal bakteremilerin %17’den<br />
fazlasında da neden üriner kateterizasyondur,<br />
sadece santral venöz kateterizasyon, daha fazla<br />
bakteremiye neden olur.<br />
Kateterlerin kalış süresi kateter ilişkili üriner<br />
enfeksiyon gelişiminde en önemli risk faktörüdür.<br />
Genel olarak kateterin kalış süresi akut<br />
bakım kliniklerinde iki-dört gündür ve hastaların<br />
%70’inde ilk yedi gün içinde çıkarılır. Kapalı<br />
drenaj sistemleri ise günlük yeni enfeksiyon<br />
gelişme insidansını azaltır. Bu sistem kullanıldığında<br />
enfeksiyonun gelişme zamanı ortalama<br />
30 gün iken, açık sistemlerde bu süre ortalama<br />
dört gündür. Üriner sistem enfeksiyonlarını asıl<br />
azaltan girişim gereksiz ve uygunsuz kateter<br />
kullanımının önlenmesi ve kateterlerin en kısa<br />
zamanda çıkarılmasıdır. Yapılan çeşitli çalışmalarda<br />
acil servise ve kliniklere başvuran hastaların<br />
beşte birine kateter takıldığı ve bu kateterlerin<br />
de yaklaşık yarısının gereksiz yere takıldığı<br />
yine yarısında da endikasyon olmadığı halde<br />
kateterin çıkarılmadığı gösterilmiştir.<br />
1992 yılında “Centers for Disease Control and<br />
Prevention (CDC)”ın yaptığı çalışmada üriner<br />
enfeksiyonların maliyeti incelenmiş ve yıllık<br />
900.000’den fazla üriner enfeksiyonun 600<br />
milyon dolar ekstra harcamaya neden olduğu<br />
gösterilmiştir. Bu oran hastane enfeksiyonlarının<br />
toplam faturasının yaklaşık olarak %14’ünü<br />
oluşturmaktadır. Yapılan bir başka çalışmada<br />
ise üriner enfeksiyonların ortalama 3.8 gün fazladan<br />
yatış süresi ve 3803 dolar ile ilişkili olduğu<br />
bulunmuştur.<br />
Üriner enfeksiyonlara atfedilen mortalite hala<br />
kesin değildir ancak en önemli ölüm nedenlerinden<br />
biri olarak karşımıza çıkan baktereminin<br />
bu hasta grubunda %0.9-3.9 oranında gerçekleştiği<br />
bilinmektedir. Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde sekonder baktereminin kaba<br />
198<br />
mortalite hızı %30, bir başka çalışmada ise üriner<br />
enfeksiyona bağlı bakteremiye atfedilen<br />
mortalite oranı %12.7 olarak bildirilmiştir.<br />
Kateter ilişkili üriner enfeksiyonlar çeşitli enfeksiyöz<br />
ve nonenfeksiyöz komplikasyonlar ile de<br />
ilişkili bulunmuştur. Enfeksiyöz komplikasyonlar<br />
arasında paranefritik, vezikal ve üretral apse,<br />
epididimit, prostatit, orşit gelirken diğer, komplikasyonları<br />
ise vezikoüretral reflü, böbrek taşı,<br />
hemorajik psödopolip, skuamöz metaplazi ve<br />
mesane kanseridir.<br />
Üriner kateter ilişkili enfeksiyonlar vücuda yerleştirilen<br />
yabancı cisimlerle ilgili olan ve büyümekte<br />
olan bir problemin parçalarında biri olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır. İnvaziv araç ilişkili<br />
enfeksiyonlar olarak adlandırdığımız bu grup<br />
enfeksiyonlar en kolay önlenebilen nozokomiyal<br />
enfeksiyonlar arasında yer almaktadır.<br />
CDC’nin “Study on Efficacy of Nosocomial<br />
Infection Control (SENIC)” çalışması nozokomiyal<br />
enfeksiyonların önlenebilirliğine ait ilk<br />
verileri sunmuştur. Bu çalışmaya göre 250 yatağa<br />
en az bir enfeksiyon kontrol profesyoneli ile<br />
üriner enfeksiyonlar %33 oranında azaltılabilmiştir.<br />
Yaklaşık 20 yıl önce CDC üriner enfeksiyonların<br />
önlenmesi için bir kılavuz yayınlamış ve<br />
2009 yılında bu kılavuz yenilenmiştir. Üriner<br />
enfeksiyonların önlenmesi alanında başka kılavuzlar<br />
da yayınlanmıştır. Tüm kılavuzlardaki<br />
ortak öneriler genel olarak dört başlıkta toplanabilir;<br />
kateterin gerekliliğinin değerlendirilmesi,<br />
kateter seçimi, kateter yerleştirilmesi sırasında<br />
aseptik teknik kullanımı ve kateter bakımı.<br />
Ancak kılavuzların kullanımı ile ilgili sıkıntı<br />
çok geniş ve ayrıntılı oldukları için gelişen<br />
uygulama zorluğu ve uyumun takibinin yapılamamasıdır.<br />
Birçok hastane bu zorluklar nedeniyle<br />
kanıta dayalı bu teknikleri hayata geçirmemektedir.<br />
Sağlık bakımında kalite geliştirme amacıyla<br />
“Institude of Health Improvement (IHI)”, Aralık<br />
2004 tarihinde “100.000 hayat” kampanyasını<br />
başlattı. Amaç hasta güvenliği ve sağlığın geliştirilmesi<br />
için ulusal bir hareket başlatarak<br />
100.000 hayat kurtarmak idi ve bu amaca ulaşmak<br />
için 18 aylık bir süre belirlendi. Kampanya,<br />
içinde enfeksiyon kontrolünün de bulunduğu<br />
(santral kateter ilişkili enfeksiyonların önlen-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
mesi, cerrahi alan enfeksiyonlarının önlenmesi,<br />
ventilatörle ilişkili pnömoninin önlenmesi) altı<br />
alanda iyileştirmeler içermekteydi. Her alan<br />
dört-beş maddeden oluşan paketler içermekteydi<br />
ve tüm maddelerin bir arada uygulanması<br />
gerekliydi. Bu girişimlere uyum ve hastanelerin<br />
gösterdikleri gelişme takip edildi, internet sitesinde<br />
paylaşıldı. Bu hareket birçok kurum tarafından<br />
desteklendi. Kampanya planlanandan<br />
erken 100.000 hayatın kurtarılmasıyla sona erdi.<br />
Bu kampanyanın başarısının ardından çok daha<br />
fazla hayatın kurtarılabileceği ortaya çıktı ve<br />
yeni hedefler eklenerek 2006-2008 yılları arasında<br />
“5 milyon hayat” kampanyası başlatıldı.<br />
IHI tarafından “önlem paketi” konseptinin ortaya<br />
konulmasından sonra çeşitli kurumlarda<br />
çeşitli önlem paketleri kullanılmaya başlandı.<br />
Bir arada uygulandığında tek başlarına uygulanmalarına<br />
oranla daha iyi sonuçların elde edildiği<br />
bir grup müdahaleye önlem paketi denilmektedir.<br />
Önlem paketleri sepsis gibi komplike medikal<br />
durumların tedavisinde, kateter ilişkili kan<br />
dolaşımı enfeksiyonu, ventilatörle ilişkili pnömoni<br />
gibi enfeksiyonların önlenmesinde geliştirilmiştir.<br />
Birçok merkezde üriner enfeksiyonları<br />
önlemeye diğer enfeksiyonlara oranla daha az<br />
önem verilmektedir hatta bazı merkezlerde üriner<br />
kateter ilişkili üriner enfeksiyonlar sürveyans<br />
programlarından çıkarılmıştır. Bu nedenle<br />
kateter ilişkili üriner enfeksiyonların önlem<br />
paketleri ile ilgili çok fazla yayın bulunmamaktadır.<br />
Bu konuda literatürde bulunabilen ilk<br />
çalışma, Qutaishat ve arkadaşlarına aittir. Bu<br />
çalışmada önerilen paketteki maddeler;<br />
1. Üriner kateterlerin çıkarılması için günlük<br />
değerlendirme,<br />
2. İdrar torbasını mesane altında tutmak,<br />
3. Kapalı drenaj sistemlerinin kullanımı,<br />
4. Kateterin hareket etmesini önlemek için<br />
güvenlik araçları kullanımıdır. Paketin uygulanmasından<br />
önce bir eğitim programı düzenlenmiş,<br />
uygulama sırasında da enfeksiyon hızları ve<br />
pakete uyum takip edilmiştir. Sonuç olarak<br />
önlem paketi başarılı bir şekilde geliştirilmiş ve<br />
uygulanmıştır. Bunun yanında personelin üriner<br />
enfeksiyonların önlemi hakkındaki farkındalığı<br />
artırılmış ve personel ile enfeksiyon kontrol<br />
profesyonelleri arasındaki iş birliği geliştirilmiştir.<br />
Aslıhan Candevir<br />
IHI Eylül 2009 tarihinde 100.000 hayat ve 5<br />
milyon hayat kampanyalarının başarısı üzerine,<br />
bu iki kampanyanın devamı niteliğinde ve içinde<br />
kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonlarının<br />
önlenmesini de içeren 70 başlığın bulunduğu<br />
“Gelişme Haritası”nı hayata geçirdi. IHI<br />
gelişme haritasının kateter ilişkili üriner sistem<br />
enfeksiyonlarının önlenmesi başlığı dört madde<br />
içermektedir; gereksiz üriner kateterden kaçının,<br />
üriner kateterleri aseptik teknik kullanarak<br />
yerleştirin, kateter bakımını güncel rehberler<br />
ışığında yapın ve üriner kateter gerekliliğini<br />
günlük değerlendirin. Bu çalışmaların başarılı<br />
olması için yapılması gerekenlerin başında<br />
ölçümler gelmektedir. IHI paketleri uygulamaya<br />
getirirken bir sonuç ölçümü (kateter ilişkili üriner<br />
enfeksiyon hızı= semptomatik kateter ilişkili<br />
üriner enfeksiyon sayısı/üriner kateter günü x<br />
1000) ve iyi bir plan eşliğinde “Ağustos sonuna<br />
kadar %50 azalma” gibi net bir amaç belirlenmesini<br />
önermektedir. Üriner enfeksiyon hızının<br />
takibinin yanında pakete uyumun da takip edilebilmesi<br />
için gereksiz kateter oranı ve gereksiz<br />
kateter günü gibi ölçütler de kullanılmaktadır.<br />
Bu önerilerin yanında IHI internet sitesinde her<br />
türlü yardımcı aracı yayınlamakta ve katılımcı<br />
kurumları hem bu konuda hem de sonuçlarını<br />
paylaşmaları konusunda desteklemektedir.<br />
Birçok merkez bu amaçla siteyi kullanarak programa<br />
katılmış ve başarı öykülerini paylaşmıştır.<br />
Kateter ilişkili üriner enfeksiyonların önlenmesi<br />
alanında en geniş çalışma Saint ve arkadaşlarının<br />
2009 yılında yayınlanan çalışmasıdır. Eyalet<br />
genelinde bir kalite kontrol programının parçası<br />
olarak bu araştırma çalışmasını düzenlemişlerdir.<br />
Amaç, şu anda yapılan uygulamayı değerlendirmek<br />
ve kanıtlı enfeksiyon kontrol ve hasta<br />
güvenliği uygulamalarının hayata geçirilmesi<br />
için pratik stratejiler ortaya koymaktır.<br />
Uygulama içindeki “mesane paketi” öncelikle<br />
kateterlerin uygun kullanımını sağlayarak kateter<br />
ilişkili üriner enfeksiyonların önlenmesine<br />
odaklanmaktaydı. Bu çalışmada mesane paketini<br />
hayata geçirmek üzere kateter yerleştirme ve<br />
bakım konusunda hemşirelerin anahtar rol<br />
oynaması planlanmıştır. Başlangıçta bir eğitim<br />
programı verilmiş, sonrasında en az bir şampiyon<br />
hemşire belirlenmesi sağlanıp bu hemşirenin<br />
mesane paketi takımını kurması ve girişimi<br />
yönetmesi istenmiştir. Takım oluşturulduktan<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 199
Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />
Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />
sonra hedef üniteler belirlenmiş girişim öncesi<br />
değerlendirme (gereksiz kateter kullanımının<br />
ölçülmesi vb.) yapılmıştır. Bu değerlendirmeler<br />
daha sonra doğru kateter endikasyonları gibi<br />
eğitimlerde kullanılmıştır. Girişim devam ederken<br />
günlük hasta vizitleri ile kateterlerin kullanım<br />
endikasyonları takip edilmiş ve hastaneler,<br />
üriner kateter hatırlatıcı kullanımı, hemşire<br />
tabanlı durdurma protokolleri, üriner kateterizasyona<br />
alternatif yöntemler, mesane ultrason<br />
görüntülemesi gibi daha aktif üriner enfeksiyon<br />
kontrol önlemleri konusunda yüreklendirilmiştir.<br />
En son ise girişim sonrası dönemde enfeksiyon<br />
hızları, gereksiz kateter kullanım oranları<br />
hesaplanmaya devam edilip diğer dönemler ile<br />
karşılaştırma yapılmıştır. Çalışmaya katılan bazı<br />
hastanelerde çalışma tamamlanmışken, bazılarında<br />
ise yeni başlamıştır ve çalışma sonuçları<br />
henüz yayınlanmamıştır.<br />
Sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonların önlenmesi<br />
konusunda önlem paketi yaklaşımını kullanan<br />
bir başka çalışma da Venkatram ve arkadaşları<br />
tarafından 2010 yılında yayınlanmıştır.<br />
Bu çalışma invaziv araç ilişkili enfeksiyon önlem<br />
paketlerini içermekte ve girişim öncesi ve girişim<br />
sonrası dönemdeki hızlar ve araç kullanım<br />
oranlarının karşılaştırılmasını içermektedir.<br />
Üriner kateter önlem paketi kateter çıkarılması<br />
için günlük değerlendirme, yerleştirme sırasında<br />
aseptik teknik, güvenli kateter kullanımı,<br />
gümüş kaplı kateter kullanımı ve idrar torbalarının<br />
mesane altında tutulması maddelerini<br />
içermekteydi. Sonuç olarak tüm enfeksiyon<br />
hızlarında kullanım oranlarıyla beraber istatistiksel<br />
olarak anlamlı düşme tespit edilmiştir.<br />
Kullanım oranlarına göre ayarlanmış enfeksiyon<br />
hızlarına bakıldığında da anlamlı düşüş görülmüştür.<br />
Bu da enfeksiyon hızlarındaki azalmanın<br />
sadece araç kullanım oranlarındaki azalmaya<br />
bağlı olmadığını, önlem paketi uygulamasının<br />
başarısını göstermektedir.<br />
Sonuç olarak; üriner enfeksiyonlarda önlem<br />
paketi kullanımı diğerlerinde olduğu gibi faydalıdır<br />
ve CDC, IHI gibi kurumlarca desteklenmektedir.<br />
Önlem paketi uygulamasında kanıta<br />
dayalı birkaç önemli girişimin bir araya getirilmesi<br />
ve uygulamaya geçilirken de bir lider eşliğinde<br />
multidisipliner bir yaklaşım ile ekip çalışması<br />
enfeksiyon hızlarını azaltmada ve hasta<br />
güvenliğinde anahtar rol oynamaktadır.<br />
200<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Berwick DM, Calkins DR, McCannon CJ, Hackbarth AD.<br />
The 100,000 lives campaign: setting a goal and a deadline<br />
for improving health care quality. JAMA 2006;295:324-7.<br />
2. Bryan CS, Reynolds KL. Hospital-acquired bacteremic<br />
urinary tract infection: epidemiology and outcome. J Urol<br />
1984;132:494-8.<br />
3. Burke JP, Yeo TW. Nosocomial urinary tract infection. In:<br />
Mayhall GC (ed). Hospital Epidemiology and Infection<br />
Control. 3 rd ed. Philadelphia, 2004:267-86.<br />
4. Center for Disease Control. Public health focus: surveillance,<br />
prevention, and control of nosocomial infections.<br />
MMWR 1992;41:783-7.<br />
5. Dieckhaus KD, Garibaldi RA. Prevention of catheter-associated<br />
urinary tract ınfections. In: Abrutytn E, Goldmann DA,<br />
Scheckler WE (eds). Saunders Infection Control Reference<br />
Service. Philadelphia: WB Saunders, 1998:169-74.<br />
6. Gardam MA, Amihod B, Orenstein P, Consolacion N,<br />
Miller MA. Overutilization of indwelling urinary catheters<br />
and the development of nosocomial urinary tract infections.<br />
Clin Perform Qual Health Care 1998;6:99-102.<br />
7. Garibaldi RA, Mooney BR, Epstein BJ, Britt MR. An evaluation<br />
of daily bacteriologic monitoring to identify preventable<br />
episodes of catheter-associated urinary tract infection.<br />
Infect Control 1982;3:466-70.<br />
8. Gold JA. The 5 million lives campaign: preventing medical<br />
harm in Wisconsin and the nation. WMJ 2008;107:270-1.<br />
9. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues<br />
DA; Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />
Committee. Guideline for prevention of catheter-associated<br />
urinary tract infections 2009. Infect Control Hosp<br />
Epidemiol 2010;31:319-26.<br />
10. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues<br />
DA, Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />
Committee (HICPAC). Guideline for prevention of catheter-associated<br />
urinary tract infections 2009. Atlanta (GA):<br />
Centers for Disease Control and Prevention (CDC); 2009:67.<br />
11. Haley RW, Culver DH, White JW, Morgan WM, Emori TG,<br />
Munn VP, et al. The efficacy of infection surveillance and<br />
control programs in preventing nosocomial infections in<br />
US hospitals. Am J Epidemiol 1985;121:182-205.<br />
12. Hooton TM, Bradley SF, Cardenas DD, Colgan R, Geerlings<br />
SE, Rice JC, et al; Infectious Diseases Society of America.<br />
Diagnosis, prevention, and treatment of catheter-associated<br />
urinary tract infection in adults: 2009 International<br />
Clinical Practice Guidelines from the Infectious Diseases<br />
Society of America. Clin Infect Dis 2010;50:625-63.<br />
13. http://www.ihi.org/IHI/Programs/Campaign/mentor_<br />
registry_cauti.htm, 2.2.2011 tarihinde erişildi.<br />
14. Jain P, Parada JP, David A, Smith LG. Overuse of the indwelling<br />
urinary tract catheter in hospitalized medical<br />
patients. Arch Intern Med 1995;155:1425-9.<br />
15. Kass EH, Sossen HS. Prevention of infection of urinary<br />
tract in presence of indwelling catheters; description of<br />
electromechanical valve to provide intermittent drainage<br />
of the bladder. J Am Med Assoc 1959;169:1181-3.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
16. Krieger JN, Kaiser DL, Wenzel RP. Urinary tract etiology of<br />
bloodstream infections in hospitalized patients. J Infect<br />
Dis 1983;148:57-62.<br />
17. Panknin HT, Althaus P. Guidelines for preventing infections<br />
associated with the insertion and maintenance of<br />
short-term indwelling urethral catheters in acute care. J<br />
Hosp Infect 2001;49:146-7.<br />
18. Pellowe CM, Pratt RJ, Harper P, Loveday HP, Robinson N,<br />
Jones S, et al; the Guideline Development Group: Mulhall<br />
A, Smith G, Bray J, Carroll A, Chieveley Williams S,<br />
Colpman D, Cooper L, McInnes E, McQuarrie I, Newey JA,<br />
15.Peters J, Pratelli N, Richardson G, Shah PJR, Silk D,<br />
Wheatley C. Infection Control: prevention of healthcare<br />
-associated infection in primary and community care.<br />
Simultaneously published in: Journal of Hospital Infection<br />
2003;55(Suppl 2):1-127 and British Journal of Infection<br />
Control 2003;(Suppl):4;1-100.<br />
19. Rello J, Lorente C, Bodí M, Diaz E, Ricart M, Kollef MH.<br />
Why do physicians not follow evidence-based guidelines<br />
for preventing ventilator-associated pneumonia?: a survey<br />
based on the opinions of an international panel of<br />
intensivists. Chest 2002;122:656-61.<br />
20. Qutaishat SS, Muhle K, Kallman C, Roehrs VD. Prevention<br />
of catheter-associated urinary tract infections: successful<br />
development and ımplementation of a urinary catheter<br />
bundle. Am J Infect Control 2007;35:E63.<br />
21. Saint S. Clinical and economic consequences of nosocomial<br />
catheter-related bacteriuria. Am J Infect Control<br />
2000;28:68-75.<br />
Aslıhan Candevir<br />
22. Saint S, Kowalski CP, Forman J, Damschroder L, Hofer TP,<br />
Kaufman SR, et al. multicenter qualitative study on preventing<br />
hospital-acquired urinary tract infection in US<br />
hospitals. Infect Control Hosp Epidemiol 2008;29:333-41.<br />
23. Saint S, Olmsted RN, Fakih MG, Kowalski CP, Watson SR,<br />
Sales AE, et al. Translating health care-associated urinary<br />
tract infection prevention research into practice via the bladder<br />
bundle. Jt Comm J Qual Patient Saf 2009;35:449-55.<br />
24. Scheckler WE. Nosocomial infections in a community<br />
hospital: 1972 through 1976. Arch Intern Med<br />
1978;138:1792-4.<br />
25. Tambyah PA, Knasinski V, Maki DG. The direct costs of<br />
nosocomial catheter-associated urinary tract infection in<br />
the era of managed care. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2002;23:27-31.<br />
26. Venkatram S, Rachmale S, Kanna B. Study of device use<br />
adjusted rates in health care-associated infections after<br />
implementation of "bundles" in a closed-model medical<br />
intensive care unit. J Crit Care 2010;25:174.e11-8.<br />
27. Warren DK, Cosgrove SE, Diekema DJ, Zuccotti G, Climo<br />
MW, Bolon MK, et al. Prevention Epicenter Program. A<br />
multicenter intervention to prevent catheter-associated<br />
bloodstream infections. Infect Control Hosp Epidemiol<br />
2006;27:662-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 201
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
Doç. Dr. Selma Tosun<br />
SB Manisa Devlet Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Manisa<br />
203
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
Batı Nil virüsü (BNV) insanlar, atlar, kuşlar<br />
ve vahşi hayvanlarda çeşitli nörolojik semptomlara<br />
neden olan ve artropotlarla bulaşan<br />
arbovirüs ailesinden bir enfeksiyon etkenidir.<br />
Arbovirüsler arasında Togaviridae, Flaviviridae,<br />
Bunyaviridae, Rhabdoviridae ve Reoviridae virüs<br />
familyalarında yer alan 500’den fazla virüs yer<br />
almaktadır. Batı Nil virüsü de zarflı bir RNA<br />
virüsü olup arbovirüs grubunda yer almakta;<br />
Dengue, Japon ensefaliti virüsü, kene ensefaliti<br />
virüsü ve sarı humma virüslerinin bulunduğu<br />
Flaviviridae ailesinde sınıflandırılmaktadır. Bu<br />
virüs insan, köpek, at, kuş gibi çeşitli hayvanlarda<br />
hafif ateşli hastalıklardan menenjit, ensefalit<br />
veya ölüme kadar uzanan farklı klinik<br />
tablolara yol açmaktadır.<br />
BNV’nin hayat döngüsü doğada özellikle Culex<br />
cinsi sivrisinekler ile kuşlar arasında gerçekleşmektedir.<br />
Bu döngü sırasında insanlar ve diğer<br />
memeliler de geçici konaklar olabilir. İnsanlar<br />
en çok sivrisinek sokması sonucu enfekte olurlar.<br />
Aynı zamanda, kan nakli, organ nakli ya da<br />
emzirme ile anneden bebeğe bulaş da mümkün<br />
olabilmektedir.<br />
Enfeksiyon spektrumunda insanlar başta olmak<br />
üzere özellikle atlar, köpekler, vahşi ve evcil<br />
kanatlı hayvanlar, koyunlar, develer ile deney<br />
hayvanları yer almaktadır. BNV enfeksiyonlarında<br />
etkenin doğal transmisyonu, artropod<br />
-enfekte kuşlar- siklusu yolu ile olur. Genel<br />
olarak özellikle Culex cinsi sivrisineklerle yabani<br />
ve evcil kuşlar arasındaki sirkülasyon enfeksiyonu<br />
yaymaktadır.<br />
Etkenin insanlarda ve atlarda neden olduğu<br />
nörolojik bozukluklar 1950’li yılların sonlarında<br />
bildirilmiştir. BNV’nin ilk kez 1937 yılında<br />
Uganda’nın bir köyünde yüksek ateşi olan bir<br />
hastanın kan örneğinde gösterilmesinden sonra<br />
1999 yılına kadar çok sayıda salgın ve olgu bildirimi<br />
yapılmıştır. Salgınlar arasında uzun<br />
zaman aralıkları bulunması nedeniyle, önceleri<br />
bu hastalık önemli bir sağlık sorunu olarak<br />
kabul edilmemiştir.<br />
Son yıllarda özellikle Amerika Birleşik Devletleri<br />
(ABD), Asya, Afrika, Orta-Doğu, Balkanlar,<br />
Doğu ve Güney-Avrupa’da insanlar, atlar, köpekler<br />
ve kanatlı hayvanlarda ölümlerle sonuçlanan<br />
BNV enfeksiyonlarına rastlanmaktadır. Bu<br />
durumla ilgili olarak 1996 yılında Fas, 1998<br />
204<br />
yılında İtalya, 1999 yılında ABD’de New York’da,<br />
2000 yılında Fransa’da ve İsrail’de viral ensefalit<br />
salgınlarına ve öldürücü BNV epidemilerine<br />
rastlanması üzerine sağlık otoriteleri bu hastalık<br />
üzerinde durmaya başlamışlardır.<br />
Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers<br />
for Disease Control and Prevention; CDC) tarafından<br />
1999 yılından sonra Kuzey ve Güney<br />
Amerika, Afrika, Orta Doğu, Avrupa ve Asya’dan<br />
bildirilen 24.000’den fazla olgu doğrulanmıştır.<br />
Sonuç olarak BNV, Afrika, Asya, Amerika ve<br />
Avrupa’da birçok ülkede tespit edilmiş ve epidemilere<br />
neden olmuştur.<br />
Atlarda BNV enfeksiyonu ilk olarak 1960’lı yıllarda<br />
Mısır ve Fransa’da, 1971 yılında Portekiz’de<br />
ve takip eden yıllarda, 1996 yılında Fas, 1998<br />
yılında İtalya ve 2000 yılında tekrar Fransa ve<br />
İsrail’de ölümle sonuçlanan epidemilere yol<br />
açmıştır. Fas’ta 1996 yılında 94 olgudan 42<br />
(%44)’si, 1998 yılında İtalya’da 14 olgudan 6<br />
(%43)’sı, Fransa’da 2000 yılında 76 olgudan 21<br />
(%28)’i atlarda ölümle sonuçlanan epidemilerin<br />
bazılarıdır.<br />
Yapılan çalışmalar özellikle kuru ve sıcak yaz<br />
mevsiminde ve sonbaharda insanlarda ve atlarda<br />
BNV enfeksiyonunun arttığını doğrulamaktadır.<br />
Dünyanın farklı bölgelerinde yapılan çalışmalarda<br />
BNV seroprevalansı değişiklik göstermektedir.<br />
Gana’da yaşayan erişkinlerde %27.9 olarak<br />
bildirilen seropozitiflik, sivrisinek temasının<br />
daha az görüldüğü, sağlık ve hijyen koşullarının<br />
daha iyi olduğu ABD’nin Nebraska eyaletinde<br />
%9.5 oranında saptanmıştır. Bu çalışmada aynı<br />
zamanda sivrisineklerde BNV pozitifliğinin yüksek<br />
olduğu bölgelerdeki insanlarda seropozitifliğin<br />
de yüksek olduğu vurgulanmıştır.<br />
Hastalığın Avrupa ülkelerindeki insidansı ise<br />
birkaç salgın dışında pek bilinmemektedir. Çek<br />
Cumhuriyeti’nde %2.1 iken, İtalya’da sağlıklı<br />
bireylerde seropozitiflik saptanmamıştır.<br />
İspanya’da plak redüksiyon nötralizasyon<br />
(PRNA) testi ile 504 sağlıklı bireyin serum<br />
örnekleri araştırılmış, özellikle kırsal kesimde<br />
yaşayanların serumlarında olmak üzere %0.6<br />
oranında pozitiflik bulunmuştur. Avrupa ve<br />
Akdeniz ülkelerinde 1994-2001 yılları arasında<br />
çıkan çeşitli salgınlarda 1474 kişinin hastalandığı<br />
belirlenmiştir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
BNV’nin Türkiye’deki aktivitesine ilişkin ilk<br />
veri 1971 yılında yapılan bir çalışmada elde<br />
edilmiş; Ankara ve Hatay bölgelerinde koyunlarda<br />
BNV’ye karşı nötralizan antikorlar saptanmıştır.<br />
Ülkemizde bu virüsle ilgili insan maruziyeti ise;<br />
Ari ve Meço tarafından hemaglutinasyon inhibisyon<br />
testi kullanılarak yapılan çalışmalarda<br />
araştırılmış, sonuçlar gruba özgül antikor varlığı<br />
şeklinde rapor edilmiştir. Meço ve arkadaşları<br />
1970’li yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde<br />
937 kişinin serum örneklerinde BNV seropozitifliğini<br />
hemaglutinasyon inhibisyon yöntemiyle<br />
%42.8 gibi oldukça yüksek olarak bulmuşlar ve<br />
bu çalışmada seropozitifliğin yaşla birlikte arttığını<br />
vurgulamışlardır. Ancak bu çalışmalarda<br />
elde edilen sonuçların, flavivirüsler arasında<br />
izlenen ve hemaglutinasyon inhibisyon yöntemi<br />
gibi gruba özgül testlerde ortaya çıkan antijenik<br />
çapraz reaksiyonlara bağlı olması kuvvetle muhtemeldir.<br />
Serter tarafından 1980 yılında yapılan Ege<br />
Bölgesi kaynaklı çalışmada aynı yöntemle 1074<br />
kişinin %29.1’inde BNV antikorları saptanmış,<br />
bunun %74’lük bir bölümü de nötralizasyon<br />
testiyle doğrulanmıştır.<br />
Özkul ve arkadaşları 2006 yılında BNV seropozitifliğini<br />
büyükbaş hayvanlarda %4, katırlarda<br />
%2.5, sığırlarda %4, köpeklerde %37.7, atlarda<br />
%13.5, koyunlarda %1 ve insanlarda %20.4 olarak<br />
bildirmişlerdir. Bu çalışmada, aralarında<br />
Hatay, Adana, Antalya, Muğla, İzmir, Şanlıurfa,<br />
Bursa ve Ankara’nın da yer aldığı farklı illerden<br />
toplanan örnekler incelenmiş, böylece ülkemizin<br />
çeşitli bölgelerinde birçok memeli türünde<br />
virüs maruziyeti doğrulanmıştır.<br />
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Şanlıurfa ve<br />
Siverek’de 2007 yılında yapılan bir başka çalışmada<br />
ise, 181 sağlıklı kişiden alınan serum<br />
örneklerinin %16’sında indirekt immün floresan<br />
antikor testiyle pozitiflik bulunmuş, bu seropozitifliklerin<br />
%9.5’i PRNA ile doğrulanmıştır.<br />
Sonuç olarak; ülkemizin değişik bölgelerinde<br />
BNV aktivitesinin varlığı çeşitli seroepidemiyolojik<br />
çalışmalarla doğrulanmıştır. Ancak ülkemizde<br />
semptomatik BNV enfeksiyonlarına ait<br />
bildirimler çok azdır. Bunlardan ilki, Arpacı ve<br />
arkadaşları tarafından rapor edilmiş olan kemik<br />
iliği transplantasyonu sonrasında nedeni açıkla-<br />
Selma Tosun<br />
namayan yüksek ateş ve nörolojik bulguların<br />
ortaya çıkması sonucu değerlendirilerek kanda<br />
BNV RT-PCR (reverse transcription polymerase<br />
chain reaction) pozitif olarak saptanan bir<br />
olgudur.<br />
Ergünay ve arkadaşlarının retrospektif bir çalışmasında<br />
ise 87 nedeni bilinmeyen santral sinir<br />
sistemi enfeksiyonu olgusu değerlendirilmiş,<br />
sonuçta 2 (%2.3) olgu muhtemel BNV enfeksiyonu<br />
olarak tanımlanmıştır.<br />
Ülkemizde ilk BNV olgu bildirimleri Manisa<br />
Devlet Hastanesinden yapılmış olup 2010 yılı<br />
Ağustos ayında Manisa Devlet Hastanesine yüksek<br />
ateş, bilinç bulanıklığı, konfüzyon (bazı<br />
olgularda aynı zamanda ishal, bulantı-kusma,<br />
vücutta döküntü) yakınmalarıyla getirilen,<br />
başka bir nedenle açıklanamayan ve ensefaliti<br />
düşündüren bulguları olan olgular Refik Saydam<br />
Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına bildirilmiş ve<br />
yapılan ileri tetkikler sonucu bazı olguların<br />
BNV tanısı kesinleşmiştir. Bunu takiben oluşturulan<br />
algoritm ve değişik illerden gönderilen<br />
şüpheli olguların örneklerinin incelenmesi<br />
sonucu 2010 yılında ülke genelinde toplam 47<br />
olguya BNV tanısı konulmuş, bu olgulardan<br />
12’si Avrupa Birliği olgu tanımına göre kesin,<br />
diğerleri olası olgu olarak tanımlanmıştır.<br />
KLİNİK BELİRTİ ve BULGULAR<br />
Virüs, sivrisinek ısırmasıyla vücuda girer, viremi<br />
ve sonuçta sistemik enfeksiyon oluşur.<br />
İnkübasyon süresi 2-15 gün arasında olup genel<br />
olarak 1-6 gündür. İnkübasyon özellikle immünsüpresiflerde<br />
uzun olabilir. Olguların %80’inde<br />
enfeksiyon asemptomatik seyreder, virüsle<br />
enfekte olan kişilerin yaklaşık %20’sinde ise 3-7<br />
günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık<br />
belirtileri ortaya çıkar. Başlıca yakınmalar;<br />
ateş, halsizlik, kırıklık, baş ağrısı, kas ve eklem<br />
ağrısı, retroorbital ağrı, titreme, bulantı, kusma<br />
ve ishal şeklindedir. Hastaların büyük çoğunluğunda<br />
lenfadenopati saptanır.<br />
Daha şiddetli olgularda baş ağrısı ile birlikte<br />
görülen yüksek ateş, vücut kaslarında zayıflık,<br />
boynu dik tutamama, uyuşukluk, zihinsel karışıklık,<br />
koma, kas titremeleri, konvülziyonlar ve<br />
paralizi gelişebilir. Baş ağrısı BNV için çoğu<br />
zaman önde gelen bulgu olabilir. BNV menenjiti<br />
genellikle ateş, baş ağrısı ve ense sertliğine yol<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 205
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
açar. Bilinç değişikliği fazla görülmez, olduğunda<br />
da ılımlıdır; bazen letarjiyle, nadiren de konfüzyon<br />
veya komayla sonuçlanabilir. Santral<br />
sinir sistemi tutulumu olduğunda baş ağrısından<br />
aseptik menenjite ve ensefalite kadar değişen<br />
klinik tablolar görülebilir, genellikle diğer<br />
benzeri viral sendromlardan ayırt edilemez.<br />
Kişilerin %60-75’inde mental durum değişikliği<br />
veya fokal nörolojik bulgularla karakterize olan<br />
ensefalit veya meningoensefalit bildirilmektedir.<br />
Ensefalit daha çok yaşlılarda ve bu virüsle yeni<br />
tanışan toplumlarda görülür.<br />
Nöroinvaziv BNV olgularının %25-35’inde ensefalit<br />
bulgusu olmaksızın menenjit görülmektedir.<br />
Kol ve bacak paralizisi gibi fokal nörolojik<br />
defisitler, optik nörit, ataksi ve ekstrapiramidal<br />
belirtiler, konvülziyon, poliradikülit, miyelit,<br />
bazen flask paraliziler, mental durum değişikliği<br />
ve kraniyal sinir felçleri görülebilir. Olguların<br />
%1’den azında ise ölüme neden olabilen nöroinvaziv<br />
hastalık gelişmektedir. Nöroinvaziv tutulum<br />
yüksek mortalite göstergesidir. Ölümcül<br />
BNV enfeksiyonunun patolojik bulguları beyinde<br />
yaygın bir enflamasyon ve spinal kordda<br />
küçük hemorajilerle karakterize bir nöral dejenerasyondur.<br />
Ayrıca, tremor ve hareket bozuklukları<br />
da bildirilmiştir. BNV’ye bağlı miyelit<br />
tablosu, BNV’ye eşlik eden flask paralizi sendromu<br />
olarak gözlenebilir ama menenjit ya da<br />
ensefalitten daha az sıklıktadır. Bu sendrom<br />
genellikle akut gelişir, duyu kaybı olmaksızın<br />
asimetrik şekilde kol ve bacaklarda güçsüzlük<br />
veya paralizi ile seyreder. Ağrı bazen paraliziden<br />
önce gelir. Duyu muayenesi normal olmasına<br />
rağmen akut asimetrik flask paralizi gözlemlenen<br />
hastalarda BNV ensefalit ve menenjiti akılda<br />
tutulmalıdır. Ayrıca, elektrofizyolojik çalışmalar<br />
ve nörogörüntüleme tanıya yardımcı olur.<br />
Flask paralizi görülen hastaların çoğunda kraniyal<br />
sinirler tamamen sağlamdır. Duyu muayenesi<br />
normaldir ya da minimal etkilenmiştir.<br />
Hastalara yanlışlıkla Guillain-Barré sendromu<br />
tanısı konulabilmesine rağmen, yapılan detaylı<br />
elektrofizyolojik çalışmalar sonucunda herhangi<br />
bir demiyelinizan nöropati tespit edilememiştir.<br />
Hastaların yaklaşık %10’unda akut asimetrik<br />
flask paralizi gözlendiği bildirilmiştir. Özellikle<br />
spinal kord ön boynuz nöronlarını tutarak bu<br />
tabloya neden olmaktadır. Hastada kas güçsüzlüğü<br />
gelişmeden bir-iki hafta önce baş ağrısı,<br />
206<br />
ateş, cilt döküntüleri ve gastrointestinal sistem<br />
irritasyonu gibi semptomlar gözlenir, ancak<br />
hastaların yarısında bu prodromal dönem görülmemektedir.<br />
Ateş, baş ağrısı veya diğer semptomlar olmaksızın<br />
da paralizi görülebilir. Bazen, solunum kaslarının<br />
tutulması sonucu akut solunum yetmezliği<br />
görülebilir. Az sayıda hastada ense, gövde,<br />
kollar veya bacaklarda görülen makülopapüler<br />
veya morbiliform döküntüler olabilir. Döküntüler<br />
bir hafta kadar devam eder ve kaşıntısızdır.<br />
Hepatomegali %20, splenomegali %10 civarında<br />
gözlenir. Çok yaygın olmamakla birlikte hepatit,<br />
pankreatit, miyokardit, orşit ve üveit gibi<br />
klinik tablolar da gözlemlenebilir. Akut fazda<br />
diğer menenjit ve ensefalit etkenlerinden ayırıcı<br />
tanısı zordur. Ensefalit gelişmeyen hastalarda<br />
günler ya da aylar içinde tam iyileşme görülürken,<br />
Batı Nil ensefaliti ya da menenjiti gelişen<br />
hastalarda sonuç daha kötüdür, hayatta kalan<br />
hastalarda ise sekel olarak motor defisit görülür.<br />
BNV olgularında rastlanan klinik bulgularla<br />
ilgili olarak yapılan çalışmalar incelendiğinde<br />
2000 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada, 19<br />
BNV enfeksiyonu olgusunda ateş %90, baş ağrısı<br />
%58, boynu dik tutamama %21, durumda<br />
değişiklik %58, kaslarda zayıflık %42, serebellar<br />
anomaliler ise %11 oranında saptanmıştır.<br />
İsrail’de 2000 yılında saptanan 417 BNV olgusunda,<br />
hastaneye yatırılan 233 olguda yüksek<br />
ateş %98.3, baş ağrısı %57.9, koma durumu<br />
%16.7, gastrointestinal semptomlar %18.5,<br />
nörolojik semptomlar %9.4 oranında saptanmış;<br />
hastalardaki mortalite oranının %14.1 olduğu<br />
ve ölen hastaların %87.9’unun 70 ve üzeri yaş<br />
grubunda olduğu bildirilmiştir.<br />
Ülkemizde 2010 yılında tanı konan olgu sayısı<br />
toplam 47 olup %66’sı erkek, %34’ü kadındır.<br />
Bu olgularda saptanan semptomların dağılımı<br />
şu şekildedir: Ateş %95.2, baş ağrısı %78.6,<br />
bulantı-kusma %71.4, bilinç değişikliği %52.4,<br />
kişilik değişikliği %14.3, konvülziyon %14.3,<br />
deri döküntüsü %7.3.<br />
BNV enfeksiyonu en sık yaşlılarda görülür,<br />
çocuklar ve genç erişkinlerde nadirdir. Genel<br />
olarak yaz sonu-sonbahar başı dönemde açıklanamayan<br />
ensefalit veya menenjit görülen 50 yaş<br />
üzeri erişkin olgular varsa BNV ve diğer arbovi-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
üs enfeksiyonlarından şüphelenilebilir.<br />
Mortalite oranı %3-15 arasında değişmektedir.<br />
Yüksek mortalite genellikle yaşlı insanlarda (50<br />
yaş ve üzeri) görülmektedir.<br />
LABORATUVAR TANI<br />
BNV enfeksiyonlarının tanısında virüsün izolasyonu,<br />
viral antijenler ya da nükleik asidin saptanması<br />
ve virüse karşı oluşan özgül immün<br />
yanıtın gösterilmesi yöntemlerinden yararlanılmaktadır.<br />
Tanıda altın standart virüsün izolasyonu olmakla<br />
birlikte, yüksek viremi izlenen vektörler ve<br />
kuşlar dışında, insanlarda ortaya çıkan viremi<br />
düşük düzeyde olduğundan virüs izolasyon<br />
çalışmaları genellikle başarılı olmamaktadır.<br />
Arbovirüsler genellikle hastalığın ilk günlerinde,<br />
özellikle klinik belirtilerden önce kanda ve<br />
beyin omurilik sıvısı (BOS)’nda bulunur. Ancak<br />
bu dönemdeki hastaları belirlemek ve örnek<br />
almak çok güç/genellikle olanaksız olduğundan,<br />
ayrıca bu materyallerde virüs miktarı az olduğundan,<br />
virüs izolasyon olasılığı çok azalmaktadır.<br />
Bu nedenle virüs izolasyonu daha çok bu ön<br />
tanı ile ölen hastalardan alınan beyin ve medulla<br />
spinalis örneklerinden yapılabilir. Alınan<br />
materyal uygun in vitro (hücre kültürü) ya da in<br />
vivo (yeni doğmuş beyaz fare beynine inokülasyon)<br />
yöntemlerle üretilmeye çalışılır. Eğer bu<br />
şekilde üretilebilirse serolojik testler ve eldeki<br />
bilinen antiserumlar kullanılarak virüsün kesin<br />
tanımlaması yapılabilir.<br />
Viral RNA’nın RT-PCR yöntemiyle saptanması<br />
tanı ve tarama amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır.<br />
Ancak özellikle insanlarda gelişen BNV<br />
enfeksiyonlarında vireminin erken dönemde ve<br />
kısa süreli olması; immün yanıtın ortaya çıkmasıyla<br />
birlikte azalarak ortadan kalkması nedeniyle<br />
nükleik asit testlerinin tanı etkinliği virüse<br />
maruziyetin genellikle ilk yedi günüyle sınırlı<br />
olmaktadır.<br />
BNV antikorlarının saptanması için IgM-antikor<br />
yakalama enzim immünassay (MAC-ELISA),<br />
indirekt IgG ELISA, indirekt floresan antikor<br />
testi (IFAT) ve PRNT gibi yöntemler kullanılmaktadır.<br />
Ayrıca, hemaglutinasyon inhibisyon, kompleman<br />
birleşmesi reaksiyonu gibi testler de kulla-<br />
Selma Tosun<br />
nılabilir, ancak bu testlerin gruba özgül ve total<br />
antikorları saptamaları, ayrıca duyarlılıklarının<br />
daha düşük olması nedeniyle kullanımları yaygın<br />
değildir. Bunların yanı sıra ELISA ve IFAT<br />
yöntemine dayanan birçok ticari test sistemi de<br />
geliştirilmiştir. PRNT yöntemi ise, virüsün<br />
hücre kültürlerinde oluşturduğu sitopatik etkinin<br />
önlenmesi esasına dayalı bir doğrulama<br />
testidir ve antikor özgüllüğünün belirlenmesinde<br />
kullanılmaktadır. Yeni tanı testlerinin geliştirilmesine<br />
de devam edilmektedir.<br />
Klinik olarak BNV düşünülen olgulardan alınan<br />
serum ve BOS örneklerinde MAC-ELISA yöntemiyle<br />
IgM antikorlarının saptanması durumunda<br />
bu sonuçlar, akut BNV enfeksiyonunu gösteren<br />
önemli bir bulgu olarak kabul edilmektedir.<br />
Semptomatik olan BNV enfeksiyonlarının<br />
büyük bir kısmında sekizinci gün ve sonrasında<br />
IgM antikorları pozitif olarak saptanır.<br />
Santral sinir sistemi tutulumu olan olgularda ise<br />
nörolojik bulguların ortaya çıktığı dönemde<br />
genellikle IgM antikorları da pozitiftir. IgG türü<br />
antikorlar ise IgM’nin ardından yaklaşık dördüncü<br />
günde pozitifleşmektedir. IgA antikorları<br />
da IgM ile benzer zamanlarda ortaya çıkar.<br />
BOS’da IgM antikorlarının saptanması genellikle<br />
enfeksiyon lehine yorumlanmaktadır.<br />
Ensefalit ve menenjit tanısında BOS’da IgM tespit<br />
edilmesi önemlidir. Ayrıca, PCR yöntemiyle<br />
virüs RNA’sı da taranabilir. BOS’da artmış lenfosit<br />
sayısı (> %50) ve protein konsantrasyonu<br />
tanıyı destekler.<br />
Bununla birlikte BNV enfeksiyonlarının serolojik<br />
test sonuçlarının değerlendirilmesinde çeşitli<br />
güçlükler izlenmektedir. Bunlardan en önemlisi,<br />
genel olarak flavivirüsler, ayrıca aynı serogrup<br />
üyeleri arasında izlenen antijenik benzerliğe<br />
bağlı serolojik çapraz reaksiyonlardır.<br />
IgG antikorları için daha sık olarak izlenen çapraz<br />
reaksiyonların ekarte edilerek antikor spesifitesinin<br />
doğrulanması, virüse karşı nötralizan<br />
antikorların PRNT yöntemi ile gösterilmesiyle<br />
mümkündür.<br />
Bir diğer sorun ise, BNV’ye karşı sentezlenen<br />
antikorların enfeksiyon sonrasındaki uzun süreli<br />
persistansıdır. Enfekte kişilerde serumda IgM<br />
ve IgA antikorlarının ve BOS’da IgM antikorlarının<br />
uzun süreler varlığını devam ettirerek tanı-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 207
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
sal testlerde reaktif sonuç verdikleri ortaya<br />
konulmuştur.<br />
Serumda IgM ve IgA antikorlarının özellikle ilk<br />
200 gün boyunca persistans gösterebildiği, ayrıca<br />
IgM antikorlarının 12 ayı aşacak süreler pozitifliğini<br />
sürdürebildiği saptanmıştır. Akut ya da<br />
yakın zamanda geçirilen enfeksiyonların önceki<br />
maruziyetlerden ayrılması amacıyla IgG avidite<br />
testleri ya da akut ve konvalesan dönemde alınan<br />
serumlarda nötralizan antikor titre artışının<br />
PRNT ile saptanması yaklaşımları uygulanmaktadır.<br />
PRNT, IgM pozitif örneklerde de özgüllüğün<br />
konfirmasyonu amacıyla kullanılmaktadır.<br />
IgM antikorları kan beyin bariyerini geçemediği<br />
için BOS’da IgM varlığı santral sinir sistemi<br />
enfeksiyonunu kuvvetle düşündürür. Yakın bir<br />
süre önce yellow fever, Japon ensefaliti, deng<br />
ateşi gibi Flaviviridae ailesindeki virüslerle<br />
enfekte olmuş veya bu virüslerden korunmak<br />
için aşılanmış olan kişilerde EIA sonuçları pozitif<br />
çıkabilir. Ancak aşılanmayla veya santral sinir<br />
sistemi dışı enfeksiyonlarla BOS’da IgM oluşmadığı,<br />
ayrıca örneğin; Japon ensefaliti aşısında<br />
olduğu gibi ölü aşıların IgM oluşturmadığı<br />
hatırda tutulmalıdır. Hastaların serumundaki<br />
IgM antikorları, ancak semptomların gerilediği<br />
sekiz gün boyunca kanda tespit edilebilir, dolayısıyla<br />
negatif bir sonuç tanıdan uzaklaştırmamalıdır.<br />
ABD’de CDC ve Avrupa Birliği’nde ECDC tarafından<br />
BNV enfeksiyonlarında kılavuz alınacak<br />
güncel tanı kriterleri, bölgesel epidemiyoloji ve<br />
diğer faktörler göz önüne alınarak duyurulmaktadır.<br />
Sonuç olarak; BNV’de serolojik testlerin doğru<br />
olarak yorumlanabilmesi için, enfeksiyonun<br />
bölgesel epidemiyolojisi, kişinin önceden geçirdiği<br />
flaviviral enfeksiyonlar ve aşılamalar, endemik<br />
bölgelere seyahat öyküsü gibi çeşitli faktörler<br />
test sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmeli;<br />
tanı klinik bulgular ve doğrulama testleriyle<br />
desteklenmelidir.<br />
BNV enfeksiyonunun kan nakliyle de kişiden<br />
kişiye bulaşabileceği bilinmektedir. Bu nedenle<br />
özellikle hastalığın endemik olarak görüldüğü<br />
bölgelerde kan vericilerinin serumlarında moleküler<br />
yöntemlerle araştırma yapılması önerilmektedir.<br />
208<br />
Olguların diğer laboratuvar bulguları belirgin<br />
bir özellik göstermemektedir. Periferik kandaki<br />
total lökosit sayısı genellikle normaldir veya<br />
lenfositopeni olabilir, ayrıca anemi görülebilir.<br />
Bazen hiponatremi olabilir (özellikle ensefalitli<br />
hastalarda). BOS bulguları pleositoz gösterir ve<br />
genellikle lenfosit hakimiyeti vardır. Protein<br />
genellikle yükselmiştir. Kan şekeri normaldir.<br />
Bilgisayarlı tomografi genellikle yararlı değildir,<br />
bununla birlikte diğer akut meningoensefalit<br />
etyolojilerini dışlamak açısından yararlıdır.<br />
Beyin manyetik rezonans sıklıkla normaldir,<br />
fakat bazen leptomeningeal enhancement veya<br />
sinyal değişiklikleri görülebilir. Manyetik rezonans<br />
görüntüleme (MRG) çoğu hastada normal<br />
olmasına rağmen, beyaz cevherde, talamusta,<br />
ponsta T2 ağırlıklı sekanslarda artmış sinyal<br />
dansiteleri önemli görüntüleme bulgularıdır.<br />
Flask paralizi gözlemlenen hastalarda spinal<br />
kordun MRG ile yapılan görüntülemesinde T2<br />
ağırlıklı sekanslarda ön boynuzda dansite artışları<br />
tespit edilmektedir. Ayırıcı tanıda Guillain-<br />
Barré sendromunun yanı sıra, miyopati, nöromusküler<br />
bileşke bozuklukları ve diğer virüslere<br />
bağlı motor nöron hastalıkları akılda bulundurulmalıdır.<br />
TEDAVİ<br />
BNV enfeksiyonunun bilinen bir tedavisi yoktur.<br />
Bu nedenle enfeksiyonun tedavisi öncelikle<br />
destek tedavisi şeklinde olmalıdır. Şiddetli olgularda<br />
sıklıkla hastaneye yatmayı gerektiren destek<br />
tedavi, intravenöz sıvı verilmesi, solunum<br />
desteği ve sekonder enfeksiyon gelişmesinin<br />
önlenmesi temel yapılacak uygulamalardır.<br />
BNV ensefaliti olan hastalar hastaneye yatırılmalı<br />
ve tedavi edilebilir santral sistemi lezyonları<br />
ortadan kaldırılmalıdır. Olgular, nörolog,<br />
enfeksiyon hastalıkları hekimi, yoğun bakım<br />
hekimi ve gerektiğinde psikiyatrist ile birlikte<br />
izlenmelidir.<br />
Hastaneye yatırılan hastalarda öneriler;<br />
• Sıvı-elektrolit dengesinin sağlanması için intravenöz<br />
sıvı,<br />
• Solunum yetersizliğinde ventilatör desteği,<br />
• Serebral ödem takibi,<br />
• Konvülziyonlar açısından takip ve gerekirse<br />
tedavi,<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
• Duyu kaybı ile birlikte olan ve olmayan motor<br />
paralizi açısından değerlendirme yapılması şeklindedir.<br />
Analjezikler ve antipiretikler hastalığın ılımlı<br />
seyrettiği durumlarda yararlı olabilir. BNV ensefalitinde<br />
en sık ölüm nedeni nöron ölümü ve<br />
dejenerasyonu sonucu beyin ödemi oluşmasıdır.<br />
Steroid ve ozmotik solüsyonlar bazı olgularda<br />
beyin ödemini azalttığı için beyin ödemi ve herniasyona<br />
karşı kısa süreli kullanımları önerilmektedir.<br />
BNV tedavisinde bilinen etkin bir antiviral yoktur.<br />
Bununla birlikte interferon-alfa-2b (IFN-a-<br />
2b) ve ribavirinle değişik çalışmalar yapılmıştır.<br />
İnsan interferonu (a-2b) ile ribavirinin BNV’deki<br />
etkisinin araştırıldığı bir çalışmada “vero cell”<br />
doku kültürüne ribavirin veya IFN-a-2b eklenmiş,<br />
bu uygulamadan 1.5-2 saat önce ve sonra<br />
ortama Culex pipiens eklenmiş, sonuçta IFN-a-<br />
2b koruyucu ve tedavi edici bulunmuştur. Bu<br />
çalışmada ribavirin in vitro olarak koruyucu<br />
bulunmuş ama tedavi edici etkisinin olmadığı<br />
bildirilmiştir. Sonuç olarak bu çalışmada IFN-a-<br />
2b, ribavirine göre daha etkin bulunmuş, kombine<br />
kullanım için ise HCV tedavisinde olduğu gibi<br />
ileri çalışmalara gerek olduğu vurgulanmıştır.<br />
Odelola ve arkadaşları virüs inokülasyonundan<br />
sonra intraperitoneal olarak 1.5 mg ribavirin<br />
uygulanması sonucu BNV ile enfekte farede sağkalım<br />
oranının %83, kontrol grubunda ise %25<br />
olduğunu bildirmişlerdir. Daha yakın tarihli bir<br />
çalışmada Jordan ve arkadaşları in vitro olarak<br />
insan oligodendroglial hücrelerindeki enfeksiyonun<br />
yüksek doz ribavirinle (200 mg) inhibe<br />
olduğunu bildirmişlerdir.<br />
Bir başka çalışmada da farelerde spinal kord<br />
dokularının BNV inoküle edilmeden önce alfa<br />
ve beta interferonla korunduğunu bildirmişlerdir.<br />
Rusya’da yapılan bir başka fare deneyinde<br />
ribavirinle hayvanların %85’inde sağkalım sağlandığı<br />
bildirilmiştir.<br />
BNV tedavisinde IFN-a-2b’nin başarılı olduğunu<br />
bildiren az sayıda çalışmanın yanı sıra başarısız<br />
olduğunu bildiren ve yine az sayıda olgu<br />
içeren çalışmalar bulunmaktadır. Farklı bir<br />
çalışmada BNV enfeksiyonunun endemik olduğu<br />
İsrail’de donörlerden elde edilen BNV<br />
immünglobulini ile yapılan fare deneylerinde<br />
oldukça başarılı sonuçlar bildirilmiştir.<br />
Selma Tosun<br />
Sonuç olarak BNV olgularının tedavisinde temel<br />
amaç destek tedavi olup halen bilinen etkili ve<br />
spesifik bir tedavi bulunmamaktadır.<br />
BNV Enfeksiyonundan Korunmak İçin<br />
Alınacak Önlemler<br />
Dış ortamlara dayanıklı olmayan BNV ısı, lipid<br />
çözücüler veya deterjan içeren dezenfektanlar<br />
içinde süratle inaktive olur.<br />
BNV enfeksiyonundan korunmak için öncelikle<br />
sivrisineklerden korunmak ve çevrede sivrisinek<br />
barınma olasılığını en az hale getirmek<br />
önemlidir. Bunun için yapılması önerilenler<br />
şunlardır;<br />
• İçine sivrisineklerin yumurtlayabileceği, içinde<br />
su birikebilen teneke kutu, araba tekerleği,<br />
kova vb. eşyalar ortadan kaldırılmalıdır.<br />
• Yine benzer nedenle çevrede biriken kutular,<br />
plastik kaplar, seramik saksılar ya da benzer su<br />
biriktirmiş kaplar atılmalı ya da içerisinde biriken<br />
sular çok fazla bekletmeden düzenli olarak<br />
dökülmelidir. Evinde, yakın çevresinde saksı<br />
bitkisi yetiştirenler saksı alt tabağında su birikintisi<br />
olmadığından emin olmalı ya da delikli<br />
alt tabak kullanmalıdır. Bitkilerle kaplanmış<br />
kaplar gözden kaçırılmamalıdır.<br />
• Özellikle yapraklar vs. olukları tıkayabilir, bu<br />
nedenle tıkanan çatı olukları yıllık olarak temizlenmelidir.<br />
Çatı olukları genelde göz ardı edilir<br />
ancak bu alanlarda her mevsim milyonlarca<br />
sivrisinek üreyebilmektedir. Teras ve çatılarda<br />
biriken suyun drenajını sağlayan boruların tıkanıklığı<br />
kontrol edilerek buralarda su birikmesi<br />
engellenmelidir.<br />
• Plastik seyyar havuzlar kullanılmadığı zaman<br />
ters çevrilmelidir. Düzenli olarak kullanılmayan<br />
bir seyyar havuz sivrisinek yuvası haline gelir.<br />
• El arabaları ters çevrilmeli ve kuş kaplarında<br />
suların durgun halde birikmesi önlenmelidir.<br />
Aksi takdirde, sivrisinekler için ideal üreme<br />
ortamı oluşur. Kuş kapları ve seyyar havuzlardaki<br />
sular her hafta değiştirilmelidir.<br />
• Çöp kutusu, branda ve suyu biriktiren kap ve<br />
oyuncaklardaki sular boşaltılmalıdır.<br />
• Evcil hayvan ve büyükbaş hayvan su teknelerindeki<br />
su haftada iki kez değiştirilmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 209
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
• Kapların altında su birikmeyecek şekilde delikler<br />
açılmalı ya da birikmiş sular tahliye edilmelidir.<br />
• Kuş banyolarındaki su haftada bir değiştirilmelidir.<br />
• Süs havuzlarında sivrisinek balığı, kırmızı<br />
balık, küçük renkli balık veya golyan balığı gibi<br />
sivrisinek yiyen balıklar bulundurulmalıdır.<br />
• Açılan kapı ve pencerelere sineklik yapılmalıdır.<br />
Sineklik yaptırırken boşluk kalmadığına<br />
dikkat edilmeli, sürgülü modeller tercih edilmelidir.<br />
Fırçalı olanlar çabuk bozulabilir. Buna<br />
rağmen fırçalı olacaksa sıfır oturmalıdır ve hiç<br />
gözenek kalmamalıdır.<br />
• Hem kene hem de sivrisineği aynı anda kovan<br />
repellent kullanılmalıdır. Bu amaçla insan sağlığı<br />
için zararsız olduğu bildirilen DEET (N,Ndietil-m-toluamid)<br />
içeren repellentler önerilmektedir.<br />
• Sivrisineklerin aktif olduğu saatlerde (şafak<br />
vakti ve gün batımında) dışarı çıkılmamalıdır.<br />
• Bahçede ölü kuş görülürse çıplak elle dokunulmamalıdır.<br />
Eldiven ile iki ayrı kalın poşete<br />
koyarak ana çöpe atılmalıdır. Eldiven çamaşır<br />
suyu ile dezenfekte edilmelidir.<br />
• Bahçedeki kuru yaprak ve birikmiş çalılıklar<br />
toplanıp atılmalıdır.<br />
• Komşuların da aynı tedbirleri alması sağlanmalıdır.<br />
• Riskli alanlarda açık renkli, mümkün olduğunca<br />
kapalı giysiler giyilmelidir.<br />
• Bahçe düzenlenirken su birikintisi olacak<br />
düzenlemelerden kaçınılmalıdır.<br />
Aşı<br />
Atlar için yapılan aşılarda lisans aşamasına<br />
gelinmesine rağmen sağlıklı gönüllülerle yapılan<br />
klinik çalışmalar halen devam etmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Allwinn R, Doerr HW, Emmerich P, et al. Cross-reactivity<br />
in flavivirus serology: new implications of an old finding?<br />
Med Microbiol Immunol 2002;190:199-202.<br />
2. Anderson JF, Rahal JJ. Efficacy of interferon alpha-2b and<br />
ribavirin against West Nile virus in vitro. Emerg Infect Dis<br />
2002;8:107-8.<br />
210<br />
3. Ari A. Studies on activity and and ecology of arboviruses<br />
in Turkey. Turk Hij Tec Biyol Derg 1972;32:134-43.<br />
4. Arpaci F, Cetin T, Kubar A, et al. West Nile virus infection<br />
in a patient with acute graft-versus-host disease.<br />
Haematologica 2009;94(S2):687.<br />
5. Asnis DS, Conetta R, Teixeira AA, Waldman G, Sampson<br />
BA. The West Nile virus outbreak of 1999 in New York:<br />
the Flushing Hospital experience. Clin Infect Dis 2000;30:<br />
413-8.<br />
6. Autorino LG, Battisti A, Deubel V, et al. West Nile virus<br />
epidemic in horses, Tuscany Region, Italy. Emerg Infect<br />
Dis 2002;12:1372-8.<br />
7. Ben-Nathan D, Gershoni-Yahalom O, Samina I, et al.<br />
Using high titer West Nile intravenous immunoglobulin<br />
from selected Israeli donors for treatment of West Nile<br />
virus infection. BMC Infect Dis 2009;9:18.<br />
8. Bernabeu-Wittel M, Ruiz-Pérez M, del Toro MD, et al.<br />
West Nile virus past infections in the general population<br />
of Southern Spain. Enferm Infec Microbiol Clin<br />
2007;25:561-5.<br />
9. Blair DC, Adelman NZ, Olson EK. Molecular strategies for<br />
interrupting artropod-borne virus transmission by mosquitoes.<br />
Clin Microbiol Rev 2000;12:651-61.<br />
10. Blitvich JB, Salas FI, Cordero CFJ, et al. Serologic evidence<br />
of West Nile virus infection in horses, Coahuila State,<br />
Mexico. Emerg Infect Dis 2003;7:853-6.<br />
11. Busch MP, Caglioti S, Robertson EF, et al. Screening the<br />
blood supply for West Nile virus RNA by nucleic acid<br />
amplification testing. N Engl J Med 2005;353:460-7.<br />
12. Busch MR, Kleinman SH, Tobler LH, et al. Virus and antibody<br />
dynamics in acute West Nile virus infection. J Infect<br />
Dis 2008;198:984-93.<br />
13. Centers for Disease Control and Prevention guidelines for<br />
surveillance, prevention, and control of West Nile virus<br />
infection-United States. MMWR 2000;49:25-8.<br />
14. Centers for Disease Control and Prevention. Arboviral<br />
encephalitis. Available at: http://www.cdc.gov/ncidod/<br />
dvbid/arbor/ Accessed: August 21, 2007.<br />
15. Centers for Disease Control and Prevention. Detection of<br />
West Nile virus in blood donations-Puerto Rico, 2007.<br />
MMWR 2008;57:577-80.<br />
16. Centers for Disease Control and Prevention. Epidemic/<br />
Epizootic West Nile Virus in the United States: Revised<br />
Guidelines for Surveillance,Prevention, and Control,<br />
2003, http://www.cdc.org/ncidod/dubid/westnile/lab_<br />
guidance.htm<br />
17. Centers for Disease Control and Prevention. West Nile<br />
virus transmission through blood transfusion-South<br />
Dakota, 2006. MMWR 2007;56:76-9.<br />
18. Chan-Tack KM, Forrest G. Failure of interferon alpha-2b<br />
in a patient with West Nile virus meningoencephalitis and<br />
acute flaccid paralysis. Scand J Infect Dis 2005;37:944-6.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
19. Chowers YM, Lang R, David BD. Clinical characteristics of<br />
the West Nile Fever outbreak, Israel, 2000. Emerg Infect<br />
Dis 2001;7:675-8.<br />
20. Diamond SM. Evasion of innate and adaptive immunite<br />
by flavivirus. Immunol Cell Biol 2003;81:196-206.<br />
21. Duran B, Chevalier V, Pouillot R, Labie J, Marendat I,<br />
Murgue B, et al. West Nile virus outbreak in horses,<br />
Southern France, 2000. Results of serosurvey. Emerg<br />
Infect Dis 2002;8:777-82.<br />
22. Erdem H, Pahsa A. Yeni bir pandemi mi? Batı Nil virüs<br />
enfeksiyonu. İnfeksiyon Dergisi 2003;17:245-9.<br />
23. Ergünay K, Aydoğan S, Menemenlioğlu D ve ark. Ankara<br />
bölgesinde nedeni bilinmeyen merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarında<br />
Batı Nil virüsünün araştırılması. Mikrobiyol<br />
Bul 2010;44:255-62.<br />
24. Ergunay K, Ozer N, Us D, et al. Seroprevalence of West<br />
Nile virus and tick-borne encephalitis virus in southeastern<br />
Turkey: first evidence for tick-borne encephalitis virus<br />
infections. Vector Borne Zoonotic Dis 2007;7:157-61.<br />
25. Ergünay K. Batı Nil virüsü: Viroloji, Epidemiyoloji ve<br />
Mikrobiyolojik tanı. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar<br />
Sempozyumu (1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye,<br />
2010:142-60.<br />
26. Ertürk A. Batı Nil virüsü enfeksiyonunda korunma ve<br />
kontrol. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar Sempozyumu<br />
(1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye, 2010:166-73.<br />
27. Fox JL, Hazell SL, Tobler LH, Busch MR. Immunoglobulin<br />
G avidity in differentiation betvveen early and late antibody<br />
responses to West Nile virus. Clin Vaccine Immunol<br />
2006;13:33-6.<br />
28. Giladi M, Cotter ME, Martin AD, et al. West Nile encephalitis<br />
in Israel 1999: the New York connection. Emerg<br />
Infect Dis 2001;7:659-61.<br />
29. Hayes EB, Sejvar JJ, Zaki SR, et al. Virology, pathology and<br />
clinical manifestations of West Nile virus disease. Emerg<br />
Infect Dis 2005;11:1174-9.<br />
30. http://ec.europa.eu/health/ph_threats/com/<br />
docs/1589_2008_en.pdf<br />
31. http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/clinicaltrials.<br />
htm West Nile Virus: Treatment Information and Guidance<br />
for Clinicians http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/<br />
clinicians<br />
32. http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/index.htm<br />
33. Hubálek Z, Savage HM, Halouzka J, Juricová Z, Sanogo<br />
YO, Lusk S. West Nile virus investigations in South<br />
Moravia, Czechland. Viral Immunol 2000;13:427-33.<br />
34. Huhn DG, Montgomery PS, Dworkin SM. West Nile in the<br />
United States: an update on an emerging infectious disease.<br />
Am Fam Physician 2003;68:653-60.<br />
35. Jordan I, Briese T, Fischer N, Lau JYN, Lipkin WI. Ribavirin<br />
inhibits West Nile virus replication and cytopathic effect<br />
in neural cells. J Infect Dis 2000;182:1214-7. doi:<br />
10.1086/315847.<br />
Selma Tosun<br />
36. Kalaycıoğlu H. Türkiye’de görülen West Nile vakalarının<br />
epidemiyolojisi. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar<br />
Sempozyumu (1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye,<br />
2010:174-83.<br />
37. Kapoor H, Signs K, Somsel P, et al. Persistance of West<br />
Nile virus (WNV) IgM antibodies in cerebrospinal fluid<br />
from patients with CNS disease. J Clin Virol 2004;<br />
31:289-91.<br />
38. Khabbaz RF, Ostroff SM, Leduc JW, et al. Emerging and<br />
reemerging infectious disease threats. In: Mandell GL,<br />
Bennett JE, Dolin R (eds). Principles and Practice of<br />
Infectious Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill<br />
Livingstone Elsevier, 2010:199-219.<br />
39. Kılıç A, Doğancı L. Batı Nil virus. Türk Mikrobiyol Cem<br />
Derg 2003;33:284-90.<br />
40. Kramer LD, Li J, Shi PY. West Nile virus. Lancet Neurol<br />
2007;6:171-81.<br />
41. Lewis M, Amsden JR. Successful treatment of West Nile<br />
virus infection after approximately 3 weeks into the disease<br />
course. Pharmacotherapy 2007;27:455-8.<br />
42. Leysson P, De Clercq E, Neyts J. Perspectives for the treatment<br />
of infections with flaviviridae. Clin Microbiol Rev<br />
2000;13:67-82.<br />
43. Loginova SIa, Borisevich SV, Pashchenko IuA, Bondarev<br />
VP. Ribavirin prophylaxis and therapy of experimental<br />
West Nile fever. Antibiot Khimioter 2009;54:17-20.<br />
44. Meço O. West Nile arbovirus antibodies with hemagglutination<br />
inhibition (Hl) in residents of<br />
45. Murgue B, Murri S, Zientara S, Durand B, Durand RJ,<br />
Zeller H. West Nile outbreak in horses in Southern France.<br />
The return arter 35 years. Emerg Infect Dis 2000;7:692-6.<br />
46. Niedrig M, Donoso-Mantke O, Altmann D, Zeller H. First<br />
international diagnostic accuracy study for the serological<br />
detection of West Nile virus infection. BMC Infect Dis<br />
2007;7:72.<br />
47. Niedrig M, Sonnenberg K, Steinhagen K, Pavveska JT.<br />
Comparison of ELISA and immunoassays for measurement<br />
of IgG and IgM antibody to West Nile virus in<br />
humans against virus neutralization. J Virol Methods<br />
2007;139:103-5.<br />
48. Nosal B, Pellizzari R. West Nile virus. CMAJ 2003;168:<br />
1443-4.<br />
49. Odelola HA. Antiviral activity of Virazole on replication of<br />
viruses isolated in Nigeria. In: Siegenthaler W, Luthy R<br />
(eds). Current chemotherapy (Proc 10th International<br />
Congress of Chemotherapy, Zurich). Vol. 1. Washington:<br />
American Society of Microbiology, 1978;1:3343-5.<br />
50. Ozkul A, Yildirim Y, Pinar D, Akcali A, Yilmaz V, Colak D.<br />
Serological evidence of West Nile virus (WNV) in mammalian<br />
species in Turkey. Epidemiol Infect 2006;134:826-9.<br />
51. Perl S, Fiette L, Lahav D, Sheicat N, 2002. West Nile virus<br />
encephalitis. Isr J Vet Med Ass www.isrvma.org/article/57_2_2<br />
htm<br />
52. Petersen LR, Hayes EB. West Nile virus in the Americas.<br />
Med Clin North Am 2008;92:1307-22.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 211
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Batı Nil Virüsü<br />
53. Petersen LR, Roehring TJ. West Nile virus: a reemerging<br />
global pathogen. Emerg Infect Dis 2001;4:611-4.<br />
54. Pino LAM, Blitvich JB, Ale FAJ, Puerto IF, Bianco MJ,<br />
Marleen LN, et al. Serologic evidence of West Nile virus<br />
infection in horses, Yucatan State, Mexico. Emerg Infect<br />
Dis 2003;9:857-9.<br />
55. Prince HE, Tobler LH, Yeh C, et al. Persistence of West Nile<br />
virus-specific antibodies in viremic blood donors. Clin<br />
Vaccine Immunol 2007;14:1228-30.<br />
56. Radda A. Antibodies against group A and B arboviruses<br />
in domestic animals from Turkey. EU Tıp Fak Mec<br />
1971;10:227-9.<br />
57. Sampathkumar P. West Nile virus: epidemiology, clinical<br />
presentation, diagnosis and prevention. Mayo Clin Proc<br />
2003;78:1137-44.<br />
58. Schweitzer BK, Kramer WL, Sambol AR, Meza JL, Hinrichs<br />
SH, Iwen PC. Geographic factors contributing to a high<br />
seroprevalence of West Nile virus-specific antibodies in<br />
humans following an epidemic. Clin Vaccine Immunol<br />
2006;13:314-8.<br />
59. Serter D. Arbovirüs enfeksiyonları. Turkiye Klinikleri J Int<br />
Med Sci 2006;2:25-41.<br />
60. Serter D. Arbovirüs enfeksiyonlarında tanı ilkeleri. Vektör<br />
Kaynaklı İnfeksiyonlar paneli, XIII. Türk Klinik Mikrobiyoloji<br />
ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi, 14-18 Mart 2007,<br />
Antalya.<br />
61. Serter D. Present status of arbovirus sero-epidemiology in<br />
the Aegean region of Turkey. In: Vesenjak-Hirjan J,<br />
Caliserh C (eds). Arboviruses in the Mediterranean<br />
Countries. Germany: Stutgart Gustav Fischer Verlag,<br />
1980:155-61.<br />
62. Shahar A, Lustig S, Akov Y, Schneider P, Levin R. Different<br />
pathogenicity of encephalitic togaviruses in organotypic<br />
cultures of spinal cord slices. J Neurosci Res 1990;25:345-<br />
52. doi: 10.1002/jnr.490250311.<br />
63. Shi PY, Kramer LD. Molecular detection of West Nile virus<br />
RNA. Expert Rev Mol Diagn 2003;3:357-66.<br />
212<br />
64. Shi PY, Wong SJ. Serologic diagnosis of West Nile virus<br />
infection. Expert Rev Mol Diagn 2003;3:733-41.<br />
65. Shimoni Z, Niven J, Pitlick S, Bulvik S. Treatment of West<br />
Nile virus encephalitis with intravein immunoglobulin<br />
(Letters). Emerg Infect Dis 2001;7:759.<br />
66. Spataro P, Scoglio ME, Di Pietro A, et al. Seroprevalence<br />
study on the diffusion of the West Nile virus among<br />
blood donors, healthcare workers, jockeys, grooms and<br />
fowlers, veterinary surgeons and hunters in Messina<br />
(Italy). J Prev Med Hyg 2008;49:22-5.<br />
67. Tardei G, Ruta S, Chitu V, et al. Evaluation of immunoglobulin<br />
M (IgM)and IgG enzyme immunoassays in serological<br />
diagnosis of West Nile infection. J Clin Microbiol<br />
2000;38:2232-9.<br />
68. Tosun S. Batı Nil virüsü enfeksiyonunda klinik ve tedavi. III.<br />
Türkiye Zoonotik Hastalıklar Sempozyumu (1-2 Kasım<br />
2010), Ankara, Türkiye, 2010:161-5.<br />
69. Wang W, Sarkodie F, Danso K, et al. Seroprevalence of<br />
West Nile virus in Ghana. Viral Immunol 2009;22:17-22.<br />
70. Weiss D, Carr D, Kellachan J, et al. Clinical findings of<br />
West Nile virus infection in hospitalized patients, New<br />
York and New Jersey 2000. Emerg Infect Dis 2001;7:<br />
654-9.<br />
71. Wong SJ, Demarest VL, Boyle RH, et al. Detection of<br />
human anti-flavivirus antibodies with a West Nile virus<br />
recombinant antigen microsphere immunoassay. J Clin<br />
Microbiol 2004;42:65-72.<br />
72. Yazıcı Z. Batı Nil virusu infeksiyonu. İnfeksiyon Dergisi<br />
(Turkish Journal of Infection) 2005;19:139-43.<br />
73. Zeller HG, Schuffenecker I. West Nile virus: an overview<br />
of its spread in Europe and the Mediterranean basin in<br />
contrast to its spread in the Americas. Eur J Clin Microbiol<br />
Infect Dis 2004;23:147-56.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Hantavirüs<br />
Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />
SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Antalya<br />
213
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Hantavirüs<br />
Hantavirüsler Bunyaviridae ailesinin<br />
Hantavirus genusunda yer alan zarflı bir<br />
RNA virüsüdür. Virüs bazı kemirici ve böcek<br />
yiyen memeliler aracılığıyla taşınır. İnsanlara<br />
bulaş enfekte hayvanların idrar, dışkı ve tükürükleriyle,<br />
etrafa yayılan virüsle kontamine<br />
olmuş aerosollerin inhalasyonuyla, su veya<br />
gıdaların alınmasıyla veya virüsün hasarlanmış<br />
deriden mukoz membranlardan direkt inokülasyonuyla<br />
gerçekleşir. Bu nedenle fare gibi<br />
kemirgenlerle temas olasılığı daha yüksek olan<br />
çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, liman işçileri<br />
gibi meslek grupları daha çok risk altındadır.<br />
İnsandan insana bulaş Güney Amerika’da görülen<br />
Andes virüs dışındaki Hantavirüsler için<br />
bildirilmemiştir.<br />
Hantavirüs insanlarda iki tip hastalık tablosu<br />
oluşturur. Bunlardan ilki ülkemizde görülen<br />
böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş,<br />
diğeri ise Hantavirüs kalp-akciğer sendromudur.<br />
Hastalık tablosu ve prognozu Hantavirüs<br />
tipi ile ilişkili olarak değişmektedir. Amerika<br />
Birleşik Devletleri’nde bulunan Hantavirüs tipleri<br />
kalp-akciğer sendromuna neden olurken,<br />
ülkemizde görülen tiplerin de dahil olduğu<br />
Avrupa ve Asya’da bulunan Hantavirüs tipleri<br />
ise böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş<br />
tablosuna yol açar.<br />
Hastalığın kuluçka süresi bir-üç hafta arasındadır.<br />
Kuluçka süresinin sonunda ani başlayan<br />
yüksek ateş, üşüme-titreme, halsizlik, yaygın<br />
adale ağrıları, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı,<br />
kusma, ishal gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır.<br />
Bu şikayetlerin başlamasından kısa bir süre<br />
sonra kan trombosit sayısında azalma ve böbrek<br />
işlevlerinde bozulma görülmektedir. Hastalık<br />
çok hafif şikayetlerle seyredip kendiliğinden<br />
iyileşebileceği gibi diyaliz gerektiren ciddi böbrek<br />
yetmezliğine de sebep olabilir.<br />
Hantavirüs enfeksiyonlarının tanısında en sık<br />
kullanılan tanı yöntemleri serolojik testlerdir<br />
[indirekt immünfloresan (IFA), enzim immünotest<br />
(EIA) ve immünblot test]. Serotiplendirme<br />
için altın standart nötralizasyon testidir. Daha<br />
az kullanılan diğer yöntem ise kan veya idrar<br />
sedimentinden hantaviral genin RT-PCR ile<br />
klonlanması ve dizi analizi ve hasta örneklerinden<br />
Hantavirüsün izole edilmesi yöntemleridir.<br />
214<br />
Serolojik yöntemlerle Hantavirüs enfeksiyonundan<br />
şüphe edilen hastadan alınan ardışık serumlarda,<br />
bunların eş zamanlı çalışılması sonucunda<br />
IFA veya kantitatif EIA ölçümü ile özgül IgG<br />
yanıtında > 4 kat titre artışının gösterilmesi akut<br />
enfeksiyon tanısını koydurur. IgG yanıtının<br />
gelişmesi, etkenle ilk karşılaşmadan sonra bazen<br />
haftalar alabilmektedir, bu nedenle enfeksiyon<br />
şüphesi bulunan hastalarda ilk taramaların spesifik<br />
IgM gösterilerek konulması uygundur.<br />
Ülkemizde ilk Hantavirüs salgını Mart 2009<br />
tarihinde Zonguldak ve Bartın illerinde saptandı.<br />
Yaklaşık 50 olgu benzer özellikler taşıyordu.<br />
Bunların 23 tanesinde kesin pozitiflik saptandı.<br />
Bu salgın sırasında yapılan olası, kuvvetli olası<br />
ve kesin olgu tanımları şöyleydi:<br />
a. Olası olgu: Son iki ay içerisinde Zonguldak<br />
ve Bartın il sınırları içerisinde yaşayan veya<br />
bulunmuş, daha önceden bilinen bir kan hastalığı<br />
ve bilinen bir böbrek fonksiyon bozukluğu<br />
bulunmayan kişilerde yüksek ateş (hastanın<br />
öyküsünde üşüme-titreme veya yüksek ateş<br />
tanımlaması veya vücut ısısının koltuk altından<br />
38°C’nin üzerinde ölçülmesi), ishal, karın<br />
ağrısı, bulantı-kusma, adale ağrısı, şuur değişikliği,<br />
cilt veya mukozalarda kanama şikayetlerinden<br />
ikisinin varlığına ilaveten, trombositopeni<br />
(trombosit sayısı < 150.000/mm 3 ) tespit edilen<br />
olgular.<br />
b. Kuvvetli olası olgu: Olası olgu tanımına<br />
uyan kişilerde üre ve kan kreatinin değerlerinde<br />
artış (üre > 40 mg/dL ve kan kreatinin > 1.6 mg/<br />
dL) olan olgular.<br />
c. Kesin olgu: Alınan numunelerde uygun yöntemle<br />
Hantavirüs varlığı gösterilen olgular.<br />
Hantavirüs enfeksiyonlarından korunmada hastalığı<br />
önlemeye yönelik etkili bir aşı yoktur.<br />
Korunmada en önemli unsur, insanların ev, iş<br />
yeri gibi yaşam alanlarında kemirici kontrolünün<br />
sağlanmasıdır. Bu amaçla konunun uzmanları<br />
tarafından önerilen mücadele yöntemleri<br />
kullanılmalıdır. Özellikle dikkat edilmesi gereken<br />
bazı noktalarda halkın bilinçlendirilmesi<br />
çok önemlidir. Kemiriciler kesinlikle canlı olarak<br />
yakalanmaya çalışılmamalıdır. Çünkü kemiricinin<br />
ısırması veya tırmalaması yoluyla hastalık<br />
bulaşabilir. Ölü bir kemiriciye çıplak elle<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
temas etmek uygun değildir. Mutlaka eldiven<br />
giyilmeli veya maşa gibi bir araç kullanılmalıdır.<br />
Ölü kemiriciler ortalıkta bırakılmamalı, derince<br />
açılmış bir çukura gömülmelidir. Bu işlemlerden<br />
sonra eller mutlaka su ve sabunla yıkanmalıdır.<br />
Yiyecek ve içecekler mutlaka kemiricinin<br />
giremeyeceği kapalı dolaplarda saklanmalıdır.<br />
Yiyecek-içecek kaplarının ağzı kapalı bırakılmalıdır.<br />
Kemiricinin idrar ve dışkısı ile kirlenmiş<br />
yüzeyler %10’luk çamaşır suyu kullanılarak<br />
Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />
silinmelidir. Kemiricilerin idrar ve dışkısıyla<br />
kirlenmiş yüzeylerden havalanan tozların solunum<br />
yoluyla alınmasıyla insanlara hastalık<br />
bulaşabilir. Bu nedenle fare idrar veya dışkısıyla<br />
kirlenmiş riskli alanların temizliği yapılırken<br />
süpürge, elektrik süpürgesi gibi toz kaldıran<br />
temizlik yöntemlerinden kaçınılmalıdır. Bu tür<br />
riskli alanlar öncelikli olarak %10’luk çamaşır<br />
suyu ile nemlendirilmeli ve sonrasında silme<br />
veya yıkama gibi yöntemler kullanılmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 215
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Tularemi<br />
Prof. Dr. Sedat Kaygusuz<br />
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Kırıkkale<br />
217
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Tularemi<br />
Tularemi Francisella tularensis’in yol açtığı<br />
enfeksiyöz bir hastalık olup, organizmaya<br />
karşı aktif çok sayıda antibiyotiğin varlığına<br />
rağmen, günümüzde halen mortalite ve morbiditesini<br />
sürdürmektedir.<br />
Enfeksiyon dünyada esasen kuzey yarım kürede<br />
görülen bir zoonozdur. Yıllık görülen tularemi<br />
olgu sayısı 500.000 civarında tahmin edilmektedir.<br />
Ülkemizde ilk olguların görüldüğü<br />
Marmara bölgesi dışında (1936 yılında 150<br />
olguluk Trakya salgını) sırasıyla 1945 yılında<br />
Trakya’dan 18 hasta, 1953 yılında Antalya’dan<br />
200 hasta, 1988 yılında Bursa’dan 61 hasta,<br />
1998 yılında Ankara’dan 16 hasta, 2001 yılında<br />
Düzce’den 21 hasta, 2002 yılında Balıkesir’den<br />
126 hasta, 2004 yılında Suluova’dan 41 hasta,<br />
2005 yılında Gölcük’ten 134 hasta ve 2005<br />
yılında Zonguldak, Bartın ve Kastamonu illerinden<br />
61 hasta bildirilmiştir. Bunlardan başka<br />
Karadeniz Bölgesinde, İç Anadolu Bölgesinde<br />
başta Kırşehir ve Kırıkkale olmak üzere civar<br />
illerde de 2010 yılında salgınlar görülmüştür ve<br />
halen devam etmektedir.<br />
F. tularensis gram-negatif bir bakteri olup, 0.2<br />
ila 0.2-0.7 µm ebatlarında, aerop, pleomorfik,<br />
katalaz pozitif bir kokobasil olup hareketsiz ve<br />
sporsuzdur. F. tularensis türe göre coğrafik dağılımları<br />
ve virülansları farklılık gösteren dört alt<br />
türe sahiptir (F. tularensis tularensis, holarctica,<br />
novicida, mediasatica). F. tularensis subsp.<br />
holarctica (tip B) ülkemizdeki salgınlara neden<br />
olan tür olup virülansı tip A’dan daha zayıftır.<br />
Etkenin doğal rezervuarları genellikle yabani<br />
tavşan, rakun, kunduz, sincap, fare, geyik, keçi,<br />
koyun, vahşi kemirgenler, kedi, köpek gibi hayvanlar<br />
ile kene, sivrisinek, geyik piresi gibi artropodlardır.<br />
F. tularensis subsp. tularensis alt<br />
türü, özellikle tavşanlar ve insanlarda yüksek<br />
virülansı nedeniyle fatal seyredebilen hastalığa<br />
neden olmaktadır. Dezenfektanlara karşı duyarlı<br />
olan bakteri dış ortamlarda (su, çamur vs.)<br />
uzun süre canlılığını sürdürebilmektedir.<br />
Etkenin insanlara bulaşması sindirim (kontamine<br />
ve iyi pişmemiş etlerinin yenmesi, kontamine<br />
suların içilmesi), inhalasyon (kontamine<br />
aerosol veya tozların), kontaminasyon ve inokülasyon<br />
(enfekte tatarcık, kene, sinek ya da<br />
sivrisinek ısırması, kontamine hayvan ürünleriyle<br />
temas, enfekte hayvanların ısırması, tırmalaması)<br />
gibi dört yolla olmaktadır.<br />
218<br />
Enfeksiyon daha çok avcı, kasap, aşçı, çiftçi,<br />
veteriner gibi meslek grupları ile kırsal alanda<br />
yaşayanlarda görülmektedir.<br />
Francisella lipidden zengin kapsüle sahip olup,<br />
yokluğunda virülansında azalma gözlenebilir.<br />
Parenteral (cilt ve mukoza) 10-50, oral 108 bakteri<br />
enfeksiyonu başlatabilmektedir. İnoküle<br />
olan etken ortalama üç-beş gün sonra giriş<br />
yerinde önce bir papül sonra da ülser oluşturur.<br />
Monosit ve makrofajlarda hücre içi uzun süre<br />
yaşayabilen bakteri daha sonra lenfohematojen<br />
yolla Retiküloendotelyal Sistem (RES) organlarına<br />
yayılarak karaciğer, dalak, kemik iliği, akciğer,<br />
miyokard ve böbreği de tutabilen granülomlar<br />
oluşturur. Ayrıca, hastalıkta nadiren erken<br />
dönemde bakteremi olur. Bakteri insandan insana<br />
bulaşmaz. Bakterinin protein yapılarına karşı<br />
oluşan hücresel immün yanıt konağın hastalıktan<br />
iyileşmesinde asıl rol alır.<br />
Klinik bulgular bakterinin virülansına, inokülum<br />
kaynağı ve miktarına, giriş yoluna, sistemik<br />
tutulumun yaygınlığına ve konağın immün<br />
durumuna bağlı olarak değişmektedir.<br />
İnkübasyon süresi ortalama üç-beş gündür<br />
(1-21 gün). Hastalık akut olarak ateş, üşüme,<br />
titreme, halsizlik, kırgınlık, iştahsızlık, baş ve<br />
kas ağrıları ile başlayıp, öksürük, nefes darlığı,<br />
boğaz ve karın ağrısı, ishal, bulantı ve kusma<br />
gibi şikayetlerle devam edebilmektedir.<br />
Tulareminin altı farklı klinik formu görülebilmektedir.<br />
En sık görülen ve en kolay fark edilen şekli ülseroglandüler<br />
formudur. Bu formda bakteri deri<br />
ve mukozadan girmekte, giriş yerinde ağrılı bir<br />
papül oluşmakta, daha sonra burası ülserleşip<br />
skar bırakarak iyileşmektedir. Hastada yakın<br />
bölgesel lenfadenopatiler ve ateş, titreme, halsizlik,<br />
baş ağrısı gibi genel semptomlar gelişir.<br />
Lenfadenopatiler giderek büyüyüp spontan olarak<br />
drene olur. <strong>Tedavi</strong>siz olgularda ülser kalıcı<br />
skar bırakarak haftalar sonra iyileşmekte olup,<br />
mortalitesi %3’ten azdır.<br />
Glandüler formda deri ülseri olmadan lenf nodlarında<br />
spontan süpürasyon gözlenebilmektedir.<br />
Oküloglandüler form, bakterinin kontamine<br />
parmaklar, kontamine su ve aerosol ile konjunktivaya<br />
yerleşmesi sonucu genellikle de tek<br />
taraflı görülmektedir. Tulareminin en az olgu<br />
görülen (%0-5) formu olup, fotofobi, artmış<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
lakrimasyonu, göz kapağında ödem, eksüda,<br />
pitoz, periorbital selülit konjunktivit ve konjunktivada<br />
ülser gelişebilmektedir. Preauriküler,<br />
submandibuler ve servikal bölgedeki lenfadenopatiler<br />
başlıca bulgularındandır. Orofarengeal<br />
formda, F. tularensis enfekte su ve gıdalar veya<br />
inhalasyon yoluyla orofarenksten girer. Ateş,<br />
şiddetli boğaz ağrısı ve eksüdatif tonsillofarenjitle<br />
birlikte yine bölgesel olan servikal, preparotit<br />
veya retrofarengeal lenfadenopati saptanabilir.<br />
Lenfadenopatiler zamanla süpüre olur,<br />
boşaltılmazsa spontan olarak drene olmaktadır.<br />
Türkiye’de en sık bu form görülmektedir. Tifoid<br />
form, bakterinin giriş yerinin belli olmadığı ve<br />
ülser veya lenfadenopatinin görülmediği klinik<br />
şeklidir. Bu formda titreme ile birlikte yüksek<br />
ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, boğaz ağrısı, bulantı,<br />
kusma, karın ağrısı, öksürük ve sistemik bulgular<br />
ile seyredip, akut solunum sıkıntısı sendromu,<br />
dissemine intravasküler koagülopati, şok<br />
tablosu da görülebilir. Hasta toksik görünümdedir<br />
ve tanısı en zor konulan tularemi formudur.<br />
Pnömonik form, patojenin inhalasyonu veya<br />
hematojen yolla bulaşması sonrası akut respiratuar<br />
bir hastalık ile seyretmektedir. Hastalarda<br />
ateş, öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve<br />
nadiren hemoptizi şikayetleri olmaktadır. Apikal<br />
veya miliyer infiltrasyon, konsolidasyon, plevral<br />
efüzyon ve hiler lenfadenopati gibi bulgular<br />
saptanabilir. Balgam incelemesinin tanıda fayda<br />
sağlamadığı görülmüştür. Tüm bu formlara rağmen,<br />
hastalık karışık bir şekilde klinik tablolarla<br />
görülebilmektedir.<br />
Hastalığın tanısı daha çok öykü ve fizik muayene<br />
ile birlikte klinik şüpheye dayanmaktadır.<br />
Hastanın hikayesinde; endemik bölgede yaşama<br />
ya da ziyaret, katıldığı doğa etkinlikleri, hayvan<br />
teması, hobileri, mesleği, kontamine su içmesi<br />
gibi etkenler değerlendirilmelidir. Rutin laboratuvar<br />
tetkikleri genellikle spesifik değildir.<br />
Kesin tanı, mikroorganizmanın kültürde üretilmesidir.<br />
Bakteriyi kültürde üretmek zor olup,<br />
üretilmesi için yüksek güvenlik düzeyi gereklidir.<br />
Üretilmesi için sistein veya sistin içeren<br />
defibrine tavşan ya da insan kanı ile zenginleştirilmiş<br />
besiyerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. En<br />
iyi 35 °C’de üremektedir. Otomatize sistemler<br />
etken üretilmesini mümkün kılmaktadır.<br />
Tanı serolojik olarak konulabilir. Tüp aglütinasyonu,<br />
mikroaglütinasyon, hemaglütinasyon ve<br />
Sedat Kaygusuz<br />
ELISA testleri kullanılabilir. Mikroaglütinasyon<br />
testi tüp aglütinasyon testine nazaran yaklaşık<br />
100 kat daha duyarlıdır, daha ucuzdur ve daha<br />
erken dönemde pozitif sonuç vermektedir.<br />
Tularemi antikorları genellikle hastalığın başlangıcında<br />
negatif iken, ikinci haftasından sonra<br />
pozitifleşir ve 4-5. haftalarda da pik yapar. Tüp<br />
aglütinasyon yöntemi ile tek seferde bakılan<br />
1/160 ve üzeri ya da mikroaglütinasyon yöntemi<br />
ile bakılan 1/128 ve üzerindeki titre sonuçları<br />
tanıyı desteklemektedir. Kesin serolojik tanı<br />
serokonversiyonda dört kat ya da daha fazla<br />
titre artışıdır. Son yıllarda polimeraz zincir reaksiyonu<br />
ile bakteri tanımlaması erken ve doğru<br />
tanı için önemli bir tanı yöntemi olmuştur.<br />
Tip A tularemide son yıllardaki tedavideki iyileşmelere<br />
rağmen hala fatal sonuçlar söz konudur.<br />
Tip B tularemi, tip A’dan daha az virülan<br />
olmasına rağmen, sıklıkla süpüratif komplikasyonlarla<br />
birliktedir ve iyileşme süreci oldukça<br />
uzamaktadır. Uzamış nedeni bilinmeyen ateşli<br />
hastalarda sıklıkla bir beta-laktam antibiyotik<br />
ile ampirik tedaviler başlanmaktadır. Bu, F.<br />
tularensis’e etkisiz olduğu gibi hastalığın tedavisine<br />
etkisi yoktur. Halen aşısı olmayan hastalığın<br />
erken tanısı ve uygun tedavisi gerekmektedir.<br />
Erişkinlerde hastaneye yatmayı gerektiren ciddi<br />
olgularda parenteral aminoglikozidler tedavi<br />
için ilk seçenek olmalıdır. Gentamisin 5 mg/kg<br />
günlük ikiye bölünmüş dozlarda monitörize<br />
edilerek tercih edilebilir. Alternatif olarak bölünmüş<br />
dozlarda streptomisin 2 g (7.5-10 mg/kg)<br />
günlük olarak intramusküler yoldan 10 gün<br />
süreyle verilebilir. Ciddi olgularda tedavi periyodu<br />
klinik yanıta bağlıdır ve süre gerektiğinde<br />
uzatılabilir. Streptomisin tedavisinin ilk günlerinde<br />
nadiren de olsa Jarish-Herxheimer benzeri<br />
reaksiyonlar görülebilir. Bu iki ilacın beyin<br />
omurilik sıvısına geçişi zayıf olduğundan tularemik<br />
menenjitte bu tedavi seçenekleri yetersizdir.<br />
Menenjit olgularında streptomisin, kloramfenikol<br />
ile birlikte verilmektedir. Daha hafif<br />
olgularda oral siprofloksasin veya tetrasiklin<br />
tedavisi tercih edilebilir. Siprofloksasin bölünmüş<br />
dozlarda günlük 800-1000 mg intravenöz<br />
veya oral verilebilir. <strong>Tedavi</strong> süresi 10-14 gün<br />
olmalıdır. Bir alternatif tedavi olan doksisiklin<br />
aminoglikozidlerle kıyaslandığında daha yüksek<br />
nüks oranına sahiptir. Bölünmüş dozda 200<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 219
Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />
Tularemi<br />
mg en az 15 gün süreyle verilmelidir. <strong>Tedavi</strong>de,<br />
tetrasiklinler gibi kloramfenikol de önerilmektedir.<br />
Ancak bakteriyostatik olmalarından ötürü<br />
relaps oranları yüksektir.<br />
Çocuk hastalarda hastaneye yatış gerekli ise tercih<br />
bir parenteral aminoglikozid olmalıdır.<br />
Tercih gentamisin 5 mg/kg, alternatif olarak ise<br />
streptomisin 15 mg/kg/gün olarak bölünmüş<br />
dozlarda ve monitörize edilerek uygulanmalıdır.<br />
Daha az virülan olan tip B tulareminin endemik<br />
olduğu alanlarda, daha hafif olgularda, siprofloksasin<br />
15 mg/kg günlük iki dozda (maksimum<br />
1 g/gün) uygulanabilir bir alternatiftir.<br />
<strong>Tedavi</strong>ye en az 10 gün süreyle devam edilmelidir.<br />
<strong>Tedavi</strong>ye zamanında başlanması etkili olup,<br />
geç başlanması durumunda tedavi sonrasında<br />
lenf bezlerinde spontan drenaj görülebilmektedir.<br />
F. tularensis enfeksiyonlarında mortalite<br />
zamanında ve uygun yapılmayan tedavilerle<br />
%5-15’lere kadar çıkabilmekteyken, bu oran<br />
uygun tedaviyle %1’in altına düşürülmüştür.<br />
Özellikle tifoid ve pnömoni ile seyreden formlarda<br />
%30-60 gibi değişen oranlarda mortalite<br />
görülebilmektedir.<br />
Ölü F. tularensis bakterilerinden hazırlanan aşılar<br />
etkisiz olup, korunmada canlı aşı kullanılmaktadır.<br />
Bu aşılar da risk grubundaki laboratuvar<br />
çalışanları ve patojene tekrarlayan maruziyeti<br />
olan kişilere uygulanabilmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Arikan OK, Koc C, Bozdogan Ö. Tularemia presenting as<br />
tonsillopharyngitis and cervical ymphadenitis: a case<br />
report and review of the literature. Eur Arch<br />
Otorhinolaryngol 2003;260:298-300.<br />
2. Broekhuijsen M, Larsson P, Johansson A, et al. Clinical<br />
characteristics of tularemia in Bulgaria. J Infect Dev Ctries<br />
2010;4:689-94.<br />
3. Celebi G, Baruönü F, Ayoğlu F, et al. Tularemia, a reemerging<br />
disease in Northwest Turkey: epidemiological investigation<br />
and evaluation of treatment responses. Jpn J<br />
Infect Dis 2006;59:229-34.<br />
4. Centers for Disease Control and Prevention. Tularemia-<br />
Missouri, 2000-2007. MMWR 2009;58:744-8.<br />
5. De Carvalho I, et al. Francisella tularensis, Portugal.<br />
Emerg Infect Dis 2007;13:666-7.<br />
6. Eliasson H, Broman T, Forsman M, Bäck E. Tularemia:<br />
current epidemiology and disease management. Infect<br />
Dis Clin North Am 2006;20:289-311.<br />
7. Eliasson H, Sjostedt A, Back E. Clinical use of a diagnostic<br />
PCR for diagnosis of ulceroglandular tulaeremia. Scand J<br />
Infect Dis 2005;37:833-7.<br />
220<br />
8. Feldman KA, et al. Tularemia on Martha’s Vineyard:<br />
seroprevalence and occupational risk. Emerg Infect Dis<br />
2003;9:350-4.<br />
9. Gurcan S et al. An outbreak of tularemia in Western<br />
Black Sea region of Turkey. Yonsei Medical Journal 2004;<br />
45:17-22.<br />
10. Helvaci S, Gedikoğlu S, Akalin H, Oral HB. Tularaemia in<br />
Bursa, Turkey: 205 cases in 10 years. Eur J Epidemiol<br />
2000;16:271-6.<br />
11. Hofinger DM, Cardona L, Mertz GJ, Davis LE. Tularemic<br />
meningitis in the United States. Arch Neurol 2009;66:<br />
523-7.<br />
12. Johansson A Berglund L, Gothefors L, Sjöstedt A, Tärnvik<br />
A. Ciprofloxacin for treatment of tularemia in children.<br />
Pediatr Infect Dis J 2000;19:449-53.<br />
13. Karadenizli A, et al. Outbreak of tularaemia in Golcuk,<br />
Turkey in 2005: Report of 5 cases and an overview of the<br />
literature from Turkey. Scandinavian Journal of Infectious<br />
Diseases 2005;37:712-6.<br />
14. Kugeler KJ, et al. Real-time subspecies-specific PCR for<br />
Francisella tularensis type A and type B. Emerg Infect Dis<br />
2006;12:1799-801.<br />
15. McLendon MK, Apicella MA, Allen LA. Francisella tularensis:<br />
taxonomy, genetics, and immunopathogenesis of<br />
a potential agent of biowarfare. Annu Rev Microbiol<br />
2006;60:167-85.<br />
16. Meric M, Willke A, Finke EJ, et al. Evaluation of clinical,<br />
laboratory, and therapeutic features of 145 tularemia<br />
cases: the role of quinolones in oropharyngeal tularemia.<br />
APMIS 2008;116:66-73.<br />
17. Nigrovic LE, Wingerter SL. Tularemia. Infect Dis Clin North<br />
Am 2008;22:489-504.<br />
18. Penn RL. Francisella tularensis (tularemia). In: Mandell GL<br />
Bennett J, Dolin R (eds). Principles and Practice of<br />
Infectious Diseases. Philadelphia: Elsevier-Churchill<br />
Livingstone, 2005:2674-281.<br />
19. Petersen JM, et al. Methods for the enhanced recovery of<br />
Francisella tularensis cultures. Applied and Environmental<br />
Microbiology 2004;70:3733-5.<br />
20. Schmitt P, et al. A novel screening ELISA and a confirmatory<br />
Western blot useful for diagnosis and epidemiological<br />
studies of tularemia. Epidemiology and Infection<br />
2005;133:759-66.<br />
21. Staples JE, Kubota KA, Chalcraft LG, Mead PS, Petersen<br />
JM. Epidemiologic and molecular analysis of human tularemia,<br />
United States, 1964-2004. Emerg Infect Dis 2006;<br />
12:1113-8.<br />
22. Tarnvik A, Chu MC. New approaches to diagnosis and<br />
therapy of tularemia. Ann N Y Acad Sci 2007;1105:378-<br />
404.<br />
23. WHO Guidelines on tularaemia (2007). Epidemic and<br />
pandemic alert and response http://www.who.int/csr/<br />
resources/publications/WHO_CDS_EPR_2007_7.pdf<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
Prof. Dr. Halil Kurt<br />
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Ankara<br />
221
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
İnvaziv fungal enfeksiyonlar (İFE), 40 yılı<br />
aşan süredir uzamış nötropenisi olan hastalarda<br />
morbidite ve mortalitenin en büyük<br />
nedenlerindendir. İFE’nin erken tanısındaki<br />
güçlük nedeniyle İFE’nin önlenmesi ve tedavisinde<br />
çeşitli stratejiler geliştirilmiştir. Ampirik<br />
antifungal tedavi, antibakteriyel tedaviye yanıt<br />
vermeyen uzamış nötropenik ateşli hastalarda<br />
(genellikle 4-7 gün) antifungal tedavi başlanması<br />
veya modifikasyonu olarak tanımlanmaktadır.<br />
Birçok antifungal ilaç (amfoterisin B,<br />
itrakonazol, vorikonazol ve kaspofungin) ampirik<br />
olarak çalışılmış ve İFE’nin insidansını<br />
azaltmada yararlı olduğu gösterilmiş, fakat<br />
bugüne kadar küflere etkili antifungal profilaksisi<br />
alan hastalarda ampirik antifungal tedavi<br />
çalışılmamıştır.<br />
Yoğun kemoterapi alan yüksek riskli hematolojik<br />
malignitesi olan hastalar, İFE açısından risk<br />
altındadır. Klinik olarak stabil olmayan veya<br />
fungal enfeksiyon şüphesi olan hastalarda antifungal<br />
tedavi daha erken başlanmalıdır. Cho ve<br />
arkadaşlarının 1966-1975 yılları arasında 10<br />
yıllık dönemde 1204 kanser hastasının otopsi<br />
çalışmasında %7.1 fungal enfeksiyon saptanmıştır.<br />
En sık fungal enfeksiyon etkeni kandidi-<br />
222<br />
Aspergillus %55<br />
A. fumigatus %1<br />
A. flavus %5<br />
A. terreus %5<br />
Kültür negatif %43.6<br />
1990-1999<br />
(n= 163 otopsi)<br />
Pnömosistis %4<br />
Endemik funguslar %1<br />
Fusarium %7<br />
Mucorales<br />
(Zygomycetes) %7<br />
Candida %40<br />
C. albicans %11<br />
C. krusei %4<br />
C. glabrata %7<br />
C. tropicalis %6<br />
Diğer %13<br />
yaz (%52.2), bunu takiben aspergilloz (%31.1)<br />
olarak bildirilmiştir. Japonya’da yapılan benzer<br />
bir çalışmada 1170 otopsiden 40 (%3) olguda<br />
derin mikoz bulunmuş, derin mikozun %23’ü<br />
hematolojik malignite ile, %2’si ise solid tümörler<br />
ile ilişkili bulunmuştur. Mikozların %68’i<br />
aspergilloz, %35’i kandidiyaz olarak bildirilmiştir.<br />
Avrupa Kanser Araştırma ve <strong>Tedavi</strong> Organizasyonu<br />
(EORTC)’nun çalışmasında, sistemik kandidiyaz<br />
ile ilişkili ölüm oranı %39 olarak bulunmuştur.<br />
Lin ve arkadaşlarının çalışmasında, hematopoietik<br />
kök hücre nakli yapılanlarda, aspergilloz ile<br />
ilişkili olgu ölüm oranı %86.7 olarak bildirilmiştir.<br />
Otopsi çalışmaları, sistemik kandidiyaz<br />
enfeksiyonlarının yaklaşık %15’inin yaşam<br />
esnasında teşhis edilemediğini göstermektedir.<br />
Chamilos ve arkadaşlarının çalışmasında hematolojik<br />
maligniteli hastalarda 1017 otopsinin<br />
314 (%31)’ünde İFE tespit edilmiş ve İFE’nin<br />
%75’inde yaşam esnasında teşhis konulmamıştır.<br />
M.D. Anderson Kanser Merkezinde lösemili<br />
hastaların otopsilerinde İFE’lerin sıklığı ve dağılımına<br />
göre son yıllarda aspergilloz daha artan<br />
oranda görülmektedir (Şekil 1).<br />
Aspergillus %58<br />
A. fumigatus %12<br />
A. flavus %9<br />
A. terreus %9<br />
Kültür negatif %32<br />
2000-2008<br />
(n= 57 otopsi)<br />
* note: some patients had multiple pathogens, therefore total % exceeds 100<br />
Endemik funguslar %5.3<br />
Fusarium %5.3<br />
Mucorales<br />
(Zygomycetes) %9<br />
Candida %26<br />
C. albicans %4<br />
C. krusei %5<br />
C. glabrata %9<br />
C. tropicalis %4<br />
Diğer %13<br />
Şekil 1. Houston, M.D. Anderson Kanser Merkezinde lösemili hastaların otopsilerinde, İFE’lerin epidemiyolojik<br />
değerlendirilmesi.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Antilla ve arkadaşlarının çalışmasında, 1980-<br />
1993 yılları arasında akut lösemili 562 hastadan<br />
38 (%6.8)’inde hepatosplenik kandidiyaz tespit<br />
edilmiştir. Hepatosplenik kandidiyaz; akut<br />
miyeloid lösemi (AML)’de %5.1, akut lenfoblastik<br />
lösemi (ALL)’de ise daha yüksek %11.3 oranında<br />
görülmüştür. Bu hastalarda sistemik profilaktik<br />
antifungal kullanılmamıştır. Hepatosplenik<br />
kandidiyaz tanısı alan 38 hastanın 11 (%29)’inde<br />
otopsi ile tanı konulmuştur. Çalışmada, ALL<br />
hastalarında kullanılan yüksek doz steroidin,<br />
kandida yayılmasında majör faktör olduğu bildirilmektedir.<br />
Akut lösemi ve hepatosplenik<br />
kandidiyazlı hastaların prognozunu iyileştirmek<br />
için, daha etkili profilaktik ve terapötik antifungal<br />
tedaviye ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır.<br />
Cornely’nin çalışmasında; indüksiyon kemoterapisi<br />
almakta olan AML ve miyelodisplastik<br />
sendromlu hastalarda verilen posakonazol profilaksisinin,<br />
İFE gelişmesinde flukonazol ve<br />
itrakonazole göre daha etkili olduğu, ampirik<br />
tedavi kullanımını da önemli ölçüde azalttığı<br />
(%34’ten %22’ye) vurgulanmaktadır. Avrupa<br />
Kanser Araştırma ve <strong>Tedavi</strong> Organizasyonu<br />
(EORTC)’nun çalışmasında, nötropenik ateşli<br />
hastalarda antibiyotik tedavisine rağmen ateşi<br />
düşmeyen nötropenik hastalarda erken başla-<br />
Kümülatif insidans, %<br />
100<br />
90<br />
80<br />
70<br />
60<br />
50<br />
40<br />
30<br />
20<br />
10<br />
0<br />
Antifungal ampirik tedavi<br />
Antifungal preemptif tedavi<br />
İFE (preemptif tedavi)<br />
İFE (ampirik tedavi)<br />
Nötropeni süresi, günler<br />
Şekil 2. Nötropeni esnasında antifungal tedavi ve invaziv fungal enfeksiyon insidansı.<br />
Halil Kurt<br />
nan ampirik amfoterisin B tedavisinin yararlı<br />
olduğu ortaya konmuştur.<br />
Ampirik tedaviye karşı preemptif tedavinin karşılaştırıldığı<br />
bir, tedavi edilmeyen grupla karşılaştırıldığı<br />
altı çalışmanın değerlendirildiği<br />
meta-analizde; ampirik antifungal tedavi,<br />
İFE’leri önemli ölçüde azaltmış, ancak mortalitede<br />
önemli farklılık görülmemiştir.<br />
Cordonnier’in çalışmasında, ampirik ve preemptif<br />
tedavi gruplarında sağkalım açısından<br />
farklılık görülmemiştir. İFE ise preemptif tedavi<br />
grubunda ampirik tedavi grubuna göre önemli<br />
ölçüde yüksek bulunmuştur. Antifungal kullanımı<br />
ise preemptif tedavi grubunda önemli<br />
ölçüde düşük bulunmuştur. İndüksiyon tedavisi<br />
alan hastaların alt grup analizinde, ampirik<br />
tedavi uygulananlarda preemptif tedavi uygulananlara<br />
kıyasla İFE gelişime sıklığının daha az<br />
olduğu, sağkalım açısından ise anlamlı farklılık<br />
olmadığı tespit edilmiştir. Konsolidasyon tedavisi<br />
alan grupta ise, hem İFE gelişimi hem de<br />
sağkalım açısından preemptif ve ampirik tedavi<br />
yaklaşımları açısından bir farklılık tespit edilmemiştir.<br />
Bunun gerekçesi olarak da konsolidasyon<br />
tedavisi alan grupta medyan nötropeni<br />
süresinin 12 gün, indüksiyon tedavisi alan grupta<br />
ise 26 gün olması gösterilebilir (Şekil 2).<br />
Gray test, p< .0001<br />
Gray test, p< .02<br />
0 10 20 30 40<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 223
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
Freemantle’nin meta-analizinde, ampirik ve preemptif<br />
antifungal tedavinin etkinliğiyle ilgili iki<br />
çalışmanın analizinde tüm nedenlere bağlı mortalitede<br />
ampirik tedavi lehine bir farklılık<br />
olmakla bereber, bu farklılık istatistiksel olarak<br />
anlamlı bulunamamıştır (Şekil 3). Ayrıca, ampirik<br />
tedavi yapılan çalışmaların karma analizinde<br />
kaspofungin, sağkalım üzerine etkisi amfoterisin<br />
B deoksikolat, lipozomal amfoterisin B,<br />
amfoterisin B lipid kompleks ve vorikonazolden<br />
istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek<br />
bulunmuştur. Fakat hiçbir antifungal ilacın<br />
tedavi yanıtı üzerine birbirine üstünlüğü bulunamamıştır.<br />
IDSA 2008 aspergilloz rehberine göre, antibakteriyel<br />
tedaviye rağmen uzamış ateşi olan nötropenik<br />
hastalar ve olası invaziv aspergilloz tedavisinde,<br />
ampirik antifungal tedavide lipid formülasyonlu<br />
amfoterisin B, itrakonazol, vorikonazol<br />
veya kaspofungin önerilmektedir (AI).<br />
İFE varlığını gösteren diğer bulgular olmadıkça,<br />
nötropeni süresi kısa olması beklenen (nötropeni<br />
süresi < 10 gün) hastalarda ampirik antifungal<br />
tedavi önerilmemektedir (BIII). Bu rehberde<br />
lipid formülasyonlu amfoterisin B önerilmesi,<br />
Walsh ve arkadaşlarının randomize, çift-kör,<br />
224<br />
Odds ratio meta-analysis plot (fixed effects)<br />
Cordonnier 2009 1.88 (0.46, 8.93)<br />
Hebart 2009<br />
Combined (fixed)<br />
0.2 0.5 1 2 5<br />
10<br />
Odds ratio (95% confidence interval)<br />
Şekil 3. Preemptif tedaviye karşı ampirik tedavide mortalite.<br />
çok merkezli çalışması kanıtına dayanmaktadır.<br />
Bu çalışmada, nötropeni ve persistan ateşi olan<br />
hastalarda ampirik olarak lipozomal amfoterisin<br />
B (3 mg/kg) ve amfoterisin B deoksikolat (0.6<br />
mg/kg) verildiğinde, lipozomal amfoterisin B<br />
tedavisinin amfoterisin B deoksikolat tedavisi<br />
kadar etkin olduğu, ancak lipozomal amfoterisin<br />
B tedavisinde daha az nefrotoksisite olması<br />
ve İFE sıklığının daha az olduğu görülmüştür.<br />
IDSA 2009 kandidiyaz rehberine göre, antibakteriyel<br />
tedaviye rağmen dört gün sonra ateşi<br />
devam eden ve invaziv kandidiyaz için riski<br />
olan kritik hastalarda ampirik antifungal tedavi<br />
başlanması önerilmektedir. Lipozomal amfoterisin<br />
B 3-5 mg/kg gün, kaspofungin ilk gün 70 mg<br />
yükleme dozu, sonra 50 mg gün (AI) veya vorikonazole<br />
ilk gün (6 mg/kg) 2 x 400 mg doz,<br />
ikinci gün (3 mg/kg) 2 x 200 mg dozunda (BI)<br />
önerilmektedir. Flukonazol 800 mg (12 mg/kg)/<br />
gün yükleme dozu, takiben 400 mg (6 mg/kg)/<br />
gün ve itrakonazol solüsyon 200 mg (3 mg/kg)<br />
2 x 1 alternatiftir (BI). Amfoterisin B deoksikolat<br />
etkili bir alternatiftir, fakat lipozomal amfoterisin<br />
B’den daha yüksek toksisitesi vardır (AI).<br />
Azol profilaksisi alan hastaların ampirik tedavisinde<br />
azoller kullanılmamalıdır (BII).<br />
0.99 (0.56, 1.74)<br />
1.10 (0.68, 1.78)<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Hematolojik hastalarda İFE’ler ciddi morbidite<br />
ve yüksek mortalite ile ilişkilidir. Avrupa<br />
Lösemik Enfeksiyonlar Konferansı-3 (ECIL-3<br />
2009)’te, nötropenik hastalarda ampirik antifungal<br />
tedavide lipozomal amfoterisin B ve kaspofungin<br />
AI, amfoterisin B lipid kompleks veya<br />
kolloidal dispersiyon, itrakonazol ve vorikonazol<br />
BI, amfoterisin B deoksikolat renal toksisite<br />
riski yoksa B/varsa D (başlangıç bozulmuş böbrek<br />
fonksiyonu, allojenik hematopoietik kök<br />
hücre nakil (HKHN) hastalarında siklosporin<br />
veya takrolimus kombinasyonu, aminoglikozid<br />
antibiyotik kombinasyonu) olarak önerilmektedir<br />
(Tablo 1).<br />
IDSA 2011 rehberine göre, persistan febril nötropenik<br />
yüksek riskli hastalarda, ampirik ve<br />
preemptif antifungal tedavi kullanımı algoritması<br />
Şekil 4’te özetlenmektedir.<br />
Ampirik antifungal tedavisi ve İFE araştırması,<br />
nötropeni süresi > 7 gün beklenen ve 4-7 gün<br />
antibiyotik tedavisinden sonra devam eden veya<br />
tekrarlayan ateşli hastalarda düşünülmelidir<br />
(AI). Halen küflere etkili antifungal profilaksi<br />
alan hastalarda spesifik bir antifungal ilaç öner-<br />
Tablo 1. Ampirik tedavide antifungal ilaçlar<br />
(Update ECIL-3 2009)<br />
Antifungal Doz Etkinlik Güvenlik Öneri<br />
Lipozomal<br />
AmB<br />
3 mg/kg I I A<br />
Kaspofungin 50 mg I I A1 ABLC 5 mg/kg I I B2 ABCD 4 mg/kg I I B2 Vorikonazol 2 x 3 mg/<br />
kg IV<br />
I I B1,3,4 İtrakonazol 200 mg IV I I B1,4 Mikafungin 100 mg II II B (Yeni)<br />
AmB<br />
deoksikolat<br />
0.5-1 mg/<br />
kg<br />
I I B 2 D 5<br />
Flukonazol 400 mg IV I I C1,4,6 1 Mukorale etkili değil.<br />
2 İnfüzyonla ilişkili toksisite (ateş, titreme, hipoksi).<br />
3 VRC FDA onayı yok, fakat aspergilloz için ilk seçenek, kandidiyazda<br />
etkili, breakthrough İFE'nin önlenmesinde etkili.<br />
4 Azol profilaksisi alan hastalarda etkisi sınırlı olabilir.<br />
5 Renal toksisite riski yoksa B/varsa D (başlangıç bozulmuş böbrek<br />
fonksiyonu, allojenik HKHN hastalarında siklosporin veya takrolimus<br />
kombinasyonu, aminoglikozid antibiyotik kombinasyonu).<br />
6 Aspergillus ve diğer küflere etkisiz.<br />
Halil Kurt<br />
mek için çalışmalar yetersizdir, fakat küflere<br />
etkili IV yoldan farklı bir antifungal ilaca geçilmesi<br />
düşünülmelidir (BIII).<br />
Çoğu uzmanlar, uzamış (> 7 gün süre) ve derin<br />
nötropeni (mutlak nötrofil sayısı ≤ 100 hücre/<br />
mm3 ) beklenen ve/veya hipotansiyon, pnömoni,<br />
yeni başlangıçlı karın ağrısı, nörolojik değişiklikler<br />
şeklinde önemli eşlik eden medikal<br />
durumları olanları yüksek riskli hastalar olarak<br />
düşünmektedir Yüksek riskli hastalar başlangıçta<br />
IV ampirik tedaviyi hastanede almalıdırlar.<br />
(AII). Resmi risk sınıflandırması, “The<br />
Multinational Association for Supportive Care<br />
in Cancer (MASCC)” skor sistemi kullanarak<br />
yapılabilmektedir. MASCC skoru < 21 olan hastalar<br />
yüksek riskli hastalardır. MASCC skoru ≥<br />
21 olan hastalar ise düşük riskli hastalardır (BI).<br />
Ateş ve nötropenisi olan hastalarda aşağıdaki<br />
kriterlerden herhangi biri ciddi komplikasyonlar<br />
açısından yüksek riskli olarak düşünülmektedir:<br />
• > 7 gün sürmesi beklenen derin nötropeni<br />
(mutlak nötrofil sayısı ≤ 100 hücre/mm3 ),<br />
• Aşağıdaki eşlik eden hastalıklardan birisinin<br />
varlığı:<br />
- Hemodinamik bozukluk,<br />
- Oral veya gastrointestinal mukozit (yutmayı<br />
engeller veya ciddi ishale neden olur),<br />
- Gastrointestinal semptomlar (karın ağrısı,<br />
bulantı ve kusma veya ishal),<br />
- Nörolojik ya da yeni başlangıçlı zihinsel<br />
durum değişiklikleri,<br />
- İntravasküler kateter enfeksiyonu, özellikle<br />
kateter tünel enfeksiyonu,<br />
- Yeni pulmoner infiltrat veya hipoksemi veya<br />
altta yatan kronik akciğer hastalığı.<br />
• Karaciğer (aminotransferaz düzeyleri > 5 x<br />
normal değer) veya böbrek yetmezliği (kreatinin<br />
klerensi < 30 mL/dakika) bulgusu olanlar.<br />
Preemptif antifungal tedavi, yüksek riskli nötropenik<br />
hastalarda ampirik antifungal tedaviye<br />
alternatif olarak kabul edilmektedir. Geniş<br />
spektrumlu antibiyotik tedavisinden 4-7 gün<br />
sonra ateşi devam eden fakat klinik olarak stabil<br />
olanlar, fungal enfeksiyonun klinik veya göğüs/<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 225
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
Şekil 4. Persistan febril nötropenik yüksek riskli hastalarda, ampirik ve premptif antifungal tedavi kullanımı.<br />
sinüs BT bulguları olmayanlar, İFE’nin delili<br />
serolojik testi negatif olanlar ve herhangi vücut<br />
bölgesinden mantar (Candida veya Aspergillus<br />
türleri) üretilemeyenlere antifungal ilaç verilmeyebilir<br />
(BII). Düşük riskli hastalarda İFE<br />
riski düşüktür ve ampirik antifungal tedavi kullanımı<br />
rutin olarak önerilmemektedir (AIII).<br />
Azol profilaksisi (primer olarak flukonazol),<br />
bazı yüksek riskli kanser hastalarında İFE sıklığını<br />
önemli ölçüde azaltmış fakat azol dirençli<br />
suşlara bağlı ortaya çıkan enfeksiyonlar görülebilmektedir.<br />
Flukonazol, invaziv küf enfeksiyonlarına<br />
da etkisizdir. İnvaziv küf enfeksiyonlarından<br />
aspergilloz (en yaygın invaziv küf<br />
enfeksiyonu), zigomikoz ve fusaryoz, hemen<br />
hemen sadece 10-15 günden daha uzun süren<br />
derin nötropenili (< 100 hücre/mm3 ) yüksek<br />
riskli hastalarda görülmektedir. En büyük risk,<br />
AML için tedavi edilen hastalardır. AML’de inva-<br />
226<br />
ziv küf enfeksiyonu, lenfoma ve multipl miyelomada<br />
görülenden 20 kat daha fazladır.<br />
Kanserli nötropenik hastaların %22-34’ü ampirik<br />
olarak bir antifungal ilaç almaktadır, fakat<br />
bunların sadece %4’ünde İFE gösterilmiştir.<br />
Ateş, İFE için özellikle nonspesifik bir özelliktir,<br />
bu nedenle devam eden ateşi olan her nötropenik<br />
hastada ihtiyaç duyulan antifungal tedavinin<br />
gerçek yararı sorgulanmalıdır. Ampirik antifungal<br />
ilacın seçiminde, muhtemel fungal patojenler,<br />
toksisite ve maliyet göz önünde bulundurulmalıdır.<br />
Eğer hasta antifungal profilaksi<br />
almıyor ise kandidemi başlangıç olarak en<br />
büyük endişedir. Flukonazol profilaksisi alanlarda<br />
flukonazole dirençli kandida enfeksiyonları<br />
(Candida krusei, Candida glabrata) veya<br />
küfe etkili olmayan ilaçlar nedeniyle invaziv küf<br />
enfeksiyonları daha olası düşünülmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Son 30 yılı aşan sürede amfoterisin B deoksikolat,<br />
standart ampirik seçenek olmuştur. Bununla<br />
birlikte diğer antifungal ilaçlar, amfoterisin B<br />
kolloidal dispersiyon, amfoterisin B lipid kompleks,<br />
itrakonazol veya vorikonazol ve kaspofunginin<br />
rolleri birçok çalışma ile ortaya konmuştur.<br />
Bu alternatiflerin hiçbirinin orijinal temel<br />
ilaç olan amfoterisin B deoksikolattan daha az<br />
toksik olmaları dışında yararlı bir avantajı kanıtlanmamıştır.<br />
Vorikonazol, lipozomal amfoterisin<br />
B ile kıyaslandığında istatistiksel olarak<br />
noninferiorite çalışmasında başarısız bulunmuş<br />
Halil Kurt<br />
olmasına rağmen, çoğu klinisyen vorikonazole<br />
güvenilir bir alternatif olarak bakmaktadır. Şu<br />
anda küflere karşı profilaksi alan hastalar için<br />
spesifik ampirik antifungal seçimine yönelik<br />
yeterli veri yoktur, fakat farklı antifungal sınıfından<br />
küflere etkili IV bir ajana geçilmesi<br />
makul görülmektedir. Bu öneri, vorikonazol<br />
veya posakonazol oral olarak verildiği zaman<br />
yetersiz serum düzeyleri ile ilişkili breakthrough<br />
fungal enfeksiyon olabileceği kanıtına<br />
dayanmaktadır. BT’de belirgin değişiklik yok ise<br />
ve küflere karşı verilen azol profilaksisinin<br />
Tablo 2. Ampirik antifungal tedavi maliyeti (70 kg hasta için/Ocak 2011 SUT 2D)<br />
Birim fiyat Günlük tedavi maliyeti<br />
Fungizone (Amp-B deoksikolat)<br />
50 mg IV 11 (7.94)<br />
1 mg/kg/gün (70 mg) x2 kutu 22 (15.88)<br />
Amphotec (Amp-B kolloidal dispersiyon)<br />
50 mg 153.59 (118.26)<br />
4 mg/kg/gün (280 mg) x6 kutu 921.54 (709.56)<br />
Abelcet (Amp-B lipid kompleks)<br />
100 mg IV 234.92 (153.02)<br />
5 mg/kg/gün (350 mg) x4 kutu 939.68 (612.08)<br />
Ambisome (Amp-B lipozomal)<br />
50 mg IV 343.21 (210.26)<br />
3 mg/kg/gün (210 mg) x4 kutu 1372.84 (841.04)<br />
Cancidas (kaspofungin)<br />
70 mg IV 906.99 (808.10) 906.99 (808.10)<br />
50 mg IV 701.2 (624.00) 701.2 (624.00)<br />
Vfend (vorikonazol)<br />
200 mg IV 289.46 (177.33)<br />
1. gün 2 x 6 mg/kg/gün (2 x 420: 840) x4 kutu 1157.84 (709.32)<br />
İdame 2 x 4 mg/kg/gün (2 x 280: 560) x4 kutu 1157.84 (709.32)<br />
200 mg tablet 14 tablet 1112.06 (856.29)<br />
> 40 kg 2 x 200 mg oral 2 x 1<br />
(2 x 48.66)<br />
158.86 (97.32)<br />
Sporanox (itrakonazol flakon)<br />
IV 200 mg 242.62 (148.64)<br />
İlk 2 gün 2 x 200 mg yükleme 242.62 (148.64) 485.24 (297.28)<br />
Yüklemeden sonra 1 x 200 mg<br />
Yükleme + idame (14 gün) (16 kutu)<br />
242.62 (148.64) 242.62 (148.64)<br />
İtrakonazol oral solüsyon 150 cc<br />
(Sporanox oral solüsyon) 10 mg/mL<br />
117.55<br />
2 x 200 mg (ardışık tedavi) (40 cc) 47.02 (36.20)<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 227
Febril Nötropeni:<br />
Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
serum düzeyleri yeterli ise, aynı küfe etkili profilaksiye<br />
devam etmek alternatif olarak kabul<br />
edilebilir.<br />
İFE’ler, son 20 yıl içerisinde özellikle HKHN<br />
olgularında ve hematolojik malignansi nedeniyle<br />
tedavi gören hastalarda önemli bir morbidite<br />
ve mortalite nedeni haline gelmiştir. Bu<br />
enfeksiyonlarda etken olan mantarların epidemiyolojisi<br />
çeşitli faktörlere bağlı olarak önemli<br />
değişikliklere uğramaktadır. Bu açıdan, her<br />
merkezde lokal epidemiyolojinin izlenmesi,<br />
tedavi planında lokal epidemiyoloji verilerinin<br />
göz önüne alınması ve mümkün olduğunca<br />
hedefe yönelik antifungal yaklaşımların uygulanması<br />
gereklidir.<br />
İFE’lerin erken tanısındaki güçlük nedeniyle,<br />
hastane ile ilişkili epidemiyolojik verilere dayanarak<br />
uygun ampirik veya preemptif tedaviyi<br />
seçmek oldukça önemlidir. Preemptif tedavi<br />
yaklaşımlarına artmakta olan odaklanmaya rağmen<br />
ampirik antifungal tedavi hala kabul edilen<br />
bir uygulamadır. Antifungal tedaviyi başlarken,<br />
İFE’lerin arka planındaki risk faktörleri, eşlik<br />
eden ilaçlar ile reaksiyonlar ve onların toksisiteleri,<br />
önceden antifungal kullanımı ve önerilecek<br />
antifungal ilacın maliyeti dikkate alınmalıdır.<br />
Yapılan çalışmalar ve rehberler ışığında, etkinlik<br />
ve yan etki yanında mevcut antifungal ilaçların<br />
tedavi maliyetleri de, rasyonel antibiyotik kullanımı<br />
açısından değerlendirilmesi uygun görülmektedir<br />
(Tablo 2). Ampirik tedavide kullanılan<br />
bu ilaçların IV günlük tedavi maliyetlerine<br />
göre sıralanması şu şekildedir. Amfoterisin B<br />
deoksikolat 15.88, itrakonazol 148.64, amfoterisin<br />
B lipid kompleks 612.08, kaspofungin<br />
624.00, vorikonazol 709.32, amfoterisin B kolloidal<br />
dispersiyon 709.56, amfoterisin B lipozomal<br />
841.04. Ülkemizde, perakende satış fiyatı<br />
5.24 TL üzerinde olan ilaçlar, 20 ülkenin perakende<br />
ilaç satış ortalamasına göre hesaplanmakta,<br />
iki-üç ayda bir güncellenmektedir. Parantez<br />
içindeki fiyatlar hastanelerin eline geçen miktardır.<br />
Bu fiyat hesaplanırken, (perakende satış<br />
fiyatı x ilk iskonto%- = x ikinci iskonto%- =)<br />
formülü ile SGK’nın hastanelere ödediği KDV<br />
dahil fiyat ortaya çıkmaktadır (SUT 2011 Ek<br />
2D). Bu ücret üzerinden (%1 maliye katkı payı<br />
+ %5 üniversite fonu kesintisi) düşülünce üniversite<br />
hastanelerinin eline geçen miktar ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
228<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Anttila VJ, Elonen E, Nordling S, Sivonen A, Ruutu T,<br />
Ruutu P. Hepatosplenic candidiasis in patients with acute<br />
leukemia: incidence and prognostic implications. Clin<br />
Infect Dis 1997;24:375-80.<br />
2. Arıkan Akdağlı S. İnvaziv mantar infeksiyonlarının epidemiyolojisi:<br />
Nereden nereye. ANKEM 2010;24(Ek2):132-4.<br />
3. Bodey G, Bueltmann B, Duguid W, et al. Fungal infections<br />
in cancer patients: an international autopsy survey.<br />
European Journal of Clinical Microbiology & Infectious<br />
Diseases 1992;11:99-109.<br />
4. Chamilos G, Luna M, Lewis RE et al. Invasive fungal infections<br />
in patients with hematologic malignancies in a tertiary<br />
care cancer center: an autopsy study over a 15-year<br />
period (1989-2003). Haematologica, Vol 91, Issue 7,<br />
986-989, Copyright © 2006 by Ferrata Storti Foundation.<br />
5. Cho SY, Choi HY Opportunistic fungal infection among<br />
cancer patients. A ten-year autopsy study. Am J Clin<br />
Pathol 1979;72:617-21.<br />
6. Cordonnier C, Pautas C, Maury S, et al. Empirical versus<br />
preemptive antifungal therapy for high-risk, febrile, neutropenic<br />
patients: a randomized, controlled trial. Clin<br />
Infect Dis 2009;48:1042-51.<br />
7. Cornely OA, Maertens J, Winston DJ, et al. Posaconazole<br />
vs. fluconazole or itraconazole prophylaxis in patients<br />
with neutropenia. N Engl J Med 2007;356:348-59.<br />
8. Freemantle N, Tharmanathan P, Herbrecht R. Systematic<br />
review and mixed treatment comparison of randomized<br />
evidence for empirical, pre-emptive and directed treatment<br />
strategies for invasive mould disease. J Antimicrob<br />
Chemother 2011;66 (Suppl 1):i25-35.<br />
9. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />
guideline for the use of antimicrobial agents in<br />
neutropenic patients with cancer: 2010 update by the<br />
Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />
2011;52:e56-93.<br />
10. Goldberg E, Gafter-Gvili A, Robenshtok E, Leibovici L, Paul<br />
M. Empirical antifungal therapy for patients with neutropenia<br />
and persistent fever: systematic review and metaanalysis.<br />
European Journal of Cancer 2008:2192-203.<br />
11. Leventakos K, Lewis RE, Kontoyiannis DP. Fungal infections<br />
in leukemia patients: how do we prevent and treat<br />
them? Clin Infect Dis 2010;50:405-15.<br />
12. Lin SJ, Schranz J, Teutsch SM. Aspergillosis case-fatality<br />
rate: systematic review of the literature. Clin Infect Dis<br />
2001;32:358-66.<br />
13. Maertens J, Marchetti O, Herbrecht R, et al. European<br />
guidelines for antifungal management in leukemia and<br />
hematopoietic stem cell transplant recipients: summary<br />
of the ECIL 3-2009 Update. Bone Marrow Transplantation<br />
2010:1-10.<br />
14. Nikolaos G. Almyroudisa and Brahm H. Segala,b. Prevention<br />
and treatment of invasive fungal diseases in neutropenic<br />
patients. Curr Opin Infect Dis 2009;22:385-93.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
15. No authors listed. Empiric antifungal therapy in febrile<br />
granulocytopenic patients. EORTC International<br />
Antimicrobial Therapy Cooperative Group. Am J Med<br />
1989;86:668-72.<br />
16. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, et al. Clinical Practice<br />
Guidelines for the Management of Candidiasis: 2009<br />
Update by the Infectious Diseases Society of America.<br />
Clin Infect Dis 2009;48:503-35.<br />
17. Tsuta K, Tsubura A, Saiki S, Furukawa K. Analysis of<br />
deep mycoses in autopsy cases. Nippon Rinsho 2000;<br />
58:969-76.<br />
18. Viscoli C, Girmenia C, Marinus A, et al. Candidemia in<br />
cancer patients: a prospective, multicenter surveillance<br />
study by the Invasive Fungal Infection Group (IFIG) of the<br />
European Organization for Research and Treatment of<br />
Cancer (EORTC). Clin Infect Dis 1999;28:1071-9.<br />
Halil Kurt<br />
19. Walsh TJ, Anaissie EJ, Denning DW, et al. Treatment of<br />
Aspergillosis: Clinical Practice Guidelines of the<br />
Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />
2008;46:327-60.<br />
20. Walsh TJ, Finberg RW, Arndt C, et al. Liposomal amphotericin<br />
B for empirical therapy in patients with persistent<br />
fever and neutropenia. National Institute of Allergy and<br />
Infectious Diseases Mycoses Study Group. N Engl J Med<br />
1999;340:764-71.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 229
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Febril Nötropeni:<br />
Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
İstanbul<br />
231
Febril Nötropeni:<br />
Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />
Nötropenik hastalarda immün yanıttaki<br />
yetersizlik nedeniyle enfeksiyon geliştiğinde<br />
klinik belirtiler ile bulgular tanıda yararlı<br />
olamamaktadır. Genellikle bu olgularda ateş<br />
enfeksiyonun tek bulgusu olarak saptanmaktadır.<br />
Ancak ateş varlığının enfeksiyöz kaynaklı<br />
olup olmadığı, şayet enfeksiyöz ise de etkenin<br />
saptanması zordur. Febril nötropeni olgularının<br />
ancak %60 kadarında ateşin nedeni kanıtlanabilmektedir.<br />
Özellikle bu olgularda mortalite<br />
nedeni, şayet erken tedavi edilmezse enfeksiyonlardandır.<br />
Bu nedenle ateşi yükselen tüm<br />
nötropenik hastalara laboratuvar sonuçları<br />
çıkıncaya kadar geniş spektrumlu antibiyoterapinin<br />
hemen başlanması gerekmektedir. Ancak<br />
nötropenik hastalarda ateşin saptanmasından<br />
sonra vakit kaybetmeden başlanmış olan geniş<br />
spektrumlu antibiyotik tedavisine rağmen hala<br />
ateşin devam etmesi ve odak bulunamaması<br />
durumlarında, standart yaklaşım son yıllarda<br />
ampirik antifungal tedavinin otomatik olarak<br />
başlanmasıdır. Ancak invaziv fungal enfeksiyonun<br />
erken tanısı kolay değildir. Hastada ateş<br />
dışında klinik bulgu olmayabilir. Bu hasta grubunda<br />
nötropeni nedeniyle enflamasyon belirtileri<br />
de halen tam değildir. Bu nedenle enfeksiyon<br />
odağının tespiti çoğu zaman mümkün olamamaktadır.<br />
Hastanın durumu hızla bozulup<br />
tedavideki gecikmeler mortaliteye neden olduğu<br />
için ampirik başlanan tedavi yaklaşımı ile<br />
fungal etkene bağlı olmayan ateşlere de tedavi<br />
başlanarak “aşırı tedavi” edilmektedir. Ayrıca,<br />
özellikle yeni antifungal ajanlar ile ampirik yaklaşım<br />
tedavi maliyetlerinde artışa yol açmakta<br />
ek olarak yan etki insidanslarında, ilaç etkileşimlerinde<br />
de olumsuz sonuçların oluşma riskini<br />
artırmaktadır. Bir başka durum da ampirik<br />
yaklaşımdaki kanıtların yetersizliği, özellikle<br />
allojenik kök hücre nakli yapılanlar dışında<br />
invaziv fungal enfeksiyon sıklığının düşük<br />
olması, özellikle son yıllarda tanıya yönelik<br />
tekniklerdeki gelişmeler ampirik yaklaşımı tartışmalı<br />
hale getirmiştir.<br />
Hem gereğinden fazla tedavi ya da eksik tedavi<br />
kaygısı yeni bir tedavi yaklaşımını ortaya koymuştur.<br />
Bu yaklaşım “preemptif tedavi” yaklaşımıdır.<br />
Preemptif antifungal tedavi yaklaşımı da<br />
invaziv fungal enfeksiyonun erken tanınması ve<br />
tedaviye erken başlanması esasına dayanır. Bu<br />
yaklaşımda nötropenik ateşli hastada invaziv<br />
fungal enfeksiyonun başlangıç dönemi ile klinik<br />
belirti ve bulguların ortaya çıkışı arasındaki<br />
sürede daha hiçbiri çıkmadan önce hızlıca<br />
232<br />
tanımlama testleri yapılarak erkenden kanıtların<br />
toplanarak bu kanıtlara göre tedavinin oluşturulması<br />
hedeflenmektedir.<br />
Son yıllarda kültüre-dayanmayan hızlı mikrobiyolojik<br />
tanı yöntemlerinin hem geliştirilmiş<br />
olması hem de yaygın kullanıma girmeleri bu<br />
yaklaşımda önemli rol oynamaktadır. Bu tanı<br />
yöntemleri ya fungal DNA’nın polimeraz zincir<br />
reaksiyonu (PCR) ile ya da fungal antijenlerinin<br />
saptanması [galaktomannan antijeni, (1,3)-beta-<br />
D-glukan] ve radyolojik tanımlanmalara yöneliktir.<br />
Ancak preemptif tedavi yaklaşımında birtakım<br />
zorluklar mevcuttur. Özellikle ağır nötropenik<br />
olgularda klinik ve radyolojik bulguların<br />
geç ortaya çıkması, radyolojik tanımlamada fikir<br />
birliğinin olmaması ve bu bulguların tanımlamada<br />
çok tipik olmamasıdır. Mikrobiyoloji bazlı<br />
tanımlama testlerinden fungal antijen testlerinden<br />
galaktomannan testinin Aspergillus dışı<br />
fungal etkenleri tanımlayamaması veya bu testin<br />
yalancı pozitiflik oranları ile DNA testlerinin<br />
duyarlılıklarının sınırlı oluşu tanıda zorluk<br />
oluşturmaktadır. Ancak çeşitli çalışmalar sonucunda<br />
profilaksi ve ampirik tedavi almadan<br />
kültür, PCR ve antijen testlerinin pozitiflik<br />
sonuçlarına göre preemptif tedavi başlanmış<br />
hastalarda tedavi ve sağkalım oranları incelendiğinde<br />
hatta ateş yanıtı olmayan nötropenik hastaların<br />
invaziv fungal enfeksiyon tanımlanmasında<br />
güvenle uygulanabilecek bir yaklaşm<br />
olduğu saptanmıştır.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Cordonnier C, Pautas C, Maury S, et al. Empirical versus preemptive<br />
antifungal therapy for high-risk, febrile, neutropenic<br />
patients: a randomized, controlled trial. Clin Infect Dis<br />
2009;48:1042-51.<br />
2. Kandemir Ö, Şahin E, Tiftik N, Kaya A. Febril nötropenik<br />
kanser hastalarında gözlenen hastalarında gözlenen infeksiyonlar<br />
ve tedavi başarısını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi.<br />
ANKEM 2006;20:98-102.<br />
3. Lin MT, Lu HC, Chen WL. Improving efficacy of antifungal<br />
therapy by polymerase chain reaction-based strategy among<br />
febrile patients with neutropenia and cancer. Clin Infect Dis<br />
2001;33:1621-7.<br />
4. Maertens J, Theunissen K, Verhoef G, et al. Galactomannan<br />
and computed tomography based preemptive antifungal<br />
therapy in neutropenic patients at high risk for invasive fungal<br />
infection: a prospective feasibility study, Clin Infect Dis<br />
2005;41:1242-50.<br />
5. Rintala E. Incidence and clinical significance of positive blood<br />
cultures in febrile episodes of patients with hematological<br />
malignancies. Scand J Infect Dis 1994;26:77-84.<br />
6. Uzun Ö. Preemptif antifungal tedavi. ANKEM 2007;21(Ek<br />
2):220-3.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Karın İçi Enfeksiyonlar<br />
Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
İzmir<br />
233
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Karın İçi Enfeksiyonlar<br />
İntraabdominal enfeksiyonlar yoğun bakımlarda<br />
ikinci en sık ölüm nedenidir. Özellikle<br />
cerrahi sonrası karşımıza çıktığında mortalitesi<br />
ve morbiditesi son derece yüksektir.<br />
İntraabdominal enfeksiyonlar, antibiyotik kullanımının<br />
yanı sıra cerrahi ve/veya radyolojik<br />
prosedürler ile tedavi edilir. <strong>Tedavi</strong> rehberleri<br />
enfeksiyonun ciddiyetine göre tedavi önerilerinde<br />
bulunmak için düzenlenmiştir. 1992<br />
yılında ilk kez Cerrahi İnfeksiyon Derneği<br />
(Surgical Infection Society-SIS) tarafından bir<br />
rehber yayınlanmıştır. 2000 yılında revize edilen<br />
bu rehber 2002 yılında yeniden düzenlenerek<br />
yayınlanmış, 2009 yılında SIS ve Amerikan<br />
İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (Infectious<br />
Diseases Society of America-IDSA) son veriler<br />
ile rehberi yenilemiştir.<br />
Rehberler hastanın tedavisi için birebir uygulanacak<br />
reçeteler önermemektedir. Sadece kullanıcı<br />
için şu sorulara yanıt vermektedir:<br />
• Hangi hasta intraabdominal enfeksiyon tedavisi<br />
gerektirir?<br />
• <strong>Tedavi</strong> ne kadar devam etmelidir?<br />
• Hangi tedavi rejimi enfeksiyona uygun olacaktır?<br />
• <strong>Tedavi</strong>yi hangi risk faktörleri etkilemektedir?<br />
Komplike olmayan intraabdominal enfeksiyon,<br />
gastrointestinal kanalın intramural enflamasyonu<br />
ile ilişkilidir ve uygun tedavi edilmediğinde<br />
komplike enfeksiyon gelişme olasılığı yüksektir.<br />
Komplike intraabdominal enfeksiyon (KİE)<br />
yaygın rastlanan bir sorundur. Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde tek başına apandisit yaklaşık<br />
yılda 300 milyon kişide görülmektedir ve bir<br />
Tab lo 1. <strong>Tedavi</strong> rehberlerinde uygulanan önerilerin gücü ve kanıt kalitesi<br />
Değerlendirme<br />
Önerinin gücü<br />
Kanıt tipi<br />
Grade A Kullanım için önerilmesini destekleyen iyi kanıt<br />
Grade B Kullanım için önerilmesini destekleyen orta derecede kanıt<br />
Grade C<br />
Kanıt kalitesi<br />
Kullanım için önerilmesini destekleyen zayıf derecede kanıt<br />
Düzey 1 Uygun şekilde tasarlanmış, randomize kontrollü en az bir çalışmadan elde edilen kanıt<br />
Düzey 2 Randomize olmayan, iyi tasarlanmış en az bir klinik çalışma, kohort ya da olgu-kontrol analitik<br />
çalışmalarda ya da kontrolsüz deneylerde elde edilen çarpıcı sonuçlar<br />
Düzey 3 Saygın yazarların klinik deneyimleri ya da uzman komitelerinin bildirilerine dayanan kanıt<br />
234<br />
milyondan fazla hastanede yatış gününden<br />
sorumludur. Destekleyici yoğun bakım hizmetleri,<br />
tanısal görüntüleme, minimum invaziv<br />
girişimler ve antimikrobiyal tedavi ile ilgili ilerlemeler,<br />
bu enfeksiyonlara yönelik yaklaşım<br />
konusunda önemli gelişmeler sağlamıştır. Bu<br />
kılavuz, KİE’lere yaklaşımı kapsayan bir çerçeve<br />
oluşturmak amacıyla tasarlanmıştır.<br />
<strong>Tedavi</strong> rehberlerinde uygulanan önerilerin gücü<br />
ve kanıt kalitesi Tablo 1’de görülmektedir.<br />
Yazının bu bölümünde IDSA-SIS’ın 2010 yılında<br />
yayınlanan KİE tanı ve tedavisine ilişkin önerilerinden<br />
bir kısmı yer almaktadır.<br />
KİE Tanısında Öneriler<br />
1. Rutin öykü, fizik muayene ve laboratuvar<br />
incelemeleriyle, daha ileri değerlendirme tedavi<br />
gerektiren KİE kuşkulu olguların çoğu saptanabilmektedir<br />
(A-II).<br />
2. Mental durum bozukluğu ya da omurilik<br />
zedelenmesi, bağışıklığı baskılanmış olgular<br />
gibi fizik muayene bulguları güvenilir olmayan<br />
hastalar ile kaynağı belirsiz enfeksiyon bulguları<br />
ile başvuran hastada KİE olasılığı düşünülmelidir<br />
(B-III).<br />
3. Difüz peritonit bulguları bariz olan ve acil<br />
cerrahi girişim düşünülen hastalarda, tanıya<br />
yönelik başka görüntüleme incelemelerine<br />
gerek yoktur (B-III).<br />
4. Hemen laparotomi yapılmayacak olan hastalarda<br />
KİE varlığı ve kaynağını belirlemede tercih<br />
edilen görüntüleme yöntemi bilgisayarlı tomografi<br />
incelemesidir (A-II).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
KİE Kuşkusu ya da Tanının Doğrulanması<br />
Durumunda Antibiyotik <strong>Tedavi</strong>si Ne Zaman<br />
Başlanmalıdır?<br />
1. Antibiyotik tedavisi, KİE tanısı konulduğunda<br />
ya da KİE olasılığı durumunda başlanmalıdır.<br />
Septik şoktaki hastaya mümkün olduğu kadar<br />
çabuk başlanmalıdır (A-III).<br />
2. Septik şok bulgusu olmayan hastada, antibiyotik<br />
tedavisi acil biriminde başlanmalıdır<br />
(B-III).<br />
3. Kaynak kontrolü girişimi sırasında yeterli<br />
antibiyotik ilaç düzeyi korunmuş olmalıdır<br />
(A-I).<br />
Yeterli Kaynak Kontrolü Sağlanmasında<br />
Hangi İşlemler Yapılmalıdır?<br />
1. Enfekte odakların drenajı ya da rezeksiyonu,<br />
süregelen peritoneal kontaminasyonun engellenmesi,<br />
anatomik ve fizyolojik fonksiyonun<br />
yeniden sağlanması tüm KİE’li hastalarda önemlidir<br />
(B-II).<br />
2. Difüz peritoniti olan hastalarda acil cerrahi<br />
girişim yapılmalıdır (B-II).<br />
3. Apseler ve diğer iyi lokalize sıvı birikintilerinin<br />
perkütan drenajı, cerrahi drenaja tercih<br />
edilir (B-II).<br />
4. Akut organ yetmezliği olmayan, hemodinamik<br />
açıdan stabil olan hastalarda, uygun antibiyotik<br />
tedavisi verilmesi şartı ile girişim 24 saat<br />
ertelenebilir (B-II).<br />
5. Şiddetli peritonit, pasajın kesintiye uğraması,<br />
karın duvarının kapatılmasını engelleyen fasiya<br />
kaybı ya da intraabdominal hipertansiyon<br />
bulunmadığında; yeniden laparotomi yapılması<br />
önerilmez (A-II).<br />
6. Peri apendiküler ya da peri kolonik flegmon<br />
olguları gibi, iyi sınırlanmış enfeksiyon odağı<br />
olan seçilmiş hastalarda, yakın klinik izlem şartı<br />
ile kaynak kontrolü işlemi yapılmadan sadece<br />
antimikrobiyal ilaçlarla tedavi edilebilir (B-II).<br />
Mikrobiyolojik Örnekler Ne Zaman ve<br />
Nasıl Alınmalıdır?<br />
1. Toplum kökenli KİE olgularında kan kültürleri<br />
ek bilgi sağlamaz ve rutin önerilmez (B-III).<br />
Şebnem Şenol<br />
2. Toksik görünen ya da bağışıklığı baskılanmış<br />
hastada, bakteremi olup olmadığının bilinmesi,<br />
antibiyotik tedavi süresinin belirlenmesinde<br />
yardımcı olabilir (B-III).<br />
3. Toplum kökenli enfeksiyonlarda, enfekte<br />
materyale rutin Gram boyama yapılmasının<br />
yararı kanıtlanmamıştır (C-III).<br />
4. Sağlık bakımı kökenli enfeksiyonlarda, Gram<br />
boyama, maya bulunduğunu saptamada yararlı<br />
olabilir (C-III).<br />
5. Toplum kökenli enfeksiyonu olan düşük risk<br />
altındaki hastalarda, rutin aerop ve anaerop kültür<br />
yapılması, isteğe bağlıdır. Ancak bu uygulama,<br />
toplum kökenli KİE patojenlerinin direnç<br />
paternlerindeki epidemiyolojik değişikliklerin<br />
saptanmasında yardımcı olabilir (B-II).<br />
6. Toplumda yaygın bulunan bir etkende (örn.<br />
Escherichia coli) yerel olarak sık kullanılan bir<br />
antibiyotiğe önemli ölçüde direnç varsa (izolatların<br />
%10-20’si dirençli) perfore apandisit ve<br />
diğer KİE hastalarında rutin olarak kültür ve<br />
duyarlılık incelemeleri yapılmalıdır (B-III).<br />
7. Ampirik anaerobik tedavi veriliyor ise toplum<br />
kökenli KİE’de anaerop kültüre gerek yoktur<br />
(B-II).<br />
8. Yüksek risk altındaki hastalarda, daha önceden<br />
antibiyotiklere maruz kalmış ise, dolayısıyla<br />
dirençli patojen olasılığı fazla olanlarda, enfeksiyon<br />
yerinden rutin kültür yapılmalıdır (A-II).<br />
9. Enfeksiyonun intraabdominal odağından alınan<br />
örnek, klinik enfeksiyonla ilişkili olan<br />
materyali temsil edecek nitelikte olmalıdır<br />
(B-III).<br />
Toplum Kökenli Hafif-Orta Şiddetli KİE’de<br />
(TKKİE) Hangi Antimikrobiyaller<br />
Uygulanmalıdır?<br />
1. TKKİE tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin,<br />
enterik gram-negatif aerop ve fakültatif<br />
basiller ve enterik gram-pozitif streptokoklara<br />
karşı aktivitesi olmalıdır (A-I).<br />
2. İleum, apendiks ya da kolondan kaynaklanan<br />
enfeksiyonlarda, tıkanma ya da paralitik ileus<br />
varlığında, daha proksimaldeki perforasyonlarda<br />
zorunlu anaerop basilleri de kapsayan tedavi<br />
uygulanmalıdır (A-I).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 235
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Karın İçi Enfeksiyonlar<br />
3. Hafif-orta şiddetli TKKİE’de erişkin hastada<br />
tikarsilin-klavulanik asit, sefoksitin, ertapenem,<br />
moksifloksasin ya da tigesiklinin tekli kullanımı<br />
tavsiye edilir veya metronidazol ile birlikte sefazolin,<br />
sefuroksim, seftriakson, sefotaksim, levofloksasin<br />
ya da siprofloksasinden birinin kombinasyonu,<br />
antipsödomonal tedaviye tercih edilir<br />
(A-I).<br />
4. Toplum kökenli E. coli’de direnç oranı yüksek<br />
olduğundan ampisilin-sulbaktam önerilmez<br />
(B-II).<br />
5. Bacteroides fragilis grubunda artan dirençten<br />
dolayı, sefotetan ve klindamisin önerilmez<br />
(B-II).<br />
6. Aynı derecede etkili olan ve daha az toksik<br />
olan ajanlar kullanılabileceğinden, erişkinlerde<br />
TKKİE’de aminoglikozidlerin rutin kullanımı<br />
önerilmez (B-II).<br />
7. TKKİE olan hastalarda ampirik tedavide enterokoklara<br />
karşı aktivitesi olan bir antibiyotik<br />
seçmek gereklidir (A-I).<br />
8. TKKİE’de erişkin ve pediatrik hastalarda<br />
ampirik antifungal tedavi önerilmez (B-II).<br />
9. Yüksek şiddetli TKKİE ya da sağlık bakımı<br />
kökenli enfeksiyonlar için uygun ajanlar, hafiforta<br />
TKKİE’de önerilmez. Çünkü toksisite artar<br />
ve daha dirençli mikroorganizma gelişimine<br />
neden olur (B-II).<br />
10. Akut divertikülit ve çeşitli apandisit formları<br />
dahil toplum kökenli hafif-orta şiddetli olgularda,<br />
kaynak kontrol işlemi yapılmayacak olanlarda,<br />
erken oral tedaviye geçiş olanağı sağlayan,<br />
hafif-orta TKKİE olguları için önerilen antibiyotik<br />
listesi önerilir (B-III).<br />
11. APACHE II skoru > 15 olan ya da yüksek<br />
şiddetteki TKİAE olgularında; tekli tedavide<br />
meropenem, imipenem-silastatin, doripenem,<br />
piperasilin-tazobaktam ya da metronidazol ile<br />
kombinasyon şeklinde seftazidim, sefepim<br />
dahil, gram-negatif geniş etki spektrumu olan<br />
ampirik tedavi önerilir (A-I).<br />
12. Kinolona dirençli E. coli yaygındır ve hastane<br />
sürveyansları E. coli’nin kinolon duyarlılığı ><br />
%90 olduğu gösterilmedikçe, kinolonlar kullanılmamalıdır<br />
(A-II).<br />
13. Alternatif bir tedavi, aztreonam + metronidazoldür,<br />
ancak gram-pozitif koklara etkili bir<br />
ajan eklenmesi önerilir (B-III).<br />
236<br />
Hangi Hastalara Oral ya da Ayaktan<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> Düşünülmelidir?<br />
1. Enfeksiyon belirti ve semptomlarının giderilmiş<br />
olduğu çocuk ve erişkinde, başka antibiyotik<br />
tedavisine gerek yoktur (B-III).<br />
2. İntraabdominal enfeksiyonlarda iyileşme<br />
döneminde olan hastalarda moksifloksasin, siprofloksasin,<br />
levofloksasin + metronidazol oral<br />
formları ya da metronidazol ile bir oral sefalosporin<br />
ya da amoksisilin-klavulanik asit tercih<br />
edilebilir (B-II).<br />
3. Duyarlılık testlerinde sadece intravenöz tedaviye<br />
duyarlı mikroorganizma saptandığında, bu<br />
tedavi hastane dışında uygulanabilir (B-III).<br />
4. Çocuklarda; ateşin düşmesi, ağrının azalması,<br />
oral alımın iyi olması ve ayağa kalkabilir durumda<br />
olmasına rağmen, intraabdominal enflamasyona<br />
ait semptomların devam etmesi durumunda<br />
APAT düşünülebilir (B-II).<br />
5. Çocuklarda oral tedavinin basamaklı olarak<br />
azaltılmasında en dar spektrumlu, en iyi tolere<br />
edilen en güvenli oral tedavi uygulanması için<br />
drenaj işlemi sırasında intraabdominal örnekten<br />
kültür yapılması önerilir (B-II).<br />
6. Eğer izole edilirse, gram-negatif aerop ve<br />
fakültatif mikroorganizma duyarlılık sonuçları,<br />
çocuklarda ve erişkinde ilaç seçiminde kullanılmalıdır<br />
(B-III).<br />
7. Birincil kaynak kontrolü yapılmayan hastalar<br />
ayaktan tedavi edildiğinde, önerilen oral tedavi,<br />
başlangıçtaki intravenöz tedavinin ardından<br />
basamaklı azaltma tedavisi olarak uygulanabilir<br />
(B-III).<br />
<strong>Tedavi</strong> Başarısızlığı Düşünülüyorsa<br />
Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?<br />
1. Dört-yedi günlük tedaviden sonra persistan<br />
ya da yineleyen KİE klinik kanıtları olması<br />
halinde, bilgisayarlı tomografi ya da ultrasonografi<br />
ile tanıya yönelik inceleme yapılmalıdır.<br />
Başlangıçta izole edilen mikroorganizmaya karşı<br />
tedaviye devam edilmelidir (A-III).<br />
2. Başlangıçta verilen uygun ampirik antibiyotik<br />
tedavisine rağmen klinik yanıt elde edilemeyenlerde<br />
ekstraabdominal enfeksiyon ya da enfeksiyöz<br />
olmayan durumlar araştırılmalıdır (A-II).<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. <strong>Tedavi</strong>ye yanıt vermeyen ve enfeksiyon odağının<br />
ortadan kalkmadığı olgularda anaerop kültürler<br />
yapılmalıdır (C-III).<br />
Sonuç olarak; enfeksiyon rehberleri uygulayıcı<br />
hekimi hukuksal olarak koruyan, kanıta dayalı<br />
tıp için önemli araçlardır. Ancak yerel direnç ve<br />
etkenler, yerel tedavi uygulamaları gerektirebilir.<br />
Ülkemizde birden fazla kliniği ilgilendiren<br />
rehberleri hazırlamak güç gibi görünmektedir.<br />
Bu nedenle rehberlerin tavsiyelerini dikkate alarak<br />
ancak yerel sürveyans sonuçlarını takip<br />
ederek ayrıca cerrahların taleplerini karşılayacak<br />
tedavi kararları vermek enfeksiyon hastalıkları<br />
uzmanlarının deneyimine kalmaktadır.<br />
KAYNAKLAR<br />
Şebnem Şenol<br />
1. Mazuski JE, Sawyer RG, Nathens AB. The Surgical<br />
Infection Society Guidelines on Antimicrobial Therapy for<br />
Intra-Abdominal Infections: an Executive Summary<br />
Surgical Infections Volume 3, Number 3, 2002<br />
2. Solomkin JS, Mazuski JE, Bradley JS. Diagnosis and management<br />
of complicated intra-abdominal infection in<br />
adults and children: Guidelines by the Surgical Infection<br />
Society and the Infectious Diseases Society of America.<br />
Clin Infect Dis 2010;50:133-64.<br />
3. Swenson BR, Metzger R, Hedrick TL, et al. Choosing antibiotics<br />
for intra-abdominal infections: what do we mean<br />
by “high risk”? Surg Infect (Larchmt) 2009;10:29-39.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 237
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />
Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Turgut Özal Tıp Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Malatya<br />
239
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />
Damar içi kateterler modern sağlık bakımı<br />
uygulamalarında giderek artan sıklıkta<br />
kullanılan araçlardan olup, sıvı replasman tedavileri,<br />
ilaç uygulamaları, kan ve kan ürünlerinin<br />
transfüzyonu, parenteral beslenme, hemodinamik<br />
izleme ve hemodiyaliz uygulamaları gibi<br />
pek çok yararlar sağlamaktadır. Bununla birlikte<br />
kateter uygulamaları mekanik (tromboemboliler,<br />
kanama, pnömotoraks vb.) ve enfeksiyöz<br />
pek çok soruna neden olabilmektedir. Damar<br />
içi kateterlerin en önemli enfeksiyöz komplikasyonları<br />
selülit, septik trombofilebit, apse<br />
oluşumu, kateterle ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu<br />
(KİKDE), endokardit ve metastatik enfeksiyonlardır.<br />
Damar içi kateterlerle ilişkili enfeksiyonlar<br />
için risk, kateterin tipine, kullanım<br />
amacına, yerleşim bölgesine, kalış süresine;<br />
hastanenin büyüklüğüne, üniteye; kateteri<br />
takan kişinin eğitimi ve tecrübesine, kateter<br />
takma girişimindeki sıklığa, kanıtlanmış önleyici<br />
stratejilere uyuma göre değişir. Kateterle<br />
ilişkili enfeksiyonlar morbidite ve mortalitenin<br />
önemli bir nedeni olarak karşımıza çıkar.<br />
Ayrıca, hastanede kalış süresinde uzama ve<br />
tedavi maliyetinde artış ile de ilişkilidir.<br />
Perkütanöz yerleşimli, kafsız kateterlerde sıklık<br />
sırasına göre koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />
Staphylococcus aureus, Candida türleri ve enterik<br />
gram-negatif basiller en sık sorumlu mikroorganizmalardır.<br />
Cerrahi olarak implante edilen<br />
kateterler ve periferik yerleşimli santral venöz<br />
kateterlerde ise koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />
enterik gram-negatif basiller, S. aureus ve<br />
Pseudomonas aeruginosa en sık etkenlerdir.<br />
Kateterle İlişkili Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>sine<br />
Genel Yaklaşım<br />
Kateterle ilişkili enfeksiyonların tedavisinde,<br />
kan ve kateter örneklerinin uygun kültürleri<br />
yapıldıktan sonra klinik ipuçları, akut hastalığın<br />
şiddeti, altta yatan hastalık, enfeksiyon için<br />
risk faktörleri ve etken olabilecek mikroorganizmalar<br />
göz önüne alınarak ampirik antibiyotik<br />
tedavisi başlanmalıdır. Bununla birlikte<br />
belirli bir ampirik tedavi seçimini destekleyen<br />
veri bulunmamaktadır. Gram-pozitif bakterilerdeki<br />
direnç artışı nedeniyle sıklıkla bir glikopeptid<br />
antibiyotik tercih edilmektedir. Eğer<br />
minimum inhibitör konsantrasyonu (MİK) ≥ 2<br />
µg/mL ise vankomisin metisiline dirençli S.<br />
aureus (MRSA) bakteremisinin tedavisinde<br />
240<br />
düşük bir klinik başarı oranına sahiptir. Bir<br />
kurumda MRSA izolatlarının çoğunluğunda<br />
vankomisin için MİK değerleri ≥ 2 µg/mL ise<br />
tedavide daptomisin gibi alternatif ilaçlar kullanılmalıdır.<br />
KİKDE’den şüphelenilen, fakat<br />
kanıtlanmamış hastalarda ampirik tedavide<br />
linezolid kullanımı önerilmez.<br />
Nötropenik hastalarda, sepsisle birlikte ciddi<br />
hastalığı olanlarda ya da çok ilaca dirençli gramnegatif<br />
bir basil ile kolonize olduğu bilinen<br />
hastalarda gelişen KİKDE’de ampirik antibiyotik<br />
kombinasyonu P. aeruginosa gibi gramnegatif<br />
basilleri de kapsamalıdır. Bu durumlarda<br />
kültür ve duyarlılık sonuçları elde edilince antibiyotik<br />
tedavisinin de-eskalasyonu yapılabilir.<br />
Gram-negatif basiller için ampirik tedavi lokal<br />
antimikrobiyal duyarlılık verilerine ve hastalığın<br />
şiddetine dayanmalıdır (bir aminoglikozid<br />
ile birlikte ya da tek başına dördüncü kuşak<br />
sefalosporin, karbapenem ya da beta-laktam/<br />
beta-laktamaz kombinasyonu).<br />
Kritik bir hastada femoral kateter ile ilgili<br />
KİKDE’den şüpheleniliyorsa ampirik tedavi<br />
gram-pozitif etkinlik yanında, gram-negatifbasiller<br />
ve Candida türlerine etkinliği de içermelidir.<br />
Total parenteral beslenme, geniş spektrumlu<br />
antibiyotiklerin uzun süreli kullanımı,<br />
hematolojik malignite, kemik iliği ya da solid<br />
organ nakli, femoral kateterizasyon ya da pek<br />
çok bölgede Candida türlerinin neden olduğu<br />
kolonizasyon gibi risk faktörlerinden birisinin<br />
olduğu septik hastalarda kateterle ilişkili kandidemi<br />
için, ekinokandinler ya da son üç ayda<br />
azol maruziyeti olmayan ve Candida krusei ve<br />
Candida glabrata riski çok düşük olan hastalarda<br />
flukonazol ampirik tedavide uygulanmalıdır.<br />
Kateter çıkarıldıktan sonra, 72 saatten daha<br />
uzun süre fungemi ya da baktereminin devam<br />
ettiği hastalarda antibiyotik tedavisi dört-altı<br />
hafta uygulanmalıdır. Enfektif endokardit,<br />
süpüratif trombofilebit, pediatrik hastalarda<br />
osteomiyelit varlığında dört-altı hafta tedavi<br />
verilirken, erişkin hastalardaki osteomiyelitte<br />
tedavi altı-sekiz hafta olmalıdır.<br />
KİKDE’lerin yönetiminde, kateteri çıkarma ya<br />
da koruma kararının verilmesi; süpüratif trombofilebit,<br />
endokardit, osteomiyelit, olası metastatik<br />
odaklar içeren komplike KİKDE ile komplike<br />
olmayan KİKDE ayırımının yapılması esas-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
tır. Aşağıdaki durumlardan birisi ile ilişkili<br />
KİKDE’de uzun süreli kateterler çıkarılmalıdır:<br />
Ciddi sepsis, süpüratif trombofilebit, endokardit,<br />
etken olan mikroorganizmanın duyarlı<br />
olduğu antimikrobiyal ile tedavi süresinin 72<br />
saatten daha uzun olmasına rağmen kan dolaşımı<br />
enfeksiyonunun devam etmesi; S. aureus, P.<br />
aeruginosa, mantar ya da mikobakterilerin<br />
neden olduğu enfeksiyonlar. Kısa süreli kateterler<br />
ise gram-negatif basil, S. aureus, enterokok,<br />
mantar ya da mikobakterilerin neden olduğu<br />
KİKDE’de çıkarılmalıdır. Kateterin kurtarılmaya<br />
çalışıldığı KİKDE olan hastalarda, ilave kan kültürleri<br />
alınmalıdır ve eğer uygun tedavinin başlanmasından<br />
72 saat sonra alınan kan örneklerinde<br />
kan kültür sonuçları pozitif kalmaya<br />
devam ediyorsa kateter çıkarılmalıdır. Daha<br />
düşük virülanslı mikroorganizmaların (Bacillus<br />
türleri, Micrococcus türleri ya da Propionibacteria)<br />
neden olduğu KİKDE’yi ortadan kaldırmak zordur.<br />
En az bir kan kültür örneğinin periferik<br />
venden alındığı çok sayıda pozitif kültür sonuçlarına<br />
dayanarak, kan kültür kontaminasyonu<br />
dışlandıktan sonra kateter çıkarılmalıdır. S.<br />
aureus, P. aeruginosa, Bacillus türleri, Micrococcus<br />
türleri, Propionibacteria, mantar ve mikobakterilerin<br />
dışındaki diğer patojenlerin neden olduğu,<br />
uzun süreli kateterlere bağlı komplike olmayan<br />
KİKDE’de kateter çıkarılmadan tedavi denenebilir.<br />
Ayrıca, ürokinaz ve diğer trombolitik ilaçlar<br />
KİKDE’de ek tedavi olarak önerilmemektedir.<br />
Kısa Süreli Periferik Venöz Kateter İlişkili<br />
Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />
Periferik intravenöz kateterlerde ağrı, endürasyon,<br />
eritem ya da eksüda varsa kateter çıkarılmalıdır.<br />
Böyle kateterlerde gelişen filebit sıklıkla<br />
kateter ilişkili enfeksiyona neden olmaz ve<br />
süpüratif trombofilebit olsun ya da olmasın<br />
KİKDE riski çok düşüktür.<br />
Tünelli Olmayan Santral Venöz Kateterler<br />
ve Arteryel Kateterler ile İlişkili<br />
Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />
Yoğun bakımda yatan, yeni başlayan ateşi olan<br />
fakat ciddi sepsis ya da kan dolaşımı enfeksiyonu<br />
kanıtı olmayan hastalarda, rutin kateter çıkarılması<br />
gerekmez. Bu hastalarda kateterden kan<br />
kültürü örneği, eğer varsa kateterin “hub” kısmından<br />
ve yerleşim yerinden kültür için örnek-<br />
Funda Yetkin<br />
ler alınmalıdır. Açıklanamayan sepsis ya da<br />
kateter yerleşim yerinde aşırı derecede eritem ya<br />
da giriş yerinde pürülans varsa kateter çıkarılmalı<br />
ve kültüre gönderilmelidir. Açıklanamayan<br />
ateşi olan bir hastada kan kültür sonuçları pozitif<br />
ise kateter bir rehber tel üzerinden değiştirilebilir.<br />
Çıkarılan kateterin ucu kültüre gönderilmeli<br />
ve kateter uç kısmında anlamlı bir üreme<br />
varsa, yeni yerleştirilen kateter de sıklıkla bakteriyel<br />
kolonizasyon gelişeceğinden değiştirilmelidir.<br />
Hemodiyaliz Kateterleri Dışındaki Uzun<br />
Süreli Santral Venöz Kateterler ya da<br />
İmplante Kateterler ile İlişkili<br />
Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />
Tünel enfeksiyonu ya da port apsesi olan hastalarda<br />
kateterin çıkarılması, eğer endikasyon<br />
varsa insizyon ve drenaj gereklidir. Eşlik eden<br />
bakteremi ya da kandidemi yoksa 7-10 gün süre<br />
ile antibiyotik tedavisi yeterlidir. Sistemik bulguların,<br />
pozitif kan kültür sonuçlarının ya da<br />
pürülansın olmadığı komplike olmayan çıkış<br />
yeri enfeksiyonlarında kültür sonuçlarına dayanarak<br />
topikal antimikrobiyal tedavi verilebilir<br />
(S. aureus enfeksiyonu için mupirosin merhem,<br />
Candida enfeksiyonu için ketokonazol ya da<br />
lotrimin merhem). Topikal tedavi ile iyileşme<br />
başarısız olursa ya da pürülan drenaj varsa,<br />
etkenin duyarlılığına göre sistemik antibiyotikler<br />
uygulanmalıdır. Sistemik antibiyotiklerle de<br />
tedavi başarısız olursa kateter çıkarılmalıdır.<br />
Diğer vasküler bölgeler kullanılamaz olduğunda<br />
ve/veya hastalarda kanama diyatezleri için artmış<br />
bir risk varsa, komplike olmayan KİKDE’de<br />
enfekte kateter bir rehber tel üzerinden değiştirilebilir.<br />
Pediatrik Hastalarda Kateterle İlişkili<br />
Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />
Küçük çocuklarda kateterlerin yerleştirilmesi ya<br />
da rehber tel üzerinden değiştirilmesi güçtür ve<br />
tanısal amaçla kateterin çıkarılması venöz girişin<br />
kaybedilmesi sorununu doğurmaktadır. Bu<br />
nedenle çocuklarda başka bir venöz girişin elde<br />
edilmesinin zorluğuna karşın, kateterin çıkarılmasının<br />
yararları değerlendirilmelidir. Kateter<br />
çıkarılmadan tedavi edilen çocuklar ek kan kültürleri<br />
ve klinik değerlendirme ile yakından<br />
izlenmeli, klinikte bir bozulma olduğunda ya da<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 241
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />
inatçı, tekrarlayan KİKDE varsa kateter çıkarılmalıdır.<br />
İnfant ve çocuklar için uygun antimikrobiyal<br />
ilaçlar hastanın yaşına ve ağırlığına göre<br />
doz ayarlaması yapılarak uygulanır.<br />
Antibiyotikler etkilenen kateter içerisinden<br />
uygulanmalıdır. Antifungal tedavi, bir kan kültüründe<br />
maya izole edildiğinde ya da yüksek<br />
fungemi şüphesinde başlanmalıdır. Uygun bir<br />
antifungal ilacın seçimi, izole edilen mikroorganizma,<br />
ilacın pediatrik doz bilgilerinin bulunması,<br />
toksisitesi, uygulanma yolu ve formülasyonlarını<br />
içeren özelliklere dayanmalıdır.<br />
Kateterle ilişkili enfeksiyonu olan, kateteri çıkarılan<br />
ya da çıkarılmayan çocuklarda kabul edilen<br />
optimal bir tedavi süresi yoktur. Bu nedenle<br />
KİKDE olan pediatrik hastalarda tedavi süresi<br />
önerileri erişkin hastalarınkinin yansımasıdır.<br />
Kateter Yoluyla Hemodiyaliz Uygulanan<br />
Hastalarda Gelişen Kateterle İlişkili<br />
Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>si<br />
KİKDE olan ve diyaliz uygulanan hastaların<br />
önemli bir kısmı ayaktan başarılı bir şekilde<br />
tedavi edilebilir. Hastaneye yatış sadece ciddi<br />
sepsisi ya da metastatik enfeksiyonu olan hastalarda<br />
endikedir. Uzun süreli kateterlere bağlı<br />
KİKDE olan hemodiyaliz hastalarında dört tedavi<br />
seçeneği vardır:<br />
1. Tek başına intravenöz antibiyotikler,<br />
2. Kateterin derhal çıkarılması ve yeni, uzun<br />
süreli bir kateterin yerleştirilmesinin ertelenmesi,<br />
3. Enfekte kateterin bir rehber tel aracılığı ile<br />
yenisiyle değiştirilmesi,<br />
4. Sistemik antibiyotiklerin kullanımı ve mevcut<br />
kateterde antibiyotik kilit tedavisi.<br />
İntravenöz antibiyotiklerin tek başına uygulanması<br />
yeterli bir yaklaşım değildir, çünkü antibiyotik<br />
tedavisinin tamamlandığı hastaların<br />
çoğunda kan dolaşımı enfeksiyonu tekrarlar.<br />
Hemodiyaliz hastalarında S. aureus, Pseudomonas<br />
türleri ya da Candida türlerinin neden olduğu<br />
KİKDE’de enfekte kateter her zaman çıkarılmalıdır<br />
ve tünelli olmayan, geçici bir kateter başka<br />
bir anatomik bölgeye yerleştirilmelidir. Kan<br />
kültürlerinde negatif sonuçlar elde edildiğinde<br />
uzun süreli bir hemodiyaliz kateteri takılabilir.<br />
Kateter yerleştirmek için başka bir alternatif<br />
bölge yoksa enfekte kateter bir rehber tel üzerinden<br />
değiştirilebilir. Koagülaz-negatif stafilo-<br />
242<br />
koklar, Pseudomonas türleri dışındaki gramnegatif<br />
basiller gibi diğer patojenlerin yol açtığı<br />
hemodiyaliz KİKDE olan hastalarda, kateter<br />
çıkarılmadan ampirik intravenöz antibiyotik<br />
tedavisi başlanabilir. Eğer semptomlar devam<br />
ederse ya da bir metastatik enfeksiyon kanıtı<br />
varsa kateter çıkarılmalıdır. Semptomlar antibiyotik<br />
tedavisi başladıktan sonraki iki-üç gün<br />
içinde hızla düzeliyorsa ve metastatik enfeksiyon<br />
yoksa, enfekte kateter yeni, uzun süreli bir<br />
hemodiyaliz kateteri ile bir rehber tel üzerinden<br />
değiştirilebilir. Kateter çıkarılma endikasyonu<br />
olmayan hastalarda, ek olarak antibiyotik kilit<br />
tedavisi 10-14 gün süre ile her diyaliz seansından<br />
sonra uygulanabilir. Kateterin kaldığı<br />
KİKDE’de antibiyotik tedavisinin tamamlanmasından<br />
bir hafta sonra kontrol kan kültürleri<br />
alınmalıdır. Eğer kan kültürlerinde pozitif<br />
sonuçlar varsa kateter çıkarılmalıdır ve alınan<br />
ilave kan kültürlerinde negatif sonuçlar alındıktan<br />
sonra yeni, uzun süreli bir diyaliz kateteri<br />
yerleştirilmelidir.<br />
Antibiyotik seçimi farmakokinetik özelliklere<br />
dayanarak yapılmalıdır, özellikle her bir diyaliz<br />
seansından sonra uygulanmaya izin veren (vankomisin,<br />
seftazidim ya da sefazolin gibi) ya da<br />
diyalizden etkilenmeyen antibiyotikler (seftriakson<br />
gibi) kullanılmalıdır. Ampirik antibiyotik<br />
tedavisi vankomisini ve lokal verilere dayanarak<br />
gram-negatif basillere etkili ilaçları (üçüncü<br />
kuşak sefalosporin, karbapenem, beta-laktam/<br />
beta-laktamaz kombinasyonu) kapsamalıdır.<br />
Ampirik vankomisin verilen hastalarda metisiline<br />
duyarlı S. aureus’un etken olduğu saptanırsa,<br />
tedavi sefazolin ile değiştirilmelidir. Vankomisine<br />
dirençli enterokokların yol açtığı KİKDE olan<br />
diyaliz hastaları daptomisin (her diyaliz seansı<br />
sonrasında 6 mg/kg) ya da oral linezolid (12<br />
saatte bir 600 mg) ile tedavi edilebilir.<br />
Hemodiyaliz kateteri çıkarıldıktan sonra > 72<br />
saat geçmesine rağmen bakteremi ya da fungemi<br />
devam ediyorsa; endokardit ya da süpüratif<br />
trombofilebit varsa antibiyotikler dört-altı hafta<br />
boyunca verilmelidir. Erişkinlerde osteomiyelit<br />
tedavisinde ise altı-sekiz hafta tedavi uygulanmalıdır.<br />
Şüpheli KİKDE için kan kültürleri alınan<br />
ve antibiyotik tedavisi başlanan hastalarda,<br />
kan kültürleri negatif olarak sonuçlanırsa ve<br />
tanımlanmış başka bir enfeksiyon odağı yoksa<br />
antibiyotik tedavisi sonlandırılabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Nötropenik Hastalarda Kateterle İlişkili<br />
Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>si<br />
S. aureus, P. aeruginosa, mantar ya da mikobakterilerin<br />
neden olduğu KİKDE’de en az 14 gün<br />
sistemik antimikrobiyal tedaviye ek olarak kateterin<br />
çıkarılması önerilir. Ayrıca tünel enfeksiyonu,<br />
port enfeksiyonu, septik tromboz, endokardit,<br />
hemodinamik bozukluğun eşlik ettiği<br />
sepsis, uygun antibiyotik tedavisinde ≥ 72 saat<br />
geçmesine rağmen kan dolaşımı enfeksiyonunun<br />
devam etmesi durumlarında da kateterin<br />
çıkarılması gereklidir. Koagülaz-negatif stafilokokların<br />
neden olduğu KİKDE’de antibiyotik<br />
kilit tedavisi ile birlikte ya da tek başına sistemik<br />
tedavi uygulanarak kateter korunabilir.<br />
Derin doku enfeksiyonu, endokardit, septik<br />
tromboz, uygun antibiyotik tedavisi alan hastalarda<br />
kateter çıkarıldıktan sonra 72 saat geçmesine<br />
rağmen bakteremi ya da fungeminin devam<br />
etmesi durumları komplike KİKDE olarak<br />
tanımlanır ve bu durumlarda dört-altı hafta<br />
kadar uzamış tedavi önerilir.<br />
Antibiyotik Kilit <strong>Tedavi</strong>si<br />
Çıkış yeri enfeksiyonu ya da tünel enfeksiyonu<br />
bulguları olmayan, uzun süreli kateterlere bağlı<br />
KİKDE’de kateteri kurtarmak için antibiyotik<br />
kilit tedavisi endikasyonu vardır. İki haftadan<br />
daha kısa süreli kateterler sıklıkla ekstraluminal<br />
yolla enfekte olur ve bu durumda antibiyotik<br />
kilit tedavisinin etkinliği söz konusu değildir. S.<br />
aureus ve Candida türlerinin neden olduğu<br />
KİKDE’de de kateterin kalması ve antibiyotik<br />
kilit tedavisinin yerine, kateterin çıkarılması<br />
önerilir. Antibiyotik kilit tedavisi etken mikroorganizmanın<br />
duyarlı olduğu bir antibiyotiğin<br />
kateter lümeninde yüksek konsantrasyonda yerleştirilmesiyle<br />
sağlanır. Antibiyotik kilit solüsyonlarının<br />
kalış süreleri 48 saati aşmamalıdır,<br />
tercihan femoral kateteri olan ayaktan hastalarda<br />
her 24 saatte yeniden yerleştirme yapılmalıdır.<br />
Hemodiyaliz hastalarında ise kilit solüsyonları<br />
her diyaliz seansı sonrasında yenilenmelidir.<br />
KİKDE için antibiyotik kilit tedavisi tek başına<br />
kullanılmamalı, sistemik antibiyotik tedavisi ile<br />
birlikte kullanılmalıdır. Her iki rejim 7-14 gün<br />
uygulanmalıdır. Kan kültürleri negatif olduğunda,<br />
sepsis bulguları düzeldiğinde, bazı hastalarda<br />
sistemik antimikrobiyal tedavi oral olarak<br />
verilebilir. İyi emilen oral bir antibiyotik (florokinolon<br />
ya da linezolid gibi) ile 24-48 saat kate-<br />
Funda Yetkin<br />
ter içinde bırakılabilen bir antibiyotik kilit<br />
tedavisinin kombinasyonu, koagülaz-negatif<br />
stafilokokların neden olduğu KİKDE olan hastalarda<br />
ayaktan tedavide kullanışlı olabilir.<br />
Kateteri olan semptomatik hastalarda kateterden<br />
alınan çok sayıda kan kültürü koagülaz- negatif<br />
stafilokoklar ya da gram-negatif basiller için<br />
pozitif olup, aynı zamanda alınan periferik kan<br />
kültürleri negatif olabilir. Böyle hastalarda intraluminal<br />
kolonize kateter düşünülmelidir. Bu<br />
kolonize kateter çıkarılamıyorsa, sistemik tedavi<br />
olmaksızın antibiyotik kilit tedavisi 10-14 gün<br />
süre ile etkilenmiş kateter içine uygulanabilir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Allon M. Treatment guidelines for dialysis catheter-related<br />
bacteremia: an update. Am J Kidney Dis 2009;54:13-7.<br />
2. Beekmann SE, Henderson DK. Infections caused by percutaneous<br />
intravascular devices. In: Mandell GL, Bennett<br />
JE, Dolin R (eds). Principles and Practice of Infectious<br />
Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />
2010:3697-715.<br />
3. Bishop L, Dougherty L, Bodenham A, et al. Guidelines on<br />
the insertion and management of central venous access<br />
devices in adults. Int Jnl Lab Hem 2007;29:261-278.<br />
4. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />
guidelines for the use of antimicrobial agents in neutropenic<br />
patients with cancer: 2010 update by the Infectious<br />
Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2011;52:e56e93.<br />
5. Glover S, Brun-Buisson C. Infections associated with intravascular<br />
lines, grafts and devices. In: Cohen J, Powderly<br />
WG, Opal SM (eds). Infectious Diseases. 3 rd ed. MOSBY.<br />
2010:492-503.<br />
6. Mermel LA, Allon M, Bouza E, et al. Clinical practice guidelines<br />
for the diagnosis and management of intravascular<br />
catheter-related infection: 2009 update by the<br />
Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />
2009; 49:1-45.<br />
7. Mermel LA, Farr BM, Sherertz RJ, et al. Guidelines for the<br />
management of intravascular catheter-related infections.<br />
Clin Infect Dis 2001;32:1249-72.<br />
8. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, et al. Guidelines for<br />
the managements of candidiasis: 2009 update by the<br />
Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />
2009;48:503-35.<br />
9. Rybak MJ, Lomaestro BM, Rotschafer JC, et al. Vancomycin<br />
therapeutic guidelines: a summary of consensus recommendations<br />
from the Infectious Diseases Society of<br />
America, the American society of health-system pharmacists,<br />
and society of infectious diseases pharmacists. Clin<br />
Infect Dis 2009;49:325-7.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 243
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Nozokomiyal Pnömoni<br />
Doç. Dr. Serap Gençer<br />
SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
İstanbul<br />
245
<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />
Nozokomiyal Pnömoni<br />
Hastane kökenli pnömoni (HKP), ikinci en<br />
sık nozokomiyal enfeksiyondur. HKP’ye<br />
sebep olan patojenler artan şekilde eski ilk<br />
seçenek antibiyotiklere direnç kazanmaktadır.<br />
Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter spp. gibi<br />
çoklu antibiyotik dirençli (MDR) gram-negatif<br />
bakteriler ve metisiline dirençli Staphylococcus<br />
aureus (MRSA) artan şekilde önemli patojenler<br />
haline gelmektedir. HKP ve ventilatörle ilişkili<br />
pnömoni (VİP), yüksek morbidite ve mortalite<br />
ile ilişkilidir. Mortaliteyi antibiyotik kullanımı<br />
ile en az %29 azaltmak mümkündür. Bu yüzden<br />
en uygun tedaviyi başlamak ve olgu yönetimini<br />
doğru yapmak büyük önem taşımaktadır.<br />
Uygun tedaviyi yönlendirecek çeşitli uluslararası<br />
rehberler yayınlanmıştır.<br />
TANIMLAR<br />
Amerikan Toraks Derneği (American Thoracic<br />
Society; ATS) ve Amerika İnfeksiyon Hastalıkları<br />
Derneği (Infectious Disease Society of America;<br />
IDSA)’nin ortak hazırladıkları 2005 rehberinde<br />
üç farklı tanım yer almaktadır. Hastaneye yatıştan<br />
48 saat sonra gelişen pnömoni HKP; endotrakeal<br />
entübasyondan 48 saat sonra gelişen<br />
pnömoni VİP olarak adlandırılmaktadır.<br />
Hastanede yatmayan ancak aşağıdaki özelliklerden<br />
birine sahip kişilerde gelişen pnömoni<br />
sağlık bakımı ile ilişkili pnömoni olarak adlandırılmaktadır:<br />
Son 30 gün içinde intravenöz<br />
tedavi, yara bakımı veya intravenöz kemoterapi<br />
uygulaması; uzun süreli bakımevinde kalma;<br />
son 90 gün içinde iki gün veya daha fazla hastanede<br />
yatma öyküsü; son 30 gün içinde bir<br />
hastane veya hemodiyaliz merkezine devam<br />
etme. Kanada (2008) ve İngiliz (2008) rehberlerinde<br />
sağlık bakımı ile ilişkili pnömoni tanımı<br />
kullanılmamaktadır. Türk Toraks Derneğinin<br />
2009 rehberinde bir önceki rehberinden farklı<br />
olarak HKP terminolojisi yerine Hastanede<br />
Gelişen Pnömoni terimi tercih edilmektedir.<br />
KANITA DAYANMA<br />
ATS/IDSA, Kanada ve İngiliz rehberlerinde<br />
kanıta-dayalı derecelendirme sistemi bulunmaktadır.<br />
TANI<br />
HKP ve VİP tedavisinde genel yaklaşımlar tüm<br />
rehberlerde benzerdir; erken, uygun antimikrobiyal<br />
tedaviye başlanması ve mikrobiyolojik<br />
246<br />
kültür sonuçları ve klinik yanıta göre başlangıç<br />
tedavide deeskalasyon yapılması önerilmektedir.<br />
Tanı koymada kantitatif kültüre mutlak ihtiyaç<br />
olduğunu önermek için yeterli kanıt bulunmamakla<br />
beraber genel eğilim kantitatif kriterin<br />
gerçek pnömoniyi tanımada daha özgül olduğudur.<br />
<strong>Tedavi</strong> başlanmadan veya değiştirilmeden<br />
önce kültür için alt solunum yolu örneği alınması,<br />
klinik seyrin sürekli izlenmesi ve kültür<br />
sonuçlarına göre hareket edilmesi konusunda<br />
bir konsensus vardır. Ancak, kültür için örnek<br />
alınması antibiyotik başlanmasını geciktirmemelidir.<br />
Yeni veya progresif pulmoner infiltratla birlikte<br />
ateş, lökositoz veya pürülan balgamdan en az<br />
ikisinin varlığı klinik tanı kriteri olarak tanınmaktadır.<br />
Bu kriteri daha iyileştirmek için<br />
potansiyel tedbirlerden biri “Klinik Pulmoner<br />
İnfeksiyon Skoru (KPİS)”nda olduğu gibi tüm<br />
özelliklerin tek bir skorun içine birleştirilmesidir.<br />
Bu skorlama mekanik ventilasyon alan pnömonili<br />
hastaları pnömonisi olmayanlardan ayırmada<br />
kesindir. Bu skorlamada ateş, lökositoz,<br />
solunum sekresyonlarının pürülansı, radyolojik<br />
anormallikler ve oksijenizasyon bulgu ve parametrelerinden<br />
her biri bir skala (0’dan 2’ye)<br />
üzerinde ölçülmektedir. Bu yaklaşımla, KPİS ≥ 6<br />
olanlarda pnömoni daha olasıdır.<br />
ANTİMİKROBİYAL TEDAVİ<br />
<strong>Tedavi</strong>ye başlamadan önce klinik prezentasyon,<br />
başvuruya göre başlangıç zamanı ve önceden<br />
antibiyotik kullanımı, hastane yatışı ve sağlık<br />
bakımı verilen bir yerle temas gibi çoklu antibiyotik<br />
dirençli patojenler için potansiyelini<br />
değerlendiren risk sınıflaması yapılır. Hastanın<br />
dirençli bir patojenle enfekte olma riski ve lokal<br />
direnç paternleri dikkate alınarak tedavi başlanır.<br />
Çoklu ilaç direnci riski yoksa monoterapi,<br />
varsa kombinasyon tedavisi önerilir. Genelde<br />
İngiliz rehberlerinde daha dar spektrumlu<br />
rejimler önerilmektedir. Hastanede kalış süresi<br />
beş günden kısa, önceden antibiyotik kullanımı<br />
yok ve komorbidite yoksa İngiliz rehberi amoksisilin-klavulanik<br />
asit veya sefuroksim önermekteyken,<br />
diğer rehberlerde üçüncü veya dördüncü<br />
kuşak sefalosporinler, piperasilin-tazobaktam,<br />
karbapenemler veya florokinolonlar<br />
önerilmektedir. Çoklu ilaç direnci için risk<br />
varsa İngiliz rehberinde sefotaksim veya sefu-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
oksim, florokinolon veya piperasilin-tazobaktam<br />
önerilmekte ancak o ünitenin direnç paternleri<br />
dikkate alınmalıdır derken, diğer rehberlerde<br />
antipsödomonal beta-laktam + antipsödomonal<br />
florokinolon veya aminoglikozid, MRSA<br />
riski de bulunuyorsa linezolid veya glikopeptid<br />
ilavesi önerilmektedir.<br />
Tüm rehberler 48-72. saatte klinik yanıtın<br />
değerlendirilmesi ve uygun kültürlerin sonuçlarından<br />
sonra deeskalasyon yapılarak başlangıç<br />
spektrumun daraltılmasını önermektedir.<br />
Rehberlerdeki standart tedavi süresi birçok<br />
patojen için iyi bir klinik yanıt alınmış olması<br />
şartıyla yedi-sekiz gün, nonfermentatif gramnegatif<br />
basiller için daha uzun olup sıklıkla 14<br />
gündür.<br />
KAYNAKLAR<br />
Serap Gençer<br />
1. Brink A, Feldman C, Duse A, et al; South Aftrican<br />
Thoracic Society. Guideline for the management of nosocomial<br />
infections in South Africa. S Afr Med J 2006;<br />
96:642-52.<br />
2. Froes F, Paiva JA, Amaro P, et al; Portuguese Society of<br />
Pulmonology and Intensive Care Society. Consensus<br />
document on noscomial pneumonia [in Portuguese].<br />
Revisia Portuguisa de Pneumologia 2007;13:419-86.<br />
3. Kılınç T, Ece T, Arman D, et al. Türk Toraks Derneği<br />
Erişkinlerde Hastanede Gelişen Pnömoni Tanı ve <strong>Tedavi</strong><br />
Uzlaşı Raporu. Türk Toraks Derg 2009;10(Ek 6).<br />
4. Masterton RG, Gaooloway A, French G, et al. Guidelines<br />
for the management of hospital-acquired pneumonia in<br />
the UK: report of the working party on hospital-acquired<br />
pneumonia of the British Society for Antimicrobial<br />
Chemotherapy. J Antimicrob Chemother 2008;62:5-32.<br />
5. Niederman MS, Craven DE, Bonten MJ, et al. American<br />
Thoracic Society and the Infectious Diseases Society of<br />
America Guidelines for the management of adults with<br />
hospital-acquired, ventilator-associated, and healthcareassociated<br />
pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2005;<br />
171:388-416.<br />
6. Rotstein C, Evans G, Born A, et al. Clinical practice guidelines<br />
for hospital-acquired pneumonia and ventilatorassociated<br />
pneumonia in adults. Can J Infect Dis Med<br />
Microbiol 2008;19:19-53.<br />
7. Thomas M. File, Jr. Recommendations for treatment of<br />
hospital-acquired and ventilator-associated pneumonia:<br />
review of recent international guidelines. Clin Infect Dis<br />
2010;51(S1):S42-S7.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 247
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Direnç Epidemiyoloji<br />
Doç. Dr. Davut Özdemir<br />
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Düzce<br />
249
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Direnç Epidemiyoloji<br />
EPİDEMİYOLOJİ<br />
Acinetobacter türleri; üremesi için gerekli olan<br />
şartların basit olduğu, canlı ve cansız objelerde<br />
uzun süre yaşayabilen bakterilerdir. Toprak ve<br />
su örneklerinin hemen hemen tamamında bu<br />
bakteri ürer. Pastörize süt, dondurulmuş gıdalar,<br />
dondurulmuş kümes hayvanları, dökümhane<br />
ve hastane havaları, buhar aygıtlarının<br />
buharları, su muslukları, peritoneal diyalizatlar,<br />
yatak başı idrar kapları, havlular, anjiyografi<br />
kateterleri, ventilatörler, laringoskoplar, duodenoskoplar,<br />
multidoz medikasyonlar, plazma<br />
protein fraksiyonları, hastane yastıkları ve<br />
sıvı sabunluklardan izole edilebilir.<br />
Acinetobacter’ler cilt, balgam, idrar, dışkı ve<br />
vajinal sekresyonlarda üreyebilir. Ayaktan yetişkin<br />
insanların %25 kadarında cilt kolonizasyonu,<br />
yetişkin ve çocukların %7’sinde geçici<br />
farengeal kolonizasyon olabilir. Hastane personelinin<br />
elinde en sık persistan olan gramnegatif<br />
bakteridir. Yatan hastaların trakeostomi<br />
kenarlarında kolonizasyon sık görülür.<br />
Günümüze kadar 31 veya 33 genotür tanımlanmıştır.<br />
Genotür 1 Acinetobacter calcoaceticus,<br />
genotür 2 Acinetobacter baumannii’dir. Genotür<br />
1, 2, 3 ve 13 sensu Tjenberg ve Ursing (13TU)<br />
A. calcoaceticus-A. baumannii komplex olarak<br />
adlandırılır. Genotür 3 doğal ortamlarda ve klinik<br />
örneklerde bulunur. Bu tür Hong Kong,<br />
İsveç ve İrlanda’da Acinetobacter türleri arasında<br />
en sık görülen türdür. Genomik tür 1 hariç<br />
diğerleri nozokomiyal enfeksiyon etkeni olabilir.<br />
Genomik tür 1 genelde ortam bakterisidir ve<br />
ciddi enfeksiyonlara neden olmaz. İnsanda en<br />
sık A. baumannii hastalık yapar. Diğer<br />
Acinetobacter türlerine göre Acinetobacter lwoffii<br />
menenjite daha çok neden olur.<br />
Acinetobacter bakterileri sıklıkla; immünsüprese,<br />
altta yatan hastalığı olan, invaziv girişim<br />
yapılan, geniş spektrumlu antibiyotik kullanmış,<br />
yoğun bakımda yatan hastalarda enfeksiyona<br />
neden olabilen fırsatçı patojenlerdir.<br />
Yoğun bakımlarda ventilatörle ilişkili pnömoni<br />
(VİP), üriner sistem enfeksiyonu, bakteremi ve<br />
daha az sıklıkla komplike deri ve yumuşak<br />
doku enfeksiyonları, abdominal ve santral sinir<br />
sistemi enfeksiyonlarına neden olur. Kolonize<br />
veya enfekte hasta rezervuardır. A. baumannii’nin<br />
asıl geçiş yolu başlıca vektör olan hastane çalışanlarının<br />
elleri ve direkt temastır. Ayrıca, hava<br />
250<br />
yoluyla da geçiş gösterilmiştir. Son zamanlarda<br />
savaş yaralarında majör etken olarak karşılaşılmaktadır.<br />
Kore ve Vietnam Savaşı sonrası<br />
Amerikan askerlerinde kan dolaşımı ve yara yeri<br />
enfeksiyonu etkeni olarak Acinetobacter’ler<br />
tanımlanmıştır. Yakın zamanda Irak ve<br />
Afganistan’da yaralanan askerlerde de enfeksiyon<br />
etkeni olarak görülmüşlerdir. Bunlarda<br />
sadece %35 imipenem duyarlılığı bulunmuştur.<br />
Griffith ve arkadaşları Irak’taki 102 askerden<br />
303 deri kültürü almış bunlarda yaralanma<br />
öncesi kolonizasyona ait bulguya rastlamamıştır.<br />
Bir salgın araştırmasında Irak’taki yedi sahra<br />
hastanesinde çevreden bakteri izole edilmiş,<br />
enfekte askerlerden sekiz farklı klon 16 direnç<br />
geni bulunmuştur.<br />
Savaş yanında doğal felaketlerin görüldüğü, tropikal<br />
veya ılıman yerlerde de bu enfeksiyonlar<br />
sık görülmektedir. Tsunami sonrası Güneydoğu<br />
Asya’dan, Bali’deki bombalama sonrası buradan<br />
Avrupa’ya götürülen hastaların yaralarında<br />
Acinetobacter spp. tespit edilmiştir. 1999<br />
Marmara depremi sonrası Gülhane Askeri Tıp<br />
Akademisi Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesine yatırılan 220 hastada hastane<br />
enfeksiyonu etkeni olarak en sık Acinetobacter<br />
spp. izole edilmiştir. Mc Donald ve arkadaşları,<br />
1987-1996 yılları arasında tespit edilen 3447<br />
asinetobakter enfeksiyonunun %50’den fazlasının<br />
temmuz-ekim ayları arasında ortaya çıktığını<br />
rapor etmişlerdir. Bu muhtemelen bakterinin<br />
sıcak ve nemli havayı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır.<br />
Uzun süre hastanede kalmak,<br />
cerrahi yaralar, daha önceki enfeksiyon (önceki<br />
antibiyotik kullanımından bağımsız),<br />
Acinetobacter türleri ile fekal kolonizasyon,<br />
geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, santral<br />
venöz kateter ve üriner kateter yerleştirilmesi,<br />
yanık ünitesi ve yoğun bakıma yatış, parenteral<br />
nütrisyon, mekanik ventilasyon, enfeksiyon<br />
kontrol önlemlerine uymama nozokomiyal<br />
enfeksiyonlar için başlıca risk faktörleridir.<br />
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde yapılan<br />
bir çalışmada, asinetobakter bakteremilerinin<br />
yatıştan sonra ortalama 26. günde ortaya çıktığı<br />
ve sürenin diğer bakterilerle oluşan bakteremi<br />
sürelerinden daha uzun olduğu bulunmuştur. A.<br />
baumannii dışındaki asinetobakter bakteremilerinin<br />
mortalitesi yüksek değildir. Mortaliteyi, altta<br />
yatan hastalıklardan dolayı A. baumannii’ye de<br />
bağlamak zordur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Avustralya, ABD ve Asya’dan nadiren toplum<br />
kökenli enfeksiyonlar bildirilmiştir. Bu enfeksiyonlar;<br />
farengeal taşıyıcılığı olan, kanser olan,<br />
alkol ve sigara kullanan, diabetes mellitus ve<br />
kronik karaciğer hastalığı olan, dökümhanelerde<br />
çalışma hikayesi olan kişilerde ortaya çıkmış<br />
ve yüksek mortalite ile seyretmiştir. Bu enfeksiyonlar<br />
pnömoni şeklinde seyretmiştir. Hastaların<br />
önemli bir kısmında bakteremi, akut solunum<br />
sıkıntısı sendromu (ARDS) ve dissemine intravasküler<br />
koagülopati (DİK) tabloları görülmüştür.<br />
Acinetobacter’in klinik izolatlardaki prevalansı<br />
ülkelere ve örneklere göre değişmekle birlikte<br />
son iki dekaddır dünya genelinde artmaktadır.<br />
Gerek ülkemizde, gerekse Avrupa ve Asya<br />
Pasifik ülkelerinde; merkezler ve ülkeler arası<br />
klonal farklılıklar bakterinin epidemik potansiyelini<br />
göstermektedir. 2002-2005 yılları arasında,<br />
ülkemizden hastanemiz de dahil 12 merkezden<br />
(11’i üniversite hastanesi) 13 yoğun bakım<br />
ünitesinin dahil edildiği ve alet ilişkili yoğun<br />
bakım enfeksiyonlarının incelendiği bir çalışmada;<br />
VİP’lerin %29.2, santral venöz kateter<br />
(SVK) ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonlarının<br />
%23.2, kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonlarının<br />
%5.3 nedeninin Acinetobacter spp. olduğu<br />
tespit edilmiştir. VİP ve SVK ilişkili kan<br />
dolaşımı enfeksiyonlarında etken olarak birinci<br />
sıradadır.<br />
“Centers for Disease Control and Prevention<br />
(CDC)” “National Nosocomial Infection<br />
Surveillance” verilerine göre ABD’de 2003 yılında<br />
yoğun bakım kan dolaşımı enfeksiyonlarının<br />
%2.4’ünden, cerrahi alan enfeksiyonlarının<br />
%2.1’inden, nozokomiyal üriner sistem enfeksiyonlarının<br />
%1.6’sından, nozokomiyal pnömonilerin<br />
%6.9’undan (1975 yılında %3) Acinetobacter<br />
spp. sorumludur.<br />
1992 yılında Avrupa’daki yoğun bakım ünitelerinde<br />
üçüncü sıklıkta karşılaşılan patojen A.<br />
baumannii olmuştur. Aynı çalışmanın 2007<br />
yılında beş kıtada 75 ülkede yapılan EPIC II<br />
ayağında A. baumannii beşinci sırada yer almıştır.<br />
Daha uzun süre yoğun bakım ünitesinde<br />
kalanlarda asinetobakter enfeksiyonu oranları<br />
daha yüksek bulunmuştur.<br />
Bir defa bakteri hastaneye girdikten sonra çeşitli<br />
suşlarla, çeşitli defalar salgınlar olur. Bazen<br />
Davut Özdemir<br />
aynı hastanede birkaç klon da beraber görülebilir.<br />
Ancak bunlardan bir tanesi baskındır. Bazen<br />
de tek bir klonla pek çok hastaneyi tutan salgınlar<br />
olabilir. Bu klonlar genellikle yüksek antibiyotik<br />
direnci gösterir. Belli bir klon içinde bile<br />
antibiyotik duyarlılıkları farklılık gösterebilir.<br />
ABD’de Chicago ve komşularında OXA karbapenemaz<br />
üreten monoklonal suşla salgın rapor<br />
edilmiştir. Farklı hastanelerde aynı klonla salgın<br />
olması; hasta, personel veya gıda ve ekipman ile<br />
bakterinin hastaneler arası taşındığını düşündürmektedir.<br />
DİRENÇ<br />
Türler arasında antibiyotik duyarlılığı açısından<br />
fark olabilir. A. lwoffii diğer türlerden daha<br />
duyarlıdır. Acinetobacter türlerinde iki tip intrensek<br />
beta-laktamaz vardır: TEM1 beta-laktamaz<br />
klinik izolatların %16’sında, AmpC sefalosporinaz<br />
suşların %98’inde bulunur. AmpC betalaktamaz<br />
kromozomal bir sefalosporinazdır ve<br />
bazal seviyede salgılanır. Klinik olarak anlamlı<br />
bir dirence neden olmaz. Seftazidime direnç<br />
olurken, karbapenemlere direnç olmaz. Ancak<br />
ampC genine ISAAba1 dizisinin girmesi sefalosporinlerle<br />
tedaviyi kısıtlayan dirence neden olan<br />
beta-laktamazlarda artışa neden olur.<br />
Acinetobacter spp. genetik değişime yatkın bir<br />
türdür ve gram-negatif bakteri sınıfının doğal<br />
olarak transforme olma özelliği olan tek üyesidir.<br />
Bu nedenle Acinetobacter’ler pek çok farklı<br />
mekanizma ile pek çok antibiyotiğe karşı direnç<br />
gösterebilir. Türe, izolasyon yapılan bölge ve<br />
ülkeye göre direnç değişmekle birlikte genel<br />
olarak Acinetobacter’lere karşı direnç artmaktadır<br />
ve bu direncin önemli bir kısmı çok antibiyotiğe<br />
direnç (MDR) şeklindedir. Pek çok farklı<br />
tanım kullanılmakla beraber bir tanıma göre;<br />
MDR A. baumannii, karbapenemler hariç pek<br />
çok antibiyotiğe dirençli olmasıdır. Bu suşlar<br />
kolistin ve tigesikline duyarlıdır. Ancak nadiren<br />
kolistin direnci de olabilir. Sulbaktama duyarlılık<br />
değişkendir. Başka bir tanımda; MDR kavramı,<br />
farklı mekanizmalarla etki eden kinolon,<br />
sefalosporin, karbapenem gibi antibiyotik sınıfından<br />
üç veya daha fazla sınıfa direnci ifade<br />
eder. Panrezistan kavramı ise kolistin hariç standart<br />
tüm antibiyotiklere direnç için kullanılır.<br />
Başka bir tanımda ise tigesiklin ve kolistin dışındaki<br />
tüm antibiyotiklere direnç için “extreme-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 251
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Direnç Epidemiyoloji<br />
resistance, extensive resistance (XDR)” terimi<br />
benimsenmiştir. Tigesiklin ve kolistin dahil var<br />
olan tüm antibiyotiklere direnç için ise panrezistan<br />
(PDR) terimi kullanılmaktadır.<br />
Hastane kaynaklı MDR A. baumannii salgınları<br />
ile ilgili yayınlar Avrupa, Kuzey Amerika,<br />
Arjantin, Brezilya, Çin, Tayvan, Hong Kong,<br />
Japonya, Kore gibi ülkeler ve Güney Pasifik’teki<br />
Tahiti gibi bölgelerden yapılmıştır. Bu suşlar<br />
şehirler, ülkeler ve kıtalar arasında salgınlara<br />
neden olabilir. MDR A. baumannii suşlarının<br />
yüksek antibiyotik direnci olan ülkelerden,<br />
düşük direnç olan İspanya, Norveç gibi ülkelere<br />
girdiği gösterilmiştir. Son zamanlarda ABD ve<br />
İngiltere’de Irak ve Afganistan’dan dönenlerde<br />
görülen Acinetobacter’lerde, MDR gözlenmektedir.<br />
Acinetobacter türleri klorheksidin gibi biyosidlere;<br />
uygunsuz dilüsyonda ve uygunsuz süre bunların<br />
kullanılması, ortamda biyolojik debris<br />
bulunması veya bakterinin multipl dirençli<br />
Acinetobacter olması durumunda dirençli olabilir.<br />
BAZI ANTİBİYOTİKLERE DİRENÇ<br />
MEKANİZMALARI<br />
Beta-Laktamlara Direnç<br />
Beta-laktamazla hidroliz, penisilin bağlayan<br />
proteinler (PBP)’de değişiklik, antibiyotiğin<br />
bakteri içine girmesini sağlayan porinlerin yapı<br />
ve sayısında değişim (sonuçta antibiyotiğin bakteri<br />
içine girmesinde azalma) ve efluks pompası<br />
aktivitesiyle olur.<br />
A Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />
TEM-1 beta-laktamazların A. baumannii’de<br />
olduğu bilinmekle beraber, genişlemiş spektrumlu<br />
beta-laktamaz (GSBL)’lar son zamanlarda<br />
bulunmuştur. A. baumannii suşları PER-1 adı<br />
verilen, GSBL taşır. Bu penisilinlere ve geniş<br />
spektrumlu sefalosporinlere yüksek düzey<br />
dirence neden olur. Neyse ki PER-1 A.<br />
baumannii’de karbapenem direncine neden<br />
olmaz. PER-1 Türkiye, Kore, Fransa, Belçika ve<br />
Bolivya’daki A. baumannii suşlarında yaygındır.<br />
Son zamanlarda ABD’de de tanımlanmıştır.<br />
Diğer GSBL’lerden integron kaynaklı olan VEB-1<br />
Fransa ve Belçika, SHV-12 ESBL Çin ve<br />
Danimarka, TEM-116 Danimarka, TEM-92<br />
252<br />
İtalya, CTX-M-2 (seftriakson ve sefotaksimi<br />
hidrolize eden bir GSBL) Japonya ve Bolivya’daki<br />
A. baumannii suşlarından izole edilmiştir. A.<br />
baumannii’deki GSBL’ler standardize edilmemişlerdir<br />
ve kromozomal sefalosporinazlarla birlikte<br />
bulunmaları direnci karışık hale getirmektedir.<br />
Klinik izolatların pek çoğu seftazidim ve<br />
sefepime dirençlidir.<br />
B Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />
Metallo-beta-laktamazlar (MBL) diğer beta-laktamlar<br />
(aztreonam hariç) kadar karbapenemleri<br />
de hidrolize eden B sınıfı beta-laktamazlardır.<br />
Bunlar A ve D sınıfı beta-laktamazlardan iyon,<br />
özellikle de çinko taşımaları ile ayrılır. MBL’lerin<br />
sayısının artması, A. baumannii suşlarında betalaktamlara<br />
karşı dünya çapında artmış dirence<br />
neden olmaktadır.<br />
A. baumannii’deki IMP MBL’ler genelde sınıf 1<br />
integronun parçası olarak bulunur. MBL’ler A.<br />
baumannii’deki predominant karbapenemazlar<br />
olmamakla birlikte pek çok (IMP-1, IMP-2,<br />
IMP-4, IMP-5, IMP-6 ve IMP-11) MBL tanımlanmıştır.<br />
MBL’ler ilk defa Hong Kong’da bulunsa<br />
da, Japonya’da A. baumannii’de pek çok IMP<br />
beta-laktamaz tanımlanmıştır. IMP tip MBL<br />
kaynaklı karbapenem direnci Kore ve Pasifik<br />
ülkelerindeki Acinetobacter’lerde büyük problemdir.<br />
İngiltere ve Brezilya’da IMP MBL bildirilmiştir.<br />
Verona integron kodlanmış MBL (VIM-<br />
2) A. baumannii’de rapor edilmiştir. Seul’de yeni<br />
bir MBL olan Seul imipenemaz (SIM-1) tanımlanmıştır.<br />
C Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />
Bunlar kromozomal beta-laktamazlardır.<br />
Acinetobacter spp.’deki kromozomal ampC genlerinin<br />
birbirleriyle yakınlığı diğer bakterilerde<br />
olanlardan daha çoktur. Bunlara beta-laktamazların<br />
farklı bir ailesi Acinetobacter derived sefalosporinaz<br />
denmesi önerilmektedir. Bu beta-laktamazlar;<br />
penisilinleri, dar ve geniş spektrumlu<br />
sefalosporinleri hidrolize ederken, sefepim ve<br />
karbapenemleri hidroliz etmez.<br />
D Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />
Acinetobacter’lerde en sık bulunan karbapenemazlar<br />
sınıf D beta-laktamazlardır. Bu sınıfta<br />
OXA beta-laktamazlar vardır. Bunlar genelde<br />
dirençli beta-laktamazlar (oksasilinaz)’dır. Bazı<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
OXA’lar GSBL, bazıları karbapenemazdır. Böyle<br />
bir karbapenemaz klinik izolatlardan ilk defa<br />
İskoçya’da 1985 yılında, karbapenemler henüz<br />
kullanıma girmeden OXA-23 olarak bulunmuştur.<br />
Genetik analizlerde OXA karbapenemazlar<br />
sekiz farklı gruba ayrılmıştır. OXA karbapenemazların<br />
bir kısmı kromozomal, bir kısmı plazmid<br />
kaynaklıdır. OXA-51 ve OXA-58 çoğunlukla<br />
plazmid kaynaklıyken, OXA-23 ve OXA-24<br />
hem plazmid kaynaklı hem de kromozomaldir.<br />
Bunlar genelde A. baumannii’de tanımlanmakla<br />
birlikte genomik tür 3’te, genotür 13TU ve<br />
Acinetobacter phenon 6/ct13TU’da da tanımlanmıştır.<br />
Ancak A. calcoaaceticus’ta İspanya’dan<br />
bildirilene kadar tanımlanmamıştır. İspanya’daki<br />
bir salgın sırasında plazmidler aracılığı ile<br />
bla OXA-24 ’ün A. baumannii’den A. calcoaceticus’a<br />
geçtiği, karbapenemaz genlerinin hastane ortamında<br />
Acinetobacter türleri arasında yayılabileceği<br />
belirtilmiştir. OXA-58 taşıyan plazmidlerin<br />
OXA-51 taşıyan klonlar arasında kolayca yayılabileceği<br />
gösterilmiştir. OXA-58; Fransa,<br />
İngiltere, Arjantin, İspanya, Türkiye, Romanya,<br />
Avusturya, Yunanistan, İskoçya ve Kuveyt’te<br />
bulunmuştur. ABD’de OXA-40 ve OXA-58 taşıyan<br />
Acinetobacter’ler ile salgın oluşması bu karbapenemazların<br />
batı yarım küreye yayıldığını<br />
göstermektedir. İtalya’daki bir salgında daha<br />
önce (2004-2005) en sık OXA-58 salgılayan suş<br />
baskınken daha sonra (2005-2009) aynı bölgedeki<br />
salgında OXA-23 salgılayan suş baskın<br />
olmuştur. OXA-58 enzimi imipenemi meropenemden<br />
daha iyi hidrolize eder. Bu çalışmada<br />
OXA-58 salgılayan suşlarının %35’inde meropenem<br />
aktivitesi imipeneme üstün bulunmuştur.<br />
Salgınlardaki suş değişiminin nedeni olarak<br />
meropenemin daha fazla kullanımı gösterilmiştir.<br />
CDC verilerine göre A. baumannii’de karbapenem<br />
direnci 1995 yılında %9 iken, 2004<br />
yılında %40’a çıkmıştır. “Meropenem Yearly<br />
Susceptibility Test Information Collection<br />
(MYSTIC)” 2007 sonuçlarına göre;<br />
Acinetobacter’lerde karbapenem duyarlılığı<br />
%74.1, tobramisin duyarlılığı %73.3’tür.<br />
Duyarlılıklar 2006 sonuçlarına göre artmış<br />
görünmektedir. Bunun nedeni olarak Türkiye<br />
ve Yunanistan’ın son araştırmaya dahil edilmemesi<br />
görülmektedir. Ülkemiz dahil beş kıtadan<br />
25 ülkeden 173 yoğun bakım ünitesinin (ülkemizden<br />
bizim merkezin yoğun bakımları dahil<br />
29 ünite) katıldığı 2003-2008 yıllarını içeren<br />
Davut Özdemir<br />
çalışmada; Acinetobacter spp.’de imipenem veya<br />
meropenem direnci; santral kateter ilişkili bakteremide<br />
%46.3, VİP’de %52.4, kateter ilişkili<br />
üriner sistem enfeksiyonlarında %38.9 bulunmuştur.<br />
ABD’de santral kateter ilişkili bakteremide<br />
Acinetobacter spp.’deki imipenem veya<br />
meropenem direnci %29.2’dir. 2007 yılındaki<br />
HİTİT çalışmasında ülkemizde, sefoperazonsulbaktama<br />
%52, imipeneme %55.5 direnç tespit<br />
edilmiştir. Merkezimizdeki 2008 ve 2009<br />
yılları yoğun bakım enfeksiyonlarının karşılaştırıldığı<br />
araştırmada; 2009 yılında yoğun bakım<br />
enfeksiyonu etkeni olan Acinetobacter spp.’de<br />
imipenem direnci %35.3, amikasin direnci<br />
%54.5, sefoperazon-sulbaktam direnci %50<br />
bulunmuş, bir önceki yıla göre amikasin duyarlılığında<br />
anlamlı artış, imipenem ve sefoperazon-sulbaktam<br />
duyarlılığında anlamlı düşüş tespit<br />
edilmiştir (yayınlanmamış veri).<br />
OMP ve PBP’LERDE DEĞİŞİKLİK<br />
Pek çok faklı “Opening of the outer-membrane<br />
protein (OMP)” ve PBP vardır. OMP kaybını<br />
kesin olarak anlamak zor olduğundan OMP<br />
kaybının Acinetobacter’lerdeki antibiyotik direncine<br />
katkısını anlamak da zordur. Bakteriyel<br />
porinler çok bulunmasalar da, porinlerde azalmaya<br />
neden olan mutasyonlar da dirence neden<br />
olur. New York’taki epidemik karbapeneme<br />
dirençli A. baumannii suşlarında 37, 44, 47<br />
kDa’luk OMP’lerin az olduğu, sınıf C sefalosporinazların<br />
fazla olduğu bulunmuştur. İspanya’da<br />
22 ve 33 kDa’luk OMP kaybı ile OXA-24 üretiminin<br />
birlikte olması karbapenem direnciyle<br />
sonuçlanmıştır. Karbapeneme dirençli A.<br />
baumannii’de PBP-2 ekspresyonunda da düşme<br />
vardır. Son zamanlarda A. baumannii’de OprD<br />
(sıklıkla P. aeruginosa’da imipenem direncine<br />
neden olan porin) a homolog 43 kDa’luk protein<br />
tanımlanmıştır. CarO kanal formasyonu, 29<br />
kDa’luk OMP A. baumannii’de imipenem ve<br />
meropenem direncine neden olmaktadır.<br />
EFLUKS POMPALARI<br />
Bu mekanizma ile birkaç farklı antibiyotik sınıfına<br />
direnç gelişir. Bu pompalar antibiyotikler<br />
de dahil bakteri hücre duvarına toksik maddeleri<br />
bakteri dışına atarlar. Farklı bakteri türlerinde<br />
farklı efluks pompası aileleri bulunur. A. baumannii’deki<br />
AdeABC efluks pompası; aminogli-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 253
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Direnç Epidemiyoloji<br />
kozidler, sefotaksim, tetrasiklinler, eritromisin,<br />
kloramfenikol, trimetoprim ve florokinolonları<br />
dışarı atar. Efluks pompalarıyla uyum içinde<br />
çalışan ilave direnç mekanizmaları da vardır.<br />
Efluks pompaları genelde ampC beta-laktamaz<br />
veya karbapenemazlarla birlikte etki gösterir.<br />
AdeABC efluks pompalarının aşırı ekspresyonu<br />
karbapenem hidrolize eden enzimlerle birlikte<br />
yüksek seviyede karbapenem direncine neden<br />
olur. Bu pompaların ekspresyonu adeR ve adeS<br />
genleri kontrolündedir. Bunlardaki tek bir nokta<br />
mutasyonu efluks pompalarının ekspresyonunda<br />
artışa neden olur. Son zamanlarda AbeM adı<br />
verilen yeni bir MDR efluks pompası bulunmuştur.<br />
Bu pompa, antibiyotik substrat olarak sadece<br />
florokinolonları kullanıyor görünmektedir.<br />
Multidrug efluks pompası periplazmik aralıkta<br />
dezenfektanlar ve tigesiklin seviyelerini de<br />
düşürebilir.<br />
AMİNOGLİKOZİDLERE DİRENÇ<br />
AdeABC efluks pompasına ilave olarak aminoglikozid<br />
modifiye edici enzimlerle (AMEs) direnç<br />
gelişebilir. Bu enzimler aminoglikozid fosfotransferaz,<br />
aminoglikozid asetiltransferaz, aminoglikozid<br />
nükleotidil transferazdır. Bu enzimler<br />
dünyanın farklı yerlerinde görülebilir.<br />
Birbirleriyle ilişkisiz A. baumannii suşlarında<br />
benzer AMEs bulunabilir. Günümüze kadar A.<br />
baumannii’de birden çok aminoglikozid sınıfını<br />
modifiye edebilen fonksiyonel enzim bulunmamıştır.<br />
KİNOLONLARA DİRENÇ<br />
DNA girazdaki yapısal değişikliğe ve efluks<br />
pompasına bağlı olarak direnç gelişir.<br />
Klinafloksasin, gatifloksasin, gemifloksasin,<br />
moksifloksasin gibi bazı kinolonların siprofloksasine<br />
göre A. baumannii’ye biraz daha fazla<br />
etkisinin nedeni aydınlatılamamıştır.<br />
TETRASİKLİNLERE DİRENÇ<br />
Tetrasiklinlere ya efluks pompası ya da tetrasiklin<br />
etkisinden korunmuş ribozomal proteinler<br />
aracılığıyla direnç gelişir. TetA ve TetB transpozon<br />
aracılıklı efluks pompalarıdır. TetB hem<br />
tetrasiklinler hem de minosiklin efluksuna<br />
neden olurken, TetA sadece tetrasiklin efluksuna<br />
neden olur. Koruyucu protein ribozomları<br />
tetrasiklin, minosiklin ve doksisiklinin etkisin-<br />
254<br />
den korur. Tigesiklin tetrasiklinlerle akraba bir<br />
glisiklindir. Bu ilaca karşı yüksek oranda olmasa<br />
da gerek ülkemizde gerekse dünyadaki A. baumannii<br />
klinik izolatlarında direnç vardır. Ruzin<br />
ve arkadaşları AdeABC efluks pompasının tigesikline<br />
dirençte rol aldığını doğrulamışlardır. Bu<br />
pompa substrat olarak tigesiklin, gentamisin,<br />
levofloksasin ve kloramfenikolü kullanır.<br />
AdeABC ekspresyonunu regüle eden AdeRS sistemine<br />
ISAba1 girerek bunun yapısını bozar. Bu<br />
durum tigesikline dirençli suşlarda varken tigesikline<br />
duyarlı suşlarda sistem intaktır. Tigesiklin<br />
TetX (plazmid kaynaklı flavin bağımlı<br />
monooksidaz)’in substratı olmasına rağmen bu<br />
enzim A. baumannii klinik izolatlarında bulunamamıştır.<br />
Koruyucu proteinler tigesiklin direncine<br />
neden olmamaktadır.<br />
POLİMİKSİNLERE DİRENÇ<br />
2001 yılında polimiksine dirençli A. baumannii<br />
rapor edilmiştir. Heterorezistans da bildirilmiştir<br />
ve bu izolatların tespiti de zordur. Kolistin<br />
direncinde dış membran lipopolisakkaridlerinde<br />
değişim, ilacın proteolitik yıkılması ve geniş<br />
spektrumlu efluks pompası sorumlu tutulmaktadır.<br />
Polimiksin kullanımının artması ile kolistin<br />
direncinin artmasından korkulmaktadır.<br />
İtalya’da 2004-2009 yılları arasında kolistin<br />
duyarlılığının %100 olarak devam ettiği bulunmuştur.<br />
Ülkemizde ve dünyada az da olsa kolistin<br />
direnci bildirilmektedir. Nadiren kolistine<br />
dirençli, diğer antibiyotiklere duyarlı suşlar da<br />
olabilmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Allen DM, Hartman BJ. Acinetobacter species. In: Mandell<br />
GL, Bennett JE, Dolin R (eds). Mandell, Douglas, and<br />
Bennett’s Principles and Practice of Infectious Diseases.<br />
7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone, 2010:2881-5.<br />
2. Çalışkan A. Acinetobacter’lerde Direnç ve Klonal İlişkinin<br />
Araştırılması Uzmanlık Tezi. T.C. İnönü Üniversitesi Tıp<br />
Fakültesi. Malatya 2008.<br />
3. D'Arezzo S, Principe L, Capone A, Petrosillo N, Petrucca<br />
A, Visca P. Changing carbapenemase gene pattern in an<br />
epidemic multidrug-resistant Acinetobacter baumannii<br />
lineage causing multiple outbreaks in central Italy. J<br />
Antimicrob Chemother 2011;66:54-61.<br />
4. Garnacho-Montero J, Amaya-Villar R. Multiresistant<br />
Acinetobacter baumannii infections: epidemiology and<br />
management. Curr Opin Infect Dis 2010;23:332-9.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
5. Gur D, Hascelik G, Aydin N, Telli M, Gultekin M, Ogulnc<br />
D, et al. Antimicrobial resistance in gram-negative hospital<br />
isolates: results of the Turkish HITIT-2 Surveillance<br />
Study of 2007. J Chemother 2009;21:383-9.<br />
6. Huang LY, Lu PL, Chen TL, Fung CP, Siu LK. Molecular<br />
characterization of beta-lactamase genes and their genetic<br />
structures in Acinetobacter genospecies 3 isolates in<br />
Taiwan. Antimicrob Agents Chemother 2010;54:2699-<br />
703.<br />
7. Kuşcu F, Öztürk DB, Tütüncü EE, Uslu M, Gürbuz Y, Gülen<br />
G, Şencan İ. Çoğul antibiyotik dirençli Acinetobacter baumannii<br />
izolatlarında tigesiklin duyarlılık oranlarının E-TestR<br />
yöntemiyle araştırılması. Klimik Dergisi 2009;22:48-51.<br />
8. Leblebicioglu H, Rosenthal VD, Arikan OA, Ozgültekin A,<br />
Yalcin AN, Koksal I, et al.; Turkish Branch of INICC.<br />
Device-associated hospital-acquired infection rates in<br />
Turkish intensive care units. Findings of the International<br />
Nosocomial Infection Control Consortium (INICC). J Hosp<br />
Infect 2007;65:251-7.<br />
9. Lim YM, Shin KS, Kim J. Distinct antimicrobial resistance<br />
patterns and antimicrobial resistance-harboring genes<br />
according to genomic species of Acinetobacter isolates. J<br />
Clin Microbiol 2007;45:902-5.<br />
10. Mansur A, Kuzucu Ç, Ersoy Y, Yetkin F. İnönü Üniversitesi<br />
Turgut Özal Tıp Merkezinde 2008 yılında yatan hastalardan<br />
izole edilen Acinetobacter suşlarının antibiyotik<br />
duyarlılıkları. ANKEM 2009;23:177-81.<br />
11. Mendes RE, Bell JM, Turnidge JD, Castanheira M, Jones<br />
RN. Emergence and widespread dissemination of OXA-<br />
23, -24/40 and -58 carbapenemases among Acinetobacter<br />
spp. in Asia-Pacific nations: report from the SENTRY<br />
Surveillance Program. J Antimicrob Chemother<br />
2009;63:55-9.<br />
12. Merino M, Acosta J, Poza M, Sanz F, Beceiro A, Chaves F,<br />
et al. OXA-24 carbapenemase gene flanked by XerC/<br />
XerD-like recombination sites in different plasmids from<br />
different Acinetobacter species isolated during a nosocomial<br />
outbreak. Antimicrob Agents Chemother<br />
2010;54:2724-7.<br />
13. Munoz-Price LS, Weinstein RA. Acinetobacter infection. N<br />
Engl J Med 2008;358:1271-81.<br />
Davut Özdemir<br />
14. Oh JY, Jeong YW, Joo HS, Chong WS, Lee JC, Tamang<br />
MD, et al. Distribution of genomic species and antimicrobial<br />
susceptibility in Acinetobacters isolated from Gangjin<br />
Bay, Korea Journal of Bacteriology and Virology<br />
2009;39:247-56.<br />
15. Oncul O, Keskin O, Acar HV, Kucukardali Y, Evrenkaya R,<br />
Atasoyu EM, et al. Hospital-acquired infections following<br />
the 1999 Marmara earthquake. J Hosp Infect 2002;51:<br />
47-51.<br />
16. Özdemir M, Erayman İ, Gündem NS, Baykan M, Baysal B.<br />
Hastane infeksiyonu etkeni Acinetobacter suşlarının çeşitli<br />
antibiyotiklere duyarlılıklarının araştırılması. ANKEM<br />
2009;23:127-32.<br />
17. Perez F, Hujer AM, Hujer KM, Decker BK, Rather PN,<br />
Bonomo RA. Global challenge of multidrug-resistant<br />
Acinetobacter baumannii. Antimicrob Agents Chemother<br />
2007;51:3471-84.<br />
18. Turner PJ. MYSTIC Europe 2007: activity of meropenem<br />
and other broad-spectrum agents against nosocomial<br />
isolates Diagn Microbiol Infect Dis 2009;63:217-22.<br />
19. Rosenthal VD, Maki DG, Jamulitrat S, Medeiros EA, Todi<br />
SK, Gomez DY, et al.; INICC Members. International<br />
Nosocomial Infection Control Consortium (INICC) report,<br />
data summary for 2003-2008, issued June 2009. Am J<br />
Infect Control 2010;38:95-104.<br />
20. Saltoğlu N. A. baumannii İnfeksiyonları ve <strong>Tedavi</strong>si. XIII.<br />
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları<br />
Kongresi kitabı. Antalya, 2007:204-7.<br />
21. Vahaboglu H, Ozturk R, Aygun G, Coskunkan F, Yaman<br />
A, Kaygusuz A, et al. Widespread detection of PER-1-type<br />
extended-spectrum beta-lactamases among nosocomial<br />
Acinetobacter and Pseudomonas aeruginosa isolates in<br />
Turkey: a nationwide multicenter study. Antimicrob<br />
Agents Chemother 1997;41:2265-9.<br />
22. Vahaboglu H, Budak F, Kasap M, Gacar G, Torol S,<br />
Karadenizli A, et al. High prevalence of OXA-51-type<br />
class D beta-lactamases among ceftazidime-resistant clinical<br />
isolates of Acinetobacter spp.: co-existence with<br />
OXA-58 in multiple centres. J Antimicrob Chemother<br />
2006;58:537-42.<br />
23. Vahaboğlu H. Acinetobacter infeksiyonları. ANKEM<br />
2008;22(Ek 2):44-45.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 255
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />
Eskişehir<br />
257
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
Acinetobacter türleri sıklıkla çoklu dirençli<br />
olup, son yıllarda artan oranlarda birçok<br />
salgın rapor edilmiştir. Salgın türleri hastanede<br />
endemik olabilmektedir. Acinetobacter’ler hem<br />
kuru yüzeylerde hem de suda uzun süre yaşayabilir.<br />
Salgınlarda çevresel kontaminasyon %3-50<br />
oranında rapor edilmiştir. Kolonize yüzeyler<br />
yatak parmaklıkları, komidinler, ventilatör<br />
yüzeyleri, lavabolar, küvetler, vakum ekipmanı,<br />
yataklar, resüsitasyon ekipmanı, perdeler, hastanın<br />
tutunduğu askılar, paspaslar, kovalar,<br />
kapı kolları, stetoskoplar, inkübatörler ve bilgisayar<br />
klavyelerini içermektedir. Formika yüzeylerde<br />
bir-iki hafta ve daha uzun süre canlılığını<br />
koruyabilir. Respiratör sistem ekipmanının<br />
kolonizasyonu sıktır. Sağlık çalışanlarının ellerinde<br />
de kolonizasyon gösterilmiştir (Tablo 1).<br />
Hastane ortamındaki bu mikroorganizmanın<br />
persistansı ve geçişi; seçici antibiyotik baskısı,<br />
kolonize ya da enfekte çok sayıda hastadan<br />
geçiş potansiyelinde artma (kolonizasyon<br />
basıncı), korunma önlemlerine uyumsuzluk ve<br />
duyarlı hastaların var olmasıyla mümkündür.<br />
Kolonize ya da enfekte hasta olduğunda çevresel<br />
kolonizasyon artar. Hastalar taburcu edildikten<br />
13 gün sonra bile çevresel kontaminasyonun<br />
devam ettiği gösterilmiştir. Özellikle<br />
altta yatan medikal durumun konak defansını<br />
bozduğu ciddi hastalığı olanlar, yoğun antimikrobiyal<br />
kullanımı olan, yakın zamandaki cerrahi<br />
girişim veya santral-üriner kateter, endotrakeal<br />
tüp, mekanik ventilasyon gibi medikal<br />
araçların kullanıldığı hastalar kolonizasyon ve<br />
enfeksiyona duyarlı hastalardır (Tablo 2).<br />
Tablo 1. Acinetobacter baumannii salgınlarında<br />
çevresel kontaminasyon göstergeleri<br />
Vakum ekipmanı<br />
Lavabolar<br />
Yatak baş ucu<br />
Yatak ayak ucu<br />
Masa<br />
Ventilatör<br />
İnfüzyon pompaları<br />
Küvet<br />
Su tutan/nem çeken bandajlar<br />
Yastıklar<br />
Yatak<br />
Hasta duş yatağı<br />
Resüsitasyon ekipmanı<br />
Paslanmaz çelik servis arabası<br />
258<br />
Tablo 2. Acinetobacter baumannii enfeksiyon/<br />
kolonizasyon risk faktörleri<br />
Prematürite<br />
Girişimler (cerrahi, kateterizasyon, mekanik ventilasyon<br />
ve süresi)<br />
Önceki antimikrobiyal tedavi öyküsü (karbapenemler,<br />
florokinolonlar, üçüncü kuşak sefalosporinler,<br />
aminoglikozidler)<br />
Kan ürünleri alımı<br />
Kontamine parenteral solüsyonlar<br />
Enteral beslenme<br />
Hastane koşulları (yatış uzunluğu, fazla iş yükü,<br />
enfekte/kolonize hastaların yoğun bulunduğu<br />
kliniklere yatma)<br />
Literatür kayıtlarına bakıldığında başlıca yoğun<br />
bakımlarda çok sayıda asinetobakter salgını<br />
rapor edilmiştir. Bu çalışmalarda genel anlamda<br />
risk faktörleri araştırılmış olup enfeksiyon kontrol<br />
önlemleri bu risk faktörlerine odaklanmıştır.<br />
Romanelli ve arkadaşlarının çalışmalarında kültür<br />
sürveyansı, temas önlemleri, kohortlama,<br />
kaynak saptama ve çevresel kontrolün önemli<br />
olduğu, salgın süresince hastane enfeksiyon<br />
kontrol komitesi tarafından sistematik olarak<br />
önlemlerin uygulanıp uygulanmadığının izlenmesi<br />
gerektiği vurgulanmıştır. Bir ‘‘yardımcı<br />
takım’’ salgın verileri, mikrobiyolojik sonuçlar<br />
ve kontrol önlemleri konusunda direkt bilgi<br />
sahibi olmalıdır. Sağlık çalışanlarının önlemlere<br />
uyumu en önemli konudur. Enfeksiyon kontrol<br />
önlemleri asla kesintiye uğramamalıdır. Konu<br />
ile ilgili ve önerileri içeren broşürler hazırlanarak<br />
tüm uzmanlara dağıtılmalı, ayrıca hastane<br />
enfeksiyon kontrol komitesi antimikrobiyal kullanımını<br />
denetlemeli, mikroorganizmanın<br />
direncinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla<br />
A-I kanıt düzeyinde antimikrobiyal tedavi protokolleri<br />
hazırlamalıdır. Araştırmacılar en önemli<br />
korunma yollarından birinin karbapenem kullanımından<br />
kaçınmak ve endikasyonu olduğunda<br />
mümkünse alternatif olarak polimiksin kullanılmasını<br />
önermişlerdir.<br />
Rose ve arkadaşlarının yakın zamanda yapmış<br />
oldukları bir çalışmada asinetobakter salgınında,<br />
yoğun bakıma özel olarak tahsis edilmiş<br />
enfeksiyon kontrol hemşiresi liderliğinde, çoklu<br />
önlemlerin salgın kontrolünde etkisi araştırılmıştır.<br />
Ölçüm parametreleri; asinetobakter<br />
kolonizasyon oranı, el hijyenine uyum ve el<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
hijyeni solüsyon kullanımı miktarları ve diğer<br />
nozokomiyal enfeksiyonların laboratuvar saptamasıdır.<br />
Salgının ilk 12 ayında aylık kolonizasyon<br />
oranı 3.1 olgu/100 yatış günü iken (önceki<br />
ayda 0.5 iken artmıştı), kontrol programını<br />
takip eden 20 ayda aylık kolonizasyon oranı 1.5<br />
olgu/100 yatış gününe düşmüştür. İlk altı ayda<br />
el hijyeni uyumu %33’ten %49’a çıkarılmış,<br />
ancak ikinci 12 ay sonunda tekrar %39’a düşmüştür.<br />
Ortalama el antiseptiği kullanım miktarı<br />
1000 yatış günü için 24 L’den 148 L’ye çıkmıştır.<br />
Çalışmanın sonucunda asinetobakter kolonizasyonunun<br />
azaltılmasında haftanın yedi<br />
günü yoğun bakıma tahsis edilmiş enfeksiyon<br />
kontrol hemşiresinin liderliğinde çoklu biçimli<br />
enfeksiyon kontrol programları en etkili strateji<br />
olarak belirlenmiştir.<br />
La Forgia ve arkadaşları 38 aylık periyotta sunulan<br />
raporlarında, bir yoğun bakımda ortaya<br />
çıkan çoklu dirençli Acinetobacter baumannii<br />
salgınını haftada bir sodyum hipokloridle püskürtme<br />
protokolü ile çevresel dezenfeksiyon<br />
uygulayarak durdurabildiklerini belirtmişlerdir.<br />
Yazarlar A. baumannii salgınında çevresel rezervuarın<br />
sistematik olarak araştırılması ve takiben<br />
dekontaminasyonun önemini vurgulamışlardır.<br />
Bir cerrahi kliniği ve bir yoğun bakımdaki eş<br />
zamanlı salgının araştırmasında ise tek kullanımlık<br />
aletlerin (respiratuar ekipman) standartların<br />
altında iyi temizlenmeden tekrar kullanıldığı<br />
fark edilip salgın kaynağı olarak gösterilmiştir.<br />
Birçok kontrol önleminin birlikte uygulanımı<br />
ile salgın kontrol altına alınabilmiştir.<br />
Enoch ve arkadaşları araştırmalarında yoğun<br />
bakımda karbapeneme dirençli bir A. baumannii<br />
salgınında alınan çevresel örneklerde yoğun<br />
kontaminasyon olduğu gözlenmiştir. İdarenin<br />
erken katılımı, hastaların ayrılması, çevre ve<br />
hastaların taranması, çevresel temizlik ile el hijyeninde<br />
artma, klinik olarak teyakkuzda olma<br />
sayesinde salgın kontrol altına alınabilmiştir.<br />
Yazarlar salgının kontrol altına alınmasında<br />
multidisipliner yaklaşımın zorunlu olduğunu<br />
vurgulamışlardır.<br />
Yoğun bakımın kapatılması ile kontrol altına<br />
alınabilen salgın olguları da bulunmaktadır.<br />
“Centers for Disease Control and Prevention<br />
(CDC)” 2006 yılında sağlık bakım kurumlarında<br />
çoklu dirençli mikroorganizmaların yönetimi<br />
Elif Doyuk Kartal<br />
ile ilgili kılavuz hazırlamıştır. Buna göre çoklu<br />
dirençli mikroorganizmalardan korunma ve<br />
kontrolün ana başlıkları şu şekildedir:<br />
1. Enfeksiyonların önlenmesi,<br />
2. Çoklu dirençli mikroorganizmaların geçişinin<br />
kontrolü ve önlenmesi,<br />
3. Kontrol müdahaleleri. Yedi kategoride toplanmıştır:<br />
a. İdari önlemler,<br />
b. Akılcı antimikrobiyal kullanımı,<br />
c. Sürveyans (rutin ve artırılmış),<br />
d. Standart ve temas önlemleri,<br />
e. Çevresel önlemler,<br />
f. Eğitim,<br />
g. Dekolonizasyon.<br />
Yönetim desteği, ana hatları ile;<br />
1. Daha etkin bir iletişim sistemi ve sistemde<br />
gerekli değişiklikleri hızla yapmak (daha önceden<br />
çoklu dirençli bakterilerle kolonize ya da<br />
enfekte olan hastaları tekrar yatışta tanımlayan<br />
bilgisayar uyarı sistemi),<br />
2. Yeterli alkol bazlı en dezenfektanları-dispersırları<br />
sağlamak ve gerekli yerlere, gerekli sayıda<br />
lavabo yerleştirmek,<br />
3. Yeterli personeli sağlamak,<br />
4. Çoklu dirençli mikroorganizmalar için önerilen<br />
enfeksiyon kontrol uygulamalarına uyumun<br />
artırılması (el hijyeni, standart ve temas önlemleri)<br />
ve sağlık personelinin uyumunun kontrol<br />
edilmesini (gözle izlem, kamera yerleştirme,<br />
denetleyici ekip) içermektedir.<br />
Eğitimde hedeflenen çoklu dirençli mikroorganizma<br />
probleminin kavranması ile ilgili davranışsal<br />
değişiklikleri sağlamaktır. İlgili ünitelerle<br />
birlikte rehberler hazırlamak, ortak-sık toplantılar<br />
yapmak, birebir ve sürekli eğitim çalışmaları<br />
sağlamak önerilmektedir. Verilen eğitimin<br />
ölçme, değerlendirme ve geri bildirimi yapılmalıdır.<br />
Akılcı antibiyotik kullanımı; eğitim, kısıtlı formüller,<br />
önceki onaylı programlar, otomatik sonlanan<br />
orderler, ilaç firmalarının baskısına karşı<br />
akademik girişimler, dönüşümlü antibiyotik<br />
kullanımı, bilgisayar destekli programlar ve<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 259
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
Korunma<br />
gereksiz kombinasyonların önüne geçmek gibi<br />
konuları içermektedir.<br />
Sürveyans; çoklu dirençli mikroorganizma üreyen<br />
hastaların listesi çıkarılmalı, antibiyotik<br />
duyarlılık paternleri izlenmelidir. Dirençli mikroorganizmaların<br />
sıklığı (organizma spesifikalet<br />
ilişkili insidans dansite hızı, organizma<br />
spesifik, girişim spesifik insidans dansite hızı)<br />
takip edilmelidir. Kültür sonuçları enfeksiyon,<br />
kolonizasyon sıklığı açısından değerlendirilmelidir.<br />
Çoklu dirençli izolatların moleküler tiplemesi<br />
klonal geçişi doğrulamak için yapılabilir.<br />
Kültür almak için en uygun zaman; kültür<br />
intervalleri henüz tam olarak tanımlanmamıştır.<br />
Birçok raporda kültürler hastaneye başvuru<br />
zamanında veya müdahale odasında veya belirlenmiş<br />
ünitelerden başka bir üniteye ya da tam<br />
tersi transfer zamanında elde edilmiştir. Bazı<br />
hastanelerde periyodik (haftalık) kültürler tercih<br />
edilmektedir. Diğerleri ise çoklu dirençli<br />
bakteriyle kolonize hasta ile temas, antibiyotik<br />
teması, yüksek riskli ünitede uzun süre yatma<br />
gibi risk faktörleri varlığında izlem kültürleri<br />
almaktadır. Gram-negatif bakterilerin saptanmasında<br />
perirektal ya da rektal sürüntü tek<br />
başına ya da orofarengeal, endotrakeal, inguinal<br />
veya yara kültürleri ile birlikte kullanılır. Ancak<br />
birçok gram-negatif basil için standardize edilmiş<br />
besiyeri olmaması bir dezavantajdır.<br />
Standart ve temas önlemleri; CDC 1996 yılından<br />
beri çoklu dirençli bakteriler için standart<br />
ve temas önlemlerinin kullanımını önermektedir.<br />
Çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />
ile kolonize olgularda temas önlemlerinin<br />
uygulama süresi VRE ve MRSA’da olduğu gibi<br />
henüz çözümlenmemiş bir konudur. Çünkü<br />
çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />
ile enfeksiyon ya da kolonizasyon sıklıkla bir<br />
salgın ile ilişkilidir. Yapılan çalışmalardan elde<br />
eldilen bazı ipuçlarına göre bir salgın durumunda<br />
alınan tedbirler bilinen kolonize olgular ve<br />
daha önceden enfekte tüm olgular için süresiz<br />
devam etmelidir. Hedef çoklu dirençli mikroorganizmalar<br />
için bir haftayı aşan izlem süresinde<br />
üç ya da daha fazla alınan kültür negatif gelirse<br />
veya özellikle akıntılı yarası, yoğun solunum<br />
sekresyonu olmayan, çoklu dirençli mikroorganizma<br />
pozitifliği devam eden bir hasta ile temas<br />
delili olmayan ve birkaç haftadır antimikrobiyal<br />
tedavi almayan bir hastada iki kültürün tekrar<br />
260<br />
tekrar negatif gelmesi durumunda temas önlemleri<br />
bırakılabilir.<br />
Çevresel önlemler; bu mikroorganizmalar çevresel<br />
yüzeylerde ve medikal aletlerde sıklıkla<br />
bulunmaktadır. Ancak rutin çevresel kültür<br />
önerilmemektedir. Ancak salgın durumunda<br />
kaynak araştırılması durumunda uygulanabilir.<br />
Dekolonizasyon MRSA gibi bası spesifik çoklu<br />
dirençli mikroorganizmalarda kullanılmaktadır.<br />
Ancak rutin kullanımda önerilmemektedir.<br />
Çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />
için bir öneri bulunmamaktadır.<br />
Aktif ve Pasif Bağışıklama<br />
Çok az virülans faktörü tanımlanmış olması<br />
nedeniyle A. baumannii için bir aşı gelişimi çok<br />
zor görünmekle birlikte yakın zamanda yapılan<br />
bir çalışmada A. baumannii inaktive tam hücre<br />
(IWC) aşısı aktif ve pasif immünizasyonu bir<br />
fare sepsisi modelinde değerlendirilmiştir.<br />
Aşının çoklu A. baumannii’ye karşı korumayı<br />
gösteren antikor yanıtını güçlü bir şekilde sağladığı<br />
gösterilmiştir. Ayrıca, serum ile yapılan<br />
pasif immünizasyonla antikor düzeyinin artırılması<br />
ile takip eden enfeksiyona karşı koruma<br />
sağladığı gösterilmiştir. Sonuçta inaktive tam<br />
hücre aşısı kullanılarak yapılan aktif ve pasif<br />
immünizasyonun A. baumannii enfeksiyonlarından<br />
korunmada etkili bir yaklaşım olabileceği<br />
rapor edilmiştir. Başka bir çalışmada A.<br />
baumannii’nin bakteriyel membranından elde<br />
edilen çoklu yüzey antijenlerini içeren bir dış<br />
membran kompleks aşısı yine fare sepsis modelinde<br />
denenmiştir. Aşılama postenfeksiyon bakteriyel<br />
yükü azaltabilen, serumda postenfeksiyon<br />
proenflamatuvar sitokin düzeylerini azaltabilen<br />
hümoral ve hücresel yanıtı sağlamıştır ve<br />
insan klinik izolatlarından elde edilen A. baumannii<br />
ile oluşturulan enfeksiyondan fareleri<br />
koruyabilmiştir. Tek bir doz aşı immünizasyon<br />
sonrası sadece altı gün koruyucu immünite sağlayabilmiştir.<br />
İlave olarak antiserum enfeksiyonlu<br />
naiv farelerin terapötik olarak kurtarılmasında<br />
başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Bu çalışmanın<br />
sonucu göstermiştir ki profilaktik aşılama<br />
ve dış membran kompleks aşı temelinde oluşturulan<br />
antikor temelli tedaviler bu patojenin<br />
neden olduğu morbidite ve mortalitenin önlenmesinde<br />
uygulanabilir yaklaşımlar olabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Sonuç olarak; Acinetobacter özellikle yoğun<br />
bakımlarda çevresel yüzeylerde uzun süre yaşama<br />
kapasitesine sahip bir mikroorganizma olup<br />
tüm dünyada özellikle yoğun bakımlarda yatan<br />
hastalar için önemli bir tehdit olmaya devam<br />
etmektedir. Ulusal ve uluslararası koruma,<br />
önlem önerilerinin yanı sıra bu mikroorganizmaların<br />
epidemiyolojik özellikleri ve risk faktörleri<br />
her hastane ve her yoğun bakımda tekrar<br />
tekrar gözden geçirilerek korunma için gerekli<br />
önlemler alınmalıdır. Bu önlemlerin başında<br />
sürveyans, kaynağın erken saptanması, el hijyeninin<br />
iyileştirilmesi ve çevresel kontaminasyonun<br />
önlenmesi ve alınacak önlemlerin uygulanımının<br />
denetlenmesi ve devamlılığının sağlanması<br />
gelmektedir. Aşı çalışmaları henüz yeni<br />
başlamış olup sonuçları yakından izlenmelidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Aygün G, Demirkan O, Utku T, et al. Environmental contamination<br />
during a carbapenem-resistant Acinetobacter<br />
baumannii outbreak in an intensive care unit. J Hosp<br />
Infect 2002;52:259-62.<br />
2. Castro Romanelli RM, Jesus LA, Clemente WT, et al.<br />
Outbreak of resistant Acinetobacter baumannii-measures<br />
and proposal for prevention and control. The Brazil J<br />
Infect Dis 2009;13:341-7.<br />
3. Cohen AL, Calfee D, Fridkin SK, et al. Recommendations<br />
for metrics for multidrug-resistant organism in healthcare<br />
settings: SHEA/HICPAC position paper. Infect Control<br />
Hosp Epidemiol 2008;29:901-13.<br />
4. Enoch DA, Summers C, Brown NM, et al. Investigation<br />
and management of an outbreak of multidrug-carbapenem-resistant<br />
Acinetobacter baumannii in Cambridge,<br />
UK. J Hosp Infect 2008;70:109-18.<br />
5. Falagas ME, Koterides P. Risk factors for the isolation of<br />
multidrug-resistant Acinetobacter baumannii and<br />
Pseudomonas aeruginosa; a systematic review of the<br />
literature. J Hosp Infect 2006;64:7-15.<br />
Elif Doyuk Kartal<br />
6. Fournier PE, Richer H. The epidemiology and control of<br />
Acinetobacter baumannii in health care facilities. Clin<br />
Infect Dis 2006;42:692-9.<br />
7. Garcia-Ortega L, Arch O, Perez-Canosa C, et al. Control<br />
measures for Acinetobacter baumannii: a survey of<br />
Spanish hospitals. Eferm Infecc Microbiol Clin<br />
2010;29(Epub ahead of print).<br />
8. La Forgia C, Franke J, Hacek DM, et al. Management of a<br />
multidrug-resistant Acinetobacter baumannii outbreak in<br />
an intensive care unit using novel environmental disinfection:<br />
a-38-month report. Am J Infect Control 2010;38:<br />
259-63.<br />
9. McConnell MJ, Doniguez-Herrera J, Smani Y, Lopez-Rojas<br />
R, Docobo-Perez F, Pachon J. Vaccination with outher<br />
membrane complexes elicits rapid protective immunity to<br />
multidrug-resistant Acinetobacter baumannii. Infect<br />
Immun 2011;79:518-26.<br />
10. McConnell MJ, Pachon J. Active and passive immunization<br />
against Acinetobacter baumannii using an inactivated<br />
whole cell vaccine. Vaccine 2011:1-5.<br />
11. Pimentel JD, Low J, Styles K, Haris OC, Hughes A, Athan<br />
E. Control of an outbreak of multidrug-resistant<br />
Acinetobacter baumannii in an intensive care unit and a<br />
surgical ward. J Hosp Infect 2005;59:249-53.<br />
12. Rose L, Rogel K, Redl L, Cade JF. Implementation of a multimodal<br />
infection control program during an Acinetobacter<br />
outbreak. Intens Crit Care Nurs 2009;25:57-63.<br />
13. Siegel JD, Rhinehard E, Jackson M, Chiarelllo L; Healthcare<br />
Infection Control Practices Advisory Commitee.<br />
Management of multidrug-resistant organism in healthcare<br />
setting, 2006. http//www.cdc.gov/ncidod/dhqp/<br />
pdf/ar7mdroGuideline2006<br />
14. Towner KJ. Acinetobacter: an old friend, but a new<br />
enemy. J Hosp Infect 2009;73:355-63.<br />
15. Villegas MV, Harstein AI. Acinetobacter outbreaks, 1077-<br />
2000. Infect Control Hosp Epidemiol 2003;24:284-95.<br />
16. Wilks M, Wilson A, Warwick S, et al; Healthcare Infection<br />
Control Practices Advisory Commitee. Control of an outbreak<br />
of multidrug-resistant Acinetobacter baumannii-calcoaceticus<br />
colonization and infection in an intensive care<br />
unit (ICU) without closing the ICU or placing patients in<br />
isolation. Infect Control Hosp Epidemiol 2006;27:654-8.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 261
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />
SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
1. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />
Ankara<br />
263
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
Acinetobacter türleri gram-negatif, nonfermentatif,<br />
oksidaz negatif kokobasiller olup<br />
dış ortamda günlerce canlı kalabilirler ve kuruluğa<br />
dirençlidirler. Acinetobacter baumannii sıklıkla<br />
bakteremi, hastane kökenli pnömoni veya<br />
ventilatörle ilişkili pnömoni (VİP), kateter ilişkili<br />
enfeksiyonlar, üriner sistem enfeksiyonları<br />
ve nadiren de endokardite yol açar. Hastane<br />
enfeksiyon etkenleri arasında sıklığı giderek<br />
artmaktadır. Birçok çalışmada A. baumannii’nin,<br />
başta yoğun bakım üniteleri (YBÜ) olmak<br />
üzere, birçok salgının tespit edilen etkeni olduğu<br />
gösterilmiştir. Asinetobakter enfeksiyonları<br />
için YBÜ’de yatma, mekanik ventilasyon ve<br />
geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı en<br />
önemli risk faktörleridir. Bütün dünyada hastane<br />
kökenli enfeksiyon etkeni olarak gittikçe<br />
daha büyük bir problem haline gelen ve yüksek<br />
mortalite ile seyreden enfeksiyonlara yol açan<br />
A. baumannii, birçok antibiyotiğe karşı geliştirdiği<br />
direnç ile tedavi konusunda da biz hekimleri<br />
oldukça zor durumda bırakmaktadır.<br />
Hastalardan izole edilen her Acinetobacter,<br />
enfeksiyon etkeni olarak kabul edilmemeli,<br />
kolonizasyon olabileceği mutlaka değerlendirilmelidir.<br />
Kolonize hastada tespit edilen<br />
Acinetobacter tedavi gerektirmez ancak diğer<br />
taraftan A. baumannii’ye bağlı gelişen herhangi<br />
bir nozokomiyal enfeksiyon da hızla patojenin<br />
duyarlı olduğu antibiyotiklerle tedaviyi gerektirir.<br />
A. baumannii ile gelişen enfeksiyon tedavisinde<br />
sıklıkla kullanılan ve etkin olan tedavi seçenekleri<br />
içinde seftazidim, karbapenemler, sulbaktam,<br />
piperasilin-tazobaktam, kinolonlar (örn.<br />
levofloksasin), sefepim, polimiksin E ve B, minosiklin,<br />
doksisiklin ve tigesiklin bulunmaktadır.<br />
Diğer taraftan A. baumannii suşlarının birçoğunun<br />
penisilinler, ampisilin, karbenisilin, makrolidler,<br />
ikinci ve üçüncü kuşak sefalosporinler,<br />
siprofloksasin ve kloramfenikol gibi birçok antimikrobiyal<br />
ajana dirençli olduğu bilinmektedir.<br />
Dahası, tüm aminoglikozidlere karşı da hızla<br />
direnç gelişmektedir. Asya ve Avrupa ülkelerinde<br />
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nden çok<br />
daha fazla olarak Acinetobacter’lerde aminoglikozid<br />
ve piperasilin-tazobaktam direnci bildirilmektedir.<br />
<strong>Tedavi</strong> sırasında gelişen florokinolon<br />
direnci de bildirilmektedir. Bu durum efluks<br />
pompasının aktivasyonu sonucu direnç gelişen<br />
diğer antibiyotik gruplarında da direnç gelişme-<br />
264<br />
sine yol açmaktadır. Antibiyotik kullanımı ile de<br />
ilişkili olan ve gittikçe artan oranda karşımıza<br />
çıkan çoklu ilaca dirençli (ÇİD) A. baumannii<br />
enfeksiyonlarının tedavisi için kullanabileceğimiz<br />
antibiyotiklerden çok az seçenek kalmıştır.<br />
Sulbaktam<br />
Beta-laktamaz inhibitörü olan sulbaktam ÇİD<br />
asinetobakter enfeksiyonlarında bir seçenek<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır. Sulbaktam, penisilin<br />
bağlayan proteine olan afinitesi sonucu<br />
birçok ÇİD Acinetobacter tipine “in vitro” spesifik<br />
intrensek bakterisidal aktiviteye sahip bir<br />
beta-laktamaz inhibitörüdür. Sulbaktamın yarılanma<br />
ömrü ortalama bir saattir. Sulbaktamın<br />
orta düzeyde imipeneme dirençli A. baumannii<br />
izolatlarına karşı etkin olduğu gösterilmiştir.<br />
Beraberinde beta-laktam bulunması sulbaktam<br />
aktivitesini artırmamaktadır. Birçok ülkede<br />
piyasada bulunan, ampisilin ile kombinasyon<br />
formudur. Normal böbrek fonksiyonu olan kişilerde<br />
2/1 oranda ampisilin/sulbaktam, altı saatte<br />
bir kullanılmaktadır. İlk yapılan çalışmalarda<br />
ÇİD olanlar dahil olmak üzere A. baumannii<br />
izolatlarında sulbaktam veya sulbaktam ampisiline<br />
yüksek düzeyde duyarlılık bildirilmekteydi.<br />
Sulbaktam/ampisilin kombinasyonu nozokomiyal<br />
A. baumannii enfeksiyonlarında hem etkin<br />
hem de ucuz olması nedeniyle öne sürülmüştür.<br />
Ancak son çalışmalarda başta karbapeneme<br />
dirençli izolatlar olmak üzere sulbaktamın A.<br />
baumannii’ye karşı antimikrobiyal duyarlılığının<br />
azaldığı bildirilmektedir. Yine de sulbaktam,<br />
karbapeneme dirençli A. baumannii suşlarının<br />
bir kısmına karşı sahip olduğu antimikrobiyal<br />
etkinlik nedeniyle tedavi seçeneklerinden biridir.<br />
Karbapenemler<br />
Karbapenemler (imipenem, meropenem, doripenem)<br />
son yıllarda karbapeneme dirençli A.<br />
baumannii izolatlarının bildirilmesine kadar A.<br />
baumannii enfeksiyonları tedavisinin en önemli<br />
tedavi ajanları idi. Ancak tüm dünyada hızla<br />
artan karbapeneme dirençli suşların bildirilmesi<br />
ile tedavide seçenekler büyük ölçüde azalmıştır.<br />
Polimiksinler<br />
Diğer tedavi seçenekleri arasında polimiksinler,<br />
tigesiklin ve aminoglikozidler bulunmaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Polimiksin E (kolistin) ve polimiksin B, ÇİD A.<br />
baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde sıklıkla<br />
kullanılan ajanlardır. Birçok klinik çalışma<br />
polimiksin B’den ziyade kolistinin bu enfeksiyonlardaki<br />
etkinliğini araştırmaktadır.<br />
ÇİD A. baumannii izolatları büyük oranda polimiksinlere<br />
duyarlı bulunmaktadır. Bu nedenle<br />
yıllar önce kullanımda olan ancak yan etkileri<br />
nedeniyle gündemden düşen polimiksinler, ÇİD<br />
gram-negatif enfeksiyon problemi nedeniyle<br />
günümüzde tekrardan gündeme gelmiştir. Tüm<br />
dünyada yoğun bakımlardaki hastane kökenli<br />
ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarında intravenöz<br />
kolistin yaygın olarak kullanılmaktadır. Kolistin,<br />
katyonik bir polipeptid olup birçok gramnegatif<br />
basile karşı aktivitesi olan güçlü bir antimikrobiyal<br />
ajandır.<br />
Normal böbrek fonksiyonu olan hastalarda 2.5-<br />
5.0 mg/kg/gün dozunda, günde genellikle üçe<br />
bölünerek önerilmektedir.<br />
Nozokomiyal ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarının<br />
tedavisinde intravenöz kolistinin etkinliğine<br />
ve güvenilirliğine yönelik çok sayıda çalışma<br />
bulunmaktadır. Retrospektif olarak yoğun<br />
bakımda edinilmiş ÇİD A. baumannii veya<br />
Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonu (çoğunluğu<br />
VİP ve bakteremi) olan 43 ağır seyirli hastanın<br />
irdelenmesinde olguların %74.4’ünde iyi<br />
klinik yanıt alındığı gösterilmiştir. Bu seride<br />
kolistin tedavisi süresince %18.6 olguda böbrek<br />
fonksiyon bozukluğu geliştiği bildirilmiştir. Bu<br />
olguların çoğunluğunun da öncesinde böbrek<br />
yetmezliği öyküsü olduğu tespit edilmiştir.<br />
Nedene bağlı mortalite %27.9 olarak bildirilmiştir.<br />
Son çalışmalar muhtemelen daha düşük doz<br />
kullanımı, farklı ilaç formülasyonları ve dikkatli<br />
yoğun bakım monitörizasyonu nedeniyle daha<br />
düşük oranda toksisite bildirmektedir.<br />
Kolistinin en önemli yan etkileri nefrotoksisite,<br />
nörotoksisite ve solunum yetmezliğine yol açabilen<br />
nöromusküler blokajdır. Ancak birçok<br />
yeni klinik çalışma geçmişte bildirildiğinden<br />
çok daha az nefrotoksisite ve nöroroksisite bildirmektedir.<br />
Tigesiklin<br />
ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde<br />
etkin bir tedavi ajanı olan tigesiklin, yeni bir<br />
glisilsiklin olarak dikkatleri üzerine toplamıştır.<br />
Nurcan Baykam<br />
Geniş sürveyans çalışmaları sonucu in vitro olarak<br />
A. baumannii’nin tigesikline büyük oranda<br />
duyarlı olduğu gösterilmiş olmasına rağmen<br />
klinik çalışmalar çok tatmin edici değildir.<br />
Tigesiklin; minosiklin ve imipeneme dirençli<br />
izolatlar da olmak üzere birçok A. baumannii<br />
klinik suşlarına mükemmel in vitro aktivite göstermektedir.<br />
Tigesiklin, nozokomiyal ÇİD A.<br />
baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde genellikle<br />
kombinasyon tedavisinin bir parçası olarak<br />
yer almaktadır. Unutulmaması gereken şey, tigesiklinin<br />
sadece komplike intraabdominal enfeksiyonlar,<br />
komplike deri ve yumuşak doku enfeksiyonları<br />
ve toplum kökenli pnömoni tedavisi<br />
için “Food and Drug Administration (FDA)”<br />
onayı almış olmasıdır. Etkene in vitro olarak<br />
duyarlı olsa da endikasyonu dışı kullanımlarda<br />
klinik başarısızlık olasılığının yüksek olabileceği<br />
unutulmamalıdır.<br />
Son zamanlarda imipeneme dirençli Acinetobacter<br />
izolatlarında tigesiklinin etkin olabileceği gösterilmiştir.<br />
Ancak tigesikline dirençli Acinetobacter<br />
izolatlarını bildiren çalışmalar da mevcuttur.<br />
Tigesikline dirençli Acinetobacter suşlarının bildirilmesi,<br />
tigesiklinin öncelikle Acinetobacter’in<br />
duyarlı olduğu diğer ajanlarla birlikte kombine<br />
olarak kullanılması gerektiğini düşündürmektedir.<br />
Tigesiklinin ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarında<br />
kullanılmasını önerebilmek için daha<br />
fazla klinik veriye ihtiyaç vardır.<br />
Kombinasyon <strong>Tedavi</strong>si<br />
Birçok çalışma ile ÇİD A. baumannii’nin çeşitli<br />
antimikrobiyallerin sinerjistik kombinasyonlarına<br />
olan in vitro duyarlılığı araştırılmış ve<br />
sonuçlar bildirilmiştir. Bu kombinasyonlarda<br />
öncelikle karbapenemler, kolistin, rifampisin,<br />
ampisilin-sulbaktam kullanılmış ve test edilmiştir.<br />
Çalışmalar sonucunda ÇİD A. baumannii<br />
izolatlarının karbapenemler, kolistin, rifampisin<br />
ve piperasilin-tazobaktam gibi çeşitli sinejistik<br />
kombinasyonlara in vitro duyarlı oldukları gösterilmiştir.<br />
Karbapenemler birlikte sinerjistik etki gösterdiklerinden<br />
genellikle aminoglikozidler ve<br />
kolistin ile kombinasyon halinde kullanılmaktadırlar.<br />
Karbapenem, sulbaktam, tigesiklin gibi<br />
antimikrobiyaller aminoglikozid, kolistin veya<br />
rifampisin ile kombine edildiklerinde bakterisi-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 265
Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />
<strong>Tedavi</strong><br />
dal sinerji gelişmektedir. A. baumannii’ye karşı<br />
bildirilen bu sinerji in vitro çalışmalarda gösterilmiştir.<br />
Beta-laktam ajanların kombinasyonu<br />
ile sinerji artışı gösterilmemiştir. Ancak, asinetobakter<br />
enfeksiyonlarının tedavisinde kombinasyon<br />
tedavisinin monoterapiden daha etkin<br />
olup olmadığı kesin değildir. Hastanın belirgin<br />
bir komorbiditesi yoksa monoterapi yeterli olabilir.<br />
Bakteriyofaj <strong>Tedavi</strong>si<br />
Son raporlar A. baumannii’nin faj tedavisine<br />
duyarlı olduğunu göstermektedir. Acinetobacter<br />
türlerine yönlendirilen bakteriyofaj, in vitro ve<br />
in vivo belirgin litik aktivite göstermektedir.<br />
Ancak ÇİD asinetobakter enfeksiyon tedavisine<br />
yönelik randomize, kontrollü çalışma bulunmadığı<br />
bilinmelidir.<br />
KAYNAKLAR<br />
1. Bassetti M, Righi E, Esposito S, et al. Drug treatment for<br />
multidrug-resistant Acinetobacter baumannii infections.<br />
Future Microbiol 2008;3:649-60.<br />
2. Bassetti M, Repetto E, Righi E, et al. Colistin and rifampicin<br />
in the treatment of multidrug-resistant Acinetobacter<br />
baumannii infections. J Antimicrob Chemother<br />
2008;61:417-20.<br />
3. Dauner DG, May JR, Steele JCH. Assessing antibiotic therapy<br />
for Acinetobacter baumannii infections in an academic<br />
medical center. Eur J Clin Microbiol Infect Dis<br />
2008;27:1021-4.<br />
266<br />
4. Falagas ME, Karveli EA, Siempos II. Acinetobacter infections:<br />
a growing threat for critically ill patients. Epidemiol<br />
Infect 2008;136:1009-19.<br />
5. Falagas ME, Kasiakou SK. Toxicity of polymyxins: a systematic<br />
review of the evidence from old and recent studies.<br />
Crit Care 2006;10:R27.<br />
6. Jones RN, Ferraro MJ, Reller LB, et al. Multicenter studies<br />
of tigecycline disk diffusion susceptibility results for<br />
Acinetobacter spp. J Clin Microbiol 2007;45:227-30.<br />
7. Kallel H, Bahloul M, Hergafi L, et al. Colistin as a salvage<br />
therapy for nosocomial infections caused by multidrugresistant<br />
bacteria in the ICU. Int J Antimicrob Agents<br />
2006;28:366-9.<br />
8. Michalopoulos A, Falagas ME. Treatment of Acinetobacter<br />
infections. Expert Opin Pharmacother 2010;11:779-88.<br />
9. Michalopoulos A, Tsiodras S, Rellos K, et al. Effectiveness<br />
and safety of colistin treatment in patients with ICUacquired<br />
infections due to multiresistant gram-negative<br />
bacteria: the renaissance of an old antibiotic. Clin<br />
Microbiol Infect 2005;11:115-21.<br />
10. Murray CK, Hospenthal DR. Treatment of multidrug resistant<br />
Acinetobacter. Curr Opin Infect Dis 2005;18:502-6.<br />
11. Mushtaq S, Ge Y, Livermore DM. Comparative activities<br />
of doripenem versus isolates, mutants, and transconjugants<br />
of Enterobacteriaceae and Acinetobacter spp. with<br />
characterized beta-lactamases. Antimicrob Agents<br />
Chemother 2004;48:1313-9.<br />
12. Zhanel GG, DeCorby M, Nichol KA, et al. Antimicrobial<br />
susceptibility of 3931 organisms isolated from intensive<br />
care units in Canada: Canadian National Intensive Care<br />
Unit Study, 2005/2006. Diagn Microbiol Infect Dis<br />
2008;62:67-79.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Sözlü Bildiriler<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 267
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />
S01-S07<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 269
270<br />
S01<br />
Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hastalarda Antibiyotik<br />
Tüketimi ve Maliyeti<br />
Şerife Akalın 1 , Selmin Çaylak 1 , Güneş Özen 1 , Hüseyin Turgut 1<br />
1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Denizli<br />
AMAÇ: Bu çalışmada Pamukkale Üniversitesi Hastanesinde yatan hastalarda antibiyotik kullanımının tek günlük maliyeti<br />
ve tüketimini değerlendirmeyi amaçladık.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanede yatmakta olan ve antibiyotik kullanan tüm hastalar 28 Ocak 2010 tarihinde enfeksiyon<br />
hastalıkları araştırma görevlileri tarafından ziyaret edilerek kişisel bilgiler, hastalıklarına ait bilgiler, çalışma günü<br />
kullanmış oldukları antibiyotikler ve dozları hasta dosyası ve hemşire gözlem kağıtları incelendikten sonra bir forma<br />
kaydedilmiştir. Bir hafta sonra ikinci kez ziyaret edilerek eksik bilgiler tamamlanmıştır. Hastaların antibiyotik kullanım<br />
maliyetleri Türk Lirası olarak hesaplanmış ve daha sonra çalışma gününe ait merkez bankası kuru esas alınarak<br />
Amerikan Dolarına çevrilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenmiş tanımlanmış gün-doz (TGD) değerleri baz<br />
alınarak çalışma gününe ait TGD miktarı ve antibiyotik kullanım oranı Antibiyotik Tüketim İndeksi (ATİ) hesaplanmıştır.<br />
BULGULAR: Çalışma gününde 316 hastanın 167 (%52.8)’sinin antibiyotik kullandığı saptanmıştır. Antibiyotikler 80<br />
(%47.9) hastada ampirik, 18 (%10.8) hastada kanıta dayalı, 61 (%36.5) hastada cerrahi profilaksi ve 8 (%4.8) hastada<br />
medikal profilaksi amaçlı kullanılmıştır. Çalışma gününde hastanede yatmakta olan hastaların %25.9’una hastane<br />
enfeksiyonu tanısı konulmuştur. En sık kullanılan antibiyotiklerin sırasıyla sefalosporinler, beta-laktamaz inhibitörlerinin<br />
de dahil olduğu penisilin kombinasyonları, karbapenemler ve glikopeptidler olduğu görüldü. Bu antibiyotiklerin<br />
tüketim indeksleri sırasıyla 24.14 TGD/100 hasta-gün, 14.34 TGD/100 hasta-gün, 7.1 TGD/100 hasta-gün ve 4.75<br />
TGD/100 hasta-gün olarak hesaplandı. Pamukkale Üniversitesi Hastanesinde bir günlük TGD 222.66 ve ATİ değeri<br />
70.46 TGD/100 hasta-gün bulunmuştur. Antibiyotik kullanımı servislere göre değerlendirildiğinde yoğun bakım ünitelerinde<br />
100.28, cerrahi servislerde 97.98 ve medikal servislerde 47.58 TGD/100 hasta-gün olarak bulundu. Hastane<br />
günlük antibiyotik kullanım maliyeti 6077.92 dolar (enfekte hasta başına 36.4 dolar), antifungal kullanım maliyeti<br />
1319.65 dolar (enfekte hasta başına 131.97 dolar) olarak hesaplanmıştır.<br />
SONUÇ: Hastanelerin antibiyotik tüketim oranı ve maliyetinin hesaplanması diğer hastanelerle karşılaştırma olanağı<br />
sağlayacaktır. Böylece antibiyotik kullanım politikaları yeniden gözden geçirilebilecektir.<br />
S02<br />
Beyin Cerrahisi Operasyonu Sonrası Metisiline Dirençli<br />
Stafilokokal Menenjitin <strong>Tedavi</strong>sinde Linezolidin Etkinliği: 17 Olgu<br />
Selin Bardak Özcem 1 , Oğuz Reşat Sipahi 1 , Tuncer Turhan 2 , Bilgin Arda 1 , Hüsnü Pullukçu 1 ,<br />
Mete Ruksen 2 , Şöhret Aydemir 3 , Tayfun Dalbastı 2 , Taşkın Yurtseven 2 , Mehmet Zileli 2 ,<br />
Sercan Ulusoy 1<br />
1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />
2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir<br />
3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />
AMAÇ: Linezolid, beyin omurilik sıvısı (BOS)’na geçişi iyi olan bakteriyostatik bir antibiyotiktir. Bu çalışmanın amacı<br />
metisiline dirençli stafilokokal [metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) veya koagülaz-negatif stafilokok<br />
(MRKNS)] menenjitin tedavisinde linezolidin etkinliğini değerlendirmektir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2006 ve Eylül 2010 tarihleri arasında, hastanemizde BOS kültüründe MRSA veya MRKNS<br />
üreyen, tedavide linezolid kullanılmış olan metisiline dirençli stafilokok menenjitli erişkin (> 18 yaş) hastaların verileri<br />
kullanılmıştır. Demografik, klinik ve laboratuvar bilgileri, predispozan faktörler, tedaviye yanıt, tedavi sonu sonuçlar<br />
düzenli olarak yapılan vizitlerde kaydedilmiştir. MRKNS menenjiti için BOS direkt muayenesinde 250 hücre/mm 3 olması<br />
ve iki ayrı BOS örneğinde aynı etkenin üremesi kriterleri kullanılmıştır.<br />
BULGULAR: Linezolid ile tedavi edilmiş ve yukarıdaki kriterlere uyan toplam 17 hastada etkenler 9’unda MRKNS,<br />
7’sinde MRSA, bir hastada MRKNS ile birlikte MRSA şeklindeydi. Tüm hastalar, beyin cerrahisi operasyonu geçirmişti ve<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
CDC kriterlerine göre hastane kaynaklı menenjit olarak değerlendirildi. On hastada şant enfeksiyonu vardı ve bunlara<br />
antibiyotiğin yanında ekstraventriküler drenaj ve tekrar şant operasyonu da uygulandı. Linezolit ile tedavinin beşinci<br />
gününde mikrobiyolojik başarı oranı %88 (MRSA için 7/8, MRKNS için 9/10) olarak saptandı. Linezolide yanıtsız<br />
MRKNS menenjiti vankomisin ve rifampisin kombinasyonu ile başarılı şekilde tedavi edilirken, yanıtsız MRSA menenjiti<br />
daptomisin eklenmesine rağmen kaybedildi. Linezolid ile ilişkili ciddi yan etki olmadı. Altı aylık sağkalım MRSA menenjitinde<br />
2/8, MRKNS menenjitinde 5/10’du. Takipte tekrarlayan menenjite rastlanmadı.<br />
SONUÇ: Hayati tehlikesi olan, beyin cerrahisi girişimleri sonrası gelişen hastane kaynaklı MRSA ve MRKNS’ye bağlı<br />
merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının tedavisinde linezolid başarıyla kullanılabilir.<br />
S03<br />
Mukormikoz: 12 Olgunun Değerlendirilmesi<br />
Bilgin Arda 1 , Aytaç Erdem 1 , Oğuz Reşat Sipahi 1 , Meltem Işıkgöz Taşbakan 1 ,<br />
Hüsnü Pullukçu 1 , Mehmet Sezai Taşbakan 2 , Naim Ceylan 3 , Dilek Yeşim Metin 4 ,<br />
Raşit Midilli 5 , Tansu Yamazhan 1 , Sercan Ulusoy 1<br />
1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />
2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir<br />
3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />
4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />
5 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, İzmir<br />
AMAÇ: Mukormikoz nadir görülen ve sıklıkla yüksek mortalite ile seyreden invaziv bir mantar enfeksiyonudur. Pulmoner<br />
mukormikoz ve yaygın formu bağışıklığı baskılanmış olgularda, rinoserebral formu ise diyabetli olgularda daha sık<br />
görülmektedir. Bu makalede hastanemizde izlenen mukormikoz olgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 2007 ile 2010 yılları arasında takip edilen erişkin<br />
(yaş > 18) mukormikoz olguları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Mukormikoz tanısı “European Organization<br />
for Research and Treatment of Cancer/Mycoses Study Group (EORTC/MSC)” kriterlerine göre konulmuştur. Olgular,<br />
demografik özellikler, altta yatan hastalıklar, laboratuvar, klinik ve tedavi sonuçları açısından değerlendirilmiştir.<br />
BULGULAR: Toplam 12 mukormikoz (6 kadın, 6 erkek yaş ortalaması 50.83 ± 18.27) olgusu değerlendirilmiştir.<br />
EORTC/MSG kriterlerine göre on olgu kesin, iki olgu ise yüksek olası mukormikoz tanısı almıştır. Klinik olarak altı olgu<br />
rinoorbital, dört olgu rinoserebral, bir olgu pulmoner, bir olgu ise hem rinoserebral hem de pulmoner formda idi. Altta<br />
yatan hastalıklar açısından değerlendirildiğinde altı olguda hematolojik hastalık, üç olguda ise diyabet bulunmaktaydı.<br />
Hematolojik hastalığı bulunan üç olguda vorikonazol profilaksisi risk faktörü olarak saptanmıştır. Yüksek ateş, yüzde<br />
ve gözde ödem en sık görülen semptom ve bulgulardır. Çalışmaya katılan olgularda mortalite oranı %50 olarak bulunmuştur.<br />
Olguların tümüne sistemik antifungal tedavi uygulanmasına karşın ancak beş olguda cerrahi girişim uygulanabilmiştir.<br />
Ortalama antifungal tedavi süresi 60.8 ± 47.4 gündür. Cerrahi tedavi alan olgularda mortalite oranları<br />
daha düşük olmakla beraber fark istatistiksel olarak anlamlı değildir (2/5 vs. 4/7, p> 0.05).<br />
SONUÇ: Çalışmamızda mukormikozlu olgularda hematolojik hastalıklar ve diabetes mellitus en sık altta yatan hastalık<br />
olarak dikkati çekmektedir. Hematolojik hastalığı bulunan 3 olguda vorikonazol profilaksisi altındayken mukormikoz<br />
gelişmesi ilgi çekicidir. Mukormikoz hızlı ve yüksek oranda mortaliteye sebep olan bir enfeksiyon olduğundan özellikle<br />
risk gruplarını iyi değerlendirmek, erken tanı ve tedavi için tüm imkanları kullanmak gereklidir. Çalışmamız, ülkemizden<br />
bildirilen tek merkezden sunulan en geniş seri olması ve posakonazol ile tedavi edilen ilk mukormikoz olgularını<br />
içermesi nedeniyle önemlidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 271
272<br />
S04<br />
Yeni Kurulan Bir Üniversite Hastanesinde Cerrahi Antibiyotik<br />
Profilaksisinin Değerlendirilmesi<br />
İlknur Erdem 1<br />
1 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ<br />
AMAÇ: Antibiyotiklerin en sık kullanıldığı alanlardan birisi cerrahi antibiyotik profilaksisidir. Cerrahi antibiyotik profilaksisi,<br />
antibiyotiklerin veya antimikrobiyal ajanların perioperatif dönemde enfeksiyon olmadan veya gelişmeden önce<br />
enfeksiyon gelişmesini önlemek amacıyla uygulanmasıdır. Temiz-kontamine ve protez uygulanan temiz girişimlerin<br />
tümünde profilaksi endikasyonu vardır. Cerrahi antibiyotik profilaksisinde yapılan yanlış uygulamalar hastaya gereksiz<br />
yere antibiyotik verilmesine, antibiyotik direnci gelişmesine ve maliyet artışına neden olmaktadır. Bu bildiride hastanemizde<br />
cerrahi antibiyotik profilaksisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde 01 Ekim-31 Aralık 2010 tarihleri<br />
arasında topikal antibiyotik uygulaması yapılan ve kontamine veya kirli operasyonlar dışında, opere edilen 235 hastanın<br />
cerrahi antibiyotik profilaksi uygulaması değerlendirilmiştir. Hastanemizde ameliyathaneler açılmadan önce Enfeksiyon<br />
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi olarak tüm cerrahi birimlere<br />
cerrahi antibiyotik profilaksi uygulaması ile ilgili bilgilendirme yapılmıştır. Opere edilen tüm hastalar Enfeksiyon Kontrol<br />
Komitesi tarafından düzenlenmiş olan cerrahi girişim günlük takip formu ile izlenmektedir.<br />
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 235 hastanın 158 (%67)’ine cerrahi antibiyotik profilaksisi uygulanmıştı. Operasyonların<br />
45 (%19.2)’i baş-boyun, 44 (%18.8)’ü jinekolojik-obstetrik, 44 (%18.8)’ü genel (gastrointestinal, tiroid,<br />
meme, fıtık), 34 (%14.5)’ü ürolojik, 28 (%11.9)’i ortopedik, 20 (%8.6)’si pediatrik, 9 (%3.9)’u nöroşirürjikal, 9<br />
(%3.9)’u plastik ve rekonstrüktif, 1 (%0.4)‘i oftalmik cerrahi idi. Operasyonların 106’sı temiz, 129’u temiz-kontamine;<br />
profilaksi uygulama süresi ortalama 1.8 gün idi. 24 (%15) hastada tek doz, 53 (%34) hastada 24 saat, 47 (%30)<br />
hastada 2 gün, 18 (%11) hastada 3 gün, 13 (%8) hastada 4 gün, 2 (%0.9) hastada 5 gün, 1 (%0.4) hastada 6 gün<br />
antibiyotik uygulanmış idi. En uzun profilaksi süresi bir hasta ile 6 gün idi. En sık kullanılan antibiyotik sefazolin (%84)<br />
olup, bu antibiyotiği seftriakson (%5.7), sulbaktam-ampisilin (%5), metronidazol (%2.5), sefuroksim aksetil (%1.2),<br />
amoksisilin-klavulanik asit (%1.2), klindamisin (%0.6), siprofloksasin (%0.6) izlemekte idi. 232 (%98.7) hastada tek<br />
antibiyotik kullanılmış iken, 3 (%1.3) hastada birden fazla antibiyotik kullanılmıştı. Tüm hastalarda antibiyotikler parenteral<br />
yolla ve ameliyattan 30-60 dakika önce veya anestezi indüksiyonu esnasında, uygun dozlarda verilmişti. 146<br />
(%92) hastada profilaktik antibiyotik seçimi uygun idi. 25 (%16) hastada endikasyonu olmayan cerrahi antibiyotik<br />
profilaksi uygulaması vardı.<br />
SONUÇ: Hastanemizde cerrahi antibiyotik profilaksi uygulamasında bazı hatalar olduğu görülmektedir. En sık yapılan<br />
hatalar %21 oranı ile cerrahi antibiyotik süresinin uzunluğu ve %16 oranı ile gereksiz profilaksi uygulamasıdır.<br />
Uygunsuz profilaksiyi önlemek için cerrahi birimlerde “Antibiyotik Profilaksi Talimatı”nın oluşturulması ve antibiyotik<br />
profilaksisinin endike olduğu durumlarda uygulanması sağlanmalıdır.<br />
S05<br />
Toplum Kökenli Komplike Olmayan Selülit Olgularının<br />
<strong>Tedavi</strong>sinde Ampisilin-Sulbaktam, Klindamisin ve Sefazolinin<br />
Etkinliğinin Karşılaştırılması<br />
İsmail Yunus Çelebi 1 , Meltem Avcı 1 , Onur Özgenç 1<br />
1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />
AMAÇ: Kliniğimizde yatarak tedavi edilen selülit olgularının demografik özelliklerinin, eşlik eden predispozan faktörlerin,<br />
fizik bakı ve laboratuvar bulgularının ve sık kullanılan antibiyotiklerden ampisilin-sulbaktam, klindamisin ve<br />
sefazolinin etkinliğinin irdelenmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 2007-2009 yılları arasında hastanemiz acil servis ve enfeksiyon hastalıkları polikliniğine başvuran<br />
hastalardan, toplum kökenli, komplike olmayan, selülit tanısı alan ve enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji<br />
servisine yatırılan 104 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik ve laboratuvar olarak enflamasyon bulguları 3-5. günlerde<br />
düzelen veya gerileyen olgular, tedaviye yanıtlı olarak değerlendirildi.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
BULGULAR: Olguların %65’i erkek olup, yaş ortalaması 54.2 ± 17.5 (16-98) idi. En sık başvuru yakınmaları ağrı,<br />
şişlik, kızarıklık ve hassasiyetti. Alt ekstremite (%87) en sık saptanan yerleşim bölgesiydi. Tinea pedis (%49), diabetes<br />
mellitus (%25), travma (%17) ve venöz yetmezlik (%16) predispozan faktörlerin çoğunluğunu oluşturmaktaydı.<br />
Başlangıç ateş ortalaması 37.5 ± 1.01ºC olup, olguların %42’sinde ateşin 38ºC ve üstünde olduğu saptandı. Elli bir<br />
olguya ampisilin-sulbaktam (4 x 1.5 g IV), 32 olguya klindamisin (3 x 600 mg IV) ve 21 olguya sefazolin (3 x 1 g IV)<br />
başlandı. Başlangıç ampirik antibiyotik tedavisine yanıt değerlendirildiğinde; ampisilin-sulbaktam başlanan hastaların<br />
36 (%71)’sının, klindamisin başlanan hastaların 24 (%75)’ünün, sefazolin başlanan hastaların 15 (%71)’inin tedaviye<br />
olumlu yanıt verdiği görüldü. <strong>Tedavi</strong> etkinliği açısından gruplar arasında fark saptanmadı (p> 0.05). Ampirik antibiyotik<br />
tedavilerine, toplamda %28 oranında yanıt alınamadı. Başlangıç tedavisine klinik iyileşme yanıtı vermeyen hastalarda;<br />
ateş, CRP, kan lökosit ortalamalarının, tedaviye yanıt veren hastalara göre, daha yüksek olduğu gözlendi (p< 0.05).<br />
SONUÇ: Bu veriler ışığında ampisilin-sulbaktam, klindamisin veya sefazolin ile tedaviye başlanan ve özellikle başlangıç<br />
ateş, CRP, kan lökosit değerleri yüksek olan hastaların tedaviye yanıt yönünden yakından izlenmesi ve olumlu tedavi<br />
yanıtı alınamayan hastalarda, tedavi değişikliğine gidilmesinin uygun olacağı sonucuna varıldı.<br />
S06<br />
Pandrug Dirençli A. baumannii ve P. aeruginosa<br />
Enfeksiyonlarında Doripenem Deneyimi<br />
Şaban Esen 1 , İsmail Hakkı Horoz 1 , Ahmet Dilek 1 , Fatma Ülger 1 , Hava Yılmaz 1 ,<br />
Mustafa Sünbül 1 , Hakan Leblebicioğlu 1<br />
1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Samsun<br />
AMAÇ: Dirençli gram-negatif bakterilerin etken olduğu enfeksiyonlar yoğun bakımlarda tedavi güçlüğüne ve mortaliteye<br />
neden olmaktadır. Ülkemizde yeni kullanıma giren bir karbapenem olan doripenemin nozokomiyal pnömoni ve<br />
bakteriyemi olgularındaki kullanımına ait deneyimin paylaşılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Mayıs 2010-Ocak 2011 arası yoğun bakımda gelişen enfeksiyonlar nedeni ile doripenem kullanılan<br />
18 erişkin hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi.<br />
BULGULAR: Hastaların 10’u erkekti, 17’si nozokomiyal pnömoni (16’sı ventilatör ilişkili pnömoni), 1’i bakteriyemi,<br />
1’i de nozokomiyal pnömoni tanısı almıştı. Ventilatör ilişkili pnömonili olguların 7’sinde aynı zamanda bakteriyemi<br />
mevcuttu. Hastaların 6’sında Pseudomonas aeruginosa, 6’sında Acinetobacter baumannii, 6’sında da P. aeruginosa<br />
ile birlikte A. baumannii etken olarak izole edildi. A. baumannii izolatlarının hepsi pandrug dirençli (sadece kolistin<br />
duyarlı), P. aeruginosa izolatlarının da 6 tanesi pandrug dirençli idi. <strong>Tedavi</strong>de doripeneme ilave olarak 9 hastaya kolistin,<br />
3 hastaya amikasin, 1 hastaya tigesiklin, 1 hastaya sefoperazon-sulbaktam, 1 hastaya da levofloksasin verildi.<br />
Doripenem intravenöz yolla 4 saatlik infüzyon şeklinde verildi. On sekiz hastanın 7’si öldü (%39), bu hastaların 4’ünde<br />
P. aeruginosa (3’ü pandrug dirençli), 2’sinde A. baumannii (hepsi pandrug dirençli), birinde de her iki mikroorganizma<br />
birlikte etkendi. Ölenlerden sadece birinde duyarlı P. aeruginosa etkendi. Ölen hastaların 3’ünde kan kültür pozitifliği<br />
vardı. Pandrug dirençli olan 14 olgunun 6 (%43)’sı öldü.<br />
SONUÇ: Pandrug dirençli A. baumannii ve P. aeruginosa’nın etken olduğu yoğun bakım enfeksiyonlarında doripenem<br />
diğer antibiyotikler ile kombine olarak kullanılabilecek bir ajandır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 273
274<br />
S07<br />
C Grubu Streptokok Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi<br />
Meltem Avcı 1 , Onur Özgenç 1 , Seher Ayten Coşkuner 1 , Altan Gökgöz 1<br />
1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />
AMAÇ: C grubu streptokoklar sıklıkla hayvanlarda hastalık oluşturmakla birlikte, insanlarda nadiren fırsatçı ve hastane<br />
kaynaklı enfeksiyon etkenidirler. Bu çalışmada C grubu streptokok enfeksiyonlarında, epidemiyolojik, klinik ve mikrobiyolojik<br />
özelliklerin, tedavi ve prognozunun değerlendirilmesi amaçlandı.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize 2005-2010 yılları arasında başvuran, C grubu streptokok enfeksiyonu tanısı alan<br />
14 erişkin hasta retrospektif olarak incelendi. Streptokok izolatları Lancefield grup lateks aglütinasyon testi ile (Streptococcal<br />
Grouping Kit; BD BBL, ABD) karşılaştırıldı. API Rapid ID 32 Strep sistemi (bioMérieux, Fransa) kullanılarak suşlar<br />
tanımlandı.<br />
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 64.21 ± 19.17 (26-87) olup, %71’i erkekti. Olguların %43’ü<br />
enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji kliniğinde, %29’u diğer dahili kliniklerinde yatmaktaydı. Olguların beşi<br />
deri ve yumuşak doku enfeksiyonu, ikisi yüzeyel cerrahi alan enfeksiyonu ve ikisi farenjitti. Diğer olgular menenjit,<br />
prepatellar bursit, solunum sistemi enfeksiyonu, kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu ve peritonit olarak belirlendi.<br />
Hastane kaynaklı enfeksiyon oranı %21 olarak saptandı. Olguların tümünde altta yatan hastalık vardı. En sık saptanan<br />
altta yatan hastalık; kalp hastalığı (%79) olarak bulundu. Hastalık oluşturan türlerin sıklık sırasıyla S. equisimilis (%86),<br />
S. zooepidemicus (%7) ve S. equi (%7) olduğu saptandı. Menenjit olgusu dışında tüm olgular iyileşme ile sonuçlandı.<br />
C grubu streptokok türlerinde penisiline, ampisiline, üçüncü kuşak sefalosporinlere ve vankomisine direnç gözlenmedi.<br />
SONUÇ: C grubu streptokok enfeksiyonları çoğunlukla yaşlı, erkek ve altta yatan hastalığı olan hastalarda görüldü.<br />
Deri ve yumuşak doku enfeksiyonları, en sık saptanan enfeksiyon tipi, S. equisimilis en sık izole edilen tür olarak gözlendi.<br />
Menenjit gibi invaziv ve mortalitesi yüksek enfeksiyonlara yol açan C grubu streptokokların önemi vurgulandı.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Hastane Enfeksiyonları 1<br />
S08-S13<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 275
276<br />
S08<br />
Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi<br />
Hastane Enfeksiyonları Sürveyansı 2010 Yılı Sonuçlarının<br />
Değerlendirilmesi<br />
Ömer Evirgen 1 , Vicdan Köksaldı Motor 1 , Yusuf Önlen 1 , Melek İnci 2 , Şule Şahin 1<br />
1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay<br />
2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay<br />
AMAÇ: Bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde hastane enfeksiyonlarının izlenmesi<br />
ve uygun önlemlerin alınması amacıyla yapılan sürveyans çalışmalarının 2010 yılı sonuçları değerlendirildi.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 1 Nisan 2010-31 Aralık 2010 tarihleri arasında 12 yataklı karma yoğun bakım ünitesinde hasta temelli, aktif,<br />
prospektif sürveyans yapıldı. Hastane enfeksiyonları tanılarının konulmasında Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tanı kriterleri<br />
kullanıldı. İzole edilen mikroorganizmaların antibiyotik duyarlılıkları Klinik ve Laboratuvar Standartları Enstitüsü (CLSI) kriterlerine<br />
göre disk difüzyon yöntemi ve VİTEK 2 Compact (bioMérieux, Fransa) otomatize tanımlama sistemi ile incelendi.<br />
BULGULAR: 2010 yılı Nisan-Aralık ayları arasında toplam 292 hasta yatırılarak 2942 hasta günü izlendi. Bu sürede 74 hastane enfeksiyonu<br />
tanısı konuldu ve hastane enfeksiyonu insidans dansitesi binde 25.15 olarak hesaplandı. Ventilatör kullanım oranı %64,<br />
ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) hızı binde 7.94; üriner kateter kullanım oranı %92, kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyon (Kİ-ÜSE)<br />
hızı binde 8.88, santral venöz kateter (SVK) kullanım oranı %42 idi. Kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu (Kİ-KDE) saptanamadı.<br />
Tüm hastane enfeksiyonlarının %41.9’u kan dolaşımı enfeksiyonu (KDE), %32.4’ü Kİ-ÜSE, %20.3’ü VİP ve %5.4’ü de pnömoniydi.<br />
Hastane enfeksiyonu tanısı konulan hastalardan 74 mikroorganizma izole edildi. Bunların sırasıyla %35.1 Acinetobacter baumannii,<br />
%21.6 Candida spp., %16.2 Escherichia coli, %8.1 Pseudomonas aeruginosa, %6.8 koagülaz-negatif stafilokok (KNS), %6.8 Enterococcus<br />
faecalis, %5.4 Staphylococcus aureus idi. S. aureus suşlarında metisilin direnci %50, KNS’lerde metisilin direnci %100, E.<br />
coli suşlarında genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) pozitifliği %66.7, P. aeruginosa suşlarında karbapenem direnci %33.3 ve<br />
A. baumanni suşlarında karbapenem direnci %80.8 olarak bulunurken, enterokok suşlarında vankomisin direnci görülmedi. Candida<br />
spp.’lerde çalışılan antifungallere direnç saptanmadı.<br />
SONUÇ: 2010 verilerimiz Türkiye Hastane Enfeksiyonları Sürveyans sonuçları ile karşılaştırıldığında üriner kateter enfeksiyon oranlarımızın<br />
çok yüksek olduğu, ayrıca SVK ve ventilatör kullanım oranlarımızın yüksek olmasına karşın Kİ-KDE ve VİP hızlarımızın daha<br />
düşük olduğu görülmektedir. Yoğun bakımımızda Acinetobacter türleri ise en fazla görülen etkendir. Bu sonuçlar hastane enfeksiyonu<br />
tanısı koymada eksiğimiz olduğunu ve hastanemiz yoğun bakım ünitesinde enfeksiyon kontrol önlemleri konusunda yetersizlik<br />
olduğunu düşündürmektedir.<br />
S09<br />
Yeni Açılan Bir Otelde Görülen Lejyoner Hastalığı<br />
Salgınının Analizi<br />
Haluk Erdoğan 1 , Hande Arslan 1<br />
1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Bu çalışmada Alanya’da yeni açılan bir otelde görülen lejyoner hastalığına bağlı küçük bir salgının analizi<br />
yapılmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Altı yüz yatak kapasiteli yeni bir otel 15 Mayıs 2009 tarihinde açılmıştır. İlk Lejyoner hastası tanısı 21<br />
Mayıs’da konmuştur. Hastane kayıtlarımızda aynı otelde konaklayan ve toplum kaynaklı pnömoni tanısıyla izlenen başka<br />
bir hasta olduğu öğrenilmiş ve bu hastanın da lejyoner hastası olduğu doğrulanmıştır. Antalya Sağlık İl Müdürlüğü ve Otel<br />
yöneticileri Lejyoner hastalığı kümeleşmesi hakkında bilgilendirilmiştir. Yeni olguları erken tespit etmek ve erken tedavilerini<br />
başlamak için olgu bulma çalışmaları yanında otelde lejyoner hastalığını önlemek için T.C. Sağlık Bakanlığı Lejyoner hastalığı<br />
kontrol programının uygulanması sağlanmıştır. Lejyoner hastalığının kesin tanısında idrarda Legionella antijen testi kullanılmıştır.<br />
Balgam alınabilen hastalarda Legionella kültürü yapılmış ve serumlarında Legionella pneumophila serogrup 1-6 karşı<br />
antikor araştırılmıştır.<br />
BULGULAR: Salgın süresince toplam 5 kesin ve 1 olası Lejyoner hastası tespit edilmiştir. Hastalardan birisi hayatını kaybetmiştir.<br />
Salgın süresince hastanemizde yüksek ateşi olup pnömoni saptanmayan 26 olgunun daha tedavisi yapılmıştır. Otelin<br />
su sistemlerinde Legionella bakterisi araştırmak için alınan 13 su örneğin 11’inde L. pneumophila serogrup 1 izole edilmiştir.<br />
SONUÇ: Bu salgın yeni açılan otellerin su sisteminin de Legionella kolonizasyonu açısından risk taşıdığını göstermektedir. Bu<br />
nedenle, otellerin açılmasından önce Legionella bakterisine yönelik bir kontrol programı mutlaka uygulanmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S10<br />
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2010<br />
Yılında Saptanan Hastane Enfeksiyonları<br />
M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Ayşe But 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />
Şenol Kurşun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />
3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Sağlık kuruluşlarında etkili enfeksiyon kontrol programları oluşturmak için güvenilir sürveyans sonuçlarına<br />
ihtiyaç vardır. Çalışmamızda 1180 yataklı hastanemizde 2010 yılında saptanan hastane enfeksiyonları, sık karşılaşılan<br />
etkenler ve antibiyotik direnci değerlendirilmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemizde yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı, dahili ve cerrahi kliniklerde laboratuvara<br />
dayalı aktif sürveyans yöntemi ile hastane enfeksiyonları izlenmektedir. Hastane enfeksiyonlarının tanımlanmasında<br />
“Centers for Disease Control and Prevention (CDC)” kriterleri kullanılmıştır. Etken mikroorganizmaların tanımlanmasında<br />
konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2 /Biomerioux, Fransa) kullanılmıştır.<br />
BULGULAR: Hastanemizde 2010 yılında 29.146 hasta toplam 201.293 hasta gününde yatmıştır. Bu hastalarda 835<br />
hastane enfeksiyonu saptanmıştır. Hastane enfeksiyon dansitesi bin hasta gününde 4.15 olarak hesaplanmıştır. Hastane<br />
enfeksiyonlarının %72.9’u yoğun bakımda yatan hastalarda saptanmıştır. Sistem tutulumuna göre ilk sırada<br />
solunum sistemi (%30.6), ikinci sırada üriner sistem (%25.9) ve üçüncü sırada kan dolaşımı enfeksiyonları (%22.2)<br />
geldiği görülmüştür. Hastane genelinde 2010 yılında 957 etken saptanmış; bunların arasında ilk sırada Acinetobacter<br />
spp. (%29.4), ikinci sırada Pseudomonas spp. (%17.7) ve üçüncü sırada kandidalar (%12.3), daha sonra Klebsiella<br />
spp. (%11.1) ve Staphylococcus spp. (%9.8) yer almıştır. Hastane enfeksiyonu etkeni Acinetobacter suşlarında çeşitli<br />
antibiyotiklere karşı direnç oranları şöyledir; netilmisin %33.3, piperasilin-tazobaktam %99.6, imipenem ve meropenem<br />
direnci %95.3’tür. Bu suşların hiçbirinde kolistin direnci saptanmamıştır. Staphylococcus aureus suşlarında metisilin<br />
direnci %85.1 olarak bulunmuştur. İzole edilen Klebsiella spp.’de genişlemiş spekturumlu beta-laktamaz direnci<br />
%83.9’da görülmüştür.<br />
SONUÇ: Hastanemizde görülen gram-negatif mikroorganizmalardaki direnç yüksekliği enfeksiyon kontrol programlarının<br />
oluşturulması ve yürütülmesinin önemini ortaya koymaktadır.<br />
S11<br />
Nozokomiyal Acinetobacter spp. Enfeksiyonları: Dört Yıllık<br />
Değerlendirme<br />
M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Selim Sırrı Eren 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />
Şenol Kurşun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />
3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Son yıllarda nozokomiyal Acinetobacter spp. enfeksiyonlarının sayısında artış bildirilmektedir. Bu çalışmada<br />
sağlık sistemi ilişkili Acinetobacter baumannii enfeksiyonlarının epidemiyolojik özellikleri ve antibiyotik duyarlılık değişikliklerinin<br />
incelenmesi planlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde<br />
yatan hastalardan hastane enfeksiyon etkeni olan Acinetobacter spp. çalışmaya alınmıştır. Hastanemizde servislerde<br />
aktif prospektif laboratuvara dayalı ve yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı aktif sürveyans yapılmaktadır. Nozokomiyal<br />
enfeksiyonların tanısı CDC kriterlerine göre konulmuştur. İzole edilen Acinetobacter suşlarının tanımlanmasında<br />
konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2 /Biomerioux, Fransa) kullanılmış ve antibiyotik duyarlılık testleri<br />
disk difüzyon yöntemiyle ve otomatize sistemde yapılmıştır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 277
BULGULAR: Çalışmamızda 2007 yılında hastane enfeksiyonu etkeni olarak toplam 1006 mikroorganizma izole edilmiş<br />
olup bunların %15.2’si Acinetobacter spp. oluşturmaktadır. Acinetobacter spp.’nin 2008, 2009 ve 2010 yıllarındaki<br />
izolasyon oranları sırasıyla; %15.1, %29.1 ve %29.8’dir. Hastane enfeksiyon etkeni Acinetobacter spp.’nin<br />
izolasyon oranları yıllar içerisinde istatistiksel olarak anlamlı artış gözlenmiştir (p< 0.05). Hastane enfeksiyonu etkeni<br />
Acinetobacter spp. arasında A. baumannii’nin oranı %68’dir. Etkenin bölgelere göre dağılımı incelendiğinde ilk sırada<br />
solunum sistemi enfeksiyonu (%47), daha sonra cerrahi alan enfeksiyonu (%20.5) ve üçüncü sırada kan dolaşımı<br />
enfeksiyonu (%14.6) görülmüştür. İzole edilen Acinetobacter spp.’nin %73.9’u yoğun bakımda yatan hastalardan<br />
üremiştir. İzole edilen suşlara karşı 2007 yılında en etkili antibiyotiklerin netilmisin, gentamisin ve karbapenemler iken<br />
2010 yılında karbapenemlere karşı istatistiksel olarak da anlamlı direnç artışı bulunmuştur (p< 0.001).<br />
SONUÇ: A. baumannii hastanemizde yoğun bakım hastalarında öncelikli sorun mikroorganizmadır. Bu suşlarda görülen<br />
karbapenem direnci hastaların tedavi seçeneklerini kısıtlamaktadır.<br />
278<br />
S12<br />
Bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yoğun Bakım<br />
Ünitelerinde Alet İlişkili Enfeksiyon Hızlarının<br />
Değerlendirilmesi<br />
M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Ayşe But 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />
Feride Alaca Coşkun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />
3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Sağlık sistemi ilişkili enfeksiyonlarının en çok görüldüğü bölümlerin başında yoğun bakım üniteleri (YBÜ)<br />
gelmektedir. Bu çalışmada hastanemizde bulunan YBÜ’lerde görülen invaziv alet ilişkili enfeksiyonları saptamak amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışma hastanemizde bulunan üç ayrı YBÜ’de 2007 ile 2010 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.<br />
Hastanemizde yoğun bakım ünitesinde yatan hastalara aktif prospektif hastaya dayalı sürveyans uygulanmaktadır.<br />
Hastalara nozokomiyal enfeksiyon tanısı CDC kriterlerine göre konulmuş ve alet ilişkili enfeksiyon hızları ve alet<br />
kullanım oranları hesaplanmıştır.<br />
BULGULAR: Dört yıllık çalışma süresince YBÜ’lerde 7646 hasta, toplam 60.529 yoğun bakım hasta gününde yatmıştır.<br />
Bu hastalarda 1207 invaziv araç ilişkili enfeksiyon saptanmış ve enfeksiyon dansitesi 1000 yoğun bakım hasta günü<br />
için 19.94 olarak hesaplanmıştır. Karma YBÜ, Cerrahi ve Dahili YBÜ’de saptanan ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), üriner<br />
katater ilişkili üriner sistem enfeksiyon (ÜK-ÜSE), santral venöz kateter ilişkili kan dolaşım enfeksiyonu (SVK-KDE) hızları<br />
Tablo 1’de sunulmuştur. Yoğun bakımlar birbirleri ile karşılaştırıldığında VİP hızı açısından karma YBÜ, cerrahi YBÜ<br />
ve dahili YBÜ arasında fark saptanmamışken, ÜK-ÜSE hızı ve SVK-KDE hızı karma YBÜ’de cerrahi YBÜ’ye göre daha<br />
yüksek saptanmıştır (p< 0.05). Alet kullanım oranları incelendiğinde; ventilatör kullanım oranının en yüksek karma<br />
YBÜ, üriner kateter kullanım oranının en yüksek cerrahi YBÜ ve santral venöz katater kullanım oranının en yüksek<br />
karma YBÜ’de olduğu görülmüştür (p< 0.05). Bu hızlar NHSN verileri ile karşılaştırıldığında özellikle VİP hızının bütün<br />
YBÜ’lerde yüksek olduğu görülmüştür.<br />
Tablo 1. YBÜ’lerde saptanan VİP, ÜK-ÜSE, SVK-KDE hızlarının karşılaştırılması<br />
Karma YBÜ Cerrahi YBÜ Medikal YBÜ p<br />
VİP Hızı 20.92 19.84 17.24 0.403<br />
ÜK-ÜSE Hızı 7.68 5.13 5.42 0.007<br />
SVK-KDE Hızı 3.95 2.24 2.03 0.042<br />
SONUÇ: Hastanemizde bulunan YBÜ’lerde saptanan alet ilişkili enfeksiyon hızlarını incelediğimiz bu çalışmamız sonucunda<br />
alet ilişkili enfeksiyon hızlarının bütün YBÜ’lerde yüksek olduğu görülmüştür. Bu sonuçlar enfeksiyon kontrol<br />
önlemlerine uyumun artırılması gerektiğini göstermektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S13<br />
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde<br />
2007-2010 Yılları Arasında Hastane Enfeksiyon Etkeni<br />
Enterokok İzolatlarının Değerlendirilmesi<br />
Dilek Kanyılmaz 1 , M. Arzu Yetkin 2 , Pınar Öngürü 2 , Selim Sırrı Eren 2 , Esragül Akıncı 2 ,<br />
Feride Alaca Coşkun 3 , Nebahat Avcı 1 , İffet Çınarbaş 1 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 2<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Enfeksiyon oluşturma potansiyeli düşük bir mikroorganizma olan enterokoklar günümüzün önemli hastane enfeksiyonu<br />
etkenleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmada hastanemizde enterokok türlerinin sorumlu olduğu hastane enfeksiyonlarının (HE)<br />
epidemiyolojik özellikleri ve antibiyotik dirençlerinin incelemesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatmış olan<br />
hastalarda gelişen enterokok türlerinin etken olduğu HE retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastanemizde servislerde aktif prospektif<br />
laboratuvara dayalı ve yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı aktif sürveyans yapılmaktadır. Bu enfeksiyonların tanımlanmasında<br />
“Centers for Disease Control and Prevention (CDC)” kriterleri kullanılmıştır. Enterokok türlerinin izolasyon ve identifikasyonu<br />
konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2,Biomerioux, Fransa) ile yapılmıştır. İzole edilen enterokokların ampisilin, gentamisin,<br />
vankomisin, teikoplanin ve linezolid duyarlılıkları incelenmiştir.<br />
BULGULAR: Çalışmamızda 2007 ve 2010 yılları arasında hastanemizde, toplam 131.701 hasta yatarak tedavi görmüştür. Hastane<br />
enfeksiyon dansitesi izlenen yıllara göre 1000 hasta gününde sırasıyla 4.51, 4.30, 3.48 ve 4.13 olarak ölçülmüştür. 2007 yılında hastane<br />
enfeksiyonu etkeni olarak toplam 1006 mikroorganizma izole edilmiştir. Toplam izole edilen mikroroganizma sayısı diğer yıllar<br />
için sırasıyla, 1248, 932 ve 939’dur. Bu hastalarda 2007 yılında gelişen HE’lerin %11.67’si enterokoklar etken olarak saptanırken<br />
bu oran 2010 yılında %8.68 olarak tespit edilmiştir (p< 0.05). Dört yıllık süre içerisinde izole edilen toplam 338 enterokok suşunun<br />
%53.3’ü yoğun bakımlarda yatan hastalarda üretilmiştir. Etkenin bölgelere göre dağılımı incelendiğinde ilk sırada kan dolaşımı enfeksiyonunun<br />
geldiği (%44.7), bunu üriner sistem (%26.9) ve cerrahi alan enfeksiyonunun (%26.4) izlediği görülmüştür. 2008-2010<br />
yılları arasında izole edilen enterokok suşlarının %29.8’i Enterococcus faecium, %18.9’u Enterococcus faecalis’dir. 2007 yılında izole<br />
edilen suşların hepsi glikopeptid grubu antibiyotiklere duyarlı iken 2010 yılında izole edilen 12 suşta vankomisine direnç saptanmıştır<br />
(p< 0.005).<br />
SONUÇ: Hastanemizdeki HE olarak enterokok enfeksiyonlarında azalma olmasına karşılık bu suşlardaki vankomisin direncinin artışı<br />
dikkat çekicidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 279
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Olgu Sunumları<br />
S14-S27<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 281
282<br />
S14<br />
Kronik Hepatit B Olgusunda Arı Poleni Kullanımına Bağlı<br />
Olduğu Düşünülen Toksik Hepatit<br />
Aynur Engin 1 , Hatice Özer 1 , D. Sema Arıcı 2 , Ersin Tuncer 2 , Mustafa Gökhan Gözel 1 ,<br />
Nazif Elaldı 1 , Mehmet Bakır 1 , İlyas Dökmetaş 1<br />
1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Sivas<br />
2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Sivas<br />
AMAÇ: Bitkisel ürünlere hekimin dikkatini çekmek. Bilgilere dosya kayıtlarından ulaşıldı.<br />
OLGU: Kronik hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonu önemli bir sağlık sorunudur. Günümüzde çeşitli antiviral tedaviler<br />
mevcut olmasına rağmen halen HBV eradikasyonunu sağlayan kesin tedaviler bulunmamaktadır. Bu durum bazı hastaları<br />
bitkisel ürünler gibi alternatif tedavi seçeneklerine yöneltebilmektedir. Sık kullanılan bitkisel ürünlerden birisi de<br />
arı polenidir. Sekiz yıldır HBsAg pozitifliği olan ancak doktor kontrolünde olmayan 42 yaşında erkek hasta, yapılan<br />
tetkiklerinde alanin aminotransferaz (ALT) 409 IU/L ve aspartat aminotransferaz (AST) 138 IU/L bulunuyor. Serolojik<br />
testlerinde Anti-HAV IgM negatif, Anti-HDV total negatif, Anti-HCV negatif, Anti-HBc total pozitif, HBsAg pozitif,<br />
Anti-HBs negatif, HBeAg negatif ve Anti-HBe pozitif saptandı. HBV DNA değeri 91.483 IU/mL olan hastaya kronik<br />
hepatit B nedeniyle karaciğer biyopsisi yapıldı. Karaciğer biyopsisinin histopatolojik incelenmesinde modifiye histolojik<br />
aktivite indeksi 8/18 (İSHAK), fibrozis evre 2/6 (İSHAK) olarak saptanırken, %20 oranında makroveziküler yağlanma<br />
tespit edildi. Bunun dışında özellikle sentrlobüler lokalizasyonlu konfluent nekroz, submasif nekroz ve yaygın lobüler<br />
inflamasyonun varlığı B hepatitine ek olarak toksik karaciğer hasarını düşündürdü. Hastanın anamnezi derinleştirildi;<br />
herhangi bir ilaç kullanımının olmadığı ve alkol almadığı, ancak son 2-3 aydır günde yaklaşık 1 tatlı kaşığı arı poleni<br />
yediği öğrenildi ve arı poleni kullanımına bağlı olarak toksik hepatit gelişmiş olabileceği düşünüldü. Hasta arı poleni<br />
kullanımına son verdi. Yaklaşık 20 gün sonra AST değeri 29 IU/L, ALT değeri ise 81 IU/L düzeyine indi. Bu arada hastaya<br />
kronik hepatit B tedavisi için pegile interferon alfa 2a 180 mg/haftada bir SC başlandı. Bir yıl ilacını kullanan hastada<br />
tedavi sırasında yapılan izlemde karaciğer enzimlerinin normal seyrettiği tespit edildi. Literatürü incelediğimizde, arı<br />
poleni içerisinde hepatotoksik etki gösteren pyrrolizidine alkaloidinin bulunduğu ve arı poleni kullanımına bağlı olarak<br />
akut hepatit geliştiğini bildiren yayınlar saptadık. Toksik hepatitle uyumlu bulguları olan hastada, literatürde benzer<br />
hastaların olması ve toksik tabloya sebep olacak başka bir nedenin saptanmaması üzerine mevcut tablonun arı poleni<br />
kullanımına bağlı olabileceği düşünüldü.<br />
SONUÇ: Doğal olduğu düşündüğünden bu ürünlerin kullanıldığı genellikle hekimine söylenmemektedir. Kronik hepatit<br />
hastalarında bitkisel ürün kullanımına bağlı olarak gelişen karaciğer enzim yüksekliği zaman zaman kronik hepatitin<br />
akut alevlenmesi şeklinde değerlendirilebilmektedir. Ancak bu hastalarda bitkisel ürün kullanımı mutlak sorgulanmalıdır.<br />
S15<br />
İleri Yaş Hastada Nedeni Bilinmeyen Ateşe Sebep Olan<br />
Pansitopeni Yapan ve Anjioödemin Eşlik Ettiği Mediastinal<br />
Tbc Lenfadenit Olgusu<br />
Gürkan Mert 1 , Ümit Savaşçı 1 , Serhat Keşcioğlu 1 , Ömer Deniz 2 , Bülent Kurt 3 ,<br />
Can Polat Eyigün 1<br />
1 GATA, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
2 GATA, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Ankara<br />
3 GATA, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Tüberküloz lenfadeniti akciğer dışı tüberkülozların 1/3’ünü, tüm tüberküloz olgularının ise %5’ini oluşturmaktadır.<br />
Bu çalışmamızda sebebi bilinmeyen ateş ile prezente olan bir primer mediastinal tbc lenfadenit olgusu sunmayı<br />
amaçladık. Güncel literatürü taradığımızda NBA ile prezente olan pansitopeni yapan mediastinal mtb lenfadenit<br />
olgusuna rastlamadık. Bu yönü ile bakıldığında olgumuz NBA nedeni olarak literatüre sunulan ilk mediastinal mtb<br />
lenfadenit olgusu özelliğini taşımaktadır. Biz bu çalışma ile nedeni bilinmeyen ateş ile prezente olan bir mtb lenfadenit<br />
olgusunu ortaya koyduk.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
OLGU: Yetmiş beş yaşında erkek hasta; 3 aydır 39°C’nin üzerinde seyreden ateş, kollarda ve bacaklarda döküntüleri<br />
olan hastaya anjioödem tanısı konuldu. Beyaz küre: 1700 %52 PMNL, kırmızı küre: 3.35, hb: 8.1, hct: 26.9, platelet<br />
78.000, sedim: 92, pansitopeni mevcuttu. PET, lenfoproliferatif sistemin malign infiltrasyonu ile uyumlu sonuçlandı.<br />
Yüksek rezonanslı toraks tomografisinde; mediastinal reseslerde pretrakeal ve paratrakeal alanlarda en büyüğü 1.5<br />
cm çok sayıda lenf nodları izlendi. Göğüs hastalıkları, lenf nodu eksizyonu önerdi. Göğüs cerrahisi hastaya, mediastinoskopi<br />
ile sağ paratrakeal lenf nodu eksizyonu uyguladı. Patoloji sonucu kazeifiye granülomatöz lenfadenit, aside<br />
dirençli basil izlendi. Morfolojik bulgular tüberküloz ile uyumlu saptandı. Hastaya anti-tbc tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong><br />
sonucu hastanın hiç ateşi olmadı.<br />
SONUÇ: Güncel literatürü taradığımızda NBA ile prezente olan pansitopeni yapan mediastinal mtb lenfadenit olgusuna<br />
rastlamadık. Bu yönü ile bakıldığında olgumuz NBA nedeni olarak literatüre sunulan ilk mediastinal mtb lenfadenit<br />
olgusu özelliğini taşımaktadır. Ülkemizdeki mtb lenfadenit olgularının daha çok genç ve orta yaşta ortaya çıkmasını<br />
beklemekteyiz. Olgumuzun 75 yaşında olduğu göz önünde bulundurulduğunda mediastinal mtb lenfadenit tanısının<br />
dikkat çekici olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak; bu çalışma bize mediastinal mtb lenfadenitin ileri yaşlarda da<br />
görülebileceğini ve NBA nedeni olabileceğini göstermektedir.<br />
S16<br />
Otoimmün Hepatit: Farklı Klinik Özellikleri Olan İki Olgu<br />
Sunumu<br />
Şua Sümer 1 , Nebahat Dikici 1 , Ertuğrul Kayaçetin 2 , Eda Katlanır 1 , Onur Ural 1<br />
1 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Konya<br />
2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı, Konya<br />
AMAÇ: Otoimmün hepatit (OİH) kronik progresif bir karaciğer hastalığıdır. Bu bildiride, nadir olarak görülse de ayırıcı<br />
tanıda unutulmaması gereken, OİH tanısı almış, farklı klinik özellikleri bulunan iki olgu sunulmuştur.<br />
OLGU 1: Karın ağrısı, ateş, bulantı, kusma ve baş ağrısı şikayetleri olan 56 yaşındaki kadın hasta, batın USG ve MRG<br />
sonuçlarına göre, akut kolelitiyazis ön tanısı ile yatırıldı. Sağ üst kadranda hassasiyet ve hepatosplenomegalisi vardı.<br />
Karaciğer enzimlerinde 8-10 kat, ALP, GGT ile bilirubin düzeylerinde 1-2 kat yükseklik mevcuttu. Yatışından itibaren PT<br />
değerleri 1-2 kat yüksek olup trombositopenisi vardı. Seftriakson 2 g/gün tedavisi başlanan hastanın ateşi düştü fakat<br />
karaciğer enzimleri, ALP, GGT ve bilirubin yüksekliği devam etti. Karaciğer enzim yüksekliğine yönelik ayırıcı tanı yapıldı.<br />
Hastanın IgG düzeyi 3 kat yüksek ve ANA 1/100 (+) saptandı. AMA negatif olduğu için OİH ve primer biliyer siroz<br />
overlap sendromu düşünülmedi. Hastaya uluslararası OİH çalışma grubunun belirlediği skorlama sistemi ile tip 1 OİH<br />
tanısı konularak, gastroenteroloji kliniğine devredildi. PT yüksekliği ve trombositopeni nedeniyle biyopsi yapılamayan<br />
hastaya kombine tedavi başlandı. Takiplerinde klinik yanıt alındı.<br />
OLGU 2: Dış merkezde 5 aydır ara ara karaciğer enzimlerinde artış saptanan 54 yaşındaki kadın hasta, halsizlik, bulantı<br />
ve idrar renginde koyulaşma şikayetleriyle başvurdu. Hashimoto troiditi tanısı olan ve hormon replasman tedavisi alan<br />
hastanın karaciğer enzimlerinde 10-12 kat ve bilirubin düzeylerinde 2-3 kat artış saptandı. Hepatit etiyolojisi araştırılan<br />
hastanın, hepatit markırları ve ayırıcı tanıda değerlendirilen parametreleri negatif bulundu. Hastanın IgG düzeyi 3 kat<br />
yüksek, ANA 1/100 (+) ve ASMA (+) tespit edildi. Uluslararası OİH çalışma grubunun belirlediği skorlama sistemi ile tip<br />
1 OİH tanısı konulan ve gastroenteroloji kliniğine devredilen hastanın, karaciğer biyopsisi OİH ile uyumlu geldi. Tanısı<br />
kesinleşen hastaya başlanan kombine tedavi ile klinik düzelme saptandı.<br />
SONUÇ: OİH’nin kliniği genellikle ikinci olgumuzda olduğu gibi viral hepatite benzemekle birlikte, bazen birinci olgumuzda<br />
olduğu gibi kolestaz ile karakterize atipik seyir şeklinde görülebilmektedir. OİH tanısı, diğer kronik karaciğer<br />
hastalıklarının dışlanması ve OİH’yi destekleyici bulgular varlığında konulabilir. Nadir görülen bir karaciğer hastalığı<br />
olan OİH’nin, her zaman klasik klinik seyir göstermeyebileceği, bazen kolestaz ile karakterize bulgular ile karşımıza<br />
çıkabileceği unutulmamalı, kronik karaciğer hastalıklarının ayırıcı tanısında düşünülmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 283
284<br />
S17<br />
Florokinolon <strong>Tedavi</strong>sine Bağlı Deliryum: 3 Olgu<br />
Filiz Sürücü 1 , Üner Kayabaş 1 , Sibel Toplu 1 , Şirvan Elmas Dal 1 , Serhat Murat Hopoğlu 1 ,<br />
Funda Yetkin 1 , Yaşar Bayındır 1<br />
1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Malatya<br />
AMAÇ: Sentetik olarak elde edilen kinolonlar, bakterilerdeki DNA giraz ve topoizomeraz IV enzimlerini inhibe eden<br />
ve oldukça yaygın kullanılan antimikrobiyallerdir. Birçok sistemi ilgilendiren yan etkileri vardır. Santral sinir sistemi (SSS)<br />
yan etkileri ikinci sıklıkta saptanır. En sık SSS yan etkileri baş ağrısı, baş dönmesi ve sersemlik hissidir. Daha ender olarak,<br />
ajitasyon, deliryum, konfüzyon, psikoz ve görme bozukluğu gibi yan etkiler bildirilmiştir.<br />
Kinolonlarla ilişkili deliryum gelişen 3 olgu sunulmaktadır. Hastalara ait tıbbi bilgiler hasta kayıtlarından elde edilmiştir.<br />
OLGU 1: Pnömoni tanısı ile intravenöz moksifloksasin tedavisi başlanan 78 yaşındaki erkek hastada tedavinin ikinci<br />
günü deliryum gelişti. Hastanın moksifloksasin tedavisi kesilerek, aspirasyon pnömonisi ekarte edilemediğinden klindamisin<br />
ve seftriakson tedavisine geçildi. <strong>Tedavi</strong> kesildikten sonra deliryum tablosu gerileyen hastada GSBL pozitif E.<br />
coli’ye bağlı nozokomiyal üriner sistem enfeksiyonu geliştiği için antimikrobiyal tedavi meropenem olarak değiştirildi.<br />
Klinik ve laboratuvar bulguları düzelen hastanın tedavisi 14 güne tamamlanarak taburcu edildi.<br />
OLGU 2: Hipertansiyon, diabetes mellitus, diyabete bağlı nefropatisi olan 85 yaşındaki erkek hasta sol ayakta selülit<br />
ve pnömoni ön tanıları ile yatırıldı. Ampisilin/sulbaktam ve siprofloksasin tedavisi başlandı. Antibiyoterapinin 3. günü,<br />
klinik bulgularda düzelme olmaması nedeni ile klindamisin ve levofloksasin tedavisine geçildi. Bu tedavi ile hastanın<br />
ateşi geriledi, bacaktaki selülit bulgularında azalma saptanmasına karşın hastada deliryum gelişti. Levofloksasin tedavisi<br />
yerine seftriakson tedavisine geçilen hastanın deliryum tablosu düzeldi. Hasta bu tedavinin 8. günü oral klindamisin<br />
ve sefiksim başlanarak taburcu edildi.<br />
OLGU 3: KOAH ve pnömoni tanıları ile bir devlet hastanesinin göğüs hastalıkları kliniğine yatırılan ve levofloksasin<br />
paranteral tedavisi başlanan 69 yaşındaki kadın hasta, deliryum ön tanısı ile sevk edilmişti. PA akciğer grafisinde infiltrasyon<br />
saptanmayan hastada santral sinir sistemi enfeksiyonu açısından lomber ponksiyon yapıldı. Beyin omurilik<br />
sıvısı bulguları normal olan hastada santral sinir sistemi enfeksiyonu ekarte edildi. Göğüs hastalıkları kliniği tarafından<br />
sadece KOAH için önerilen tedavi verilen hasta yatışının üçüncü gününde taburcu edildi.<br />
SONUÇ: Florokinolon kullanımı sırasında özellikle yaşlı hastalarda santral sinir sistemi yan etkileri yönünden dikkatli<br />
olunmalıdır. Florokinolon kullanan bir hastada gelişen deliryum tablosunun ayırıcı tanısında, deliryumun ilaç yan etkisi<br />
olabileceği akılda bulundurulmalıdır.<br />
S18<br />
Pnömoni ve Spondilodiskit ile Seyreden Bir Bruselloz Olgusu<br />
Sibel Toplu 1 , Yaşar Bayındır 1 , Filiz Sürücü 1 , İnci Yılmaz 1 , Funda Yetkin 1 , Yusuf Aydın 1 ,<br />
Üner Kayabaş 1<br />
1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Malatya<br />
AMAÇ: Bruselloz, dünya çapında en sık görülen zoonotik enfeksiyonlardan biridir. Vücutta herhangi bir organ sistemi<br />
tutulabilir. Brusellozda solunum sisteminin tutulumu ise nadirdir. Bruselloza bağlı solunum sistemi ve vertebra tutulumu<br />
olan bir olgu sunulmaktadır. Hastaya ait veriler hastanın tıbbi kayıtlarından elde edilmiştir.<br />
OLGU: Yetmiş dört yaşında kadın hasta, iki aydır süren bel ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı ve ateş şikayetleri ile<br />
başvurdu. Taze peynir yeme öyküsü vardı. Fizik muayenesinde dinlemekle akciğer solda daha belirgin olmak üzere iki<br />
taraflı krepitan raller dışında patolojik bulgu saptanmadı. PA akciğer grafisinde sol bazalde heterojen dansite artışı<br />
vardı. Hastanın klinik ve radyolojik bulguları lumbal spondilodiskit varlığını da destekledi. Brusella tüp aglütinasyonu<br />
1/1280 saptanan hastaya kan kültürleri alındıktan sonra rifampisin ve doksisiklin tedavisi başlandı. İlk gün alınan iki<br />
kan kültüründe üreme olmazken tedavinin üçüncü gününde alınan kan kültüründe Brucella spp. üredi. Ayrıca, tedavinin<br />
üçüncü gününde akciğer dinleme bulgularında artış olması üzerine yüksek rezolüsyonlu akciğer BT çekildi. Sol alt<br />
segmentlerde milimetrik nodüller ve konsolidasyona gidiş gösteren alveoler infiltrasyon saptandı. Hastanın tedavisine<br />
seftriakson eklendi. <strong>Tedavi</strong>nin 18. gününde gastrik yan etkiler nedeni ile doksisiklin, yerine trimetoprim-sülfametoksa-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
zole geçildi. Seftriakson ile birlikte uygulanan tedavisinin 14. gününde klinik bulguları düzelen hasta trimetoprim-sülfametoksazol<br />
ve rifampisin tedavisi ile taburcu edildi. Poliklinikten takip edilen hastanın klinik ve laboratuvar bulguları<br />
tedavinin devamını gerektirdi. <strong>Tedavi</strong>nin 4. ayında hastada öksürük ve bel ağrısı şikayetlerinde tekrar artış gözlendi.<br />
Bu sırada 2-merkapto etanollü brusella tüp aglütinasyonunun 1/320’den 1/1280’e yükselmesi nedeni ile tedaviye<br />
ofloksasin eklendi. Rifampisin, trimetoprim-sülfametoksazol ve ofloksasin tedavine iki ay daha devam edildi. Şikayetleri<br />
düzelen hastanın kontrol toraks BT’de akciğerdeki lezyonların tamamen düzelmesi ve spondilodiskit bulgularının<br />
düzelmesi üzerine tedavi kesildi.<br />
SONUÇ: Brusellozda en sık tutulan sistem iskelet sistemidir ve brusellozda vertebralar ikinci sıklıkta tutulan kemikeklem<br />
bölgesidir. Brucella spp. ile kontamine aerosollerin inhalasyonu veya başka bir odaktan hematojen yolla yayılım<br />
sonucu bruselloza bağlı solunum sistemi tutulumu gelişebilmektedir. Bu hastalarda tedavi süresi tutulan organ ya da<br />
sistemlere ve klinik yanıta göre hasta temelli belirlenmelidir.<br />
S19<br />
Bir Nedeni Bilinmeyen Ateş Olgusu: Erişkin Still Hastalığı<br />
İbak Gönen 1 , Mustafa Yıldırım 1 , Mehmet Faruk Geyik 1 , Ali Kutlucan 2 , Hülya Coşkun 2 ,<br />
Gökhan Celbek 2<br />
1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Düzce<br />
2 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce<br />
AMAÇ: Erişkin Still hastalığı (ESH) etyolojisi ve patogenezi tam olarak bilinmeyen sistemik enflamatuvar bir hastalıktır.<br />
Bu yazıda ateş etyolojisi araştırılmak üzere yatırılan ve ESH tanısı konan bir olgu sunulmuştur.<br />
OLGU: Yirmi üç yaşında kadın hasta yaklaşık 15 gün önce başlayan ateş, el parmakları ve dizlerinde ağrı, her iki alt<br />
ekstremite proksimalinde döküntü ve boğaz ağrısı şikayetleriyle yatırıldı. Hastanın 15 gün içerisinde 2 kez bu şikayetlerle<br />
başka merkezlerde hekime müracaat ettiği, moksifloksasin ve parasetamol türü ilaçlar kullandığı ancak şikayetlerinin<br />
gerilemediği öğrenildi. Ateşinin özellikle akşamları yükseldiği ve 40°C’ye kadar çıktığı, sabah saatlerinde ise<br />
daha düşük seyrettiği tespit edildi. Başvuru esnasında her iki alt ekstremite proksimalinde olan döküntüler gövde, üst<br />
ekstremiteler ve yüze yayıldı. Makülopapüler döküntüler özellikle ateş çıkınca artıyordu. Her iki diz ve el parmaklarında<br />
ağrı şikayetinin yanında sağ dizde şişlik mevcuttu. Yapılan laboratuvar tetkiklerinde; WBC: 19.400/µL (%92 nötrofil),<br />
CRP: 16.2 mg/dL, AST: 81 IU/L, ALT: 87 IU/L, ferritin: 1823 ng/mL ve eritrosit sedimentasyon hızı: 95 mm/saat olarak<br />
saptandı. Kan kültürlerinde ve idrar kültüründe üreme olmadı. Boğaz kültüründe normal boğaz florası üredi. ANA,<br />
anti-dsDNA ve RF negatif idi. Monospot test, brucella tüp aglutinasyon testi, hepatit ve diğer enfeksiyon hastalıklarına<br />
ait serolojik testler negatif bulundu. Yamaguchi kriterlerine göre hastaya ESH tanısı kondu ve steroid (prednizolon 60<br />
mg/gün) ve indometazin tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong>yle birlikte ateşleri düşme eğilimine girdi ve eklem şikayetleri azaldı.<br />
<strong>Tedavi</strong>nin 3. gününde şikayetlerinde belirgin düzelme oldu. Döküntüleri ve eklem bulguları kayboldu.<br />
SONUÇ: ESH nadir görülen bir hastalık olmakla beraber, bu olguda olduğu gibi döküntü ve eklem bulguları olan ve<br />
nedeni açıklanamayan ateş olgularında akla gelmeli ve gerekli incelemeler yapılarak uygun tedavi verilmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 285
286<br />
S20<br />
Behçet Hastalığı Seyrinde Gelişen Multisistemik Bir Tüberküloz<br />
Olgusu<br />
İbak Gönen 1 , Mustafa Yıldırım 1 , Davut Özdemir 1 , Leyla Yılmaz Aydın 2 , Mustafa Özşahin 3 ,<br />
Ahmet Şahin 1<br />
1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Düzce<br />
2 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce<br />
3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Düzce<br />
AMAÇ: Behçet hastalığı multisistemik enflamatuvar bir hastalıktır. Gerek hastalığının seyrinde görülen immünolojik<br />
değişiklikler gerekse tedavi amacıyla kullanılan immünsüpresif ajanlar bu hastaları çeşitli enfeksiyonlara duyarlı hale<br />
getirmektedir. Bu yazıda Behçet hastalığı nedeniyle immünsüpresif tedavi alan bir hastada gelişen multisistemik (miliyer<br />
tüberküloz, tüberküloz menenjit, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı) bir tüberküloz olgusu sunulmuştur.<br />
OLGU: Yirmi üç yaşındaki erkek hasta ateş, baş ağrısı, halsizlik, sağ testis bölgesinde ağrı ve şişlik şikayeti ile başvurdu.<br />
Ateş ve baş ağrısının yaklaşık 10 gündür, testis bölgesindeki ağrı ve şişliğin 3 aydır devam ettiği öğrenildi. Hastanın öz<br />
geçmişinde 3 yıldır Behçet hastalığı olduğu ve prednizolon, azatioprin ve siklosporin-A gibi immünsüpresif ilaçlar kullandığı<br />
belirlendi. Fizik muayenede ateş: 39.8°C, ense sertliği minimal pozitif, sağ testiste şişlik ve hassasiyet mevcuttu.<br />
Laboratuvar tetkiklerinde; lökosit: 7400/mm 3 , ESH: 87 mm/saat, CRP: 13.4 mg/dL, BOS incelemesinde; hücre: 20/<br />
mm 3 , protein: 200 mg/dL, glukoz: 27 mg/dL (kan glu: 94) ve BOS kültüründe üreme yoktu. Hastaya bakteriyel menenjit<br />
ön tanısıyla seftriakson 2 x 2 g IV tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong>nin 7. günü şikayetlerinde gerileme olmadı ve antibiyotik<br />
tedavisi kesildi. Testis ultrasonografisinde; testislerde multipl hipoekoik görünümler, sol epididim lokalizasyonunda 46<br />
x 16 mm boyutunda heterojen lezyon ve sağ epididim boyutlarında artış ve heterojen görünüm izlendi (epididimit?).<br />
Testisten aspire edilen materyalde bol lökosit görüldü (%90 lenfosit karakterinde) ve EZN boyamada ARB 3+ idi ve<br />
kültürde Mycobacterium tuberculosis üredi. Hastaya izoniazid, rifampisin, pirazinamid ve streptomisin tedavisi başlandı.<br />
HRCT’de her iki akciğer parankimini tamamen kaplayan milimetrik boyutlarda simetrik nodüller izlendi (miliyer tüberküloz?).<br />
T9-12 vertebra korpuslarında yaygın litik lezyonlar ve T9-10 vertebra komşuluklarında sağda yumuşak doku şişliği<br />
gözlendi (Pott hastalığı?). Beyin MR postkontrast incelemede serebral ve serebellar multipl milimetrik kontrast tutan<br />
nodüler lezyonlar saptandı (Tbc granülom?). Hastada bu bulgularla Behçet hastalığı ve multisistemik tüberküloz (miliyer<br />
tüberküloz, tüberküloz menenjit, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı) birlikteliği düşünüldü. Anti-tüberküloz tedavinin 8.<br />
gününde ateşleri düşen ve genel durumu düzelme eğilimine giren hastanın tedavisine devam edilmektedir.<br />
SONUÇ: Behçet hastalığı seyrinde tüberküloz enfeksiyonu görülebilmektedir. Hatta olgumuzda olduğu gibi miliyer<br />
tüberküloz, meningeal tüberküloz, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı gibi ciddi tüberküloz formları ortaya çıkabilir. Bu<br />
tür enfeksiyöz komplikasyonların Behçet hastalığının organ tutulumları ile ayrılması, mikrobiyolojik incelemelerin ve<br />
ileri görüntüleme tetkiklerinin ivedilikle yapılmasının uygun tedavinin gecikmeden başlanması açısından gerekli olduğu<br />
kanaatindeyiz.<br />
S21<br />
Sternoklavikuler Artrit ve Biceps Tenosinoviti ile Seyreden Bir<br />
Bruselloz Olgusu<br />
Yeşim Alpay 1<br />
1 Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi, Gaziantep<br />
AMAÇ: Bruselloz, ülkemizde sık görülen zoonotik bir hastalıktır. Büyük eklem tutulumu sık gözlenmekte ise de, farklı<br />
tutulumları ile de karşımıza çıkabilmektedir. Burada sternoklavikuler eklem tutulumuyla seyreden; tendinit (supraspinatus)<br />
ve tenosinovit (biceps) ile komplike olmuş bir bruselloz olgusu sunulmaktadır.<br />
OLGU: Kırk üç yaşında erkek, boyun sol tarafında şişlik, zaman zaman olan ateş, terleme şikayetleriyle polikliniğe<br />
başvurdu. Şikayetleri 6 ay önce başlamış, sonrasında omuz hareketlerinde kısıtlılık ve ağrı eklenmiş. Ortopedi başta<br />
olmak üzere çeşitli polikliniklere başvuruları olmuş ve nonsteroid antienflamatuvar ve kas gevşetici ilaçlar kullanmış,<br />
şikayetlerinde düzelme olmamış. Muayenesinde; sol sternoklavikuler eklem düzeyinde 4 x 4 cm boyutlarında, ödemli,<br />
fluktuasyon vermeyen, hiperemik alan ve sol omuz hareketlerinde kısıtlılık mevcuttu. Hayvancılıkla uğraşan hastanın<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
ateşi 37°C, hepatosplenomegalisi yoktu. Laboratuvar testlerinde; Rose-bengal testi pozitif, Standart tüp aglütinasyon<br />
testi 1:160, CRP: 14.7, WBC: 7500, Sedim: 20 mm/saat olarak saptandı. Kan kültüründe Brucella spp. üredi. Yüzeyel<br />
USG: Cilt, cilt altı dokularda ödem, Sol omuz MR: Supraspinatus tendiniti ve biceps tendonu boyunca tenosinovit,<br />
Boyun MR: Sol sternoklavikuler sternal uçta kalınlaşma, sinyal kontrast madde tutan enflamatuvar proces belirlendi.<br />
Doksisiklin 200 mg/gün + Rifampisin 600 mg/gün kombinasyonu ile tedavisi başlanan hastanın 10 gün sonrasında<br />
şikayetlerinde gerileme olmaması üzerine tedaviye siprofloksasin 1000 mg/gün eklendi. Bu tedaviye hızla yanıt veren<br />
hastada, 6 gün sonrasında lezyonun tamamen gerilediği ve semptomlarının belirgin olarak azaldığı gözlendi. <strong>Tedavi</strong> 6<br />
haftaya tamamlanarak kesildi.<br />
SONUÇ: Brusellozda daha çok büyük eklem tutulumu gözlenmekte olup, olgumuzda olduğu gibi küçük eklem tutulumu<br />
ile seyreden olgularda tanı alana kadar uzun süreler geçebilmekte, enfeksiyon komplike hale gelerek tedavi<br />
güçleşebilmektedir. Küçük eklem tutulumu mevcut olgular özellikle anamnez ve klinik bulgular ile de destekleniyorsa<br />
bruselloz açısından dikkatle değerlendirilmelidir.<br />
S22<br />
Hepatoselüler Karsinomu Taklit Eden Fasciola Hepatica Olgusu<br />
Derya Seyman 1 , Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Tülün Temizkan 1 , Ayhan Hilmi Çekin 2<br />
1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />
2 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Antalya<br />
AMAÇ: Fasciola hepatica insanlarda nadiren hastalık oluşturan bir trematottur. Enfeksiyon metacercaria ile kontamine<br />
olmuş yeşilliklerin yenilmesi veya suların içilmesiyle insana bulaşır. Hastalığın klinik belirtileri hepatik ve kronik bilier faz<br />
evrelerine göre değişmektedir. Burada hepatosellüler karsinom (HCC) ön tanısı ile birçok tetkik ve invaziv müdahale<br />
uygulanan bir fasiola hepatica olgusu sunulmuştur.<br />
OLGU: Öyküsünde bilinen bir hastalığı olmayan 55 yaşındaki erkek hasta yaklaşık 2 aydır sağ üst kadranda ağrı, kilo<br />
kaybı ve gece terlemesi şikayetleriyle dış merkeze yatırılmış. Başvurduğu merkezde yapılan laboratuvar tetkiklerde<br />
beyaz küre 10.900/mm 3 (%45 nötrofil, %34 eozinofil), ALP 166 U/L, CRP 108 mg/L ve sedimentasyon hızı 102 mm/<br />
saat saptanmış. Batın ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografisi incelemesinde karaciğer (KC) sağ lobda saptanan yaygın,<br />
düzensiz sınırlı, multipl kistik lezyonlar radyolojik olarak kolanjit veya mikro-apse olarak yorumlanmış ve hastaya<br />
seftriakson 2 x 1 g 10 gün verilmiş. Bu tedaviden fayda görmeyen hasta KC’de kitle ön tanısı ile onkoloji kliniğine sevk<br />
edilmiş. Burada yapılan ileri incelemelerde üst ve alt endoskopi normal, dinamik KC manyetik rezonans görüntülemede<br />
ise KC sağ lobda çevresinde kontrastlanmanın izlendiği yaygın nodüler lezyonlar saptanmış buradan biyopsi yapılarak<br />
hasta taburcu edilmiş. Karın ağrısı şikayeti artan hasta hastanemiz gastroenteroloji servisine yatırılmış. Burada vital<br />
bulguları stabilmiş, fizik muayenede sağ üst kadranda hassasiyet dışında özellik yokmuş. Laboratuvar incelemelerde<br />
beyaz küre 13.070/mm 3 (%36 PNL, %41 eozinofil), CRP 46.9 mg/L, sedimentasyon hızı 62 mm/saat, ALP 148 U/L (53-<br />
128) AST ve ALT normal sınırlarda olması üzerine kliniğimizce değerlendirildi ve KC tutulumu yapan paraziter enfeksiyonlar<br />
yönünden incelenmek üzere devir alındı. Dışkı parazit incelemelerinde özellik saptanmadı. KC’deki lezyondan<br />
alınan biyopsinin patolojik incelemesinde nekrotizan eozinofilik apse, parazitik granülom tespit edildi. Kist hidatik HA<br />
ve Toxocara canis IgG testleri negatif, Fasciola hepatica İHA 1/5120 pozitifti. Fasciola hepatica tanısı konan hastaya<br />
triklabendazol 10 mg/kg/gün PO iki gün süreyle uygulandı. İlaca bağlı bir yan etki gelişmeyen hastada tedavinin birinci<br />
ayında şikayetleri kaybolmuş, tam kan sayımında eozinofil düzeyi normale ulaşmıştı.<br />
SONUÇ: Fasciola hepatica enfeksiyonu tanısı için en önemli basamaklar; tam kan sayımında eozinofil hakimiyetinin olması,<br />
deneyimli radyolog tarafından spesifik radyolojik bulguların saptanması ve serolojik incelemedir. Özellikle hastalığın<br />
endemik olduğu bölgelerde KC’de kistik lezyonları olan hastalarda Fasciola hepatica ayırıcı tanıda düşünülmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 287
288<br />
S23<br />
Nedeni Bilinmeyen Ateş Etyolojisinde Temporal Arterit<br />
Tennure Ceylan 1 , Onur Kaya 1 , Füsun Zeynep Akçam 1 , Mehmet Şahin 2<br />
1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Isparta<br />
2 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Isparta<br />
AMAÇ: Ateş enfeksiyon hastalıklarının en sık görülen bulgularından birisi olup haftalarca süren nedeni bilinmeyen<br />
ateş tablolarında tanıda zorluklar yaşanabilmektedir. Burada nedeni bilinmeyen ateş tanısı ile izlenip temporal arterit<br />
tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.<br />
OLGU: Altmış sekiz yaşında erkek hasta yüksek ateş, iştahsızlık, halsizlik, sırt ve omuz ağrısı yakınması ile başvurdu.<br />
Başvurusundan yaklaşık 21 gün önce aralıklı olarak yükselen ateş yakınması vardı. Ateşi son 4 gündür özellikle akşam<br />
saatlerinde olan hastanın iştahsızlık, halsizlik ve miyalji dışında sistem sorgulamasında özellik yoktu. Hasta başvurusundan<br />
9 gün önce dış merkezde yatarak ismini bilmedikleri bir antibiyotik tedavisi almıştı. Dış merkezde yapılan tetkiklerinde<br />
herhangi bir patoloji saptanmayan hasta ateş etyolojisi araştırılmak üzere interne edildi. Öz geçmişinde özellik<br />
saptanmayan hastanın başlangıçta fizik muayenesinde ateş dışında patolojik bulgu yoktu.<br />
BULGULAR: Hastanın kabulünde WBC: 6900 mm 3 , Hg: 11.7 g/dL, platelet: 305.000/mm 3 , eritrosit sedimentasyon<br />
hızı (ESR): 102 mm/saat, C-Reaktif Protein (CRP): 188 mg/dL, AST: 58 IU/L, ALT: 66 IU/L, kan üre azotu, serum kreatinini,<br />
elektrolitleri normal değerlerdeydi. Olgudan kan ve idrar kültürleri alındı. Yatışından 2 gün sonra baş ağrısı yakınması<br />
başladı. Fizik muyenesinde her iki temporal arterde kalınlaşma ve palpasyonla minimal hassasiyet saptandı. Eritrosit<br />
sedimentasyon hızının yüksekliğinin de eşlik etmesi nedeni ile temporal arterit ön tanısı ile temporal arter doppler<br />
ultrasonografisi istendi. Temporal arter damar cidarında yaygın kalsifikasyonlar saptanması üzerine geçirilmiş temporal<br />
arteritle uyumlu bulundu. Romatoloji bölümü tarafından değerlendirilen hastaya temporal arter biyopsisi planlandı.<br />
Temporal arter biyopsisi alınan hastaya 1 mg/kg dozunda prednizolon tedavisi başlandı. Göz tutulumu açısından göz<br />
konsültasyonu istendi, vaskülitik bulguya rastlanmadı. Patoloji sonucu dev hücreli arterit olarak değerlendirilen hastanın<br />
steroid tedavisinin 1 ay süreyle kullanılmasına ve doz azaltılarak kesilmesine karar verildi. Taburculuk öncesi yapılan<br />
tetkiklerinde CRP: 8.6 mg/dL, ESR: 32 mm/saat düzeylerine geriledi.<br />
SONUÇ: Sonuç olarak temporal arterit özellikle yaşlı popülasyonda akılda tutulması gereken ve tanı konulamadığında<br />
görme ile ilgili ciddi morbiditeye yol açması nedeni ile erken tanının önemli olduğu bir hastalıktır.<br />
S24<br />
İntravenöz Drug Kullanımı Olan AIDS Olgusunda Mortal<br />
Seyreden Sağ Kapak Endokarditi<br />
Kadriye Kart Yaşar 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Sevtap Gürsoy 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: İntravenöz (IV) drug alışkanlığı bulunan AIDSli hastalarda enfektif endokardit, en önemli kardiyak komplikasyondur.<br />
Bu çalışmada, ülkemizde kaçak sığınmacı olarak bulunan ve ilerlemiş AIDS tablosundaki sağ kapak endokarditli<br />
erkek olgu sunulmuştur.<br />
OLGU: Türkmenistan uyruklu 30 yaşındaki erkek olgu, yüksekten düşmeye bağlı sağ ayakta kırık ve 20 gün sonra<br />
gelişen şuur değişikliğiyle başvurduğu sağlık kuruluşunda anti-HIV ve anti-HCV antikorları pozitif bulunarak kliniğimize<br />
sevk edilmiştir. Fizik muayenesinde; ateş, kaşeksi, yaygın peteşiyal döküntüler, hepatomegali, splenomegali ve<br />
akciğer bazallerinde krepitan raller mevcuttu. Laboratuvar tetkiklerinde; WBC: 19.500/mm 3 , Hb: 6.8, Htc: %19.2, PLT:<br />
67.000/mm 3 , ALT: 59 U/L, AST: 114 U/L, kreatin: 1.9, Na: 128 mmol/L, albumin: 1.9 g/dL, CD4 sayısı 99 hücre/mm 3 ,<br />
HIV-RNA: 9.220.000 kopya/mL idi. Seftriakson ve siprofloksasin tedavisi başlanan ve IV ilaç kullanımı nedeniyle enfektif<br />
endokardit düşünülen olgunun ekokardiyografisinde, triküspit kapakta 16 x 12 mm’lik vejetasyon saptandı. Elektif<br />
şartlarda operasyon düşünülen hastanın tedavisine, sağ kapak endokarditi nedeniyle daptomisin eklendi. HRCT’de,<br />
yaygın pnömonik infiltrasyon, bilateral plevral efüzyon ve apikallerde kaviter lezyonları saptandı ve bu lezyonlar septik<br />
emboli olarak değerlendirildi. Batın USG’de ileri derecede hepatomegali (210 mm) ve splenomegali (180 mm) saptan-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
dı. Kan kültürlerinde üreme olmadı. Genel durumunda kısmen düzelme saptanan olguda, tedavinin 12. gününde üre,<br />
kreatin artışı ve asit gelişti. Albumin tedavisine rağmen, bilateral plevral sıvısı ve asiti gerilemeyen hastada günde 3 g’ı<br />
aşan proteinüri, HIV ile ilişkili nefrotik sendrom ve fokal segmenter glomerüloskleroza bağlandı. Hemodinamisi giderek<br />
bozulan ve hematokriti %16 saptanan hastada; idrar çıkışında azalma, asit ve plevral sıvıda masif artma (anazarka<br />
tarzı ödem), karaciğer enzimlerinde 10 katı geçen artış, hematüri ve solunum sıkıntısı gelişti. Multiorgan yetmezliği<br />
sonucu hasta kaybedildi.<br />
SONUÇ: Enfektif endokardit, IV ilaç kullanımı olan HIV enfeksiyonlularda sık görülür ve sıklıkla triküspit kapakla ilişkilidir.<br />
HIV enfeksiyonlularda sağ kapak endokarditinin seyri iyi olsa da; ilerlemiş AIDS tablosu olan ve düşük CD4 T<br />
lenfosit sayısı olan olgularda mortal seyredebileceği unutulmamalıdır.<br />
S25<br />
Parapnömonik Efüzyonun Eşlik Ettiği<br />
Brusella Pnömonili Bir Olgu<br />
Serdar Berk 1 , Aynur Engin 1 , Ömer Tamer Doğan 1<br />
1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sivas<br />
AMAÇ: Brusella hastalığının pnömoni formunda seyredebileceğine dikkati çekmek. Polikliniğimize başvuran ve hastanemize<br />
yatan hastanın dosya kayıtlarına ulaşıldı.<br />
OLGU: Bruselloz, tüm dünyada yaygın olarak görülen gram-negatif bakterilerden Brucella türleri ile oluşan zoonotik<br />
bir hastalıktır. Genellikle multisistemik tutulum gösterir. Hastalık esas olarak kaynatılmadan veya pastörize edilmeden<br />
tüketilen süt ve süt ürünlerinin tüketilmesiyle bulaşır. Bulaşma yollarından biri de inhalasyon yolu olmasına rağmen akciğer<br />
tutulumu nadirdir. Köyde çobanlık yapan 20 yaşında erkek hasta askerlik hizmetinin 1. ayında yaklaşık 10 gündür<br />
devam eden öksürük, balgam çıkarma, batıcı tarzda sol göğüs ağrısı, gece terlemesi, iştahsızlık, aralıklı olarak yükselen<br />
ateş ve nefes darlığı yakınmaları nedeniyle göğüs hastalıkları kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde ateş<br />
38.4ºC, solunum sayısı 22/dakika idi, oskültasyonda iki taraflı akciğer bazallerinde inspiratuar raller tespit edildi. Diğer<br />
sistem muayenelerinde patoloji saptanmadı. Hastanın PA akciğer grafisinde; sağ orta zonda pnömonik infiltrasyon, sol<br />
alt zonda homojen dansite artışı saptandı. Toraks BT’de; her iki hemitoraksta 2 cm kalınlığa ulaşan plevral efüzyon,<br />
sağ akciğer üst lob anterior ve orta lob medial segment ile sol akciğer alt lobda pnömonik infiltrasyon izlendi. Balgam<br />
kültüründe üreme olmadı. Serumda M. pneumoniae IgM, C. pneumoniae IgM ve Legionella IgM antikorları negatif<br />
bulundu. İdrarda Legionella antijeni saptanmadı. Pnömoni ve parapnömonik efüzyon ön tanısıyla uygulanan nonspesifik<br />
antibiyotik tedavisinin 6. gününde düzelme olmadı. Kan kültürlerinde Brucella spp. üremesi üzerine bruselloza<br />
yönelik spesifik antibiyoterapi başlandı. Altı haftalık doksisiklin + rifampisin kombinasyonu tedavisinden sonra hastada<br />
klinik ve radyolojik olarak düzelme gözlendi.<br />
SONUÇ: Sonuç olarak, klinik bulguların fazla ve nonspesifik olması nedeniyle bruselloz pek çok hastalıkla karışabilmektedir.<br />
Nadiren de olsa brusellozun pulmoner tutumlumla seyredebileceği unutulmamalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 289
290<br />
S26<br />
Miyelofibrozis ve Akut Miyeloblastik Lösemi Kliniğini Taklit<br />
Eden Bruselloz Olgusu<br />
Osman Turgut Ertem 1 , Saygın Nayman Alpat 1 , Nurettin Erben 1 , İlhan Özgüneş 1 ,<br />
Elif Doyuk Kartal 1 , Gaye Usluer 1<br />
1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eskişehir<br />
AMAÇ: Bu yazıda miyelofibrozis ve akut miyeloblastik lösemi (AML) kliniğini taklit eden bruselloz olgusu sunulmaktadır.<br />
OLGU: Yetmiş iki yaşında kadın hasta ateş, bel ağrısı, halsizlik şikayetleri ile Ocak 2011’de kliniğimize yatırıldı. Hastaya 4 ay<br />
önce anemi tanısı konmuş, miyelodisplastik sendrom (MDS) ön tanısı ile fakültemize yönlendirilmiş. Hastanın ateşi olması,<br />
MDS ön tanısı olması ve muayene bulgularında hepatomegali, splenomegali dışında patoloji saptanmaması nedeniyle ampirik<br />
piperasilin-tazobaktam 3 x 4.5 g tedavisi başlanmış. Kemik iliği incelemesinde promiyelosit hakimiyeti saptanan hastada<br />
ön tanı olarak akut miyeloblastik lösemi (AML) düşünülmüş. Febril nötropeni olarak değerlendirilen hastaya akciğer mantar<br />
enfeksiyonu açısından HRCT çekilmiş, mantar enfeksiyonu düşünülmemiş. Tekrar kemik iliği biyopsisi yapılan hastanın flow<br />
ve periferik yaymasında promiyelosit miktarında artış saptanmış, enfeksiyona sekonder olabileceği düşünülerek brusella aglütinasyonu<br />
çalışılmış, 1/640 bulunan hastanın tüm tedavisi kesilerek doksisiklin 2 x 100 mg ve rifampisin 1 x 600 başlanarak<br />
enfeksiyon hastalıkları kliniğine devir alındı. Kan kültüründe Brucella spp. ürediği öğrenildi. <strong>Tedavi</strong>sinin 3. gününde ateşleri<br />
39.5°C olarak ölçülen hastanın tedavisine seftriakson 2 x 1 g eklendi. Rifampisin ve doksisiklin tedavisinin 10., seftriakson<br />
tedavisin 7. gününde ateş yanıtı alındı. Periferik yaymasında promiyelositleri devam eden hasta hematoloji bölümünce değerlendirildi.<br />
Öncelikle hematolojik malignansi düşünülmeyen hastanın bruselloz tedavisi sonlandığında tekrar değerlendirilmesi<br />
planlandı.<br />
SONUÇ: Brusella enfeksiyonlarının endemik olduğu bölgelerde, miyelofibrozisi olan olgularda, brusella enfeksiyonu birlikteliğinin<br />
araştırılmasının tanı ve tedavide yararlı olacağı düşünülmektedir.<br />
S27<br />
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2010-2011<br />
Sezonunda Mortal Seyreden İlk H1N1 Olgusu<br />
Derya Seyman 1 , Veli Günay 1 , Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Ayhan Hilmi Çekin 2<br />
1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />
2 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Antalya<br />
AMAÇ: İlk kez Nisan 2009 tarihinde Meksika’da izole edilen ve Pandemik İnfluenza A (H1N1) olarak adlandırılan influenza tipi tüm<br />
dünyaya hızla yayılmıştır. 2009-2010 yılında laboratuvar olarak doğrulanmış ve 16.000’e yakın ölümle sonuçlanan pandemik influenza<br />
olgusu bildirilmiştir. Ülkemizde de 2009-2010 yılında birçoğu ölümle sonuçlanan ciddi hastalık tabloları gelişmiştir. Burada 2011<br />
Ocak ayı itibariyle yeni tanı konulan diabetes mellitus dışında altta yatan başka bir hastalık öyküsü bulunmayan ve mortal seyreden<br />
ilk H1N1 olgusu sunulmuştur.<br />
OLGU: Kırk yaşında kadın hasta yaklaşık 3 gün önce başlayan üşüme-titreme, halsizlik, iştahsızlık, tüm vücut genelinde kas, eklem<br />
ağrısı ve öksürük şikayeti ile farklı günlerde olmak üzere iki kez hastanemiz acil servisine başvurmuş. Burada yapılan değerlendirmede<br />
bilinci açık, koopere ve bitkin görünümde olan hastanın TA 85/60 mmHg, ateş 37.5ºC, solunum sayısı 20/dakika olarak saptanmış,<br />
fizik muayenede patolojik muayene bulgusu yokmuş. Laboratuvar incelemesinde ise beyaz küre 14.590/mm 3 , Hgb 10 g/dL, glukoz<br />
585 g/dL, total protein 4.4 g/dL, albumin 2.5 g/dL, tam idrar tetkikinde bol PNL, 7-8 eritrosit, glukoz (+), aseton (+), lökosit (+++)<br />
dışında bir patoloji saptanmamış. Hasta diyabetik ketoasidoz ve üriner sistem enfeksiyonu tanısı ile dahiliye servisine yatırılmış. Sıvı<br />
elektrolit replasmanı, insülin infüzyonu ve ampirik seftiakson 2 x 1 g başlanan hastanın ateş yüksekliği devam etmiş. Yatışının ikinci<br />
günü hipotansif seyreden hastada akut dispne tablosu gelişince entübe edilerek dahiliye yoğun bakım ünitesine (YBÜ) alınmış. Burada<br />
aynı gün sepsis ön tanısıyla kliniğimiz tarafından değerlendirilen hastada bilateral alt zonlarda ral ve akciğer grafisinde bilateral<br />
difüz infiltrasyon saptandı. İnfluenza pnömonisi, atipik pnömoni ön tanılarıyla uygun kültür örnekleri alınarak oseltamivir, piperasilin-tazobaktam<br />
ve klaritromisin başlandı. Hastaya solunum izolasyonu da uygulandı. Bakteriyolojik kültürlerinde üreme olmayan<br />
hastanın nazal sürüntü örneğinde RT-PCR yöntemi ile H1N1 pozitif saptandı. Hasta YBÜ’ye yatışının 32. saatinde solunum arresti<br />
nedeniyle kaybedildi.<br />
SONUÇ: İnfluenza halen mortal seyredebilen bir hastalık olmaya devam etmektedir. İnfluenza salgını sırasında akut solunum yetmezliği<br />
gelişen hastalarda erken tanı ve tedavi influenza pnömonisine bağlı mortalitenin önlenmesi yönünden önemlidir. Bu olguda diyabet<br />
gibi altta yatan bir hastalık olmasına rağmen geç tanı konulmasının mortal seyir açısından önemli bir etken olduğunu düşünüyoruz.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Mikrobiyolojik Testler ve<br />
Antimikrobiyal Direnç<br />
S28-S37<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 291
292<br />
S28<br />
Mycobacterium tuberculosis Suşlarının Antitüberküloz İlaçlara<br />
Direnç Oranlarının İki Farklı Dönemde Karşılaştırılması<br />
Tuba Turunç 1 , Şule Çolakoğlu 2 , Y. Ziya Demiroğlu 1 , Ebru Kurşun 1 , H. Eda Aliskan 2<br />
1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Çalışmamızda hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında izole edilen Mycobacterium tuberculosis kompleks suşlarının ikişer<br />
yıllık dönemlere ayrılarak son 4 yıllık ilk kuşak antitüberküloz ilaçlara in vitro duyarlılık durumlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Aralık 2006-Aralık 2010 tarihleri arasında hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 4775 örnekten<br />
izole edilen 145 M. tuberculosis kompleks suşu çalışmaya alındı.<br />
BULGULAR: Aralık 2006-Ocak 2008 tarihleri arası yani 1. dönemde toplam 1460 örnekten 45 (%3.08)’inde (26 balgam, 8 bronko-<br />
alveoler lavaj, 5 apse, 3 plevral mayii, 1 beyin omurilik sıvısı ve 2 idrar) örneklerinden M. tuberculosis kompleks izole edildi. Bu<br />
suşlardan 1 (%2.2)’inde izoniazid direnci, 2 (%4.4)’sinde rifampisin direnci, 5 (%11.1)’inde etambutol direnci, 1 (%2.2)’inde streptomisin<br />
direnci tespit edilirken ilk dönemde çok ilaca dirençli (ÇİD) suşa rastlanmadı. Ocak 2008-Aralık 2010 tarihleri arası yani 2.<br />
dönemde ise toplam 3315 örnekten, 100 (%3.01)’ünde (56 balgam, 13 bronkoalveoler lavaj, 18 apse, 6 plevral mayii, 3 periton, 2<br />
idrar, 2 beyin omurilik sıvısı) örneklerinden M. tuberculosis kompleks izole edildi. İkinci dönemde, ilk dönemden farklı olarak 4 suşta<br />
(%4) ÇİD saptanırken, izoniazid direnci (n= 3, %3), rifampisin direnci (n= 1, %1), etambutol direnci (n= 4, %4), streptomisin direnci<br />
(n= 4, %4) olarak bulundu.<br />
SONUÇ: Çalışmamız da M. tuberculosis kompleksin örneklerden izole edilme oranları benzer olmasına rağmen ilk dönemde gözlenmeyen<br />
ÇİD suşlar maalesef 2. dönemde tespit edilmiştir. Ayrıca izoniazid ve streptomisin direnç oranlarında da artış saptanmıştır.<br />
Bu nedenle merkezlerin kendi M. tuberculosis direnç oranlarını düzenli olarak belirlemesi, tüberküloz enfeksiyonu tedavisinde uygun<br />
stratejilerin belirlenmesine ve tüberküloz kontrol programlarının etkinliğinin değerlendirilmesine önemli katkıda bulunacaktır.<br />
S29<br />
Poliklinik Hastalarının İdrar Örneklerinden İzole Edilen<br />
Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae Suşlarındaki GSBL<br />
Oranı ve Antibiyotik Direnci<br />
Vildan Demiray 1 , Engin Karakeçe 1 , Oğuz Karabay 2<br />
1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya<br />
2 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya<br />
AMAÇ: Üriner sistem enfeksiyonları en sık karşılaşılan toplum kaynaklı enfeksiyonlardır. Genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL)<br />
sıklığı, poliklinik hastalarında artmakta ve tedavinin planlanmasında sorun oluşturmaktadır. Bu çalışmada Kasım 2009-Mayıs 2010<br />
tarihleri arasında hastanemize üriner enfeksiyon ön tanısıyla başvuran hastaların idrar kültürlerinden izole edilen E. coli ve Klebsiella<br />
pneumoniae kökenlerindeki GSBL oranı ve antibiyotik dirençleri araştırıldı.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Veriler mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen poliklinik hastalarına ait idrar örneklerinden izole edilen mikroorganizmalardan<br />
ve hastaların bilgi formlarından elde edilmiştir. GSBL varlığı disk difüzyon ve çift disk sinerji yöntemleri ile araştırıldı.<br />
GSBL pozitifliği tespit edilen bakterilerin gerçekten toplum kökenli olup olmadıklarını anlamak için hasta kartlarındaki anamnez bilgileri<br />
taranarak son 6 ay içerisindeki hastane yatış öyküsü araştırıldı. Bakteriler tanımlamada konvansiyonel yöntemler ve ticari hazır<br />
kitler kullanıldı, antibiyotik duyarlılıkları CLSI göre disk difüzyon yöntemi ile yapıldı.<br />
BULGULAR: İdrar örneklerinden 413 E. coli ve 23 K. pneumoniae olmak üzere toplam 436 köken elde edildi. İzole edilen 436 kökenin<br />
43 (%10.4)‘ünde GSBL tespit edildi. 413 E. coli’nin 36 (%8.7)’sında, 23 K. pneumoniae’nın 7 (%30.4)’sinde GSBL pozitifliği<br />
tespit edildi. Alınan dosya verilerinde 43 GSBL pozitif kökenin 18 (%4.12)’inde son altı ayda hastaneye yatış öyküsü yokken, 25’inde<br />
son altı ayda hastane yatışı öyküsü vardı. Saf toplum kökenli GSBL üreten E. coli sıklığı 16 (%3.8), saf toplum kökenli GSBL üreten K.<br />
pneumoniae sıklığı 2 (%8.6) olarak değerlendirildi.<br />
SONUÇ: Hastanemize ayaktan idrar yolu enfeksiyonu şikayeti ile başvuran hastalardan üretilen E. coli ve K. pneumoniae kökeninlerinde<br />
GSBL sıklığı %10.4 olarak tespit edilmiştir. Sonuçlarımıza göre GSBL üreten kökenlerde tedavi seçenekleri oldukça sınırlıdır.<br />
Sonuçlarımız yakın bir gelecekte üriner enfeksiyonların tedavisinde problemler yaşanacağını göstermektedir. Bunu önlemek akılcı<br />
antibiyotik kullanımını sağlayacak antibiyotik politikaları ile mümkündür.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S30<br />
Klinik Candida krusei İzolatlarının Vorikonazol, Kaspofungin<br />
ve Amfoterisin B Duyarlılığının Üç Farklı Yöntemle<br />
Değerlendirilmesi<br />
Yasemin Öz 1 , Filiz Akşit 1 , Nuri Kiraz 2 , Abdurrahman Kiremitçi 1<br />
1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Eskişehir<br />
2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />
AMAÇ: Candida krusei intrensek olarak flukonazol dirençlidir ve birçok merkezden C. glabrata ve C. krusei gibi non-albicans Candida<br />
enfeksiyonlarının sıklığında artış bildirilmektedir. Amfoterisin B ve vorikonazol fungal hücre membran sterolü üzerinden etki göstermekteyken,<br />
kaspofungin farklı bir mekanizmayla, fungal hücre duvarı 1,3-b-D-glucan sentezini inhibe ederek etki göstermektedir. Bu<br />
çalışmanın amacı, vorikonazol, kaspofungin ve amfoterisin B’nin C. krusei izolatlarına etkinliğini üç farklı yöntemle değerlendirmekti.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Toplam 30 klinik C. krusei izolatı ve C. parapsilosis ATCC 22019 referans suşu çalışmaya alındı. Bütün izolatlar<br />
CLSI (Clinical and Laboratory Standards Institute) M27-A2 kılavuzuna göre sıvı mikrodilüsyon, CLSI M44-A klavuzuna göre disk difüzyon<br />
ve Etest yöntemiyle duyarlılık testine alındı. Disk difüzyon testi için Whatman no 1 kağıtları ve besiyeri olarak glukoz ve metilen<br />
mavisi eklenmiş Mueller-Hinton agar kullanıldı, sonuçlar hem 24 hem de 48 saatlik inkübasyonda değerlendirildi. Etest yöntemi<br />
üreticinin önerilerine göre MOPS’la tamponlanmış RPMI 1640 agar kullanılarak yapıldı.<br />
BULGULAR: İzolatların minimal inhibitör konsantrasyon (MİK) değerleri sıvı mikrodilüsyon ve Etest ile sırasıyla vorikonazol için 0.25-<br />
0.50 µg/mL ve 0.094-0.5; amfoterisin B için 1.0-2.0 µg/mL ve 0.50-2.0 µg/mL; kaspofungin için 0.25-1.0 µg/mL ve 0.047-0.50 µg/<br />
mL arasında bulundu. Disk difüzyon yöntemi ile tüm izolatların zon çapları vorikonazol için ≥ 18 mm, amfoterisin B için ≥ 18 mm ve<br />
kaspofungin için ≥ 25 mm tespit edilmiştir. Buna göre çalışmaya alınan C. krusei izolatlarının tümü her üç yöntemle vorikonazol ve<br />
kaspofungine duyarlı olarak saptandı. Amfoterisin B için izolatların %50’sinin MİK değeri 2 µg/mL olarak sonuçlandı. Sıvı mikrodilüsyon<br />
ve Etest yöntemleri arasındaki ±2 dilüsyon içinde gerçekleşen uyum oranı vorikonazol ve amfoterisin B için %100, kaspofungin<br />
için %83.3; üç yöntem arasındaki kategorik uyum vorikonazol ve kaspofungin için %100 olarak gerçekleşmiştir.<br />
SONUÇ: Sonuç olarak vorikonazol ve kaspofungin C. krusei izolatlarına karşı in vitro şartlarda etkili bulunmuştur, ancak amfoterisin<br />
B için elde edilen yüksek MİK değerleri dikkat çekicidir. Duyarlılık yöntemleri arasındaki yüksek uyum oranları nedeniyle agar testleri<br />
referans yönteme alternatif olabilir.<br />
S31<br />
Üropatojen Escherichia coli İzolatlarında Kinolon Direncinin<br />
Yıllar İçerisindeki Değişimin Araştırılması<br />
Sibel Doğan Kaya 1 , Serap Gençer 2 , Bülent Kaya 1<br />
1 SB Niğde Devlet Hastanesi, Niğde<br />
2 SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İstanbul<br />
AMAÇ: Üropatojen Escherichia coli izolatlarının hızla artan antibiyotik direnci karşısında her merkezin kendi direnç oranlarını takip<br />
etmesi önem kazanmaktadır. Hastanemiz üropatojen E. coli izolatlarının kinolon grubu antibiyotiklere direnç oranını 6 yıl içindeki<br />
değişimi ve diğer antibiyotik dirençleriyle korelasyonunu araştırmak amacıyla bu çalışma yapılmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında Ocak 2003-Aralık 2008<br />
tarihleri arasında üropatojen olarak izole edilen E. coli izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları retrospektif olarak değerlendirildi. Her<br />
hastanın ilk izolatı çalışmaya alındı.<br />
BULGULAR: Çalışmayı oluşturan 5543 izolatın %27’si siprofloksasine, %26.5’i ofloksasine, %21.4’ü gentamisine, %15.4’ü amikasine<br />
dirençli olup %11.9’u genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üretmekteydi. Siprofloksasin ve ofloksasin dirençleri 2003<br />
yılında sırasıyla %22.1 ve %21.6, 2004’te %20.4 ve %20.8, 2005’te %21.9 ve %22, 2006’da %25.5 ve %26.2 iken 2007 yılında<br />
%34.3 ve %35.5’e (her ikisi içinde p< 0.001), 2008’de %30.3 ve %30.6’ya yükselmiştir. GSBL oranlarıda 2003’te %4.3, 2004’te<br />
%4.2, 2005’te %5.9, 2006’da %10.1, 2007’de %19.8 ve 2008’de %19’a yükselmişti (p< 0.001). Ofloksasin dirençli izolatların<br />
%31’i siprofloksasin dirençli izolatların %32’si GSBL üretmekteydi. Florokinolon direnci ile diğer antibiyotik dirençleri arasında korelasyon<br />
mevcuttu. Poliklinik hastalarına ait izolatların direnç oranı yatan hastalara ait direnç oranından belirgin olarak daha düşüktü<br />
(p< 0.001).<br />
SONUÇ: Üropatojen E. coli izolatlarında florokinolonlar başta olmak üzere tüm antibiyotiklere karşı direnç oranlarında yıllar içersinde<br />
anlamlı artış görülmektedir. Gereksiz ve uygun olmayan florokinolon kullanımından kaçınmak ve endikasyon durumunda direnç<br />
verileri ışığında ampirik tedavileri yönlendirmek gerekmektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 293
294<br />
S32<br />
Endemik Sahada Brusella Serolojik Tanı Testlerinin Analizi<br />
Filiz Arabacı 1 , Mehmet Oldacay 2<br />
1 SB Çorlu Devlet Hastanesi, Çorlu<br />
2 SB Çanakkale Devlet Hastanesi, Çanakkale<br />
AMAÇ: Çanakkale yöresinden 131 semptomatik hastanın serumları altı test ile (Rose Bengal test, Standard tüp Agglutinasyon<br />
testi, Brucella Coombs Test, BrucellaCapt, Brucella IgG ang IgM ELISA) brusella antikor pozitifliği için araştırılmıştır.<br />
Bu testlerin sensitivite, spesifitesi ile tanı koydurucu değerleri analiz edilmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Semptomatik 131 hasta ve nonsemptomatik 105 kan donöründe serolojik testler ile brusella<br />
araştırılmıştır. Semptomatik hastaların 49’u hospitalize edilmiş ve bunlardan alınan kan kültürlerinin 9’unda Brucella<br />
spp. izole edilmiştir. Tüm serum örnekleri Rose Bengal aglutinasyon, Standart tüp aglutinasyon, Brusella Coombs test,<br />
BrucellaCapt ve ELISA IgG -IgM testleri ile brusella antikor seropozitifliği yönünden araştırılmıştır.<br />
BULGULAR: BrucellaCapt testinin sensitivitesi en yüksek olarak bulunmuştur (%74.04). Coombs test sonuçları da<br />
buna benzerdir (%72.51). Rose Bengal testinin sensitivitesi %48.09 olarak bulunmuştur. ELISA IgG testi, ELISA IgM’ye<br />
göre bruselloz için daha sensitif bulunmuştur (%65.64 ve %49.61). İncelenen tüm testler brusella için %100 spesifik<br />
bulunmuş, sadece Rose Bengal test diğerlerinden daha az spesifik bulunmuştur (%96.19).<br />
SONUÇ: Tüm testlerin pozitif prediktif değeri 1 civarında bulunmuştur. Buna karşın negatif prediktif değerler (NPV)<br />
sadece Coombs ve Brucellacapt için anlamlı bulunmuştur (sırasıyla 0.744 ve 0.755). Diğer serolojik testler için NPV<br />
0.50’nin altında olup, negatif sonuçlar için kanıt değerleri düşük bulunmuştur. ELISA IgG ve IgM testleri diğer testlerden<br />
üstün bulunmamıştır. ROC analizi uygulandığında, Brucella Coombs ve Brucellacapt testleri endemik sahalarda<br />
brusellozisin serolojik tanısı için en değerli testler olarak saptanmıştır.<br />
S33<br />
Dört Farklı Bölgeden İzole Edilen Streptococcus pyogenes<br />
Suşlarının İn Vitro Antimikrobiyal Duyarlılığın Agar Dilüsyon<br />
Yöntemi ile Değerlendirilmesi<br />
Haluk Erdoğan 1 , Füsun Can 2 , Müge Demirbilek 3 , Şule Çolakoğlu 3 , Hale Turan 1 ,<br />
Özlem Kurt Azap 1 , Hande Arslan 1<br />
1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
2 Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />
3 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Streptococcus pyogenes suşlarında penisilin direnci bildirilmemesine rağmen makrolidler, kinolonlar gibi betalaktam<br />
dışındaki antimikrobiyallere direnç oranları son yıllarda artmaktadır. Sürveyans çalışmaları antimikrobiyal direnç<br />
değişikliğini saptamak için önemlidir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Alanya, Ankara, Adana ve Konya Araşatırma ve<br />
Uygulama Merkezlerinde Ocak 2007 ile Mayıs 2009 tarihleri arasında yürütülmüştür. Hastalardan izole edilen, PYR<br />
ve/veya lateks aglutinasyonu ile tiplendirilen ardışık 395 S. pyogenes suşu çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm suşlar çalışılana<br />
kadar -86°C saklanmıştır. Penisilin, seftriakson, vankomisin, eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin<br />
duyarlıklık testi “Clinical and Laboratory Standards Institute” kritelerine göre agar dilüsyon yöntemi ile çalışılmıştır.<br />
BULGULAR: Penisilin, seftriakson, vankomisin, eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin MİK düzeyi sı-<br />
90<br />
rasıyla 0.03, 0.25, 0.5, 0.25, 0.5, 0.25 ve 2 mg/L bulunmuştur. Penisilin, seftriakson ve vankomisin direnci saptanmamıştır.<br />
Eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin direnç oranları ise sırasıyla %6.4, %3.1, %5.6 ve %5.1<br />
olarak bulunmuştur.<br />
SONUÇ: Bu sonuçlar S. pyogenes suşlarında saptanan antimikrobiyal direncin ülkemiz için henüz sorun olmadığını<br />
göstermektedir. Bununla birlikte S. pyogenes suşların antimikrobiyal direnç değişikliğini saptamak için epidemiyolojik<br />
sürveyans çalışmalarının periyodik aralıklarla yapılması gerekmektedir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S34<br />
Kan Kültürlerinden Soyutlanan Streptococcus milleri Grubu ve<br />
Klinik Önemi<br />
Onur Özgenç 1 , Seher Ayten Coşkuner 1 , Meltem Avcı 1 , Melis Güngör 1 ,<br />
Nalan Gülenç 1 , Fatma Bal 1<br />
1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />
AMAÇ: Streptococcus milleri grubu (SMG), solunum, bağırsak ve ürogenital traktüs kommensalidir. Steril bölgelerde translokasyon<br />
sonucu, pürülan enfeksiyon oluşturabilirler. Bu organizmalarla kan dolaşımı enfeksiyonları seyrektir. Bakteremilerden soyutlanan S.<br />
milleri grubu üyesi ile oluşan enfeksiyonların klinik önemine dikkat çekilmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: BACTEC ve/veya BacT/ALERT kan kültür sistemi ile 2005-2010 yılları arasında kan kültürü örneklerinden soyutlanan<br />
sekiz SMG izolatı klinik mikrobiyoloji laboratuvarı kayıtlarından araştırıldı. Kan kültür pasajları %5 koyun kanlı agarda %5<br />
CO 2 ’li ortamda 48 saat enkübe edildi. İzole edilen streptokoklar koloni morfolojisi, kokusu ve büyüklüğü (< 0.5 mm) göz önüne<br />
alınarak incelendi. İzolatlar Lancefield grup lateks aglütinasyon testi ile (Streptococcal Grouping Kit; BD BBL, ABD) karşılaştırıldı. API<br />
Rapid ID 32 Strep sistemi (bioMérieux, Fransa) kullanılarak, suşlar tanımlandı. S. milleri grubu olarak tanımlanan izolatlara ait hasta<br />
dosyaları değerlendirildi.<br />
BULGULAR: Sekiz kan kültürü SMG izolatına ait hasta bilgileri incelendi. Kan kültürlerinde SMG üreyen iki hasta enfeksiyon hastalıkları<br />
kliniğinde izlenmiş olup, biri enfektif endokardit, diğeri pürülan bakteriyel meningoensefalit tanısı almıştı. Üç olgu immünsüpresifti;<br />
hemodiyaliz, kronik miyelositer lösemi hastası ve solid organ transplant alıcısıydı. Bir olgu intraserebral hematom tanısıyla<br />
izlenmişti. Bir hastada trafik kazası sonucu multipl kraniyel fraktür mevcuttu. Anorektal bölgede apse saptanan bir olguya drenaj<br />
uygulanmıştı.<br />
SONUÇ: S. milleri grubu izolatları ile gelişen bakteremi, süpüratif enfeksiyon odağı araştırılması açısından klinisyeni uyarmalıdır.<br />
Streptococcus milleri grubu üyeleri ender olarak endokardit etkenidir. Bu etken ile oluşan enfeksiyonlarda immünsüpresyon ve komorbidite<br />
sıktır.<br />
S35<br />
E-Test Yöntemi ile 97 Brusella Suşunun Yıllar İçinde<br />
Duyarlılıklarında Oluşan Eğilimin Araştırılması<br />
Filiz Pehlivanoğlu 1 , Mehtap Şimşek 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: Son yıllarda ülkemizde sıklığı artan, tanısı güç olabilen, tedavisi uzun ve kombine ilaç rejimleri gerektiren zoonotik bir hastalık<br />
olan brusellozda klasik tedavi rejiminde yer alan ilaçların E-test yöntemiyle duyarlılıklarının yıllar içindeki eğilimi araştırılarak MİK<br />
değerlerinde yükselme olup olmadığı irdelendi.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 2003-2010 yılları arasında kan kültüründe üreyen brusella suşlarının antibiyotik duyarlılıkları E-test (AB Biodisk,<br />
Sweden) yöntemiyle araştırıldı. Kan kültürleri için BacT/ALERT 3D (BioMerieux, Fransa) otomatize kan kültür cihazı kullanıldı. İzole<br />
edilen suşların identifikasyonu klasik yöntemler ile yapıldı. Rifampisin, tetrasiklin, streptomisin ve siprofloksasin için antibiyotik duyarlılıkları,<br />
E-test yöntemi kullanılarak “Clinical and Laboratory Standard Institute (CLSI)” tarafından Haemophilus spp. için belirlenen<br />
sınırlara göre değerlendirildi.<br />
BULGULAR: İzole edilen brusella suşlarının MİK aralıkları rifampisin için 0.125-1.5, streptomisin için 0.025-4.0, tetrasiklin için 0.01-<br />
4.0 ve siprofloksasin için 0.019-3.0 mg/L saptandı. Suşlardan 2 tanesinin rifampisine, 1 tanesinin tetrasikline, 2 tanesinin siprofloksasine<br />
dirençli olduğu bulunurken suşların tamamının streptomisine duyarlı olduğu belirlendi. İzole edilen suşların 2003 ve 2009-2010<br />
yılı MİK değerlerine bakıldığında rifampisin için fark görülmezken streptomisin ve tetrasiklin için fark saptandı (sırasıyla RİF MİK 90 : 1.0,<br />
1.0; SM MİK 90 : 0.75, 4.0; TE MİK 90 : 0.032, 0.64). Siprofloksasin E-testi 2003 yılında bakılmadığından 2004 yılı ile 2009-2010 yıllarındaki<br />
suşların MİK değerleri karşılaştırıldı ve yükselme olduğu görüldü (sırasıyla CİP MİK 90 : 0.38, 2.0). Tetrasiklin ve siprofloksasine<br />
önceki yıllarda direnç görülmezken 2010 yılında izole edilen suşlarda direnç belirlenmiştir.<br />
SONUÇ: Brucella cinsi bakterilerde duyarlılık testlerine yönelik standartlar bulunmamaktadır. Ancak kısa zamanda ve kolay uygulanabilir<br />
bir yöntem olan E-test yöntemi duyarlılık araştırmalarında kullanılmaktadır. Çalışmamızda MİK değerleri kıyaslandığında streptomisin,<br />
tetrasiklin ve siprofloksasin için duyarlılığının azaldığı görülürken rifampisin duyarlılığında değişiklik görülmemiştir. Ülkemiz için<br />
sık görülen bir zoonoz olan Brucella enfeksiyonunda tedavi seçenekleri yanında hastalığın insanlara bulaşmasının önlenebilmesi için<br />
hayvanlarda ortadan kaldırılmasının gerekliliği kadar korunmaya yönelik eğitimler de ihmal edilmemesi gereken konulardır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 295
296<br />
S36<br />
Son İki Dekatta Salmonella ve Shigella Cinsi Bakterilerle<br />
Oluşan Enfeksiyonlarda Saptanan Değişimler; Mevsimsel<br />
Dağılım, Direnç ve Tür Geçişleri<br />
Filiz Pehlivanoğlu 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: Gastrointestinal patojenler arasında salmonella ve shigella bakterilerine bağlı olarak gelişen diyarelerdeki<br />
etkenin saptanması tedavi açısından önem taşımaktadır. Özellikle yıllar içinde tüm dünyada bu patojenlerde saptanan<br />
giderek artan direnç oranları tedavi başarısızlıklarını da birlikte getirmiştir. Bu çalışma ile son iki dekatta bu patojenlerde<br />
saptanan direnç eğilimleri incelenmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Laboratuvarımıza gönderilen dışkı kültürlerinden izole edilen laktoz negatif bakteriler konvansiyonel<br />
biyokimyasal ve serolojik yöntemlerle identifiye edilmiştir. Bakterilerin duyarlılıkları Mueller Hinton besiyerinde<br />
disk difüzyon yöntemi ile araştırılmıştır.<br />
BULGULAR: 1993-2010 yılları arasındaki dönemde 44.037 gaita örneğinden 1486 salmonella ve shigella cinsi bakteri<br />
izole edilmiş, 962’si salmonella, 524’ü shigella cinsi olarak isimlendirilmiştir. Başlangıçta eşit sayıda izole edilirken<br />
1998’den sonra hep salmonella cinsi bakterilerin hakimiyeti izlenmiş sadece 1994 yılında shigella izolasyonu öne<br />
geçmiştir. Shigella cinsi bakterilerin tür dağılımları incelendiğinde 322 S. flexneri, 157 S. sonnei, 27 S. boydii ve 18<br />
S. dysenteriae saptanmıştır. Süreç incelendiğinde S. flexneri hakimiyeti görülmüştür. 2005-2007 yılları arasında onlu<br />
rakamlara düşen izolasyon sayısı baskın tür S. Typhi olmak üzere 2008’den sonra tekrar artmıştır. Ancak bu artış shigellada<br />
görülmemiştir. Salmonella cinsi bakterilerde en sık S. Typhi (281 suş) ve ikinci olarak da S. Typhimurium (231 suş)<br />
görülmüştür. Birinci tedricen artarken ikinci azalmıştır. Mevsimsel dağılım izlendiğinde shigella bakterilerinin temmuz,<br />
ağustos ve eylül aylarında pik yaptığı, salmonellaların ise nisan-aralık arasında plato çizdiği saptanmıştır. S. Typhi, S.<br />
Typhimurium ve S. flexneri suşlarında ampisilin, ampisilin-sulbaktam ve kloramfenikol için direnç oranları sırasıyla;<br />
%13, %3, %2; %69, %49, %69; %61, %35 ve %64 olarak saptanmıştır.<br />
SONUÇ: Şehirlerin gelişmişlik ölçütleri içinde yer alan temiz su sunumu, tek rezervuarı insan olan ve gastrointestinal bir<br />
patojen olan S. Typhi gibi patojenlerin hastalık oluşturabilmesi ile de ölçülebilir. İstanbul’da son 2 yılda gözlenen aşırı<br />
yağışlar ve sellerin ardından görülen salmonella enfeksiyonları şehrin altyapısında sıkıntılar olduğunu göstermektedir.<br />
S37<br />
Yeni Break Point Değerlerine Göre BOS İzolatı Pnömokoklarda<br />
Penisilin Direnci Eğiliminin Son 15 Yıl İçin Araştırılması<br />
Filiz Pehlivanoğlu 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: S .pneumoniae insanlardaki en önemli bakteriyel patojendir ve antibiyotik çağından sonra dahi hayatı tehdit<br />
eden enfeksiyonlara neden olabilmektedir. Son yıllarda pnömokok bakterilerinin direnci ve break point değerlerinde<br />
büyük değişimler yaşanmıştır. Bu değişimler ışığında son 15 yılın BOS izolatlarının MİK değerleri incelenmiştir. Bu<br />
çalışmada; 1997-2011 yıllarında, menenjit şüpheli hastaların beyin omurilik sıvısı (BOS) örneklerinden izole edilen<br />
pnömokok suşlarında penisilin duyarlılıklarının araştırılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Pnömokokların identifikasyonları konvansiyonel yöntemlerle yapılmıştır. Tüm suşlarda penisilin<br />
G için MİK değerleri E test yöntemiyle araştırılmıştır. Tümü menenjitli hastalardan izole edilen pnömokok suşlarının MİK<br />
değerleri, 2008 yılından sonra CLSI’nın BOS izolatları için belirlediği değerlere göre (≤ 0.06 μg/mL duyarlı ve ≥ 0.12<br />
μg/mL dirençli) yorumlanmıştır.<br />
BULGULAR: Çalışma kapsamında 57 suş çalışılmıştır. 2000 ve 2002 yılları arasında pik yaptığı gözlenen S. pneumoniae<br />
suşlarında, penisilin için MİK aralığı 0.016-0.75 μg/mL arasında bulunmuştur. Suşların %75’i duyarlı olup sekiz<br />
suşta (%14) direnç tespit edilmiştir. 0.016 μg/mL olan MİK 50 değeri duyarlı, 0.19 μg/mL olan MİK 90 değeri ise dirençli<br />
saptanmıştır. İlk dirençli suş 2000 yılında saptanmış son yıl ise suşların üçü dirençli bulunmuştur.<br />
SONUÇ: Yaşamı tehdit eden bir enfeksiyon olan pnömokok menenjitlerinde penisilin direncinin bilinmesi ve takip<br />
edilmesi ampirik tedavi açısından büyük önem taşımaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Viral Hepatitler ve İnfluenza<br />
S38-S44<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 297
298<br />
S38<br />
İnfluenza <strong>Tedavi</strong>sinde Oseltamivir ve Zanamivir Etkinlik ve<br />
Yan Etkilerinin Karşılaştırılması<br />
Nazan Tuna 1 , Oğuz Karabay 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1<br />
1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />
AMAÇ: 2009 yılında ülkemizin de etkilendiği grip pandemisi yaşanmış, hastalarda yaygın olarak oseltamivir ve zanamivir<br />
kullanılmıştır. Bu iki ilacın etkinlik ve yan etkilerini karşılaştıran araştırma sayısı sınırlıdır. Bu çalışmayla iki ilacın<br />
etkinlik ve yan etkilerinin retrospektif olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 2009 ekiminde pandemik influenza nedeniyle hastanemiz enfeksiyon hastalıkları polikliniğine<br />
başvuran pandemik influenza tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Oseltamivir veya zanamivir tedavisi başlanmış<br />
toplam 80 (40/40) hastanın bilgileri retrospektif derlenerek ilaçların etkinlik ve yan etkileri karşılaştırıldı. Çalışmaya<br />
kabul edilme kriterleri; ateşin ≥ 38˚C veya son üç gündür ateş öyküsünün olması ve boğaz ağrısı, baş ağrısı, miyalji,<br />
halsizlik, ishal, bulantı, kusma, öksürük, burun akıntısı, solunum sıkıntısı gibi semptomlardan en az birinin varlığı<br />
arandı. Hastalığın ilk 48 saati içinde oseltamivir ve zanamivir başlanan semptomatik ek tedavi verilmemiş (örn. antienflamatuvar,<br />
antipiretik, öksürük şurubu vs.) hastalar dahil edildi. Oseltamivir veya zanamivir alan hastaların 2. ve 5. gün<br />
kan testleriyle kontrol edildi. Çalışmaya alınma kriterleri;<br />
• Pandemik influenza tanısı almış ve yaşı 17 -70 yaş arasında olan,<br />
• Hastaneye yatması gerekmeden ayaktan takip edilebilen,<br />
• Ağırlaştırıcı risk faktörleri olmayan,<br />
• Obez olmayan (BMI < 30),<br />
• Gebe olmayan,<br />
• Astım bronşiyale, diabetes mellitus gibi kronik hastalığı olmayan hastalar çalışmaya kabul edildi.<br />
BULGULAR: Pandemi döneminde 44 erkek 36 kadın olmak üzere 80 hasta çalışmaya dahil edildi. E/K oranı 1.22<br />
idi. Hastaların yaş ortalaması 30.8 ± 11.6 (min: 17, ort: 28 max: 65) idi. Hastaların %96.2 sinde ateş, %97.5’inde<br />
halsizlik,%93.8’inde miyalji, %46.3’ünde bulantı, %23.8’inde ishal saptandı. Oseltamivir grubunda baş ağrısı olan<br />
hasta sayısı daha fazlaydı (p< 0.01). İlaçların etkinlik değerlendirilmesinde semptomların kaybı, işe başlama süresi,<br />
komplikasyon gelişimi açısından oseltamivir ve zanamivir arasında etkinlik farkı görülmedi. Her iki ilacın da etkinlikleri<br />
benzerdi (p> 0.05). Oseltamivir grubunda ateş düşmesi 50.4 saat iken, zanamivir alan hasta grubunda 43.2 saat<br />
idi (p< 0.01). Yan etkiler açısından karşılaştırıldığında en sık rastlanan yan etki her iki ilaçta da uyku bozukluğuydu.<br />
Zanamivir kullanan hastaların 5 (%13)’inde solunum sıkıntısı varken oseltamivir kullanan hastalarda solunum sıkıntısı<br />
gözlenmedi (p= 0.027).<br />
Parametre Oseltamivir Zanamivir p<br />
(saat) (saat)<br />
Ateş düşme süresi 50.4 43.2 = 0.01<br />
Semptomların kaybı 157.2 163.2 > 0.05<br />
İşe başlama süresi 158.4 145.2 > 0.05<br />
Komplikasyon gelişimi 0 0 > 0.05<br />
Parametre Oseltamivir Zanamivir p<br />
(saat)<br />
(saat)<br />
n % n %<br />
Solunum sıkıntısı 0 %0 5* %12.5 = 0.027<br />
Bulantı 10 %25 6 %15 > 0.05<br />
Baş ağrısı 11 %27.5 8 %20 > 0.05<br />
Uyku bozukluğu 15 %37.5 9 %22.5 > 0.05<br />
Baş dönmesi 9 %22.5 5 %12.5 > 0.05<br />
Psikiyatrik sorunlar 3 %7.5 2 % 5 > 0.05<br />
SONUÇ: Zanamivir ve oseltamivirin etkinliklerinin benzer olduğu, ciddi yan etkilerinin gözlenmediği, ancak zanamivir alanlarda solunum<br />
sıkıntısı açısından dikkat edilmesi gerektiği sonucuna varıldı. Zanamivir kullanan hastalarda ateş daha hızlı düşmüştü.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S39<br />
Kronik Hepatit B Enfeksiyonunda Fibrozis ve<br />
Trombositopeni İlişkisi<br />
Oğuz Karabay 1 , Ali Tamer 1 , Tayfun Temiz 1 , Nazan Tuna 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1 ,<br />
Yusuf Durmaz 1<br />
1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />
AMAÇ: Çalışmamızda, kronik hepatit B hastalarının histopatolojik bulgularının hematolojik ve biyokimyasal parametrelerle<br />
ilişkisi araştırılmış ve fibrozisle ilişkili olabilecek parametrelerin ortaya konulması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde 2009-2011 yılları arasında<br />
kronik viral hepatit B tanısı ile takip edilen ve karaciğer biyopsisi yapılan çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan<br />
69 ardışık hastanın verileri retrospektif olarak dosya verilerinden elde edildi.<br />
Çalışmaya alınma kriterleri<br />
• Kronik HBV enfeksiyonu tanısı almış olmak,<br />
• Karaciğer biyopsisi yapılmış olmak,<br />
• 17-70 yaş arasında olmak,<br />
• HIV negatif olmak,<br />
• HCV negatif olmak,<br />
• Eşlik eden hepatit, delta hepatit olmamak,<br />
• Gebe olmamak,<br />
• Siroz, hepatoselüler kanser olmamak,<br />
• Hematolojik hastalığın olmaması,<br />
• Kolelitiyazis olmaması,<br />
• Alkolik hepatit olmaması,<br />
• Otoimmün, toksik hepatit olmamak.<br />
Dışlanma kriterleri:<br />
• 17 yaş altı,<br />
• 70 yaş üstü hastalar,<br />
• Akut hepatit B olmak,<br />
• HCV pozitif olmak,<br />
• Alkolik, toksik hepatit olmak,<br />
• Otoimmün hepatit olmak,<br />
• Siroz olmak,<br />
• Hepatoselüler kanser tanısı almak,<br />
• Hematolojik hastalık olmamak,<br />
• Kolelitiyazis olmaması,<br />
• Gebelik varlığı.<br />
Tüm hastaların hepatit belirteçleri, HBV DNA düzeyi, tam kan sayımı, biyokimya tetkikleri gözden geçirildi. Hastaların<br />
biyopsileri kliniğimizde yapıldı. Karaciğer histopatolojisine (Knodell sınıflaması ile) göre hastalar düşük (evre 0-3) ve<br />
yüksek (4 ve üzeri) fibrozis grubu olarak ikiye ayrıldı.<br />
Gruplar kendi aralarında serum ALT, GGT, HBV-DNA, MCV, RDW, ALBUMİN, TOTAL PROTEİN, PLATELET, WBC, HE-<br />
MOGLOBİN, PROTROMBİN ZAMANI, TOTAL BİLİRUBİN, HAİ SKORU düzeyleri temel alınarak karşılaştırıldı.<br />
BULGULAR: Olgularımızın 44 (%63.8)‘ü erkek, 25 (%36.2)‘i kadın, yaş ortalaması 35.98 (min: 24, max: 66) idi.<br />
Olgularımızın 3’ü HBeAg pozitif ve 66’sı Anti-HBe pozitifti. Olgular fibrozis skorlarına göre < 4 (64 olgu) ve ≥ 4 (5<br />
olgu) diye ayrıldığında her iki grup arasında GGT, MCV, RDW, bilirubin, lökosit ve hemoglobin, protrombin zamanı ve<br />
HBV DNA düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p> 0.05). Ancak fibrozis skoru büyük grupta ALT yüksekliği,<br />
trombositopeni, yüksek HAİ skoru ve düşük albumin düzeyleri anlamlı oranda fazlaydı (p< 0.05). Olguların laboratuvar<br />
bulguları Tablo 1’de sunulmuştur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 299
Tablo 1. Olguların fibrozis gruplarına göre laboratuvar bulguları<br />
Parametre Düşük fibrozis<br />
grubu (n= 64)<br />
300<br />
Yüksek fibrozis<br />
grubu (n= 5)<br />
p değeri<br />
GGT IU/L 30.40 57.4 0.10<br />
HBV-DNA IU/mL 33.301.757 32.668.350 0.49<br />
MCV fl 87.7 85.98 0.24<br />
RDW % 15.4 15.3 0.46<br />
T. protein g/dL 7.1 7.1 0.41<br />
Lökosit K/uL 6543 6172 0.34<br />
HB g/dL 13.7 13.46 0.46<br />
PT sec 11.9 12.98 0.08<br />
T. Bilirubin mg/dL 0.89 0.92 0.44<br />
HAİ SKORU 5.26 11.2 0.000000416<br />
ALT IU/L 38.50 65.6 0.016<br />
Trombosit K/uL 241.126 155.460 0.019<br />
Albumin g/dL 4.0 3.6 0.01<br />
SONUÇ: Kronik hepatit B nedeniyle izlenen hastalarda serum ALT yüksekliği, trombositopeni, düşük albumin düzeyi ve biyopside<br />
saptanan yüksek HAİ düzeyleri karaciğerde ilerlemiş fibrozisin habercisi olabileceği düşünüldü. Kronik hepatit B’li bir<br />
hastada bu parametrelerde bozukluk varsa erkenden tedavi için değerlendirilmesi gerektiği düşünüldü.<br />
S40<br />
Sağlık Personelinde İnfluenza Aşısı Yaptırma Konusundaki<br />
Tutumları ve Sonuçları (Anket Çalışması)<br />
Vedat Turhan 1 , Ergenekon Karagöz 1 , Gökhan Karahmetoğlu 1 , Levent Görenek 1<br />
1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />
AMAÇ: İnfluenza aşıları influenza komplikasyonları açısından riskli gruplarda yapılma endikasyonu olan bir aşı olmakla birlikte<br />
yüksek riskli kişilere influenza bulaştırma risklerinin olması nedeniyle doktor, hemşire ve yardımcı sağlık personeli için<br />
de önemli aşılardandır. Çalışmamızda asli ve yardımcı sağlık personelinin grip aşısına karşı tutumlarının belirlenmesi ve bu<br />
tutumlarının gripe yakalanıp yakalanmama hususundaki etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 2011 yılı 31 Ocak ve 8 Şubat tarihleri arasında hastanemizde bir anket çalışması gerçekleştirilmiş ve bu<br />
çalışmaya hekimler, hemşireler ve yardımcı sağlık personelleri davet edilmiştir.<br />
BULGULAR: Çalışmamıza 65’i hekim, 92’si hemşire ve 58’i yardımcı sağlık personeli olmak üzere toplam 215 personel denek<br />
olarak katılmıştır. Deneklerin %88’inin 2010-2011 influenza aşısını yaptırmadıkları (olumsuz) buna karşılık sadece %12 kadarının<br />
aşıyı yaptırdıkları (olumlu) saptanmıştır. İnfluenza aşısını (2010-2011) yaptıran personelin ise %30.75’i gripe yakalandığını<br />
ve buna karşılık %69.25’i gripe yakalanmadıklarını bildirmişlerdir. İnfluenza aşısını (2010-2011) yaptırmayan personel<br />
grubunda ise %67.72’sinin gribe yakalandığı ve buna karşılık %32.28’inin gribe yakalanmadığı belirtilmiştir. Deneklerin<br />
%62.32’si bir önceki sezonda (2009 H1N1) aşı olmadıkları, bunların da hemen tamamının (%94.77’sinin) 2010-2011 grip sezonunda<br />
da aşı olmadıkları kaydedilmiştir. Deneklerin %37.67’si ise 2009 H1N1 sezonunda aşı yaptırdıklarını ancak bunların<br />
da 2010-2011 sezonunda da aşı yaptıranlarının sadece %23.45 oranında olduğu dikkat çekmiştir. Sonuçta mevcut çalışma<br />
sonuçlarına göre iki yıl üst üste grip aşısı yaptırma oranı %8.83 gibi oldukça düşük bir oran olarak saptanmıştır. Aşı olmayan<br />
deneklerin ise %37.03’ünün influenza aşısının etkinliğine inanmadığı için, %20.63’ünün ise yan etkilerinden çekindikleri için<br />
(toplam %58) influenza aşısını yaptırmadıklarını beyan ettikleri görülmüştür.<br />
SONUÇ: Sağlık personeli arasında influenza aşısı yaptırma oranının beklenene göre son derece düşük olduğu görülmüştür.<br />
Bu oranın artırılması için öncelikle aşının etkinliği ve güvenilirliği konuları da dahil olmak üzere eğitim faaliyetleri ile sağlık<br />
merkezlerindeki yerinde aşı uygulamalarının tüm personele zamanında ve etkin bir şekilde duyurulmasının gerekliliği ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S41<br />
21. Yüzyılın İlk Pandemisi ve İstanbul Haseki Hastanesi Verileri<br />
Kadriye Kart Yaşar 1 , Gülten Çiçek 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: 21. yüzyılın ilk grip pandemisi olan H1N1 pandemisi, ülkemiz dahil dünyanın hemen her bölgesini etkilemiştir. Bu<br />
çalışmada; Nisan 2009 ile Mart 2010 arası dönemde, kliniğimizde H1N1 gribi şüphesi ile yatırılarak izlenen olgulardan tanısı<br />
kesinleşmiş bulunan 46 olgunun klinik, laboratuvar ve radyolojik özellikleri değerlendirilmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize, İstanbul Atatürk Havalimanından kendi bildirimi veya termal kamarada saptanarak gönderilen<br />
ya da toplumdan başvuran, ateşli ve “olası olgu” tanımına uygun olanlar yatırılarak izlendi. Alınan burun sürüntüsü örneğinde<br />
real time PCR ile influenza A H1N1 RNA pozitif saptanan 46 olgu, retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Olguların tamamına,<br />
5 gün oseltamivir ve bakteriyel süperenfeksiyon düşünülenlere nonspesifik antibiyotik tedavisi verilmiştir.<br />
BULGULAR: Olası olgu tanımına uygun olup yatırılarak izlenen 226 hastadan 46’sı kesin tanımlanmış olgu olarak kabul edildi.<br />
Kesin tanılı olguların 30’u kadın (%65), 16’sı erkek ve 10’u import olguydu (%22). Yaş aralığı 17-58 olan olgularda median yaş<br />
30.65 ± 10.21 idi. Altısı gebe (%13) olan olgularımızda; ateş, öksürük, boğaz ağrısı ve miyalji en sık saptanan bulgulardı. Tüm<br />
olgularda hastaneye başvurana dek geçen semptom süresi ortalama 3 gün, yatışla beraber toplam hastalık süresi ise ortalama 9<br />
gündü. Radyolojik bulgu olarak olguların büyük bir kısmında bilateral yaygın interstisyel pnömoni bulguları, buzlu cam görünümü<br />
vardı. Süperenfeksiyonun eşlik ettiği olgularda lober konsolidasyon ve plörezi gözlendi. Altta yatan hastalığı bulunan ve ağır<br />
seyirli olgulardan dördü, yoğun bakım ünitesine (YBÜ) sevkedildi (%9) ve üçü kaybedildi (%7). Hastaların tümünde oseltamivir<br />
kullanıldı. Bunun yanında antibiyotiğin de kullanıldığı hasta sayısı 23 (%50) idi.<br />
SONUÇ: Yeni bir influenza A H1N1 virüsüyle gelişen, akut solunum yolu enfeksiyonu beş kıtada 160 ülkeyi etkileyen bir H1N1<br />
pandemisine dönüşmüştür. Hastalık ülkemizde de en çok çocuk ve genç erişkin popülasyonda, normal erişkinler ve gebelerde<br />
görülmüştür. Ciddi pnömoni ve YBÜ ihtiyacı nedeniyle hastanelere başvuru ve yatış oranları artmış, altta yatan hastalığı bulunanlarda<br />
ciddi seyir ve ölüm gözlenmiştir. Bu nedenle riskli grupların aşılanması şarttır. Ancak daha önceki deneyimlere göre hastalığın<br />
mortalitesinin düşük olması, toplumsal aşılamada aşının halk tarafından reddine yol açmıştır ve aşı oranları tüm dünyada<br />
düşük seyretmiştir. Hastalığın bulaş zincirinin kırılmasında el yıkama gibi basit önlemler açısından toplum bilinçlendirilmelidir.<br />
S42<br />
Kronik Aktif Hepatit C <strong>Tedavi</strong>sinde Kullanılan Pegile<br />
İnterferon-a2a + Ribavirin, Pegile İnterferon-a2b + Ribavirin<br />
ve Klasik İnterferon + Ribavirin Kombinasyon <strong>Tedavi</strong>lerinin<br />
Yan Etkilerinin Karşılaştırılması<br />
Saygın Nayman Alpat 1 , Fatma Nilgün Can 1 , İlhan Özgüneş 1 , Nurettin Erben 1 ,<br />
Elif Doyuk Kartal 1 , Gaye Usluer 1<br />
1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eskişehir<br />
AMAÇ: Klasik interferon ve pegile interferon alfa (PEG-IFN-a2a ve PEG-IFN-a2b) ile ribavirin kombinasyon tedavisi<br />
grip benzeri belirtilere, hematolojik, nöropsikiyatrik, otoimmün yan etkilere sebep olabilir. Bu çalışmada; kronik C hepatitli<br />
hastalarda tedavide kullanılan üç farklı tedavinin yan etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Kliniğimizde izlenen 115 kronik hepatit C hastası çalışma kapsamına alındı. Kırk hastaya PEG-<br />
IFN-a2a ile ribavirin kombinasyonu, 51 hastaya PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyonu, 24 hastaya klasik interferon<br />
ile ribavirin kombinasyonu 48 hafta süre ile verildi. Hastalar tedavi sonrası retrospektif olarak değerlendirildi.<br />
BULGULAR: Her üç tedavi grubunda en sık grip benzeri belirtiler gözlendi. PEG-IFN-a2a ile ribavirin kombinasyon<br />
tedavisi alan hastalarda %10, PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyon tedavisi alan hastalarda %13.7, klasik interferon<br />
ile ribavirin kombinasyon tedavisi alan hastalarda %20.8 oranında yan etkiler nedeni ile tedavi erken sonlandırıldı.<br />
SONUÇ: Üç tedavi arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Döküntü (p= 0.03), farenjit (p= 0.02), anemi (p=<br />
0.01), kaşıntı (p= 0.004) ve lökopeni (p= 0.003) yan etkisi PEG-IFN-a2a ile ribavirin kombinasyon tedavisinde diğer<br />
tedavilere göre istatistiksel olarak anlamlı daha fazla bulundu Bunun yanı sıra ateş (p= 0.02), bulantı (p= 0.00), karın<br />
ağrısı (p= 0.03) ve kilo kaybı (p= 0.00) yan etkisi PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyon tedavisinde diğer tedavilere<br />
göre istatistiksel olarak anlamlı daha fazla bulundu.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 301
302<br />
S43<br />
Ülkemizde Genç Erkek Hasta Popülasyonunda HBV<br />
Enfeksiyonunun Demografik ve Sero-Klinik Bazı Özellikleri<br />
Vedat Turhan 1 , Hüsrev Diktaş 1 , Mustafa Hatipoğlu 1 , Ali Acar 1 , Abdullah Haholu 2 ,<br />
Oral Öncül 1 , Levent Görenek 1<br />
1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />
2 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Patoloji Servisi, İstanbul<br />
AMAÇ: Bu çalışmada, kronik aktif HBV enfeksiyonu bulunan genç erkek hastaların epidemiyolojik, serolojik, histopatolojik ve<br />
tedavi kullanım ile ilgili bazı özellikleri araştırılmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmaya Ekim 2008 ile Mayıs 2010 tarihleri arasında 18-40 yaş aralığında 309 olgu dahil edilmiştir. Bu<br />
olgular doğum yerlerine göre ve Türkiye coğrafik olarak doğu, batı, kuzey, güney ve merkez (İç Anadolu Bölgesi) olacak şekilde<br />
beş bölgeye ayrılarak sınıflandırılmış ve incelenmiştir. Olguların HBsAg, HBeAg, Anti-HBe seropozitifliği ile karaciğer iğne biyopsi<br />
sonuçları ve hastanemize başvurmadan önceki kullanılan tedavi rejimleri gözden geçirildi.<br />
BULGULAR: Ortalama yaş 24.74 olarak saptandı. Coğrafik olarak ise olguların %6.1 (19 olgu)’i Kuzey, %12.62 (39 olgu)’si<br />
merkez, %11.65 (36 olgu)’i güney, %30.74 (95 olgu)’ü doğu ve %38.83 (120 olgu) ise batı bölgesinden tespit edildi. Bu olguların<br />
%66 (204 olgu)’sı naif olgulardı. Naif olgularda ise HBeAg pozitif olgu sayısı %52 (107 olgu) iken Anti-HBe pozitif olgu<br />
oranı %48 (97 olgu) olarak tespit edildi. Tüm hastalar içindeki oral antiviral veya interferon kullanım oranı ise %34 (105 olgu)<br />
idi. Oral antiviral kullanım oranı %65 (68 olgu) iken interferon kullanım oranı ise %35 (37 olgu) olarak saptandı. Ortalama AST<br />
düzeyi 43.712 ortalama ALT düzeyi ise 77.35 idi (normal değerler 5-40 U/L). Biz hastalarımızda karaciğerdeki hasar derecesini ve<br />
histolojik aktivite indeksini göstermek için Knodell klasifikasyon sistemini kullandık. Karaciğer iğne biyopsisi hastaların 177’ine<br />
uygulandı. Ortalama Knodell histolojik aktivite indeksi 4.04/18 iken fibrozis derecesi ise 1.16/6 idi.<br />
SONUÇ: Bu çalışma kronik aktif hepatit B virüs enfeksiyonlu genç erkek olguların demografik ve önemli sero-klinik özelliklerini<br />
yansıtmayı amaçlamıştır. Bu çalışma sonucunda Türkiye’nin doğu (%31) ve batı (%39) bölgelerindeki (İstanbul ve göç etkisi?)<br />
HBV insidansı açısından fark olmadığı gözlendi. Olguların 2/3’ü daha önce tedavi kullanmamış naif hastalar idi ve HBe-Ag ile<br />
Anti-HBe seropozitivite oranları birbirine çok yakındı. En çok kullanılan tedavi rejimi ise oral antiviral tedavi (tedavi alanların<br />
2/3’ü) idi.<br />
S44<br />
Kronik Hepatit B Virüs Enfeksiyonlu Olgularda “Sero-<br />
Sonografik Skorlama Sistemi-GATA”nın Karaciğer<br />
Histopatolojisi ile Karşılaştırılması<br />
Vedat Turhan 1 , Burak Kalaycıoğlu 2 , Hüsrev Diktaş 1 , Onur Sıldıroğlu 2 , Ali Acar 1 ,<br />
Oral Öncül 1 , Eşref Kızılkaya 1 , Levent Görenek 1<br />
1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />
2 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Radyoloji Servisi, İstanbul<br />
AMAÇ: Bu çalışmada hepatik inflamasyon ve fibrozisin değerlendirilmesinde karaciğer iğne biyopsisine alternatif, noninvaziv<br />
bir yöntem olarak uygun ultrasonografik ve biyokimyasal yöntemlerin seçimi ve bir skorlama sistemi (sero-sonoğrafik skorlama<br />
sistemi)’nin geliştirilmesi amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Prospektif olarak yapılan çalışmamızda kronik HBV enfeksiyonu ve kronik HCV enfeksiyonu bulunan<br />
28 olgu dahil edilmiştir. Doppler ultrason yöntemi kullanılarak üç ultrasonografik parametre analiz edilmiştir. Bu parametreler<br />
“portal ven çapı, hepatik parankimal eko paterni ve dalak büyüklüğü”dür. Bu veriler aynı zamanda “serum albumin düzeyi ve<br />
trombosit sayımı” ile kombine edilerek kullanılmıştır. Sonuçta bu parametreler kullanılarak yapılan puanlama sistemi ile histolojik<br />
aktivite indeksinin ve fibrozis düzeyinin tespit edilmesi amaçlanmıştır.<br />
BULGULAR: Çalışmamızda ilk kez uygulamaya başladığımız “sero-sonografik skorlama sistemi”nden elde ettiğimiz “olası HAİ<br />
ve fibrozis skorları” olgu serimizin total HAİ ve fibrozis skorları ile büyük benzerlik ve korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Ancak<br />
her bir olgunun karaciğer histopatolojik incelemelerinin sonuçları ile bireysel olarak karşılaştırıldığında bazı olguların HAİ sonuçları<br />
ile uyumsuzluklar gösterdiği bulunmuştur.<br />
SONUÇ: Hem ultrasonografik yöntemlerin hem de biyokimyasal tetkiklerin karaciğerdeki fibrozisi tahmin etmekte kendi avantajları<br />
ve dezavantajları vardır. Bu iki metodun kombine edilerek kullanılması ümit vadetmektedir. Çalışmamızdakine benzer<br />
sero-sonografik metodların modifikasyonları ile yapılacak geniş olgu serili çalışmalar viral hepatit tedavisi ve takibi ile ilgilenen<br />
klinisyenleri daha güvenilir, kolay ve non-invazif bir tanısal seçeneğe ulaştırabilir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Diğer Enfeksiyon Hastalıkları<br />
S45-S51<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 303
304<br />
S45<br />
Kene Isırması Nedeniyle Başvuran 57 Olgunun İrdelenmesi<br />
Mesut Ortatatlı 1 , Ramazan Gümral 2 , Murat Eroğlu 3 , Hüseyin Üçkardeş 3 , Levent Kenar 1<br />
1 GATA KBRN Bilim Dalı, Ankara<br />
2 GATA Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
3 Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Erzurum<br />
AMAÇ: Çalışmamızda, intaniye ve acil polikliniklerine başvuru sayısı her yıl artış gösteren kene ısırması olgularının<br />
takibi ve dikkat edilmesi gereken hususların irdelenmesi amaçlandı.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize 01 Ocak-31 Aralık 2008 tarihleri arasında kene ısırması ile başvuran 57 kişinin<br />
ayaktan, on gün boyunca, günaşırı klinik ve laboratuvar (lökopeni, trombositopeni, AST, ALT, GGT, LDH, CK, PTZ<br />
yüksekliği) yönden takibi yapıldı. Kişilerin cinsiyeti, yaşları, ısırılan bölge ve kenenin kim tarafından çıkarıldığı bilgileri<br />
kayıt edildi.<br />
BULGULAR: 2008 yılında hastanemiz intaniye ve acil polikliniğine 10 (%18)’u kadın, 47 (%82)’si erkek olmak üzere<br />
57 kişi kene ısırması şikayeti ile başvurdu. Aylara göre dağılım; mart ayında bir, nisan 4, mayıs 12, haziran 10, temmuz<br />
7, ağustos 15, eylül 4, ekim 4 olup, ocak, şubat, kasım ve aralık aylarında başvuru olmadı. Olguların 10 (%18)’u çocuk<br />
(< 10 yaş), 47 (%82)’si erişkin (> 15 yaş) idi. Başvuruların 21 (%37)’i şehir merkezinden, 36 (%63)’sı kırsaldan olup,<br />
ısırılanların 12 (%21)’sinde kene kendi imkanları ile, 25 (%44)’inde ise hastanede sağlık personeli tarafından çıkarıldı.<br />
Yirmi (%35) kişi ise üzerinde kene gördüğünü, ısırıp ısırmadığını bilmediğini ifade etti. Isırıkların 5 (%14)’i baş-boyun,<br />
9 (%24)’u gövde, 10 (%27)’u üst ekstremite, 13 (%35)’ü alt ekstremitede tespit edildi. Takip edilen hastaların hiçbirinde<br />
klinik olarak ateş, halsizlik, karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı-kusma, ishal, yaygın vücut ağrısı, hemorajik semptomlar<br />
ve laboratuvar olarak lökopeni, trombositopeni, AST, ALT, GGT, PTZ yüksekliği görülmedi. On beş olguda (%26) CK<br />
yüksekliği ölçülürken, LDH yüksekliği tespit edilenlerin beşi de çocuktu. Takip edilen 57 kişide KKKA tablosu gelişmedi.<br />
SONUÇ: Ülkemizde 2002 yılından itibaren KKKA hastalığı çok sayıda kişiyi etkilemiş, ölümlere neden olmuş, toplumda<br />
kene ısırması konusunda büyük bir endişe yaratmıştır. Bu durum kene ısırması nedeniyle acil servislere başvuran hasta<br />
sayısını artırmıştır. Kreatinin fosfokinaz değerleri yüksek ölçülen 15 olgunun diğer laboratuvar ve klinik incelemesinde<br />
patoloji saptanmamış olup, yaptıkları ağır spor nedenli CK yükselmesi olarak değerlendirilmiştir. Kene ısırıklarının takibinin<br />
inkübasyon süresi göz önüne alınıp, on gün süreyle hem klinik hem de laboratuvar yönden beraber değerlendirilerek<br />
yapılması ile gelişecek KKKA erken tanımlanıp mortalitenin azaltılabileceği gibi, gereksiz ribavirin kullanımının<br />
da önleneceği değerlendirilmiştir.<br />
S46<br />
Türk Toplumunda Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı ile<br />
HLA Antijenleri Arasındaki İlişkinin Araştırılması<br />
Hürrem Bodur 1 , Esragül Akıncı 1 , Uğur Muşabak 2 , Rahşan I. Sağkan 2<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), ülkemizde endemik olan kene kaynaklı zoonotik bir enfeksiyondur. Hastalığın<br />
etkeni, Bunyaviridae ailesinden Nairovirus genusuna ait bir RNA virüsüdür. Etkene maruz kalan kişilerde farklı<br />
şiddetlerde seyredebilen KKKA hastalığına karşı insanların genetik duyarlılığı henüz daha bilinmemektedir. İnsan lökosit<br />
antijen sistemi [the human leukocyte antigen (HLA) system], 6. kromozomun kısa kolu üzerinde bulunan oldukça<br />
polimorfik bir gen grubudur ve mikroorganizmalara karşı immün yanıtta anahtar rol oynar. Bu çalışmada, KKKA hastalığına<br />
karşı duyarlılıkta ve hastalığın şiddetinde HLA sisteminin bir rolü olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />
Mikrobiyoloji Kliniğinde KKKA tanısıyla takip edilen hastalarda yapıldı. Hasta grubu olarak KKKA tanısı konulan 57<br />
erişkin hasta (31 erkek, 26 kadın), kontrol grubu olarak organ vericisi olan 43 sağlıklı erişkin (22 erkek ve 21 kadın) ça-<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
lışmaya alındı. Organ vericileri GATA’da organ nakli için tetkik edilen erişkinler arasından seçildi ve hastaların yaşadığı<br />
bölgelerden olmalarına dikkat edildi. HLA testleri (HLA-A, -B, -Cw, -DQ ve -DR) GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları<br />
Bilim Dalı Doku Tipleme Laboratuvarında polimeraz zincir reaksiyonu-sekans spesifik oligonükleotid (PCR-SSO) tekniği<br />
kullanılarak yapıldı. Tüm hastalarda HLA alellerinin, haplotiplerin ve genotiplerin sıklığı belirlenerek kontrol grubu ile<br />
karşılaştırıldı. Daha sonra çalışmaya alınan hastalar, kliniği ağır olmayanlar (n= 37) ve kliniği ağır olanlar ya da ölen<br />
hastalar (n= 20) olmak üzere iki gruba ayrılarak karşılaştırıldı. Hastalık ağırlık kriterleri kliniğimizde yapılan bir çalışmaya<br />
göre belirlendi. Trombosit sayısı ≤ 20.000/mm 3 , melena, APTT ≥ 60 sn ve somnolans kriterlerinden birinin olması<br />
halinde ağır hasta olarak kabul edildi. Verileri karşılaştırmak amacıyla, Chi-square testi ve Yates düzeltmeli Fisher’s<br />
exact testi istatistik yöntemleri kullanıldı. p< 0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.<br />
BULGULAR: HLA-A lokusunda, hasta grubunda HLA-A*02 (%31.6) en sık alel iken, kontrol grubunda HLA-A*24<br />
(%17.4) en sık alel idi. Hasta ve kontrol grubunda diğer sık görülen HLA alelleri, HLA-B*35 (%15.8, %16.3), HLA-<br />
Cw*04, (%16.7, %24.4), HLA-DQB1*03 (%45.6, %52.3) ve HLA-DRB1*11 (%21.9, %29.1) idi. Hasta grubunda<br />
kontrol grubuna göre, HLA-A*02 alel sıklığı anlamlı derecede yüksek, HLA-B*27 alel sıklığı ise anlamlı derecede düşüktü<br />
(sırasıyla p= 0.021 ve p= 0.010). HLA-A*02 aleli için relatif risk (RR) 1.93 95% CI: 1.11<br />
SONUÇ: Bu çalışma göstermektedir ki KKKA hastalığında, HLA-A*02 hastalığa duyarlılığı sağlayan gen ve HLA-B*27<br />
hastalıktan koruyucu gen olabilir. Ayrıca hastalığın seyrinde de HLA gen polimorfizmi önemli rol oynayabilir. Nitekim,<br />
HLA-A*23 alel sıklığı ile hastalığın ağırlığı arasında anlamlı bir ilişkili bulunmuştur.<br />
S47<br />
Kliniğimizde 2005-2008 Yılları Arasında Takip Edilen<br />
161 Bruselloz Olgusunun Analizi<br />
Bircan Ünal Kayaaslan 1 , Esragül Akıncı 1 , Aliye Tanrıcı Baştuğ 1 ,<br />
Selim Sırrı Eren 1 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Bruselloz ülkemizde endemik olan zoonotik bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışmada Ocak 2005-Aralık 2008<br />
tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen bruselloz olgularının değerlendirilmesi amaçlandı.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde takip ve tedavi edilen bruselloz olguları<br />
prospektif olarak izlendi. Bruselloz tanısı klinik bulguların varlığında yüksek Brusella aglütinasyon titresi ve/veya kültürde<br />
etkenin üretilmesi ile konuldu.<br />
BULGULAR: Toplam 161 hasta takip edildi. Hastaların %39.8’i kadın, %60.2’si erkek, yaş ortalaması 47 ± 17 idi.<br />
Olguların %71.4’ünde hayvancılık öyküsü, %79.5’inde taze peynir yeme öyküsü mevcuttu. En sık semptomlar ateş<br />
(%77.7), terleme (%57.8) ve halsizlik (%56.5) idi. Hastaların %60.8’inde anemi, %18.6’sında lökopeni, %14.9’unda<br />
trombositopeni, %83.2’sinde CRP yüksekliği ve %62.1’inde sedimentasyon yüksekliği mevcuttu. Brusella standart tüp<br />
aglütinasyonu (STA), %97.5 hastada 1/160 ve üzerinde pozitifti. Hastaların 70’inde kan kültüründe üreme oldu. Kan<br />
kültürü pozitifliği ile STA yüksekliği, ateş ve akut bruselloz kliniği arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı idi. Bruselloza<br />
bağlı komplikasyon %41 oranında tespit edildi. En çok gelişen komplikasyon osteoartiküler tutulum (%31.1) idi.<br />
Sekiz hastada (%4.9) nörobruselloz, 7 hastada (%4) orşit, 1 hastada (%0.6) hepatit saptandı. Spondilit en sık görülen<br />
osteoartiküler tutulum olup, 37 hastada (%74.0) tespit edildi. Lomber bölge en fazla tutulan vertebra seviyesi idi.<br />
Komplikasyonlar, akut enfeksiyonda daha düşük oranda bulunurken subakut enfeksiyonda, relaps ve reenfeksiyonlarda<br />
daha yüksek oranda idi. Çok değişkenli analizde, ateş ve kan kültür pozitifliği ile komplikasyonlar arasındaki ilişki<br />
anlamlı bulundu. <strong>Tedavi</strong>de en çok kullanılan kombinasyon %67.7 oranı ile rifampisin + doksisiklin kombinasyonu idi.<br />
<strong>Tedavi</strong>si tamamlanan hastalardan kontrole gelenlerde bir yıllık izlemde nüks görülmedi.<br />
SONUÇ: Ülkemizde endemik olan ve özellikle çiftçilik ile uğraşan kişilerde görülen bruselloz olgularının yaklaşık yarısında<br />
komplikayon gelişmektedir. Komplikasyonların akut dönemde daha az görülmesi, relaps ve reenfeksiyonlarda ise<br />
daha fazla tespit edilmesi erken ve uygun tedavinin önemini ortaya koymaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 305
306<br />
S48<br />
Kesin ve Klinik Tanılı Tüberküloz Menenjitli İki Grupta<br />
Thwaites Diagnostik Skorlamasının Karşılaştırılması<br />
Kadriye Kart Yaşar 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />
1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: Tüberküloz menenjitte (TBM) hızlı tanı ve erken tedavi, hastalığın prognozunu büyük ölçüde etkileyebilir.<br />
Ancak laboratuvara dayalı tanı yöntemleri bu konuda yetersizdir. Bu nedenle, klinik ve laboratuvar özelliklerinin kullanıldığı<br />
tanı kılavuzları ve standardizasyonu çabaları hala sürmektedir. Bu çalışmada, tüberküloz menenjit tanısında<br />
2002 yılında geliştirilmiş olan Thwaites’e ait diagnostik skorlama (TDS); kültür pozitif 59 olgu ile klinik olarak tanı<br />
alan 89 TBM’li olguya uygulanarak aralarında fark olup olmadığı ve ülkemiz verileri açısından bu skorlamanın değeri<br />
irdelenmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Löwenstein-Jensen besiyerinde Mycobacterium tuberculosis izole edilen kesin tanılı 59 TBM’li<br />
olgu ile TBM’yi tanımlayıcı klinik, laboratuvar ve radyolojik özelliklere sahip klinik tanılı 89 TBM’li olgu bu çalışmaya<br />
dahil edilmiştir. Yaş, semptom süresi, kan lökositi, BOS lökosit sayısı ve nötrofil oranının kullanıldığı bir skorlama sistemi<br />
olan TDS, her iki gruba uygulanmış ve sonuçlar değerlendirilmiştir.<br />
BULGULAR: Kültür pozitif 59 TBM’li olgunun tamamı, TBM için gerekli sınır değerin altındaydı. Olguların %68’inde<br />
skor değeri en anlamlı değer olan (-5), %95’inde ise ≤ 0 idi. Klinik tanılı 89 olgunun da tamamı sınır değer olan 4 ve<br />
altında bulunmuştur. Bu grupta (-5) değeri alanların oranı %58 iken, skor değeri 0 ve altında olanlar %89 idi.<br />
SONUÇ: TBM, klinik varyasyonlara sahip, tanısı zor bir klinik tablodur. <strong>Tedavi</strong> gecikmesi TBM için en önemli prognostik<br />
faktör olduğundan, erken tanıya yönelik faydalı bir yöntem olduğunu gözlemlediğimiz Thwaites skorlamasının, TBM<br />
tanısında kullanılabilecek rutin incelemeler arasında olabileceğini düşünmekteyiz.<br />
S49<br />
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Kum Sineği Ateşi<br />
Nedeniyle Takip Edilen Olguların Değerlendirmesi<br />
Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Derya Seyman 1 , Ahmet Özsancak 1 , Mustafa Yorulmaz 1 ,<br />
Senay Dodanlı 1 , Veli Günay 1 , Figen Sarıgül 1 , Tülün Temizkan 1<br />
1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />
AMAÇ: Bunyaviridae ailesinin bir üyesi olan filebo virüsler, tatarcık humması (Phlebotomus fever), 3 gün ateşi veya<br />
kum sineği ateşi (sandfly fever) olarak adlandırılan klinik tablonun etkenidir. Enfeksiyon birkaç milimetre büyüklüğündeki<br />
küçük dişi tatarcık sineklerinin kan emmesi ile bulaşır. Hastalık özellikle ülkemizin Akdeniz bölgesinde endemik<br />
olmakla birlikte son yıllarda İç Anadolu bölgesinde de salgınlara neden olmuştur. Bu çalışmada kum sineği ateşi tanısı<br />
konulan 23 olgunun klinik ve laboratuvar özellikleri değerlendirilmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniğine<br />
2010 yılı içinde sandfly fever -kum sineği ateşi tanısı ile yatırılan 23 olgunun verileri retrospektif incelenmiştir.<br />
BULGULAR: Olguların 12’si erkek, yaş ortalaması 29.4 (18-41) idi. Olguların tümünde ani başlayan ateş, baş ağrısı,<br />
halsizlik şikayeti vardı. Mevcut şikayetlere ek olarak olguların %60’ında bulantı-kusma, %26’sında karın ağrısı, %39<br />
‘unda gözlerde kızarma vardı. Baş ağrısı genellikle retroorbital ve frontal bölge yerleşimliydi. İki hastada ise çok şiddetli<br />
ve oksipital bölge yerleşimli baş ağrısı saptandı. Olgularda ateş ortalama 4 günde, bulantı- kusma 6 günde, halsizlik ise<br />
9 günde düzelmiştir. Hepsinde tatarcık ile temas öyküsü olmasına rağmen sadece %60’ında ısırık izi saptandı. Olguların<br />
laboratuvar incelemelerinde ortalama lökosit sayısı 3080/mm 3 (1230-5420), ortalama trombosit sayısı 122.000/<br />
mm 3 (119.000-221.000), ortalama ALT 264 U/L (15-833) ve ortalama AST değerleri 238 U/L (5-845) olarak saptandı.<br />
Akut faz reaktanları (CRP, sedimentasyon) normal sınırlardaydı.<br />
SONUÇ: Sandfly fever virüsünün dört alt türü bulunmakta ve ülkemizde dört tür de görülmektedir. Özellikle yaz aylarında<br />
tatarcık ile temas öyküsü olan, ateş, miyalji-artralji ve baş ağrısı şikayetleri ile başvuran hastalarda kum sineği<br />
ateşi akla gelmelidir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S50<br />
Batı Nil Ensefaliti (BNE) Olgularının Klinik ve Laboratuvar<br />
Özelliklerinin Araştırılması<br />
Oğuz Karabay 1 , Nazan Tuna 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1 , Gökçen Öztürk 1<br />
1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />
AMAÇ: Batı Nil virüsü (BNV) Amerika ve Avrupa’da insanlarda ve bazı memelilerde görülen Flaviviridae ailesine ait zarflı, tek<br />
sarmal RNA’lı bir virüstür. Hastalık son yıllarda bölgemizde Yunanistan ve Rusya’da görülmüş, ülkemizde de 2010 yılı içinde<br />
çeşitli illerden olgular saptanmıştır. Bu çalışmada ülkemizde birçok özelliklerini yeni öğrendiğimiz, Batı Nil ensefaliti tanısı<br />
laboratuvar verileriyle doğrulanmış beş olgunun retrospektif analizi yapılmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmaya alınan olgular hastanemize 2010 eylül-ekim arasında başvuran ve > 17 yaş , ateşi 38.5°C’nin<br />
üzerinde seyreden ve ELISA ile IgM pozitifliği veya IgG titresinde 4 kat artış (15 ile 20 gün içinde) saptanan ve ensefalit veya<br />
menenjit klinik bulguları olan hastalardan seçildi. Çalışmaya alınan beş olgudan dördüne lomber ponksiyon (LP) yapıldı.<br />
BULGULAR: Beş erkek olgu 1 Eylül -5 Ekim 2010 arasında BNE tanısı aldı. Bir olgu hariç (34 yaş) diğerleri 60 yaşın üzeri idi<br />
(min: 34, maks: 82).Olguların hiçbirinde ölüm gözlenmedi. Olguların hepsinde ateş ve genel durum bozukluğu görülürken,<br />
baş ağrısı ve bilinç bulanıklığı 4 (%80) olguda gözlendi. Hastaların %60’ının anamnezinde sivrisinek ısırığı vardı. Olgularımıza<br />
ait klinik ve laboratuvar bulguları Tablo 1’de, BOS bulguları Tablo 2’de özetlenmiştir.<br />
Tablo 1. Batı Nil ensefalitli olguların klinik ve laboratuvar bulguları<br />
Parametre Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 4 Olgu 5 Ortalama (min-maks)<br />
Yaş 65 78 34 82 72 66.2 34-82<br />
Cinsiyet (erkek/kadın) E E E E E<br />
Köy/şehir Ş K Ş Ş Ş<br />
WBC K/uL 2.9 12.9 11.4 8.1 11.3 9.3 2.9-12.9<br />
Hgb g/dL 12.9 15.4 14.6 14 12.6 13.9 12.6-15.4<br />
PLT K/uL 58.4 242 132 241 145 163.6 58.4-242<br />
CRP mg/dL 6 24.3 37.9 13.6 84.2 33.2 6-84.2<br />
Sedimentasyon 9 47 21 33 57 33.4 9-57<br />
% Lenfosit 22 28 20 14 34 23.6 14-34<br />
% Nötrofil 68 60 60 80 62 66 60-80<br />
Glukoz mg/dL 137 95 84 236 121 134.6 84-236<br />
T. protein g/dL 6.30 7.50 6.40 VY 6.40 6.65 6.30-7.50<br />
Albumin g/dL 3.6 3.4 3.5 3.7 3 3.4 3-3.7<br />
Na mmol/L 126.3 137.6 138.2 130.2 137 132.7 126.3-137.6<br />
Cl mmol/L 97.6 94.1 105 91 100 97.54 91-105<br />
AST IU/L 28 27 38 15 29 27.4 15-38<br />
ALT IU/L 22 11 27 11 28 19.8 11-28<br />
CK IU/L VY 2341 231 VY 124 898.6 124-2341<br />
GGT IU/L 21 11 VY 28 18 19.5 11-28<br />
Bilirubin mg/dL 0.9 0.9 2 0.9 1.4 1.22 0.9-2<br />
PT sn 11.3 11.1 12 11.6 VY 11.5 11-12<br />
Baş ağrısı Var Var Var Yok Var<br />
Miyalji Yok Var Var Yok Var<br />
Bilinç bulanıklığı Var Var Var Var Var<br />
Ateş Var Var Var Var Var<br />
Titreme Yok Var Yok Var Yok<br />
Farenjit Yok Yok Yok Yok Yok<br />
Konjunktival batma Yok Yok Yok Yok Yok<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 307
Tablo 1. Batı Nil ensefalitli olguların klinik ve laboratuvar bulguları (devamı)<br />
Parametre Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 4 Olgu 5 Ortalama (Min-Maks)<br />
İshal Yok Yok Var Yok Yok<br />
Kusma Yok Yok Var Yok Yok<br />
Bulantı Yok Yok Var Yok Yok<br />
Sivrisinek ısırığı Var Yok Yok Var Var<br />
Diabetes mellitus Var Yok Yok Var Var<br />
Ense sertliği Yok Var Var Yok Var<br />
Ölüm<br />
VY: Veri yok.<br />
Yok Yok Yok Yok Yok<br />
Tablo 2. Batı Nil ensefalitli olguların beyin omurilik sıvısı bulguları*<br />
BOS bulguları Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 5<br />
Hücre 50 80 570 180<br />
Hücre karakteri Lenfosit Lenfosit Lenfosit Lenfosit<br />
Protein mg/dL 687 666 681 148<br />
Glukoz 87 45 59 113<br />
Na mmol/L 147.6 148.7 139.9 142<br />
Cl mmol/L 111.5 119.6 114.3 122<br />
* OLGU 4: Hastanın onayı olmadığı için LP yapılamadı.<br />
SONUÇ: BNE’li olgularda en dikkat çekici bulgu BOS sıvısında protein yüksekliği idi. Belirgin ensefalit tablosu olan<br />
olguların hepsinde ateş ve genel durum bozukluğu vardı. Yaz sonu ateş ve ensefalit tablosuyla başvuran hastaların<br />
ayrıcı tanısında, BNE düşünülmeli ve bu etkene yönelik testler yapılması gerektiği düşünülmüştür.<br />
308<br />
S51<br />
Kronik Hepatit C <strong>Tedavi</strong>si Sırasında Tiroid Fonksiyon<br />
Bozukluğu Gelişmesi Kalıcı Viral Yanıt Şansını Artırıyor<br />
Şener Barut 1 , Özgür Günal 1 , Ünal Erkorkmaz 2 , Feyza Yıldız 1<br />
1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tokat<br />
2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Tokat<br />
AMAÇ: Günümüzde ribavirinle kombine pegile interferon (PEG-IFN) kronik hepatit C (KHC) hastalığının standart tadavisini<br />
oluşturmaktadır. Ancak bu tedavi uzun sürelidir ve birçok yan etkileri vardır. İnterferon-alfa’nın immüniteyi indüklemesi<br />
sonucu otoimmüniteyle ilgili sorunlar ortaya çıkmakta; en sık da tiroid beziyle ilgili yan etkiler görülmektedir. Ancak<br />
tiroidle ilgili yan etkiler çoğu zaman hastanın antiviral tadavisini kesmeyi gerektirmemektedir. Bu çalışmada retrospektif<br />
olarak PEG-IFN ve ribavirin tedavisi alan hastalarda tiroidle ilgili yan etki gelişmesinin kalıcı viral yanıtla (KVY) ilişkisi araştırılmıştır.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: 2005 ve 2010 yılları arasında KHC nedeniyle PEG-IFN ve ribavirin verilen hastalar retrospektif olarak<br />
incelendi. <strong>Tedavi</strong> sırasında hastaların tiroid fonksiyon testleri düzenli olarak izlenmişti. <strong>Tedavi</strong> bitiminden 6 ay sonra<br />
HCV-RNA negatif bulunan hastalar KVY oluşmuş kabul edildi.<br />
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 54.3 yıl ve %82.2’si kadın idi. Yüz on dokuz hastadan KVY ile ilgili verisi olan 103<br />
hastanın verileri analiz edildi. Bu hastaların 68 (%66)’inde KVY sağlandı ve 18 (%17.5)’inde tedavi sırasında tiroid fonksiyon<br />
bozukluğu gelişti. Tiroid fonksiyon bozukluğu gelişen hastaların %88.9’unda KVY elde edilmiştir, bu oran tiroid<br />
fonksiyon bozukluğu gelişmeyenlere göre istatistiksel olarak önemli derecede yüksektir (p< 0.05).<br />
SONUÇ: Bu bulgu, interferonun immüniteyi artırıcı etkisinin yararlı ve zararlı sonuçlarının bir arada oluşabileceğini düşündürmektedir.<br />
Ayrıca, tiroid yan etkisinin uygun şekilde tedavi edilerek hastanın yeterli antiviral tedavi almasının sağlanması<br />
hem hasta hem hekim için yüz güldürücü sonuçlar verecektir.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Hastane Enfeksiyonları 2<br />
S52-S58<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 309
310<br />
S52<br />
Sağlık Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli<br />
Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği<br />
Nilüfer Uzunbayır Akel 1 , Aynur Esen 2<br />
1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir<br />
2 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir<br />
AMAÇ: Bu çalışmada; sağlık çalışanlarının kesici-delici tıbbi aletleri kullanımına yönelik tutumlarını ölçmek amacıyla geliştirilen “Sağlık<br />
Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği”nin aşamaları verilmiştir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu ölçeği geliştirmek için konu ile ilgili literatür taraması yapılarak 54 maddelik beş dereceli likert tipi tutum<br />
ölçeği oluşturulmuştur. Kapsam geçerliği için ölçek 8 uzman görüşüne sunulmuştur. Uzman görüşünde, Waltz ve Bausell (1981)<br />
tarafından geliştirilmiş Kapsam Geçerlik İndeksi (Content Validity Index) kullanılmıştır. Görüş alınan uzmanlardan ikisi tıp fakültesi<br />
mikrobiyoloji alanında uzman olan öğretim üyesi, dördü hemşirelik alanında uzman olan öğretim üyesi, biri ölçme değerlendirme<br />
alanında uzman öğretim üyesi ve biri de uzman enfeksiyon kontrol hemşiresidir. Öneriler doğrultusunda maddeler değiştirilerek 54<br />
maddeden oluşan denemelik ölçek hazırlanmıştır. Ölçek Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde çalışan<br />
(hekim, hemşire, tıbbi teknisyen, laborant) 414 sağlık çalışanına uygulanmıştır. Verilerin analizi SPSS 16.0 paket programı kullanılarak<br />
yapılmıştır. Doğrulayıcı Faktör Analizi için ise Lisrel 8.54 programı kullanılmıştır. Madde seçimi için yapılan açımlayıcı faktör analizi<br />
sonuçlarına göre madde-faktör yükü 0.40’tan küçük olan 29 madde ölçekten çıkarılmıştır. Böylece 25 maddelik nihai ölçek oluşturulmuştur.<br />
Ölçeğin kararlı ölçmeler yaptığının belirlenmesi için test-tekrar test güvenirliği için yeni oluşturulan 25 maddelik ölçek 12-14<br />
gün arayla 51 sağlık çalışanına tekrar uygulanmıştır.<br />
BULGULAR: Test-tekrar test güvenirliği için yapılan iki uygulamadan elde edilen puanlar arasında pearson korelasyon katsayısı hesaplanarak<br />
(0.96, p< 0.00) test-tekrar test güvenirliği yüksek bulunmuştur. Bölünmüş test güvenirliği için yapılan split-half testiyle ölçeğin<br />
iç tutarlılık katsayısı (Spearman-Brown) 0.74 bulunmuştur. İç tutarlılık güvenirliği ise Cronbach Alfa (a) katsayısı ile hesaplanmıştır.<br />
Cronbach Alfa değeri 0.80 bulunmuştur. Analizler ölçeğin yeterli derecede güvenilir bir ölçek olduğunu göstermiştir. Yapı geçerliliği<br />
için 25 maddelik nihai ölçeğe yapılan açımlayıcı faktör analizi ile maddelerin öz değerleri bulunmuştur. Birinci boyut varyansın %20<br />
.95’ini açıklamaktadır. Bu değer geliştirilen ölçek geçerliliği için yeterli ve yüksek bir değerdir. Ölçek tek boyutlu bir ölçektir. Uygulanan<br />
doğrulayıcı faktör analizi sonuçları da yapı geçerliliğinin sağlandığını göstermektedir.<br />
SONUÇ: Geliştirilen “Sağlık Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği” adlı ölçek sağlık<br />
çalışanlarının tıbbi alet kullanım tutumlarını ölçen geçerliği ve güvenirliği yüksek bir ölçektir.<br />
S53<br />
Renal Transplantasyon Uygulanan Hastalarda, GSBL Pozitif<br />
E. coli’ye Bağlı Gelişen Üriner Sistem Enfeksiyonlarının Risk<br />
Faktörleri<br />
Onur Özalp 1 , Ayşe Hande Arslan 1 , Özlem Kurt Azap 1 , Sema Aktaş 1 , Agah Tekindal 1 ,<br />
Mehmet Haberal 1<br />
1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />
AMAÇ: Üriner sistem enfeksiyonu (ÜSE) renal transplantasyonlu hastalarda en sık karşılaşılan enfeksiyondur. Bu çalışmanın amacı<br />
genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten Escherichia coli ile gelişen ÜSE’lerin risk faktörlerini belirlemektir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma 01 Ocak 2009 ile 01 Aralık 2010 tarihleri arasında ÜSE tanılı erişkin 51 renal transplantasyonlu hastanın<br />
demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar değerleri, antibiyogram sonuçları retrospektif değerlendirilmiştir. GSBL pozitif E. coli<br />
suşları ile gelişen ÜSE risk faktörleri belirtilmiştir.<br />
BULGULAR: Elli bir hastada 61 ÜSE atağı tanısı konulmuştur. Yaşları 18-60 arası aralığa sahip hastaların %69’u kadın olup, 8 hastada<br />
birden fazla ÜSE atağı görülmüştür. En sık tespit edilen üç üropatojen E. coli, Klebsiella spp. ve enterokoktur. Kırk bir (%67) atakta<br />
E. coli tespit edilmiştir. Klebsiella spp. 11 (%18) atakta ve enterokok 5 (%8) atakta tespit edilmiştir. Yirmi bir (%51) E. coli izolatı<br />
GSBL pozitiftir. Tespit edilen risk faktörleri; son 1 ay içerisinde hastaneye yatmış olmak, tanı esnasında hastanede yatıyor olmak, yakın<br />
zamanda (son 1 ay içerisinde) antibiyotik kullanmak, üriner kateterizasyondur.<br />
SONUÇ: Renal transplantasyonlu hastalarda, GSBL üreten bakteriler ile meydana gelen ÜSE’lerin risk faktörleri diğer hasta grupları ile<br />
benzerdir, ama renal transplantasyonlu hastalarda üropatojen olarak tespit edilen E. coli suşlarının yarısına yakını GSBL pozitiftir. Bu<br />
yüksek oranda gözlenen dirençli patojen oranı, renal transplantasyonlu hastaların tedavisinde zorluklara neden olmaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S54<br />
Alet İlişkili Hastane Enfeksiyonlarının Takibinde Aktif ve Pasif<br />
Sürveyans Yöntemlerinin Karşılaştırılması<br />
Salih Hoşoğlu 1 , Saim Dayan 1 , Mustafa Kemal Çelen 1 , Muhammed Bekçibaşı 1 ,<br />
İrem Akdemir 1 , Celal Ayaz 1<br />
1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diyarbakır<br />
AMAÇ: Alet ilişkili enfeksiyon sürveyansında aktif ve pasif sürveyans metotları kullanılabilir. Pasif sürveyans daha kolay ve az<br />
zaman gerektirmektedir ancak duyarlılığı daha düşüktür. Bu çalışmada her iki yöntemin duyarlılığını karşılaştırmayı amaçladık.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Dicle Üniversitesi Hastanesinde alet kullanma sıklığı ve alet ilişkili hastane enfeksiyonları (AİHE) sürveyansı<br />
“pasif sürveyans” yöntemiyle yapılmaktadır. 2010 yılı Kasım ayında alet kullanımı ve alet ilişkili hastane enfeksiyon<br />
(AİHE) sürveyansı 16 yoğun bakım ünitesinde, Yanık ve Yenidoğan Ünitelerinde aktif ve pasif olarak yapıldı ve sonuçlar<br />
karşılaştırıldı. AİHE tanıları “Centers for Diseases Control and Prevention” kriterleri kullanılarak konuldu. AİHE hızları 1000<br />
alet-gün sayısına göre hesaplandı. Toplam olarak bir ayda 38 hastada AİHE tanısı konuldu.<br />
BULGULAR: Pasif sürveyans verilerine göre çalışılan bölümlerdeki toplam hasta gün sayısı idi 3780, üriner kateter (ÜK) kullanma<br />
oranı 0.55, ventilatör (V) kullanma oranı 0.16 ve santral venöz kateter (SVK) kullanma oranı 0.17 idi. Aktif sürveyans<br />
verilerine göre toplam hasta gün sayısı 3992, ÜK kullanma oranı 0.54, ventilatör kullanma oranı 0.20, SVK kullanma oranı<br />
0.19 idi. Pasif sürveyans sonucunda; 1000 alet kullanım gününe göre kateter ilişkili üriner enfeksiyon (KİÜE) hızı 3.7, ventilatör<br />
ilişkili pnömoni (VİP) hızı 15.0 ve santral venöz kateter ilişkili bakteriyemi (SVKİB) 24.1 idi. Aktif sürveyans sonucunda;<br />
1000 alet kullanım gününe göre KİÜE hızı 3.8, VİP hızı 19.8 ve SVKİB 27.3 idi.<br />
SONUÇ: Sonuç olarak alet ilişkili hastane enfeksiyon hızlarının takibinde aktif sürveyans yapılması düşük oranda duyarlılık<br />
artışına neden olmaktadır. Hastane imkanları kısıtlı ise alet ilişkili hastane enfeksiyonları pasif sürveyans ile takip edilebilirler.<br />
S55<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Beş Yıllık Hastane Kökenli<br />
Santral Sinir Sistemi Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi<br />
Pınar Öngürü 1 , M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 1 , Ayşe But 1 , Selim Sırrı Eren 1 ,<br />
Esragül Akıncı 1 , Deniz Belen 2 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahisi Kliniği, Ankara<br />
AMAÇ: Santral sinir sistemi (SSS) enfeksiyonlarının etkenleri, risk faktörleri, tedavisi, mortalite ve morbiditesi; hastane veya toplum<br />
kökenli olmasına göre değişmektedir. Bu çalışmanın amacı, hastane kökenli SSS enfeksiyonlarının klinik görünümü, patojenleri ve<br />
mortalite için risk faktörlerinin belirlenmesidir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmaya Ankara Numune Hastanesi, beyin cerrahisi kliniğinde 2006-2010 yılları arasında nozokomiyal<br />
SSS enfeksiyonu nedeni ile yatan hastalar alınmıştır. Retrospektif olarak Enfeksiyon Kontrol Komitesi (EKK) tarafından tutulan kayıtlar<br />
incelenerek hastalar belirlenmiş, hastaların dosyaları hastane içi elektronik kayıt sistemi ile yaş, cinsiyet, tanı, altta yatan hastalık,<br />
operasyon süresi, profilaktik ve ampirik antibiyotik kullanımı; ekstra ventriküler araç (EVA) ve dren uygulanması, beyin omurilik sıvısı<br />
(BOS) kaçışı, ateş, mikroorganizma tipi, eşlik eden enfeksiyon ve bilinç durumu formlara kaydedilmiştir.<br />
BULGULAR: Nozokomiyal SSS enfeksiyonu nedeni ile takip edilen 46 hastanın yaş ortalaması 41.6 (3-80) olup 21 (%45.7) hasta kadın,<br />
25 (%54.3) hasta erkektir. Hastaların 24 (%52.2)’ü intrakraniyal kitle, 10 (%21.7)’u intrakraniyal kanama, 8 (%17.4)’i travma,<br />
4 (%8.7)’ü ise diğer nedenlerle hastanede yatmaktadır. Hastaların 23 (%59)’ünde altta yatan komorbid hastalık mevcut olup en sık<br />
saptanan hastalık (17 hasta, %37) tümördür. Ortalama operasyon süresi 5.1 (1-11) saattir ve opere edilen tüm hastalara profilaktik<br />
antibiyotik başlanmıştır. Profilaksi verilen 45 hastanın 36 (%80)’sına seftriakson ile metronidazol kombinasyonu verilmiştir. Hastaların<br />
23 (%50)’ünde EVA, 13 (%28.3)’ünde dren, 26 (%56.5)’sında da BOS kaçışı mevcuttur. En sık izole edilen mikroorganizma Acinetobacter<br />
baumannii’dir (18 hasta, %39.1). Ölen 28 (%60.9) hastanın 7’sinin bilinci açık ve mobil, 4’ünün bilinci açık ama mobil<br />
değil, 17’sinin ise bilinci kapalıdır. Ölenler ve sağkalanlar bilinç durumu açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark<br />
saptanmıştır (p= 0.027). Diğer predispoze faktörlerle prognozun karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.<br />
SONUÇ: Nozokomiyal SSS enfeksiyonlarında mortalite oranı yüksek olup özellikle bilinci kapalı hastalarda mortalite oranı artmaktadır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 311
312<br />
S56<br />
Genel Cerrahi Servisinin Cerrahi Alan Enfeksiyonları,<br />
Enfeksiyon Hızı ve Dansitesi, Etken Dağılımı ve Antibiyotik<br />
Duyarlılıkları<br />
Bülent Durdu 1 , Yasemin Durdu 2<br />
1 Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />
2 Esenyurt Devlet Hastanesi, İstanbul<br />
AMAÇ: Hastane enfeksiyonları (HE), gerek hasta açısından, gerekse ülke ekonomisi açısından radikal önlemlerin alınması<br />
gereken bir konudur. Sürveyans bize bu konuda yol göstericidir. 2009 yılında Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve<br />
Araştırma Hastanesinde yapmış olduğumuz sürveyans sonucu elde ettiğimiz verilerden, cerrahi alan enfeksiyonu (CAE)<br />
hızı ve dansitesini, etken dağılımını ve antibiyotik duyarlılıklarını, ampirik tedavide yol gösterici olması açısından paylaşmayı<br />
uygun gördük.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: CAE tanımlamaları, sınıflaması CDC’ye uygun olarak yapıldı. Enfeksiyon hızı hesaplanmasında<br />
(enfeksiyon sayısı/yatan hasta) x 100 formülü, enfeksiyon dansitesi hesaplanmasında (enfeksiyon sayısı/ hasta günü) x<br />
1000 formülü kullanıldı.<br />
BULGULAR: Genel cerrahi servisindeki HE’nin %83’ünü CAE oluşturmaktadır. CEA, yüzeyel, derin ve organ/boşluk<br />
olarak incelendiğinde; derin CAE’nin daha fazla olduğu bulunmuştur.<br />
Tablo 1. CAE’ın irdelenmesi<br />
Genel cerrahi<br />
CAE<br />
Yatan hasta Hasta günü Enfeksiyon sayısı Enfeksiyon hızı<br />
(%)<br />
Enfeksiyon<br />
dansitesi<br />
Yüzeyel 3018 10.474 21 0.70 2.00<br />
Derin 3018 10.474 24 0.80 2.29<br />
Organ/boşluk 3018 10.474 4 0.13 0.38<br />
Etken dağılımına bakıldığında ise CAE’de gram-negatif basillerin (%82) ağırlıklı olduğu görülmektedir. E. coli başta<br />
olmak üzere diğer etkenlerin dağılımı Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />
CAE etkeni olarak izole edilen 4 S. aureus suşundan 3’ü metisiline dirençli (%75) olup, gram-negatif basillerin genel<br />
antibiyotik duyarlılıkları Tablo 3’te gösterilmiştir.<br />
Tablo 2. Etken dağılım<br />
CAE n %<br />
E. coli 22 49<br />
Klebsiella spp. 8 18<br />
Pseudomonas spp. 5 11<br />
S. aureus 4 9<br />
Enterokok 3 7<br />
Proteus spp. 2 4<br />
Candida /diğer 1 2<br />
Tablo 3. Gram-negatif basillerin genel antibiyotik<br />
duyarlılıkları<br />
Gram-negatif basil n %<br />
Sefotaksim 7/20 35<br />
Seftazidim 14/24 58<br />
Sefoperazon-sulbaktam 14/22 64<br />
Sefepim 15/20 75<br />
Piperasilin-tazobaktam 22/23 96<br />
İmipenem 21/21 100<br />
Amikasin 25/26 96<br />
Gentamisin 24/25 96<br />
Siprofloksasin 12/22 55<br />
SONUÇ: Yapmış olduğumuz sürveyans sonucunda elde edilen etken dağılımı ve antibiyotik duyarlılıkları incelendiğinde<br />
hastanemizde CAE’lerinin ampirik tedavisinde piperasilin-tazobaktam veya karbapenem, vankomisin veya teikoplanin<br />
kombinasyonlarının uygun seçenekler olduğu görülmüştür.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
S57<br />
Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Sağlık Çalışanlarının<br />
Yaralanma Durumlarının Değerlendirilmesi<br />
Pınar Öngürü 1 , Meltem Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Esragül Akıncı 1 ,<br />
Gül Ruhsar Yılmaz 3 , Selim Sırrı Eren 1 , Asuman Ceylan 2 , Nebahat Avcı 2 , Hürrem Bodur 1<br />
1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />
3 SB Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />
GİRİŞ: Sağlık çalışanlarında görülen mesleki kazalar en sık karşılaşılan sağlık problemi olup gelişmekte olan ülkelerde<br />
mesleki kaza oranının yüksek olması, çalışma koşullarının önemli göstergesidir. Bu çalışmanın amacı; hastanemizdeki<br />
üç yıllık kesici-delici alet ve mukozal yaralanmaların özelliklerini, neden ve sonuçlarını değerlendirmektir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemiz üçüncü basamak eğitim ve araştırma hastanesi olup 2008-2010 yılları arasında<br />
enfeksiyon kontrol komitesi tarafından takip edilen hastane içi yaralanmaların kayıtları retrospektif incelenmiştir. Yaş,<br />
cinsiyet, meslek, çalıştığı birim, yeterli sağlık bilgisinin olup olmaması, yaralanmanın tipi, nöbet değişimine olan süre,<br />
aşılanma durumu değerlendirilmiştir. Hemşire, asistan doktor, uzman doktor ve sağlık memurunun yeterli sağlık bilgisi<br />
olduğu varsayılmıştır.<br />
BULGULAR: 2008-2010 yılları arasında yaralanan toplam 188 sağlık çalışanının 104 (%55.3)’ü kadın, 84 (%44.7)’ü<br />
erkektir. Yaş ortalaması 31 (16-61)’dir. Yaralanan sağlık çalışanlarının 57 (%30.3)’si dahili, 85 (545.2)’i cerrahi, 46<br />
(%46.5)’sı ise diğer kliniklerde çalışmaktadır. Yaralananların 49 (%26.1)’u hemşire, 29 (%15.4)’u öğrenci hemşire, 65<br />
(%34.6)’i temizlik personeli, 27 (%14.4)’si asistan doktor, 6 (%3.2)’sı uzman doktor, 6 (%3.2)’sı teknisyen, 6 (%3.2)’sı<br />
sağlık memuru olarak çalışmaktadır. Otuz yaşın altındaki 93 sağlık çalışanının 77’si perkütanöz yaralanırken, 30 yaşın<br />
üzerindeki 95 sağlık çalışanının 90’ı perkütanöz yaralanmıştır. Yaralanan kişilerin yaşları ile yaralanma tipleri arasında<br />
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p= 0.01). Seksen sekiz (%46.8) kişinin yeterli sağlık bilgisi mevcutken 100<br />
(%53.2) kişinin sağlık bilgisi yeterli değildir. Yeterli sağlık bilgisi olmayan 100 çalışanın 93’ünde perkütanöz yaralanma<br />
mevcutken yeterli sağlık bilgisi olan 88 çalışanın 74’ünde perkütanöz yaralanma mevcuttur. Yapılan istatistiksel analizde<br />
her ikisi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p= 0.65). Yaralanan sağlık çalışanlarının yaralanma anının<br />
görev şiftine olan uzaklığının ≤ 4 saat olduğu 97 yaralanmanın 88’i perkütanöz yaralanma iken 9’u mukozal yaralanmadır.<br />
Bu sürenin > 4 saat olduğu 73 yaralanmanın 62’si perkütanöz yaralanma iken 11’i mukozal yaralanmadır. Her<br />
iki durum karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p= 0.33). Yeterli sağlık bilgisi<br />
olmayan 100 sağlık çalışanının 52’si daha önce hepatit B aşısı ile aşılı iken yeterli sağlık bilgisi olan 88 sağlık çalışanının<br />
ise 63’ü aşılıdır. Her iki grup karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p= 0.001).<br />
SONUÇ: Bu veriler ile sağlık çalışanlarının yaralanmalardan korunmasında eksiksiz aşılanmasının sağlanması ve yaralanma<br />
oranının düşürülmesi için farkındalık artırılmalı, verilen eğitimin devamlılığı sağlanmalıdır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 313
314<br />
S58<br />
Karaciğer Transplantasyonu Sonrası Erken Dönemde<br />
Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />
Hande Arslan 1 , Onur Özalp 1 , Funda Timurkaynak 1 , Özlem Kurt Azap 1 , Sema Aktaş 2 ,<br />
Mehmet Haberal 2<br />
1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara<br />
AMAÇ: Karaciğer transplantasyonu uygulanan hastaların, transplantasyon sonrası erken dönemde karşılaştıkları bakteriyel<br />
enfeksiyon ajanlarının etyolojisini ve dağılımını belirlemektir.<br />
GEREÇ ve YÖNTEM: Retrospektif çalışmamıza, Başkent Üniversitesi Hastanesinde Ocak 2008-Ekim 2010 arası yapılan<br />
90 ortotopik karaciğer transplantasyonu hastası dahil edilmiştir. Çalışmada karaciğer transplantasyonu sonrası ilk<br />
ayda görülen bakteriyel enfeksiyonlar mikrobiyolojik olarak dokümante edilmiştir.<br />
BULGULAR: Transplantasyon operasyonu sonrası ilk 30 gün içerisinde 20 hastada 28 bakteriyel enfeksiyon atağı<br />
tanısı konulmuştur. On iki (%13) intraabdominal enfeksiyon (9 gram-negatif ve 3 gram-pozitif), 8 (%9) kateter ilişkili<br />
enfeksiyon (4 gram-negatif, 4 gram-pozitif), 6 (%6) üriner sistem enfeksiyonu (5 gram-negatif, 1 gram-pozitif), 2<br />
ventilatörle ilişkili pnömoni (1 gram-negatif, 1 gram-pozitif) izlenmiştir. Toplam olarak 19 gram-negatif bakteriye bağlı<br />
atak ve 9 gram-pozitif bakteriye bağlı atak izlenmiştir. Sadece kolistin ve tigesikline duyarlı suşlar ekstensif ilaç direncli<br />
(XDR) olarak tanımlanmıştır. İzole edilen gram-negatif bakterilerin 7 tanesi Klebsiella pneumoniae (2 GSBL pozitif, 2<br />
XDR suş), 6 tanesi Escherichia coli (4 GSBL pozitif suş), 4 tanesi Acinetobacter baumannii (3 XDR suş), 1 tanesi Pseudomonas<br />
aeruginosa şeklinde tespit edilmiştir. Gram-pozitif patojen dağılımı; 4 Enterococcus faecium (2 vankomisine<br />
dirençli suş), 3 metisiline dirençli koagülaz-negatif stafilokok, 1 metisiline duyarlı S. aureus ve 1 metisiline dirençli S.<br />
aureus şeklindedir. Sekiz (%40) adet primer ve 12 (%60) adet sekonder olmak üzere toplamda 20 adet bakteremi<br />
atağı tespit edilmiştir.<br />
SONUÇ: Tüm dünyada çoklu antibiyotik dirençli bakteriler (özellikle gram-negatif suşlar) ile meydana gelen kolonizasyon<br />
ve enfeksiyon insidansı giderek artmaktadır. Transplantasyon hastalarını gösteren veriler sınırlıdır, ama şüphesiz bu<br />
hastalarda preoperatif ve postoperatif dönemde geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı zor tedavi edilen enfeksiyonları<br />
predispoze etmektedir. Çalışmada gösterilen erken postoperatif periyod enfeksiyon oranları önceki diğer çalışmalar ile<br />
karşılaştırılabilir ama yüksek çoklu ilaç dirençli suş oranları alarm verici sorundur.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Akılcı İlaç Kullanımı<br />
S59<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 315
316<br />
S59<br />
Türkiye’de Akılcı İlaç Kullanımının Yaygınlaştırılması<br />
Faaliyetleri<br />
Ahmet Akıcı 1, *, Zafer Güney 2, *<br />
1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />
2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />
* Akılcı İlaç Kullanımı Ulusal Programı, Bilimsel Danışmanı<br />
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımlamasına göre akılcı ilaç kullanımı (AİK); “hastaların ilaçları klinik ihtiyaçlarına uygun<br />
şekilde kişisel gereksinimlerini karşılayacak dozlarda, yeterli zaman diliminde, kendilerine ve topluma en düşük maliyette<br />
almalarını gerektiren kurallar bütünüdür”. İlaca erişim ve onun akılcı kullanımı, günümüzde en temel insan haklarından<br />
birisi sayılan sağlıklı yaşama hakkının kazanılmasında önemli bir araçtır. Bu aracın, sayılan kurallara uyulmadan<br />
kullanılmaya çalışılması ise, akılcı olmayan ilaç kullanımı (AOİK) olarak anılmaktadır. AOİK’nin, tedavi amacına ulaşılamaması,<br />
ilaca bağlı istenmeyen etkilerle sık karşılaşılması, sağlık sistemine duyulan güvenin azalması, kemoterapötik<br />
ilaçlara karşı direnç gelişmesi, tedavi maliyetinin gereksiz artması, hastalıkların kontrol altına alınamaması veya etkin<br />
tedavi edilememesi gibi çok değişik sonuçları bulunmaktadır. AOİK evrensel bir sorun olmakla beraber, yaşandığı ülke<br />
veya bölgede çok değişik sebeplere bağlı olarak sorunun boyutları da farklılık göstermektedir. Birçok ülkede olduğu<br />
gibi son yıllarda Türkiye’de de AOİK sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Bu sorunun çözümü için Sağlık Bakanlığı “Akılcı<br />
ilaç kullanımının Türkiye’de yaygınlaştırılması programı” çerçevesinde 2010 yılı itibariyle bir dizi faaliyeti başlatmıştır.<br />
Önümüzdeki günlerde bu kapsamda yapılacak faaliyetlere hız verilmesi ve Türkiye genelinde yaygınlaştırılması planlanmaktadır.<br />
Bu ulusal kampanyanın amacına ulaşması için AİK’nin önemli muhatapları arasında sayılan tıp mesleği ile<br />
ilgili derneklere ciddi sorumluluklar düşmektedir. Meslek örgütlerinden AİK’nin yaygınlaştırılmasına yönelik istenenlerin<br />
karşılanmasında başarılı olabilmenin yolu, şüphesiz muhataplarını bu faaliyetler ve beklentiler konusunda yeterince<br />
bilgilendirmekten geçmektedir. Bu oturumda AİK’nin yaygınlaştırılmasına yönelik ülkemizde yürütülen ve planlanan<br />
faaliyetlerden söz edilecek, ardından enfeksiyon hastalıkları özelinde başta akılcı antibiyotik kullanımı olmak üzere<br />
kemoterapötiklerin akılcı kullanımı üzerinde durulacak, bu uzmanlık alanının ülkemizde AOİK sorununun çözümünde<br />
gelecekte yapacağı katkılar tartışılacaktır.<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />
1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />
Yazar İndeksi<br />
317
Yazar İndeksi<br />
A<br />
Acar A , 151, 302<br />
Akalın Ş, 270<br />
Akçam FZ, 288<br />
Akduman D, 107<br />
Akıcı A, 316<br />
Akıncı E, 113, 277, 278, 279, 304, 305, 311,<br />
313<br />
Akşit F, 293<br />
Aksu N, 277, 278, 279<br />
Aktaş S, 310, 314<br />
Alaca Coşkun F, 278, 279<br />
Aliskan HE, 292<br />
Alpay Y, 286<br />
Arabacı F, 294<br />
Arda B, 270, 271<br />
Arıcı DS, 282<br />
Arslan AH, 310<br />
Arslan F, 27<br />
Arslan H, 39, 276, 294, 314<br />
Avcı N, 277, 278, 279, 313<br />
Avcı İY, 139<br />
Avcı M, 272, 274, 295<br />
Aydemir Ş, 270<br />
Aydın Y, 284<br />
B<br />
Bakar M, 282, 295, 296, 306<br />
Bakır M, 282<br />
Bal F, 295<br />
Bardak Özcem S, 270<br />
Barut Ş, 308<br />
Bayındır Y, 43, 284<br />
Baykam N, 263<br />
Belen D, 311<br />
Berk S , 289<br />
Bodur H, 277, 278, 279, 304, 305, 311, 313<br />
But A , 277, 278, 311<br />
C-Ç<br />
Can F, 294<br />
Can FN, 301<br />
318<br />
Candevir A, 197<br />
Celbek G, 285<br />
Ceylan N, 271<br />
Ceylan A, 313<br />
Ceylan T, 288<br />
Coşkun H, 285<br />
Coşkuner SA, 274, 295<br />
Çaylak S, 270<br />
Çekin AH, 287, 290<br />
Çelebi İY, 272<br />
Çınarbaş İ, 277, 278, 279<br />
Çiçek G, 301<br />
Çolakoğlu Ş, 292, 294<br />
D<br />
Dal ŞA, 284<br />
Dalbastı T, 270<br />
Demiray V, 292<br />
Demirbilek M, 294<br />
Demiroğlu YZ, 292<br />
Deniz Ö, 282<br />
Dikici N, 283<br />
Diktaş H, 302<br />
Dilek A, 273<br />
Dodanlı S, 306<br />
Doğan ÖT, 289<br />
Doğan Kaya S, 293<br />
Dökmetaş İ, 282<br />
Doyuk Kartal E, 257, 290, 301<br />
Durdu B, 312<br />
Durdu Y, 312<br />
Durmaz Y, 299<br />
E<br />
Elaldı N, 99, 282<br />
Engin A, 282, 289<br />
Erben N, 290, 301<br />
Erdem A, 271<br />
Erdem H, 117<br />
Erdem İ, 19, 272<br />
Erdinç FŞ, 167<br />
Erdoğan H, 276, 294<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu
Eren SS, 277, 279, 305, 311, 313<br />
Erkorkmaz Ü, 308<br />
Eroğlu M, 304<br />
Erol S, 163<br />
Ertem OT, 290<br />
Ertürk A, 173<br />
Esen A, 310<br />
Esen Ş, 189, 273<br />
Evirgen Ö, 276<br />
Eyigün CP, 282<br />
G<br />
Gençer S, 245, 293<br />
Geyik MF, 285<br />
Gökgöz A, 274<br />
Gönen İ, 285, 286<br />
Görenek L, 129, 300, 302<br />
Gözel MG, 282<br />
Gül HC, 51<br />
Gülenç N, 295<br />
Gümral R, 304<br />
Günal Ö, 308<br />
Günay V, 290, 306<br />
Güner R, 193<br />
Güney G, 316<br />
Güngör M, 295<br />
Gürsoy S, 288<br />
H-I-İ<br />
Haberal M, 310, 314<br />
Haholu A, 302<br />
Hatipoğlu M, 302<br />
Hızel K, 35<br />
Hopoğlu SM, 284<br />
Horoz İH, 273<br />
Işıkgöz Taşbakan M, 271<br />
İnan D, 157<br />
İnci M, 276<br />
K-L<br />
Kalaycıoğlu B, 302<br />
Kanyılmaz D, 277, 278, 279, 311, 313<br />
Karabay O, 87, 292, 298, 299, 307<br />
Karagöz E, 300<br />
Karahmetoğlu G, 300<br />
Karakeçe E, 292<br />
Kart Yaşar K, 288, 295, 296, 301, 306<br />
Katlanır E, 283<br />
Kaya O, 288<br />
Kaya B, 293<br />
Kayaaslan BC, 305<br />
Kayabaş Ü, 59, 284<br />
Kayaçetin E, 283<br />
Kaygusuz S, 217<br />
Kenar L, 304<br />
Keşcioğlu S, 282<br />
Kiraz N, 293<br />
Kiremitçi A, 293<br />
Kızılkaya E, 302<br />
Kocagöz S, 231<br />
Köksal İ, 1<br />
Köksaldı Motor V, 276<br />
Kurşun E, 292<br />
Kurşun Ş, 277<br />
Kurt Azap Ö, 294, 310, 314<br />
Kurt B, 282<br />
Kurt H, 221<br />
Kurtaran B, 65<br />
Kutlucan A, 285<br />
Leblebicioğlu H, 273<br />
M-N<br />
Mert G, 282<br />
Metin DY, 271<br />
Midilli R, 271<br />
Muşabak U, 304<br />
Nayman Alpat S, 290, 301<br />
O-Ö<br />
Oldacay M, 294<br />
Ortatatlı M, 304<br />
Otlu B, 7<br />
Öncül O, 302<br />
Öngürü P, 277, 278, 279, 311, 313<br />
Yazar İndeksi<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 319
Yazar İndeksi<br />
Önlen Y, 276<br />
Öz Y, 293<br />
Özalp O, 310, 314<br />
Özdemir D, 249, 286<br />
Özden M, 75<br />
Özen G, 270<br />
Özer H, 282<br />
Özgenç O, 272, 274, 295<br />
Özgüneş İ, 290, 301<br />
Özşahin M, 286<br />
Özsancak A, 306<br />
Öztoprak Çuvalcı N, 213, 287, 290, 306<br />
Öztürk G, 307<br />
P-R<br />
Pehlivanoğlu F, 288, 295, 296, 301, 306<br />
Pullukçu H, 179, 270, 271<br />
Ruksen M, 270<br />
S-Ş<br />
Sağkan RL, 304<br />
Sarıgül F, 306<br />
Savaşçı Ü, 282<br />
Seyman D, 287, 290, 306<br />
Sıldıroğlu O, 302<br />
Sipahi OR, 270, 271<br />
Sümer Ş, 283<br />
Sünbül M, 273<br />
Sürücü F, 284<br />
Şahin A, 286<br />
Şahin M, 288<br />
Şahin Ş, 276<br />
Şencan İ, 83<br />
Şengöz G, 125, 288, 295, 296, 301, 306<br />
Şenol Ş, 233<br />
Şimşek M, 295<br />
T<br />
Tamer A, 299<br />
Tanrıcı Baştuğ A, 305<br />
Taşbakan MS, 271<br />
320<br />
Tekindal A, 310<br />
Temiz T, 299<br />
Temizkan T, 287, 306<br />
Timurkaynak F, 314<br />
Toplu S, 284<br />
Tosun S, 203<br />
Tuna N, 298, 299, 307<br />
Tuncer E, 282<br />
Turan H 294<br />
Turgut H, 270<br />
Turhan T, 270<br />
Turhan V, 61, 131, 300, 302<br />
Turunç T, 13, 292<br />
Tünger Ö, 93<br />
Tütüncü E, 177<br />
U-Ü<br />
Ulusoy S, 270, 271<br />
Ural O, 283<br />
Usluer G, 290, 301<br />
Uzunbayır Akel N, 310<br />
Üçkardeş H, 304<br />
Ülger F, 273<br />
Y-Z<br />
Yahyaoğlu M, 298, 299, 307<br />
Yamazhan T, 31, 271<br />
Yetkin F, 239, 284<br />
Yetkin MA, 71, 277, 278, 279, 311, 313<br />
Yıldırım M, 285, 286<br />
Yıldız F, 308<br />
Yılmaz GR, 313<br />
Yılmaz İ, 284<br />
Yılmaz Aydın L, 286<br />
Yılmaz G, 171<br />
Yılmaz H, 273<br />
Yılmaz M, 3<br />
Yılmaz N, 121<br />
Yorulmaz M, 306<br />
Yurtseven T, 270<br />
Zileli M, 270<br />
3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu