15.12.2012 Views

HBV'de Tedavi - EKMUD

HBV'de Tedavi - EKMUD

HBV'de Tedavi - EKMUD

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Grafik & Tasarım<br />

BİLİMSEL TIP YAYINEVİ<br />

Bükreş Sokak No: 3/20 Kavaklıdere-ANKARA<br />

Tel: +90 (312) 426 47 47 • Faks: +90 (312) 426 93 93<br />

e-posta: bilimsel@tr.net • www.bilimseltipyayinevi.com<br />

Baskı Tarihi: 22 Şubat 2011<br />

Genel Koordinatör: Ecz. İbrahim ÇEVİK<br />

Tel: +90 (532) 622 13 23 • e-posta: cevik_ibrahim@hotmail.com


DÜZENLEME KURULU<br />

Platform Başkanı<br />

Haluk Vahaboğlu<br />

Başkan Yardımcısı<br />

Hürrem Bodur<br />

Genel Sekreter<br />

Hakan Leblebicioğlu<br />

Sayman<br />

Dilek Arman<br />

Üyeler<br />

Özlem Kandemir<br />

Yaşar Bayındır<br />

Oğuz Reşat Sipahi<br />

Bilimsel Destek Kurulu<br />

BİLİMSEL SEKRETERYA ORgAnİzASYOn SEKRETERYASI<br />

Hakan Leblebicioğlu<br />

Canan Ağalar<br />

Filiz Akata<br />

Ayhan Akbulut<br />

Hayrettin Akdeniz<br />

Deniz Akduman<br />

Esragül Akıncı<br />

Hasan Salih Zeki Aksu<br />

Hande Arslan<br />

Turan Aslan<br />

Mehmet Bakır<br />

İsmail Balık<br />

H. Şener Barut<br />

Nurhayat Bayazıt<br />

Mehmet Bitirgen<br />

Nejat Ali Coşkun<br />

Nedim Çakır<br />

İlhami Çelik<br />

On do kuz Ma yıs Üni ver si te si Tıp Fa kül te si,<br />

En fek si yon Has ta lık la rı ve<br />

Kli nik Mik ro bi yo lo ji Ana bi lim Da lı, SAM SUN<br />

Tel : +90 (0312) 467 67 45<br />

Faks : +90 (0312) 467 67 46<br />

e-posta : hakanomu@yahoo.com<br />

web : www.ekmud.org<br />

www.ekmudplatform2011.org<br />

Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />

Ali Pekcan Demiröz<br />

Neşe Demirtürk<br />

Mehmet Doğanay<br />

Başak Dokuzoğuz<br />

İlyas Dökmetaş<br />

İlknur Erdem<br />

Mustafa Ertek<br />

Can Polat Eyigün<br />

Muzaffer Fincancı<br />

Serap Gençer<br />

Mehmet Faruk Geyik<br />

Levent Görenek<br />

Sibel Gündeş<br />

Rahmet Güner<br />

Kenan Hızel<br />

Salih Hoşoğlu<br />

Yayınevi<br />

Ayten Kadanalı<br />

Oğuz Karabay<br />

Ali Kaya<br />

S. Sırrı Kılıç<br />

Sesin Kocagöz<br />

Volkan Korten<br />

Ö. Faruk Kökoğlu<br />

İftihar Köksal<br />

Şükran Köse<br />

Halil Kurt<br />

Latife Mamıkoğlu<br />

Mustafa Namıduru<br />

Yusuf Önlen<br />

Serdar Özer<br />

Onur Özgenç<br />

Nail Özgüneş<br />

Recep Öztürk<br />

Özde Yeniçeri<br />

BİLİMSEL TIP YAYINEVİ<br />

Bükreş Sokak No: 3/20 Kavaklıdere-ANKARA<br />

Tel: +90 (312) 426 47 47 • Faks: +90 (312) 426 93 93<br />

e-posta: bilimsel@tr.net • www.bilimseltipyayinevi.com<br />

Genel Koordinatör: Ecz. İbrahim ÇEVİK<br />

Tel: +90 (532) 622 13 23 • e-posta: cevik_ibrahim@hotmail.com<br />

Mehmet Parlak<br />

Jale Aytaç Sarıdoğan<br />

Fatma Sırmatel<br />

Emine Sönmez<br />

Mustafa Sünbül<br />

İrfan Şencan<br />

Fehmi Tabak<br />

Yeşim Taşova<br />

Mehmet Taşyaran<br />

Emin Tekeli<br />

Hüseyin Turgut<br />

Özlem Tünger<br />

Rüçhan Türkyılmaz<br />

Sercan Ulusoy<br />

Gaye Usluer<br />

Neziha Yılmaz<br />

Cumhuriyet Caddesi Ergenekon Mahallesi<br />

No: 157 Kat: 7 Daire: 7 Seyran Apartmanı<br />

Harbiye, Şişli-İSTANBUL<br />

Tel : +90 (212) 444 35 27<br />

Faks : +90 (212) 343 53 80<br />

e-posta : ekmud2011@flaptour.com.tr<br />

web : www.flaptour.com.tr


Değerli Meslektaşlarımız,<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 1-5 Mart 2011 tarihlerinde İstanbul’da Grand Cevahir Otel<br />

ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşecektir.<br />

Bu Platforma çok önem veriyoruz. Başta Türkiye <strong>EKMUD</strong> Yönetim Kurulu üyeleri olmak üzere çok<br />

sayıda değerli meslektaşımız meslek pratiğimize daha çok katkı sağlayacak, ülkemizin ve bizlerin<br />

ulusal ve uluslararası saygınlığını artıracak yeni bir konseptin artık çoğumuza alışılageldik,<br />

sıradan ve dolayısıyla sıkıcı gelen toplantı formatlarının yerini alması gerektiğini düşünerek çalışıyor.<br />

Amacımız sizlere, katılmakla ne iyi ettiğinizi düşündürecek, bilimsel düzeyi yüksek, evrensel olduğu<br />

kadar yerel bilginin de paylaşıldığı, günlük sorunlarımıza çözüm önerileri sunabilen ve gelecek<br />

için de perspektif oluşturan bir ortam hazırlayabilmek.<br />

Tüm uğraşımız bu amaçlara ulaşmak için. Ancak yine de hepimiz şunun bilincindeyiz: bir toplantıyı<br />

asıl değerli kılan katılımcılar ve onların katkılarıdır.<br />

Uzmanlık alanımızın birçok sorununu aştığı bu günlerde, varsa meslektaşlar arasındaki kırgınlıkları<br />

da unutarak, geleceğe ve ülkemizin, insanlarımızın refahına yapabileceğimiz katkıya el ele<br />

odaklanmamız gerektiği düşüncesindeyiz.<br />

Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu sizin toplantınızdır.<br />

Bu duygularla İstanbul’da bir arada olmayı diliyoruz.<br />

Saygı ve sevgilerimizi sunarız.<br />

Prof. Dr. Haluk VAHABOĞLU<br />

Türkiye <strong>EKMUD</strong> Başkanı


ABDİ İBRAHİM<br />

BRISTOL-MYERS SQUIBB<br />

GEN İLAÇ ve SAĞLIK ÜRÜNLERİ<br />

GILEAD<br />

İ.E. ULAGAY-MENARINI GROUP<br />

JANSSEN<br />

KOÇAK FARMA<br />

MERCK SHARP DOHME<br />

MUSTAFA NEVZAT<br />

NOVARTIS<br />

PFIZER<br />

ROCHE<br />

Firma isimleri alfabetik olarak sıralanmıştır.<br />

Sponsorluk yapan firmalara teşekkür ederiz.


09:00-09:15 AÇILIŞ<br />

09:15-10:00<br />

10:00-10:30 KAHVE ARASI<br />

10:30-12:00<br />

2 Mart 2011, Çarşamba<br />

KONFERANS: Profilaksi ve tedavide doğru bilinen yanlışlar<br />

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sercan Ulusoy<br />

Konuşmacı: Prof. Dr. İftihar Köksal<br />

SALON A<br />

PANEL: Antimikrobiyal direnç<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Filiz Akata, Prof. Dr. Cafer Eroğlu<br />

Direnç neden gelişiyor?<br />

Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />

Direnç saptanmasında kullanılan moleküler yöntemler<br />

Doç. Dr. Barış Otlu<br />

Farmakokinetik/Farmakodinamik özelliklere göre ilaç seçimi<br />

Prof. Dr. Sibel Gündeş<br />

SALON B<br />

PANEL: Tüberküloz<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Emin Tekeli, Uzm. Dr. Engin Seber<br />

Dirençli tüberküloz tedavisi<br />

Doç. Dr. Tuba Turunç<br />

Yan etki yönetimi<br />

Doç. Dr. İlknur Erdem<br />

Profilaksi<br />

Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />

12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / JANSSEN<br />

ÖĞLE YEMEĞİ<br />

13:45-14:45<br />

SALON A<br />

TARTIŞMALI OTURUM: HBV’de tedavi<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hasan Salih Zeki Aksu, Prof. Dr. S. Sırrı Kılıç<br />

İnterferon kullanılmalı<br />

Prof. Dr. Mustafa Sünbül, Prof. Dr. Reşat Özaras<br />

Nükleoz(t)id kullanılmalı<br />

Doç. Dr. Tansu Yamazhan, Prof. Dr. Kenan Hızel<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Antimikrobiyal tedavi<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Halil Kurt, Prof. Dr. Salih Hoşoğlu<br />

S01-S07<br />

14:45-15:15 KAHVE ARASI


15:15-16:45<br />

17:45-19:00<br />

09:15-10:00<br />

10:30-12:00<br />

SALON A<br />

PANEL: Transplant enfeksiyonları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Bakır,<br />

Uzm. Dr. Başak Dokuzoğuz<br />

Fungal enfeksiyonlar<br />

Prof. Dr. Hande Arslan<br />

Viral enfeksiyonlar<br />

Prof. Dr. Yeşim Taşova<br />

Bakteriyel enfeksiyonlar<br />

Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />

SALON B<br />

PANEL: Kemik eklem enfeksiyonlarında yaklaşım ve tedavi<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Özlem Kandemir,<br />

Prof. Dr. Mehmet Faruk Geyik<br />

Spondilodiskit<br />

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Erayman<br />

Protez enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />

Kronik osteomiyelit<br />

Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />

16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />

PANEL: EHKM uzmanlığı: Geleceğe yansımalar<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hakan Leblebicioğlu, Doç. Dr. Hürrem Bodur<br />

EHKM uzmanlığının tarihçesi<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

EHKM uzmanlık eğitiminin kanıta dayalı irdelenmesi<br />

Doç. Dr. Hakan Erdem<br />

19:00 AÇILIŞ KOKTEYLİ<br />

3 Mart 2011, Perşembe<br />

08:30-09:15 UYDU SEMPOZYUM / GILEAD<br />

10:00-10:30 KAHVE ARASI<br />

KONFERANS: Future of antibiotic treatment<br />

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Haluk Vahaboğlu<br />

Konuşmacı: Prof. David Livermore<br />

AÇIK OTURUM: EHKM alanında sorunlar<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Recep Öztürk, Prof. Dr. İlyas Dökmetaş<br />

EHU/SUT; Sağlıkta dönüşüm; Malpraktis sigortası;<br />

Döner sermaye; Hukuksal sorunlar<br />

Tüm katılımcılar<br />

12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />

ÖĞLE YEMEĞİ<br />

13:45-14:45<br />

SALON A<br />

KISA PANEL: HIV/AIDS<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Latife Mamıkoğlu, Uzm. Dr. Muzaffer Fincancı<br />

Fırsatçı enfeksiyonların profilaksisi<br />

Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />

Antiretroviral tedavi<br />

Doç. Dr. M. Arzu Yetkin


13:45-14:45<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Hastane enfeksiyonları 1<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Sercan Ulusoy, Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />

S08-S13<br />

14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />

15:15-16:45<br />

SALON A<br />

PANEL: Antimicrobial resistance and antibiotic use in our region<br />

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Salih Hoşoğlu<br />

Emergence and trends of antimicrobial use and resistance in Saudi<br />

Arabia<br />

Prof. Dr. Ziad A. Memish<br />

Molecular epidemiology of antimicrobial resistance among<br />

gram-negative bacteria in Tehran<br />

Doç. Dr. Mohammad Mehdi Feizabadi<br />

Quality of antibiotic use in Pakistan hospitals<br />

Doç. Dr. Ejaz A. Khan<br />

SALON B<br />

İNTERAKTİF OLGU SUNUMLARI<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Parlak,<br />

Doç. Dr. Kutbettin Demirdağ<br />

Deri ve yumuşak doku enfeksiyonu<br />

Doç. Dr. Murat Dizbay<br />

Dirençli hastane enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Nur Yapar<br />

Kronik hepatit B<br />

Prof. Dr. Mustafa Namıduru<br />

Kronik hepatit C<br />

Doç. Dr. Ayten Kadanalı<br />

16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / PFIZER<br />

SALON A<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Olgu sunumları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ali Mert, Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />

S14-S27<br />

17:45-19:15<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Mikrobiyolojik testler ve antimikrobiyal direnç<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nedim Çakır, Prof. Dr. Bülent Beşirbellioğlu<br />

S28-S37<br />

4 Mart 2011, Cuma<br />

08:30-09:15 UYDU SEMPOZYUM / NOVARTIS<br />

SALON A<br />

KISA PANEL: Biyolojik ajanlarla tedavi<br />

Oturum Başkanları: Doç. Dr. Turan Aslan, Prof. Dr. Mehmet Taşyaran<br />

Biyolojik ajanların yapısı ve etki mekanizması<br />

Doç. Dr. Mehmet Özden<br />

09:15-10:15<br />

<strong>Tedavi</strong> öncesi tarama ve yan etki yönetimi<br />

Prof. Dr. Ali Mert<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Viral hepatitler ve influenza<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fehmi Tabak, Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />

S38-S44<br />

10:15-10:30 KAHVE ARASI


10:30-12:00<br />

SALON A<br />

PANEL: Antibiyotik kullanım politikaları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fehmi Tabak, Prof. Dr. Dilek Arman<br />

Doğru antibiyotik kullanımında kamu otoritesinin rolü<br />

Prof. Dr. İrfan Şencan<br />

Doğru bilgilendirmede derneklerin rolü<br />

Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />

Antibiyotik kullanımı: İsveç deneyimi<br />

Prof. Dr. Hakan Hanberger<br />

SALON B<br />

PANEL: Vankomisine dirençli enterokok enfeksiyonları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hayrettin Akdeniz, Doç. Dr. Nail Özgüneş<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Prof. Dr. Özlem Tünger<br />

Korunma<br />

Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />

Klinik ne zaman kapatılmalı ve tekrar ne zaman açılmalı<br />

Prof. Dr. Deniz Akduman<br />

12:00-13:30 UYDU SEMPOZYUM / PFIZER<br />

ÖĞLE YEMEĞİ<br />

SALON A<br />

TARTIŞMALI OTURUM: Erişkinde aşılama<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Dilek Arman, Prof. Dr. Emine Sönmez<br />

Pnömokok aşısı: Bakteremi riski olanlar<br />

Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />

Pnömokok aşısı: Pnömoni riski olanlar<br />

Doç. Dr. Hakan Erdem<br />

13:45-14:45 İnfluenza aşısı: Herkese<br />

Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />

İnfluenza aşısı: Risk gruplarına<br />

Doç. Dr. Gönül Şengöz<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Diğer enfeksiyon hastalıkları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Faruk Geyik, Doç. Dr. İlhami Çelik<br />

S45-S51<br />

14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />

SALON A<br />

PANEL: Biyoterörizm<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Canpolat Eyigün,<br />

Prof. Dr. Mehmet Doğanay<br />

15:15-16:45<br />

Tarihçe<br />

Prof. Dr. Levent Görenek<br />

Etken bakteriler<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

Etken toksin ve virüsler<br />

Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />

Karşı savunma ve hazırlık<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali Acar


15:15-16:45<br />

SALON B<br />

PANEL: Enfeksiyon dışı ateş<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Hüseyin Turgut, Doç. Dr. Onur Özgenç<br />

Yoğun bakım<br />

Doç. Dr. Dilara İnan<br />

Nötropenik hasta<br />

Prof. Dr. Serpil Erol<br />

Postoperatif<br />

Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />

16:45-17:45 UYDU SEMPOZYUM / MERCK SHARP DOHME<br />

19:30 GALA YEMEĞİ<br />

08:30-09:15<br />

09:15-10:15<br />

5 Mart 2011, Cumartesi<br />

SALON A<br />

LİTERATÜR 2011<br />

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ayhan Akbulut<br />

Viral hepatitler<br />

Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />

Hastane enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Ömer Faruk Kökoğlu<br />

SALON B<br />

LİTERATÜR 2011<br />

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ali Kaya<br />

Antimikrobiyal direnç<br />

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />

Antimikrobiyal tedavi<br />

Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />

SALON A<br />

KISA PANEL: GSBL-Karbapenemaz üreten gram-negatif<br />

mikroorganizma enfeksiyonları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Bülent Beşirbellioğlu,<br />

Doç. Dr. Oğuz Reşat Sipahi<br />

Direnç ve epidemiyoloji<br />

Laurent Poirel, PhD<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Hastane enfeksiyonları 2<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Sibel Gündeş, Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />

S52-S58<br />

10:15-10:30 KAHVE ARASI<br />

SALON A<br />

PANEL: Enfeksiyon önlem paketleri<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. İsmail Balık,<br />

10:30-12:00<br />

Prof. Dr. Ali Pekcan Demiröz<br />

Ventilatörle ilişkili pnömoni<br />

Prof. Dr. Şaban Esen


10:30-12:00<br />

Kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Rahmet Güner<br />

Üriner sistem enfeksiyonları<br />

Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />

SALON B<br />

PANEL: Sorun enfeksiyonlarda yaklaşım ve tedavi<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fatma Sırmatel, Doç. Dr. İlhami Çelik<br />

Batı Nil virüsü<br />

Doç. Dr. Selma Tosun<br />

Hantavirüs<br />

Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />

Tularemi<br />

Prof. Dr. Sedat Kaygusuz<br />

12:00-13:30 EMEK / ÖĞLE YEMEĞİ<br />

13:45-14:45<br />

SALON A<br />

KISA PANEL: Febril nötropeni<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Canan Ağalar, Prof. Dr. Semra Tunçbilek<br />

Ampirik antifungal tedavi<br />

Prof. Dr. Halil Kurt<br />

Preemptif antifungal tedavi<br />

Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />

14:45-15:15 KAHVE ARASI<br />

15:15-16:45<br />

16:45-17:45 KAPANIŞ<br />

SALON B<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER: Akılcı ilaç kullanımı<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Haluk Vahaboğlu, Prof. Dr. Zafer Güney<br />

S59<br />

SALON A<br />

PANEL: <strong>Tedavi</strong> rehberleri 2011<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nedim Çakır, Doç. Dr. Yusuf Önlen<br />

Karın içi enfeksiyonlar<br />

Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />

Kateter ilişkili enfeksiyonlar<br />

Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />

Nozokomiyal pnömoni<br />

Doç. Dr. Serap Gençer<br />

SALON B<br />

PANEL: Asinetobakter enfeksiyonları<br />

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ahmet Kalkan, Doç. Dr. Mustafa Ertek<br />

Direnç epidemiyoloji<br />

Doç. Dr. Davut Özdemir<br />

Korunma<br />

Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Doç. Dr. Nurcan Baykam


1 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Kurs Koordinatörü<br />

Hakan Leblebicioğlu<br />

09:15-09:30 Kursun tanıtımı Hakan Leblebicioğlu<br />

09:30-09:50 Neden makale yazılır? Oğuz Karabay<br />

09:50-10:10 Kimler makalede yer almalıdır? Yeşim Taşova<br />

10:10-10:30 Özet yazımı Oğuz Reşat Sipahi<br />

10:30-10:50 Başlık ve giriş yazımı Esragül Akıncı<br />

10:50-11:20 ARA<br />

11:20-11:40 Gereç ve yöntem yazımı Hande Arslan<br />

11:40-12:00 Bulguların yazımı Oğuz Karabay<br />

12:00-12:20 Tablo ve şekillerin kullanımı Rahmet Güner<br />

12:20-14:00 ÖĞLE ARASI<br />

14:00-14:20 Tartışma yazımı Şaban Esen<br />

14:20-14:40 Referansların kullanımı Haluk Vahaboğlu<br />

14:40-15:00 Makale hangi dergiye gönderilmelidir? Murat Dizbay<br />

15:00-15:30 ARA<br />

15:30-16:00 Editör ve eleştirmenler nelere dikkat eder? Dilek Arman<br />

16:00-16:20 Eleştirmen görüşlerine nasıl yanıt verilmelidir? Reşat Özaras<br />

16:20-18:20 Pratik: Örneklerle makale yazımı ve<br />

değerlendirme Hakan Leblebicioğlu<br />

18:20-18:30 KAPANIŞ<br />

MAKALE YAZMA KURSU


TIPTA İLETİŞİM BECERİLERİ KURSU<br />

1 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

09:15-18:30<br />

Kurs Koordinatörü<br />

Dilek Arman<br />

Eğiticiler<br />

Deniz Yamaç<br />

Nesrin Demirsoy<br />

Bölüm I: Temel iletişim becerileri<br />

Davranış penceresi<br />

Kabul çizgisi<br />

Sorun penceresi<br />

Etkin dinleme<br />

İletişim engelleri<br />

Empati<br />

Ben dili, Sen dili<br />

Bölüm II: Hasta hekim görüşmesi<br />

Biyopsikososyal model<br />

Kötü haber verme<br />

Bölüm III: Stres yönetimi<br />

Stres tanımı ve etkileri<br />

ABC modeli<br />

Düşünce hataları<br />

Stresle baş etme


İçindekiler<br />

Konferans:<br />

Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de Doğru Bilinen Yanlışlar .................................................................................... 1<br />

Prof. Dr. İftihar Köksal<br />

Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Neden Gelişiyor? ................................................................................................................... 3<br />

Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />

Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler .................................................................... 7<br />

Doç. Dr. Barış Otlu<br />

Tüberküloz:<br />

Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si ........................................................................................................... 13<br />

Doç. Dr. Tuba Turunç<br />

Yan Etki Yönetimi .......................................................................................................................... 19<br />

Doç. Dr. İlknur Erdem<br />

Profilaksi .................................................................................................................................... 27<br />

Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />

HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı ................................................................................................................ 31<br />

Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı ................................................................................................................ 35<br />

Prof. Dr. Kenan Hızel<br />

Transplant Enfeksiyonları:<br />

Fungal Enfeksiyonlar ..................................................................................................................... 39<br />

Prof. Dr. Hande Arslan


Bakteriyel Enfeksiyonlar ................................................................................................................. 43<br />

Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />

Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları ..................................................................................................................... 51<br />

Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />

Kronik Osteomiyelit ....................................................................................................................... 59<br />

Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />

EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />

EHKM Uzmanlığının Tarihçesi ......................................................................................................... 61<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

HIV/AIDS:<br />

Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi .................................................................................................. 65<br />

Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />

Antiretroviral <strong>Tedavi</strong> ....................................................................................................................... 71<br />

Doç. Dr. M. Arzu Yetkin<br />

Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması ................................................................................. 75<br />

Doç. Dr. Mehmet Özden<br />

Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Antibiyotik Kullanımında Kamu Otoritesinin Rolü ................................................................. 83<br />

Prof. Dr. İrfan Şencan<br />

Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü ......................................................................................... 87<br />

Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />

Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong> ........................................................................................................................................... 93<br />

Prof. Dr. Özlem Tünger<br />

Korunma ....................................................................................................................................... 99<br />

Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />

Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı ............................................................107<br />

Prof. Dr. Deniz Akduman<br />

Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar ...................................................................................... 113<br />

Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />

Pnömokok Aşısı: Pnömoni Riski Olanlar ........................................................................................ 117<br />

Doç. Dr. Hakan Erdem<br />

İnfluenza Aşısı: Herkese ............................................................................................................... 121<br />

Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />

İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına .................................................................................................... 125<br />

Doç. Dr. Gönül Şengöz


Biyoterörizm:<br />

Tarihçe ........................................................................................................................................ 129<br />

Prof. Dr. Levent Görenek<br />

Etken Bakteriler ........................................................................................................................... 131<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

Etken Toksin ve Virüsler ............................................................................................................... 139<br />

Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />

Karşı Savunma ve Hazırlık ............................................................................................................ 151<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali Acar<br />

Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Yoğun Bakım ............................................................................................................................... 157<br />

Doç. Dr. Dilara İnan<br />

Nötropenik Hasta ........................................................................................................................ 163<br />

Prof. Dr. Serpil Erol<br />

Postoperatif ................................................................................................................................ 167<br />

Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />

Literatür 2011:<br />

Viral Hepatitler ............................................................................................................................ 171<br />

Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />

Antimikrobiyal Direnç .................................................................................................................. 173<br />

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> .................................................................................................................. 177<br />

Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />

GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................................................... 179<br />

Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />

Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Ventilatörle İlişkili Pnömoni .......................................................................................................... 189<br />

Prof. Dr. Şaban Esen<br />

Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonları .................................................................................... 193<br />

Doç. Dr. Rahmet Güner<br />

Üriner Sistem Enfeksiyonları ......................................................................................................... 197<br />

Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />

Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü ............................................................................................................................. 203<br />

Doç. Dr. Selma Tosun<br />

Hantavirüs ................................................................................................................................... 213<br />

Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />

Tularemi ...................................................................................................................................... 217<br />

Prof. Dr. Sedat Kaygusuz


Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong> ............................................................................................................221<br />

Prof. Dr. Halil Kurt<br />

Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................... 231<br />

Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />

<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Karın İçi Enfeksiyonlar .................................................................................................................. 233<br />

Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />

Kateter İlişkili Enfeksiyonlar .......................................................................................................... 239<br />

Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />

Nozokomiyal Pnömoni ................................................................................................................. 245<br />

Doç. Dr. Serap Gençer<br />

Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Direnç Epidemiyoloji .................................................................................................................... 249<br />

Doç. Dr. Davut Özdemir<br />

Korunma ..................................................................................................................................... 257<br />

Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />

<strong>Tedavi</strong> ......................................................................................................................................... 263<br />

Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />

SÖZLÜ BİLDİRİLER<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> .................................................................................................................. 269<br />

S01-S07<br />

Hastane Enfeksiyonları 1 ............................................................................................................. 275<br />

S08-S13<br />

Olgu Sunumları .......................................................................................................................... 281<br />

S14-S27<br />

Mikrobiyolojik Testler ve Antimikrobiyal Direnç ............................................................................ 291<br />

S28-S37<br />

Viral Hepatitler ve İnfluenza ........................................................................................................ 297<br />

S38-S44<br />

Diğer Enfeksiyon Hastalıkları ....................................................................................................... 303<br />

S45-S51<br />

Hastane Enfeksiyonları 2 ............................................................................................................ 309<br />

S52-S58<br />

Akılcı İlaç Kullanımı ...................................................................................................................... 315<br />

S59<br />

YAZAR İNDEKSİ ........................................................................................................................... 317


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Konferans:<br />

Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de<br />

Doğru Bilinen Yanlışlar<br />

Prof. Dr. İftihar Köksal<br />

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Trabzon<br />

1


Konferans:<br />

Profilaksi ve <strong>Tedavi</strong>de Doğru Bilinen Yanlışlar<br />

Antibiyotik kullanımında bazı hatalar, yanlış<br />

yorumlamalar ve inançlar olabilmektedir.<br />

Antibiyotikler elde edilmesinden klinik kullanıma<br />

girinceye kadar çok sayıda mikrobiyolojik,<br />

farmakolojik deneysel araştırmalardan geçmesine<br />

rağmen çoğu kişisel kararların sonucu<br />

olan farklı uygulamalara rastlanabilmektedir.<br />

Örneğin; hastanelerin, ameliyathanelerin olumsuz<br />

koşulları antibiyotiklerle giderilmeye çalışılmaktadır.<br />

Kılavuz önerileri veya ülkemiz<br />

dışından yapılan kullanım önerileri, ülkemiz<br />

koşullarına uymadığı gerekçesi ile farklı şekillerde<br />

yapılabilmektedir. Cerrahi profilaksiler<br />

günlerce sürebilmektedir. Acil servislere başvuran<br />

ve meningokoksik menenjit şüphesi olan<br />

bir hastayı uzaktan yakından gören bütün acil<br />

servis personeli profilaksi alabilmektedir.<br />

Ya da antibiyogramda zon çapı en büyük olan<br />

antibiyotik diski en etkili antibiyotik olarak<br />

yorumlanabilmektedir. Yıllarca streptokoksik<br />

tonsillofarenjit tedavisinde 10 gün prokain<br />

penisilin verilmiştir. Viral olduğunu bile bile<br />

solunum yolu enfeksiyonlarında az mı antibiyotik<br />

kullanılmaktadır?<br />

2<br />

Yıllarca ciddi enfeksiyonların tedavisinde bakterisidal<br />

antibiyotikler, daha hafif enfeksiyonların<br />

tedavisinde bakteriyostatik ilaçlar önerilmiştir.<br />

Ancak günümüzde ilaçların sidal etkilerinin<br />

bakteriye göre değiştiği bilinmektedir. Apsenin<br />

tedavisinde altı-sekiz hafta antibiyotik tedavisine<br />

yanıt alınamazsa cerrahi önerilirken, günümüzde<br />

apsenin tedavisinde erken drenajın<br />

önemi bilinmektedir. Protez ve kateter uygulamalarında<br />

antibiyotik profilaksisinin yerini sterilizasyon<br />

kurallarına dikkat etmek almıştır.<br />

Hastane infeksiyonlarını tedavi etmenin yerini<br />

korunmak almıştır. Antibiyotikleri rastgele kullanmanın<br />

yerini antibiyotikleri dikkatli kullanmak<br />

almıştır.<br />

Alternatif tıp ve destek tedavileri konusunda<br />

bilinen yanlışlara örnek olarak, solunum yolu<br />

enfeksiyonlarında C vitamini, sistit tedavisinde<br />

cranberry suyu bugün etkinliği tartışılan önerilerdir.<br />

Çoğumuzun bildiği veya karşılaştığı bu<br />

örneklerin sayısını artırmak mümkündür.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Neden Gelişiyor?<br />

Yrd. Doç. Dr. Mesut Yılmaz<br />

İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

İstanbul<br />

3


Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Neden Gelişiyor?<br />

Başarılı bir ilacın geliştirilmesi ve kullanılmasının<br />

hemen ardından ilaca tolerans ve<br />

direnç gelişmesi bu duruma gölge düşürür. Bu<br />

durum sadece bakteri, mantar, parazit ve viral<br />

hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar için<br />

değil, diyabet, kanser gibi kronik hastalıkların<br />

tedavisinde kullanılan ilaçlar için de geçerlidir.<br />

Direnç gelişiminden çok sayıda biyokimyasal ve<br />

fizyolojik mekanizma sorumludur. Antibakteriyel<br />

ajanlar konusunu biraz daha derinleştirirsek,<br />

aslında dirençli mikroorganizmaların oluşmasını<br />

önleme ve kontrol etmedeki başarısızlığımızın<br />

en önemli nedeni direnç gelişiminin temel<br />

ögelerini kavrayamayışımız olsa gerek.<br />

Uluslararası birçok kuruluş, ulusal dernek ve<br />

organizasyonlar direnç sorununu kabul etmiş,<br />

çözüm önerileri sunmuş olsalar da, faydasız;<br />

direnç gelişiminin merhameti yoktur.<br />

Elbette en çarpıcı ve morbidite, mortalite açısından<br />

en külfetli örnekler bakterilerle ilgili<br />

olanlardır. Bakterilerin 19. yüzyılın sonlarında<br />

keşfiyle, tedavi imkanları araştırılmaya başlanmıştı,<br />

ancak başarılı tedavi sonuçları görmek<br />

yaklaşık 50 yıl sonra mümkün oldu. Hiç şüphesiz<br />

antibiyotiklerin keşfi tıp tarihinde bir devrim<br />

olmuş, sayısız hayatlar kurtarılmıştır. Bu<br />

ajanların kullanılmaya başlanmasıyla hızla<br />

direnç gelişimi görülmüştür. Günümüzde antibiyotik<br />

öncesi çağa dönüş senaryoları konuşulmaktadır.<br />

Bazı verilere göre 400’den fazla türde<br />

20.000 civarı direnç geni (r geni) bulunmaktadır.<br />

Neyse ki, bu genlerin içinde fonksiyonel<br />

olanların sayısı çok daha azdır.<br />

Yakın zamana kadar gerek farmakolojik endüstride<br />

gerekse akademik çevrede yeni antibakteriyel<br />

madde ve direnç çalışmak çok verimliydi.<br />

Penisilin 1928 yılında keşfedildi, ancak basit<br />

molekül yapısının aydınlatılması 1949 yılında,<br />

sentezlenebilmesi 1959 yılında oldu. Halen<br />

antibiyotiklerin nasıl çalıştığını iyi bilmiyoruz<br />

ve bu küçük molekülün makromoleküler reseptörüyle<br />

olan ilişkisine çok sınırlı sayıda örnekler<br />

verebiliyoruz.<br />

Antibiyotiklere tüm dünya çapında büyük ihtiyaç<br />

duyulması beraberinde çevresel felaketleri<br />

de getirmiştir. İlk üretilmeye başlanmasından<br />

sonra geçen 60 yılda milyonlarca ton antibiyotik<br />

üretilmiş, çeşitli amaçlar için kullanılmıştır.<br />

Üretim teknolojilerindeki gelişmelerle maliyet<br />

4<br />

giderek azalmış, reçetesiz ve gereksiz kullanılmalarına<br />

olanak sağlanmıştır. Öyle ki, çok sık<br />

kullanılan antibiyotiklerin maliyetinin en önemli<br />

kısmını paketleme giderleri oluşturmaktadır.<br />

Gezegenimiz bu toksik moleküllerle dolmuş,<br />

elbette dirençli suşların seçilmesinde önemli<br />

katkı sağlamıştır. Bugün boğuştuğumuz dirençli<br />

suşların biyosfere yayılımının en önemli nedeni<br />

insanoğlunun yıllar süren hatalı, aşırı kullanımından<br />

doğan selektif baskı uygulamalarıdır.<br />

Bu doğal bir süreç olmayıp insan tarafından<br />

doğaya dayatılmıştır ve muhtemelen Darwin’in<br />

seçilme ve sağkalma nosyonlarına verilebilecek<br />

örneklerden biridir.<br />

1937 yılında ilk etkili antibiyotikler olan sülfonamidlerin<br />

kullanılmaya başlamasından kısa<br />

süre sonra 1930’lu yılların sonunda direnç bildirilmiş,<br />

aynı mekanizma 70 yıldır güncelliğini<br />

korumaktadır. Penisilin 1928 yılında Fleming<br />

tarafından keşfedilmiş, ancak 1940 yılında<br />

henüz penisilin terapötik olarak kullanılmaya<br />

başlamadan yıllar önce penisilinaz tanımlanmıştır.<br />

Penisilin yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan<br />

sonra dirençli suşlar da yayılmış ve penisilinin<br />

kimyasal yapısının penisilinazdan etkilenmeyecek<br />

şekilde değiştirilebilmesi için çalışmalar<br />

başlamıştır. Penisilinin kullanımından<br />

önce penisilinazın keşfedilmiş olması ve aradan<br />

geçen yıllarda edinilen bilgi birikimiyle bugün<br />

şu gerçeği çok iyi anlıyoruz; büyük sayılarda<br />

direnç geni doğal (vahşi) mikrobiyal popülasyon<br />

içinde zaten yer almaktadır.<br />

Öyleyse asıl soru şu:<br />

Hangisi daha önce geldi, antibiyotik mi yoksa<br />

direnç mi?<br />

Ülkemiz gerçeklerinden biri olan tüberküloz<br />

tedavisinden kısaca bahsedelim. Streptomisin<br />

1944 yılında tüberküloz tedavisinde kullanılmaya<br />

başlamasından sonra, antibiyotiğin terapötik<br />

konsantrasyonlarında mutant Mycobacterium<br />

tuberculosis suşlarına tedavi sırasında rastlanmıştır.<br />

Diğer antibiyotikler için de benzer örnekler<br />

vermek mümkün. Genetik olarak aktarılabilir<br />

direncin 1950’li yılların ortasında Japonya’dan<br />

bildirilmesi tüm resmi baştan aşağı değiştirdi.<br />

Artık bakteriyel konjugasyonla neredeyse her<br />

cins bakteri direnç geni kazanabilecekti.<br />

Bakterilerin evrimleri boyunca yıllardır gen alışverişinde<br />

bulundukları çok yakın geçmişte gös-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


terilmiştir. Ökaryot genomunda bilinen bakteri<br />

sekanslarına rastlanması ise genom evriminde<br />

horizontal gen transferi farkındalığını artırmıştır.<br />

Patojenite genleri taşıyan gen adacıklarının<br />

tanımlanması bu olaya ayrı bir boyut kazandırır.<br />

Sonuçta, plazmid aracılı antibiyotik direnç nakli<br />

pratik önemi nedeniyle yıllardır üstünde çalışılan<br />

temel konulardan biri haline gelmiştir.<br />

Süperbakteriler ve Süperdirenç<br />

İnsanlarda hastalık oluşturabilen bakterilerin<br />

çoğu yıllar içinde çoğul dirençli hale gelmiştir.<br />

Örneğin; M. tuberculosis hem gelişmiş hem de<br />

gelişmekte olan ülkelerde çoğul dirençli hale<br />

gelmiştir. Tüm dünya nüfusunun üçte birini<br />

enfekte etmiştir. Maalesef şu an XDR (extremely<br />

drug-resistant) bir yana TDR (totally drug resistant)<br />

suşlardan bahsediliyor. M. tuberculosis<br />

direncinde horizontal gen transferinin rolü gösterilememiştir<br />

ve bilinen tüm direnç spontan<br />

mutasyonla gerçekleşir. Sık karşılaşılan ve hastaneden<br />

kazanılan diğer ciddi enfeksiyon etkenlerine<br />

Acinetobacter baumannii, Burkholderia<br />

cepacia, Campylobacter jejuni, Citrobacter freundii,<br />

Clostridium difficile, Enterobacter spp.,<br />

Enterococcus faecium, Enterococcus faecalis,<br />

Escherichia coli, Haemophilus influenzae,<br />

Klebsiella pneumoniae, Proteus mirabilis,<br />

Pseudomonas aeruginosa, Salmonella spp.,<br />

Serratia spp., Staphylococcus aureus,<br />

Staphylococcus epidermidis, Stenotrophomonas<br />

Enzim sayısı<br />

1000<br />

900<br />

800<br />

700<br />

600<br />

500<br />

400<br />

300<br />

200<br />

100<br />

0<br />

1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000<br />

Yıllar<br />

Şekil 1. Antibiyotik çağında tanımlanan beta-laktamazlar.<br />

Mesut Yılmaz<br />

maltophilia ve Streptococcus pneumoniae örnek<br />

gösterilebilir. Bu bakterilere “süperbakteri” denmesinin<br />

nedeni artan direnç faktörlerine paralel<br />

seyreden morbidite ve mortaliteleridir.<br />

E. coli ve K. pneumoniae gibi sık karşılaşılan<br />

patojenlerin tedavisinde son 50 yılda kullanılan<br />

ilaçlar (beta-laktamlar) ve direnç (beta-laktamazlar)<br />

ilişkisi güçlü bir korelasyon göstermektedir.<br />

Söz konusu beta-laktamazların sayısı<br />

günümüzde 1000’i bulmuştur (Şekil 1).<br />

Horizontal gen transferi beta-laktam antibiyotiklere<br />

karşı gelişen dirençte ön plandadır.<br />

P. aeruginosa hastanede yanık enfeksiyonu etkeni<br />

olmaktan her türlü hastane enfeksiyonu etkeni<br />

olma yolunda evrilmiştir. Yeni antibiyotikler<br />

devreye girdikçe (beta-laktamlar ve aminoglikozidler<br />

gibi) direnç gelişmiş en etkili tedavi yöntemlerini<br />

etkisiz kılmıştır.<br />

Ülkemizde neredeyse her yoğun bakım ünitesinin<br />

sorunu haline gelen A. baumannii direnç<br />

genleri bakımından en donanımlı bakterilerdendir.<br />

Bunun özelliği birçok ortamda ayakta kalabilme<br />

yeteneklerine, DNA transferi için doğal<br />

kompetan olma ve yüksek hızlı doğal transformasyon<br />

yeteneğine bağlanmaktadır.<br />

Süperbakterilerden en meşhuru olan S. aureus<br />

insanlarla yıllardır içiçe yaşar; insanların %30’u<br />

burunlarında etkeni taşıyabilir. Penisilinin keşfi<br />

ve bu etkenden tamamen kurtulunabileceği<br />

2005 2010 2015<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 5


Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Neden Gelişiyor?<br />

ümidi kısa sürede hayal kırıklığı ile sonlanmış<br />

olsa da, 1959 yılında metisilinin keşfi yeniden<br />

ümitleri yeşertmiştir. Üç yıl gibi kısa bir süre<br />

sonra metisiline dirençli S. aureus tanımlanmış,<br />

günümüzde ise toplum kökenli enfeksiyonların<br />

temel etkenlerinden biri olmuştur.<br />

6<br />

İnsanlardan kaynaklanan aktivitelerin antibiyotik<br />

direnç rezervuarı oluşturduğu tartışmasızdır.<br />

1940’lı yıllardan beri giderek artan antibiyotik<br />

kullanımı ve yükü (üretilen, tüketilen, çevreye<br />

salınan) dirençli suşlar üstünde selektif baskı<br />

oluşturmuştur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Saptanmasında Kullanılan<br />

Moleküler Yöntemler<br />

Doç. Dr. Barış Otlu<br />

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Malatya<br />

7


Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />

Antimikrobiyaller ilk kez 1930’lu yıllarda<br />

tanıtılmış ve kullanıma girmelerinden kısa<br />

bir süre sonra direnç problemleri ortaya çıkmaya<br />

başlamıştır. Geliştirilen her antimikrobiyal<br />

ajanla birlikte, yeni direnç mekanizmaları ortaya<br />

çıkmış ve antimikrobiyallerin seçici baskısı<br />

altında çevreye yayılmıştır. Antimikrobiyal<br />

direncin yayılması; morbidite, mortalite ve sağlık<br />

bakım maliyetleri üzerindeki etkisi nedeniyle<br />

insan sağlığı için önemli bir risk oluşturmaktadır.<br />

Antimikrobiyal direncin genetik temelinde,<br />

hücresel genlerdeki mutasyonlar veya horizontal<br />

gen transferi ile direnç genlerinin kazanılması<br />

yer almaktadır. Antimikrobiyallere karşı<br />

direnç; antimikrobiyal ajanı inaktive edecek<br />

enzimlerin üretimi, antimikrobiyal ajanın etki<br />

edeceği hedefin aşırı üretilmesi ya da yerine<br />

alternatifinin üretilmesi, antimikrobiyal ajanın<br />

bağlanacağı hedefin değişmesi, antimikrobiyal<br />

ajanın hedefine ulaşmasının engellenmesi ve<br />

antimikrobiyal ajanın aktif pompa sistemi ile<br />

dışarı çıkarılması gibi çeşitli mekanizmalarla<br />

gelişebilmektedir.<br />

Bakteriyel patojenlerin antimikrobiyal duyarlılık<br />

testlerinin yapılması, klinik mikrobiyoloji<br />

laboratuvarlarının en önemli görevlerinden<br />

biridir. Antimikrobiyal direncin tespit edilmesi,<br />

enfekte hastaların optimal tedavilerinin sağlanması<br />

ve direncin toplum içinde yayılmasının<br />

önlenmesi açısından oldukça önemlidir.<br />

Ampirik tedavi şemaları; bölgesel, yerel veya<br />

ulusal düzeyde toplanan duyarlılık testi verilerine<br />

dayanmaktadır. Dirençli bakterilerin saptanması;<br />

enfeksiyon kontrol önlemleri ve antimikrobiyal<br />

sürveyans çalışmaları için temel<br />

sağlar.<br />

Direncin belirlenmesinde kullanılan fenotipik<br />

metodlar, yeni gelişen moleküler tekniklerle<br />

karşılaştırıldıklarında halen “altın standart”<br />

olarak kabul edilmektedir. Fenotipik yöntemler,<br />

bakteri türlerine göre değerlendirme standartları<br />

önceden belirlenmiş, uygulaması kolay<br />

yöntemlerdir. Ancak bu yöntemler bazı dezavantajlarından<br />

dolayı, her zaman doğru sonuç<br />

vermeyebilir. Örneğin; bakteri popülasyonlarında<br />

direnç genlerinin varlığı/ekspresyonu<br />

heterojen olabileceğinden ya da bazen indüklenmesi<br />

gerekebildiğinden direncin varlığı her<br />

8<br />

zaman tam olarak gösterilemeyebilir. Aynı<br />

zamanda, direnç ekspresyonunu etkileyebilecek<br />

kültür şartları veya inokülum miktarı bu testlerin<br />

performanslarını etkileyip hatalı sonuçlara<br />

yol açabilir. Fenotipik yöntemlerle antimikrobiyal<br />

duyarlılık testleri için, klinik örneklerden<br />

bakterinin saf olarak izole edilmesi zorunludur.<br />

Bu işlemler sırasında subkültürler de gerekebildiğinden<br />

antimikrobiyal direnç sonuçları gecikebilmektedir.<br />

Zaman faktörü özellikle yavaş ve<br />

güç üreyen bakteriler için daha da önemli hale<br />

gelmektedir. Direncin tespit edilmesinde geç<br />

kalınması veya hatalı sonuçlar, dirençli suşların<br />

tedavisini ve kontrolünü zorlaştırmaktadır.<br />

Nükleik asit amplifikasyon testleri, dizi analizi,<br />

DNA mikroçip (DNA microarray) teknolojileri<br />

gibi moleküler metodlardaki son gelişmeler;<br />

çoğul gen mutasyonlarının ve eksprese olan<br />

sekansların karşılaştırmalı analizlerinin yapılmasına<br />

olanak sağlamıştır. Moleküler yöntemlerle<br />

direnç genlerinin gösterilmesi, fenotipik<br />

yöntemlerin doğrulanmasını sağlayabileceği<br />

gibi fenotipe yansımayan direncin tespit edilmesine<br />

de olanak sağlar:<br />

Antibiyotik direncinin moleküler yöntemlerle<br />

genotipik olarak saptanmasının bazı avantajları<br />

şunlardır;<br />

• Dirence neden olan genetik faktörün bulunup<br />

bulunmadığı yanıtını net bir şekilde verir.<br />

• Duyarlılık, orta düzey duyarlılık ve direnç gibi<br />

ülkeden ülkeye değişebilen fenotipik kategorilere<br />

bağımlı değildir.<br />

• Düşük düzeyde dirence neden olan mekanizmaları<br />

saptamak daha kolaydır.<br />

• Klinik örneklerden direkt olarak çalışılabilmesi<br />

tespit süresini kısaltır (özellikle kültürde zor<br />

üretilen mikroorganizmalar için önemlidir).<br />

• Kolay ve hızlı yorumlanabilir sonuçlar, etkin<br />

antimikrobiyal tedavinin başlanmasını sağlar.<br />

• Yoğun olarak bakteri kültürüne ihtiyaç duyulmadığından<br />

biyolojik tehlike riski daha düşüktür.<br />

• Direncin yayılmasında önemli olan genetik<br />

elementler (integron, plazmid ve transpozonlar)<br />

ancak moleküler yöntemlerle saptanabilir.<br />

Moleküler yöntemler, sağladıkları tüm bu avantajların<br />

yanında bazı dezavantajlara da sahiptir;<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


• Bu yöntemlerle antimikrobiyal direnç genleri<br />

tespit edilmektedir. Oysa antimikrobiyal tedavi<br />

seçimi, duyarlılığın saptanmasına göre yapılır.<br />

• Sadece bilinen direnç genleri araştırılabilir,<br />

yeni direnç mekanizmaları tespit edilemez.<br />

• Sessiz gen ve psödogenler hatalı pozitif sonuca<br />

neden olabilir.<br />

• Primer bağlanma bölgelerindeki mutasyonlar<br />

polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) amplifikasyonunu<br />

engelleyerek hatalı negatif sonuçlara<br />

neden olabilir.<br />

• Karışık flora içeren örnekler, nükleik asit<br />

amplifikasyonunun inhibisyonuna ya da duyarlılığın<br />

azalmasına neden olur.<br />

• Gen ekspresyonunu etkileyen mutasyonlar,<br />

genin ifadelenmesini sağlayan özgül mRNA’ların<br />

tespiti hedeflenmedikçe saptanamaz. Direncin<br />

bu tipi özellikle Stenotrophomonas maltophilia,<br />

Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter türleri<br />

gibi çoğul dirençli nonfermentatif gram-negatif<br />

bakterilerde görülmektedir.<br />

Bu nedenlerden dolayı günümüzde kullanılan<br />

moleküler testler, antimikrobiyal duyarlılık saptamada<br />

kullanılan rutin fenotipik metodların<br />

yerini henüz alamamıştır. Fenotipik yöntemlerle<br />

tespit edilebilen en tanınmış direnç mekanizmaları;<br />

gram-negatif bakterilerde genişlemişspektrumlu<br />

beta-laktamaz (GSBL) ve metallobeta-laktamazlar<br />

(MBL), gram-pozitif bakterilerde<br />

(stafilokok ve enterokok) transfer edilebilen<br />

yüksek düzey glikopeptid direnci ve P.<br />

aeruginosa’daki 16S rRNA metilaz geniyle ilişkili<br />

olan geniş spektrumlu yüksek düzey aminoglikozid<br />

direncidir. Klinik açıdan oldukça önemli<br />

olan bu direnç profilleri fenotipik yöntemlerle<br />

saptanabildiğinden, geleneksel duyarlılık testleri<br />

önemini korumaya devam etmektedir.<br />

Direncin tespitinde genotipik ve fenotipik yöntemlerin<br />

birlikte değerlendirilmesi, yöntemlerin<br />

dezavantajlarını giderirken sonuçların doğrulanmasını<br />

da yardımcı olur. Ayrıca, fenotipte<br />

görülen bir direnç profilinin, genotipik olarak<br />

tespit edilememesi yeni direnç mekanizmalarının<br />

fark edilmesini de sağlar.<br />

Nükleik asit amplifikasyon ve hibridizasyon<br />

tekniklerindeki gelişmeler; antimikrobiyal<br />

direnç genlerinin tespit edilmesi ve gen ekspres-<br />

Barış Otlu<br />

yonlarının gösterilmesini kolaylaştırmıştır. Her<br />

iki yöntemde de, prob ve primer dizaynı için<br />

veri bankalarındaki sekans bilgileri temel alınır.<br />

Antimikrobiyal direnç genlerinin yer aldığı bölgenin<br />

doğru seçilmesi ve uygun primer, prob<br />

dizaynının yapılması testin analitik duyarlılığı<br />

ve özgüllüğü için önemlidir. Seçilecek prob ve<br />

primerler; tanımlanmış bir direnç genine ya da<br />

bir mutasyonu göstermek için belirli bir baz<br />

pozisyonunda meydana gelen tek nükleotid<br />

değişikliklerine özgü olabilir. Primer ve prob<br />

dizaynı için internetteki çeşitli kaynaklar/programlar<br />

kullanılabilir.<br />

Antimikrobiyal genleri saptamada en sık kullanılan<br />

nükleik asit amplifikasyon yöntemi<br />

PCR’dir. Bu yöntem, direnç genlerini araştıran<br />

diğer birçok moleküler teknik için de temel<br />

oluşturmaktadır. Konvansiyonel PCR için, birçok<br />

antimikrobiyal direnç geni hedef olarak<br />

tanımlanmıştır. Örneğin; Staphylococcus aureus’larda<br />

metisilin direncinin tespiti için “Clinical<br />

and Laboratory Standards Institute (CLSI)”<br />

tarafından önerilen birçok fenotipik yöntem<br />

olmasına rağmen konvansiyonel PCR yöntemiyle<br />

dirençten sorumlu mecA geninin gösterilmesi,<br />

“altın standart” yöntem olarak kabul edilmektedir.<br />

Çünkü direncin ekspresyonu çoğunlukla<br />

heterojendir ve özellikle düşük düzey metisilin<br />

direncine sahip izolatlar, kültür şartlarından<br />

etkilenebilir. Metisiline dirençli S. aureus<br />

(MRSA), hayatı tehdit eden enfeksiyonlara ve<br />

nozokomiyal salgınlara neden olan önemli bir<br />

patojendir. Bu patojenin doğru ve hızlı tanısı<br />

enfeksiyon kontrol programları için kritik önem<br />

taşır. Moleküler yöntemlerle kan kültürü ve<br />

endotrakeal aspirat gibi örneklerden direkt olarak<br />

da MRSA tespiti yapılabilmektedir.<br />

Bakteriler arasında direncin hızla yayılmasının<br />

bir nedeni de, direnç genlerinin integron gibi<br />

mobil genetik elementler üzerinde taşınmasıdır.<br />

İntegronlar, integraz geni (intI) ve rekombinasyon<br />

bölgelerini (attI) içerir. İntegronlar, integraz<br />

genlerindeki sekans farklılığına göre sınıflandırılmışlardır.<br />

Moleküler yöntemler, direncin<br />

yayılmasında önemli olan bu genetik faktörleri<br />

göstermekte rakipsizdir. Konvansiyonel<br />

PCR ile yapılan çalışmalar, Enterobacteriaceae<br />

üyelerinde, aminoglikozid ve trimetoprim<br />

direncini kodlayan gen kasetlerinin sınıf-1, 2, 3<br />

integronlarda, MBL’leri kodlayan (IMP, VIM,<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 9


Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />

SPM-1 ve GIM-1) genlerinin ise özellikle sınıf-1<br />

integronlar üzerinde baskın olduğunu ortaya<br />

koymuştur.<br />

Streptococcus pneumoniae’da penisilin direnci<br />

giderek artmaktadır. Penisilin G diski ile yapılan<br />

fenotipik direnç testlerinde güçlükler yaşandığından<br />

bu amaçla oksasilin diski kullanılmaktadır.<br />

Ancak yapılan çalışmalarda, oksasilin diski<br />

kullanılarak yapılan disk difüzyon testlerinde<br />

dirençli bulunan suşların da, mutlaka dilüsyon<br />

yöntemleriyle doğrulanması gerektiği bildirilmektedir.<br />

S. pneumoniae’da altı penisilin bağlayan<br />

protein (PBP) bulunmaktadır. Bunlardan;<br />

PBP-1a, PBP-2b ve PBP-2X’i kodlayan genlerde<br />

oluşan “mozaik mutasyonlar” penisilin direncine<br />

neden olmaktadır. Gillespie ve arkadaşlarının<br />

yaptığı bir çalışmada; dirence neden olan<br />

mutasyonların varlığı, PCR-RFLP (restriction<br />

fragment lenght polymorphism) yöntemi ile<br />

araştırılmıştır. Bu yöntemde, PCR ürünleri HinfI<br />

enzimi ile kesilerek oluşan fragmanların büyüklüğüne<br />

ve sayısına göre penisilin direncine<br />

neden olan mutasyonlar belirlenmiştir. PCR-<br />

RFLP yöntemi, Helicobacter pylori’de klaritromisin<br />

(23S rRNA genindeki nokta mutasyonlar),<br />

Salmonella enterica serovar Typhi’de florokinolon<br />

direnci (gyrA genindeki nokta mutasyonlar)<br />

ve Serratia marcescens GSBL tiplerinin<br />

tespit edilmesi gibi daha birçok farklı çalışmada<br />

kullanılmıştır.<br />

Farklı antimikrobiyal direnç genlerini aynı anda<br />

saptamak için, tek reaksiyonda birden fazla hedefin<br />

çoğaltılmasına olanak sağlayan multipleks<br />

PCR yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemlerin<br />

kullanımı ile; hedef DNA, zaman ve maliyetten<br />

kazanç sağlanmaktadır. Özellikle dirençten<br />

sorumlu birden fazla gen olduğunda bu PCR yöntemi<br />

tercih edilmektedir. En çok antimikrobiyal<br />

direnç araştırılan bakterilerden biri de vankomisine<br />

dirençli enterokoklardır Vankomisine dirençli<br />

enterokokların, kültür ve duyarlılık testleri<br />

kullanarak saptanması MRSA’ya oranla daha zordur.<br />

Özellikle düşük düzeyde direnci saptamak<br />

bu bakterilerde daha güçtür. Ayrıca, karışık floralı<br />

örneklerden, fenotipik yöntemlerle doğru<br />

tanımlama yapmak zaman alıcıdır (4-6 gün).<br />

Depardieu ve arkadaşları yaptıkları çalışmada;<br />

stafilokok ve enterokoklardaki vankomisin<br />

direnç genlerini araştırmak için multipleks PCR<br />

yöntemini kullanmışlardır. Geliştirdikleri yön-<br />

10<br />

temde 10 farklı primer çiftini tek bir reaksiyonda<br />

kullanarak, aynı anda hem bu bakterilerin<br />

tür düzeyinde ayırımını yapmış (S. aureus, S.<br />

epidermidis, Enterococcus faecalis, Enterococcus<br />

faecium), hem de altı farklı glikopeptid direncini<br />

(vanA-E) tespit edebilmişlerdir. Multipleks PCR<br />

yöntemleri geliştirilirken, primerlerin benzer<br />

erime derecelerine sahip ve birbirleri ile etkileşme<br />

olasılıklarının düşük olmasına dikkat edilmelidir.<br />

Ayrıca, amplifikasyon ürünlerinin, jel<br />

elektroforezi ile birbirlerinden açık bir şekilde<br />

ayırt edilebilir olmaları gereklidir.<br />

“Real-time” PCR yöntemlerinin geliştirilmesi,<br />

tanısal mikrobiyolojinin her alanında olduğu<br />

gibi antimikrobiyal direnç genlerinin tespitinde<br />

de birçok avantajı beraberinde getirmiştir.<br />

Klasik nükleik asit çoğaltma yöntemlerinden<br />

daha hızlı ve daha duyarlı olan “real-time” PCR<br />

yöntemlerinde, amplikonun analizi için reaksiyon<br />

tüpünün açılması gerekmediğinden çapraz<br />

kontaminasyon riski daha azdır. Bu yöntemlerde<br />

çoğaltılan amplikonlar; floresan işaretli probların<br />

kullanıldığı TaqMan, molecular beacons,<br />

FRET (floresans rezonans enerji transfer),<br />

Scorpions, AmplifluorTM gibi yöntemler ile<br />

özgül olarak, SYBR Green I, YO-PRO-1 ve etidyum<br />

bromür gibi DNA’ya bağlanabilen boyalar<br />

ile özgül olmayarak gösterilebilir. Farklı floresan<br />

moleküllerin, farklı dalga boylarında ışıma<br />

yapmaları birden fazla hedefin saptanabildiği<br />

multipleks PCR uygulamalarının yapılmasına<br />

da olanak sağlar. Kazuko ve arkadaşları, geliştirdikleri<br />

“real-time” multipleks PCR yöntemi ile<br />

pnömokoklarda, penisilin ve makrolid direncini<br />

birlikte göstermişlerdir. Bu çalışmada, penisilin<br />

direncine neden olan pbp1a, pbp2b, pbp2X genleri<br />

ile makrolid direncine neden olan ermB<br />

(23S rRNA metilasyonu) ve ermA (aktif pompa<br />

sistemini kodlar) genleri, aynı reaksiyonda gerçek<br />

zamanlı olarak tespit edilmiştir.<br />

DNA dizi analizi yöntemleri rutin mikrobiyoloji<br />

laboratuvarlarında; bakteri tanımlanması ve<br />

direnç genlerinin araştırılmasında kullanılmaktadır.<br />

Günümüzde Sanger’in zincir sonlandırma<br />

temeline dayanan, dideoksinükleotid yöntemi<br />

yaygındır. Son yıllarda geliştirilen, hızlı bir baz<br />

dizi analizi yöntemi olan “pyrosequencing” sistemi,<br />

özellikle tek nokta mutasyonuna bağlı<br />

antimikrobiyal direncin saptanmasını kolaylaştırmıştır.<br />

DNA dizi analizi ile antimikrobiyal<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


direnç belirleme çalışmaları, özellikle<br />

Mycobacterium tuberculosis, H. pylori gibi yavaş<br />

ya da güç üreyen mikroorganizmalar üzerinde<br />

yoğunlaşmıştır. Tüberküloz basilinde direncin<br />

fenotipik olarak tayini, örneğin laboratuvara<br />

ulaşmasından itibaren 8-10 haftayı bulabilmektedir.<br />

Direncin hızla belirlenmesi, çoğul ilaca<br />

dirençli (multi-drug resistance; MDR) ve yaygın<br />

ilaç dirençli (extremely drug resistance; XDR)<br />

M. tuberculosis suşlarının yayılmasının önlenmesi<br />

açısından oldukça önemlidir. DNA dizi<br />

analizi, dirence neden olan mutasyonların tespit<br />

edilmesinde “altın standart” yöntem olarak kullanılmaktadır.<br />

Ancak antimikrobiyal dirence<br />

neden olan mutasyonlar birden fazla gen bölgesinde<br />

bulunabilir. Bu durumda her bir direnç<br />

geni için ayrı DNA analizi gerektirmesi yöntemin<br />

önemli dezavantajıdır. Buna karşın, rifampin<br />

direncine neden olan rpoB gen bölgesi gibi,<br />

kısa bir bölgede sınırlı olan direnç genlerinin<br />

saptanmasında, DNA dizi analizi ideal bir tekniktir.<br />

M. tuberculosis suşlarındaki antimikrobiyal<br />

direnci saptamak için; katı faz hibridizasyon<br />

testleri, heterodupleks analizi, mutasyona özgü<br />

primerler ile amplifikasyon, “real-time” PCR<br />

gibi birçok moleküler test sıklıkla kullanılmaktadır.<br />

Son yıllarda geliştirilmiş olan DNA mikroçip<br />

teknolojisi, antimikrobiyal direnç genlerinin ve<br />

mutasyona bağlı direncin tespitinde umut verici<br />

bir yöntem olarak gösterilmektedir. Bu yöntem,<br />

PCR ile elde edilen floresanla işaretli amplikonların<br />

çok sayıda farklı oligonükleotid prob içeren<br />

katı yüzeylerde, kendisine uyan probla hibridize<br />

olması temeline dayanmaktadır. Yüzeye<br />

bağlı problarla hibridize olan işaretli amplikonların<br />

yaydığı floresan sinyaller, daha sonra optik<br />

tarayıcı ile saptanarak bilgisayar ortamında<br />

değerlendirilmektedir. Otomatize olma potansiyeli<br />

taşıyan bu teknoloji, aynı anda çok sayıda<br />

direnç mekanizmasının araştırılmasını imkanlı<br />

hale getirmiştir. Friedrich ve arkadaşlarının toplam<br />

157 prob kullandıkları çalışmada,<br />

Enterobacteriaceae ailesi üyeleri hem tür düzeyinde<br />

tanımlanmış hem de aminoglikozid, tetrasiklin<br />

ve beta-laktam gibi önemli antimikrobiyallere<br />

karşı direnç genleri aynı araştırılmıştır.<br />

Diğer bir çalışmada gram-negatif bakterilerde;<br />

TEM, SHV ve CTX-M gibi GSBL tipleri araştırılmıştır.<br />

Bu çalışmada, 156 aminoasit değişikliği-<br />

Barış Otlu<br />

ni tespit edebilecek 618 prob kullanılmış ve<br />

GSBL’ye neden olabilecek genler beş saatte tespit<br />

edilebilmiştir.<br />

Antimikrobiyal direncin saptanmasında moleküler<br />

yöntemlerin kullanılması, geliştirilen yeni<br />

yöntemlerle birlikte giderek artmaktadır.<br />

Özellikle bazı mikroorganizmalarda bu yöntemler<br />

öne çıkmaktadır. Ancak beklentinin aksine,<br />

bugün için rutin fenotipik yöntemlerin yerine<br />

geçebilecek ideal bir moleküler test yoktur. Her<br />

iki yöntemin birlikte kullanılması hem direncin<br />

doğru tespit edilmesini hem de direnç mekanizmalarının<br />

daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Abdelaal A, El-Ghaffar HA, Zaghloul MH, El Mashad N,<br />

Badran E, Fathy A. Genotypic detection of rifampicin and<br />

isoniazid resistant Mycobacterium tuberculosis strains by<br />

DNA sequencing: a randomized trial. Ann Clin Microbiol<br />

Antimicrob 2009;8:4.<br />

2. Arnold C. Rapid analysis of resistant mutant genotypes<br />

using pyrosequencing. Methods Mol Biol 2010;642:217-<br />

23.<br />

3. Bozdoğan B. Gram pozitif bakterilerde fenotipik ve genotipik<br />

direnç saptama yöntemleri. Bakterilerde antimikrobiyal<br />

direncin belirlenmesinde moleküler yöntemlerin kullanımı.<br />

Kurs kitabı. İzmir, 2008:38-40.<br />

4. Depardieu F, Perichon B, Courvalin P. Detection of the van<br />

alphabet and identification of enterococci and staphylococci<br />

at the species level by multiplex PCR. J Clin<br />

Microbiol 2004;42:5857-60.<br />

5. Durmaz R. Direnç gelişimini önlemede moleküler mikrobiyolojinin<br />

katkısı. ANKEM 2009;23(Ek 2):111-5.<br />

6. Fluit AC, Schmitz FJ. The use of molecular techniques to<br />

detect antimicrobial resistance in clinical bacterial isolates.<br />

Microbiologytoday 2001;28:14-5.<br />

7. Fluit AC, Visser MR, Schmitz FJ. Molecular detection of<br />

antimicrobial resistance. Clin Microbiol Rev 2001;14:836-<br />

7.<br />

8. Friedrich T, Rahmann S, Weigel W, Rabsch W, Fruth A,<br />

Ron E, et al. High-throughput microarray technology in<br />

diagnostics of enterobacteria based on genome-wide<br />

probe selection and regression analysis. BMC Genomics<br />

2010;11:591.<br />

9. Fukushima KY, Yanagihara K, Hirakata Y, Sugahara K,<br />

Morinaga Y, Kohno S, et al. Rapid identification of penicillin<br />

and macrolide resistance genes and simultaneous<br />

quantification of Streptococcus pneumoniae in purulent<br />

sputum samples by use of a novel real-time multiplex PCR<br />

assay. J Clin Microbiol 2008;46:2384-8.<br />

10. Garneau P, Labrecque O, Maynard C, Messier S, Masson<br />

L, Archambault M, et al. Use of a bacterial antimicrobial<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 11


Antimikrobiyal Direnç:<br />

Direnç Saptanmasında Kullanılan Moleküler Yöntemler<br />

12<br />

resistance gene microarray for the identification of resistant<br />

Staphylococcus aureus. Zoonoses Public Health<br />

2010;57 (Suppl 1):94-9.<br />

11. Garza-Ramos U, Morfin-Otero R, Sader HS, Jones RN,<br />

Hernández E, Rodriguez-Noriega E, et al. Metallo-betalactamase<br />

gene bla(IMP-15) in a class 1 integron, In95,<br />

from Pseudomonas aeruginosa clinical isolates from a<br />

hospital in Mexico. Antimicrob Agents Chemother<br />

2008;52:2943-6.<br />

12. Genetic methods for detection of antimicrobial resistance.<br />

APMIS 2004;112:815-37.<br />

13. Ho SL, Tan EL, Sam CK, Goh KL. Clarithromycin resistance<br />

and point mutations in the 23S rRNA gene in Helicobacter<br />

pylori isolates from Malaysia. J Dig Dis 2010;11:101-5.<br />

14. Ivanova D, Markovska R, Hadjieva N, Schneider I, Mitov I,<br />

Bauernfeind A. Extended-spectrum beta-lactamase-producing<br />

Serratia marcescens outbreak in a Bulgarian hospital.<br />

J Hosp Infect 2008;70:60-5.<br />

15. Japoni A, Gudarzi M, Farshad S, Basiri E, Ziyaeyan M,<br />

Alborzi A, et al. Assay for integrons and pattern of antibiotic<br />

resistance in clinical Escherichia coli strains by PCR-<br />

RFLP in Southern Iran. Jpn J Infect Dis 2008;61:85-8.<br />

16. Karahan ZC, Atalay F, Uzun M, Erturan Z, Atasever M,<br />

Akar N. Sequence analysis of rpoB mutations in rifampinresistant<br />

clinical Mycobacterium tuberculosis isolates<br />

from Turkey. Microb Drug Resist 2004;10:325-33.<br />

17. Kayacan ÇB. Gram negatif basillerde fenotipik ve genotipik<br />

direnç saptama yöntemleri. Bakterilerde antimikrobiyal<br />

direncin belirlenmesinde moleküler yöntemlerin kullanımı.<br />

Kurs kitabı. İzmir, 2008:41-4.<br />

18. Leinberger DM, Grimm V, Rubtsova M, Weile J, Schröppel<br />

K, Wichelhaus TA, et al. Integrated detection of extended-spectrum-beta-lactam<br />

resistance by DNA microarraybased<br />

genotyping of TEM, SHV, and CTX-M genes. J Clin<br />

Microbiol 2010;48:460-71.<br />

19. Mäkinen J, Marttila HJ, Marjamäki M, Viljanen MK, Soini<br />

H. Comparison of two commercially available DNA line<br />

probe assays for detection of multidrug-resistant<br />

Mycobacterium tuberculosis. J Clin Microbiol<br />

2006;44:350-2.<br />

20. Saniç A. Mycobacterium tuberculosis’de direnç ve patogenezin<br />

araştırılmasında moleküler yöntemlerin yeri.<br />

Durmaz R (editör). Uygulamalı Moleküler Mikrobiyoloji<br />

Kurs Kitabı. 2007:163-76, Malatya.<br />

21. Sundsfjord A, Simonsen GS, Haldorsen BC, Haaheim H,<br />

Hjelmevoll SO, Littauer P, Dahl KH.<br />

22. Woodford N, Sundsfjord A. Molecular detection of antibiotic<br />

resistance: when and where? J Antimicrob<br />

Chemother 2005;56:259-61.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Tüberküloz:<br />

Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />

Doç. Dr. Tuba Turunç<br />

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Adana<br />

13


Tüberküloz:<br />

Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />

Tüberküloz, dünyada halen oldukça yaygın<br />

bir enfeksiyon hastalığıdır. Tüberküloz<br />

basili ilk defa 1882 yılında Robert Koch tarafından<br />

izole edilmiştir.<br />

1945 yılında streptomisinin bulunmasıyla<br />

tüberkülozda kemoterapi dönemi başlamıştır.<br />

Ancak sonrasında streptomisinin tek başına<br />

kullanılmasıyla bu ilaca direnç geliştiği ve<br />

tüberkülozun monoterapi ile tedavi edilmeyeceği<br />

anlaşılmıştır. 1964 yılında ilk intermittan<br />

tedavi ile izoniazid ve streptomisin enjeksiyonu<br />

ayaktan başvuran hastalara uygulanmıştır.<br />

Böylece, günümüzde doğrudan gözetimli tedavi<br />

stratejisi (DGTS)’ne temel oluşturacak gözetim<br />

komponenti ilk kez uygulamaya girmiştir. 1967<br />

yılında rifampisinin keşfi ile tüberküloz tedavi<br />

süresinde kısalma ve tedavi başarısında artış<br />

sağlanmıştır.<br />

İzoniazid, pirazinamid ve rifampisinin birlikte<br />

kullanılmasıyla kısa süreli kemoterapi diye<br />

adlandırılan tedavi rejimleri oluşturulmuş ve<br />

tüberküloz tedavi süresi 18-24 aydan altı aya<br />

indirilerek, yeni bir dönem başlamıştır. 1991<br />

yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2000 yılı<br />

için hedefler belirlemiştir. Bu hedefler bulaştırıcı<br />

hastaların %85’inin kür edilmesi, %70’inin<br />

bulunmasıdır.<br />

DSÖ bu deneyimler sonucunda DGTS’yi önermiştir.<br />

2002 yılında ise etkin tüberküloz kontrolü<br />

için genişletilmiş DGTS çerçevesini yayınlamıştır.<br />

Ancak zaman içerisinde düzensiz ya da<br />

yetersiz ilaç kullanımı, kötü yönetilen tüberküloz<br />

kontrol programları ilaca dirençli tüberkülozun<br />

artışına yol açmıştır. Bu nedenle ilaç<br />

direnci, bir ülkedeki tüberküloz tedavi programının<br />

iyi bir göstergesi olarak kabul edilmiştir.<br />

Tüberküloz <strong>Tedavi</strong> İlkeleri<br />

Tüberküloz tedavisinin başlıca dört amacı vardır:<br />

1. Balgam kültürlerini en kısa sürede negatifleştirmek,<br />

2. İlaç direnç gelişimini önlemek,<br />

3. Relaps olmaksızın tam kür sağlamak,<br />

4. Toplumda enfeksiyonun yayılmasını önlemek.<br />

14<br />

Doğrudan Gözetimli <strong>Tedavi</strong> Stratejisi (DGTS)<br />

DGTS beş unsurdan oluşur:<br />

1. Tüberküloz kontrolünün sürekliliğini ve<br />

bütünlüğünü sağlamak için hükümetin kararlılık<br />

içinde olması,<br />

2. Sağlık kurumlarına başvuran semptomlu<br />

hastalarda balgam yayma mikroskopisi ile pasif<br />

olgu bulma,<br />

3. Gözetim altında kısa süreli kemoterapiyi;<br />

bütün yayma pozitif yeni olgulara en azından<br />

başlangıç fazında, rifampisin içeren tüm rejimlere<br />

ve yeniden tedavi rejimi verilen tüm hastalara<br />

uygulama,<br />

4. Gerekli bütün antitüberküloz ilaçların düzenli<br />

kesintisiz sağlanması,<br />

5. Her hasta için olgu özelliklerini, tedavi<br />

sonuçlarını ve tüberküloz kontrol programının<br />

performansını değerlendirebilecek bir standart<br />

kayıt ve bildirim sistemi.<br />

DGTS-Artı (DOTS-Plus)<br />

Çok ilaca dirençli tüberkülozun önemli boyutlarda<br />

olduğu bölgelerde ve ülkelerde önerilen<br />

stratejidir. DGTS’nin başarıyla uygulanmasına<br />

ek olarak ikinci grup tüberküloz ilaçlarının kullanılmasını<br />

içeren bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımla<br />

var olan çok ilaca dirençli tüberküloz olgularını<br />

tedavi ederken, yeni çok ilaca dirençli<br />

tüberküloz olgularının ortaya çıkmasının önlenmesi<br />

amaçlanır. DOTS-Plus 1999 yılında DSÖ<br />

tarafından, çok ilaca dirençli tüberkülozun global<br />

kontrolünü sağlayabilmek için oluşturulmuştur.<br />

TÜBERKÜLOZDA İLAÇ DİRENCİ<br />

İlaç Direnci ile İlgili Tanımlar<br />

İlaca dirençli olgu: En az bir tüberküloz ilacına<br />

karşı dirençli olgudur.<br />

Yeni olgularda ilaç direnci (önceki adlandırması:<br />

Primer ilaç direnci): Daha önce tüberküloz<br />

ilacı kullanmamış ya da bir aydan daha kısa<br />

süre kullanmış hastada görülen ilaç direncidir.<br />

<strong>Tedavi</strong> almış olgularda ilaç direnci (önceki<br />

adlandırması: Sekonder ilaç direnci): Hastanın<br />

daha önce bir aydan uzun süre kullanmış olduğu<br />

ilaca karşı saptanan dirençtir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Çok ilaca direnç: İzoniazid ve rifampisine<br />

direnç olmasıdır.<br />

Tüberkülozda İlaç Direnci Gelişimi<br />

Çok ilaca dirençli tüberküloz insan ürünü bir<br />

fenomendir. Tüberküloz basilinin spontan<br />

mutasyonlara uğrayarak dirençli basillerin oluşmasına<br />

yol açtığı in vitro olarak gösterilmiştir.<br />

Başlangıçta ilaca duyarlı basillerin yetersiz,<br />

düzensiz ya da uygun olmayan tedavi sonucu<br />

zamanla ilaca dirençli hale gelmesi, tedavi almış<br />

olgularda ilaç direncinin temelini oluşturur.<br />

İlaca dirençli suşların, daha önce tüberküloz<br />

tedavisi görmemiş hastalara bulaşmasıyla da<br />

yeni olgularda ilaç direnci sorunu karşımıza<br />

çıkar.<br />

İLAÇ DİRENCİ SEBEPLERİ<br />

Önceki Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si ile İlişkili<br />

Faktörler<br />

Daha önce tüberküloz tedavisi verilen hastalarda,<br />

hiç tedavi görmemiş hastalara göre herhangi<br />

bir tüberküloz ilacına karşı direnç riski dört kat<br />

yüksek iken, çok ilaca dirençli tüberküloz riski<br />

10 kat fazladır.<br />

Yetersiz, uygunsuz tedavi: Çok ilaca dirençli<br />

tüberkülozu düşündüren en önemli prediktör<br />

hastanın tüberküloz öyküsüdür. Tüberküloz<br />

tedavisi sırasında, tek tüberküloz ilacıyla tüberkülozu<br />

tedavi etmeye çalışma, başarısız rejime<br />

ilaç ekleme, tedaviye başlarken hastanın durumunu<br />

bilmeme, yetersiz bir tüberküloz rejimi<br />

oluşturma, koruyucu izoniazid tedavisinin<br />

uygunsuz kullanımı ve tüberküloz ilaçlarının<br />

biyoyararlanımındaki farklılıklar; hastada çok<br />

ilaca dirençli tüberküloz gelişimine neden olabilen<br />

faktörlerdir.<br />

<strong>Tedavi</strong>ye uyumsuzluk: Verilen tedaviye uymama,<br />

klinisyenin her zaman tahmin etmesinin<br />

mümkün olmadığı bir durumdur. Batıda yaş,<br />

cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu ve sosyoekonomik<br />

düzey gibi demografik özelliklerin<br />

tedavi uyumuyla ilgili olmadığı saptanmıştır.<br />

Diğer taraftan psikiyatrik hastalık, alkolizm, ilaç<br />

bağımlılığı ve evsizlik gibi faktörlerin de tedaviye<br />

uyumsuzluğa yol açabileceği görülmüştür.<br />

Özellikle bu hastalarda doğrudan gözetimli<br />

tedavinin tüberküloz kontrolünde etkili olabileceği<br />

açıktır.<br />

Tuba Turunç<br />

Lojistik durum: Birçok ülkede güvenilir laboratuvarların<br />

eksikliği doğru ilaç duyarlılık testlerinin<br />

yapılmasına engeldir. Bu durumda tedavi<br />

kararları önceki tedavi öyküsüne ve algoritmalara<br />

dayanılarak verilir. Ancak tedavisi başarısız<br />

olan hastalarda programatik yaklaşımın eksikliği<br />

göze çarpmaktadır. DOTS, tüberküloz kontrolünün<br />

temel yolu olsa da, ilaca dirençli olgulara<br />

daha erken yakalama ve uygun tedaviyi<br />

verme konusunda modifikasyonlar yapılmalıdır.<br />

Organizmanın virülansı: Tüberküloz basili<br />

çok ilaca dirençli hale gelirken, hayatta kalma<br />

kapasitesi ve virülansı daha düşük olan forma<br />

dönüşür. Bu genotip ilk olarak 1995 yılında<br />

W-Beijing olarak tanımlanmıştır. W-Beijing<br />

genotipi Asya’nın bazı bölgelerinde ve Doğu<br />

Avrupa’da örneğin; Estonya, Azerbaycan ve<br />

Rusya’da oldukça yaygındır. W-Beijing ailesine<br />

ait suşlar IS6110 RFLP (restriction fragment<br />

length polymorphism) profili ile büyük benzerlik<br />

gösterir. W-Beijing genotipi hızlı yayılması,<br />

farklı coğrafyalarda büyük salgınlar oluşturması<br />

ve çok ilaca dirençli tüberküloz ile yakından<br />

ilişkili olması yönüyle önemlidir. Beijing suşunun<br />

Hindistan’da görülmesi ve dünyadaki<br />

tüberküloz hastalarının %20’sinin orada bulunması<br />

düşünülecek olursa, ortaya çıkacak sonuçlar<br />

düşündürücüdür (ancak bu konuda kesin<br />

yorumlar yapabilmek için daha büyük çalışmalara<br />

ihtiyaç vardır).<br />

Host genetik faktörleri: Host genetik predispozisyonun<br />

çok ilaca dirençli tüberküloz gelişiminde<br />

rol oynadığına dair birtakım kanıtlar<br />

vardır. HLA-DRB1*1, DRB1*14 ve HLA-<br />

DRB1*0803 haplotiplerinin çok ilaca dirençlitüberküloz<br />

ile ilişkili olduğu öne sürülür. Bu<br />

konuda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Epidemiyoloji<br />

DSÖ 2010 yılı raporuna göre toplam 440.000<br />

çok ilaca dirençli tüberküloz olgusu saptanmış<br />

ve bunlardan 150.000’inin ölümle sonuçlandığı<br />

belirlenmiştir. Yine aynı raporda en yüksek çok<br />

ilaca dirençli tüberküloz olgusunun kuzey batı<br />

Rusya’da olduğu belirtilmiş ve bu bölgede her<br />

dört yeni tüberküloz olgusundan birinde çok<br />

ilaca direnç tespit edilmiştir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 15


Tüberküloz:<br />

Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />

Türkiye’de Verem Savaşı Dispanserlerine<br />

2008 Yılında Kayıt Edilen Hasta Sayıları<br />

Toplam hasta: 18.452<br />

• Olgu hızı: 25.8/100.000 nüfus<br />

• 2007 yılına göre olgu hızında değişme:<br />

-%7.5<br />

Yeni olgular: 16.760 (%91)<br />

<strong>Tedavi</strong> görmüşler: 1692 (%9)<br />

Erkek hastalar: 11.476 (%62)<br />

Kadın hastalar: 6976 (%38)<br />

Türkiye’de Verem Savaşı Dispanserlerine<br />

2008 Yılında Kayıt Edilen Hastalarda<br />

Bakteriyoloji<br />

TOPLAM AKCİĞER TÜBERKÜLOZU: 12.813<br />

• Mikroskopi yapılan: 11.418 (%89.1)<br />

• Mikroskopi pozitif: 8073 (%63.0)<br />

• Kültür yapılan: 8050 (%62.8)<br />

• Kültür pozitif: 6545 (%51.1)<br />

• İlaç duyarlılık testi yapılan: 4963<br />

• Çok ilaca dirençli tüberküloz: 263 (%5.3)<br />

Türkiye 2006 Yılı Çok İlaca Dirençli<br />

Tüberküloz Hastalarının 24. Ay <strong>Tedavi</strong><br />

Sonuçları<br />

<strong>Tedavi</strong> sonucu Sayı %<br />

<strong>Tedavi</strong> başarısı 177 71.1<br />

<strong>Tedavi</strong>yi terk 20 8.1<br />

<strong>Tedavi</strong> başarısızlığı 2 0.8<br />

Nakil giden 3 1.2<br />

Ölüm 23 9.2<br />

Halen tedavide 24 9.6<br />

TOPLAM 249 100<br />

Avrupa’da Tüberküloz Sürveyansı 2008<br />

Raporunda, 2006 yılında Türkiye’nin de yer<br />

aldığı 53 ülkeden oluşan DSÖ Avrupa Bölgesinde<br />

çok ilaca dirençli tüberküloz hastalarında ortalama<br />

tedavi başarısı %54.5 olarak saptanmıştır.<br />

ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />

TANISI<br />

Çok ilaca dirençli tüberküloz tanısında başlıca<br />

İki yaklaşım; daha önce tüberküloz tedavisi<br />

16<br />

alan hastalarda tüberküloz tedavi öyküsünü<br />

almak ve ilaç direnç testini yapmaktır. Yeniden<br />

tedavi rejimi alan, tedavi terki, tedavi başarısızlığı<br />

öyküsü olan hastalarda, daha öncesinde<br />

çeşitli tüberküloz tedavileri alan kronik olgularda<br />

bir ya da birden fazla tüberküloz ilacına<br />

direnç olası bir durumdur. Bu hastalarda direnç<br />

paternini belirlemek için önceki tüberküloz<br />

tedavilerinin ayrıntılı anamnezini almak ve ilaç<br />

duyarlılık testlerini yapmak üzere iki temel yola<br />

başvurulur.<br />

İlaç duyarlılık testi aşağıdaki hastalara yapılmalıdır:<br />

• Kronik tüberküloz olguları: Retreatment rejiminin<br />

sonunda halen balgamda basil pozitif<br />

bulunan hastalardır. Bu hastalar en fazla çok<br />

ilaca dirençli tüberküloz saptanan hasta grubu<br />

oluşturur.<br />

• Bilinen çok ilaca dirençli tüberküloz hastasıyla<br />

yakın maruziyeti olan olgular: Çalışmalarda<br />

görülmüştür ki çok ilaca dirençli tüberküloz<br />

hastalarıyla yakın temas bulunanlarda çok ilaca<br />

dirençli tüberküloz riski oldukça fazladır. O<br />

yüzden bu hastalarda ilaç duyarlılık testi yapılması<br />

önerilir.<br />

• Kategori 1 olgularda tedavi başarısızlığı olanlar:<br />

Tüberküloz tedavisinin beşinci ayında ve<br />

sonrasında basil pozitif bulunan hastalara da<br />

ilaç direnç testi yapılmalıdır. Bu hastalarda çok<br />

ilaca dirençli tüberküloz görülmesi idame fazında<br />

rifampisinin kullanılıp kullanılmadığı, tedavinin<br />

doğrudan gözetim altında verilip verilmediği<br />

gibi pek çok faktöre bağlıdır.<br />

Yapılan ilaç duyarlılık testlerinin her zaman<br />

doğru sonuç vermemesi ve güvenilir olmaması<br />

önemli bir sorundur. Bu yüzden ilaç duyarlılık<br />

testleri nasyonel veya supranasyonel referans<br />

laboratuvarlarında ya da bu laboratuvarlar tarafından<br />

denetlenen merkez laboratuvarlarında<br />

yapılmalıdır.<br />

İkinci sıra tüberküloz ilaçlarına karşı ilaç duyarlılık<br />

testleri, zorluğu, maliyeti ve güvenilirlik<br />

sorunu olması nedeniyle sistematik olarak<br />

yapılmamalıdır. Ancak ikinci sıra ilaçlarda kinolon<br />

ve ofloksasine karşı direnç testi yapılması,<br />

yardımcı ve güvenilir olabilir.<br />

Sonuç olarak; laboratuvardan alınan ilaç duyarlılık<br />

raporunda en az izoniazid ve rifampisin<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


direncinin gösterilmesi ve doğrudan gözetim<br />

altında yeniden tedavi rejimi (iki ay HRZES +<br />

bir ay HRZE + beş ay HRE) verilen hastada tedavi<br />

sonunda halen basil pozitifliğinin bulunması<br />

durumunda yüksek çok ilaca dirençli tüberküloz<br />

şüphesi doğar. Başarısızlık kararı bakteriyolojik<br />

olmalıdır. Bu durumda hasta bu konuda<br />

özelleşmiş merkeze yönlendirilmelidir.<br />

ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />

TEDAVİSİ<br />

Retreatment rejimi ile başarısız olunan ve en az<br />

izoniazid + rifampisin direnci gösterilen hastalarda,<br />

bundan sonraki en önemli aşama hastanın<br />

nasıl tedavi edileceğidir. Çok ilaca dirençli<br />

tüberküloz hastaları bu konuda özelleşmiş merkezlerde,<br />

uzman hekimlerce tedavi edilmelidir.<br />

Çünkü çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde<br />

ikinci sıra tüberküloz ilaçlar kullanılması gerekmektedir<br />

ve bu ilaçlar birinci sıra ilaçlara göre<br />

daha az etkili, daha çok yan etkiye sahip ve daha<br />

pahalı ilaçlardır.<br />

Çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde, hastanın<br />

daha önce hiç kullanmamış olduğu en az<br />

üç yeni ilaç (ikinci sıra tüberküloz ilacı) yer<br />

almalı ve tedavi süresi en az 18-24 ay olmalıdır.<br />

Çok ilaca dirençli tüberküloz rejiminin streptomisin<br />

dışında bir enjektabl ilaç, bir florokinolon<br />

ve grup dörtten etionamid ve sikloserin gibi iki<br />

ilaç, tercihan beş ilaçtan oluşturulması önerilir.<br />

<strong>Tedavi</strong>de, duyarlı olduğu gösterilen birinci sıra<br />

ilaçlar mümkün olduğunca kullanılmalıdır<br />

çünkü bu ilaçlar daha etkili, daha kolay tolere<br />

edilebilen ve daha rahat bulunabilen ilaçlardır.<br />

Pirazinamid daha önce kullanılmış olmasına<br />

rağmen, direnç gelişme olasılığı düşük olduğundan<br />

kombinasyonda yer alabilir. İkinci sıra ilaçları<br />

içeren rejimin uygulanmasında iki farklı<br />

yaklaşım vardır: Standart ve individualize uygulama.<br />

Standart rejimde, ikinci sıra ilaçlara karşı ilaç<br />

duyarlılık testi yapılmadan, aynı ilaçlardan oluşan<br />

standart bir tedavi verilir. Bu kombinasyonda<br />

en iyi bilinen, daha az toksik olan, bulunması<br />

daha kolay olan ilaçlar yer alır. Bu ilaçlar<br />

çoğunlukla kanamisin, ofloksasin, etionamid ve<br />

sikloserindir. Pek çok düşük gelirli ülkede ikinci<br />

sıra ilaçlar nadiren kullanılır, bu ilaçlara<br />

direncin pek olmayacağı düşünülür ve bu ilaçla-<br />

Tuba Turunç<br />

ra direnç testi yapılmadan, standart rejimde<br />

verilir.<br />

İndividualize tedavi rejimi ise ilaç duyarlılık test<br />

sonucundaki direnç paternine göre oluşturulur.<br />

Çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde, etkili<br />

beş-altı ilaç kullanma, tedavi başarısını artırır,<br />

ancak yan etkilerin ve tedavi terki olasılığının<br />

artması nedeniyle yakın izlem gerektirir.<br />

ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ<br />

TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR<br />

Geleneksel olarak antitüberküloz ilaçları birinci<br />

sıra ve ikinci sıra tüberküloz ilaçları olarak<br />

ayrılsa da günümüzde bu ilaçlar beş gruba ayrılır:<br />

Grup 1: Birinci Sıra Antitüberküloz İlaçlar<br />

İzoniazid (H)<br />

Rifampisin (R)<br />

Etambutol (E)<br />

Pirazinamid (Z)<br />

Grup 2: Enjektabl Antitüberküloz İlaçlar<br />

Streptomisin (S)<br />

Kanamisin (Km)<br />

Amikasin (Am)<br />

Kapreomisin (Cm)<br />

Viomisin (Vi)<br />

Grup 3: Florokinolonlar<br />

Siprofloksasin (Cfx)<br />

Ofloksasin (Ofx)<br />

Levofloksasin (Lfx)<br />

Moksifloksasin (Mfx)<br />

Gatifloksasin (Gfx)<br />

Grup 4: Oral Bakteriyostatik İkinci Sıra<br />

Antitüberküloz İlaçlar<br />

Etionamid (Eto)<br />

Protionamid (Pto)<br />

Sikloserin (Cs)<br />

Terizidon (Trd)<br />

p-aminosalisilik asit (PAS)<br />

Tiasetazon (Th)<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 17


Tüberküloz:<br />

Dirençli Tüberküloz <strong>Tedavi</strong>si<br />

Grup 5: Etkinliği Netlik Kazanmamış (DSÖ<br />

Tarafından Çok İlaca Dirençli Tüberküloz<br />

Hastalarında Rutin Kullanımı Önerilmeyen)<br />

Antitüberküloz İlaçlar<br />

Klofazamin (Cfz)<br />

Amoksisilin-klavulanik asit (Amx/Clv)<br />

Klaritromisin (Clr)<br />

Linezolid (Lzd)<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Global Plan to Stop Tüberküloz 2006-2015, Actions for<br />

Life, StopTüberküloz Partnership, WHO, 2006.<br />

2. Global Tuberculosis Control 2009: epidemiology, strategy,<br />

financing, World Health Organization (WHO/HTM/<br />

Tüberküloz/2009.411).<br />

18<br />

3. Global Tuberculosis Control: a short update to the 2009<br />

report, World Health Organization (WHO/HTM/<br />

Tüberküloz/ 2009.426).<br />

4. Karagöz T. Akciğer Tüberkülozunda Kısa Süreli <strong>Tedavi</strong>ler.<br />

İstanbul: Koçak Yayınları, 1998.<br />

5. Multidrug and extensively drug-resistant Tüberküloz (M/<br />

XDR-Tüberküloz): 2010 global report on surveillance and<br />

response.WHO/HTM/Tüberküloz/2010.3<br />

6. Özkara Ş. Tüberkülozda İlaç Direnci Gelişiminin Nedenleri.<br />

Toraks Derneği 2. Yıllık Kongresi Tüberküloz Kurs Notları.<br />

Antalya, 1998:69-72.<br />

7. Tahaoğlu K. Tüberküloz. Türk Toraks Derneği 6. Kış Okulu,<br />

2007:48-57.<br />

8. T.C. Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı.<br />

Türkiye de Tüberküloz Kontrolü İçin Başvuru Kitabı.<br />

Ankara, 2003.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Tüberküloz:<br />

Yan Etki Yönetimi<br />

Doç. Dr. İlknur Erdem<br />

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Tekirdağ<br />

19


Tüberküloz:<br />

Yan Etki Yönetimi<br />

Tüberküloz tedavisinde amaç tüberküloz<br />

hastasını tedavi etmek ve sağlıklı bireylere<br />

tüberküloz basilinin bulaşma olasılığını en aza<br />

indirmektir. Başarılı bir tüberküloz tedavisinde,<br />

hastalığın tanısı ve uygun bir tedavi rejiminin<br />

başlanması yeterli değildir. Hastanın tüm tedavi<br />

süresince yakından izlenmesi ve ilaçlarını<br />

düzenli alması sağlanmalıdır. Tüberküloz tedavisindeki<br />

ilaç rejimleri son derece etkili olmasına<br />

rağmen, antitüberküloz ilaçlar arasında ya<br />

da antitüberküloz ilaçlar ile diğer ilaçlar arasında<br />

etkileşimler, değişen derecede ciddiyeti olan<br />

yan etkiler gibi istenmeyen etkiler olabilir.<br />

İlaç etkileşimleri, bir veya daha fazla ilaç bir<br />

arada kullanıldığında, bir ilacın diğerinin etkisini<br />

tedavide planlananın dışında artırması veya<br />

azaltmasıdır. Etkileşim sonu tedavide yetersizlik,<br />

farmakolojik etkide artış, toksik etki hatta<br />

ölüm görülebilir. İlaç yan etkileri tedavi yetersizliği<br />

ve/veya tedavi uyumsuzluğuna yol açarak<br />

tedavide başarısızlığı oluşturabilir.<br />

Antitüberküloz ilaçların yan etkileri hastanın<br />

yaşı, beslenme durumu, altta yatan hastalığın<br />

varlığı ya da alkolizm, karaciğer fonksiyon<br />

bozukluğu, böbrek fonksiyon bozukluğu, insan<br />

immünyetmezlik virüsü (HIV) koenfeksiyonu<br />

gibi çeşitli faktörlerle ilişkilidir, bu reaksiyonların<br />

temel belirleyicisi ilacın verilme zamanı ve<br />

dozdur.<br />

Antitüberküloz tedavide kullanılan standart<br />

rejimde (2RHZ/4RH) hafif ya da orta yan etki<br />

sıklığı %5-20 arasındadır. Bu, standart rejimlerde<br />

değişiklik yapmayı gerektirmez. Majör ya da<br />

ciddi reaksiyonlar daha az olup, yaklaşık %2<br />

civarındadır. Antitüberküloz ilaçlar ile minör<br />

yan etkiler bulantı, kusma, epigastrik ağrı,<br />

karın ağrısı, artralji, artrit, periferik nöropati,<br />

kaşıntı, baş ağrısı, anksiyete, öfori ve libido<br />

azalması gibi yan etkilerdir. Majör yan etkiler<br />

ise döküntü, vertigo, psikoz ve hepatotoksisite<br />

(karaciğer fonksiyon testlerinde değişiklik,<br />

hepatit)’dir.<br />

Tüberküloz hastasında tedaviye başlamadan<br />

önce tam kan sayımı ve trombosit sayımı, karaciğer<br />

enzimleri, bilirubin ve serum kreatinin<br />

düzeyleri mutlaka incelenmelidir. Pirazinamid<br />

kullanan hastalarda ürik asit incelemesi, etambutol<br />

kullananlarda görme keskinliği ve renk<br />

körlüğü muayenesi yapılmalı, hasta görme alanı<br />

muayenesi için aylık izlenmelidir. Elli yaş üstü<br />

20<br />

hastalarda streptomisin daha düşük dozlarda<br />

verilmeli, tedaviye başlamadan önce işitme ve<br />

denge fonksiyonları araştırılmalıdır. Yaşlılar,<br />

alkolikler ve daha önce karaciğer hastalığı olanlar<br />

hepatit gelişimi açısından özellikle ilk üç ay<br />

yakından izlenmelidir. Hepatotoksisite riski<br />

yüksek olan hastalarda karaciğer enzim düzeyleri<br />

aylık ya da ayda iki kez izlenmelidir.<br />

ANTİTÜBERKÜLOZ İLAÇLAR, YAN ETKİ ve<br />

ETKİLEŞİMLERİ<br />

İzoniazid (INH)<br />

İzonikotinik asidin hidrazididir. 1952 yılından<br />

beri kullanılmakta olan en önemli tüberküloz<br />

ilaçlarındandır. Çoğalan basiller üzerine bakterisidal,<br />

dormant basiller üzerine bakteriyostatik<br />

etkilidir. Plazma ve serebrospinal sıvı konsantrasyonları<br />

yakındır. Karaciğer ve böbrek bozukluğu<br />

olanlarda, yavaş asetilleyicilerde ve HIV<br />

enfeksiyonu olanlarda dikkatli kullanılmalıdır.<br />

Gebelik kategorisi C’dir.<br />

Minör yan etkiler:<br />

Bulantı, kusma, epigastrik ağrı: Sık olmamakla<br />

beraber daha çok INH kemoprofilaksisinde rastanılmaktadır,<br />

ranitidin ya da omeprazol kullanımı<br />

gibi semptomatik yaklaşımlarla hasta<br />

rahatlatılabilir.<br />

Karaciğer enzim düzeylerinde artış: INH alan<br />

hastaların yaklaşık %10-20’sinde karaciğer<br />

enzimlerinde üç kata kadar varan artış görülebilir.<br />

Hastalar asemptomatiktir, tedavinin devamı<br />

sırasında enzim değerleri düzelir.<br />

Artralji: Nadir bir komplikasyondur. Nonsteroid<br />

antienflamatuvar ilaçlara iyi yanıt verir.<br />

Diğer: Davranış değişiklikleri (baş ağrısı, insomnia,<br />

öfori, ajitasyon, anksiyete, somnolens),<br />

akne, kütanöz kaşıntı ve ateş diğer minör yan<br />

etkilerdir.<br />

Majör yan etkiler:<br />

Psikoz, konvülziyon, konfüzyon ve koma: INH<br />

alan hastalarda nörolojik ve psikiyatrik yan etkiler<br />

daha azdır, daha ciddidir ve tanı koymak da<br />

genellikle zordur.<br />

Hematolojik değişiklikler ve vaskülit: INH verilmesinin<br />

nadir bir komplikasyonudur, hipersensitivite<br />

ile ilişkilidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Periferik nöropati: INH ile tedavi edilenlerin<br />

yaklaşık %20’sinde oluşur. Doz ile ilişkili bir yan<br />

etkidir. 300 mg/gün üzeri uygulanan dozlarda<br />

daha sık görülür. İleri yaş, diabetes mellitus,<br />

alkolizm, beslenme bozukluğu, düşük asetilleyici<br />

fenotip, HIV enfeksiyonu, böbrek yetmezliği,<br />

gebelik ve emzirme durumlarında risk artar.<br />

Bu durumdaki hastalara profilaktik olarak 25-50<br />

mg/gün dozunda piridoksin verilmelidir.<br />

Klinik hepatit: INH’ye bağlı %0.6 olarak bildirilen<br />

hepatit insidansı rifampin ile kombinasyonda<br />

daha da artmaktadır (%2.7). Hepatit gelişme<br />

riski yaşla artmakta, 50-65 yaş grubunda bu<br />

oran %2’lere varmaktadır. Önceden karaciğer<br />

hastalığı olanlar, alkol kullananlar ve postpartum<br />

dönemdeki kadınlarda bu risk daha da artmaktadır.<br />

Fatal hepatit oldukça nadirdir<br />

(%0.023’ten daha az). INH hepatitinde tedavi<br />

kesilmelidir, çoklu ilaç kullanılan rejimlerde ise<br />

neden olan ilaç tanımlanmalıdır.<br />

Lupus benzeri sendrom: INH kullanım sürecinde<br />

antinükleer antikorlar gelişebilir. Sistemik<br />

lupus eritematozisli hastalarda klinik tablo daha<br />

kötü olabilir.<br />

Etkileşimler:<br />

Yiyecek: INH aç karnına alınmalıdır, absorbe<br />

olması için asit ortam gerekir. Özellikle karbonhidratlar<br />

emilimini azaltabilir. Aşırı glukoz ya da<br />

laktoz içeren sıvılarla da alınmamalıdır. Tiramin,<br />

histaminden zengin besinler ve özellikle kırmızı<br />

şarap olmak üzere alkol ile alınması durumunda<br />

çarpıntı, terleme, flushing, baş ağrısı, ishal, eritem<br />

ve kaşıntı gibi belirtiler görülebilir.<br />

İlaç: INH bazı ilaçların plazma konsantrasyonlarını<br />

toksik düzeylere varacak kadar artırabilir.<br />

Fenitoin ve karbamazepin gibi antikonvülzanlar,<br />

benzodiazepinler, teofilin, valproik asit,<br />

disülfiram, asetaminofen ve oral antikoagülanların<br />

INH ile kullanımında plazma konsantrasyonları<br />

artabilir.<br />

Rifampin (RIF)<br />

1967 yılından beri kullanılmakta olan tüberküloz<br />

tedavisindeki en önemli ilaçtır. DNA’ya<br />

bağımlı RNA polimerazı inhibe ederek etki gösterir.<br />

Bakterisidaldir, hem hızlı çoğalan hem de<br />

dormant basillere etkilidir. İlacın yaklaşık %85’i<br />

karaciğerde metabolize olur. %60-65’i safra yolu<br />

İlknur Erdem<br />

ile atılır. Karaciğer yetmezlikli hastalarda kullanımında<br />

RIF klerensi bozulabilir. Ancak RIF<br />

tüberküloz tedavi rejiminde önemli bir ilaçtır.<br />

Bu nedenle hasta çok yakından izlenmelidir.<br />

Gebelik kategorisi C’dir. Gebelikte kullanılmış<br />

ve teratojenik etki bildirilmemiştir. Emziren<br />

anneler sarılık açısından izlenmelidir.<br />

Minör yan etkiler:<br />

Gastrointestinal reaksiyonlar: RIF ile tedavi<br />

olan hastalarda bulantı, kusma ve karın ağrısı<br />

oluşabilir. Ancak bu belirtiler nadir görülür ve<br />

genellikle ilacın kesilmesini gerektirecek kadar<br />

ciddi boyutlara varmaz. INH kullanımında<br />

olduğu gibi ranitidin ve omeprazol kullanılabilir.<br />

İdrar, ter ve gözyaşında portakal rengi oluşması:<br />

Hastalar vücut sıvılarında renk değişimine karşı<br />

uyarılmalıdır.<br />

Deri reaksiyonları: RIF alan hastaların yaklaşık<br />

olarak %6’sında eritemli ya da eritemsiz kaşıntı<br />

olabilir. Bu reaksiyon genellikle hafiftir. Topikal<br />

ya da sistemik antihistaminik verilmesi genellikle<br />

yeterli olur, bazı olgularda steroid verilmesini<br />

gerektirebilir.<br />

Flu like sendrom: Nadirdir ve intermittant<br />

rejimlerde görülür.<br />

Diğer: Halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, dispne<br />

ve ataksi RIF kullananlarda görülen diğer yan<br />

etkilerdir.<br />

Majör yan etkiler:<br />

Ekzantem: <strong>Tedavi</strong> kesilmeli ve neden olan ilaç<br />

tanımlanıncaya kadar, ilaç basamak basamak<br />

artırılarak verilmelidir.<br />

Hepatotoksisite: RIF ile tedavi edilen hastaların<br />

yaklaşık %5’inde serum bilirubin düzeyleri ve<br />

karaciğer enzimlerinde geçici ya da asemptomatik<br />

artışlar olabilir. Bu düzeyler genellikle ilaç<br />

tedavisini kesmeyi gerektirmez ve normale<br />

döner. Ancak INH ve RIF kombinasyonu alan<br />

hastaların %2.7’sinde ve RIF ile diğer antitüberküloz<br />

ilaç alanların %1.1’inde kolestatik hepatit<br />

oluşabilir.<br />

İmmünolojik reaksiyonlar: Trombositopeni,<br />

lökopeni, eozinofili, hemolitik anemi, agranülositoz,<br />

vaskülit ve akut interstisyel nefrit oluşabilir.<br />

Bu reaksiyonlar nadirdir ve hastaların<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 21


Tüberküloz:<br />

Yan Etki Yönetimi<br />

%0.1’inden azında görülür. Ancak bu reaksiyonlar<br />

ciddidir ve rejimde değişiklik yapmayı gerektirir.<br />

Etkileşimler:<br />

Yiyecek: Aç karnına alınmalıdır. Besinler absorpsiyonunu<br />

azaltabilir.<br />

İlaç: Antiasitler emilimini geciktirebilir. RIF<br />

CYP450 indükleyici olduğu için oral hipoglisemik<br />

ajanlar, proteaz inhibitörleri, nonnükleozid<br />

revers transkriptaz inhibitörleri, oral antikoagülanlar,<br />

antidepresanlar, benzodiazepinler, betaadrenerjik<br />

blokerler, steroidler, oral kontraseptifler,<br />

siklosporin, digoksin, fenitoin, nifedipin,<br />

simvastatin, kinin, flukonazol, itrakonazol ve<br />

makrolidler gibi ilaçlar ile etkileşime girer ve bu<br />

ilaçların plazma konsantrasyonlarında azalma<br />

olur. RIF kullanan hastalarda ilaçlar en az 12<br />

saat arayla verilmelidir.<br />

Pirazinamid (PRZ)<br />

Nikotinik asit derivesidir, moleküler yapısı INH’<br />

ye benzer. Hem dormant hem de çoğalan mikobakteriler<br />

üzerine etkilidir. Karaciğerde metabolize<br />

olur ve %70’i idrar ile atılır. Böbrek yetmezliği<br />

olan hastalarda kreatinin klerensine göre<br />

dozu ayarlanmalıdır. İlaç kan-beyin bariyerini<br />

geçer ve plazma ve serebrospinal sıvı konsantrasyonu<br />

benzerdir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />

Minör yan etkiler:<br />

Gastrointestinal reaksiyonlar: Bulantı, kusma<br />

ve iştahsızlık gibi gastrointestinal semptomlar<br />

PRZ tedavisi alanlarda sıktır.<br />

Hiperürisemi ve artralji: Hiperüriseminin<br />

mekanizması ürik asidin renal tübüler sekresyonunu<br />

inhibe etmesiyle ilişkilidir. Genellikle<br />

hasta asemptomatiktir. Artralji nonsteroid antienflamatuvar<br />

ilaçlara iyi yanıt verir.<br />

Ekzantem ve kaşıntı: Antihistaminik verilmesini<br />

gerektirebilir.<br />

Dermatit: PRZ tedavisi fotosensitivite dermatitine<br />

neden olabilir.<br />

Majör yan etkiler:<br />

Ciddi ekzantem ve kaşıntı: Ciddi ekzantem ve<br />

kaşıntı oluşursa PRZ kesilmelidir.<br />

Miyoglobulinüri ile birlikte rabdomiyoliz ve<br />

renal yetmezlik: PRZ’nin nadir bir komplikas-<br />

22<br />

yonudur ve bu durumda PRZ kesilmelidir.<br />

Gutlu hastalarda akut artrit: PRZ tedavisinde<br />

gutlu hastalar hariç artrit nadirdir. Allopürinol<br />

kullanımı ve diyet değişiklikleri gerektirebilir.<br />

Hepatotoksisite: PRZ en hepatotoksik ilaç olduğundan,<br />

dozu hastanın kilosuna göre ayarlanmalıdır.<br />

Maksimum günlük dozu 35 mg/kg’dır.<br />

PRZ’nin indüklediği hepatitlerde PRZ tedavisine<br />

geçici ara vermeli ve sonra tekrar devam<br />

etmelidir. Karaciğer yetmezliği olan hastalar çok<br />

yakın takibe alınmalıdır.<br />

Etkileşimler:<br />

Yiyecek: Besinler ile etkisi çok azdır.<br />

İlaç: Antiasit emilimine etki etmez. Zidovudin<br />

ile kombinasyonunda PRZ’nin etkisi azalabilir.<br />

PRZ siklosporin konsantrasyonunu azaltabilir.<br />

Etambutol (ETB)<br />

Bakteriyostatik bir ilaçtır, etki mekanizması tam<br />

olarak bilinmemektedir. Olasılıkla D-arabinozun<br />

arabinogalaktona dönüşümünü engellemektedir.<br />

Asıl hızlı gelişen basillere etkilidir.<br />

Karaciğerde metabolize olur, %50-80’i idrarla,<br />

%20’si dışkıyla atılır. Karaciğer yetmezliğinde<br />

doz ayarlaması gerekmez. Hemodiyalize giren<br />

ya da kreatinin klerensi 30 mL/dakika az olan<br />

hastalarda haftada üç kez 15-20 mg/kg verilmelidir.<br />

Gebelik kategorisi B’dir.<br />

Yan etkiler: ETB genellikle iyi tolere edilir.<br />

Çoğu yan etkisi doz ilişkilidir, 15 mg/kg’ın üzeri<br />

dozlarda görülür.<br />

Retrobulber nörit: Genellikle reversibldır. Doz<br />

ve verilme zamanı ile ilişkilidir. Bulanık görme,<br />

görme keskinliğinde azalma, yeşil renk görme<br />

kaybı (bazı durumlarda kırmızı) olur. Retrobulber<br />

nörit riski 15 mg/kg/gün alanlarda %1’den azdır.<br />

Ancak iki aydan fazla 35 mg/kg/ gün doz alan<br />

hastalarda bu risk %15-18’dir. Bu durumda ilaç<br />

hemen kesilmelidir. Genç çocuklara görme aktivitesini<br />

değerlendirmek zor olduğundan ETB<br />

vermekten kaçınılmalıdır.<br />

Periferik nörit: Nadir bir yan etkidir, piridoksin<br />

verilmesinden sonra düzelir.<br />

Diğer: Gastrointestinal semptomlar (bulantı,<br />

kusma, karın ağrısı, hepatotoksisite), hematolojik<br />

semptomlar (eozinofili, nötropeni, trombositopeni),<br />

kardiyovasküler belirtiler (miyokardit,<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


perikardit), nörolojik belirtiler (baş ağrısı, sersemlik,<br />

konfüzyon), hiperürisemi, hipersensitivite<br />

(deri döküntüsü, artralji, ateş) nadiren<br />

görülen diğer yan etkilerdir.<br />

Etkileşim:<br />

Yiyecek: Besinlerin absorpsiyonunda minimal<br />

etkisi vardır.<br />

İlaç: Antiasitler ile birlikte verilmemelidir, konsantrasyonunu<br />

azaltabilir.<br />

Aminoglikozidler (Streptomisin, Amikasin,<br />

Kanamisin)<br />

Aminoglikozidler tamamen böbrekler ile atıldığından<br />

kreatinin klerensi 30 mL/dakikanın<br />

altında olan hastalarda 12-15 mg/kg/gün haftada<br />

iki-üç kez olacak şekilde verilmelidir. İlaç periton<br />

diyalizi ya da hemodiyaliz ile uzaklaştırıldığından<br />

işlem sonrası dozu tekrarlanmalıdır.<br />

Karaciğer yetmezliğinde kullanılabilir, ancak<br />

hepatorenal sendrom açısından hastalar araştırılmalıdır.<br />

Gebelikteki kategorisi D’dir. Gebelikte<br />

kontrendikedir. Emzirme döneminde de sakınmak<br />

gerekir.<br />

Yan etkiler:<br />

Ototoksisite: Aminoglikozidler tarafından oluşturulan<br />

en ciddi yan etkidir. Sekizinci kraniyal<br />

sinirde vestibüler ve kohlear hasara bağlı olarak<br />

işitme kaybı gelişir. Ototoksisite riski yaş, uzun<br />

süreli tedavi ile artar. Ayrıca, birlikte diüretik<br />

(furusemid, etakrinik asit) kullanımında da risk<br />

artar. Vestibüler hasar kohlear hasardan daha<br />

sık görülür ve daha erken oluşur. Streptomisin<br />

kullananlarda amikasin kullananlardan daha sık<br />

görülür. İlacın hemen kesilmesi gerekir.<br />

Nefrotoksisite: Aminoglikozidler renal tübüllerde<br />

birikim sonucu renal toksik etki yapabilir. Bu<br />

etki daha çok yaşlılarda ve önceden böbrek hastalığı<br />

olanlarda görülür. Nefrotoksisitenin klinik<br />

ve laboratuvar belirtileri oligüri, proteinüri,<br />

kreatinin klerensinde azalma, serum üre ve kreatinin<br />

değerlerinde artmadır. Nefrotoksisite<br />

amikasin kullanımında daha çok görülür (%3.4-<br />

8.7). İlacın kesilmesi tavsiye edilir.<br />

Nöromusküler blokaj: Aminoglikozidler solunum<br />

yetmezliği ile sonuçlanabilen nöromusküler<br />

blokaja neden olabilir. İlacın intravenöz hızlı<br />

ilaç verilmesi, aynı anda anestezik ya da nöro-<br />

İlknur Erdem<br />

musküler blokaj yapıcı (kürar ya da süksinil<br />

kolin) ilaç kullanımı, masif kan transfüzyonu<br />

yapılan durumlarda oluşabilir. Kalsiyum tuzları<br />

bu etkiyi azaltabilir, mekanik ventilasyon gerekebilir.<br />

Hipersensitivite: Nadir bir yan etkidir.<br />

Etkileşimler:<br />

İlaç: Amfoterisin B, vankomisin, sefalosporin,<br />

sisplatin ve loop diüretikler ile verilmesi ototoksisite<br />

ve nefrotoksisite etkisini güçlendirebilir.<br />

Nöromusküler blokaj yapan ajanlar ile birlikte<br />

verilmesi solunum depresyonuna neden olabilir.<br />

Miyastenia gravis, botulizm, hipokalsemi, hipokalemi<br />

ya da hipomagnezemili hastalar özellikle<br />

bu tür yan etkilere duyarlıdır.<br />

Kinolonlar<br />

1985 yılından beri tüberküloz kurtarma tedavisinde<br />

kullanılmaktadır. Bakterisidaldir. Tüberküloz<br />

tedavisinde en etkili kinolonlar moksifloksasin<br />

ve gatifloksasindir, bu kinolonları levofloksasin,<br />

ofloksasin ve siprofloksasin izler. Etki mekanizması<br />

Mycobacterium tuberculosis DNA giraz aktivitesi<br />

ya da topoizomeraz 2 aktivitesini inhibe<br />

ederek olur. Ciddi karaciğer hastalığı olanlarda<br />

yakın izlem gerekir. Böbrek yetmezliğinde doz<br />

ayarlaması gerekir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />

Yan etkiler:<br />

Gastrointestinal etkiler: Kinolonların en sık<br />

görülen yan etkisidir (bulantı, kusma, anoreksi,<br />

ishal). Hastaların %3-17’sinde görülür.<br />

Santral sinir sistemi etkileri: Baş ağrısı, sersemlik,<br />

insomnia, tremor ve ruhsal bozukluk gibi<br />

yan etkiler kinolon tedavisi alan hastaların yaklaşık<br />

%0.9-22’sinde görülür. Halüsinasyonlar, konvülziyonlar<br />

nadirdir. Yaşlı, teofilin ve nonsteroid<br />

antienflamatuvar ilaç kullananlarda dikkatli<br />

olmak gerekir.<br />

Deri reaksiyonları ve allerji: Kinolon ile tedavi<br />

edilen hastaların %0.4-2.2’sinde eritem, kaşıntı<br />

ve döküntü oluşabilir. Ultraviyole ışığına maruz<br />

kalanlarda fototoksisite görülebilir. Ürtiker,<br />

anjiyoödem, anafilaktik reaksiyonlar ve vaskülit<br />

daha nadir görülen diğer yan etkilerdir.<br />

Musküloskeletal etki: Artropati ve kartilaj erozyonu<br />

özellikle uzun süreli ya da yüksek dozlar-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 23


Tüberküloz:<br />

Yan Etki Yönetimi<br />

da kinolon kullanılan genç hayvanlarda gözlenmiştir.<br />

Bu nedenle çocuklarda kinolon kullanımı<br />

kısıtlandırılmıştır. Ancak kinolonların kullanıldığı<br />

özel durumlarda olguların yalnızca<br />

%2’sinde artralji görülmüş ve reversibl olduğu<br />

bildirilmiştir.<br />

Kardiyovasküler etki: Kinolonlar ile tedavi edilen<br />

hastalarda nadir de olsa QT aralığında<br />

uzama görülebilir. Bu doz bağımlı bir etkidir.<br />

Biyokimyasal etkileri: Olguların %1’inden azında<br />

lökopeni ve eozinofili, %1-3’ünde karaciğer<br />

enzimlerinde artış oluşabilir. Bu değişikliklere<br />

bağlı olarak ilaç kesilmesi nadirdir.<br />

Etkileşimler:<br />

Antiasitler: Kalsiyum, alüminyum ya da magnezyum<br />

içeren antiasitler kinolonların absorpsiyon<br />

ve konsantrasyonunu azaltabilir. Antiasitler<br />

ilacın alınmasından sonra iki saat kadar alınmamalıdır.<br />

Diğer ilaçlar: Çinko ya da demir içeren vitaminler<br />

kinolonların gastrointestinal absorpsiyonunu<br />

azaltır. Kinolonlar teofilin, glibenklamid<br />

ve siklosporinin serum düzeylerini artırır.<br />

Probenesid ve simetidin kinolonların serum<br />

düzeyini artırabilir. Kinolonların nonsteroid<br />

antienflamatuvar ilaçlar ile aynı anda verilmesi<br />

santral sinir sistemi stimülasyonu yapabilir,<br />

konvülziyon görülebilir.<br />

Sikloserin/Terizidon<br />

1952 yılında sentezlenmiştir. D-alanine aminoasidin<br />

strüktürel analoğudur. Biyoyararlanımı<br />

%70-90’dır. Başlıca atılım yolu böbreklerdir.<br />

Serum ve beyin omurilik sıvısı (BOS) düzeyi<br />

yakındır. Böbrek yetmezliğinde doz ayarlanmalıdır.<br />

Kreatinin klerensi 30 mL/dakikanın altında<br />

tavsiye edilen dozu 150 ya da 500 mg/gün<br />

haftada üç kezdir. İlacın %50’si hemodiyaliz ile<br />

uzaklaştırıldığından hemodiyaliz sonrası 500<br />

mg verilmelidir. Gebelik kategorisi C’dir.<br />

Yan etkiler:<br />

Santral sinir sistemi etkileri: Baş ağrısı, baş<br />

dönmesi, dizartri, somnolans, konvülziyon,<br />

konfüzyon, depresyon, intihar gibi yan etkiler<br />

özellikle 500 mg üzeri dozlarda görülür.<br />

Piridoksin ile birlikte verilmesi nörotoksik etkilerini<br />

önleyebilir. Öyküsünde epilepsi olanlar,<br />

24<br />

ciddi mental bozukluğu olanlar, intihar eğilimi<br />

olanlar ya da alkolizm durumlarında hastalar<br />

yakından izlenmelidir. Konvülziyon durumunda<br />

ilaç geçici olarak kesilmeli, antikonvülzan<br />

başlanmalı ve sonra daha düşük dozlarda yeniden<br />

başlanmalıdır. Psikotik semptomların varlığında<br />

ise ilaç bir-dört hafta kesilmeli, semptomlar<br />

kontrol edilene kadar antipsikotik verilmelidir.<br />

Deri etkileri: Nadir olmasına rağmen döküntü<br />

ve Stevens-Johnson sendromu oluşabilir.<br />

Etkileşimler:<br />

Yiyecekler: Besinler ile alındığında konsantrasyonu<br />

azalabilir. Mümkünse ilaç yemeklerden<br />

önce ya da sonra alınmalıdır.<br />

İlaçlar: Etionamid ve INH ile birlikte verildiğinde<br />

nörotoksik etki artabilir. Fenitoin ve oral<br />

antikoagülanların serum düzeyini artırabilir.<br />

Kinolonlar ile kullanıldığında santral sinir sistemi<br />

etkisi daha kötüye gidebilir.<br />

Etionamid<br />

1956 yılından beri tüberküloz tedavisinde ikinci<br />

seçenek ilaç olarak kullanılmaktadır. Karaciğerde<br />

metabolize olur, böbreklerle atılır. BOS ve plazma<br />

düzeyleri benzerdir. Kreatinin klerensi 30<br />

mL/dakikanın altında olanlarda doz 250-500<br />

mg’a azaltılmalıdır. İlaç hemodiyaliz ile uzaklaştırılmaz.<br />

Gebelik kategorisi C’dir. Yüksek dozlarında<br />

rodentlerde teratojenik etki gösterilmiştir.<br />

Yan etkiler:<br />

Gastrointestinal etkiler: Ağızda metalik tat,<br />

bulantı, kusma, iştahsızlık ve karın ağrısı görülebilir.<br />

Hepatotoksisite: Hastaların yaklaşık %4.3’ünde<br />

(özellikle karaciğer hastalığı olanlar ya da alkoliklerde)<br />

görülür. İlaç kesildikten sonra hepatotoksisite<br />

düzelir. Karaciğer hastalığı olanları çok<br />

yakından izlemek gerekir.<br />

Nörotoksisite: Hastaların %1-2’sinde periferik<br />

nöropati, optik nörit, diplopi, irritabilite, anksiyete,<br />

depresyon, halüsinasyonlar, konvülziyon<br />

ve psikoz bildirilmiştir. 50-100 mg piridoksin<br />

ile nörolojik etkiler azaltılabilir.<br />

Endokrin etkiler: Jinekomasti, alopesi, hipotiroidizm,<br />

impotans ve menoraji gelişebilir. Diyabetli<br />

hastalarda glisemik kontrolü zorlaştırabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Deri reaksiyonları: Akne, fotosensitivite ve<br />

ekzantem oluşabilir. Trombositopeni ve purpura<br />

çok nadir görülen yan etkilerdendir.<br />

Etkileşimler:<br />

Yiyecekler: Besinlerin biyoyararlanımına etkisi<br />

minimaldir.<br />

İlaçlar: Antiasitler absorpsiyonuna etki etmez.<br />

Etionamidin terizidon ya da INH ile aynı anda<br />

kullanılması nörotoksik etkiyi artırabilir. Paraaminosalisilik<br />

asit (PAS) ile birlikte verilmesi<br />

hepatotoksite riskini artırabilir. Alkol ile alınması<br />

psikotik reaksiyonlara neden olabilir.<br />

Kapreomisin<br />

Bir polipeptid antibiyotiktir. Antibakteriyel aktivite<br />

ve yan etkileri aminoglikozidlere benzer.<br />

Oral iyi absorbe olmaz, intramusküler verilmelidir.<br />

Gebelik kategorisi C’dir.<br />

Yan etkiler: En sık görülen yan etkileri nefrotoksisite<br />

(hastaların %25-50’sinde), renal tübüler<br />

hasar, elektrolit bozukluğu, ürtiker ve makülopapüler<br />

döküntüdür. Ototoksisite, uygulama<br />

yerinde ağrı ve ödem nadir yan etkilerindendir.<br />

Karaciğer yetmezliğinde doz ayarlaması gerekmez.<br />

Etkileşimler: Nöromusküler blokaj yapan ajanlar,<br />

aminoglikozidler ve polimiksin B ile birlikte<br />

verilmemelidir.<br />

Para-Aminosalisilik Asit<br />

Folik asit sentezini bozarak mikobakterilerin<br />

üremesini inhibe eder. Karaciğer ve bağırsaklarda<br />

metabolize olur, %80’den fazlası böbreklerle<br />

atılır. Böbrek yetmezliğinde doz ayarlaması<br />

gerekmez. Karaciğer hastalığı olanlarda dikkatli<br />

olmalıdır. Bakteriyostatik etkilidir. Menenjit<br />

varlığında BOS konsantrasyonu plazma konsantrasyonunun<br />

%10-50’sine ulaşır. Gebelik<br />

kategorisi C’dir.<br />

Yan etkiler: Gastrointestinal etkiler iştahsızlık,<br />

ishal, bulantı, kusma ve hipotiroidizm özellikle<br />

etionamid ile birlikte kullanıldığında en sık<br />

görülen yan etkidir. Hepatit (%0.3-0.5), allerjik<br />

reaksiyonlar (ateş, döküntü, kaşıntı), hemolitik<br />

anemi, agranülositoz, lökopeni, trombositopeni<br />

ve malabsorpsiyon sendromu nadir görülen yan<br />

etkilerdir.<br />

İlknur Erdem<br />

Etkileşimler: Yiyecekler PAS’ın emilimini artırır.<br />

İlaç su, portakal suyu ile alınmalıdır.<br />

Antiasitler absorpsiyonuna etki etmez. Digoksin<br />

absorpsiyonunu azaltabilir. Etionamid PAS ile<br />

tedavi edilen hastalarda hepatotoksisite ve hipotiroidizm<br />

riskini artırabilir. INH PAS’ın serum<br />

düzeyini artırabilir. Anjiyotensin dönüştürücü<br />

enzim inhibitörleri ile kullanıldıklarında antihipertansif<br />

etkiyi azaltabilir. Kalsiyum kanal blokerleri<br />

ile kullanımı antikoagülan etkisini artırabilir.<br />

Sistemik steroidler ile kullanımı yan<br />

etkileri artırabilir. PAS loop diüretiklerin etkisini<br />

azaltabilir. Diklofenak hariç nonselektif nonsteroid<br />

antienflamatuvar ilaçlar PAS’ın yan etkilerini<br />

artırabilir. Sülfonilüre grubu ilaçların hipoglisemik<br />

etkisini artırabilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Arbex MA, Varella MCL, Siqueira HL, Mello FAF.<br />

Antituberculosis drugs. Drug interactions, adverse<br />

effects,and use in special situaitons. Part l: first-line drugs.<br />

J Bras Pneumol 2010;36:626-40.<br />

2. Arbex MA, Varella MCL, Siqueira HL, Mello FAF.<br />

Antituberculosis drugs. Drug interactions, adverse<br />

effects,and use in special situaitons. Part ll: second-line<br />

drugs. J Bras Pneumol 2010;36:641-56.<br />

3. Blumberg HM, Burman WJ, Chaisson RE, Daley CL, Etkind<br />

SC, Friedman LN, et al. American Thoracic Society/ Center<br />

for Disease Control and Prevention/Infectious Disease<br />

Society of America: treatment of tuberculosis. Am J<br />

Respir Crit Care Med 2003;167:603-62.<br />

4. Inge LD, Wilson JW. Update on the treatment of tuberculosis.<br />

Am Fam Physician 2008;78:457-65.<br />

5. McIlleron H, Meintjes G, Burman WJ, Maartens G.<br />

Complications of antiretroviral therapy in patients with<br />

tuberculosis: drug interactions, toxicity, and immune<br />

reconstitution inflammatory syndrome. J Infect Dis 2007;<br />

196:63-75.<br />

6. Pai MP, Momary KM, Rodvold KA. Antibiotic drug interactions.<br />

Med Clin North Am 2006;90:1223-55.<br />

7. Peloquin CA. Therapeutic drug monitoring in the treatment<br />

of tuberculosis. Drugs 2002;62:2169-83.<br />

8. Wallace RJ, Griffith DE. Antimycobacterial agents. In:<br />

Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (eds). Mandell, Douglas,<br />

and Bennett’s Principles and Practice of Infectious<br />

Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />

2009:533-48.<br />

9. World Helth Organization. The treatment of tuberculosis<br />

guidelines. Geneva. World Helth Organization; 2010.<br />

10. Yee D, Valiquette C, Pelletier M, Parisien I, Rocher I,<br />

Menzies D. Incidence of serious side effects from first-line<br />

antituberculosis drugs among patients treated for active<br />

tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med 2003;167:1472-7.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 25


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Tüberküloz:<br />

Profilaksi<br />

Uzm. Dr. Ferhat Arslan<br />

SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

İstanbul<br />

27


Tüberküloz:<br />

Profilaksi<br />

Tüberküloz, halen tüm dünyada önemli bir<br />

halk sağlığı sorunudur ve büyük bir küresel<br />

tehdit oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü<br />

(DSÖ)’ne göre, dünya nüfusunun olasılıkla<br />

üçte biri (2 milyar insan) Mycobacterium tuberculosis<br />

ile enfektedir. 2009 yılı DSÖ verilerine<br />

göre dünya genelinde 9 milyon yeni tüberküloz<br />

olgusu ortaya çıkmış, yaklaşık 1.7 milyon insan<br />

tüberküloz nedeniyle yaşamını yitirmiştir.<br />

“Dünya Sağlık Örgütü Küresel Tüberküloz<br />

Kontrolü 2009 Raporu” verilerine göre<br />

Türkiye’nin tüberküloz insidansı 100.000’de<br />

30’dur. DSÖ, tüberküloz kontrol programlarının<br />

başarı göstergesi olarak prevalansı esas<br />

almaktadır. DSÖ Avrupa Bölgesi’nde 2008 yılı<br />

tüberküloz nokta prevalansı 100.000’de 39<br />

iken, Türkiye için bu rakam 100.000’de 22’dir.<br />

2008 yılı verilerine göre hastalık en sık Marmara<br />

bölgesinde, daha sonra ise Karadeniz bölgesinde<br />

görülmektedir. Marmara bölgesindeki tüberküloz<br />

insidansı yüksekliğinin 100.000’de 48.6<br />

olan insidansı ile İstanbul verilerinden kaynaklandığı<br />

tespit edilmiştir. BCG’nin kitlesel olarak<br />

uygulandıgı ülkemizde, tüberküloz enfeksiyon<br />

oranı ve yıllık enfeksiyon riskinin ölçümü güçtür.<br />

Bu zorluk nedeniyle, enfeksiyon havuzunun<br />

nüfusu tam olarak bilinememektedir.<br />

Yapılan çalışmalarda 1959 yılında nüfusun<br />

%56’sı enfekte iken, 1982 yılında %25’inin<br />

enfekte olduğu gösterilmiştir. Ülkemizde geniş<br />

çaplı yeni çalışmalar olmamasına rağmen tahmini<br />

olarak 20 milyon latent tüberküloz olgusu<br />

olduğu düşünülmektedir.<br />

Tüberküloz kontrolünde aktif enfeksiyonlu<br />

hastayı tedavi etmek kadar latent tüberkülozlu<br />

hastaları teşhis ve tedavi etmek de önemli bir<br />

yer tutmaktadır. Geçmiş yıllarda kullanılagelen<br />

birincil ve ikincil kemoprofilaksi kavramları<br />

günümüzde latent tüberküloz tedavisi olarak<br />

değiştirilmiştir. Latent tüberküloz enfeksiyonu,<br />

tüberküloz hastalığı etkeni (M. tuberculosis)’nin<br />

radyolojik bulgu ve klinik belirtiler vermeksizin<br />

organizmada bulunması durumudur.<br />

Kavernli akciğer tüberkülozlu basil saçan bir<br />

hasta yakın çevresindeki 20 sağlıklı kişiyi<br />

enfekte edebilmektedir. Kaynak olgunun bulaştırıcılık<br />

özelliklerine, temas edenin bağışıklık<br />

sistemi durumuna, temasın yoğunluğuna ve<br />

süresine bağlı olarak enfeksiyon riski değişebilmektedir.<br />

Basil saçan bir tüberküloz hastasıyla<br />

28<br />

temas eden sağlıklı bir kişi için latent enfeksiyon<br />

olasılığı %95, ilk iki yıl içinde aktif tüberküloz<br />

gelişme olasılığı %5’tir. Latent enfeksiyon<br />

gelişenlerin ise %5’i yaşamlarının geri kalan<br />

bölümünde reaktivasyon tüberkülozu olmaktadır.<br />

Yaşam boyu toplam risk %10 olarak değerlendirilse<br />

de bu hasta grubunda gelişecek<br />

immünsüpresyon (örn. AIDS) reaktivasyon<br />

tüberkülozu riskinin yıllık %10’lara çıkmasına<br />

neden olabilmektedir. Aktif tüberküloz hastalığı<br />

tanısında kültür ve mikroskobik inceleme ön<br />

planda iken, özellikle kültür negatif olan çocuk<br />

hastalar ve latent tüberküloz tanısında tüberkülin<br />

cilt testi (TCT) önemli bir test olmaya devam<br />

etmektedir. Bu amaçla TCT, latent tüberküloz<br />

enfeksiyonu saptandığında tedaviden yarar<br />

görecek olan tüberküloz gelişme riski yüksek<br />

olan hedeflenmiş gruplara yapılır. Testin yapılması<br />

uygun hastalar; yeni tüberküloz enfeksiyonu<br />

riski taşıyanlar ve tüberküloz reaktivasyon<br />

riski olanlar olarak iki ana gruba ayırılabilir.<br />

Yeni tüberküloz enfeksiyonu riski aktif tüberküloz<br />

hastası ile yakın (örn. ev içi) ve normal<br />

temaslılar (örn. sağlık çalışanı) için özellikle<br />

temas sonrası ilk yıllar içinde aktif tüberküloz<br />

olarak tanımlanmıştır. Bu risk edinilmiş ve<br />

doğal immünitenin yaş ile ilişkisinden dolayı<br />

(erken çocukluk döneminde risk daha fazla)<br />

yaşa bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.<br />

Yakın temas sonrası TCT temastan 8-12 hafta<br />

sonra, sağlık çalışanlarında ise yıllık tekrar<br />

değerlendirilmeli ve TCT dönüşümü gerçekleşenler<br />

latent tüberküloz açısından tedavi edilmelidir.<br />

Latent tüberkülozlu sağlıklı bireyin reaktivasyon<br />

tüberküloz geliştirme olasılığı yıllık %0.1<br />

olmakla beraber bireyin altta yatan hastalıkları<br />

veya aldığı ilaçlara bağlı olarak bu risk yıllık<br />

%1-2’lerden (hemodiyaliz, solid organ transplantı)<br />

%10’lara [insan immünyetmezlik virüsü<br />

(HIV) enfeksiyonu] kadar değişen bir aralıkta<br />

artabilmektedir.<br />

Latent tüberküloz tanısında, tüberküloz spesifik<br />

ve nonspesifik antijenlerine karşı gelişmiş hücresel<br />

immünitenin değerlendirildiği in vitro ve<br />

in vivo testler mevcuttur.<br />

Tüberkülin Cilt Testi<br />

M. tuberculosis enfeksiyonunun belirlenmesinde<br />

en yaygın kullanılan testtir. Bu test basilin belir-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


li antijenik bileşenlerinin, tüberküloz basili ile<br />

enfekte olan kişilerde geç tip bir aşırı duyarlılık<br />

yapması temeline dayanır. TCT intradermal olarak<br />

ön kola uygulanır (Mantoux tekniği). Test<br />

sonrası 48-72 saatte oluşan endürasyon çapı<br />

değerlendirilir. TCT değerlendirilmesinde<br />

bugün kabul edilen kriterler T.C. Sağlık<br />

Bakanlığı Verem Savaşı Daire Başkanlığı tarafından<br />

belirlenmiştir (Tablo 1).<br />

TCT özgüllüğü ve duyarlılığı düşük bir testtir.<br />

Çünkü yalancı pozitiflik ve yalancı negatiflik<br />

oranları oldukça yüksektir. Yalancı pozitifliğe<br />

neden olan en önemli faktörler tüberküloz dışı<br />

mikobakterilerle geçirilmiş enfeksiyonlar ve<br />

BCG aşılamasıdır. Yalancı negatiflik ise konağa,<br />

kullanılan tüberküline, uygulama yöntemine,<br />

okuma ve kayıt yöntemine bağlı faktörler nedeniyle<br />

oluşmaktadır.<br />

Tüberküloz enfeksiyonunu yıllar önce geçiren<br />

ve geç tip hipersensitivite yanıtı zayıflayan kişilere<br />

TCT yapıldığında başlangıçta saptanan<br />

yalancı negatif sonucun ilk testten bir hafta-bir<br />

yıl arası bir sürede (önerilen bir-üç hafta sonra)<br />

yapılan ikinci testte pozitif sonuç alınması<br />

durumuna booster fenomeni adı verilmektedir.<br />

Yine son iki yılda, bu arada BCG aşısı yapılmamış<br />

olmak koşuluyla, daha önce negatif olan<br />

Tablo 1. Ülkemizde TDT reaksiyonunu değerlendirme kriterleri<br />

(Türkiye'de Tüberkülozun kontrolü için başvuru kitabından alınmıştır)<br />

BCG'lilerde<br />

0-5 mm Negatif<br />

6-14 mm BCG pozitifliği<br />

15 mm ve üzeri Pozitif, enfeksiyon (+)<br />

BCG'sizlerde<br />

0-5 mm Negatif<br />

6-9 mm Şüpheli reaksiyon; 1 hafta sonra test tekrarı,<br />

6-9 mm negatif<br />

>10 mm Booster fenomeni*<br />

10 mm ve üzeri Pozitif<br />

Bağışıklığa baskılanmış kişilerde 5 mm ve üzeri pozitif kabul edilir**<br />

Ferhat Arslan<br />

TCT’nin en az 6 mm artış göstermesi ve pozitifleşmesi<br />

durumuna TCT dönüşümü adı verilmektedir.<br />

İnterferon Gamma (IFN-γ)<br />

Salınım Testleri<br />

TCT’de kullanılan PPD özgül olmayan antijenlerin<br />

yerine M. tuberculosis’e daha özgül olan<br />

ESAT-6, CFP-10, TB 7.7 antijenleri ile yapılan in<br />

vitro IFN-γ salınımının değerlendirildiği testlerdir.<br />

Kullanılan antijenler BCG ve nontüberküloz<br />

mikobakterilerde bulunmayan (M. kansasii, M.<br />

szulgai , M. marinum, M. flavescens hariç) M.<br />

tuberculosis genomunun RD1 (region of difference-1)<br />

bölgesindeki genler tarafından kodlanır.<br />

Bugün için birçok ülkede T-SPOT-<br />

Tüberküloz (Oxford Immunotec, Abingdon<br />

UK), Quantiferon tüberküloz Gold-In tube<br />

(QFT-GIT) (Cellestis, Victoria Australia) testleri<br />

kullanılmaktadır. T-SPOT-tüberküloz testinde<br />

IFN-γ salgılayan T hücrelerinin sayısı tespit edilirken,<br />

Quantiferon tüberküloz Gold-In tube<br />

(QFT-GIT) testinde salınan IFN-γ miktarı ölçülmektedir.<br />

IFN-γ salınım testlerinin latent tüberküloz<br />

tanısında özgüllükleri %95 ve üzerinde,<br />

duyarlılığı ise %80-90 arasında değişmektedir.<br />

Aktif tüberküloz tanısında ise hem özgüllük<br />

* Booster olayı: Tek bir TDT ile ufak bir endürasyon oluşabilir, fakat önceden oluşmuş bir bağışıklık yanıtını<br />

uyarabilir; böylece, 1 haftadan bir yıla kadar bir sürede yapılacak ikinci TDT ile daha büyük yanıt oluşur. Konversiyondan<br />

ayırımı için 1 haftadan sonra (en erken dönemde) TDT yapılmalıdır.<br />

* * Bağışıklığı baskılanmış kişiler: Kızamık veya boğmaca geçirenler, HIV, AIDS, diyabet, lenfoma ve lösemi gibi<br />

hematolojik bozukluklar, kronik peptik ülser, kronik malabsorbsiyon sendromları, orofarenks ve üst gastrointestinal<br />

sistem karsinomları, gastrektomi, bağırsak rezeksiyonu, kronik alkolizm, silikozis, pnömokonyoz,<br />

kronik böbrek yetmezliği, uzun süre yüksek doz kortikosteroid ve diğer bağışıklığı baskılayıcı tedavi gerektiren<br />

durumlar (2-4 hafta süreyle, günde 15 mg ve üstü prednizon dozuna eşdeğer steroid dozları yeterli yüksek<br />

doz kabul edilmektedir).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 29


Tüberküloz:<br />

Profilaksi<br />

(hastaların çoğu latent tüberküloz olduğu için)<br />

hem de duyarlılık (akut enfeksiyonda gelişen<br />

anerjik durum) çok düşük olduğundan bu testlerin<br />

kullanımı önerilmemektedir. “Centers for<br />

Disease Control and Prevention (CDC)”ın 2010<br />

IGRA (Interferon-Gamma Release Assays) rehberinde<br />

TCT testinin kullanıldığı tüm durumlarda<br />

IFN-γ testlerinin kullanılabileceği belirtilmiştir.<br />

Özellikle BCG ile karşılaşmış (örn. aşı,<br />

kanser kemoterapisi ile) olanlarda IFN-γ testlerinin,<br />

beş yaş altındaki çocuklarda da TCT’nin<br />

tercih edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak<br />

bu öneriler bizim gibi tüberküloz açısından orta<br />

endemik olan ve rutin BCG aşısı uygulanan<br />

ülkeler için ne kadar geçerli sayılabilir, tartışmaya<br />

açık bir konudur.<br />

IFN-γ testlerinin yüksek duyarlılık ve özgüllük<br />

değerlerine karşın pahalı olmaları, uygun laboratuvar<br />

ve eğitimli personele ihtiyaç duyulması,<br />

kan örneklerinin uygun koşullarda taşınması ve<br />

değerlendirilmesinin zorluğu, çocuklarda latent<br />

tüberküloz aramasında yeterli kanıt düzeyinin<br />

olmaması, tekrarlanan testlerde belirlenmiş eşik<br />

değerin olmayışı dezavantajları olarak değerlendirilebilir.<br />

Latent tüberküloz tedavisi başlanmadan önce<br />

mutlaka hastanın aktif tüberküloz olmadığı<br />

belirlenmelidir. Bunun için semptom sorgulaması<br />

(ateş, gece terlemesi, kilo kaybı) ve akciğer<br />

grafisi ile mutlaka değerlendirme yapılmalıdır.<br />

Latent tüberküloz tedavisinde kullanılan ana<br />

ilaç izoniazid (INH)’dir. INH’nin kullanılamadığı<br />

durumlarda rifampisin (RIF), çok nadiren de<br />

RIF-pirazinamid (PZA) kombinasyonu kullanılmaktadır.<br />

INH tedavisinin latent tüberküloz<br />

önleme etkinliği çalışmalarda %60-90 oranında<br />

gösterilmiştir. Optimal tedavi süresi ise dokuz<br />

ay olarak belirlenmiştir. <strong>Tedavi</strong>de 600 mg/gün<br />

veya 900 mg/haftada iki kez şeklinde önerilmektedir.<br />

En çok korkulan yan etkisi olan hepatit<br />

%0.1 oranında görülmektedir. Hepatotoksisite<br />

oranı, yaş ve alkol kullanımı ile birlikte daha da<br />

artabilmektedir. Hepatotoksisite açısından bazı<br />

özel hasta gruplarının (altta yatan karaciğer hastalığı,<br />

gebe ve lohusalar, HIV enfeksiyonu, alkolik<br />

ve hepatotoksik ilaç kullananlar) yakın<br />

takibi önerilmektedir. Özellikle diabetes mellitus,<br />

kronik böbrek yetmezliği, malnütrisyon ve<br />

HIV enfeksiyonu tanılı hastalarda tedaviye pri-<br />

30<br />

doksin eklenmesi ilaç ilişkili nöropati engellenmesi<br />

açısından vurgulanmaktadır.<br />

RIF tedavisinin aktif tüberküloz insidansını<br />

azalttığına dair yeterli kanıt düzeyinde çalışma<br />

bulunmasa da INH’ye eş değer olduğu kabul<br />

edilmektedir. RIF ilaç tolerabilitesi, düşük hepatotoksisitesi<br />

ve dört aylık kısa süreli tedavi<br />

imkanı ile INH’ye üstün olsa da RIF direncinin<br />

yayılması, fiyatı ve etkinliği açısından tartışmalı<br />

durumdadır. RIF ve PZA kombinasyon tedavisi<br />

ise kısa süre (iki ay) olmasına karşın bildirilen<br />

ciddi hepatotoksisite ve ölümler nedeniyle kullanımı<br />

çok kısıtlanmış bir tedavi rejimi olarak<br />

görülmektedir.<br />

Latent tüberküloz tanısı ve tedavisi hem hekim<br />

hem de hasta için zorluklar taşımaktadır.<br />

Herhangi bir yakınması olmayan bir hastaya iyi<br />

bir risk değerlendirmesi yapmak, dokuz ay sürecek<br />

bir tedavi başlamak ve hastanın bu tedaviye<br />

uyum sağlamasını beklemek çok zorlu bir<br />

süreçtir. Bu süreçte başarılı olmak için hastaya<br />

neden tedaviye aday olduğunu, taşıdığı riskin<br />

kendisi ve toplum sağlığı açısından önemini<br />

sabırla ve dikkatle anlatmalıyız.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Blumberg HM, Burman WJ, Chaisson RE, et al. American<br />

Thoracic Society/Centers for Disease Control and<br />

Prevention/Infectious Diseases Society of America: treatment<br />

of tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med 2003;<br />

167:603.<br />

2. Comstock GW. How much isoniazid is needed for prevention<br />

of tuberculosis among immunocompetent adults?<br />

Int J Tuberc Lung Dis 1999;3:847-50.<br />

3. Global tuberculosis control: a short update to the 2009<br />

report. Geneva, World Health Organization (WHO/HTM/<br />

TB/2009.426).<br />

4. Aspler A, Long R, Trajman A, Dion MJ, Khan K,<br />

Schwartzman K, et al. Impact of treatment completion,<br />

intolerance and adverse events on health system costs in<br />

a randomised trial of 4 months rifampin or 9 months<br />

isoniazid for latent TB. Thorax 2010;65:582-7.<br />

5. Sester M, Sotgiu G, Lange C, Giehl C, Girardi E, Migliori<br />

GB, et al. Interferon-{gamma} release assays for the diagnosis<br />

of active tuberculosis: a systematic review and<br />

meta-analysis. Eur Respir J 2010.<br />

6. Latent Tuberculosis Infection: A Guide for Primary Health<br />

Care Providers. Developed in partnership with the New<br />

Jersey Medical School Global Tuberculosis Institute 2010.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />

Doç. Dr. Tansu Yamazhan<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

İzmir<br />

31


HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />

HBeAg pozitif kronik hepatit B’li hastaların<br />

tedavisinde ilk seçenek nükleoz(t)id analogları<br />

olmalıdır. Bu yaklaşım Türkiye için<br />

geçerli olan temel bir nedene; ülkemizdeki baskın<br />

hepatit B virüsü (HBV) genotipi olan D<br />

genotipine dayanmaktadır. Dünyada A ve B<br />

genotiplerine sahip ülkelerde kronik HBV<br />

enfeksiyonlarının tedavisinde pegile interferonlar<br />

önemli tedavi seçeneklerinden birisidir ve<br />

oldukça yüksek kalıcı viral yanıt oranları bildirilmektedir.<br />

Ülkemizde ise durum farklıdır.<br />

Uzun yıllardır klasik ya da pegile interferon<br />

tedavisi uyguladığımız hastalarda hem Batı hem<br />

de Doğu literatürlerine uymayan düşük kalıcı<br />

yanıt oranlarımızın nedeninin D genotipine<br />

bağlı olduğu artık bilinen bir gerçektir.<br />

Günümüzde, klasik ya da pegile interferon<br />

tedavisine yanıt kriterleri içinde en değerli<br />

parametrelerden birinin genotip farklılığı olduğu<br />

gösterilmiştir.<br />

Dünyada son üç yıl içerisinde pegile interferon<br />

tedavisi ile ilgili olarak beş tane randomize<br />

kontrollü çalışma sonucu yayınlanmıştır. Bu<br />

yayınların dört tanesi HBeAg pozitif hastalarla<br />

ilgilidir. Çok merkezli ve çok uluslu olarak<br />

tasarlanan bu çalışmalarda hastaların büyük<br />

çoğunluğu genotip B ve C hastalarıdır. Bu çalışmaların<br />

ilkinde 48-52 hafta süre ile pegile interferon<br />

uygulaması sonrası, kalıcı yanıt oranları<br />

(HBeAg serokonversiyonu, HBV-DNA <<br />

500.000 kopya/mL ve ALT normalleşmesi)<br />

genotip C’de %66, genotip B’de %32’dir. Lau<br />

çalışmasında genotip A’da kalıcı yanıt oranı<br />

%52 iken, genotip D hastalarında bu oran yarıya<br />

(%22) düşmektedir. Janssen ve arkadaşlarının<br />

çalışmasında, hastaların %34’ü genotip A,<br />

%39’u ise genotip D hastalarından oluşmuştur.<br />

Elli iki haftalık pegile interferon tedavisi sonrası<br />

HBeAg kaybına bakıldığında, genotip A’da<br />

%47, genotip B’de %44, genotip D’de ise %25<br />

oranlarında bir kayıp söz konusudur. Pegile<br />

interferon tedavisi ile hedeflenen yanıt yani,<br />

HBsAg kaybı ilişkisinin incelendiği bir yayında,<br />

48 haftalık tedavi sonrası genotip A ve D’de<br />

yanıt oranları sırasıyla; %14 ve %2’dir. Yine<br />

HBsAg kaybının değerlendirildiği çalışmalarda<br />

bu iki genotip arasında neredeyse iki katı kadar<br />

HBsAg kaybı farkı söz konusudur (%20’ye karşı<br />

%11).<br />

32<br />

HBV tedavisinde genotipin, tedavi sonucunu<br />

belirlemede önemli bir faktör olduğu bireysel<br />

çalışmalardan sonra EASL, APASL ve AASLD<br />

rehberlerinde de yer almaya başlamıştır. Bu rehberlerde<br />

genotipin tedavi şeklini belirlemede<br />

tek faktör olmadığı ancak genotip A ve B’nin C<br />

ve D’ye göre interferon tedavisine yanıtta daha<br />

avantajlı olduğu belirtilmektedir. Daha bölgesel<br />

rehberler olan Alman, İsveç ve Hollanda tedavi<br />

rehberlerinde bu konunun önemine vurgu yapılarak<br />

“tedavi öncesi genotipin belirlenmesi ve<br />

genotip A veya B olmadığı sürece interferon<br />

temelli tedavilerden kaçınılması” gerektiği bildirilmiştir.<br />

İlerleyen yıllarda öneri olarak bahsedilen<br />

bu yaklaşımın, kanıt düzeyi bildirilerek<br />

diğer rehberlerde de yer alacağı düşünülmektedir.<br />

HBV genotiplerinin tedavi yanıtı üzerine<br />

etkisinin incelendiği bir havuz analizi çalışmasında<br />

bu konudaki üç geniş serili kohort çalışması<br />

değerlendirilmiştir. Multivaryant analizde,<br />

genotip, HBeAg durumu, etnik köken, siroz<br />

varlığı gibi faktörlerin tedavi yanıtı üzerine etkileri<br />

araştırılmış ve kalıcı viral yanıtı belirleyen<br />

en güçlü faktörün genotip olduğu sonucu ortaya<br />

çıkmıştır. Yine bu çalışmada prekor mutantların<br />

interferon temelli tedaviye HBeAg pozitiflere<br />

oranla daha iyi yanıt verdikleri sonucuna<br />

ulaşılmıştır. Bu çalışmada genotip D hastalarında<br />

kalıcı viral yanıt HBeAg pozitiflerde %15<br />

iken, prekor mutantlarda %21’dir<br />

Genotipler ve bunların interferon temelli tedavilerdeki<br />

önemi ile ilgili çalışmalar Türkiye’den<br />

de bildirilmeye başlanmıştır. Bu konudaki ilk<br />

çalışmalardan biri Sünbül ve arkadaşlarının<br />

Türkiye’nin değişik bölgelerinden 88 kronik<br />

HBV hastasının genotiplerini ve interferon tedavisine<br />

yanıtlarını değerlendirdikleri çalışmadır.<br />

Bu çalışmadan hastaların %89’unun D genotipine<br />

sahip olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.<br />

Hastalara altı ay süre ile klasik interferon uygulanmış<br />

ve tedavi sonu altı ay süre ile izlenmiştir.<br />

<strong>Tedavi</strong> bitimi altıncı ayda değerlendirildiğinde,<br />

HBeAg pozitif hastalarda kalıcı viral yanıtın<br />

%18 olduğu, prekor mutant grupta ise oranın<br />

%30 olduğu bildirilmiştir. Bu çalışma, Türkiye’de<br />

interferon temelli tedavilere düşük yanıt oranının,<br />

sadece D genotipinden kaynaklanmadığı,<br />

prekor mutant kökenlerle enfeksiyon oranının<br />

yüksek olmasının da önemli bir faktör olduğunu<br />

göstermesi açısından anlamlıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Şentürk ve arkadaşlarının 2010 yılında yayınlanan<br />

çalışmalarında, D genotipine sahip HBeAg<br />

pozitif kronik HBV hastalarında interferon tedavisine<br />

kalıcı yanıt oranını düşük bulduklarını<br />

belirtmişlerdir. Yetmiş bir naiv hastaya altı ay<br />

süre ile interferon tedavisi uyguladıktan sonra<br />

ortalama 152 ay (123-181 ay) izlemişlerdir.<br />

<strong>Tedavi</strong> sonu yanıt oranının %39 olduğunu,<br />

ancak tedavi bitimi relaps oranının %84’e ulaştığını<br />

bildirmişlerdir. Çalışma sonucunda, HBeAg<br />

pozitif kronik HBV hastalarında, interferon<br />

tedavisine kalıcı yanıt oranının %9.8 olduğu<br />

söylenmiştir.<br />

Son olarak İzmir ve Adana bölgesini kapsayan<br />

bir çalışmada, bir yıl süre ile pegile interferon<br />

tedavisi uygulanan 112 hasta tedavi bitimi birinci<br />

yılda kalıcı viral yanıt açısından tekrar değerlendirilmiş<br />

ve tüm hastalarda tedavi bitimi<br />

birinci yıldaki kalıcı yanıt %23 bulunmuştur.<br />

Ancak 34 HBeAg pozitif hastanın 31’i primer<br />

yanıtsız, ikisi sekonder yanıtsız, biri tedavi bitimi<br />

yanıtlı olarak bulunmuştur. Ancak bu bir<br />

hasta da tedavi bitiminden sonraki birinci yılda<br />

nüks etmiştir.<br />

Sonuç olarak Türkiye’deki HBeAg pozitif kronik<br />

HBV hastalarında ilk seçenek tedavi nükleoz(t)<br />

id analogları olmalıdır. Oral antivirallerin uygulama<br />

kolaylığı, düşük yan etki profili ve artık<br />

entekavir ve tenofovir gibi direnç sorununu da<br />

ortadan kaldıran güçlü antivirallerin varlığı bu<br />

ilaçları tercih etmemizin en önemli nedenleri<br />

değildir. Buradaki konu, ülkemizde interferon<br />

tedavi tercihini sorgulamakla ilgilidir. Çünkü,<br />

klasik ya da pegile interferon ve Türkiye kav-<br />

Tansu Yamazhan<br />

ramları yan yana konulduğunda, özellikle de<br />

HBeAg pozitif kronik HBV hastalarında, %10<br />

civarlarında kalıcı viral yanıt oranını bilerek<br />

interferon tedavisi uygulamanın gerçekçi bir<br />

yaklaşım olamayacağı ortadadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Cooksley WGE. Do we need to determine viral genotype<br />

in treating chronic hepatitis B? J Viral Hepatitis<br />

2010;17:610-10.<br />

2. Flink HJ, Van Zonneveld M, Hansen BE, de Man RA,<br />

Schalm SW, Janssen HL. Treatment with Peg-interferon<br />

alfa 2b for HBe antigen positive chronic hepatitis B:<br />

HBsAg loss is associated with HBV genotype. Am J<br />

Gastroenterol 2006;101:297-303.<br />

3. Janssen HLA, Van Sonneveld M, Senturk H, et al.<br />

Pegylated interferon alfa 2b alone or in combination with<br />

lamivudine for HBe antigen positive chronic hepatitis B: a<br />

randomised trial. Lancet 2005;365:123-9.<br />

4. Lau GKK, Piratvisuth T, Luo KY, et al. Peginterferon alfa2a<br />

as monotherapy and in combination with lamivudine<br />

versus lamivudine monotherapy in patients with HBeAg<br />

positive chronic hepatitis B. N Engl J Med 2005;352:2682-<br />

95.<br />

5. Senturk H, Baysal B, Tahan V, Zerdali H, Ozaras R, Tabak<br />

F, et al. Long-term effect of interferon therapy in patients<br />

with HBeAg positive chronic hepatitis B infection. Dig Dis<br />

Sci 2011;56:208-212.<br />

6. Sunbul M, Leblebicioglu H. Distribution of hepatitis B<br />

virus genotypes in patients with chronic hepatitis B in<br />

Turkey. World J Gastroenterol 2005;11:1976-80.<br />

7. Yamazhan T, Kurtaran B, Pullukçu H, Yuksel E, Ozkaya D,<br />

Tasbakan M, et al. Results of the PEG-IFN treatment in the<br />

HBeAg positive and negative chronic hepatitis B patients:<br />

post treatment one year results of three Turkish centers<br />

(2011 EASL poster bildirisi olarak yollandı).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 33


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />

Prof. Dr. Kenan Hızel<br />

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Ankara<br />

35


HBV’de <strong>Tedavi</strong>:<br />

Nükleoz(t)id Kullanılmalı<br />

Kronik hepatit B enfeksiyonu HBsAg pozitifliği<br />

ile birlikte serumda HBV-DNA varlığıyla<br />

karakterizedir. Bu göstergelerle birlikte<br />

HBeAg pozitifliği de olabilmesine karşın<br />

Türkiye dahil olmak üzere Akdeniz ülkelerindeki<br />

kronik hepatit B hastalarının çoğu HBeAg<br />

negatif HBV mutantları ile enfektedir. Bu<br />

mutantların özelliği HBe epitopu ile taşınan<br />

proteinleri (HBeAg) yeterince üretememeleridir.<br />

HBe proteininin görevi hala tam anlaşılamamakla<br />

birlikte konağın immün mekanizmalarını<br />

etkilediği düşünülmektedir. HBeAg negatif<br />

olgularda enfekte hepatositlere karşı daha güçlü<br />

bir immün yanıtın geliştiği ve bu durumun<br />

karaciğer hücrelerinde yıkım-yapım döngüsünü<br />

hızlandırdığı saptanmıştır.<br />

HBeAg negatif HBV mutantlarıyla enfekte olguların<br />

HBeAg pozitif suşlarla enfekte olanlara<br />

göre başlıca farklılıkları; konağın daha uzun<br />

süredir HBV ile enfekte olması, bu süreç içinde<br />

gelişen virüsle konak arasındaki mücadele<br />

sonucu karaciğerde daha ağır nekroenflamasyon<br />

gözlenmesi, siroz ve karaciğer kanseri<br />

gelişme olasılığının daha yüksek olmasıdır.<br />

<strong>Tedavi</strong>ye daha güç yanıt vermeleri ve tedavi<br />

sonu kalıcı yanıtın daha az gözlenmesi HBe<br />

negatif olguların diğer özellikleridir.<br />

Kronik HBV enfeksiyonunun tedavisinde günümüzde<br />

cilt altı uygulanan pegile interferon<br />

(PEG-IFN) alfa 2a ve 2b ile ağızdan alınan<br />

nükleoz(t)id analogları (lamivudin, telbivudin,<br />

entekavir, adefovir ve tenofovir) kullanılmaktadır.<br />

PEG-IFN bir yandan enfekte hücrenin içindeki<br />

virüse karşı geliştirdiği antiviral etkiyi<br />

artırırken, diğer yandan enfekte hepatositleri<br />

doğrudan hedef alan hücresel immüniteyi uyarmaktadır.<br />

Konağın immün sistemine uyarıcı<br />

etkisi olmayan nükleoz(t)id analogları ise virüsün<br />

revers transkriptazını inhibe ederek HBV<br />

replikasyonunu engellemektedir. Bu ilaçların<br />

hiçbirisinin HBV enfeksiyonunun süregenliğini<br />

sağlayan “covalently closed circular DNA<br />

(cccDNA)”ya doğrudan etkisi olmadığından<br />

tedavideki amaç DNA replikasyonunun, serumda<br />

HBV-DNA saptanamayacak derecede baskı<br />

altına alınmasıdır.<br />

Uluslararası kılavuzlarda HBeAg negatif olgular<br />

için PEG-IFN ya da nükleoz(t)id analogları<br />

önerilmektedir. Ancak tedaviye viral replikas-<br />

36<br />

yonu en hızlı ve güçlü şekilde baskılayacak<br />

ilaçlarla başlanması gerektiği vurgulanmaktadır.<br />

Bu özelliğe sahip ilaçların da entekavir ve tenofovir<br />

olduğu belirtilmektedir. Bu kılavuz önerilerine<br />

kaynak oluşturan çalışma sonuçlarında<br />

bir yıllık tedaviyle HBV-DNA negatifliğine PEG-<br />

IFN ile %63, entekavir ve tenofovir ile sırasıyla<br />

%90 ve %91 oranında ulaşıldığı bildirilmiştir.<br />

2010 yılında yayınlanan bir meta-analizde de<br />

bir yıllık monoterapilerin sonuçları karşılaştırılmış<br />

ve PEG-IFN’nin plaseboya göre üstün olmasına<br />

karşın tüm nükleoz(t)id analoglarına göre<br />

daha düşük oranda virolojik ve biyokimyasal<br />

yanıta neden olduğu gözlenmiştir. Aynı çalışmada<br />

en başarılı virolojik, biyokimyasal ve histolojik<br />

yanıtın entekavir ve tenofovir ile alındığı<br />

vurgulanmıştır.<br />

HBV-DNA’nın uzun süre pozitif kalmasının siroz<br />

ve karaciğer kanseri riskini artırdığı bilinmektedir.<br />

Bu nedenle hangi ilaç seçilirse seçilsin HBV-<br />

DNA’yı negatifleştirmek ve bu durumu sürdürmek<br />

gerekmektedir. Nükleoz(t)id analoglarının<br />

uzun süreli virolojik yanıt açısından da daha<br />

başarılı olduğu belirtilmektedir. HBV-DNA<br />

negatifliği (≤ 400 kopya/mL) bir yıllık PEG-IFN<br />

tedavi sonrası üçüncü yılda olguların %18’inde<br />

saptanırken, tenofovirin dördüncü yılında bu<br />

oran %84’tür. Yirmi dört ay lamivudin tedavisi<br />

alan ve direnç geliştirmemiş olgularda tedavi<br />

sonu %86 olan HBV-DNA kaybının, ilaç kesildikten<br />

60 ay sonra %47.4 olguda sürdüğü saptanmıştır.<br />

HBeAg negatif olgularda PEG-IFN tedavi başarısının,<br />

HBeAg pozitif olgulara göre daha az olduğu<br />

saptanmıştır. Bu durumun nedenlerinden<br />

biri, HBeAg negatifliğine neden olan mutasyonun<br />

özellikle HBV genotip D’de görülmesidir.<br />

Ülkemizdeki enfekte olguların çoğundan<br />

sorumlu suş genotip D olup, HBV C ve D genotipleri,<br />

A ve B’ye göre PEG-IFN tedavisine daha<br />

kötü yanıt vermektedir. PEG-IFN’nin sağladığı<br />

virolojik yanıt genotip A’da %34 iken, genotip<br />

D’de %21 olarak saptanmıştır. Farklı genotiplerin<br />

nükleoz(t)id analogları tedavisine yanıtı<br />

değiştirdiği hakkında kanıt ise henüz yoktur.<br />

Nükleoz(t)id analoglarının uzun süre kullanım<br />

dezavantajlarına karşın istenmeyen etki geliştirme<br />

potansiyelleri oldukça azdır. Nükleoz(t)id<br />

analogları kullananların yaklaşık %2’sinde uzun<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


dönemde kreatinin yüksekliği, laktik asidoz<br />

ortaya çıkabilmektedir. Oral antiviralleri en sık<br />

bırakma nedenleri baş ağrısı ve üst solunum<br />

yolu yakınmalarıdır. PEG-IFN başta nötropeni<br />

olmak üzere pek çok istenmeyen etkiye sahiptir.<br />

Psikolojik sorunlar geliştirmesi de azımsanmayacak<br />

kadar çoktur. Tüm tedavilerin karşılaştırıldığı<br />

bir meta-analizde; depresyon en sık (%5)<br />

PEG-IFN tedavisi alan HBV hastalarında gözlenmiştir.<br />

Aynı çalışmada istenmeyen etkiler<br />

nedeniyle tedaviyi bırakma sıklıkları sırasıyla<br />

PEG-IFN (%5), lamivudin (%2.8), entekavir<br />

(%1.8), tenofovir (%1) ve adefovir (%1) olarak<br />

bildirilmiştir. Karaciğer enzimlerinde dalgalanmalar<br />

ise sırasıyla entekavir (%1), telbivudin<br />

(%1), adefovir (%2), lamivudin (%4), tenofovir<br />

(%6), lamivudun + adefovir (%7) ve PEG-IFN<br />

(%8) olarak saptanmıştır.<br />

PEG-IFN’nin özellikle kadın, genç, yüksek ALT<br />

ve düşük HBV-DNA değerine sahip ve komorbid<br />

hastalığı olmayanlarda daha başarılı olduğu bildirilmektedir.<br />

Ancak bu hasta gruplarında<br />

nükleoz(t)id analoglarına göre özel bir üstünlüğü<br />

bulunmamaktadır. PEG-IFN, nükleoz(t)id<br />

analoglarından farklı olarak, dekompanse sirozda<br />

kontrendikedir ve kompanse siroz, gebe ve<br />

immünyetmezlik durumlarında kullanılmaları<br />

önerilmemektedir.<br />

Sonuç olarak; olası tedavi seçeneklerini etkinlik,<br />

güvenlik, direnç geliştirme riski ve tedavi maliyeti<br />

açısından değerlendirmek ve tedaviye başlarken<br />

mutlaka hastanın özelliklerini de hesaba<br />

katmak en akılcı yöntemdir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Bárcena Marugán R, García Garzón S. DNA-guided hepatitis<br />

B treatment, viral load is essential, but not sufficient.<br />

World J Gastroenterol 2009;15:423-30.<br />

2. European Association for the Study of the Liver. EASL<br />

Clinical Practice Guidelines: management of chronic<br />

hepatitis B. Journal of Hepatology 2009;50:227-42.<br />

Kenan Hızel<br />

3. Keeffe EB, Dieterich DT, Han SH, et al. A treatment algorithm<br />

for the management of chronic hepatitis B virus<br />

infection in the United States: 2008 update. Clin<br />

Gastroenterol Hepatol 2008;6:1315-41.<br />

4. Marcellin P, Bonino F, Lau GK, et al. Sustained response of<br />

hepatitis B e antigen-negative patients 3 years after treatment<br />

with peginterferon alfa-2a. Gastroenterology<br />

2009;136:2169-79.<br />

5. Marcellin P, Buti M, Krastev Z, et al. Continued efficacy<br />

and safety through 4 years of tenofovir disoproxil fumarate<br />

(TDF) treatment in HBeAg-negative patients (HBeAg-)<br />

with chronic hepatitis B (Study 102). Program and abstracts<br />

of the 61 st Annual Meeting of the American<br />

Association for the Study of Liver Diseases; October<br />

29-November 2, 2010; Boston, Massachusetts. Abstract<br />

476.<br />

6. Nguyen MH, Keeffe EB. Are hepatitis B e antigen<br />

(HBeAg)-positive chronic hepatitis B and HBeAg-negative<br />

chronic hepatitis B distinct diseases? Clin Infect Dis<br />

2008;47:1312-4.<br />

7. Paik YH, Kim JK, Kim do Y, et al. Clinical efficacy of a<br />

24-months course of lamivudine therapy in patients with<br />

HBeAg negative chronic hepatitis B: a long-term prospective<br />

study. J Korean Med Sci 2010;25:882-7.<br />

8. Papatheodoridis GV, Lampertico P, Manolakopoulos S,<br />

Lok A. Incidence of hepatocellular carcinoma in chronic<br />

hepatitis B patients receiving nucleos(t)ide therapy: a<br />

systematic review. J Hepatol 2010;53:348-56.<br />

9. Perrillo R. Benefits and risks of interferon therapy for<br />

hepatitis B. Hepatology 2009;49(Suppl 5):S103-S11.<br />

10. Ribeiro RM, Germanidis G, Powers KA, et al. Hepatitis B<br />

virus kinetics under antiviral therapy sheds light on differences<br />

in hepatitis B e antigen positive and negative<br />

infections. J Infect Dis 2010;202:1309-18.<br />

11. Shouval D, Lai CL, Chang TT, Cheinquer H, Martin P,<br />

Carosi G, et al. Relapse of hepatitis B in HBeAg-negative<br />

chronic hepatitis B patients who discontinued successful<br />

entecavir treatment: the case for continuous antiviral<br />

therapy. J Hepatol 2009;50:289-95.<br />

12. Woo G, Tomlinson G, Nishikawa Y, et al. Tenofovir and<br />

entecavir are the most effective antiviral agents for chronic<br />

hepatitis B: a systematic review and Bayesian metaanalyses.<br />

Gastroenterology 2010;139:1218-29.<br />

13. Wu IC, Lai CL, et al. Efficacy of entecavir in chronic hepatitis<br />

B patients with mildly elevated alanine aminotransferase<br />

and biopsy-proven histological damage. Hepatology<br />

2010;51:1185-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 37


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Transplant Enfeksiyonları:<br />

Fungal Enfeksiyonlar<br />

Prof. Dr. Hande Arslan<br />

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Ankara<br />

39


Transplant Enfeksiyonları:<br />

Fungal Enfeksiyonlar<br />

Transplantasyon cerrahisinde sağlanan gelişmeler<br />

sayesinde son yıllarda solid organ<br />

transplantasyonu (SOT) hastalarında invaziv<br />

fungal enfeksiyon (İFE) oranları düşmüştür.<br />

Buna karşın erken tanı güçlükleri ve mortalite<br />

oranlarının yüksek olması nedeniyle İFE bu<br />

hastalar için halen en önemli enfeksiyonların<br />

başında gelmektedir. Bu grupta en sık rastlanan<br />

enfeksiyonlar aspergilloz ve kandidozdur. Daha<br />

az oranda kriptokokoz, zigomikoz, Pnemocystis<br />

jiroveci enfeksiyonları da gözlenebilir.<br />

Transplantasyon sonrasında gelişen mantar<br />

enfeksiyonlarının türü ve insidansını, transplante<br />

edilen organın tipi ve immünsüpresyonun<br />

net durumu belirler. Transplantasyon tipi<br />

ve mantar enfeksiyonlarının insidansı Tablo<br />

1’de verilmiştir<br />

ASPERGİLLOZ<br />

SOT alıcılarında görülme insidansı %1-15’tir.<br />

İnvaziv aspergilloz bu hasta grubunda da önemli<br />

bir mortalite ve morbidite (%65-92) nedenidir.<br />

Transplantasyondan sonraki ilk yıl içinde<br />

görülen ölümlerin %9.3-16.9’undan invaziv<br />

aspergillozun sorumlu olabileceği tahmin edilmektedir.<br />

Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri<br />

İmmünsüpresyonun yoğunluğu SOT hastalarında<br />

invaziv aspergilloz gelişimini belirleyen<br />

majör risk faktörüdür. Buna karşın transplante<br />

edilen organa göre değişen risk faktörleri de<br />

vardır.<br />

Tab lo 1. Transplant tipi ve mantar enfeksiyonlarının<br />

insidansı<br />

Transplant<br />

tipi<br />

40<br />

İFE insidansı<br />

(%)<br />

Etken<br />

Kalp 3-21 Aspergillus %70-90<br />

Karaciğer 4-42 Aspergillus %9-34<br />

Candida %35-91<br />

Kalp/<br />

akciğer<br />

10-44 Aspergillus %25-50<br />

Candida %43-72<br />

Pankreas 6-38 Candida %97-100<br />

Böbrek 1-14 Aspergillus %7-19<br />

Candida %50-80<br />

İnce<br />

bağırsak<br />

40-59 Candida %90<br />

İyi tanımlanmış risk faktörleri içinde retransplantasyon<br />

ve renal yetmezlik önem kazanmaktadır.<br />

Diğer risk faktörleri; fulminan hepatik<br />

yetmezlik nedeniyle transplantasyon yapılmış<br />

olması, sitomegalovirüs (CMV) enfeksiyonu,<br />

yoğun bakım ünitesinde uzun kalıştır.<br />

Tanı<br />

Balgam ve bronkoalveoler lavaj (BAL) kültürlerinin<br />

tanı değerleri oldukça sınırlıdır.<br />

Pozitif bir kültür sonucu kolonizasyonu gösterebildiği<br />

gibi, enfekte bazı hastalarda invaziv<br />

aspergillozun ileri dönemlerinde balgamda<br />

üreme olabilmektedir. Hava yolu örneklerinde<br />

üreme saptanmasının önemi de yapılan transplatasyon<br />

tipine göre değişmektedir. Karaciğer<br />

transplantasyonu yapılan hastaların hava yolu<br />

örneklerinden Aspergillus izolasyon oranı<br />

(%1.5) çok düşük iken, bunun pozitif prediktif<br />

değeri (PPD) yüksektir (%41-72). Buna karşın<br />

Aspergillus akciğer transplant alıcılarında daha<br />

sık izole edilir (%25-39) ancak bu hastalarda bu<br />

bulgunun hastalığı predikte etme (ön görme)<br />

değeri düşüktür. Bu hastalarda hava yolu örneklerinden<br />

Aspergillus izole edilmesi durumunda,<br />

trakeobronşit tanısının konulabilmesi için,<br />

bronkoskopik inceleme gerekmektedir. Kalp<br />

transplant alıcılarında ise kültür pozitifliğinin<br />

invaziv aspergilloz için PPD’si %60-70’tir.<br />

Aspergillus fumigatus için bu PPD daha yüksek<br />

iken, diğer türler için hemen hemen hiç yoktur.<br />

Galaktomannan testinin duyarlılığı SOT alıcılarında<br />

tartışmalıdır. Bu konuda yeterli kanıt<br />

sağlayacak çalışmalar henüz yoktur. Bu konudaki<br />

en yetkin çalışmalardan biri olan ve 27 çalışma<br />

ve 4000 hastalık seriye ulaşan bir meta-analizde<br />

galaktomannan düzey takibinin hematolojik<br />

malignitesi olan hastalar veya kemik iliği<br />

transplantasyon hastalarında daha yararlı olduğu,<br />

SOT hastalarında ise bu tetkikin %22 duyarlı<br />

ve %84 özgül bulunduğu bildirilmiştir.<br />

Bununla birlikte SOT alıcılarında galaktomannanın<br />

BAL’da araştırılmasının duyarlılığı artıracağını<br />

bildiren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmalarda<br />

“cut-off” değeri ≥ 1 olarak belirlenmiş;<br />

duyarlılık %67, %100 ve özgüllük %98, %91<br />

bulunmuştur.<br />

1-3 b glukan testinin SOT hastalarında invaziv<br />

aspergilloz tanısı için önemi tam olarak tanımlanmamıştır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Polimeraz zinzir reaksiyonu yöntemine dayalı<br />

moleküler tanı testleri ticari olarak bulunmadığından<br />

ve henüz standardize edilmediğinden<br />

tanı ve tedavideki yeri henüz kesinleşmemiştir.<br />

Görüntüleme yöntemlerinden yüksek çözünürlüklü<br />

bilgisayarlı tomografide halo ve hilal<br />

belirtilerinin SOT grubunda tanı değeri sınırlıdır.<br />

Bu hastalarda invaziv aspergilloz akciğerlerde<br />

her türlü infiltratif görüntü ile seyredebilmektedir.<br />

Akciğer infiltrasyonunun tipi ve lokalizasyonuna<br />

göre bilgisayarlı tomografi rehberliğinde<br />

örnek alımı; boya kültür ve sitolojik tekniklerle<br />

tanı konması önemini korumaktadır.<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

SOT hastalarında invaziv aspergilloz tedavi<br />

prensipleri nötropenik olmayan diğer hasta<br />

gruplarında önerilenden farklı değildir.<br />

KANDİDA ENFEKSİYONLARI<br />

Solid organ alıcılarında en sık rastlanan İFE<br />

olup, İFE’lerin yaklaşık %50’sini oluşturur.<br />

İnvaziv kandidoz diğer mikozlara oranla daha<br />

erken dönemde (genellikle ilk üç ayın içinde) ve<br />

klasik bir nozokomiyal enfeksiyon tablosunda<br />

gelişir. Bu durumun istisnaları bazı karaciğer ve<br />

ince bağırsak alıcılarıdır. Kandida tür dağılımına<br />

bakılacak olursa transplantasyon alıcılarında<br />

%50 izolat C. albicans’dır. Non-albicans türler<br />

arasında en sık; Candida glabrata, Candida tropicalis,<br />

Candida parapsilosis saptanır.<br />

Risk Faktörleri<br />

İnvaziv kandidoz gelişmesine neden olan risk<br />

faktörleri transplantasyonun ve anastomozun<br />

tipine göre değişir. Karaciğer alıcılarında kaynak<br />

genellikle endojenken (bağırsaklar), kalp ve<br />

akciğer alıcılarına bulaş donör organ aracılıklı<br />

olabilir. Abdominal kavite transplantasyonu<br />

yapılan hastalarda en sık intraabdominal kandida<br />

enfeksiyonları saptanmaktadır. Risk faktörleri<br />

primer graft yetmezliği, retransplantasyon,<br />

uzamış cerrahi, erken cerrahi reeksplorasyon,<br />

cerrahi sırasına çok sayıda kan ve kan ürünü<br />

tüketimi, renal yetmezlik ve CMV enfeksiyonu,<br />

Candida spp. ile erken kolonizasyondur.<br />

Tanı<br />

Kesin tanı kan, plevral sıvı, intraabdominal sıvı<br />

veya apse materyali gibi steril bir vücut bölge-<br />

Hande Arslan<br />

sinden mikroorganizmanın izole edilmesidir.<br />

Ancak kan kültürü örneğinde olduğu gibi steril<br />

bölgelerden Candida spp. izolasyonunun duyarlılığı<br />

düşüktür. Yeni kültür yöntemleriyle bile<br />

kanda kandida izolasyonunun duyarlılığı %70’in<br />

üzerine çıkamamıştır.<br />

Kültür dışı yöntemlerden 1-3 b glukan testi<br />

yapılan çalışmalarda %70 duyarlılık ve %87<br />

özgüllükle güvenilir bir yöntem gibi görünmektedir.<br />

Günümüzde bu yöntem tanıya yardımcı<br />

bir test olarak önerilmektedir.<br />

İzole edilen mantarın tür düzeyinde tayini de<br />

özellikle seçilecek tedavi alternatiflerinin belirlenmesi<br />

açısından önemlidir. Bu nedenle C.<br />

albicans tanısının germ tüp yöntemi gibi ucuz ve<br />

kolay bir yöntemle yapılabilmesi oldukça önemli<br />

bir şanstır. Diğer türlerin saptanmasında PNA-<br />

FISH veya özel besiyerleri (kromojenik besiyerleri<br />

gibi) kullanılabilir.<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

SOT hastalarında invaziv kandidoz tedavi prensipleri<br />

nötropenik olmayan diğer hasta gruplarında<br />

önerilenden farklı değildir.<br />

KRİPTOKOK ENFEKSİYONLARI<br />

Kriptokokoz SOT alıcılarında üçüncü sıklıkta<br />

görülen İFE’dir ve İFE’lerin yaklaşık %8’inden<br />

sorumludur. Organ alıcılarında görülme insidansı<br />

%0.35’tir. Kriptokokoz tipik olarak bir geç<br />

dönem enfeksiyonu olup genellikle transplantasyon<br />

sonrası 16-21. aylar arasında görülmektedir.<br />

Solid organ alıcılarının önemli bir kısmında<br />

kriptokokozun transplantasyon öncesi alınan<br />

enfeksiyonun reaktivasyonu olduğunu gösteren<br />

deliller mevcuttur. Bu hastalarda posttransplant<br />

enfeksiyon gelişme süresi transplantasyon sonrası<br />

primer kriptokok enfeksiyonu geçirenlerden<br />

daha kısadır.<br />

Solid organ alıcılarında immünsüpresif olarak<br />

kalsineürin inhibitörleri kullanılmasıyla kriptokok<br />

enfeksiyon oranlarında değilse bile klinik<br />

tablolarda değişiklikler gözlenmektedir.<br />

Kalsineürin inhibitörü alan hastalarda dissemine<br />

enfeksiyon daha az görülmektedir. Bu durum<br />

kalsineürin inhibitörlerinin antikriptokokal<br />

etkisine bağlanmaktadır. Kriptokokoz için SOT<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 41


Transplant Enfeksiyonları:<br />

Fungal Enfeksiyonlar<br />

hastalarında tanımlanmış risk faktörleri ALA ve<br />

alemtuzumab kullanımıdır.<br />

Olguların %53-72’si disseminasyon ya da santral<br />

sinir sistemi tutulumu ile gider. Kriptokokoz<br />

gelişen hastaların yaklaşık %33’ünde fungemi<br />

saptanır. Olguların %33’ünde ise hastalık akciğerlerle<br />

sınırlıdır. Tablo asemptomatik pulmoner<br />

tutulumdan akut solunum yetmezliğine<br />

kadar değişebilir. Kütanöz kriptokokoz ise,<br />

papüler, nodüler, ülseratif lezyonlar ve selülit<br />

olarak karşımıza çıkabilir. Günümüzde genel<br />

mortalite %14’tür.<br />

Tanı<br />

Asıl amaç; tedaviyi etkileyeceği için nörolojik<br />

tutulumun olup olmadığının, nörolojik tutulum<br />

yoksa pulmoner tutulumun lokal olup olmadığının<br />

gösterilmesidir.<br />

Kriptokokozdan şüphelenilen tüm hastalardan<br />

beyin omurilik sıvısı, kan, idrar kültürleri ve<br />

akciğer grafisinde pulmoner tutulumdan şüphelenilmişse;<br />

BAL ve gerekirse biyopsi örnekleri<br />

alınmalıdır. Kan ve beyin omurilik sıvısında<br />

kriptokok antijeni çalışılmalıdır. Kriptokok<br />

antijeni beyin omurilik sıvısı için kültür ve<br />

boyama yöntemlerinden daha duyarlıdır. Tanıda<br />

kanda kriptokok antijeninin varlığının saptanması<br />

da oldukça güvenilir bir yöntemdir ancak<br />

42<br />

pozitiflik titresi genelde HIV pozitif hastalarda<br />

saptanan değerlerden düşüktür (< 1/1024).<br />

Ayrıca, kan antijen düzeyinin takibi tedaviye<br />

yanıt açısından da yol göstericidir.<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

<strong>Tedavi</strong> hastalığın disseminasyon oranına,<br />

immünsüpresyon düzeyinin azaltılıp azaltılmayacağına<br />

bağlıdır. SOT hastalarına spesifik randomize<br />

kontrollü çalışmalar olmamakla birlikte<br />

IDSA tedavi önerileri bu hasta grubunda da<br />

geçerlidir. <strong>Tedavi</strong>ye başlamadan önce hastalığın<br />

dissemine olup olmadığını belirlemek gerekir.<br />

Bu nedenle tüm hastalara lomber ponksiyon<br />

yapılmalıdır.<br />

Fungal <strong>Tedavi</strong> Ajanlarının ve İmmünsüpresif<br />

Ajanların Etkileşimi<br />

Birçok diğer antimikrobiyal ajan gibi antifungal<br />

ajanlar da immünsüpresiflerin farmakokinetiği<br />

üzerinde değişikliğe neden olur. Bu etkileşim<br />

bazen çok ciddi boyutlara ulaşabilir ve bu ajanların<br />

birlikte kullanımı yarardan çok zarar verebilir.<br />

Bu nedenle SOT hastalarında sadece kullanılacak<br />

antifungalin farmakokinetik ve farmakodinamik<br />

özelliklerini bilmek yeterli değildir.<br />

Aynı zamanda ilaç-ilaç etkileşimi de mutlaka<br />

her hasta için yeniden değerlendirilmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Transplant Enfeksiyonları:<br />

Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />

Doç. Dr. Yaşar Bayındır<br />

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Malatya<br />

43


Transplant Enfeksiyonları:<br />

Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />

Son dönem organ yetmezliklerinin tek tedavi<br />

şansı olan solid organ transplantasyonu<br />

(SOT) alanında son 20-30 yılda kayda değer bir<br />

ilerleme olmamıştır. Cerrahi teknik, operasyon<br />

öncesi ve sonrası bakım, immünsüpresif tedavi<br />

seçenekleri ve profilaksi uygulamalarındaki<br />

gelişmelere rağmen, enfeksiyon ve rejeksiyon<br />

hala hastaların yaşam süresini kısaltan en<br />

önemli iki nedendir. Transplantasyondan sonra<br />

her dönemde çeşitli enfeksiyonlar görülmekle<br />

beraber, erken dönemde (ilk bir ay) en fazla<br />

görülen enfeksiyonlar, bakteriyel enfeksiyonlardır.<br />

Örneğin; transplantasyondan sonra<br />

görülen bakteremilerin yarısının ilk üç ay içerisinde<br />

meydana geldiği ve septik şok varlığında<br />

mortalitenin yaklaşık %50 olduğu gösterilmiştir.<br />

Bununla beraber gerek toplum gerekse hastane<br />

kökenli bakteriyel enfeksiyonlar transplantasyondan<br />

sonra herhangi bir dönemde<br />

görülebilir.<br />

Enfeksiyonların türü ve sıklığı transplante edilen<br />

organa göre değişmektedir. Örneğin; böbrek<br />

transplantasyonunda üriner sistem enfeksiyonları,<br />

karaciğer transplantasyonunda abdominal<br />

enfeksiyonlar, akciğer transplantasyonunda ise<br />

akciğer enfeksiyonları daha sık görülmektedir.<br />

Transplantasyon öncesi hasta durumunun<br />

bozukluğu, teknik olarak zor bir ameliyatın<br />

yapılmış olması ve uzun süre immünsüpresif<br />

tedavi alma zorunluluğu bakteriyel enfeksiyonlara<br />

yatkınlığa neden olmaktadır. Tanı ve tedavide<br />

gecikme mortaliteyi artırmaktadır. SOT<br />

hastalarında enfeksiyon semptomları, rejeksiyonu<br />

taklit edebilir veya bakteriyel kolonizasyonla<br />

enfeksiyonu birbirinden ayırmak her<br />

zaman mümkün olmayabilir. Ayrıca, bu hastalarda<br />

antimikrobiyal tedaviye yanıt almak zor<br />

olduğu gibi, tedavide kullanılan antimikrobiyallerin<br />

toksik etkileri ve immünsüpresif ilaçlarla<br />

etkileşimleri tedavide yaşanan diğer zorluklardır.<br />

SOT hastalarında görülen bakteriyel enfeksiyonlar;<br />

alıcı kaynaklı, verici kaynaklı, nozokomiyal<br />

veya toplum kökenli olabilir.<br />

1. Alıcı Kaynaklı Enfeksiyonlar<br />

Transplantasyon öncesi alıcıdaki aktif enfeksiyonlar,<br />

transplantasyon sonrası immünsüpresyona<br />

bağlı alevlenmelere neden olacağından<br />

transplantasyon öncesi tedavi edilmelidir.<br />

Kişisel epidemiyolojik öz geçmiş, enfeksiyonu<br />

44<br />

önleme stratejilerine de kılavuzluk yapmaktadır.<br />

Örneğin; endemik bölgelerdeki transplant alıcılarında<br />

normal popülasyona göre tüberküloz<br />

aktivasyonu 50 kat artmaktadır. Enfeksiyonlara<br />

bağlı olarak vasküler anastomoz harabiyeti,<br />

mikotik anevrizma oluşumu, enfektif endokardit<br />

ve sepsis gelişebilir. Transplantasyon öncesi dikkatli<br />

bir tarama ile bu enfeksiyonların operasyon<br />

sonrası dönemde görülme sıklığı azaltılabilir.<br />

2. Verici Kaynaklı Enfeksiyonlar<br />

Uygun organ vericilerinin az olması organ transplantasyonundaki<br />

en önemli engeldir. Arz ve<br />

talep arasındaki dengesizlik transplant ile uğraşan<br />

hekimleri marjinal vericilerden organ transplantasyonuna<br />

yönlendirmiştir. Bu vericilerde<br />

genellikle ileri yaş, ciddi hemodinamik bozukluk,<br />

uzun süre yoğun bakım ünitesinde kalma<br />

ve enfeksiyon gibi risk faktörleri bulunmaktadır.<br />

Bu konuda kesin bir kanıt bulunmamakla<br />

beraber, olumlu ve olumsuz görüş bildiren<br />

çalışmalar bulunmaktadır. Yeni bir çalışmada<br />

enfekte vericiden alıcıya bakteriyel enfeksiyonun<br />

geçiş oranı %1.7 olarak bildirilmiştir. Son<br />

yıllarda hemodinamik olarak stabil olan ve tedavisi<br />

başlanan enfeksiyonlu vericiler kabul edilerek,<br />

verici havuzu artırılmaya çalışılmaktadır.<br />

Ancak verici rutin cerrahi antimikrobiyal profilaksiye<br />

dirençli bakterilerle enfekte olabilir ve<br />

alıcıda aktif enfeksiyona neden olabilir.<br />

Vankomisine dirençli enterokoklar (VRE), çoğul<br />

dirençli gram-negatif bakteriler ve azol dirençli<br />

kandidalarla alıcıda enfeksiyon gelişebilir.<br />

Sepsis gibi ciddi bir enfeksiyon organ naklini<br />

engelleyebilmektedir. Acil hastalarda durum<br />

değerlendirmesi yapmak, acil olmayan hastalarda<br />

mümkünse ertelemek daha uygundur. Alıcıya<br />

profilaksi uygulaması sırasında vericideki etkenler<br />

de göz önünde tutulmalıdır.<br />

3. Nozokomiyal Enfeksiyonlar<br />

Transplantasyon için bekleyen hastalar metisiline<br />

dirençli Staphylococcus aureus (MRSA), VRE,<br />

flukonazole dirençli Candida türleri, Clostridium<br />

difficile, çoklu antibiyotik dirençli gram-negatif<br />

bakteriler veya Aspergillus spp. gibi mikroorganizmalarla<br />

kolonize olabilirler. Pnömoni, kateter<br />

enfeksiyonları, cerrahi yara ve üriner sistem<br />

enfeksiyonları başta olmak üzere diğer cerrahi<br />

uygulanan hastalarda görülen tüm nozokomiyal<br />

enfeksiyonlar SOT hastalarında da görülebilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


4. Toplum Kökenli Enfeksiyonlar<br />

Normal konağın her zaman maruz kalabildiği<br />

etkenler, transplantasyon yapılmış hastalarda<br />

çok daha ciddi enfeksiyonlara neden olabilir.<br />

Operasyondan sonra geçen süreye bağlı olarak<br />

bakteriyel enfeksiyon etkenleri değişmektedir.<br />

Hastalar ampirik tedavi için değerlendirilirken,<br />

laboratuvar sonuçları çıkana kadar bu durum<br />

göz önünde tutulmalıdır.<br />

Transplantasyon sonrası görülen enfeksiyonlar<br />

cerrahi faktörler, immünsüpresyon seviyesi ve<br />

çevresel temasa göre üç dönem halinde değerlendirilmektedir.<br />

Transplantasyon Sonrası Erken Dönem<br />

(0-1 Ay)<br />

Ağır bir immünsüpresyon olmadığından transplantasyondan<br />

sonraki ilk bir ay içerisinde fırsatçı<br />

enfeksiyonlar pek görülmemektedir. İlk bir<br />

aylık dönemde bakteriyel enfeksiyonlar genellikle<br />

cerrahi ve teknik komplikasyonlarla veya<br />

hasta bakımı ile ilişkilidir. Cerrahi alan enfeksiyonları,<br />

pnömoni, üriner sistem enfeksiyonu,<br />

damar içi kateter ilişkili sepsis, safra yolu, göğüs<br />

ve diğer drenaj kateter veya alet ilişkili enfeksiyonlar<br />

görülmektedir. Etkenler ve direnç<br />

durumları transplante edilen organa, hastaya ve<br />

hastaneye göre değişebilmektedir. Bu enfeksiyonlar<br />

diğer cerrahi operasyon geçirmiş veya<br />

yoğun bakımda yatan hastalarda gelişen enfeksiyonlarla<br />

benzerlik göstermektedir. İlk bir ay<br />

içinde yoğun bakımda uzun süre yatan hastalarda<br />

C. difficile koliti, çoklu ilaca dirençli gramnegatif<br />

bakteriler ile MRSA ve VRE gibi dirençli<br />

gram-pozitif bakteri enfeksiyonları da görülebilmektedir.<br />

Transplantasyon Sonrası Ara Dönem<br />

(1-6 Ay)<br />

Transplantasyondan sonra 1-6 ay arası dönemde<br />

ateş epizotlarının büyük çoğunluğunun nedeni,<br />

immünsüpresyonun en ağır olduğu dönem<br />

olduğundan dolayı fırsatçı patojenlerdir.<br />

Trimetoprim/sülfametoksazol profilaksisi genel<br />

olarak birçok üriner sistem enfeksiyonu ile<br />

Pneumocystis jiroveci pnömonisi, listeriyoz, toksoplazmoz<br />

ve nokardiyoz gibi fırsatçı enfeksiyonları<br />

önleyebilmektedir. Ayrıca, toplum<br />

kökenli enfeksiyonlar ve tüberküloz reaktivasyonu<br />

bu dönemde görülebilir.<br />

Yaşar Bayındır<br />

Transplantasyon Sonrası Geç Dönem<br />

(6 Aydan Sonra)<br />

Altı aydan sonra immünsüpresif tedavi giderek<br />

azaltıldığından fırsatçı enfeksiyon riski azalırken,<br />

toplum kökenli enfeksiyon riski azalmamaktadır.<br />

Toplum kökenli solunum yolu ve<br />

üriner sistem bakteriyel enfeksiyonlarına sıklıkla<br />

rastlanmaktadır. Ancak altı aydan sonraki<br />

dönemde bazen hastalarda akut rejeksiyon<br />

nedeniyle immünsüpresif tedavi dozu artırılabilir<br />

veya kronik rejeksiyon nedeniyle uzun süre<br />

daha yüksek doz immünsüpresif tedavi uygulanabilir.<br />

Bu dönemde 1-6 ay arası sık görülen<br />

enfeksiyonlarda tekrar bir artış görülebilir.<br />

TRANSPLANTASYONA GÖRE<br />

SIK GÖRÜLEN ENFEKSİYONLAR<br />

SOT’dan sonraki herhangi bir dönemde karaciğer<br />

transplant alıcılarında %33-68, kalp alıcılarında<br />

%21-30, pankreas alıcılarında %35, böbrek<br />

alıcılarında %47 ve akciğer alıcılarında %54<br />

oranında bakteriyel enfeksiyonların görüldüğü<br />

bildirilmiştir. Ancak, görülen bu enfeksiyonların<br />

ciddiyeti, sıklığı ve etkenleri açısından hastalar,<br />

merkezler ve birimler arasında farklılıklar<br />

görülebilmektedir.<br />

Solid organ transplant alıcılarında çoklu ilaca<br />

dirençli bakteri enfeksiyonları giderek artış göstermekte,<br />

allograft kaybına, morbidite ve mortalite<br />

artışına neden olmaktadır. Beta-laktamaz<br />

üreten enterobakteriler veya çoklu ilaca dirençli<br />

Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonları sıklıkla<br />

görülmekte iken, Acinetobacter baumannii başta<br />

olmak üzere karbapenemlere de dirençli<br />

Acinetobacter’ler, MRSA’lar ve VRE’ler de deri ve<br />

yumuşak doku enfeksiyonları, üriner sistem<br />

enfeksiyonları, kateterle ilişkili kan dolaşımı<br />

enfeksiyonları ve ventilatörle ilişkili pnömonilere<br />

neden olabilmektedir. Transplantasyon türüne<br />

ve hastaların özelliğine göre enfeksiyonlar ve<br />

bakteriyel etkenler değişkenlik gösterebilmektedir.<br />

Karaciğer Transplantasyonu<br />

Karaciğer transplant alıcılarının %30-70’i operasyon<br />

sonrası ilk yıl içinde en az bir bakteriyel<br />

enfeksiyon atağı geçirmektedir. Operasyon süresinin<br />

uzun olması, operasyonun büyüklüğü,<br />

biliyer ve enterik kontaminasyon riskinin fazla<br />

olması, operasyon öncesi hastanın kötü durum-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 45


Transplant Enfeksiyonları:<br />

Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />

da olması, acil cerrahi gereksinimi ve uzun süre<br />

yoğun bakımda kalma enfeksiyon riskini artırmaktadır.<br />

Son yıllarda canlıdan canlıya karaciğer<br />

transplantasyonunun yaygınlaşmasına rağmen,<br />

enfeksiyon riskinin bu operasyonda daha<br />

yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Karaciğer<br />

transplantasyonu sonrası en sık görülen bakteriyel<br />

enfeksiyonlar safra yolları, periton, kan<br />

dolaşımı ve cerrahi yara enfeksiyonlarıdır. Bu<br />

enfeksiyonların çoğu operasyondan sonraki biriki<br />

ay içinde, safra kaçağı veya tıkanıklık gibi<br />

teknik nedenlere bağlı olarak gelişmektedir.<br />

Karaciğer apseleri ise, sıklıkla hepatik arter<br />

trombozuna bağlı allograftın iskemisi ile ilişkilidir.<br />

Nadiren biliyer darlığa bağlı olarak da gelişmektedir.<br />

Etkenler genellikle flora bakterileridir.<br />

Koliform basiller, Enterobacteriaceae, nadiren<br />

Pseudomonas türleri olmak üzere gramnegatif<br />

basiller, enterokoklar, anaeroplar ve stafilokoklar<br />

en sık enfeksiyona neden olan bakterilerdir.<br />

Birçok merkezde çok ilaca dirençli veya<br />

panrezistan gram-negatif bakteriler ve VRE<br />

ciddi bir sorun teşkil etmektedir.<br />

İntraabdominal enfeksiyonlardan sonra karaciğer<br />

transplant alıcılarında ikinci en sık görülen<br />

enfeksiyon, akciğer enfeksiyonlarıdır.<br />

Pseudomonas spp. ve Staphylococcus spp. en sık<br />

görülen etkenlerdir. Legionella spp. ve Nocardia<br />

spp. enfeksiyonları ve tüberküloz daha nadir<br />

görülmektedir.<br />

Karaciğer transplant alıcılarında bakteriyel<br />

enfeksiyonlar için risk faktörleri, sitomegalovirüs<br />

enfeksiyonu, akut rejeksiyon, uzamış hospitalizasyon,<br />

artmış intraoperatif transfüzyon<br />

gereksinimi, uzamış cerrahi süresi, rejeksiyon,<br />

reoperasyon, yüksek kreatinin seviyesi, retransplantasyon<br />

ve yüksek bilirubin seviyeleri sayılabilir.<br />

“Roux-en-Y” koledokojejunostomi de sepsis<br />

riskini, karaciğer biyopsisi ilişkili enfeksiyöz<br />

komplikasyonları, enterokok ve psödomonas<br />

bakteremi sıklığını artırmaktadır. Bu durumlarda<br />

enterik patojenlerin biliyer sisteme, oradan<br />

da transplante edilen karaciğere ulaşma olasılığı<br />

artmaktadır.<br />

Cerrahi alan enfeksiyonu veya intraabdominal<br />

apse varlığında ateş, abdominal ağrı, yara<br />

dudaklarının ayrılması ve yarada pürülan drenaj<br />

görülebilir. Klinik ve laboratuvar bulgular transplant<br />

hastalarında her zaman yol gösterici olmayabilir,<br />

bu durumda radyolojik incelemeler yardımcıdır.<br />

Kolanjitte ateş, sağ üst kadran ağrısı,<br />

46<br />

palpasyonla rebaund ve hassasiyet mevcuttur.<br />

Lökositoz, bilirubin, transaminaz ve alkalen<br />

fosfataz yüksekliği saptanır.<br />

Böbrek Transplantasyonu<br />

Böbrek transplant alıcılarında taburcu sonrası<br />

%28-90 arasında üriner sistem enfeksiyonu<br />

görülmektedir. Böbrek yetmezliği, uygunsuz<br />

beslenme, üriner sistem epiteli boyunca akan<br />

idrar miktarında azalma, diyaliz uygulanması,<br />

altta yatan diyabet, polikistik böbrek hastalığı<br />

gibi faktörler enfeksiyon riskini artırmaktadır.<br />

Pankreas transplantasyonu ile birlikte yapılan<br />

böbrek transplantasyonunda da risk artmaktadır.<br />

Pankreatik egzokrin sekresyonlarına bağlı<br />

olarak idrar PH’sındaki değişiklik ve diyabete<br />

bağlı idrarda glukozüri bu hastalarda üriner sistem<br />

enfeksiyonlarının sık görülmesine neden<br />

olmaktadır.<br />

Böbrek transplant alıcılarında görülen üriner<br />

sistem enfeksiyonlarına enterokoklar, stafilokoklar,<br />

P. aeruginosa ve sık görülen enterik<br />

gram-negatif bakteriler neden olmaktadır.<br />

Corynebacterium urealyticum ise, strüvit taşlarına<br />

neden olabilir. Böbrek transplant alıcılarında<br />

cerrahi alan enfeksiyonları da görülebilir.<br />

Yüksek kreatinin seviyesi ve uzamış üriner kateterizasyon<br />

başlıca risk faktörlerini oluşturmaktadır.<br />

Pankreas Transplantasyonu<br />

Pankreas transplantasyonu sonrası en yaygın<br />

görülen bakteriyel enfeksiyonlar, cerrahi alan ve<br />

intraabdominal enfeksiyonlardır. Bir çalışmada<br />

34 erişkin pankreas transplant alıcısında intraperitoneal<br />

apse, peripankreatik ve pelvik apse,<br />

ağır selülit, peritonit ve perirektal apseden oluşan<br />

altı cerrahi alan enfeksiyonu bildirilmiştir.<br />

Etkenler en sık gram-pozitif bakterilerdir, ancak<br />

gram-negatif basiller ve anaeroplar da etken<br />

olabilir. Ekzokrin sekresyonların üriner sisteme<br />

akıtıldığı hastalarda üriner sistem enfeksiyonları<br />

da sık görülmektedir.<br />

Akciğer Transplantasyonu<br />

Akciğer transplantasyonu sonrasında, en sık<br />

akciğer enfeksiyonlarına rastlanmaktadır ve<br />

diğer SOT hastalarına göre daha fazla oranda<br />

görülmektedir. Vericiden akciğerin çıkarılmasıyla<br />

birlikte akciğer ve hava yollarının dener-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


vasyonuna bağlı olarak öksürük refleksi kaybolmaktadır.<br />

Ayrıca, mukosiliyer aktivite bozulmaktadır.<br />

Rejeksiyon hava yolu enflamasyonuna<br />

neden olur, kolonizasyon ve enfeksiyon riski<br />

artar. Anastomozlar ve sütür materyalleri lokal<br />

enflamasyonu tetikleyebileceğinden lokal patojen<br />

kolonizasyonu kolaylaşmaktadır. Enfeksiyon<br />

verici akciğerinden kaynaklanabildiği gibi, tek<br />

taraflı transplantasyonda otokontaminasyonla<br />

doğal akciğerden de kaynaklanabilir. Bir çalışmada<br />

transplantasyondan sonra ilk iki hafta<br />

içinde alıcıların %38’inde akciğer enfeksiyonunun<br />

geliştiği ve en yaygın patojenlerin, Klebsiella<br />

pneumoniae, P. aeruginosa, Escherichia coli, S.<br />

aureus ve Enterobacter cloacae olduğu bildirilmiştir.<br />

Burkholderia cepacia ile enfekte kistik<br />

fibrozisli hastalarda postoperatif enfeksiyöz<br />

komplikasyonlar ve kötü klinik sonuçlar bildirilmektedir.<br />

Bu nedenle birçok merkez B. cepacia<br />

enfeksiyonu olan hastalarda akciğer transplantasyonunun<br />

kontrendike olduğunu kabul<br />

etmektedir. Ayrıca, akciğer transplant alıcılarında<br />

P. aeruginosa ve B. cepacia ile kolonizasyonun<br />

bronşiyolitis obliterans sendromu ile ilişkili<br />

olabileceğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır.<br />

Cerrahi tekniklerdeki gelişmelere bağlı olarak<br />

çok nadir görülmesine rağmen, hava yolu<br />

anastomozlarından minimal kaçaklara bağlı olarak<br />

mediastinit riski de bulunmaktadır. Altta<br />

yatan primer ve sekonder pulmoner hipertansiyon,<br />

stenoz veya kaçak gibi komplikasyonların<br />

varlığı akciğer enfeksiyonları için diğer risk<br />

faktörleridir.<br />

Kalp Transplantasyonu<br />

Pnömoni, kalp transplantasyonu hastalarında<br />

da özellikle ilk üç ayda baskın olan enfeksiyondur.<br />

Ayrıca, orta hat sternotominin etkilerine<br />

bağlı olarak yara enfeksiyonları, mediastinit,<br />

sıklıkla kateter kaynaklı olmak üzere bakteremiler<br />

ve üriner sistem enfeksiyonları da görülebilir.<br />

Nadiren endokardit bildirilmektedir.<br />

İnce Bağırsak Transplantasyonu<br />

İnce bağırsak transplant alıcılarında en sık intraabdominal<br />

ve cerrahi alan enfeksiyonları<br />

görülmektedir. Dokuz hastanın dahil edildiği<br />

bir çalışmada beş bakteremi epizodunun bakteriyel<br />

translokasyona bağlı olabileceği ve rejeksiyonun<br />

erken belirtisi olarak ortaya çıkabileceği<br />

Yaşar Bayındır<br />

bildirilmiştir. Bu çalışmada sadece bir cerrahi<br />

alan enfeksiyonu saptanmıştır. Hastalarda en sık<br />

Enterococcus spp., daha sonra S. aureus ve E.<br />

cloacae izole edilmiştir.<br />

NADİR GÖRÜLEN BAKTERİYEL<br />

ENFEKSİYONLAR<br />

Solid organ transplant alıcılarında sık görülen<br />

bakteriyel enfeksiyonların yanında Legionella<br />

spp., Nocardia spp., C. difficile, Salmonella spp.<br />

ve Listeria monocytogenes ile daha nadiren<br />

Mycoplasma hominis, Rhodococcus equi gibi bakterilere<br />

bağlı enfeksiyonlar da görülebilmektedir.<br />

Bu hastaların tanı, tedavi ve yönetimi diğer<br />

hastalarda olduğu gibidir.<br />

L. monocytogenes, çevrede yaygın olarak bulunmakta<br />

ve başlıca kontamine besinlerle bulaşmaktadır.<br />

Listeriyoz, grip benzeri hafif hastalıktan,<br />

hayatı tehdit eden sepsis ve meningoensefalit<br />

tablosuna kadar değişik klinik formlarda<br />

ortaya çıkabilir. Hastalık özellikle yenidoğanlarda,<br />

gebe kadınlarda, yaşlılarda ve immünyetmezlikli<br />

hastalarda görülmekle beraber, SOT<br />

hastalarında da listeriyoz olguları bildirilmiştir.<br />

Legionella spp., toplum kökenli ve nozokomiyal<br />

enfeksiyonların önemli bir nedeni olup, SOT<br />

hastalarında çoğunlukla pnömoniye neden<br />

olmaktadır. İmmünsüpresif ilaçlara bağlı hücresel<br />

immün fonksiyonlar bozulmakta ve<br />

Legionella enfeksiyonlarının tam olarak insidansının<br />

bilinmemesine rağmen özellikle SOT sonrası<br />

erken dönemde görüldüğü tahmin edilmektedir.<br />

Legionella pneumophila, enfeksiyonların<br />

çoğuna neden olmasına rağmen, SOT hastalarında<br />

diğer Legionella türleri de pnömoni yapmaktadır.<br />

Alveoler infiltrasyonu veya nadiren<br />

bir kaviter lezyonu olan antibakteriyel tedaviye<br />

rağmen kliniği düzelmeyen hastalarda<br />

Legionella pnömonisinden şüphelenilmelidir.<br />

Transplantasyon hastalarında mortalite çok<br />

yüksek olduğundan, şüphelenildiğinde tedaviye<br />

hemen başlanmalıdır.<br />

C. difficile gram-pozitif, sporlu ve anaerop bir<br />

basildir. Toksin A ve B sayesinde enflamatuvar<br />

ishal ve mukozal hasara neden olmaktadır. C.<br />

difficile enfeksiyonu SOT hastalarında sık görülen<br />

bir problemdir ve insidansı giderek artmaktadır.<br />

İnsidans diğer postoperatif hastalara benzer<br />

olmasına rağmen SOT hastalarında risk<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 47


Transplant Enfeksiyonları:<br />

Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />

faktörlerinin fazla olması nedeniyle daha ciddi<br />

seyreden bir hastalık görülmektedir.<br />

Antimikrobiyal maruziyet, ileri yaş, immün sistem<br />

disfonksiyonu veya immünsüpresyon ve<br />

gastrik asit baskılanması önemli risk faktörleridir.<br />

Karaciğer alıcılarında %3-7, böbrek alıcılarında<br />

%3.5-16, pankreas-böbrek alıcılarında<br />

%1.5-7.8, ince bağırsak alıcılarında %9, kalp<br />

alıcılarında %15, akciğer alıcılarında %7-31<br />

olduğu tahmin edilmektedir. Hastane ortamında<br />

daha fazla kalma, daha sık antibiyotik maruziyeti<br />

ve ağır immünsüpresyona bağlı postoperatif<br />

ilk üç ayda insidans en yüksektir. İshali olan<br />

SOT hastalarının dışkısında C. difficile toksini<br />

araştırılmalıdır. Başka bir nedenle açıklanamayan<br />

ateş, karın ağrısı ve lökositoz varlığında<br />

ishal olmasa bile SOT hastalarında C. difficile<br />

enfeksiyonu düşünülmelidir.<br />

Nocardia spp., immünsüprese hastalarda fırsatçı<br />

enfeksiyonlara neden olabilir. Çevrede bulunan<br />

bakteriler inhalasyonla alınmakta ve akciğerde<br />

enfeksiyonlar gelişmektedir. Sitomegalovirüs<br />

hastalığı, greft rejeksiyonu ve hipogamaglobulinemide<br />

risk daha da artmaktadır. Hastalara P.<br />

jiroveci profilaksisi için trimetoprim-sülfametoksazol<br />

kullanıldığından erken dönemde nadiren<br />

nokardiyoz görülmektedir. SOT yapılan<br />

hastalarda Nocardia spp. enfeksiyonlarının sıklığı<br />

%0.7-3 arasında bildirilmektedir. Kalp, böbrek<br />

ve karaciğer alıcılarında daha az sıklıkta da<br />

akciğer alıcılarında görülmektedir. Akciğerde<br />

kavite, difüz infiltrasyon ve plevral efüzyona<br />

neden olan düzensiz, nodüler lezyonlar şeklinde<br />

ortaya çıkar.


3. Deusch E, End A, Grimm M, Graninger W, Klepetko W,<br />

Wolner E. Early bacterial infections in lung transplant<br />

recipients. Chest 1993;104:1412-6.<br />

4. Dorman S, Subramanian A; AST Infectious Diseases<br />

Community of Practice. Nontuberculous mycobacteria in<br />

solid organ transplant recipients. Am J Transplant 2009;<br />

9(Suppl 4):S63-S9.<br />

5. Dubberke ER, Riddle DJ; AST Infectious Diseases<br />

Community of Practice. Clostridium difficile in solid organ<br />

transplant recipients. Am J Transplant 2009;9(Suppl 4):<br />

S35-S40.<br />

6. Fishman JA. Infection in solid-organ transplant recipients.<br />

N Engl J Med 2007;357:2601-14.<br />

7. Green M, Avery RK. Legionella. Am J Transplant 2004;4<br />

(Suppl 10):S25-S7.<br />

8. Hafkin J, Blumberg E. Infections in lung transplantation:<br />

new insights. Curr Opin Organ Transplant 2009;14:483-7.<br />

9. Hlava N, Niemann CU, Gropper MA, Melcher ML.<br />

Postoperative infectious complications of abdominal solid<br />

organ transplantation. J Intensive Care Med 2009;24:<br />

3-17.<br />

10. Holt CD, Winston DJ. Infections after liver transplantation.<br />

In: Busuttil RW, Klintmalm GK (eds). 2 nd ed.<br />

Philadelphia: Elsevier Inc, 2005:963-94.<br />

11. Kalil AC, Dakroub H, Freifeld AG. Sepsis and solid organ<br />

transplantation. Curr Drug Targets 2007;8:533-41.<br />

12. Len O, Gavaldà J, Blanes M, et al. Donor infection and<br />

transmission to the recipient of a solid allograft. Am J<br />

Transplant 2008;8:2420-5.<br />

13. Linares L, García-Goez JF, Cervera C, et al. Early bacteremia<br />

after solid organ transplantation. Transplant Proc<br />

2009;41:2262-4.<br />

Yaşar Bayındır<br />

14. Lumbreras C, Fernandez I, Velosa J, Munn S, Sterioff S,<br />

Paya CV. Infectious complications following pancreatic<br />

transplantation: incidence, microbiological and clinical<br />

characteristics, and outcome. Clin Infect Dis 1995;20:<br />

514-20.<br />

15. Mizuno S, Zendejas IR, Reed AI, et al. Listeria monocytogenes<br />

following orthotopic liver transplantation: central<br />

nervous system involvement and review of the literature.<br />

World J Gastroenterol 2007;13:4391-3.<br />

16. Patel R, Paya CV. Infections in solid-organ transplant recipients.<br />

Clin Microbiol Rev 1997;10:86-124.<br />

17. Reyes J, Abu-Elmagd K, Tzakis A, et al. Infectious complications<br />

after human small bowel transplantation.<br />

Transplant Proc 1992;24:1249-50.<br />

18. Riddle DJ, Dubberke ER. Clostridium difficile infection in<br />

solid organ transplant recipients. Curr Opin Organ<br />

Transplant 2008;13:592-600.<br />

19. Snydman DR. Infection in solid organ transplantation.<br />

Transpl Infect Dis 1999;1:21-8.<br />

20. Stosor V. Infections in transplant recipients. In: Stuart FP,<br />

Abecassis MM, Kaufman DB (eds). Organ Transplantation.<br />

2 nd ed. Georgetown, Texas: Landes Bioscience, 2003:399-<br />

425.<br />

21. Subramanian A, Dorman S; AST Infectious Diseases<br />

Community of Practice. Mycobacterium tuberculosis in<br />

solid organ transplant recipients. Am J Transplant 2009;<br />

9(Suppl 4):S57-S62.<br />

22. Wyner LM. The evaluation and management of urinary<br />

tract infections in recipients of solid-organ transplants<br />

Semin Urol 1994;12:134-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 49


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Kemik Eklem Enfeksiyonlarında<br />

Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Hanefi Cem Gül<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Ankara<br />

51


Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları<br />

Çeşitli nedenlere bağlı olarak hasar görmüş<br />

eklemlerdeki ağrının azaltılması ve hareketliliğinin<br />

artırılması amacıyla uygulanan<br />

eklem replasman operasyonları günümüzde sık<br />

yapılan cerrahi prosedürler içinde yer almaktadır.<br />

Otuz-kırk yıl öncesine göre teknik ve cerrahi<br />

gelişmeler sonucunda protez enfeksiyonları<br />

riski oldukça azalmıştır. Birçok merkezde kalça<br />

protez operasyonu sonrası %0.5-1, diz replasman<br />

operasyonu sonrası %0.5-2, omuz protez<br />

replasmanı sonrası %1’den az enfeksiyon oranları<br />

ile karşılaşılmaktadır.<br />

PROTEZ ENFEKSİYONLARININ<br />

SINIFLANDIRILMASI<br />

İlk olarak 1970 yılında yapılmış olan protez<br />

enfeksiyonları sınıflaması halen günümüzde<br />

kullanılmaktadır. Bu sınıflamaya göre protez<br />

enfeksiyonları; başlangıç zamanına, başlangıç<br />

zamanı ve klinik faktörlere göre iki kısımda<br />

incelenir. Her iki sınıflama da günümüzde kullanılmaktadır.<br />

Başlangıç zamanına göre protez enfeksiyonları<br />

üç kısma ayrılır:<br />

1. Erken enfeksiyon: Eklem replasmanı yapıldıktan<br />

sonraki ilk üç ay içinde görülen enfeksiyonlar.<br />

2. Gecikmiş enfeksiyon: Eklem replasmanından<br />

sonraki 3-24 ay içinde gelişen enfeksiyonlar.<br />

3. Geç enfeksiyon: Eklem replasmanından 24<br />

ay sonra ortaya çıkan enfeksiyonlar.<br />

Başlangıç zamanı ve klinik faktörlere göre protez<br />

enfeksiyonları dörde ayrılır:<br />

1. Pozitif intraoperatif kültür: Operasyon<br />

sırasında alınan en az iki kültürde aynı mikroorganizmanın<br />

üremesi.<br />

2. Erken postoperatif enfeksiyon: Operasyon<br />

sonrası bir ay içinde gelişen enfeksiyon.<br />

3. Geç kronik enfeksiyon: Operasyondan bir<br />

ay sonrası gelişen, subakut ve sinsi klinik<br />

semptomlarının bulunduğu enfeksiyon.<br />

4. Akut hematojen enfeksiyon: Fonksiyonu iyi<br />

olan bir eklemde akut enfeksiyon semptomlarının<br />

bulunduğu enfeksiyon.<br />

52<br />

Tablo 1. Protez eklem enfeksiyonlarına neden<br />

olan mikroorganizmalar<br />

Etken %<br />

Koagülaz-negatif stafilokoklar 30-43<br />

Staphylococcus aureus 12-23<br />

Karışık flora 10-11<br />

Streptokoklar 9-10<br />

Enterokoklar 3-7<br />

Gram-negatif basil 3-6<br />

Anaeroplar 2-4<br />

Hiçbir mikroorganizma 11<br />

MİKROBİYOLOJİ<br />

Birçok mikroorganizma protez enfeksiyonlarına<br />

neden olabilir. En sık karşılaşılan etken stafilokoklardır.<br />

Tablo 1’de en sık karşılaşılan etkenler<br />

gösterilmiştir.<br />

Erken, gecikmiş ve geç protez enfeksiyonlarında<br />

üreyen mikroorganizmalar farklılıklar gösterebilir.<br />

Erken gelişen enfeksiyonlarda en sık etken<br />

S. aureus ve gram-negatif basil iken, gecikmiş<br />

enfeksiyonlarda koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />

geç protez enfeksiyonlarında ise S. aureus,<br />

Staphylococcus epidermidis, gram-negatif basil<br />

özellikle de Escherichia coli en sık etken olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır.<br />

Protez enfeksiyonlarında çok nadir olarak<br />

Mycobacterium tuberculosis ve hızlı üreyen<br />

mikobakteriler de üreyebilmektedir.<br />

PATOGENEZ<br />

Protez eklem enfeksiyonlarının patogenezinde<br />

mikroorganizma, protez ve konak arasındaki<br />

ilişki önemli rol oynar.<br />

Yabancı cisim ile ilişkili tüm enfeksiyonların<br />

patogenezindeki birinci basamak protez materyali<br />

gibi solid yüzeylere bakterinin yapışmasıdır.<br />

S. epidermidis’in yapışması çoğu kez yüzey gerilim,<br />

hidrofobi ve elektrostatik güçler gibi faktörlerle<br />

veya adezinler aracılığıyla olur. S. aureus<br />

yapışması ise fibronektin, fibrinojen ve kollajen<br />

gibi maddelerle olur.<br />

Yapışan bakteriler çoğalarak glikokaliks olarak<br />

bilinen ekzopolisakkaridleri oluşturur. Sonuçta<br />

bakterinin mikrokolonileri biyofilm olarak bilinen<br />

yapıyı oluşturmak için glikokaliks birikintilerini<br />

örter. Biyofilm yüzeyine yakın bakteriler<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


genellikle metabolik olarak aktif ve biyofilm<br />

yüzeyinin daha üst tabakasına yayılmış olan<br />

besinlere erişebilmelerine rağmen biyofilmin<br />

derinlerinde yer alan mikroorganizmalar metabolik<br />

olarak inaktif veya uyku halinin çeşitli<br />

evrelerindedir ve konak savunma sistemlerinden<br />

korunur. Bu tür mikroorganizmalar tipik<br />

olarak antimikrobiyal ajanlara karşı yüksek<br />

dirence sahiptir. Biyofilmdeki mikroçevre antimikrobiyal<br />

aktivite mekanizmalarını da ters olarak<br />

etkileyebilir ve antimikrobiyal ajanın biyofilm<br />

tabakaya difüzyonunu yavaşlatır ve sınırlar.<br />

RİSK FAKTÖRLERİ<br />

Daha önce yapılan eklem artroplastisi, eklem<br />

protezini içermeyen cerrahi alan enfeksiyonu ve<br />

“National Nosocomial Infections Survelliance<br />

(NNIS)” sistemin cerrahi hasta risk indeksi 2 ve<br />

3 olan hastalar, protez eklem enfeksiyonlarında<br />

en önemli risk faktörleridir. Diabetes mellitus,<br />

önceden geçirilmiş eklem enfeksiyonları, şişmanlık,<br />

beslenme yetersizliği, cilt hastalıkları ve<br />

romatoid artrit gibi dejeneratif eklem hastalıkları<br />

bulunan hastalar diğer risk grupları arasında<br />

sıralanabilir.<br />

PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />

KLİNİK<br />

Erken Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />

Klinik Bulgular<br />

Erken protez enfeksiyonlarında yara yerinde<br />

akıntı, ateş, implant bölgesinde ağrı, efüzyon ve<br />

endürasyon en sık gözlenen bulgulardır. Bu bulgulara<br />

hematom veya yara bölgesinde yüzeysel<br />

nekroz eşlik edebilir. <strong>Tedavi</strong> edilmeyen enfeksiyonlar<br />

kronik sinüslere neden olabilir. Ayrıca<br />

bakteremi ve sepsis de görülebilir.<br />

Gecikmiş Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />

Klinik Bulgular<br />

Gecikmiş tip enfeksiyonlarda klasik belirti ve<br />

bulgular daha az sıklıkla gözlenir. İmplant kaybıyla<br />

veya implant kaybı olmaksızın ısrarcı<br />

eklem ağrısı en sık görülen bulgudur. Yapılan<br />

bir çalışmada gecikmiş tip protez enfeksiyonuna<br />

sahip hastalarda %50’den az oranda ateş, yaklaşık<br />

%10 oranında lökositoz saptanmıştır.<br />

Gecikmiş protez eklem enfeksiyonu ile protez<br />

eklemin aseptik yetmezliğini birbirinden ayırmak<br />

oldukça güçtür.<br />

Hanefi Cem Gül<br />

Geç Eklem Protez Enfeksiyonlarında<br />

Klinik Bulgular<br />

Deri, üriner sistemden kaynaklanan mikroorganizmalarca<br />

hematojen yayılım sonucunda gelişir.<br />

Normal fonksiyona sahip protezli eklemde<br />

akut enfeksiyon bulguları gelişir. Eklem hareket<br />

kısıtlılığı, efüzyon, ağrı ve ateş gibi semptomlar<br />

görülebilir.<br />

PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />

TANI<br />

Protez eklem enfeksiyonlarının tanısında özgüllüğü,<br />

duyarlılığı yüksek olan, tek başına kesin<br />

tanı koydurabilecek klinik ve laboratuvar yöntemi<br />

gösterilmemiştir.<br />

Alınan iki veya daha fazla sinoviyal sıvı veya<br />

protez çevresi kültüründe aynı mikroorganizmanın<br />

üremesi veya tek bir kültürde S. aureus<br />

gibi virülan bir mikroorganizma üremesi enfeksiyon<br />

olarak kabul edilir. Koagülaz-negatif stafilokok<br />

gibi tek bir mikroorganizma üremesi cilt<br />

kontaminasyonu olarak kabul edilir. İmplant<br />

bölgesinde veya sinoviyal sıvıda pürülan görünüm<br />

olması, protez bölgesinden yapılan patolojik<br />

incelemelerde akut enflamasyon bulgularının<br />

olması, protez bölgesinden dışa açılan sinüsün<br />

gözlenmesi gibi kriterlerin varlığı enfeksiyonun<br />

güçlü kanıtıdır. Buna rağmen bazı hastalarda<br />

protez enfeksiyonu olmasına rağmen bu<br />

kriterler bulunmayabilir (L22).<br />

Laboratuvar Testleri<br />

Protez enfeksiyonlarında sedimentasyon ve<br />

C-reaktif protein (CRP) gibi akut faz reaktanları<br />

yükselebilir. Ancak bu reaktanlar romatoid artrit<br />

gibi eşlik eden çeşitli kronik hastalığı bulunan<br />

hastalarda da yüksek olabileceğinden spesifik<br />

değildir. Diğer bir risk ise erken ve gecikmiş<br />

olarak başlayan protez enfeksiyonlarında geçirilmiş<br />

operasyona bağlı olarak bu reaktanların<br />

yüksek olmalarıdır.<br />

Görüntüleme Yöntemleri<br />

Direkt radyografi: Özellikle gecikmiş olarak<br />

gelişen eklem protez enfeksiyonlarında protez<br />

eklemin gevşemesine bağlı radyolusent alanlar<br />

sıklıkla görülmesine rağmen erken ve hematojen<br />

yayılım sonrası gelişen protez enfeksiyonlarında<br />

da görülebilmektedir. Mekanik nedenlere<br />

bağlı aseptik eklem gevşekliği görülebildiğinden<br />

bu bulgu enfeksiyonlara spesifik değildir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 53


Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları<br />

Periostal yeni kemik oluşumu enfeksiyonun<br />

önemli göstergelerinden biri olmasına karşın sık<br />

karşılaşılan bir durum değildir.<br />

Sintigrafi: Özellikle Teknisyum99m ( 99mTc) kemik sintigrafisi ve 99mTc işaretli lökosit sintigrafisi<br />

protez eklem enfeksiyonlarının tanısında<br />

yardımcı olabilir. Duyarlılığı %99, özgüllüğü<br />

%30-40 arasındadır. Özellikle erken enfeksiyonların<br />

tanısında sık kullanılması önerilmez.<br />

Bunun en önemli nedeni enfekte olmayan hastalarda<br />

ameliyat sonrası hafta ve aylarda sintigrafide<br />

tutulum gözlenmesidir.<br />

Pozitron emisyon tomografi (PET): Sık kullanılan<br />

bir yöntem olmamakla birlikte protez<br />

eklem enfeksiyonlarının tanısında kullanılan<br />

yöntemlerdendir. Duyarlılığı sintigrafiden daha<br />

az olmakla birlikte, özgüllüğü direkt radyografiden<br />

çok yüksektir.<br />

Tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme:<br />

Metalik impantlar nedeniyle görüntülerde<br />

artefaktlara neden olduğu için sınırlı kullanımları<br />

vardır. Günümüzde titanyun ve tantalyumdan<br />

yapılan implantlarda protez enfeksiyonunun<br />

tanısında manyetik rezonans görüntüleme<br />

tanıda güvenle kullanılabilir.<br />

Eklem Sıvısı Aspirasyonu<br />

Protez eklem enfeksiyonlarında önemli tanı<br />

yöntemlerindendir. Duyarlılığı %57-93, özgüllüğü<br />

%88-100’dür. Yalancı negatif sonuç genellikle<br />

uygunsuz tekniğe ve aspirasyonla eş<br />

zamanlı antibiyotik alımına bağlı olabilir.<br />

Yalancı pozitif sonuçlar ise kontaminasyona<br />

bağlı olabilir.<br />

Hücre Sayımı<br />

Enfekte eklem sıvısı değerlendirildiğinde genellikle<br />

pürülan ve lökosit sayısı artmış olarak<br />

gözlenir. Lökosit sayısı genellikle 50.000-<br />

150.000/µL olup nötrofil ağırlıklıdır.<br />

Gram Boyama<br />

Protez eklem enfeksiyonlarının tanısında Gram<br />

boyama %25’ten az duyarlılığa sahip olmasına<br />

karşın %97’den fazla özgüllüğe sahiptir.<br />

Biyopsi<br />

Eklem sıvısının mikrobiyolojik tanısı yapılamıyorsa<br />

ve klinik olarak yüksek enfeksiyon riski<br />

54<br />

varsa sinoviyal veya protez çevre dokusunun<br />

biyopsisi gerekebilir. Histopatolojik inceleme<br />

yapılıp en az üç örnek aerobik ve anaerobik<br />

kültür gönderilmelidir.<br />

Histopatoloji<br />

Histopatolojik inceleme duyarlılık ve özgüllük<br />

yönünden akut enflamasyonu göstermesi açısından<br />

mükemmeldir.<br />

Frozen İnceleme<br />

Enfeksiyon tanısının konulmasında yararlanılan<br />

yöntemlerden bir tanesidir. Preoperatif sedim ve<br />

CRP yüksekliğinde veya intraoperatif incelemede<br />

eklemin kötü olduğu durumlarda frozen<br />

oldukça faydalıdır.<br />

Doku Kültürü<br />

Duyarlılığı %65-94 arasında değişmektedir.<br />

Kültür alımından önce antibiyotik kullanımı,<br />

uygunsuz kültür alımı, örneğin laboratuvara geç<br />

ulaşması sonucunda yalancı negatif sonuçlar<br />

oluşabilir.<br />

Çıkartılan Protezin Sonikasyonu<br />

Rutin olarak uygulanan bir yöntem olmamakla<br />

birlikte protez eklem enfeksiyonu bulunan hastalarda<br />

özgüllüğü yüksek bir yöntemdir.<br />

Çıkartılan protezin ses dalgalarına maruz bırakılarak<br />

özellikle biyofilm tabakasındaki mikroorganizmalarının<br />

elde edildiği bir yöntemdir.<br />

PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARINDA<br />

TEDAVİ<br />

Günümüzde protez eklem enfeksiyonlarının<br />

tedavisinde sıklıkla tercih edilen yöntem cerrahi<br />

ve medikal tedavinin beraber uygulandığı kombine<br />

prosedürlerdir. <strong>Tedavi</strong> ortopedi, plastik<br />

cerrahi, enfeksiyon ve mikrobiyoloji kliniklerinin<br />

içinde olduğu multidisipliner bir takım<br />

çalışmasını gerektirir.<br />

Cerrahi <strong>Tedavi</strong><br />

Erken protez enfeksiyonlarında tedavi: İlk üç<br />

ay içinde gelişen enfeksiyonlarda cerrahi debridman<br />

sonrası uzun süreli antibiyotik tedavisi ile<br />

%25-33 arasında yanıt alınmaktadır. Bu yanıt<br />

oranı implantta herhangi bir gevşeklik yoksa,<br />

yumuşak dokular iyi durumda ise ve enfeksiyon<br />

başlar başlamaz tedaviye başlanmış ise geçerlidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Gecikmiş ve geç başlayan protez enfeksiyonlarında<br />

tedavi: Bu enfeksiyonların tedavisinde<br />

protezin çıkartılması tedavi için önemlidir.<br />

Protez gevşeklik varsa ve enfekte ise debridman<br />

tedavisi yeterli olmaz. Bu durumda protezin<br />

yenilenmesi (replasman artroplasti) şarttır.<br />

Replasman artroplastisi birinci ve ikinci basamak<br />

olmak üzere iki şekilde uygulanır.<br />

Birinci basamak replasman artroplastisi: Eş<br />

zamanlı olarak enfekte protez çıkartılıp, o bölge<br />

debride edilir, yeni protez takılır ve antimikrobiyal<br />

tedaviye başlanılan bir yöntemdir. Yapılan<br />

bir çalışmada bu tür operasyonlarda %80’den<br />

fazla başarı elde edilmesine rağmen, çalışmaların<br />

yetersiz olması nedeniyle her hastaya uygulanması<br />

önerilmez.<br />

İkinci basamak replasman artroplastisi: Bu<br />

yöntemde önce enfekte olmuş protez çıkartılır,<br />

kemik ve protez çevresi doku debride edilip<br />

kültür alınır. Daha sonra antibiyotikli çimento<br />

içeren alet (spacer) ile eklem stabilize edilir.<br />

Daha sonra üreyen mikroorganizmalara karşı<br />

damar yolundan altı hafta antibiyotik tedavisi<br />

verilir. Antibiyotik tedavisinin bitiminden iki ay<br />

veya daha sonrası yeni ptotez takılır.<br />

Artrodez: Fonksiyonel artroplasti için yeterli<br />

dokunun olmaması ve kötü bir cilt, cilt altı<br />

dokusu bulunan hastalarda artrodez (eklem füzyon)<br />

operasyonu uygulanır. Başarılı bir ameliyat<br />

sonrası ağrıda dramatik bir azalma gözlenir.<br />

Buna karşın ayak kısalığı, günlük aktivitelerde<br />

zorluk gibi dezavantajları da vardır.<br />

Antibiyotik <strong>Tedavi</strong>si<br />

Antibiyotik uygulamada en önemli nokta süre<br />

ve veriliş yollarıdır. Sistemik ve lokal olarak<br />

uygulanabilir.<br />

Lokal antibiyotik uygulaması; operasyon sırasında<br />

çimento içeren alet (spacer) ile uygulanır.<br />

Daha çok ikinci basamak replasman artroplastisinde<br />

uygulanmaktadır. Tek başına antibiyotikli<br />

çimento uygulamalarında kan antibiyotik düzeyi<br />

nadir olarak anlamlı düzeye ulaşır, daha çok<br />

etkisi lokal kalır.<br />

Birinci basamak replasman artroplastisi; operasyon<br />

sonrası kültür sonuçları beklenene kadar<br />

geniş spektrumlu antibiyoterapi verilir. Kültür<br />

sonuçları geldikten sonra spesik tedaviye geçilir.<br />

Hanefi Cem Gül<br />

<strong>Tedavi</strong> genellikle altı hafta süre ile damar içinden<br />

uygulanır. Oral biyoyararlanımı yüksek ilaç<br />

varsa bir-iki haftalık damar içi tedaviden sonra<br />

orale geçilebilir. <strong>Tedavi</strong> sırasında enfeksiyon<br />

bulgularının veya enflamatuvar laboratuvar bulguların<br />

yükselmesi ısrarcı bir enfeksiyonu gösterebilir.<br />

Bu durumda mutlaka yeniden debridman<br />

yapılması gereklidir. Birinci basamak replasman<br />

artroplastisinde antibiyotik tedavi süresi<br />

tam olarak bilinmemekle birlikte yapılan çalışmalarda<br />

bir haftadan birkaç aya kadar önerilmektedir.<br />

Protez eklem enfeksiyonlarında antibiyotiklerin<br />

kullanım süreleri kalça protez enfeksiyonlarında<br />

üç ay, diz protez enfeksiyonlarından sonra ise<br />

altı ay olarak belirlenmiştir. Altı aydan uzun<br />

antibiyotik kullanımı tedavi başarı şansını<br />

anlamlı şekilde artırmamaktadır. Ancak bazı<br />

özel hasta gruplarında tedavi süresi iki yıla veya<br />

daha fazla süreye uzatılabilir.<br />

Baskılayıcı antibiyotik tedavisi: Tek başına<br />

uzun süreli baskılayıcı antibiyotik tedavisi çok<br />

nadir kullanılan bir yöntemdir. Genel anestezi<br />

alınımın kontrendike olduğu, enfekte protezin<br />

debride edilmesine veya protezin çıkartılmasına<br />

engelin olduğu daha çok yaşlı hastalarda uygulanan<br />

bir tedavidir. Yaşlı hastalarda baskılama<br />

tedavisi sıklıkla başarısız olmasına rağmen kullanılmaktadır.<br />

Ampirik antibiyotik tedavisi: Protez eklem<br />

enfeksiyonu ile beraber sepsis veya kültür sonucunun<br />

beklenmesinin hastaya zarar verebileceği<br />

durumlarda nadir olarak ampirik antibiyotik<br />

tedavisi başlanabilir.<br />

Spesifik antibiyotik tedavi:<br />

S. aureus: Metisiline duyarlı S. aureus (MSSA)<br />

olgularında altı saatte bir 2 g uygulanan nafsilin<br />

veya oksasilin en etkili tedavidir. Sekiz saatte<br />

1-2 g intravenöz verilen sefazolin, özellikle hastane<br />

dışı uygulamalarda kullanılabilir. Penisiline<br />

allerjisi olan hastalarda klindamisin veya vankomisin<br />

uygulanabilir.<br />

Vankomisin daha çok metisiline dirençli S. aureus<br />

(MRSA) olguları ve beta-laktam allerjisi olan hastalar<br />

için kullanılmalıdır. Vankomisin, beta- laktam<br />

antibiyotiklere duyarlı S. aureus suşlarında,<br />

beta-laktam antibiyotiklere göre daha az efektiftir,<br />

bu da yavaş bakterisidal etkiye neden olur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 55


Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları<br />

Linezolid MRSA’ya bağlı protez eklem enfeksiyonlarında<br />

duyarlı olmasına rağmen yan etkileri<br />

nedeniyle uzun süre kullanımı önerilmez.<br />

Linezolidin MRSA enfeksiyonlarında tek başına<br />

kullanımı teikoplanin kadar etkili bulunmasına<br />

rağmen iyi tolere edilememiştir.<br />

Teikoplanin tek başına kullanıldığında MRSA<br />

sayısının azaltılmasında vankomisin kadar etkili<br />

bulunmamıştır. Bundan dolayı özellikle rifampisin<br />

ile kombine kullanımı önerilir.<br />

Daptomisin, vankomisin ve beta-laktam antibiyotiklere<br />

allerjik hastalarda veya metisiline ve<br />

vankomisine dirençli S. aureus suşları ile enfekte<br />

olmuş hastalarda kullanılabilir.<br />

Rifampisin, oral biyoyararlanımı mükemmel ve<br />

biyofilmlerde yüksek konsantrasyona sahip bir<br />

ajandır. Rifampisin tek başına kullanıldığında<br />

veya stafilokoklara etkinliği düşük bir antibiyotik<br />

ile kombine edildiği zaman hızlı bir<br />

şekilde direnç gelişimine neden olur. Bazı<br />

araştırmacılar MRSA veya MRSA protez enfeksiyonlarının<br />

başlangıç tedavisi olarak rifampisin<br />

(2 x 300 mg oral) ile vankomisin (2 x 1 g)<br />

veya nafsilini kombine olarak başlayıp devamında<br />

rifampisin ile siprofloksasin (2 x 750<br />

mg) veya levofloksasin (1 x 750 mg) oral olarak<br />

üç veya altı aya tamamlamaktadırlar.<br />

Stafilokoklarda florokinolon direnci nadir<br />

görüldüğünden bu kombinasyon ile başarılı<br />

sonuçlar alınmaktadır. Kinolonlara dirençli<br />

MRSA enfeksiyonlarında rifampisin ile trimetoprim,<br />

fusidik asit, linezolid ve daptomisin<br />

kombinasyonları uygulanabilir.<br />

Streptokok: Streptokokal protez eklem enfeksiyonlarında<br />

penisilin veya ampisilin parenteral<br />

olarak uygulanabilir. Günlük total 18 milyon<br />

ünite kristalize penisilin, 4 x 2 g ampisilin kullanılır.<br />

Seftriakson 1 x 2 g intravenöz, beta-laktam<br />

antibiyotiklere allerjen hastalarda klindamisin<br />

3 x 900 mg intravenöz kullanılır.<br />

Enterokok: Enterokok türleri ile oluşan protez<br />

eklem enfeksiyonları çok nadir görülür. Kültür<br />

sonuçlarında üreme olduğu zaman ise bunun<br />

kontaminasyona mı, enfeksiyona mı bağlı olduğunu<br />

anlamak oldukça zordur. Yapılan çalışmalarda<br />

kombinasyon veya monoterapi tedavileri<br />

arasında fark görülmemiştir.<br />

56<br />

Gram-negatif basil: Kinolonlara duyarlı gramnegatif<br />

basil enfeksiyonlarında siprofloksasin 2<br />

x 500-750 mg kullanılır. Ancak P. aeruginosa<br />

enfeksiyonlarının tedavisi oldukça güçtür.<br />

Duyarlı olan suşlarda siprofloksasin (2 x 750<br />

mg), seftazidim (3 x 2 g/gün) veya piperasilin<br />

(4 x 3 g/gün) gibi antipsödomonal beta-laktamlar<br />

veya gentamisin, tobramisin gibi aminoglikozidlerle<br />

beta-laktam antibiyotik kombinasyonları<br />

kullanılabilir.<br />

Kültür negatif enfeksiyonlar: Bu hastaların yaklaşık<br />

yarısında kültür alınmadan önce antibiyotik<br />

kullanım hikayesi mevcuttur. Kültür negatif<br />

hastalarda genellikle vankomisin-siprofloksasin<br />

veya siprofloksasin-sefazolin kombinasyonu<br />

gibi gram-negatif ve gram-pozitif mikroorganizmalara<br />

yönelik geniş spektrumlu antibiyotik<br />

kullanımı mevcuttur. Protez eklem enfeksiyonlarında<br />

tedavi Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />

PROTEZ EKLEM ENFEKSİYONLARININ<br />

ÖNLENMESİ<br />

Protez eklem enfeksiyonlarının önlenmesinde<br />

preoperatif antimikrobiyal profilaksi tüm hastalara<br />

uygulanan bir yöntemdir. Antimikrobiyal<br />

profilaksi genellikle ilk kesiden 60 dakida önce<br />

verilmelidir. En çok önerilen ajan sefazolindir.<br />

Tablo 2. Protez enfeksiyonlarında tedavi<br />

seçenekleri<br />

Etken İlk seçenek Alternatif Süre<br />

S. aureus<br />

(MSSA)<br />

MRSA<br />

Streptococcus<br />

spp.<br />

Nafsilin<br />

Sefazolin<br />

Vankomisin<br />

Penisilin G<br />

Ampisilin<br />

Seftriakson<br />

Ampisilinsulbaktam<br />

Teikoplanin<br />

Linezolid<br />

Vankomisin<br />

Klindamisin<br />

P. aeruginosa Seftazidim Sefepim<br />

Meropenem<br />

Siprofloksasin<br />

Diğer gram-<br />

negatif<br />

çomaklar<br />

MRSA: Metisiline dirençli S. aureus,<br />

MSSA: Metisiline duyarlı S. aureus.<br />

Seftriakson Sefotaksim<br />

Siprofloksasin<br />

İmipenem<br />

Meropenem<br />

2 hafta<br />

4-6<br />

hafta<br />

4-6<br />

hafta<br />

4-6<br />

hafta<br />

2<br />

hafta<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Genellikle 80 kg’dan hafif hastalara 1 g intravenöz,<br />

80 kg’dan ağır hastalara 2 g intravenöz<br />

olarak uygulanır veya sefuroksim 1.5 g intravenöz<br />

uygulanabilir. Operasyon sırasında fazla<br />

kan kaybının olması veya normal renal fonksiyonlara<br />

sahip hastalarda tekrarlayan doz uygulaması<br />

yapılır. Sefazolin ve sefuroksim operasyon<br />

sonrası iki doz daha tekrarlanır.<br />

Beta-laktam allerjisi olan hastalarda vankomisin<br />

1 g başlanır ve postoperatif 12 saat sonra tekrarlanır.<br />

Vankomisin MRSA için yüksek riskli hastalarda<br />

veya hastanenin MRSA oranları yüksek<br />

ise kullanılmalıdır. Vankomisini tolere edemeyen<br />

veya beta-laktam allerjisi olan hastalarda<br />

diğer bir seçenek klindamisindir. Operasyondan<br />

bir saat önce 600-900 mg intravenöz uygulanır<br />

ve operasyon sonrası iki doz daha tekrarlanır.<br />

Antimikrobiyal profilakside dikkat edilmesi<br />

gereken en önemli konu profilaksinin süresinin<br />

24 saati geçmemesidir.<br />

Protez eklem enfeksiyonlarının önlenmesinde<br />

ameliyat öncesi sistemik hasta muayenesi oldukça<br />

önemlidir. Vücudun herhangi bir bölgesinde<br />

fronkül, üst solunum yolu enfeksiyonu, üriner<br />

sistem enfeksiyonu gibi enfeksiyonların bulunması<br />

operasyonun ertelenmesini gerektirir.<br />

Hasta diyabetik ise mutlaka iyi bir şeker regülasyonu<br />

yapılmalıdır. Yine üriner sistem enfeksiyonları<br />

açısından mutlaka operasyon öncesi tam<br />

idrar ve idrar kültürü tetkikleri yapılmalıdır.<br />

Ameliyathanelerde laminar hava akımı uygulamaları,<br />

özel cerrahi elbise kullanımı ve operasyonlarda<br />

antibiyotik emdirilmiş çimento kullanımı<br />

ve bu gibi diğer teknikler protez eklem<br />

enfeksiyon gelişmesini önleyen yöntemlerdir.<br />

Protez ekleme sahip hastalarda ürolojik ve dental<br />

girişimler öncesi profilaksi uygulamaları tartışmalıdır.<br />

Yapılan çalışmalarda dental uygulamalar öncesi<br />

profilaksi verilmesi kalça ve diz eklem protez<br />

eklem enfeksiyonu gelişme riskini azaltmamıştır.<br />

Amerikan diş cemiyeti ve ortopedik cerrahi<br />

akademisi bakteremi riski yüksek hastalar haricinde<br />

profilaksiyi önermemektedir. Diş çekimi,<br />

periodental uygulamalar, implant uygulamaları<br />

ve kanal tedavisi gibi durumlarda profilaksi<br />

önerilir. Burada uygulanan profilaksi bakteriyel<br />

endokardit profilaksisi gibidir.<br />

Hanefi Cem Gül<br />

Ürolojik girişimler için benzer uygulamalar<br />

bulunmaktadır. Birçok hastada antibiyotik profilaksisi<br />

gerekmez. İmmün sistemi baskılanmış<br />

bakteremi riski yüksek hastalarda profilaksi<br />

gerekebir. Özellikle litotripsi ve bağırsak segmentini<br />

de içeren cerrahi uygulamalar öncesi<br />

profilaksi önerilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. American Dental Association, American Academy of<br />

Orthopedic Surgeons. Antibiotic prophylaxis for dental<br />

patients with total joint replacements. J Am Dent Assoc<br />

2003;134:895.<br />

2. American Academy of Orthopedic Surgeons Information<br />

Statement: antibiotic prophylaxis for bacteremia in patients<br />

with joint replacements. February 2009. Available at:<br />

http://www.aaos.org/about/papers/advistmt/1033.asp<br />

3. Atkins BL, Athanasou N, Deeks JJ, et al. Prospective evaluation<br />

of criteria for microbiological diagnosis of prosthetic-joint<br />

infection at revision arthroplasty. The OSIRIS<br />

Collaborative Study Group. J Clin Microbiol 1998;<br />

36:2932.<br />

4. Berbari EF, Osmon DR, Duffy MC, et al. Outcome of prosthetic<br />

joint infection in patients with rheumatoid arthritis:<br />

the impact of medical and surgical therapy in 200 episodes.<br />

Clin Infect Dis 2006;42:216.<br />

5. Berbari EF, Marculescu C, Sia I, et al. Culture-negative<br />

prosthetic joint infection. Clin Infect Dis 2007;45:1113.<br />

6. Brandt CM, Duffy MC, Berbari EF, et al. Staphylococcus<br />

aureus prosthetic joint infection treated with prosthesis<br />

removal and delayed reimplantation arthroplasty. Mayo<br />

Clin Proc 1999;74:553.<br />

7. Bratzler DW, Hunt DR. The surgical infection prevention<br />

and surgical care improvement projects: national initiatives<br />

to improve outcomes for patients having surgery. Clin<br />

Infect Dis 2006;43:322.<br />

8. Byren I, Bejon P, Atkins BL, et al. One hundred and twelve<br />

infected arthroplasties treated with 'DAIR' (debridement,<br />

antibiotics and implant retention): antibiotic duration and<br />

outcome. J Antimicrob Chemother 2009;63:1264.<br />

9. Cuckler JM, Star AM, Alavi A, Noto RB. Diagnosis and<br />

management of the infected total joint arthroplasty.<br />

Orthop Clin North Am 1991;22:523.<br />

10. Costerton JW, Stewart PS, Greenberg EP. Bacterial biofilms:<br />

a common cause of persistent infections. Science<br />

1999;284:1318.<br />

11. Coventry MB. Treatment of infections occurring in total<br />

hip surgery. Orthop Clin North Am 1975;6:991.<br />

12. Costerton JW, Stewart PS, Greenberg EP. Bacterial biofilms:<br />

a common cause of persistent infections. Science<br />

1999;284:1318.<br />

13. Drancourt M, Stein A, Argenson JN, et al. Oral rifampin<br />

plus ofloxacin for treatment of Staphylococcus-infected<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 57


Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Protez Enfeksiyonları<br />

58<br />

orthopedic implants. Antimicrob Agents Chemother<br />

1993;37:1214.<br />

14. El Helou OC, Berbari EF, Marculescu, CE et al. Outcome<br />

of enterococcal prosthetic joint infection: is combination<br />

systemic therapy superior to monotherapy? Clin Infect Dis<br />

2008;47:903.<br />

15. Hsieh PH, Shih CH, Chang YH, et al. Two-stage revision<br />

hip arthroplasty for infection: comparison between the<br />

interim use of antibiotic-loaded cement beads and a<br />

spacer prosthesis. J Bone Joint Surg Am 2004;86-A:1989.<br />

16. Kanafani ZA, Sexton DJ, Pien BC, et al. Postoperative joint<br />

infections due to Propionibacterium species: a case-control<br />

study. Clin Infect Dis 2009;49:1083.<br />

17. Kraemer WJ, Saplys R, Waddell JP, Morton J. Bone scan,<br />

gallium scan, and hip aspiration in the diagnosis of infected<br />

total hip arthroplasty. J Arthroplasty 1993;8:611.<br />

18. Kurtz SM, Ong KL, Lau E, et al. Prosthetic joint infection<br />

risk after TKA in the Medicare population. Clin Orthop<br />

Relat Res 2010;468:52.<br />

19. Levine DP, Fromm BS, Reddy BR. Slow response to vancomycin<br />

or vancomycin plus rifampin in methicillin-resistant<br />

Staphylococcus aureus endocarditis. Ann Intern Med<br />

1991;115:674.<br />

20. Lowy FD. Staphylococcus aureus infections. N Engl J Med<br />

1998;339:520.<br />

21. Moran E, Byren I, Atkins BL. The diagnosis and managenent<br />

of prosthetic joint infections. J Antimicrob<br />

Chemother 2010;65(Suppl):45-54.<br />

22. Nguyen S, Pasquet A, Legout L, et al. Efficacy and tolerance<br />

of rifampicin-linezolid compared with rifampicincotrimoxazole<br />

combinations in prolonged oral therapy<br />

for bone and joint infections. Clin Microbiol Infect<br />

2009;15:1163.<br />

23. Owen RJ, Harper WM, Finlay DB, Belton IP. Isotope bone<br />

scans in patients with painful knee replacements: do they<br />

alter management? Br J Radiol 1995;68:1204.<br />

24. Pandey R, Berendt AR, Athanasou NA. Histological and<br />

microbiological findings in non-infected and infected<br />

revision arthroplasty tissues. The OSIRIS Collaborative<br />

Study Group. Oxford Skeletal Infection Research and<br />

Intervention Service. Arch Orthop Trauma Surg 2000;<br />

120:570.<br />

25. Robbins GM, Masri BA, Garbuz DS, Duncan CP. Primary<br />

total hip arthroplasty after infection. Instr Course Lect<br />

2001;50:317.<br />

26. Sculco TP. The economic impact of infected total joint<br />

arthroplasty. Instructional Course Lectures 1993;42:349-<br />

51.<br />

27. Sendi P, Rohrbach M, Graber P, et al. Staphylococcus<br />

aureus small colony variants in prosthetic joint infection.<br />

Clin Infect Dis 2006;43:961.<br />

28. Sperling JW, Kozak TK, Hanssen AD, Cofield RH. Infection<br />

after shoulder arthroplasty. Clin Orthop Relat Res<br />

2001;206.<br />

29. Tigges S, Stiles RG, Roberson JR. Appearance of septic<br />

hip prostheses on plain radiographs. AJR Am J Roentgenol<br />

1994;163:377.<br />

30. Tsukayama DT, Estrada R, Gustilo RB. Infection after total<br />

hip arthroplasty. A study of the treatment of one hundred<br />

and six infections. J Bone Joint Surg Am 1996;78:512.<br />

31. Widmer AF. New developments in diagnosis and treatment<br />

of infection in orthopedic implants. Clin Infect Dis<br />

2001;33(Suppl 2):S94.<br />

32. Zimmerli W, Widmer AF, Blatter M, et al. Role of rifampin<br />

for treatment of orthopedic implant-related staphylococcal<br />

infections: a randomized controlled trial. Foreign-<br />

Body Infection (FBI) Study Group. JAMA 1998; 279:1537.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Kemik Eklem Enfeksiyonlarında<br />

Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Kronik Osteomiyelit<br />

Doç. Dr. Üner Kayabaş<br />

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Malatya<br />

59


Kemik Eklem Enfeksiyonlarında Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Kronik Osteomiyelit<br />

Kronik osteomiyelit kemik nekrozu, ölü<br />

kemik dokusu (sekestr) ve fistül oluşumu<br />

ile karakterize kemik dokusunun enfeksiyonudur.<br />

Semptomlar kronik ağrı, üşüme ve hafif<br />

ateştir, ancak genellikle belirsizdir. Fizik muayenede<br />

lokal şişlik ve akıntılı lezyon saptanabilir.<br />

Kronik osteomiyelitin tanısı hastalık hikayesi,<br />

laboratuvar bulguları ve görüntüleme tekniklerine<br />

dayanır. Laboratuvar incelemede<br />

kandaki lökosit sayısı normalken, eritrosit sedimentasyon<br />

hızı ve C-reaktif protein düzeyi<br />

yüksek saptanabilir. Tanı için direkt röntgen<br />

grafileri, bilgisayarlı tomografi ve manyetik<br />

rezonans görüntüleme gibi radyolojik yöntemlerden<br />

yararlanılır. Bunun yanı sıra Teknesyum-<br />

99m ile işaretlenmiş lökosit sintigrafileri ayırıcı<br />

tanıda yardımcı olurken; kemik kültürleri antimikrobiyal<br />

seçiminde yol göstericidir.<br />

Osteomiyelitin sınıflandırılmasında çeşitli sınıflandırma<br />

sistemleri kullanılmaktadır. Bunlardan<br />

Lee-Waldvogel sınıflandırmasına göre osteomiyelit<br />

süreye göre akut ve kronik; enfeksiyonun<br />

oluş mekanizmasına göre de hematojen ve<br />

sekonder bir enfeksiyon odağına bağlı gelişen<br />

olarak ayrılmaktadır. Cierny-Mader sınıflamasına<br />

göre hastanın bağışıklık durumu ve kemikteki<br />

tutuluma göre sınıflandırma yapılmaktadır.<br />

Kronik osteomiyelitin standart tedavisi uygun<br />

cerrahi girişim ve antibiyotik tedavisini içerir.<br />

Cerrahi girişim olmadan kronik osteomiyelit<br />

genellikle ortadan kaldırılamaz. Kronik osteomiyelitin<br />

standart cerrahi tedavisi ise debridman<br />

ve debridman sonrası oluşan ölü boşluğun<br />

yumuşak doku ile kapatılmasıdır.<br />

Kronik osteomiyelit tedavisi için antibiyotik<br />

seçilirken; kemik dokuya penetrasyonu, belirlenebilmişse<br />

etkenin duyarlılığı, doz aralıkları<br />

ve uygulama yolları, toksisiteleri ve maliyeti<br />

göz önünde bulundurulması gereken önemli<br />

yönlerdir. Doğru antibiyotiğin seçimi, mikroorganizmanın<br />

doğru tanımlanması ve duyarlılık<br />

durumlarının doğru belirlenmesiyle mümkündür.<br />

Kronik osteomiyelitli hastalarda etyolojik<br />

ajanı belirlemede sinüs traktından alınan kültürlerin<br />

yerine intraoperatif kemik doku kültürlerinin<br />

alınması, etkenin doğru belirlenmesinde<br />

daha yararlıdır. Kronik osteomiyelitli bir<br />

hastada etken saptanmadığında geniş spektrumlu<br />

ampirik antimikrobik tedavi verilmelidir.<br />

Kronik osteomiyelitte kemik debridmanından<br />

sonra doku revaskülarizasyonu üç-dört hafta-<br />

60<br />

dan kısa olmadığı için, antimikrobiyal tedavinin<br />

süresi en az dört-altı hafta olmalıdır. Betalaktamların<br />

kullanıldığı tedavilerde sıklıkla iki<br />

hafta yüksek doz parenteral kullanımın ardından,<br />

üç-dört hafta oral kullanım önerilebilmektedir.<br />

Antibiyotik emdirilmiş kemik çimentoları<br />

ve boncukların, çoğunlukla sistemik antibiyotiklerle<br />

birlikte, kronik osteomiyelitlerin tedavisinde<br />

kullanılabileceği belirtilmektedir.<br />

Gram-negatif bakterilere bağlı osteomiyelitin<br />

tedavisinde, eğer etken duyarlı ise, florokinolonlar<br />

yüksek kemik penetrasyonları, oral tedaviye<br />

olanak sağlamaları nedeniyle mükemmel<br />

antibiyotiklerdir. Stafilokoklara bağlı osteomiyelitin<br />

patofizyolojisinde biyofilm tabakası<br />

oldukça önemlidir. Biyofilm içindeki bakterilere<br />

karşı aktiviteleri nedeniyle rifampin bazı araştırmalarda<br />

önerilmesine karşın, bazı araştırmalarda<br />

bu konuda yeterli kanıt olmadığı ileri sürülmektedir.<br />

Osteomiyelit tedavisinde tek başına<br />

rifampin kullanımı ile hızlı direnç gelişimi<br />

olduğu için, diğer bir antimikrobiyal ile birlikte<br />

kullanılmalıdır. Metisiline duyarlı Staphylococcus<br />

aureus’a bağlı gelişen osteomiyelit tedavisi için<br />

parenteral başlanan antimikrobiyal tedaviye oral<br />

antibiyotiklerle devam edilebilir.<br />

Hiperbarik oksijen tedavisi ve negatif basınçlı<br />

yara tedavisi osteomiyelit için destekleyici tedavilerdir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Akinyoola AL, Adegbehingbe OO, Aboderin AO.<br />

Therapeutic decision in chronic osteomyelitis: sinus track<br />

culture versus intraoperative bone culture. Arch Orthop<br />

Trauma Surg 2009;129:449-53.<br />

2. Haas DW, McAndrew MP. Bacterial osteomyelitis in<br />

adults: evolving considerations in diagnosis and treatment.<br />

Am J Med 1996;101:550-61.<br />

3. Haidar R, Der Boghossian A, Atiyeh B. Duration of postsurgical<br />

antibiotics in chronic osteomyelitis: empiric or<br />

evidence-based? Int J Infect Dis 2010;14:e752-8.<br />

4. Lazzarini L, Lipsky BA, Mader JT. Antibiotic treatment of<br />

osteomyelitis: what have we learned from 30 years of<br />

clinical trials? Int J Infect Dis 2005;9:127-38.<br />

5. Lew DP, Waldvogel FA. Osteomyelitis. Lancet 2004;<br />

364:369-79.<br />

6. Rao N, Ziran BH, Lipsky BA. Treating osteomyelitis: antibiotics<br />

and surgery. Plast Reconstr Surg 2011;127(Suppl<br />

1):S177-S87.<br />

7. Shuford JA, Steckelberg JM. Role of oral antimicrobial<br />

therapy in the management of osteomyelitis. Curr Opin<br />

Infect Dis 2003;16:515-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

EHKM Uzmanlığı:<br />

Geleceğe Yansımalar:<br />

EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />

İstanbul<br />

61


EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />

EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />

Osmanlı Devletinde müstakil olarak ilk tıp<br />

okulunun açılışı ülkede batıya yönelimin<br />

başladığı III. Selim devrindedir. Rum öğrenciler<br />

için Kuruçeşme’de, aynı dönemlerde<br />

Kasımpaşa Taşkızak tersanesinde Türk öğrenciler<br />

için tıp eğitimi veren birer okul açılmıştır.<br />

Sonraları Kuruçeşme’deki okul Mora’daki Rum<br />

isyanı sırasında kapatılmış, Kasımpaşa’daki<br />

okul ise 1822 yılında çıkan bir yangınla yok<br />

olmuştur. Sultan II. Mahmut döneminde batılılaşma<br />

hareketi daha da hız kazanmıştır. Bu<br />

dönemin Hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi<br />

padişaha 26 Ocak 1826 tarihinde sunduğu bir<br />

öneri ile, islam hekimlerinin yeterli tıbbi bilgi<br />

ve yabancı dil bilgisinden yoksun olduklarını,<br />

askerlerimizin sağlığını gayrimüslim hekimler<br />

yerine iyi yetiştirilmiş kendi hekimlerimize<br />

emanet etmenin gerekli olduğunu ifade etmiştir.<br />

Sultan II. Mahmut’un teklifi uygun görmesiyle<br />

1827 yılında “Tıbhane” ve beş yıl kadar<br />

sonra da “Cerrahhane” açılmıştır.<br />

1839 yılında iki okul birleştirilerek bugün<br />

Galatasaray Lisesinin olduğu binada Sultan II.<br />

Mahmud tarafından “Mekteb-i Tıbbiye” olarak<br />

açılmış ve öğrencilerine Sultan Mahmut tarafından<br />

üstünlük işareti olan nişanlar verilerek<br />

zamanın en iyi şartları sağlanmıştır.<br />

II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde sağlıkla<br />

ilgili konulara da önem verilmiş ve zamanın<br />

en modern tıp fakültesi ve hastanelerinin<br />

kurulması hedeflenmiştir. Avrupa’daki tıp ve<br />

bilim alanındaki gelişmeler çok yakından takip<br />

edilerek en kısa sürede ülkeye getirilmeye çalışılmıştır.<br />

Kuduz aşısının Pasteur tarafından<br />

keşfinden birkaç yıl sonra İstanbul’da üretilebilir<br />

ve hatta yurt dışına satılabilir hale gelmesi<br />

bunun en güzel örneklerinden birisidir. Yine<br />

Abdülhamid tarafından önce 1898 (Gülhane)<br />

yılında kurulan ve daha sonra da 1903 yılında<br />

Haydarpaşa-İstanbul’da yeniden tesis edilen<br />

Tıbbiye-i Şahane (Askeri Tıbbiye) ülkemizdeki<br />

modern tıbbın çekirdek kurumlarından birini<br />

teşkil etmiştir. Tıbbiye-i Şahane 1914-1918<br />

yılları arasında yalnızca askeri hastane olarak<br />

görev yapmıştır. 1918 yılında Gülhane müdürlüğüne<br />

Dr. Süleyman Numan Paşa getirilmiştir.<br />

Savaş sonrası, İstanbul yabancı ordular tarafından<br />

ele geçirilince, Aralık 1918 yılında Gülhane<br />

de Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Üç gün<br />

içinde hastane, sargı ve komprime yapım yerle-<br />

62<br />

ri ile birlikte Gümüşsuyu Asker Hastanesine<br />

taşınmak zorunda kalmış, Süleyman Numan<br />

Paşa da tutuklanıp Malta’ya sürülmüştür.<br />

Yaklaşık beş yıl sonra büyük zafer sonrası 2<br />

Ekim 1923 günü Gümüşsuyu’ndan tekrar kendi<br />

binalarına taşınmıştır.<br />

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1941<br />

yılında Cebeci-Ankara’ya taşınan askeri tıbbiye<br />

1947 yılında GATA (Gülhane Askeri Tıp<br />

Akademisi) adını almıştır. Bu kurumda görev<br />

yapan Abdülkadir Noyan (1943-1946) ve Behiç<br />

Onul (1946-1949) gibi hocalar daha sonra<br />

AÜTF’nin kuruluşu / EHKM kürsüsünün kuruluşunda<br />

da görev almışlardır. Aynı şekilde;<br />

• Prof. Dr. Ö. Fethi TEZOK<br />

• Prof. Dr. Fethi SERTER<br />

• Prof. Dr. Kaya KILIÇTURGAY<br />

• Prof. Dr. Kazım KURTAR<br />

• Prof. Dr. Kemal BİROL<br />

• Prof. Dr. Sedat ARITÜRK<br />

• Prof. Dr. İbrahim BAYDAR<br />

• Prof. Dr. Alaaddin PAHSA<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi EHKM’deki hizmetlerini<br />

takiben UÜTF, EÜTF, GÜTF, DÜTF,<br />

Gaziantep ÜTF vb. tıp fakültelerinin EHKM’de<br />

de kurucu öğretim üyesi/üst düzey yönetici olarak<br />

görev almışlardır.<br />

Osmanlı tarihinde, Kırım Savaşı’na (1854) kadar<br />

enfeksiyon hastalıkları ile ilgili herhangi bir atılıma<br />

rastlanmamaktadır. Bu savaşta çok sayıda<br />

asker ve sivilin tifo ve tifüs salgını nedeniyle<br />

kaybedilmesinden sonra bulaşıcı hastalıklarla<br />

ilgili eksikliklerin farkına varılmış ve bu konuyla<br />

ilgilenilmeye başlanılmıştır.<br />

Birinci Dünya Savaşı sırasında ordular yalnızca<br />

birbirleriyle değil, kimi zaman birbirlerinden<br />

daha öldürücü bir düşmanla, salgın hastalıklarla<br />

mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Özellikle<br />

kötü beslenme ve olumsuz hava ve barınma<br />

koşulları hem askerlerin hem de sivil nüfusun<br />

kolera, tifüs, dizanteri, hatta grip gibi hastalıklar<br />

neticesinde ölümlerine yol açmıştır. Örneğin;<br />

1918 yılında Fransa-Almanya sınırındaki siperlerde<br />

başlayan grip salgını kısa zamanda tüm<br />

kıtayı sarmış, hatta ABD’ye ulaşmış ve yüzbin-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


lerce insanın ölümüne yol açmıştır. Benzer bir<br />

biçimde 1914 kışında Rus ordusunu çekilmeye<br />

zorlamak üzere gerçekleştirilen Sarıkamış harekatında<br />

binlerce Osmanlı askeri tifüs salgını<br />

nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Hekimlerimiz<br />

pek çok cephede çeşitli düşman ordularına karşı<br />

devam eden savaşların da olumsuz etkisiyle tifo,<br />

kolera, dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklara yönelik<br />

aşı faaliyetlerinde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir.<br />

Bunların en dikkat çekeni ve önemlisi<br />

ise tifüs aşısının başarı ile üretimi ve yaygın<br />

olarak uygulanması ile elde edilen başarılar tüm<br />

dünyaya örnek olacak nitelikte olmuştur.<br />

• Dr. Hüsamettin Şerif (Kural) (1879-1945) ilk<br />

bakteriyoloji (Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji) hocası olarak kabul edilebilir.<br />

Ülkemizde Osmanlı devleti zamanında bağımsız<br />

bir branş olarak EHKM mevcut değildi. Bugünkü<br />

bağımsız pek çok branş gibi iç hastalıkları<br />

(dahiliye) branşının içinde yer almaktaydı.<br />

1926 yılında da Dr. Kemal Hüseyin<br />

PLEVNELİOĞLU’nun önerileri ile bakteriyoloji<br />

branşının iç hastalıkları kliniğinden<br />

ayrılmasına karar verilmiştir. Gülhane’de<br />

(1925) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Enfeksiyon<br />

Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji hocası<br />

unvanını almıştır. Daha sonra AÜTF’ye geçerek<br />

(1945) sivil tıp kurumlarımızdaki ilk Enfeksiyon<br />

Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji profesörü<br />

unvanını kazanmıştır.<br />

Dr. Reşat Rıza (KOR), Dr. Süleyman Numan<br />

Paşa, Dr. Hüsamettin Şerif, Dr. Kemal Hüseyin<br />

Plevnelioğlu, Dr. Mustafa Hilmi Sağlam, Prof.<br />

Dr. Tevfik Sağlam, Ord. Prof. Dr. Abdülkadir<br />

Noyan, Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat ve pek çok<br />

hekimimiz savaşların, olumsuz ekonomik<br />

koşulların dolayısıyla bulaşıcı enfeksiyon hastalıklarının<br />

kol gezdiği salgın dönemlerinde çok<br />

büyük fedakarlıklarla çok sayıda başarılara imza<br />

atmışlardır. Bu hastalıklardan bir kısmı aşağıda<br />

liste halinde verilmiştir.<br />

• Kolera<br />

• Sarı menenjit<br />

• Lekeli tifo (lekeli humma = tifüs)<br />

• Tifo (karahumma) salgını<br />

• İshaller<br />

• Hummai-Racia<br />

• Veba<br />

• Amipli dizanteri<br />

• Basilli dizanteri<br />

• Kala-azar intanı<br />

• Zührevi hastalıklar ve frengi<br />

• Çiçek<br />

• Letharjik ensefalit<br />

• Ruam<br />

• Malarya<br />

• Pnömoni<br />

T.C. Tababet ve Uzmanlık Tüzükleri ve<br />

Branşımızın Seyri<br />

1928: Bakteriyoloji<br />

1947: Bakteriyoloji ve İntani Hastalıklar<br />

1983: Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji<br />

Vedat Turhan<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk tababet tüzüğünde<br />

(1928) “Bakteriyoloji” olarak geçen uzmanlık<br />

dalımız bir sonraki tüzükte “Bakteriyoloji ve<br />

İntani Hastalıklar” adını almıştır. Böylece tek<br />

başına “Bakteriyoloji” diye bir branş kalmıyor.<br />

Otuz altı yıl sonraki tüzükte (1983) ise branşımız<br />

“Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji” olarak tanımlanıyor ve bugünkü<br />

son şeklini alıyor.<br />

1947 yılı öncesinde mevcut olan az sayıdaki<br />

“Bakteriyoloji” (o zamanki adıyla) uzmanı<br />

hekim, bugünkü anlamda birer “Enfeksiyon<br />

Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji (EHKM)”<br />

uzmanı gibi hizmet görmekteydi. Hem bizzat<br />

enfeksiyon olgularının teşhisi (Mikrobiyoloji<br />

Laboratuvar faaliyetleri) hem de bu hastaların<br />

tedavisini üstlenmişlerdi. Yani EHKM dalı zaten<br />

var olan iki ayrı dalın günün birinde birleşmesiyle<br />

oluşmuş “birleşik” bir uzmanlık dalı değildir.<br />

“Türkiye’de Sağlık ve İnsan Gücü Raporu-<br />

2010”a göre günümüzde ülkemizde 1102 EHKM<br />

uzmanı bulunmaktadır. Bunun 718’i<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 63


EHKM Uzmanlığı: Geleceğe Yansımalar:<br />

EHKM Uzmanlığının Tarihçesi<br />

Üniversitelerde, 195’i üniversitelerde, 189’u ise<br />

özel sağlık kuruluşlarında hizmet vermektedir.<br />

Türkiye’de EHKM uzmanı hekimler kronik viral<br />

hepatitler, hastane enfeksiyonları, toplum<br />

kökenli enfeksiyonlar gibi sürekli uğraşılarının<br />

yanı sıra Kırım-Kongo kanamalı ateşi, influenza<br />

gibi epidemiler, hantavirüs, Batı Nil virüsü ensefaliti,<br />

tatarcık humması (Sandfly fever) gibi<br />

enfeksiyöz epidemilerin, nedeni bilinmeyen<br />

ateşlerin erkenden teşhis edilmesi, tanımlanması,<br />

korunma ve ülke ve uluslararası düzeyde<br />

koordinasyon gibi konularda da çok önemli hizmetleri<br />

yerine getirmeye devam etmektedirler.<br />

64<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ahmet Tetik. “4'üncü Ordu Komutanlığı'nın Bölgesinde<br />

Salgın Hastalıklarla Mücadele ve İnsani Yardım<br />

Çalışmaları”. ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 30, 2008.<br />

http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIc<br />

erik&IcerikNo=573<br />

2. Armağan M. Abdülhamit’in kurtlarla dansı. 2006, İstanbul.<br />

3. Doğanay M. 70’lerden Günümüze Türkiye’de Enfeksiyon<br />

Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Alanının<br />

Tarihçesi". (Konferans). <strong>EKMUD</strong> 2010 Kongresi, Bilkent-<br />

Ankara.<br />

4. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/ichastaliklari/tanitim/default.asp?sayfa=tarihce<br />

5. http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/enfeksiyon/tarihce.<br />

htm<br />

6. http://www.haydarpasanumune.gov.tr/Tarihcemiz.aspx<br />

7. Klimik Bülteni (10),Ocak/Şubat/Mart 2001. http://www.<br />

klimik.org.tr/pdfs/bulten10.pdf<br />

8. Ord. Prof. Dr. Abdülkadir Noyan. Son Harplerde Salgın<br />

Hastalıklarla Savaşlarım. Ankara: Ankara Tıp Fak Yay<br />

1956;54.<br />

9. Türkiye’de Sağlık ve İnsan Gücü Raporu- Sağlık Bakanlığı,<br />

YÖK, 2010.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

HIV/AIDS:<br />

Fırsatçı Enfeksiyonların<br />

Profilaksisi<br />

Yrd. Doç. Dr. Behice Kurtaran<br />

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Adana<br />

65


HIV/AIDS:<br />

Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi<br />

Antiretroviral tedavi (ART)’nin kullanıma<br />

girmesiyle birlikte fırsatçı enfeksiyon sıklığında<br />

belirgin azalma meydana gelmiştir.<br />

Özellikle sitomegalovirüs (CMV) ve<br />

Mycobacterium avium complex (MAC) enfeksiyonları,<br />

ART öncesi döneme göre 1/10’dan daha<br />

az sıklıkta görülmeye başlamıştır. ART ile, yalnız<br />

enfeksiyonların sıklığında değil, seyrinde de<br />

değişiklikler meydana gelmiştir. AIDS’in epidemik<br />

olduğu önceki yıllarda, AIDS tanımlayıcı<br />

hastalık tanısı sonrası yaşam iki-üç yıl iken, bu<br />

süre 15 yıl ve daha uzun sürelere ulaşmıştır.<br />

Ancak yeni gelişmelere karşın, fırsatçı enfeksiyonların<br />

yönetimi ile ilgili pek çok sorun çözülebilmiş<br />

değildir. Örneğin; progresif multifokal<br />

lökoensefalopati (PML) ve kriptosporidiyozun<br />

uygun tedavisi mevcut değildir. Diğer bir sorun<br />

Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) gibi bazı<br />

fırsatçı enfeksiyonların tedavi direncinin giderek<br />

artmasıdır. Aynı zamanda ART, her zaman<br />

hızlı düzelmeye neden olamamakta, bazen de<br />

immün rekonstitüsyon inflamatuvar sendrom<br />

(IRIS) gibi durumu komplike edici atipik tablolara<br />

neden olabilmektedir.<br />

Fırsatçı enfeksiyonların önlenmesinde temel<br />

yaklaşım, immün durumun yani CD4 sayısının<br />

bilinmesidir. Bu hem fırsatçı enfeksiyonların<br />

dışlanmasını sağlar hem de profilaktik yaklaşımlara<br />

zemin hazırlar. Tablo 1’de CD4 sayısı ile<br />

beklenen fırsatçı enfeksiyonların listesi yer<br />

almaktadır.<br />

PNEUMOCYSTİS CARİNİİ PNÖMONİSİ<br />

PCP hayatı tehdit eden ve fatalite oranı yüksek<br />

bir hastalıktır. Pnömosistis enfeksiyonlarının<br />

ekstrapulmoner tutulumu nadirdir ancak herhangi<br />

bir organı tutabileceği unutulmamalıdır.<br />

CD4 sayısı 200/µL’nin altında PCP riski artmaktadır.<br />

Profilakside ilk tercih edilecek ilaç trime-<br />

66<br />

toprim-sülfametoksazoldür. Günlük doz uygulamaları<br />

(480 mg), haftada üç gün (960 mg)<br />

uygulamadan biraz daha fazla etkilidir.<br />

Trimetoprim-sülfametoksazol allerjisi durumunda,<br />

birkaç hafta süre ile desensitizasyon<br />

mümkündür. Pediatrik trimetoprim-sülfametoksazol,<br />

desensitizasyon için kullanılabilir. Doz<br />

480 mg’lık tabletin %12.5, %25, %37.5, %50 ve<br />

%75-100’ü olacak şekilde altı gün içinde artırılarak<br />

uygulanır. Bu şekilde hastaların 3/4’ü tedaviyi<br />

yeniden tolere edebilir. Alternatif ilaçlar<br />

olarak pentamidin, dapson, dapson + primetamin<br />

ve atovakon kullanılabilir.<br />

SEREBRAL TOKSOPLAZMOZ<br />

Sıklıkla latent enfeksiyonun reaktivasyonu<br />

sonucu oluşur. Toksoplazmanın serebral dışı<br />

tutulumu oldukça nadirdir ve otopsi sırasında<br />

belirlenir. Yaşamı tehdit edicidir ve tedavisi<br />

komplikedir, bu nedenle önlenmesi çok önemlidir.<br />

Relapslar ya da sekellerin tedaviye rağmen<br />

görülmesi nadir değildir. Toksoplazmozu belirlenen<br />

hastaların sıklıkla, ART ya da profilaksi<br />

almadıkları gözlenmiştir.<br />

Temas Profilaksisi<br />

IgG’si negatif olan hastaların çiğ ya da iyi pişmemiş<br />

et yememeleri primer enfeksiyondan korunmada<br />

önemlidir. Genel görüşe karşın, kanıtlanmamış<br />

bir başka bulaş da kedi temasıdır. Bu<br />

konuda görüş birliği yoktur, ancak kesin olan,<br />

katı hijyen kurallarının (kedi kumlarının temizlenmesinde<br />

eldiven kullanılması gibi) uygulanmasıdır.<br />

Primer Profilaksi<br />

CD4 sayısı 100/µL’nin altında olan IgG pozitif<br />

hastalara primer profilaksi verilmelidir. Tercih<br />

edilen ilaç trimetoprim-sülfametoksazoldür.<br />

Allerji durumunda desensitizasyon uygulanma-<br />

Tablo 1. CD4 sayısı ile AIDS ilişkili hastalıkların ilişkisi<br />

CD4 sayısı Hastalıklar<br />

Sınır değer yok Kaposi sarkomu, pulmoner tüberküloz, HZV, bakteriyel pnömoni, NHL<br />

< 250/µL PCP, özefageal kandidoz, PML, HSV<br />

< 100/µL Serebral toksoplazmoz, kriptokokoz, miliyer tüberküloz<br />

< 50/µL CMV retinit, atipik mikobakteriyoz<br />

HZV: Herpes-zoster virüs, NHL: Non-Hodgkin lenfoma, PCP: Pneumocystis carinii pnömonisi, PML: Progresif multifokal lökoensefalopati,<br />

HSV: Herpes simpleks virüs, CMV: Sitomegalovirüs.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


lıdır. Dapson + primetamin ya da yüksek doz<br />

dapson alternatif tedavi ilaçlarıdır. Primer profilaksi<br />

CD4 sayısı en az üç ay süre ile 200/µL’nin<br />

üzerine çıkarsa güvenle kesilebilir.<br />

Sekonder (İdame <strong>Tedavi</strong>) Profilaksi<br />

İmmün rekonstitüsyonun olmadığı durumlarda<br />

yaşam boyu profilaksi gerekebilir. Doz, akut<br />

tedavide uygulanan dozun yarısı şeklinde planlanır.<br />

<strong>Tedavi</strong>de sülfadiazin + primetamin, klindamisin<br />

+ primetamin ya da atovakon + primetamin<br />

kullanılır. Manyetik rezonansın normal<br />

olması ya da lezyonun kontrast tutması şartı ile,<br />

CD4 sayısının altı ay süre ile 200/µL’nin üzerine<br />

çıkması durumunda idame tedavisi kesilebilir.<br />

CMV RETİNİT<br />

CD4 sayısının 50/µL’nin altına düştüğü durumlarda<br />

CMV enfeksiyonunun reaktivasyonu söz<br />

konusudur, sıklıkla retinit şeklinde bulgu verir.<br />

Geçmişte, AIDS ilişkili hastalıklar arasında en<br />

sık görülen hastalıktı ve %30 hastada körlük ile<br />

sonuçlanmaktaydı. CMV’nin diğer tutulumları<br />

(pnömoni, özefagusta ülser, kolit, ensefalit ve<br />

sinüzit) nadirdir (%15). Tanısı zordur ve sıklıkla<br />

histolojik olarak tanıya gidilir.<br />

Primer Profilaksi<br />

Primer profilaksi tartışmalıdır ve önerilmemektedir.<br />

Ancak, CD4 sayısı 200/µL’den az olan<br />

hastaların üç ayda bir fundoskopik muayenesi<br />

yapılmalıdır. Özellikle hastaların ART’ye başlamadan<br />

önce muayene edilmesi, tedavi sonrası<br />

immün yanıtla büyüyebilecek lezyonların erken<br />

görülmesini sağlayacaktır.<br />

Sekonder Profilaksi<br />

Akut tedavinin üç haftasından sonra ancak lezyonun<br />

skar formasyonundan en erken zamanda,<br />

tercihan azaltılmış doz valgansiklovir ile sekonder<br />

profilaksi (idame tedavi) başlanmalıdır. Bu<br />

tedavinin gansiklovire benzer şekilde miyelotoksik<br />

olduğu akılda tutulmalıdır. Sekonder<br />

profilaksi mümkün olduğunca erken kesilmelidir.<br />

Kesilme için CD4 sayısının altı aydan fazla<br />

süre ile > 100-150/µL olması önerilmektedir.<br />

Oral valgansiklovir altında olan relapslarda, foskarnet<br />

ya da sidofovir ile reindüksiyon ve idame<br />

tedavisi planlanmalıdır.<br />

Behice Kurtaran<br />

KANDİDOZ<br />

İyi immün durumda bile, ART başlanmasına<br />

sebep olabilecek bir tablodur. Özefageal kandidoz<br />

ve oral mukozit diğer fırsatçı enfeksiyonları<br />

takiben meydana gelmektedir. İmmün sistem iyi<br />

ise, alkolizm ve steroid tedavisi araştırılmalıdır.<br />

Vajinal kandidoz kadında önemli bir sorundur.<br />

Kandidemi, ciddi immünyetmezliğe karşın<br />

insan immünyetmezlik virüsü (HIV) enfekte<br />

bireylerde nadirdir.<br />

Kandida profilaksisinin yaşam üzerine yararı<br />

gösterilmemiştir. Uzun süreli profilaksi dirençli<br />

suşların seçimine de neden olabilmektedir. Her<br />

immünyetmezlikli hastanın, mutlaka her vizitte<br />

ağız muayenesi yapılmalıdır.<br />

TÜBERKÜLOZ<br />

Tüm dünyada en önemli olarak kabul edilen<br />

fırsatçı enfeksiyondur. HIV enfekte hastaların<br />

%8’inde meydana gelir. HIV negatif bireylere<br />

göre sıklığı sekiz kat fazladır. Yine dirençli<br />

(MDR) tüberküloz sıklığı da diğer popülasyona<br />

göre oldukça yüksektir. Tüberküloz, CD4 sayısından<br />

bağımsız olarak enfeksiyonun her evresinde<br />

meydana gelebilir. Ancak dissemine tüberküloz<br />

sıklığı, ileri immünyetmezlikte daha fazladır.<br />

AIDS ilişkili ölümlerin üçte birinden<br />

sorumludur.<br />

Latent Tüberküloz Enfeksiyon <strong>Tedavi</strong>si<br />

Latent tüberküloz enfeksiyonu, aktif tüberküloz<br />

yokluğunda tüberkülin deri testi (TST) ya da<br />

IGRA ile pozitif immün yanıt olarak tanımlanmaktadır.<br />

Pozitif immün yanıtı olan bireylerin<br />

ne kadarının gerçekte canlı bakteri ile enfekte<br />

olduğu bilinememektedir. Ancak, pozitif immün<br />

yanıtı olan tüm HIV enfekte bireylerin, aktif<br />

hastalığın önlenmesi için tedavi alması önerilmektedir.<br />

“Centers for Disease Control and<br />

Prevention (CDC)” 2007 rehberine göre TST ≥<br />

5 mm olan HIV enfekte kişilere latent enfeksiyon<br />

tedavisi verilmelidir. ELISPOT (T-SPOT TB<br />

test), düşük CD4 sayılı hastalarda, TST ve<br />

ELISA (Quantiferon-Gold tüp testi)’dan üstün<br />

görünmektedir.<br />

Dokuz ay süre ile izoniazid 300 mg/gün dozunda<br />

ya da 600 mg/gün dozunda rifampisin önerilmektedir.<br />

Alternatif olarak iki ay süre ile rifampisin<br />

+ pirazinamid kullanılabilmekte ancak hepatotoksisitesi<br />

nedeniyle önerilmemektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 67


HIV/AIDS:<br />

Fırsatçı Enfeksiyonların Profilaksisi<br />

ATİPİK MİKOBAKTERİYOZ<br />

MAC enfeksiyonları ile sinonim olarak kullanılan<br />

bir tanımdır. MAC doğada, canlı-cansız<br />

ortamlarda sık bulunmaktadır ve temas profilaksisi<br />

mümkün değildir. Asemptomatik hastaların<br />

balgam ve dışkı örneklerinde bulunmasına<br />

karşın, ileri immünyetmezliği olan ve CD4 sayısı<br />

50/µL olanlarda hastalık oluşturmaktadır.<br />

ART olmadığı dönemlerde wasting sendromuna<br />

eşlik eden kronik, dissemine hastalık oluştururken,<br />

ART tedavisi ile birlikte daha lokalize bir<br />

tablo sergilemektedir.<br />

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde plasebo<br />

kontrollü çalışmalar, makrolidlerin (azitromisin,<br />

klaritromisin), rifabutin kadar, MAC morbidite<br />

ve mortalitesini azalttığını göstermişlerdir.<br />

Ancak hastalık Avrupa’da daha nadirdir ve<br />

uyum sorunları ve direnç potansiyeli nedeniyle<br />

MAC profilaksisi kullanımı ABD’den daha azdır.<br />

CD4 sayısı < 50/µL olanlarda makrolid ile (azitromisin<br />

1200 mg/haftada bir ya da klaritromisin<br />

2 x 500 mg/gün) önerilmektedir. İdame tedavisi<br />

ise rifabutinsiz makrolid + etambutol şeklinde<br />

olmaktadır. Primer ve sekonder profilaksi CD4<br />

sayısı altı aydan uzun süre 100/µL’nin üzerinde<br />

seyrettiğinde sonlandırılabilir.<br />

HERPES SİMPLEKS<br />

Ciddi immünsüpresyon durumunda (CD4 sayısı<br />

< 100/µL) kronik enfeksiyonları sıktır. Ciddi<br />

olgularda özefagusta ülser, ensefalit, keratit,<br />

keratokonjunktivit, pnömoni ve bronşit gözlenebilir.<br />

Bu olgular ile lezyonun dört haftadan<br />

uzun sürmesi durumunda herpes simpleks<br />

enfeksiyonu AIDS tanımlayıcı hastalık olarak<br />

kabul edilmektedir.<br />

Primer profilaksi önerilmemektedir. Bununla<br />

birlikte bir meta-analizde asiklovirin hem HSV,<br />

hem de HZV riskini %70’den fazla, mortaliteyi<br />

ise %22 azalttığı gösterilmiştir. Ancak ART ile<br />

bu bilgilerin değişmiş olduğu düşünülmektedir.<br />

Bugün bile, persistan, tekrarlayan enfeksiyonların<br />

asiklovir ya da valasiklovir ile düşük doz,<br />

uzun süre tedavisi akla yatkın gelmektedir.<br />

HERPES ZOSTER<br />

HZV reaktivasyonu immünsüpresiflerde sık karşılaşılan<br />

bir durumdur. Ayrıca, jeneralize olma-<br />

68<br />

ya da eğilimlidir. Hastalığın nörolojik komplikasyonları<br />

(ensefalit, miyelit ve kafa çifti tutulumları)<br />

söz konusudur.<br />

Varisella aşılaması önceleri önerilmese de, plasebo<br />

kontrollü çalışmalarda CD4 sayısı > 400/<br />

µL olanlarda etkili ve oldukça güvenli olduğu<br />

gösterilmiştir. VZV serolojisi negatif olan bireylere<br />

önerilebilir. Serolojisi negatif olan ve yüksek<br />

riskli temas sonrasında VZV hiperimmünglobulini<br />

2 mg/kg intravenöz olarak uygulanabilir.<br />

Uzun süreli primer profilaksi önerilmese de<br />

bazı otörler, persistan tekrarlayan epizodu olan<br />

hastalara düşük doz ile uzun süreli profilaksi<br />

önermektedir.<br />

PROGRESİF MULTİFOKAL<br />

LÖKOENSEFALOPATİ<br />

Santral sinir sisteminin ağır demiyelinizan hastalığıdır<br />

ve JC virüs denilen bir polyoma virüs<br />

tarafından oluşturulur. Beyaz cevheri tutan multifokal<br />

demiyelinizasyonla giden bir hastalıktır<br />

ve CMV ve MAC enfeksiyonundan farklı olarak,<br />

her zaman hastalığın son dönemi ile bağlantısı<br />

yoktur. Sıklıkla CD4 sayısı 100/µL’nin altında<br />

oluşsa da daha yüksek CD4 sayılarında da meydana<br />

gelebilir.<br />

Profilaksisi ve tedavisi yoktur ancak deneysel<br />

tedavi yaklaşımları söz konusudur.<br />

BAKTERİYEL PNÖMONİ<br />

Göreceli olarak iyi immün durumlarda (CD4 ><br />

200/µL) da oluşmasına karşın, radyolojik ve<br />

klinik olarak tekrarlayan (12 ayda > 1) akut<br />

pnömoniler, AIDS tanımlayıcı hastalık olarak<br />

kabul edilmektedir. İntravenöz madde bağımlılarında<br />

daha sık görülmektedir.<br />

Pnömokok aşılaması etkili bir koruma sağlamaktadır.<br />

İmmün durumu yeterli (CD4 > 200/<br />

µL) olan HIV enfekte bireylerde kullanılabilir.<br />

Yeni veriler CD4 sayısından bağımsız olarak<br />

pnömokokal hastalığa karşın etkili olduğunu<br />

bildirmektedir.<br />

KRİPTOSPORİDİYOZ<br />

Fekal-oral yolla bulaşan bir parazitik intestinal<br />

hastalıktır. İmmün sistemi sağlam bireylerde<br />

kısa süreli ishal oluştururken, AIDS’te sıklıkla<br />

kronik ishal nedeni olmaktadır. Özellikle CD4<br />

sayısı < 50/µL bireylerde, yaşamı tehdit eden su<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


ve elektrolit kayıplarına neden olur. Kronik<br />

form AIDS tanımlayıcı hastalıktır.<br />

Genel kabul görmüş profilaksisi yoktur.<br />

Retrospektif çalışmalar, rifabutin ve klaritromisinin<br />

koruyucu etkisini göstermektedir. En<br />

önemli koruyucu yaklaşım, iyi hijyen ve musluk<br />

sularının içilmemesidir. Ayrıca, enfekte hastaların,<br />

diğer immünsüprese hastalar ile aynı odada<br />

kalmaması da önerilmektedir.<br />

KRİPTOKOKOZ<br />

En önde gelen AIDS tanımlayıcı hastalıktır.<br />

İnhalasyon yolu ile Cryptococcus neoformans’ın<br />

ana rezervuarı olan kuşlardan bulaşır. Sıklıkla<br />

enfeksiyonu ağır immünyetmezlik ile birliktedir<br />

ve tedavi edilmezse fataldir. Sıklıkla CD4 sayısı<br />

< 100/µL olanlarda görülür.<br />

Temas kesin olarak önlenememektedir. Primer<br />

profilaksi endemik bölgelerde bile önerilmemektedir.<br />

Flukonazol (200-400 mg/gün), sekon-<br />

Behice Kurtaran<br />

der profilakside (idame tedavisi) önerilmektedir<br />

ve itrakonazole üstündür. CD4 sayısı > 200/µL<br />

üç ile altı ay arasında olduğunda flukonazol<br />

kesilebilir.<br />

SALMONELLA SEPTİSEMİSİ<br />

Tekrarlayan nontifoidal Salmonella septisemisi,<br />

AIDS tanımlayıcı hastalık olarak kabul edilmektedir.<br />

ART ile riski belirgin şekilde azalmıştır.<br />

Profilaksi sadece relaps gösteren olgularda önerilmektedir.<br />

Altı ile sekiz ay süre ile siprofloksasin<br />

(2 x 500 mg) kullanılmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Guidelines for prevention and treatment of opportunistic<br />

infections in HIV-infected adults and adolescents. MMWR<br />

2009;58:1-207.<br />

2. Hoffmann C. Opportunistic infections. In: Hoffmann C,<br />

Rockstroh JK (eds). HIV 2009. Hamburg, 2009:330-408.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 69


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

HIV/AIDS:<br />

Antiretroviral <strong>Tedavi</strong><br />

Doç. Dr. M. Arzu Yetkin<br />

SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

71


HIV/AIDS:<br />

Antiretroviral <strong>Tedavi</strong><br />

Antiretroviral tedavi (ART)’de kullanılan<br />

ilaçların 1990’lı yılların ortasından itibaren<br />

kombine edilerek kullanılmaya başlanılmasından<br />

sonra insan immünyetmezlik virüsü<br />

(human immunodeficiency virus; HIV) enfeksiyonlarına<br />

bağlı gelişen mortalite ve morbilitede<br />

azalma olmuştur. Günümüzde ART amacıyla<br />

kullanılan ilaçlar HIV üzerine ciddi anlamda<br />

etkili baskılama uygulamalarına karşılık, HIV’ın<br />

vücuttan tamamen eradikasyonu henüz mümkün<br />

olmamıştır. Bu nedenledir ki, ART ömür<br />

boyu sürecek bir tedavidir. ART’nin uygulanmasının<br />

başlıca amacı HIV’a bağlı gelişecek<br />

morbiditeyi azaltarak kişinin yaşam kalitesini<br />

ve dolayısıyla yaşam süresini uzatmaktır. Bunun<br />

yanı sıra kişinin immün sistemini kuvvetlendirmek<br />

ve HIV yayılımını azaltmak da ART’nin<br />

diğer amaçları arasındadır. Bu etkilerini de başlıca<br />

HIV replikasyonunu engelleyerek göstermektedir.<br />

Tıpta tedavi amacıyla uygulanan diğer rejimlerde<br />

olduğu gibi ART başlamadan evvel tedaviyle<br />

elde edilecek kazanç ile kişinin tedavi nedeniyle<br />

karşılaşabileceği ilaç toksisitesi, direnci, diğer<br />

ilaçlarla etkileşimi, maliyeti ve ömür boyu sürecek<br />

tedavi olması gibi riskler tam olarak değerlendirilip,<br />

daha sonra tedavi kararı alınmalıdır.<br />

Bu nedenledir ki, ART başlanacağı zaman bazı<br />

soruların yanıtlandırılmasında fayda vardır.<br />

ART’nin kime, ne zaman ve hangi ilaçlar kullanılarak<br />

başlanacağına karar vermek tedavi başarısının<br />

en önemli adımlarından birisidir. <strong>Tedavi</strong><br />

başarısında bir başka önemli nokta da tedaviye<br />

uyumdur, bu da tedavi başlanacak hastanın<br />

hayat boyu sürecek olan bu tedaviyi istiyor<br />

olmasıdır. Antiretroviral ilaçlar ilk geliştirildiği<br />

zamandan beri, AIDS belirleyici hastalığı olan<br />

ve/veya CD4 sayısı < 200/mm3 olan hastalara<br />

ART uygulanmaktadır. ART’deki yeni gelişmeler<br />

nedeniyle tedavinin yarar zarar dengesi<br />

erken tedaviye başlama şeklinde değişmektedir.<br />

ART’ye bağlı oluşacak riskler azalmakta buna<br />

karşılık tedavi almayan hastalardaki kontrolsüz<br />

HIV replikasyonu ve immün yanıttaki aktivasyon<br />

sonucunda gelişen kronik enflamasyonun<br />

organ hasarına ve komorbid hastalıklara yol<br />

açtığının anlaşılmasıyla tedaviye erken başlama<br />

görüşü ağırlık kazanmıştır. Özellikle, son 20<br />

yılda yapılan randomize kontrollü klinik çalışmalar<br />

sonucunda CD4 T hücre sayısı ≤ 350<br />

hücre/mm 3 olan HIV pozitif kişilerin ART’den<br />

72<br />

yarar gördüğü kanıtlanmıştır. Bu nedenledir ki<br />

bu hasta grubuna da ART önerilmektedir. Ancak<br />

ART’nin CD4 sayısı daha yüksek olan taşıyıcılarda<br />

yararlı olup olmayacağına dair kesinleşmiş<br />

öneriler bulunmamaktadır. Buna karşılık HIV<br />

tedavisi uygulayan çoğu merkezin ART’nin CD4<br />

sayısı yüksek bu hastalarda AIDS ve AIDS dışı<br />

morbidite ve mortaliteyi azalttığına dair ciddi<br />

gözlemsel deneyime dayanarak, son yıllarda<br />

çıkan kılavuzlarda CD4 sayısı 350-500/mm 3<br />

olan hastalara da tedavi başlanılmasına dair<br />

kanıt düzeyi yüksek önerilerde bulunulmaktadır.<br />

CD4 sayısı > 500/mm 3 olan hastalarda tedavi<br />

uygulanıp uygulanmayacağı konusunda<br />

görüş birliği bulunmamaktadır.<br />

ART başlanmasına karar verilen hastalarda tedavi<br />

öncesinde yapılması gereken birtakım laboratuvar<br />

testleri bulunmaktadır. Bunlar arasında<br />

CD4 sayısının belirlenmesi, serum HIV-RNA<br />

düzeyinin ölçülmesi ve bakılabiliyorsa kemokin<br />

reseptör tropizmi varlığının araştırılması gerekmektedir.<br />

ART, yapılan direnç testi sonucuna,<br />

kullanılacak ilacın yan etki profiline, tolere edilebilme<br />

potansiyeline, ilaç yükü olup olmamasına,<br />

dozlam sıklığına ve kişinin altta yatan başka<br />

bir hastalığının olup olmamasına veya başka bir<br />

nedenden dolayı ilaç kullanması gerekiyorsa<br />

ART kullanılacak ilaçlarla ilaç-ilaç etkileşiminin<br />

olup olmaması gibi faktörler göz önüne alınarak<br />

başlanmalıdır. Halen günümüzde ART’de kullanılabilecek,<br />

HIV üzerinde altı farklı bölgeye etki<br />

eden ilaç grubu bulunmaktadır. Bunlar; nükleozid/nükleotid<br />

revers transkriptaz inhibitörleri<br />

(NRTİ), nonnükleozid revers transkriptaz inhibitörleri<br />

(NNRTİ), proteaz inhibitörleri (Pİ),<br />

füzyon inhibitörleri (Fİ), CCR5 antagonistleri<br />

ve integraz transfer inhibitörleri (İNSTİ)’dir.<br />

Günümüzde, daha önceden tedavi almamış hastalarda<br />

tedaviye başlarken kombinasyon tedavisi<br />

tercih edilmektedir. Bu genellikle üçlü ilaç<br />

kombinasyonu şeklinde olmaktadır. İki NRTİ<br />

tedavinin ana ögesini oluştururken, üçüncü ilaç<br />

olarak NNRTİ, ritonavir destekli-Pİ veya integraz<br />

inhibitörü olabilmektedir. NRTİ olarak tercih<br />

edilen kombinasyonlar arasında tenofovir ve<br />

emtrisitabin kombinasyonu veya abakavir ve<br />

lamivudin kombinasyonu bulunmaktadır.<br />

ART’de yıllardan beri kullanılan zidovudin ve<br />

lamivudin kombinasyonu tenofovir ve abakavirin<br />

kullanılamadığı durumlarda tercih edilmeli-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


dir. Bu ilaçların hem doğal virüse hem de kısıtlı<br />

oranda dirençli virüse etkileri bulunmaktadır.<br />

NNRTİ olarak kullanılabilecek birkaç seçenek<br />

bulunmaktadır. Bunlar arasından efavirenz ve<br />

nevirapin son yıllarda en çok tercih edilendir. Pİ<br />

arasından ise özellikle ritonavir destekli olan Pİ<br />

tercih edilmektedir. Kendisi de bir Pİ olan ritonavir,<br />

aynı zamanda Pİ metabolize eden<br />

P450CYP3A enziminin de güçlü bir inhibitörüdür.<br />

Düşük dozlarda diğer Pİ eklendiği zaman<br />

eklendiği Pİ’nin etkinliğini çok artırmaktadır. Pİ<br />

arasında atazanavir, lopinavir ve darunavir ritonavirle<br />

desteklenmiş preparatları bulunmaktadır.<br />

İntegraz inhibitörlerinden raltegravir, bu<br />

enzimi güçlü bir şekilde inhibe etmektedir ve<br />

bu nedenledir ki ART amacıyla ilk sırada önerilecek<br />

kombinasyonlar arasına girmiştir.<br />

ART başlanması ile birlikte amaçlanan virüsün<br />

baskılanmasıdır. Baskılanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği<br />

belirli aralarla yapılan serum viral<br />

yük tayinleri ile değerlendirilmelidir. ART uygulanımı<br />

ile 24 haftalık tedavi sonrasında virüs<br />

yükünün 50 kopya/mL’nin altına inmesi hedeflenmektedir.<br />

Amaçlanan hedefe ulaşılamadığı<br />

durumlarda yani virolojik yanıtsızlık varlığında<br />

tedavi değişikliği düşünülmelidir. Virolojik<br />

yanıtsızlık genellikle tedaviye uyum eksikliğine<br />

bağlı veya başlangıçta olan ilaç direncine bağlı<br />

olmaktadır. Virolojik yanıtsızlık durumunda<br />

tedavi değişikliği uygulanacak yöntemdir.<br />

Kişinin HIV hastalık evresi, CD4 sayısı, altta<br />

yatan hastalık varlığı, tedavi öyküsü ve ilaç<br />

direnç paterni yeni tedavinin planlanmasında<br />

rol oynayan faktörlerdir. En az iki veya mümkünse<br />

üç ilacın da değiştirilmesidir. Değiştirilen<br />

ilaçların yerine yeni grup ilaçlar tercih edilmelidir.<br />

Hastalarda virolojik yanıtsızlığın yanı sıra<br />

immünolojik yanıtsızlık da gelişebilmektedir.<br />

İmmünolojik yanıtsızlık kendisini CD4 hücre<br />

sayısında artışın olmaması ile gösterebilmektedir,<br />

bunun sonucunda da hastalarda AIDS veya<br />

AIDS’e bağlı mortalitede artış olmaktadır.<br />

İmmünolojik yanıtsızlık daha çok başlangıç<br />

CD4 sayısı < 200/mm3 olan hastalarda veya yaşlı<br />

hastalarda gözlenmektedir. İmmünolojik yanıtsızlık<br />

saptandığı durumlarda da tedavi değişikliği<br />

planlanmalıdır. NNRTİ’ye karşı bir direnç<br />

gelişmesi durumunda tedaviye ritonavir destekli<br />

Pİ ile veya raltegravir veya maravirok ile<br />

değiştirilmesi önerilmektedir.<br />

M. Arzu Yetkin<br />

Sonuç olarak; HIV asemptomatik dönemde bile<br />

immün sisteme zarar verebilen bir hastalıktır.<br />

Günümüzde uygulanan uzun süreli ART HIV<br />

enfeksiyonları kronik hastalık haline gelmiştir.<br />

ART başarılı bir şekilde uygulandığında oldukça<br />

etkili bir tedavi yöntemi olmasına karşılık tedavide<br />

halen bazı sorunlar bulunmaktadır. ART ile<br />

HIV tamamen ortadan kaldırılamamakta sadece<br />

baskılanmaktadır, bu nedenle ART ömür boyu<br />

devam edecek bir tedavidir. Bu durum tedaviye<br />

uyum veya kullanılan ilaçların oluşturduğu<br />

zararlı yan etkiler gibi birtakım istenmeyen<br />

durumları da beraberinde getirmektedir. Ayrıca,<br />

tedavi altındayken bile devam eden kronik<br />

düşük seviyeli enflamasyon sonucunda immün<br />

sistemde bozukluklara yol açabilmektedir.<br />

Bunun yanı sıra, tedavi başlangıcında ve/veya<br />

tedavi sırasında gelişebilecek direnç ART’de kullanılabilecek<br />

yeni ilaçların geliştirilmesine ihtiyaç<br />

duyulmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. BHIVA Treatment Guidelines Writing Group British HIV<br />

association guidelines for treatment of HIV-1 positive<br />

adults with antiretroviral therapy 2008. HIV Medicine<br />

2008;9:563-608.<br />

2. DHHS. Guidelines for the use of antiretroviral agents in<br />

HIV-1 infected adults and adolescents. http://www.aidsinfo.nih.gov/ContentFiles/AdultandAdolescentGL.pdf<br />

Erişim tarihi: 25.01.2011.<br />

3. EACS Euroguideline of Clinical management and treatment<br />

of HIV infected adults in Europe. www.europeanaidsclinicalsociety.org/Guidelines/G2.htm<br />

Erişim tarihi;25.01.2011.<br />

4. Thompson MA, Aberg JA, Cahn P, et al. Antiretroviral<br />

treatment of adult HIV infection. 2010 recommendations<br />

of the International AIDS Society-USA Panel. JAMA<br />

2010;304:321-33.<br />

5. Volberding PA, Deeks SG. Antiretroviral therapy and<br />

management of HIV infection. Lancet 2010;376:49-62.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 73


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı<br />

ve Etki Mekanizması<br />

Doç. Dr. Mehmet Özden<br />

Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Elazığ<br />

75


Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />

İmmün sistem, kanserler, otoimmün hastalıklar<br />

ve enfeksiyon hastalıkları da dahil olmak<br />

üzere çeşitli hastalıkların yeni tedavilerinin<br />

geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.<br />

Biyolojik yanıt düzenleyicileri olarak da bilinen<br />

immünmodülatörlerin tedavide kullanılmaya<br />

başlanması ve yeni ajanların ortaya çıkmasıyla<br />

birlikte hastalıkların tedavisinde önemli değişiklikler<br />

ve başarılar elde edilmiştir. Bu başarılara<br />

rağmen bu ilaçların immün sistem üzerindeki<br />

belirgin etkileri nedeniyle başta enfeksiyonlar<br />

olmak üzere malignite, kemik iliği süpresyonu<br />

ve nefrotoksisite, metabolik değişiklikler<br />

ve diğer toksik tablolar gibi yan etkiler<br />

ortaya çıkmaya başlamıştır.<br />

İmmünmodülatörler; immün yanıt mekanizmaları<br />

üzerindeki çeşitli faktörlere etki ederek<br />

immün yanıtı düzenlemektedir. Başlıca immün<br />

yanıt mekanizmaları şunlardır:<br />

1. Antijen sunumu: Antijen işlenmesi ve sunumu,<br />

MHC, interlökin (IL-1) üretimi.<br />

2. Antijen sunan hücreler ile T hücre aktivasyonu:<br />

T hücre reseptör kompleks, CD4 kompleks<br />

ve interlökin üretimi.<br />

3. T ve B hücrelerinin klonal büyümesi: T hücre<br />

sitokin üretimi, T hücre proliferasyonu, B hücre<br />

proliferasyon ve farklılaşması.<br />

4. Yabancı mikroorganizma ya da greft hasarı:<br />

Kompleman aktivasyonu, antikor bağımlı hücre<br />

aracılı toksisite (ADCC), sitotoksik T hücre.<br />

İmmünmodülatörler, bu mekanizmalar üzerinde<br />

yapısal ve fonksiyonel değişikliklere neden<br />

olarak enfeksiyöz etkenlere karşı konak savunmasının<br />

zayıflamasına, allerji veya otoimmünitenin<br />

indüklenmesine neden olabilir.<br />

İmmünmodülatörlerin başlıca etkileri şu şekilde<br />

özetlenebilir:<br />

1. İmmünstimülan: İmmün sistem efektör<br />

mekanizmaların aktivasyonu.<br />

2. İmmünsüpresyon: Azalmış immün fonksiyon.<br />

3. İmmüntolerans: İmmünolojik desensitizasyon.<br />

4. Otoimmünite ve immünolojik yerine koyma:<br />

Öz antijenlere immün reaksiyon.<br />

Biyolojik Ajanlar<br />

1. Endojen kaynaklı proteinler (bakteri, fungus<br />

veya memeli hücre kültürleri):<br />

76<br />

a. Sitokin<br />

b. Eritropoietin<br />

c. İnsülin<br />

d. İnterferon<br />

e. Granülosit-koloni stimülan faktör (G-CSF)<br />

f. Growth hormon<br />

g. Enzimler<br />

h. Doku plazminojen aktivatör (tPA) ve antikoagülan<br />

proteinler<br />

2. Monoklonal antikorlar (memeli hücre kültürü-rekombinant)<br />

3. İmmünglobulinler<br />

4. İmmünsüpresifler (glikokortikoid, siklosporin<br />

ve sitotoksik ilaçlar)<br />

5. Sentetik bileşikler<br />

6. Aşılar: Canlı ve inaktive virüs ve bakteri aşıları,<br />

subünit ve rekombinant aşılar<br />

7. Gen tedavi ürünleri: Viral ve nonviral<br />

Sitokinler konağın immün yanıtına etki eden<br />

önemli proteinlerdir. Kanser tedavisinde kullanılan<br />

IL-2, antijen sunan hücrelerden bir sinyal<br />

alındıktan sonra immün yanıt sırasında olgun T<br />

hücreleri tarafından salınan, T ve B hücre<br />

growth faktörü olarak da bilinen bir polipeptiddir.<br />

Tümör hücreleri IL-2 ile kültüre edildiğinde<br />

tümör infiltratif lenfositler prolifere olmakta ve<br />

bu lenfositler IL-2 ile birlikte hastaya verilmektedir.<br />

IL-2, “Natural Killer (NK)” hücreleri ve<br />

antijen spesifik sitotoksik T lenfositlerinin sitolitik<br />

aktivitesini ve perforin ve granzim gibi<br />

sitotoksik granüllerin litik komponentlerini<br />

kodlayan gen ekspresyonunu artırarak antitümöral<br />

aktivite göstermektedir. Özellikle IL-2,<br />

lenfosit aktive killer (LAK) hücrelerinin aktivasyon<br />

ve ekspansiyonunu artırarak tüm tümör<br />

hücre dizilerinin öldürülmelerinden sorumlu<br />

tutulmaktadır. Yine aktive lökositlerin tümör<br />

endoteline ve tümör hücrelerine bağlanmasını<br />

adezyon moleküllerinin ekspresyonunu artırarak<br />

kolaylaştırmaktadır.<br />

Koloni stimülan faktörler GM-CSF (sargramostim)<br />

ve G-CSF (filgrastim), kemik iliği progenitör<br />

hücrelerinin büyümesini ve farklılaşmasını<br />

uyaran faktörlerdir. Olgun granülosit ve monositlerin<br />

fonksiyonlarını artırarak savunma sistemine<br />

katkı sağlayan ajanlardır. Kanser kemotera-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


pisinde gelişebilen lökopeni ve granülositopeninin<br />

tedavisinde kullanılmaktadırlar. Eritropoietin<br />

de böbrek peritübüler hücreleri tarafından üretilen<br />

ve anemi tedavisinde kullanılan bir hematopoietik<br />

growth faktördür. İnterferonlar (IFN),<br />

antiviral aktiviteye sahip glikoproteinlerdir.<br />

Reseptörlere bağlanarak gen transkripsiyonunu<br />

aktive ederler. IFN’ler antiproliferatif etki, diferansiyasyon,<br />

immünmodülasyon ve tümör hücre<br />

yüzey antijen ekspresyonunda değişiklik, onkojen<br />

aktivasyonunun inhibisyonu ve antianjiyogenez<br />

gibi antitümöral etki gösteren glikoproteinlerdir.<br />

IFN-γ’nın DNA fragmantasyonu ve apopitotik<br />

hücre ölümünü artırdığı gösterilmiştir.<br />

Hem IFN-γ hem de a, tümör nekroz faktörü<br />

(TNF)’nün tümör sitotoksisitesini potansiyalize<br />

etmektedir. IFN aracılığıyla tümör hücre yüzeylerinde<br />

MHC ekspresyonunun indüksiyonu,<br />

konak hücresel immünite ve tümör eliminasyonunun<br />

etkinliğini artırmaktadır. Viral enfeksiyonları<br />

takiben makrofaj ve lenfositlerden alfa<br />

interferon, fibroblast ve epitelyum hücrelerinden<br />

ise beta interferonlar üretilmektedir. Gama<br />

interferonlar CD4+, CD8+ T lenfositler, NK ve<br />

LAK hücreleri tarafından üretilen ve güçlü bir<br />

makrofaj aktive edici faktör olarak immün sistem<br />

aktive eden glikoproteinlerdir. Alfa interferonlar,<br />

“hairy cell” lösemi, kronik miyeloid<br />

lösemi ve non-Hodgkin lenfoma tedavilerinde<br />

antiproliferatif aktivite göstermektedir. Ayrıca<br />

Kaposi sarkomu, kondilomata, kronik hepatit<br />

tedavilerinde de kullanılmaktadır. Alfa ve beta<br />

interferonlar viral enfeksiyonlarda erken üretilirken<br />

gama interferonlar daha geç üretilmektedir.<br />

Regülatör T hücreleri (Treg), CD25+ FoxP3+<br />

olup CD4+ T hücrelerinin %5-10’unu oluşturan<br />

ve immün yanıtı çeşitli yönlerden düzenleyen<br />

hücrelerdir. Romatoid artritte doğal olarak oluşan<br />

Treg’lerin zayıflamış fonksiyonu, sitotoksik<br />

T lenfosit-4 (CTLA-4)’ün azalmış ekspresyonu<br />

ile ilişkilidir. TNF-a inhibitörleri ile tedavi bu<br />

azalmayı önlemez, ancak güçlü baskılayıcı özelliklere<br />

sahip yeni Treg popülasyonunu indükler.<br />

Preklinik ve klinik çalışmalar TNF-a ve IL-6’nın<br />

enflamatuvar sinovitte kritik role sahip sitokinler<br />

olduğunu ortaya koymaktadır. TNF birçok<br />

enfeksiyöz uyarana yanıt olarak aktif makrofajlardan,<br />

T lenfositlerden ve immün sistemin<br />

diğer bazı hücrelerinden salınan bir sitokindir.<br />

Mehmet Özden<br />

Hücre içi patojenlerle oluşturulan enfeksiyonlarda<br />

makrofajlar ve lenfositleri enfeksiyon bölgesinde<br />

toplayarak, enfeksiyonu fiziksel olarak<br />

sınırlayan granülomların oluşumunda ve sürdürülmesinde<br />

en önemli rolü oynarlar. TNF-a’nın<br />

etkisini engelleyen (TNF-a inhibitörleri) ilaçlar<br />

(infliksimab, etanersept ve adalimumab) bazı<br />

otoimmün hastalıkların (psöriyazis, Crohn hastalığı,<br />

ankilozan spondilit, psöriyatik artrit,<br />

romatoid artrit, sarkoidoz ve ülseratif kolit)<br />

tedavisinde kullanılmaktadır. Bu ilaçlar TNFa’ya<br />

yüksek afinite ile bağlanıp TNF-a’nın,<br />

reseptörüne bağlanmasını engelleyen ilaçlardır.<br />

Romatizmal hastalıklarda yeni kuşak kinolonların<br />

klinik ve biyolojik rolleri bulunmaktadır.<br />

IL-1 süperailesi (IL-18 ve IL-33), IL-12 süperailesi<br />

(IL-27 ve IL-35), IL-2 süperailesi (IL-15 ve<br />

IL-21) ve IL-17 bu anlamda önem kazanan sitokinlerdir.<br />

Rekombinant monoklonal antikorlar, insan<br />

antikorunun yapısal kısımları ve fare antikorlarının<br />

elementlerinin rekombinant teknoloji ile<br />

tanınmasıyla elde edilen antikorlardır. İnsanda<br />

yabancı bir protein olarak tanınmazlar. Spesifik<br />

antijenlerine bağlanarak immün efektör fonksiyonları<br />

aktive ederler ve kompleman aracılı<br />

sitotoksisite ve antikor bağımlı hücre aracılı<br />

toksisite ile malign hücrelerin harabiyetini<br />

kolaylaştırırlar. Nötrofil, monosit ve makrofajların<br />

fagositozunu artırırlar ve tümör hücre lizisinden<br />

sorumlu moleküllerin salınmasını sağlarlar.<br />

Bir antivasküler endotelyal growth faktör<br />

(VEGF) olan ve rekombinant monoklonal antikor<br />

olarak kullanılan bevasizumab metastatik<br />

melonamanın tedavisinde onay almıştır. VEGF,<br />

tümör gelişimi için önemli olan vasküler proliferasyonu<br />

regüle eden, anjiyogenetik ve permeabiliteyi<br />

indükleyen bir ajandır. Aynı zamanda<br />

endotelyal hücreler için bir antiapopitotiktir.<br />

Antilenfositik globulin, T hücre harabiyetine<br />

neden olarak immünsüpresyonu indükler.<br />

Transplantasyonda özellikle steroide dirençli<br />

rejeksiyonlarda kullanılır. OKT-3 (muromonab-<br />

CD3) CD3 T hücre reseptörlerinin sigma zincirine<br />

karşı oluşan monoklonal antikorları içerir.<br />

T hücre reseptörünün hızlı internalizasyonunu<br />

sağlayarak T hücrelerinin kandan ve lenfoid<br />

organlardan deplesyonu ve ekstravazasyonuna<br />

neden olur. T hücrelerine sitotoksik etki göste-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 77


Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />

rir ve renal allograft rejeksiyonunda kullanılır.<br />

Rho(D) immünglobulin, Rho(D) eritrosit antijenlerine<br />

özgü immüntolerans sağlayan insan<br />

antiserumu olup, eritroblastozis fetalis denilen<br />

ve annede Rho(D) pozitif kana karşı immün<br />

yanıt gelişmesini önleyen bir ajandır. Bir diğer<br />

monoklonal antikor olan trastuzumab<br />

(Herceptin, anti-Her2), meme kanserlerinde<br />

%30 oranında yüksek bulunan hücre yüzey<br />

antijeni Her2/Neu’ya karşı oluşan bir antikordur.<br />

Her2-pozitif meme kanserlerinin tedavisinde<br />

sitostatik olarak kullanılmaktadır. Diğer bir<br />

rekombinant antikor, rituksimab (Rituxan, anti-<br />

CD20), non-Hodgkin lenfomaların %90’ında<br />

eksprese edilen B hücre yüzey antijeni CD20’ye<br />

karşı oluşan bir antikordur. CD20 hücrelerinin<br />

apopitozisini indüklediği, in vitro olarak B<br />

hücre lizisi, kompleman bağımlı sitotoksisite ve<br />

antikor bağımlı hücre aracılı toksisite oluşturarak<br />

B hücre non-Hodgkin lenfoma tedavisinde<br />

ve metotreksat ile kombine olarak romatoid<br />

artritte kullanılmaktadır. Anti-CD25 (anti-IL-2<br />

reseptör) daklizumab ve basiliksimab, anlamlı<br />

azalmaya neden olmadan aktive T hücreleri<br />

inhibe etmektedir. Akut transplant rejeksiyon<br />

profilaksisinde kullanılmaktadır. Edrekolomab,<br />

akciğer, gastrointestinal sistem, pankreas ve<br />

prostat gibi organların skuamöz olmayan epitelyumlarının<br />

yüzeylerinde bulunan bir glikoprotein<br />

olup Ep-CAM ekstraselüler epitopunu tanıyan<br />

bir IgG2a monoklonal antikordur. Kolon ve<br />

rektum kanserlerinde kullanılmaktadır.<br />

Setuksimab, çoğu epitelyal hücre tümörlerinde<br />

ileri derecede eksprese edilen EGFR’ye (c-erb1<br />

veya HER1) karşı oluşan bir monoklonal antikordur.<br />

EGFR’nin reseptör bölgesine ekstraselüler<br />

bağlanır ve bu sayede intraselüler tirozin<br />

kinaz aracılığıyla fosforilasyon ve dimerizasyonu<br />

engeller.<br />

Antiidiyotip antikorlar, gerek tek başına gerekse<br />

diğer immünmodülatörlerle birlikte non-<br />

Hodgkin lenfoma ve diğer bazı malignitelerin<br />

tedavisinde denenmişlerdir. CAMPATH-1 antikorları,<br />

T ve B lenfositler ve monositlerde yüksek<br />

oranda eksprese edilen bir glikopeptid olan<br />

CD52 antijenine karşı oluşmuş bir antidiyotip<br />

antikordur.<br />

Radyoaktif işaretli antikorlar veya radyoimmünoterapinin,<br />

radyasyon duyarlı hematolojik<br />

malignitelerin tedavisinde etkin olduğu göste-<br />

78<br />

rilmiştir. Tositumomab (anti-BI), I131 ile işaretli<br />

bir monoklonal antikordur. Epratuzumab<br />

(LL2), B hücre gelişimi sırasında yaygın olarak<br />

eksprese edilen ve non-Hodgkin lenfoma olgularının<br />

çoğunda bulunan CD22 antijenine<br />

(transferin reseptörü) karşı oluşan IgG2a yapısında<br />

bir antikordur ve I131 ile işaretli olarak<br />

kullanılmaktadır. Anti-CD33 antikoru (HuM195),<br />

IgG yapısında olup miyeloid lösemi hücrelerinde<br />

eksprese edilen CD33 antijenine karşı oluşan<br />

bir rekombinant monoklonal antikordur. Bu<br />

antikor I131 ile işaretlenerek akut miyeloid<br />

lösemide kullanılmıştır. İbritumomab tiuksetan<br />

(IDEC-2B8), CD20 antijenine karşı hedeflenen<br />

bir IgG1 monoklonal antikordur. 90Y(IDEC- Y2B8) veya 111In (IDEC-In2B8) ile işaretlenmiş<br />

ve non-Hodgkin lenfomada kullanılmıştır.<br />

İnsan plazmasından elde edilen antikordan zengin<br />

gamaglobulin fraksiyonu preparatları primer<br />

ve sekonder immünyetmezliklerde, bakteriyel<br />

ve virütik hastalıkların tedavisinde, sepsiste<br />

hümoral immüniteyi güçlendirmek için kullanılır.<br />

Abatacept (Orencia), ekstraselüler reseptör<br />

bölgesine yapışan insan immünglobulinlerinden<br />

oluşan bir füzyon proteinidir. Naiv T hücrelerinin<br />

tam olarak aktivasyonu için B7-1/2<br />

(CD80/CD86) aracılığıyla CD28 kostimülasyonu<br />

gereklidir. Abatacept bu kostimülasyonu<br />

önlemekte ve potansiyel olarak toleransı indüklemektedir.<br />

Metotreksat ve anti-TNF’ye yanıt<br />

vermeyen romatoid artrit tedavisinde önerilmektedir.<br />

Sitotoksik ajanlar; B ve T hücrelerinin proliferasyonunu<br />

bloke eden immünsüpresif ajanlardır.<br />

Siklofosfamid, organ transplant profilaksisinde<br />

ve çeşitli otoimmün hastalıklarda kullanılan<br />

alkilleyici bir ilaçtır. Azatioprin (Imuran),<br />

organ transplantasyonu ve ciddi dirençli romatoid<br />

artritte kullanılmaktadır. Aktif metaboliti<br />

ksantin oksidaz aracılığıyla metabolize olan<br />

merkaptopürindir. Pürin sentezini inhibe ederek<br />

hücre proliferasyonuna neden olur.<br />

Metotreksat ise dihidrofolat redüktaz inhibitörüdür.<br />

Ciddi dirençli romatoid artritte ve dirençli<br />

psöriyaziste kullanılmaktadır.<br />

Glukokortikoidlerin immün sistem üzerinde<br />

birçok etkileri mevcuttur. Antijen spesifik T<br />

hücre stimülasyonunun erken evrelerinde herhangi<br />

bir etki oluşturmazken, sitotoksik T lenfositleri,<br />

IL-1 (gen transkripsiyonu aracılığıyla)<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


ve IL-2 üretiminin bloke edilmesi, dolaşan lenfositlerin<br />

azaltılması gibi etkileri vardır. Bu sayede<br />

steroidler IL-2 üretimini baskılayarak T<br />

hücre proliferasyonunu ve efektör sitotoksik T<br />

lenfosit inhibisyonunu sağlarlar. Lenfositleri<br />

ekstravasküler bölgeye yönlendirerek doğrudan<br />

lenfosit lizisine neden olabilirler. Yine B lenfositlerin<br />

antikor oluşturma yeteneğini inhibe<br />

ederler. Ayrıca, makrofajlar tarafından lökotrien<br />

ve prostaglandin yapımı ile birlikte TNF ve nitrik<br />

oksit gibi enflamasyonda rol alan mediyatörlerin<br />

de yapımı engellenir. Kompleman sisteminin<br />

aktivasyonunu engeller. Çeşitli otoimmün<br />

hastalıklarda ve sitotoksik ajanlarla birlikte<br />

organ transplantasyonlarında kullanılmaktadır.<br />

Ayrıca, steroidlerin lenfosit ve makrofajların<br />

enfeksiyon veya aşırı duyarlılık bölgelerine<br />

göçünü de engellediği bilinmektedir.<br />

Siklosporin, 11 aminoasit siklik polipeptid içeren<br />

bir fungal üründür. T hücre gen transkripsiyon<br />

programının aktivasyonundan sorumlu<br />

selüler proteinler olan immünofilinlere yüksek<br />

afinite ile bağlanarak, T hücre aktivasyonu ve<br />

sitokin (IL-2), kalsinörin üretimini inhibe<br />

etmekte, organ ve kemik iliği transplantasyonunda,<br />

çeşitli otoimmün hastalıklarda profilaktik<br />

olarak kullanılmaktadır. Takrolimus<br />

(FK506), siklosporine benzer fonksiyonel özelliklere<br />

sahip funguslardan elde edilen bir makrolid<br />

antibiyotiktir. Spesifik bir immünofilin<br />

olan FK506 bağlayıcı proteine (FKBP) bağlanır<br />

ve karaciğer transplant rejeksiyonunda kullanılır.<br />

Yine aynı bölgeye bağlanan rapomisin (sirolimus),<br />

IL-2 reseptör azalması ile sitokinlere T<br />

hücre yanıtını bloke eder. Ayrıca, sirolimus-<br />

FKBP 12 kompleksi hücre siklusunda anahtar<br />

bir enzim olan protein kinaz MTOR (memeli<br />

rapamisin hedefi) inhibisyonuna neden olur.<br />

Kalsinörin T hücrelerin aktivasyonu sonucunda<br />

tetiklenen sinyal yolağında yer alan bir moleküldür.<br />

Kalsinörin yolağı, başta NFAT ve NF-kB<br />

gibi birçok enflamatuvar mediyatörlerin üretiminden<br />

sorumlu transkripsiyon faktörlerinin<br />

aktivasyonunda ve FasL gibi moleküllerin yer<br />

değiştirmesinde rol alır. Kalsinörin yolağının<br />

bloke edilmesi ile T hücre aktivasyonu bloke<br />

edilmekte ve IL-2 sentez inhibisyonu ile T hücre<br />

ve CTL ekspansiyonu önlenmektedir. Ayrıca<br />

antijenlere yanıt olarak antikor üretimi de<br />

bozulmaktadır.<br />

Mehmet Özden<br />

B hücre hedefli tedavilerin otoimmün hastalıklarda<br />

özellikle sistemik lupus eritematozusda<br />

kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. B hücreleri<br />

antikor bağımlı ve antikor bağımsız fonksiyonları<br />

ile otoimmüniteyi inhibe etmekte ya da<br />

tetiklemektedir. B hücre hedefli tedaviler patojenik<br />

B hücrelerini elimine etmekte veya koruyucu<br />

B hücrelerinin fonksiyonlarını ve yayılmalarını<br />

artırmaktadır. B hücrelerini hedef alan birçok<br />

yeni strateji bulunmaktadır. Bunlar arasında,<br />

deplete antikorlar kullanılarak doğrudan<br />

öldürme, B hücrelerinin farklılaşma veya hayatta<br />

kalmasından sorumlu faktörlerin inhibisyonu,<br />

B hücre inhibitör reseptörlerinin indüksiyonu,<br />

B hücre reseptör veya kostimülatör reseptörleri<br />

aracılığıyla sinyallerin kesilmesi ve antijen<br />

spesifik otoreaktif B hücrelerinin fonksiyonel<br />

inaktivasyonu veya delesyonudur. Alternatif bir<br />

strateji de regülatör B hücrelerinin (B reg) ekspansiyonunu<br />

ve indüksiyonunu içeren bir stratejidir.<br />

B reg hücreler, IL-10 ve TGF-b olası<br />

diğer immünregülatör sitokinleri üreten ve Th<br />

hücrelerin veya dendritik hücrelerin proenflamatuvar<br />

fonksiyonları inhibe etme yeteneği<br />

olan hücreler olarak tanımlanmaktadır.<br />

Belimumab kullanılarak B hücre aktive edici<br />

faktörü bloke ederek kazanılan seçici B hücre<br />

deplesyonu klinik yararları gösterilmiş bir tedavidir.<br />

B hücre deplase eden antikorlar anti-<br />

CD20, anti-CD19, anti-CD22, B hücre reseptör<br />

inhibisyonu yapan Syk, PI3K53-55, proliferasyon<br />

indükleyen ligand ya da TNF ligand süperailesi<br />

13 olarak bilinen BAFF (anti-BAFF-<br />

Belimumab) veya APRIL’ın (anti-APRIL-Atacicept)<br />

indüklediği B hücre stimülasyonunun<br />

inhibisyonu, anti-tip 1 IFN ve anti-IL-21 ve IL-6<br />

gibi ajanlardır.<br />

Enfeksiyon riski açısından ele alındığında<br />

immünmodülatörlerden özellikle immünsüpresifler<br />

öne çıkmaktadır. T ve B hücrelerinin anti-<br />

CD3 veya anti-CD20 antikorları ile tamamen<br />

yok edilmesi, kemoterapi ve kalsinörin inhibitörleri<br />

özellikle steroidler immünsüpresyona<br />

neden olan başlıca faktörlerdir. Mikofenolat<br />

mofetil (cellcept), guanin nükleotid sentezinde<br />

bir enzimdir. T ve B hücre guanin nükleotid<br />

sentezine yüksek düzeyde bağlı olduğundan,<br />

MPA, T ve B hücre proliferasyonu ve antikor<br />

üretimini inhibe eder. Özellikle transplant rejeksiyonunu<br />

önlemede steroid ve kalsinörin inhibi-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 79


Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />

törleri ile kombine kullanılmaktadır. Antitimosit<br />

globulin (timoglobulin), pürifiye gamaglobulin<br />

fraksiyonu olup CD2, CD3, CD4, CD8, CD11a,<br />

CD18, CD25, CD45 ve MHC sınıf I ve II’ye bağlanan<br />

sitotoksik antikorları içermektedir. Renal<br />

transplant rejeksiyonlarında kullanılmaktadır.<br />

Diğer biyolojik ajanlardan, efalizumab (Raptiva)<br />

LFA-1 üzerinden T hücre adezyon ve aktivasyonunu<br />

bloke etmektedir. Anakinra (Kineret) IL-1<br />

reseptör antagonisti olup romatoid artritte kullanılmaktadır.<br />

Alefacept ise psöriyaziste önerilen<br />

CD2 hedefli füzyon proteinidir. CAMPATH-<br />

1H (alemtuzumab), insan anti-CD52 antikoru<br />

olup T, B hücreleri, makrofajlar ve NK hücrelerini<br />

azaltan ilaçlardır ve renal transplantasyonda<br />

önerilmektedir. Multipl sklerozda kullanılan<br />

immünmodülatör ilaçlar IFN-b, glatiramer asetat<br />

(Copaxone) ve natalizumab, immünsüpresif<br />

ilaçlar ise steroid ve siklofosfamiddir. IFN-b T<br />

hücre proliferasyonunu baskılar ve santral sinir<br />

sistemine T hücre göçünü azaltır. Copaxone ise<br />

“myelin basic protein (MBP)”i taklit eden dört<br />

aminoasit (glutamik asit, lizin, alanin ve tirozin)<br />

polimerinden oluşan bir ajandır. MBP gibi miyelin<br />

epitopları ile çapraz reaksiyona girebilecek<br />

reaktif poliklonal antikorları oluşturduğu ve<br />

MBP’ye toleransı indüklediği bilinmektedir.<br />

Ayrıca, glatiramer asetatın reaktif Th2 tip regülatör<br />

hücrelerini indüklediği ve Th2 sitokin<br />

yanıtına neden olduğu saptanmıştır.<br />

Natalizumab, bir a4 integrine karşı oluşan<br />

rekombinant IgG4 antikoru (anti-VLA-4 monoklonal<br />

antikoru) olup, T hücre yüzey reseptörlerine<br />

bağlanarak beyin dokusuna dolaşımdan<br />

göçü engellemektedir. Multipl skleroz yanında<br />

Crohn hastalığında da önerilmektedir.<br />

Hematolojik malignitelerde kullanılan immünmodülatör<br />

ilaçlar, talidomid ve onun analogları<br />

tümör hücrelerinin büyüme, yaşam ve progresyonlarını<br />

engelleme yeteneği ile ilgili fonksiyonel<br />

etkilerin geniş bir yelpazesine sahiptir. Bu ajanlar<br />

TNF-a ve COX-2’yi inhibe ederek antienflamatuvar<br />

aktivite göstermektedir. İmmünmodülatör<br />

ilaçların immün hücreler, tümör hücreleri, kemik<br />

iliği stromal hücreler ve hematopoietik kök hücreler<br />

üzerine doğrudan etkileri bulunmaktadır.<br />

Antitümöral özellikleri, hücre siklusunun kırılması,<br />

antianjiyojenik, antiproliferatif ve apopitozisin<br />

indüklenmesiyle birliktedir. Talidomid<br />

ve analogları G1 fazında hücre büyümesini<br />

80<br />

durdurarak, NF-kB ve apopitoz inhibitör protein<br />

reseptör azalması ve kaspaz 8 aktivasyonu ile<br />

apopitozise neden olur. VEGF ve IL-6 gibi proanjiyojenik<br />

faktörlerin ekspresyonunu azaltarak<br />

anjiyogenezi önler. Ayrıca bu ajanlar, çeşitli<br />

adezyon markırlarının ekspresyonunu inhibe<br />

ederek miyeloma hücrelerinin stromal hücrelere<br />

adezyonunu engeller. Diğer taraftan miyeloma<br />

hücrelerinin proliferasyonunu önleyen proenflamatuvar<br />

sitokinlerin (özellikle IL-6) salınımını<br />

bloke eder. Özetle hematolojik malignitelerde<br />

kullanılan immünmodülatör ilaçlar, T hücre<br />

reseptör aracılı uyarılma sırasında T hücre aktivasyonunu<br />

artırabilmekte ve NK hücre aktivasyonuna<br />

neden olmaktadır. İn vitro ve in vivo<br />

çalışmalarda bu ajanların, NK hücrelerinin sayı<br />

ve fonksiyonlarını uyararak ve IL-2 ve IFN-γ<br />

düzeylerini artırarak multipl miyeloma hücre<br />

lizisini indüklediği gösterilmiştir. Bu ajanlardan<br />

talidomid, lenalidomid, bortezomib, arsenik<br />

trioksidinin kemik iliği ve miyeloma hücrelerini,<br />

IkB kinaz inhibitör, p38 MAP kinaz (mitojen<br />

aktive protein) inhibitör ve TGF-b reseptör<br />

inhibitörünün kemik iliğini, VEGF reseptör<br />

tirozin kinaz inhibitör, Farnesyl transferaz inhibitör,<br />

“heat shock protein-90” inhibitör ve Bcl-2<br />

antisens oligonükleotidinin miyeloma hücrelerinin<br />

büyüme ve canlılığını, TNF-ilişkili apopitoz-indükleyen<br />

ligand, IGF-1 (insülin growth<br />

faktör-1) reseptör inhibitör ve anti-CD20 antikorlarının<br />

ise hücre yüzey reseptörlerini hedef<br />

aldığı düşünülmektedir.<br />

Anjiyogenez inhibitörleri, tümörlerin metastaz,<br />

invazyon ve büyümesinde gerekli olan anjiyogenezi<br />

önleyen biyolojik ajanlardır. Başlıca proanjiyojenik<br />

growth faktörleri; VEGF, fibroblast<br />

growth faktör (FGF), trombosit-derive growth<br />

faktör (PDGF), TNF-a, anjiyopoietin 1,2 ve<br />

keratinosit growth faktör (KGF)’dür.<br />

Antianjiyogenetik faktörler ise IL-12, IFN (a, b,<br />

γ), trombosit faktör 4 (endostatin ve trombospondin-1)<br />

ve metalloproteinaz doku inhibitörleridir<br />

(TIMP).<br />

Tirozin kinaz inhibitörleri (TKİ); epidermal<br />

growth faktör reseptör (EGFR) tirozin kinaz<br />

reseptörleri ile ilişkili reseptör ailesinin bir üyesidir.<br />

EGFR, baş-boyun, over, kolorektal, meme<br />

ve mesane kanserlerinde yüksek düzeyde eksprese<br />

edilmektedir. Spesifik ligandına bağlanarak<br />

homodimer oluşturur ve hücre proliferas-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


yon ve yaşamında rol alan sinyal yolunu aktive<br />

eder. İmatinib, geftinib ve erlotinib oral olarak<br />

kullanılan aktif tirozin kinaz inhibitörleridir.<br />

EGFR’nin sinyal yolağını inhibe eder ve kinaz<br />

fosforilasyonunu bloke ederler ve kronik miyeloid<br />

lösemi ile skuamöz olmayan akciğer kanserlerinde<br />

kullanılır.<br />

Allerjik immünoterapi (desensitizasyon); tip 1<br />

allerjiye dayanan allerjik hastalıkların tedavisi<br />

için hastaya ufak dozda spesifik antijen (allerjen)<br />

uygulamak suretiyle yapılır. İmmüntolerans<br />

oluşturdugu için immün allerjik yanıtı süprese<br />

eder.<br />

Çeşitli tümör ilişkili veya tümör spesifik antijenlerin<br />

identifikasyonu, in vivo olarak antitümör<br />

immünolojik yanıtı indükleme olasılığını<br />

kolaylaştırmaktadır. Kanser aşılarının çoğu<br />

tümör ilişkili antijenlere karşı hücresel immün<br />

yanıtı aktive etmeye yönelik tasarlanmıştır.<br />

Antitümör aşıları peptid içeren aşılardır. Genetik<br />

olarak modifiye edilmiş organizmalarla yapılan<br />

veya genetik olarak değiştirilebilir otolog tümör<br />

hücrelerinin işlenmesiyle oluşturulan aşılardır.<br />

Aşılarda bulunan tümör ilişkili antijenler DNA,<br />

RNA veya diğer proteinlerdir. Gen teknolojisiyle<br />

hazırlanan ve subkütan uygulanan aşılar olup<br />

kanser hastalarında kullanılırlar. CD8+ sitotoksik<br />

T lenfositlerinin (CTL), Fas-Fas ligand aracılığıyla<br />

apopitozisi indükleyerek, fagosit ve NK<br />

hücrelerini aktive ederek tümör hücrelerini<br />

öldürmede önemli etkileri gösterilmiştir. Sitokin<br />

gen tedavisi ve dendritik hücre aşılaması kanser<br />

hastalarının etkin aşılamasında araştırılmış<br />

tedavi yöntemleridir. Dendritik hücreler GM-CSF,<br />

TNF-a ve diğer sitokinlerle aktive edilerek T<br />

hücre aktivasyonunu artırır. Yine IL-12 sekrete<br />

ederek CD8+ T lenfositlerinin aktivasyonu ile<br />

IFN-γ ve IL-2 üretimini sağlarlar. Sonuç olarak<br />

tümör hücre harabiyetine neden olurlar.<br />

Metastatik prostat kanserinin tedavisinde gündeme<br />

gelen Sipuleucel-T, otolog prostatik asit<br />

fosfataz yüklü dendritik hücre immünoterapötiği<br />

olup immüntoleransı azaltan bir özelliğe<br />

sahiptir.<br />

MikroRNA’lar (miRNA), birçok hedef genin<br />

ekspresyonunu düzenleyen kısa kodlanmamış<br />

RNA molekülleridir. Hematopoietik hücrelerde<br />

miRNA düzeyleri immün yanıtın seyri ve farklılaşması<br />

sırasında dinamik olarak düzenlenmektedir.<br />

Romatoid artritli hastalarda ve hematolo-<br />

Mehmet Özden<br />

jik malignitelerde miRNA’nın anormal düzeyde<br />

eksprese olduğu gösterilmiştir. Bu bulgular<br />

miRNA’nın immünmodülatör ilaç gelişiminde<br />

kritik bir hedef olduğunu ve miRNA bazlı gen<br />

tedavilerinin metabolik bozukluklar, kanserler<br />

ve immün hastalıkların tedavisinde bir seçenek<br />

olma potansiyelleri olduğunu göstermektedir.<br />

Mezenkimal kök hücreler, osteoblast, miyosit,<br />

kondrosit ve adipositlere farklılaşabilen multipotent<br />

hücrelerdir. Genel etkileri immün yanıtı<br />

antienflamatuvar/toleran fenotipe çevirme,<br />

Th1’den Th2’ye dönüşüm, NK hücrelerinden<br />

IFN-γ üretiminin baskılanması, B hücrelerinden<br />

antikor üretiminin azaltılmasıdır. İnsan mezenkimal<br />

kök hücrelerinin immünsüpresif özelliği<br />

allojenik bireylerde hücre tedavisi için onları<br />

aday yapan önemli bir özelliktir. Özellikle doku<br />

onarımında kullanılması olasılığını gündeme<br />

getirmiştir.<br />

Çeşitli patojenlerden identifiye edilen immünmodülatörler,<br />

doğal ya da kazanılmış immün<br />

sistemi düzenler. Bu moleküller, enfeksiyonun<br />

istenen etkilerini taklit ederler ve immünmodülatör<br />

olarak tedavide kullanılırlar. Bunlar arasında<br />

miksoma ve poks virüsten elde edilen proteaz<br />

inhibitörleri Serp1’in akut koroner sendromda<br />

enflamasyonu inhibe ettiği gösterilmiştir.<br />

Yine kompleman aktivasyonunu bloke eden<br />

vaccinia virüs kaynaklı vaccinia kompleman<br />

kontrol proteini (VCP), sitokin ve kemokin analogları<br />

ve hücre sinyal yolağını düzenleyen<br />

Vaccinia virüs ve Yersinia kökenli immünmodülatörler<br />

bulunmaktadır. Ayrıca BCG aşısı, inaktive<br />

Corynebacterium parvum suşları, bazı probiyotikler<br />

enfeksiyon hastalıkları veya kanserlerde<br />

adjuvan olarak kullanılabilen immünmodülatörlerdir.<br />

Bakteri ekstreleri tekrarlayan enfeksiyonlarda<br />

kullanılmış bakteriyel lizatlardır. Kistik<br />

fibroziste kullanılan deoksiribonükleaz 1 ve<br />

Flavobacterium spp. kaynaklı alginat liyaz kistik<br />

fibrozisde kullanılan akciğer viskozitesini azaltan<br />

rekombinant proteinlerdir. Antisense RNA<br />

ve antisense oligonükleotidler, mRNA’ya bağlanan<br />

ve translasyonu bloke eden nükleik asit<br />

kökenli terapötiklerdir.<br />

Çeşitli hastalıkların primer tedavisinde başarılı<br />

ve yaygın kullanım şansı bulan biyolojik ilaçlar,<br />

immün sistem gibi karmaşık bir yapının modülasyonu<br />

sonucu enfeksiyonlara artmış eğilim<br />

gibi beklenmeyen ve istenmeyen yan etkileri<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 81


Biyolojik Ajanlarla <strong>Tedavi</strong>:<br />

Biyolojik Ajanların Yapısı ve Etki Mekanizması<br />

beraberinde getirmiştir. Bu yan etkiler biyolojik<br />

tedavinin uygulanma zamanı ve dozuna bağlı<br />

olarak değişebilmektedir. İmmünmodülatör<br />

ilaçları kullanan hastaların olası yan etkiler<br />

yönünden dikkatli izlenmesi gerekmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ahmed S, Anolik JH. B-cell biology and related therapies<br />

in systemic lupus erythematosus. Rheum Dis Clin North<br />

Am 2010;36:109-30.<br />

2. Antonarakis ES, Drake CG. Current status of immunological<br />

therapies for prostate cancer. Curr Opin Urol<br />

2010;20:241-6.<br />

3. Bringmann A, Erika Held SA, Heine A, Brossart P. RNA<br />

vaccines in cancer treatment. Journal of Biomedicine and<br />

Biotechnology 2010;ID:623-87.<br />

4. Davis J, Wofsy D. Immunomodulators. In: Parslow TG,<br />

Stites DP, Terr AI, Imboden JB (eds). Medical Immunology.<br />

10 th ed. New York: Mc Graw-Hill Companies, 2001:757-<br />

60.<br />

5. Dilillo DJ, Horikawa M, Tedder TF. B-lymphocyte effector<br />

functions in health and disease. Immunol Res 2010. DOI:<br />

10.1007/s12026-010-8189-3.<br />

6. Ehrenstein MR, Notley CA. The importance of natural<br />

IgM: scavenger, protector and regulator. Nat Rev Immunol<br />

2010;10:778-86.<br />

7. Gabay C, McInnes IB. The biological and clinical importance<br />

of the “New Generation” cytokines in rheumatic<br />

diseases. Arthritis Research & Therapy 2009;11:1-14.<br />

8. Ghezzi A, Grimaldi LM, Marrosu MG, Pozzilli C, Comi G,<br />

et al. MS-SIN Study Group. Natalizumab therapy of multiple<br />

sclerosis: recommendations of the Multiple Sclerosis<br />

Study Group-Italian Neurological Society. Neurol Sci<br />

2011. DOI: 10.1007/s10072-010-0469-0.<br />

9. Bartlett JB, Battiwalla M, Chanan-Khan A, et al.<br />

Immunomodulatory drugs: The emerging treatment<br />

paradigm for hematologic malignancies highlights from a<br />

symposium held during the 10 th congress of the European<br />

Hematology Association which took place on thursday,<br />

2005, Sweden.<br />

10. John LR. B cell-targeted therapies for systemic lupus erythematosus:<br />

an update on clinical trial data. Drugs<br />

2010;70:529-40.<br />

82<br />

11. Kathleen Hawker. B cells as a target of immune modulation.<br />

Ann Indian Acad Neurol 2009;12:221-5.<br />

12. Kode JA, Mukherjee S, Joglekar MV, Hardikar AA.<br />

Mesenchymal stem cells: immunobiology and rolein<br />

immunomodulation and tissue regeneration. Cytotherapy<br />

2009;11;4:377-91.<br />

13. La Cava A. Anticytokine therapies in systemic lupus erythematosus.<br />

Immunotherapy 2010;2:575-582.<br />

14. La Cava A. Targeting B cells with biologics in systemic<br />

lupus erythematosus. Expert Opin Biol Ther 2010;10:<br />

1555-61.<br />

15. Maloney D, Levy R, Miller R. Monoclonal anti-idiotype<br />

therapy of B cell lymphoma. Biol Ther Cancer 1992;2:<br />

1-10.<br />

16. Mitsiades N., Mitsiades CS, Poulaki V, et al. Apoptotic<br />

signaling induced by immunomodulatory thalidomide<br />

analogues in human multiple myeloma cells: therapeutic<br />

implications. Blood 2002;99:4525-30.<br />

17. Notley CA, Ehrenstein MR. The yin and yang of regulatory<br />

T cells and inflammation in RA. Nat Rev Rheumatol<br />

2010;6:572-7.<br />

18. Reang P, Gupta M, Kohli K. Biological Response Modifiers<br />

in Cancer. From Medscape General Medicine.<br />

19. Sanz I, Lee FE. B cells as therapeutic targets in SLE. Nat<br />

Rev Rheumatol 2010;6:326-37.<br />

20. Shlomchik MJ. Activating systemic autoimmunity: B’s, T’s,<br />

and tolls. Curr Opin Immunol 2009;21:626-33.<br />

21. Thouvenot E, Hillaire-Buys D, Bos-Thompson MA, Rigau<br />

V, Durand L, Guillot B, et al. Erythema nodosum and<br />

glatiramer acetate treatment in relapsing-remitting multiple<br />

sclerosis. Mult Scler 2007;13:941-4.<br />

22. Tili E, Michaille JJ, Costinean S, Croce CM. MicroRNAs,<br />

The immune system and rheumatic disease. Nat Clin<br />

Pract Rheumatol 2008;4:534-41.<br />

23. Yan Q. Immunoinformatics and systems biology methods<br />

for personalized medicine. Methods Mol Biol 2010;<br />

662:203-20.<br />

24. Zondor SD, Medina PJ. Bevacizumab: an angiogenesis<br />

inhibitor with efficacy in colorectal and other malignancies.<br />

Ann Pharmacother 2004;38:1258-64.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Antibiyotik Kullanımında<br />

Kamu Otoritesinin Rolü<br />

Prof. Dr. İrfan Şencan<br />

SB <strong>Tedavi</strong> Hizmetleri Genel Müdür Vekili<br />

Ankara<br />

83


Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Antibiyotik Kullanımında Kamu Otoritesinin Rolü<br />

Antibiyotiklerin gereksiz kullanımı direnç<br />

gelişimini hızlandırmaktadır. Bu durum<br />

hem hastaların tedavisini etkilemekte hem de<br />

hastane ortamında sorunlara yol açmaktadır.<br />

Hastanelerde dirençli bakterilerin ortaya çıkması,<br />

seçilmesi ve yayılması önemli bir hasta<br />

güvenliği sorunudur. Antibiyotiğe dirençli bir<br />

bakteri ile enfeksiyon, hem hasta morbidite ve<br />

mortalitesinde, hem de hastanede yatma süresinde<br />

artışa yol açar. Antibiyotik direnci, sıklıkla<br />

uygun antibiyotikle tedavinin gecikmesine<br />

neden olur. Ciddi enfeksiyonu olan hastalarda<br />

uygun olmayan ya da gecikmiş antibiyotik<br />

tedavisi hastalığın gidişatını kötüleştirir, hatta<br />

bazen ölüme yol açar.<br />

Antibiyotik kullanımı, Avrupa’da tüm ilaçlar<br />

arasında dördüncü veya beşinci sırada iken,<br />

ülkemizde birinci sırada yer almaktadır. Bunun<br />

%40-50’si gereksiz kullanıma bağlıdır. Bu<br />

durum antibiyotiklere karşı direnç gelişimi<br />

bakımından riskli davranış biçimine işaret<br />

etmektedir. Ek olarak, tüm ilaç masraflarından<br />

antienfektiflere harcanan pay, dünya ortalamasında<br />

%9.9 iken, ülkemizde %26’dır. Bu harcama<br />

yılda yaklaşık 1 milyar dolar olup ekonomik<br />

yük de getirmektedir.<br />

Antibiyotiklere direnç tüm dünyanın sorunudur,<br />

uygun antibiyotik kontrol programları ile<br />

direnç sorunu engellenebilir. Antibiyotik kontrol<br />

programlarını başarıyla uygulayan ülkeler<br />

vardır. Amerika Birleşik Devletleri Oregon eyaletinde<br />

vankomisin kullanımının %40 oranında<br />

uygunsuz olduğu belirlenmiş ve ilaç kullanım<br />

politikasının uygulamaya konulmasıyla vankomisin<br />

kullanımının etkilenip etkilenmediği<br />

incelenmiştir. Sonuçta kısıtlamanın, grampozitif<br />

enfeksiyonların tedavisi ve profilaksisinde<br />

uygunsuz kullanımı oldukça azalttığı görülmüştür.<br />

Sağlık Bakanlığının 2003 yılında uygulamaya<br />

koyduğu antibiyotik kısıtlama politikası<br />

öncesi ve sonrası ardışık üç günlük antibiyotik<br />

kullanım yoğunluğu, maliyeti ve enfeksiyon<br />

hastalıkları konsültasyon hizmetinin etkisi bir<br />

kadın hastalıkları ve doğum kliniğinde incelenmiştir.<br />

Bu çalışmada, antibiyotik kullanımının<br />

azaldığı enfeksiyon hastalıkları konsültasyonunun<br />

ise arttığı görülmüştür. Yine 2003 yılında<br />

uygulamaya konulan düzenlemenin etkisini<br />

incelemek üzere, bu uygulamadan önce ve<br />

uygulama başladıktan altı ay sonra ülke gene-<br />

84<br />

linde 15 hastanede antibiyotik kullanım miktarı<br />

100 hasta günü için tanımlanmış günlük doz<br />

(DDD/100 patient days) olarak karşılaştırılmıştır.<br />

Bu çalışmada antibiyotik kullanım miktarının<br />

%26.4 azaldığı görülmüştür.<br />

Kamunun antibiyotik kullanımı konusunda<br />

düzenleme yapmasına farklı açılardan bakanlar<br />

da olmuştur. Hekim örgütleri ve meslek kuruluşlarından<br />

konuya farklı yorumlar yapılmış ve<br />

hukuka uygunluk veya kamunun reçete yazılması<br />

konusunda düzenleme yapıp yapamayacağı<br />

yönünden değerlendirme yapılmıştır.<br />

“25.05.2007 tarih ve 26532 sayılı Resmi Gazete’de<br />

yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık<br />

Uygulama Tebliği ve Maliye Bakanlığı <strong>Tedavi</strong><br />

Yardımına İlişkin Uygulama Tebliği’nin kimi<br />

hükümlerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması<br />

talebi ile Birliğimizce Danıştay nezdinde dava<br />

açılmıştır. Dava metni …<br />

D. KONUSU: Resmi Gazete’nin 25.05.2007 tarih<br />

ve 26532 (mükerrer) sayılı nüshasında yayımlanarak<br />

yürürlüğe girmiş olan Sosyal Güvenlik<br />

Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği’nin aşağıda<br />

belirtilen hükümlerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması,<br />

……<br />

Hukuka aykırı düzenlemeler ve ………iptali istenilen<br />

düzenlemeleri sonuçları bakımından aşağıdaki<br />

başlıklar altında toplayabiliriz:<br />

1-2- 3- ……4 Toplumun çoğunluğu tarafından sık<br />

karşılaşılan birçok hastalıkta, hastalığın tedavi<br />

süresinin zorunlu kıldığı miktarda ilacın hasta<br />

tarafından alınması hakkı özellikle antibiyotikler<br />

bakımından ortadan kaldırılmıştır.<br />

Hekimin görev ve yetkisinin düzenlendiği 1219<br />

sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı<br />

İcrasına Dair Kanun ….. .. 8. maddesinde,<br />

“Türkiye’de hekimlik yapmak için bu yasada gösterilen<br />

nitelikleri haiz olanların genel olarak hastalıkları<br />

tedavi hakkı vardır” …….. Aynı şekilde<br />

19.2.1960 gün ve 4/12578 Sayılı Tıbbi Deontoloji<br />

Tüzüğü’nün 6. maddesinde de: “Tabip(...), sanat ve<br />

mesleğini icra ederken, hiçbir tesir ve nüfuza<br />

kapılmaksızın, vicdanı ve mesleki kanaatına göre<br />

hareket eder. ….Tabip(...), tatbik edeceği tedaviyi<br />

tayinde serbesttir.”<br />

Dava konusu Tebliğde bilimsel gerekliliklere aykırı<br />

olarak birçok ilacın yazılabilmesinde uzman/<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


pratisyen hekim ayrımı yapılmış, pratisyen hekimlerin<br />

reçete yazma yetkilerine kısıtlama getirildiği<br />

gibi, bazı uzmanlık dalları da kendi uzmanlık<br />

alanındaki hastalıkların tedavisi ile ilgili ilaçları<br />

yazamaz hale gelmiştir. …….Davalı İdarenin<br />

hazırladığı Tebliğde iptalini istediğimiz hükümlerle<br />

getirilen ayrımın bilimsel nedenleri olmadığı<br />

gibi İdarenin böylesi bir düzenlemeyi yapma<br />

yetkisi de bulunmamaktadır.”<br />

Sonuç olarak tüm bu farklı bakış açılarını değerlendirdiğimizde,<br />

antibiyotik kullanımı konusunda<br />

bir kılavuzluk ihtiyacının gerekli ve<br />

yararlı olduğu açıktır. Ancak kamunun doğrudan<br />

düzenleme yapmak yerine doğru uygulama<br />

kılavuzlarına erişimi ve uygulanmasını teşvik<br />

etmesi daha uygun olacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

İrfan Şencan<br />

1. Çelen MK, Özcan Y, Akdeniz N, Kale A, Ayaz C, Gül T.<br />

Antibiyotik kısıtlama politikasının kadın hastalıkları ve<br />

doğum kliniğindeki etkisi. Turkiye Klinikleri J Gynecol<br />

Obst 2006;16:180-4.<br />

2. Hoşoğlu S, Esen S, Ozturk R, Altindis M, Ertek M,<br />

Kaygusuz S, et al. The effect of a restriction policy on the<br />

antimicrobial consumption in Turkey: a country-wide<br />

study. Eur J Clin Pharmacol 2005;61:727-31.<br />

3. Thomas AR, Cieslak PR, Strausbaugh LJ, Fleming DW.<br />

Effectiveness of pharmacy policies designed to limit<br />

inappropriate vancomycin use: a population-based<br />

assessment. Infect Control Hosp Epidemiol 2002;23:683-<br />

8.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 85


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Bilgilendirmede<br />

Derneklerin Rolü<br />

Doç. Dr. Oğuz Karabay<br />

SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Sakarya<br />

87


Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />

Antibiyotikler geçen yüzyılın en önemli<br />

buluşlarındandı. Ancak direnç nedeniyle<br />

günümüzde hastane ve toplum kökenli bazı<br />

enfeksiyonların tedavisi problemli bir hale gelmiştir.<br />

Antibiyotiklerin uygunsuz kullanımı<br />

dirençli bakterilerle kolonizasyona ve enfeksiyona<br />

neden olmaktadır. Antibiyotiklere dirençli<br />

bakteriler toplum sağlığını tehdit etmektedir.<br />

Antibiyotikler çoğu zaman uygun olmayan<br />

şekilde kullanılmaktadır. Son yıllarda üretilen<br />

antibiyotik sayısı azalmıştır. Eğer yeni antibiyotikler<br />

bulunamazsa birçok hasta dirençli enfeksiyonlardan<br />

dolayı kaybedilecektir.<br />

Ülkemizde ve birçok ülkede antibiyotikler<br />

gereksiz kullanılmakta ve çoğu zaman antibiyotik<br />

tedavisi bir kanıta dayandırılmadan verilebilmektedir.<br />

Bütün iyileştirme çabalarına rağmen<br />

hastanelerde bile antibiyotiklerin en az<br />

yarısı uygunsuz kullanılmaktadır. Hastanelerde<br />

antibiyotikler bazen endikasyonsuz, bazen<br />

zamansız ve bazen de gecikmiş şekilde başlanabilmektedir.<br />

Hastanede ve toplumda kullanılan<br />

antibiyotikler bazen bir kanıta dayandırılmadan<br />

verilebilmektedir. Toplumda endikasyonsuz<br />

kullanımın en sık olduğu durum üst solunum<br />

yolunun viral (grip, soğuk algınlığı) enfeksiyonlarıdır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü ilaçların rasyonel<br />

kullanımını “hastaların ilaçları klinik gereksinimlere<br />

uygun biçimde, gerekli dozlarda, yeterli<br />

zaman diliminde, kendilerine ve topluma en düşük<br />

maliyette almaları için uyulması gereken kurallar<br />

bütünü” olarak tanımlamıştır.<br />

Antibiyotiklerin uygun kullanımının sağlanması<br />

için konuyla ilgili aktörlere önemli görevler<br />

düşmektedir. Antibiyotiklere yönelik hekimlerdeki<br />

ve toplumdaki bilgi eksikliği bu ilaçların<br />

uygunsuz kullanılma sıklığını artırmaktadır.<br />

Bilgi eksikliğini azaltmada doğru algının oluşması<br />

için doğru bilgilendirme de önemlidir.<br />

Akılcı antibiyotik kullanımının başarılması<br />

adına uzmanlık derneklerine önemli sorumluluklar<br />

düşmektedir. Antibiyotiklere yönelik bilgilendirme<br />

aşamasında Enfeksiyon Hastalıkları<br />

ve Klinik Mikrobiyoloji Derneklerine önemli<br />

görevler düşmektedir. Bilgilendirme toplumun<br />

farklı kesimlerine farklı materyaller ve eğitim<br />

araçları kullanılarak yapılmalıdır. Antibiyotiklere<br />

yönelik bilgilendirmede hastanede çalışan<br />

hekimlere yönelik bilgilendirme, birinci basa-<br />

88<br />

mak hekimlerine yönelik bilgilendirme ve topluma<br />

yönelik bilgilendirme olmak üzere üç ayrı<br />

gruba yapılması önemlidir.<br />

TOPLUM NASIL BİLGİLENDİRİLEBİLİR ve<br />

DERNEKLER NE YAPABİLİR?<br />

Toplumun antibiyotikler hakkındaki bilgi düzeyi,<br />

antibiyotik tüketimini şekillendirmede<br />

önemlidir. Örneğin; İskandinav ülkelerinde<br />

antibiyotik tüketimi sınırlı düzeydeyken, İran<br />

ve Yunanistan gibi ülkelerde çok fazladır.<br />

Antibiyotik kullanımı aynı ülke içinde bile bölgesel<br />

farklılıklar gösterebilmektedir. Bu durumun<br />

nedenleri;<br />

1. Bazı toplumlarda hastada ateş varlığı mutlak<br />

enfeksiyon olarak yorumlanmakta, antibiyotik<br />

kullanılabilmektedir.<br />

2. Hasta ya da hasta yakınının antibiyotiklere ait<br />

algısı nedeniyle antibiyotik beklentisi ön planda<br />

olabilmektedir. Hastalar bu nedenle hekimin<br />

karşısına geldiğinde, çoğu zaman şikayetlerini<br />

abartmaktadır.<br />

3. Antibiyotik beklentisi içinde olan hastalar,<br />

beklentisi olmayanlara göre, şikayetlerinin daha<br />

ciddi ve daha uzun zamandır olduğunu, ayrıca<br />

antibiyotikle daha çabuk iyileştiklerini ifade<br />

etmektedirler.<br />

4. Çoğu zaman hastalar zaten antibiyotiği<br />

almakta ve sadece reçete edilerek sosyal güvenlikten<br />

faydalanmak için hekime başvurabilmektedir.<br />

5. Az gelişmiş ülkelerde antibiyotik yazılmadığında<br />

hastalar hekime baskı yapabilir ve özellikle<br />

anneler tedavi kararı ve antibiyotik yazma<br />

konusunda hekime telkinde bulunurlar.<br />

Örneğin; Kuzey Avrupa ülkelerinde düşük sıklıkta<br />

antibiyotik tüketimi varken, Güney<br />

Avrupa’da, Orta Doğu ülkelerinde ve Kuzey<br />

Amerika’da tüketim oldukça fazladır. Ülkemizde<br />

de Doğu ve Güneydoğu illerindeki antibiyotik<br />

tüketimi batı illerine göre fazladır. Aynı tarz<br />

farklı ülkelerde de görülebilmektedir.<br />

Toplumun doğru antibiyotik tüketmesinde halkı<br />

yönetenlere ve derneklere büyük bir sorumluluk<br />

düşmektedir. Toplumda yüksek sıklıkta<br />

antibiyotik tüketimi antibiyotiklere dirençli<br />

bakteri sıklığını artırmaktadır. Örneğin; Fransa,<br />

birinci basamak hizmeti 54.000 pratisyen<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


hekimle sürdürülmüş ve 2000 yılında<br />

62.000.000 nüfusa hizmet verilmiştir. Bu tarihlerde<br />

Fransa’da pnömokokların neredeyse<br />

%50’si penisilinlere dirençli bulunmuştu ve<br />

Avrupa’nın en çok antibiyotik tüketen ülkesi<br />

idi. Ülke Avrupa’nın hatta dünyanın en fazla<br />

antibiyotik tüketen ülkelerinden biri oldu.<br />

Ülkede dirençli bakterilerin hızla artması üzerine<br />

Fransız hükümeti 2001 yılında ulusal bir<br />

kampanya başlattı. Kampanyada %25 antibiyotik<br />

tüketiminin azaltılması hedeflendi.<br />

Çalışmada üst solunum yolu enfeksiyonlarının<br />

en fazla görüldüğü ekim-mart döneminde viral<br />

üst solunum yolu enfeksiyonlarında antibiyotik<br />

yazılmasının önüne geçilmesi hedeflendi.<br />

“Gripte antibiyotik otomatik değil” kampanyası<br />

başlatılarak, aynı sezonda antibiyotik tüketimi<br />

%40 azaltıldı.<br />

Antibiyotikler hakkında toplumun bilgi eksikliği<br />

çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu<br />

nedenle toplumun antibiyotiklere ilişkin bilinç<br />

düzeyi yükseltilmelidir. Toplumun bilgilendirilmesinde<br />

dernekler ana rol üstlenmeli, antibiyotik<br />

tüketimini ilgilendiren gruplarda (birinci<br />

basamakta çalışan doktor, hasta, eczacı, sektör,<br />

geri ödeme kurumu, bakanlık, idari birimler<br />

vb.) akılcı antibiyotik tüketimine ilişkin iş birliği<br />

sağlanmalıdır. Antibiyotik tüketimine ait<br />

doğru bilgilendirme sırasında derneklere düşen<br />

başlıca görevler;<br />

1. Akılcı antibiyotik kullanımına yönelik halk<br />

eğitimleri yapmalıdır. Bu eğitimde hedefe odaklı<br />

spot bilgiler verilmelidir. Örneğin;<br />

• “Antibiyotiklere direnç halk sağlığını tehdit<br />

ediyor”<br />

• “Gripte antibiyotik kullanılmaz”<br />

• “Soğuk algınlığı antibiyotiklerle iyileşmez”<br />

• “ Antibiyotiklere direnç gelişirse işe yaramazlar”<br />

gibi spot ama dikkat çeken ve hafızaya yerleşen<br />

başlıklarla sunum yapılmalıdır.<br />

2. Doğru ve etkin bilgilendirmede basın çok<br />

etkin bir rol üstlenebilmektedir. Basının konuyla<br />

ilgilenmesi sağlanmalı, antibiyotik kullanımına<br />

ait doğru bilgiler içeren spot bilgiler, en çok<br />

izlenen saatlerde televizyon ve radyoda konuyla<br />

ilgili bilgilendirmeler yapılmalıdır. İnternet,<br />

yazılı basın ve televizyon programları sayesinde<br />

gerekli bilgilendirme yapılmalıdır. Basın yoluyla<br />

Oğuz Karabay<br />

sıkça haber yapılmalı ve konunun güncelliği<br />

sağlanmalıdır.<br />

3. Antibiyotik kullanımına ait veriler, basın<br />

yoluyla halk ve birinci basamakta sağlık hizmetini<br />

sunanlarla paylaşılmalıdır.<br />

4. Bilgilendirme amacıyla sosyal paylaşım siteleri<br />

aktif olarak kullanılmalıdır.<br />

5. Akılcı antibiyotik kullanımı başarılamazsa<br />

bundan tüm toplumun etkileneceği vurgusu<br />

işlenmeli ve antibiyotik direncine ait tehlike<br />

hakkında sivil irade ve idarecilerin bilgilendirilmesi<br />

sağlanmalıdır.<br />

6. Halkın sıklıkla bulunduğu yerlere dönemler<br />

halinde stantlar açılmalı, eğitim çadırları kurulmalı<br />

ve buralarda görünür materyaller kullanılmalı,<br />

mümkünse bire bir eğitim verilmelidir.<br />

7. Her fırsatta konuya hakim ve dernek tarafından<br />

seçilmiş ve profesyonel olarak hazırlanmış<br />

eğitim dokümanlarıyla halkı bilgilendiren<br />

mesajlar verilmelidir.<br />

8. Dernekler içinde antibiyotik direnciyle mücadeleyi<br />

amaç edinmiş bu konuyla ilgilenen profesyonel<br />

bir grup olmalı ve bu grubun önderliğinde<br />

toplumda antibiyotik kullanımını ölçen,<br />

düzenleyen etkin çalışmalar yapılmalı ve bu<br />

çalışmaların sonuçları halkla paylaşılmalıdır.<br />

9. Her ilde özellikle ilköğretim çağındaki çocuklara<br />

yönelik kısa ama akılda kalıcı eğitimlerle<br />

akılıcı antibiyotik kullanım ilkeleri eğitimi<br />

verilmelidir.<br />

10. Konuyla ilgili basının ve sorulara yanıt verebilecek<br />

bir birimin her zaman adresi internet<br />

sitesinde hazır olmalıdır.<br />

11. İnternette ulaşılması kolay ve kolayca anlaşılır<br />

mesajları olan standart eğitim materyalleri<br />

bulunmalıdır. Bu materyallerde olabildiğince<br />

çok görseller kullanılmalı, hareketli videolar ve<br />

animasyonlardan oluşturulmalıdır.<br />

12. Toplum sağlığını kendine misyon edinmiş<br />

diğer sivil toplum kuruluşları bu sorunu sahiplenmeli<br />

ve karşılıklı iş birliği içinde olunmalıdır.<br />

13. Sivil iradenin ve yöneticilerin konuyla ilgili<br />

duyarlaşmasına çalışılmalı ve onların desteği<br />

alınmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 89


Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />

14. Antibiyotik farkındalık günleri iyi kullanılmalı<br />

ve bugünlerde basına daha fazla haber<br />

yapılmak üzere girişimlerde bulunulmalı ve<br />

halkın sıklıkla bulunduğu yerlere stantlar açılmalı,<br />

görünür afişler kullanılarak farkındalık<br />

oluşturulmalıdır.<br />

15. Çocukların ve gençlerin bilgilendirilmesi<br />

gelecek nesiller adına önemlidir. Üniversitelerde<br />

ve bazı seçilmiş bölgelerde lise düzeyinde eğitimler<br />

planlanmalıdır.<br />

16. Her fırsatta konuya hakim ve dernek tarafından<br />

seçilmiş eğitmenler tarafından hazırlanan<br />

videolarla halkı bilgilendirecek mesajlar verilmelidir.<br />

90<br />

Halka Hangi Mesajlar Verilmeli<br />

Halka verilecek mesajlarda genel mesajlar yerine<br />

bireysel risk vurgulanmalıdır. Toplumda<br />

antibiyotiklerin kullanıldığı her durum değil de<br />

antibiyotiklerin en sık uygunsuz kullanıldığı<br />

durumlar hakkında bilgilendirme hedefleri<br />

oluşturulmalıdır.<br />

Aşağıda verilmesi önerilen bazı bilgi hedefleri<br />

özetlenmiştir.<br />

1. Antibiyotiği ne zaman almalısınız?<br />

a. Soğuk algınlığı ve grip virüslerle olur.<br />

Antibiyotikler virüslere etkisizdir. “Grip geçer<br />

otomatik, gereksizdir antibiyotik” gibi akılda<br />

kalan spot mesajlarla farkındalık artırılmalıdır.<br />

b. Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonlarda<br />

kullanılır. Hangi antibiyotiğin kullanılacağına<br />

da doktorunuz karar vermelidir.<br />

c. Grip ya da soğuk algınlığında antibiyotik<br />

almanızın hiç faydası olmayacağı gibi sizin<br />

dirençli bakterileri kazanmanıza neden olacaktır.<br />

d. Gereksiz kullandığınız antibiyotikler sizde<br />

ishal gibi yan etkilere neden olabilir.<br />

2. Uygunsuz alınan antibiyotikler<br />

neden tehlikeli<br />

a. Antibiyotikler direnç nedeniyle her geçen gün<br />

etkilerini kaybediyor.<br />

b. Antibiyotik direnci bu hızla devam ederse<br />

dirençli bakteriler birçok ölüme neden olacaktır.<br />

c. İleride bir gün antibiyotiğe gerçekten ihtiyacın<br />

olduğunda onlar etkisiz kalabilecektir. Tüm<br />

bunlara engel olmak için gereksiz antibiyotik<br />

kullanımına son ver.<br />

BİRİNCİ BASAMAK HEKİMLERİ NASIL<br />

BİLGİLENDİRİLEBİLİR?<br />

Birinci basamakta çalışan meslektaşlarımıza ve<br />

ülkemizde birinci basamak sağlık hizmeti sunan<br />

eczacıların antibiyotiklere yönelik bilgilendirilmesi<br />

oldukça önemlidir. Birinci basamakta<br />

çalışan hekimler fakülteden mezun olduktan<br />

sonra çoğu zaman antibiyotiklere yönelik bilgilendirme<br />

almamakta ve yıllar içinde antibiyotiklere<br />

yönelik bilgi eksiklikleri oluşmaktadır.<br />

Benzer durum eczacılar için de geçerlidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Birinci basamak tedavi hizmetlerinde antibiyotik<br />

reçetelerinin yaklaşık %80’i solunum yolu<br />

enfeksiyonları için düzenlenmektedir. Birçok<br />

solunum yolu enfeksiyonu olgusunda antibiyotiklerin<br />

gerekli olmadığına ve hastanın bağışıklık<br />

sisteminin basit enfeksiyonlarla mücadele<br />

edebilecek yeterlilikte olduğuna ilişkin kanıtlar<br />

mevcuttur.<br />

Birinci basamakta gereksiz antibiyotik yazmamak<br />

için hastalarla iyi iletişim çok önemlidir.<br />

Araştırmalar, birinci basamak tedavi hizmetlerinin<br />

yürütüldüğü ortamlardaki hasta memnuniyetinin<br />

antibiyotikten ziyade, etkili iletişime<br />

bağlı olduğunu göstermektedir. Üst solunum<br />

yolu enfeksiyonları için yazılan antibiyotiklerin,<br />

hastanın yeniden başvuru oranını düşürmediğini<br />

göstermiştir. Doktorların hastalarına verdikleri<br />

tıbbi bilgiler ve tavsiyeler, hastanın hastalık<br />

süreçlerini doğru algılamasını, beklentilerinin<br />

değişmesini ve antibiyotik isteğini etkilemektedir.<br />

Üstelik bu durum yüksek oranda hasta<br />

memnuniyetini sağlarken bunun ortalama aynı<br />

danışmanlık süresi içerisinde yapılabileceğini<br />

göstermiştir.<br />

Birinci Basamağa Yönelik Bilgilendirmede<br />

Başlıca Hedefler<br />

1. Ülkemizde birinci basamakta çalışan hekimlerin<br />

antibiyotiklerin etki, yan etki ve endikasyonlarıyla<br />

ilgili mezuniyet sonrası eğitim kursları<br />

düzenlenmelidir. Bu kursların düzenlenmesinde<br />

birinci basamağa yönelik çalışan dernekler<br />

ve bakanlıkla iş birliği içinde olunulmalıdır.<br />

2. Birinci basamaktaki hekimlere ve eczacılara<br />

“gereksiz antibiyotik tüketimini durdur”<br />

mesajları kısacık bilgilendirme kartlarıyla ya da<br />

internet yoluyla vurgulu spotlarla verilmelidir.<br />

3. Soğuk algınlığı ve grip antibiyotiklerin en sık<br />

endikasyonsuz kullanıldığı durumlardır. Birinci<br />

basamak hekimlerine bu hastalıkların tanı ve<br />

tedavisine ilişkin mezuniyet sonrası eğitimler<br />

verilmelidir.<br />

4. Her türlü görsel ve yazılı medya aracı, internet<br />

olanakları, dernek internet siteleri etkin<br />

şekilde kullanılarak bilgilendirme yapılmalıdır.<br />

5. Birinci basamakta çalışan hekimlerin antibiyotik<br />

direncine ait ülke ve dünya geneli hakkında<br />

bilgi sahibi olması gereklidir. Bu bilgilendir-<br />

Oğuz Karabay<br />

me de dernek tarafından doğrudan birinci basamak<br />

hekimlerine ve eczacılara klasik mektuplarla<br />

yapılmalıdır.<br />

6. Gereksiz yere yazılan antibiyotikler için<br />

olumsuz performans puanı uygulaması getirilmelidir.<br />

7. Bu bilgilendirmede başlıca verilecek mesajlar;<br />

a. Bakteriyel dirençteki durum bildirilmeli ve<br />

tehlike hakkında farkındalık oluşturulmalıdır.<br />

b. Gripli ve rinitli hastalara gereksiz antibiyotik<br />

kullanılmaktadır. Bu durum hastanelerde ve<br />

toplumda dirençli bakterilerin artmasına neden<br />

olmaktadır.<br />

c. Artan antibiyotik direncinin günümüzde ve<br />

gelecekte antibiyotiklerin etkinliğini tehdit ettiği<br />

anlatılmalı ve direncin antibiyotiğe maruziyetle<br />

ilişkili olduğu vurgulanmalıdır.<br />

HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİMLERE<br />

YÖNELİK BİLGİLENDİRME<br />

1. Hastanede çalışan hekimlere “Sağlık bakımı<br />

ile ilişkili enfeksiyonlar” hakkında mezuniyet<br />

sonrası eğitim verilmelidir. Cerrahlara da cerrahi<br />

profilaksi uygulamalarıyla ilgili bilgilendirme<br />

yapılmalıdır.<br />

2. Hastane çalışanlarına antibiyotiklerin etki,<br />

yan etki ve direnç profili hakkında bilgilendirme<br />

yapılmalıdır.<br />

3. Hastanede çalışan hekimlere öncelikle problemin<br />

ne kadar büyük olduğu gösterilmeli, hastanelerde<br />

metisiline dirençli Staphylococcus aureus,<br />

vankomisine dirençli enterokok, çok ilaca<br />

dirençli gram-negatif basillerin dünya ve ülke<br />

genelindeki epidemiyolojisi anlatılmalıdır.<br />

Çoklu ilaca dirençli türler dahil olmak üzere<br />

antimikrobiyal dirençli mikroorganizmalar<br />

çoğunlukla sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlardan<br />

sorumlu olduğu, ayrıca hastane dışındaki<br />

hastalarda görülen enfeksiyonlardan da direnç<br />

problemi yaşandığı vurgulanmalıdır.<br />

Bilgilendirmede izlenebilecek başlıca yollar;<br />

1. Dernek ve hastane enfeksiyon kontrol komitesi<br />

iş birliğiyle il veya bölge bazında eğitim<br />

planları yapılmalıdır. Bu eğitimde yoğun bakımlar<br />

ve cerrahi profilaksiye ait eğitimler ana hedef<br />

olmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 91


Antibiyotik Kullanım Politikaları:<br />

Doğru Bilgilendirmede Derneklerin Rolü<br />

2. Cerrahi profilakside kılavuzlar hatırlatılmalı<br />

ve dernek tarafından geliştirilen rehberlerin<br />

internet erişim adresi gösterilmelidir.<br />

3. Yoğun bakımlarda saptanan başlıca patojenlerin<br />

bölge için ve mümkünse hastaneye yönelik<br />

direnç verileri basit grafiklerle gösterilmelidir.<br />

4. Hastanede çalışan hekimlere antibiyotik yazmadan<br />

önce aşağıdaki başlıklar hatırlatılmalıdır:<br />

a. Antibiyotikler dikkatle kullanılmalıdır.<br />

Uygunsuz kullanılan antibiyotikler dirence yol<br />

açar.<br />

b. Hedefe yönelik antibiyotik tedavisi yapılmalıdır;<br />

antibiyotik tedavisine başlamadan önce<br />

kültür alınması gereklidir.<br />

c. Eğer geniş spektrumlu bir antibiyotik kullanacaksanız<br />

enfeksiyon hastalıkları uzmanı konsülte<br />

etmelidir.<br />

Sonuç olarak; birçok ülkede antibiyotikler endikasyonsuz,<br />

zamansız, gereksiz ve bir kanıta<br />

dayandırılmadan kullanılmaktadır. Uygunsuz<br />

kullanım dirence neden olmakta ve bugün<br />

direnç nedeniyle antibiyotik çağı bitmektedir.<br />

Antibiyotik direncinin önüne geçilmesi için<br />

başta antibiyotiklerin akılcı kullanımını sağlamak<br />

olmak üzere alınması gereken birçok önlem<br />

vardır. Bunun için başta enfeksiyon hastalıkları<br />

dernekleri olmak üzere mesleki örgütlere büyük<br />

bir sorumluluk düşmektedir. Dernekler bu<br />

büyük sorumlulukta diğer sivil toplum kuruluşları,<br />

sağlık idarecileri, basın, sağlık çalışanları ve<br />

halkla iş birliği içinde olmalıdır.<br />

92<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Amanda LG. Hans VH. Flora MH. Intervention research<br />

in rational use of drugs: a review. Healt Policy<br />

and Planning 1999;14:89-102.<br />

2. Bilthoven, Netherlands: National Institute for Public<br />

Health and the Environment, 2007.<br />

3. Davey P, Brown E, Fenelon L, Finch R, Gould I,<br />

Hartman G, et al. Interventions to improve antibiotic<br />

prescribing practices for hospital inpatients. Cochrane<br />

Database Syst Rev 2005(4):CD003543.<br />

4. ECDC, EMEA. ECDC/EMEA Joint Technical Report: the<br />

bacterial challenge: time to react 2009.<br />

5. European Antimicrobial Resistance Surveillance<br />

System. EARSS Annual Report 2006.<br />

6. European Antimicrobial Resistance Surveillance<br />

System . RIVM. 2009 [cited March 30, 2010].<br />

7. Gyssens IC, van den Broek PJ, Kullberg BJ, Hekster Y,<br />

van der Meer JW. Optimizing antimicrobial therapy. A<br />

method for antimicrobial drug use evaluation. J<br />

Antimicrob Chemother 1992;30:724-7.<br />

8. http://ecdc.europa.eu/en/eaad/Pages/ToolkitHospital<br />

Prescribers_KeyMessages.aspx#problem<br />

9. http://www.antibiyotikfarkindalik.org/Anasayfa/antbiyotikfarkindalik<br />

10. Karabay O. Birinci basamakta antibiyotik kullanımında<br />

Türkiye’de durum. ANKEM 2007;21(Ek 2):252-6.<br />

11. Tacconelli E, De Angelis G, Cataldo MA, Mantengoli E,<br />

Spanu T, Pan A, et al. Antibiotic usage and risk of<br />

colonization and infection with antibiotic-resistant<br />

bacteria: a hospital population-based study.<br />

Antimicrob Agents Chemother 2009;53:4264-9.<br />

12. Willemsen I, Groenhuijzen A, Bogaers D, Stuurman A,<br />

van Keulen P, Kluytmans J. Appropriateness of antimicrobial<br />

therapy measured by repeated prevalence surveys.<br />

Antimicrob Agents Chemother 2007;51:864-7.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Prof. Dr. Özlem Tünger<br />

Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Manisa<br />

93


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Enterokoklar çevre şartlarına dayanıklı olmaları,<br />

çeşitli antibiyotiklere intrensek dirençli<br />

olmaları ve yeni direnç geliştirme yeteneklerinden<br />

dolayı, son 10 yılda hastane enfeksiyonlarının<br />

önemli nedenleri arasında yer almışlardır.<br />

İlk kez 1988 yılında İngiltere’de Uttley ve<br />

arkadaşları tarafından vankomisine dirençli bir<br />

Enterococcus faecium suşu soyutlanmış, daha<br />

sonra bu direnç Amerika Birleşik Devletleri<br />

(ABD), Avrupa, Asya ve Güney Amerika’ya<br />

hızla yayılmıştır. ABD’de vankomisine dirençli<br />

enterokok (VRE) suşlarının oranı 1995 yılında<br />

%12.8 iken, bu oran 2000 yılında %25.9’a yükselmiştir.<br />

ABD’de “Centers for Disease Control<br />

and Prevention (CDC)” tarafından 2006-2007<br />

yıllarında yapılmış olan sürveyans sonuçlarına<br />

göre hastane kaynaklı enfeksiyonların<br />

%12.5’inin enterokoklara bağlı olduğu, bunların<br />

da %30’unun VRE olduğu gösterilmiştir.<br />

Avrupa’da da VRE oranları başta Yunanistan,<br />

İngiltere ve Portekiz olmak üzere giderek artmakta,<br />

hastane kaynaklı enterokok enfeksiyonlarındaki<br />

VRE oranı ise %3’e yaklaşmaktadır.<br />

Hastanede uzun süreli yatan hastalarda enterokoklar<br />

gastrointestinal sistemde kolonize olabilmekte,<br />

bu kolonizasyon da antibiyotik kullanımının<br />

yoğun olduğu hastane ortamında<br />

direnç gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.<br />

VRE enfeksiyonlarının hem mortalitesi, rekürrensi<br />

ve maliyeti daha fazla, hem de tedavi seçenekleri<br />

daha kısıtlıdır, bu nedenlerden dolayı<br />

VRE enfeksiyonlarının tedavisi oldukça zordur.<br />

Ancak VRE izole edilen hastalarda tedaviye başlamadan<br />

önce, bu bakterinin gastrointestinal<br />

sistem, üriner sistem ve deri gibi anatomik bölgelerde<br />

kolonize olabilmesi nedeniyle, kolonizasyon-enfeksiyon<br />

ayırımının iyi yapılması<br />

gerekmektedir. Lokal veya sistemik enfeksiyon<br />

bulgusu olmayan bir hastada yüzeyel alanlardan,<br />

değiştirilen intravasküler kateterlerden,<br />

intraperitoneal ve safra drenlerinden ve piyüri<br />

olmayan idrardan VRE izole edildiğinde, kolonizasyon<br />

olabileceği düşünülmelidir.<br />

TEDAVİ SEÇENEKLERİYLE İLGİLİ<br />

İN VİTRO DUYARLILIK SONUÇLARI<br />

ABD, Avrupa ve Asya ülkelerinde 2000 yılından<br />

sonra yürütülen sürveyans çalışmalarında VRE<br />

enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılabilen<br />

ampisilin, kloramfenikol, tetrasiklin, yüksek<br />

doz aminoglikozid, teikoplanin, linezolid, tige-<br />

94<br />

siklin, kinupristin-dalfopristin ve daptomisin<br />

gibi antibiyotiklerin in vitro etkinlikleri araştırılmıştır.<br />

Bu çalışmalarda tüm VRE suşları için<br />

en etkili antibiyotiklerin linezolid ve daptomisin<br />

olduğu gösterilmiştir. E. faecium suşları için<br />

linezolid ve daptomisin, Enterococcus faecalis<br />

suşları için ise ampisilin, linezolid ve daptomisin<br />

en etkili antimikrobiyal olarak bildirilmiştir.<br />

Ampisilin E. faecalis suşlarına etkin saptanırken,<br />

E. faecium suşlarına etkili bulunmamıştır.<br />

E. faecalis ve E. faecium suşları arasındaki en<br />

büyük farklılık ampisilin ve kinupristin-dalfopristin<br />

etkinliği arasında saptanmış, kinupristindalfopristinin<br />

E. faecalis suşlarına hiç etkili<br />

olmadığı, E. faecium suşlarında da direnç oranlarının<br />

özellikle Avrupa ve Asya ülkelerinde<br />

giderek arttığı bildirilmiştir. Tüm VRE suşlarında<br />

kinupristin-dalfopristinin duyarlılık oranı<br />

yaklaşık %70 olarak bildirilmiştir. Aynı şekilde<br />

E. faecium suşlarında ampisilin ve kinolon<br />

direncinin de giderek arttığı gözlenmiştir.<br />

Ayrıca, bu sürveyans çalışmalarında eski antibiyotiklerden<br />

kloramfenikolün E. faecium suşlarına<br />

etkinliğinin iyi olduğu, bunu doksisiklin ve<br />

yüksek doz aminoglikozidin izlediği gösterilmiştir.<br />

VRE TEDAVİSİNDE ESKİ<br />

TEDAVİ SEÇENEKLERİ<br />

VRE enfeksiyonlarında tedavi etkinliğinin<br />

değerlendirilmesi, altta yatan diğer ağır hastalık<br />

tabloları, cerrahi operasyon gibi tedavi başarısını<br />

etkileyebilecek diğer klinik durumların bulunabilmesi<br />

nedeniyle oldukça zordur.<br />

Etkin antimikrobiyallerin olmadığı dönemlerde<br />

bazı hastaların antibiyotik tedavisi verilmeden<br />

sadece yabancı cismin çıkartılması, debridman<br />

veya cerrahi drenaj gibi yöntemler uygulanarak<br />

tedavi edilebildiği bildirilmiştir. Bu nedenle hastaların<br />

tedavisinde antibiyotiklere ek olarak bu<br />

tedavi yöntemlerinin de uygulanması önemlidir.<br />

Linezolid ve kinupristin-dalfopristin gibi antibiyotiklerin<br />

“Food and Drug Administration<br />

(FDA)” onayı almasından önce VRE tedavisinde<br />

etkinliği kısıtlı olan antibiyotikler ile kombinasyon<br />

tedavisi uygulanmakta idi ve yapılan çalışmalar<br />

daha çok hayvan deneyi ya da olgu raporları<br />

şeklinde idi.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Ampisilin, Ampisilin-Sulbaktam,<br />

Aminoglikozidler<br />

Ampisiline duyarlı VRE suşlarında ampisilin ya<br />

da ampisilin-sulbaktam tek başına ya da aminoglikozidler<br />

ile kombine edilerek kullanılabilir.<br />

Ampisilin minimum inhibitör konsantrasyonu<br />

(MİK) değeri 16-64 µg/mL ise yüksek doz<br />

(20-24 g/gün) ampisilin veya ampisilin-sulbaktam<br />

(30 g/gün) uygulanabilir. Eğer teikoplanine<br />

duyarlılık söz konusu ise (VanB ve VanC tipi<br />

dirençte olduğu gibi) teikoplanin-aminoglikozid<br />

kombinasyonu verilebilir, ancak teikoplanin<br />

tedavisi alan hastalarda tedavi sırasında direnç<br />

gelişme riski akılda bulundurulmalıdır.<br />

Gentamisin ve streptomisine yüksek düzey<br />

direnç (MİK > 2000 µg/mL) varsa aminoglikozid<br />

kombinasyon tedavisi ile yeterli bakterisidal<br />

etkinlik sağlanamaz. Aynı şekilde ampisiline<br />

yüksek düzey direnç söz konusu ise ampisilin<br />

kullanımı da kısıtlanmış olur.<br />

Kloramfenikol, Fosfomisin, Nitrofurantoin,<br />

Tetrasiklin-Doksisiklin, Novobiyosin ve<br />

Basitrasin<br />

Daha az sıklıkta kullanılan bu eski ilaçların VRE<br />

tedavisinde kullanımları kombinasyon tedavileri<br />

şeklinde olmuştur. İçlerinde VRE suşlarına in<br />

vitro etkinliği en iyi olan kloramfenikoldür ve<br />

yeni tedavi seçeneklerinin gündemde olmadığı<br />

dönemlerde kan dolaşımı enfeksiyonlarına ilişkin<br />

klinik çalışmalarda başarılı sonuçlar elde<br />

edilmiştir. Bununla birlikte, direnç gelişme<br />

potansiyeli ve güvenilirliği bu antibiyotiğin kullanımını<br />

kısıtlayan önemli faktörlerdir.<br />

Nitrofurantoin ve fosfomisin komplike olmamış<br />

idrar yolu enfeksiyonlarında kullanılabilir.<br />

Yapılan in vitro çalışmalarda VRE suşlarına fosfomisinin<br />

%90’dan, nitrofurantoinin ise %80’den<br />

fazla etkili olduğu bildirilmiştir, ancak yeterli<br />

klinik çalışma yoktur. Aslında bu antibiyotiklerin<br />

uygun endikasyonda kullanımları yeni antimikrobiyallerin<br />

kullanımını ve dolayısıyla bunlara<br />

direnç gelişme riskini de azaltacaktır.<br />

Fosfomisine mutasyonel direnç gelişimi sıktır,<br />

ancak komplike olmamış idrar yolu enfeksiyonlarında<br />

kısa süreli oral tedavi uygulaması direnç<br />

açısından bir problem yaratmayacaktır. Ancak<br />

fosfomisinin ciddi enfeksiyonlarda intravenöz<br />

kullanımında direnç gelişimi olabilir.<br />

Nitrofurantoin ve fosfomisinin VRE enfeksiyon-<br />

Özlem Tünger<br />

larında kullanımı komplike olmamış idrar yolu<br />

enfeksiyonları ile sınırlıdır. Tetrasiklindoksisiklin,<br />

basitrasin ve novobiyosinin VRE<br />

enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin in vitro ve<br />

klinik çalışmalar ise oldukça sınırlıdır.<br />

Tetrasiklin veya doksisiklinin VRE suşlarına<br />

duyarlılık oranları oldukça değişkendir, bazı<br />

serilerde %50’nin altında bildirilmiştir.<br />

VRE TEDAVİSİNDE<br />

YENİ TEDAVİ SEÇENEKLERİ<br />

Kinupristin-Dalfopristin<br />

Pristinamisinden elde edilmiş, parenteral kullanılan<br />

semisentetik bir streptogramin bileşiğidir.<br />

Ülkemizde halen piyasaya girmemiş bir antimikrobiyaldir.<br />

Aslında Avrupa’da 1980 yılından<br />

bu yana oral ve topikal antistafilokokal bir antibiyotik<br />

olarak kullanılmaktadır. Bu antibiyotiğin<br />

VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />

klinik ilgi 1990’lı yılların ortalarında başlamış,<br />

2000’den fazla hastayı kapsayan klinik çalışmalardan<br />

sonra 1999 yılında FDA onayı almıştır.<br />

Bu antibiyotiğin kullanımını kısıtlayan en önemli<br />

özelliklerinden birisi E. faecalis suşlarına<br />

etkinliğinin iyi olmaması, diğeri de trombofilebit<br />

ve miyalji-artralji gibi yan etkilerinin olmasıdır.<br />

VRE enfeksiyonuna ilişkin karşılaştırmalı olmayan<br />

dört büyük klinik çalışmada 1222 hastaya<br />

kinupristin-dalfopristin tedavisi uygulanmıştır.<br />

Bunların üçü prospektif planlanmış, biri ise acil<br />

kullanım gerektiren hastalar üzerinde yürütülmüştür.<br />

Bu çalışmalarda vankomisine dirençli E.<br />

faecium (VREF) kaynağının intraabdominal<br />

bölge, deri ve yumuşak doku ve idrar yolu olduğu<br />

gözlenmiştir. Olguların 330’unda herhangi<br />

bir kaynak saptanamamış, primer bakteremili<br />

bu olguların %90’ında tedaviye başladıktan<br />

48-72 saat sonra bakteriyel eradikasyon sağlanmıştır.<br />

VRE bakteremilerine ilişkin yapılan kohort<br />

çalışmalarda kinupristin-dalfopristin ile novobiyosin,<br />

doksisiklin, aminoglikozid ve kinolon<br />

gibi eski antibiyotikler klinik başarı ve bakteriyolojik<br />

eradikasyon açısından karşılaştırılmış,<br />

kinupristin-dalfopristin alan hastalarda VRE ile<br />

ilişkili mortalite oranı belirgin olarak daha<br />

düşük bulunmuştur.<br />

VREF enfeksiyonlarının tedavisinde kinupristin-dalfopristinin<br />

etkinliği ve güvenilirliğine<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 95


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

ilişkin 396 hastalık geniş serili bir çalışmada<br />

klinik başarı oranı %73.6, bakteriyolojik eradikasyon<br />

oranı ise %70.5 olarak saptanmıştır.<br />

Linezolid<br />

Bir oksazolidinon bileşiğidir. VREF enfeksiyonu<br />

olan 145 hastayı içeren doz karşılaştırmalı bir<br />

klinik çalışma sonrası 2000 yılında FDA onayı<br />

almıştır. Bu çalışmaya VREF’ye bağlı intraabdominal<br />

enfeksiyonlar, komplike deri ve yumuşak<br />

doku enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları<br />

ve primer bakteremi olguları dahil edilmiştir. Bu<br />

çalışmada tedavi başarısı 12 saatte bir 600 mg<br />

tedavi uygulanan olgularda %67, 12 saatte bir<br />

200 mg uygulananlarda ise %52 olarak bildirilmiştir.<br />

Linezolidin kullanımını kısıtlayan en<br />

önemli yan etki miyelosüpresyondur.<br />

Gerek kinupristin-dalfopristin gerekse linezolidin<br />

VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />

yapılmış klinik çalışmalarda tedavi başarı oranları<br />

%70-90 arasında bildirilmiştir. Kanser hastaları<br />

ve febril nötropeni hastalarında tedavi<br />

başarı oranları yaklaşık %50 olarak saptanmıştır.<br />

<strong>Tedavi</strong> başarı oranlarındaki bu farklılığın<br />

immünsüpresyon, sepsis, çoklu organ yetmezliği,<br />

polimikrobiyal enfeksiyon gibi altta yatan<br />

klinik durumun ciddiyeti ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.<br />

VRE bakteremisi olan 113 hasta üzerinde retrospektif<br />

olarak yapılan klinik bir çalışmada linezolid<br />

(71 hasta), kinupristin-dalfopristin (20<br />

hasta) ve eski antibiyotik kombinasyonları (22<br />

hasta) karşılaştırılmıştır. Ölüm oranları linezolid<br />

alan grupta anlamlı olarak daha az saptanmakla<br />

birlikte, tedavi seçeneği bağımsız bir risk<br />

faktörü olarak tanımlanmamıştır.<br />

Her iki antibiyotiğin VRE enfeksiyonlarındaki<br />

etkinliğine ilişkin randomize kontrollü tek bir<br />

klinik çalışma vardır. VRE enfeksiyonu olan 40<br />

kanser hastasının dahil edildiği bu çalışmada<br />

klinik başarı oranı linezolid alan grupta %58,<br />

kinupristin-dalfopristin alan grupta %43 olarak<br />

saptanmıştır (p= 0.6). Kinupristin-dalfopristin<br />

kullanan hastaların %33’ünde ilaca bağlı miyalji-artralji,<br />

linezolid alan hastaların ise %11’inde<br />

ilaca bağlı trombositopeni gözlenmiştir. Relaps<br />

oranı ise linezolid alan hastalarda iki kat yüksek<br />

bulunmakla birlikte aradaki fark istatistiksel<br />

olarak anlamlı değildir.<br />

96<br />

Kinupristin-dalfopristin ve linezolid, VRE<br />

enfeksiyonlarının tedavisinde yeni tedavi seçenekleri<br />

olmakla birlikte en önemli dezavantajları<br />

bakterisidal etkili olmamalarıdır. Bunun yanı<br />

sıra direnç gelişimi de önemli bir sorun olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. Birçok ülkede 2001<br />

yılından bu yana yapılan çalışmalarda VRE suşlarında<br />

linezolid tedavisinden sonra direnç<br />

(MİK > 4 µg/mL) geliştiği bildirilmiş, nozokomiyal<br />

enfeksiyonlarda klonal yayılım olduğu<br />

saptanmıştır. Çalışmaların bazılarında linezolid<br />

kullanım süresi direnç gelişiminde önemli bir<br />

risk faktörü olarak saptanırken, bazı çalışmalarda<br />

linezolid kullanımı olmadan da VRE suşlarında<br />

direnç olabildiği gösterilmiştir. Mutasyonel<br />

olan bu direnç polimeraz zincir reaksiyonu ile<br />

doğru bir şekilde saptanabilir. Ancak fenotipik<br />

yöntemler kullanıldığında yanlış sonuçlar elde<br />

edilebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

Yapılan in vitro duyarlılık çalışmalarında otomatize<br />

sistemler ile %20-40, disk difüzyon test<br />

ve E-test kullanıldığında ise %7 oranlarında<br />

yanlış sonuçlar olabileceği bildirilmiştir.<br />

Kinupristin-dalfopristin direnci (MİK > 2 µg/<br />

mL) ise linezolid direncinin aksine daha çok<br />

toplum kaynaklıdır. Özellikle kümes hayvanları<br />

ve domuz çiftliklerinden elde edilen E. faecium<br />

suşlarında yüksek düzeyde direnç olduğu gözlenmiştir.<br />

Yapılan bir çalışmada vejeteryan<br />

olmayan hastalarda %38 oranında direnç geni<br />

saptanırken, vejeteryan hastalarda dirençli E.<br />

faecium suşu izole edilmemiştir. Başka bir çalışmada<br />

ise kinupristin-dalfopristin direnci ile<br />

hayvanların büyümesini artırmak için kullanılan<br />

bir streptogramin olan virjinyamisin kullanımı<br />

arasında ilişki olduğu gösterilmiştir.<br />

Daptomisin<br />

Gram-pozitif mikroorganizmalara hızlı bakterisidal<br />

etkinliği olan lipopeptid bir antibiyotiktir.<br />

İn vitro çalışmalarda hem E. faecalis hem de E.<br />

faecium suşlarına etkinliğinin iyi olduğu saptanmıştır.<br />

MİK değerlerinin belirlenmesinde ortamdaki<br />

kalsiyum oranlarının göz önünde bulundurulması<br />

gerektiği unutulmamalıdır. Bununla<br />

birlikte, VRE enfeksiyonlarında kullanımına<br />

ilişkin klinik çalışmalar olgu raporları ve küçük<br />

seriler şeklindedir. Bunlardan febril nötropenik<br />

hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada (9 hasta)<br />

klinik başarı oranı %44, bakteremik hastalarda<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


(34 hasta) yapılan başka bir çalışmada ise %91<br />

olarak bildirilmiştir. Yeterli klinik veri olmadığı<br />

için VRE bakteremileri için henüz FDA onayı<br />

almamıştır. Bunların yanı sıra tedavi sırasında<br />

direnç gelişimi olabilir.<br />

Tigesiklin<br />

Glisilsiklin grubunda yer alan bu antibiyotiğin<br />

de VRE enfeksiyonlarında kullanımına ilişkin<br />

klinik çalışmalar oldukça sınırlıdır. VRE’ye karşı<br />

in vitro duyarlılık sınırları tam olarak belirlenememiştir.<br />

Özellikle VRE’ye bağlı intraabdominal<br />

enfeksiyonlarda tigesiklinin klinik başarısının<br />

iyi olduğuna dair olgu raporları vardır.<br />

Linezolid veya kinupristin-dalfopristin kullanımı<br />

ile yanıt alınamayan ciddi VRE enfeksiyonlarında<br />

yüksek doz daptomisin, tigesiklin veya<br />

kombinasyon tedavisi kullanılabilir. Kinupristindalfopristin<br />

dışındaki diğer antibiyotikler ülkemizde<br />

de ruhsatlandırılmıştır.<br />

Yeni Glikopeptidler<br />

Oritavansin, dalbavansin, telavansin gibi yeni<br />

glikopeptidler VRE suşlarına karşı bakterisidal<br />

etkili antibiyotiklerdir. Teikoplaninden türetilen<br />

dalbavansin özellikle komplike deri ve yumuşak<br />

doku enfeksiyonlarında etkili yarılanma ömrü<br />

uzun olan bir antibiyotiktir, ancak teikoplanin<br />

gibi VanA direnci olan suşlarda etkili değildir.<br />

Semisentetik bir glikopeptid olan oritavansin<br />

ise, dalbavansin ve telavansine göre VanA ve<br />

VanB suşlarına daha iyi etkilidir. Hem E. faecium<br />

hem de E. faecalis suşlarına bakterisidal etkilidir.<br />

VRE suşlarına karşı ampisilin ile birlikte<br />

sinerjistik etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak<br />

uzun yarılanma ömrü, proteinlere yüksek oranda<br />

bağlanması ve spontan direnç gelişimi kullanımını<br />

kısıtlayan önemli özellikleridir. Uzun<br />

etkili bir lipopeptid olan telavansin komplike<br />

deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında standart<br />

tedavi seçenekleri ile benzer etkinlikte<br />

bulunmakla birlikte, VRE enfeksiyonlarında<br />

kullanımına ilişkin veri yoktur.<br />

Sonuç olarak; VRE enfeksiyonlarının tedavisi,<br />

altta yatan ağır klinik durumu olan hastalarda<br />

gelişmeleri, ciddi seyirli olmaları, vankomisin<br />

dışında diğer ilaçlara da dirençli olmaları ve<br />

dolayısıyla tedavi seçeneklerinin az olması gibi<br />

nedenlerle oldukça zordur. Eldeki in vitro ve<br />

Özlem Tünger<br />

klinik çalışmaların sonuçlarına göre VRE enfeksiyonlarının<br />

tedavisinde ilk basamak olarak<br />

kinupristin-dalfopristin, linezolid ve daptomisin<br />

iyi bir seçenek gibi görülmektedir. Bununla<br />

birlikte bazı suşlarda suboptimal dozlarda kalmaları,<br />

serum düzeylerinin düşük olması, yan<br />

etki ve direnç gelişimi gibi önemli dezavantajları<br />

vardır. Diğer tedavi seçeneklerine ilişkin yapılan<br />

in vitro testler, hayvan deneyleri ve klinik<br />

çalışmalardan elde edilen sonuçlar daha çok<br />

ampirik gözlem ve ön görülere dayanmaktadır.<br />

Yeni tedavi seçenekleri ile tekli ya da kombinasyon<br />

tedavilerine ilişkin, randomize, kontrollü<br />

klinik çalışmalara gereksinim vardır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Arias CA, Contreras GA, Murray BE. Management of<br />

multidrug-resistant enterococcal infections. Clin Microbiol<br />

Infect 2010;16:555-62.<br />

2. Bagga B, Shenep JL. Management of infections caused by<br />

vancomycin-resistant gram-positive bacteria. Pediatr<br />

Infect Dis J 2010;29:662-4.<br />

3. Cantón R, Ruiz-Garbajosa P, Chaves RL, Johnson AP. A<br />

potential role for daptomycin in enterococcal infections:<br />

what is the evidence? J Antimicrob Chemother<br />

2010;65:1126-36.<br />

4. Cetinkaya Y, Falk P, Mayhall G. Vancomycin-resistant<br />

enterococci. Clin Microbiol Rev 2000;13:686-707.<br />

5. Erlandson KM, Sun J, Iwen PC, Rupp ME. Impact of the<br />

more-potent antibiotics quinupristin-dalfopristin and linezolid<br />

on outcome measure of patients with vancomycinresistant<br />

Enterococcus bacteremia. Clin Infect Dis<br />

2008;46:30-6.<br />

6. Kvirikadze N, Suseno M, Vescio T, et al. Daptomycin for<br />

the treatment of vancomycin resistant Enterococcus faecium<br />

bacteremia. Scand J Infect Dis 2006;38:290-2.<br />

7. Linden PK. Optimizing therapy for vancomycin- resistant<br />

enterococci (VRE). Semin Respir Crit Care Med<br />

2010;31:769-80.<br />

8. Linden P, Pasculle AW, McDevitt D, et al. Effect of quinupristin-dalfopristin<br />

on the outcome of vancomycin-resistant<br />

Enterococcus faecium bacteremia: comparison with<br />

a control cohort. J Antimicrob Chemother 1997;39(Suppl<br />

A):145-51.<br />

9. Mazuski JE. Vancomycin-resistant enterococcus: risk factors,<br />

surveillance, infections, and treatment. Surg Infect<br />

2008;9:567-71.<br />

10. Moellering RC, Linden PK, Reinhardt J, et al. The efficacy<br />

and safety of quinupristin-dalfopristin for the treatment<br />

of infections caused by vancomycin-resistant Enterococcus<br />

faecium. J Antimicrob Chemother 1999;44:251-61.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 97


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

11. Raad I, Hachem R, Hanna H, et al. Prospective, randomized<br />

study comparing quinupristin-dalfopristin with linezolid<br />

in the treatment of vancomycin-resistant<br />

Enterococcus faecium infections. J Antimicrob Chemother<br />

2004;53:646-9.<br />

12. Sood S, Malhotra M, Das BK, Kapil A. Enterococcal infections<br />

and antimicrobial resistance. Indian J Med Res<br />

2008;128:111-21.<br />

98<br />

13. Swoboda S, Hoppe-Tichy T, Geiss HK, et al. Septic shock<br />

due to vancomycin-resistant enterococci infection tigecycline<br />

monotherapy. Anaesthesist 2007;56:169-74.<br />

14. Wang JL, Hsueh PR. Therapeutic options for infections<br />

due to vancomycin-resistant enterococci. Expert Opin<br />

Pharmacother 2009;10:785-96.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

Doç. Dr. Nazif Elaldı<br />

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Sivas<br />

99


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

Günümüzde antibiyotik direnci dünyada en<br />

önemli problemler arasında yer almakta,<br />

dirençli mikroorganizmalarla olan enfeksiyonların<br />

prevalansı giderek artmaktadır. Bunlar<br />

arasında metisiline dirençli Staphylococcus<br />

aureus (MRSA)’lar, vankomisine dirençli enterokoklar<br />

(VRE), Pseudomonas aeruginosa,<br />

Escherichia coli ve Klebsiella spp. gibi çoklu<br />

ilaca dirençli gram-negatif basiller ilk akla<br />

gelenlerdir. Enterokoklar, diğer bakteri türlerindeki<br />

birçok virülans faktöre sahip olmamalarına<br />

rağmen, çevre şartlarına dayanıklı olmaları,<br />

çeşitli antibiyotiklere içsel dirençli olmaları<br />

ve direnç geliştirme yeteneklerinden dolayı<br />

hastane enfeksiyonlarının önemli nedenleri<br />

arasında yer alır. Amerika Birleşik Devletleri<br />

(ABD)’nde hastane kökenli bakteremi etkenleri<br />

arasında üçüncü, cerrahi alan ve üriner sistem<br />

enfeksiyonlarında ikinci sırada yer almaktadır.<br />

Enterokoklarda vankomisin direnci ilk kez<br />

Avrupa’da 1986 yılında, ABD’de ise 1987 yılında<br />

tanımlanmış, daha sonra bu suşlar tüm dünyada<br />

yaygın hale gelmiştir. ‘‘National<br />

Nosocomial Infections Surveillance (NNIS)<br />

System’’ verilerine göre VRE oranı 1989 yılında<br />

%0.3 iken, 1993 yılında %7.9’a yükselmiştir.<br />

ABD’de Ekim 2004 tarihinde yayınlanan NNIS<br />

raporuna göre sisteme dahil hastanelerin yoğun<br />

bakım ünitesi (YBÜ)’nde enfeksiyon etkeni<br />

olarak izole edilen enterokokların %28.5’i VRE<br />

olup, 2003 yılında 1998-2002 dönemine göre<br />

%12’lik bir artış olduğu bildirilmektedir.<br />

Türkiye’de ilk VRE izolasyonu 1998 yılında<br />

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından<br />

bildirilmiş olup, günümüzde buna yeni merkezler<br />

eklenmiştir. Ülkemizde hastane suşları<br />

arasında VRE prevalansının %0-10 arasında<br />

olduğu belirtilmektedir. İstanbul Kartal Eğitim<br />

ve Araştırma Hastanesi YBÜ’lerinde 2004 yılından<br />

itibaren toplam bir yıl süreyle yatan hastalardan<br />

yatışı takiben ilk 72 saatte ve yatış süresince<br />

haftalık perirektal sürüntü örnekleri alınarak<br />

VRE taşıyıcılığı araştırılmış, toplam 226<br />

hastaya ait 528 perirektal kültür örneğinden<br />

sadece 2 (%0.9)’sinde VRE kolonizasyonu saptanmıştır.<br />

Diğer bir araştırmada da 2005 yılında<br />

İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi Süt Çocuğu Ünitesi, Beyin Cerrahi<br />

YBÜ ve Reanimasyon Ünitesinde yatan toplam<br />

250 hastadan alınan rektal sürüntü örnekleri-<br />

100<br />

nin 38 (%15)’inde VRE pozitifliği saptandığı<br />

bildirilmiş ve bu hastaların birçoğunun vankomisin<br />

dahil çeşitli antibiyotik aldıkları belirtilmiştir.<br />

Görüldüğü gibi VRE kolonizasyon oranları<br />

hastaneden hastaneye değişmektedir.<br />

Mensubu bulunduğum Sivas Cumhuriyet<br />

Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde günümüze<br />

kadar 2005 yılında başka bir üniversite<br />

hastanesinde hematolojik malignansi nedeniyle<br />

uzun süre yatarak tedavi gören bir, 2011 yılı<br />

Ocak ayı içinde antibiyotik alan iki, toplam<br />

sadece üç çocuk hastanın dışkı kültürleri ile bu<br />

çocuklara bakım veren annelerden birinin ellerinde<br />

VRE kolonizasyonu tespit edilmiş olup,<br />

toplam 1050 yatağa sahip hastanede VRE enfeksiyonu<br />

gözlenmemiştir.<br />

Salgınlarda Olası VRE Kaynakları<br />

ABD’nin aksine, Avrupa’da tavukların insanlarda<br />

hastane enfeksiyonlarına sebep olan VRE<br />

suşları için potansiyel kaynak olduğu ortaya<br />

konmuştur. ABD’de ise VRE kolonizasyonu hastanelerde<br />

olmaktadır. Hayvanlarda gelişmeyi<br />

artırmak için yemlere katılan avoparsin, vankomisin<br />

ile aynı grupta bulunmaktadır. Bundan<br />

dolayı avoparsin ilave edilmiş yemlerle beslenen<br />

hayvanların dışkıları ile bu hayvanlardan elde<br />

edilen gıdalardan VRE izole edilmektedir.<br />

Avoparsinin hayvan yemlerinde kullanımı<br />

Türkiye’de 1999, Avrupa Birliği’nde ise 1997<br />

yılında yasaklanmış ve sonradan hayvanlarda<br />

VRE kolonizasyonlarında azalma gözlenmiştir.<br />

Örneğin; bir Avrupa Birliği ülkesi olan<br />

Danimarka’da yasaklamadan önce et tavuğu<br />

kaynaklı Enterococcus faecium izolatlarının %60-<br />

80’i, yasaktan sonra ise %5-35’inin VRE olduğu<br />

bildirilmektedir. Türkiye’de ise yasaktan hemen<br />

sonra kanatlı hayvan kaynaklı VRE oranı %13-<br />

14 iken, 2005 yılında %0.25 gibi çok düşük<br />

değerlere düşmüştür. Aynı yılda yapılan başka<br />

bir araştırmada ise 400 kanatlı hayvana ait kloakal<br />

sürüntü örneğinin yalnızca 1 (%0.25)’inde<br />

VRE izole edilmiştir. Toplumda VRE ile kolonize<br />

hasta ne kadar çoksa hastaneye yatan hastalar<br />

arasında da o kadar çok VRE pozitif hasta olacaktır.<br />

Hastanelerdeki VRE salgınlarında enfeksiyon<br />

kaynağının genellikle yatan hastaların<br />

dışkıları olduğu bilinmektedir. Bir sürveyans<br />

çalışmasında enfekte/kolonize hasta oranının<br />

1/10 olduğu, son bir yıl içinde antibiyotik kullanmayan<br />

sağlıklı bireylerde %28, oral glikopep-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


tid antibiyotik kullananlarda ise %64 oranında<br />

VRE kolonizasyonu olduğu bildirilmektedir.<br />

VRE kolonizasyonu geliştiğinde en az üç ay<br />

süreyle devam etmektedir. Hasta odasındaki<br />

kolonize eşyalar ve tıbbi cihazlar (tansiyon aletleri,<br />

elektronik termometreler, EKG monitörleri,<br />

intravenöz sıvı pompaları vb.) saptanan diğer<br />

VRE kaynaklarıdır. Değişik çalışmalardan elde<br />

edilen VRE enfeksiyonu ve kolonizasyonu için<br />

risk faktörleri Tablo 1’de verilmiştir.<br />

Tablo 1. VRE enfeksiyon ve kolonizasyonu için<br />

risk faktörleri*<br />

Hastaya ait faktörler<br />

1. Kronik böbrek yetmezliği<br />

2. Malignite<br />

3. Nötropeni<br />

4. Diabetes mellitus<br />

5. Geçirilmiş intraabdominal cerrahi<br />

6. Organ transplantasyonu<br />

7. APACHE II skoru<br />

Hastaneye ait faktörler<br />

1. Hastanede yatış süresinin uzun olması<br />

2. Yoğun bakım, diyaliz, transplantasyon ve<br />

hematoloji-onkoloji ünitelerinde yatma<br />

3. VRE ile kontamine ekipmanlara maruziyet<br />

4. VRE’li hastalarla temas veya VRE ile kontamine<br />

olmuş tıbbi aletlere maruz kalmak<br />

5. Enteral beslenme<br />

6. Kortikosteroid kullanımı<br />

7. Antineoplastik tedavi uygulanması<br />

8. Sükralfat kullanımı<br />

Antibiyotik kullanımı<br />

1. Vankomisin<br />

2. İkinci-üçüncü kuşak sefalosporin<br />

3. Metronidazol<br />

4. Klindamisin<br />

5. İmipenem<br />

6. Tikarsilin-klavulanik asit<br />

* 19 nolu kaynaktan alınmıştır.<br />

VRE: Vankomisine dirençli enterokok.<br />

Nazif Elaldı<br />

VRE Kontrolüne Yönelik Sürveyans Yapılması<br />

Yeni ortaya çıkan patojenlerin belirlenmesi, epidemiyolojik<br />

eğilimleri, kontrol programlarının<br />

etkinliği ancak sürveyans sayesinde bilinebilir.<br />

Pek çok sürveyans metodu ortaya konulmuştur.<br />

Bunlar klinik mikrobiyoloji laboratuvarı sonuçlarının<br />

takibinden asemptomatik kolonizasyonun<br />

belirlenmesine kadar değişmektedir. Çeşitli<br />

klinik çalışmalar, sürveyansla MRSA ve VRE ile<br />

kolonize hastaların tespit edildiğini, kolonize<br />

hasta olduğunda temas önlemlerinin uygulanması<br />

ile sağlık personellerinin elleriyle çevre<br />

kontaminasyonunun ve de kolonize ve enfekte<br />

hasta sayılarının önemli oranda azaltıldığını<br />

göstermektedir. VRE ile kolonize hastalar semptomsuz<br />

olduğundan kolayca tanınmayabilirler.<br />

Hastanelerdeki en önemli VRE kaynağı hastaların<br />

bağırsakları olduğundan yüksek riskli hastalardan<br />

sürveyans kültürleri alınarak VRE kaynağı<br />

ve bu kaynağın büyüklüğünün saptanması<br />

gerekir. Bir merkezde fekal VRE taşıyıcılığı veya<br />

enfeksiyonu fazla ise o merkezde immün düşkün<br />

hasta, ciddi operasyon öyküsü, damar içi<br />

kateter varlığı, YBÜ’de yatma ve VRE’li hasta ile<br />

15 günden fazla temas gibi predispozan faktörleri<br />

de vardır. Bir birimde VRE kolonizasyonu ve<br />

fekal taşıyıcılık oranı %20’nin üzerinde ise<br />

sürekli sürveyans, düşük ya da hiç saptanmamışsa<br />

da sadece riskli hastalarda nokta prevalans<br />

ile VRE taraması yapılması gerekir.<br />

VRE Enfeksiyonlarında Korunma ve Kontrol<br />

Herşeyden önce dirençli mikroorganizmaların<br />

yayılımının önlenmesi ve korunmasının uygun<br />

kateter kullanımı ve bakımı, entübe hastalarda<br />

solunum sistemi enfeksiyonlarının önlenmesi,<br />

enfeksiyon etkenlerinin doğru ve hızlı tanımlanması,<br />

uygun antimikrobiyal ilaç seçimi gibi<br />

rutin uygun klinik yaklaşımlar ile mümkün<br />

olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Literatürde el<br />

hijyeninin geliştirilmesi, temas önlemleri, aktif<br />

sürveyans, eğitim, artırılmış çevre temizliği ve<br />

hastalarla sağlık çalışanları arasında iletişimin<br />

geliştirilmesi gibi müdahalelerle dirençli mikroorganizmaların<br />

yayılımının önlendiği konusunda<br />

çalışmalar bulunmaktadır. Her ne kadar<br />

enterokoklar insanlarda mide-bağırsak ve<br />

kadınlarda genital sistemde kolonize olup kaynak<br />

oluştursalar da sağlık personellerinin kontamine<br />

elleri, yüzeyler veya tıbbi cihazlar ile<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 101


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

hastadan hastaya direkt veya indirekt olarak<br />

bulaştırılabildiğinden, bu mikroorganizmalarla<br />

oluşan enfeksiyonlardan korunma ve kontrol de<br />

genellikle bu konulara odaklanmış, değişik yıllarda<br />

değişik rehberler oluşturulmuştur.<br />

Bunlardan ilki 1995 yılında ABD’de ‘‘Centers for<br />

Disease Control and Prevention (CDC)’’ ve<br />

‘‘Hospital Infection Control Practices Advisory<br />

Committee (HICPAC)’’ tarafından oluşturulan<br />

“Recommendations for Preventing the Spread of<br />

Vancomycin Resistance Recommendations of<br />

the Hospital Infection Control Practices<br />

Advisory Committee” başlıklı rehber olup,<br />

günümüzde dünyada hala bu konuda başvurulan<br />

en önemli rehberlerden birisidir. Diğerleri<br />

1997 yılındaki CDC rehberi, 1997 yılındaki<br />

‘‘Society for Healthcare Epidemiology of America<br />

(SHEA)’’ ve ‘‘Infectious Diseases Society of<br />

America (IDSA)’’ tarafından oluşturulan<br />

“Guidelines for the Prevention of Antimicrobial<br />

Resistance in Hospitals” başlıklı rehberi, yine<br />

2003 yılında SHEA tarafından oluşturulan<br />

“SHEA Guideline for Preventing Nosocomial<br />

Transmission of Multidrug-Resistant Strains of<br />

Staphylococcus aureus and Enterococcus” başlıklı<br />

rehber, 2006 yılında CDC/HICPAC tarafından<br />

hazırlanan “Management of Multidrug-Resistant<br />

Organisms in Healthcare Settings, 2006” başlıklı<br />

rehber ve 2008 yılında Kanada’da yayınlanan<br />

“Provincial Infection Control Network-British<br />

Columbia” tarafından oluşturulan “Antibiotic<br />

Resistant Organisms Prevention and Control<br />

Guidelines” başlıklı rehberlerdir. Günümüzde<br />

dirençli mikroorganizmalarla olan enfeksiyon<br />

ve kolonizasyonun önlenmesinde izolasyon<br />

önemli bir yer tuttuğundan ABD’de CDC ve<br />

HICPAC 1996 yılında “Guideline for Isolation<br />

Precautions in Hospitals” başlıklı rehberi 2007<br />

yılında revize ederek Haziran 2007 tarihinde<br />

“Guideline for Isolation Precautions: Preventing<br />

Transmission of Infectious Agents in Healthcare<br />

Settings 2007” başlığı ile yayınlamıştır.<br />

ABD’de hastanelerde dirençli mikroorganizmaların<br />

yayılmasının önlenmesi için en kapsamlı<br />

öneriler 2003 tarihli “SHEA Guideline for<br />

Preventing Nosocomial Transmission of<br />

Multidrug-Resistant Strains of Staphylococcus<br />

aureus and Enterococcus” başlıklı rehber ile 2006<br />

tarihli CDC/HICPAC “Management of<br />

Multidrug-Resistant Organisms in Healthcare<br />

102<br />

Settings, 2006” başlıklı rehberler tarafından<br />

verilmiş, dolayısıyla bu iki rehber daha yaygın<br />

olarak kullanılmaktadır. Bu iki rehber de diğer<br />

dirençli bakteriler de dahil sıklıkla MRSA’ların<br />

yayılımını önlemeye odaklanmış olup, SHEA<br />

rehberi MRSA ve VRE açısından yüksek riskli<br />

hastaların aktif sürveyansını önermektedir. Her<br />

ne kadar CDC/HICPAC 2006 rehberinde dirençli<br />

mikroorganizmaların kontrolü veya eradikasyonu<br />

için kullanılan önlemler idari destek, eğitim,<br />

antimikrobiyallerin uygun kullanımı, sürveyans,<br />

standart ve temas önlemleri, çevresel<br />

önlemler ve dekolonizasyon gibi yedi başlıkta<br />

toplanmışsa da genellikle bu konu dört ana başlıkta<br />

toplanabilir:<br />

• Sistemik antimikrobiyal ilaçlar ve vankomisinin<br />

uygun kullanımı<br />

• Hastane personelinin eğitimi<br />

• Mikrobiyoloji laboratuvarının etkin kullanımı<br />

• Kontrol önlemlerinin uygulanması<br />

SİSTEMİK ANTİMİKROBİYAL İLAÇLAR ve<br />

VANKOMİSİNİN UYGUN KULLANIMI<br />

Antibiyotik kullanımı ile direnç gelişimi arasındaki<br />

ilişki iyi bilinmektedir. Dirençli bakterilerin<br />

varlığı durumunda bir klinikte antibiyotik<br />

kullanımının kesilmesiyle dirençli suşun yayılımı<br />

kontrol edilebilmektedir. Bu yüzden mümkün<br />

olan dar spektrum, kontaminasyondan<br />

ziyade enfeksiyonun tedavisi, antibiyotiklerin<br />

uzun süreli kullanımından kaçınma ve patojen<br />

bilinmiyorsa veya uygun antibiyotik yokluğunda<br />

daha potent ya da daha geniş spektrumlu<br />

antibiyotiklerin kullanımının sınırlandırılması<br />

gerekir. ABD’de vankomisin kullanılmaya başlamadan<br />

önce enterokoklarda vankomisin direnci<br />

bilinmiyordu. Bununla birlikte VRE’nin etkin<br />

kontrolünde yalnızca vankomisin kullanımının<br />

kısıtlanması diğer kontrol önlemleri olmadan<br />

etkili değildir. VRE kolonizasyonunun önlenmesi<br />

için enterokoklara etkisi olmayan üçüncü<br />

ve dördüncü kuşak sefalosporin kullanımının<br />

azaltılması gerekir. Aynı şekilde VRE ile kolonize<br />

hastalarda bakteri yoğunluğunun artırılmaması<br />

için anaeroplara etkili antibiyotik kullanımının<br />

azaltılması gerekir.<br />

HASTANE PERSONELİNİN EĞİTİMİ<br />

VRE yayılımının önlenmesinde devamlı eğitim<br />

büyük önem taşır. Eğitimler esas olarak davra-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


nış kültürü oluşturmaya yönelik olmalıdır.<br />

Davranış değişikliği konusunda cesaretlendiren,<br />

direnç probleminin daha iyi anlaşılmasına yarayan<br />

ve kontrol önlemleri konusunda bilgilendiren<br />

tarzda olmalıdır. Devamlı eğitimin hemşire,<br />

laboratuvar personeli, eczacı, konsültan hekimler<br />

ve asistanlar, öğrenciler, temizlik işlerinden<br />

sorumlu personel ve hasta bakımı ile ilgili diğer<br />

tüm personeli kapsayacak şekilde yürütülmesi<br />

gereklidir. Eğitim programında öncelikle VRE’nin<br />

neden önemli olduğu (maliyet, tedavi güçlüğü<br />

vb.) açıklanmalı, ayrıca VRE epidemiyolojisi ve<br />

kontrol yöntemleri hakkında bilgi verilmelidir.<br />

MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARININ<br />

ETKİN KULLANIMI<br />

Mikrobiyoloji laboratuvarının standart mikrobiyolojik<br />

yöntemler kullanarak VRE’leri hızla<br />

tanımlaması ve hastanenin enfeksiyon kontrol<br />

komitesi (EKK) ile hastanın bulunduğu birime<br />

bildirmesi gerekir. Bu VRE’nin yayılımı ve<br />

enfeksiyonların önüne geçilmesi açısından<br />

önemlidir. Yalnız VRE suşları değil, diğer dirençli<br />

suşların da tanımlandıktan sonra ileride köken<br />

tipleme metodlarında kullanılmak üzere saklanması<br />

gerekir. Vankomisin için minimum inhibitör<br />

konsantrasyonu (MİK) değerleri agar dilüsyon,<br />

agar gradient dilüsyon veya manuel broth<br />

mikrodilüsyon yöntemlerinden biriyle saptanmalı<br />

ve inkübasyon süresi 24 saat olmalıdır.<br />

Disk difüzyon yöntemini kullanan laboratuvarlarda<br />

da plakların 24 saat süreyle inkübe edilmesi<br />

ve inhibisyon zonları ışık altında okunmalıdır.<br />

Vankomisin MİK değeri bir kez daha tekrarlanmalı<br />

ama bu arada kliniğe ve EKK’ya da<br />

haber verilip hastanın izolasyonunun sağlanması<br />

gerekir. Vankomisin direncinin (özellikle<br />

VanB) saptanmasında tam otomatize yöntemlerin<br />

hepsi aynı ölçüde güvenilir değildir. VanA<br />

tipi direncin saptanmasında ise tüm yöntemler<br />

aynı güvenilirliğe sahiptir. Enterokoklardaki<br />

vankomisin direnci polimeraz zincir reaksiyonu<br />

(PCR) kullanılarak da saptanabilir. PCR, özellikle<br />

düşük düzeyde vankomisin direnci taşıyan<br />

enterokok suşlarındaki (VanC veya VanB) direncin<br />

saptanması için yararlı bir yöntemdir.<br />

Dışkıda PCR ile vankomisin direnci taraması<br />

ucuz ve etkin bulunmuştur. Köken tipleme yöntemleriyle<br />

VRE yayılımının klonlandırılması<br />

Nazif Elaldı<br />

enfeksiyon kontrol önlemlerine yardımcı olur.<br />

‘‘Pulsed field gel electrophoresis (PFGE)’’ ve<br />

plazmid analizi bu amaçla kullanılabilir.<br />

KONTROL ÖNLEMLERİNİN UYGULANMASI<br />

ABD’de SHEA, dirençli bakterilerin ve VRE’nin<br />

yayılımının kontrolü için yüksek riskli hastalarda<br />

daha hastaneye başvuruda aktif sürveyans<br />

kültürleri ile temas önlemlerinin birlikte kullanılmasını<br />

önermektedir. Aynı kurum, periyodik<br />

(haftalık) sürveyans kültürlerini ise VRE kolonizasyonu<br />

için yüksek riskli hastalarda (YBÜ’de<br />

yatan, antibiyotik kullanan, altta yatan hastalığı<br />

olan, uzun süre hastanede yatan) önermektedir.<br />

VRE’de sürveyans kültürleri için hastaların dışkı<br />

ve rektal veya perirektal bölgelerden alınan<br />

sürüntü örneklerinin kullanılması önerilir. VRE<br />

ile enfekte veya kolonize (VRE pozitif) olan<br />

hastalar tek kişilik odalara ya da diğer VRE<br />

pozitif hastalarla birlikte aynı odaya yerleştirilebilir<br />

(kohort). Eğer bu yapılamıyorsa VRE için<br />

risk taşımayan başka bir hasta kohortlanabilir.<br />

Salgın olduğunda hasta kohortu olabildiği gibi<br />

personel kohortu da olabilir. Son tedbir olarak,<br />

ünitenin veya yatakların yeniden düzenlenmesi<br />

hatta kapatılması da gerekebilir. Enfeksiyon<br />

tedavi edilse bile hastanın bir veya daha fazla<br />

vücut alanında VRE kolonizasyonu sürebilir. Bu<br />

durumda temas izolasyonuna devam edilip edilmeyeceği<br />

tam olarak çözülmemiş bir konudur.<br />

1995 HICPAC rehberi VRE’de temas önlemlerini<br />

sonlandırmak için VRE açısından bir hafta<br />

aralıkla üç negatif dışkı veya perianal sürüntü<br />

kültürü olması gerektiğini belirtmektedir. Bu<br />

güvenli bir yol olmakla beraber VRE taşıyıcılığı<br />

bir yıla kadar sürebilir. Taburcu olduklarında<br />

VRE pozitifliği devam eden hastaların hastane<br />

kayıtlarına uyarı eklenmesi, bu hastaların yeniden<br />

aynı veya başka hastaneye başvurması durumunda<br />

izole edilebilmeleri açısından önem taşır.<br />

Dirençli bakterilerle enfekte ya da kolonize hastaların<br />

evde bakımlarında eğer açık yarası, dreni<br />

ve dışkı inkontinansı olduğu durumlarda standart<br />

önlemlerin alınması, mümkünse tek kullanımlık<br />

ekipmanların kullanılması gerekir.<br />

Hastaya kullanılan stetoskop gibi kritik olmayan<br />

ekipmanlar hasta odasından dışarı çıkartılmadan<br />

önce düşük ya da orta düzey bir dezenfektanla<br />

dezenfekte edilebilir. Evde bakımlarda<br />

rutin eldiven ve önlük kullanımı konusu belli<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 103


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

değildir. Hemodiyaliz ünitelerinde daha önce<br />

belirlenmiş olan kontrol önlemleri alınmalıdır<br />

(Recommendations to Prevent Transmission of<br />

Infections in Chronic Hemodialysis Patients).<br />

Bariyer Önlemleri<br />

Aslında bütün hastaların takibinde standart<br />

önlemler, dirençli bakterilerin yayılımın önlenmesinde<br />

ise enfeksiyon kontrol önlemleri alınmalıdır.<br />

VRE ile enfekte veya kolonize olan ya<br />

da olduğu düşünülen hastaların odalarına girerken<br />

mutlaka eldiven, önlük ve maske giyilmelidir.<br />

Bu özellikle sekresyonlara, bası ülserlerine,<br />

yaralara, dışkıya ve ostomi tüplerine temas olasılığı<br />

durumlarında daha da önemlidir. Dirençli<br />

bakterilerle kolonize ve enfekte ama dreni, ishali<br />

ve sekresyonları olmayan hastalar için standart<br />

önlemler alınarak kontrollü “ortak dolaşma<br />

alanları” oluşturulabilir. Eldiven ve önlüğün<br />

hasta odasını terk etmeden hemen önce çıkartılması<br />

ve eller yıkandıktan sonra da odadaki<br />

yüzeylerin hiçbiriyle tekrar temas edilmemesi<br />

gerekir. VRE pozitif hastalar için kullanılan stetoskop,<br />

tansiyon aleti ve rektal termometre gibi<br />

aletler diğer hastalar için kullanılmamalı, odalar<br />

arasında eşya transferi yapılmamalı, ortak kullanım<br />

ya da transfer gereken durumlarda alet ya<br />

da eşya temizlenmeli, dezenfekte edilmelidir.<br />

Yeni saptanan bir VRE olgusu ile varsa aynı<br />

odada yatan hastadan dışkı kültürü veya perirektal<br />

kültür ile VRE kolonizasyonu araştırılmalıdır.<br />

Bariyer önlemleri arasında en önemlisi el<br />

temizliğidir. Sağlık personelinin ellerinde gözle<br />

görünür bir kirlenme, kan ve hastaya ait sıvı<br />

bulaşması varsa su ve sabunla yakınması, yoksa<br />

antiseptikli el losyonuyla temizlemesi gerekir.<br />

Sağlık personelinin el temizliğine uyumunun<br />

takip edilmesi önemlidir. El temizliğine uyumun<br />

çok yüksek (%80) olduğu durumlarda bile<br />

VRE kültür pozitifliği %25 oranında düşürülebilmekte<br />

ve %20 temasta el temizliği yapılmaması<br />

sadece bu yolla bulaşın azaltılamayacağını<br />

göstermektedir.<br />

Çevresel Önlemler ve Çevre Temizliği<br />

Enterokoklar çevresel yüzeylerde uzun süre<br />

canlılıklarını sürdürebildiklerinden bu yüzeyler<br />

personelin elleri ve diğer hastalar için kaynak<br />

oluşturmaktadır. VRE ile enfekte hastaların<br />

bulunduğu yerlerde kontamine olması muhte-<br />

104<br />

mel yüzeylerin temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi<br />

gerekir. Çevresel örneklerden sürveyans<br />

kültürleri alınması ve çevrenin VRE ile kontamine<br />

olduğunun ortaya konulmasının personelin<br />

daha dikkatli temizlik yapmasında önemli<br />

olduğu söylenilmekle birlikte rutin kültür önerilmemektedir.<br />

Hasta çevresinin VRE ile kontaminasyonunun<br />

en önemli sebebi rutin temizlik<br />

prosedürlerine uyulmamasıdır. MRSA ve VRE<br />

yüzey dezenfektanı olarak kullanılan maddelere<br />

duyarlı olmalarına rağmen, VRE salgını olduğunda<br />

dezenfektan madde yüzeylere en az 10<br />

dakika süreyle uygulanmalıdır.<br />

Artırılmış Çevresel Önlemler<br />

Temizlik personelinin çevre temizlik politikalarına<br />

uyumu ve eğitiminin artırılması gerekir.<br />

Çevre temizliği ve dezenfeksiyon hizmetlerinin<br />

geliştirmesi için hedeflenen hasta bakım alanlarına<br />

yeni personel atanmalıdır. Hasta veya sağlık<br />

personeli tarafından yatak rayları, arabalar,<br />

komidin, kapı kolları ve musluk başlıkları gibi<br />

dokunulabilen çevre ve yüzeylerin temizliği ve<br />

dezenfeksiyonunun uygun yapılıp yapılmadığı<br />

denetlenmelidir. Eğer VRE bulaşı için kaynak<br />

olduğuna dair epidemiyolojik kanıt varsa çevresel<br />

yüzeyler ve ortak ekipmanlardan sürveyans<br />

kültürleri alınmalıdır. Çevre yüzeyleri bakteri<br />

için kaynak olmaya devam ediyorsa yoğun<br />

temizlik önlemleri ve uygulamalar için kliniğin<br />

kapatılması gerekir.<br />

Dekolonizasyon İşlemi<br />

HICPAC 2006 rehberinde VRE ve gram-negatif<br />

bakteriler için kabul edilen bir dekolonizasyon<br />

prosedürü bulunmamakta ve bu konu çözülmemiş<br />

olarak belirtilmektedir. Topikal antimikrobiyal<br />

ilaçlar ve antiseptiklerin kullanılmasıyla<br />

dekolonizasyon işlemi daha çok MRSA’da ve<br />

ABD’den daha çok Kuzey Avrupa ülkelerinde<br />

kullanılan yöntem olagelmiştir. Bununla birlikte<br />

%2’lik klorheksidin emdirilmiş bezler ile hastaların<br />

cildinin temizlenmesi su ve sabuna göre<br />

ciltteki VRE yoğunluğunda, sağlık çalışanlarının<br />

ellerinde ve çevredeki VRE kontaminasyonu<br />

ve kolonizasyonunda azalmaya yol açmıştır.<br />

ABD’de SHEA rehberinde hastanın psikolojik<br />

durumunun düzeltilmesi için, enfeksiyon kontrolü<br />

için ve tedavi masraflarının azaltılması için<br />

dekolonizasyon yapılabileceği belirtilmektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Artırılmış Enfeksiyon Kontrol Önlemleri<br />

Rutin önlemler ve uygulamalarla birimdeki<br />

dirençli bakterinin enfeksiyon ve kolonizasyon<br />

insidans ve prevalans oranları düşürülemiyorsa<br />

daha sıkı önlemler uygulanabilir. Kontrol önlemlerinin<br />

etkinliğinin ölçülmesi için birime özgül<br />

aralıklı kültür takip sistemi oluşturulmalı,<br />

dirençli bakteri geçişi azalıncaya veya duruncaya<br />

kadar haftalık, daha sonra da nokta prevalans<br />

ile bakteri kolonizasyonu araştırılmalı ve bildirilmelidir.<br />

Nokta prevalans takibi rutin aralıklarla<br />

veya hasta taburculuğu ve transferinde<br />

bakteri geçişi duruncaya kadar devam ettirilmelidir.<br />

Sürveyans kültürleri kolonize veya enfekte<br />

hastalara bakım veren personeller ve hastalardan<br />

alınabilir. Eğer VRE enfeksiyon ve kolonizasyonu<br />

hala önlenemiyorsa hastaya özel personel<br />

ve hemşireler tahsis edilebilir. Eğer artırılmış<br />

enfeksiyon kontrol önlemleri ile de yayılım<br />

kontrol edilemiyorsa birime hasta alımı sonlandırılmalıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Aarestrup FM. Occurrence of glycopeptide resistance<br />

among Enterococcus faecium isolates from conventional<br />

and ecological poultry farms. Microb Drug Resist 1995;1:<br />

255-7.<br />

2. Aygün H, Memikoğlu OK, Tekeli A, Azap A, Yörük F.<br />

Hastanede yatan riskli hasta gruplarında vankomisine<br />

dirençli enterokok kolonizasyonun sürveyansı. Türk Anest<br />

Rean Der Derg 2008;36:168-73.<br />

3. Bates J, Jorden JZ, Griffiths DT. Farm animals as putative<br />

reservoir for vancomycin-resistant enterococcal infection<br />

in man. Antimicrob Agents Chemother 1995;39:781-5.<br />

4. Bonten MJM, Willems R, Weinstein RA. Vancomycin resistant<br />

enterococci: why they are here, and where do they<br />

come from? Lancet Infect Dis 2001;1:314-25.<br />

5. Boyce CM. Vancomycin-resistant enterococcus. Infect Dis<br />

North Am 1997;11:367-82.<br />

6. Boyle JF, Soumakis SA, Rendo A, et al. Epidemiologic<br />

analysis and genotypic characterization of a nosocomial<br />

outbreak of vancomycin-resistant enterococci. J Clin<br />

Microbiol 1993;31:1280-5.<br />

7. CDC. Recommendations to prevent transmission of ınfections<br />

in chronic hemodialysis patients. MMWR<br />

2001;50(RR-05):1-43.<br />

8. Ceylan N, Çiftçi İ, İlhan Z. Büyütme faktörü antibiyotiklere<br />

alternatif yem katkılarının etlik piliçlerde besi performansı<br />

ve bağırsak mikroflorası üzerine etkileri. Turk J Vet Anim<br />

Sci 2003;27:727-33.<br />

9. Çelik S. Hayvan kökenli enterokok suşlarının virülens faktörleri.<br />

Doktora Tezi, Ankara Üniv Sağlık Bil Enst, 2001.<br />

Nazif Elaldı<br />

10. Çetinkaya Y. Vankomisin dirençli enterokoklar: Epidemiyoloji<br />

ve kontrol. FLORA 2000;1:24-33.<br />

11. Çetinkaya Y. Vankomisine dirençli enterokoklara bağlı<br />

hastane infeksiyonlarının epidemiyolojisi ve kontrolü.<br />

Ulusoy S, Leblebicioğlu H (editörler). Önemli ve Sorunlu<br />

Gram Pozitif Bakteri İnfeksiyonları. Ankara: Bilimsel Tıp<br />

Yayınevi, 2004:171-85.<br />

12. DeLisle S, Perl TM. Vancomycin-resistant enterococci: a<br />

road map on how to prevent the emergence and transmission<br />

of antimicrobial resistance. Chest 2003;123:504-<br />

18.<br />

13. Garner JS. Guideline for isolation precautions in hospitals.<br />

The Hospital Infection Control Practices Advisory<br />

Committee. Infect Control Hosp Epidemiol 1996;17:53-<br />

80.<br />

14. Gürler N. Sorun mikroorganizmalar ve DAS yönetimi<br />

(VRE, MRSA, MR Gram-negatif çomaklar ve salgınlarda<br />

DAS yönetiminin rolü, yetki ve sorumlulukları). 5. Ulusal<br />

Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi-2007, Kongre Özet<br />

Kitabı. Antalya, 4-8 Nisan 2007. Ankara: Bilimsel Tıp<br />

Yayınevi, 2007:277-86.<br />

15. Herwaldt A, Wenzel RP. Dynamics of hospital-acquired<br />

infection. Manual of Clinical Microbiology. 6 th ed.<br />

Washington DC: American Society for Microbiology,<br />

1995:169-81.<br />

16. HICPAC. Recommendations for preventing the spread of<br />

vancomycin resistance. Recommendations of the Hospital<br />

Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC).<br />

MMWR Recomm Rep 1995;44(RR-12):1-13.<br />

17. Huskins WC. Interventions to prevent transmission of<br />

antimicrobial-resistant bacteria in the intensive care unit.<br />

Curr Opin Crit Care 2007;13:572-7.<br />

18. Jarvis WR. The epidemiology of colonization. Infect<br />

Control Hosp Epidemiol 1996;17:47-52.<br />

19. Karagöz G. Yoğun bakım ünitesinde vankomisin dirençli<br />

enterokok taşıyıcılığının araştırılması. Tıpta Uzmanlık Tezi.<br />

T.C. Sağlık Bakanlığı Dr. Lüfti Kırdar Kartal Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesi, 2005.<br />

20. Klevens RM, Edwards JR, Tenover FC, et al. Changes in<br />

the epidemiology of methicillin resistant Staphylococcus<br />

aureus in intensive care units in US hospitals, 1992-2003.<br />

Clin Infect Dis 2006;42:389-91.<br />

21. Moellering RC. Emergence of Enterococcus as a significant<br />

pathogen. Clin Infect Dis 1992;14:1173-8.<br />

22. Moellering RC. The enterococcus: a classic example of the<br />

impact of antimicrobial resistance on therapeutic options.<br />

J Antimicrob Chemother. 1991;28:1-12.<br />

23. Muto CA, Jernigan JA, Ostrowsky BE, et al. SHEA guideline<br />

for preventing nosocomial transmission of multidrugresistant<br />

strains of Staphylococcus aureus and<br />

Enterococcus. Infect Control Hosp Epidemiol 2003;<br />

24:362-386. Available at: http://www.ajicjournal.org/<br />

article/S0196-6553(07)00739-0/abstract (Erişim tarihi:<br />

02.02.2011).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 105


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

24. NNIS System. National Nosocomial Infections Surveillance<br />

(NNIS) System Report, data summary from January 1992<br />

through June 2004, issued October 2004. Am J Infect<br />

Control 2004;32:470-85.<br />

25. Nollet L. EU close to a future without antibiotic growth<br />

promoters. World Poultry 2005;21:14-5.<br />

26. Phillips I, Casewell M, Cox T, Groot B, Friis C, Jones R, et<br />

al. Does the use of antibiotics in food animals pose a risk<br />

to human health? A critical review of published data. J<br />

Antimicrob Chemother 2004;53:28-52.<br />

27. Provincial Infection Control Network-British Columbia.<br />

Antibiotic Resistant Organisms Prevention and Control<br />

Guidelines. 2008. Available at: http://picnetbc.ca//sites/<br />

picnetbc2/files/Guidelines/ARO_Guidelines_final_<br />

November2008.pdf (erişim tarihi: 02.02.2011)<br />

28. Rubin LG, Tucci V, Cercenado E, et al. Vancomycinresistant<br />

E. faecium in hospitalized children. Infect<br />

Control Hosp Epidemiol 1992;13:700-5.<br />

29. Sayıner HS. Hastanemizde sürveyansla saptanan VRE’lerin<br />

dağılımı, antibiyotik duyarlılıkları ve kolonize hastalarda<br />

risk faktörlerinin değerlendirilmesi. Tıpta Uzmanlık Tezi.<br />

T.C. Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesi, 2008.<br />

30. SHEA/IDSA Joint Committee on the Prevention of<br />

Antimicrobial Resistance: Guidelines for the Prevention of<br />

Antimicrobial Resistance in Hospitals. Infect Control Hosp<br />

Epidemiol 1997;18:275-91.<br />

31. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, Chiarello L, and the<br />

Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />

106<br />

Committee, 2007. Guideline for Isolation Precautions:<br />

Preventing Transmission of Infectious Agents in Healthcare<br />

Settings, June 2007. Available at: http://www.cdc.gov/<br />

ncidod/dhqp/pdf/isolation2007.pdf (erişim tarihi: 02.02.2011)<br />

32. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, et al. Management of<br />

multidrug-resistant organisms in healthcare settings,<br />

2006. CDC/HICPAC. Am J Infect Control 2007;35:S165-<br />

193.<br />

33. Şencan İ. Vankomisine dirençli enterokok. III. Türkiye<br />

<strong>EKMUD</strong> Kongresi, Kongre Özet Kitabı. 12-16 Mayıs<br />

2010, Ankara. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi, 2010:165-8.<br />

34. Uttley AH, George RC, Naidoo J, et al. High-level vancomycin-resistant<br />

enterococci causing hospital infections.<br />

Epidemiol Infect 1989;103:173-81.<br />

35. Ünal N, Dilik Z, Yıldırım M. Türkiye’de ticari broyler işletmelerinden<br />

vanA pozitif Enterococcus faecium izolasyonu.<br />

Kafkas Univ Vet Fak Derg 2010;16:127-9.<br />

36. Vernon MO, Hayden MK, Trick WE, et al. Chlorhexidine<br />

gluconate to cleanse patients in a medical intensive care<br />

unit: the effectiveness of source control to reduce the<br />

bioburden of vancomycin-resistant enterococci. Arch<br />

Intern Med 2006;166:306-12.<br />

37. Vural T, Şekercioğlu AO, Öğünç D. Vankomisin dirençli<br />

Enterococcus faecium suşu. ANKEM 1999;13:1.<br />

38. Weinstein J W, Tallapragada S, Farrel P, et al. Comparison<br />

of rectal and perirectal swabs for detection of colonization<br />

with vancomycin-resistant enterococci. J Clin Microbiol<br />

1996;34:210-2.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve<br />

Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />

Prof. Dr. Deniz Akduman<br />

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Zonguldak<br />

107


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />

Vankomisine dirençli enterokoklar (VRE)<br />

ilk kez 1980’li yılların ortalarında hastane<br />

kaynaklı patojenler olarak Avrupa’da tanımlanmışlar,<br />

ardından hızla tüm dünyaya yayılmışlardır.<br />

2009 Avrupa Antimikrobiyal Direnç<br />

Sürveyans Sistemi (EARSS) verilerine göre<br />

Enterococcus faecium izolatlarında vankomisine<br />

direnç oranları < %1 (Norveç, Romanya, Bulgaristan,<br />

İsveç, Estonya, Fransa, Finlandiya) ile %25<br />

(Yunanistan, İrlanda, Lüksemburg) arasında<br />

değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri<br />

(ABD)’nde hastanelerden izole edilen enterokoklarda<br />

VRE prevalansı yıllar içerisinde artarak<br />

1989 yılında %0.3’ten 1999 yılında %25’lere<br />

ulaşmıştır. 1995-2002 yılları arasında yapılan<br />

bir sürveyans çalışmasında nozokomiyal kan<br />

dolaşımı enfeksiyonlarının %9’unun enterokoklara<br />

bağlı geliştiği ve bu izolatlar arasında<br />

Enterococcus faecalis türlerinde %2, E. faecium<br />

türleri arasında ise %60 oranında vankomisin<br />

direnci saptandığı bildirilmiştir. 2003 yılında<br />

“National Nosocomial Infections Surveillance<br />

(NNIS)” yoğun bakım ünitelerinden izole edilen<br />

enterokoklar arasında VRE oranı %28.5<br />

olarak bildirilmiştir. Nozokomiyal VRE salgınlarının<br />

çoğu ABD’de görülmektedir. Sağlıklı<br />

insanlarda asemptomatik taşıyıcılık ise<br />

Avrupa’da sık olup, ABD’de nadirdir.<br />

Ülkemizde VRE’ye bağlı enfeksiyon, salgın ve<br />

kolonizasyon halen nadir olup, VRE prevalansı<br />

ile ilgili veriler sınırlıdır.<br />

Vankomisin direnci, enterokokal bakteremide<br />

ölüm için bağımsız risk faktörü olarak tanımlanmış,<br />

VRE artmış mortalite, uzamış hospitalizasyon,<br />

yoğun bakım ünitesine yatış ve cerrahi<br />

girişim gereksinimi ve hastane maliyetinde artış<br />

ile ilişkili bulunmuştur. Hastanede VRE açısından<br />

riskli bölümler yoğun bakım üniteleri,<br />

onkoloji servisleri ve hemodiyaliz üniteleri olarak<br />

bildirilmektedir.<br />

VRE genellikle gastrointestinal traktusta ve ciltte<br />

kolonize olur. Kolonizasyon süresinin çok<br />

uzun olabileceği (yedi hafta-üç yıl) bildirilmektedir.<br />

Kuru çevresel yüzeylerde yedi gün-dört<br />

aya kadar değişen sürelerde canlılığını koruyabilir.<br />

VRE çapraz kolonizasyon ile hastane içerisinde<br />

yayılır. Bulaş, kolonize veya enfekte<br />

hasta ile direkt temas veya sağlık çalışanlarının<br />

elleri ve kontamine çevresel yüzeylerden ve<br />

108<br />

tıbbi aletlerden indirekt olarak gerçekleşebilir.<br />

VRE ile kolonizasyon için majör risk faktörleri<br />

altta yatan ağır hastalık, debilizan durum, yüksek<br />

APACHE II skoru, organ transplantasyonu,<br />

böbrek yetmezliği, malignite, uzamış hospitalizasyon,<br />

yoğun bakımda kalış süresinin uzaması,<br />

hastane içi ve hastaneler arası transferler, ishal,<br />

enteral beslenme, kolonizasyon baskısı veya<br />

yakınında izolasyon uygulanmayan VRE pozitif<br />

bir hasta varlığı, geniş spektrumlu antibiyotik<br />

kullanımı (üçüncü kuşak sefalosporinler, antianaerop<br />

ajanlar, vankomisin), steroid ve antiasit<br />

veya sükralfat tedavisi, geçirilmiş cerrahi operasyon<br />

varlığı, düşük albumin düzeyleri, ileri<br />

yaş, karaciğer transplantasyonu sonrası reeksplorasyon<br />

olarak sayılabilir. Bir çalışmada daha<br />

önce VRE taşıyıcısı hastaya ait yoğun bakım<br />

odasında kalan hastalarda VRE bulaş riskinin<br />

%40 daha fazla olduğu bildirilmiştir. Yaş, cinsiyet,<br />

komorbidite, yoğun bakım öncesi hospitalizasyon<br />

süresi, daha önceki oda sahibinin kalış<br />

süresi ve odanın hasta yatışı öncesindeki boş<br />

kalım süresi gibi faktörler ayarlandıktan sonra<br />

da daha önce VRE taşıyıcısı hastaya ait bir<br />

odada kalmanın, VRE geçişi açısından halen<br />

anlamlı bir ön belirteç olduğu gösterilmiştir.<br />

Kolonizasyon baskısı, başvuru veya yatış sırasında<br />

kolonize olmayan bir hasta VRE ile kolonize<br />

olana veya taburcu olana kadar olan günlük<br />

VRE nokta prevalansıdır. Çapraz kolonizasyon<br />

oranı kolonizasyon prevalansından etkilenmektedir.<br />

Bir çalışmada kolonizasyon baskısı<br />

VRE geçişi açısından en önemli değişken olarak<br />

bulunmuştur. VRE kolonizasyonuna kadar<br />

geçen ortalama süre antibiyotik baskısı ve kolonizasyon<br />

baskısı %25 oranındayken 19 gün,<br />

kolonizasyon baskısı %75, antibiyotik baskısı<br />

%25 olduğunda ise altı gün olarak saptanmıştır.<br />

Kolonizasyon baskısındaki her %1’lik artışın<br />

VRE kazanım riskini %3.2 oranında artırdığı<br />

gösterilmiştir. Klinik kültürlerden VRE izole<br />

edilen her bir hastaya karşılık en az 10 kolonize<br />

hasta olduğu tahmin edilmektedir. Saptanmayan<br />

asemptomatik kolonize hastalar hastane içerisinde<br />

VRE yayılımında rol oynarlar. Enterokoklar<br />

gastrointestinal patojenler olarak değerlendirilmediğinden<br />

sorunun boyutunu ortaya koyabilmek<br />

için VRE saptamaya yönelik hedeflenmiş<br />

sürveyans ve selektif izolasyon gereklidir.<br />

Çapraz kolonizasyonun sık görülmesi enfeksiyon<br />

kontrol önlemlerine uyumun yeterli olma-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


ması, yüksek antibiyotik kullanımı, yetersiz<br />

personel sayısı, uzamış hospitalizasyon, çevresel<br />

kontaminasyon oranının yüksek oluşu, kolonize<br />

hastaların yatırılması gibi nedenlere bağlıdır.<br />

Enfeksiyon kontrol önlemlerine uyumun derecesi<br />

nozokomiyal patojen bulaşı ile bağlantılı<br />

olup, %100’lük uyum oranları gerçekçi değildir.<br />

Bunun sağlanması halinde dahi kontamine çevresel<br />

kaynaklardan VRE bulaş ihtimali söz<br />

konusudur. Kolonizasyon baskısının yüksek<br />

olduğu hallerde çapraz kolonizasyonun minimuma<br />

indirilebilmesi, kontrolün sağlanabilmesi<br />

için en az %50’lik bir uyum gereklidir. El hijyeni<br />

kurallarına uyum en az %50-60 oranında olmalıdır.<br />

Kolonize ve nonkolonize hastalar arasında<br />

sağlık personelinin hareketi engellenmeli, hastalar<br />

ve sağlık personeli kohortlanmalıdır.<br />

Gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.<br />

VRE’li hastaların izole edilememesi ya da<br />

kohortlamanın yapılamaması ile yeni olguların<br />

ortaya çıkışı arasında anlamlı bir ilişki gösterilmiştir.<br />

Başka bir çalışmada da el yıkama ve personel<br />

kohortlaması en etkili kontrol önlemleri<br />

olarak saptanmıştır. Çeşitli araştırmacılar kontrolün<br />

sağlanması için, hasta ve personelin<br />

kohortlanmasının, VRE’li hastaların ayrılmış<br />

yatak veya ayrı ünitelerde takip edilmesinin,<br />

hatta ünitenin kapatılmasının gerekli olduğunu<br />

bildirmişlerdir. Bazı yayınlarda VRE’li hastaların<br />

ayrılmış yatak veya ayrı üniteleri de takip edilmesi<br />

ve ünitenin kapatılmasının kontrolün sağlanmasında<br />

dönüm noktası olduğu bildirilmiştir.<br />

VRE kontrolüne yönelik ilk rehber 1994 yılında<br />

CDC “Hospital Infection Control Practices<br />

Advisory Committee (HICPAC)” tarafından<br />

yayınlanmıştır. Bu rehberde çapraz kolonizasyonun<br />

önlenmesine yönelik olarak: Vankomisin<br />

kullanımında kısıtlama, hastane personelinin<br />

eğitimi (el hijyeni için, el dezenfektanı kullanılması<br />

veya antiseptik sabun ile ellerin yıkanması<br />

konusunu da içerecek şekilde), klinik izolatlar<br />

arasında vankomisin direncinin rutin olarak<br />

taranması, VRE’li hastalara temas izolasyonu<br />

uygulanması (tek kişilik odaya alınması veya<br />

kohortlama yapılması, odaya girerken eldiven<br />

ve önlük giyilmesi, hasta odasından çıkarken<br />

eldiven ve önlüklerin çıkartılması, stetoskop,<br />

tansiyon aleti, rektal termometre gibi kritik<br />

olmayan aletlerin sadece o hastaya ait olması) ve<br />

rektal sürveyans kültürlerinin alınması önerilerinde<br />

bulunulmuştur.<br />

Deniz Akduman<br />

HICPAC rehberinde öneriler standart yaklaşım<br />

önerileri ve artırılmış önlemler başlıkları altında<br />

yapılmıştır. Bu rehberde çoklu ilaca dirençli<br />

mikroorganizma (MDRO) bulaşının önlenmesine<br />

yönelik standart yaklaşım önerileri kolonize<br />

veya enfekte hastalara temas izolasyonu uygulanması,<br />

tüm hasta temaslarında standart<br />

önlemlere uyulması, tek kişilik odaların öncelikli<br />

olarak kolonize veya enfekte hastalara<br />

ayrılmasını içerir. Standart yaklaşıma rağmen<br />

devam eden bulaş söz konusuysa ve standart<br />

yaklaşım önerilerine rağmen hedef MDRO insidans<br />

ve prevalansı o merkez için kabul edilebilir<br />

sınırların üzerine çıkmışsa ve/veya epidemiyolojik<br />

açıdan önem taşıyan MDRO’nun o merkezde<br />

ilk kez izole edilmesi söz konusuysa artırılmış<br />

önlemlerin uygulanması önerilmektedir.<br />

Artırılmış önlemler, başvuru anında tüm riskli<br />

hastaların (örn. ishali veya drene yarası olan<br />

hastalar, yanık ünitesi ve yoğun bakımda yatan<br />

hastalar veya hemodiyaliz hastaları) taranmasını,<br />

MDRO izole edilen hastaların mümkünse<br />

tek kişilik odada takibini, aynı MDRO’ya sahip<br />

hastaların ayrılmış bir alanda kohortlanmasını,<br />

bulaşın devam etmesi halinde hemşirelerin<br />

kohortlanmasını, bulaşın tüm bu artırılmış<br />

önlemlere rağmen devam etmesi halinde ünitenin<br />

yeni hastalara kapatılmasını, temas izolasyon<br />

önlemlerinin uygulanmasını, tarama kültür<br />

sonuçları belli olana kadar preemptif temas<br />

izolasyonu yapılmasını, eldiven ve önlük kullanılmasını<br />

içerir. Daha sonra “Society for<br />

Healthcare Epidemiology of America<br />

(SHEA)”nın yayınladığı rehberde ise yapılan<br />

önerilerde standart yaklaşım, artırılmış önlemler<br />

şeklinde bir ayırım olmayıp, HICPAC rehberinde<br />

yer alan öneriler tekrar vurgulanmış rutin<br />

asemptomatik taşıyıcılığın saptanmasına yönelik<br />

olarak aktif sürveyans kültürlerinin alınması<br />

önerilmiştir. Bu rehber, tüm riskli hastaların<br />

[metisiline dirençli Staphylococcus aureus<br />

(MRSA), VRE ile kolonize olma ihtimali yüksek<br />

hastalar, daha önce hospitalizasyon öyküsü<br />

olanlar ve daha önce kolonizasyon veya enfeksiyon<br />

saptanmış hastalar] başvuru anında taranmasını<br />

ve uzun süre yatanlarda periyodik olarak<br />

taramanın devam ettirilmesini, enfekte ve kolonize<br />

hastalara temas izolasyonu uygulanmasını,<br />

bunun bir parçası olarak her zaman eldiven ve<br />

önlük kullanılmasını, kolonize ve enfekte hastaların<br />

kohortlanmasını, ilk örneklemede preva-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 109


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />

lansın yüksek bulunması halinde hastane genelinde<br />

sürveyans kültürlerinin alınmasını önermektedir.<br />

İki rehber arasındaki en önemli fark, tarama<br />

kültürlerinin SHEA rehberinde standart olarak<br />

başvuru anında tüm riskli hastalarda uygulanmasının,<br />

HICPAC rehberinde ise artırılmış<br />

önlemlerin bir parçası olarak başvuru anında<br />

riskli hastalara uygulanmasının önerilmesidir.<br />

Aktif sürveyans VRE’ye yönelik enfeksiyon<br />

kontrolünün önemli bir bileşenidir. Duyarlılık<br />

analizleri aktif sürveyansın, hastaneye yatış sırasında<br />

VRE prevalansının ve hastane içi bulaşın<br />

yüksek olduğu merkezlerde daha etkili olduğunu<br />

göstermektedir. Bir matematik modelinde,<br />

sürveyans yapılmaması veya sadece pozitif kültür<br />

sonuçlarının dikkate alınması ile karşılaştırıldığında<br />

yatış sırasında aktif sürveyans ve<br />

kolonize hastalara sıkı izolasyon uygulanmasının<br />

kolonizasyon oranında %40’lık bir azalma<br />

sağladığı gösterilmiştir. Aktif sürveyans ile<br />

VRE’li hastaların erken saptanması ve preemptif<br />

temas izolasyonu kolonizasyon ve enfeksiyon<br />

insidansında azalma, hastane maliyetinde azalma<br />

sağlar. Başvuru anında VRE prevalansının<br />

düşük olduğu yerlerde VRE taraması yapılacak<br />

grubun belirlenmesi için risk indeksi oluşturulması<br />

faydalı olabilir. Bir çalışmada, son bir yıl<br />

içerisinde MRSA izole edilmiş olması (4 puan),<br />

uzun süredir hemodiyaliz hastası olmak (3<br />

puan), bakımevinden veya başka bir hastaneden<br />

geliyor olmak (3 puan), son bir ay içerisinde iki<br />

veya daha fazla antibiyotik maruziyeti (3 puan),<br />

son bir yıl içerisinde hospitalizasyon varlığı (3<br />

puan), 60 yaşından büyük olmak (2 puan) şeklinde<br />

altı bağımsız değişkeni içeren risk skorlama<br />

indeksinde başvuru anında 10 puan ve üzerindeki<br />

hastaların taranmasının duyarlılığı %44,<br />

özgüllüğü %98, pozitif prediktif değeri %81,<br />

negatif prediktif değeri %90 olarak bulunmuştur.<br />

Bu yöntemin başvuru anında hastaların<br />

%10’dan fazlasının 10 ve üzerinde skora sahip<br />

olduğu ve VRE kolonizasyonu bulunduğu merkezlerde<br />

daha etkili olacağı belirtilmiştir.<br />

HICPAC rehberinde kolonize bir hastada bir<br />

hafta ara ile alınan dışkı/perianal kültürlerin üç<br />

kez üst üste negatif saptanması halinde temas<br />

izolasyonunun sonlandırılabileceği belirtilmektedir.<br />

VRE kültür yöntemlerinin duyarlılığının<br />

sınırlı olması nedeniyle negatif sonuçlar eradi-<br />

110<br />

kasyondan ziyade saptanamayan düzeydeki<br />

VRE veya intermittant kolonizasyon ile ilişkili<br />

olabilir. Tekrar örneklemeler ile bu durumun<br />

üstesinden gelinebilmekle beraber, ardı ardına<br />

üç negatif kültürün her zaman VRE eradikasyonunu<br />

göstermeyebileceği akılda tutulmalıdır.<br />

Genel olarak ishali, drene yarası, gastostomisi,<br />

kolostomisi bulunmayan bir hastada HICPAC<br />

önerisi mantıklıdır ancak, salgın durumlarında<br />

hospitalizasyon süresi boyunca temas izolasyonuna<br />

devam edilmesi daha doğru olabilir.<br />

Uygun çevresel dekontaminasyon, VRE’ye yönelik<br />

artırılmış enfeksiyon kontrol önlemlerinin<br />

önemli bir parçasıdır. Çeşitli salgınlarda kontamine<br />

çevresel kaynağın elimine edilmesiyle<br />

VRE bulaşında azalma sağlamıştır. Çeşitli çalışmalarda<br />

artırılmış çevresel temizlik önlemleri<br />

ile VRE bulaşında %26-34 oranında bir azalma<br />

sağlanmış, diğer enfeksiyon kontrol önlemleri<br />

ile birlikte uygulandığında VRE salgınının sonlandırılmasında<br />

majör faktör olarak saptanmıştır.<br />

VRE kazanan hastaların, kontrol grubuna<br />

oranla daha fazla oranda persistan çevresel VRE<br />

kontaminasyonun olduğu odada kalmış olduğu,<br />

gerektiği gibi temizlenmeyen odaların VRE<br />

bulaşında kaynak rolü oynadığı tespit edilmiştir.<br />

Deterjan-dezenfektan ile yapılan artırılmış<br />

temizliğin çevresel ve ellerdeki kontaminasyonu<br />

azalttığı buna bağlı olarak da VRE bulaşını<br />

azalttığı gösterilmiştir. VRE hastanelerde rutinde<br />

kullanılan dezenfektanlara duyarlıdır. Bir<br />

çalışmada standart malzemeler ve yöntemler<br />

kullanılarak, temizlik personelinin eğitimi,<br />

temizlik faliyetlerinin monitörizasyonu yoluyla<br />

çevresel kontaminasyonun azaltılabildiği saptanmış,<br />

temizlenen bölge oranındaki %10’luk<br />

artışın VRE prevalansında %6’lık azalma sağladığı<br />

gösterilmiştir. Persistan çevresel kontaminasyonun<br />

kullanılan ürün veya yöntemden çok<br />

temizlik personelinin performansı ile ilgili olduğu<br />

gösterilmiştir. Çevresel temizlik işlemlerinin<br />

mevcut önerilere uygun yapılıp yapılmadığının<br />

monitörizasyonu MDRO geçişinin kontrol altına<br />

alınmasında önemli bir determinanttır.<br />

Hastane ortamında VRE ile en sık kontamine<br />

olan yüzeyler yatak kenarları, yatak başındaki<br />

masa veya etajer, tansiyon aleti manşonu ve yer<br />

olarak sayılabilir. Daha az sıklıkla kontamine<br />

olan kısımlar ise, idrar kapları, intravenöz pompalar,<br />

yatak kumanda ve hemşire çağrı düğmele-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


i ve pulse oksimetre cihazlarıdır. Ayrıca, kontamine<br />

elektronik termometre rektal, kulak probları<br />

çeşitli VRE salgınlarında kaynak olarak<br />

saptanmıştır. HICPAC’ın 2006 yılında yaptığı<br />

güncellemede MDRO’ların rutin kontrolü ve<br />

önlenmesine yönelik genel önlemler arasında<br />

çevresel temizlik için kritik olmayan aletlerin<br />

MDRO ile enfekte ve kolonize hastalara özel<br />

olması, öncelikli olarak temas önlemleri altındaki<br />

hastalara ait odaların temizliğine önem<br />

verilmesi özellikle sık dokunulan yatak kenarı,<br />

yatak başı masa veya etajeri, hasta odasındaki<br />

banyo ve kapı kollarının temizliğine özen gösterilmesi<br />

önerilmektedir. MDRO kontrolüne<br />

yönelik artırılmış önlemler arasında ise kritik<br />

olmayan aletlerin MDRO ile enfekte ve kolonize<br />

hastalara özel olması, MDRO kontrolüne yönelik<br />

olarak artırılmış enfeksiyon kontrol önlemlerinin<br />

uygulandığı bölgeleri temizleyen temizlik<br />

personeline yoğunlaştırılmış eğitim verilmesi<br />

önerilmekte, bazı merkezlerin sadece bu hedef<br />

bölge temizliğinden sorumlu temizlik personeli<br />

çalıştırılmasını tercih edebileceği belirtilmektedir.<br />

Sık dokunulan bölgelerin düzenli olarak<br />

uygun şekilde temizlik ve dezenfeksiyonunun<br />

sağlanması için temizlik faaliyetlerinin monitörizasyonu<br />

önerilmektedir. Çevresel kültürlerin<br />

sadece epidemiyolojik olarak çevreden bulaş<br />

düşünüldüğünde alınması önerilmektedir.<br />

Çevresel bulaşın bütün bu önlemlere rağmen<br />

engellenemediği durumlarda ünitenin boşaltılarak<br />

çevresel araştırma yapılması ve artırılmış<br />

temizlik uygulanması önerilmektedir.<br />

Rutin olarak kullanılan dezenfektanlar VRE’ye<br />

etkili olmakla birlikte temizliğin “yüzeyin<br />

dezenfektanla ıslatılması” veya “aktif nemli fırçalama”<br />

şeklinde yapılmasının, aynı dezenfektanın<br />

spreyleme ve ardından bezle silme şeklinde<br />

yapılan temizlik ile karşılaştırıldığında VRE’yi<br />

ortamdan daha iyi uzaklaştırdığı gösterilmiştir.<br />

SONUÇ<br />

Doğru uygulandığı zaman bütün enfeksiyon<br />

kontrol önlemleri VRE kolonizasyon ve enfeksiyon<br />

prevalansının azalmasında fayda sağlamakla<br />

birlikte ne zaman uygulanacakları ve hangisinin<br />

en etkili olduğu kesinlik kazanmamıştır. Eldeki<br />

veriler en iyi kontrolün multidisipliner yaklaşım<br />

ile sağlanacağını göstermektedir.<br />

Deniz Akduman<br />

Optimal yaklaşımın sağlanabilmesi için endemisitenin<br />

alta yatan mekanizması belirlenmelidir.<br />

Kontrolün sağlanması için;<br />

• El hijyeni kompliyansının en az %50-60 oranında<br />

olması hedeflenmelidir.<br />

• Akılcı antibiyotik kullanımı sağlanmalıdır.<br />

• Kolonize ve enfekte hastalar kohortlanmalı ve<br />

izole edilmelidir.<br />

• Uygun çevresel temizlik, temizlik ve sağlık<br />

personelinin eğitimi sağlanmalıdır.<br />

• Enfeksiyon kontrol önlemlerine uyum monitörize<br />

edilmelidir ve personele geri bildirim<br />

yapılmalıdır.<br />

• Lokal ekolojiye göre yüksek riskli servislerdeki<br />

hastalar ve/veya başvuru anında tüm hastalar<br />

hedeflenmiş sürveyans kültürleri ile taranmalıdır.<br />

• Kolonizasyon veya enfeksiyon durumu hasta<br />

dosyasına kaydedilerek sistemin başvuru anında<br />

elektronik uyarı vermesi sağlanmalıdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Anderson RL, Carr JH, Bond WW, Favero MS. Susceptibility<br />

of vancomycin-resistant enterococci to environmental<br />

disinfectants. Infect Control Hosp Epidemiol 1997;18:195-<br />

9.<br />

2. Armeanu E, Bonten MJM. Control of Vancomycinresistant<br />

enterococci: one size fits all? Clin Infect Dis<br />

2005;41:210-6.<br />

3. Austin DJ, Bonten MJ, Weinstein RA, Slaughter S,<br />

Anderson RM. Vancomycin-resistant enterococci in intensive<br />

care hospital settings: transmission dynamics, persistence,<br />

and the impact of infection control programs. Proc<br />

Natl Acad sci USA 1999;96:6908-13.<br />

4. Bonten M, Hayden MK, Nathan C, et al. Epidemiology of<br />

colonization of patients and environment with vancomycin-resistant<br />

enterococci. Lancet 1996;348:1615-9.<br />

5. Bonten MJM, Slaughter S, Ambergen AW, Hayden MK,<br />

van Voorhis J, Nathan C, et al. The role of “colonization<br />

pressure” in the spread of vancomycin-resistant enterococci.<br />

An important infection control variable. Arch Intern<br />

Med 1998;158:1127-32.<br />

6. Boyce JM. Vancomycin-resistant Enterococcus: detection,<br />

epidemiology, and control measures. Infect Dis Clin North<br />

Am 1997;11:367-84.<br />

7. Brooks S, Khan A, Stoica D, et al. Reduction in vancomycin-resistant<br />

Enterococcus and Clostridium difficile infections<br />

following change to tympanic thermometers. Infect<br />

Control Hosp Epidemiol 1998;19:333-6.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 111


Vankomisine Dirençli Enterokok Enfeksiyonları:<br />

Klinik Ne Zaman Kapatılmalı ve Tekrar Ne Zaman Açılmalı<br />

8. Byers KE, Durbin LJ, Simonton BM, Anglim AM, Adal KA,<br />

Farr BM. Disinfection of hospital rooms contaminated<br />

with vancomycin-resistant Enterococcus faecium. Infect<br />

Control Hosp Epidemiol 1998;19:261-4.<br />

9. Carmeli Y, Eliopoulos G, Mozaffari E, Samore M. Health<br />

and economic outcomes of vancomycin-resistant enterococci.<br />

Arch Intern Med 2002; 28;162:2223-8.<br />

10. Chenoweth CE. Enterococcus species. In: Mayhall CG<br />

(ed). Hospital Epidemiology and Infection Control. 3 rd ed.<br />

Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 2004:529-44.<br />

11. Comert FB, Kulah C, Aktas E, Ozlu N, Celebi G. First isolation<br />

of vancomycin-resistant enterococci and spread of<br />

a single clone in a university hospital in Northwestern<br />

Turkey. Eur J Clin Microbiol Infect Dis 2007;26:57-61.<br />

12. D’Agatha EMC, Gautam S, Gren WK, Tang YW. High rate<br />

of false negative results of the rectal swab culture method<br />

in detection of gastrointestinal colonization with<br />

vancomycin-resistant enterococci. Clin Infect Dis 2002;<br />

34:167-72.<br />

13. European Antimicrobial Resistance Surveillance System.<br />

Susceptibility results for E. faecium isolates in 2009.<br />

http://www.rivm.nl/earss/database/<br />

14. Falk PS, Winnike J, Woodmansee C, Deasi M, Mayhall<br />

CG. Outbreak of vancomycin-resistant enterococci in a<br />

burn unit. Infect Control Hosp Epidemiol 2000;21:575-82.<br />

15. Hayden MK, Bonten MJ, Blom DW, Lyle EA, van de Vijver<br />

DA, Weinstein RA. Reduction in acquisition of vancomycin-resistant<br />

Enterococcus after enforcement of routine<br />

environmental cleaning measures. Clin Infect Dis<br />

2006;42:1552-60.<br />

16. Hota B, Blom DW, Lyle EA, Weinstein RA, Hayden MK.<br />

Interventional evaluation of environmental contamination<br />

by vancomycin-resistant enterococci: failure of personel,<br />

product, or procedure? J Hosp Infect 2009;71:123-<br />

31.<br />

17. Huang SS, Datta R, Platt R. Risk of acquiring antibioticresistant<br />

bacteria from prior room occupants. Arch Intern<br />

Med 2006;166:1945-51.<br />

18. Lai KK, Kelley AL, Melvin ZS, Belliveau PP, Fontecchio SA.<br />

Failure to eradicate vancomycin-resistant enterococci in a<br />

university hospital and the cost of barrier precautions.<br />

Infect Control Hosp Epidemiol 1998;19:647-52.<br />

19. Leclercq R, Derlot E, Duval J, Courvalin P. Plasmidmediated<br />

resistance to vancomycin and teicoplanin in<br />

Enterococcus faecium. N Engl J Med 1988;319:157-61.<br />

20. Livornese LL, Dias S, Samel C, et al. Hospital-acquired<br />

infection with vancomycin-resistant Enterococcus faecium<br />

transmitted by electronic thermometers. Ann Intern<br />

Med 1992;117:112-6.<br />

21. Martinez JA, Ruthazer R, Hansjosten K, Barefoot L,<br />

Syndman DR. Role of environmental contamination as a<br />

risk factor for acquisition of vancomycin-resistant enterococci<br />

by inpatients treated in a medical intensive care<br />

unit. Arch Intern Med 2003;163:1905-12.<br />

22. Morris-Downes M, Smyth EG, Moore J, Thomas T,<br />

Fitzpatrick F, Walsh J, et al. Surveillance and endemic<br />

vancomycin-resistant enterococci: some success in control<br />

is possible. J Hosp Infect 2010;75:228-33.<br />

112<br />

23. Muto CA, Jernigan JA, Ostrowsky BE, Richet HM, Jarvis<br />

WR, Boyce JM, et al. SHEA guideline for preventing nosocomial<br />

transmission of multidrug-resistant strains of S.<br />

Aureus and Enterococcus. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2003;24:362-86.<br />

24. National Nosocomial Infections Surveillance (NNIS) system<br />

report, data summary from January 1992-April 2000,<br />

issued June 2000. Am J Infect Control 2000;28:429-48.<br />

doi: 10.1067/mic.2000.110544.<br />

25. NNIS. Am J Infect Control 2003;31:481-98.<br />

26. Perencevich EN, Fisman DN, Lipsitch M, Haris AD, Morris<br />

JG, Smith D. Projected benefits of active surveillance for<br />

vancomycin-resistant enterococci in ICU settings. Clin<br />

Infect Dis 2004;38:1108-15.<br />

27. Porwancher R, Sheth A, Remphrey S, Taylor E, Hinkle C,<br />

Zervos M. Epidemiological study of hospital acquired<br />

infection with vancomycin-resistant Enterococcus faecium:<br />

possible transmission by an electronic ear-probe<br />

thermometer. Infect Contol Hosp Epidemiol 1997;18:771-3.<br />

28. Recommendations for preventing the spread of vancomycin<br />

resistance recommendations of the Hospital<br />

Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC).<br />

CDC MMWR Recomm Rep 1995;44(RR-12):1-13.<br />

29. Siegel JD, Rhinehart E, Jackson M, Chiarello L, and the<br />

Healthcare Infection Control Practices Advisory Comittee.<br />

Management of multidrug-resistant organisms in health<br />

care settings, 2006. Am J Infect Control 2007;35:S165-<br />

93.<br />

30. Slaughter S, Hayden MK, Nathan C, et al. A comparison<br />

of the effect of universal gloves and gowns with that of<br />

glove use alone on acquisition of vancomycin-resistant<br />

enterococci in a medical intensive care unit. Ann Intern<br />

Med 1996;125:448-56.<br />

31. Smith TL, Iwen PC, Olson SB, Rupp ME. Environmental<br />

contamination with vancomycin-resistant enterococci in<br />

an outpatient setting. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

1998;19:515-8.<br />

32. Tacconelli E, Cataldo MA. Vancomycin-resistant enterococci<br />

(VRE): transmission and control. Int J Antimicrob<br />

Agents 2008;31:99-106.<br />

33. Tacconelli E, Karchmer AW, Yokoe D, D’Agatha EMC.<br />

Preventing influx of vancomycin-resistant enterococci<br />

into health care institutions by use of a simple validated<br />

prediction rule. Clin Infect Dis 2004;39:964-70.<br />

34. Tornieporth NG, Roberts RB, John J, et al. Risk factors<br />

associated with vancomycin-resistant Enterococcus faecium<br />

infection or colonization in 145 matched case patients<br />

and control patients. Clin Infect Dis 1996;767-72.<br />

35. Wisplinghof H, Bischoff T, Tallent SM, Seifert H, Wenzel RP,<br />

Edmond MB. Nosocomial bloodstream infections in US<br />

hospitals: analysis of 24179 cases from a prospective nationwide<br />

surveillance study. Clin Infect Dis 2004;39:309-17.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı:<br />

Bakteremi Riski Olanlar<br />

Doç. Dr. Esragül Akıncı<br />

SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

113


Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar<br />

Pnömokokal polisakkarid aşı 30 yıldan uzun<br />

süredir klinik kullanıma sunulduğu halde,<br />

halen daha kullanımı yaygın değildir. Bunun<br />

çeşitli nedenleri ileri sürülmekle birlikte, başta<br />

gelen nedeni aşının etkin olup olmadığı konusunda<br />

belirsizliklerin olmasıdır. Aşı kullanıma<br />

girdiğinden beri etkinliği konusunda tartışmalar<br />

devam etmektedir. Halen bazıları aşının ileri<br />

yaştaki erişkinlerde yeterli immüniteyi sağlamadığını<br />

düşünmektedirler.<br />

Aşılama konusundaki temel yaklaşımlar 10 yıldan<br />

uzun süredir belirlenmiş ve halen daha<br />

değiştirilmemiştir. Değişen konu ise son yıllarda<br />

yapılan klinik çalışmalar ve meta-analizlerden<br />

aşının etkinliği konusunda elde edilen bilgiler<br />

ve bunların neden olduğu tartışmalardır.<br />

Birçok ülkede pnömokok aşısı, ileri yaştakilere<br />

(65 ve üzeri) ve yüksek riskli erişkinlere invaziv<br />

pnömokokal enfeksiyonları önlemek amacıyla<br />

önerilmektedir. İnvaziv pnömokok enfeksiyonu,<br />

bakterinin kan, beyin omurilik sıvısı<br />

(BOS) gibi steril vücut sıvılarında üretilmesi<br />

olarak tanımlanmakta ve büyük bir kısmını<br />

bakteremiler oluşturmaktadır.<br />

Modern pnömokok aşısı ilk kez Güney<br />

Afrika’da altın işçileri ve Papua Yeni Gine’de<br />

köylüler üzerinde yapılan randomize kontrollü<br />

çalışmalarla değerlendirildi. Çalışma sonuçları<br />

aşının etkili olduğunu göstermekle birlikte,<br />

yaşlı ve yüksek riskli erişkinlerdeki sonuçları<br />

hakkında bilgi vermemektedir. Bu sorunun<br />

yanıtını vermek amacıyla, gelişmiş ülkelerde<br />

yaşlılar üzerinde prospektif klinik araştırmalar<br />

yapıldı. Bu çalışmalardan bazılarının sonuçları<br />

cesaret verici olmakla birlikte, çoğu çalışmada<br />

yaşlı ve risk grubundakilerde aşı başarısız<br />

olmuştur. Aşının etkinliğini daha iyi değerlendirmek<br />

amacıyla meta-analizler yayınlanmıştır.<br />

Ancak bunların çoğunda da aşının ileri yaşta<br />

pnömokokal enfeksiyonları önlemediği ortaya<br />

çıkmıştır.<br />

On dört valanlı polisakkarid aşının 1977 yılında<br />

lisans alması, Güney Afrika’da, pnömokokal<br />

enfeksiyon riski yüksek olan altın madeninde<br />

çalışan genç erişkin işçilerde aşının etkinliğinin<br />

gösterildiği klinik çalışma sonuçlarıyla desteklenmiştir.<br />

Ancak bu sonuçlar yaşlılar ve altta<br />

114<br />

yatan kronik hastalığı olanlar için genellenemez.<br />

Bu nedenle, aşılanması hedeflenen kitlede<br />

aşının etkinliği ile ilgili araştırmalar aşı lisans<br />

aldıktan sonra yapılmıştır. Bu çalışmalar arasında<br />

olgu kontrollü ya da kohort çalışmalar gibi<br />

gözlemsel çalışmalar da vardır. Bunların çoğu<br />

invaziv pnömokokal hastalıklarda (kan, BOS<br />

gibi steril sıvı ya da dokularda pnömokok üretilmesi)<br />

aşının etkili olduğunu göstermektedir.<br />

Klinik çalışmalar ise daha çok pnömoniler üzerine<br />

yapılmıştır.<br />

Prospektif Çalışmalar<br />

Randomize kontrollü klinik çalışmalarda, sağlıklı<br />

gençlerde polisakkarid aşının pnömokokal<br />

bakteremi ve pnömonilerde koruyucu olduğu<br />

gösterilmiştir. Aşının hedef kitlesi olan ileri<br />

yaştakilerde ve yüksek risk grubu üzerinde<br />

yapılan klinik çalışmaların bazılarında ise aşının<br />

etkisiz olduğu gösterilmiştir. Ancak bu<br />

çalışmalarda metodolojik problemler (çalışmaya<br />

alınan popülasyon küçük, tanıda kullanılan<br />

serolojik testlerin tanı değeri ve güvenilirliği<br />

düşük vb.) vardır. Bu nedenle bu çalışma<br />

sonuçlarının olumsuz olmasının, aşının etkisiz<br />

olduğu şeklinde yorumlanmaması gerektiği<br />

vurgulanmaktadır.<br />

Retrospektif Çalışmalar<br />

1984 yılında Clemens ve Shapiro, retrospektif<br />

çalışmaların randomize kontrollü çalışmalara<br />

iyi bir alternatif olduğunu ortaya atmışlardır.<br />

Özellikle olgu-kontrollü retrospektif çalışmalar,<br />

pratik uygulamada sağladığı yararlardan ötürü<br />

geniş çapta kabul görmektedir. Retrospektif<br />

çalışmaların bilimsel değeri randomize kontrollü<br />

prospektif çalışmalar kadar olmasa da bazı<br />

avantajları vardır. Bunlar arasında, lojistik ve<br />

etik kolaylıklar, subgruplarda koruma derecesinin<br />

ve süresinin saptanabilmesi sayılabilir.<br />

Ayrıca, retrospektif çalışmalar tıbbi uygulamalardaki<br />

gerçek ortamı yansıtmaktadır ve sonuçları<br />

farklı şartlarda uygulanabilmektedir.<br />

Altı olgu kontrollü çalışma ve bir kohort araştırmada,<br />

pnömokokal bakteremi ya da invaziv<br />

pnömokokal hastalıkların önlenmesinde aşının<br />

etkinliği araştırılmış ve biri dışında diğer tüm<br />

çalışmalarda pnömokok aşısının invaziv hasta-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


lıkları önlemede %50-80 etkili olduğu gösterilmiştir.<br />

Başarısız olunan çalışmada, kontrol<br />

seçiminde ve çalışmaya alınan kişilerin aşı bilgilerinin<br />

toplanmasında eksiklik söz konusudur.<br />

En ikna edici çalışma ise Shapiro’nun<br />

çalışmasıdır.<br />

Sonuç olarak bu retrospektif çalışmalarda, pnömokok<br />

aşısının altta yatan hastalığı olan immünkompetan<br />

ileri yaş grubunda invaziv pnömokok<br />

enfeksiyonlarını önlemede etkili olduğu gösterilmiştir.<br />

İnvaziv Pnömokokal Hastalıklarda Etkisi<br />

Gözlemsel çalışmalar immünkompetan yaşlılarda<br />

polisakkarid aşının invaziv enfeksiyonları<br />

önlemede etkili olduğunu göstermiştir. Bu veriler,<br />

polisakkarid aşının yaşlılara ve altta yatan<br />

kronik hastalığı olan erişkinlere önerilmesini<br />

sağlayan temel dayanaktır. En geniş olgu kontrollü<br />

çalışma Shapiro tarafından yapılmış, 983<br />

invaziv enfeksiyon değerlendirilmiş ve immünkompetan<br />

yaşlılarda aşının aşı serotiplerine<br />

bağlı invaziv hastalık riskini %56 oranında<br />

azalttığı gösterilmiştir. Bu sonuç yaşlılarda yapılan<br />

diğer olgu kontrollü ya da kohort çalışmaların<br />

çoğu ile uyumludur. Ancak invaziv hastalık<br />

riski yüksek olan immünkompromize yaşlılarda<br />

yapılan gözlemsel çalışmalar, aşının invaziv hastalıklara<br />

karşı koruyucu etkisi olduğunu desteklememektedir.<br />

İmmünkompetan yaşlılarda aşı etkinliğinin, yaş<br />

ve aşıdan sonra geçen süre arttıkça azaldığı gösterilmiştir.<br />

Başka bir kohort çalışmada 50 yaş<br />

üzerinde aşı sonrası süre arttıkça aşı etkinliğinin<br />

stabil olduğu gösterilmesine rağmen, zamanla<br />

pnömokokal kapsüler antikor seviyesinin azaldığı<br />

ve yaşlılarda zamanla aşı etkinliğinin de<br />

azalacağı bildirilmektedir.<br />

İnvaziv Pnömokok Enfeksiyonlarında<br />

Değişen Epidemiyoloji<br />

Konjuge aşının (7 valanlı) çocuklarda klinik<br />

kullanıma girmesinden sonra, yaşlı popülasyonda<br />

da invaziv enfeksiyonlarda belirgin oranda<br />

düşme görülmüştür. Yıllar içerisinde 7 serotipin<br />

etken olduğu enfeksiyon oranlarında düşüş gözlenmiştir.<br />

Ancak aşı suşu olmayan serotiplerle<br />

oluşan invaziv enfeksiyonlarda artış olmuştur.<br />

Esragül Akıncı<br />

Ayrıca yaşlılarda, polisakkarid aşıda bulunan 23<br />

serotip ile oluşan invaziv enfeksiyonlarda da<br />

azalma olmuştur. Yedi valanlı aşının çocuklarda<br />

kullanılmasından sonra erişkinlerde görülen bu<br />

azalmanın, bu serotiplerin çocuklardan erişkinlere<br />

bulaşındaki azalmayla ilişkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Gelişmiş Ülkelerde İnvaziv Pnömokokal<br />

Hastalıkların Önemi ve Aşının Maliyet<br />

Etkinliği<br />

Gelişmiş ülkelerde invaziv pnömokokal hastalık<br />

insidansı benzerdir. Tüm popülasyonda<br />

100.000’de en az 15-20, 65 yaş ve üzerinde en<br />

az 100.000’de 50-60 olgudur. Aşının maliyet<br />

etkinliğini hesaplamak için invaziv pnömokokal<br />

hastalık insidansını dikkate almak anlamlıdır.<br />

Sisk çalışmasında, yaşlıların aşılanmasının bakteremi<br />

riskini azaltmada maliyet-etkin olduğunu<br />

göstermiştir. Bu sonuç retrospektif çalışma<br />

sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde aşının<br />

invaziv enfeksiyonların önlenmesinde klinik<br />

olarak etkili olduğu sonucuna varılabilir.<br />

Sonuç<br />

Polisakkarid aşı, kullanıma girdikten sonra<br />

uzun bir süre ihmal edilmiş, yeterince kullanılmamıştır.<br />

Ancak son yıllarda dünyada genel<br />

olarak aşı kullanımında bir artış olduğu görülmektedir.<br />

Bunda invaziv enfeksiyonların önlenmesinde<br />

aşı etkinliğinin gösterilmesinin önemli<br />

rolü olduğu düşünülmektedir.<br />

Genç erişkinlerde 1970’li yıllarda yapılan randomize<br />

kontrollü çalışmalarda pnömokok aşısının<br />

pnömoni ve bakteremilerin önlenmesinde<br />

etkinliği gösterilmiştir. Ancak daha sonra<br />

yapılan 10 prospektif randomize kontrollü<br />

çalışma, ileri yaştakilerde ve yüksek riskli erişkinlerde<br />

aşının etkili olduğunu göstermede<br />

başarısız olmuştur. Bu konuya açıklık getirmek<br />

ve net yanıtı bulmak için yapılan meta-analizler<br />

de beklenen sonucu vermemiştir.<br />

Retrospektif çalışmalar ise ileri yaş grubunda<br />

aşının invaziv enfeksiyonları önlemede %50-80<br />

etkili ve maliyet-etkin olduğunu göstermektedir.<br />

Bu sonuç, aşı geliştirme çalışmalarının<br />

önünü açmıştır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 115


Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı: Bakteremi Riski Olanlar<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Fedson DS. The clinical effectiveness of pneumococcal<br />

vaccination: a brief review. Vaccine 1999;17(Suppl 1):<br />

S85-S90.<br />

2. Fedson DS, Liss C. Precise answers to the wrong question:<br />

prospective clinical trials and the meta-analyses of pneumococcal<br />

vaccine in elderly and high-risk adults. Vaccine<br />

2004;22:927-46.<br />

116<br />

3. Jackson LA, Janoff EN. Pneumococcal vaccination of<br />

elderly adults: new paradigms for protection. Clin Infect<br />

Dis 2008;47:1328-38.<br />

4. Moore RA, Wiffen PJ, Lipsky BA. Are the pneumococcal<br />

polysaccharide vaccines effective? Meta-analysis of the<br />

prospective trials. BMC Fam Pract 2000;1:1.<br />

5. Whitney CG, Schaffner W, Butler JC. Rethinking recommendations<br />

for use of pneumococcal vaccines in adults.<br />

Clin Infect Dis 2001;33:662-75.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı:<br />

Pnömoni Riski Olanlar<br />

Doç. Dr. Hakan Erdem<br />

Kasımpaşa Asker Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />

İstanbul<br />

117


Erişkinde Aşılama:<br />

Pnömokok Aşısı: Pnömoni Riski Olanlar<br />

Kapsül polisakkaridinden üretilen pnömokok<br />

aşısı tıp tarihindeki önemli dönüm<br />

noktalarından birisidir. Polisakkarid antijenler<br />

serotipe özgün antikor oluşumuna neden olarak<br />

opsonizasyon, fagositoz ve pnömokok ölümüne<br />

yol açmaktadır. İlk kez 1945 yılında<br />

kullanıma giren tetravalan pnömokok aşısı, ne<br />

yazık ki penisilinin kullanıma girmesiyle gözden<br />

düşmüştür. Ancak, günümüzde giderek<br />

artan antibiyotik direnci, toplum kökenli pnömonilerin<br />

hala önemli bir mortalite nedeni<br />

olması özellikle yüksek riskli popülasyon açısından<br />

aşılamayı tekrar gündeme taşımıştır.<br />

Robert Austrian 1970’li yıllarda 14 valan polisakkarid<br />

aşıyı üretmeyi başarmıştır. Ardından<br />

1983 yılında en sık enfeksiyon etkeni olan<br />

serotiplerden üretilen 23-valan aşı (PPV-23)<br />

kullanıma girmiştir. Polisakkarid aşıların iki<br />

yaş altı popülasyonda etkili olmaması nedeniyle<br />

2000 yılında 7 valan protein konjugat aşı<br />

üretilmiştir. 2010 yılında ise Amerika Birleşik<br />

Devletleri (ABD)’nde 13 valan aşı çocuklarda<br />

kullanılmak üzere onay almıştır. Günümüzde,<br />

arayışlar devam etmekle birlikte, konjugat aşılar<br />

erişkin popülasyonda kullanım alanı bulamamıştır.<br />

ABD’de aşı ile önlenebilen hastalıklar içinde en<br />

fazla ölümün pnömokoksik enfeksiyonlardan<br />

kaynaklandığı görülmüştür. Pnömokok menenjitlerinde<br />

bu oran %20-35 arasında değişmektedir.<br />

Bu açıdan aşının önemi ısrarla vurgulanmaktadır.<br />

Pnömonilerden korunma açısından<br />

veriler çelişkili görünmektedir. Pek çok çalışmada<br />

toplam pnömoni ya da pnömokoksik<br />

pnömoni oranlarında bir azalmadan bahsedilmemektedir.<br />

Ancak prospektif bir kohort çalışmada<br />

yaşlı popülasyonda bariz düşüş gösterilmiştir.<br />

Cochrane grup tarafından 2008 yılında<br />

yapılan ve PPV23 etkinliğini irdeleyen bir metaanalizde<br />

şu sonuçlar elde edilmiştir:<br />

1. İnvaziv pulmoner enfeksiyonun önlenmesine<br />

yönelik kanıt güçlü (OR 0.26, %95 GA 0.15-<br />

0.46),<br />

2. Tüm pnömoni nedenleri açısından bariz<br />

anlam yok,<br />

3. Tüm ölüm nedenleri açısından anlamlı değil.<br />

Ancak bu meta-analizden sonra, hospitalizasyon<br />

gerektiren 3415 toplum kökenli pnömoni<br />

118<br />

olgusu üzerinde yapılan bir çalışmada önceden<br />

aşılanan olgularda mortalitede ve yoğun bakıma<br />

girişlerde %40 oranında azalma olduğu ortaya<br />

konmuştur. Öte yandan, toplum kökenli pnömoni<br />

tanısı ile hospitalize edilen 2950 erişkini<br />

beş yıl süreyle takip eden bir kohort çalışmada,<br />

hospitalizasyon ve tüm nedenlere bağlı mortalite<br />

oranlarında bir değişiklik saptanamamıştır.<br />

PPV-23 1, 2, 3, 4, 5, 6B, 7F, 8, 9N, 9V, 10A, 11A,<br />

12F, 14, 15B, 17F, 18C, 19A, 19F, 20, 22F, 23F ve<br />

33F serotiplerden oluşmaktadır. Bu aşı kapsamının<br />

ABD’de %85-90 arasında olduğu bilinmektedir.<br />

Ülkemizde ise 23 valan aşı enfeksiyon<br />

etkeni olan pnömokok izolatlarının %79’unu<br />

kapsamaktadır. Eğer aşı formülasyonunda yer<br />

alan 11A, 12F, 15B, 22F ve 33F içerik 6A, 9A,<br />

9L, 19C ve 23B ile yer değiştirirse o zaman aşı<br />

kapsamı %91’e yükselecektir. Dolayısıyla ülkemizde<br />

aşı etkinliği ve kapsamının düzenli bir<br />

sürveyans aktivitesi ile ortaya konulması, epidemiyolojik<br />

verilerle uyumlu aşı formülasyonunun<br />

belirlenmesi çok önemlidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Austrian R, Douglas RM, Schiffman G, Coetzee AM,<br />

Koornhof HJ, Hayden-Smith S, et al. Prevention of pneumococcal<br />

pneumonia by vaccination. Trans Assoc Am<br />

Physicians 1976;89:184-94.<br />

2. de Gans J, van de Beek D. Dexamethasone in adults with<br />

bacterial meningitis. N Engl J Med 2002;347:1549-56.<br />

3. Erdem H. An update on invasive pneumococcal antibiotic<br />

resistance in Turkey, 2008. J Chemother 2008;20:697-<br />

701.<br />

4. Erdem H, Pahsa A. Antibiotic resistance in pathogenic<br />

Streptococcus pneumoniae isolates in Turkey. J Chemother<br />

2005;17:25-30.<br />

5. Erdem H, Kilic S, Coskun O, Ersoy Y, Cagatay A, Onguru<br />

P, et al. Community-acquired acute bacterial meningitis in<br />

the elderly in Turkey. Clin Microbiol Infect 2010;16:1223-<br />

9.<br />

6. Erdem H, Pahsa A, Oncu S. Antimicrobial therapy in pneumococcal<br />

meningitis: an epidemiological assessment<br />

from Turkey. Int J Infect Dis 2006;10:262-3.<br />

7. Erdem H, Sener B. Pneumococcal seroepidemiology in<br />

Turkey: implications for vaccine coverage. Vaccine<br />

2008;26:1271-3.<br />

8. Gardner P, Schaffner W. Immunization of adults. N Engl J<br />

Med 1993;328:1252-8.<br />

9. Huss A, Scott P, Stuck AE, Trotter C, Egger M. Efficacy of<br />

pneumococcal vaccination in adults: a meta-analysis.<br />

CMAJ 2009;180:48-58.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


10. Jackson LA, Janoff EN. Pneumococcal vaccination of<br />

elderly adults: new paradigms for protection. Clin Infect<br />

Dis 2008;47:1328-38.<br />

11. Johnstone J, Marrie TJ, Eurich DT, Majumdar SR. Effect of<br />

pneumococcal vaccination in hospitalized adults with<br />

community-acquired pneumonia. Arch Intern Med<br />

2007;167:1938-43.<br />

12. Johnstone J, Eurich DT, Minhas JK, Marrie TJ, Majumdar<br />

SR. Impact of the pneumococcal vaccine on long-term<br />

morbidity and mortality of adults at high risk for pneumonia.<br />

Clin Infect Dis 2010;51:15-22.<br />

13. Macleod CM, Hodges RG, Heidelberger M, Bernhard<br />

WG. Prevention of pneumococcal pneumonia by immunization<br />

with specific capsular polysaccharides. J Exp Med<br />

1945;82:445-65.<br />

Hakan Erdem<br />

14. Moberley SA, Holden J, Tatham DP, Andrews RM.<br />

Vaccines for preventing pneumococcal infection in adults.<br />

Cochrane Database Syst Rev 2008(1):CD000422.<br />

15. Ortqvist A, Hedlund J, Burman LA, Elbel E, Hofer M,<br />

Leinonen M, et al. Randomised trial of 23-valent pneumococcal<br />

capsular polysaccharide vaccine in prevention<br />

of pneumonia in middle-aged and elderly people.<br />

Swedish Pneumococcal Vaccination Study Group. Lancet<br />

1998;351:399-403.<br />

16. Vila-Corcoles A, Ochoa-Gondar O, Hospital I, Ansa X,<br />

Vilanova A, Rodriguez T, et al. Protective effects of the<br />

23-valent pneumococcal polysaccharide vaccine in the<br />

elderly population: the EVAN-65 study. Clin Infect Dis<br />

2006;43:860-8.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 119


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Erişkinde Aşılama:<br />

İnfluenza Aşısı: Herkese<br />

Prof. Dr. Neziha Yılmaz<br />

Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Yozgat<br />

121


Erişkinde Aşılama:<br />

İnfluenza Aşısı: Herkese<br />

Gribin belirli bir türüne karşı uzun süreli<br />

bağışıklık elde etmenin en iyi yolu, o virüs<br />

türü ile enfekte olmaktır. Enfeksiyonu geçiren<br />

ve potansiyel komplikasyonları gelişen kişide,<br />

gribin bu türüne karşı gelişen bağışıklık ömür<br />

boyu kalır. Bugüne kadar dolaşan H1N1 suşu<br />

ile çeşitli grip salgınları yaşanmıştır. Yaşam<br />

boyu bağışıklık nedeniyle geçen yıl görülen<br />

2009 H1N1 salgınında bu virüse dayanıklılık<br />

yaşlılarda daha fazla olduğundan yaşlılarda<br />

ölüm oranının daha az olduğu görüldü.<br />

Enfeksiyon etkenine karşı bağışıklık elde etmek<br />

için hastalık oluşturulmasında sorun etkenin<br />

bulaşıcılığının yüksek olması nedeniyle salgın<br />

ve ölümle sonuçlanmasıdır. Dolaşımdaki influenza<br />

türü, toplumun bağışıklık düzeyi ile ilişkili<br />

olarak ölümlere ve ciddi hastalığa neden olabilir.<br />

Bu nedenle influenzanın önlenmesinde<br />

aşılama daha iyi bir seçenektir.<br />

Aşılamanın etkileri, basit bir aşı almaktan daha<br />

fazla olup, sadece grip olmamak değildir.<br />

Aşılamanın birçok potansiyel etkileri vardır.<br />

Grip olmamak aşı etkinliğinin tek bir ölçütü<br />

olup çok boyutlu koruyucu etkisini göstermek<br />

için yeterli değildir. Bireysel aşılama laboratuvarca<br />

doğrulanmış infeksiyonu, semptomatik<br />

hastalığı, enfekte bireylerin bulaştırıcılığını<br />

veya bunların kombinasyonunu içeren bir dizi<br />

sonuçları azaltabilir veya önleyebilir.<br />

Aşı, aşıda bulunan suşlara karşı oluşan yüksek<br />

titreli antikor genellikle koruyucudur. Aşıya<br />

karşı oluşan immün yanıt doğal enfeksiyon<br />

kadar güvenilir olmadığı için grip aşısı %100<br />

etkili değildir.<br />

Aşı ve virüs homotipik olduğunda influenza<br />

A’ya karşı koruma oranı %96 iken, aşı suşu ve<br />

virüs heterotipik olduğunda, koruma %70-100<br />

arasında değişmektedir. Aşı ile homotipik salgın<br />

sırasında enfeksiyondan korunma oranı<br />

geriye dönük olarak %95; heterotipik salgın<br />

sırasında grip hastalığından korunma oranı<br />

%50-87 olarak bulunmuştur. Aşı olanlarda orta<br />

şiddetli çoğunlukla ateşsiz üst solunum belirtileri<br />

saptanırken kontrol grubunda daha şiddetli,<br />

çoğunlukla ateşle seyreden bulgular görüldü.<br />

Enfeksiyona yol açan virüs sekresyonunun,<br />

aşısız kontrollerde daha sık olduğu görüldü.<br />

Aşı ile gribin önlenemediği durumlarda bile,<br />

hastalık daha hafif seyretmekte virüs atılımı ve<br />

122<br />

hastalık yayılımı daha az olmaktadır ki, bulaşıcı<br />

bir hastalığın yayılmasının azalması küçümsenecek<br />

birşey değildir.<br />

Aşıdaki en büyük sorun, her yıl dolaşımda bulunan<br />

suşların değişmesi ve salgından aylarca<br />

öncesinden aşıda bulunması gereken suşların<br />

belirlenmiş olması gerekliliğidir. Aşı suşları<br />

bazen dolaşımdaki suşlarla iyi bir antijenik benzerlik<br />

oluştururken, bazen bu benzerlik yeterince<br />

oluşturulamaz. Aşı suşlarındaki antijenik<br />

benzerlik aşıların etkinliğinde değişikliğe sebep<br />

olur.<br />

Grip aşısının etkinliği sadece o enfeksiyonu<br />

önlemek olmayıp aynı zamanda mükerrer aşılamalardan<br />

kaynaklanan çapraz bağışıklık oluşturmak<br />

suretiyle gelecekteki grip olgularının<br />

daha hafif seyretmesini sağlamaktır. 1976 yılında<br />

domuz gribi aşısı olanlarda 2009 H1N1 suşuna<br />

karşı bağışıklık olduğu görüldü.<br />

Toplumların aşılanması hastalık ve hastalık<br />

nedeniyle ölümlerde azalmaya yol açar. Grip<br />

aşısı ile ilgili tüm çalışmalarda gribin yayılmasını<br />

önlemek ve gripten korunmak için gerekli<br />

toplum bağışıklığına ulaşmak için aşılanma<br />

oranlarının %90-95 olması gerektiği ortaya konmuştur.<br />

Bir toplumda grip aşısı yapılan kişi sayısı ne<br />

kadar fazla olursa grip mevsimi boyunca görülen<br />

ölüm sayısı o kadar az olur. Kanada<br />

Ontario’da bütün nüfusun aşılanması planlandı.<br />

İnfluenza aşısının, hastalığın önlenmesinde az<br />

etkili, ancak ölüm, hastaneye yatış ya da antibiyotik<br />

kullanımı gibi ikincil sonuçların azalmasında<br />

daha fazla etkin olduğu saptandı. Bu tür<br />

çalışmalarla ilgili birçok sorun bulunmakla birlikte<br />

nüfusa dayalı müdahalelerin halk sağlığına<br />

etkilerini değerlendirmek için uygundur.<br />

Ontario’da influenza aşılama oranı diğer illere<br />

göre daha fazla idi. 1996-1997 yıllarında<br />

Ontario’da “Universal Influenza Immunization<br />

Program (UIIP)” sonrasında UIIP öncesi influenza<br />

aşılama oranı ≥ 12 yaş hane halkı nüfusunda<br />

%20 (%18-38), diğer illerde %11 (%13-24)<br />

oranında artış göstermiştir (p< 0.001).<br />

Ontario’da diğer illere göre aşılama oranında<br />

artış ≥ 75 yaş için daha fazla iken < 65 yaş için,<br />

daha az bulunmuştur. Tüm yaş gruplarında diğer<br />

illere göre daha yüksek aşılama oranları elde edilmiştir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


UIIP’den sonra, genel nüfus için grip ilişkili<br />

mortalite Ontario’da %74 (RR= 0.26, %95 GA,<br />

0.20-0.34), diğer illerde %57 azaldı (RR= 0.43,<br />

%95 GA, 0.37-0.50) (RR= 0.61, p= 0.002). Yaşa<br />

özel analizlerde, Ontario’da mortalitedeki azalma<br />

daha fazla bulunmuş olup mortalitedeki<br />

azalma ≥ 85 yaş istatistiksel olarak anlamlı<br />

bulunmuştur.<br />

Genel olarak, griple ilişkili sağlık hizmetinde<br />

hastaneye yatış (RR= 0.25’e karşı 0.44, RR=<br />

0.58, p< 0.001 oranı), acil servis başvuru (RR=<br />

0.31’e karşı 0.70, RR= 0.45, p< 0.001) ve doktor<br />

ofisini ziyaret (RR= 0.21’e karşı 0.53, RR= 0.41,<br />

p< 0.001) oranı Ontario’da daha fazla azalmıştır.<br />

Yaşa özel analizlerde < 65 yaş grubundaki bu<br />

azalmalar Ontario’da daha fazla gözlenmiştir.<br />

Yaşlılar için, 65-84 yaş arasında hastaneye yatış<br />

ve 65-74 yaş arasında acil kliniğe başvuru kullanımındaki<br />

azalma Ontario’da daha fazla gözlenmiştir.<br />

Çocuklarda aşılama oranlarının artırılması,<br />

toplumdaki grip olgularında azalma sağlar.<br />

Kanıtlar toplum bağışıklığının grip kontrolünde<br />

etkin olduğunu göstermektedir. Michigan,<br />

Tecumseh’da, okul çağındaki 3159 çocuğun<br />

%85’ine dört gün içinde TIV verilerek aşı verilmeyen<br />

Adrian’daki benzer özellikteki toplum ile<br />

karşılaştırıldı. Adrian’da tüm yaş grupları arasında<br />

Tecumseh’dan üç kat daha fazla grip benzeri<br />

hastalık oluşmuştur.<br />

Gripten ölüm riski yüksek olan gruplardan<br />

biri olan hamile kadınların grip aşısı ile aşılanması<br />

bebeklerde grip ve hastanede yatışı<br />

da azaltır.<br />

Grip aşısı, kısmen, vasküler olaylardan kaynaklanan<br />

ölümleri engelleyebilir: Sadece kısa<br />

dönem mortalite artışı olmaması, aynı zamanda<br />

uzun dönemde mortaliteyi artıran ve hastaneye<br />

yatış gerektiren şiddetli enfeksiyonları olan kişilerde<br />

ölüm nedeni iyi anlaşılamamıştır. Ancak<br />

pnömoniden sonra ölenlerde enflamatuvar göstergelerde<br />

artış olduğu saptanmıştır. Enflamasyon<br />

bir protrombotik durum olup akut enfeksiyonlu<br />

hastalarda daha fazla inme, kalp krizi ve akciğer<br />

embolizm görülmektedir. Vasküler olay riski bir<br />

yıla kadar yükselmiş olabilir ve agresiv bir diş<br />

temizliği bile vasküler olay riskini artırabilir.<br />

Vasküler olay oranında, invaziv dental tedaviden<br />

sonraki ilk dört hafta içinde anlamlı derecede<br />

artış oldu [insidans oranı 1.50 (%95 GA,<br />

Neziha Yılmaz<br />

1.09-2.06)] ve kademeli olarak altı ay içinde<br />

normale döndüğü gösterilmiştir. Enfeksiyon da<br />

vasküler olaylar durdurulduğunda, vasküler<br />

olay kaynaklı ölümlerin sayısı azalabilir. Bu grip<br />

ve pnömokok aşısı kombinasyonu ile gerçekleşebilir.<br />

Toplam 36.636 kişiden, 7292’si hem PPV hem<br />

TIV aldı, 2076’sı yalnız TIV aşısı, 1875’i yalnız<br />

PPV aşısı aldı ve 25.393’ü aşılanmadı. 45.834<br />

kişi bir yıl takip edildi. Başlangıç özellikleri,<br />

PPV ve TIV grubunda daha az erkek hasta ve<br />

aşılanmamış kişiler arasında eşlik eden daha az<br />

sayıda kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlar<br />

dışında gruplar arasında eşleştirme iyi idi.<br />

Çalışmanın başlangıcından itibaren 64. haftada<br />

çift aşılı bireylerde aşılanmamış bireylere göre<br />

daha az ölüm (HR 0.65, %95 GA, 0.55-0.77; p<<br />

0.001) ve daha az olguda pnömoni (HR 0.57,<br />

%95 GA, 0.51-0.64; p< 0.001), iskemik inme<br />

(HR 0.67, %95 GA, 0.54-0.83, p< 0.001) ve akut<br />

miyokard enfarktüsü (HR 0.52, %95 GA, 0.38-<br />

0.71; p< 0.001) görülmüştür. Aşılanmamış kişiler<br />

ile karşılaştırıldığında çift aşılama, daha az<br />

koroner (HR 0.59, %95 GA, 0.44-0.79, p<<br />

0.001) ve yoğun bakım kabulü (HR 0.45, %95<br />

GA, 0.22-0.94; p= 0.03) ile sonuçlandı.<br />

Aşının yararlı etkileri aşı alındıktan sonra 64<br />

haftaya kadar sürdü. Aşı, enfeksiyonların sürekli<br />

zararlı enflamatuvar etkilerini engeller böylece<br />

grip aşısı grip sezonu dışındaki ölümlerden<br />

makul ölçüde koruma sağlayabilir.<br />

H1N1 aşısı, sağlıklı nüfusta iyi bir eşleştirme<br />

gribe karşı mükemmel ve güvenli koruma sağlamıştır.<br />

Hastane tabanlı aktif sürveyans yoluyla,<br />

kitlesel aşılamadan sonraki 10 hafta içinde 27’si<br />

Guillain-Barre sendromu olmak üzere 362 nörolojik<br />

hastalık olgusu saptandı. Nörolojik koşulların<br />

hiçbirisinde aşılanma öyküsü bulunmamaktaydı.<br />

Kitlesel aşılamaya 245 okuldan<br />

25.037 öğrenci katıldı ve 244.091 kişiye aşı<br />

yapılmadı. 9 Ekim-15 Kasım 2009 tarihleri arasında,<br />

100.000 öğrenci başına doğrulanan 2009<br />

H1N1 virüsü enfeksiyonu olgu insidansı aşılanan<br />

öğrenciler arasında 35.9 (9/25.037); aşısız<br />

öğrenciler arasında 281.4 (687/244.091) idi.<br />

Böylece, tahmini aşı etkinliği %87.3 (%95 GA,<br />

75.4-93.4) idi. İnaktif aşıların milyonda 1.6 oranında<br />

Guillain-Barré sendromuna yol açtığı<br />

tahmin edilmekle birlikte kanıtları sınırlıdır. Bu<br />

grip aşısının etkinliğinin çok faktörlü olduğunu<br />

gösteren birçok çalışmadan bazılarıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 123


Erişkinde Aşılama:<br />

İnfluenza Aşısı: Herkese<br />

Dolaşımdaki virüsün aşı virüsü ile eşleşmesinin<br />

nispeten iyi olduğu nadir durumda aşılanan<br />

kişilerin %1’inde, aşılanmamış kişilerin %4’ünde<br />

grip belirtileri [risk farkı (RD) %3, %95 GA, %2-<br />

5] gözlenirken aşı ve dolaşımdaki virüs eşleşmesinin<br />

iyi olmadığı durumlarda ise bu rakamların<br />

%1 ve %2 (RD 1, %95 GA %0-3) olduğu görülmüştür.<br />

Bu farklılıkların tesadüfi olmadığı aşının<br />

iş gücü kaybına ılımlı etkisi olduğu ve hastaneye<br />

yatış ve komplikasyon oranlarını ise<br />

etkilemediği gösterilmiştir. Grip aşılarının grip<br />

belirtileri azaltmada ve iş gücü kayıplarını azaltmada<br />

ılımlı bir etkisi vardır.<br />

Grip aşısı iyi müdahale yöntemi gibi görünmekle<br />

birlikte bu müdahalenin topluma yararlı<br />

olup olmadığını anlamak için müdahale uygulandıktan<br />

sonra kalite-ayarlanmış yaşam yılı<br />

hesaplanmalıdır. Maliyet-etkinlik değerlendirmesi<br />

tahmine dayalıdır. ABD için kaliteye göre<br />

düzeltilmiş yaşam yılı başına 50.000 dolar<br />

civarında maliyet kabul edilebilir bir müdahaledir.<br />

Aşılama tüm yaş grupları ve coğrafi alanlarında<br />

maliyet tasarrufu sağlamış olup sağlık<br />

giderlerini azaltmakta ve sağlığı düzeltmektedir.<br />

Altmış beş yaş ve üzeri kişiler için, aşılama<br />

kişi başına 8.27 dolar ve 1.21 kalite-ayarlanmış<br />

gün kazandırmıştır. 1993 yılında aşılanmamış<br />

23 milyon yaşlı insanın aşılanması 78.000 sağlıklı<br />

yaşam yılı ve 194 milyon dolarlık tasarruf<br />

sağlamıştır. Tek değişkenli duyarlılık analizinde,<br />

yaşayanların olabilecek tıbbi giderleri ve<br />

daha düşük aşı etkinliği gibi aşılama maliyetini<br />

ikiye katlayan maliyetler dışında aşı maliyetetkin<br />

bulunmuştur. Aşılama ilgili olumsuz varsayımlara<br />

rağmen kaliteye göre düzeltilmiş<br />

yaşam yılı başına maliyet 85 yaş ve üzeri için<br />

598.487 dolar; 65-74 yaş arasında ise 35.822<br />

dolar olarak tespit edilmiştir.<br />

124<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Challenge versus natural infection as an index or protection<br />

after influenza immunization. Dev Biol Stand 1977;39:149-<br />

54.<br />

2. Effect of vaccination of a school-age population upon the<br />

course of an A2-Hong Kong influenza epidemic. Bull World<br />

Health Organ 1969;41:537-42.<br />

3. Estimating Influenza Vaccine Efficacy From Challenge<br />

and Community-based Study Data Oxford Journals<br />

Medicine American Journal of Epidemiology Volume<br />

168, Issue 12 pp. 1343-52. <br />

4. Inflammatory response predict long-term mortality risk in<br />

community-acquired pneumonia. Eur Respir J 2010 [Epub<br />

ahead of print]<br />

5. Benowitz I, Esposito DB, Gracey KD, Shapiro ED, Vázquez<br />

M. Influenza vaccine given to pregnant women reduces<br />

hospitalization due to influenza in their infants. Clin Infect<br />

Dis 2010;51:1355-61.<br />

6. Invasive dental treatment and risk for vascular events: a<br />

self-controlled case series. Ann Intern Med 2010;153:499-<br />

506.<br />

7. Prevention of acute myocardial infarction and stroke<br />

among elderly persons by dual pneumococcal and influenza<br />

vaccination: a prospective cohort study. Clin Infect<br />

Dis 2010;51:1007-16.<br />

8. Recipients of vaccine against the 1976 "swine flu" hav<br />

enhanced neutralization responses to the 2009 novel<br />

H1N1 influenza virus. Clin Infect Dis 2010;50:1487-92.<br />

9. Safety and effectiveness of a 2009 H1N1 vaccine in Beijing.<br />

N<br />

Engl J Med 2010;363:2416-23.<br />

10. The effect of universal influenza immunization on mortality<br />

and health care use. PLoS Med 2008;5:e211.<br />

11. Truthiness. http://en.wikipedia.org/wiki/Truthiness<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Erişkinde Aşılama:<br />

İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına<br />

Doç. Dr. Gönül Şengöz<br />

SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

İstanbul<br />

125


Erişkinde Aşılama:<br />

İnfluenza Aşısı: Risk Gruplarına<br />

Tarih boyunca enfeksiyon hastalıkları insanlığın<br />

gündemini meşgul etmiştir. Önce<br />

düşünme, sonra gözlemleme, sonra da kanıtlama<br />

birbirini izlemiştir. Kanıta dayalı tıp, bugün<br />

bir teoremi savunurken ya da karşı çıkarken<br />

oluşan büyük bilgi birikimini değerlendirmeyi<br />

öngörmektedir. Ama bazen bütün bilim dallarında<br />

olduğu gibi bazı beklenmedik sonuçların<br />

beklenmedik hamlelere bağlı olduğu da unutulmamalıdır.<br />

Aşılama çalışmaları her zaman öngörülen<br />

sonuçları doğurmamıştır. Viral etkenlere yönelik<br />

aşılar, tek ya da az sayıda antijenik varyasyonun<br />

olduğu durumlarda, oluşan koruyuculuğun<br />

ömür boyu sürmesi nedeniyle çok başarılı<br />

olmuştur. Toksoid aşılar, insanlığı tehdit eden<br />

büyük hastalıkların önlenmesi için hala tek<br />

silahımızdır. Henüz gerçekten koruyucu ve<br />

güvenli bir aşının üretilemediği hastalıkların<br />

yanı sıra aşısı olup aşılama üzerine tartışmalarının<br />

sürdüğü durumlar da mevcuttur.<br />

Aşı, sadece kişiyi hastalıktan korumakla kalmaz<br />

ayrıca toplumları da hastalıklardan korur.<br />

Aşılama programları denince dünyanın her<br />

yerinde, gelişmiş ya da geri kalmış, çocukluk<br />

çağı aşılamaları kastedilmektedir. Oysa erişkin<br />

yaş grubu da artık pek çok aşı ile aşılanmaktadır.<br />

Bu nedenle son birkaç yıldır ülkemizde<br />

çeşitli gruplar tarafından erişkin aşılama programları<br />

oluşturulmaktadır. Sağlık Bakanlığı da<br />

artık kendi internet sayfasında erişkin aşılama<br />

şeması yayınlamaktadır. Bilinmektedir ki günümüzde<br />

erişkinler, halen aşı ile önlenebilir hastalıklardan<br />

ölebilmektedir. Bunun nedenleri; aşılamanın<br />

çocuklardaki gibi erişkin bakımının<br />

bir parçası olarak görülmemesi, kişilerin aşıların<br />

etkinliği ve yan etkileri konusunda şüpheleri<br />

nedeniyle aşı olmamaları, erişkin immünizasyonu<br />

ile ilgili bir sağlık politikasının olmayışı<br />

ve aşı maliyetinin kişi ve hükümetlere getirdiği<br />

yük nedeniyle kaçınılmasıdır. Dünyada erişkinlerde<br />

hedeflenen grupların ancak %10-20’si<br />

aşılanabilmektedir.<br />

Çocukluk çağında sık rastlanılan ve o yaş grubunda<br />

morbiditesi ve mortalitesi yüksek olan<br />

bu hastalıklarda aşılama gereklidir. Bu konuda<br />

yapılan kampanyalar ya da rutin aşılama programları<br />

ile yüksek aşılama oranlarına ulaşılabilmekte<br />

ve herd bağışıklık sağlanarak etkenin<br />

126<br />

toplumda dolaşması durdurulabilmektedir.<br />

Toplumda ve ebeveynlerde bu konuda -çocukların<br />

aşılanmasının gerekliliği- var olan farkındalık<br />

ve gereklilik erişkin yaş grubu için de vardır<br />

denilemez.<br />

İnfluenza için aşılama, salgın dönemleri ve mevsimsel<br />

bağışıklama olarak iki parçada değerlendirilmelidir.<br />

Mevsimsel influenzadan yılda<br />

350.000-500.000 kişinin öldüğü, üç ile beş<br />

milyon kişinin hastalığı geçirdiği tahmin edilmektedir.<br />

Antijenik şift ve drift nedeniyle her yıl<br />

aşı olunması gereklidir. Mevsimsel bağışıklamada<br />

tüm dünyada risk gruplarının aşılanmasının<br />

maliyet-etkin olduğu yönündeki kanıya bağlı<br />

olarak aşılama önerileri mevcuttur. Özellikle<br />

aşılanması istenen grup; 65 yaş üstü sağlıklı<br />

popülasyon, kronik hastalığı olanlar ve sağlık<br />

çalışanlarıdır. Hemen tüm ülkelerde bu grupların<br />

aşılanması sosyal güvence altına alınmıştır.<br />

Ancak yapılan analizler göstermektedir ki aşının<br />

her yıl yapılması gerekliliği, yapıldığı yıllarda<br />

da tüm ataklardan korumuyor olması, diğer<br />

virüslerin benzer klinik tablolar oluşturabilmesi<br />

nedeniyle aşı olması önerilen gruplarda aşılanma<br />

oranları istenen düzeylere ulaşmamaktadır.<br />

Oysa bilinmektedir ki mevsimsel influenza aşısı<br />

ile hastaneye yatış ve ölümlerde azalma tespit<br />

edilmiştir. Risk grupları aşılanmalıdır, çünkü<br />

hastalıkların sonuçları ağır olabilir ve aşılama<br />

bu gruplarda maliyet-etkindir.<br />

Salgın dönemleri ise farklı değerlendirilmelidir.<br />

Salgının atak hızı, virüsün neden olduğu mortalite<br />

ve morbidite, etkilediği popülasyon değerlendirilmeli<br />

ve toplumun düzeninin devamı için<br />

gerekli tüm grupların aşılanması amaçlanmalıdır.<br />

Ancak son yaşanan salgın göstermiştir ki<br />

halkın iyi bilgilendirilemediği, farkındalığın<br />

yaratılamadığı durumlarda aşılama oranları çok<br />

düşük kalmaktadır. Son salgında izlenen aşıyı<br />

red nedenleri tüm dünyada incelendi. Sağlık<br />

çalışanlarında aşıyı red oranı yüksekti ve aşı yan<br />

etkileri konusundaki şüpheler ve aşının gerekliliğinin<br />

sorgulanması ile ilişkili bulundu. Sağlık<br />

çalışanlarının aşıyı kabul etmeyişi negatif bir<br />

etki yarattı. Aşılanma hızları ülkeler ve gruplar<br />

arasında çok büyük farklılıklar gösterdi (%1-44)<br />

ve genel olarak tüm dünyada istenen aşılanma<br />

oranlarına ulaşılamadı.<br />

Sonuç olarak; başlangıçta hedefe odaklanmak<br />

ve iyi bilgilendirme yapmak ve bu yolla risk<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


gruplarını ve hastalık zincirini kırmak için<br />

gerekli olan grubu aşılamak hem daha kolay,<br />

hem daha maliyet-etkin hem de daha başarılı<br />

olacaktır. Bu yüzden özellikle mevsimsel influenza<br />

için kısıtlı risk gruplarının aşılanması<br />

yeterlidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Beyazova U, Aktaş F. Çocukluk çağı aşılamaları ve erişkin<br />

bağışıklaması. Gazi Tıp Dergisi 2007;18:47-65.<br />

2. Dünyada ve ülkemizde H1N1 pandemisinin seyri. T.C.<br />

Sağlık Bakanlığı Koordinasyon Birimi, 2010.<br />

3. Guide to vaccine contraindications and precautions.<br />

Departmant of Health & Human Services-USA.<br />

4. Hacımustafaoğlu M. Çocuklarda influenza infeksiyonları.<br />

ANKEM 2005;19:101-6.<br />

5. Hançerli S, Somer A, Salman N, Elshana H, Demirkol D,<br />

Kanturvardar M ve ark. Pandemik influenza; İstanbul'da<br />

bir üniversite hastanesine yatan çocuk vakaların klinik ve<br />

epidemiyolojik değerlendirilmesi. Çocuk Enf Derg 2010;<br />

4:104-9.<br />

6. Köksal İ, Usluer G. Erişkinde aşılama. ANKEM 2006;<br />

20:239-45.<br />

7. Lee VJ, Tok MY, Chow VT, Phua KH, Ooi EE, Tambyah PA,<br />

et al. Economic analysis of pandemic vaccination strategies<br />

in Singapore. Plos One 2009;4:e7108.<br />

Gönül Şengöz<br />

8. Mereckiene J, Cotter S, Ancona FD, Giambi C, Nicoll A,<br />

Levy-Bruhl D, et al. Differences in national influenza vaccination<br />

policies across the European Union, Norway and<br />

Iceland 2008-2009. Euro Surveill 2010;15: pii: 19700.<br />

9. Oğuztürk H. Domuz gribi (İnfluenza A/H1N1). Acil Tıp<br />

Dergisi 10.4170/JAEM, 2009.<br />

10. Sayan M, Genç S, Yüce A, Uçan ES, Yulığ N. İnfluenza<br />

virus aşısı ile aşılanmış bireylerde ELISA ile serokonversiyonun<br />

gösterilmesi. İnfeksiyon Dergisi 2005;19:25-29.<br />

11. Siriwardena AN, Gwini SM, Coupland CAC. Influenza<br />

vaccination, pneumococcal vaccination and risk of acute<br />

myocardial infarction: matched case-control study.<br />

Canadian Medical Association Journal 2010;182.<br />

12. Torun SD, Torun F, Catak B. Healthcare workers as<br />

parents: attitudes toward vaccinating their children against<br />

pandemic influenza A/H1N1. BMC Public Health<br />

2010;10:596.<br />

13. Vaux S, Van Cauteren D, Guthmann JP, Strat YL, Vaillant<br />

V, de Valk H, et al. Influenza vaccination coverage against<br />

seasonal and pandemic influenza and their determinants<br />

in France: a cross-sectional survey. BMC Public Health<br />

2011;11:30.<br />

14. Zeybek Y, Tokalak İ, Boyacıoğlu S. Altmış beş yaş ve üzeri<br />

erişkinlerde aşılanma durumu. Türk Geriatri Dergisi<br />

2004;7:152-4.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 127


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Biyoterörizm:<br />

Tarihçe<br />

Prof. Dr. Levent Görenek<br />

GATA Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />

İstanbul<br />

129


Biyoterörizm:<br />

Tarihçe<br />

Biyolojik savaş veya biyoterörizm; insanlarda<br />

veya diğer canlılarda hastalık yaparak onların<br />

ölmelerine, sakat kalmalarına veya iş göremez<br />

hale gelmelerine neden olan mikroorganizmaları,<br />

onların toksinlerini silah olarak kullanarak<br />

yapılan savaş veya terör olayları olarak<br />

tanımlanmaktadır. Biyolojik savaşın tarihi<br />

insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar arasında<br />

çekişmeler ve kavgaların başlamasıyla bir ölçüde<br />

bu tür saldırı araçları da ortaya çıkmaya<br />

başlamıştır.<br />

Biyolojik ajanların kendilerinin veya onlardan<br />

elde edilen toksinlerin biyolojik savaş ajanı olarak<br />

kullanımı çok eskilere kadar uzanmaktadır.<br />

Biyolojik ajanların ilk kullanımı Romalılar<br />

dönemine dayanmaktadır. Romalılar insan ölüleri<br />

veya hayvan leşlerini şehrin su kaynaklarına<br />

atarak suları enfekte etmek suretiyle biyolojik<br />

savaşın ilk örneklerini vermişlerdir.<br />

Orta Çağ’da vebadan ölmüş insanların cesetlerini<br />

düşman su kaynaklarına veya mancınıklarla<br />

düşman kaleleri içerisine atmak suretiyle hastalık<br />

bulaştırıldığına dair belgeler görmekteyiz.<br />

Ukrayna Kaffa’da Tatar askerleri, vebadan<br />

ölmüş insan cesetlerini mancınıklarla şehrin<br />

surlarından içeri atarak salgın oluşturmuşlardır.<br />

1754-1767 yıllarında Kuzey Amerika’daki<br />

İngiliz kuvvetlerinin çiçek virüsü ile kontamine<br />

olmuş battaniye ve mendilleri Kızılderililere<br />

vererek çiçek salgınına neden olması ve sonuçta<br />

Kızılderililerden çok sayıda kişinin ölmesi bilinen<br />

tarihi öneme sahip olaylardandır. Romanya<br />

Rusya’ya ihraç ettikleri koyunları Bacillus anthracis<br />

ve Burkholderia mallei ile enfekte etmeyi<br />

planlamıştır.<br />

Yirminci yüzyılda belki de biyolojik savaşın ilk<br />

belirlendiği alan hayvanların birinci dünya<br />

savaşı sırasında ruam etkeni ile enfekte edilmesi<br />

olmuştur. İtalya’da kolera salgınının birinci<br />

dünya savaşında görülmesi de bir biyolojik<br />

savaş olarak değerlendirilmiştir. İkinci dünya<br />

savaşında; şarbon, veba, çiçek, tularemi, ruam,<br />

kolera gibi çeşitli enfeksiyon hastalıkları etkeni<br />

130<br />

biyolojik savaş ajanı olarak denenmiştir. 1918<br />

yılında ilk olarak arsenik içeren deriye toksik<br />

olabilecek ajanlar Almanya tarafından kullanılmıştır.<br />

Biyolojik silahların kullanımını 1925<br />

yılında Cenevre Protokolü imzalanarak yasaklamıştır.<br />

1935-1936 yıllarında İtalyanlar Etopya’da<br />

göz yaşartıcı gaz ve mustard gazı kullanmışlardır.<br />

1940-1944 yıllarında Japon güçleri Çinlilere<br />

ve Çin ordusuna karşı kolera ve veba etkenlerini<br />

kullanarak üstünlük sağlamışlardır. 1941-1942<br />

yıllarında İngilizler, Greenad adalarında şarbon<br />

sporları bırakmışlar ve adada 36 yıl boyunca<br />

şarbon sporlarıyla kalmasına neden olmuşlardır.<br />

Adanın temizlenmesinde 280 ton formaldehid<br />

kullanılmış, çalışmalar 1979 yılında başlamış ve<br />

ancak 1987 yılında bitmiştir. 1979 yılında<br />

Rusya’da birçok kişi şarbon basilinin havaya<br />

yayılması sonucu akciğer ödeminden ölmüştür.<br />

Biyolojik etkenler dışında kimyasal etkenler de<br />

kullanılmıştır. 1983-1988 İran ve Irak savaşlarında<br />

sinir gazı ve sarin gazı kullanılmıştır. 1984<br />

yılında gıdalara kasıtlı olarak Salmonella typhimurium<br />

bulaştırılmış ve 751 ishal olgusu oluşmuştur.<br />

Bu olguların ise 45 tanesi durumlarının<br />

ağır olması nedeniyle hastaneye yatırılarak tedavi<br />

edilmiştir. 1995 yılında Japonya’da sarin gazı<br />

saldırısı metro istasyonuna yapılmış ve pek çok<br />

insan ölmüştür. 2001 yılında Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nde şarbon sporları konmuş mektuplar<br />

tespit edilmiştir. Bu olaylar sonucunda da 15<br />

kişide hastalık oluştuğu belirlenmiştir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Baysallar M. 5. Ulusal Sterilizasyon Dezenfeksiyon<br />

Kongresi, Kongre Kitabı. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi,<br />

2007:521-39.<br />

2. Centers for Disease Control and Prevention (CDC).<br />

Update: Investigation of bioterrorism-related anthrax-<br />

Connecticut, 2001. MMWR 2001;50:1077.<br />

3. Szinicz L. History of chemical and biologic warfare.<br />

Toxicology 2005;214:167-81.<br />

4. Tucker JB. Historical trends related to bioterrorism: an<br />

empirical analysis. Emerg Infect Dis 1999;5:498.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Biyoterörizm:<br />

Etken Bakteriler<br />

Doç. Dr. Vedat Turhan<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />

İstanbul<br />

131


Biyoterörizm:<br />

Etken Bakteriler<br />

Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak<br />

için daha fazla patojen veya toksin<br />

üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel<br />

yaratmıştır. Bu şekilde normal halinden 100<br />

defa daha fazla patojen olan ve toksin üreten<br />

hücreler elde edilmiştir. Enfeksiyonu yayarken<br />

etkinliği geliştirebilmek ancak genetik olarak<br />

güçlendirilmiş ajanlarla mümkündür. Bu şekilde<br />

kurumaya, ultraviyole ışınlarına, ısınmaya<br />

karşı patojenlerin dirençli olmaları sağlanarak<br />

sağlık üzerine olumsuz etkinlikleri artırılabilir.<br />

Biyolojik savaş ajanları başlıca dört grupta toplanabilir:<br />

• Bakteriyel ajanlar,<br />

• Viral ajanlar,<br />

• Riketsiyal ajanlar,<br />

• Toksinler.<br />

Bakteriyel ajanlar, dokuya penetrasyon ve/veya<br />

toksinleri aracılığıyla hastalığa neden olur. Özel<br />

koşullarda bakteri spor formuna dönüşür.<br />

Bakterinin spor formu ısıya ve neme dayanıklı<br />

olduğundan dolayı biyolojik ajan olarak daha<br />

etkilidir.<br />

Biyolojik savaşta hedef grubu enfekte etmek<br />

amacıyla büyük miktarda enfeksiyöz ajanlar<br />

kullanılır. Dolayısıyla biyolojik savaşlarda aranan<br />

bazı özellikler vardır. Biyolojik silah etkenlerinin<br />

en önemli özelliği canlılarda çoğalabilmeleridir.<br />

İdeal biyolojik savaş etkenleri öldürücülüğü<br />

yüksek, dayanıklı, büyük miktarlarda<br />

kolayca üretilebilen, kolayca yayılabilen ve<br />

akciğere penetrasyonu iyi olan (1-5 µm partikül),<br />

aerosol ile yayılan ve insandan insana<br />

kolayca bulaşan, standart antibiyotiklere<br />

dirençli olan ve aşı ile tam olarak korunulamayan<br />

ajanlardır.<br />

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Hastalıkları<br />

Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers for<br />

Disease Control and Prevention; CDC) bakteriyel<br />

ajanları hastalık oluşturma, yayılma ve<br />

öldürücü özelliklerini göz önüne alarak A, B ve<br />

C olmak üzere üç kategoride toplamıştır.<br />

Bakteriyel ajanlar toplum sağlığı üzerine etkisinin<br />

ciddiyeti ve insandan insana bulaşma riski,<br />

silah olarak yayılma potansiyeli, mikroorganizmaya<br />

karşı hazırlanmış aşı veya ilaçların depolanması<br />

için özel hazırlık gereksinimi veya izo-<br />

132<br />

lasyon için özel laboratuvar tekniklerinin gerekmesi,<br />

toplumda korku veya terör oluşturması<br />

göz önüne alınarak listelere dahil edilmiştir. Bu<br />

ajanlar içerisinde en tehlikeli olan mikroorganizmalar<br />

A kategorisinde yer alanlardır. Biyolojik<br />

silah etkeni olarak kullanılabilecek mikroorganizmaların<br />

laboratuvar koşullarında genetik<br />

müdahalelerle tüm aşılara ve ilaçlara dirençli<br />

hale getirilebilecekleri de akılda tutulmalıdır.<br />

Kategori A’daki Bakteriyel Etkenler<br />

• Bacillus anthracis (şarbon)<br />

• Yersinia pestis (veba)<br />

• Clostridium botulinum (botulismus)<br />

• Francisella tularensis (tularemi)<br />

Kategori B’deki Bakteriyel Etkenler<br />

• Coxiella burnetii (Q ateşi)<br />

• Brucella türleri (bruselloz)<br />

• Burkholderia mallei/pseudomallei (ruam ve<br />

melidioz)<br />

• Salmonella türleri (tifo)<br />

• Shigella dysenteriae (dizanteri)<br />

• Escherichia coli (O157:H7, EHEC)<br />

• Vibrio cholerae (kolera)<br />

• Rikettsia prowazekii (tifüs)<br />

Kategori C’deki Bakteriyel Etkenler<br />

• Mycobacterium tuberculosis (tüberküloz/<br />

verem)<br />

Bruselloz<br />

Hastalık ortaya çıkınca ateş, baş ağrısı, kas,<br />

eklem, sırt ağrıları, terleme ayrıca depresyon,<br />

zihinsel ve ruhsal durum değişiklikleri vardır.<br />

Ölümler yaygın değildir. İnsandan insana geçiş<br />

nadirdir. Dolayısıyla izolasyon önerilmez.<br />

Kontamine materyallere karşı standart enfeksiyon<br />

kontrol önlemleri önerilmektedir. Enfekte<br />

elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart<br />

dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />

etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />

edilmelidir. Hayvanlara yönelik aşı bulunmaktadır<br />

ancak insanlar için henüz aşı mevcut değildir.<br />

Hastalığın erken döneminde tedavi başlanırsa<br />

altı hafta oral doksisiklin ve rifampisin veya<br />

altı hafta oral doksisiklin ile birlikte üç hafta<br />

streptomisin tedavide başarılıdır. Kronik enfeksiyonda<br />

tedavi süresi uzun olmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Veba<br />

Bir-altı günlük kuluçka süresinden sonra başlayarak<br />

yüksek ateş, titreme, baş ağrısını takiben<br />

kanlı balgamlı öksürük, ilerleyen solunum güçlüğü,<br />

zorlu ve sesli solunum, morarma ve sindirim<br />

sistemi ile ilgili şikayetler vardır. Ölüm<br />

solunum ve dolaşım yetmezliğinden ya da kanama<br />

bozukluklarından olur.<br />

Pnömonik vebada sıkı hava yolu tedbirleri<br />

uygulanmalıdır. Hasta izole edilmelidir. Hasta<br />

ve hastaya bakım verenler cerrahi maske takmalıdır.<br />

Eğer izolasyon odası yoksa pnömonik<br />

vebası olanlar aynı odada takip edilebilir.<br />

Enfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya<br />

standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid,<br />

%70 etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />

edilmelidir.<br />

Veba aşısı salgın durumunda sadece kontamine<br />

materyallerle uğraşan yüksek riskli gruba (sağlık<br />

personeli ve laboratuvar personeli) önerilir.<br />

Greer firması tarafından üretilen aşı “Food and<br />

Drug Administration (FDA)” onaylıdır. Uzun<br />

süreli koruyuculuk sağlayamıyor. Yersinia<br />

pestis’e karşı hazırlanmış ölü ve canlı aşıların<br />

koruyuculuğu bubonik vebada orta düzeydedir<br />

ancak pnömonik vebaya karşı koruyucu değildir.<br />

Ölü aşının koruyuculuğu kısa sürelidir<br />

(3-12 ay). Bu nedenle periyodik aşılama (her<br />

altı ayda bir 0.2 mL) önerilmektedir. Bağışıklığın<br />

gelişimi için bir aya ihtiyaç olması ve ilk aşıdan<br />

sonra altı ay ara ile iki adet booster doz aşı yapılması<br />

gerektiğinden dolayı veba salgınında profilakside<br />

aşılama nadiren kullanılır. Ayrıca, ağır<br />

enfeksiyonda aşı ile kazanılmış bağışıklık yetersiz<br />

kalır. Dolayısıyla enfekte hastaya veya kontamine<br />

materyallerle yakın temasta olanlarda son<br />

maruziyetten sonra bir hafta antimikrobiyal<br />

profilaksi önerilir. Doksisiklin ve siprofloksasin<br />

profilakside kullanılabilir. Antimikrobiyal tedavi<br />

hastalığın erken döneminde başlanılmalı ve<br />

ateş düştükten sonra en az üç gün süre ile verilmelidir.<br />

<strong>Tedavi</strong>de streptomisin, gentamisin, tetrasiklin,<br />

doksisiklin, kloramfenikol ve siprofloksasin<br />

kullanılabilir. Biyoterör olaylarında<br />

laboratuvarda üretilen çoğul dirençli suşların<br />

kullanılabileceği unutulmamalıdır.<br />

Q Ateşi<br />

Coxiella burnetii’nin oluşturduğu, akut bir<br />

enfeksiyon hastalığıdır. Sporadik veya epidemik<br />

formlarda olabilen hastalığın, en önemli hayvan<br />

Vedat Turhan<br />

kaynağı koyun, keçi ve sığırlardır. Enfekte hayvanların<br />

dışkıları ile kontamine olmuş havanın<br />

solunması ile insana bulaşır.<br />

Tipik klinik tablo titreme ile yükselen ateş, şiddetli<br />

baş ağrısı, göz dibi ağrısı, bitkinlik ve kas<br />

ağrıları ile seyreder. Akciğer tutulumu sıktır.<br />

Klinik olarak dört tablo ile karşımıza çıkar.<br />

1. Belirtisiz enfeksiyon,<br />

2. Akut ateşli hastalık,<br />

3. Pnömonik form,<br />

4. Akciğer dışı yerleşim (hepatit, endokardit,<br />

osteomiyelit, nörolojik tutulum).<br />

Pnömonik formda 20 günlük (14-39 gün) en<br />

erken ise 10 günlük kuluçka döneminden sonra<br />

titremeyle yükselen ateş, şiddetli baş ağrısı, şiddetli<br />

halsizlik, kas ağrıları olmaktadır. Bunlara<br />

ek olarak göğüs ağrısı, öksürük, bulantı, kusma<br />

ve ishal gelişebilir. Hastalar genellikle hayati<br />

tehlike açısından kritik durumda olmazlar.<br />

Hastalık iki gün ile iki hafta arasında sürer.<br />

Hastaların izolasyonu önerilmez. Enfekte elbiseler<br />

ve materyaller otoklavda veya standart<br />

dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />

etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />

edilmelidir. İnaktive aşı laboratuvar çalışanları<br />

ve diğer yüksek riskliler için önerilir. Semptomlar<br />

başlamadan önce tetrasiklin veya doksisiklin<br />

başlanılması önerilir.<br />

Tularemi<br />

Solunum, sindirim veya cilt yoluyla mikropla<br />

karşılaşmadan bir-iki gün sonra başlayan lenf<br />

bezlerinde büyüme, ciltte yara, ateş baş ağrısı,<br />

halsizlik, öksürük ve yara açılması söz konusudur.<br />

Hastaların karantinaya alınması ve temas<br />

edenlerin aşılanması önerilmez. Açık yara ve<br />

ülserlerden drenaj oluyorsa standart enfeksiyon<br />

kontrol önlemleri uygulanmalıdır. Enfekte elbiseler<br />

ve materyaller otoklavda veya standart<br />

dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid, %70<br />

etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />

edilmelidir.<br />

Solunum ve inhalasyon yolu ile kazanılan enfeksiyonda<br />

intradermal uygulanan canlı aşılar<br />

koruyucudur. Antimikrobiyal profilakside oral<br />

doksisiklin veya siprofloksasin 14 gün önerilir.<br />

<strong>Tedavi</strong>de streptomisin günde iki kez 15 mg/kg<br />

dozunda 10 gün süre ile önerilir. Diğer tedavi<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 133


Biyoterörizm:<br />

Etken Bakteriler<br />

seçenekleri gentamisin, doksisiklin veya siprofloksasindir.<br />

Burkholderia mallei (Ruam)<br />

Burkholderia mallei tarafından oluşturulur.<br />

İnsanlara genellikle hayvanlardan bulaşır ve<br />

akut veya kronik seyredebilir. Aslında tek tırnaklı<br />

hayvanların (at, eşek, deve, inek vb.) ve<br />

kedilerin hastalığıdır. İnsandan insana bulaşı<br />

son derece azdır. 1-10 mikroorganizma hastalık<br />

tablosunun oluşması için yeterlidir. Genel<br />

durum bozukluğu, eklem ve baş ağrısı, nazal<br />

mukozada lezyonlar ile ortaya çıkar. İki haftalık<br />

inkübasyon periyodunu izleyen ateş, bronkopnömoni,<br />

lenfadenopati ve cilt lezyonları ortaya<br />

çıkar. Hastalığın 5-7. günlerinde cilt altı ve kas<br />

dokusunda içi püy dolu şişlikler görülür.<br />

Aşısı yoktur. Drene olan lezyonlar, kan, kontamine<br />

sekresyon veya diğer materyaller için standart<br />

enfeksiyon kontrol önlemleri önerilir.<br />

Enfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya<br />

standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksid,<br />

%70 etanol, fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte<br />

edilmelidir.<br />

<strong>Tedavi</strong>de sülfadiazin ve sülfadizim önerilir.<br />

Bakteri aynı zamanda tetrasiklin, siprofloksasin,<br />

streptomisin, novobiyosin, gentamisin, sülfonamidler<br />

veya imipenem ve doksisiklin kombinasyonuna<br />

da duyarlıdır. Uzamış antibiyoterapiye<br />

rağmen relapslar izlenebilir.<br />

Burkholderia pseudomallei (Melioidiyoz)<br />

Drene olan lezyonlar, kan, kontamine sekresyon<br />

veya diğer materyaller için standart enfeksiyon<br />

kontrol önlemleri önerilir. Enfekte elbiseler ve<br />

materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla<br />

(hipoklorid, peroksid, %70 etanol,<br />

fenol, kuaterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.<br />

Aşısı yoktur. Ağır melioidiyoz tedavisinde<br />

parenteral imipenem veya seftazidim 10 gündört<br />

hafta süre ile önerilir. Daha sonra ise oral<br />

amoksisilin-klavulanik asit veya TMS ve doksisiklin<br />

kombinasyonu ile tedavi 10-18 haftaya<br />

tamamlanır.<br />

Rickettsia prowazekii (Epidemik Tifüs)<br />

Hastaların izolasyonu önerilmez. Hastalarla<br />

yakın temasta olanlar 15 gün ateş açısından göz-<br />

134<br />

lenmelidir. Bitlere karşı insektisidlerin kullanılması<br />

önerilir. Doksisiklin profilakside ve tedavide<br />

etkilidir.<br />

Bacillus anthracis (Şarbon)<br />

B. anthracis ciltte siyah kömür renginde lezyonlara<br />

sebep olmasından dolayı Yunanca’da kömür<br />

anlamına gelen “anthrakis” kelimesinden türetilmiştir.<br />

B. anthracis aerobik, gram-pozitif,<br />

sporlu, hareketsiz bir “Bacillus” türüdür.<br />

Flagellasız vejetatif form 1-8 µm uzunluğunda,<br />

1-1.5 µm genişliğinde olmak üzere büyükçe bir<br />

yapıya sahiptir. Spor büyüklüğü ise yaklaşık<br />

olarak 1 µm’dir. Sporlar 37°C’deki rutin laboratuvar<br />

plaklarında kolaylıkla üremektedir. Tipik<br />

olarak bambu kamışı görüntüsü (mikroskobik)<br />

ve kıvrımlı saç görüntüsü (koloni görüntüsü)<br />

söz konusudur. Koyun kanlı agarda hemoliz<br />

yapmaz. Şarbon sporları insan ya da hayvan<br />

konakçıları gibi aminoasit, nükleozidler ve glukoz<br />

gibi yapıtaşlarından zengin ortamlara ulaştığında<br />

germinasyon gösterir ve hızlıca çoğalmaya<br />

başlar. Besin kaynakları bittiğinde ise spor<br />

oluşturma eğilimindedir. Şarbon basilinin tam<br />

virülans gösterebilmesi için antifagositer özellikteki<br />

kapsülünün intakt olması ve beraberinde<br />

üç adet toksin komponentinin (koruyucu antijen,<br />

lethal faktör ve ödem faktörü gibi) olmasına<br />

ihtiyaç vardır. Vejetatif bakteri formu insan ya<br />

da hayvan konaklarının dışında hayatta kalması<br />

zorlaşmaktadır. Örneğin; su içerisine inoküle<br />

edilen şarbon basilleri 24 saat içerisinde süratle<br />

azalmakta ve saptanamaz hale gelmektedir. Öte<br />

yandan şarbon sporlarının dış ortamda onlarca<br />

yıl yaşamını devam ettirebilmesi bu bilgilerle bir<br />

paradoks oluşturmaktadır.<br />

Akciğer (İnhalasyon) Şarbonu<br />

Akciğer şarbonu 1-5 µm boyutlarındaki sporlu<br />

partiküllerin alveoler boşluğa yerleşmeleri<br />

sonucunda gelişir. Makrofaj sporları fagosite<br />

eder, bir kısmı lizise uğrar ve tahrip olur.<br />

Yaşayan sporlar lenfatik kanallar aracılığıyla 60<br />

gün sonrasına kadar jerminasyonun görülebileceği<br />

mediastinal lef nodlarına taşınır. Sporların<br />

vejetatif forma gecikmiş transformasyonundan<br />

sorumlu mekanizma tam çözülememiş olmakla<br />

birlikte oldukça iyi dokümante edilmiş durumdadır.<br />

Sverdlovsk faciasında olguların maruziyetten<br />

2-43 gün sonra çıktığı bilinmektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Deney hayvanlarında (maymun), fatal hastalığın<br />

58 güne kadar ortaya çıkabildiği ve maruziyetten<br />

sonra 98. güne kadar ortaya çıktığı görülmüştür.<br />

Maymunlarda maruziyetten 100 gün<br />

kadar sonrasında mediastinal lenf nodlarında<br />

viabl sporların varlığı gösterilmiştir. Jerminasyon<br />

oluştuktan sonra hastalık süratle ortaya çıkar.<br />

Çoğalan bakteriden hemoraji, ödem ve nekroza<br />

yol açan toksinler salgılanır. Deneysel hayvan<br />

çalışmalarında toksin üretimi kritik seviyeye<br />

geldiğinde kan dolaşımının sterilitesi antibiyotiklerle<br />

sağlansa bile ölüm ortaya çıktığı gösterilmiştir.<br />

İnhalasyonel antraks terimi hastalığın<br />

kazanılma yolunu yansıtan bir terimdir. Antraks<br />

(şarbon) pnömonisi terimi ise yanıltıcıdır. Tipik<br />

olarak bir bronkopnömoni değildir. Sverdlovsk’ta<br />

akciğer şarbonu nedeniyle ölen kişilerin postmortem<br />

patolojik incelemelerinde tüm hastalarda<br />

“hemorajik torasik lenfadenit” ve “hemorajik<br />

mediastinit” saptanmıştır. Hastaların yarıya<br />

yakınında hemorajik menenjit de görülmüştür.<br />

Otopsisi yapılan hastaların hiçbirinde “bronkoalveoler<br />

pnömonik proçes” görülmemiştir. Yine<br />

otopsisi yapılan 42 hastadan 11’inde fokal,<br />

hemorajik, nekrotizan pnömonik lezyon (tüberküloz<br />

ile assosiye Ghon kompleksine analog)<br />

kanıtları elde edilmiştir.<br />

İnhalasyonel antraksın erken dönemde şüphe<br />

edilmediği sürece teşhis edilmesi zordur. Klinik<br />

tecrübeler son derece sınırlıdır. Özellikle<br />

Sverdlovsk kazası ve “Amerithrax” olgularından<br />

elde edilen bilgilere göre iki safhalı bir klinik<br />

söz konusudur. Başlangıçta nonspesifik semptomlar<br />

olarak ateş, dispne, öksürük, baş ağrısı,<br />

üşüme-titreme, halsizlik, karın ağrısı ve göğüs<br />

ağrısı görülebilir. Laboratuvar bulgularının da<br />

nonspesifik olduğu bu safha birkaç saatten birkaç<br />

güne kadar uzayabilmektedir. Bazı hastalarda<br />

kısa süreli bir iyilik hali gözlenmiştir. Pek<br />

çok hastada ise direkt olarak hastalığın fulminan<br />

safhası (ikinci safha) ortaya çıkmıştır.<br />

Sverdlovsk şarbon faciasında 79 inhalasyon antrakslı<br />

hastadan 68’inde ölüm gerçekleşmiştir.<br />

Antraks basilleri salıverildikten 30 ya da daha<br />

fazla gün sonra ortaya çıkan hastalar daha erken<br />

hastalanan kişilere göre daha yüksek bir hayatta<br />

kalma şansına sahiptir. Etkilenen bölgedeki halkın<br />

bir kısmına patlamadan bir süre sonra antibiyotikler,<br />

antiantraks globulini ve aşı uygulanmıştı<br />

ancak kimlere ve ne zaman uygulandığı<br />

Vedat Turhan<br />

bilinmemektedir. Ölümcül olgularda semptomların<br />

başlaması ile ölüm arasında geçen ortalama<br />

süre üç gün kadardır. Bu süre ise deneysel<br />

maymun olgularındaki süre ile benzerdir.<br />

Hayvan modellerindeki ciddi şarbon enfeksiyonlarının<br />

fizyolojik sekelleri hipokalsemi,<br />

hiperkalemi, depresyon ve solunum merkezinin<br />

depresyonu, hipotansiyon, anoksi, solunumsal<br />

alkaloz ve terminal asidozdur. Bu hayvan çalışmaları;<br />

• Erken dönemde hemen başlanılan antibiyotik<br />

tedavisine ek olarak,<br />

• Elektrolit bozukluklarının ve asit baz imbalansının<br />

düzeltilmesi,<br />

• Glukoz infüzyonları,<br />

• Erken mekanik ventilatör desteği ve<br />

• Vazopresör uygulamalarının sürviyi iyileştireceğini<br />

göstermiştir.<br />

Cilt Şarbonu<br />

Cilt şarbonu basillerin özellikle daha önceden<br />

var olan kesi ya da sıyrıkların olduğu ve enfeksiyona<br />

duyarlı cilt içerisine doğru yerleşmesini<br />

takiben ortaya çıkar. Kollar, eller, yüz ve boyun<br />

bölgesi gibi dışa açık alanlar en sık etkilenen<br />

uzuvlardır. Cilt şarbonunda uzamış inkübasyonu<br />

destekleyen çok fazla veri yoktur. Sverdlosk<br />

olayında cilt şarbonları orijinal aerosol salınımından<br />

yalnızca 12 gün kadarlık bir süre sonunda<br />

ortaya çıkmıştır. Sporların cilt dokusu içerisinde<br />

jerminasyonundan sonra toksin üretimi<br />

lokal ödem teşekkülü ile sonuçlanmıştır.<br />

Başlangıçta prüritik bir makül ya da papül şeklinde<br />

olan lezyon genişleyerek ikinci günden<br />

itibaren yuvarlak bir ülsere dönüşür. Takiben<br />

1-3 mm çapındaki veziküller gözükebilir ve<br />

Gram boyamada görülebilen çok sayıda mikroorganizma<br />

içeren berrak veya serosanginöz<br />

renkli bir akıntı olabilir. Ağrısız, çöküntülü,<br />

siyah renkli bir eskar dokusunun gelişimi sıklıkla<br />

yaygın bir lokal ödemle birliktedir. Kabuk<br />

zamanla kurur, incelir, bir-iki hafta içerisinde de<br />

düşer. Kalıcı bir skar genellikle söz konusu<br />

olmaz. Lenfanjitis ve ağrılı lenfadenopati sıklıkla<br />

sistemik semptomlarla birlikte olabilir.<br />

Antibiyotik tedavisi eskar dokusunun gelişimini<br />

ve iyileşmesini önleyememekle birlikte sistemik<br />

hastalığın varlığını azaltır. Antibiyotik tedavisi<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 135


Biyoterörizm:<br />

Etken Bakteriler<br />

olmaksızın mortalite oranı %20 gibi yüksek<br />

olduğu buna karşılık antibiyoterapi sayesinde<br />

cilt şarbonunun nadir olduğu bilinmektedir.<br />

Gastrointestinal Şarbon<br />

Gastrointestinal şarbon sporların üst ya da alt<br />

gastrointestinal sistemde yerleşmesi ve takiben<br />

jerminasyonu sonucunda gelişir. Önceki halde<br />

şarbonun orofarengeal formu gelişir. Oral ya da<br />

özefageal ülser bölgesel lenfadenopati, ödem ve<br />

sepsisle sonuçlanır. Sonraki halde daha çok terminal<br />

ileum ya da çekumda gözüken primer<br />

intestinal lezyonlarla sonuçlanır. Primer intestinal<br />

tutulum başlangıçta bulantı, kusma ve bitkinlikle<br />

kendini gösterir ve hızla kanlı ishal,<br />

akut abdomen veya sepsise ilerler. Masif asit<br />

bazı gastrointestinal sistem şarbon olgularında<br />

müşahade edilmiştir. Akciğer ya da cilt şarbonunda<br />

gözüken sepsis sendromuna benzer<br />

şekilde ilerlemiş enfeksiyon tablosu gastrointestinal<br />

sistem şarbonunda da gözükebilir. Bazı<br />

otörler inhalasyon (akciğer) şarbonunda olduğu<br />

gibi agresif medikal girişimlerin mortaliteyi<br />

azaltabileceğini öngörmüşlerdir, ancak erken<br />

tanı güçlükleri ile birlikte ölüm hemen hemen<br />

kaçınılmazdır.<br />

Teşhis<br />

• Öncelikle belirtmek gerekir ki, doğal şarbon<br />

enfeksiyonlarının son derece azaldığı bir ortamda<br />

şarbon enfeksiyonunun hele hele bir tek<br />

akciğer şarbonunun bile görülmesi son derece<br />

şüphe ile karşılanmalı ve biyolojik savaş riski<br />

konusunda uyarıcı olmalıdır.<br />

• Bir bölgede ya da şehirde çok sayıda akut başlangıçlı<br />

%80 ya da daha fazla olgu fatalite oranları<br />

ile birlikte grip benzeri olguların görülmesi<br />

ve tüm ölümlerin yarıya yakınının 24-48 saat<br />

içinde görülmesi şarbon ya da vebaya bağlı pnömoni<br />

olma olasılığını akla getirmelidir.<br />

Günümüzde antraks sporları içeren aerosol<br />

bulutlarını etkili bir şekilde saptayan uyarı sistemleri<br />

henüz mevcut değildir.<br />

Şarbonun teşhisinde kullanılabilecek hızlı tanısal<br />

testler olarak koruyucu antijene yönelik<br />

geliştirilmiş ELISA ve polimeraz zincir reaksiyonu<br />

testleri ülkemiz de dahil olmak üzere bazı<br />

referans laboratuvarlarında mevcuttur.<br />

136<br />

İlerlemiş şarbon hastalığında bakteriyel yük çok<br />

artabilir ve primat çalışmalarında da görüldüğü<br />

şekli ile santrifüje edilmemiş periferik kan yaymasının<br />

Gram ile boyanmış preparatlarında<br />

antraks basilleri görülebilir. Günümüzde çok<br />

yaygınlaşmış olan tam kan cihazlarına mahkum<br />

olunmuşsa bu imkanımızı kaybetmişiz demektir.<br />

En faydalı mikrobiyolojik yöntem altı ila 24 saat<br />

içerisinde üremenin gerçekleştiği standart kan<br />

kültürleridir. Eğer laboratuvar şarbon olasılığı<br />

konusunda uyarılmışsa biyoşimik çalışmalar ve<br />

koloni morfolojisinin incelenmesi 12-24 saat<br />

sonrasında ön teşhisi sağlamalıdır. Kesin tanı<br />

bir-iki gün ilave süre gerektirir ancak bu birkaç<br />

ulusal referans laboratuvarında mümkün olur.<br />

Bununla birlikte laboratuvar şarbon konusunda<br />

uyarılmamışsa B. anthracis tam olarak identifiye<br />

edilemeyebilir. Rutin laboratuvar prosedürleri<br />

içerisinde Bacillus türleri kan kültürlerinden 24<br />

saatte izole edilebilir fakat çoğu laboratuvardan<br />

istekte bulunulmadığı sürece ileri identifikasyona<br />

gitmez. ABD’deki izole edilen Bacillus türlerinin<br />

çoğu Bacillus cereus’a aittir. Laboratuvar ve<br />

klinisyen bu izolasyonun örneğin kontaminasyonundan<br />

kaynaklanıp kaynaklanmadığına<br />

karar vermelidir. Kan kültüründe B. anthracis<br />

pozitifliği uzun yıllardır saptanmamasına rağmen<br />

biyolojik savaş aracı olarak şarbonun kullanılması<br />

halinde erken tanı da hayati öneme<br />

haiz olduğundan laboratuvar prosedürleri olası<br />

B. anthracis izolasyonuna yönelik modifiye edilmelidir.<br />

Balgam kültürü ve Gram boyama pnömoni<br />

olguları dışında tanısal bir öneme sahip değildir.<br />

Cilt şarbonu söz konusu ise veziküler sıvının<br />

Gram boyaması ve kültürü tanının kesinleştirilmesine<br />

imkan tanır.<br />

Akciğer şarbonunun hızlı giden ve fatal sonlanan<br />

özelliği nedeniyle çoğu kez ancak postmortem<br />

incelemelerle tanı konulabilmektedir.<br />

Sağlıklı bir yetişkinde gelişen torasik hemorajik<br />

nekrotizan lenfadenit ve hemorajik nekrotizan<br />

mediastinit varlığı akciğer şarbonunun tanısı<br />

açısından patognomoniktir. Hemorajik menenjitin<br />

varlığı da şarbon şüphesi açısından ciddi<br />

bir belirtidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Şarbon Aşısı<br />

Şarbondan korunmaya yönelik canlı spor aşıları,<br />

Çin ve Rusya dışında insanlarda kullanılmamakta<br />

sadece hayvanların aşılanmasında kullanılmaktadır.<br />

B. anthracis protektif antijenleri ile<br />

hazırlanmış aşılar ise sadece İngiltere ve<br />

Amerika’da lisans almıştır. Deneysel çalışmalarda<br />

her iki aşının da inhalasyon şarbonunun<br />

gelişimini önlediği gösterilmiştir.<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Antibiyoterapi deri şarbonunda ve inhalasyon<br />

şarbonunda eğer semptomlar başlamadan önce<br />

veya hemen sonra başlanırsa etkilidir. Eğer toksin<br />

düzeyleri vücutta yüksek düzeylere ulaşırsa<br />

antimikrobiyal tedavi etkinliğini kaybeder. B.<br />

anthracis sporlarına hava yolu ile maruz kalan<br />

kişilerde de profilaktik antibiyoterapi önerilir.<br />

Antibiyoterapi sporlara etkili değildir.<br />

Dolayısıyla akciğerlerde biriken sporların inaktivasyonu<br />

ve temizlenmesi için tedavi süresi<br />

uzun olmalıdır. Nadiren uzamış inkübasyon<br />

süresi olduğu için antibiyoterapi süresi 60 gün<br />

önerilmektedir. Antibiyotik ile beraber aşı uygulandığında<br />

süre 40 gün olabilir. Doğal olarak<br />

gelişen şarbonda penisilin ilk seçenektir.<br />

Biyoterörizm sonucu gelişen şarbon olgularında<br />

ilk seçenek siprofloksasin olarak önerilmektedir.<br />

Biyoterör eylemlerinde tedavi ve profilaksi<br />

politikası, ilk hastalardan izole edilen B. anthracis<br />

suşlarının antibiyotik duyarlıklıklarına göre<br />

belirlenmelidir. Maruziyet sonrası profilakside<br />

protektif antijenden hazırlanmış aşı ve antibiyoterapinin<br />

birlikte kullanılması akılcı bir yaklaşım<br />

olarak gözükmektedir.<br />

Biyolojik Savaş Etkeni Kullanıldığı Nasıl<br />

Anlaşılır?<br />

• Bitki ve hayvanlarda alışılmışın dışında belirtiler,<br />

anormal renk değişiklikleri olması,<br />

• Hayvanlarda ani ve aşırı sayıda ölüm görülmesi,<br />

• Çevrede normalde o bölgede görülmeyen<br />

mantarların ve böceklerin ortaya çıkması,<br />

• İnsanlarda hızla artan ateş, öksürük ve ishal<br />

vb. durumların görülmesi,<br />

• Yaşa, coğrafyaya, mevsimlere uygun olmayan<br />

bir hastalığın ortaya çıkması.<br />

Vedat Turhan<br />

Biyolojik Savaş Etkenlerine Karşı Ne Gibi<br />

Tedbirler Alınmalıdır?<br />

İlk kural panik yapmama ve paniğe fırsat vermemedir.<br />

Zira biyolojik savaştan medet umanların<br />

en önemli hedeflerinden birisi verecekleri direkt<br />

zarardan daha çok lokal toplumda ya da dünyada<br />

dikkatleri çekmek ve medyanın da aracılığıyla<br />

korku ve panik oluşturmaktır. Biyolojik savaş<br />

etkenlerinin kullanılması halinde sağlık personeline<br />

çok önemli görevler düşmektedir. Böyle<br />

bir durumda bir salgın sırasında yapılacak bütün<br />

uygulamalar ve veriler sistemli olarak yerine<br />

getirilmelidir. Etkenin bulaşma yolu (hava, su,<br />

gıda ve hayvanlar yoluyla veya kişiden kişiye<br />

temasla) belirlenmeli, ilk görülen olgudan sonra<br />

onunla temas eden kişilerde de aynı hastalık<br />

bulgularının çıkıp çıkmadığı izlenmelidir.<br />

Etkene ne zaman maruz kalındığı mümkünse<br />

belirtilerin ne kadar sürede ortaya çıktığı soruşturulmalıdır.<br />

Etkeni belirleyebilmek amacıyla<br />

gerekli incelemeleri yapmak üzere hasta kişilerden<br />

inceleme materyali (kan, idrar, dışkı, boğaz,<br />

yara sürüntüleri gibi) alınmalıdır. Eğer hastalık<br />

aniden başlayıp pek çok kişide görüldü ise tek<br />

kaynak salgınından kuşkulanılmalıdır. Biyolojik<br />

savaşta olguların epidemiyolojik özellikleri tanı,<br />

tedavi ve tedbir almada çok önemli ipuçları sağlar.<br />

Halk ishal, ateş ve öksürük gibi belirtilerin<br />

ortaya çıktığı durumlarda almaları gereken tedbirler<br />

hakkında eğitilmelidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Alp E, Doğanay M. Biyoterörizm.Yoğun Bakım Dergisi<br />

2006;6:135-46.<br />

2. Anthrax case not closed: panel reviews Bruce Ivins, mail<br />

probe. http://www.usatoday.com/tech/science/2009-08-<br />

03-anthrax-ivins_N.htm<br />

3. http://www.usamriid.army.mil/education/bluebook.html<br />

4. http://www.cdc.gov/ncidod/hip/Bio/13apr99APIC-<br />

CDCBioterrorism.pdf<br />

5. Inglesby, TV, Henderson DA, Bartlett JG, et al, for the<br />

Working Group on Civilian Biodefense: anthrax as a biological<br />

weapon: medical and public health management.<br />

JAMA 1999;281:1735-45.<br />

6. Pahsa A. Veba. İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji. Yenen OŞ, Eraksoy H (editörler). Nobel Tıp<br />

Kitabevleri, 2000:319-27.<br />

7. Tularemia as a Biological weapon. JAMA 2001;285:2763-<br />

73.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 137


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

Doç. Dr. İsmail Yaşar Avcı<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Ankara<br />

139


Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

Biyoterörizm; kişiler, gruplar veya hükümetler<br />

tarafından gerek ideolojik, gerekse politik<br />

veya finansal kazanç sağlamak amacıyla<br />

hastalık yaratıcı patojenlerin açık veya gizli<br />

şekilde yayılması olarak tanımlanabilir.<br />

Biyolojik silah tanımı başkalarına zarar vermek<br />

amacıyla maksatlı olarak kullanılan enfeksiyöz<br />

ajanlar ana unsur olmakla birlikte sıklıkla biyolojik<br />

olarak oluşan toksin ve zehirleri de kapsamaktadır.<br />

Bu ajanların bazıları yüksek derecede<br />

öldürücüdür. Diğerleri de daha çok güçsüz<br />

bırakıcı, kapasite bozucu rol oynamaktadır.<br />

Biyolojik silahlar yüksek düzeyde harabiyet<br />

vericidir. Kitlesel yıkım silahları olarak da<br />

adlandırılır. Uygun ortamlarda kendilerini<br />

çoğaltır, kalıcı hale getirebilirler. Tüm koruyucu<br />

önlemleri etkisiz kılacak şekilde mutasyona<br />

uğrayabilirler. İkincil bulaşları en önemli özellikleridir.<br />

Hastalıkları Kontrol ve Önleme<br />

Merkezi (Centers for Disease Control and<br />

Prevention; CDC) biyoterörizm etkenlerini<br />

yayılım özellikleri, ölümcüllükleri ve toplumsal<br />

etkileri açısından üç ana kategoriye ayırmıştır.<br />

Kategori A<br />

Ulusal güvenlik için risk oluşturan etkenler<br />

olup, kolayca yayılabilmekte ya da insandan<br />

insana geçebilmektedir. Bu kategorideki etkenler<br />

yüksek mortalite oranlarına ve halk sağlığı<br />

üzerine önemli etki yapma özelliğine sahiptir.<br />

Panik ve karmaşaya neden olabilirler. Toplum<br />

sağlığının korunması için özel hazırlık ve eylem<br />

planlarına gereksinim vardır.<br />

Kategori B<br />

Bu kategoride toplum sağlığı açısından ikinci<br />

öncelikli etkenler yer almakta olup, orta düzeyde<br />

bulaşıcıdır. Morbiditesi kısmen daha az ve<br />

mortalitesi düşüktür. Ancak tanı amaçlı kapasite<br />

artırımı ve gelişmiş sürveyans sistemi gerekmektedir.<br />

Kategori C<br />

Bu kategoride yer alan etkenler arasında gelecekte<br />

kitlesel yayılım tehdidi oluşturabilecek<br />

etkenler yer almaktadır. Bu etkenler kolay elde<br />

edilebilir, üretimleri ve yayılımları kolaydır ve<br />

yüksek morbidite ve mortalite oranı potansiyeli<br />

ile önemli sağlık etkileri olabilir.<br />

140<br />

VİRÜSLER<br />

Çiçek Virüsü = Smallpox (Variola Major)<br />

Çiçek hastalığının biyolojik silah olarak ilk kez<br />

Kuzey Amerika’da İngilizler tarafından kullanıldığı<br />

bilinmektedir. Amerikan yerlilerine dağıttıkları<br />

enfekte battaniyeler ile çiçek virüsünü<br />

bulaştırmışlardır. Aşılama öncesi dönemde çiçek<br />

hastalığı tüm dünyayı tehdit eden bir hastalık<br />

olmuştur. Variola major ve daha hafif formu<br />

olan variola minor (alastrim) olmak üzere iki<br />

formu vardır. Çiçek hastalığının eradike edilmediği<br />

dönemlerde bu iki tablo sadece klinik olarak<br />

ayırt edilebilirken, şimdilerde virolojik olarak<br />

da ayırt edilebilmektedir.<br />

Çiçek hastalığının biyolojik silah olarak kullanılma<br />

ihtimalinin yüksek olmasının en önemli<br />

nedeni insandan insana bulaşmasıdır. Enfeksiyöz<br />

doz bilinmemekle beraber çok az virion ile<br />

bulaşmanın olabileceği tahmin edilmektedir.<br />

Bulaşma temelde damlacıklar veya aerosollerle<br />

olmasına karşın direkt temas ile de bulaşma<br />

olabilmektedir. Kontamine giysiler ve çarşaflar<br />

virüsü yayabilir.<br />

Bilinen hayvan rezervuarı ve vektörü yoktur.<br />

Hastalık 12-14 (17 güne kadar uzayabilir) günlük<br />

bir kuluçka döneminden sonra ateş, halsizlik,<br />

bitkinlik ile birlikte baş ağrısı ve sırt ağrısıyla<br />

başlar. Bazen ciddi karın ağrısı ile deliryum<br />

gelişebilir. Önce ağız ve farenks mukozasında,<br />

yüzde ve kollarda makülopapüler döküntüler<br />

oluşmaya başlar, sonra tüm vücuda yayılır.<br />

Püstüller karakteristik olarak yuvarlak, gergin<br />

ve dermise kadar derinliğe inmektedir.<br />

Döküntüler 8-9. günde kabuklanmaya başlar ve<br />

iz bırakarak iyileşir.<br />

Tükürükteki virüs miktarı hastanın en bulaştırıcı<br />

olduğu birinci haftada en üst düzeydedir.<br />

Sekonder bakteriyel enfeksiyonlar pek sık<br />

görülmemekte ve ölüm dolaşan immün kompleksler<br />

ile solubl variola antijenlerinin birlikte<br />

olduğu toksemi nedeniyle ve büyük çoğunlukla<br />

da ikinci haftada görülmektedir. Olguların %90’ı<br />

kolayca tanınsa da hemorajik ve malign formlarına<br />

kolay tanı konulamamaktadır. Lezyonlar<br />

yüz ve ekstremitelerde daha yoğundur (sentrifugal<br />

dağılım). Lezyonların hepsi aynı gelişimi<br />

gösterir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Çiçek hastalığının laboratuvar doğrulamasının<br />

yapılması çok önemlidir. Bu amaçla örnek alma<br />

işlemini yakın dönemde aşılanmış (ya da o gün<br />

aşılanmış) bir personel yapmalıdır. Bu işlemi<br />

yaparken de mutlaka maske ve eldiven kullanmalıdır.<br />

Çiçek saldırısı = salgını çok önemli bir halk sağlığı<br />

sorunudur. Kitlesel aşılama veya olguların<br />

ve yakın temasta bulunanların kesin izolasyonu<br />

sağlanmadan salgının kontrol altına alınması<br />

mümkün değildir. Etken ile karşılaşmadan sonraki<br />

ilk dört gün içinde yapılan aşılamanın<br />

enfeksiyonun gelişimini önlemede bir miktar<br />

etkisi olmakla birlikte belirgin bir şekilde ölümden<br />

korumaktadır.<br />

Aşı komplikasyonları arasında postvaksinal ensefalit,<br />

progresif vaksinya (Vaccinia Gangrenosa),<br />

egzama vaksinatum, jeneralie vaksinya ve hatalı<br />

inokülasyonlar sayılabilir. Egzama benzeri cilt<br />

lezyonu olanlar, immün sistemi baskılanmış<br />

olanlar, HIV ile enfekte olanlar, kalıtsal immünyetmezliği<br />

olanlar ile hamileler aşı komplikasyonları<br />

için risk grubunu oluşturmaktadır.<br />

Virüs aerosol tarzında ortama salınır ve ultraviyole<br />

ışığa maruz kalmazsa ise 24 saat hatta<br />

uygun şartlarda daha uzun süre kalabilmektedir.<br />

Yüksek hava ısısında (31-33°C) ve nemde (%80)<br />

aerosol olarak salınan virüs altı saat içinde<br />

hemen hemen tamamıyla yok olur. Daha düşük<br />

ısı (10-11°C) ve nemli (%20) ortamlarda 24 saat<br />

kadar canlı kalabilir.<br />

Viral Ensefalit Yapan Etkenler<br />

Spesifik etkenler:<br />

• Eastern equine encephalitis virus<br />

• Japanese encephalitis virus<br />

• Lymphocytic choriomeningitis virus<br />

• Rift valley fever virus<br />

• Russian Spring-Summer encephalitis virus<br />

• Tick-borne encephalitis virus<br />

• Venezuelan equine encephalitis virus<br />

• West Nile virus<br />

• Western equine encephalitis virus<br />

Ensefalite neden olan bu viral ajanların her biri<br />

bir arbovirüs olup böcekler veya örümcekgiller<br />

tarafından bulaştırılır. Bu vektörler Culicidae<br />

ailesinden sivrisinekler ya da kenelerdir.<br />

İsmail Yaşar Avcı<br />

Diğer nedenler: Ayırıcı tanıda aşağıda yer alan<br />

virüsler dahil diğer birçok viral ve bakteriyel<br />

etken de yer almalıdır.<br />

• Adenovirüs,<br />

• Herpes simpleks,<br />

• Varisella-zoster,<br />

• Sitomegalovirüs,<br />

• Epstein-Barr virüs,<br />

• Measles virüs,<br />

• Neisseria veya Haemophilus menenjiti.<br />

Hemorajik ateş virüsleri ile inmeler de ayırıcı<br />

tanıda diğer nedenler arasında yer almalıdır.<br />

Risk grupları: Ergenlik öncesi dönem çocuklar<br />

ile yaşlılar mortalite ve komplikasyonlar açısından<br />

en riskli gruptadır. Bu gruplar için Batı Nil<br />

virüsü ile oluşan ensefalit tablosu çok daha<br />

belirgin mortalite ve komplikasyon riski oluşturmaktadır.<br />

At ensefaliti virüsü için özel riskli<br />

yaş grubu bulunmazken, atlar ile yakın temasta<br />

olanlar daha fazla enfeksiyon riski taşır.<br />

İlk ipucu: Baş ağrısı nedeniyle işe ya da okula<br />

devamsızlık veya şiddetli ve sürekli baş ağrısı ile<br />

müracaat edenlerin sayılarındaki artış saldırı<br />

için ilk ipucu olabilir.<br />

Artış dönemi: Kuluçka dönemi 3-21 gün olmasına<br />

karşın olguların çoğunda bulaş sonrası<br />

5-15. günlerde hastalık ortaya çıkar. Saldırı sonrasında<br />

ilk olgudan 2-3 gün sonra olgu sayısında<br />

artışın başlaması ve 7-10 gün içinde de olgu<br />

sayısının tepe noktaya ulaşması beklenir. Enfekte<br />

vektörlerin salınımı kontrollü bir şekilde yapılırsa<br />

artış gecikebilir ve daha uzun sürebilir.<br />

Hayvan göstergeleri:<br />

• At ensefalit virüsü ve Batı Nil virüsü atları<br />

etkiler.<br />

• Batı Nil virüsü ötücü kuşları ve rezervuar olan<br />

benzerlerini etkiler.<br />

• Japon ensefalit virüsü domuzları rezervuar<br />

olarak kullanır.<br />

• Lenfositik koriyomenenjit virüsü fareleri<br />

rezervuar olarak kullanır.<br />

Viral ensefalit virüsleri ile olan salgınlarda = saldırılarda<br />

başarılı olabilmek için halk sağlığı,<br />

tarım, veterinerlik ve yaban hayatı ile ilgili birimlerin<br />

çok iyi koordinasyon yapması zorunludur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 141


Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

Temel tedavi: Bu gruptaki hiçbir virüs için spesifik<br />

tedavi bulunmadığından tedavi tamamen<br />

semptomatik destek tedavisidir.<br />

Temel tıbbi malzemeler:<br />

• Analjezikler,<br />

• Antienflamatuvarlar,<br />

• Elektrolitler,<br />

• Antikonvülzanlar.<br />

Semptomlar: Viral ensefalit virüslerinin klinik<br />

tablosunun şiddeti çok değişkenlik göstermektedir.<br />

Olguların %1’inden daha az bir grupta<br />

klinik olarak önemli semptomlar ortaya çıkabildiği<br />

(Japon ensefalit virüsü) gibi bazı olgularda<br />

(at ensefaliti virüsü) ölümcüllük %10’lara varabilir.<br />

Bu nedenle ilk ağır olgu ortaya çıktığında<br />

baş ağrısı ve grip benzeri yakınmaları nedeniyle<br />

işe ya da okula devamsızlık yapanlar ile subklinik<br />

olguların insidansını incelemek gerekir.<br />

Hafif olgularda baş ağrısı ve nonspesifik grip<br />

benzeri semptomlar görülürken ve orta şiddetli<br />

olgularda ateş, bulantı, yüzde solukluk ve baş<br />

dönmesi ve iştahsızlık görülür. Büyük ölçekli<br />

salgınlarda bu olgular bilgilendirilmek kaydı ile<br />

tedavi edilmeden evlerine gönderilebilir. Böylece<br />

tıbbi kaynaklar daha ciddi olgulara ayrılmış<br />

olur.<br />

Ciddi olgularda kusma, ishal, dezoryantasyon,<br />

ense sertliği, aseptik menenjit, letarji ve meningoensefalit<br />

bulgular bulunur. Çok şiddetli ve<br />

ölümcül olgularda ise ciddi nörolojik bulgular<br />

saptanır. Bu bulgular arasında koma, konvülziyon,<br />

aşırı terleme, hipertermi, huzursuzluk,<br />

parezi ve paraliziler, uykuya meyil, taşipne ve<br />

tremor olarak sayılabilir.<br />

Sekel: Ciddi viral ensefalit olguların sağ kalanlarında<br />

nörolojik veya psikiyatrik sekellere sık<br />

rastlanmaktadır.<br />

Sağlık personeli için öneriler: İlk saldırıda<br />

etkilenen olgulardan diğer insanlara ikincil<br />

bulaş nispeten az görülmektedir. Bu nedenle<br />

hastalara yaklaşımda standart ya da evrensel<br />

önlemlerin alınması yeterli olabilir.<br />

Yayılımı artırmamak için laboratuvar tanı için<br />

alınacak biyolojik örnekler ve vücut sıvıları en<br />

üst düzey güvenlik tedbirleri ile taşınmalıdır.<br />

142<br />

Vektör kontrolü: Bu etkenlerin büyük çoğunluğu<br />

sivrisinek ya da kenelerle taşınmaktadır.<br />

Salgın başlar başlamaz örnek toplama ve inceleme<br />

yapılmasına başlanmalıdır. Lenfositik koriyomenenjit<br />

görüldüğünde ise kemiriciler incelenmelidir.<br />

Görsel ve işitsel medya aracılığı ile<br />

topluma sivrisinek ve kene ısırıklarının azaltılması<br />

için eğitici bilgiler verilmelidir.<br />

Viral Hemorajik Ateş Etkenleri<br />

Viral hemorajik ateş etkenleri ve semptomlar<br />

Tablo 1’de görülmektedir.<br />

Ayırıcı tanı: Olguların çoğunda sıtma elimine<br />

edilmelidir. Baş ağrısı yapan birçok hastalık ayırıcı<br />

tanıda mutlaka yer almalıdır (borelyoz,<br />

hemorajik çiçek, influenza, leptospiroz, kızamık,<br />

psittakoz, riketsiyozlar, salmonelloz, gramnegatif<br />

sepsisler, septisemik veba, şigelloz, stafilokokal<br />

sepsis, toksik şok sendromu, tripanozomiyaz;<br />

viral hepatitler).<br />

Pıhtılaşma bozuklukları, lösemiler ve konnektif<br />

doku hastalıkları da ayırıcı tanıda yer almalıdır.<br />

Risk grupları: Spesifik yaş ve risk grubu bulunmamaktadır.<br />

İlk ipucu: Belirgin bir nedene bağlı olmaksızın<br />

işe ya da okula devamsızlık, miyalji, baş ağrısı ve<br />

genel vücut kırgınlığı sıklıkla belirtilmiştir.<br />

Devamsızlık zemininde sarılık ya da kanlı kusma<br />

gelişimi viral hemorajik ateş virüsleri ile yapılmış<br />

bir saldırıyı = salgını düşündürmelidir.<br />

Artış dönemi: Kuluçka dönemi 2-21 gün olmasına<br />

karşın olguların çoğunda bulaş sonrası<br />

3-10. günlerde hastalık ortaya çıkar. Saldırı sonrasında<br />

ilk olgudan iki-üç gün sonra olgu sayısında<br />

artışın başlaması ve 7-10 gün içinde de<br />

olgu sayısının tepe noktaya ulaşması beklenir.<br />

Enfekte vektörlerin salınımı kontrollü bir şekilde<br />

yapılırsa artış gecikebilir ve daha uzun sürebilir.<br />

<strong>Tedavi</strong>: Tüm viral hemorajik ateş olguları etyoloji<br />

kesinleşinceye kadar ribavirin ile tedavi<br />

edilmelidir. Arenavirüs ya da bunyavirüs dışında<br />

bir etken saptanırsa kesilmelidir. 30 mg/kg ya<br />

da en fazla 2 g yükleme dozu sonrası 10 gün<br />

süre ile 1 g/gün kullanılması önerilmektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Tab lo 1. Viral hemorajik ateş etkenleri ve semptomlar<br />

Etken<br />

Filoviridae Arenaviridae Bunyaviridae Flaviviridae<br />

Ebola virus<br />

Marburg virus<br />

Karın ağrısı Var<br />

Kanama Sık<br />

Santral sinir<br />

sistemi bulguları<br />

Flexal virus<br />

Guanarito virus<br />

Junin virus<br />

Lassa ateşi virüs<br />

Machupo virus<br />

Sabia virus<br />

Var (Yeni dünya<br />

arenavirüslerinde)<br />

Semptomlar<br />

Kırım-Kongo kanamalı ateşi<br />

virüsü<br />

Rift vadisi ateşi<br />

Hantavirüs<br />

İsmail Yaşar Avcı<br />

Dengue virus<br />

Kyasanur forest disease virus<br />

Omsk kanamalı ateşi virüsü<br />

Sarı humma virüsü<br />

Omsk hemorajik ateşi<br />

virüsünde nadir<br />

Konjunktivit Var Sarı humma virüsünde<br />

konjunktiva içine de girer.<br />

Diğerlerinde konjunktivit gelişir.<br />

Öksürük Var Var<br />

DİK Sık<br />

Ateş Yüksek Kademeli artar Var Var<br />

Yüzde kızarma Var<br />

Baş ağrısı Var<br />

Hepatit İkterik (Omsk)<br />

Sarılık Var<br />

İştah kaybı Var<br />

Lenfadenopati Servikal (Lassa),<br />

Jeneralize (diğerleri)<br />

Jeneralize (Omsk)<br />

Meningoensefalit Kyasanur forest disease virus<br />

Miyalji Var Var Var<br />

Bulantı Kademeli artar<br />

Perikardiyal efüzyon Var (Lassa)<br />

Plevral efüzyon Var (Lassa)<br />

Peteşi Sık<br />

Farenjit Eksüdalı<br />

Fotofobi Var<br />

Pnömoni Nadiren (Omsk)<br />

Yorgunluk Aşırı<br />

Döküntü Makülopapüler Yumuşak damakta<br />

papüloveziküler (Omsk)<br />

Geçici (Dengue)<br />

Retinit Var<br />

(%10 Rift vadisi ateşi)<br />

Retroorbital ağrı Var<br />

Boğaz ağrısı Var (Lassa) Var (Omsk)<br />

Splenomegali<br />

Ülserleşme Yanak mukozası (Lassa)<br />

Kusma Kanlı (Sarı humma)<br />

DİK: Dissemine intravasküler koagülopati.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 143


Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

Olgu sayısı az ise intravenöz yolla verilebilir.<br />

Toplu etkilenmelerde oral yoldan verilir. Destek<br />

tedavisinde kan ve kan ürünleri ile elektrolit<br />

desteği önemli yer tutar. Kateter etrafından<br />

kanama riski nedeniyle olabildiğince oral yol<br />

kullanılmalıdır.<br />

Sağlık personeli için öneriler: Bariyer önlemleri<br />

uygulanmalı ve mümkünse negatif basınçlı<br />

odaya alınmalıdır. İkincil bulaşlar söz konusu<br />

olabileceği için sağlık personeli; koruyucu malzeme<br />

kullanımı öncesi ve sonrası el yıkama<br />

kuralını çok katı uygulamalıdır. Çift eldiven,<br />

geçirgen olmayan önlük, göz koruyucu, galoş ve<br />

bacak örtücü malzeme, maske, özel-tek kullanımlık<br />

tıbbi malzeme kullanmalı, yüzeyler sık<br />

sık dezenfekte edilmelidir.<br />

Yayılımı artırmamak için laboratuvar tanı için<br />

alınacak biyolojik örnekler ve vücut sıvıları en<br />

üst düzey güvenlik tedbirleri ile taşınmalıdır. Bu<br />

materyali taşıyanlar da özel eğitimli olmalıdır.<br />

Aşılar: Sadece sarı humma virüsü için aşı<br />

bulunmaktadır.<br />

Vektör kontrolü: Arenavirüs spesifik kemiriciler<br />

tarafından, bunyavirüs kene ve Culicidae<br />

ailesinden sivrisineklerle, flavivirüs kene ve<br />

sivrisineklerle taşınır. Filovirüs için rezervuar<br />

ve vektör bilinmemektedir.<br />

Hayvan tutulumu ve göstergeleri: Rift vadisi<br />

ateşi virüsü çiftlik hayvanlarını etkiler ve ölümlere<br />

neden olur. Bu nedenle karantina uygulaması<br />

gerekebilir. Kırım-Kongo, Dengue,<br />

Hantaan, Omsk, Rift vadisi ve Sarı humman<br />

memelileri etkileyebilir.<br />

144<br />

TOKSİNLER<br />

Bakteri Kaynaklı Toksinler<br />

a. Botulinum toksini (Botulinum toxins):<br />

Sendrom adı Botulizm<br />

Semptomlar Baş bölgesinde başlayıp vücuda<br />

ilerleyen çift taraflı bir flask paralizi<br />

mevcuttur. Paralizi; pitoz, güçsüzlük,<br />

baş dönmesi, ağız ve boğaz<br />

kuruluğu, bulanık ve çift görme,<br />

koordinasyon kaybı, solunum güçlüğü<br />

olarak görülür. Semptomların<br />

bu kadar şiddetli olmasına karşın<br />

hastanın bilinci yerindedir ve ateşi<br />

yoktur.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Tipik olarak maruziyetten 24-36<br />

saat sonra ortaya çıkar. Düşük doz<br />

semptomların ortaya çıkışını geciktirirken<br />

semptomların 12 saatten<br />

daha önce ortaya çıkması yüksek<br />

doz ve kötü prognoz göstergesidir.<br />

Hızlı tanı testi Vücut sıvılarında toksini saptayan<br />

bir test olmakla birlikte aerosol<br />

yolu ile olan zehirlenmelerde tanıya<br />

yardımcı olmamaktadır.<br />

Antidot Mevcut antitoksinler en sık 3 toksin<br />

formuna etkili olup bilinen 7 toksin<br />

varyantını kapsamamaktadır.<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Solunum desteği ve trakeostomi<br />

gerekebilir.<br />

Korunma İnaktif toksin içeren toksoid aşısı<br />

mevcuttur.<br />

İnaktivasyon Formaldehid veya hipoklorid ile<br />

inaktive edilebilir. Toksin ısıya duyarlı<br />

olup kontamine nesneler 10<br />

dakika kaynatılabilir. Su ve sabun<br />

da etkilidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


. Clostridium perfringens toksinleri:<br />

Sendrom adı Clostridium perfringens enteriti<br />

Enterotoksemi<br />

Semptomlar Şiddetli abdominal kramplar ve<br />

gazla birlikte seyreden ishal<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

8-12 saat<br />

Hızlı tanı testi ELISA testi geliştirilmiştir.<br />

Antidot Yok<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Sıvı desteği, potasyum desteği,<br />

elektrolitlerin izlenmesi<br />

İnaktivasyon Su ve sabun etkilidir. Toksini ısıya<br />

duyarlıdır.<br />

c. Mikrosistinler [Microcystins<br />

(Cyanginosins)]:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar İshal, kusma, ürperme, güçsüzlük,<br />

solukluk<br />

Hepatotoksik olup karaciğerin<br />

normal ağırlığı kadar kan göllenmesine<br />

neden olur, hepatonekroz<br />

yapar.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Ölümcül doz alındığında 1-2<br />

saat<br />

Hızlı tanı testi ELISA, florimetrik ve enzim inhibisyon<br />

yöntemleri ile saptayan<br />

ticari kitleri bulunmaktadır.<br />

Antidot Yok<br />

Destek tedavisi Karaciğer hasarı hızlı ve geri<br />

dönüşsüzdür. Tek etkin tedavi<br />

diyaliz ve karaciğer naklidir.<br />

Hayvan deneylerinde rifampin<br />

koruyucu etkiye sahiptir. Gerçek<br />

saldırı tehlikesinde profilaktik<br />

olarak kullanılabilir.<br />

İnaktivasyon Su, hava ve güçlü ışıkta<br />

stabildir. Yüksek doz klor ile<br />

inaktive edilebilir.<br />

d. Shiga toksin veya verotoksin:<br />

İsmail Yaşar Avcı<br />

Sendrom adı Dizanteri, hemorajik kolit, hemolitik<br />

üremik sendrom (etkene<br />

ve semptomlara bağlı<br />

değişir)<br />

Semptomlar Ciddi ishal, karın ağrısı, kusma,<br />

idrarda kan (hemolitik<br />

üremik sendromda)<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Doza bağımlı, birkaç saat içinde<br />

olabilir.<br />

Hızlı tanı testi İmmünassay yöntemle toksin<br />

araştırılabilir.<br />

Antidot Yok<br />

Destek tedavisi Sıvı ve elektrolit desteği, böbrek<br />

fonksiyonlarının izlenmesi<br />

İnaktivasyon Buhar, oksijenli su, gluteraldehid<br />

benzeri reaktif sterilizan<br />

maddeler<br />

e. Stafilokokal enterotoksin B:<br />

Sendrom adı Stafilokokal enterotoksin<br />

B zehirlenmesi<br />

Semptomlar Aniden 39-41°C’ye yükselen ateş,<br />

titreme, baş ağrısı, halsizlik ve<br />

nonprodüktif öksürük. Bazı olgularda<br />

nefes darlığı ve retrosternal<br />

ağrı olabilir. Ateş 2-5 gün sürer ancak<br />

öksürük 4 haftaya kadar sürebilir.<br />

Toksinin oral yoldan alınması<br />

durumunda hastalarda bulantı,<br />

kusma ve ishal bulunabilir. Stres altındaki<br />

bireylerde (savaşan askerler<br />

gibi) klinik tablo daha ağır olabilir.<br />

Genelde ölümcül olarak kabul edilmese<br />

de 40-60 saat içinde vazodilatasyon<br />

ve kan basıncındaki düşme<br />

ile şok ve ölümle sonuçlanabilir.<br />

Diğer stafilokokal toksinler toksinin<br />

etkisini artırabilir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Aerosol tarzı saldırıdan 3-12 saat<br />

sonra<br />

Hızlı tanı testi Presipitasyon testleri vardır<br />

(SMART)<br />

Antidot Yok<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

İnaktivasyon<br />

Solunum desteği, sıvı elektrolit<br />

takibi, antipiretik ve antitüssif<br />

kullanılabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 145


Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

Deniz Kaynaklı Toksinler<br />

f. Anatoksin a:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar Solunum zorluğu, aritmi ve organofosfat<br />

zehirlenmesi bulguları<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

146<br />

Dakikalar içinde (5 dakikadan az)<br />

Hızlı tanı testi Yok (su incelemesi için hızlı ve<br />

güvenilir testler bulunmaktadır)<br />

Antidot Yok (hayvan deneylerinde 2-PAM<br />

ve fizostigmin etkili)<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Solunum desteği ve semptomatik<br />

İnaktivasyon Güçlü güneş ışığı<br />

g. Konotoksinler:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar Ağrı, baş ağrısı, kollarda yanma<br />

ve şişme, hızla tüm vücuda yayılabilen<br />

duyu kayıpları, ilerleyici<br />

güç kayıpları, koordinasyon bozuklukları,<br />

pitoz, yüzeyel solunum,<br />

bulantı, mide krampları,<br />

nefes darlığı olabilir. Ancak bu<br />

olgular genelde tamamen iyileşirler.<br />

Ölümcül olgularda ağrısız<br />

duyu kaybı, dudaklarda sertleşme,<br />

bulanık görme, paralizi ve<br />

koma gözlenir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Hızlı tanı testi Yok<br />

Antidot Yok<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Enjeksiyondan hemen sonra<br />

Solunum desteği ve semptomatik<br />

İnaktivasyon Gluteraldehid ve formaldehid<br />

gibi dezenfektanlar ile inaktive<br />

olur. Aerosol tarzında kullanıldığında<br />

BAL (British anti-Lewisite)<br />

işe yarayabilir.<br />

h. Palitoksin:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar Anjina benzeri göğüs ağrısı,<br />

astım benzeri nefes darlığı, taşikardi,<br />

hipotansiyon ve hemoliz<br />

gözlenir. Elektrokardiyografide<br />

T dalgalarında yükselme izlenir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Hızlı tanı testi Yok<br />

Dakikalar içinde hızla ortaya<br />

çıkar.<br />

Antidot Vazodilatörler (papaverin ve<br />

izosorbid dinitrat) direkt kalbe<br />

enjekte edilirse etkilidir. Saldırı<br />

bekleniyorsa birkaç saat öncesinde<br />

hidrokortizon uygulanması<br />

etkili olabilir.<br />

Destek tedavisi Özellikle koroner spazmı önleyici<br />

destek tedavi gerekmektedir.<br />

İnaktivasyon Deniz suyunda ve düşük alkolde<br />

toksin stabildir.<br />

i. Saksitoksin:<br />

Sendrom adı Paralitik su kabuklusu zehirlenmesi<br />

Semptomlar Çınlama, duyu kaybı, güçsüzlük,<br />

eklem paralizileri bulunur. Bu<br />

semptomlarsa sıklıkla botulizm,<br />

Ciguatera [Gambierdiscus toxicus<br />

adında bir mikroorganizma<br />

tarafından oluşturulan toksin<br />

içeren bazı zehirli balıkların (Carangue,<br />

Barracuda, Congre)<br />

yenmesiyle meydana gelen ve<br />

tropikal bölgelerde rastlanılan<br />

zehirlenme] zehirlenmesi, gastroenterit,<br />

insektisid zehirlenmesi<br />

ve Fugu (tetrodotoksin) zehirlenmesi<br />

ile sık karışır.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Hızlı tanı testi Yok<br />

Antidot Yok<br />

Hemen ortaya çıkar. Solunum<br />

yolu ile alındığında tedavi<br />

edilmezse ise birkaç dakikada<br />

öldürür.<br />

Destek tedavisi Solunum desteği çok önemlidir.<br />

İnaktivasyon Güçlü alkaliler ile inaktive olur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


j. Tetrodotoksin:<br />

Sendrom adı Kirpi balığı zehirlenmesi,<br />

fugu zehirlenmesi, balon balığı<br />

zehirlenmesi<br />

Semptomlar Çınlama, his kaybı, güçsüzlük,<br />

solgunluk, solunum<br />

güçlüğü, siyanoz, aritmi ve<br />

ölümle sonlanabilir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Hızlı tanı testi Yok<br />

Antidot Yok<br />

20 dakika ile 3 saat arasında<br />

değişmektedir.<br />

Destek tedavisi Solunum desteği çok önemlidir.<br />

İnaktivasyon Bilinmiyor.<br />

Mantar Kaynaklı Toksinler<br />

(Mikotoksinler)<br />

k. Aflatoksinler:<br />

Sendrom adı Aflatoksikoz<br />

Semptomlar Doza bağımlı olarak çok geniş<br />

spektrumda zehirlenme olmaktadır.<br />

Kusma, karın ağrısı, pulmoner<br />

ödem, yağlı değişiklikler gösteren<br />

akut karaciğer hasarı, sindirim<br />

kanalının fonksiyon bozuklukları,<br />

konvülziyonlar, beyin ödemi ve<br />

ölüm<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Oldukça yavaş (8 hafta sonra)<br />

Hızlı tanı testi Yok (gıda incelemesi için hızlı analitik<br />

testler bulunmaktadır)<br />

Antidot Oral alındıktan hemen sonra yüksek<br />

doz aktif karbon tozu kullanılabilir.<br />

Antioksidanlar (ellagic acid)<br />

ve indole-3-carbinol gibi sitokrom<br />

P450 indükleyicileri koruyucu etki<br />

gösterebilir.<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Karaciğer fonksiyonlarının izlenmesi,<br />

diyaliz, transfüzyon ve<br />

semptomatik tedavi yapılabilir.<br />

İnaktivasyon Çok kolay inaktive olmasına karşın<br />

bu maddeler (konsantre amonyak<br />

veya sodyum bisülfit) vücut dışında<br />

kullanılabilir.<br />

l. Trikotekenes:<br />

İsmail Yaşar Avcı<br />

Tahılların hastalığı olarak bilinen “scab = kabuklanma”<br />

özellikle Fusarium türü mantarlarla<br />

oluşmaktadır. Bu gıdaların yenmesi atları zehirlemektedir.<br />

Daha sonra çiftlik hayvanları, balık<br />

ve mantar ile kontamine gıdaları yiyen insanlarda<br />

da zehirlenme oluştuğu gözlenmiştir.<br />

Japonya’da bozuk pilavdan geniş çaplı zehirlenme<br />

(1955) sonrasında pilavda birçok mantar ve<br />

adı konmamış bir toksin saptanmıştır. Bu toksinin<br />

karın ağrısı, bulantı, kusma, ürperme ve<br />

ishal semptomlarına neden olduğu gözlemlenmiştir.<br />

Bu toksin hücresel düzeyde de etkili olup<br />

özellikle hızla çoğalan ince bağırsak ve kemik<br />

iliği hücrelerini etkilemektedir. Birçok olguda<br />

kemik iliği etiklenmesi sorun oluşturmazken,<br />

bazı olgularda kemik iliği yetersizliği ile anemi<br />

ve hemorajiler gözlenmiştir. Bu tablo radyasyon<br />

zehirlenmesine çok benzemektedir.<br />

m. Satratoksin H:<br />

Sendrom adı Stakibotrotoksikoz<br />

Semptomlar Ağız ve burunda kabarma ve<br />

yanma, sulu dermatite dönüşen<br />

döküntüler, burun kanaması,<br />

göğüs ağrısı, pulmoner hemoraji,<br />

hipertermi, baş ağrısı, yorgunluk<br />

ve ishal görülmektedir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Hızlı tanı testi Yok<br />

Antidot Yok<br />

Oldukça yavaş (dakikalar ve<br />

saatlar içinde)<br />

Destek tedavisi Süperaktif karbon ile oral yoldan<br />

alınan toksinin uzaklaştırılması<br />

ve semptomatik tedavi<br />

yapılabilir.<br />

İnaktivasyon Su ve sabun ile dekontamine<br />

edilebilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 147


Biyoterörizm:<br />

Etken Toksin ve Virüsler<br />

n. T-2 toksin:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar Ciltte tahriş, organ (kemik iliği,<br />

lenf düğümleri, ince bağırsaklar,<br />

dalak, timus) fonksiyonlarında<br />

kayıp, Alimentary Toxic<br />

Aleukia (8 hafta içinde ani başlayan<br />

semptomlarla), sindirim<br />

sisteminde yanma hissi, kusma,<br />

taşikardi, lökopeni, ciltte nekroza<br />

giden peteşiyal hemorajiler,<br />

iç kanamalar bulunabilir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

148<br />

Cilt bulguları mustard gibi 20<br />

dakikadan önce bir süre içinde<br />

ortaya çıkarken, sistemik bulgular<br />

daha geç (8-12 saat sonra)<br />

ortaya çıkmaktadır.<br />

Hızlı tanı testi Yok, tahıllarda toksini araştırma<br />

imkanı mevcuttur.<br />

Antidot Yok<br />

Destek tedavisi Süperaktif karbon ile oral yoldan<br />

alınan toksinin uzaklaştırılması<br />

ve semptomatik tedavi<br />

yapılabilir.<br />

İnaktivasyon Su ve sabun ile dekontamine<br />

edilebilir.<br />

Bitki Kaynaklı Toksinler<br />

o. Risin:<br />

Sendrom adı Yok<br />

Semptomlar Oral yoldan alındığında; karın<br />

ağrısı, kusma, ishal, kanlı ishal,<br />

majör organ (karaciğer, böbrek,<br />

dalak) hasarı görülürken; inhalasyon<br />

yolu ile alındığında güçsüzlük,<br />

ateş, eklem ağrıları, nefes<br />

darlığı, öksürük ve pulmoner<br />

ödem gelişir.<br />

Semptomların<br />

ortaya çıkışı<br />

Oral yoldan alındığında birkaç<br />

saat içinde semptomlar ortaya<br />

çıkmaya başlarken, inhalasyon<br />

yolu ile alındığında 18-24 saati<br />

bulmaktadır. Letal doz alındığında<br />

birkaç gün içinde ölüm gerçekleşmektedir.<br />

Hızlı tanı testi ELISA ile toksin saptanabilmektedir.<br />

Saldırı sırasında benzer<br />

semptomlara sahip olguların görülmesi<br />

ilk ipucu olabilir. İnhalasyon<br />

yolu ile alındığında şarbon,<br />

Q ateşi, tularemi, stafilokokal<br />

enterotoksin B ve fosgen zehirlenmesi<br />

ekarte edilerek tanı konabilir.<br />

Antidot Yok. Risin toksinin hedefine bağlanmasını<br />

engelleyecek şeker<br />

analogları ile katalitik subüniti<br />

inhibe eden AZT gibi ilaçlar olası<br />

antidotlar arasında yer almaktadır.<br />

Destek<br />

tedavisi<br />

Semptomatik tedavi genel yaklaşım<br />

olmakla birlikte solunum<br />

yolu ile alındığında solunum<br />

desteği ve pulmoner ödem tedavisi<br />

ön plana çıkarken oral<br />

yoldan alındığında emilimi<br />

azaltmak için süperaktif karbon<br />

kullanılırken sindirim sistemini<br />

temizlemek için de katarktikler<br />

kullanılmalıdır.<br />

İnaktivasyon Dilüe çamaşır suyu veya su ve<br />

sabun ile dekontaminasyon yapılabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


KAYNAKLAR<br />

1. Anders W, Sosch J. Die Pockenausbrucke 1961/61 in<br />

Nordrhein-Westfalen. Bundesgesundheitsblatt<br />

1962;17:265-9.<br />

2. Chapin CV, Smith J. Permanency of the mild type of<br />

smallpox. J Prev Med 1932;1:1-29.<br />

3. Dixon CW. Smallpox. London, England: J & A Churchill,<br />

1962:1460.<br />

4. Esposito JJ, Knight JC. Orthopox DNA: a comparison of<br />

restriction profiles and maps. Virology 1985;143:230-51.<br />

5. Fenner F, Henderson DA, Arita I, Jezek Z, Ladnyi ID.<br />

Smallpox and Its Eradication. Geneva, Switzerland: World<br />

Health Organization, 1988:1460.<br />

6. Harper GJ. Airborne micro-organisms: survival test with<br />

four virüses. J Hyg 1961;59:479-86.<br />

7. Henderson DA, Inglesby TV, Bartlett JG, Ascher MS,<br />

Eitzen E, Jahrling PB, et al. Smallpox as a biological weapon:<br />

medical and public health management. Working<br />

Group on Civilian Biodefense. JAMA 1999;281:2127-37.<br />

İsmail Yaşar Avcı<br />

8. http://emergency.cdc.gov/agent/agentlist-category.asp<br />

Erişim tarihi: 01.02.2011.<br />

9. http://www.cbwinfo.com/Biological/BWList.shtml#Toxins<br />

Erişim tarihi: 01.02.2011<br />

10. http://www.cbwinfo.com/Biological/Pathogens/<br />

Encephalitis.html Erişim tarihi: 01.02.2011<br />

11. Klietmann WF, Ruoff KL Bioterrorism: implications for the<br />

clinical microbiologist. Clin Microbiol Rev 2001;14:364-<br />

81.<br />

12. Stearn EW, Stearn AE. The Effect of Smallpox on the<br />

Destiny of the Amerindian. Boston, Mass: Bruce<br />

Humphries, 1945.<br />

13. Wehrle PF, Posch J, Richter KH, Henderson DA. An airborne<br />

outbreak of smallpox in a German hospital and its<br />

significance with respect to other recent outbreaks in<br />

Europe. Bull World Health Organ 1970;43:669-79.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 149


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Biyoterörizm:<br />

Karşı Savunma ve Hazırlık<br />

Yrd. Doç. Dr. Ali Acar<br />

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi<br />

İstanbul<br />

151


Biyoterörizm:<br />

Karşı Savunma ve Hazırlık<br />

Biyolojik savaş/terörizm amacıyla çok sayıda<br />

mikroorganizma, toksin veya sentetik biyolojik<br />

ajanlar kullanılabilir. Biyolojik silahların<br />

çok gelişmiş olmasına gerek olmayan orta<br />

düzeydeki laboratuvarlarda kolay ve ucuz olarak<br />

üretilebilmesi ve saklanabilmesi, biyolojik<br />

silahları bazı ülkelerin ve terörist grupların en<br />

önemli silahı haline getirmiştir. 1925 yılında<br />

Cenevre protokolü ile biyolojik ve kimyasal<br />

silahların kullanımı tüm dünyada yasaklanmışsa<br />

da, ikinci dünya savaşı esnasında birçok<br />

ülkenin bu ajanları ürettiği ve kullandığı ortaya<br />

çıkmıştır. Bunun yanında “Bakteriyolojik<br />

(Biyolojik) ve Toksin Yapısındaki Silahların<br />

İmali, Geliştirilmesi ve Depolanmasını<br />

Yasaklayan ve İmhasını Söz Konusu Eden<br />

Konvansiyon’’ Birleşmiş Milletler nezdinde<br />

kabul edilerek 26 Mart 1975 tarihinde yürürlüğe<br />

girmiştir. Ancak 1979 yılında, bu anlaşmayı<br />

imzalayan ülkelerden biri olan Rusya’nın<br />

Sverdlovsk (günümüzdeki ismi Yekaterinburg)<br />

şehrindeki biyolojik silah üretim tesisinde meydana<br />

gelen kaza sonucu şimdiye kadar bilinen<br />

en büyük akciğer (inhalasyon) şarbonu salgını<br />

ortaya çıktı. Bu da göstermektedir ki uluslararası<br />

anlaşmalara taraf olan ülkeler dahi biyolojik<br />

silah üretimini ve saklanmasını sürdürmektedir.<br />

Biyolojik silahlar temininin ve depolanmasının<br />

kolay olmasının yanında etkilerinin ortaya<br />

çıkıp anlaşılması için belirli bir zaman gerektiğinden<br />

saldırganlar açısından konvansiyonel<br />

silahlara göre avantaj sağlamaktadır. Bu durum<br />

askeri amaçlar dışında doğrudan terörist gruplarca<br />

veya bir ülkeyi insan gücü ve ekonomik<br />

yönden zayıflatmak amacıyla düşman ülkelerin<br />

terörist grupları kullanmak suretiyle biyolojik<br />

silahlardan yararlanmaları riskini gün geçtikçe<br />

artırmaktadır. Gerçekten de terörist grupların<br />

son yıllarda tespit edilebilen ciddi saldırıları<br />

olmuştur. Tokyo’da 1995 yılında terörist örgüt<br />

tarafından sekiz defa şarbon ve botulismus ile<br />

saldırı girişiminin olduğu ortaya konmuştur.<br />

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde 11 Eylül<br />

2001 sonrası terörist gruplarca şarbon sporları<br />

ile kontamine edilmiş mektuplarla saldırılar<br />

olmuş ve (ABD) beş kişi inhalasyon şarbonundan<br />

hayatını kaybetmiştir.<br />

Ülkemizin jeopolitik önemi ve sınır komşumuz<br />

durumundaki bazı ülkelerin biyolojik silah<br />

152<br />

geliştirme çabası içinde olduğu gerçeği dikkate<br />

alındığında bir gün karşımıza çıkma ihtimali<br />

olan bu silahlara karşı bilgi sahibi ve hazırlıklı<br />

olmak gerekir.<br />

BİYOTERÖRİZME KARŞI SAVUNMADA<br />

ORGANİZASYON<br />

Biyolojik silahlarının kullanılmasını önlemek<br />

veya kullanıldığında bunların etkilerini azaltmak<br />

veya yok etmek amacıyla alınan önlemlere<br />

biyolojik savunma diyebiliriz. Etkili bir savunma<br />

için iyi eğitilmiş asker ve sivil personele,<br />

etkili haber alma birimlerine, erken tespit araç<br />

ve gereçlerine, belirli stok seviyesini koruyacak<br />

şekilde koruyucu malzeme teminine, güçlü bir<br />

haberleşme ağına, etkili bir şekilde organize<br />

olmuş ve anında reaksiyon verebilen sağlık<br />

örgütlerine ve güvenilir sağlık istatistiklerine<br />

ihtiyaç vardır.<br />

Biyolojik silahlara karşı savunma tedbirlerinden<br />

sorumlu makam Sağlık Bakanlığıdır. Ancak<br />

diğer ilgili kuruluşlar da kendi hizmet sorumlulukları<br />

dahilinde gerekli savunma tedbirlerini<br />

almak durumundadır.<br />

ÜLKEMİZDEKİ BİYOTERÖRİZME KARŞI<br />

MEVCUT YAPILANMA<br />

Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha<br />

Merkezi Başkanlığı (RSHMB) bünyesinde 08<br />

Mayıs 2007 tarihinde Kimyasal, Biyolojik,<br />

Radyasyon ve Nükleer Tehlikeli Maddeler<br />

(KBRN) birimi kurulmuştur. Bu birim ülkemizdeki<br />

sivil kamu kuruluşları arasında kurulan ilk<br />

KBRN birimidir. Amacı, KBRN konusunda<br />

çalışmalar yapan birimler, kurum ve kuruluşlar<br />

arasında bilgi ve iletişim desteği sağlamaktır.<br />

Çeşitli illerde KBRN planlama semineri ve tatbikatı<br />

düzenlenmiştir.<br />

Ülkemizde afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya<br />

ilişkin hizmetleri yürütmek üzere 5902<br />

sayılı ‘‘Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının<br />

Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’’ 17<br />

Haziran 2009 tarihinde 2726 sayılı Resmi<br />

Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.<br />

Buna göre başbakanlığa bağlı ‘‘Afet ve Acil<br />

Durum Yönetimi Başkanlığı’’ kurulmuştur. Bu<br />

kanun ile biyolojik savaş ve biyoterörizmde<br />

dahil olmak üzere afet ve acil durumlar ile sivil<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


savunmaya ilişkin hizmetlerin ülke düzeyinde<br />

etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli<br />

önlemlerin alınması ve olayların meydana gelmesinden<br />

önce hazırlık ve zarar azaltma, olay<br />

sırasında yapılacak müdahale ve olay sonrasında<br />

gerçekleştirilecek iyileştirme çalışmalarını<br />

yürüten kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun<br />

sağlanması ve bu konularda politikaların<br />

üretilmesi ve uygulanması planlanmıştır.<br />

Afet ve acil durum yönetim başkanlığı teşkilat<br />

yapısı aşağıdaki hizmet birimlerinden oluşturulmuştur:<br />

a. Planlama ve Zarar Azaltma Dairesi Başkanlığı<br />

b. Müdahale Dairesi Başkanlığı<br />

c. İyileştirme Dairesi Başkanlığı<br />

ç. Sivil Savunma Dairesi Başkanlığı<br />

d. Deprem Dairesi Başkanlığı<br />

e. Yönetim Hizmetleri Dairesi Başkanlığı<br />

Müdahale Dairesi Başkanlığının görevlerinden<br />

biri de illerde ‘‘Acil Durum ve Yönetim Merkezi’’<br />

açılmasını ve yönetimini sağlamaktır. Buna göre<br />

illerde; İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri ve<br />

Sivil Savunma ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri<br />

merkezde Afet ve Acil Durum Yönetim<br />

Başkanlığına, illerde ise İl Özel İdaresi bünyesinde<br />

valiye bağlı olarak kurulması kanun kapsamında<br />

yer almaktadır. Bu kanun ve İl Özel<br />

İdareleri Kanununun 69. Maddesi (Resmi<br />

Gazete: 04.03.2005, Sayı: 25745) ile Belediye<br />

Kanununun 53. Maddesinde (Resmi Gazete:<br />

13.07.2005, Sayı: 25874) de yer aldığı üzere afet<br />

ve acil durumlarda gerekli yetkiler il mülki<br />

amiri ve yerel yönetimlere verilmiştir. Sonuç<br />

olarak her il, ‘‘İl Afet ve Acil Durum<br />

Müdürlükleri’’ başkanlığında kendi KBRN<br />

savunması risklerini tespit ettikten sonra gerekli<br />

müdahale mekanizmasını oluşturmak ve sistemlerini<br />

kurmak, ilgili kurum ve kuruluşlar<br />

arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlamak<br />

durumundadır. Konuyla ilgili kurum ve kuruluşlar;<br />

valilik, afet işleri müdürlüğü, il sağlık<br />

müdürlüğü, il itfaiye birlikleri, il emniyet birimleri<br />

(polis, jandarma), TSK unsurları, il çevre ve<br />

orman müdürlüğü, il tarım müdürlüğü, il meteoroloji<br />

müdürlüğü, belediye birimleri, ilde<br />

bulunan üniversiteler, il sanayi odası, mahalle<br />

gönüllüleri dernekleri ve diğer sivil toplum<br />

kuruluşlarıdır. KBRN savunması olaylarında her<br />

Ali Acar<br />

kurum ve kuruluş; kendi özel konumları ve<br />

almış olduğu görevler itibarıyla sadece önceden<br />

belirlenmiş faaliyetleri yerine getirir. “Afet ve<br />

Acil Durum Yönetimi Kanunu’’ gereği, bu organizasyon;<br />

İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri<br />

tarafından yürütülecek ve yönetilecektir.<br />

Bunun dışında KBRN olayına yönelik olarak<br />

TSK bünyesinde de çeşitli oluşumlar vardır.<br />

Bunlar GATA Komutanlığı bünyesindeki KBRN<br />

bilim dalı ve KBRN İlk Yardım ve Kurtarma<br />

Ekibi ile KBRN Okulu ve Eğitim Merkez<br />

Komutanlığı ve KBRN Savunma Taburu<br />

Komutanlığıdır. GATA KBRN ilk yardım ve kurtarma<br />

ekibi uzman doktor, hemşire ve dekontaminasyon<br />

personelinden oluşan özelleşmiş personelden<br />

teşkil eder. Bu ekip gerektiğinde olay<br />

yerine en hızlı şekilde giderek tıbbi ilk yardım,<br />

acil tedavi ve tıbbi dekontaminasyon işlemlerini<br />

yerine getirme imkan ve kabiliyetindedir. Yine<br />

GATA Acil Tıp Anabilim Dalı ve Enfeksiyon<br />

Hastalıkları Kliniği biyolojik etkenlere maruz<br />

kalanlara yeterli tedavi ve takip imkanı sağlama<br />

kapasitesinde birimlerdir.<br />

Başbakanlık bünyesinde kurulan Afet ve Acil<br />

Durum Yönetim Başkanlığı amaç ve görevlerine<br />

bakıldığında biyolojik savunmaya ilişkin kurulacak<br />

teşekküllerin ve yasal mevzuatların yeterli<br />

seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Afet ve acil<br />

durum hallerinde bilgileri değerlendirmek, alınacak<br />

önlemleri belirlemek, uygulanmasını sağlamak<br />

ve denetlemek, kurum ve kuruluşlar ile<br />

sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyonu<br />

sağlama görevi 5902 sayılı kanun ile Afet<br />

ve Acil durum Koordinasyon Kuruluna verilmiştir.<br />

Ancak tüm bu yasal mevzuatlarda<br />

kurumlar arasında iş birliği ve koordinasyonun<br />

önemi ve esasları vurgulansa da ülke düzeyinde<br />

tatbikatlar yapılmadıkça bu planlamaların pratikteki<br />

geçerliliğini tahmin etmenin güç olduğu<br />

kanısındayım.<br />

KARŞI SAVUNMA ve HAZIRLIK<br />

YÖNTEMLERİ<br />

Savunma yöntemlerini aktif ve pasif savunma<br />

tedbirleri olarak iki başlık altında sınıflandırabiliriz.<br />

Aktif savunma; düşmanın veya terörist<br />

grupların biyolojik silah araştırma, geliştirme ve<br />

üretim tesislerinin tespit edilerek imha edilmesi<br />

veya ülke içine sokulmasını engelleyecek sınır<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 153


Biyoterörizm:<br />

Karşı Savunma ve Hazırlık<br />

ve hava güvenliğinin sağlanması ile biyolojik<br />

silahlar kullanılmadan bertaraf edilmesidir.<br />

Pasif savunma; saldırıya maruz kalındıktan<br />

sonra, neden olacağı zararı en az düzeyde tutmaya<br />

yönelik alınan önlemler bütünüdür.<br />

Biyolojik silahların çok küçük miktarlarda dahi<br />

etkili olmaları, farklı özellikte biyolojik ajan<br />

sayısının fazla olması, bunların hangisinin ne<br />

zaman kullanılacağının bilinememesi, inkübasyon<br />

süresine bağlı olarak etkilerinin geç ortaya<br />

çıkması, tanının zaman alıcı ve özel cihaz ve<br />

uzman personele ihtiyaç duyulması gibi sebepler<br />

bu ajanların saptanması özellikle de önemli<br />

olan erken saptama ve tanımlamayı güçleştirmektedir.<br />

Bu zorluklara rağmen biyolojik saldırıyı<br />

en erken şekilde tespit etmek savunmanın<br />

en önemli unsurunu oluşturur.<br />

Biyolojik bir saldırının tespiti istihbarata dayalı<br />

bilgiler, kişi veya özel eğitimli ünitelerin gözlemi,<br />

epidemiyolojik veriler ve çeşitli otomatize<br />

cihazlar vasıtasıyla yapılabilir. Genellikle ilk<br />

fark edilme sağlık merkezlerinde nadir görülen<br />

bir hastalığın tespit edilmesi veya çok sayıda<br />

başvurusuyla olmaktadır. Bu nedenle sağlık personelinin<br />

eğitimi ve sağlık kuruluşlarının biyoterörizme<br />

hazırlıklı olmaları korunmada oldukça<br />

önem arz etmektedir.<br />

Biyolojik saldırıdan şüphelenildiğinde derhal<br />

sürveyans çalışması başlatılmalı, diğer yandan<br />

gerekli örnekler alınıp etken saptanmalıdır.<br />

Etkenin yayılma yönteminin saptanması ve kirlenmenin<br />

genişliği tespit edilmeye çalışılır.<br />

Maruz kalan personele dekontaminasyon, profilaksi<br />

ve gerekli durumda tedavi başlanır.<br />

Sağlık Kuruluşlarında Hazırlık<br />

Her bir sağlık kurumu kendi imkan ve kabiliyetleri<br />

çerçevesinde geniş çaplı karşı savunma<br />

ve hazırlık planı oluşturmalıdır. Bunu yaparken<br />

plan ve talimatların yerel ve ulusal (Sağlık<br />

Bakanlığı) sağlık otoritesi ile iş birliği içerisinde<br />

olacak şekilde hazırlanması gerekir.<br />

Biyoterörizme karşı savunma planlaması mevcut<br />

afete hazırlık ve diğer acil durum yönetim<br />

planları içine dahil olabilir. Ayrıca, bu tür bir<br />

hazırlık doğal sebeplerle ortaya çıkan epidemi<br />

ve pandemi gibi geniş çaplı salgınların tespiti ve<br />

müdahalesi açısından da faydalıdır. Her bir sağlık<br />

kuruluşu geniş ve kapsamlı haberleşme ve<br />

154<br />

yönetim ağının altyapısının oluşturulmasından,<br />

hastaların sağlık kuruluşuna kabulü ve gerektiğinde<br />

bir üst merkeze transferi konularını da<br />

içerecek şekilde imkan ve kabiliyetlerini belirlemeli<br />

ve buna göre planlama yapmalıdır.<br />

Sağlık kuruluşlarının şüpheli bir salgın durumunda<br />

önlem ve kontrol tedbirlerini uygulamaya<br />

ve acil eylem planını devreye sokmaya yetkili<br />

görev tanımı iyi yapılmış KBRN komitesi<br />

olmalıdır. Biyoterörist saldırı şüphesi olduğunda<br />

sağlık kuruluşunun kendi personeli, il ve<br />

ulusal sağlık otoritesi, 112 acil servis merkezi,<br />

RSHM ve il referans merkezleri ile iletişimi sağlayan<br />

haberleşme ağı devreye sokulmalıdır.<br />

Sürveyans<br />

Saldırı erken dönemde fark edilir ve etken tespit<br />

edilirse temas edenlere uygun tedavi başlanması<br />

ve bu arada maruziyet ihtimali olanlara da profilaktik<br />

tedavi veya aşı uygulanması söz konusu<br />

olabilir. Bu nedenle erken tanı önemlidir ve<br />

erken tanı ve tespit aktif sürveyansı gerektirir.<br />

Bu bakımdan hastaneler, acil servis kayıtları,<br />

laboratuvar, eczane ve okul devamsızlığı gibi<br />

kayıtların incelendiği aktif sürveyans başlatılmalıdır.<br />

Beklenmedik bir salgının ortaya çıkması<br />

veya salgın tarzında olmasa dahi ender rastlanan<br />

veya daha önce görülmeyen bir hastalığın<br />

(çiçek) görülmesi biyolojik bir saldırıyı düşündürmelidir.<br />

Etkenin Saptanması<br />

Uygun biyogüvenlik donanıma sahip ve moleküler<br />

mikrobiyoloji yöntemlerini uygulayabilen<br />

laboratuvarlara ihtiyaç vardır. Ülkemiz için<br />

RSHM laboratuvarı bu altyapıya sahiptir. Ayrıca,<br />

bazı üniversite hastanelerinin laboratuvarları da<br />

bu ihtiyacı karşılayacak düzeydedir. Ancak il ve<br />

bölgelere göre referans laboratuvarları belirlenmelidir.<br />

Ayrıca, örnek alma yöntemleri ve transport<br />

özelliklerinin belirlendiği laboratuvar<br />

kabul formları oluşturulmalı ve referans laboratuvarlarla<br />

internet ağı tesis edilmelidir.<br />

Dekontaminasyon<br />

Biyolojik maddelere maruz kalan bir kişinin<br />

elbiseleri ve kişisel eşyaları plastik bir torbaya<br />

konulmalı ve kendisi bol su ve sabunla yıkanarak<br />

temizlenmelidir. Gerekli ise kirli eşyaların<br />

sabunlu veya deterjanlı sıcak suyla yıkanması<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


yeterlidir. Şarbon sporları ile kontamine mektuba<br />

temas edilmiş ise mektup ve mektubun<br />

temas ettiği yüzey ve kişisel eşyalar %0.5 hipoklorid<br />

ile dekontamine edilmelidir.<br />

<strong>Tedavi</strong>-Profilaksi-Aşı<br />

Biyolojik saldırı sonrası henüz etken tespit edilememiş<br />

ise hastalara destek tedavisi uygulanır.<br />

Etken tespit edildikten sonra spesifik tedavi<br />

başlanır. Epidemiyolojik veriler ışığında etkene<br />

maruziyet riski bulunanlara kemoprofilaksi başlanabilir.<br />

İnhalasyon şarbonunda temas sonrası<br />

kemoterapiyle birlikte pasif immünizasyon<br />

uygulanması önerilmektedir.<br />

Enfeksiyon Kontrolü<br />

Biyoterörizm ajanları genellikle insandan insana<br />

bulaşmaz. Sağlık birimlerinde şüpheli veya<br />

kanıtlanmış biyoterörizm kaynaklı hastalığı<br />

olanlara karşı ve bu hastalarda kullanılan ekipmanlarda<br />

standart önlemler yeterlidir. Çiçek,<br />

pnömonik veba gibi solunum bulaş riski yüksek<br />

olan hastalıklarda solunumsal izolasyon önlemlerinin<br />

alınması gerekir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Ali Acar<br />

1. Baysalar M, Öztuna A. Biyolojik silahlar. Willke A, Söyletir<br />

G, Doğanay M (editörler). Enfeksiyon Hastalıkları ve<br />

Mikrobiyolojisi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2008:2649-<br />

55.<br />

2. Centers for Disease Control and Prevention. Biological<br />

and chemical terrorism: strategic plan for preparedness<br />

and response. Recommendations of the CDC Strategic<br />

Planning Workgroup. MMWR 2000;49(RR-4):1.<br />

3. Cundiff, JF, Cundiff, MY, Malone, JD, et al. Bioterrorism<br />

Readiness Plan: A Template for Healthcare Facilities.<br />

Atlanta, GA: Centers for Disease Control and Prevention,<br />

1999.<br />

4. Kaufmann, AF, Meltzer, MI, Schmid, GP. The economic<br />

impact of a bioterrorist attack: are prevention and postattack<br />

intervention programs justifiable? Emerg Infect Dis<br />

1997;3:83.<br />

5. Smith CG, Veenhuis PE, MacCormack JN. Bioterrorism. A<br />

new threat with psychological and social sequelae. NC<br />

Med J 2000;61:150.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 155


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Yoğun Bakım<br />

Doç. Dr. Dilara İnan<br />

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Antalya<br />

157


Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Yoğun Bakım<br />

Yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’nde yatan hastalarda<br />

gelişen ateş önemli ve sık saptanan bir<br />

anormal bulgudur. Ateşin sebebi enfeksiyöz<br />

veya nonenfeksiyöz olabilmekte, fakat sebep ne<br />

olursa olsun ateşin varlığı hastanın tedavisinde<br />

değişikliklere yol açmaktadır. Ancak bazı<br />

YBÜ’lerde yeni saptanan ateş otomatik olarak<br />

pek çok testin istemini tetiklemekte, bu durum<br />

hem zaman alıcı, hem maliyeti artırıcı, hem de<br />

hasta ve personel için karışıklığa yol açabilecek<br />

şekilde gelişmektedir. Şüphesiz hasta da bundan<br />

etkilenmekte; gereksiz yere radyasyon alabilmekte,<br />

YBÜ’nün kontrollü ortamından çıkarılarak<br />

tetkikler için farklı bölümlere nakil edilebilmekte,<br />

gün içinde birkaç kez önemli miktarda<br />

kan alınabilmekte ve bu durum günlük<br />

olarak tekrarlanabilmektedir. Bütün bu nedenlerde<br />

YBÜ hastasında yeni saptanan ateş ihtiyatlı<br />

ve maliyet-etkin bir şekilde değerlendirilmelidir.<br />

ATEŞİN TANIMI<br />

Literatüre bakıldığında ateş tanımının biraz<br />

keyfi ve ne için tanımlandığına bağlı olarak<br />

farklı olabildiği görülmektedir. Bazı literatürlerde<br />

iç ısının 38oC’nin üzerinde olması ateş olarak<br />

tanımlanmaktadır. Buna karşın diğer bazı<br />

kaynaklarda; ardışık iki kez ölçülen 38.3oC ateş<br />

olarak kabul edilmektedir. Nötropenik hastalarda;<br />

ağızdan ölçülen ısının bir kez 38.3oC saptanması<br />

veya vücut ısısının bir saatten uzun<br />

38oC’nin üzerinde saptanması ateş olarak<br />

tanımlanmaktadır. Normal vücut ısısı genellikle<br />

37.0oC olarak kabul edilmektedir. Sağlıklı bireylerde<br />

bu ısı günlük sirkadyen ritm ve menstrüel<br />

siklusa göre 0.5-1.0oC değişebilmektedir.<br />

Yoğun bakım hastasında pek çok çevresel faktör<br />

vücut ısısını değiştirebilmektedir. Bunlar arasında;<br />

özel battaniyeler, sıcak lambalar, havalandırma<br />

sistemi, kardiyopulmoner by-pass,<br />

peritoneal lavaj, diyaliz, sürekli hemofiltrasyon<br />

vd. bulunmaktadır. Ayrıca, bazı ilaçlar da termoregülatuar<br />

merkezi bozabilmekte veya santral/otonom<br />

sinir sistemine hasar verebilmektedir.<br />

Bu nedenlerle, hastalardaki ısı değişikliklerinin<br />

fizyolojik süreç, ilaçlar veya çevresel faktörlere<br />

bağlı olup olmadığını belirlemek sıklıkla<br />

güçtür.<br />

Sonuçta bir genelleme yapıldığında, yoğun<br />

bakım hastasında vücut ısısı 38.3oC ve üzerin-<br />

158<br />

de saptandığında hasta ateşli kabul edilmeli,<br />

nedeninin enfeksiyon olup olmadığını tanımlamak<br />

adına çaba sarf edilmelidir. Öte yandan<br />

immünsüpresif hastalarda daha düşük dereceler<br />

anlamlı kabul edilebilir, çünkü bu hastalar,<br />

bağışıklık sistemi normal hastalara göre benzer<br />

ateş yanıtı oluşturamamaktadır. Ancak ateşli<br />

kabul edilen yoğun bakım hastalarında laboratuvar<br />

testleri, öncelikle ayrıntılı bir klinik değerlendirme<br />

yapıldıktan sonra saptanan duruma<br />

yönelik olarak istenmelidir.<br />

VÜCUT ISISININ ÖLÇÜM YERİ ve YÖNTEMİ<br />

Vücut ısısı güvenilir, tekrarlanabilir, emniyetli<br />

ve pratik bir ölçüm sağlayan bir yöntemle ölçülmelidir.<br />

Ölçüm için hangi alet kullanılıyorsa<br />

kalibre olmalı ve periyodik olarak kontrol edilmelidir.<br />

Pek çok otör tarafından, pulmoner arter<br />

kateter termistörleri, vücut iç ısısını ölçmekte<br />

diğer yöntemlere kıyasla “altın standart” kabul<br />

edilmektedir. Ancak her hastaya bu termistörlerin<br />

yerleştirilmesi mümkün değildir. Mümkün<br />

olsa bile, bu termistörler teknik performans anlamında<br />

eşit değildir. Mesaneye yerleştirilen sonda<br />

termistörleri intravasküler yerleştirilenlere eşit<br />

ölçümler sağlamaktadır. Daha az invaziv, sürekli<br />

okuma ve stabil ölçümler sağlamakta, idrar akış<br />

hızından etkilenmemektedir; ancak pahalıdır ve<br />

monitör gerektirmektedir. Özefagusun distal<br />

üçte birine yerleştirilen özefageal problar intravasküler<br />

ve mesane kateter termistörlerine benzer<br />

ölçümler sağlamaktadır. Ancak doğru yere<br />

yerleştirildiğini doğrulamak güçtür, çünkü radyoopak<br />

değillerdir. Ayrıca, uyanık ve spontan<br />

soluyan hastalarda rahatsızlık vericidir. Uzun<br />

süre takılı kalan hastalarda erozyon ve perforasyon<br />

riski olduğu için kritik hastalarda kullanımı<br />

pek pratik gözükmemektedir.<br />

Cıvalı veya elektronik prob şeklinde olabilen<br />

rektal termometreler yoğun bakım hastasında<br />

kullanılan geleneksel ölçüm yöntemidir. Rektal<br />

ısı vücut iç ısısına göre birkaç ondalık değer<br />

yüksek olabilmektedir. Hastalar açısından sıklıkla<br />

rahatsızlık vericidir. Rektuma yerleştirilebilmesi<br />

hastanın pozisyonu nedeniyle kısıtlanabilir.<br />

Ayrıca, özellikle nötropenik, koagülopatik<br />

ve yakın zamanda rektal ameliyat geçirmiş hastalar<br />

açısından düşünüldüğünde rektum travması<br />

veya perforasyonu düşük de olsa bulunmaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Ağızdan ısı ölçümü uyanık ve koopere hastalarda<br />

güvenli, kullanışlı ve rahat bir yöntemdir.<br />

Oral problar ağız mukozasını zedeleyebilmektedir,<br />

özellikle travma, termal hasar, enfeksiyon,<br />

cerrahi, kanser ve sitotoksik ilaçlara bağlı ağız<br />

mukozası hasarlanmış olan hastalarda sorun<br />

olabilmektedir. Kritik hastalarda entübasyon<br />

veya hasta kooperasyonun bozuk olabilmesi<br />

nedeniyle ağızdan ısı ölçümü pratik değildir.<br />

Timpanik membran ısısının hipotalamustaki<br />

ısıyı dolayısıyla vücut iç ısısını yansıttığı düşünülmektedir.<br />

Timpanik membrandan direkt<br />

ölçüm prob gerektirir, uyanık hastada oldukça<br />

ağrılıdır ve timpanik membranın perforasyon<br />

riski vardır. İnfrared kulak termometreleri ise<br />

timpanik membranın yaydığı radyan enerjiyi<br />

saptar. Kanalda veya membranda enflamasyon<br />

varsa veya eksternal kanalda tıkanma varsa<br />

doğru ölçüm yapamaz. Pek çok çalışmada infrared<br />

kulak termometreleriyle pulmoner arter<br />

kateter ölçümleri arasında uyum olmadığı gösterilmiştir.<br />

Temporal arter yüksek arteryel perfüzyon oranına<br />

sahip olduğu için cilt üzerinden ısısının<br />

ölçümü basit ve iç ısıyı noninvaziv ölçen bir<br />

yöntemdir. Ancak çevre ısısı ve terlemeden etkilendiğinden<br />

rektal ve özefageal ölçümlere kıyasla<br />

güvenilir değildir. Yoğun bakım hastasında<br />

temporal ve aksiller ölçüm önerilmemektedir.<br />

Benzer şekilde uygun ölçüm sağlamadığı için<br />

plastik strip termometrelerin de yoğun bakım<br />

hastasında kullanımı önerilmemektedir. Yoğun<br />

bakım hastasında vücut ısısı ölçümünde kullanılan<br />

yöntemler Tablo 1’de gösterilmiştir.<br />

Tablo 1. Yoğun bakım hastasında vücut ısısı<br />

ölçümünde kullanılan yöntemler<br />

En uygun yöntemler<br />

Pulmoner arter termistörü<br />

Mesane kateteri termistörü<br />

Özefageal prob ile ölçüm<br />

Rektal prob ile ölçüm<br />

Diğer kabul edilebilen yöntemler<br />

Oral prob ile ölçüm<br />

İnfrared kulak termometresi<br />

Önerilmeyen yöntemler<br />

Temporal arter termometresi<br />

Aksiller termometre<br />

Plastik strip<br />

Dilara İnan<br />

Ölçüm için hangi yöntem seçilirse seçilsin kullanılan<br />

aletlerin kalibrasyonu üretici firma önerileri<br />

dikkate alınarak mutlaka yapılmalı ve<br />

takip edilmelidir.<br />

YOĞUN BAKIM HASTASINDA ATEŞ<br />

Yoğun bakım hastasında yeni başlayan ≥ 38.3oC vücut ısısı hastanın klinik olarak değerlendirilmesi<br />

için sınır değer olarak kabul edilmelidir.<br />

Laboratuvar ve radyolojik incelemeler ancak<br />

klinik değerlendirme sonucunda gerek görülürse<br />

yapılmalıdır. Benzer şekilde < 36oC vücut<br />

ısısı da hipotermi olarak kabul edilmeli, hasta<br />

klinik olarak değerlendirilmelidir.<br />

Her zaman geçerli olmasa da, enfeksiyon dışı<br />

sebeplerin 38.9oC’nin üzerinde ateşe sebep<br />

olmayacağı belirtilmektedir. Vücut ısısı bu değeri<br />

geçtiğinde, ateşin nedeni olarak enfeksiyöz<br />

etyoloji düşünülmelidir. Ancak ilaç ateşi, kan<br />

transfüzyonuna sekonder ateş gibi enfeksiyon<br />

dışı durumlarda da vücut ısısı 38.9oC’yi aşabilmektedir.<br />

YOĞUN BAKIM HASTASINDA ENFEKSİYON<br />

DIŞI ATEŞ NEDENLERİ<br />

Yoğun bakım hastasında enfeksiyon dışı ateş<br />

nedenleri Tablo 2’de sunulmuştur.<br />

İlaç ateşi; yoğun bakım hastasında nonenfeksiyöz<br />

ateşin sık görülen sebeplerinden<br />

birisidir. Her ilaç hipersensitivite yoluyla ateşe<br />

sebep olabilir. Hipersensitivite reaksiyonu sadece<br />

ateş oluşumundan hayatı tehdit eden reaksiyonlara<br />

(nevirapin, abakavir) değişebilir. Bazı<br />

ilaçlar veriliş yerinde sebep oldukları enflamasyon,<br />

bazıları dağıtım sıvılarının içerdiği pirojenler,<br />

bazıları ateş oluşumunu tetikleyerek veya<br />

termoregülasyonu değiştirerek ateşe sebep<br />

olmaktadır.<br />

İlaç ateşine sebep olan ilaç grupları içinde en sık<br />

antimikrobiyaller, antiepileptikler, antiaritmikler<br />

ve antihipertansifler gelmektedir. Bu ilaçların<br />

sebep olduğu ateşin belirli bir karakteristiği<br />

yoktur. Ateş, genellikle ilaç verildikten hemen<br />

sonra görülmez, günler sonra ortaya çıkar. Bir<br />

çalışmada sorumlu ilaç ile ateş arasında ortalama<br />

21 gün (ortanca sekiz gün) olduğu gösterilmiş,<br />

sorumlu ilaç kesildikten bir-üç gün sonra<br />

ateşin normale döndüğü bazen bu sürenin yedi<br />

güne uzayabildiği gösterilmiştir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 159


Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Yoğun Bakım<br />

Tablo 2. Yoğun bakım hastasında enfeksiyon<br />

dışı ateş nedenleri<br />

Akut miyokard enfarktüsü<br />

Adrenal yetmezlik<br />

ARDS’nin fibroproliferatif fazı<br />

Dressler sendromu<br />

Felç<br />

Gastrointestinal kanama<br />

Gut<br />

Hematom<br />

Heterotopik ossifikasyon<br />

İlaç ateşi<br />

İmmün rekonstrüksiyon inflamatuvar sendromu<br />

İntrakraniyal kanama<br />

İskemik bağırsak<br />

Jarisch-Herxheimer reaksiyonu<br />

Kan ürünleri transfüzyonu<br />

Pankreatit<br />

Pulmoner enfarktüs<br />

Pnömonitis (enfeksiyon olmadan)<br />

Siroz (peritonit olmadan)<br />

Sitokin aracılı ateş<br />

Taşsız kolesistit<br />

Tiroid fırtınası<br />

Transplant reddi<br />

Tümör lizis sendrom<br />

Venöz tromboz<br />

Yağ embolisi<br />

ARDS: Akut solunum sıkıntısı sendromu.<br />

İlaç ateşinin tanısı genellikle ateş ile başlanan ve<br />

kesilen ilaç arasındaki ilişkinin gözlenmesiyle<br />

konur. Hasta klinik olarak nispeten iyidir.<br />

Laboratuvar bulguları olarak; lökositoz, sola<br />

kayma, eozinofili, sedimentasyonda artış, AST/<br />

ALT’de hafif ve geçici yükselmeler saptanabilir,<br />

ancak bu bulguların görülmesi şart değildir.<br />

Yoğun bakım hastalarında iki önemli sendroma<br />

dikkat edilmelidir; malign hipertermi ve nöroleptik<br />

malign sendrom. Her ikisinde de ateş çok<br />

yüksektir ve tedavi edilmezlerse öldürücü olabilmektedirler.<br />

Malign hipertermi yoğun bakımdan<br />

çok ameliyathanede rastlanan bir durumdur<br />

ancak özellikle hasta steroid alan bir hastaysa<br />

başlangıcı 24 saate kadar gecikebilir. En sık<br />

sorumlu ilaç süksinilkolin ve halotan başta<br />

160<br />

olmak üzere inhale anestetiklerdir. Nöroleptik<br />

malign sendrom ise nadir ancak yoğun bakım<br />

hastalarında malign hipertermiye göre daha sık<br />

görülen bir durumdur. Antipsikotik nöroleptik<br />

ilaçlarla (fenotiazinler, tioksantenler ve butirifenonlar)<br />

ilişkilidir. Yoğun bakım hastalarında en<br />

çok bildirilen ilaç haloperidoldür. Kas rijiditesi,<br />

jeneralize ateş ve kreatinin fosfokinaz seviyelerinde<br />

artma görülür.<br />

Bazı ilaçların kesilmesi de ateşe sebep olabilmektedir.<br />

Alkol, opiyatlar (metadon), barbitüratlar<br />

ve benzodiazepin bu tür febril sendromlarla<br />

bir arada olabilmektedir. Hasta yoğun<br />

bakıma başvurduğunda bu tür ilaçları aldığına<br />

dair öyküye ulaşmak mümkün olmayabilir.<br />

Çekilme ve buna bağlı ateş başvurudan saatler<br />

veya günler sonra gelişebilir.<br />

Kan ürünlerinin transfüzyonu sonrası ateş<br />

%0.5 oranında görülmektedir ve en fazla trombosit<br />

transfüzyonu sonrası gelişmektedir. Ateş<br />

genellikle kan ürünü transfüzyonu başladıktan<br />

30 dakika-iki saat sonra başlar, 2-24 saat sürebilir<br />

ve üşüme-titremeye sebep olur.<br />

ARDS’nin kronik fazına ilerleyen hastalar pulmoner<br />

fibroproliferasyon ve ateş ile karakterizedir.<br />

Steroid tedavisi mortaliteyi düşürmektedir.<br />

Ancak bazı otörler steroid tedavisi öncesinde<br />

açık akciğer biyopsisi yapılmasını, ARDS’nin<br />

fibroproliferatif fazının histolojik bulgularının<br />

elde edilmesini ve enfeksiyonun ekarte edilmesini<br />

önermektedir.<br />

Taşsız kolesistit yoğun bakım hastalarının<br />

%1.5’inde görülmektedir. Nadir görülmesine<br />

rağmen önemli enfeksiyon dışı ateş sebeplerindendir.<br />

Sıklıkla tanınmaz ve hayatı tehdit edebilir.<br />

Eğer varsa sağ üst kadran ağrısı klinisyeni<br />

uyarır ama genellikle bulunmaz. Ateşin yanı sıra<br />

bulantı ve kusma görülebilir. Tanının konabilmesi<br />

ancak şüphelenilmesiyle mümkündür.<br />

Ultrasonla duvar kalınlığının gösterilmesi tanıya<br />

götüren en önemli bulgudur.<br />

Derin ven trombozu olan hastalarda ateş görülebilmektedir<br />

ancak venöz trombozun diğer bulguları<br />

olmadan sadece ateş görülmesi beklenen<br />

bir durum değildir. Bu nedenle sadece ateşi olan<br />

yoğun bakım hastalarında rutin venografi başlangıç<br />

tanısal incelemeleri içinde önerilmemektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Atelektazinin ateş sebepleri arasındaki rolü açık<br />

değildir, pulmoner enfeksiyon olmadan ateşe<br />

sebep olmadığı düşünülmektedir.<br />

ATEŞİ OLAN YOĞUN BAKIM HASTASINA<br />

GENEL YAKLAŞIM<br />

Açık bir şekilde enfeksiyon odağı olan hastalarda<br />

(pürülan burun akıntısı, karın hassasiyeti,<br />

belirgin ishal gibi) odağa yönelik tanısal çalışmalar<br />

başlatılmalıdır. Ancak hastada klinik olarak<br />

belirgin bir enfeksiyon odağı yoksa ve hastanın<br />

klinik olarak kötüleştiğine dair bulgular<br />

(kan basıncında düşme, idrar çıkışında azalma,<br />

bilinçte değişiklik, serum laktat seviyesinde<br />

yükselme, trombosit sayısında düşme) yoksa ve<br />

ateş 39o C’nin üzerinde değilse kan kültürleri<br />

alınarak ileri tetkikler yapılmadan ve ampirik<br />

antibiyotik tedavisi başlanmadan hastanın 48<br />

saat gözlenmesi önerilmektedir. Bu gözlem<br />

süresinin sonunda ateş devam ediyorsa, tüm<br />

olası odaklara yönelik kültürler alınarak ve<br />

ampirik antibiyotik tedavisi başlanarak ileri tetkiklerle<br />

hasta değerlendirilmelidir.<br />

Dilara İnan<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Cunha BA. Drug fever: the importance of recognition.<br />

Postgrad Med 1986;80:123-9.<br />

2. Cunha BA. Fever in the intensive care unit. Intensive Care<br />

Med 1999;25:648-51.<br />

3. Laupland KB, Shahpori R, Kirkpatrick AW, et al.<br />

Occurrence and outcome of fever in critically ill adults.<br />

Crit Care Med 2008;36:1531-5.<br />

4. Marik PE. Fever in the ICU. Chest 2000;117:855-69.<br />

5. O’Grady NP, Barie PS, Bartlett JG, et al. Guidelines for<br />

evaluation of new fever in critically ill adult patients: 2008<br />

update from the American College of Critical Care<br />

Medicine and the Infectious Diseases Society of America.<br />

Crit Care Med 2008;36:1330-49.<br />

6. Ryan M, Levy MM. Clinical review: fever in intensive care<br />

unit patients. Crit Care 2003;7:221-5.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 161


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Nötropenik Hasta<br />

Prof. Dr. Serpil Erol<br />

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Erzurum<br />

163


Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Nötropenik Hasta<br />

Nötrofiller konak savunma mekanizmalarının<br />

en önemli komponentlerinden biridir.<br />

Nötropeni varlığında enfeksiyon riskinin arttığı<br />

ilk kez 1966 yılında Bodey ve arkadaşları tarafından<br />

gösterilmiştir. Bu hastalarda enfeksiyon<br />

riski nötropeninin süresine ve derinliğine paralel<br />

olarak artmaktadır. Nötropenik hastalarda<br />

enflamasyon yanıtı azaldığından ateş çoğu kez<br />

enfeksiyonun tek belirtisi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Bu nedenle bu hastalarda enfeksiyona<br />

bağlı ve enfeksiyon dışı ateş ayırımını yapmak<br />

çoğu kez mümkün olmamaktadır. Nötropenik<br />

hastalardaki enfeksiyonların tedavisindeki<br />

gecikmeler ciddi mortalite artışına neden olduğundan<br />

genellikle ateşin nedeninin enfeksiyon<br />

olup olmadığına bakılmaksızın bu hastalarda<br />

uygun antibiyotik tedavilerine zaman kaybedilmeden<br />

başlanılmaktadır. Bununla birlikte hastaların<br />

ancak %50-60’ında ateş nedeni olarak<br />

klinik ve mikrobiyolojik olarak ortaya konmuş<br />

enfeksiyonlar gösterilmektedir. Yaklaşık %40’lık<br />

bir hasta grubunda ise enfeksiyon odağı ve<br />

etkeni saptanamamaktadır. Retrospektif bir<br />

çalışmada hematopoietik kök hücre nakli veya<br />

kemoterapi için başvuran hastada hospitalizasyon<br />

periyodunda ortaya çıkan 143 ateş atağının<br />

27’sinde invaziv bakteriyel, beşinde fungal,<br />

üçünde viral, 20’sinde olası enfeksiyon, 20’sinde<br />

graft versus host hastalığı, 22’sinde ilaçlar, yedisinde<br />

transfüzyon reaksiyonu ateş nedeni olarak<br />

saptanmış, 39 atakta ateş etyolojisi belirlenememiştir.<br />

Özellikle persistan veya tekrarlayan<br />

ateşi olanlarda dirençli patojenlerle meydana<br />

gelen enfeksiyonlar ve fungal enfeksiyonlara<br />

ek olarak enfeksiyon dışı nedenler düşünülmeli<br />

ve araştırılmalıdır. Bu hasta grubunda enfeksiyon<br />

dışı ateş nedeni olarak bleomisin ve sitozin<br />

arabinozid gibi sitotoksik kemoterapi ajanları,<br />

vankomisin, amfoterisin, biyolojik yanıt düzenleyiciler<br />

(interferon, IL-2, koloni stimüle edici<br />

faktörler vb.) gibi ilaçlar, trombofilebit, transfüzyon<br />

reaksiyonları, hastalığın kendisi, hematom<br />

rezorbsiyonu en sık karşılaşılanlardır.<br />

Hodgkin hastalığı, lösemiler, lenfomalar, böbrek<br />

kanserleri, kemik kanserleri, sürrenal kanserler<br />

ve hipotalamus tümörleri sıklıkla ateşe<br />

neden olur. Meme, akciğer ve kolon kanserleri<br />

de karaciğer metastazı yaptıklarında ateş ortaya<br />

çıkabilir. Bağırsak, mide, idrar yolu veya solunum<br />

sistemini tıkayan herhangi bir tümör de<br />

ateşe yol açabilir. Bu hastalarda ateş periyodik<br />

164<br />

nöbetler halinde gelebileceği gibi, ara sıra veya<br />

günün belli bir saatinde de ortaya çıkabilir ya da<br />

günler ve haftalar boyunca hiç yükselmeyebilir.<br />

Ayrıca, graft versus host hastalığı, tümör embolizasyonu,<br />

eşlik eden diğer hastalıklar; kollajen<br />

doku hastalıkları, santral sinir sisteminde kanama<br />

veya inme gibi hastalıklar da ateş nedeni<br />

olabilir.<br />

Nötropenik hastalarda ateş etyolojisini araştırırken<br />

dikkatli bir öykü alınmalı, fizik inceleme<br />

yapılmalıdır. Tüm vücut sistemleri dikkatlice<br />

gözden geçirilmeli ve eşlik eden başka hastalıklar<br />

sorgulanmalıdır. Ancak buna rağmen ateş<br />

nedenini ortaya koymak çoğu zaman mümkün<br />

olmamaktadır. Ateş paterni enfeksiyöz ve enfeksiyon<br />

dışı sebeplerin ayırt edilmesinde işe yaramaz.<br />

CRP, proenflamatuvar sitokinler ve solubl<br />

adezyon moleküllerinin serum ve plazma<br />

düzeylerinin enfeksiyöz ve enfeksiyon dışı<br />

nedenlerin ayırt edilmesindeki rolüne ilişkin<br />

veriler ise çelişkilidir. Buna karşın serum prokalsitonin<br />

düzeyleri bakteriyel ve fungal enfeksiyonlarda,<br />

viral enfeksiyonu, enfeksiyon dışı<br />

ateşi veya nedeni bilinmeyen ateşi olan hastalara<br />

göre daha yüksek bulunmaktadır. Ancak<br />

noninvaziv lokal enfeksiyonların, enfeksiyon<br />

dışı ateş nedenlerinden ayırt edilmesinde prokalsitoninin<br />

IL-6 ve C-reaktif proteine üstünlüğü<br />

gösterilememiştir. Neoplastik ateşi enfeksiyon<br />

ateşinden ayırmada naproksen testi de<br />

yararlı olabilir.<br />

Sonuç olarak; ateşi olan nötropenik hastalarda<br />

ateş her zaman enfeksiyon göstergesi olmamasına<br />

karşın, enfeksiyon dışı nedenlerin ortaya<br />

konmasındaki zorluklar ve enfeksiyon tedavisindeki<br />

gecikmelerin bu hasta grubunda yol<br />

açacağı önemli sonuçlar dikkate alındığında<br />

ateş etyolojisini araştırırken aynı zamanda<br />

uygun ampirik antienfektif tedaviye de zaman<br />

kaybetmeden başlanması akılcı bir yaklaşımdır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Alejandria MM. Utility of naproxen in the differential<br />

diagnosis of fever of undetermined orgin in patients with<br />

cancer: a commentary. Phil J Microbiol Infect Dis<br />

1999;28:73-4.<br />

2. Arber C, Passweg JR, Fluckiger U, et al. C reactive protein<br />

and fever in neutropenic patients. Scand J Infect Dis<br />

2000;32:515-20.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Bodey GB, Buckley M, Sahte YS, Freireich EJ. Quantitative<br />

relationships between circulating leukocytes and infection<br />

in patients with acute leukemia. Ann Intern Med<br />

1966;64:328-40.<br />

4. Bodey GP, Rolston KVI. Management of fever in neutropenic<br />

patients. J Infect Chemother 2001;7:1-9.<br />

5. Cleary JF. Fever and sweats: including the immunocompromised<br />

hosts. In: Berger A, Portenoy RK, Weissman DE<br />

(eds). Principles and Practice of Supportive Oncology.<br />

Philadelphia: Lippincott-Raven Publishers, 1998:119-31.<br />

6. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />

guideline for the use of antimicrobial agents in neutropenic<br />

patients with cancer: 2010 update by Infectious<br />

Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2011;52:e56e93,<br />

doi:10.1093/cid/cir073.<br />

Serpil Erol<br />

7. Sakr Y, Tuche SF, Reinhart BK. The role of procalcitonin in<br />

febril neutropenic patients: review of literature. Infection<br />

2008:396-47.<br />

8. Serody JS, Kelley M, Cohen MS. Infection in the immunocompromised<br />

host. In: Brilmann C, Quenzer RW (eds).<br />

Infectious Diseases in Emergency Medicine. 2 nd ed.<br />

Philadelphia: Little Brown, 1998:317-37.<br />

9. Sudhoff T, Giagounidis A, Karthaus M. Serum and plasma<br />

parameters in clinical evaluation of neutropenic fever.<br />

Antibiot Chemother 2000;50:10-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 165


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Postoperatif<br />

Doç. Dr. F. Şebnem Erdinç<br />

SB Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

1. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

167


Enfeksiyon Dışı Ateş:<br />

Postoperatif<br />

İnsanlarda normal vücut ısısı termoregülatuar<br />

sistem tarafından 37°C civarında korunmaktadır.<br />

Termoregülasyonda, vazokonstrüksiyon,<br />

titreme, terleme ya da vazodilatasyon gibi<br />

mekanizmalar bulunmaktadır ve genel anestezi<br />

durumunda bu mekanizmalarda birtakım<br />

hasarlar oluşabilir. Genel anestezinin söz konusu<br />

mekanizmalar üzerindeki baskılayıcı etkisi<br />

çoğunlukla doza bağımlı olup perioperatif<br />

hipotermi ile sonuçlanmaktadır. Perioperatif<br />

hipotermi hastanın genel anestezi sırasında ısıtılması<br />

ile engellenebilir. Bu dönemde ateş<br />

vücut ısısının kontrollü bir artışı olarak tanımlanmaktadır<br />

ve sıkça görülmektedir. Bu nedenle<br />

erken dönemde gelişen ateş nadiren enfeksiyon<br />

nedenlidir.<br />

Postoperatif dönemde gelişen ateş çoğunlukla<br />

tanıya yönelik bir dizi girişim ile sonuçlanır.<br />

Özellikle elektif şartlarda uygulanan operasyonlarda,<br />

erken dönemde gelişen ateş, genel bir<br />

hasta başı değerlendirme ile aydınlatılabilmektedir.<br />

Nedenin enfeksiyon olmadığı anlaşıldığında<br />

ise genellikle atelektazi düşünülmektedir.<br />

Bu yaygın kabul gören bilginin aksine, bir çalışmada,<br />

kardiyak operasyon sonrası vücut ısısı ve<br />

atelektazi açısından günlük izlenim uygulanan<br />

100 hastanın değerlendirilmesi sonunda, ateş<br />

ve atelektazi arasında anlamlı bir ilişki olmadığı<br />

saptanmıştır.<br />

Enfeksiyon kaynaklı ateş, eğer hastada başka<br />

bir enfeksiyon odağı yoksa genellikle üçüncü<br />

günden sonra ortaya çıkar. Enfeksiyon dışı ateşin<br />

nedenleri arasında ise ameliyat travması,<br />

hematom, dikiş reaksiyonu, ilaçlar, transfüzyon<br />

reaksiyonları, pulmoner emboli, derin ven<br />

trombozu ve intestinal iskemi söz konusudur.<br />

Postoperatif ateş değerlendirmesinde en önemli<br />

sorun ateşin, enfeksiyon ve enfeksiyon dışı<br />

nedenlerinin ayırımının kolay yapılamamasıdır.<br />

Zaman ile ilişkisi değerlendirilerek farklı sınıflandırmalar<br />

yapılmakta ve olası nedenleri ateşin<br />

geliştiği süreye göre öngörülmeye çalışılmaktadır.<br />

Bu sınıflandırmalardan biri erken<br />

(operasyondan saatler sonra), akut (1 hafta),<br />

subakut (1-4 hafta) ve geç dönem (1aydan<br />

sonra) olarak yapılmıştır. Erken dönemde gelişen<br />

ateşin enfeksiyon dışı nedenleri arasında<br />

travma, ilaçlar ve malign hipertermi yer almaktadır.<br />

Akut sınıfında ise pankreatit, miyokardi-<br />

168<br />

yal enfarkt, pulmoner emboli, trombofilebit ve<br />

akut gut bulunmaktadır. Subakut ateşin nedenleri<br />

ise trombofilebit, antibiyotik ilişkili ishal ve<br />

ilaçlar olabilirken, geç dönem ateş çoğunlukla<br />

enfeksiyon nedenli görülmektedir.<br />

Bir başka sınıflandırmada ilk 48 saat içinde gelişen<br />

enfeksiyon dışı ateş nedenleri arasında ilaçlar,<br />

malign hipertermi, miyokardiyal enfarkt,<br />

operasyon dokusunun enfarktı, operasyona<br />

karşı gelişen enflamatuvar yanıt, transfüzyon<br />

reaksiyonu, hiperakut transplant reddi, hematom,<br />

dikiş reaksiyonu, hipertiroidi ve feokromositoma<br />

yer almaktadır. Operasyon sonrası 3-7<br />

gün içinde ise ilaçlar, alkol yoksunluğu, yağ<br />

embolisi, kavernöz sinüs trombozu, miyokardiyal<br />

enfarkt, geç transfüzyon reaksiyonu, gut,<br />

pankreatit, adrenal yetmezlik, hipertiroidi ve<br />

dikiş reaksiyonu olabilmektedir. Bir haftadan<br />

sonra derin ven trombozu, pulmoner emboli,<br />

kavernöz sinüs trombozu, akut transplant reddi<br />

veya altta yatan malign hastalık nedenli ateş<br />

görülebilmektedir.<br />

Ateş ile ilişkili olabilecek ilaçlar;<br />

Antimikrobiyal ilaçlar<br />

Beta-laktamlar<br />

Florokinolonlar<br />

Glikopeptidler<br />

Sülfonamidler<br />

Nitrofurantoin<br />

Rifampin<br />

Amfoterisin B<br />

Kardiyovasküler ilaçlar<br />

Tiazid diüretikler<br />

Furosemid<br />

Spironolakton<br />

Hidralazin<br />

Kinidin<br />

Alfa metildopa<br />

Antikonvülzan<br />

Fenitoin<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Diğer<br />

Heparin<br />

Salisilatlar<br />

Nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar<br />

Allopürinol<br />

Propiltiyourasil<br />

Enfeksiyon saptanamayan durumlarda, enfeksiyon<br />

dışı olası nedenler düşünülürken ateşin<br />

görülme zamanı tanıya yardımcı olabilecek bir<br />

öngörü sağlayabilir. Ancak kimi araştırmacılar<br />

ateşin başlama zamanını öncelikli olarak dikkate<br />

almayı ve erken dönemde gelişen ateş durumunda<br />

enfeksiyon varlığını değerlendirmek<br />

amacıyla gereksiz çok sayıda tetkik yapılmamasını<br />

vurgulamaktadır. Her durumda hastalarda<br />

iyi bir fizik inceleme yapılması ön planda önerilmektedir.<br />

Bu şekilde hastalarda gereksiz antibiyotik<br />

kullanımı da engellenmiş olacaktır.<br />

Ateşin nedeninin tam olarak saptanmadığı<br />

durumlarda antibiyotik tedavisi hem gerçek<br />

nedenin tedavisini engellemekte hem de hekime<br />

yalancı bir güven hissi vermektedir.<br />

Operasyon uygulanan hastalarda postoperatif<br />

antipiretik kullanımı, müdahale yapılmadan<br />

gelişen ateş ve nedenleri yaklaşımını karmaşık<br />

hale getirebilir. Bu nedenle ateş izleminde hastaya<br />

uygulanan ilaç tedavileri de dikkate alınmalıdır.<br />

Postoperatif ateşi olan hastadan çok sayıda tetkik<br />

istenmeden önce iyi bir öykü ve fizik inceleme<br />

yapılması sıkça vurgulanan bir yaklaşımdır.<br />

Bu tür hastalara yaklaşımda ateşin önemli ve<br />

çabuk müdahale gerektirecek bir nedeninin<br />

olup olmadığının açığa kavuşturulması, enfeksiyon<br />

dışı nedenlerin de düşünülmesini zorunlu<br />

kılmaktadır.<br />

F. Şebnem Erdinç<br />

Ateşin nedeninin enfeksiyon olduğunun gösterilmesi<br />

tedaviyi doğru yönde destekleyecektir.<br />

Enfeksiyon ayrımında kullanılan C-reaktif protein,<br />

kan lökosit sayısı gibi laboratuvar testleri<br />

operasyon travmasına bağlı da artış gösterebileceğinden<br />

tanıya spesifik olarak katkı sağlamamaktadır.<br />

Son yıllarda enfeksiyon tanısında<br />

sıkça adı geçen prokalsitoninin postoperatif<br />

hastalarda gelişen ateşin değerlendirilmesinde<br />

de kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Bir<br />

çalışmada elektif kardiyak cerrahi uygulanan<br />

100 hasta izlenmiş, 16’sında postoperatif enfeksiyon<br />

saptanmıştır. Bu hastalarda prokalsitonin<br />

düzeylerinin üçüncü günde pik yaptığı ve<br />

C-reaktif protein ve lökositoza göre anlamalı<br />

oranda yüksek olduğu görülmüştür.<br />

Prokalsitonin, postoperatif ikinci günden sonra<br />

1.5 ng/mL’den yüksek olduğunda, enfeksiyon<br />

için %93 duyarlı, %80 özgül bulunmuştur.<br />

Enfeksiyon dışı neden söz konusu olduğunda<br />

buna yönelik tedavi yapılması gerekecektir. Bu<br />

şekilde, farklı bir tedavi gerektiren önemli ve<br />

acil sorunlar ertelenmemiş olacaktır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Ballestas HC. Postoperative fever: to what is the body<br />

really responding? AORN J 2007;86:983-8.<br />

2. Engoren M. Lack of association between atelectasis and<br />

fever. Chest 1995;107:81-4.<br />

3. Frank SM, Kluger MJ, Kunkel S. Elevated thermostatic<br />

setpoint in postoperative patients. Anesthesiology 2000;<br />

93:1426-31.<br />

4. Jebali MA, Hausfater P, Abes Z, Aouni Z, Riou B, Ferjani<br />

M. Assessment of the accuracy of procalcitonin to diagnose<br />

postoperative infection after cardiac surgery.<br />

Anesthesiology 2007;107:232-8.<br />

5. Lenhardt R. The effect of anesthesia on body temperature<br />

control. Front Biosci (Schol Ed) 2010;2:1145-54.<br />

6. Pile JC. Evaluating postoperative fever: a focused approach.<br />

Cleveland Clin J Med 2006;73:(Suppl 1): S62-S6.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 169


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Literatür 2011:<br />

Viral Hepatitler<br />

Yrd. Doç. Dr. Gürdal Yılmaz<br />

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Trabzon<br />

171


Literatür 2011:<br />

Viral Hepatitler<br />

Kliniği ilk olarak Hipokrat tarafından tarif<br />

edilen viral hepatit etkenlerinin [hepatit A<br />

virüsü, hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü<br />

(HCV), hepatit D virüsü, hepatit E virüsü,<br />

hepatit G virüsü…..] günümüzde tanı, tedavi<br />

ve klinik önemleri konusunda çalışmalar olanca<br />

hızıyla devam etmektedir. Neden oldukları<br />

ciddi karaciğer hastalıklarından (fulminan<br />

hepatit, siroz, karaciğer yetmezliği, hepatoselüler<br />

karsinom) yılda 1 milyondan fazla kişinin<br />

öldüğü tahmin edilmektedir.<br />

Viral hepatit için PubMed veri tabanında son<br />

bir yılda 3223 makalenin yayınlandığı görülmüştür.<br />

Bu yayınların 25’i Türkiye’den yapılmıştır.<br />

Yayınlar değerlendirildiğinde sekizinin<br />

kılavuz, 20’sinin meta-analiz, 84’ünün randomize<br />

kontrollü çalışma, 297’sinin derleme ve<br />

164’ünün klinik çalışma olduğu görülmüştür.<br />

Araştırmaların içeriği incelendiğinde daha çok<br />

viral hepatitlerin yeni tanı yöntemleri ile ilgili<br />

yayınların ön planda yer aldığı gözlenmiştir.<br />

Özellikle karaciğer fibrozisinin göstergeleri olabilecek<br />

biyomarkırlar ve FibroScan üzerine<br />

çalışmalar mevcuttur. Ayrıca, mevcut tedavilerin<br />

etkinliği ile ilgili çalışmalar ve yeni tedavi<br />

seçenekleri ile ilgili çalışmalar dikkati çekmektedir.<br />

Liu ve arkadaşlarının Şubat 2011 tarihinde Gut<br />

dergisinde yayınladıkları ve bazı hastalarda<br />

antiviral direnç saptanamamasına rağmen<br />

neden tedavi yanıtsızlığı olduğunu araştırdıkları<br />

“Evolutionary patterns of hepatitis B virus<br />

quasispecies under different selective pressures:<br />

correlation with antiviral efficacy” başlıklı çalışmalarında,<br />

entekavir tedavisinin erken dönemlerinde<br />

yanıtlı ve kısmi yanıtlı kronik hepatit B<br />

hastaları arasında farklı quasispecies’in varlığından<br />

söz etmektedirler. <strong>Tedavi</strong>nin ilk dört<br />

haftası boyunca HBV quasispecies’deki değişikliklerin<br />

uzun dönem virolojik yanıtı tahmin<br />

ettirebileceğini bildirmişlerdir. Yine benzer olarak<br />

farklı nükleozid analoğu alan kısmi yanıtlı<br />

ve yanıtsız hastalarda HBV revers transkriptaz<br />

quasispecies’in ilaç direncinin yeni bir mekanizması<br />

olabileceğini ve bu konuda daha fazla<br />

araştırmalara gerek olduğunu belirtmişlerdir.<br />

172<br />

Woo ve arkadaşları Gastroenterology dergisi<br />

Ekim 2010 139. sayıda “Tenofovir and entecavir<br />

are the most effective antiviral agents for chronic<br />

hepatitis B: a systematic review and Bayesian<br />

meta-analyses” başlıklı tedavi-naiv kronik hepatit<br />

B’li hastalarda tüm hepatit B ilaçlarının etkinliklerini,<br />

seçilen randomize kontrollü klinik<br />

çalışma sonuçlarına göre karşılaştıran bir metaanalizi<br />

yayınlamışlardır. Bu meta-analizde yazarlar<br />

mevcut hepatit B tedavilerini (entekavir,<br />

tenofovir, adefovir, lamivudin, telbivudin, pegile<br />

interferon) HBV-DNA, ALT normalleşmesi,<br />

histolojik iyileşme, HBeAg serokonversiyonu ve<br />

HBsAg kaybı açısından karşılaştırmışlardır.<br />

Çalışmanın sonucunda HBeAg-pozitif kronik<br />

HBV’li hastalar için entekavir ve tenofovirin en<br />

etkili tedaviler olduğunu vurgulamışlardır.<br />

Kronik HCV enfeksiyonu tedavisi ile ilgili<br />

yayınlar incelendiğinde ise şu anda mevcut<br />

tedavi rejimleri ile hastaların %50’sinden daha<br />

azında kalıcı virolojik yanıtın alındığı görülmektedir.<br />

Kalıcı virolojik yanıtın düşük olması<br />

yeni tedavi arayışlarına neden olmaktadır. Son<br />

bir yıl içinde bu konuda birçok yayının olduğu<br />

görülmektedir. Kwo ve arkadaşlarının Lancet<br />

Ağustos 2010 376. sayıda “Efficacy of boceprevir,<br />

an NS3 protease inhibitor, in combination<br />

with peginterferon alfa-2b and ribavirin in treatment-naive<br />

patients with genotype 1 hepatitis C<br />

infection (SPRINT-1): an open-label, randomised,<br />

multicentre phase 2 trial” başlıklı çalışmalarında<br />

PEG-IFN alfa-2b + ribavirin tedavisine<br />

eklenen boseprevirin etkinliğini test etmişlerdir.<br />

Çalışmanın sonucunda kronik hepatit C enfeksiyonlarında<br />

dört hafta PEG-IFN + ribavirin<br />

tedavisi sonrası eklenen boseprevir ile toplam<br />

48 haftalık tedavi, yüksek kalıcı virolojik yanıt<br />

oranı ve düşük breakthrough ve relapsla oldukça<br />

etkin olarak belirtilmiştir.<br />

Sonuç olarak; diğer alanlarda olduğu gibi, viral<br />

hepatitlerde de güncel literatürü takip etmek<br />

yeni yaklaşımlar açısından zorunlu ve önemlidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Literatür 2011:<br />

Antimikrobiyal Direnç<br />

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ertürk<br />

Rize Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Rize<br />

173


Literatür 2011:<br />

Antimikrobiyal Direnç<br />

Antimikrobiyal direnç ve buna ilişkin araştırmalara<br />

yoğun bir şekilde devam edilmektedir.<br />

Bu sunuda antimikrobiyal dirence<br />

ilişkin makaleler arasından seçilen, ikisi 2010<br />

yılında ve biri 2011 yılında yayınlanan toplam<br />

üç makale kısaca özetlenmeye çalışılmıştır.<br />

Bunlardan ilki Lambert ve arkadaşları tarafından<br />

yapılmış, kesitsel bir araştırmadır. Bu çalışma<br />

yoğun bakım ünitelerinde bulunan hastaların<br />

sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar açısından<br />

yüksek risk altında oldukları, bu enfeksiyona<br />

yol açan patojenlerin bazılarının tedaviye<br />

direnç gösterdikleri esası üzerine kurulmuş<br />

olup, çalışmada yoğun bakım ünitelerinde kan<br />

yoluyla yayılan enfeksiyonlar ve pnömoni gelişimi<br />

nedeniyle artmış mortalite ve uzamış hastanede<br />

kalış sürelerinin değerlendirilmesi esas<br />

alınmıştır.<br />

Çalışmada, yoğun bakım ünitelerinde kalan,<br />

hasta bakımı ile ilişkili sürveyans raporları<br />

Avrupa standartlarında hazırlanmış olan raporlar<br />

analiz edilmiş, en sık saptanan ajan patojenler<br />

esas alınmıştır.<br />

Direnç kavramı olarak; Acinetobacter ve<br />

Pseudomonas için seftazidime direnç, Escherichia<br />

coli için üçüncü kuşak sefalosporine direnç,<br />

Staphylococcus aureus için oksasiline direnç varlığı<br />

kabul edilmiştir. Yirmi farklı maruz kalma<br />

şekli tanımlanmış ve bu tanımlamalarda enfeksiyon<br />

sahası, mikroorganizma ve direnç durumu<br />

esas alınmıştır. İstatistiksel analiz olarak<br />

zaman bağımlı regresyon analizi kullanılmış,<br />

hastaların maruz kalma ve maruz kalmama<br />

durumlarındaki sonuçları karşılaştırılmıştır.<br />

01 Ocak 2005-31 Aralık 2008 tarihleri arasındaki<br />

sürede, Avrupa’daki 10 ülkenin yoğun<br />

bakım ünitelerinde 2-537 gün boyunca kalan<br />

toplam 119.699 hastanın sonucuna ulaşılmıştır.<br />

Pnömoni için risk; ilaca duyarlı S. aureus için<br />

1.7 kat artmış (%95 GA 1.4-1.9), ilaca dirençli<br />

Pseudomonas aeruginosa için 3.5 kat artmış olarak<br />

bulunmuştur (2.9-4.2). Kan yoluyla yayılan<br />

enfeksiyonlar için risk; ilaca duyarlı S. aureus<br />

için 2.1 kat (1.6-2.6), ilaca dirençli P. aeruginosa<br />

için 4.0 kat artmış olarak bulunmuştur (2.7-<br />

5.8). Çalışmada antimikrobiyal dirence bağlı<br />

ölüm riski; pnömoni için 1.2 kat (1.1-1.4), kan<br />

yoluyla yayılan enfeksiyonlarda (her dört etken<br />

patojen için de) 1.2 kat (0.9-1.5) artmış olarak<br />

bulunmuştur. İçlerinde en yüksek risk S. aureus<br />

174<br />

için bulunmuştur. S. aureus’un; pnömoni için<br />

1.3 kat (1.0-1.6), kan yoluyla yayılanlar için 1.6<br />

kat (1.1-2.3) artmış riske yol açtığı saptanmıştır.<br />

Çalışmada yoğun bakımda kalış süresi ile antimikrobiyal<br />

direnç arasında anlamlı bir risk artışı<br />

ilişkisi bulunmamıştır. Yine çalışmada, taburcu<br />

etme, yaşam ya da ölüm parametreleri açısından,<br />

ilaca duyarlı mikroorganizmalar ile ilaca<br />

dirençli mikroorganizmalar karşılaştırıldığında<br />

risk (hazard) oranları pnömoni için 1.05 (0.97-<br />

1.13), kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar için 1.02<br />

(0.98-1.17) olarak bulunmuştur. P. aeruginosa<br />

sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar içinde<br />

hem ilaca duyarlı hem de ilaca dirençli patojenler<br />

içinde yüksek prevalans ve patojenite açısından<br />

en ciddi hasara yol açan etken patojen olarak<br />

bulunmuştur.<br />

Araştırmacılar sonuç olarak şunları söylemektedir;<br />

1. Sağlık bakımı ile ilişkili kan yoluyla yayılan<br />

enfeksiyonlar ve pnömoni, yüksek mortaliteye<br />

neden olmakta, pnömoni yoğun bakımda uzun<br />

süreli kalmayla sonuçlanmaktadır.<br />

2. Diğer antimikrobiyal dirence bağlı ilave etkiler<br />

görece düşük bulunmuştur.<br />

3. Sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar kritik<br />

olarak hasta olanlarda yüksek mortalite riski<br />

taşımaktadır.<br />

4. Bu mortalite oranlarına salt antimikrobiyal<br />

direnç varlığı görece daha az etkili olmaktadır.<br />

5. Tüm dört mikroorganizma için de ölçümler<br />

göstermiştir ki; pnömoni ölüm riskini iki kat,<br />

kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar ölüm riskini<br />

üç kat artırmakta, antimikrobiyal direnç varlığı<br />

pnömonili olguların yalnızca 1/5 (%20)’inde<br />

olumsuz şekilde etkili olmaktadır.<br />

6. Antimikrobiyal direnç yoğun bakımdaki kalış<br />

süresini etkilememektedir.<br />

7. Yoğun bakım ünitelerinde seftazidime dirençli<br />

ve duyarlı P. aeruginosa türleri, S. aureus’tan<br />

daha yüksek oranlarda zararlı sonuçlara yol<br />

açmaktadır.<br />

Yazarlar çalışmanın tartışma kısmında şu<br />

yorumları yapmışlardır; bu çalışmada yoğun<br />

bakımda kazanılan pnömoninin (tüm patojenler<br />

için), yoğun bakımda kalış süresini uzattığı,<br />

bu sürenin antimikrobiyal direnç bulunsun ya<br />

da bulunmasın, her iki durumda da geçerli<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


olduğu gösterilmiştir. Geç başlangıçlı pnömoninin<br />

daha mortal seyretmesine ve ölümle sonuçlanmasına<br />

karşın, erken başlangıçlı pnömoninin,<br />

geç başlangıçlı pnömoniye oranla daha<br />

uzun süreyle yoğun bakımda kalışa yol açtığı<br />

bulunmuştur. Örneğin; erken başlangıçlı pnömoninin<br />

en sık etkeni olan metisiline duyarlı<br />

S.aureus (MSSA)’un en düşük oranlarda fatal<br />

seyrettiği bulunmuştur.<br />

Dirençli E. coli’nin neden olduğu enfeksiyonların<br />

hastanede kalış süresinin uzunluğunun<br />

anlamlı bulunmayışı örneklemin küçüklüğü ile<br />

ilişkili olabilir. MSSA dışında kalan, kan yoluyla<br />

yayılan enfeksiyonların, maruz kalmış ve kalmamış<br />

olanlar arasında, hastanede kalış süreleri<br />

açısından anlamlı düzeyde etkilemedikleri,<br />

MSSA’nın da etkisinin küçük boyutlu olduğu<br />

saptanmıştır. Bununla birlikte dirençli E. coli’nin<br />

hastanede kalış süresi üzerine olan etkisi örneklemin<br />

küçüklüğü nedeniyle değerlendirilememiştir.<br />

Kan yoluyla yayılan enfeksiyonların her<br />

dört ajan patojen için de hastanede kalış süresini<br />

etkilemediği bulunmuştur. Yazarların önerisi,<br />

ölçümlerin değerlendirilmesinde aslolan unsurlar<br />

sadece hastaların karakteristikleri değil, aynı<br />

zamanda enfeksiyonun zamanlaması gibi hususların<br />

değerlendirilmesinde kullanılacak olan<br />

ortak standart değerlendirmelerin oluşturulup<br />

kullanılmasıdır. En iyi istatistiksel yaklaşımın<br />

ne olduğu halen tartışmalıdır ve ileri çalışmalarla<br />

açıklanmaya ihtiyaç vardır.<br />

Burada sunulacak ikinci çalışma Mauldin ve<br />

arkadaşları tarafından South Caroline Üniversitesi<br />

Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan tek merkezli<br />

bir retrospektif gözlemsel karşılaştırmalı<br />

kohort çalışmadır. “Hastanede kalış süresi ve<br />

maliyetinin analizi hem hasta, hem bu hizmeti<br />

verenler hem de bu hizmetin karşılığını ödeyenler;<br />

hasta bakımı ve kaynakların sağlanması<br />

açısından rasyonel ve yapılandırılmış kararların<br />

alınması için önemlidir” esası üzerine dizayn<br />

edilen çalışmada, antibiyotiğe dirençli gramnegatif<br />

bakterilerin neden olduğu sağlık bakımı<br />

ile ilişkili enfeksiyonların hasta yatış süreleri ve<br />

hastane maliyeti üzerine olan etkileri incelenmiştir.<br />

Ocak 2000-Haziran 2008 tarihleri arasındaki<br />

sürede, yoğun bakımda ya da genel hastane<br />

ortamında tedavi gören, gram-negatif etkenli<br />

“Acinetobacter spp., Enterobacter spp., E. coli,<br />

Ayşe Ertürk<br />

Klebsiella spp. ya da Pseudomonas spp. patojenlerinden<br />

birinin neden olduğu” nozokomiyal<br />

enfeksiyon tanısı konmuş, yenidoğandan 93<br />

yaşına kadar olan yaş grubundaki toplam 662<br />

hastanın verileri değerlendirilmiştir.<br />

Patojenler beş bölümde kabul edilmiştir;<br />

1. Acinetobacter spp.,<br />

2. E. coli,<br />

3. Enterobacter spp.,<br />

4. Klebsiella spp.,<br />

5. Pseudomonas spp.<br />

Muhtemel risk faktörleri ve varyantları olarak;<br />

1. Çoklu dirençli gram-pozitif mikroorganizma,<br />

2. Yaş,<br />

3. Cinsiyet,<br />

4. Pnömoni,<br />

5. Yoğun bakım ünitesinde kalma,<br />

6. Nötropeni varlığı,<br />

7. Santral venöz kateter varlığı,<br />

8. Kemoterapi alıyor olma,<br />

9. Foley kateter varlığı,<br />

10. Total parenteral nütrisyon alma,<br />

11. Mekanik ventilasyon kullanımı,<br />

12. Transplantasyon varlığı kabul edilmiştir.<br />

Sağlık bakımı ile ilgili enfeksiyonlar olarak;<br />

1. Kan yoluyla yayılan enfeksiyonlar,<br />

2. Cerrahi müdahale bölgesinin enfeksiyonu,<br />

3. Diğer enfeksiyonlar (idrar yolu enfeksiyonu<br />

ve diğerleri) kabul edilmiştir.<br />

Antibiyotik duyarlılığı tanımlaması yapılırken;<br />

duyarlı, orta derecede, dirençli ve test edilmemiş<br />

olarak sınıflandırılmıştır.<br />

Maliyet analizi yapılırken, hastaların hastaneden<br />

taburcu edilirken toplanan maliyet esas<br />

alınmıştır. Maliyet; ilaçların, laboratuvar ve<br />

medikal testlerin ve diğer bakım ürünlerinin<br />

toplam maliyetini yansıtmaktadır. Maliyetin<br />

tamamı 2008 yılı dolar kuru üzerinden yapılmıştır.<br />

Aşağıdaki ilaçlardan birine direnç varsa o patojen<br />

dirençli kabul edilmiştir; florokinolon (siprofloksasin,<br />

levofloksasin, ofloksasin, moksifloksasin,<br />

gatifloksasin), piperasilin (piperasilin,<br />

piperasilin-tazobaktam), karbapenem (imipenem,<br />

meropenem), geniş spektrumlu sefalospo-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 175


Literatür 2011:<br />

Antimikrobiyal Direnç<br />

rinler (seftriakson, seftazidim, sefotaksim, sefepim).<br />

Patojenler iki ya da daha çok ilaca dirençli<br />

bulunmuşsa bunlar da çoklu ilaç direnci olan<br />

patojenler olarak kabul edilmiştir.<br />

Antibiyotik dirençli gram-negatifler nedeniyle<br />

sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonların total hastane<br />

masraflarına ve yatış süresi üzerine ilave<br />

etkisi belirlenmiş, antibiyotik duyarlı gramnegatifler<br />

nedeniyle oluşan sağlık bakımı ilişkili<br />

enfeksiyonlu kontrol grubu ile hastane masrafları<br />

ve yatış süresi karşılaştırılmıştır. Sağlık bakımı<br />

ile ilişkili enfeksiyonların %29’u antibiyotiğe<br />

dirençli gram-negatif patojenler olup, bunun<br />

%16’sını çoklu ilaca dirençli gram-negatif patojenler<br />

oluşturuyor bulunmuştur. Bu çalışmada<br />

açıkça gösterilmiştir ki, gram-negatif patojenlerin<br />

yol açtığı enfeksiyonda tedaviye direnç<br />

varsa, tedaviye duyarlı olanlarınkiler ile karşılaştırıldığında<br />

hastanede kalış %23.8 oranında<br />

(p< 0.0001; %95 GA, 16.23-42.35), toplam<br />

maliyet %29.3 oranında (p< 0.0003; %95 GA,<br />

11.01-36.56) artmaktadır. Çok değişkenli analizde<br />

önemli varyantlar (değişkenler); 12 yaş ve<br />

üzeri olmak, pnömoni varlığı, yoğun bakım<br />

ünitesinde kalış süresi ve nötropeni varlığı olarak<br />

saptanmıştır.<br />

Antibiyotiğe dirençli gram-negatif patojenlerin<br />

neden olduğu sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonlar,<br />

antibiyotiğe duyarlı olanlarına göre anlamlı<br />

derecede yüksek toplam hastane maliyetleri ve<br />

artan yatış süresi ile ilişkili bulunmuştur.<br />

Yazarlar, çalışmadan elde edilen bu bilgilerin,<br />

sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonların önlenmesini<br />

hedefleyen müdahalelerin maliyet-etkinlik<br />

potansiyelinin değerlendirilmesinde kullanılabileceğine<br />

vurgu yapmaktadır.<br />

Burada sunulacak son araştırma Holmes ve<br />

Williams tarafından St. Elizabeth Health Center<br />

adlı merkezin cerrahi bölümünde retrospektif<br />

olarak yapılmıştır. Bu çalışma “Yoğun bakımlarda<br />

metisiline dirençli S. aureus (MRSA)’un saptanması<br />

bunun sürveyansını değerlendirme ve<br />

eradikasyon stratejilerinin geliştirilmesine yol<br />

açmaktadır” esası üzerine kurulmuş, çalışmaya<br />

merkezin cerrahi yoğun bakım ünitelerinde<br />

bulunan ve burun kültürlerinde MRSA araştırılması<br />

yapılıp, eğer pozitif ise eradikasyon tedavisi<br />

uygulanan hastalar alınmıştır.<br />

176<br />

Ekim 2008-Ekim 2009 tarihleri arasındaki sürede<br />

toplam 12 yataklı olan cerrahi yoğun bakım<br />

ünitesinde tedavi gören toplam 145 hastanın<br />

burun kültürleri yapılmıştır. Pozitif bulunan<br />

hastalara nazal swaplar ile günde iki kez mupirosin<br />

tedavisi uygulanmıştır.<br />

Hastaların tümünde balgam kültürleri alınarak<br />

pnömoni varlığı araştırılmıştır. Sonuçlara göre<br />

hastalar burun kültürü pozitif, negatif ve balgam<br />

kültürü pozitif, negatif şeklinde sınıflandırılarak<br />

verileri karşılaştırılmıştır.<br />

Çalışma sonucunda burun kültürü pozitif gelenlerin<br />

oranı %21 (30/145), balgam kültürü pozitif<br />

olanların oranı %18 (26/145) olarak bulunmuştur.<br />

Burun kültürü pozitif olanların<br />

%63’ünde eradikasyon başarı ile yapılmıştır.<br />

Burun kültürü pozitif olanların %36 (9/25)’sında<br />

balgam kültürü de pozitif olarak saptanmıştır.<br />

Burun kültürü negatif olanların %10<br />

(12/115)’unda balgam kültürü pozitif olarak<br />

bulunmuştur (p= 0.003).<br />

Balgam kültürü pozitif olanların hastanede kalış<br />

süresi, negatif olanlarınkine göre anlamlı olarak<br />

daha uzun bulunmuştur (18 ± 12 gün balgam<br />

kültürü pozitif olan toplam 23 hasta; 10 ± 9 gün<br />

balgam kültürü negatif olan toplam 69 hasta, p=<br />

0.0002).<br />

Bu çalışma bulgularına göre cerrahi yoğun<br />

bakım üniteleri hem burun hem de balgam<br />

örneklerinde MRSA patojenini yüksek oranlarda<br />

taşımaktadır. Yazarlar, burun kolonizasyonlarının<br />

eradikasyonu pnömoni gelişimini önleyebilir<br />

ve hastanede uzun süreli kalma riskini<br />

azaltabilir, şeklinde yorum yapmışlardır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Holmes JW, Williams MD. Methicillin-resistant<br />

Staphylococcus aureus screening and eradication in the<br />

surgical intensive care unit: is it worth it? Am J Surg<br />

2010;200:827-31.<br />

2. Lambert ML, Suetens C, Savey A, Palomar M, Hiesmayr<br />

M, Morales I, et al. Clinical outcomes of health-care associated<br />

infections and antimicrobial resistance in patients<br />

admitted to European intensive-care units: a cohort<br />

study. Lancet Infect Dis 2011;11:30-38.<br />

3. Mauldin PD, Salgado CD, Hansen IS, Durup DT, Bosso JA.<br />

Attributable hospital cost and length of stay associated<br />

with health care-associated infections caused by antibiotic-resistant<br />

gram-negative bacteria. Antimicrob Agents<br />

Chemother 2010;54:109-15.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Literatür 2011:<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />

Uzm. Dr. Ediz Tütüncü<br />

SB Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

177


Literatür 2011:<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />

Yeni antienfektiflerin geliştirilmesi zaman<br />

alıcı ve pahalı bir süreçtir. Bir molekülün<br />

faz I çalışmadan ilaç olarak onay almasına<br />

kadar geçen süre 10-12 yılı, harcanan para ise<br />

550 milyon paundu bulmaktadır ve klinik çalışmalarına<br />

başlanan ortalama 16 molekülden<br />

sadece biri antibakteriyel olarak onaylanmaktadır.<br />

“Food and Drug Administration (FDA)”<br />

verileri, 1983 yılından bu yana beş yıllık periyotlarla<br />

incelendiğinde, onay alan antibakteriyellerin<br />

sayısının belirgin biçimde gerilediğini<br />

ortaya koymaktadır.<br />

Seftobiprol “beşinci kuşak” olarak tanımlanan<br />

ve anti-metisiline dirençli Staphylococcus aureus<br />

(MRSA) etkisi ile önceki kuşaklardan ayrılan<br />

yeni bir sefalosporindir. Önceki yıllarda iki<br />

büyük faz III çalışma ile komplike deri ve<br />

yumuşak doku enfeksiyonlarında etkinliği gösterilen<br />

seftobiprolün, 2010 yılında hastane<br />

kökenli pnömonide yürütülen faz III çalışmasının<br />

sonuçları açıklanmıştır. Buna göre; seftobiprol<br />

hastane kökenli pnömoni tanısı alan<br />

olgularda linezolid-seftazidim kombinasyonu<br />

ile karşılaştırılmış ve ventilatörle ilişkili olmayan<br />

hastane kökenli pnömoni olgularında benzer<br />

etkinlikte bulunmuştur. Yapılan alt analizlerde<br />

ventilatör ilişkili pnömoni olgularında ise<br />

karşılaştırıldığı ilaçlardan daha az etkili olduğu<br />

belirlenmiştir.<br />

MRSA üzerine etkili bir diğer yeni sefalosporin<br />

olan seftarolin ile seftriaksonun toplum kökenli<br />

pnömoni olgularında karşılaştırıldığı FOCUS<br />

çalışmasının sonuçları da bu yıl yayınlanmıştır.<br />

Bu çalışmada 2 x 600 mg intravenöz yolla yedi<br />

gün süreyle kullanıldığında seftarolinin etkinliğinin,<br />

karşılaştırma kolunda yer alan seftriakson<br />

tedavisinin etkinliğinden az olmadığı; aynı<br />

zamanda iyi tolere edildiği ve güvenli olduğu<br />

gösterilmiştir.<br />

Lipoglikopeptid sınıfı bakterisidal bir antibiyotik<br />

olan telavansin 2009 yılında FDA tarafından<br />

komplike deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında<br />

onaylanmıştır. Epitelyal sıvı ve alveoler<br />

makrofajlara iyi penetre olduğu bilinen telavansinin<br />

gram-pozitif etkenlerin neden olduğu<br />

178<br />

hastane kökenli pnömoni olgularında vankomisin<br />

ile karşılaştırıldığı çalışmanın sonuçları<br />

2011 yılı Ocak ayında yayınlanmıştır. Toplam<br />

1503 hastanın randomize edildiği bu çalışmada,<br />

telavansinin gram-pozitif etkenlere bağlı hastane<br />

kökenli pnömoni olgularında vankomisinle<br />

benzer etkinlikte olduğu ortaya konulmuştur.<br />

Dünya Sağlık Örgütü, ilki 2006 yılında yayınlanan<br />

“Sıtma <strong>Tedavi</strong> Kılavuzu”nun ikincisini geçtiğimiz<br />

yıl yayınlamıştır. Daha önceki kılavuzdan<br />

farklı olarak, yeni kılavuzda, komplikasyonsuz<br />

seyreden falsiparum sıtmasının tedavisinde<br />

artemisinin bazlı kombinasyonların sülfadoksin-primetamin<br />

ile amodiakin kombinasyonuna<br />

tercih edilmesi gerektiği ve dihidroartemisinin<br />

ile piperakin kombinasyonunun tüm<br />

dünyada ilk sıra tedavi alternatiflerinden birisi<br />

olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca, yetişkinlerde<br />

ciddi seyirli falsiparum sıtmasının tedavisinde<br />

artesunatın kinine tercih edilmesi yönünde bir<br />

öneri bulunmaktadır. Kılavuzdaki bir diğer<br />

değişiklik ise klorokine dirençli Plasmodium<br />

vivax’ın endemik olduğu bölgelerde amodiakinprimakin<br />

kombinasyonu yerine artemisinin<br />

bazlı kombinasyonlar kullanılması yönündedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. A phase 3, randomized, double-blind study of ceftobiprole<br />

medocaril versus linezolid plus ceftazidime in the<br />

treatment of nosocomial pneumonia. URL: http://download.veritasmedicine.com/PDF/CR005032_CR005140_<br />

CSR.pdf (Erişim tarihi 1/2/2011)<br />

2. File MT, Low DE, Eckburg PB, et al. Integrated analysis of<br />

FOCUS 1 and FOCUS 2: randomized, double-blinded,<br />

multicenter phase 3 trails of the efficacy and safety of<br />

ceftaroline fosamil versus ceftriaxone in patients with<br />

community-acquired pneumonia. Clin Infect Dis 2010;51:<br />

1395-405.<br />

3. New anti-infectives. Postnote 2008;311:1-4.<br />

4. Rubinstein E, Lalani T, Corey GR, et al. Telavancin versus<br />

vancomycin for hospital-acquired pneumonia due to<br />

gram-positive pathogens. Clin Infect Dis 2011;52:31-40.<br />

5. WHO Guidelines for the treatment of malaria. Second<br />

addition. URL: http://whqlibdoc.who.int/publications/2010/9789241547925_eng.pdf<br />

(erişim tarihi:<br />

1/2/2011)<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

GSBL-Karbapenemaz Üreten<br />

Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Doç. Dr. Hüsnü Pullukçu<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

İzmir<br />

179


GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Son yıllar içerisinde genişlemiş spektrumlu<br />

beta-laktamaz (GSBL) ve karbapenemaz<br />

üreten etkenlerle gelişen enfeksiyonlar, özellikle<br />

hastanede yatmakta olan hastalarda ve altta<br />

yatan immünsüpresyon vb. gibi hastalığı olanlarda<br />

ciddi tedavi sorunlarına neden olmaktadır.<br />

Son yıllarda yayınlanmış olgu serilerine<br />

bakıldığında enfeksiyon sebebiyle kaybedilen<br />

solid organ transplantasyonu uygulanmış ya da<br />

başka nedenlerle bağışıklığı baskılanmış hastalarda<br />

GSBL ve karbapenemaz yapan etkenlerin<br />

artmakta olduğu görülmektedir. İntraabdominal<br />

cerrahi geçiren hastalarda da GSBL üreten<br />

Escherichia coli sıklığı artmaktadır. Risk faktörleri<br />

ise hastanede kalış süresi, nozokomiyal<br />

kaynaklı enfeksiyon olması, santral venöz kateterizasyon,<br />

cerrahi girişim, bir haftadan uzun<br />

süreli antibiyotik kullanımı olarak sıralanabilir.<br />

Bu enfeksiyonlarda antibiyotik seçenekleri<br />

oldukça kısıtlıdır. Üstelik GSBL üreten etkenlerde<br />

bunun dışında kinolon, aminoglikozid ve<br />

trimetoprim-sülfametoksazol direnci de görülmektedir.<br />

Son yıllarda gündeme gelecek bir<br />

yeni antibiyotik grubu da görülmemektedir.<br />

<strong>Tedavi</strong>yi planlamak için önce enfeksiyon odağının<br />

belirlenmesi, hastanın genel durumunun ve<br />

sistemik bulguların değerlendirilmesi ve kullanılabilecek<br />

antibiyotiklerin gözden geçirilmesi<br />

bunların sonucuna göre tedavi ve uygulama<br />

yolunun seçilmesi uygun olacaktır.<br />

Bu bölümde GSBL ve karbapenemaz üreten<br />

bakterilerle oluşan enfeksiyonlarda kullanılabilecek<br />

antibiyotikler ayrı gruplar halinde ve<br />

enfeksiyon odağına göre irdelenecektir.<br />

BETA-LAKTAM ANTİBİYOTİKLER<br />

Sefamisinler GSBL’leri inaktive etmesine rağmen<br />

tedavide kullanılmaz. Çünkü enterik basillerin<br />

bir kısmı kromozomal beta-laktamaz sentezleyerek<br />

bu ajanları hidrolize eder. Klebsiella<br />

spp. ise tedavi sırasında porin kaybına bağlı<br />

direnç geliştirir.<br />

Sefepim özellikle SHV tipi GSBL’lerde etkilidir,<br />

ancak artan beta-laktamaz etkinliği karşısında<br />

inokülum etkisine maruz kalarak inaktive edilmektedir.<br />

GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />

gelişen enfeksiyonlarda, sefepim kullanımı<br />

sonucu tedavi başarısızlığı veya GSBL pozitif<br />

suşların seçilmesi mümkündür. Mevcut verilere<br />

180<br />

göre sefepimin GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />

oluşan ciddi enfeksiyonlarda kullanılması<br />

önerilmemektedir. Ayrıca, sefepimin çok kullanımının<br />

GSBL salgınlarına yol açabileceği unutulmamalıdır.<br />

CXA-101, faz II çalışmaları sürmekte olan yeni<br />

bir sefalosporindir. İn vitro olarak çoklu ilaç<br />

direnci olan karbapenemlere dirençli olanlar da<br />

dahil potent antipsödomonal aktivitesi bulunmaktadır.<br />

Temosilin (6-a-methoxy-ticarcillin) 30 yıldır<br />

terk edilmiş bir antibiyotiktir. Gram-pozitif,<br />

antipsödomonal ve antianaerop etkinliği azdır.<br />

Enterik bakterilerle, özellikle GSBL üreten, gelişen<br />

enfeksiyonların tedavisinde karbapenemlere<br />

alternatif olarak önerilmektedir. GSBL’ler dahil<br />

beta-laktamazların hidrolizine dayanıklıdır.<br />

Haduch ve arkadaşları karbapenemaz ve betalaktamaz<br />

üreten Klebsiella pneumoniae (n= 30) ve<br />

E. coli (n= 3) kökenlerinde temosilin için agar<br />

dilüsyon yöntemiyle minimum inhibitör konsantrasyonu<br />

(MİK) değerlerini araştırmışlardır.<br />

K. pneumoniae için MİK değerleri 16-64 µg/mL<br />

arasında (MİK<br />

90 = 32 µg/mL), E. coli için ise MİK<br />

değerleri 8-16 µg/mL arasında bildirilmiştir.<br />

İngiliz Antimikrobiyal Kemoterapi Birliği (British<br />

Society for Antimicrobial Chemotherapy) üriner<br />

sistem enfeksiyonu etkeni Enterobacteriaceae’da<br />

temosilin için duyarlılık sınırlarını ≤ 8 µg/mL ve<br />

≤ 32 µg/mL olarak değerlendirmektedir. 1 g olarak<br />

uygulanan temosilinin serum pik konsantrasyonu<br />

yaklaşık olarak 160 µg/mL iken, 500 mg<br />

temosilin uygulanması sonrası üriner konsantrasyon<br />

yaklaşık 500 µg/mL olmaktadır. Bu farmakokinetik<br />

özellikler karbapenemaz veya<br />

GSBL üreten enterik bakterilerle gelişen hafif ve<br />

orta dereceli üriner sistem enfeksiyonlarında<br />

temosilinin kullanılabileceğini desteklemektedir.<br />

Beta-laktam + beta-laktamaz inhibitörleri<br />

GSBL üreten mikroorganizmalarla yapılan hayvan<br />

deneylerinde beta-laktam/beta-laktamaz<br />

inhibitörleri karbapenemlerden daha etkisiz<br />

bulunmuştur. Beta-laktamaz inhibitörlerinin<br />

penisilin bağlayan proteinlere afinitesi daha<br />

yüksek olan oksimino sefalosporinler ile kombinasyonları<br />

GSBL tedavisinde etkin olabilir.<br />

Kanada’da yapılmış olan bir çalışmada ampirik<br />

tedavi başlanıp daha sonra GSBL üreten E. coli<br />

ya da K. pneumoniae üremesi olan hastalar<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


değerlendirilmiştir. Karbapenem tedavisi başlanan<br />

hastalarla beta-laktam + beta-laktamaz inhibitörleri<br />

ve diğer grup antibiyotiklerin kullanıldığı<br />

hastalarda mortalite açısından bir fark<br />

bulunmamıştır. Ancak bu çalışmadaki hastaların<br />

hemen hepsi yaşlı ve bakımevinden getirilen<br />

hastalardır. Diğer yaş gruplarında ve immünyetmezlik<br />

vb. hasta gruplarıyla ilgili veri bulunmamaktadır.<br />

Yine GSBL üreten Klebsiella türlerinin<br />

etken olduğu bakteremili 48 hastanın, kontrol<br />

grubundaki 99 hasta ile karşılaştırıldığı bir<br />

çalışmada sefalosporin kullanılan 17 hastanın<br />

hepsinde tedavi başarısızlığı görülürken, betalaktam/beta-laktamaz<br />

inhibitörü alan sekiz hastanın<br />

ikisinde tedavi başarısızlığı bildirilmiştir.<br />

GSBL üreten E. coli ve Klebsiella spp. bakteremisinin<br />

değerlendirildiği çok merkezli başka bir<br />

çalışmada piperasilin-tazobaktam için MİK<br />

değeri ≤ 16 mg/L olan ve üriner sistem dışı bir<br />

enfeksiyonu olan 11 hastanın 10’unda klinik<br />

başarı görülürken, MİK değeri > 16 mg/L olan<br />

beş hastanın sadece birinde başarılı sonuç alınmıştır.<br />

Üriner sistem enfeksiyonu olan beş hastada<br />

MİK değerine bakılmaksızın klinik başarı<br />

olduğu belirtilmiştir. Diğer yandan yüksek<br />

oranda beta-laktamaz yapımı, diğer beta-laktamazların,<br />

özellikle inhibitör dirençli beta-laktamazlar<br />

(IRT)’ın veya porin defektinin birlikte<br />

olması gibi durumlarda beta-laktamaz inhibitörlü<br />

antibiyotikler etkisiz kalabilir. Tazobaktam<br />

CTX-M turu GSBL’leri klavulanik aside göre 10<br />

kat daha fazla inhibe eder. Ancak enterik bakterilerde<br />

artan piperasilin-tazobaktam direnci de<br />

önemlidir. Mevcut bilgiler ışığında GSBL üreten<br />

suşlarla oluşan ciddi enfeksiyonların tedavisinde<br />

beta-laktam/beta-laktamaz inhibitörleri kullanılmamalı,<br />

eğer kullanılacaksa MİK değerleri<br />

göz önünde bulundurulmalıdır. AmpC türü<br />

beta-laktamazlar, beta-laktamaz inhibitörleri ile<br />

inhibe edilmediklerinden bu enzimi üreten bakterilerin<br />

oluşturduğu enfeksiyonların tedavisinde<br />

beta-laktam/beta-laktamaz inhibitörlü antibiyotiklerin<br />

yeri yoktur.<br />

Karbapenemler (meropenem, imipenem, ertapenem,<br />

doripenem) GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />

gelişen enfeksiyonların tedavisinde ilk<br />

seçenek antibiyotiklerdir. IDSA intraabdominal<br />

enfeksiyonlar rehberinde hastane ilişkili enfeksiyonlarda,<br />

GSBL üreten mikroorganizmalarla<br />

gelişen enfeksiyonlarda, psödomonaslar için<br />

Hüsnü Pullukçu<br />

seftazidime %20’nin üzerinde direnç bulunduğunda<br />

karbapenem kullanımı birinci sırada<br />

önerilmektedir. Bakteri eradikasyon oranları<br />

imipenem ve meropenemde son derece yeterlidir.<br />

Her iki antibiyotik arasında tercih yapmak<br />

güçtür. Yapılan çalışmalara bakıldığında; karbapenemler<br />

arasında GSBL üreten kökenler için<br />

hem in vitro hem de in vivo etkinlik farkı olmadığı<br />

görülmektedir.<br />

Son yıllarda kullanıma girmiş olan ertapenem ve<br />

doripenem de benzer etkinliklere sahiptir.<br />

Ertapenemin nonfermentatif bakterilere etkinliği<br />

iyi değildir, bazılarında ise hiç etkinliği yoktur.<br />

Ancak günde tek sefer kullanımı ve kolay<br />

uygulanması nedeniyle üriner sistem enfeksiyonları,<br />

toplum kökenli pnömoni ve batın içi<br />

enfeksiyonlarda tercih edilmektedir.<br />

Doripenem yeni bir karbapemdir. Doripeneme<br />

duyarlı patojenlerin neden olduğu komplike<br />

intraabdominal enfeksiyonlar, komplike üriner<br />

sistem enfeksiyonları, hastane kökenli pnömoni<br />

ve VİP tedavisinde yeri vardır. Çoğul dirençli<br />

gram-negatif bakterilere bağlı postnöroşirürjikal<br />

menenjit tedavisindeki etkinliği, doripenemin<br />

araştırılmayı bekleyen bir başka potansiyel endikasyonunu<br />

oluşturmaktadır. Çoğul dirençli<br />

Pseudomonas aeruginosa izolatlarının önemli bir<br />

bölümü doripenemin uzatılmış infüzyonlarıyla<br />

inhibe edilebilmesi, bu yeni karbapeneme ilişkin<br />

klinik beklentileri de artırmaktadır.<br />

Doripenemin P. aeruginosa ile gelişen VİP ve<br />

intraabdominal enfeksiyonlarda kullanımıyla<br />

ilgili faz III çalışmalarından dördünün metaanalizinde<br />

klinik başarı hızları, karşılaştırılan<br />

ilaçlarınkinden belirgin olarak daha yüksek<br />

bulunmuştur.<br />

Doripenem meropenem gibi, dereprese AmpC<br />

beta-laktamazlar ve GSBL’lerce parçalanmaya<br />

karşı yüksek bir dayanıklılık gösterir. İmipenem<br />

ve meropeneme dirençli olan (MİK ≥ 16 µg/mL)<br />

kimi P. aeruginosa suşları doripeneme duyarlı<br />

olabilir. Doripenem, yabanıl tipteki Acinetobacter<br />

baumannii’nin %75.8’ine etkiliyken, karbapeneme<br />

dirençli Acinetobacter türlerinin %20.8’ine<br />

(sırasıyla MİK<br />

90 16 µg/mL ve > 32 µg/mL) karşı<br />

etkin bulunmuştur, ancak MİK değerlerinde<br />

herhangi bir farklılık saptanmamıştır.<br />

Ancak karbapenemlerin yaygın kullanımıyla<br />

metallokarbapenemaz sentezleyen mikroorga-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 181


GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

nizmalarda artma, kromozomal serin proteaz<br />

sentezleyen suşlarda artma, K. pneumoniae’da<br />

porin mutasyonlarının olabileceği, karbapenemlere<br />

dirençli Acinetobacter spp. ve<br />

Pseudomonas spp. oranlarında artma, gramnegatif<br />

bakterilerde karbapenem MİK değerlerinde<br />

artma görülebileceği akılda tutulmalıdır.<br />

AMİNOGLİKOZİDLER<br />

Aminoglikozidler uygun endikasyonlarda,<br />

duyarlı GSBL üreten veya karbapenemaz yapan<br />

etkenlerin tedavisinde kullanılabilir. Genellikle<br />

kombinasyon tedavilerinde tercih edilirler.<br />

Ülkemizde 1997-2007 döneminde yayınlanan<br />

çalışmaların havuz analizi ile değerlendirildiği<br />

çalışmada E. coli kökenlerinde 18.106 poliklinik<br />

hastasında gentamisine %13.6, amikasine<br />

%6.1, netilmisine %5 oranlarında direnç saptanırken,<br />

GSBL oranı %12.4 olarak belirtilmektedir.<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi polikliniklerinden<br />

2007 yılında gönderilen kültürlerden<br />

soyutlanan E. coli kökenlerinde (n= 1328):<br />

GSBL oranı %27, amikasine %21, gentamisine<br />

%31 direnç saptanmıştır. 2008 yılında İzmir<br />

ilindeki merkezlerin katılmış olduğu çok merkezli<br />

bir çalışmada 4534 olguda kinolonlara<br />

%41, trimetoprim-sülfametoksazole %45.8,<br />

amikasine %9.5, gentamisine %28.4 direnç<br />

belirlenirken, GSBL oranı %20.2 olarak bildirilmiştir.<br />

Ancak en önemli sorun bu direnç paternine<br />

sahip etkenlerde aminoglikozid, kinolon<br />

ve trimetoprim-sülfametoksazol direncinin de<br />

birlikte bulunmasıdır. Üç yüz kırk dört GSBL<br />

üreten E. coli’nin direnç durumunun değerlendirildiği<br />

bir çalışmada siprofloksasine %76.5,<br />

amikasine %11, trimetoprim-sülfametoksazole<br />

%74.4 oranında direnç bildirilmiştir. Sistemik<br />

ve bakteremi ile seyreden enfeksiyonlarda tek<br />

başlarına kullanılmaları halinde aminoglikozidler<br />

ile başarısızlık yaşanabileceği de akılda tutulmalıdır.<br />

Yeni bir aminoglikozid (ACHN-490)’in karbapenemaz<br />

üreten kökenlere, özellikle MDR<br />

Klebsiella’lara karşı iyi in vitro etkinlik gösterdiği<br />

bildirilmiştir. Üriner sistem enfeksiyonlu<br />

hastalarla faz II çalışmaları devam etmektedir.<br />

ACHN-490 bilinen aminoglikozid modifiye<br />

eden enzimlere dirençli olduğu için Proteus’lar<br />

haricinde Enterobacteriaceae üyelerine karşı<br />

etkilidir (≤ 4 µg/mL). Başka bir çalışmada da E.<br />

182<br />

coli ve K. pneumoniae kökenleri için MİK 90 ≤ 1<br />

µg/mL olarak bulunmuş, aminoglikozid modifiye<br />

edici enzimlere dayanıklı olduğu, ancak dış<br />

membran geçirgenliğindeki değişiklikler ve<br />

efluks sistemleriyle duyarlılıkta azalma olabileceği<br />

bildirilmiştir.<br />

KİNOLONLAR<br />

Kinolonlar GSBL pozitif mikroorganizmalarla<br />

gelişen enfeksiyonların tedavisinde eğer etken<br />

duyarlı ise kullanılabilecek antibiyotiklerdir.<br />

Ancak GSBL kökenlerde genellikle kinolon<br />

direnci de birlikte görüldüğü için bu imkan<br />

ortadan kalkmaktadır. Normalde artan kinolon<br />

direncinin yanı sıra GSBL pozitif suşlarda %10-<br />

40 arasında değişen kinolon direncinin görülmesi,<br />

kinolonların kullanımını kısıtlamaktadır.<br />

Ege Üniversitesinde GSBL üreten E. coli kökenlerinde<br />

siprofloksasin direnci %76.5 olarak bildirilmiştir.<br />

Özellikle in vitro duyarlı bulunması durumunda<br />

GSBL üreten mikroorganizmaların etken<br />

olduğu üriner sistem enfeksiyonlarında kinolonlar<br />

kullanılabilir.<br />

SON YILLARDA KULLANIMA GİREN ya da<br />

YENİDEN GÜNDEME GELEN<br />

ANTİBİYOTİKLER<br />

Tigesiklin<br />

Tigesiklin, yeni bir antibiyotik sınıfı olan glisilsiklinlerin<br />

ilk üyesidir. Bakterilerde protein<br />

sentezini ribozom düzeyinde inhibe eder. Geniş<br />

etki spektrumuna sahip olup gram-pozitif,<br />

gram-negatif, atipik ve anaerobik bakterilere<br />

karşı etkilidir. Metisiline dirençli Staphylococcus<br />

aureus ve Staphylococcus epidermidis, vankomisine<br />

dirençli enterokoklar gibi dirençli grampozitiflere;<br />

ayrıca GSBL üreten E. coli ve K.<br />

pneumoniae gibi gram-negatiflere ve çoğul<br />

dirençli Acinetobacter türlerine etkilidir. Proteus<br />

mirabilis, Morganella morganii ve P. aeruginosa<br />

kökenlerinin ise tigesikline duyarlılığı oldukça<br />

düşük oranlardadır.<br />

Dirençli mikroorganizmalarda kullanılmak<br />

üzere geliştirilen tigesiklin, dokulardaki konsantrasyonu<br />

göz önüne alınarak, komplike deri<br />

ve yumuşak doku ve komplike batın içi enfeksiyonlarda<br />

kullanım onayı almıştır. Ülkemizde<br />

yapılmış çalışmalara bakıldığında GSBL veya<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


karbapenemaz üreten enterik bakterilerde tigesikline<br />

duyarlılık %100 civarındadır. Ancak<br />

özellikle MDR Acinetobacter kökenlerinde<br />

duyarlılıkta azalma mevcuttur.<br />

Tigesiklinin en sık görülen üriner sistem enfeksiyonu,<br />

kan dolaşımı enfeksiyonu, pnömoni<br />

gibi sorunlu nozokomiyal enfeksiyonlarda kullanımı<br />

için ruhsatı bulunmamaktadır. Ancak<br />

MDR kökenlerle oluşan enfeksiyonlarda zorunlu<br />

olarak kullanımı ile ilgili yayınlar bulunmaktadır.<br />

Otuz beşi yoğun bakımda yatmakta olan<br />

21 VİP, 10 kan dolaşımı, 14 cerrahi alan enfeksiyonu<br />

olan 45 hastaya (MDR ya da panrezistan<br />

kökenler olan 28 A. baumannii ve 23 K. pneumoniae<br />

ile gelişen enfeksiyon altı hastada çoklu<br />

etken) tigesiklinin tek başına verildiği bir çalışmada;<br />

MİK değerleri A. baumannii için 1-8<br />

mg/L, K. pneumoniae için 0.5-3 mg/L bulunmuştur.<br />

VİP/ nozokomiyal pnömonide klinik yanıt<br />

Acinetobacter’de %90.5, Klebsiella’da %80 olarak<br />

bulunmuş, toplam klinik yanıt %80 iken mikrobiyolojik<br />

yanıt oranı 110 hastada 13 tekrarlayan<br />

enfeksiyon nedeniyle daha düşük olarak belirtilmiştir.<br />

Ege Üniversitesinde yapılan çalışmada<br />

solunumsal yoğun bakım ünitesinde takip edilen<br />

MDR A. baumannii pnömonili 40 olguda<br />

tigesiklinin yanı sıra 15 hastada sefoperazonsulbaktam,<br />

sekiz olguda amikasin, yedi olguda<br />

netilmisin, altı olguda imipenem kullanılmıştır.<br />

Mikrobiyolojik eradikasyon sağlanamayan 14<br />

hastanın hepsi eksitus olmuş, mikrobiyolojik<br />

eradikasyon sağlanan 26 hastanın ise 10’u eksitus<br />

olmuştur. Gordon ve arkadaşları yine MDR<br />

A. baumannii nedeniyle tigesiklin alan 34 hastayı<br />

değerlendirmişler, 22 hastada klinik olarak<br />

iyileşme gözlemlerken bunların 10 (%30.3)<br />

tanesinde mikrobiyolojik eradikasyon bildirmişlerdir.<br />

Toplam mortalite 14 (%41) hastadır.<br />

Üç hasta tigesiklin tedavisi altındayken gramnegatif<br />

bakteremi atağı geçirmiş, bir hastada<br />

dirençli hale gelen köken olduğu belirtilmiştir.<br />

Onaylı endikasyonlarının azlığı, bakteremik<br />

seyreden hastalarda tedavi başarısının net olmaması,<br />

bazı bakterilerde duyarlılık-direnç belirlenmesinde<br />

güçlükler yaşanması dezavantajı<br />

olmasına rağmen kullanılabilecek az sayıda ilaç<br />

arasında yer alması, geniş spektrumlu olması<br />

nedeniyle tigesiklin akılda tutulması gereken<br />

ajanlardan birisidir.<br />

Hüsnü Pullukçu<br />

Nitrofurantoin<br />

Artan direnç oranları bu eski antibiyotiğin<br />

yeniden kullanımını gündeme getirmiştir.<br />

Nitrofurantoin idrar yolları için spesifik bir<br />

antibakteriyel maddedir. Düşük konsantrasyonlarda<br />

bakteriyostatik, bunun üzerindeki<br />

konsantrasyonlarda bakterisidal etki gösterir.<br />

Oral yoldan verildiğinde hızla absorbe olur,<br />

%60 oranında plazma proteinlerine bağlanır,<br />

karaciğerde metabolize olur ve verilen dozun<br />

%30-50’si süratle idrar ile atılır. Oral dozu takiben<br />

30 dakika içinde idrarda 50-150 mg/mL’lik<br />

bir konsantrasyon sağlanır. Türkiye’deki preparatı<br />

maliyet olarak ucuzdur. Bunların yanı sıra<br />

50-100 mg’lık dört dozda verilmesi, idrar ve<br />

böbrek dışındaki dokularda yeterli konsantrasyonlara<br />

ulaşmaması gibi dezavantajları da<br />

bulunmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada<br />

E. coli için GSBL negatif kökenlerde %4.4,<br />

GSBL pozitif kökenlerde %21.4 oranlarında<br />

direnç saptanmıştır. Kliniğimizde yapılan, ülkemizdeki<br />

çalışmaların havuz analizi yöntemiyle<br />

derlendiği çalışmada 6182 E. coli kökeninde nitrofurantoin<br />

direnci %19.1 olarak belirlenmiştir.<br />

Taşbakan ve arkadaşları GSBL üreten E. coli<br />

kökenlerinin etken olduğu üriner sistem enfeksiyonu<br />

olan ve nitrofurantoin alan 54 hastada<br />

klinik başarıyı %66.6 (36/54), mikrobiyolojik<br />

başarıyı %70.4 (38/54) oranlarında saptamışlardır.<br />

Bu çalışmada mikrobiyolojik başarılı olan<br />

38 hastanın 20’sine tedavi bitiminden 28-31.<br />

günlerde kültür yapılmıştır. On altı hastanın<br />

kültüründe üreme saptanmazken, iki hastada<br />

reenfeksiyon, iki hastada ise relaps görülmüştür.<br />

Bu çalışmalar neticesinde sistemik bulgusu<br />

olmayan olgularda GSBL üreten E. coli’nin etken<br />

olduğu üriner sistem enfeksiyonlarında nitrofurantoin<br />

kullanımının hem etkinlik hem de maliyet<br />

yönünden uygun olduğu görülmektedir.<br />

Kolistin<br />

1947’li yıllarda keşfedilen polimiksin grubu<br />

antibiyotiklerdir (kolistin polimiksin E’dir).<br />

Kolistin sülfatın tablet, şurup ve pudra formu<br />

bulunmaktadır. Kolistin methanesülfonatın<br />

(Colistimethate sodium) parenteral kullanım<br />

için preparatları mevcuttur.<br />

Kolistin in vitro olarak Enterobacteriaceae (karbapenemaz<br />

üreten kökenler dahil), Haemophilus<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 183


GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

influenzae, Legionella pneumophila, MDR P. aeruginosa<br />

ve Acinetobacter spp., Stenotrophomonas<br />

maltophilia ve panrezistan (PDR) kökenlere<br />

etkilidir.<br />

Kolistinin dirençli kökenlerle gelişen enfeksiyonlarda<br />

kullanımı ile ilgili yeterli klinik çalışma<br />

bulunmamaktadır. Yayınlanmış çalışmaların<br />

ise geneli retrospektif, kontrol grubu bulunmayan<br />

çalışmalardır. 1999-2005 yıllarında yayınlanmış<br />

retrospektif yedi çalışmanın irdelendiği<br />

bir çalışmada, 12-22 gün süreyle 3 MU/gün IV<br />

kolistin kullanılan 300 VİP’li hastada klinik<br />

yanıt %57-73, mortalite oranı %20-62 olarak<br />

bildirilmiştir. Ancak bu çalışmalar retrospektif,<br />

kontrol grubu olmayan, aynı anda beraberinde<br />

kullanılan antibiyotiklerin dikkate alınmadığı,<br />

doz ve sürelerin farklı olduğu, tedavi sırasında<br />

ve sonunda direnç gelişip gelişmediğinin kontrol<br />

edilmediği çalışmalardır.<br />

2007 yılında yayınlanan çalışmalarda; 31 VİP<br />

hastasında kolistin tek başına, 30 VİP hastasında<br />

imipenem/meropenem tek başına kullanılmış<br />

mortalitede fark gözlenmemiştir (%51.6’ya<br />

karşı %45.1). Başka bir çalışmada kolistin ve<br />

karbapenem grubuna 60’ar hasta alınmıştır.<br />

Klinik yarar A. baumannii için %51.6’ya karşı<br />

%61.7, P. aeruginosa için %48.4’e karşı %38.3<br />

olarak bulunmuştur. Hastaların yaklaşık<br />

1/3’ünün nötropenik olduğu MDR PSA ile<br />

enfekte 95 hastada kolistin diğer antipsödomonal<br />

antibiyotiklerle karşılaştırılmış, kolistin<br />

monoterapisinin klinik ve mikrobiyolojik yanıtı<br />

daha yüksek bulunmuştur (sırasıyla %52’ye<br />

%31, %48’e %41). Bu çalışmada da yeterli ve<br />

uygun tedavinin başlanma süresi ile ilgili yeterli<br />

açıklama görülmemektedir. Bir meta-analizde<br />

kolistinin tek başına kullanımı ile meropenem,<br />

piperasilin-tazobaktam ya da ampisilin-sulbaktam<br />

kombinasyonları arasında tedavi oranları<br />

açısından fark görülmemiştir.<br />

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Solunumsal<br />

Yoğun Bakım Ünitesinde kolistin kullanılan<br />

dokuz VİP tanılı (beş A. baumannii, dört P. aeruginosa)<br />

hastanın altısında mikrobiyolojik eradikasyon<br />

sağlanmıştır. Kolistin bu hastalarda<br />

etkin ve güvenilir bulunmuştur. Eradikasyon<br />

sağlanamayan üç hasta (ikisi P. aeruginosa, biri<br />

A. baumannii ile enfekte) eksitus olmuştur.<br />

184<br />

Kolistin ile;<br />

1. Rifampisin (OXA-58 karbapenemaz yapan<br />

MDR A. baumannii kökenlerinde),<br />

2. Minosiklin (imipeneme dirençli A. baumannii<br />

kökenlerinde),<br />

3. Meropenem (P. aeruginosa ve A. baumannii<br />

kökenlerine karşı) ile sinerji bildirilmiştir.<br />

Kolistinin santral sinir sistemi enfeksiyonu<br />

tedavisinde başarılı olduğunu bildiren olgu serileri<br />

mevcuttur. Cascio ve arkadaşları kolistimetat<br />

sodyumu günde 2.5-5.0 mg/kg IV ya da<br />

12-24 saatte bir 3.5-10 mg intratekal ve 5-20<br />

mg/gün intraventriküler olarak kullanmışlar, 32<br />

hastanın 30’unda kür sağlamışlardır.BOS’un steril<br />

hale gelmesi 1-6 gün almış (median 4.1 gün),<br />

tedavi 15-63 gün verilmiştir.<br />

İnhale kolistin uygulaması ile ilgili yeterli veri<br />

bulunmamaktadır.<br />

Kolistin kullanımı sırasında görülen en önemli<br />

sorun nefrotoksisitedir (%50’ye kadar bildirilmiş).<br />

Nörotoksisite bir diğer sık görülen yan<br />

etkidir. Her iki yan etki de doz bağımlı ve geri<br />

dönüşümlüdür. İnhale kullanım sırasında bronkospazm<br />

yapabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

On iki günün üzerinde tedavi alan<br />

hastalarda Serratia ve Proteus gibi kolistine intrensek<br />

dirençli kökenlerle yeni enfeksiyonlar<br />

gelişebileceği akılda tutulmalıdır.<br />

Fosfomisin<br />

Fosfomisin, bakteri hücre duvarı sentezini inhibe<br />

ederek etkili olan bakterisidal bir antibiyotiktir.<br />

Etkisini, bakteri hücre duvar sentezinin ilk<br />

basamağında rol alan sitoplazmik bir enzim<br />

olan piruvil transferazı inhibe ederek ve bakterinin<br />

üriner sistem epiteline tutunmasını önleyerek<br />

yapmaktadır. Tek doz 3 gram olarak uygulanmaktadır.<br />

Oral alımından sonra hızla metabolize<br />

olarak idrarda değişmeden yüksek konsantrasyonda<br />

atılır.<br />

Eski bir antibiyotik olmasına rağmen 2004<br />

yılından beri ülkemizde kullanılan bu antibiyotik<br />

için oldukça düşük direnç oranları bildirilmektedir.<br />

2004 yılında Ege Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesinde yapılan çalışmada 72 kökende,<br />

2007 yılında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesinde<br />

174 kökende direnç saptanmazken, Kocatepe<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Üniversitesi Tıp Fakültesinde 168 kökenden<br />

birinde direnç gözlenmiştir. Ancak GSBL üreten<br />

kökenler ayrı olarak değerlendirildiğinde fosfomisine<br />

karşı %3.5 oranında direnç olduğu<br />

görülmektedir. GSBL üreten E. coli kökenlerle<br />

ilgili yapılmış yeterli klinik çalışma bulunmamaktadır.<br />

Bizim yapmış olduğumuz çalışmada<br />

sistemik bulgusu olmayan GSBL üreten E. coli<br />

ile enfekte 52 hastaya gün aşırı (üç gün) tek doz<br />

olarak fosfomisin verilmiş %94.3 mikrobiyolojik,<br />

%78.5 klinik başarı sağlanmıştır. Yine kliniğimizde<br />

yapılan çalışmada fosfomisin ile diğer<br />

antibiyotikler maliyet-etkinlik açısından karşılaştırılmış<br />

ve daha maliyet-etkin bulunmuştur.<br />

Fosfomisin MDR psödomonas kökenlerine karşı<br />

da etkindir. Ancak asinetobakter ve diğer nonfermentatiflerin<br />

fosfomisine dirençli oldukları<br />

görülmektedir. Ayrıca fosfomisin aztreonam, seftazidim,<br />

karbapenem, aminoglikozid ve siprofloksasin<br />

ile MDR psödomonas kökenlerine karşı<br />

sinerjistik etki göstermiştir. Elektronmikroskopi<br />

bakısında siprofloksasine dirençli psödomonas<br />

kökenlerine, siprofloksasin + fosfomisin kombinasyonunun<br />

bakteriyoliz yaptığı görülmüştür.<br />

Beta-laktam antibiyotikler ve aminoglikozidlerin<br />

fosfomisin ile kombinasyonunda antagonistik<br />

etki olabileceği akılda tutulmalıdır. Yine<br />

kullanılma oranları arttıkça fosfomisine karşı<br />

direnç oranlarının artabileceği göz önünde<br />

bulundurulmalıdır. Diğer yandan karbapenemlerin<br />

korunması açısından fosfomisin önemli bir<br />

tedavi alternatifi olduğu görülmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Adams-Haduch JM, Potoski BA, Sidjabat HE, Paterson DL,<br />

Doi Y. Activity of Temocillin against KPC-Producing<br />

Klebsiella pneumoniae and Escherichia coli (Letter).<br />

Antimicrob Agents Chemother 2009;53:2700-1.<br />

2. Aggen JB, Armstrong ES, Goldblum AA, Dozzo P, Linsell<br />

MS, Gliedt MJ et al. Synthesis and spectrum of the neoglycoside<br />

ACHN-490. Antimicrob Agents Chemother<br />

2010;54:4636-42.<br />

3. Aydemir Ş, Pullukçu H, Taşbakan M, Sipahi OR, Tünger A,<br />

Çilli F ve ark. İdrar kültürlerinden izole edilen Escherichia<br />

coli kökenlerinin çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları.<br />

ANKEM 2008; 22 (Ek 1): 22.<br />

4. Bazan JA, Martin SI, Kaye KM. Newer beta-lactam antibiotics:<br />

doripenem, ceftobiprole, ceftaroline, and cefepime.<br />

Infect Dis Clin North Am 2009;23:983-96.<br />

5. Betriu C, Gómez M, López-Fabal F, Culebras E, Rodríguez-<br />

Avial I, Picazo JJ. Activity of doripenem against extended-<br />

Hüsnü Pullukçu<br />

spectrum beta-lactamase-producing Enterobacteriaceae<br />

and Pseudomonas aeruginosa isolates. Eur J Clin Microbiol<br />

Infect Dis 2010;29:1179-81.<br />

6. Cascio A, Conti A, Sinardi L, Iaria C, Angileri FF, Stassi G,<br />

et al. Post-neurosurgical multidrug-resistant Acinetobacter<br />

baumannii meningitis successfully treated with intrathecal<br />

colistin: a new case and a systematic review of the<br />

literature.J Infect Dis 2010;14:e572-9.<br />

7. Chaubey VP, Pitout JD, Dalton B, Ross T, Church DL,<br />

Gregson DB. Clinical outcome of empiric antimicrobial<br />

therapy of bacteremia due to extended-spectrum betalactamase<br />

producing Escherichia coli and Klebsiella pneumoniae.<br />

BMC Res Notes 2010;3:116.<br />

8. Demirdag K, Hosoglu S. Epidemiology and risk factors for<br />

ESBL-producing Klebsiella pneumoniae: a case control<br />

study. J Infect Dev Ctries 2010;4:717-22.<br />

9. Endimiani A, Hujer KM, Hujer AM, Armstrong ES,<br />

Choudhary Y, Aggen JB, et al. ACHN-490, a neoglycoside<br />

with potent in vitro activity against multidrugresistant<br />

Klebsiella pneumoniae isolates. Antimicrob Agents<br />

Chemother 2009;53:4504-7.<br />

10. Esen Ş. GSBL ve IBL yapan enterik bakteriler: Klinik<br />

Önemi, <strong>Tedavi</strong>. ANKEM 2008;22(Ek 2):28-35.<br />

11. Falagas ME, Kastoris AC, Karageorgopoulos DE, Rafailidis<br />

PI. Fosfomycin for the treatment of infections caused by<br />

multidrug-resistant non-fermenting Gram-negative bacilli:<br />

a systematic review of microbiological, animal and clinical<br />

studies. Int J Antimicrob Agents 2009;34:111-20.<br />

12. Falagas ME, Rafailidis PI, Ioannidou E, Alexiou VG,<br />

Matthaiou DK, Karageorgopoulos DE, et al. Colistin therapy<br />

for microbiologically documented multidrug-resistant<br />

Gram-negative bacterial infections: a retrospective<br />

cohort study of 258 patients. Int J Antimicrob Agents<br />

2010;35:194-9.<br />

13. Gavin PJ, Suseno MT, Thomson RB Jr, Gaydos JM, Pierson<br />

CL, Halstead DC. Clinical correlation of the CLSI susceptibility<br />

breakpoint for piperacillin-tazobactam against<br />

extended-spectrum-beta-lactamase-producing<br />

Escherichia coli and Klebsiella species. Antimicrob Agents<br />

Chemother 2006;50:2244-7.<br />

14. Giamarellou H. Multidrug-resistant gram-negative bacteria:<br />

how to treat and for how long. Int J Antimicrob<br />

Agents 2010;36 (Suppl 2):S50-4.<br />

15. Giamarellou H. Colistin: the loss of the last frontier?<br />

APUA Newsletter 2007;25:5.<br />

16. Gordon NC, Wareham DW. A review of clinical and microbiological<br />

outcomes following treatment of infections<br />

involving multidrug-resistant Acinetobacter baumannii<br />

with tigecycline. J Antimicrob Chemother 2009 ;63:775-<br />

80.<br />

17. Hachem RY, Chemaly RF, Ahmar CA, Jiang Y, Boktour MR,<br />

Rjaili GA, et al. Colistin is effective in treatment of infections<br />

caused by multidrug-resistant Pseudomonas aeruginosa<br />

in cancer patients. Antimicrob Agents Chemother<br />

2007;51:1905-11.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 185


GSBL-Karbapenemaz Üreten Gram-Negatif Mikroorganizma Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

18. Hawser SP, Bouchillon SK, Hoban DJ, Badal RE, Cantón R,<br />

Baquero F. Incidence and antimicrobial susceptibility of<br />

Escherichia coli and Klebsiella pneumoniae with extended-spectrum<br />

beta-lactamases in community- and hospital-associated<br />

intra-abdominal infections in Europe:<br />

results of the 2008 Study for Monitoring Antimicrobial<br />

Resistance Trends (SMART). Antimicrob Agents<br />

Chemother 2010;54:3043-6.<br />

19. http://www.bsac.org.uk/<br />

20. Juan C, Zamorano L, Pérez JL, Ge Y, Oliver A; Spanish<br />

Group for the Study of Pseudomonas; Spanish Network<br />

for Research in Infectious Diseases. Activity of a new<br />

antipseudomonal cephalosporin, CXA-101 (FR264205),<br />

against carbapenem-resistant and multidrug-resistant<br />

Pseudomonas aeruginosa clinical strains. Antimicrob<br />

Agents Chemother 2010;54:846-51.<br />

21. Kallel H, Hergafi L, Bahloul M, Hakim A, Dammak H,<br />

Chelly H, et al. Safety and efficacy of colistin compared<br />

with imipenem in the treatment of ventilatorassociated<br />

pneumonia: a matched case-control study. Intensive Care<br />

Med 2007;33:1162-7.<br />

22. Kaniga G, Flamm R, Tong SY, Lee M, Friedland I, Redman<br />

R. Worldwide experience with the use of doripenem<br />

against extended-spectrum-beta-lactamase-producing<br />

and ciprofloxacin-resistant Enterobacteriaceae: analysis<br />

of six phase 3 clinical studies. Antimicrob Agents<br />

Chemother 2010;54:2119-24.<br />

23. Karlı Ş, Ceran C, Genç İ, İnan A, Öztürk D, Taşdemir C ve<br />

ark. Toplum ve hastane kaynaklı infeksiyonlardan izole<br />

edilen GSBL pozitif Escherichia coli suşlarında tigesiklin<br />

duyarlılığının araştırılması. ANKEM 2010;24:209-14.<br />

24. Kayaalp O. Rasyonel <strong>Tedavi</strong> Yönünden Tıbbi Farmakoloji.<br />

7. baskı. Ankara: Güneş Kitabevi, 1994:894-9.<br />

25. Köken G, Aşık G, Çiftçi İH, Çetinkaya Z, Aktepe OC,<br />

Yılmazer M. Toplum kökenli üriner sistem enfeksiyonlu<br />

etkeni Escherichia coli suşlarında fosfomisin trometamol<br />

etkinliği. ANKEM 2008;22:23-27.<br />

26. Landman D, Babu E, Shah N, Kelly P, Bäcker M, Bratu S,<br />

et al. Activity of a novel aminoglycoside, ACHN-490,<br />

against clinical isolates of Escherichia coli and Klebsiella<br />

pneumoniae from New York City. J Antimicrob Chemother<br />

2010;65:2123-7.<br />

27. Linares L, Garcia-Goez JF, Cervera C, Almela M,<br />

Sanclemente G, Cofán F, et al. Early bacteremia after solid<br />

organ transplantation. Transplant Proc 2009;41:2262-4.<br />

28. Linares L, Cervera C, Hoyo I, Sanclemente G, Marco F,<br />

Cofán F, et al. Klebsiella pneumoniae infection in solid<br />

organ transplant recipients: epidemiology and antibiotic<br />

resistance. Transplant Proc 2010;42:2941-3.<br />

29. Mathers AJ, Cox HL, Bonatti H, Kitchel B, Brassinga AK,<br />

Wispelwey B, et al. Fatal cross infection by carbapenemresistant<br />

Klebsiella in two liver transplant recipients.<br />

Transpl Infect Dis 2009;11:257-65.<br />

30. Öztürk CE, Kaya AD, Göçmen Ş, Arslan E. Toplum kaynaklı<br />

idrar yolu infeksiyonu etkeni olan Escherichia coli<br />

izolatlarının fosfomisin ile idrar yolu infeksiyonlarında sık<br />

186<br />

kullanılan antibiyotiklere duyarlılıkları. ANKEM<br />

2008;22:81-84.<br />

31. Poulakou G, Kontopidou FV, Paramythiotou E, Kompoti<br />

M, Katsiari M, Mainas E, et al. Tigecycline in the treatment<br />

of infections from multi-drug resistant Gramnegative<br />

pathogens. J Infect 2009;58:273-84.<br />

32. Pullukcu H, Aydemir S, Tasbakan MI, Cilli F, Tunger A,<br />

Ulusoy S. Susceptibility of Extended-Spectrum Beta-<br />

Lactamase-Producing Escherichia coli Urine Isolates to<br />

Fosfomycin, Ciprofloxacin, Amikacin and Trimethoprim-<br />

Sulfamethoxazole. Turk J Med Sci 2008;38:175-80.<br />

33. Pullukçu H, Aydemir Ş, Taşbakan MI, Sipahi OR, Çilli F,<br />

Ulusoy S. Nitrofurantoinin idrar kültürlerinden soyutlanan<br />

Escherichia coli suşlarına invitro etkinliği. İnfeksiyon<br />

Dergisi 2007;21:197-200.<br />

34. Pullukcu H, Tasbakan M, Sipahi OR, Yamazhan T, Aydemir<br />

S, Ulusoy S. Fosfomycin in the treatment of extended<br />

spectrum beta-lactamase-producing Escherichia coli-related<br />

lower urinary tract infections. Int J Antimicrob Agents<br />

2007;29:62-5.<br />

35. Pullukçu H, Ulusoy S. Tigesiklin. FLORA 2008;13(Ek 3):3-<br />

16.<br />

36. Rios FG, LunaCM, Maskin B, Saenz Valiente A, Lloria M,<br />

Gando S, et al. Ventilatorassociated pneumonia due to<br />

colistin susceptible-only microorganisms. Eur Respir J<br />

2007;30:307-13.<br />

37. Senol S, Tasbakan M, Pullukcu H, Sipahi OR, Sipahi H,<br />

Yamazhan T et al. Carbapenem versus fosfomycin tromethanol<br />

in the treatment of extended-spectrum betalactamase-producing<br />

Escherichia coli-related complicated<br />

lower urinary tract infection. J Chemother 2010;22:355-<br />

7.<br />

38. Slocombe B, Basker MJ, Bentley PH, Clayton JP, Cole M,<br />

Comber KR, et al. BRL 17421, a novel beta-lactam antibiotic,<br />

highly resistant to beta-lactamases giving high and<br />

prolonged serum levels in humans. Antimicrob Agents<br />

Chemother 1981;20:38-46.<br />

39. Solomkin JS, Mazuski JE, Bradley JS, Rodvold KA,<br />

Goldstein EJ, Baron EJ et al. Diagnosis and management<br />

of complicated intra-abdominal infection in adults and<br />

children: guidelines by the Surgical Infection Society and<br />

the Infectious Diseases Society of America. Surg Infect<br />

(Larchmt) 2010;11:79-109.<br />

40. Souli M, Rekatsina PD, Chryssouli Z, Galani I, Giamarellou<br />

H, Kanellakopoulou K. Does the activity of the combination<br />

of imipenem and colistin in vitro exceed the problem<br />

of resistance in metallo-b-lactamase-producing Klebsiella<br />

pneumoniae isolates? Antimicrob Agents Chemother<br />

2009;53:2133-5.<br />

41. Stachyra T, Levasseur P, Péchereau MC, Girard AM,<br />

Claudon M, Miossec C, et al. In vitro activity of the<br />

b-lactamase inhibitor NXL104 against KPC-2 carbapenemase<br />

and Enterobacteriaceae expressing KPC carbapenemases.<br />

J Antimicrob Chemother 2009;64:326-9.<br />

42. Tan TY, Ng LS, Tan E, Huang G. In vitro effect of minocycline<br />

and colistin combinations on imipenem-resistant<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Acinetobacter baumannii clinical isolates. J Antimicrob<br />

Chemother 2007;60:421-3.<br />

43. Tasbakan M, Pullukcu H, Sipahi OR, Yamazhan T, Ulusoy<br />

S. Nitrofurantoin in the treatment of Extended-spectrum<br />

Beta-lactamase (ESBL) producing E. coli related lower<br />

urinary tract infection (LUTI). 48.ICAAC&46. IDSA, 2008,<br />

poster L494.<br />

44. Taşbakan M, Pullukçu H, Yamazhan T, Arda B, Ulusoy S.<br />

Toplum kökenli üriner sistem enfeksiyonlarından soyutlanan<br />

Escherichia coli suşlarına fosfomisinin invitro etkinliğinin<br />

diğer antibiyotiklerle karşılaştırılması. ANKEM<br />

2004;18:216-9.<br />

45. Taşbakan MI, Pullukçu H, Sipahi OR, Yamazhan T, Arda B,<br />

Ulusoy S. Pooled analysis of resistance patterns of<br />

Escherichia coli Strains isolated from urine cultures in<br />

Turkey: Comparison of 1997-2001 and 2002-2007<br />

Periods. Turkish Medical Science (basımda).<br />

46. Tasbakan MS, Pullukcu H, Ekren PK, Oz AT, Midilli M,<br />

Aydemir S, et al. Colistin use in ventilator-associated pneumonia<br />

due to panresistant Pseudomonas aeruginosa<br />

and Acinetobacter baumannii. Mikrobiyol Bul 2009;43:61-<br />

70.<br />

47. Tasbakan MS, Pullukcu H, Sipahi OR, Tasbakan M,<br />

Aydemir S, Bacakoglu F. Tigecycline in the treatment of<br />

multidrug-resistant Acinetobacter baumannii pneumonia.<br />

20th European Congress of Clinical Microbiology and<br />

Infectious Diseases (ECCMID), 2010, Vienna, oral presentation<br />

510.<br />

Hüsnü Pullukçu<br />

48. Tripodi MF, Durante-Mangoni E, Fortunato R, Utili R,<br />

Zarrilli R. Comparative activities of colistin, rifampicin,<br />

imipenem and sulbactam/ampicillin alone or in combination<br />

against epidemic multidrug-resistant Acinetobacter<br />

baumannii isolates producing OXA-58 carbapenemases.<br />

Int J Antimicrob Agents 2007;30:537-40.<br />

49. Tumbarello M, Spanu T, Sanguinetti M, Citton R, Montuori<br />

E, Leone F, et al. Bloodstream infections caused by extended-spectrum-<br />

beta-lactamase-producing Klebsiella pneumoniae:<br />

risk factors, molecular epidemiology, and clinical<br />

outcome. Antimicrob Agents Chemother 2006;<br />

50:498-504.<br />

50. Tunçcan ÖG, Keten DT, Dizbay M, Hızel K. Hastane kaynaklı<br />

Escherichia coli ve Klebsiella suşlarının ertapenem ve<br />

diğer antibiyotiklere duyarlılığı. ANKEM 2008;22:188-<br />

192.<br />

51. Yamada S, Hyo Y, Ohmori S, Ohuchi M. Role of ciprofloxacin<br />

in its synergistic effect with fosfomycin on drugresistant<br />

strains of Pseudomonas aeruginosa.<br />

Chemotherapy 2007;53:202-9.<br />

52. Yilmaz N, Agus N, Yurtsever SG, Pullukcu H, Gulay Z,<br />

Coskuner A, et al. Prevalence and antimicrobial susceptibility<br />

of Escherichia coli in outpatient urinary isolates in<br />

Izmir, Turkey. Med Sci Monit 2009;15:PI61-5.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 187


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Ventilatörle İlişkili Pnömoni<br />

Prof. Dr. Şaban Esen<br />

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Samsun<br />

189


Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Ventilatörle İlişkili Pnömoni<br />

Ventilatörle ilişkili pnömoni (VİP) yoğun<br />

bakımda gelişen enfeksiyonlar içinde mortalitesi<br />

en yüksek olandır, tedavi maliyeti de<br />

çok yüksektir. İnsidansı %9 ile %68 arasında<br />

değişmektedir. Mortalitesi ve morbiditesi yüksek<br />

olan VİP’den korunmak tedaviden daha<br />

kolaydır ve maliyeti de daha düşüktür. Korunma<br />

önlemleri ülkeden ülkeye, hastaneden hastaneye,<br />

bazen de üniteden üniteye değişmektedir.<br />

Hatta bazı öneriler birbiriyle çelişmektedir.<br />

Amerika Birleşik Devletleri’nde “The Institute<br />

for Healthcare Improvement (IHI)” 2004 yılında,<br />

açık kolayca uygulanabilen üç-beş önlemi<br />

içeren VİP önlem paketini tanımlamıştır.<br />

Etkinlik için paketin tüm bileşenleri her hastaya<br />

eksiksiz uygulanmalıdır. İlk tanımlanan<br />

paketin bileşenleri:<br />

a. Yatak başının 30-45° olacak şekilde tutulması,<br />

b. Günlük sedasyon tatili ve ekstübasyon açısından<br />

hastanın değerlendirilmesi,<br />

c. Derin ven trombozu profilaksisi,<br />

d. Mide ülseri profilaksisi.<br />

Birçok merkezde uygulamaya konulan bu<br />

paketle VİP’de anlamlı azalma sağlanmıştır<br />

(Tablo 1).<br />

Daha sonra bazı merkezler bu pakete eklemeler<br />

yapmışlardır. İlk pakette belirtilenlerin yanı sıra<br />

ventilasyon devrelerinin bakımına ve solunan<br />

gazların nemlendirilmesine de özen gösterilmelidir.<br />

Hasta bakım sırasında solunum sekresyonlarının<br />

güvenli aspirasyonu da bakımın<br />

önemli bir parçasıdır. IHI Mayıs 2010 tarihinde<br />

ilk tanımladığı pakete klorheksidinli ağız bakımını<br />

eklemiştir. Subglottik sekresyonların drenajının<br />

sağlanmasının paketlerde yer alması<br />

gerektiğini savunanlar vardır.<br />

Tab lo 1. İlk tanımlanan paketin uygulanmasının sonuçları<br />

Yazar Yıl Ülke Pakete uyum Sonuç*<br />

Resar ve ark. 2005 ABD ve Kanada 35 merkezin<br />

21’inde %95 uyum<br />

Önce 6.6 sonra 2.7<br />

Berriel-Cass ve ark. 2006 ABD Belirtilmemiş Önce 8.2 sonra 3.3<br />

Youngquist ve ark. 2007 ABD %100 uyum Önce 6.01 sonra 2.66<br />

Unahalekhaka ve ark. 2007 Tayland Belirtilmemiş Bazal 13.3 sonra 8.3<br />

* 1000 mekanik ventilatör gününe enfeksiyon oranı.<br />

190<br />

Yatak başının 30-45° olacak şekilde tutulması:<br />

Mekanik ventilasyon uygulanan hastada<br />

kontamine sekresyonların aspirasyonu pnömoninin<br />

en önemli nedenidir. Hastanın yarı oturur<br />

pozisyonda tutulmasıyla mide içeriğinin, orofarenks<br />

sekresyonlarının ve nazofarenks sekresyonlarının<br />

aspirasyonu ile pnömoni gelişmesi<br />

engellenmiş olur. Yapılan bir çalışmada yatar<br />

pozisyon ve enteral beslenme VİP için bağımsız<br />

risk faktörü olarak bulunmuştur. Özellikle enteral<br />

beslenen hastalar yarı oturur pozisyonda<br />

olmalıdır.<br />

Sedasyon tatili: Erken ekstübe edilen hastalarda<br />

VİP riskinin azaldığı gösterilmiştir. Sedasyon<br />

tatili, planlanmış bir şekilde günlük olarak hastanın<br />

uyandırılmaya çalışılmasıyla olur. Hasta<br />

uyandırıldığında da ekstübasyon açısından<br />

değerlendirilmelidir. Birçok merkezde hastalar<br />

ekstübasyon açısından subjektif olarak değerlendirilmektedir.<br />

Bazı hastalar ekstübe edilebilecekken<br />

entübe kalmaya devam etmekte bu<br />

nedenle de VİP riski artmaktadır. Bir çalışmada<br />

sürekli sedasyon infüzyonu alan hastalar ile<br />

günlük sedasyon tatili yapılan hastalar karşılaştırılmış,<br />

sedasyon tatili yapılan hastalarda yoğun<br />

bakımda kalış süresinin kısa olduğu (6.2-9.9<br />

gün), mekanik ventilasyon süresinin daha kısa<br />

olduğu (4.8-7.3 gün) ve yoğun bakım komplikasyonlarının<br />

daha az olduğu görülmüştür.<br />

Başka bir çalışmada da standardize protokol<br />

çerçevesinde uygulanan günlük uyandırma ile<br />

VİP oranı kontrol grubunda %15 iken, uyandırma<br />

uygulanan grupta %5’e düşürülmüştür.<br />

Erken ekstübasyon sonucu tekrar entübasyon<br />

da pnömoni riskini artırmaktadır. Hastaya erken<br />

trakeostomi açılarak sedasyon takibi daha kolay<br />

yapılabilir ve ihtiyaç duyulması halinde tekrar<br />

entübasyondan kaçınılabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Peptik ülser profilaksisi: Pakete dahil edilmesine<br />

rağmen VİP’i önlemede özel bir strateji<br />

değildir. Pakete dahil edilmesinin nedeni ventilatör<br />

gibi önemli bir stres nedeniyle mukoza<br />

oluşmasının önlenmesidir. Gastrointestinal<br />

kanama için iki bağımsız risk faktörü tanımlanmıştır.<br />

Bunlar; solunum yetmezliği ve koagülopatidir.<br />

Bu iki risk faktörü birlikte varsa ciddi<br />

kanama oranı %3.7 iken, bu iki faktörün yokluğunda<br />

kanama oranı %0.1 olarak bildirilmiştir.<br />

Kanayan grupta mortalite oranı %48.5 iken<br />

kanama gelişmeyen grupta %9.1 olarak rapor<br />

edilmiştir. VİP önleme paketinde stres ülser profilaksisinin<br />

olması doğrudan VİP’e yönelik değil<br />

kanamayı önlemeye yöneliktir. Erken enteral<br />

beslenme ile stres ülseri oluşması engellenebilir.<br />

Bazı uzmanlar yoğun bakıma kabul edildikten<br />

sonraki altı saat içinde enteral beslenmeye başlanılması<br />

gerektiğini savunmaktadır.<br />

Derin ven trombozu profilaksisi: Sedasyon<br />

uygulanan hastalarda derin ven trombozu riski<br />

artmaktadır. Stres ülseri profilaksisinde olduğu<br />

gibi derin ven trombozu profilaksisi de direkt<br />

olarak VİP’i önlemeye yönelik değil mekanik<br />

ventilasyon uygulanan hastalarda gelişecek ve<br />

mortalite ile seyredebilecek diğer komplikasyonlardan<br />

hastayı korumak amaçlıdır.<br />

Klorheksidinli ağız bakımı: Mekanik ventilatöre<br />

bağlı hastalarda çiğneme fonksiyonu ve<br />

tükürüğün yıkayıcı etkisi olmadığından dişler<br />

üzerinde plak gelişimi kolaylaşmakta, gelişen<br />

diş plaklarına da solunum yolu patojenleri yerleşebilmektedir.<br />

Dental plak oluşumunu engellemek<br />

için klorheksidin uzun yıllardır kullanılmaktadır.<br />

Önerilen klorheksidin konsantrasyonu<br />

% 0.12’dir. 2007 yılında yapılan bir metaanalizde<br />

oral dekontaminasyon ile VİP ve mortalitenin<br />

azaltıldığı, klorheksidinli ağız bakımı<br />

ile de VİP riskinin azaldığı gösterilmiştir.<br />

Şaban Esen<br />

Solunan havanın uygun nemlendirilmesi:<br />

Solunan havanın nemlendirilmesi ile sekresyonların<br />

yoğunlaşması engellenir. Nemlendirme<br />

sırasında solunum devrelerinde yoğunlaşan<br />

buhar sıvı olarak birikebilir ve bu sıvının içinde<br />

mikroorganizmalar kolaylıkla çoğalabilir. Bu<br />

sıvının aspirasyonu da VİP’e neden olur. Isı-nem<br />

değiştirici filtreler hastanın kendi solunumu ile<br />

ısı ve nemini kullanarak sıvı oluşmasını engeller<br />

böylece VİP’i azaltır. Isı nem değiştiriciler kirlenmediği<br />

sürece 48 saat süreyle kalabilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Berriel-Cass D, Adkins FW, Jones P, et al. Eliminating<br />

nosocomial infections at Ascension Health. Jt Comm J<br />

Qual Patient Saf 2006;32:612-20.<br />

2. Chan EY, Ruest A, O’Meade M, Cook DJ. Oral decontamination<br />

for prevention of pneumonia in mechanically<br />

ventilated adults: systematic review and meta-analysis. Br<br />

Med J 2007;10:1136.<br />

3. Ibrahim EH, Tracy L, Hill C, et al. The occurrence of ventilator-associated<br />

pneumonia in a community hospital: Risk<br />

factors and clinical outcomes. Chest 2001;120:555-61.<br />

4. Institute for Healthcare Improvement. http://www.ihi.org<br />

5. Resar R, Pronovost P, Haraden C, et al. Using a bundle<br />

approach to improve ventilator care processes and reduce<br />

ventilator-associated pneumonia. Jt Comm J Qual<br />

Patient Saf 2005;31:243-8.<br />

6. Unahalekhaka A, Jamulitrat S, Chongsuvivatwong V, et<br />

al. Using a collaborative to reduce ventilator-associated<br />

pneumonia in Thailand. Jt Comm J Qual Patient Saf 2007;<br />

33:387-94.<br />

7. Youngquist P, Carroll M, Farber M, et al. Implementing a<br />

ventilator bundle in a community hospital. Jt Comm J<br />

Qual Patient Saf 2007;33:219-25.<br />

8. Wip C, Napolitano L. Bundles to prevent ventilator-associated<br />

pneumonia: how valuable are they? Curr Opin<br />

Infect Dis 2009;22:159-66.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 191


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Kateter İlişkili Kan Dolaşımı<br />

Enfeksiyonları<br />

Doç. Dr. Rahmet Güner<br />

SB Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

193


Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Kateter İlişkili Kan Dolaşımı Enfeksiyonları<br />

Ulusal hastane enfeksiyonları sürveyans<br />

verilerimize bakıldığında (hastane enfeksiyonları<br />

sürveyans verilerini bildiren 2006 yılında<br />

937, 2007 yılında 1113 yataklı tedavi kurumu<br />

verilerine dayalı olarak) kateter ilişkili kan<br />

dolaşımı enfeksiyonu (KDE) hızı ortanca değerlerinin<br />

yoğun bakım ünitesi tipine göre değişmekle<br />

birlikte 2006 yılında 0-26, 2007 yılında<br />

0-10.9 arasında olduğu görülmektedir. Amerika<br />

Birleşik Devletleri (ABD) ulusal sürveyans sistemi<br />

(NHSN) raporlarında ise kateter ilişkili<br />

KDE hızının 1.3-5.5 arasında değiştiği, ülkemizden<br />

merkezlerin de dahil olduğu gelişmekte<br />

olan ülkelerde yürütülen (INICC) sürveyans<br />

çalışmasında ise kateter ilişkili KDE hızının<br />

1000 santral venöz kateter gününde 7.6 olduğu<br />

saptanmıştır. Yüksek mortalite oranı, morbiditesi<br />

ve maliyeti ile kateter ilişkili KDE’lerin<br />

önlenmesine yönelik çalışmaların ön plana<br />

çıkarılmasının gerekli olduğu açıktır.<br />

ABD’de Sağlık Hizmetlerinin İyileştirilmesi<br />

Enstitüsü (Institute for Healthcare Improvement)<br />

100.000 Yaşam Kampanyasında kateter ilişkili<br />

KDE’lerin önlenmesini de hedeflemiştir. Bu<br />

amaçla uygulanması gereken uygulamalar paket<br />

“bundle” önlemler olarak tanımlanarak, hepsinin<br />

bir arada eksiksiz olarak kateter takılacak<br />

her hastada uygulanması durumunda kateter<br />

ilişkili KDE’lerin tamamen önlenebileceği vurgulanmıştır.<br />

Burada önemli olan husus, bu<br />

önlemlerden herhangi birinin uygulanmadığı<br />

durumda hiçbir önlem alınmamış kabul edilmesi<br />

gerektiğidir. Yani bu durumda “Ya hep ya<br />

hiç” kuralının benimsenmesi gereklidir.<br />

Kateter ilişkili KDE’lerin önlenmesinde paket<br />

önlemler:<br />

• El hijyeni,<br />

• Kateter takılması sırasında maksimum bariyer<br />

önlemlerinin alınması (bone, maske, steril<br />

önlük, steril eldiven takılması ve sadece kateter<br />

takılacak alanın açıkta kalmasını sağlayacak<br />

şekilde hastanın baştan ayağa geniş steril örtü<br />

ile örtülmesi),<br />

• Kateter takılacak alana klorheksidin glukonat<br />

ile cilt antisepsisi uygulanması ve cilt antiseptiği<br />

uygulamasından sonra kurumasının beklenmesi<br />

(< 2 aylık bebeklerde klorheksidin glukonat<br />

kullanımı önerilmemektedir. Ayrıca, klor-<br />

194<br />

heksidin kullanımına kontrendike bir durum<br />

varsa iyot solüsyonları, %70 alkol solüsyonu<br />

kullanılabilir),<br />

• Optimum kateter takılma bölgesinin seçilmesi<br />

(subklavyen bölgenin ilk olarak, bu mümkün<br />

değil ise juguler bölgenin tercih edilmesi, femoral<br />

bölgeye kateter takılmasından olabildiğince<br />

kaçınılması),<br />

• Günlük olarak santral venöz kateter gereksiniminin<br />

değerlendirilmesi başlıklarını içerir.<br />

Kateter ilişkili KDE uygulamasında bu adımların<br />

hepsinin uygulandığını belirlemek amacıyla<br />

bir kontrol listesi oluşturulması gereklidir.<br />

Kateter takılması planlanan her hastada kateter<br />

gerekliliği detaylı bir şekilde değerlendirilmeli,<br />

takiben kateter takılmadan önce kontrol listesi<br />

gözden geçirilerek alınması gereken önlemlere<br />

uyum kontrol edilmelidir. Ayrıca, tutulan bu<br />

kayıtlar eşliğinde enfeksiyon oranları geri dönük<br />

bilgilendirmede kullanılarak, uyumun artması<br />

sağlanmalıdır.<br />

Kontrol listesinde paket önlemlere ilaveten günlük<br />

olarak kateter endikasyonunun değerlendirilmesi<br />

ve gereksiz kateterlerin en kısa sürede<br />

çekilmesi de yer almalıdır. Yapılan çalışmalarda<br />

kateterlerin gereğinden uzun sürelerle kaldığı<br />

ve enfeksiyon oranlarının buna bağlı olarak arttığı<br />

gösterilmiştir.<br />

Eğitim çalışmaları ile paket önlemlerin ilgili<br />

personele anlatılması, kateter takılırken bu<br />

önlemlere uyumun kontrolü ve geri dönük bildirimlerle<br />

kateter ilişkili KDE oranlarının azaltılması<br />

mümkün olmuştur.<br />

Kateter ilişkili KDE’lerin önlenmesinde kateter<br />

takılması kadar, takıldıktan sonra bakımı, kontrolü<br />

de son derece önemlidir. Kateter ile ilgili<br />

herhangi bir uygulama öncesi eller mutlaka<br />

yıkanmalı veya el antiseptiği ile ovulmalı ve<br />

santral veya arteryel katetere yapılacak uygulamalarda<br />

mümkünse steril eldiven giyilmesi tercih<br />

edilmelidir. Kateter giriş yeri gazlı bez veya<br />

şeffaf yarı geçirgen örtüler ile kapatılmalıdır.<br />

Hastada terleme, kanama veya kateter etrafından<br />

sızıntı varsa gazlı bez kullanımı tercih edilmelidir.<br />

Kateter giriş yeri örtüleri, nemlenme,<br />

gevşeme, bütünlük bozulması, gözle görülür<br />

kirlenme durumunda mutlaka değiştirilmeli,<br />

bunların herhangi birinin olmadığı durumlarda<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


erişkin ve adölesanda en az haftada bir, kısa<br />

süreli kateterlerde gazlı bez örtüler iki günde<br />

bir, yarı şeffaf örtüler ise yedi günde bir değiştirilmelidir.<br />

Santral venöz kateterler belli aralıklarla rutin bir<br />

şekilde değiştirilmemelidir. Periferik vasküler<br />

kateterler erişkinde 72-96 saat sonra değiştirilmelidir.<br />

Çocuklarda ise rutin değiştirilmesine<br />

gerek yoktur. Ancak kateter takılması sırasında<br />

asepsi koşullarından şüphe duyulan bir durum<br />

varsa en kısa sürede değiştirilmelidir.<br />

Kateter ilişkili KDE şüphesi yoksa infüzyon setleri<br />

ve bağlantıları 72 saatten önce değiştirilmemeli,<br />

kan, kan ürünleri, lipid infüzyonunda<br />

kullanılan setler 24 saat, dekstroz ve aminoasit<br />

infüzyonunda kullanılan setler 72 saat, propofol<br />

infüzyonunda kullanılan setler ise 6-12 saat ara<br />

ile değiştirilmelidir.<br />

Enjeksiyon portları kullanılmadan önce %70<br />

alkol veya iyodofor solüsyonu ile silinmeli, giriş<br />

portuna yapılacak uygulamada kullanılacak alet<br />

mutlaka steril olmalı, kullanılmayan bütün üçlü<br />

musluklar kapalı tutulmalıdır.<br />

Bu önlemleri içeren eğitim uygulamaları ile<br />

yapılan ölçümlerde kateter ilişkili KDE oranlarının<br />

azaltılabildiği, geri dönük bildirimlerin ve<br />

performansın ödüllendirilmesi ile enfeksiyon<br />

oranlarındaki azalmanın çok daha belirgin olduğu<br />

çalışmalarda gösterilmiştir. Paket önlemlere<br />

uyum konusunda hemşirelerin yetkilendirilerek,<br />

kurallara uyum olmadığı durumda işleme<br />

son vermeleri halinde enfeksiyon oranlarındaki<br />

azalmanın çok daha yüksek oranda olduğu saptanmıştır.<br />

Hatta yapılan çalışmalarda kateter<br />

ilişkili KDE’lerin sıfırlanabildiği kanıtlanmıştır.<br />

Gelişmekte olan ülkelerde, kateter ilişkili KDE<br />

hızı gelişmiş ülkelere göre yüksek oranda saptanmaktadır.<br />

Kısıtlı imkanlar, özellikle yeterli<br />

sayıda eğitimli insan gücünün olmayışı, enfeksiyon<br />

kontrol kurallarına uyum düşüklüğü,<br />

enfeksiyon kontrol sürveyansı ve hastane akreditasyonunun<br />

zorunlu olmaması, el hijyenine<br />

uyum oranının düşüklüğü bu durumdan sorumlu<br />

en önemli başlıklar arasındadır. Ancak paket<br />

önemlerin uygulamaya sokulması ve uygulamaların<br />

kontrolü enfeksiyonların kontrolü için son<br />

derece önemlidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

Rahmet Güner<br />

1. Edwards JR, Peterson K, Mu Y, et al. National Healthcare<br />

Safety Network (NHSN) report: Data summary for 2006<br />

through 2008, issued December 2009. Am J Infect<br />

Control 2009;37:783-805.<br />

2. Frasca D, Dahyot-Fizelier C, Mimoz O. Prevention of central<br />

venous catheter-related infection in the intensive care<br />

unit. Crit Care 2010;14:212.<br />

3. Kallen AJ, Patel P, O’Grady N. Preventing catheter-related<br />

bloodstream infections outside the intensive care unit:<br />

expanding prevention to new settings. Clin Infect Dis<br />

2010;51:335-341.<br />

4. Lobo RD, Levin AS, Oliveira MS, et al. Evaluation of interventions<br />

to reduce catheter-associated bloodstream<br />

infection: continuous tailored education versus one basic<br />

lecture. Am J Infect Control 2010;38:440-8.<br />

5. Marra AR, Cal RG, Durão MS, et al. Impact of a program<br />

to prevent central line-associated bloodstream infection<br />

in the zero tolerance era. Am J Infect Control 2010;38:434-<br />

9.<br />

6. Rey C, Alvarez F, De-La-Rua V, et al. Intervention to reduce<br />

catheter-related bloodstream infections in a pediatric<br />

intensive care unit. Intensive Care Med 2011 [Epub ahead<br />

of print].<br />

7. Rosenthal VD. Central line-associated bloodstream ınfections<br />

in limited-resource countries: a review of the literature.<br />

Clin Infect Dis 2009;49:1899-907.<br />

8. Rosenthal VD, Maki DG, Jamulitrat S, et al. International<br />

Nosocomial Infection Control Consortium (INICC) report,<br />

data summary for 2003-2008, issued June 2009. Am J<br />

Infect Control 2010;38:95-104.e2.<br />

9. Rosenthal V, Maki D, Rodrigues C, et al. Impact of<br />

International Nosocomial Infection Control Consortium<br />

(INICC) strategy on central line-associated bloodstream<br />

ınfection rates in the intensive care units of 15 developing<br />

countries. Infect Control Hosp Epidemiol 2010;31.<br />

doi: 10.1086/657140.<br />

10. Türkiye Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Raporu 2006-<br />

2007. Hastane İnfeksiyonları Dergisi 2009;13:215-69.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 195


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />

Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Candevir<br />

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Adana<br />

197


Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />

Üriner enfeksiyonlar sağlık bakımı ile ilişkili<br />

en sık görülen enfeksiyonlardır ve tüm<br />

nozokomiyal enfeksiyonların yaklaşık %40’ını<br />

oluşturarak ciddi morbidite, mortalite ve maliyet<br />

sebebidir. Nozokomiyal üriner enfeksiyonların<br />

hemen tamamı kateterle ilişkilidir ve<br />

oldukça sık uygulanır. Hastanede yatan hastaların<br />

yaklaşık %15-20’sinde üriner kateterizasyon<br />

uygulanır. Diğer risk faktörleri arasında ise sistoskopi<br />

ve diğer ürolojik işlemler gelir. Bunun<br />

yanında nozokomiyal bakteremilerin %17’den<br />

fazlasında da neden üriner kateterizasyondur,<br />

sadece santral venöz kateterizasyon, daha fazla<br />

bakteremiye neden olur.<br />

Kateterlerin kalış süresi kateter ilişkili üriner<br />

enfeksiyon gelişiminde en önemli risk faktörüdür.<br />

Genel olarak kateterin kalış süresi akut<br />

bakım kliniklerinde iki-dört gündür ve hastaların<br />

%70’inde ilk yedi gün içinde çıkarılır. Kapalı<br />

drenaj sistemleri ise günlük yeni enfeksiyon<br />

gelişme insidansını azaltır. Bu sistem kullanıldığında<br />

enfeksiyonun gelişme zamanı ortalama<br />

30 gün iken, açık sistemlerde bu süre ortalama<br />

dört gündür. Üriner sistem enfeksiyonlarını asıl<br />

azaltan girişim gereksiz ve uygunsuz kateter<br />

kullanımının önlenmesi ve kateterlerin en kısa<br />

zamanda çıkarılmasıdır. Yapılan çeşitli çalışmalarda<br />

acil servise ve kliniklere başvuran hastaların<br />

beşte birine kateter takıldığı ve bu kateterlerin<br />

de yaklaşık yarısının gereksiz yere takıldığı<br />

yine yarısında da endikasyon olmadığı halde<br />

kateterin çıkarılmadığı gösterilmiştir.<br />

1992 yılında “Centers for Disease Control and<br />

Prevention (CDC)”ın yaptığı çalışmada üriner<br />

enfeksiyonların maliyeti incelenmiş ve yıllık<br />

900.000’den fazla üriner enfeksiyonun 600<br />

milyon dolar ekstra harcamaya neden olduğu<br />

gösterilmiştir. Bu oran hastane enfeksiyonlarının<br />

toplam faturasının yaklaşık olarak %14’ünü<br />

oluşturmaktadır. Yapılan bir başka çalışmada<br />

ise üriner enfeksiyonların ortalama 3.8 gün fazladan<br />

yatış süresi ve 3803 dolar ile ilişkili olduğu<br />

bulunmuştur.<br />

Üriner enfeksiyonlara atfedilen mortalite hala<br />

kesin değildir ancak en önemli ölüm nedenlerinden<br />

biri olarak karşımıza çıkan baktereminin<br />

bu hasta grubunda %0.9-3.9 oranında gerçekleştiği<br />

bilinmektedir. Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nde sekonder baktereminin kaba<br />

198<br />

mortalite hızı %30, bir başka çalışmada ise üriner<br />

enfeksiyona bağlı bakteremiye atfedilen<br />

mortalite oranı %12.7 olarak bildirilmiştir.<br />

Kateter ilişkili üriner enfeksiyonlar çeşitli enfeksiyöz<br />

ve nonenfeksiyöz komplikasyonlar ile de<br />

ilişkili bulunmuştur. Enfeksiyöz komplikasyonlar<br />

arasında paranefritik, vezikal ve üretral apse,<br />

epididimit, prostatit, orşit gelirken diğer, komplikasyonları<br />

ise vezikoüretral reflü, böbrek taşı,<br />

hemorajik psödopolip, skuamöz metaplazi ve<br />

mesane kanseridir.<br />

Üriner kateter ilişkili enfeksiyonlar vücuda yerleştirilen<br />

yabancı cisimlerle ilgili olan ve büyümekte<br />

olan bir problemin parçalarında biri olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. İnvaziv araç ilişkili<br />

enfeksiyonlar olarak adlandırdığımız bu grup<br />

enfeksiyonlar en kolay önlenebilen nozokomiyal<br />

enfeksiyonlar arasında yer almaktadır.<br />

CDC’nin “Study on Efficacy of Nosocomial<br />

Infection Control (SENIC)” çalışması nozokomiyal<br />

enfeksiyonların önlenebilirliğine ait ilk<br />

verileri sunmuştur. Bu çalışmaya göre 250 yatağa<br />

en az bir enfeksiyon kontrol profesyoneli ile<br />

üriner enfeksiyonlar %33 oranında azaltılabilmiştir.<br />

Yaklaşık 20 yıl önce CDC üriner enfeksiyonların<br />

önlenmesi için bir kılavuz yayınlamış ve<br />

2009 yılında bu kılavuz yenilenmiştir. Üriner<br />

enfeksiyonların önlenmesi alanında başka kılavuzlar<br />

da yayınlanmıştır. Tüm kılavuzlardaki<br />

ortak öneriler genel olarak dört başlıkta toplanabilir;<br />

kateterin gerekliliğinin değerlendirilmesi,<br />

kateter seçimi, kateter yerleştirilmesi sırasında<br />

aseptik teknik kullanımı ve kateter bakımı.<br />

Ancak kılavuzların kullanımı ile ilgili sıkıntı<br />

çok geniş ve ayrıntılı oldukları için gelişen<br />

uygulama zorluğu ve uyumun takibinin yapılamamasıdır.<br />

Birçok hastane bu zorluklar nedeniyle<br />

kanıta dayalı bu teknikleri hayata geçirmemektedir.<br />

Sağlık bakımında kalite geliştirme amacıyla<br />

“Institude of Health Improvement (IHI)”, Aralık<br />

2004 tarihinde “100.000 hayat” kampanyasını<br />

başlattı. Amaç hasta güvenliği ve sağlığın geliştirilmesi<br />

için ulusal bir hareket başlatarak<br />

100.000 hayat kurtarmak idi ve bu amaca ulaşmak<br />

için 18 aylık bir süre belirlendi. Kampanya,<br />

içinde enfeksiyon kontrolünün de bulunduğu<br />

(santral kateter ilişkili enfeksiyonların önlen-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


mesi, cerrahi alan enfeksiyonlarının önlenmesi,<br />

ventilatörle ilişkili pnömoninin önlenmesi) altı<br />

alanda iyileştirmeler içermekteydi. Her alan<br />

dört-beş maddeden oluşan paketler içermekteydi<br />

ve tüm maddelerin bir arada uygulanması<br />

gerekliydi. Bu girişimlere uyum ve hastanelerin<br />

gösterdikleri gelişme takip edildi, internet sitesinde<br />

paylaşıldı. Bu hareket birçok kurum tarafından<br />

desteklendi. Kampanya planlanandan<br />

erken 100.000 hayatın kurtarılmasıyla sona erdi.<br />

Bu kampanyanın başarısının ardından çok daha<br />

fazla hayatın kurtarılabileceği ortaya çıktı ve<br />

yeni hedefler eklenerek 2006-2008 yılları arasında<br />

“5 milyon hayat” kampanyası başlatıldı.<br />

IHI tarafından “önlem paketi” konseptinin ortaya<br />

konulmasından sonra çeşitli kurumlarda<br />

çeşitli önlem paketleri kullanılmaya başlandı.<br />

Bir arada uygulandığında tek başlarına uygulanmalarına<br />

oranla daha iyi sonuçların elde edildiği<br />

bir grup müdahaleye önlem paketi denilmektedir.<br />

Önlem paketleri sepsis gibi komplike medikal<br />

durumların tedavisinde, kateter ilişkili kan<br />

dolaşımı enfeksiyonu, ventilatörle ilişkili pnömoni<br />

gibi enfeksiyonların önlenmesinde geliştirilmiştir.<br />

Birçok merkezde üriner enfeksiyonları<br />

önlemeye diğer enfeksiyonlara oranla daha az<br />

önem verilmektedir hatta bazı merkezlerde üriner<br />

kateter ilişkili üriner enfeksiyonlar sürveyans<br />

programlarından çıkarılmıştır. Bu nedenle<br />

kateter ilişkili üriner enfeksiyonların önlem<br />

paketleri ile ilgili çok fazla yayın bulunmamaktadır.<br />

Bu konuda literatürde bulunabilen ilk<br />

çalışma, Qutaishat ve arkadaşlarına aittir. Bu<br />

çalışmada önerilen paketteki maddeler;<br />

1. Üriner kateterlerin çıkarılması için günlük<br />

değerlendirme,<br />

2. İdrar torbasını mesane altında tutmak,<br />

3. Kapalı drenaj sistemlerinin kullanımı,<br />

4. Kateterin hareket etmesini önlemek için<br />

güvenlik araçları kullanımıdır. Paketin uygulanmasından<br />

önce bir eğitim programı düzenlenmiş,<br />

uygulama sırasında da enfeksiyon hızları ve<br />

pakete uyum takip edilmiştir. Sonuç olarak<br />

önlem paketi başarılı bir şekilde geliştirilmiş ve<br />

uygulanmıştır. Bunun yanında personelin üriner<br />

enfeksiyonların önlemi hakkındaki farkındalığı<br />

artırılmış ve personel ile enfeksiyon kontrol<br />

profesyonelleri arasındaki iş birliği geliştirilmiştir.<br />

Aslıhan Candevir<br />

IHI Eylül 2009 tarihinde 100.000 hayat ve 5<br />

milyon hayat kampanyalarının başarısı üzerine,<br />

bu iki kampanyanın devamı niteliğinde ve içinde<br />

kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonlarının<br />

önlenmesini de içeren 70 başlığın bulunduğu<br />

“Gelişme Haritası”nı hayata geçirdi. IHI<br />

gelişme haritasının kateter ilişkili üriner sistem<br />

enfeksiyonlarının önlenmesi başlığı dört madde<br />

içermektedir; gereksiz üriner kateterden kaçının,<br />

üriner kateterleri aseptik teknik kullanarak<br />

yerleştirin, kateter bakımını güncel rehberler<br />

ışığında yapın ve üriner kateter gerekliliğini<br />

günlük değerlendirin. Bu çalışmaların başarılı<br />

olması için yapılması gerekenlerin başında<br />

ölçümler gelmektedir. IHI paketleri uygulamaya<br />

getirirken bir sonuç ölçümü (kateter ilişkili üriner<br />

enfeksiyon hızı= semptomatik kateter ilişkili<br />

üriner enfeksiyon sayısı/üriner kateter günü x<br />

1000) ve iyi bir plan eşliğinde “Ağustos sonuna<br />

kadar %50 azalma” gibi net bir amaç belirlenmesini<br />

önermektedir. Üriner enfeksiyon hızının<br />

takibinin yanında pakete uyumun da takip edilebilmesi<br />

için gereksiz kateter oranı ve gereksiz<br />

kateter günü gibi ölçütler de kullanılmaktadır.<br />

Bu önerilerin yanında IHI internet sitesinde her<br />

türlü yardımcı aracı yayınlamakta ve katılımcı<br />

kurumları hem bu konuda hem de sonuçlarını<br />

paylaşmaları konusunda desteklemektedir.<br />

Birçok merkez bu amaçla siteyi kullanarak programa<br />

katılmış ve başarı öykülerini paylaşmıştır.<br />

Kateter ilişkili üriner enfeksiyonların önlenmesi<br />

alanında en geniş çalışma Saint ve arkadaşlarının<br />

2009 yılında yayınlanan çalışmasıdır. Eyalet<br />

genelinde bir kalite kontrol programının parçası<br />

olarak bu araştırma çalışmasını düzenlemişlerdir.<br />

Amaç, şu anda yapılan uygulamayı değerlendirmek<br />

ve kanıtlı enfeksiyon kontrol ve hasta<br />

güvenliği uygulamalarının hayata geçirilmesi<br />

için pratik stratejiler ortaya koymaktır.<br />

Uygulama içindeki “mesane paketi” öncelikle<br />

kateterlerin uygun kullanımını sağlayarak kateter<br />

ilişkili üriner enfeksiyonların önlenmesine<br />

odaklanmaktaydı. Bu çalışmada mesane paketini<br />

hayata geçirmek üzere kateter yerleştirme ve<br />

bakım konusunda hemşirelerin anahtar rol<br />

oynaması planlanmıştır. Başlangıçta bir eğitim<br />

programı verilmiş, sonrasında en az bir şampiyon<br />

hemşire belirlenmesi sağlanıp bu hemşirenin<br />

mesane paketi takımını kurması ve girişimi<br />

yönetmesi istenmiştir. Takım oluşturulduktan<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 199


Enfeksiyon Önlem Paketleri:<br />

Üriner Sistem Enfeksiyonları<br />

sonra hedef üniteler belirlenmiş girişim öncesi<br />

değerlendirme (gereksiz kateter kullanımının<br />

ölçülmesi vb.) yapılmıştır. Bu değerlendirmeler<br />

daha sonra doğru kateter endikasyonları gibi<br />

eğitimlerde kullanılmıştır. Girişim devam ederken<br />

günlük hasta vizitleri ile kateterlerin kullanım<br />

endikasyonları takip edilmiş ve hastaneler,<br />

üriner kateter hatırlatıcı kullanımı, hemşire<br />

tabanlı durdurma protokolleri, üriner kateterizasyona<br />

alternatif yöntemler, mesane ultrason<br />

görüntülemesi gibi daha aktif üriner enfeksiyon<br />

kontrol önlemleri konusunda yüreklendirilmiştir.<br />

En son ise girişim sonrası dönemde enfeksiyon<br />

hızları, gereksiz kateter kullanım oranları<br />

hesaplanmaya devam edilip diğer dönemler ile<br />

karşılaştırma yapılmıştır. Çalışmaya katılan bazı<br />

hastanelerde çalışma tamamlanmışken, bazılarında<br />

ise yeni başlamıştır ve çalışma sonuçları<br />

henüz yayınlanmamıştır.<br />

Sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonların önlenmesi<br />

konusunda önlem paketi yaklaşımını kullanan<br />

bir başka çalışma da Venkatram ve arkadaşları<br />

tarafından 2010 yılında yayınlanmıştır.<br />

Bu çalışma invaziv araç ilişkili enfeksiyon önlem<br />

paketlerini içermekte ve girişim öncesi ve girişim<br />

sonrası dönemdeki hızlar ve araç kullanım<br />

oranlarının karşılaştırılmasını içermektedir.<br />

Üriner kateter önlem paketi kateter çıkarılması<br />

için günlük değerlendirme, yerleştirme sırasında<br />

aseptik teknik, güvenli kateter kullanımı,<br />

gümüş kaplı kateter kullanımı ve idrar torbalarının<br />

mesane altında tutulması maddelerini<br />

içermekteydi. Sonuç olarak tüm enfeksiyon<br />

hızlarında kullanım oranlarıyla beraber istatistiksel<br />

olarak anlamlı düşme tespit edilmiştir.<br />

Kullanım oranlarına göre ayarlanmış enfeksiyon<br />

hızlarına bakıldığında da anlamlı düşüş görülmüştür.<br />

Bu da enfeksiyon hızlarındaki azalmanın<br />

sadece araç kullanım oranlarındaki azalmaya<br />

bağlı olmadığını, önlem paketi uygulamasının<br />

başarısını göstermektedir.<br />

Sonuç olarak; üriner enfeksiyonlarda önlem<br />

paketi kullanımı diğerlerinde olduğu gibi faydalıdır<br />

ve CDC, IHI gibi kurumlarca desteklenmektedir.<br />

Önlem paketi uygulamasında kanıta<br />

dayalı birkaç önemli girişimin bir araya getirilmesi<br />

ve uygulamaya geçilirken de bir lider eşliğinde<br />

multidisipliner bir yaklaşım ile ekip çalışması<br />

enfeksiyon hızlarını azaltmada ve hasta<br />

güvenliğinde anahtar rol oynamaktadır.<br />

200<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Berwick DM, Calkins DR, McCannon CJ, Hackbarth AD.<br />

The 100,000 lives campaign: setting a goal and a deadline<br />

for improving health care quality. JAMA 2006;295:324-7.<br />

2. Bryan CS, Reynolds KL. Hospital-acquired bacteremic<br />

urinary tract infection: epidemiology and outcome. J Urol<br />

1984;132:494-8.<br />

3. Burke JP, Yeo TW. Nosocomial urinary tract infection. In:<br />

Mayhall GC (ed). Hospital Epidemiology and Infection<br />

Control. 3 rd ed. Philadelphia, 2004:267-86.<br />

4. Center for Disease Control. Public health focus: surveillance,<br />

prevention, and control of nosocomial infections.<br />

MMWR 1992;41:783-7.<br />

5. Dieckhaus KD, Garibaldi RA. Prevention of catheter-associated<br />

urinary tract ınfections. In: Abrutytn E, Goldmann DA,<br />

Scheckler WE (eds). Saunders Infection Control Reference<br />

Service. Philadelphia: WB Saunders, 1998:169-74.<br />

6. Gardam MA, Amihod B, Orenstein P, Consolacion N,<br />

Miller MA. Overutilization of indwelling urinary catheters<br />

and the development of nosocomial urinary tract infections.<br />

Clin Perform Qual Health Care 1998;6:99-102.<br />

7. Garibaldi RA, Mooney BR, Epstein BJ, Britt MR. An evaluation<br />

of daily bacteriologic monitoring to identify preventable<br />

episodes of catheter-associated urinary tract infection.<br />

Infect Control 1982;3:466-70.<br />

8. Gold JA. The 5 million lives campaign: preventing medical<br />

harm in Wisconsin and the nation. WMJ 2008;107:270-1.<br />

9. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues<br />

DA; Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />

Committee. Guideline for prevention of catheter-associated<br />

urinary tract infections 2009. Infect Control Hosp<br />

Epidemiol 2010;31:319-26.<br />

10. Gould CV, Umscheid CA, Agarwal RK, Kuntz G, Pegues<br />

DA, Healthcare Infection Control Practices Advisory<br />

Committee (HICPAC). Guideline for prevention of catheter-associated<br />

urinary tract infections 2009. Atlanta (GA):<br />

Centers for Disease Control and Prevention (CDC); 2009:67.<br />

11. Haley RW, Culver DH, White JW, Morgan WM, Emori TG,<br />

Munn VP, et al. The efficacy of infection surveillance and<br />

control programs in preventing nosocomial infections in<br />

US hospitals. Am J Epidemiol 1985;121:182-205.<br />

12. Hooton TM, Bradley SF, Cardenas DD, Colgan R, Geerlings<br />

SE, Rice JC, et al; Infectious Diseases Society of America.<br />

Diagnosis, prevention, and treatment of catheter-associated<br />

urinary tract infection in adults: 2009 International<br />

Clinical Practice Guidelines from the Infectious Diseases<br />

Society of America. Clin Infect Dis 2010;50:625-63.<br />

13. http://www.ihi.org/IHI/Programs/Campaign/mentor_<br />

registry_cauti.htm, 2.2.2011 tarihinde erişildi.<br />

14. Jain P, Parada JP, David A, Smith LG. Overuse of the indwelling<br />

urinary tract catheter in hospitalized medical<br />

patients. Arch Intern Med 1995;155:1425-9.<br />

15. Kass EH, Sossen HS. Prevention of infection of urinary<br />

tract in presence of indwelling catheters; description of<br />

electromechanical valve to provide intermittent drainage<br />

of the bladder. J Am Med Assoc 1959;169:1181-3.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


16. Krieger JN, Kaiser DL, Wenzel RP. Urinary tract etiology of<br />

bloodstream infections in hospitalized patients. J Infect<br />

Dis 1983;148:57-62.<br />

17. Panknin HT, Althaus P. Guidelines for preventing infections<br />

associated with the insertion and maintenance of<br />

short-term indwelling urethral catheters in acute care. J<br />

Hosp Infect 2001;49:146-7.<br />

18. Pellowe CM, Pratt RJ, Harper P, Loveday HP, Robinson N,<br />

Jones S, et al; the Guideline Development Group: Mulhall<br />

A, Smith G, Bray J, Carroll A, Chieveley Williams S,<br />

Colpman D, Cooper L, McInnes E, McQuarrie I, Newey JA,<br />

15.Peters J, Pratelli N, Richardson G, Shah PJR, Silk D,<br />

Wheatley C. Infection Control: prevention of healthcare<br />

-associated infection in primary and community care.<br />

Simultaneously published in: Journal of Hospital Infection<br />

2003;55(Suppl 2):1-127 and British Journal of Infection<br />

Control 2003;(Suppl):4;1-100.<br />

19. Rello J, Lorente C, Bodí M, Diaz E, Ricart M, Kollef MH.<br />

Why do physicians not follow evidence-based guidelines<br />

for preventing ventilator-associated pneumonia?: a survey<br />

based on the opinions of an international panel of<br />

intensivists. Chest 2002;122:656-61.<br />

20. Qutaishat SS, Muhle K, Kallman C, Roehrs VD. Prevention<br />

of catheter-associated urinary tract infections: successful<br />

development and ımplementation of a urinary catheter<br />

bundle. Am J Infect Control 2007;35:E63.<br />

21. Saint S. Clinical and economic consequences of nosocomial<br />

catheter-related bacteriuria. Am J Infect Control<br />

2000;28:68-75.<br />

Aslıhan Candevir<br />

22. Saint S, Kowalski CP, Forman J, Damschroder L, Hofer TP,<br />

Kaufman SR, et al. multicenter qualitative study on preventing<br />

hospital-acquired urinary tract infection in US<br />

hospitals. Infect Control Hosp Epidemiol 2008;29:333-41.<br />

23. Saint S, Olmsted RN, Fakih MG, Kowalski CP, Watson SR,<br />

Sales AE, et al. Translating health care-associated urinary<br />

tract infection prevention research into practice via the bladder<br />

bundle. Jt Comm J Qual Patient Saf 2009;35:449-55.<br />

24. Scheckler WE. Nosocomial infections in a community<br />

hospital: 1972 through 1976. Arch Intern Med<br />

1978;138:1792-4.<br />

25. Tambyah PA, Knasinski V, Maki DG. The direct costs of<br />

nosocomial catheter-associated urinary tract infection in<br />

the era of managed care. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2002;23:27-31.<br />

26. Venkatram S, Rachmale S, Kanna B. Study of device use<br />

adjusted rates in health care-associated infections after<br />

implementation of "bundles" in a closed-model medical<br />

intensive care unit. J Crit Care 2010;25:174.e11-8.<br />

27. Warren DK, Cosgrove SE, Diekema DJ, Zuccotti G, Climo<br />

MW, Bolon MK, et al. Prevention Epicenter Program. A<br />

multicenter intervention to prevent catheter-associated<br />

bloodstream infections. Infect Control Hosp Epidemiol<br />

2006;27:662-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 201


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

Doç. Dr. Selma Tosun<br />

SB Manisa Devlet Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Manisa<br />

203


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

Batı Nil virüsü (BNV) insanlar, atlar, kuşlar<br />

ve vahşi hayvanlarda çeşitli nörolojik semptomlara<br />

neden olan ve artropotlarla bulaşan<br />

arbovirüs ailesinden bir enfeksiyon etkenidir.<br />

Arbovirüsler arasında Togaviridae, Flaviviridae,<br />

Bunyaviridae, Rhabdoviridae ve Reoviridae virüs<br />

familyalarında yer alan 500’den fazla virüs yer<br />

almaktadır. Batı Nil virüsü de zarflı bir RNA<br />

virüsü olup arbovirüs grubunda yer almakta;<br />

Dengue, Japon ensefaliti virüsü, kene ensefaliti<br />

virüsü ve sarı humma virüslerinin bulunduğu<br />

Flaviviridae ailesinde sınıflandırılmaktadır. Bu<br />

virüs insan, köpek, at, kuş gibi çeşitli hayvanlarda<br />

hafif ateşli hastalıklardan menenjit, ensefalit<br />

veya ölüme kadar uzanan farklı klinik<br />

tablolara yol açmaktadır.<br />

BNV’nin hayat döngüsü doğada özellikle Culex<br />

cinsi sivrisinekler ile kuşlar arasında gerçekleşmektedir.<br />

Bu döngü sırasında insanlar ve diğer<br />

memeliler de geçici konaklar olabilir. İnsanlar<br />

en çok sivrisinek sokması sonucu enfekte olurlar.<br />

Aynı zamanda, kan nakli, organ nakli ya da<br />

emzirme ile anneden bebeğe bulaş da mümkün<br />

olabilmektedir.<br />

Enfeksiyon spektrumunda insanlar başta olmak<br />

üzere özellikle atlar, köpekler, vahşi ve evcil<br />

kanatlı hayvanlar, koyunlar, develer ile deney<br />

hayvanları yer almaktadır. BNV enfeksiyonlarında<br />

etkenin doğal transmisyonu, artropod<br />

-enfekte kuşlar- siklusu yolu ile olur. Genel<br />

olarak özellikle Culex cinsi sivrisineklerle yabani<br />

ve evcil kuşlar arasındaki sirkülasyon enfeksiyonu<br />

yaymaktadır.<br />

Etkenin insanlarda ve atlarda neden olduğu<br />

nörolojik bozukluklar 1950’li yılların sonlarında<br />

bildirilmiştir. BNV’nin ilk kez 1937 yılında<br />

Uganda’nın bir köyünde yüksek ateşi olan bir<br />

hastanın kan örneğinde gösterilmesinden sonra<br />

1999 yılına kadar çok sayıda salgın ve olgu bildirimi<br />

yapılmıştır. Salgınlar arasında uzun<br />

zaman aralıkları bulunması nedeniyle, önceleri<br />

bu hastalık önemli bir sağlık sorunu olarak<br />

kabul edilmemiştir.<br />

Son yıllarda özellikle Amerika Birleşik Devletleri<br />

(ABD), Asya, Afrika, Orta-Doğu, Balkanlar,<br />

Doğu ve Güney-Avrupa’da insanlar, atlar, köpekler<br />

ve kanatlı hayvanlarda ölümlerle sonuçlanan<br />

BNV enfeksiyonlarına rastlanmaktadır. Bu<br />

durumla ilgili olarak 1996 yılında Fas, 1998<br />

204<br />

yılında İtalya, 1999 yılında ABD’de New York’da,<br />

2000 yılında Fransa’da ve İsrail’de viral ensefalit<br />

salgınlarına ve öldürücü BNV epidemilerine<br />

rastlanması üzerine sağlık otoriteleri bu hastalık<br />

üzerinde durmaya başlamışlardır.<br />

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers<br />

for Disease Control and Prevention; CDC) tarafından<br />

1999 yılından sonra Kuzey ve Güney<br />

Amerika, Afrika, Orta Doğu, Avrupa ve Asya’dan<br />

bildirilen 24.000’den fazla olgu doğrulanmıştır.<br />

Sonuç olarak BNV, Afrika, Asya, Amerika ve<br />

Avrupa’da birçok ülkede tespit edilmiş ve epidemilere<br />

neden olmuştur.<br />

Atlarda BNV enfeksiyonu ilk olarak 1960’lı yıllarda<br />

Mısır ve Fransa’da, 1971 yılında Portekiz’de<br />

ve takip eden yıllarda, 1996 yılında Fas, 1998<br />

yılında İtalya ve 2000 yılında tekrar Fransa ve<br />

İsrail’de ölümle sonuçlanan epidemilere yol<br />

açmıştır. Fas’ta 1996 yılında 94 olgudan 42<br />

(%44)’si, 1998 yılında İtalya’da 14 olgudan 6<br />

(%43)’sı, Fransa’da 2000 yılında 76 olgudan 21<br />

(%28)’i atlarda ölümle sonuçlanan epidemilerin<br />

bazılarıdır.<br />

Yapılan çalışmalar özellikle kuru ve sıcak yaz<br />

mevsiminde ve sonbaharda insanlarda ve atlarda<br />

BNV enfeksiyonunun arttığını doğrulamaktadır.<br />

Dünyanın farklı bölgelerinde yapılan çalışmalarda<br />

BNV seroprevalansı değişiklik göstermektedir.<br />

Gana’da yaşayan erişkinlerde %27.9 olarak<br />

bildirilen seropozitiflik, sivrisinek temasının<br />

daha az görüldüğü, sağlık ve hijyen koşullarının<br />

daha iyi olduğu ABD’nin Nebraska eyaletinde<br />

%9.5 oranında saptanmıştır. Bu çalışmada aynı<br />

zamanda sivrisineklerde BNV pozitifliğinin yüksek<br />

olduğu bölgelerdeki insanlarda seropozitifliğin<br />

de yüksek olduğu vurgulanmıştır.<br />

Hastalığın Avrupa ülkelerindeki insidansı ise<br />

birkaç salgın dışında pek bilinmemektedir. Çek<br />

Cumhuriyeti’nde %2.1 iken, İtalya’da sağlıklı<br />

bireylerde seropozitiflik saptanmamıştır.<br />

İspanya’da plak redüksiyon nötralizasyon<br />

(PRNA) testi ile 504 sağlıklı bireyin serum<br />

örnekleri araştırılmış, özellikle kırsal kesimde<br />

yaşayanların serumlarında olmak üzere %0.6<br />

oranında pozitiflik bulunmuştur. Avrupa ve<br />

Akdeniz ülkelerinde 1994-2001 yılları arasında<br />

çıkan çeşitli salgınlarda 1474 kişinin hastalandığı<br />

belirlenmiştir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


BNV’nin Türkiye’deki aktivitesine ilişkin ilk<br />

veri 1971 yılında yapılan bir çalışmada elde<br />

edilmiş; Ankara ve Hatay bölgelerinde koyunlarda<br />

BNV’ye karşı nötralizan antikorlar saptanmıştır.<br />

Ülkemizde bu virüsle ilgili insan maruziyeti ise;<br />

Ari ve Meço tarafından hemaglutinasyon inhibisyon<br />

testi kullanılarak yapılan çalışmalarda<br />

araştırılmış, sonuçlar gruba özgül antikor varlığı<br />

şeklinde rapor edilmiştir. Meço ve arkadaşları<br />

1970’li yıllarda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde<br />

937 kişinin serum örneklerinde BNV seropozitifliğini<br />

hemaglutinasyon inhibisyon yöntemiyle<br />

%42.8 gibi oldukça yüksek olarak bulmuşlar ve<br />

bu çalışmada seropozitifliğin yaşla birlikte arttığını<br />

vurgulamışlardır. Ancak bu çalışmalarda<br />

elde edilen sonuçların, flavivirüsler arasında<br />

izlenen ve hemaglutinasyon inhibisyon yöntemi<br />

gibi gruba özgül testlerde ortaya çıkan antijenik<br />

çapraz reaksiyonlara bağlı olması kuvvetle muhtemeldir.<br />

Serter tarafından 1980 yılında yapılan Ege<br />

Bölgesi kaynaklı çalışmada aynı yöntemle 1074<br />

kişinin %29.1’inde BNV antikorları saptanmış,<br />

bunun %74’lük bir bölümü de nötralizasyon<br />

testiyle doğrulanmıştır.<br />

Özkul ve arkadaşları 2006 yılında BNV seropozitifliğini<br />

büyükbaş hayvanlarda %4, katırlarda<br />

%2.5, sığırlarda %4, köpeklerde %37.7, atlarda<br />

%13.5, koyunlarda %1 ve insanlarda %20.4 olarak<br />

bildirmişlerdir. Bu çalışmada, aralarında<br />

Hatay, Adana, Antalya, Muğla, İzmir, Şanlıurfa,<br />

Bursa ve Ankara’nın da yer aldığı farklı illerden<br />

toplanan örnekler incelenmiş, böylece ülkemizin<br />

çeşitli bölgelerinde birçok memeli türünde<br />

virüs maruziyeti doğrulanmıştır.<br />

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Şanlıurfa ve<br />

Siverek’de 2007 yılında yapılan bir başka çalışmada<br />

ise, 181 sağlıklı kişiden alınan serum<br />

örneklerinin %16’sında indirekt immün floresan<br />

antikor testiyle pozitiflik bulunmuş, bu seropozitifliklerin<br />

%9.5’i PRNA ile doğrulanmıştır.<br />

Sonuç olarak; ülkemizin değişik bölgelerinde<br />

BNV aktivitesinin varlığı çeşitli seroepidemiyolojik<br />

çalışmalarla doğrulanmıştır. Ancak ülkemizde<br />

semptomatik BNV enfeksiyonlarına ait<br />

bildirimler çok azdır. Bunlardan ilki, Arpacı ve<br />

arkadaşları tarafından rapor edilmiş olan kemik<br />

iliği transplantasyonu sonrasında nedeni açıkla-<br />

Selma Tosun<br />

namayan yüksek ateş ve nörolojik bulguların<br />

ortaya çıkması sonucu değerlendirilerek kanda<br />

BNV RT-PCR (reverse transcription polymerase<br />

chain reaction) pozitif olarak saptanan bir<br />

olgudur.<br />

Ergünay ve arkadaşlarının retrospektif bir çalışmasında<br />

ise 87 nedeni bilinmeyen santral sinir<br />

sistemi enfeksiyonu olgusu değerlendirilmiş,<br />

sonuçta 2 (%2.3) olgu muhtemel BNV enfeksiyonu<br />

olarak tanımlanmıştır.<br />

Ülkemizde ilk BNV olgu bildirimleri Manisa<br />

Devlet Hastanesinden yapılmış olup 2010 yılı<br />

Ağustos ayında Manisa Devlet Hastanesine yüksek<br />

ateş, bilinç bulanıklığı, konfüzyon (bazı<br />

olgularda aynı zamanda ishal, bulantı-kusma,<br />

vücutta döküntü) yakınmalarıyla getirilen,<br />

başka bir nedenle açıklanamayan ve ensefaliti<br />

düşündüren bulguları olan olgular Refik Saydam<br />

Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına bildirilmiş ve<br />

yapılan ileri tetkikler sonucu bazı olguların<br />

BNV tanısı kesinleşmiştir. Bunu takiben oluşturulan<br />

algoritm ve değişik illerden gönderilen<br />

şüpheli olguların örneklerinin incelenmesi<br />

sonucu 2010 yılında ülke genelinde toplam 47<br />

olguya BNV tanısı konulmuş, bu olgulardan<br />

12’si Avrupa Birliği olgu tanımına göre kesin,<br />

diğerleri olası olgu olarak tanımlanmıştır.<br />

KLİNİK BELİRTİ ve BULGULAR<br />

Virüs, sivrisinek ısırmasıyla vücuda girer, viremi<br />

ve sonuçta sistemik enfeksiyon oluşur.<br />

İnkübasyon süresi 2-15 gün arasında olup genel<br />

olarak 1-6 gündür. İnkübasyon özellikle immünsüpresiflerde<br />

uzun olabilir. Olguların %80’inde<br />

enfeksiyon asemptomatik seyreder, virüsle<br />

enfekte olan kişilerin yaklaşık %20’sinde ise 3-7<br />

günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık<br />

belirtileri ortaya çıkar. Başlıca yakınmalar;<br />

ateş, halsizlik, kırıklık, baş ağrısı, kas ve eklem<br />

ağrısı, retroorbital ağrı, titreme, bulantı, kusma<br />

ve ishal şeklindedir. Hastaların büyük çoğunluğunda<br />

lenfadenopati saptanır.<br />

Daha şiddetli olgularda baş ağrısı ile birlikte<br />

görülen yüksek ateş, vücut kaslarında zayıflık,<br />

boynu dik tutamama, uyuşukluk, zihinsel karışıklık,<br />

koma, kas titremeleri, konvülziyonlar ve<br />

paralizi gelişebilir. Baş ağrısı BNV için çoğu<br />

zaman önde gelen bulgu olabilir. BNV menenjiti<br />

genellikle ateş, baş ağrısı ve ense sertliğine yol<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 205


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

açar. Bilinç değişikliği fazla görülmez, olduğunda<br />

da ılımlıdır; bazen letarjiyle, nadiren de konfüzyon<br />

veya komayla sonuçlanabilir. Santral<br />

sinir sistemi tutulumu olduğunda baş ağrısından<br />

aseptik menenjite ve ensefalite kadar değişen<br />

klinik tablolar görülebilir, genellikle diğer<br />

benzeri viral sendromlardan ayırt edilemez.<br />

Kişilerin %60-75’inde mental durum değişikliği<br />

veya fokal nörolojik bulgularla karakterize olan<br />

ensefalit veya meningoensefalit bildirilmektedir.<br />

Ensefalit daha çok yaşlılarda ve bu virüsle yeni<br />

tanışan toplumlarda görülür.<br />

Nöroinvaziv BNV olgularının %25-35’inde ensefalit<br />

bulgusu olmaksızın menenjit görülmektedir.<br />

Kol ve bacak paralizisi gibi fokal nörolojik<br />

defisitler, optik nörit, ataksi ve ekstrapiramidal<br />

belirtiler, konvülziyon, poliradikülit, miyelit,<br />

bazen flask paraliziler, mental durum değişikliği<br />

ve kraniyal sinir felçleri görülebilir. Olguların<br />

%1’den azında ise ölüme neden olabilen nöroinvaziv<br />

hastalık gelişmektedir. Nöroinvaziv tutulum<br />

yüksek mortalite göstergesidir. Ölümcül<br />

BNV enfeksiyonunun patolojik bulguları beyinde<br />

yaygın bir enflamasyon ve spinal kordda<br />

küçük hemorajilerle karakterize bir nöral dejenerasyondur.<br />

Ayrıca, tremor ve hareket bozuklukları<br />

da bildirilmiştir. BNV’ye bağlı miyelit<br />

tablosu, BNV’ye eşlik eden flask paralizi sendromu<br />

olarak gözlenebilir ama menenjit ya da<br />

ensefalitten daha az sıklıktadır. Bu sendrom<br />

genellikle akut gelişir, duyu kaybı olmaksızın<br />

asimetrik şekilde kol ve bacaklarda güçsüzlük<br />

veya paralizi ile seyreder. Ağrı bazen paraliziden<br />

önce gelir. Duyu muayenesi normal olmasına<br />

rağmen akut asimetrik flask paralizi gözlemlenen<br />

hastalarda BNV ensefalit ve menenjiti akılda<br />

tutulmalıdır. Ayrıca, elektrofizyolojik çalışmalar<br />

ve nörogörüntüleme tanıya yardımcı olur.<br />

Flask paralizi görülen hastaların çoğunda kraniyal<br />

sinirler tamamen sağlamdır. Duyu muayenesi<br />

normaldir ya da minimal etkilenmiştir.<br />

Hastalara yanlışlıkla Guillain-Barré sendromu<br />

tanısı konulabilmesine rağmen, yapılan detaylı<br />

elektrofizyolojik çalışmalar sonucunda herhangi<br />

bir demiyelinizan nöropati tespit edilememiştir.<br />

Hastaların yaklaşık %10’unda akut asimetrik<br />

flask paralizi gözlendiği bildirilmiştir. Özellikle<br />

spinal kord ön boynuz nöronlarını tutarak bu<br />

tabloya neden olmaktadır. Hastada kas güçsüzlüğü<br />

gelişmeden bir-iki hafta önce baş ağrısı,<br />

206<br />

ateş, cilt döküntüleri ve gastrointestinal sistem<br />

irritasyonu gibi semptomlar gözlenir, ancak<br />

hastaların yarısında bu prodromal dönem görülmemektedir.<br />

Ateş, baş ağrısı veya diğer semptomlar olmaksızın<br />

da paralizi görülebilir. Bazen, solunum kaslarının<br />

tutulması sonucu akut solunum yetmezliği<br />

görülebilir. Az sayıda hastada ense, gövde,<br />

kollar veya bacaklarda görülen makülopapüler<br />

veya morbiliform döküntüler olabilir. Döküntüler<br />

bir hafta kadar devam eder ve kaşıntısızdır.<br />

Hepatomegali %20, splenomegali %10 civarında<br />

gözlenir. Çok yaygın olmamakla birlikte hepatit,<br />

pankreatit, miyokardit, orşit ve üveit gibi<br />

klinik tablolar da gözlemlenebilir. Akut fazda<br />

diğer menenjit ve ensefalit etkenlerinden ayırıcı<br />

tanısı zordur. Ensefalit gelişmeyen hastalarda<br />

günler ya da aylar içinde tam iyileşme görülürken,<br />

Batı Nil ensefaliti ya da menenjiti gelişen<br />

hastalarda sonuç daha kötüdür, hayatta kalan<br />

hastalarda ise sekel olarak motor defisit görülür.<br />

BNV olgularında rastlanan klinik bulgularla<br />

ilgili olarak yapılan çalışmalar incelendiğinde<br />

2000 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada, 19<br />

BNV enfeksiyonu olgusunda ateş %90, baş ağrısı<br />

%58, boynu dik tutamama %21, durumda<br />

değişiklik %58, kaslarda zayıflık %42, serebellar<br />

anomaliler ise %11 oranında saptanmıştır.<br />

İsrail’de 2000 yılında saptanan 417 BNV olgusunda,<br />

hastaneye yatırılan 233 olguda yüksek<br />

ateş %98.3, baş ağrısı %57.9, koma durumu<br />

%16.7, gastrointestinal semptomlar %18.5,<br />

nörolojik semptomlar %9.4 oranında saptanmış;<br />

hastalardaki mortalite oranının %14.1 olduğu<br />

ve ölen hastaların %87.9’unun 70 ve üzeri yaş<br />

grubunda olduğu bildirilmiştir.<br />

Ülkemizde 2010 yılında tanı konan olgu sayısı<br />

toplam 47 olup %66’sı erkek, %34’ü kadındır.<br />

Bu olgularda saptanan semptomların dağılımı<br />

şu şekildedir: Ateş %95.2, baş ağrısı %78.6,<br />

bulantı-kusma %71.4, bilinç değişikliği %52.4,<br />

kişilik değişikliği %14.3, konvülziyon %14.3,<br />

deri döküntüsü %7.3.<br />

BNV enfeksiyonu en sık yaşlılarda görülür,<br />

çocuklar ve genç erişkinlerde nadirdir. Genel<br />

olarak yaz sonu-sonbahar başı dönemde açıklanamayan<br />

ensefalit veya menenjit görülen 50 yaş<br />

üzeri erişkin olgular varsa BNV ve diğer arbovi-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


üs enfeksiyonlarından şüphelenilebilir.<br />

Mortalite oranı %3-15 arasında değişmektedir.<br />

Yüksek mortalite genellikle yaşlı insanlarda (50<br />

yaş ve üzeri) görülmektedir.<br />

LABORATUVAR TANI<br />

BNV enfeksiyonlarının tanısında virüsün izolasyonu,<br />

viral antijenler ya da nükleik asidin saptanması<br />

ve virüse karşı oluşan özgül immün<br />

yanıtın gösterilmesi yöntemlerinden yararlanılmaktadır.<br />

Tanıda altın standart virüsün izolasyonu olmakla<br />

birlikte, yüksek viremi izlenen vektörler ve<br />

kuşlar dışında, insanlarda ortaya çıkan viremi<br />

düşük düzeyde olduğundan virüs izolasyon<br />

çalışmaları genellikle başarılı olmamaktadır.<br />

Arbovirüsler genellikle hastalığın ilk günlerinde,<br />

özellikle klinik belirtilerden önce kanda ve<br />

beyin omurilik sıvısı (BOS)’nda bulunur. Ancak<br />

bu dönemdeki hastaları belirlemek ve örnek<br />

almak çok güç/genellikle olanaksız olduğundan,<br />

ayrıca bu materyallerde virüs miktarı az olduğundan,<br />

virüs izolasyon olasılığı çok azalmaktadır.<br />

Bu nedenle virüs izolasyonu daha çok bu ön<br />

tanı ile ölen hastalardan alınan beyin ve medulla<br />

spinalis örneklerinden yapılabilir. Alınan<br />

materyal uygun in vitro (hücre kültürü) ya da in<br />

vivo (yeni doğmuş beyaz fare beynine inokülasyon)<br />

yöntemlerle üretilmeye çalışılır. Eğer bu<br />

şekilde üretilebilirse serolojik testler ve eldeki<br />

bilinen antiserumlar kullanılarak virüsün kesin<br />

tanımlaması yapılabilir.<br />

Viral RNA’nın RT-PCR yöntemiyle saptanması<br />

tanı ve tarama amacıyla sıklıkla kullanılmaktadır.<br />

Ancak özellikle insanlarda gelişen BNV<br />

enfeksiyonlarında vireminin erken dönemde ve<br />

kısa süreli olması; immün yanıtın ortaya çıkmasıyla<br />

birlikte azalarak ortadan kalkması nedeniyle<br />

nükleik asit testlerinin tanı etkinliği virüse<br />

maruziyetin genellikle ilk yedi günüyle sınırlı<br />

olmaktadır.<br />

BNV antikorlarının saptanması için IgM-antikor<br />

yakalama enzim immünassay (MAC-ELISA),<br />

indirekt IgG ELISA, indirekt floresan antikor<br />

testi (IFAT) ve PRNT gibi yöntemler kullanılmaktadır.<br />

Ayrıca, hemaglutinasyon inhibisyon, kompleman<br />

birleşmesi reaksiyonu gibi testler de kulla-<br />

Selma Tosun<br />

nılabilir, ancak bu testlerin gruba özgül ve total<br />

antikorları saptamaları, ayrıca duyarlılıklarının<br />

daha düşük olması nedeniyle kullanımları yaygın<br />

değildir. Bunların yanı sıra ELISA ve IFAT<br />

yöntemine dayanan birçok ticari test sistemi de<br />

geliştirilmiştir. PRNT yöntemi ise, virüsün<br />

hücre kültürlerinde oluşturduğu sitopatik etkinin<br />

önlenmesi esasına dayalı bir doğrulama<br />

testidir ve antikor özgüllüğünün belirlenmesinde<br />

kullanılmaktadır. Yeni tanı testlerinin geliştirilmesine<br />

de devam edilmektedir.<br />

Klinik olarak BNV düşünülen olgulardan alınan<br />

serum ve BOS örneklerinde MAC-ELISA yöntemiyle<br />

IgM antikorlarının saptanması durumunda<br />

bu sonuçlar, akut BNV enfeksiyonunu gösteren<br />

önemli bir bulgu olarak kabul edilmektedir.<br />

Semptomatik olan BNV enfeksiyonlarının<br />

büyük bir kısmında sekizinci gün ve sonrasında<br />

IgM antikorları pozitif olarak saptanır.<br />

Santral sinir sistemi tutulumu olan olgularda ise<br />

nörolojik bulguların ortaya çıktığı dönemde<br />

genellikle IgM antikorları da pozitiftir. IgG türü<br />

antikorlar ise IgM’nin ardından yaklaşık dördüncü<br />

günde pozitifleşmektedir. IgA antikorları<br />

da IgM ile benzer zamanlarda ortaya çıkar.<br />

BOS’da IgM antikorlarının saptanması genellikle<br />

enfeksiyon lehine yorumlanmaktadır.<br />

Ensefalit ve menenjit tanısında BOS’da IgM tespit<br />

edilmesi önemlidir. Ayrıca, PCR yöntemiyle<br />

virüs RNA’sı da taranabilir. BOS’da artmış lenfosit<br />

sayısı (> %50) ve protein konsantrasyonu<br />

tanıyı destekler.<br />

Bununla birlikte BNV enfeksiyonlarının serolojik<br />

test sonuçlarının değerlendirilmesinde çeşitli<br />

güçlükler izlenmektedir. Bunlardan en önemlisi,<br />

genel olarak flavivirüsler, ayrıca aynı serogrup<br />

üyeleri arasında izlenen antijenik benzerliğe<br />

bağlı serolojik çapraz reaksiyonlardır.<br />

IgG antikorları için daha sık olarak izlenen çapraz<br />

reaksiyonların ekarte edilerek antikor spesifitesinin<br />

doğrulanması, virüse karşı nötralizan<br />

antikorların PRNT yöntemi ile gösterilmesiyle<br />

mümkündür.<br />

Bir diğer sorun ise, BNV’ye karşı sentezlenen<br />

antikorların enfeksiyon sonrasındaki uzun süreli<br />

persistansıdır. Enfekte kişilerde serumda IgM<br />

ve IgA antikorlarının ve BOS’da IgM antikorlarının<br />

uzun süreler varlığını devam ettirerek tanı-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 207


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

sal testlerde reaktif sonuç verdikleri ortaya<br />

konulmuştur.<br />

Serumda IgM ve IgA antikorlarının özellikle ilk<br />

200 gün boyunca persistans gösterebildiği, ayrıca<br />

IgM antikorlarının 12 ayı aşacak süreler pozitifliğini<br />

sürdürebildiği saptanmıştır. Akut ya da<br />

yakın zamanda geçirilen enfeksiyonların önceki<br />

maruziyetlerden ayrılması amacıyla IgG avidite<br />

testleri ya da akut ve konvalesan dönemde alınan<br />

serumlarda nötralizan antikor titre artışının<br />

PRNT ile saptanması yaklaşımları uygulanmaktadır.<br />

PRNT, IgM pozitif örneklerde de özgüllüğün<br />

konfirmasyonu amacıyla kullanılmaktadır.<br />

IgM antikorları kan beyin bariyerini geçemediği<br />

için BOS’da IgM varlığı santral sinir sistemi<br />

enfeksiyonunu kuvvetle düşündürür. Yakın bir<br />

süre önce yellow fever, Japon ensefaliti, deng<br />

ateşi gibi Flaviviridae ailesindeki virüslerle<br />

enfekte olmuş veya bu virüslerden korunmak<br />

için aşılanmış olan kişilerde EIA sonuçları pozitif<br />

çıkabilir. Ancak aşılanmayla veya santral sinir<br />

sistemi dışı enfeksiyonlarla BOS’da IgM oluşmadığı,<br />

ayrıca örneğin; Japon ensefaliti aşısında<br />

olduğu gibi ölü aşıların IgM oluşturmadığı<br />

hatırda tutulmalıdır. Hastaların serumundaki<br />

IgM antikorları, ancak semptomların gerilediği<br />

sekiz gün boyunca kanda tespit edilebilir, dolayısıyla<br />

negatif bir sonuç tanıdan uzaklaştırmamalıdır.<br />

ABD’de CDC ve Avrupa Birliği’nde ECDC tarafından<br />

BNV enfeksiyonlarında kılavuz alınacak<br />

güncel tanı kriterleri, bölgesel epidemiyoloji ve<br />

diğer faktörler göz önüne alınarak duyurulmaktadır.<br />

Sonuç olarak; BNV’de serolojik testlerin doğru<br />

olarak yorumlanabilmesi için, enfeksiyonun<br />

bölgesel epidemiyolojisi, kişinin önceden geçirdiği<br />

flaviviral enfeksiyonlar ve aşılamalar, endemik<br />

bölgelere seyahat öyküsü gibi çeşitli faktörler<br />

test sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmeli;<br />

tanı klinik bulgular ve doğrulama testleriyle<br />

desteklenmelidir.<br />

BNV enfeksiyonunun kan nakliyle de kişiden<br />

kişiye bulaşabileceği bilinmektedir. Bu nedenle<br />

özellikle hastalığın endemik olarak görüldüğü<br />

bölgelerde kan vericilerinin serumlarında moleküler<br />

yöntemlerle araştırma yapılması önerilmektedir.<br />

208<br />

Olguların diğer laboratuvar bulguları belirgin<br />

bir özellik göstermemektedir. Periferik kandaki<br />

total lökosit sayısı genellikle normaldir veya<br />

lenfositopeni olabilir, ayrıca anemi görülebilir.<br />

Bazen hiponatremi olabilir (özellikle ensefalitli<br />

hastalarda). BOS bulguları pleositoz gösterir ve<br />

genellikle lenfosit hakimiyeti vardır. Protein<br />

genellikle yükselmiştir. Kan şekeri normaldir.<br />

Bilgisayarlı tomografi genellikle yararlı değildir,<br />

bununla birlikte diğer akut meningoensefalit<br />

etyolojilerini dışlamak açısından yararlıdır.<br />

Beyin manyetik rezonans sıklıkla normaldir,<br />

fakat bazen leptomeningeal enhancement veya<br />

sinyal değişiklikleri görülebilir. Manyetik rezonans<br />

görüntüleme (MRG) çoğu hastada normal<br />

olmasına rağmen, beyaz cevherde, talamusta,<br />

ponsta T2 ağırlıklı sekanslarda artmış sinyal<br />

dansiteleri önemli görüntüleme bulgularıdır.<br />

Flask paralizi gözlemlenen hastalarda spinal<br />

kordun MRG ile yapılan görüntülemesinde T2<br />

ağırlıklı sekanslarda ön boynuzda dansite artışları<br />

tespit edilmektedir. Ayırıcı tanıda Guillain-<br />

Barré sendromunun yanı sıra, miyopati, nöromusküler<br />

bileşke bozuklukları ve diğer virüslere<br />

bağlı motor nöron hastalıkları akılda bulundurulmalıdır.<br />

TEDAVİ<br />

BNV enfeksiyonunun bilinen bir tedavisi yoktur.<br />

Bu nedenle enfeksiyonun tedavisi öncelikle<br />

destek tedavisi şeklinde olmalıdır. Şiddetli olgularda<br />

sıklıkla hastaneye yatmayı gerektiren destek<br />

tedavi, intravenöz sıvı verilmesi, solunum<br />

desteği ve sekonder enfeksiyon gelişmesinin<br />

önlenmesi temel yapılacak uygulamalardır.<br />

BNV ensefaliti olan hastalar hastaneye yatırılmalı<br />

ve tedavi edilebilir santral sistemi lezyonları<br />

ortadan kaldırılmalıdır. Olgular, nörolog,<br />

enfeksiyon hastalıkları hekimi, yoğun bakım<br />

hekimi ve gerektiğinde psikiyatrist ile birlikte<br />

izlenmelidir.<br />

Hastaneye yatırılan hastalarda öneriler;<br />

• Sıvı-elektrolit dengesinin sağlanması için intravenöz<br />

sıvı,<br />

• Solunum yetersizliğinde ventilatör desteği,<br />

• Serebral ödem takibi,<br />

• Konvülziyonlar açısından takip ve gerekirse<br />

tedavi,<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


• Duyu kaybı ile birlikte olan ve olmayan motor<br />

paralizi açısından değerlendirme yapılması şeklindedir.<br />

Analjezikler ve antipiretikler hastalığın ılımlı<br />

seyrettiği durumlarda yararlı olabilir. BNV ensefalitinde<br />

en sık ölüm nedeni nöron ölümü ve<br />

dejenerasyonu sonucu beyin ödemi oluşmasıdır.<br />

Steroid ve ozmotik solüsyonlar bazı olgularda<br />

beyin ödemini azalttığı için beyin ödemi ve herniasyona<br />

karşı kısa süreli kullanımları önerilmektedir.<br />

BNV tedavisinde bilinen etkin bir antiviral yoktur.<br />

Bununla birlikte interferon-alfa-2b (IFN-a-<br />

2b) ve ribavirinle değişik çalışmalar yapılmıştır.<br />

İnsan interferonu (a-2b) ile ribavirinin BNV’deki<br />

etkisinin araştırıldığı bir çalışmada “vero cell”<br />

doku kültürüne ribavirin veya IFN-a-2b eklenmiş,<br />

bu uygulamadan 1.5-2 saat önce ve sonra<br />

ortama Culex pipiens eklenmiş, sonuçta IFN-a-<br />

2b koruyucu ve tedavi edici bulunmuştur. Bu<br />

çalışmada ribavirin in vitro olarak koruyucu<br />

bulunmuş ama tedavi edici etkisinin olmadığı<br />

bildirilmiştir. Sonuç olarak bu çalışmada IFN-a-<br />

2b, ribavirine göre daha etkin bulunmuş, kombine<br />

kullanım için ise HCV tedavisinde olduğu gibi<br />

ileri çalışmalara gerek olduğu vurgulanmıştır.<br />

Odelola ve arkadaşları virüs inokülasyonundan<br />

sonra intraperitoneal olarak 1.5 mg ribavirin<br />

uygulanması sonucu BNV ile enfekte farede sağkalım<br />

oranının %83, kontrol grubunda ise %25<br />

olduğunu bildirmişlerdir. Daha yakın tarihli bir<br />

çalışmada Jordan ve arkadaşları in vitro olarak<br />

insan oligodendroglial hücrelerindeki enfeksiyonun<br />

yüksek doz ribavirinle (200 mg) inhibe<br />

olduğunu bildirmişlerdir.<br />

Bir başka çalışmada da farelerde spinal kord<br />

dokularının BNV inoküle edilmeden önce alfa<br />

ve beta interferonla korunduğunu bildirmişlerdir.<br />

Rusya’da yapılan bir başka fare deneyinde<br />

ribavirinle hayvanların %85’inde sağkalım sağlandığı<br />

bildirilmiştir.<br />

BNV tedavisinde IFN-a-2b’nin başarılı olduğunu<br />

bildiren az sayıda çalışmanın yanı sıra başarısız<br />

olduğunu bildiren ve yine az sayıda olgu<br />

içeren çalışmalar bulunmaktadır. Farklı bir<br />

çalışmada BNV enfeksiyonunun endemik olduğu<br />

İsrail’de donörlerden elde edilen BNV<br />

immünglobulini ile yapılan fare deneylerinde<br />

oldukça başarılı sonuçlar bildirilmiştir.<br />

Selma Tosun<br />

Sonuç olarak BNV olgularının tedavisinde temel<br />

amaç destek tedavi olup halen bilinen etkili ve<br />

spesifik bir tedavi bulunmamaktadır.<br />

BNV Enfeksiyonundan Korunmak İçin<br />

Alınacak Önlemler<br />

Dış ortamlara dayanıklı olmayan BNV ısı, lipid<br />

çözücüler veya deterjan içeren dezenfektanlar<br />

içinde süratle inaktive olur.<br />

BNV enfeksiyonundan korunmak için öncelikle<br />

sivrisineklerden korunmak ve çevrede sivrisinek<br />

barınma olasılığını en az hale getirmek<br />

önemlidir. Bunun için yapılması önerilenler<br />

şunlardır;<br />

• İçine sivrisineklerin yumurtlayabileceği, içinde<br />

su birikebilen teneke kutu, araba tekerleği,<br />

kova vb. eşyalar ortadan kaldırılmalıdır.<br />

• Yine benzer nedenle çevrede biriken kutular,<br />

plastik kaplar, seramik saksılar ya da benzer su<br />

biriktirmiş kaplar atılmalı ya da içerisinde biriken<br />

sular çok fazla bekletmeden düzenli olarak<br />

dökülmelidir. Evinde, yakın çevresinde saksı<br />

bitkisi yetiştirenler saksı alt tabağında su birikintisi<br />

olmadığından emin olmalı ya da delikli<br />

alt tabak kullanmalıdır. Bitkilerle kaplanmış<br />

kaplar gözden kaçırılmamalıdır.<br />

• Özellikle yapraklar vs. olukları tıkayabilir, bu<br />

nedenle tıkanan çatı olukları yıllık olarak temizlenmelidir.<br />

Çatı olukları genelde göz ardı edilir<br />

ancak bu alanlarda her mevsim milyonlarca<br />

sivrisinek üreyebilmektedir. Teras ve çatılarda<br />

biriken suyun drenajını sağlayan boruların tıkanıklığı<br />

kontrol edilerek buralarda su birikmesi<br />

engellenmelidir.<br />

• Plastik seyyar havuzlar kullanılmadığı zaman<br />

ters çevrilmelidir. Düzenli olarak kullanılmayan<br />

bir seyyar havuz sivrisinek yuvası haline gelir.<br />

• El arabaları ters çevrilmeli ve kuş kaplarında<br />

suların durgun halde birikmesi önlenmelidir.<br />

Aksi takdirde, sivrisinekler için ideal üreme<br />

ortamı oluşur. Kuş kapları ve seyyar havuzlardaki<br />

sular her hafta değiştirilmelidir.<br />

• Çöp kutusu, branda ve suyu biriktiren kap ve<br />

oyuncaklardaki sular boşaltılmalıdır.<br />

• Evcil hayvan ve büyükbaş hayvan su teknelerindeki<br />

su haftada iki kez değiştirilmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 209


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

• Kapların altında su birikmeyecek şekilde delikler<br />

açılmalı ya da birikmiş sular tahliye edilmelidir.<br />

• Kuş banyolarındaki su haftada bir değiştirilmelidir.<br />

• Süs havuzlarında sivrisinek balığı, kırmızı<br />

balık, küçük renkli balık veya golyan balığı gibi<br />

sivrisinek yiyen balıklar bulundurulmalıdır.<br />

• Açılan kapı ve pencerelere sineklik yapılmalıdır.<br />

Sineklik yaptırırken boşluk kalmadığına<br />

dikkat edilmeli, sürgülü modeller tercih edilmelidir.<br />

Fırçalı olanlar çabuk bozulabilir. Buna<br />

rağmen fırçalı olacaksa sıfır oturmalıdır ve hiç<br />

gözenek kalmamalıdır.<br />

• Hem kene hem de sivrisineği aynı anda kovan<br />

repellent kullanılmalıdır. Bu amaçla insan sağlığı<br />

için zararsız olduğu bildirilen DEET (N,Ndietil-m-toluamid)<br />

içeren repellentler önerilmektedir.<br />

• Sivrisineklerin aktif olduğu saatlerde (şafak<br />

vakti ve gün batımında) dışarı çıkılmamalıdır.<br />

• Bahçede ölü kuş görülürse çıplak elle dokunulmamalıdır.<br />

Eldiven ile iki ayrı kalın poşete<br />

koyarak ana çöpe atılmalıdır. Eldiven çamaşır<br />

suyu ile dezenfekte edilmelidir.<br />

• Bahçedeki kuru yaprak ve birikmiş çalılıklar<br />

toplanıp atılmalıdır.<br />

• Komşuların da aynı tedbirleri alması sağlanmalıdır.<br />

• Riskli alanlarda açık renkli, mümkün olduğunca<br />

kapalı giysiler giyilmelidir.<br />

• Bahçe düzenlenirken su birikintisi olacak<br />

düzenlemelerden kaçınılmalıdır.<br />

Aşı<br />

Atlar için yapılan aşılarda lisans aşamasına<br />

gelinmesine rağmen sağlıklı gönüllülerle yapılan<br />

klinik çalışmalar halen devam etmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Allwinn R, Doerr HW, Emmerich P, et al. Cross-reactivity<br />

in flavivirus serology: new implications of an old finding?<br />

Med Microbiol Immunol 2002;190:199-202.<br />

2. Anderson JF, Rahal JJ. Efficacy of interferon alpha-2b and<br />

ribavirin against West Nile virus in vitro. Emerg Infect Dis<br />

2002;8:107-8.<br />

210<br />

3. Ari A. Studies on activity and and ecology of arboviruses<br />

in Turkey. Turk Hij Tec Biyol Derg 1972;32:134-43.<br />

4. Arpaci F, Cetin T, Kubar A, et al. West Nile virus infection<br />

in a patient with acute graft-versus-host disease.<br />

Haematologica 2009;94(S2):687.<br />

5. Asnis DS, Conetta R, Teixeira AA, Waldman G, Sampson<br />

BA. The West Nile virus outbreak of 1999 in New York:<br />

the Flushing Hospital experience. Clin Infect Dis 2000;30:<br />

413-8.<br />

6. Autorino LG, Battisti A, Deubel V, et al. West Nile virus<br />

epidemic in horses, Tuscany Region, Italy. Emerg Infect<br />

Dis 2002;12:1372-8.<br />

7. Ben-Nathan D, Gershoni-Yahalom O, Samina I, et al.<br />

Using high titer West Nile intravenous immunoglobulin<br />

from selected Israeli donors for treatment of West Nile<br />

virus infection. BMC Infect Dis 2009;9:18.<br />

8. Bernabeu-Wittel M, Ruiz-Pérez M, del Toro MD, et al.<br />

West Nile virus past infections in the general population<br />

of Southern Spain. Enferm Infec Microbiol Clin<br />

2007;25:561-5.<br />

9. Blair DC, Adelman NZ, Olson EK. Molecular strategies for<br />

interrupting artropod-borne virus transmission by mosquitoes.<br />

Clin Microbiol Rev 2000;12:651-61.<br />

10. Blitvich JB, Salas FI, Cordero CFJ, et al. Serologic evidence<br />

of West Nile virus infection in horses, Coahuila State,<br />

Mexico. Emerg Infect Dis 2003;7:853-6.<br />

11. Busch MP, Caglioti S, Robertson EF, et al. Screening the<br />

blood supply for West Nile virus RNA by nucleic acid<br />

amplification testing. N Engl J Med 2005;353:460-7.<br />

12. Busch MR, Kleinman SH, Tobler LH, et al. Virus and antibody<br />

dynamics in acute West Nile virus infection. J Infect<br />

Dis 2008;198:984-93.<br />

13. Centers for Disease Control and Prevention guidelines for<br />

surveillance, prevention, and control of West Nile virus<br />

infection-United States. MMWR 2000;49:25-8.<br />

14. Centers for Disease Control and Prevention. Arboviral<br />

encephalitis. Available at: http://www.cdc.gov/ncidod/<br />

dvbid/arbor/ Accessed: August 21, 2007.<br />

15. Centers for Disease Control and Prevention. Detection of<br />

West Nile virus in blood donations-Puerto Rico, 2007.<br />

MMWR 2008;57:577-80.<br />

16. Centers for Disease Control and Prevention. Epidemic/<br />

Epizootic West Nile Virus in the United States: Revised<br />

Guidelines for Surveillance,Prevention, and Control,<br />

2003, http://www.cdc.org/ncidod/dubid/westnile/lab_<br />

guidance.htm<br />

17. Centers for Disease Control and Prevention. West Nile<br />

virus transmission through blood transfusion-South<br />

Dakota, 2006. MMWR 2007;56:76-9.<br />

18. Chan-Tack KM, Forrest G. Failure of interferon alpha-2b<br />

in a patient with West Nile virus meningoencephalitis and<br />

acute flaccid paralysis. Scand J Infect Dis 2005;37:944-6.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


19. Chowers YM, Lang R, David BD. Clinical characteristics of<br />

the West Nile Fever outbreak, Israel, 2000. Emerg Infect<br />

Dis 2001;7:675-8.<br />

20. Diamond SM. Evasion of innate and adaptive immunite<br />

by flavivirus. Immunol Cell Biol 2003;81:196-206.<br />

21. Duran B, Chevalier V, Pouillot R, Labie J, Marendat I,<br />

Murgue B, et al. West Nile virus outbreak in horses,<br />

Southern France, 2000. Results of serosurvey. Emerg<br />

Infect Dis 2002;8:777-82.<br />

22. Erdem H, Pahsa A. Yeni bir pandemi mi? Batı Nil virüs<br />

enfeksiyonu. İnfeksiyon Dergisi 2003;17:245-9.<br />

23. Ergünay K, Aydoğan S, Menemenlioğlu D ve ark. Ankara<br />

bölgesinde nedeni bilinmeyen merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarında<br />

Batı Nil virüsünün araştırılması. Mikrobiyol<br />

Bul 2010;44:255-62.<br />

24. Ergunay K, Ozer N, Us D, et al. Seroprevalence of West<br />

Nile virus and tick-borne encephalitis virus in southeastern<br />

Turkey: first evidence for tick-borne encephalitis virus<br />

infections. Vector Borne Zoonotic Dis 2007;7:157-61.<br />

25. Ergünay K. Batı Nil virüsü: Viroloji, Epidemiyoloji ve<br />

Mikrobiyolojik tanı. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar<br />

Sempozyumu (1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye,<br />

2010:142-60.<br />

26. Ertürk A. Batı Nil virüsü enfeksiyonunda korunma ve<br />

kontrol. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar Sempozyumu<br />

(1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye, 2010:166-73.<br />

27. Fox JL, Hazell SL, Tobler LH, Busch MR. Immunoglobulin<br />

G avidity in differentiation betvveen early and late antibody<br />

responses to West Nile virus. Clin Vaccine Immunol<br />

2006;13:33-6.<br />

28. Giladi M, Cotter ME, Martin AD, et al. West Nile encephalitis<br />

in Israel 1999: the New York connection. Emerg<br />

Infect Dis 2001;7:659-61.<br />

29. Hayes EB, Sejvar JJ, Zaki SR, et al. Virology, pathology and<br />

clinical manifestations of West Nile virus disease. Emerg<br />

Infect Dis 2005;11:1174-9.<br />

30. http://ec.europa.eu/health/ph_threats/com/<br />

docs/1589_2008_en.pdf<br />

31. http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/clinicaltrials.<br />

htm West Nile Virus: Treatment Information and Guidance<br />

for Clinicians http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/<br />

clinicians<br />

32. http://www.cdc.gov/ncidod/dvbid/westnile/index.htm<br />

33. Hubálek Z, Savage HM, Halouzka J, Juricová Z, Sanogo<br />

YO, Lusk S. West Nile virus investigations in South<br />

Moravia, Czechland. Viral Immunol 2000;13:427-33.<br />

34. Huhn DG, Montgomery PS, Dworkin SM. West Nile in the<br />

United States: an update on an emerging infectious disease.<br />

Am Fam Physician 2003;68:653-60.<br />

35. Jordan I, Briese T, Fischer N, Lau JYN, Lipkin WI. Ribavirin<br />

inhibits West Nile virus replication and cytopathic effect<br />

in neural cells. J Infect Dis 2000;182:1214-7. doi:<br />

10.1086/315847.<br />

Selma Tosun<br />

36. Kalaycıoğlu H. Türkiye’de görülen West Nile vakalarının<br />

epidemiyolojisi. III. Türkiye Zoonotik Hastalıklar<br />

Sempozyumu (1-2 Kasım 2010), Ankara, Türkiye,<br />

2010:174-83.<br />

37. Kapoor H, Signs K, Somsel P, et al. Persistance of West<br />

Nile virus (WNV) IgM antibodies in cerebrospinal fluid<br />

from patients with CNS disease. J Clin Virol 2004;<br />

31:289-91.<br />

38. Khabbaz RF, Ostroff SM, Leduc JW, et al. Emerging and<br />

reemerging infectious disease threats. In: Mandell GL,<br />

Bennett JE, Dolin R (eds). Principles and Practice of<br />

Infectious Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill<br />

Livingstone Elsevier, 2010:199-219.<br />

39. Kılıç A, Doğancı L. Batı Nil virus. Türk Mikrobiyol Cem<br />

Derg 2003;33:284-90.<br />

40. Kramer LD, Li J, Shi PY. West Nile virus. Lancet Neurol<br />

2007;6:171-81.<br />

41. Lewis M, Amsden JR. Successful treatment of West Nile<br />

virus infection after approximately 3 weeks into the disease<br />

course. Pharmacotherapy 2007;27:455-8.<br />

42. Leysson P, De Clercq E, Neyts J. Perspectives for the treatment<br />

of infections with flaviviridae. Clin Microbiol Rev<br />

2000;13:67-82.<br />

43. Loginova SIa, Borisevich SV, Pashchenko IuA, Bondarev<br />

VP. Ribavirin prophylaxis and therapy of experimental<br />

West Nile fever. Antibiot Khimioter 2009;54:17-20.<br />

44. Meço O. West Nile arbovirus antibodies with hemagglutination<br />

inhibition (Hl) in residents of<br />

45. Murgue B, Murri S, Zientara S, Durand B, Durand RJ,<br />

Zeller H. West Nile outbreak in horses in Southern France.<br />

The return arter 35 years. Emerg Infect Dis 2000;7:692-6.<br />

46. Niedrig M, Donoso-Mantke O, Altmann D, Zeller H. First<br />

international diagnostic accuracy study for the serological<br />

detection of West Nile virus infection. BMC Infect Dis<br />

2007;7:72.<br />

47. Niedrig M, Sonnenberg K, Steinhagen K, Pavveska JT.<br />

Comparison of ELISA and immunoassays for measurement<br />

of IgG and IgM antibody to West Nile virus in<br />

humans against virus neutralization. J Virol Methods<br />

2007;139:103-5.<br />

48. Nosal B, Pellizzari R. West Nile virus. CMAJ 2003;168:<br />

1443-4.<br />

49. Odelola HA. Antiviral activity of Virazole on replication of<br />

viruses isolated in Nigeria. In: Siegenthaler W, Luthy R<br />

(eds). Current chemotherapy (Proc 10th International<br />

Congress of Chemotherapy, Zurich). Vol. 1. Washington:<br />

American Society of Microbiology, 1978;1:3343-5.<br />

50. Ozkul A, Yildirim Y, Pinar D, Akcali A, Yilmaz V, Colak D.<br />

Serological evidence of West Nile virus (WNV) in mammalian<br />

species in Turkey. Epidemiol Infect 2006;134:826-9.<br />

51. Perl S, Fiette L, Lahav D, Sheicat N, 2002. West Nile virus<br />

encephalitis. Isr J Vet Med Ass www.isrvma.org/article/57_2_2<br />

htm<br />

52. Petersen LR, Hayes EB. West Nile virus in the Americas.<br />

Med Clin North Am 2008;92:1307-22.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 211


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Batı Nil Virüsü<br />

53. Petersen LR, Roehring TJ. West Nile virus: a reemerging<br />

global pathogen. Emerg Infect Dis 2001;4:611-4.<br />

54. Pino LAM, Blitvich JB, Ale FAJ, Puerto IF, Bianco MJ,<br />

Marleen LN, et al. Serologic evidence of West Nile virus<br />

infection in horses, Yucatan State, Mexico. Emerg Infect<br />

Dis 2003;9:857-9.<br />

55. Prince HE, Tobler LH, Yeh C, et al. Persistence of West Nile<br />

virus-specific antibodies in viremic blood donors. Clin<br />

Vaccine Immunol 2007;14:1228-30.<br />

56. Radda A. Antibodies against group A and B arboviruses<br />

in domestic animals from Turkey. EU Tıp Fak Mec<br />

1971;10:227-9.<br />

57. Sampathkumar P. West Nile virus: epidemiology, clinical<br />

presentation, diagnosis and prevention. Mayo Clin Proc<br />

2003;78:1137-44.<br />

58. Schweitzer BK, Kramer WL, Sambol AR, Meza JL, Hinrichs<br />

SH, Iwen PC. Geographic factors contributing to a high<br />

seroprevalence of West Nile virus-specific antibodies in<br />

humans following an epidemic. Clin Vaccine Immunol<br />

2006;13:314-8.<br />

59. Serter D. Arbovirüs enfeksiyonları. Turkiye Klinikleri J Int<br />

Med Sci 2006;2:25-41.<br />

60. Serter D. Arbovirüs enfeksiyonlarında tanı ilkeleri. Vektör<br />

Kaynaklı İnfeksiyonlar paneli, XIII. Türk Klinik Mikrobiyoloji<br />

ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi, 14-18 Mart 2007,<br />

Antalya.<br />

61. Serter D. Present status of arbovirus sero-epidemiology in<br />

the Aegean region of Turkey. In: Vesenjak-Hirjan J,<br />

Caliserh C (eds). Arboviruses in the Mediterranean<br />

Countries. Germany: Stutgart Gustav Fischer Verlag,<br />

1980:155-61.<br />

62. Shahar A, Lustig S, Akov Y, Schneider P, Levin R. Different<br />

pathogenicity of encephalitic togaviruses in organotypic<br />

cultures of spinal cord slices. J Neurosci Res 1990;25:345-<br />

52. doi: 10.1002/jnr.490250311.<br />

63. Shi PY, Kramer LD. Molecular detection of West Nile virus<br />

RNA. Expert Rev Mol Diagn 2003;3:357-66.<br />

212<br />

64. Shi PY, Wong SJ. Serologic diagnosis of West Nile virus<br />

infection. Expert Rev Mol Diagn 2003;3:733-41.<br />

65. Shimoni Z, Niven J, Pitlick S, Bulvik S. Treatment of West<br />

Nile virus encephalitis with intravein immunoglobulin<br />

(Letters). Emerg Infect Dis 2001;7:759.<br />

66. Spataro P, Scoglio ME, Di Pietro A, et al. Seroprevalence<br />

study on the diffusion of the West Nile virus among<br />

blood donors, healthcare workers, jockeys, grooms and<br />

fowlers, veterinary surgeons and hunters in Messina<br />

(Italy). J Prev Med Hyg 2008;49:22-5.<br />

67. Tardei G, Ruta S, Chitu V, et al. Evaluation of immunoglobulin<br />

M (IgM)and IgG enzyme immunoassays in serological<br />

diagnosis of West Nile infection. J Clin Microbiol<br />

2000;38:2232-9.<br />

68. Tosun S. Batı Nil virüsü enfeksiyonunda klinik ve tedavi. III.<br />

Türkiye Zoonotik Hastalıklar Sempozyumu (1-2 Kasım<br />

2010), Ankara, Türkiye, 2010:161-5.<br />

69. Wang W, Sarkodie F, Danso K, et al. Seroprevalence of<br />

West Nile virus in Ghana. Viral Immunol 2009;22:17-22.<br />

70. Weiss D, Carr D, Kellachan J, et al. Clinical findings of<br />

West Nile virus infection in hospitalized patients, New<br />

York and New Jersey 2000. Emerg Infect Dis 2001;7:<br />

654-9.<br />

71. Wong SJ, Demarest VL, Boyle RH, et al. Detection of<br />

human anti-flavivirus antibodies with a West Nile virus<br />

recombinant antigen microsphere immunoassay. J Clin<br />

Microbiol 2004;42:65-72.<br />

72. Yazıcı Z. Batı Nil virusu infeksiyonu. İnfeksiyon Dergisi<br />

(Turkish Journal of Infection) 2005;19:139-43.<br />

73. Zeller HG, Schuffenecker I. West Nile virus: an overview<br />

of its spread in Europe and the Mediterranean basin in<br />

contrast to its spread in the Americas. Eur J Clin Microbiol<br />

Infect Dis 2004;23:147-56.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Hantavirüs<br />

Uzm. Dr. Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />

SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Antalya<br />

213


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Hantavirüs<br />

Hantavirüsler Bunyaviridae ailesinin<br />

Hantavirus genusunda yer alan zarflı bir<br />

RNA virüsüdür. Virüs bazı kemirici ve böcek<br />

yiyen memeliler aracılığıyla taşınır. İnsanlara<br />

bulaş enfekte hayvanların idrar, dışkı ve tükürükleriyle,<br />

etrafa yayılan virüsle kontamine<br />

olmuş aerosollerin inhalasyonuyla, su veya<br />

gıdaların alınmasıyla veya virüsün hasarlanmış<br />

deriden mukoz membranlardan direkt inokülasyonuyla<br />

gerçekleşir. Bu nedenle fare gibi<br />

kemirgenlerle temas olasılığı daha yüksek olan<br />

çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, liman işçileri<br />

gibi meslek grupları daha çok risk altındadır.<br />

İnsandan insana bulaş Güney Amerika’da görülen<br />

Andes virüs dışındaki Hantavirüsler için<br />

bildirilmemiştir.<br />

Hantavirüs insanlarda iki tip hastalık tablosu<br />

oluşturur. Bunlardan ilki ülkemizde görülen<br />

böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş,<br />

diğeri ise Hantavirüs kalp-akciğer sendromudur.<br />

Hastalık tablosu ve prognozu Hantavirüs<br />

tipi ile ilişkili olarak değişmektedir. Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde bulunan Hantavirüs tipleri<br />

kalp-akciğer sendromuna neden olurken,<br />

ülkemizde görülen tiplerin de dahil olduğu<br />

Avrupa ve Asya’da bulunan Hantavirüs tipleri<br />

ise böbrek yetmezliği ile seyreden kanamalı ateş<br />

tablosuna yol açar.<br />

Hastalığın kuluçka süresi bir-üç hafta arasındadır.<br />

Kuluçka süresinin sonunda ani başlayan<br />

yüksek ateş, üşüme-titreme, halsizlik, yaygın<br />

adale ağrıları, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı,<br />

kusma, ishal gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır.<br />

Bu şikayetlerin başlamasından kısa bir süre<br />

sonra kan trombosit sayısında azalma ve böbrek<br />

işlevlerinde bozulma görülmektedir. Hastalık<br />

çok hafif şikayetlerle seyredip kendiliğinden<br />

iyileşebileceği gibi diyaliz gerektiren ciddi böbrek<br />

yetmezliğine de sebep olabilir.<br />

Hantavirüs enfeksiyonlarının tanısında en sık<br />

kullanılan tanı yöntemleri serolojik testlerdir<br />

[indirekt immünfloresan (IFA), enzim immünotest<br />

(EIA) ve immünblot test]. Serotiplendirme<br />

için altın standart nötralizasyon testidir. Daha<br />

az kullanılan diğer yöntem ise kan veya idrar<br />

sedimentinden hantaviral genin RT-PCR ile<br />

klonlanması ve dizi analizi ve hasta örneklerinden<br />

Hantavirüsün izole edilmesi yöntemleridir.<br />

214<br />

Serolojik yöntemlerle Hantavirüs enfeksiyonundan<br />

şüphe edilen hastadan alınan ardışık serumlarda,<br />

bunların eş zamanlı çalışılması sonucunda<br />

IFA veya kantitatif EIA ölçümü ile özgül IgG<br />

yanıtında > 4 kat titre artışının gösterilmesi akut<br />

enfeksiyon tanısını koydurur. IgG yanıtının<br />

gelişmesi, etkenle ilk karşılaşmadan sonra bazen<br />

haftalar alabilmektedir, bu nedenle enfeksiyon<br />

şüphesi bulunan hastalarda ilk taramaların spesifik<br />

IgM gösterilerek konulması uygundur.<br />

Ülkemizde ilk Hantavirüs salgını Mart 2009<br />

tarihinde Zonguldak ve Bartın illerinde saptandı.<br />

Yaklaşık 50 olgu benzer özellikler taşıyordu.<br />

Bunların 23 tanesinde kesin pozitiflik saptandı.<br />

Bu salgın sırasında yapılan olası, kuvvetli olası<br />

ve kesin olgu tanımları şöyleydi:<br />

a. Olası olgu: Son iki ay içerisinde Zonguldak<br />

ve Bartın il sınırları içerisinde yaşayan veya<br />

bulunmuş, daha önceden bilinen bir kan hastalığı<br />

ve bilinen bir böbrek fonksiyon bozukluğu<br />

bulunmayan kişilerde yüksek ateş (hastanın<br />

öyküsünde üşüme-titreme veya yüksek ateş<br />

tanımlaması veya vücut ısısının koltuk altından<br />

38°C’nin üzerinde ölçülmesi), ishal, karın<br />

ağrısı, bulantı-kusma, adale ağrısı, şuur değişikliği,<br />

cilt veya mukozalarda kanama şikayetlerinden<br />

ikisinin varlığına ilaveten, trombositopeni<br />

(trombosit sayısı < 150.000/mm 3 ) tespit edilen<br />

olgular.<br />

b. Kuvvetli olası olgu: Olası olgu tanımına<br />

uyan kişilerde üre ve kan kreatinin değerlerinde<br />

artış (üre > 40 mg/dL ve kan kreatinin > 1.6 mg/<br />

dL) olan olgular.<br />

c. Kesin olgu: Alınan numunelerde uygun yöntemle<br />

Hantavirüs varlığı gösterilen olgular.<br />

Hantavirüs enfeksiyonlarından korunmada hastalığı<br />

önlemeye yönelik etkili bir aşı yoktur.<br />

Korunmada en önemli unsur, insanların ev, iş<br />

yeri gibi yaşam alanlarında kemirici kontrolünün<br />

sağlanmasıdır. Bu amaçla konunun uzmanları<br />

tarafından önerilen mücadele yöntemleri<br />

kullanılmalıdır. Özellikle dikkat edilmesi gereken<br />

bazı noktalarda halkın bilinçlendirilmesi<br />

çok önemlidir. Kemiriciler kesinlikle canlı olarak<br />

yakalanmaya çalışılmamalıdır. Çünkü kemiricinin<br />

ısırması veya tırmalaması yoluyla hastalık<br />

bulaşabilir. Ölü bir kemiriciye çıplak elle<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


temas etmek uygun değildir. Mutlaka eldiven<br />

giyilmeli veya maşa gibi bir araç kullanılmalıdır.<br />

Ölü kemiriciler ortalıkta bırakılmamalı, derince<br />

açılmış bir çukura gömülmelidir. Bu işlemlerden<br />

sonra eller mutlaka su ve sabunla yıkanmalıdır.<br />

Yiyecek ve içecekler mutlaka kemiricinin<br />

giremeyeceği kapalı dolaplarda saklanmalıdır.<br />

Yiyecek-içecek kaplarının ağzı kapalı bırakılmalıdır.<br />

Kemiricinin idrar ve dışkısı ile kirlenmiş<br />

yüzeyler %10’luk çamaşır suyu kullanılarak<br />

Nefise Öztoprak Çuvalcı<br />

silinmelidir. Kemiricilerin idrar ve dışkısıyla<br />

kirlenmiş yüzeylerden havalanan tozların solunum<br />

yoluyla alınmasıyla insanlara hastalık<br />

bulaşabilir. Bu nedenle fare idrar veya dışkısıyla<br />

kirlenmiş riskli alanların temizliği yapılırken<br />

süpürge, elektrik süpürgesi gibi toz kaldıran<br />

temizlik yöntemlerinden kaçınılmalıdır. Bu tür<br />

riskli alanlar öncelikli olarak %10’luk çamaşır<br />

suyu ile nemlendirilmeli ve sonrasında silme<br />

veya yıkama gibi yöntemler kullanılmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 215


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Tularemi<br />

Prof. Dr. Sedat Kaygusuz<br />

Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Kırıkkale<br />

217


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Tularemi<br />

Tularemi Francisella tularensis’in yol açtığı<br />

enfeksiyöz bir hastalık olup, organizmaya<br />

karşı aktif çok sayıda antibiyotiğin varlığına<br />

rağmen, günümüzde halen mortalite ve morbiditesini<br />

sürdürmektedir.<br />

Enfeksiyon dünyada esasen kuzey yarım kürede<br />

görülen bir zoonozdur. Yıllık görülen tularemi<br />

olgu sayısı 500.000 civarında tahmin edilmektedir.<br />

Ülkemizde ilk olguların görüldüğü<br />

Marmara bölgesi dışında (1936 yılında 150<br />

olguluk Trakya salgını) sırasıyla 1945 yılında<br />

Trakya’dan 18 hasta, 1953 yılında Antalya’dan<br />

200 hasta, 1988 yılında Bursa’dan 61 hasta,<br />

1998 yılında Ankara’dan 16 hasta, 2001 yılında<br />

Düzce’den 21 hasta, 2002 yılında Balıkesir’den<br />

126 hasta, 2004 yılında Suluova’dan 41 hasta,<br />

2005 yılında Gölcük’ten 134 hasta ve 2005<br />

yılında Zonguldak, Bartın ve Kastamonu illerinden<br />

61 hasta bildirilmiştir. Bunlardan başka<br />

Karadeniz Bölgesinde, İç Anadolu Bölgesinde<br />

başta Kırşehir ve Kırıkkale olmak üzere civar<br />

illerde de 2010 yılında salgınlar görülmüştür ve<br />

halen devam etmektedir.<br />

F. tularensis gram-negatif bir bakteri olup, 0.2<br />

ila 0.2-0.7 µm ebatlarında, aerop, pleomorfik,<br />

katalaz pozitif bir kokobasil olup hareketsiz ve<br />

sporsuzdur. F. tularensis türe göre coğrafik dağılımları<br />

ve virülansları farklılık gösteren dört alt<br />

türe sahiptir (F. tularensis tularensis, holarctica,<br />

novicida, mediasatica). F. tularensis subsp.<br />

holarctica (tip B) ülkemizdeki salgınlara neden<br />

olan tür olup virülansı tip A’dan daha zayıftır.<br />

Etkenin doğal rezervuarları genellikle yabani<br />

tavşan, rakun, kunduz, sincap, fare, geyik, keçi,<br />

koyun, vahşi kemirgenler, kedi, köpek gibi hayvanlar<br />

ile kene, sivrisinek, geyik piresi gibi artropodlardır.<br />

F. tularensis subsp. tularensis alt<br />

türü, özellikle tavşanlar ve insanlarda yüksek<br />

virülansı nedeniyle fatal seyredebilen hastalığa<br />

neden olmaktadır. Dezenfektanlara karşı duyarlı<br />

olan bakteri dış ortamlarda (su, çamur vs.)<br />

uzun süre canlılığını sürdürebilmektedir.<br />

Etkenin insanlara bulaşması sindirim (kontamine<br />

ve iyi pişmemiş etlerinin yenmesi, kontamine<br />

suların içilmesi), inhalasyon (kontamine<br />

aerosol veya tozların), kontaminasyon ve inokülasyon<br />

(enfekte tatarcık, kene, sinek ya da<br />

sivrisinek ısırması, kontamine hayvan ürünleriyle<br />

temas, enfekte hayvanların ısırması, tırmalaması)<br />

gibi dört yolla olmaktadır.<br />

218<br />

Enfeksiyon daha çok avcı, kasap, aşçı, çiftçi,<br />

veteriner gibi meslek grupları ile kırsal alanda<br />

yaşayanlarda görülmektedir.<br />

Francisella lipidden zengin kapsüle sahip olup,<br />

yokluğunda virülansında azalma gözlenebilir.<br />

Parenteral (cilt ve mukoza) 10-50, oral 108 bakteri<br />

enfeksiyonu başlatabilmektedir. İnoküle<br />

olan etken ortalama üç-beş gün sonra giriş<br />

yerinde önce bir papül sonra da ülser oluşturur.<br />

Monosit ve makrofajlarda hücre içi uzun süre<br />

yaşayabilen bakteri daha sonra lenfohematojen<br />

yolla Retiküloendotelyal Sistem (RES) organlarına<br />

yayılarak karaciğer, dalak, kemik iliği, akciğer,<br />

miyokard ve böbreği de tutabilen granülomlar<br />

oluşturur. Ayrıca, hastalıkta nadiren erken<br />

dönemde bakteremi olur. Bakteri insandan insana<br />

bulaşmaz. Bakterinin protein yapılarına karşı<br />

oluşan hücresel immün yanıt konağın hastalıktan<br />

iyileşmesinde asıl rol alır.<br />

Klinik bulgular bakterinin virülansına, inokülum<br />

kaynağı ve miktarına, giriş yoluna, sistemik<br />

tutulumun yaygınlığına ve konağın immün<br />

durumuna bağlı olarak değişmektedir.<br />

İnkübasyon süresi ortalama üç-beş gündür<br />

(1-21 gün). Hastalık akut olarak ateş, üşüme,<br />

titreme, halsizlik, kırgınlık, iştahsızlık, baş ve<br />

kas ağrıları ile başlayıp, öksürük, nefes darlığı,<br />

boğaz ve karın ağrısı, ishal, bulantı ve kusma<br />

gibi şikayetlerle devam edebilmektedir.<br />

Tulareminin altı farklı klinik formu görülebilmektedir.<br />

En sık görülen ve en kolay fark edilen şekli ülseroglandüler<br />

formudur. Bu formda bakteri deri<br />

ve mukozadan girmekte, giriş yerinde ağrılı bir<br />

papül oluşmakta, daha sonra burası ülserleşip<br />

skar bırakarak iyileşmektedir. Hastada yakın<br />

bölgesel lenfadenopatiler ve ateş, titreme, halsizlik,<br />

baş ağrısı gibi genel semptomlar gelişir.<br />

Lenfadenopatiler giderek büyüyüp spontan olarak<br />

drene olur. <strong>Tedavi</strong>siz olgularda ülser kalıcı<br />

skar bırakarak haftalar sonra iyileşmekte olup,<br />

mortalitesi %3’ten azdır.<br />

Glandüler formda deri ülseri olmadan lenf nodlarında<br />

spontan süpürasyon gözlenebilmektedir.<br />

Oküloglandüler form, bakterinin kontamine<br />

parmaklar, kontamine su ve aerosol ile konjunktivaya<br />

yerleşmesi sonucu genellikle de tek<br />

taraflı görülmektedir. Tulareminin en az olgu<br />

görülen (%0-5) formu olup, fotofobi, artmış<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


lakrimasyonu, göz kapağında ödem, eksüda,<br />

pitoz, periorbital selülit konjunktivit ve konjunktivada<br />

ülser gelişebilmektedir. Preauriküler,<br />

submandibuler ve servikal bölgedeki lenfadenopatiler<br />

başlıca bulgularındandır. Orofarengeal<br />

formda, F. tularensis enfekte su ve gıdalar veya<br />

inhalasyon yoluyla orofarenksten girer. Ateş,<br />

şiddetli boğaz ağrısı ve eksüdatif tonsillofarenjitle<br />

birlikte yine bölgesel olan servikal, preparotit<br />

veya retrofarengeal lenfadenopati saptanabilir.<br />

Lenfadenopatiler zamanla süpüre olur,<br />

boşaltılmazsa spontan olarak drene olmaktadır.<br />

Türkiye’de en sık bu form görülmektedir. Tifoid<br />

form, bakterinin giriş yerinin belli olmadığı ve<br />

ülser veya lenfadenopatinin görülmediği klinik<br />

şeklidir. Bu formda titreme ile birlikte yüksek<br />

ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, boğaz ağrısı, bulantı,<br />

kusma, karın ağrısı, öksürük ve sistemik bulgular<br />

ile seyredip, akut solunum sıkıntısı sendromu,<br />

dissemine intravasküler koagülopati, şok<br />

tablosu da görülebilir. Hasta toksik görünümdedir<br />

ve tanısı en zor konulan tularemi formudur.<br />

Pnömonik form, patojenin inhalasyonu veya<br />

hematojen yolla bulaşması sonrası akut respiratuar<br />

bir hastalık ile seyretmektedir. Hastalarda<br />

ateş, öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve<br />

nadiren hemoptizi şikayetleri olmaktadır. Apikal<br />

veya miliyer infiltrasyon, konsolidasyon, plevral<br />

efüzyon ve hiler lenfadenopati gibi bulgular<br />

saptanabilir. Balgam incelemesinin tanıda fayda<br />

sağlamadığı görülmüştür. Tüm bu formlara rağmen,<br />

hastalık karışık bir şekilde klinik tablolarla<br />

görülebilmektedir.<br />

Hastalığın tanısı daha çok öykü ve fizik muayene<br />

ile birlikte klinik şüpheye dayanmaktadır.<br />

Hastanın hikayesinde; endemik bölgede yaşama<br />

ya da ziyaret, katıldığı doğa etkinlikleri, hayvan<br />

teması, hobileri, mesleği, kontamine su içmesi<br />

gibi etkenler değerlendirilmelidir. Rutin laboratuvar<br />

tetkikleri genellikle spesifik değildir.<br />

Kesin tanı, mikroorganizmanın kültürde üretilmesidir.<br />

Bakteriyi kültürde üretmek zor olup,<br />

üretilmesi için yüksek güvenlik düzeyi gereklidir.<br />

Üretilmesi için sistein veya sistin içeren<br />

defibrine tavşan ya da insan kanı ile zenginleştirilmiş<br />

besiyerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. En<br />

iyi 35 °C’de üremektedir. Otomatize sistemler<br />

etken üretilmesini mümkün kılmaktadır.<br />

Tanı serolojik olarak konulabilir. Tüp aglütinasyonu,<br />

mikroaglütinasyon, hemaglütinasyon ve<br />

Sedat Kaygusuz<br />

ELISA testleri kullanılabilir. Mikroaglütinasyon<br />

testi tüp aglütinasyon testine nazaran yaklaşık<br />

100 kat daha duyarlıdır, daha ucuzdur ve daha<br />

erken dönemde pozitif sonuç vermektedir.<br />

Tularemi antikorları genellikle hastalığın başlangıcında<br />

negatif iken, ikinci haftasından sonra<br />

pozitifleşir ve 4-5. haftalarda da pik yapar. Tüp<br />

aglütinasyon yöntemi ile tek seferde bakılan<br />

1/160 ve üzeri ya da mikroaglütinasyon yöntemi<br />

ile bakılan 1/128 ve üzerindeki titre sonuçları<br />

tanıyı desteklemektedir. Kesin serolojik tanı<br />

serokonversiyonda dört kat ya da daha fazla<br />

titre artışıdır. Son yıllarda polimeraz zincir reaksiyonu<br />

ile bakteri tanımlaması erken ve doğru<br />

tanı için önemli bir tanı yöntemi olmuştur.<br />

Tip A tularemide son yıllardaki tedavideki iyileşmelere<br />

rağmen hala fatal sonuçlar söz konudur.<br />

Tip B tularemi, tip A’dan daha az virülan<br />

olmasına rağmen, sıklıkla süpüratif komplikasyonlarla<br />

birliktedir ve iyileşme süreci oldukça<br />

uzamaktadır. Uzamış nedeni bilinmeyen ateşli<br />

hastalarda sıklıkla bir beta-laktam antibiyotik<br />

ile ampirik tedaviler başlanmaktadır. Bu, F.<br />

tularensis’e etkisiz olduğu gibi hastalığın tedavisine<br />

etkisi yoktur. Halen aşısı olmayan hastalığın<br />

erken tanısı ve uygun tedavisi gerekmektedir.<br />

Erişkinlerde hastaneye yatmayı gerektiren ciddi<br />

olgularda parenteral aminoglikozidler tedavi<br />

için ilk seçenek olmalıdır. Gentamisin 5 mg/kg<br />

günlük ikiye bölünmüş dozlarda monitörize<br />

edilerek tercih edilebilir. Alternatif olarak bölünmüş<br />

dozlarda streptomisin 2 g (7.5-10 mg/kg)<br />

günlük olarak intramusküler yoldan 10 gün<br />

süreyle verilebilir. Ciddi olgularda tedavi periyodu<br />

klinik yanıta bağlıdır ve süre gerektiğinde<br />

uzatılabilir. Streptomisin tedavisinin ilk günlerinde<br />

nadiren de olsa Jarish-Herxheimer benzeri<br />

reaksiyonlar görülebilir. Bu iki ilacın beyin<br />

omurilik sıvısına geçişi zayıf olduğundan tularemik<br />

menenjitte bu tedavi seçenekleri yetersizdir.<br />

Menenjit olgularında streptomisin, kloramfenikol<br />

ile birlikte verilmektedir. Daha hafif<br />

olgularda oral siprofloksasin veya tetrasiklin<br />

tedavisi tercih edilebilir. Siprofloksasin bölünmüş<br />

dozlarda günlük 800-1000 mg intravenöz<br />

veya oral verilebilir. <strong>Tedavi</strong> süresi 10-14 gün<br />

olmalıdır. Bir alternatif tedavi olan doksisiklin<br />

aminoglikozidlerle kıyaslandığında daha yüksek<br />

nüks oranına sahiptir. Bölünmüş dozda 200<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 219


Sorun Enfeksiyonlarda Yaklaşım ve <strong>Tedavi</strong>:<br />

Tularemi<br />

mg en az 15 gün süreyle verilmelidir. <strong>Tedavi</strong>de,<br />

tetrasiklinler gibi kloramfenikol de önerilmektedir.<br />

Ancak bakteriyostatik olmalarından ötürü<br />

relaps oranları yüksektir.<br />

Çocuk hastalarda hastaneye yatış gerekli ise tercih<br />

bir parenteral aminoglikozid olmalıdır.<br />

Tercih gentamisin 5 mg/kg, alternatif olarak ise<br />

streptomisin 15 mg/kg/gün olarak bölünmüş<br />

dozlarda ve monitörize edilerek uygulanmalıdır.<br />

Daha az virülan olan tip B tulareminin endemik<br />

olduğu alanlarda, daha hafif olgularda, siprofloksasin<br />

15 mg/kg günlük iki dozda (maksimum<br />

1 g/gün) uygulanabilir bir alternatiftir.<br />

<strong>Tedavi</strong>ye en az 10 gün süreyle devam edilmelidir.<br />

<strong>Tedavi</strong>ye zamanında başlanması etkili olup,<br />

geç başlanması durumunda tedavi sonrasında<br />

lenf bezlerinde spontan drenaj görülebilmektedir.<br />

F. tularensis enfeksiyonlarında mortalite<br />

zamanında ve uygun yapılmayan tedavilerle<br />

%5-15’lere kadar çıkabilmekteyken, bu oran<br />

uygun tedaviyle %1’in altına düşürülmüştür.<br />

Özellikle tifoid ve pnömoni ile seyreden formlarda<br />

%30-60 gibi değişen oranlarda mortalite<br />

görülebilmektedir.<br />

Ölü F. tularensis bakterilerinden hazırlanan aşılar<br />

etkisiz olup, korunmada canlı aşı kullanılmaktadır.<br />

Bu aşılar da risk grubundaki laboratuvar<br />

çalışanları ve patojene tekrarlayan maruziyeti<br />

olan kişilere uygulanabilmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Arikan OK, Koc C, Bozdogan Ö. Tularemia presenting as<br />

tonsillopharyngitis and cervical ymphadenitis: a case<br />

report and review of the literature. Eur Arch<br />

Otorhinolaryngol 2003;260:298-300.<br />

2. Broekhuijsen M, Larsson P, Johansson A, et al. Clinical<br />

characteristics of tularemia in Bulgaria. J Infect Dev Ctries<br />

2010;4:689-94.<br />

3. Celebi G, Baruönü F, Ayoğlu F, et al. Tularemia, a reemerging<br />

disease in Northwest Turkey: epidemiological investigation<br />

and evaluation of treatment responses. Jpn J<br />

Infect Dis 2006;59:229-34.<br />

4. Centers for Disease Control and Prevention. Tularemia-<br />

Missouri, 2000-2007. MMWR 2009;58:744-8.<br />

5. De Carvalho I, et al. Francisella tularensis, Portugal.<br />

Emerg Infect Dis 2007;13:666-7.<br />

6. Eliasson H, Broman T, Forsman M, Bäck E. Tularemia:<br />

current epidemiology and disease management. Infect<br />

Dis Clin North Am 2006;20:289-311.<br />

7. Eliasson H, Sjostedt A, Back E. Clinical use of a diagnostic<br />

PCR for diagnosis of ulceroglandular tulaeremia. Scand J<br />

Infect Dis 2005;37:833-7.<br />

220<br />

8. Feldman KA, et al. Tularemia on Martha’s Vineyard:<br />

seroprevalence and occupational risk. Emerg Infect Dis<br />

2003;9:350-4.<br />

9. Gurcan S et al. An outbreak of tularemia in Western<br />

Black Sea region of Turkey. Yonsei Medical Journal 2004;<br />

45:17-22.<br />

10. Helvaci S, Gedikoğlu S, Akalin H, Oral HB. Tularaemia in<br />

Bursa, Turkey: 205 cases in 10 years. Eur J Epidemiol<br />

2000;16:271-6.<br />

11. Hofinger DM, Cardona L, Mertz GJ, Davis LE. Tularemic<br />

meningitis in the United States. Arch Neurol 2009;66:<br />

523-7.<br />

12. Johansson A Berglund L, Gothefors L, Sjöstedt A, Tärnvik<br />

A. Ciprofloxacin for treatment of tularemia in children.<br />

Pediatr Infect Dis J 2000;19:449-53.<br />

13. Karadenizli A, et al. Outbreak of tularaemia in Golcuk,<br />

Turkey in 2005: Report of 5 cases and an overview of the<br />

literature from Turkey. Scandinavian Journal of Infectious<br />

Diseases 2005;37:712-6.<br />

14. Kugeler KJ, et al. Real-time subspecies-specific PCR for<br />

Francisella tularensis type A and type B. Emerg Infect Dis<br />

2006;12:1799-801.<br />

15. McLendon MK, Apicella MA, Allen LA. Francisella tularensis:<br />

taxonomy, genetics, and immunopathogenesis of<br />

a potential agent of biowarfare. Annu Rev Microbiol<br />

2006;60:167-85.<br />

16. Meric M, Willke A, Finke EJ, et al. Evaluation of clinical,<br />

laboratory, and therapeutic features of 145 tularemia<br />

cases: the role of quinolones in oropharyngeal tularemia.<br />

APMIS 2008;116:66-73.<br />

17. Nigrovic LE, Wingerter SL. Tularemia. Infect Dis Clin North<br />

Am 2008;22:489-504.<br />

18. Penn RL. Francisella tularensis (tularemia). In: Mandell GL<br />

Bennett J, Dolin R (eds). Principles and Practice of<br />

Infectious Diseases. Philadelphia: Elsevier-Churchill<br />

Livingstone, 2005:2674-281.<br />

19. Petersen JM, et al. Methods for the enhanced recovery of<br />

Francisella tularensis cultures. Applied and Environmental<br />

Microbiology 2004;70:3733-5.<br />

20. Schmitt P, et al. A novel screening ELISA and a confirmatory<br />

Western blot useful for diagnosis and epidemiological<br />

studies of tularemia. Epidemiology and Infection<br />

2005;133:759-66.<br />

21. Staples JE, Kubota KA, Chalcraft LG, Mead PS, Petersen<br />

JM. Epidemiologic and molecular analysis of human tularemia,<br />

United States, 1964-2004. Emerg Infect Dis 2006;<br />

12:1113-8.<br />

22. Tarnvik A, Chu MC. New approaches to diagnosis and<br />

therapy of tularemia. Ann N Y Acad Sci 2007;1105:378-<br />

404.<br />

23. WHO Guidelines on tularaemia (2007). Epidemic and<br />

pandemic alert and response http://www.who.int/csr/<br />

resources/publications/WHO_CDS_EPR_2007_7.pdf<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

Prof. Dr. Halil Kurt<br />

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Ankara<br />

221


Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

İnvaziv fungal enfeksiyonlar (İFE), 40 yılı<br />

aşan süredir uzamış nötropenisi olan hastalarda<br />

morbidite ve mortalitenin en büyük<br />

nedenlerindendir. İFE’nin erken tanısındaki<br />

güçlük nedeniyle İFE’nin önlenmesi ve tedavisinde<br />

çeşitli stratejiler geliştirilmiştir. Ampirik<br />

antifungal tedavi, antibakteriyel tedaviye yanıt<br />

vermeyen uzamış nötropenik ateşli hastalarda<br />

(genellikle 4-7 gün) antifungal tedavi başlanması<br />

veya modifikasyonu olarak tanımlanmaktadır.<br />

Birçok antifungal ilaç (amfoterisin B,<br />

itrakonazol, vorikonazol ve kaspofungin) ampirik<br />

olarak çalışılmış ve İFE’nin insidansını<br />

azaltmada yararlı olduğu gösterilmiş, fakat<br />

bugüne kadar küflere etkili antifungal profilaksisi<br />

alan hastalarda ampirik antifungal tedavi<br />

çalışılmamıştır.<br />

Yoğun kemoterapi alan yüksek riskli hematolojik<br />

malignitesi olan hastalar, İFE açısından risk<br />

altındadır. Klinik olarak stabil olmayan veya<br />

fungal enfeksiyon şüphesi olan hastalarda antifungal<br />

tedavi daha erken başlanmalıdır. Cho ve<br />

arkadaşlarının 1966-1975 yılları arasında 10<br />

yıllık dönemde 1204 kanser hastasının otopsi<br />

çalışmasında %7.1 fungal enfeksiyon saptanmıştır.<br />

En sık fungal enfeksiyon etkeni kandidi-<br />

222<br />

Aspergillus %55<br />

A. fumigatus %1<br />

A. flavus %5<br />

A. terreus %5<br />

Kültür negatif %43.6<br />

1990-1999<br />

(n= 163 otopsi)<br />

Pnömosistis %4<br />

Endemik funguslar %1<br />

Fusarium %7<br />

Mucorales<br />

(Zygomycetes) %7<br />

Candida %40<br />

C. albicans %11<br />

C. krusei %4<br />

C. glabrata %7<br />

C. tropicalis %6<br />

Diğer %13<br />

yaz (%52.2), bunu takiben aspergilloz (%31.1)<br />

olarak bildirilmiştir. Japonya’da yapılan benzer<br />

bir çalışmada 1170 otopsiden 40 (%3) olguda<br />

derin mikoz bulunmuş, derin mikozun %23’ü<br />

hematolojik malignite ile, %2’si ise solid tümörler<br />

ile ilişkili bulunmuştur. Mikozların %68’i<br />

aspergilloz, %35’i kandidiyaz olarak bildirilmiştir.<br />

Avrupa Kanser Araştırma ve <strong>Tedavi</strong> Organizasyonu<br />

(EORTC)’nun çalışmasında, sistemik kandidiyaz<br />

ile ilişkili ölüm oranı %39 olarak bulunmuştur.<br />

Lin ve arkadaşlarının çalışmasında, hematopoietik<br />

kök hücre nakli yapılanlarda, aspergilloz ile<br />

ilişkili olgu ölüm oranı %86.7 olarak bildirilmiştir.<br />

Otopsi çalışmaları, sistemik kandidiyaz<br />

enfeksiyonlarının yaklaşık %15’inin yaşam<br />

esnasında teşhis edilemediğini göstermektedir.<br />

Chamilos ve arkadaşlarının çalışmasında hematolojik<br />

maligniteli hastalarda 1017 otopsinin<br />

314 (%31)’ünde İFE tespit edilmiş ve İFE’nin<br />

%75’inde yaşam esnasında teşhis konulmamıştır.<br />

M.D. Anderson Kanser Merkezinde lösemili<br />

hastaların otopsilerinde İFE’lerin sıklığı ve dağılımına<br />

göre son yıllarda aspergilloz daha artan<br />

oranda görülmektedir (Şekil 1).<br />

Aspergillus %58<br />

A. fumigatus %12<br />

A. flavus %9<br />

A. terreus %9<br />

Kültür negatif %32<br />

2000-2008<br />

(n= 57 otopsi)<br />

* note: some patients had multiple pathogens, therefore total % exceeds 100<br />

Endemik funguslar %5.3<br />

Fusarium %5.3<br />

Mucorales<br />

(Zygomycetes) %9<br />

Candida %26<br />

C. albicans %4<br />

C. krusei %5<br />

C. glabrata %9<br />

C. tropicalis %4<br />

Diğer %13<br />

Şekil 1. Houston, M.D. Anderson Kanser Merkezinde lösemili hastaların otopsilerinde, İFE’lerin epidemiyolojik<br />

değerlendirilmesi.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Antilla ve arkadaşlarının çalışmasında, 1980-<br />

1993 yılları arasında akut lösemili 562 hastadan<br />

38 (%6.8)’inde hepatosplenik kandidiyaz tespit<br />

edilmiştir. Hepatosplenik kandidiyaz; akut<br />

miyeloid lösemi (AML)’de %5.1, akut lenfoblastik<br />

lösemi (ALL)’de ise daha yüksek %11.3 oranında<br />

görülmüştür. Bu hastalarda sistemik profilaktik<br />

antifungal kullanılmamıştır. Hepatosplenik<br />

kandidiyaz tanısı alan 38 hastanın 11 (%29)’inde<br />

otopsi ile tanı konulmuştur. Çalışmada, ALL<br />

hastalarında kullanılan yüksek doz steroidin,<br />

kandida yayılmasında majör faktör olduğu bildirilmektedir.<br />

Akut lösemi ve hepatosplenik<br />

kandidiyazlı hastaların prognozunu iyileştirmek<br />

için, daha etkili profilaktik ve terapötik antifungal<br />

tedaviye ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır.<br />

Cornely’nin çalışmasında; indüksiyon kemoterapisi<br />

almakta olan AML ve miyelodisplastik<br />

sendromlu hastalarda verilen posakonazol profilaksisinin,<br />

İFE gelişmesinde flukonazol ve<br />

itrakonazole göre daha etkili olduğu, ampirik<br />

tedavi kullanımını da önemli ölçüde azalttığı<br />

(%34’ten %22’ye) vurgulanmaktadır. Avrupa<br />

Kanser Araştırma ve <strong>Tedavi</strong> Organizasyonu<br />

(EORTC)’nun çalışmasında, nötropenik ateşli<br />

hastalarda antibiyotik tedavisine rağmen ateşi<br />

düşmeyen nötropenik hastalarda erken başla-<br />

Kümülatif insidans, %<br />

100<br />

90<br />

80<br />

70<br />

60<br />

50<br />

40<br />

30<br />

20<br />

10<br />

0<br />

Antifungal ampirik tedavi<br />

Antifungal preemptif tedavi<br />

İFE (preemptif tedavi)<br />

İFE (ampirik tedavi)<br />

Nötropeni süresi, günler<br />

Şekil 2. Nötropeni esnasında antifungal tedavi ve invaziv fungal enfeksiyon insidansı.<br />

Halil Kurt<br />

nan ampirik amfoterisin B tedavisinin yararlı<br />

olduğu ortaya konmuştur.<br />

Ampirik tedaviye karşı preemptif tedavinin karşılaştırıldığı<br />

bir, tedavi edilmeyen grupla karşılaştırıldığı<br />

altı çalışmanın değerlendirildiği<br />

meta-analizde; ampirik antifungal tedavi,<br />

İFE’leri önemli ölçüde azaltmış, ancak mortalitede<br />

önemli farklılık görülmemiştir.<br />

Cordonnier’in çalışmasında, ampirik ve preemptif<br />

tedavi gruplarında sağkalım açısından<br />

farklılık görülmemiştir. İFE ise preemptif tedavi<br />

grubunda ampirik tedavi grubuna göre önemli<br />

ölçüde yüksek bulunmuştur. Antifungal kullanımı<br />

ise preemptif tedavi grubunda önemli<br />

ölçüde düşük bulunmuştur. İndüksiyon tedavisi<br />

alan hastaların alt grup analizinde, ampirik<br />

tedavi uygulananlarda preemptif tedavi uygulananlara<br />

kıyasla İFE gelişime sıklığının daha az<br />

olduğu, sağkalım açısından ise anlamlı farklılık<br />

olmadığı tespit edilmiştir. Konsolidasyon tedavisi<br />

alan grupta ise, hem İFE gelişimi hem de<br />

sağkalım açısından preemptif ve ampirik tedavi<br />

yaklaşımları açısından bir farklılık tespit edilmemiştir.<br />

Bunun gerekçesi olarak da konsolidasyon<br />

tedavisi alan grupta medyan nötropeni<br />

süresinin 12 gün, indüksiyon tedavisi alan grupta<br />

ise 26 gün olması gösterilebilir (Şekil 2).<br />

Gray test, p< .0001<br />

Gray test, p< .02<br />

0 10 20 30 40<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 223


Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

Freemantle’nin meta-analizinde, ampirik ve preemptif<br />

antifungal tedavinin etkinliğiyle ilgili iki<br />

çalışmanın analizinde tüm nedenlere bağlı mortalitede<br />

ampirik tedavi lehine bir farklılık<br />

olmakla bereber, bu farklılık istatistiksel olarak<br />

anlamlı bulunamamıştır (Şekil 3). Ayrıca, ampirik<br />

tedavi yapılan çalışmaların karma analizinde<br />

kaspofungin, sağkalım üzerine etkisi amfoterisin<br />

B deoksikolat, lipozomal amfoterisin B,<br />

amfoterisin B lipid kompleks ve vorikonazolden<br />

istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek<br />

bulunmuştur. Fakat hiçbir antifungal ilacın<br />

tedavi yanıtı üzerine birbirine üstünlüğü bulunamamıştır.<br />

IDSA 2008 aspergilloz rehberine göre, antibakteriyel<br />

tedaviye rağmen uzamış ateşi olan nötropenik<br />

hastalar ve olası invaziv aspergilloz tedavisinde,<br />

ampirik antifungal tedavide lipid formülasyonlu<br />

amfoterisin B, itrakonazol, vorikonazol<br />

veya kaspofungin önerilmektedir (AI).<br />

İFE varlığını gösteren diğer bulgular olmadıkça,<br />

nötropeni süresi kısa olması beklenen (nötropeni<br />

süresi < 10 gün) hastalarda ampirik antifungal<br />

tedavi önerilmemektedir (BIII). Bu rehberde<br />

lipid formülasyonlu amfoterisin B önerilmesi,<br />

Walsh ve arkadaşlarının randomize, çift-kör,<br />

224<br />

Odds ratio meta-analysis plot (fixed effects)<br />

Cordonnier 2009 1.88 (0.46, 8.93)<br />

Hebart 2009<br />

Combined (fixed)<br />

0.2 0.5 1 2 5<br />

10<br />

Odds ratio (95% confidence interval)<br />

Şekil 3. Preemptif tedaviye karşı ampirik tedavide mortalite.<br />

çok merkezli çalışması kanıtına dayanmaktadır.<br />

Bu çalışmada, nötropeni ve persistan ateşi olan<br />

hastalarda ampirik olarak lipozomal amfoterisin<br />

B (3 mg/kg) ve amfoterisin B deoksikolat (0.6<br />

mg/kg) verildiğinde, lipozomal amfoterisin B<br />

tedavisinin amfoterisin B deoksikolat tedavisi<br />

kadar etkin olduğu, ancak lipozomal amfoterisin<br />

B tedavisinde daha az nefrotoksisite olması<br />

ve İFE sıklığının daha az olduğu görülmüştür.<br />

IDSA 2009 kandidiyaz rehberine göre, antibakteriyel<br />

tedaviye rağmen dört gün sonra ateşi<br />

devam eden ve invaziv kandidiyaz için riski<br />

olan kritik hastalarda ampirik antifungal tedavi<br />

başlanması önerilmektedir. Lipozomal amfoterisin<br />

B 3-5 mg/kg gün, kaspofungin ilk gün 70 mg<br />

yükleme dozu, sonra 50 mg gün (AI) veya vorikonazole<br />

ilk gün (6 mg/kg) 2 x 400 mg doz,<br />

ikinci gün (3 mg/kg) 2 x 200 mg dozunda (BI)<br />

önerilmektedir. Flukonazol 800 mg (12 mg/kg)/<br />

gün yükleme dozu, takiben 400 mg (6 mg/kg)/<br />

gün ve itrakonazol solüsyon 200 mg (3 mg/kg)<br />

2 x 1 alternatiftir (BI). Amfoterisin B deoksikolat<br />

etkili bir alternatiftir, fakat lipozomal amfoterisin<br />

B’den daha yüksek toksisitesi vardır (AI).<br />

Azol profilaksisi alan hastaların ampirik tedavisinde<br />

azoller kullanılmamalıdır (BII).<br />

0.99 (0.56, 1.74)<br />

1.10 (0.68, 1.78)<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Hematolojik hastalarda İFE’ler ciddi morbidite<br />

ve yüksek mortalite ile ilişkilidir. Avrupa<br />

Lösemik Enfeksiyonlar Konferansı-3 (ECIL-3<br />

2009)’te, nötropenik hastalarda ampirik antifungal<br />

tedavide lipozomal amfoterisin B ve kaspofungin<br />

AI, amfoterisin B lipid kompleks veya<br />

kolloidal dispersiyon, itrakonazol ve vorikonazol<br />

BI, amfoterisin B deoksikolat renal toksisite<br />

riski yoksa B/varsa D (başlangıç bozulmuş böbrek<br />

fonksiyonu, allojenik hematopoietik kök<br />

hücre nakil (HKHN) hastalarında siklosporin<br />

veya takrolimus kombinasyonu, aminoglikozid<br />

antibiyotik kombinasyonu) olarak önerilmektedir<br />

(Tablo 1).<br />

IDSA 2011 rehberine göre, persistan febril nötropenik<br />

yüksek riskli hastalarda, ampirik ve<br />

preemptif antifungal tedavi kullanımı algoritması<br />

Şekil 4’te özetlenmektedir.<br />

Ampirik antifungal tedavisi ve İFE araştırması,<br />

nötropeni süresi > 7 gün beklenen ve 4-7 gün<br />

antibiyotik tedavisinden sonra devam eden veya<br />

tekrarlayan ateşli hastalarda düşünülmelidir<br />

(AI). Halen küflere etkili antifungal profilaksi<br />

alan hastalarda spesifik bir antifungal ilaç öner-<br />

Tablo 1. Ampirik tedavide antifungal ilaçlar<br />

(Update ECIL-3 2009)<br />

Antifungal Doz Etkinlik Güvenlik Öneri<br />

Lipozomal<br />

AmB<br />

3 mg/kg I I A<br />

Kaspofungin 50 mg I I A1 ABLC 5 mg/kg I I B2 ABCD 4 mg/kg I I B2 Vorikonazol 2 x 3 mg/<br />

kg IV<br />

I I B1,3,4 İtrakonazol 200 mg IV I I B1,4 Mikafungin 100 mg II II B (Yeni)<br />

AmB<br />

deoksikolat<br />

0.5-1 mg/<br />

kg<br />

I I B 2 D 5<br />

Flukonazol 400 mg IV I I C1,4,6 1 Mukorale etkili değil.<br />

2 İnfüzyonla ilişkili toksisite (ateş, titreme, hipoksi).<br />

3 VRC FDA onayı yok, fakat aspergilloz için ilk seçenek, kandidiyazda<br />

etkili, breakthrough İFE'nin önlenmesinde etkili.<br />

4 Azol profilaksisi alan hastalarda etkisi sınırlı olabilir.<br />

5 Renal toksisite riski yoksa B/varsa D (başlangıç bozulmuş böbrek<br />

fonksiyonu, allojenik HKHN hastalarında siklosporin veya takrolimus<br />

kombinasyonu, aminoglikozid antibiyotik kombinasyonu).<br />

6 Aspergillus ve diğer küflere etkisiz.<br />

Halil Kurt<br />

mek için çalışmalar yetersizdir, fakat küflere<br />

etkili IV yoldan farklı bir antifungal ilaca geçilmesi<br />

düşünülmelidir (BIII).<br />

Çoğu uzmanlar, uzamış (> 7 gün süre) ve derin<br />

nötropeni (mutlak nötrofil sayısı ≤ 100 hücre/<br />

mm3 ) beklenen ve/veya hipotansiyon, pnömoni,<br />

yeni başlangıçlı karın ağrısı, nörolojik değişiklikler<br />

şeklinde önemli eşlik eden medikal<br />

durumları olanları yüksek riskli hastalar olarak<br />

düşünmektedir Yüksek riskli hastalar başlangıçta<br />

IV ampirik tedaviyi hastanede almalıdırlar.<br />

(AII). Resmi risk sınıflandırması, “The<br />

Multinational Association for Supportive Care<br />

in Cancer (MASCC)” skor sistemi kullanarak<br />

yapılabilmektedir. MASCC skoru < 21 olan hastalar<br />

yüksek riskli hastalardır. MASCC skoru ≥<br />

21 olan hastalar ise düşük riskli hastalardır (BI).<br />

Ateş ve nötropenisi olan hastalarda aşağıdaki<br />

kriterlerden herhangi biri ciddi komplikasyonlar<br />

açısından yüksek riskli olarak düşünülmektedir:<br />

• > 7 gün sürmesi beklenen derin nötropeni<br />

(mutlak nötrofil sayısı ≤ 100 hücre/mm3 ),<br />

• Aşağıdaki eşlik eden hastalıklardan birisinin<br />

varlığı:<br />

- Hemodinamik bozukluk,<br />

- Oral veya gastrointestinal mukozit (yutmayı<br />

engeller veya ciddi ishale neden olur),<br />

- Gastrointestinal semptomlar (karın ağrısı,<br />

bulantı ve kusma veya ishal),<br />

- Nörolojik ya da yeni başlangıçlı zihinsel<br />

durum değişiklikleri,<br />

- İntravasküler kateter enfeksiyonu, özellikle<br />

kateter tünel enfeksiyonu,<br />

- Yeni pulmoner infiltrat veya hipoksemi veya<br />

altta yatan kronik akciğer hastalığı.<br />

• Karaciğer (aminotransferaz düzeyleri > 5 x<br />

normal değer) veya böbrek yetmezliği (kreatinin<br />

klerensi < 30 mL/dakika) bulgusu olanlar.<br />

Preemptif antifungal tedavi, yüksek riskli nötropenik<br />

hastalarda ampirik antifungal tedaviye<br />

alternatif olarak kabul edilmektedir. Geniş<br />

spektrumlu antibiyotik tedavisinden 4-7 gün<br />

sonra ateşi devam eden fakat klinik olarak stabil<br />

olanlar, fungal enfeksiyonun klinik veya göğüs/<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 225


Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

Şekil 4. Persistan febril nötropenik yüksek riskli hastalarda, ampirik ve premptif antifungal tedavi kullanımı.<br />

sinüs BT bulguları olmayanlar, İFE’nin delili<br />

serolojik testi negatif olanlar ve herhangi vücut<br />

bölgesinden mantar (Candida veya Aspergillus<br />

türleri) üretilemeyenlere antifungal ilaç verilmeyebilir<br />

(BII). Düşük riskli hastalarda İFE<br />

riski düşüktür ve ampirik antifungal tedavi kullanımı<br />

rutin olarak önerilmemektedir (AIII).<br />

Azol profilaksisi (primer olarak flukonazol),<br />

bazı yüksek riskli kanser hastalarında İFE sıklığını<br />

önemli ölçüde azaltmış fakat azol dirençli<br />

suşlara bağlı ortaya çıkan enfeksiyonlar görülebilmektedir.<br />

Flukonazol, invaziv küf enfeksiyonlarına<br />

da etkisizdir. İnvaziv küf enfeksiyonlarından<br />

aspergilloz (en yaygın invaziv küf<br />

enfeksiyonu), zigomikoz ve fusaryoz, hemen<br />

hemen sadece 10-15 günden daha uzun süren<br />

derin nötropenili (< 100 hücre/mm3 ) yüksek<br />

riskli hastalarda görülmektedir. En büyük risk,<br />

AML için tedavi edilen hastalardır. AML’de inva-<br />

226<br />

ziv küf enfeksiyonu, lenfoma ve multipl miyelomada<br />

görülenden 20 kat daha fazladır.<br />

Kanserli nötropenik hastaların %22-34’ü ampirik<br />

olarak bir antifungal ilaç almaktadır, fakat<br />

bunların sadece %4’ünde İFE gösterilmiştir.<br />

Ateş, İFE için özellikle nonspesifik bir özelliktir,<br />

bu nedenle devam eden ateşi olan her nötropenik<br />

hastada ihtiyaç duyulan antifungal tedavinin<br />

gerçek yararı sorgulanmalıdır. Ampirik antifungal<br />

ilacın seçiminde, muhtemel fungal patojenler,<br />

toksisite ve maliyet göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

Eğer hasta antifungal profilaksi<br />

almıyor ise kandidemi başlangıç olarak en<br />

büyük endişedir. Flukonazol profilaksisi alanlarda<br />

flukonazole dirençli kandida enfeksiyonları<br />

(Candida krusei, Candida glabrata) veya<br />

küfe etkili olmayan ilaçlar nedeniyle invaziv küf<br />

enfeksiyonları daha olası düşünülmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Son 30 yılı aşan sürede amfoterisin B deoksikolat,<br />

standart ampirik seçenek olmuştur. Bununla<br />

birlikte diğer antifungal ilaçlar, amfoterisin B<br />

kolloidal dispersiyon, amfoterisin B lipid kompleks,<br />

itrakonazol veya vorikonazol ve kaspofunginin<br />

rolleri birçok çalışma ile ortaya konmuştur.<br />

Bu alternatiflerin hiçbirinin orijinal temel<br />

ilaç olan amfoterisin B deoksikolattan daha az<br />

toksik olmaları dışında yararlı bir avantajı kanıtlanmamıştır.<br />

Vorikonazol, lipozomal amfoterisin<br />

B ile kıyaslandığında istatistiksel olarak<br />

noninferiorite çalışmasında başarısız bulunmuş<br />

Halil Kurt<br />

olmasına rağmen, çoğu klinisyen vorikonazole<br />

güvenilir bir alternatif olarak bakmaktadır. Şu<br />

anda küflere karşı profilaksi alan hastalar için<br />

spesifik ampirik antifungal seçimine yönelik<br />

yeterli veri yoktur, fakat farklı antifungal sınıfından<br />

küflere etkili IV bir ajana geçilmesi<br />

makul görülmektedir. Bu öneri, vorikonazol<br />

veya posakonazol oral olarak verildiği zaman<br />

yetersiz serum düzeyleri ile ilişkili breakthrough<br />

fungal enfeksiyon olabileceği kanıtına<br />

dayanmaktadır. BT’de belirgin değişiklik yok ise<br />

ve küflere karşı verilen azol profilaksisinin<br />

Tablo 2. Ampirik antifungal tedavi maliyeti (70 kg hasta için/Ocak 2011 SUT 2D)<br />

Birim fiyat Günlük tedavi maliyeti<br />

Fungizone (Amp-B deoksikolat)<br />

50 mg IV 11 (7.94)<br />

1 mg/kg/gün (70 mg) x2 kutu 22 (15.88)<br />

Amphotec (Amp-B kolloidal dispersiyon)<br />

50 mg 153.59 (118.26)<br />

4 mg/kg/gün (280 mg) x6 kutu 921.54 (709.56)<br />

Abelcet (Amp-B lipid kompleks)<br />

100 mg IV 234.92 (153.02)<br />

5 mg/kg/gün (350 mg) x4 kutu 939.68 (612.08)<br />

Ambisome (Amp-B lipozomal)<br />

50 mg IV 343.21 (210.26)<br />

3 mg/kg/gün (210 mg) x4 kutu 1372.84 (841.04)<br />

Cancidas (kaspofungin)<br />

70 mg IV 906.99 (808.10) 906.99 (808.10)<br />

50 mg IV 701.2 (624.00) 701.2 (624.00)<br />

Vfend (vorikonazol)<br />

200 mg IV 289.46 (177.33)<br />

1. gün 2 x 6 mg/kg/gün (2 x 420: 840) x4 kutu 1157.84 (709.32)<br />

İdame 2 x 4 mg/kg/gün (2 x 280: 560) x4 kutu 1157.84 (709.32)<br />

200 mg tablet 14 tablet 1112.06 (856.29)<br />

> 40 kg 2 x 200 mg oral 2 x 1<br />

(2 x 48.66)<br />

158.86 (97.32)<br />

Sporanox (itrakonazol flakon)<br />

IV 200 mg 242.62 (148.64)<br />

İlk 2 gün 2 x 200 mg yükleme 242.62 (148.64) 485.24 (297.28)<br />

Yüklemeden sonra 1 x 200 mg<br />

Yükleme + idame (14 gün) (16 kutu)<br />

242.62 (148.64) 242.62 (148.64)<br />

İtrakonazol oral solüsyon 150 cc<br />

(Sporanox oral solüsyon) 10 mg/mL<br />

117.55<br />

2 x 200 mg (ardışık tedavi) (40 cc) 47.02 (36.20)<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 227


Febril Nötropeni:<br />

Ampirik Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

serum düzeyleri yeterli ise, aynı küfe etkili profilaksiye<br />

devam etmek alternatif olarak kabul<br />

edilebilir.<br />

İFE’ler, son 20 yıl içerisinde özellikle HKHN<br />

olgularında ve hematolojik malignansi nedeniyle<br />

tedavi gören hastalarda önemli bir morbidite<br />

ve mortalite nedeni haline gelmiştir. Bu<br />

enfeksiyonlarda etken olan mantarların epidemiyolojisi<br />

çeşitli faktörlere bağlı olarak önemli<br />

değişikliklere uğramaktadır. Bu açıdan, her<br />

merkezde lokal epidemiyolojinin izlenmesi,<br />

tedavi planında lokal epidemiyoloji verilerinin<br />

göz önüne alınması ve mümkün olduğunca<br />

hedefe yönelik antifungal yaklaşımların uygulanması<br />

gereklidir.<br />

İFE’lerin erken tanısındaki güçlük nedeniyle,<br />

hastane ile ilişkili epidemiyolojik verilere dayanarak<br />

uygun ampirik veya preemptif tedaviyi<br />

seçmek oldukça önemlidir. Preemptif tedavi<br />

yaklaşımlarına artmakta olan odaklanmaya rağmen<br />

ampirik antifungal tedavi hala kabul edilen<br />

bir uygulamadır. Antifungal tedaviyi başlarken,<br />

İFE’lerin arka planındaki risk faktörleri, eşlik<br />

eden ilaçlar ile reaksiyonlar ve onların toksisiteleri,<br />

önceden antifungal kullanımı ve önerilecek<br />

antifungal ilacın maliyeti dikkate alınmalıdır.<br />

Yapılan çalışmalar ve rehberler ışığında, etkinlik<br />

ve yan etki yanında mevcut antifungal ilaçların<br />

tedavi maliyetleri de, rasyonel antibiyotik kullanımı<br />

açısından değerlendirilmesi uygun görülmektedir<br />

(Tablo 2). Ampirik tedavide kullanılan<br />

bu ilaçların IV günlük tedavi maliyetlerine<br />

göre sıralanması şu şekildedir. Amfoterisin B<br />

deoksikolat 15.88, itrakonazol 148.64, amfoterisin<br />

B lipid kompleks 612.08, kaspofungin<br />

624.00, vorikonazol 709.32, amfoterisin B kolloidal<br />

dispersiyon 709.56, amfoterisin B lipozomal<br />

841.04. Ülkemizde, perakende satış fiyatı<br />

5.24 TL üzerinde olan ilaçlar, 20 ülkenin perakende<br />

ilaç satış ortalamasına göre hesaplanmakta,<br />

iki-üç ayda bir güncellenmektedir. Parantez<br />

içindeki fiyatlar hastanelerin eline geçen miktardır.<br />

Bu fiyat hesaplanırken, (perakende satış<br />

fiyatı x ilk iskonto%- = x ikinci iskonto%- =)<br />

formülü ile SGK’nın hastanelere ödediği KDV<br />

dahil fiyat ortaya çıkmaktadır (SUT 2011 Ek<br />

2D). Bu ücret üzerinden (%1 maliye katkı payı<br />

+ %5 üniversite fonu kesintisi) düşülünce üniversite<br />

hastanelerinin eline geçen miktar ortaya<br />

çıkmaktadır.<br />

228<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Anttila VJ, Elonen E, Nordling S, Sivonen A, Ruutu T,<br />

Ruutu P. Hepatosplenic candidiasis in patients with acute<br />

leukemia: incidence and prognostic implications. Clin<br />

Infect Dis 1997;24:375-80.<br />

2. Arıkan Akdağlı S. İnvaziv mantar infeksiyonlarının epidemiyolojisi:<br />

Nereden nereye. ANKEM 2010;24(Ek2):132-4.<br />

3. Bodey G, Bueltmann B, Duguid W, et al. Fungal infections<br />

in cancer patients: an international autopsy survey.<br />

European Journal of Clinical Microbiology & Infectious<br />

Diseases 1992;11:99-109.<br />

4. Chamilos G, Luna M, Lewis RE et al. Invasive fungal infections<br />

in patients with hematologic malignancies in a tertiary<br />

care cancer center: an autopsy study over a 15-year<br />

period (1989-2003). Haematologica, Vol 91, Issue 7,<br />

986-989, Copyright © 2006 by Ferrata Storti Foundation.<br />

5. Cho SY, Choi HY Opportunistic fungal infection among<br />

cancer patients. A ten-year autopsy study. Am J Clin<br />

Pathol 1979;72:617-21.<br />

6. Cordonnier C, Pautas C, Maury S, et al. Empirical versus<br />

preemptive antifungal therapy for high-risk, febrile, neutropenic<br />

patients: a randomized, controlled trial. Clin<br />

Infect Dis 2009;48:1042-51.<br />

7. Cornely OA, Maertens J, Winston DJ, et al. Posaconazole<br />

vs. fluconazole or itraconazole prophylaxis in patients<br />

with neutropenia. N Engl J Med 2007;356:348-59.<br />

8. Freemantle N, Tharmanathan P, Herbrecht R. Systematic<br />

review and mixed treatment comparison of randomized<br />

evidence for empirical, pre-emptive and directed treatment<br />

strategies for invasive mould disease. J Antimicrob<br />

Chemother 2011;66 (Suppl 1):i25-35.<br />

9. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />

guideline for the use of antimicrobial agents in<br />

neutropenic patients with cancer: 2010 update by the<br />

Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />

2011;52:e56-93.<br />

10. Goldberg E, Gafter-Gvili A, Robenshtok E, Leibovici L, Paul<br />

M. Empirical antifungal therapy for patients with neutropenia<br />

and persistent fever: systematic review and metaanalysis.<br />

European Journal of Cancer 2008:2192-203.<br />

11. Leventakos K, Lewis RE, Kontoyiannis DP. Fungal infections<br />

in leukemia patients: how do we prevent and treat<br />

them? Clin Infect Dis 2010;50:405-15.<br />

12. Lin SJ, Schranz J, Teutsch SM. Aspergillosis case-fatality<br />

rate: systematic review of the literature. Clin Infect Dis<br />

2001;32:358-66.<br />

13. Maertens J, Marchetti O, Herbrecht R, et al. European<br />

guidelines for antifungal management in leukemia and<br />

hematopoietic stem cell transplant recipients: summary<br />

of the ECIL 3-2009 Update. Bone Marrow Transplantation<br />

2010:1-10.<br />

14. Nikolaos G. Almyroudisa and Brahm H. Segala,b. Prevention<br />

and treatment of invasive fungal diseases in neutropenic<br />

patients. Curr Opin Infect Dis 2009;22:385-93.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


15. No authors listed. Empiric antifungal therapy in febrile<br />

granulocytopenic patients. EORTC International<br />

Antimicrobial Therapy Cooperative Group. Am J Med<br />

1989;86:668-72.<br />

16. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, et al. Clinical Practice<br />

Guidelines for the Management of Candidiasis: 2009<br />

Update by the Infectious Diseases Society of America.<br />

Clin Infect Dis 2009;48:503-35.<br />

17. Tsuta K, Tsubura A, Saiki S, Furukawa K. Analysis of<br />

deep mycoses in autopsy cases. Nippon Rinsho 2000;<br />

58:969-76.<br />

18. Viscoli C, Girmenia C, Marinus A, et al. Candidemia in<br />

cancer patients: a prospective, multicenter surveillance<br />

study by the Invasive Fungal Infection Group (IFIG) of the<br />

European Organization for Research and Treatment of<br />

Cancer (EORTC). Clin Infect Dis 1999;28:1071-9.<br />

Halil Kurt<br />

19. Walsh TJ, Anaissie EJ, Denning DW, et al. Treatment of<br />

Aspergillosis: Clinical Practice Guidelines of the<br />

Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />

2008;46:327-60.<br />

20. Walsh TJ, Finberg RW, Arndt C, et al. Liposomal amphotericin<br />

B for empirical therapy in patients with persistent<br />

fever and neutropenia. National Institute of Allergy and<br />

Infectious Diseases Mycoses Study Group. N Engl J Med<br />

1999;340:764-71.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 229


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Febril Nötropeni:<br />

Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

Prof. Dr. Sesin Kocagöz<br />

Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

İstanbul<br />

231


Febril Nötropeni:<br />

Preemptif Antifungal <strong>Tedavi</strong><br />

Nötropenik hastalarda immün yanıttaki<br />

yetersizlik nedeniyle enfeksiyon geliştiğinde<br />

klinik belirtiler ile bulgular tanıda yararlı<br />

olamamaktadır. Genellikle bu olgularda ateş<br />

enfeksiyonun tek bulgusu olarak saptanmaktadır.<br />

Ancak ateş varlığının enfeksiyöz kaynaklı<br />

olup olmadığı, şayet enfeksiyöz ise de etkenin<br />

saptanması zordur. Febril nötropeni olgularının<br />

ancak %60 kadarında ateşin nedeni kanıtlanabilmektedir.<br />

Özellikle bu olgularda mortalite<br />

nedeni, şayet erken tedavi edilmezse enfeksiyonlardandır.<br />

Bu nedenle ateşi yükselen tüm<br />

nötropenik hastalara laboratuvar sonuçları<br />

çıkıncaya kadar geniş spektrumlu antibiyoterapinin<br />

hemen başlanması gerekmektedir. Ancak<br />

nötropenik hastalarda ateşin saptanmasından<br />

sonra vakit kaybetmeden başlanmış olan geniş<br />

spektrumlu antibiyotik tedavisine rağmen hala<br />

ateşin devam etmesi ve odak bulunamaması<br />

durumlarında, standart yaklaşım son yıllarda<br />

ampirik antifungal tedavinin otomatik olarak<br />

başlanmasıdır. Ancak invaziv fungal enfeksiyonun<br />

erken tanısı kolay değildir. Hastada ateş<br />

dışında klinik bulgu olmayabilir. Bu hasta grubunda<br />

nötropeni nedeniyle enflamasyon belirtileri<br />

de halen tam değildir. Bu nedenle enfeksiyon<br />

odağının tespiti çoğu zaman mümkün olamamaktadır.<br />

Hastanın durumu hızla bozulup<br />

tedavideki gecikmeler mortaliteye neden olduğu<br />

için ampirik başlanan tedavi yaklaşımı ile<br />

fungal etkene bağlı olmayan ateşlere de tedavi<br />

başlanarak “aşırı tedavi” edilmektedir. Ayrıca,<br />

özellikle yeni antifungal ajanlar ile ampirik yaklaşım<br />

tedavi maliyetlerinde artışa yol açmakta<br />

ek olarak yan etki insidanslarında, ilaç etkileşimlerinde<br />

de olumsuz sonuçların oluşma riskini<br />

artırmaktadır. Bir başka durum da ampirik<br />

yaklaşımdaki kanıtların yetersizliği, özellikle<br />

allojenik kök hücre nakli yapılanlar dışında<br />

invaziv fungal enfeksiyon sıklığının düşük<br />

olması, özellikle son yıllarda tanıya yönelik<br />

tekniklerdeki gelişmeler ampirik yaklaşımı tartışmalı<br />

hale getirmiştir.<br />

Hem gereğinden fazla tedavi ya da eksik tedavi<br />

kaygısı yeni bir tedavi yaklaşımını ortaya koymuştur.<br />

Bu yaklaşım “preemptif tedavi” yaklaşımıdır.<br />

Preemptif antifungal tedavi yaklaşımı da<br />

invaziv fungal enfeksiyonun erken tanınması ve<br />

tedaviye erken başlanması esasına dayanır. Bu<br />

yaklaşımda nötropenik ateşli hastada invaziv<br />

fungal enfeksiyonun başlangıç dönemi ile klinik<br />

belirti ve bulguların ortaya çıkışı arasındaki<br />

sürede daha hiçbiri çıkmadan önce hızlıca<br />

232<br />

tanımlama testleri yapılarak erkenden kanıtların<br />

toplanarak bu kanıtlara göre tedavinin oluşturulması<br />

hedeflenmektedir.<br />

Son yıllarda kültüre-dayanmayan hızlı mikrobiyolojik<br />

tanı yöntemlerinin hem geliştirilmiş<br />

olması hem de yaygın kullanıma girmeleri bu<br />

yaklaşımda önemli rol oynamaktadır. Bu tanı<br />

yöntemleri ya fungal DNA’nın polimeraz zincir<br />

reaksiyonu (PCR) ile ya da fungal antijenlerinin<br />

saptanması [galaktomannan antijeni, (1,3)-beta-<br />

D-glukan] ve radyolojik tanımlanmalara yöneliktir.<br />

Ancak preemptif tedavi yaklaşımında birtakım<br />

zorluklar mevcuttur. Özellikle ağır nötropenik<br />

olgularda klinik ve radyolojik bulguların<br />

geç ortaya çıkması, radyolojik tanımlamada fikir<br />

birliğinin olmaması ve bu bulguların tanımlamada<br />

çok tipik olmamasıdır. Mikrobiyoloji bazlı<br />

tanımlama testlerinden fungal antijen testlerinden<br />

galaktomannan testinin Aspergillus dışı<br />

fungal etkenleri tanımlayamaması veya bu testin<br />

yalancı pozitiflik oranları ile DNA testlerinin<br />

duyarlılıklarının sınırlı oluşu tanıda zorluk<br />

oluşturmaktadır. Ancak çeşitli çalışmalar sonucunda<br />

profilaksi ve ampirik tedavi almadan<br />

kültür, PCR ve antijen testlerinin pozitiflik<br />

sonuçlarına göre preemptif tedavi başlanmış<br />

hastalarda tedavi ve sağkalım oranları incelendiğinde<br />

hatta ateş yanıtı olmayan nötropenik hastaların<br />

invaziv fungal enfeksiyon tanımlanmasında<br />

güvenle uygulanabilecek bir yaklaşm<br />

olduğu saptanmıştır.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Cordonnier C, Pautas C, Maury S, et al. Empirical versus preemptive<br />

antifungal therapy for high-risk, febrile, neutropenic<br />

patients: a randomized, controlled trial. Clin Infect Dis<br />

2009;48:1042-51.<br />

2. Kandemir Ö, Şahin E, Tiftik N, Kaya A. Febril nötropenik<br />

kanser hastalarında gözlenen hastalarında gözlenen infeksiyonlar<br />

ve tedavi başarısını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi.<br />

ANKEM 2006;20:98-102.<br />

3. Lin MT, Lu HC, Chen WL. Improving efficacy of antifungal<br />

therapy by polymerase chain reaction-based strategy among<br />

febrile patients with neutropenia and cancer. Clin Infect Dis<br />

2001;33:1621-7.<br />

4. Maertens J, Theunissen K, Verhoef G, et al. Galactomannan<br />

and computed tomography based preemptive antifungal<br />

therapy in neutropenic patients at high risk for invasive fungal<br />

infection: a prospective feasibility study, Clin Infect Dis<br />

2005;41:1242-50.<br />

5. Rintala E. Incidence and clinical significance of positive blood<br />

cultures in febrile episodes of patients with hematological<br />

malignancies. Scand J Infect Dis 1994;26:77-84.<br />

6. Uzun Ö. Preemptif antifungal tedavi. ANKEM 2007;21(Ek<br />

2):220-3.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Karın İçi Enfeksiyonlar<br />

Yrd. Doç. Dr. Şebnem Şenol<br />

Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

İzmir<br />

233


<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Karın İçi Enfeksiyonlar<br />

İntraabdominal enfeksiyonlar yoğun bakımlarda<br />

ikinci en sık ölüm nedenidir. Özellikle<br />

cerrahi sonrası karşımıza çıktığında mortalitesi<br />

ve morbiditesi son derece yüksektir.<br />

İntraabdominal enfeksiyonlar, antibiyotik kullanımının<br />

yanı sıra cerrahi ve/veya radyolojik<br />

prosedürler ile tedavi edilir. <strong>Tedavi</strong> rehberleri<br />

enfeksiyonun ciddiyetine göre tedavi önerilerinde<br />

bulunmak için düzenlenmiştir. 1992<br />

yılında ilk kez Cerrahi İnfeksiyon Derneği<br />

(Surgical Infection Society-SIS) tarafından bir<br />

rehber yayınlanmıştır. 2000 yılında revize edilen<br />

bu rehber 2002 yılında yeniden düzenlenerek<br />

yayınlanmış, 2009 yılında SIS ve Amerikan<br />

İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (Infectious<br />

Diseases Society of America-IDSA) son veriler<br />

ile rehberi yenilemiştir.<br />

Rehberler hastanın tedavisi için birebir uygulanacak<br />

reçeteler önermemektedir. Sadece kullanıcı<br />

için şu sorulara yanıt vermektedir:<br />

• Hangi hasta intraabdominal enfeksiyon tedavisi<br />

gerektirir?<br />

• <strong>Tedavi</strong> ne kadar devam etmelidir?<br />

• Hangi tedavi rejimi enfeksiyona uygun olacaktır?<br />

• <strong>Tedavi</strong>yi hangi risk faktörleri etkilemektedir?<br />

Komplike olmayan intraabdominal enfeksiyon,<br />

gastrointestinal kanalın intramural enflamasyonu<br />

ile ilişkilidir ve uygun tedavi edilmediğinde<br />

komplike enfeksiyon gelişme olasılığı yüksektir.<br />

Komplike intraabdominal enfeksiyon (KİE)<br />

yaygın rastlanan bir sorundur. Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nde tek başına apandisit yaklaşık<br />

yılda 300 milyon kişide görülmektedir ve bir<br />

Tab lo 1. <strong>Tedavi</strong> rehberlerinde uygulanan önerilerin gücü ve kanıt kalitesi<br />

Değerlendirme<br />

Önerinin gücü<br />

Kanıt tipi<br />

Grade A Kullanım için önerilmesini destekleyen iyi kanıt<br />

Grade B Kullanım için önerilmesini destekleyen orta derecede kanıt<br />

Grade C<br />

Kanıt kalitesi<br />

Kullanım için önerilmesini destekleyen zayıf derecede kanıt<br />

Düzey 1 Uygun şekilde tasarlanmış, randomize kontrollü en az bir çalışmadan elde edilen kanıt<br />

Düzey 2 Randomize olmayan, iyi tasarlanmış en az bir klinik çalışma, kohort ya da olgu-kontrol analitik<br />

çalışmalarda ya da kontrolsüz deneylerde elde edilen çarpıcı sonuçlar<br />

Düzey 3 Saygın yazarların klinik deneyimleri ya da uzman komitelerinin bildirilerine dayanan kanıt<br />

234<br />

milyondan fazla hastanede yatış gününden<br />

sorumludur. Destekleyici yoğun bakım hizmetleri,<br />

tanısal görüntüleme, minimum invaziv<br />

girişimler ve antimikrobiyal tedavi ile ilgili ilerlemeler,<br />

bu enfeksiyonlara yönelik yaklaşım<br />

konusunda önemli gelişmeler sağlamıştır. Bu<br />

kılavuz, KİE’lere yaklaşımı kapsayan bir çerçeve<br />

oluşturmak amacıyla tasarlanmıştır.<br />

<strong>Tedavi</strong> rehberlerinde uygulanan önerilerin gücü<br />

ve kanıt kalitesi Tablo 1’de görülmektedir.<br />

Yazının bu bölümünde IDSA-SIS’ın 2010 yılında<br />

yayınlanan KİE tanı ve tedavisine ilişkin önerilerinden<br />

bir kısmı yer almaktadır.<br />

KİE Tanısında Öneriler<br />

1. Rutin öykü, fizik muayene ve laboratuvar<br />

incelemeleriyle, daha ileri değerlendirme tedavi<br />

gerektiren KİE kuşkulu olguların çoğu saptanabilmektedir<br />

(A-II).<br />

2. Mental durum bozukluğu ya da omurilik<br />

zedelenmesi, bağışıklığı baskılanmış olgular<br />

gibi fizik muayene bulguları güvenilir olmayan<br />

hastalar ile kaynağı belirsiz enfeksiyon bulguları<br />

ile başvuran hastada KİE olasılığı düşünülmelidir<br />

(B-III).<br />

3. Difüz peritonit bulguları bariz olan ve acil<br />

cerrahi girişim düşünülen hastalarda, tanıya<br />

yönelik başka görüntüleme incelemelerine<br />

gerek yoktur (B-III).<br />

4. Hemen laparotomi yapılmayacak olan hastalarda<br />

KİE varlığı ve kaynağını belirlemede tercih<br />

edilen görüntüleme yöntemi bilgisayarlı tomografi<br />

incelemesidir (A-II).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


KİE Kuşkusu ya da Tanının Doğrulanması<br />

Durumunda Antibiyotik <strong>Tedavi</strong>si Ne Zaman<br />

Başlanmalıdır?<br />

1. Antibiyotik tedavisi, KİE tanısı konulduğunda<br />

ya da KİE olasılığı durumunda başlanmalıdır.<br />

Septik şoktaki hastaya mümkün olduğu kadar<br />

çabuk başlanmalıdır (A-III).<br />

2. Septik şok bulgusu olmayan hastada, antibiyotik<br />

tedavisi acil biriminde başlanmalıdır<br />

(B-III).<br />

3. Kaynak kontrolü girişimi sırasında yeterli<br />

antibiyotik ilaç düzeyi korunmuş olmalıdır<br />

(A-I).<br />

Yeterli Kaynak Kontrolü Sağlanmasında<br />

Hangi İşlemler Yapılmalıdır?<br />

1. Enfekte odakların drenajı ya da rezeksiyonu,<br />

süregelen peritoneal kontaminasyonun engellenmesi,<br />

anatomik ve fizyolojik fonksiyonun<br />

yeniden sağlanması tüm KİE’li hastalarda önemlidir<br />

(B-II).<br />

2. Difüz peritoniti olan hastalarda acil cerrahi<br />

girişim yapılmalıdır (B-II).<br />

3. Apseler ve diğer iyi lokalize sıvı birikintilerinin<br />

perkütan drenajı, cerrahi drenaja tercih<br />

edilir (B-II).<br />

4. Akut organ yetmezliği olmayan, hemodinamik<br />

açıdan stabil olan hastalarda, uygun antibiyotik<br />

tedavisi verilmesi şartı ile girişim 24 saat<br />

ertelenebilir (B-II).<br />

5. Şiddetli peritonit, pasajın kesintiye uğraması,<br />

karın duvarının kapatılmasını engelleyen fasiya<br />

kaybı ya da intraabdominal hipertansiyon<br />

bulunmadığında; yeniden laparotomi yapılması<br />

önerilmez (A-II).<br />

6. Peri apendiküler ya da peri kolonik flegmon<br />

olguları gibi, iyi sınırlanmış enfeksiyon odağı<br />

olan seçilmiş hastalarda, yakın klinik izlem şartı<br />

ile kaynak kontrolü işlemi yapılmadan sadece<br />

antimikrobiyal ilaçlarla tedavi edilebilir (B-II).<br />

Mikrobiyolojik Örnekler Ne Zaman ve<br />

Nasıl Alınmalıdır?<br />

1. Toplum kökenli KİE olgularında kan kültürleri<br />

ek bilgi sağlamaz ve rutin önerilmez (B-III).<br />

Şebnem Şenol<br />

2. Toksik görünen ya da bağışıklığı baskılanmış<br />

hastada, bakteremi olup olmadığının bilinmesi,<br />

antibiyotik tedavi süresinin belirlenmesinde<br />

yardımcı olabilir (B-III).<br />

3. Toplum kökenli enfeksiyonlarda, enfekte<br />

materyale rutin Gram boyama yapılmasının<br />

yararı kanıtlanmamıştır (C-III).<br />

4. Sağlık bakımı kökenli enfeksiyonlarda, Gram<br />

boyama, maya bulunduğunu saptamada yararlı<br />

olabilir (C-III).<br />

5. Toplum kökenli enfeksiyonu olan düşük risk<br />

altındaki hastalarda, rutin aerop ve anaerop kültür<br />

yapılması, isteğe bağlıdır. Ancak bu uygulama,<br />

toplum kökenli KİE patojenlerinin direnç<br />

paternlerindeki epidemiyolojik değişikliklerin<br />

saptanmasında yardımcı olabilir (B-II).<br />

6. Toplumda yaygın bulunan bir etkende (örn.<br />

Escherichia coli) yerel olarak sık kullanılan bir<br />

antibiyotiğe önemli ölçüde direnç varsa (izolatların<br />

%10-20’si dirençli) perfore apandisit ve<br />

diğer KİE hastalarında rutin olarak kültür ve<br />

duyarlılık incelemeleri yapılmalıdır (B-III).<br />

7. Ampirik anaerobik tedavi veriliyor ise toplum<br />

kökenli KİE’de anaerop kültüre gerek yoktur<br />

(B-II).<br />

8. Yüksek risk altındaki hastalarda, daha önceden<br />

antibiyotiklere maruz kalmış ise, dolayısıyla<br />

dirençli patojen olasılığı fazla olanlarda, enfeksiyon<br />

yerinden rutin kültür yapılmalıdır (A-II).<br />

9. Enfeksiyonun intraabdominal odağından alınan<br />

örnek, klinik enfeksiyonla ilişkili olan<br />

materyali temsil edecek nitelikte olmalıdır<br />

(B-III).<br />

Toplum Kökenli Hafif-Orta Şiddetli KİE’de<br />

(TKKİE) Hangi Antimikrobiyaller<br />

Uygulanmalıdır?<br />

1. TKKİE tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin,<br />

enterik gram-negatif aerop ve fakültatif<br />

basiller ve enterik gram-pozitif streptokoklara<br />

karşı aktivitesi olmalıdır (A-I).<br />

2. İleum, apendiks ya da kolondan kaynaklanan<br />

enfeksiyonlarda, tıkanma ya da paralitik ileus<br />

varlığında, daha proksimaldeki perforasyonlarda<br />

zorunlu anaerop basilleri de kapsayan tedavi<br />

uygulanmalıdır (A-I).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 235


<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Karın İçi Enfeksiyonlar<br />

3. Hafif-orta şiddetli TKKİE’de erişkin hastada<br />

tikarsilin-klavulanik asit, sefoksitin, ertapenem,<br />

moksifloksasin ya da tigesiklinin tekli kullanımı<br />

tavsiye edilir veya metronidazol ile birlikte sefazolin,<br />

sefuroksim, seftriakson, sefotaksim, levofloksasin<br />

ya da siprofloksasinden birinin kombinasyonu,<br />

antipsödomonal tedaviye tercih edilir<br />

(A-I).<br />

4. Toplum kökenli E. coli’de direnç oranı yüksek<br />

olduğundan ampisilin-sulbaktam önerilmez<br />

(B-II).<br />

5. Bacteroides fragilis grubunda artan dirençten<br />

dolayı, sefotetan ve klindamisin önerilmez<br />

(B-II).<br />

6. Aynı derecede etkili olan ve daha az toksik<br />

olan ajanlar kullanılabileceğinden, erişkinlerde<br />

TKKİE’de aminoglikozidlerin rutin kullanımı<br />

önerilmez (B-II).<br />

7. TKKİE olan hastalarda ampirik tedavide enterokoklara<br />

karşı aktivitesi olan bir antibiyotik<br />

seçmek gereklidir (A-I).<br />

8. TKKİE’de erişkin ve pediatrik hastalarda<br />

ampirik antifungal tedavi önerilmez (B-II).<br />

9. Yüksek şiddetli TKKİE ya da sağlık bakımı<br />

kökenli enfeksiyonlar için uygun ajanlar, hafiforta<br />

TKKİE’de önerilmez. Çünkü toksisite artar<br />

ve daha dirençli mikroorganizma gelişimine<br />

neden olur (B-II).<br />

10. Akut divertikülit ve çeşitli apandisit formları<br />

dahil toplum kökenli hafif-orta şiddetli olgularda,<br />

kaynak kontrol işlemi yapılmayacak olanlarda,<br />

erken oral tedaviye geçiş olanağı sağlayan,<br />

hafif-orta TKKİE olguları için önerilen antibiyotik<br />

listesi önerilir (B-III).<br />

11. APACHE II skoru > 15 olan ya da yüksek<br />

şiddetteki TKİAE olgularında; tekli tedavide<br />

meropenem, imipenem-silastatin, doripenem,<br />

piperasilin-tazobaktam ya da metronidazol ile<br />

kombinasyon şeklinde seftazidim, sefepim<br />

dahil, gram-negatif geniş etki spektrumu olan<br />

ampirik tedavi önerilir (A-I).<br />

12. Kinolona dirençli E. coli yaygındır ve hastane<br />

sürveyansları E. coli’nin kinolon duyarlılığı ><br />

%90 olduğu gösterilmedikçe, kinolonlar kullanılmamalıdır<br />

(A-II).<br />

13. Alternatif bir tedavi, aztreonam + metronidazoldür,<br />

ancak gram-pozitif koklara etkili bir<br />

ajan eklenmesi önerilir (B-III).<br />

236<br />

Hangi Hastalara Oral ya da Ayaktan<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong> Düşünülmelidir?<br />

1. Enfeksiyon belirti ve semptomlarının giderilmiş<br />

olduğu çocuk ve erişkinde, başka antibiyotik<br />

tedavisine gerek yoktur (B-III).<br />

2. İntraabdominal enfeksiyonlarda iyileşme<br />

döneminde olan hastalarda moksifloksasin, siprofloksasin,<br />

levofloksasin + metronidazol oral<br />

formları ya da metronidazol ile bir oral sefalosporin<br />

ya da amoksisilin-klavulanik asit tercih<br />

edilebilir (B-II).<br />

3. Duyarlılık testlerinde sadece intravenöz tedaviye<br />

duyarlı mikroorganizma saptandığında, bu<br />

tedavi hastane dışında uygulanabilir (B-III).<br />

4. Çocuklarda; ateşin düşmesi, ağrının azalması,<br />

oral alımın iyi olması ve ayağa kalkabilir durumda<br />

olmasına rağmen, intraabdominal enflamasyona<br />

ait semptomların devam etmesi durumunda<br />

APAT düşünülebilir (B-II).<br />

5. Çocuklarda oral tedavinin basamaklı olarak<br />

azaltılmasında en dar spektrumlu, en iyi tolere<br />

edilen en güvenli oral tedavi uygulanması için<br />

drenaj işlemi sırasında intraabdominal örnekten<br />

kültür yapılması önerilir (B-II).<br />

6. Eğer izole edilirse, gram-negatif aerop ve<br />

fakültatif mikroorganizma duyarlılık sonuçları,<br />

çocuklarda ve erişkinde ilaç seçiminde kullanılmalıdır<br />

(B-III).<br />

7. Birincil kaynak kontrolü yapılmayan hastalar<br />

ayaktan tedavi edildiğinde, önerilen oral tedavi,<br />

başlangıçtaki intravenöz tedavinin ardından<br />

basamaklı azaltma tedavisi olarak uygulanabilir<br />

(B-III).<br />

<strong>Tedavi</strong> Başarısızlığı Düşünülüyorsa<br />

Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?<br />

1. Dört-yedi günlük tedaviden sonra persistan<br />

ya da yineleyen KİE klinik kanıtları olması<br />

halinde, bilgisayarlı tomografi ya da ultrasonografi<br />

ile tanıya yönelik inceleme yapılmalıdır.<br />

Başlangıçta izole edilen mikroorganizmaya karşı<br />

tedaviye devam edilmelidir (A-III).<br />

2. Başlangıçta verilen uygun ampirik antibiyotik<br />

tedavisine rağmen klinik yanıt elde edilemeyenlerde<br />

ekstraabdominal enfeksiyon ya da enfeksiyöz<br />

olmayan durumlar araştırılmalıdır (A-II).<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. <strong>Tedavi</strong>ye yanıt vermeyen ve enfeksiyon odağının<br />

ortadan kalkmadığı olgularda anaerop kültürler<br />

yapılmalıdır (C-III).<br />

Sonuç olarak; enfeksiyon rehberleri uygulayıcı<br />

hekimi hukuksal olarak koruyan, kanıta dayalı<br />

tıp için önemli araçlardır. Ancak yerel direnç ve<br />

etkenler, yerel tedavi uygulamaları gerektirebilir.<br />

Ülkemizde birden fazla kliniği ilgilendiren<br />

rehberleri hazırlamak güç gibi görünmektedir.<br />

Bu nedenle rehberlerin tavsiyelerini dikkate alarak<br />

ancak yerel sürveyans sonuçlarını takip<br />

ederek ayrıca cerrahların taleplerini karşılayacak<br />

tedavi kararları vermek enfeksiyon hastalıkları<br />

uzmanlarının deneyimine kalmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

Şebnem Şenol<br />

1. Mazuski JE, Sawyer RG, Nathens AB. The Surgical<br />

Infection Society Guidelines on Antimicrobial Therapy for<br />

Intra-Abdominal Infections: an Executive Summary<br />

Surgical Infections Volume 3, Number 3, 2002<br />

2. Solomkin JS, Mazuski JE, Bradley JS. Diagnosis and management<br />

of complicated intra-abdominal infection in<br />

adults and children: Guidelines by the Surgical Infection<br />

Society and the Infectious Diseases Society of America.<br />

Clin Infect Dis 2010;50:133-64.<br />

3. Swenson BR, Metzger R, Hedrick TL, et al. Choosing antibiotics<br />

for intra-abdominal infections: what do we mean<br />

by “high risk”? Surg Infect (Larchmt) 2009;10:29-39.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 237


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />

Yrd. Doç. Dr. Funda Yetkin<br />

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Turgut Özal Tıp Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Malatya<br />

239


<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />

Damar içi kateterler modern sağlık bakımı<br />

uygulamalarında giderek artan sıklıkta<br />

kullanılan araçlardan olup, sıvı replasman tedavileri,<br />

ilaç uygulamaları, kan ve kan ürünlerinin<br />

transfüzyonu, parenteral beslenme, hemodinamik<br />

izleme ve hemodiyaliz uygulamaları gibi<br />

pek çok yararlar sağlamaktadır. Bununla birlikte<br />

kateter uygulamaları mekanik (tromboemboliler,<br />

kanama, pnömotoraks vb.) ve enfeksiyöz<br />

pek çok soruna neden olabilmektedir. Damar<br />

içi kateterlerin en önemli enfeksiyöz komplikasyonları<br />

selülit, septik trombofilebit, apse<br />

oluşumu, kateterle ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu<br />

(KİKDE), endokardit ve metastatik enfeksiyonlardır.<br />

Damar içi kateterlerle ilişkili enfeksiyonlar<br />

için risk, kateterin tipine, kullanım<br />

amacına, yerleşim bölgesine, kalış süresine;<br />

hastanenin büyüklüğüne, üniteye; kateteri<br />

takan kişinin eğitimi ve tecrübesine, kateter<br />

takma girişimindeki sıklığa, kanıtlanmış önleyici<br />

stratejilere uyuma göre değişir. Kateterle<br />

ilişkili enfeksiyonlar morbidite ve mortalitenin<br />

önemli bir nedeni olarak karşımıza çıkar.<br />

Ayrıca, hastanede kalış süresinde uzama ve<br />

tedavi maliyetinde artış ile de ilişkilidir.<br />

Perkütanöz yerleşimli, kafsız kateterlerde sıklık<br />

sırasına göre koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />

Staphylococcus aureus, Candida türleri ve enterik<br />

gram-negatif basiller en sık sorumlu mikroorganizmalardır.<br />

Cerrahi olarak implante edilen<br />

kateterler ve periferik yerleşimli santral venöz<br />

kateterlerde ise koagülaz-negatif stafilokoklar,<br />

enterik gram-negatif basiller, S. aureus ve<br />

Pseudomonas aeruginosa en sık etkenlerdir.<br />

Kateterle İlişkili Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>sine<br />

Genel Yaklaşım<br />

Kateterle ilişkili enfeksiyonların tedavisinde,<br />

kan ve kateter örneklerinin uygun kültürleri<br />

yapıldıktan sonra klinik ipuçları, akut hastalığın<br />

şiddeti, altta yatan hastalık, enfeksiyon için<br />

risk faktörleri ve etken olabilecek mikroorganizmalar<br />

göz önüne alınarak ampirik antibiyotik<br />

tedavisi başlanmalıdır. Bununla birlikte<br />

belirli bir ampirik tedavi seçimini destekleyen<br />

veri bulunmamaktadır. Gram-pozitif bakterilerdeki<br />

direnç artışı nedeniyle sıklıkla bir glikopeptid<br />

antibiyotik tercih edilmektedir. Eğer<br />

minimum inhibitör konsantrasyonu (MİK) ≥ 2<br />

µg/mL ise vankomisin metisiline dirençli S.<br />

aureus (MRSA) bakteremisinin tedavisinde<br />

240<br />

düşük bir klinik başarı oranına sahiptir. Bir<br />

kurumda MRSA izolatlarının çoğunluğunda<br />

vankomisin için MİK değerleri ≥ 2 µg/mL ise<br />

tedavide daptomisin gibi alternatif ilaçlar kullanılmalıdır.<br />

KİKDE’den şüphelenilen, fakat<br />

kanıtlanmamış hastalarda ampirik tedavide<br />

linezolid kullanımı önerilmez.<br />

Nötropenik hastalarda, sepsisle birlikte ciddi<br />

hastalığı olanlarda ya da çok ilaca dirençli gramnegatif<br />

bir basil ile kolonize olduğu bilinen<br />

hastalarda gelişen KİKDE’de ampirik antibiyotik<br />

kombinasyonu P. aeruginosa gibi gramnegatif<br />

basilleri de kapsamalıdır. Bu durumlarda<br />

kültür ve duyarlılık sonuçları elde edilince antibiyotik<br />

tedavisinin de-eskalasyonu yapılabilir.<br />

Gram-negatif basiller için ampirik tedavi lokal<br />

antimikrobiyal duyarlılık verilerine ve hastalığın<br />

şiddetine dayanmalıdır (bir aminoglikozid<br />

ile birlikte ya da tek başına dördüncü kuşak<br />

sefalosporin, karbapenem ya da beta-laktam/<br />

beta-laktamaz kombinasyonu).<br />

Kritik bir hastada femoral kateter ile ilgili<br />

KİKDE’den şüpheleniliyorsa ampirik tedavi<br />

gram-pozitif etkinlik yanında, gram-negatifbasiller<br />

ve Candida türlerine etkinliği de içermelidir.<br />

Total parenteral beslenme, geniş spektrumlu<br />

antibiyotiklerin uzun süreli kullanımı,<br />

hematolojik malignite, kemik iliği ya da solid<br />

organ nakli, femoral kateterizasyon ya da pek<br />

çok bölgede Candida türlerinin neden olduğu<br />

kolonizasyon gibi risk faktörlerinden birisinin<br />

olduğu septik hastalarda kateterle ilişkili kandidemi<br />

için, ekinokandinler ya da son üç ayda<br />

azol maruziyeti olmayan ve Candida krusei ve<br />

Candida glabrata riski çok düşük olan hastalarda<br />

flukonazol ampirik tedavide uygulanmalıdır.<br />

Kateter çıkarıldıktan sonra, 72 saatten daha<br />

uzun süre fungemi ya da baktereminin devam<br />

ettiği hastalarda antibiyotik tedavisi dört-altı<br />

hafta uygulanmalıdır. Enfektif endokardit,<br />

süpüratif trombofilebit, pediatrik hastalarda<br />

osteomiyelit varlığında dört-altı hafta tedavi<br />

verilirken, erişkin hastalardaki osteomiyelitte<br />

tedavi altı-sekiz hafta olmalıdır.<br />

KİKDE’lerin yönetiminde, kateteri çıkarma ya<br />

da koruma kararının verilmesi; süpüratif trombofilebit,<br />

endokardit, osteomiyelit, olası metastatik<br />

odaklar içeren komplike KİKDE ile komplike<br />

olmayan KİKDE ayırımının yapılması esas-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


tır. Aşağıdaki durumlardan birisi ile ilişkili<br />

KİKDE’de uzun süreli kateterler çıkarılmalıdır:<br />

Ciddi sepsis, süpüratif trombofilebit, endokardit,<br />

etken olan mikroorganizmanın duyarlı<br />

olduğu antimikrobiyal ile tedavi süresinin 72<br />

saatten daha uzun olmasına rağmen kan dolaşımı<br />

enfeksiyonunun devam etmesi; S. aureus, P.<br />

aeruginosa, mantar ya da mikobakterilerin<br />

neden olduğu enfeksiyonlar. Kısa süreli kateterler<br />

ise gram-negatif basil, S. aureus, enterokok,<br />

mantar ya da mikobakterilerin neden olduğu<br />

KİKDE’de çıkarılmalıdır. Kateterin kurtarılmaya<br />

çalışıldığı KİKDE olan hastalarda, ilave kan kültürleri<br />

alınmalıdır ve eğer uygun tedavinin başlanmasından<br />

72 saat sonra alınan kan örneklerinde<br />

kan kültür sonuçları pozitif kalmaya<br />

devam ediyorsa kateter çıkarılmalıdır. Daha<br />

düşük virülanslı mikroorganizmaların (Bacillus<br />

türleri, Micrococcus türleri ya da Propionibacteria)<br />

neden olduğu KİKDE’yi ortadan kaldırmak zordur.<br />

En az bir kan kültür örneğinin periferik<br />

venden alındığı çok sayıda pozitif kültür sonuçlarına<br />

dayanarak, kan kültür kontaminasyonu<br />

dışlandıktan sonra kateter çıkarılmalıdır. S.<br />

aureus, P. aeruginosa, Bacillus türleri, Micrococcus<br />

türleri, Propionibacteria, mantar ve mikobakterilerin<br />

dışındaki diğer patojenlerin neden olduğu,<br />

uzun süreli kateterlere bağlı komplike olmayan<br />

KİKDE’de kateter çıkarılmadan tedavi denenebilir.<br />

Ayrıca, ürokinaz ve diğer trombolitik ilaçlar<br />

KİKDE’de ek tedavi olarak önerilmemektedir.<br />

Kısa Süreli Periferik Venöz Kateter İlişkili<br />

Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />

Periferik intravenöz kateterlerde ağrı, endürasyon,<br />

eritem ya da eksüda varsa kateter çıkarılmalıdır.<br />

Böyle kateterlerde gelişen filebit sıklıkla<br />

kateter ilişkili enfeksiyona neden olmaz ve<br />

süpüratif trombofilebit olsun ya da olmasın<br />

KİKDE riski çok düşüktür.<br />

Tünelli Olmayan Santral Venöz Kateterler<br />

ve Arteryel Kateterler ile İlişkili<br />

Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />

Yoğun bakımda yatan, yeni başlayan ateşi olan<br />

fakat ciddi sepsis ya da kan dolaşımı enfeksiyonu<br />

kanıtı olmayan hastalarda, rutin kateter çıkarılması<br />

gerekmez. Bu hastalarda kateterden kan<br />

kültürü örneği, eğer varsa kateterin “hub” kısmından<br />

ve yerleşim yerinden kültür için örnek-<br />

Funda Yetkin<br />

ler alınmalıdır. Açıklanamayan sepsis ya da<br />

kateter yerleşim yerinde aşırı derecede eritem ya<br />

da giriş yerinde pürülans varsa kateter çıkarılmalı<br />

ve kültüre gönderilmelidir. Açıklanamayan<br />

ateşi olan bir hastada kan kültür sonuçları pozitif<br />

ise kateter bir rehber tel üzerinden değiştirilebilir.<br />

Çıkarılan kateterin ucu kültüre gönderilmeli<br />

ve kateter uç kısmında anlamlı bir üreme<br />

varsa, yeni yerleştirilen kateter de sıklıkla bakteriyel<br />

kolonizasyon gelişeceğinden değiştirilmelidir.<br />

Hemodiyaliz Kateterleri Dışındaki Uzun<br />

Süreli Santral Venöz Kateterler ya da<br />

İmplante Kateterler ile İlişkili<br />

Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />

Tünel enfeksiyonu ya da port apsesi olan hastalarda<br />

kateterin çıkarılması, eğer endikasyon<br />

varsa insizyon ve drenaj gereklidir. Eşlik eden<br />

bakteremi ya da kandidemi yoksa 7-10 gün süre<br />

ile antibiyotik tedavisi yeterlidir. Sistemik bulguların,<br />

pozitif kan kültür sonuçlarının ya da<br />

pürülansın olmadığı komplike olmayan çıkış<br />

yeri enfeksiyonlarında kültür sonuçlarına dayanarak<br />

topikal antimikrobiyal tedavi verilebilir<br />

(S. aureus enfeksiyonu için mupirosin merhem,<br />

Candida enfeksiyonu için ketokonazol ya da<br />

lotrimin merhem). Topikal tedavi ile iyileşme<br />

başarısız olursa ya da pürülan drenaj varsa,<br />

etkenin duyarlılığına göre sistemik antibiyotikler<br />

uygulanmalıdır. Sistemik antibiyotiklerle de<br />

tedavi başarısız olursa kateter çıkarılmalıdır.<br />

Diğer vasküler bölgeler kullanılamaz olduğunda<br />

ve/veya hastalarda kanama diyatezleri için artmış<br />

bir risk varsa, komplike olmayan KİKDE’de<br />

enfekte kateter bir rehber tel üzerinden değiştirilebilir.<br />

Pediatrik Hastalarda Kateterle İlişkili<br />

Enfeksiyonlarda <strong>Tedavi</strong><br />

Küçük çocuklarda kateterlerin yerleştirilmesi ya<br />

da rehber tel üzerinden değiştirilmesi güçtür ve<br />

tanısal amaçla kateterin çıkarılması venöz girişin<br />

kaybedilmesi sorununu doğurmaktadır. Bu<br />

nedenle çocuklarda başka bir venöz girişin elde<br />

edilmesinin zorluğuna karşın, kateterin çıkarılmasının<br />

yararları değerlendirilmelidir. Kateter<br />

çıkarılmadan tedavi edilen çocuklar ek kan kültürleri<br />

ve klinik değerlendirme ile yakından<br />

izlenmeli, klinikte bir bozulma olduğunda ya da<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 241


<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Kateter İlişkili Enfeksiyonlar<br />

inatçı, tekrarlayan KİKDE varsa kateter çıkarılmalıdır.<br />

İnfant ve çocuklar için uygun antimikrobiyal<br />

ilaçlar hastanın yaşına ve ağırlığına göre<br />

doz ayarlaması yapılarak uygulanır.<br />

Antibiyotikler etkilenen kateter içerisinden<br />

uygulanmalıdır. Antifungal tedavi, bir kan kültüründe<br />

maya izole edildiğinde ya da yüksek<br />

fungemi şüphesinde başlanmalıdır. Uygun bir<br />

antifungal ilacın seçimi, izole edilen mikroorganizma,<br />

ilacın pediatrik doz bilgilerinin bulunması,<br />

toksisitesi, uygulanma yolu ve formülasyonlarını<br />

içeren özelliklere dayanmalıdır.<br />

Kateterle ilişkili enfeksiyonu olan, kateteri çıkarılan<br />

ya da çıkarılmayan çocuklarda kabul edilen<br />

optimal bir tedavi süresi yoktur. Bu nedenle<br />

KİKDE olan pediatrik hastalarda tedavi süresi<br />

önerileri erişkin hastalarınkinin yansımasıdır.<br />

Kateter Yoluyla Hemodiyaliz Uygulanan<br />

Hastalarda Gelişen Kateterle İlişkili<br />

Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>si<br />

KİKDE olan ve diyaliz uygulanan hastaların<br />

önemli bir kısmı ayaktan başarılı bir şekilde<br />

tedavi edilebilir. Hastaneye yatış sadece ciddi<br />

sepsisi ya da metastatik enfeksiyonu olan hastalarda<br />

endikedir. Uzun süreli kateterlere bağlı<br />

KİKDE olan hemodiyaliz hastalarında dört tedavi<br />

seçeneği vardır:<br />

1. Tek başına intravenöz antibiyotikler,<br />

2. Kateterin derhal çıkarılması ve yeni, uzun<br />

süreli bir kateterin yerleştirilmesinin ertelenmesi,<br />

3. Enfekte kateterin bir rehber tel aracılığı ile<br />

yenisiyle değiştirilmesi,<br />

4. Sistemik antibiyotiklerin kullanımı ve mevcut<br />

kateterde antibiyotik kilit tedavisi.<br />

İntravenöz antibiyotiklerin tek başına uygulanması<br />

yeterli bir yaklaşım değildir, çünkü antibiyotik<br />

tedavisinin tamamlandığı hastaların<br />

çoğunda kan dolaşımı enfeksiyonu tekrarlar.<br />

Hemodiyaliz hastalarında S. aureus, Pseudomonas<br />

türleri ya da Candida türlerinin neden olduğu<br />

KİKDE’de enfekte kateter her zaman çıkarılmalıdır<br />

ve tünelli olmayan, geçici bir kateter başka<br />

bir anatomik bölgeye yerleştirilmelidir. Kan<br />

kültürlerinde negatif sonuçlar elde edildiğinde<br />

uzun süreli bir hemodiyaliz kateteri takılabilir.<br />

Kateter yerleştirmek için başka bir alternatif<br />

bölge yoksa enfekte kateter bir rehber tel üzerinden<br />

değiştirilebilir. Koagülaz-negatif stafilo-<br />

242<br />

koklar, Pseudomonas türleri dışındaki gramnegatif<br />

basiller gibi diğer patojenlerin yol açtığı<br />

hemodiyaliz KİKDE olan hastalarda, kateter<br />

çıkarılmadan ampirik intravenöz antibiyotik<br />

tedavisi başlanabilir. Eğer semptomlar devam<br />

ederse ya da bir metastatik enfeksiyon kanıtı<br />

varsa kateter çıkarılmalıdır. Semptomlar antibiyotik<br />

tedavisi başladıktan sonraki iki-üç gün<br />

içinde hızla düzeliyorsa ve metastatik enfeksiyon<br />

yoksa, enfekte kateter yeni, uzun süreli bir<br />

hemodiyaliz kateteri ile bir rehber tel üzerinden<br />

değiştirilebilir. Kateter çıkarılma endikasyonu<br />

olmayan hastalarda, ek olarak antibiyotik kilit<br />

tedavisi 10-14 gün süre ile her diyaliz seansından<br />

sonra uygulanabilir. Kateterin kaldığı<br />

KİKDE’de antibiyotik tedavisinin tamamlanmasından<br />

bir hafta sonra kontrol kan kültürleri<br />

alınmalıdır. Eğer kan kültürlerinde pozitif<br />

sonuçlar varsa kateter çıkarılmalıdır ve alınan<br />

ilave kan kültürlerinde negatif sonuçlar alındıktan<br />

sonra yeni, uzun süreli bir diyaliz kateteri<br />

yerleştirilmelidir.<br />

Antibiyotik seçimi farmakokinetik özelliklere<br />

dayanarak yapılmalıdır, özellikle her bir diyaliz<br />

seansından sonra uygulanmaya izin veren (vankomisin,<br />

seftazidim ya da sefazolin gibi) ya da<br />

diyalizden etkilenmeyen antibiyotikler (seftriakson<br />

gibi) kullanılmalıdır. Ampirik antibiyotik<br />

tedavisi vankomisini ve lokal verilere dayanarak<br />

gram-negatif basillere etkili ilaçları (üçüncü<br />

kuşak sefalosporin, karbapenem, beta-laktam/<br />

beta-laktamaz kombinasyonu) kapsamalıdır.<br />

Ampirik vankomisin verilen hastalarda metisiline<br />

duyarlı S. aureus’un etken olduğu saptanırsa,<br />

tedavi sefazolin ile değiştirilmelidir. Vankomisine<br />

dirençli enterokokların yol açtığı KİKDE olan<br />

diyaliz hastaları daptomisin (her diyaliz seansı<br />

sonrasında 6 mg/kg) ya da oral linezolid (12<br />

saatte bir 600 mg) ile tedavi edilebilir.<br />

Hemodiyaliz kateteri çıkarıldıktan sonra > 72<br />

saat geçmesine rağmen bakteremi ya da fungemi<br />

devam ediyorsa; endokardit ya da süpüratif<br />

trombofilebit varsa antibiyotikler dört-altı hafta<br />

boyunca verilmelidir. Erişkinlerde osteomiyelit<br />

tedavisinde ise altı-sekiz hafta tedavi uygulanmalıdır.<br />

Şüpheli KİKDE için kan kültürleri alınan<br />

ve antibiyotik tedavisi başlanan hastalarda,<br />

kan kültürleri negatif olarak sonuçlanırsa ve<br />

tanımlanmış başka bir enfeksiyon odağı yoksa<br />

antibiyotik tedavisi sonlandırılabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Nötropenik Hastalarda Kateterle İlişkili<br />

Enfeksiyonların <strong>Tedavi</strong>si<br />

S. aureus, P. aeruginosa, mantar ya da mikobakterilerin<br />

neden olduğu KİKDE’de en az 14 gün<br />

sistemik antimikrobiyal tedaviye ek olarak kateterin<br />

çıkarılması önerilir. Ayrıca tünel enfeksiyonu,<br />

port enfeksiyonu, septik tromboz, endokardit,<br />

hemodinamik bozukluğun eşlik ettiği<br />

sepsis, uygun antibiyotik tedavisinde ≥ 72 saat<br />

geçmesine rağmen kan dolaşımı enfeksiyonunun<br />

devam etmesi durumlarında da kateterin<br />

çıkarılması gereklidir. Koagülaz-negatif stafilokokların<br />

neden olduğu KİKDE’de antibiyotik<br />

kilit tedavisi ile birlikte ya da tek başına sistemik<br />

tedavi uygulanarak kateter korunabilir.<br />

Derin doku enfeksiyonu, endokardit, septik<br />

tromboz, uygun antibiyotik tedavisi alan hastalarda<br />

kateter çıkarıldıktan sonra 72 saat geçmesine<br />

rağmen bakteremi ya da fungeminin devam<br />

etmesi durumları komplike KİKDE olarak<br />

tanımlanır ve bu durumlarda dört-altı hafta<br />

kadar uzamış tedavi önerilir.<br />

Antibiyotik Kilit <strong>Tedavi</strong>si<br />

Çıkış yeri enfeksiyonu ya da tünel enfeksiyonu<br />

bulguları olmayan, uzun süreli kateterlere bağlı<br />

KİKDE’de kateteri kurtarmak için antibiyotik<br />

kilit tedavisi endikasyonu vardır. İki haftadan<br />

daha kısa süreli kateterler sıklıkla ekstraluminal<br />

yolla enfekte olur ve bu durumda antibiyotik<br />

kilit tedavisinin etkinliği söz konusu değildir. S.<br />

aureus ve Candida türlerinin neden olduğu<br />

KİKDE’de de kateterin kalması ve antibiyotik<br />

kilit tedavisinin yerine, kateterin çıkarılması<br />

önerilir. Antibiyotik kilit tedavisi etken mikroorganizmanın<br />

duyarlı olduğu bir antibiyotiğin<br />

kateter lümeninde yüksek konsantrasyonda yerleştirilmesiyle<br />

sağlanır. Antibiyotik kilit solüsyonlarının<br />

kalış süreleri 48 saati aşmamalıdır,<br />

tercihan femoral kateteri olan ayaktan hastalarda<br />

her 24 saatte yeniden yerleştirme yapılmalıdır.<br />

Hemodiyaliz hastalarında ise kilit solüsyonları<br />

her diyaliz seansı sonrasında yenilenmelidir.<br />

KİKDE için antibiyotik kilit tedavisi tek başına<br />

kullanılmamalı, sistemik antibiyotik tedavisi ile<br />

birlikte kullanılmalıdır. Her iki rejim 7-14 gün<br />

uygulanmalıdır. Kan kültürleri negatif olduğunda,<br />

sepsis bulguları düzeldiğinde, bazı hastalarda<br />

sistemik antimikrobiyal tedavi oral olarak<br />

verilebilir. İyi emilen oral bir antibiyotik (florokinolon<br />

ya da linezolid gibi) ile 24-48 saat kate-<br />

Funda Yetkin<br />

ter içinde bırakılabilen bir antibiyotik kilit<br />

tedavisinin kombinasyonu, koagülaz-negatif<br />

stafilokokların neden olduğu KİKDE olan hastalarda<br />

ayaktan tedavide kullanışlı olabilir.<br />

Kateteri olan semptomatik hastalarda kateterden<br />

alınan çok sayıda kan kültürü koagülaz- negatif<br />

stafilokoklar ya da gram-negatif basiller için<br />

pozitif olup, aynı zamanda alınan periferik kan<br />

kültürleri negatif olabilir. Böyle hastalarda intraluminal<br />

kolonize kateter düşünülmelidir. Bu<br />

kolonize kateter çıkarılamıyorsa, sistemik tedavi<br />

olmaksızın antibiyotik kilit tedavisi 10-14 gün<br />

süre ile etkilenmiş kateter içine uygulanabilir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Allon M. Treatment guidelines for dialysis catheter-related<br />

bacteremia: an update. Am J Kidney Dis 2009;54:13-7.<br />

2. Beekmann SE, Henderson DK. Infections caused by percutaneous<br />

intravascular devices. In: Mandell GL, Bennett<br />

JE, Dolin R (eds). Principles and Practice of Infectious<br />

Diseases. 7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone,<br />

2010:3697-715.<br />

3. Bishop L, Dougherty L, Bodenham A, et al. Guidelines on<br />

the insertion and management of central venous access<br />

devices in adults. Int Jnl Lab Hem 2007;29:261-278.<br />

4. Freifeld AG, Bow EJ, Sepkowitz KA, et al. Clinical practice<br />

guidelines for the use of antimicrobial agents in neutropenic<br />

patients with cancer: 2010 update by the Infectious<br />

Diseases Society of America. Clin Infect Dis 2011;52:e56e93.<br />

5. Glover S, Brun-Buisson C. Infections associated with intravascular<br />

lines, grafts and devices. In: Cohen J, Powderly<br />

WG, Opal SM (eds). Infectious Diseases. 3 rd ed. MOSBY.<br />

2010:492-503.<br />

6. Mermel LA, Allon M, Bouza E, et al. Clinical practice guidelines<br />

for the diagnosis and management of intravascular<br />

catheter-related infection: 2009 update by the<br />

Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />

2009; 49:1-45.<br />

7. Mermel LA, Farr BM, Sherertz RJ, et al. Guidelines for the<br />

management of intravascular catheter-related infections.<br />

Clin Infect Dis 2001;32:1249-72.<br />

8. Pappas PG, Kauffman CA, Andes D, et al. Guidelines for<br />

the managements of candidiasis: 2009 update by the<br />

Infectious Diseases Society of America. Clin Infect Dis<br />

2009;48:503-35.<br />

9. Rybak MJ, Lomaestro BM, Rotschafer JC, et al. Vancomycin<br />

therapeutic guidelines: a summary of consensus recommendations<br />

from the Infectious Diseases Society of<br />

America, the American society of health-system pharmacists,<br />

and society of infectious diseases pharmacists. Clin<br />

Infect Dis 2009;49:325-7.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 243


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Nozokomiyal Pnömoni<br />

Doç. Dr. Serap Gençer<br />

SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

İstanbul<br />

245


<strong>Tedavi</strong> Rehberleri 2011:<br />

Nozokomiyal Pnömoni<br />

Hastane kökenli pnömoni (HKP), ikinci en<br />

sık nozokomiyal enfeksiyondur. HKP’ye<br />

sebep olan patojenler artan şekilde eski ilk<br />

seçenek antibiyotiklere direnç kazanmaktadır.<br />

Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter spp. gibi<br />

çoklu antibiyotik dirençli (MDR) gram-negatif<br />

bakteriler ve metisiline dirençli Staphylococcus<br />

aureus (MRSA) artan şekilde önemli patojenler<br />

haline gelmektedir. HKP ve ventilatörle ilişkili<br />

pnömoni (VİP), yüksek morbidite ve mortalite<br />

ile ilişkilidir. Mortaliteyi antibiyotik kullanımı<br />

ile en az %29 azaltmak mümkündür. Bu yüzden<br />

en uygun tedaviyi başlamak ve olgu yönetimini<br />

doğru yapmak büyük önem taşımaktadır.<br />

Uygun tedaviyi yönlendirecek çeşitli uluslararası<br />

rehberler yayınlanmıştır.<br />

TANIMLAR<br />

Amerikan Toraks Derneği (American Thoracic<br />

Society; ATS) ve Amerika İnfeksiyon Hastalıkları<br />

Derneği (Infectious Disease Society of America;<br />

IDSA)’nin ortak hazırladıkları 2005 rehberinde<br />

üç farklı tanım yer almaktadır. Hastaneye yatıştan<br />

48 saat sonra gelişen pnömoni HKP; endotrakeal<br />

entübasyondan 48 saat sonra gelişen<br />

pnömoni VİP olarak adlandırılmaktadır.<br />

Hastanede yatmayan ancak aşağıdaki özelliklerden<br />

birine sahip kişilerde gelişen pnömoni<br />

sağlık bakımı ile ilişkili pnömoni olarak adlandırılmaktadır:<br />

Son 30 gün içinde intravenöz<br />

tedavi, yara bakımı veya intravenöz kemoterapi<br />

uygulaması; uzun süreli bakımevinde kalma;<br />

son 90 gün içinde iki gün veya daha fazla hastanede<br />

yatma öyküsü; son 30 gün içinde bir<br />

hastane veya hemodiyaliz merkezine devam<br />

etme. Kanada (2008) ve İngiliz (2008) rehberlerinde<br />

sağlık bakımı ile ilişkili pnömoni tanımı<br />

kullanılmamaktadır. Türk Toraks Derneğinin<br />

2009 rehberinde bir önceki rehberinden farklı<br />

olarak HKP terminolojisi yerine Hastanede<br />

Gelişen Pnömoni terimi tercih edilmektedir.<br />

KANITA DAYANMA<br />

ATS/IDSA, Kanada ve İngiliz rehberlerinde<br />

kanıta-dayalı derecelendirme sistemi bulunmaktadır.<br />

TANI<br />

HKP ve VİP tedavisinde genel yaklaşımlar tüm<br />

rehberlerde benzerdir; erken, uygun antimikrobiyal<br />

tedaviye başlanması ve mikrobiyolojik<br />

246<br />

kültür sonuçları ve klinik yanıta göre başlangıç<br />

tedavide deeskalasyon yapılması önerilmektedir.<br />

Tanı koymada kantitatif kültüre mutlak ihtiyaç<br />

olduğunu önermek için yeterli kanıt bulunmamakla<br />

beraber genel eğilim kantitatif kriterin<br />

gerçek pnömoniyi tanımada daha özgül olduğudur.<br />

<strong>Tedavi</strong> başlanmadan veya değiştirilmeden<br />

önce kültür için alt solunum yolu örneği alınması,<br />

klinik seyrin sürekli izlenmesi ve kültür<br />

sonuçlarına göre hareket edilmesi konusunda<br />

bir konsensus vardır. Ancak, kültür için örnek<br />

alınması antibiyotik başlanmasını geciktirmemelidir.<br />

Yeni veya progresif pulmoner infiltratla birlikte<br />

ateş, lökositoz veya pürülan balgamdan en az<br />

ikisinin varlığı klinik tanı kriteri olarak tanınmaktadır.<br />

Bu kriteri daha iyileştirmek için<br />

potansiyel tedbirlerden biri “Klinik Pulmoner<br />

İnfeksiyon Skoru (KPİS)”nda olduğu gibi tüm<br />

özelliklerin tek bir skorun içine birleştirilmesidir.<br />

Bu skorlama mekanik ventilasyon alan pnömonili<br />

hastaları pnömonisi olmayanlardan ayırmada<br />

kesindir. Bu skorlamada ateş, lökositoz,<br />

solunum sekresyonlarının pürülansı, radyolojik<br />

anormallikler ve oksijenizasyon bulgu ve parametrelerinden<br />

her biri bir skala (0’dan 2’ye)<br />

üzerinde ölçülmektedir. Bu yaklaşımla, KPİS ≥ 6<br />

olanlarda pnömoni daha olasıdır.<br />

ANTİMİKROBİYAL TEDAVİ<br />

<strong>Tedavi</strong>ye başlamadan önce klinik prezentasyon,<br />

başvuruya göre başlangıç zamanı ve önceden<br />

antibiyotik kullanımı, hastane yatışı ve sağlık<br />

bakımı verilen bir yerle temas gibi çoklu antibiyotik<br />

dirençli patojenler için potansiyelini<br />

değerlendiren risk sınıflaması yapılır. Hastanın<br />

dirençli bir patojenle enfekte olma riski ve lokal<br />

direnç paternleri dikkate alınarak tedavi başlanır.<br />

Çoklu ilaç direnci riski yoksa monoterapi,<br />

varsa kombinasyon tedavisi önerilir. Genelde<br />

İngiliz rehberlerinde daha dar spektrumlu<br />

rejimler önerilmektedir. Hastanede kalış süresi<br />

beş günden kısa, önceden antibiyotik kullanımı<br />

yok ve komorbidite yoksa İngiliz rehberi amoksisilin-klavulanik<br />

asit veya sefuroksim önermekteyken,<br />

diğer rehberlerde üçüncü veya dördüncü<br />

kuşak sefalosporinler, piperasilin-tazobaktam,<br />

karbapenemler veya florokinolonlar<br />

önerilmektedir. Çoklu ilaç direnci için risk<br />

varsa İngiliz rehberinde sefotaksim veya sefu-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


oksim, florokinolon veya piperasilin-tazobaktam<br />

önerilmekte ancak o ünitenin direnç paternleri<br />

dikkate alınmalıdır derken, diğer rehberlerde<br />

antipsödomonal beta-laktam + antipsödomonal<br />

florokinolon veya aminoglikozid, MRSA<br />

riski de bulunuyorsa linezolid veya glikopeptid<br />

ilavesi önerilmektedir.<br />

Tüm rehberler 48-72. saatte klinik yanıtın<br />

değerlendirilmesi ve uygun kültürlerin sonuçlarından<br />

sonra deeskalasyon yapılarak başlangıç<br />

spektrumun daraltılmasını önermektedir.<br />

Rehberlerdeki standart tedavi süresi birçok<br />

patojen için iyi bir klinik yanıt alınmış olması<br />

şartıyla yedi-sekiz gün, nonfermentatif gramnegatif<br />

basiller için daha uzun olup sıklıkla 14<br />

gündür.<br />

KAYNAKLAR<br />

Serap Gençer<br />

1. Brink A, Feldman C, Duse A, et al; South Aftrican<br />

Thoracic Society. Guideline for the management of nosocomial<br />

infections in South Africa. S Afr Med J 2006;<br />

96:642-52.<br />

2. Froes F, Paiva JA, Amaro P, et al; Portuguese Society of<br />

Pulmonology and Intensive Care Society. Consensus<br />

document on noscomial pneumonia [in Portuguese].<br />

Revisia Portuguisa de Pneumologia 2007;13:419-86.<br />

3. Kılınç T, Ece T, Arman D, et al. Türk Toraks Derneği<br />

Erişkinlerde Hastanede Gelişen Pnömoni Tanı ve <strong>Tedavi</strong><br />

Uzlaşı Raporu. Türk Toraks Derg 2009;10(Ek 6).<br />

4. Masterton RG, Gaooloway A, French G, et al. Guidelines<br />

for the management of hospital-acquired pneumonia in<br />

the UK: report of the working party on hospital-acquired<br />

pneumonia of the British Society for Antimicrobial<br />

Chemotherapy. J Antimicrob Chemother 2008;62:5-32.<br />

5. Niederman MS, Craven DE, Bonten MJ, et al. American<br />

Thoracic Society and the Infectious Diseases Society of<br />

America Guidelines for the management of adults with<br />

hospital-acquired, ventilator-associated, and healthcareassociated<br />

pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2005;<br />

171:388-416.<br />

6. Rotstein C, Evans G, Born A, et al. Clinical practice guidelines<br />

for hospital-acquired pneumonia and ventilatorassociated<br />

pneumonia in adults. Can J Infect Dis Med<br />

Microbiol 2008;19:19-53.<br />

7. Thomas M. File, Jr. Recommendations for treatment of<br />

hospital-acquired and ventilator-associated pneumonia:<br />

review of recent international guidelines. Clin Infect Dis<br />

2010;51(S1):S42-S7.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 247


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Direnç Epidemiyoloji<br />

Doç. Dr. Davut Özdemir<br />

Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Düzce<br />

249


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Direnç Epidemiyoloji<br />

EPİDEMİYOLOJİ<br />

Acinetobacter türleri; üremesi için gerekli olan<br />

şartların basit olduğu, canlı ve cansız objelerde<br />

uzun süre yaşayabilen bakterilerdir. Toprak ve<br />

su örneklerinin hemen hemen tamamında bu<br />

bakteri ürer. Pastörize süt, dondurulmuş gıdalar,<br />

dondurulmuş kümes hayvanları, dökümhane<br />

ve hastane havaları, buhar aygıtlarının<br />

buharları, su muslukları, peritoneal diyalizatlar,<br />

yatak başı idrar kapları, havlular, anjiyografi<br />

kateterleri, ventilatörler, laringoskoplar, duodenoskoplar,<br />

multidoz medikasyonlar, plazma<br />

protein fraksiyonları, hastane yastıkları ve<br />

sıvı sabunluklardan izole edilebilir.<br />

Acinetobacter’ler cilt, balgam, idrar, dışkı ve<br />

vajinal sekresyonlarda üreyebilir. Ayaktan yetişkin<br />

insanların %25 kadarında cilt kolonizasyonu,<br />

yetişkin ve çocukların %7’sinde geçici<br />

farengeal kolonizasyon olabilir. Hastane personelinin<br />

elinde en sık persistan olan gramnegatif<br />

bakteridir. Yatan hastaların trakeostomi<br />

kenarlarında kolonizasyon sık görülür.<br />

Günümüze kadar 31 veya 33 genotür tanımlanmıştır.<br />

Genotür 1 Acinetobacter calcoaceticus,<br />

genotür 2 Acinetobacter baumannii’dir. Genotür<br />

1, 2, 3 ve 13 sensu Tjenberg ve Ursing (13TU)<br />

A. calcoaceticus-A. baumannii komplex olarak<br />

adlandırılır. Genotür 3 doğal ortamlarda ve klinik<br />

örneklerde bulunur. Bu tür Hong Kong,<br />

İsveç ve İrlanda’da Acinetobacter türleri arasında<br />

en sık görülen türdür. Genomik tür 1 hariç<br />

diğerleri nozokomiyal enfeksiyon etkeni olabilir.<br />

Genomik tür 1 genelde ortam bakterisidir ve<br />

ciddi enfeksiyonlara neden olmaz. İnsanda en<br />

sık A. baumannii hastalık yapar. Diğer<br />

Acinetobacter türlerine göre Acinetobacter lwoffii<br />

menenjite daha çok neden olur.<br />

Acinetobacter bakterileri sıklıkla; immünsüprese,<br />

altta yatan hastalığı olan, invaziv girişim<br />

yapılan, geniş spektrumlu antibiyotik kullanmış,<br />

yoğun bakımda yatan hastalarda enfeksiyona<br />

neden olabilen fırsatçı patojenlerdir.<br />

Yoğun bakımlarda ventilatörle ilişkili pnömoni<br />

(VİP), üriner sistem enfeksiyonu, bakteremi ve<br />

daha az sıklıkla komplike deri ve yumuşak<br />

doku enfeksiyonları, abdominal ve santral sinir<br />

sistemi enfeksiyonlarına neden olur. Kolonize<br />

veya enfekte hasta rezervuardır. A. baumannii’nin<br />

asıl geçiş yolu başlıca vektör olan hastane çalışanlarının<br />

elleri ve direkt temastır. Ayrıca, hava<br />

250<br />

yoluyla da geçiş gösterilmiştir. Son zamanlarda<br />

savaş yaralarında majör etken olarak karşılaşılmaktadır.<br />

Kore ve Vietnam Savaşı sonrası<br />

Amerikan askerlerinde kan dolaşımı ve yara yeri<br />

enfeksiyonu etkeni olarak Acinetobacter’ler<br />

tanımlanmıştır. Yakın zamanda Irak ve<br />

Afganistan’da yaralanan askerlerde de enfeksiyon<br />

etkeni olarak görülmüşlerdir. Bunlarda<br />

sadece %35 imipenem duyarlılığı bulunmuştur.<br />

Griffith ve arkadaşları Irak’taki 102 askerden<br />

303 deri kültürü almış bunlarda yaralanma<br />

öncesi kolonizasyona ait bulguya rastlamamıştır.<br />

Bir salgın araştırmasında Irak’taki yedi sahra<br />

hastanesinde çevreden bakteri izole edilmiş,<br />

enfekte askerlerden sekiz farklı klon 16 direnç<br />

geni bulunmuştur.<br />

Savaş yanında doğal felaketlerin görüldüğü, tropikal<br />

veya ılıman yerlerde de bu enfeksiyonlar<br />

sık görülmektedir. Tsunami sonrası Güneydoğu<br />

Asya’dan, Bali’deki bombalama sonrası buradan<br />

Avrupa’ya götürülen hastaların yaralarında<br />

Acinetobacter spp. tespit edilmiştir. 1999<br />

Marmara depremi sonrası Gülhane Askeri Tıp<br />

Akademisi Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma<br />

Hastanesine yatırılan 220 hastada hastane<br />

enfeksiyonu etkeni olarak en sık Acinetobacter<br />

spp. izole edilmiştir. Mc Donald ve arkadaşları,<br />

1987-1996 yılları arasında tespit edilen 3447<br />

asinetobakter enfeksiyonunun %50’den fazlasının<br />

temmuz-ekim ayları arasında ortaya çıktığını<br />

rapor etmişlerdir. Bu muhtemelen bakterinin<br />

sıcak ve nemli havayı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır.<br />

Uzun süre hastanede kalmak,<br />

cerrahi yaralar, daha önceki enfeksiyon (önceki<br />

antibiyotik kullanımından bağımsız),<br />

Acinetobacter türleri ile fekal kolonizasyon,<br />

geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı, santral<br />

venöz kateter ve üriner kateter yerleştirilmesi,<br />

yanık ünitesi ve yoğun bakıma yatış, parenteral<br />

nütrisyon, mekanik ventilasyon, enfeksiyon<br />

kontrol önlemlerine uymama nozokomiyal<br />

enfeksiyonlar için başlıca risk faktörleridir.<br />

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde yapılan<br />

bir çalışmada, asinetobakter bakteremilerinin<br />

yatıştan sonra ortalama 26. günde ortaya çıktığı<br />

ve sürenin diğer bakterilerle oluşan bakteremi<br />

sürelerinden daha uzun olduğu bulunmuştur. A.<br />

baumannii dışındaki asinetobakter bakteremilerinin<br />

mortalitesi yüksek değildir. Mortaliteyi, altta<br />

yatan hastalıklardan dolayı A. baumannii’ye de<br />

bağlamak zordur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Avustralya, ABD ve Asya’dan nadiren toplum<br />

kökenli enfeksiyonlar bildirilmiştir. Bu enfeksiyonlar;<br />

farengeal taşıyıcılığı olan, kanser olan,<br />

alkol ve sigara kullanan, diabetes mellitus ve<br />

kronik karaciğer hastalığı olan, dökümhanelerde<br />

çalışma hikayesi olan kişilerde ortaya çıkmış<br />

ve yüksek mortalite ile seyretmiştir. Bu enfeksiyonlar<br />

pnömoni şeklinde seyretmiştir. Hastaların<br />

önemli bir kısmında bakteremi, akut solunum<br />

sıkıntısı sendromu (ARDS) ve dissemine intravasküler<br />

koagülopati (DİK) tabloları görülmüştür.<br />

Acinetobacter’in klinik izolatlardaki prevalansı<br />

ülkelere ve örneklere göre değişmekle birlikte<br />

son iki dekaddır dünya genelinde artmaktadır.<br />

Gerek ülkemizde, gerekse Avrupa ve Asya<br />

Pasifik ülkelerinde; merkezler ve ülkeler arası<br />

klonal farklılıklar bakterinin epidemik potansiyelini<br />

göstermektedir. 2002-2005 yılları arasında,<br />

ülkemizden hastanemiz de dahil 12 merkezden<br />

(11’i üniversite hastanesi) 13 yoğun bakım<br />

ünitesinin dahil edildiği ve alet ilişkili yoğun<br />

bakım enfeksiyonlarının incelendiği bir çalışmada;<br />

VİP’lerin %29.2, santral venöz kateter<br />

(SVK) ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonlarının<br />

%23.2, kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonlarının<br />

%5.3 nedeninin Acinetobacter spp. olduğu<br />

tespit edilmiştir. VİP ve SVK ilişkili kan<br />

dolaşımı enfeksiyonlarında etken olarak birinci<br />

sıradadır.<br />

“Centers for Disease Control and Prevention<br />

(CDC)” “National Nosocomial Infection<br />

Surveillance” verilerine göre ABD’de 2003 yılında<br />

yoğun bakım kan dolaşımı enfeksiyonlarının<br />

%2.4’ünden, cerrahi alan enfeksiyonlarının<br />

%2.1’inden, nozokomiyal üriner sistem enfeksiyonlarının<br />

%1.6’sından, nozokomiyal pnömonilerin<br />

%6.9’undan (1975 yılında %3) Acinetobacter<br />

spp. sorumludur.<br />

1992 yılında Avrupa’daki yoğun bakım ünitelerinde<br />

üçüncü sıklıkta karşılaşılan patojen A.<br />

baumannii olmuştur. Aynı çalışmanın 2007<br />

yılında beş kıtada 75 ülkede yapılan EPIC II<br />

ayağında A. baumannii beşinci sırada yer almıştır.<br />

Daha uzun süre yoğun bakım ünitesinde<br />

kalanlarda asinetobakter enfeksiyonu oranları<br />

daha yüksek bulunmuştur.<br />

Bir defa bakteri hastaneye girdikten sonra çeşitli<br />

suşlarla, çeşitli defalar salgınlar olur. Bazen<br />

Davut Özdemir<br />

aynı hastanede birkaç klon da beraber görülebilir.<br />

Ancak bunlardan bir tanesi baskındır. Bazen<br />

de tek bir klonla pek çok hastaneyi tutan salgınlar<br />

olabilir. Bu klonlar genellikle yüksek antibiyotik<br />

direnci gösterir. Belli bir klon içinde bile<br />

antibiyotik duyarlılıkları farklılık gösterebilir.<br />

ABD’de Chicago ve komşularında OXA karbapenemaz<br />

üreten monoklonal suşla salgın rapor<br />

edilmiştir. Farklı hastanelerde aynı klonla salgın<br />

olması; hasta, personel veya gıda ve ekipman ile<br />

bakterinin hastaneler arası taşındığını düşündürmektedir.<br />

DİRENÇ<br />

Türler arasında antibiyotik duyarlılığı açısından<br />

fark olabilir. A. lwoffii diğer türlerden daha<br />

duyarlıdır. Acinetobacter türlerinde iki tip intrensek<br />

beta-laktamaz vardır: TEM1 beta-laktamaz<br />

klinik izolatların %16’sında, AmpC sefalosporinaz<br />

suşların %98’inde bulunur. AmpC betalaktamaz<br />

kromozomal bir sefalosporinazdır ve<br />

bazal seviyede salgılanır. Klinik olarak anlamlı<br />

bir dirence neden olmaz. Seftazidime direnç<br />

olurken, karbapenemlere direnç olmaz. Ancak<br />

ampC genine ISAAba1 dizisinin girmesi sefalosporinlerle<br />

tedaviyi kısıtlayan dirence neden olan<br />

beta-laktamazlarda artışa neden olur.<br />

Acinetobacter spp. genetik değişime yatkın bir<br />

türdür ve gram-negatif bakteri sınıfının doğal<br />

olarak transforme olma özelliği olan tek üyesidir.<br />

Bu nedenle Acinetobacter’ler pek çok farklı<br />

mekanizma ile pek çok antibiyotiğe karşı direnç<br />

gösterebilir. Türe, izolasyon yapılan bölge ve<br />

ülkeye göre direnç değişmekle birlikte genel<br />

olarak Acinetobacter’lere karşı direnç artmaktadır<br />

ve bu direncin önemli bir kısmı çok antibiyotiğe<br />

direnç (MDR) şeklindedir. Pek çok farklı<br />

tanım kullanılmakla beraber bir tanıma göre;<br />

MDR A. baumannii, karbapenemler hariç pek<br />

çok antibiyotiğe dirençli olmasıdır. Bu suşlar<br />

kolistin ve tigesikline duyarlıdır. Ancak nadiren<br />

kolistin direnci de olabilir. Sulbaktama duyarlılık<br />

değişkendir. Başka bir tanımda; MDR kavramı,<br />

farklı mekanizmalarla etki eden kinolon,<br />

sefalosporin, karbapenem gibi antibiyotik sınıfından<br />

üç veya daha fazla sınıfa direnci ifade<br />

eder. Panrezistan kavramı ise kolistin hariç standart<br />

tüm antibiyotiklere direnç için kullanılır.<br />

Başka bir tanımda ise tigesiklin ve kolistin dışındaki<br />

tüm antibiyotiklere direnç için “extreme-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 251


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Direnç Epidemiyoloji<br />

resistance, extensive resistance (XDR)” terimi<br />

benimsenmiştir. Tigesiklin ve kolistin dahil var<br />

olan tüm antibiyotiklere direnç için ise panrezistan<br />

(PDR) terimi kullanılmaktadır.<br />

Hastane kaynaklı MDR A. baumannii salgınları<br />

ile ilgili yayınlar Avrupa, Kuzey Amerika,<br />

Arjantin, Brezilya, Çin, Tayvan, Hong Kong,<br />

Japonya, Kore gibi ülkeler ve Güney Pasifik’teki<br />

Tahiti gibi bölgelerden yapılmıştır. Bu suşlar<br />

şehirler, ülkeler ve kıtalar arasında salgınlara<br />

neden olabilir. MDR A. baumannii suşlarının<br />

yüksek antibiyotik direnci olan ülkelerden,<br />

düşük direnç olan İspanya, Norveç gibi ülkelere<br />

girdiği gösterilmiştir. Son zamanlarda ABD ve<br />

İngiltere’de Irak ve Afganistan’dan dönenlerde<br />

görülen Acinetobacter’lerde, MDR gözlenmektedir.<br />

Acinetobacter türleri klorheksidin gibi biyosidlere;<br />

uygunsuz dilüsyonda ve uygunsuz süre bunların<br />

kullanılması, ortamda biyolojik debris<br />

bulunması veya bakterinin multipl dirençli<br />

Acinetobacter olması durumunda dirençli olabilir.<br />

BAZI ANTİBİYOTİKLERE DİRENÇ<br />

MEKANİZMALARI<br />

Beta-Laktamlara Direnç<br />

Beta-laktamazla hidroliz, penisilin bağlayan<br />

proteinler (PBP)’de değişiklik, antibiyotiğin<br />

bakteri içine girmesini sağlayan porinlerin yapı<br />

ve sayısında değişim (sonuçta antibiyotiğin bakteri<br />

içine girmesinde azalma) ve efluks pompası<br />

aktivitesiyle olur.<br />

A Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />

TEM-1 beta-laktamazların A. baumannii’de<br />

olduğu bilinmekle beraber, genişlemiş spektrumlu<br />

beta-laktamaz (GSBL)’lar son zamanlarda<br />

bulunmuştur. A. baumannii suşları PER-1 adı<br />

verilen, GSBL taşır. Bu penisilinlere ve geniş<br />

spektrumlu sefalosporinlere yüksek düzey<br />

dirence neden olur. Neyse ki PER-1 A.<br />

baumannii’de karbapenem direncine neden<br />

olmaz. PER-1 Türkiye, Kore, Fransa, Belçika ve<br />

Bolivya’daki A. baumannii suşlarında yaygındır.<br />

Son zamanlarda ABD’de de tanımlanmıştır.<br />

Diğer GSBL’lerden integron kaynaklı olan VEB-1<br />

Fransa ve Belçika, SHV-12 ESBL Çin ve<br />

Danimarka, TEM-116 Danimarka, TEM-92<br />

252<br />

İtalya, CTX-M-2 (seftriakson ve sefotaksimi<br />

hidrolize eden bir GSBL) Japonya ve Bolivya’daki<br />

A. baumannii suşlarından izole edilmiştir. A.<br />

baumannii’deki GSBL’ler standardize edilmemişlerdir<br />

ve kromozomal sefalosporinazlarla birlikte<br />

bulunmaları direnci karışık hale getirmektedir.<br />

Klinik izolatların pek çoğu seftazidim ve<br />

sefepime dirençlidir.<br />

B Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />

Metallo-beta-laktamazlar (MBL) diğer beta-laktamlar<br />

(aztreonam hariç) kadar karbapenemleri<br />

de hidrolize eden B sınıfı beta-laktamazlardır.<br />

Bunlar A ve D sınıfı beta-laktamazlardan iyon,<br />

özellikle de çinko taşımaları ile ayrılır. MBL’lerin<br />

sayısının artması, A. baumannii suşlarında betalaktamlara<br />

karşı dünya çapında artmış dirence<br />

neden olmaktadır.<br />

A. baumannii’deki IMP MBL’ler genelde sınıf 1<br />

integronun parçası olarak bulunur. MBL’ler A.<br />

baumannii’deki predominant karbapenemazlar<br />

olmamakla birlikte pek çok (IMP-1, IMP-2,<br />

IMP-4, IMP-5, IMP-6 ve IMP-11) MBL tanımlanmıştır.<br />

MBL’ler ilk defa Hong Kong’da bulunsa<br />

da, Japonya’da A. baumannii’de pek çok IMP<br />

beta-laktamaz tanımlanmıştır. IMP tip MBL<br />

kaynaklı karbapenem direnci Kore ve Pasifik<br />

ülkelerindeki Acinetobacter’lerde büyük problemdir.<br />

İngiltere ve Brezilya’da IMP MBL bildirilmiştir.<br />

Verona integron kodlanmış MBL (VIM-<br />

2) A. baumannii’de rapor edilmiştir. Seul’de yeni<br />

bir MBL olan Seul imipenemaz (SIM-1) tanımlanmıştır.<br />

C Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />

Bunlar kromozomal beta-laktamazlardır.<br />

Acinetobacter spp.’deki kromozomal ampC genlerinin<br />

birbirleriyle yakınlığı diğer bakterilerde<br />

olanlardan daha çoktur. Bunlara beta-laktamazların<br />

farklı bir ailesi Acinetobacter derived sefalosporinaz<br />

denmesi önerilmektedir. Bu beta-laktamazlar;<br />

penisilinleri, dar ve geniş spektrumlu<br />

sefalosporinleri hidrolize ederken, sefepim ve<br />

karbapenemleri hidroliz etmez.<br />

D Sınıfı Beta-Laktamazlar<br />

Acinetobacter’lerde en sık bulunan karbapenemazlar<br />

sınıf D beta-laktamazlardır. Bu sınıfta<br />

OXA beta-laktamazlar vardır. Bunlar genelde<br />

dirençli beta-laktamazlar (oksasilinaz)’dır. Bazı<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


OXA’lar GSBL, bazıları karbapenemazdır. Böyle<br />

bir karbapenemaz klinik izolatlardan ilk defa<br />

İskoçya’da 1985 yılında, karbapenemler henüz<br />

kullanıma girmeden OXA-23 olarak bulunmuştur.<br />

Genetik analizlerde OXA karbapenemazlar<br />

sekiz farklı gruba ayrılmıştır. OXA karbapenemazların<br />

bir kısmı kromozomal, bir kısmı plazmid<br />

kaynaklıdır. OXA-51 ve OXA-58 çoğunlukla<br />

plazmid kaynaklıyken, OXA-23 ve OXA-24<br />

hem plazmid kaynaklı hem de kromozomaldir.<br />

Bunlar genelde A. baumannii’de tanımlanmakla<br />

birlikte genomik tür 3’te, genotür 13TU ve<br />

Acinetobacter phenon 6/ct13TU’da da tanımlanmıştır.<br />

Ancak A. calcoaaceticus’ta İspanya’dan<br />

bildirilene kadar tanımlanmamıştır. İspanya’daki<br />

bir salgın sırasında plazmidler aracılığı ile<br />

bla OXA-24 ’ün A. baumannii’den A. calcoaceticus’a<br />

geçtiği, karbapenemaz genlerinin hastane ortamında<br />

Acinetobacter türleri arasında yayılabileceği<br />

belirtilmiştir. OXA-58 taşıyan plazmidlerin<br />

OXA-51 taşıyan klonlar arasında kolayca yayılabileceği<br />

gösterilmiştir. OXA-58; Fransa,<br />

İngiltere, Arjantin, İspanya, Türkiye, Romanya,<br />

Avusturya, Yunanistan, İskoçya ve Kuveyt’te<br />

bulunmuştur. ABD’de OXA-40 ve OXA-58 taşıyan<br />

Acinetobacter’ler ile salgın oluşması bu karbapenemazların<br />

batı yarım küreye yayıldığını<br />

göstermektedir. İtalya’daki bir salgında daha<br />

önce (2004-2005) en sık OXA-58 salgılayan suş<br />

baskınken daha sonra (2005-2009) aynı bölgedeki<br />

salgında OXA-23 salgılayan suş baskın<br />

olmuştur. OXA-58 enzimi imipenemi meropenemden<br />

daha iyi hidrolize eder. Bu çalışmada<br />

OXA-58 salgılayan suşlarının %35’inde meropenem<br />

aktivitesi imipeneme üstün bulunmuştur.<br />

Salgınlardaki suş değişiminin nedeni olarak<br />

meropenemin daha fazla kullanımı gösterilmiştir.<br />

CDC verilerine göre A. baumannii’de karbapenem<br />

direnci 1995 yılında %9 iken, 2004<br />

yılında %40’a çıkmıştır. “Meropenem Yearly<br />

Susceptibility Test Information Collection<br />

(MYSTIC)” 2007 sonuçlarına göre;<br />

Acinetobacter’lerde karbapenem duyarlılığı<br />

%74.1, tobramisin duyarlılığı %73.3’tür.<br />

Duyarlılıklar 2006 sonuçlarına göre artmış<br />

görünmektedir. Bunun nedeni olarak Türkiye<br />

ve Yunanistan’ın son araştırmaya dahil edilmemesi<br />

görülmektedir. Ülkemiz dahil beş kıtadan<br />

25 ülkeden 173 yoğun bakım ünitesinin (ülkemizden<br />

bizim merkezin yoğun bakımları dahil<br />

29 ünite) katıldığı 2003-2008 yıllarını içeren<br />

Davut Özdemir<br />

çalışmada; Acinetobacter spp.’de imipenem veya<br />

meropenem direnci; santral kateter ilişkili bakteremide<br />

%46.3, VİP’de %52.4, kateter ilişkili<br />

üriner sistem enfeksiyonlarında %38.9 bulunmuştur.<br />

ABD’de santral kateter ilişkili bakteremide<br />

Acinetobacter spp.’deki imipenem veya<br />

meropenem direnci %29.2’dir. 2007 yılındaki<br />

HİTİT çalışmasında ülkemizde, sefoperazonsulbaktama<br />

%52, imipeneme %55.5 direnç tespit<br />

edilmiştir. Merkezimizdeki 2008 ve 2009<br />

yılları yoğun bakım enfeksiyonlarının karşılaştırıldığı<br />

araştırmada; 2009 yılında yoğun bakım<br />

enfeksiyonu etkeni olan Acinetobacter spp.’de<br />

imipenem direnci %35.3, amikasin direnci<br />

%54.5, sefoperazon-sulbaktam direnci %50<br />

bulunmuş, bir önceki yıla göre amikasin duyarlılığında<br />

anlamlı artış, imipenem ve sefoperazon-sulbaktam<br />

duyarlılığında anlamlı düşüş tespit<br />

edilmiştir (yayınlanmamış veri).<br />

OMP ve PBP’LERDE DEĞİŞİKLİK<br />

Pek çok faklı “Opening of the outer-membrane<br />

protein (OMP)” ve PBP vardır. OMP kaybını<br />

kesin olarak anlamak zor olduğundan OMP<br />

kaybının Acinetobacter’lerdeki antibiyotik direncine<br />

katkısını anlamak da zordur. Bakteriyel<br />

porinler çok bulunmasalar da, porinlerde azalmaya<br />

neden olan mutasyonlar da dirence neden<br />

olur. New York’taki epidemik karbapeneme<br />

dirençli A. baumannii suşlarında 37, 44, 47<br />

kDa’luk OMP’lerin az olduğu, sınıf C sefalosporinazların<br />

fazla olduğu bulunmuştur. İspanya’da<br />

22 ve 33 kDa’luk OMP kaybı ile OXA-24 üretiminin<br />

birlikte olması karbapenem direnciyle<br />

sonuçlanmıştır. Karbapeneme dirençli A.<br />

baumannii’de PBP-2 ekspresyonunda da düşme<br />

vardır. Son zamanlarda A. baumannii’de OprD<br />

(sıklıkla P. aeruginosa’da imipenem direncine<br />

neden olan porin) a homolog 43 kDa’luk protein<br />

tanımlanmıştır. CarO kanal formasyonu, 29<br />

kDa’luk OMP A. baumannii’de imipenem ve<br />

meropenem direncine neden olmaktadır.<br />

EFLUKS POMPALARI<br />

Bu mekanizma ile birkaç farklı antibiyotik sınıfına<br />

direnç gelişir. Bu pompalar antibiyotikler<br />

de dahil bakteri hücre duvarına toksik maddeleri<br />

bakteri dışına atarlar. Farklı bakteri türlerinde<br />

farklı efluks pompası aileleri bulunur. A. baumannii’deki<br />

AdeABC efluks pompası; aminogli-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 253


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Direnç Epidemiyoloji<br />

kozidler, sefotaksim, tetrasiklinler, eritromisin,<br />

kloramfenikol, trimetoprim ve florokinolonları<br />

dışarı atar. Efluks pompalarıyla uyum içinde<br />

çalışan ilave direnç mekanizmaları da vardır.<br />

Efluks pompaları genelde ampC beta-laktamaz<br />

veya karbapenemazlarla birlikte etki gösterir.<br />

AdeABC efluks pompalarının aşırı ekspresyonu<br />

karbapenem hidrolize eden enzimlerle birlikte<br />

yüksek seviyede karbapenem direncine neden<br />

olur. Bu pompaların ekspresyonu adeR ve adeS<br />

genleri kontrolündedir. Bunlardaki tek bir nokta<br />

mutasyonu efluks pompalarının ekspresyonunda<br />

artışa neden olur. Son zamanlarda AbeM adı<br />

verilen yeni bir MDR efluks pompası bulunmuştur.<br />

Bu pompa, antibiyotik substrat olarak sadece<br />

florokinolonları kullanıyor görünmektedir.<br />

Multidrug efluks pompası periplazmik aralıkta<br />

dezenfektanlar ve tigesiklin seviyelerini de<br />

düşürebilir.<br />

AMİNOGLİKOZİDLERE DİRENÇ<br />

AdeABC efluks pompasına ilave olarak aminoglikozid<br />

modifiye edici enzimlerle (AMEs) direnç<br />

gelişebilir. Bu enzimler aminoglikozid fosfotransferaz,<br />

aminoglikozid asetiltransferaz, aminoglikozid<br />

nükleotidil transferazdır. Bu enzimler<br />

dünyanın farklı yerlerinde görülebilir.<br />

Birbirleriyle ilişkisiz A. baumannii suşlarında<br />

benzer AMEs bulunabilir. Günümüze kadar A.<br />

baumannii’de birden çok aminoglikozid sınıfını<br />

modifiye edebilen fonksiyonel enzim bulunmamıştır.<br />

KİNOLONLARA DİRENÇ<br />

DNA girazdaki yapısal değişikliğe ve efluks<br />

pompasına bağlı olarak direnç gelişir.<br />

Klinafloksasin, gatifloksasin, gemifloksasin,<br />

moksifloksasin gibi bazı kinolonların siprofloksasine<br />

göre A. baumannii’ye biraz daha fazla<br />

etkisinin nedeni aydınlatılamamıştır.<br />

TETRASİKLİNLERE DİRENÇ<br />

Tetrasiklinlere ya efluks pompası ya da tetrasiklin<br />

etkisinden korunmuş ribozomal proteinler<br />

aracılığıyla direnç gelişir. TetA ve TetB transpozon<br />

aracılıklı efluks pompalarıdır. TetB hem<br />

tetrasiklinler hem de minosiklin efluksuna<br />

neden olurken, TetA sadece tetrasiklin efluksuna<br />

neden olur. Koruyucu protein ribozomları<br />

tetrasiklin, minosiklin ve doksisiklinin etkisin-<br />

254<br />

den korur. Tigesiklin tetrasiklinlerle akraba bir<br />

glisiklindir. Bu ilaca karşı yüksek oranda olmasa<br />

da gerek ülkemizde gerekse dünyadaki A. baumannii<br />

klinik izolatlarında direnç vardır. Ruzin<br />

ve arkadaşları AdeABC efluks pompasının tigesikline<br />

dirençte rol aldığını doğrulamışlardır. Bu<br />

pompa substrat olarak tigesiklin, gentamisin,<br />

levofloksasin ve kloramfenikolü kullanır.<br />

AdeABC ekspresyonunu regüle eden AdeRS sistemine<br />

ISAba1 girerek bunun yapısını bozar. Bu<br />

durum tigesikline dirençli suşlarda varken tigesikline<br />

duyarlı suşlarda sistem intaktır. Tigesiklin<br />

TetX (plazmid kaynaklı flavin bağımlı<br />

monooksidaz)’in substratı olmasına rağmen bu<br />

enzim A. baumannii klinik izolatlarında bulunamamıştır.<br />

Koruyucu proteinler tigesiklin direncine<br />

neden olmamaktadır.<br />

POLİMİKSİNLERE DİRENÇ<br />

2001 yılında polimiksine dirençli A. baumannii<br />

rapor edilmiştir. Heterorezistans da bildirilmiştir<br />

ve bu izolatların tespiti de zordur. Kolistin<br />

direncinde dış membran lipopolisakkaridlerinde<br />

değişim, ilacın proteolitik yıkılması ve geniş<br />

spektrumlu efluks pompası sorumlu tutulmaktadır.<br />

Polimiksin kullanımının artması ile kolistin<br />

direncinin artmasından korkulmaktadır.<br />

İtalya’da 2004-2009 yılları arasında kolistin<br />

duyarlılığının %100 olarak devam ettiği bulunmuştur.<br />

Ülkemizde ve dünyada az da olsa kolistin<br />

direnci bildirilmektedir. Nadiren kolistine<br />

dirençli, diğer antibiyotiklere duyarlı suşlar da<br />

olabilmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Allen DM, Hartman BJ. Acinetobacter species. In: Mandell<br />

GL, Bennett JE, Dolin R (eds). Mandell, Douglas, and<br />

Bennett’s Principles and Practice of Infectious Diseases.<br />

7 th ed. Philadelphia: Churchill Livingstone, 2010:2881-5.<br />

2. Çalışkan A. Acinetobacter’lerde Direnç ve Klonal İlişkinin<br />

Araştırılması Uzmanlık Tezi. T.C. İnönü Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesi. Malatya 2008.<br />

3. D'Arezzo S, Principe L, Capone A, Petrosillo N, Petrucca<br />

A, Visca P. Changing carbapenemase gene pattern in an<br />

epidemic multidrug-resistant Acinetobacter baumannii<br />

lineage causing multiple outbreaks in central Italy. J<br />

Antimicrob Chemother 2011;66:54-61.<br />

4. Garnacho-Montero J, Amaya-Villar R. Multiresistant<br />

Acinetobacter baumannii infections: epidemiology and<br />

management. Curr Opin Infect Dis 2010;23:332-9.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


5. Gur D, Hascelik G, Aydin N, Telli M, Gultekin M, Ogulnc<br />

D, et al. Antimicrobial resistance in gram-negative hospital<br />

isolates: results of the Turkish HITIT-2 Surveillance<br />

Study of 2007. J Chemother 2009;21:383-9.<br />

6. Huang LY, Lu PL, Chen TL, Fung CP, Siu LK. Molecular<br />

characterization of beta-lactamase genes and their genetic<br />

structures in Acinetobacter genospecies 3 isolates in<br />

Taiwan. Antimicrob Agents Chemother 2010;54:2699-<br />

703.<br />

7. Kuşcu F, Öztürk DB, Tütüncü EE, Uslu M, Gürbuz Y, Gülen<br />

G, Şencan İ. Çoğul antibiyotik dirençli Acinetobacter baumannii<br />

izolatlarında tigesiklin duyarlılık oranlarının E-TestR<br />

yöntemiyle araştırılması. Klimik Dergisi 2009;22:48-51.<br />

8. Leblebicioglu H, Rosenthal VD, Arikan OA, Ozgültekin A,<br />

Yalcin AN, Koksal I, et al.; Turkish Branch of INICC.<br />

Device-associated hospital-acquired infection rates in<br />

Turkish intensive care units. Findings of the International<br />

Nosocomial Infection Control Consortium (INICC). J Hosp<br />

Infect 2007;65:251-7.<br />

9. Lim YM, Shin KS, Kim J. Distinct antimicrobial resistance<br />

patterns and antimicrobial resistance-harboring genes<br />

according to genomic species of Acinetobacter isolates. J<br />

Clin Microbiol 2007;45:902-5.<br />

10. Mansur A, Kuzucu Ç, Ersoy Y, Yetkin F. İnönü Üniversitesi<br />

Turgut Özal Tıp Merkezinde 2008 yılında yatan hastalardan<br />

izole edilen Acinetobacter suşlarının antibiyotik<br />

duyarlılıkları. ANKEM 2009;23:177-81.<br />

11. Mendes RE, Bell JM, Turnidge JD, Castanheira M, Jones<br />

RN. Emergence and widespread dissemination of OXA-<br />

23, -24/40 and -58 carbapenemases among Acinetobacter<br />

spp. in Asia-Pacific nations: report from the SENTRY<br />

Surveillance Program. J Antimicrob Chemother<br />

2009;63:55-9.<br />

12. Merino M, Acosta J, Poza M, Sanz F, Beceiro A, Chaves F,<br />

et al. OXA-24 carbapenemase gene flanked by XerC/<br />

XerD-like recombination sites in different plasmids from<br />

different Acinetobacter species isolated during a nosocomial<br />

outbreak. Antimicrob Agents Chemother<br />

2010;54:2724-7.<br />

13. Munoz-Price LS, Weinstein RA. Acinetobacter infection. N<br />

Engl J Med 2008;358:1271-81.<br />

Davut Özdemir<br />

14. Oh JY, Jeong YW, Joo HS, Chong WS, Lee JC, Tamang<br />

MD, et al. Distribution of genomic species and antimicrobial<br />

susceptibility in Acinetobacters isolated from Gangjin<br />

Bay, Korea Journal of Bacteriology and Virology<br />

2009;39:247-56.<br />

15. Oncul O, Keskin O, Acar HV, Kucukardali Y, Evrenkaya R,<br />

Atasoyu EM, et al. Hospital-acquired infections following<br />

the 1999 Marmara earthquake. J Hosp Infect 2002;51:<br />

47-51.<br />

16. Özdemir M, Erayman İ, Gündem NS, Baykan M, Baysal B.<br />

Hastane infeksiyonu etkeni Acinetobacter suşlarının çeşitli<br />

antibiyotiklere duyarlılıklarının araştırılması. ANKEM<br />

2009;23:127-32.<br />

17. Perez F, Hujer AM, Hujer KM, Decker BK, Rather PN,<br />

Bonomo RA. Global challenge of multidrug-resistant<br />

Acinetobacter baumannii. Antimicrob Agents Chemother<br />

2007;51:3471-84.<br />

18. Turner PJ. MYSTIC Europe 2007: activity of meropenem<br />

and other broad-spectrum agents against nosocomial<br />

isolates Diagn Microbiol Infect Dis 2009;63:217-22.<br />

19. Rosenthal VD, Maki DG, Jamulitrat S, Medeiros EA, Todi<br />

SK, Gomez DY, et al.; INICC Members. International<br />

Nosocomial Infection Control Consortium (INICC) report,<br />

data summary for 2003-2008, issued June 2009. Am J<br />

Infect Control 2010;38:95-104.<br />

20. Saltoğlu N. A. baumannii İnfeksiyonları ve <strong>Tedavi</strong>si. XIII.<br />

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları<br />

Kongresi kitabı. Antalya, 2007:204-7.<br />

21. Vahaboglu H, Ozturk R, Aygun G, Coskunkan F, Yaman<br />

A, Kaygusuz A, et al. Widespread detection of PER-1-type<br />

extended-spectrum beta-lactamases among nosocomial<br />

Acinetobacter and Pseudomonas aeruginosa isolates in<br />

Turkey: a nationwide multicenter study. Antimicrob<br />

Agents Chemother 1997;41:2265-9.<br />

22. Vahaboglu H, Budak F, Kasap M, Gacar G, Torol S,<br />

Karadenizli A, et al. High prevalence of OXA-51-type<br />

class D beta-lactamases among ceftazidime-resistant clinical<br />

isolates of Acinetobacter spp.: co-existence with<br />

OXA-58 in multiple centres. J Antimicrob Chemother<br />

2006;58:537-42.<br />

23. Vahaboğlu H. Acinetobacter infeksiyonları. ANKEM<br />

2008;22(Ek 2):44-45.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 255


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

Doç. Dr. Elif Doyuk Kartal<br />

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı<br />

Eskişehir<br />

257


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

Acinetobacter türleri sıklıkla çoklu dirençli<br />

olup, son yıllarda artan oranlarda birçok<br />

salgın rapor edilmiştir. Salgın türleri hastanede<br />

endemik olabilmektedir. Acinetobacter’ler hem<br />

kuru yüzeylerde hem de suda uzun süre yaşayabilir.<br />

Salgınlarda çevresel kontaminasyon %3-50<br />

oranında rapor edilmiştir. Kolonize yüzeyler<br />

yatak parmaklıkları, komidinler, ventilatör<br />

yüzeyleri, lavabolar, küvetler, vakum ekipmanı,<br />

yataklar, resüsitasyon ekipmanı, perdeler, hastanın<br />

tutunduğu askılar, paspaslar, kovalar,<br />

kapı kolları, stetoskoplar, inkübatörler ve bilgisayar<br />

klavyelerini içermektedir. Formika yüzeylerde<br />

bir-iki hafta ve daha uzun süre canlılığını<br />

koruyabilir. Respiratör sistem ekipmanının<br />

kolonizasyonu sıktır. Sağlık çalışanlarının ellerinde<br />

de kolonizasyon gösterilmiştir (Tablo 1).<br />

Hastane ortamındaki bu mikroorganizmanın<br />

persistansı ve geçişi; seçici antibiyotik baskısı,<br />

kolonize ya da enfekte çok sayıda hastadan<br />

geçiş potansiyelinde artma (kolonizasyon<br />

basıncı), korunma önlemlerine uyumsuzluk ve<br />

duyarlı hastaların var olmasıyla mümkündür.<br />

Kolonize ya da enfekte hasta olduğunda çevresel<br />

kolonizasyon artar. Hastalar taburcu edildikten<br />

13 gün sonra bile çevresel kontaminasyonun<br />

devam ettiği gösterilmiştir. Özellikle<br />

altta yatan medikal durumun konak defansını<br />

bozduğu ciddi hastalığı olanlar, yoğun antimikrobiyal<br />

kullanımı olan, yakın zamandaki cerrahi<br />

girişim veya santral-üriner kateter, endotrakeal<br />

tüp, mekanik ventilasyon gibi medikal<br />

araçların kullanıldığı hastalar kolonizasyon ve<br />

enfeksiyona duyarlı hastalardır (Tablo 2).<br />

Tablo 1. Acinetobacter baumannii salgınlarında<br />

çevresel kontaminasyon göstergeleri<br />

Vakum ekipmanı<br />

Lavabolar<br />

Yatak baş ucu<br />

Yatak ayak ucu<br />

Masa<br />

Ventilatör<br />

İnfüzyon pompaları<br />

Küvet<br />

Su tutan/nem çeken bandajlar<br />

Yastıklar<br />

Yatak<br />

Hasta duş yatağı<br />

Resüsitasyon ekipmanı<br />

Paslanmaz çelik servis arabası<br />

258<br />

Tablo 2. Acinetobacter baumannii enfeksiyon/<br />

kolonizasyon risk faktörleri<br />

Prematürite<br />

Girişimler (cerrahi, kateterizasyon, mekanik ventilasyon<br />

ve süresi)<br />

Önceki antimikrobiyal tedavi öyküsü (karbapenemler,<br />

florokinolonlar, üçüncü kuşak sefalosporinler,<br />

aminoglikozidler)<br />

Kan ürünleri alımı<br />

Kontamine parenteral solüsyonlar<br />

Enteral beslenme<br />

Hastane koşulları (yatış uzunluğu, fazla iş yükü,<br />

enfekte/kolonize hastaların yoğun bulunduğu<br />

kliniklere yatma)<br />

Literatür kayıtlarına bakıldığında başlıca yoğun<br />

bakımlarda çok sayıda asinetobakter salgını<br />

rapor edilmiştir. Bu çalışmalarda genel anlamda<br />

risk faktörleri araştırılmış olup enfeksiyon kontrol<br />

önlemleri bu risk faktörlerine odaklanmıştır.<br />

Romanelli ve arkadaşlarının çalışmalarında kültür<br />

sürveyansı, temas önlemleri, kohortlama,<br />

kaynak saptama ve çevresel kontrolün önemli<br />

olduğu, salgın süresince hastane enfeksiyon<br />

kontrol komitesi tarafından sistematik olarak<br />

önlemlerin uygulanıp uygulanmadığının izlenmesi<br />

gerektiği vurgulanmıştır. Bir ‘‘yardımcı<br />

takım’’ salgın verileri, mikrobiyolojik sonuçlar<br />

ve kontrol önlemleri konusunda direkt bilgi<br />

sahibi olmalıdır. Sağlık çalışanlarının önlemlere<br />

uyumu en önemli konudur. Enfeksiyon kontrol<br />

önlemleri asla kesintiye uğramamalıdır. Konu<br />

ile ilgili ve önerileri içeren broşürler hazırlanarak<br />

tüm uzmanlara dağıtılmalı, ayrıca hastane<br />

enfeksiyon kontrol komitesi antimikrobiyal kullanımını<br />

denetlemeli, mikroorganizmanın<br />

direncinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla<br />

A-I kanıt düzeyinde antimikrobiyal tedavi protokolleri<br />

hazırlamalıdır. Araştırmacılar en önemli<br />

korunma yollarından birinin karbapenem kullanımından<br />

kaçınmak ve endikasyonu olduğunda<br />

mümkünse alternatif olarak polimiksin kullanılmasını<br />

önermişlerdir.<br />

Rose ve arkadaşlarının yakın zamanda yapmış<br />

oldukları bir çalışmada asinetobakter salgınında,<br />

yoğun bakıma özel olarak tahsis edilmiş<br />

enfeksiyon kontrol hemşiresi liderliğinde, çoklu<br />

önlemlerin salgın kontrolünde etkisi araştırılmıştır.<br />

Ölçüm parametreleri; asinetobakter<br />

kolonizasyon oranı, el hijyenine uyum ve el<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


hijyeni solüsyon kullanımı miktarları ve diğer<br />

nozokomiyal enfeksiyonların laboratuvar saptamasıdır.<br />

Salgının ilk 12 ayında aylık kolonizasyon<br />

oranı 3.1 olgu/100 yatış günü iken (önceki<br />

ayda 0.5 iken artmıştı), kontrol programını<br />

takip eden 20 ayda aylık kolonizasyon oranı 1.5<br />

olgu/100 yatış gününe düşmüştür. İlk altı ayda<br />

el hijyeni uyumu %33’ten %49’a çıkarılmış,<br />

ancak ikinci 12 ay sonunda tekrar %39’a düşmüştür.<br />

Ortalama el antiseptiği kullanım miktarı<br />

1000 yatış günü için 24 L’den 148 L’ye çıkmıştır.<br />

Çalışmanın sonucunda asinetobakter kolonizasyonunun<br />

azaltılmasında haftanın yedi<br />

günü yoğun bakıma tahsis edilmiş enfeksiyon<br />

kontrol hemşiresinin liderliğinde çoklu biçimli<br />

enfeksiyon kontrol programları en etkili strateji<br />

olarak belirlenmiştir.<br />

La Forgia ve arkadaşları 38 aylık periyotta sunulan<br />

raporlarında, bir yoğun bakımda ortaya<br />

çıkan çoklu dirençli Acinetobacter baumannii<br />

salgınını haftada bir sodyum hipokloridle püskürtme<br />

protokolü ile çevresel dezenfeksiyon<br />

uygulayarak durdurabildiklerini belirtmişlerdir.<br />

Yazarlar A. baumannii salgınında çevresel rezervuarın<br />

sistematik olarak araştırılması ve takiben<br />

dekontaminasyonun önemini vurgulamışlardır.<br />

Bir cerrahi kliniği ve bir yoğun bakımdaki eş<br />

zamanlı salgının araştırmasında ise tek kullanımlık<br />

aletlerin (respiratuar ekipman) standartların<br />

altında iyi temizlenmeden tekrar kullanıldığı<br />

fark edilip salgın kaynağı olarak gösterilmiştir.<br />

Birçok kontrol önleminin birlikte uygulanımı<br />

ile salgın kontrol altına alınabilmiştir.<br />

Enoch ve arkadaşları araştırmalarında yoğun<br />

bakımda karbapeneme dirençli bir A. baumannii<br />

salgınında alınan çevresel örneklerde yoğun<br />

kontaminasyon olduğu gözlenmiştir. İdarenin<br />

erken katılımı, hastaların ayrılması, çevre ve<br />

hastaların taranması, çevresel temizlik ile el hijyeninde<br />

artma, klinik olarak teyakkuzda olma<br />

sayesinde salgın kontrol altına alınabilmiştir.<br />

Yazarlar salgının kontrol altına alınmasında<br />

multidisipliner yaklaşımın zorunlu olduğunu<br />

vurgulamışlardır.<br />

Yoğun bakımın kapatılması ile kontrol altına<br />

alınabilen salgın olguları da bulunmaktadır.<br />

“Centers for Disease Control and Prevention<br />

(CDC)” 2006 yılında sağlık bakım kurumlarında<br />

çoklu dirençli mikroorganizmaların yönetimi<br />

Elif Doyuk Kartal<br />

ile ilgili kılavuz hazırlamıştır. Buna göre çoklu<br />

dirençli mikroorganizmalardan korunma ve<br />

kontrolün ana başlıkları şu şekildedir:<br />

1. Enfeksiyonların önlenmesi,<br />

2. Çoklu dirençli mikroorganizmaların geçişinin<br />

kontrolü ve önlenmesi,<br />

3. Kontrol müdahaleleri. Yedi kategoride toplanmıştır:<br />

a. İdari önlemler,<br />

b. Akılcı antimikrobiyal kullanımı,<br />

c. Sürveyans (rutin ve artırılmış),<br />

d. Standart ve temas önlemleri,<br />

e. Çevresel önlemler,<br />

f. Eğitim,<br />

g. Dekolonizasyon.<br />

Yönetim desteği, ana hatları ile;<br />

1. Daha etkin bir iletişim sistemi ve sistemde<br />

gerekli değişiklikleri hızla yapmak (daha önceden<br />

çoklu dirençli bakterilerle kolonize ya da<br />

enfekte olan hastaları tekrar yatışta tanımlayan<br />

bilgisayar uyarı sistemi),<br />

2. Yeterli alkol bazlı en dezenfektanları-dispersırları<br />

sağlamak ve gerekli yerlere, gerekli sayıda<br />

lavabo yerleştirmek,<br />

3. Yeterli personeli sağlamak,<br />

4. Çoklu dirençli mikroorganizmalar için önerilen<br />

enfeksiyon kontrol uygulamalarına uyumun<br />

artırılması (el hijyeni, standart ve temas önlemleri)<br />

ve sağlık personelinin uyumunun kontrol<br />

edilmesini (gözle izlem, kamera yerleştirme,<br />

denetleyici ekip) içermektedir.<br />

Eğitimde hedeflenen çoklu dirençli mikroorganizma<br />

probleminin kavranması ile ilgili davranışsal<br />

değişiklikleri sağlamaktır. İlgili ünitelerle<br />

birlikte rehberler hazırlamak, ortak-sık toplantılar<br />

yapmak, birebir ve sürekli eğitim çalışmaları<br />

sağlamak önerilmektedir. Verilen eğitimin<br />

ölçme, değerlendirme ve geri bildirimi yapılmalıdır.<br />

Akılcı antibiyotik kullanımı; eğitim, kısıtlı formüller,<br />

önceki onaylı programlar, otomatik sonlanan<br />

orderler, ilaç firmalarının baskısına karşı<br />

akademik girişimler, dönüşümlü antibiyotik<br />

kullanımı, bilgisayar destekli programlar ve<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 259


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

Korunma<br />

gereksiz kombinasyonların önüne geçmek gibi<br />

konuları içermektedir.<br />

Sürveyans; çoklu dirençli mikroorganizma üreyen<br />

hastaların listesi çıkarılmalı, antibiyotik<br />

duyarlılık paternleri izlenmelidir. Dirençli mikroorganizmaların<br />

sıklığı (organizma spesifikalet<br />

ilişkili insidans dansite hızı, organizma<br />

spesifik, girişim spesifik insidans dansite hızı)<br />

takip edilmelidir. Kültür sonuçları enfeksiyon,<br />

kolonizasyon sıklığı açısından değerlendirilmelidir.<br />

Çoklu dirençli izolatların moleküler tiplemesi<br />

klonal geçişi doğrulamak için yapılabilir.<br />

Kültür almak için en uygun zaman; kültür<br />

intervalleri henüz tam olarak tanımlanmamıştır.<br />

Birçok raporda kültürler hastaneye başvuru<br />

zamanında veya müdahale odasında veya belirlenmiş<br />

ünitelerden başka bir üniteye ya da tam<br />

tersi transfer zamanında elde edilmiştir. Bazı<br />

hastanelerde periyodik (haftalık) kültürler tercih<br />

edilmektedir. Diğerleri ise çoklu dirençli<br />

bakteriyle kolonize hasta ile temas, antibiyotik<br />

teması, yüksek riskli ünitede uzun süre yatma<br />

gibi risk faktörleri varlığında izlem kültürleri<br />

almaktadır. Gram-negatif bakterilerin saptanmasında<br />

perirektal ya da rektal sürüntü tek<br />

başına ya da orofarengeal, endotrakeal, inguinal<br />

veya yara kültürleri ile birlikte kullanılır. Ancak<br />

birçok gram-negatif basil için standardize edilmiş<br />

besiyeri olmaması bir dezavantajdır.<br />

Standart ve temas önlemleri; CDC 1996 yılından<br />

beri çoklu dirençli bakteriler için standart<br />

ve temas önlemlerinin kullanımını önermektedir.<br />

Çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />

ile kolonize olgularda temas önlemlerinin<br />

uygulama süresi VRE ve MRSA’da olduğu gibi<br />

henüz çözümlenmemiş bir konudur. Çünkü<br />

çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />

ile enfeksiyon ya da kolonizasyon sıklıkla bir<br />

salgın ile ilişkilidir. Yapılan çalışmalardan elde<br />

eldilen bazı ipuçlarına göre bir salgın durumunda<br />

alınan tedbirler bilinen kolonize olgular ve<br />

daha önceden enfekte tüm olgular için süresiz<br />

devam etmelidir. Hedef çoklu dirençli mikroorganizmalar<br />

için bir haftayı aşan izlem süresinde<br />

üç ya da daha fazla alınan kültür negatif gelirse<br />

veya özellikle akıntılı yarası, yoğun solunum<br />

sekresyonu olmayan, çoklu dirençli mikroorganizma<br />

pozitifliği devam eden bir hasta ile temas<br />

delili olmayan ve birkaç haftadır antimikrobiyal<br />

tedavi almayan bir hastada iki kültürün tekrar<br />

260<br />

tekrar negatif gelmesi durumunda temas önlemleri<br />

bırakılabilir.<br />

Çevresel önlemler; bu mikroorganizmalar çevresel<br />

yüzeylerde ve medikal aletlerde sıklıkla<br />

bulunmaktadır. Ancak rutin çevresel kültür<br />

önerilmemektedir. Ancak salgın durumunda<br />

kaynak araştırılması durumunda uygulanabilir.<br />

Dekolonizasyon MRSA gibi bası spesifik çoklu<br />

dirençli mikroorganizmalarda kullanılmaktadır.<br />

Ancak rutin kullanımda önerilmemektedir.<br />

Çoklu dirençli gram-negatif mikroorganizmalar<br />

için bir öneri bulunmamaktadır.<br />

Aktif ve Pasif Bağışıklama<br />

Çok az virülans faktörü tanımlanmış olması<br />

nedeniyle A. baumannii için bir aşı gelişimi çok<br />

zor görünmekle birlikte yakın zamanda yapılan<br />

bir çalışmada A. baumannii inaktive tam hücre<br />

(IWC) aşısı aktif ve pasif immünizasyonu bir<br />

fare sepsisi modelinde değerlendirilmiştir.<br />

Aşının çoklu A. baumannii’ye karşı korumayı<br />

gösteren antikor yanıtını güçlü bir şekilde sağladığı<br />

gösterilmiştir. Ayrıca, serum ile yapılan<br />

pasif immünizasyonla antikor düzeyinin artırılması<br />

ile takip eden enfeksiyona karşı koruma<br />

sağladığı gösterilmiştir. Sonuçta inaktive tam<br />

hücre aşısı kullanılarak yapılan aktif ve pasif<br />

immünizasyonun A. baumannii enfeksiyonlarından<br />

korunmada etkili bir yaklaşım olabileceği<br />

rapor edilmiştir. Başka bir çalışmada A.<br />

baumannii’nin bakteriyel membranından elde<br />

edilen çoklu yüzey antijenlerini içeren bir dış<br />

membran kompleks aşısı yine fare sepsis modelinde<br />

denenmiştir. Aşılama postenfeksiyon bakteriyel<br />

yükü azaltabilen, serumda postenfeksiyon<br />

proenflamatuvar sitokin düzeylerini azaltabilen<br />

hümoral ve hücresel yanıtı sağlamıştır ve<br />

insan klinik izolatlarından elde edilen A. baumannii<br />

ile oluşturulan enfeksiyondan fareleri<br />

koruyabilmiştir. Tek bir doz aşı immünizasyon<br />

sonrası sadece altı gün koruyucu immünite sağlayabilmiştir.<br />

İlave olarak antiserum enfeksiyonlu<br />

naiv farelerin terapötik olarak kurtarılmasında<br />

başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Bu çalışmanın<br />

sonucu göstermiştir ki profilaktik aşılama<br />

ve dış membran kompleks aşı temelinde oluşturulan<br />

antikor temelli tedaviler bu patojenin<br />

neden olduğu morbidite ve mortalitenin önlenmesinde<br />

uygulanabilir yaklaşımlar olabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Sonuç olarak; Acinetobacter özellikle yoğun<br />

bakımlarda çevresel yüzeylerde uzun süre yaşama<br />

kapasitesine sahip bir mikroorganizma olup<br />

tüm dünyada özellikle yoğun bakımlarda yatan<br />

hastalar için önemli bir tehdit olmaya devam<br />

etmektedir. Ulusal ve uluslararası koruma,<br />

önlem önerilerinin yanı sıra bu mikroorganizmaların<br />

epidemiyolojik özellikleri ve risk faktörleri<br />

her hastane ve her yoğun bakımda tekrar<br />

tekrar gözden geçirilerek korunma için gerekli<br />

önlemler alınmalıdır. Bu önlemlerin başında<br />

sürveyans, kaynağın erken saptanması, el hijyeninin<br />

iyileştirilmesi ve çevresel kontaminasyonun<br />

önlenmesi ve alınacak önlemlerin uygulanımının<br />

denetlenmesi ve devamlılığının sağlanması<br />

gelmektedir. Aşı çalışmaları henüz yeni<br />

başlamış olup sonuçları yakından izlenmelidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Aygün G, Demirkan O, Utku T, et al. Environmental contamination<br />

during a carbapenem-resistant Acinetobacter<br />

baumannii outbreak in an intensive care unit. J Hosp<br />

Infect 2002;52:259-62.<br />

2. Castro Romanelli RM, Jesus LA, Clemente WT, et al.<br />

Outbreak of resistant Acinetobacter baumannii-measures<br />

and proposal for prevention and control. The Brazil J<br />

Infect Dis 2009;13:341-7.<br />

3. Cohen AL, Calfee D, Fridkin SK, et al. Recommendations<br />

for metrics for multidrug-resistant organism in healthcare<br />

settings: SHEA/HICPAC position paper. Infect Control<br />

Hosp Epidemiol 2008;29:901-13.<br />

4. Enoch DA, Summers C, Brown NM, et al. Investigation<br />

and management of an outbreak of multidrug-carbapenem-resistant<br />

Acinetobacter baumannii in Cambridge,<br />

UK. J Hosp Infect 2008;70:109-18.<br />

5. Falagas ME, Koterides P. Risk factors for the isolation of<br />

multidrug-resistant Acinetobacter baumannii and<br />

Pseudomonas aeruginosa; a systematic review of the<br />

literature. J Hosp Infect 2006;64:7-15.<br />

Elif Doyuk Kartal<br />

6. Fournier PE, Richer H. The epidemiology and control of<br />

Acinetobacter baumannii in health care facilities. Clin<br />

Infect Dis 2006;42:692-9.<br />

7. Garcia-Ortega L, Arch O, Perez-Canosa C, et al. Control<br />

measures for Acinetobacter baumannii: a survey of<br />

Spanish hospitals. Eferm Infecc Microbiol Clin<br />

2010;29(Epub ahead of print).<br />

8. La Forgia C, Franke J, Hacek DM, et al. Management of a<br />

multidrug-resistant Acinetobacter baumannii outbreak in<br />

an intensive care unit using novel environmental disinfection:<br />

a-38-month report. Am J Infect Control 2010;38:<br />

259-63.<br />

9. McConnell MJ, Doniguez-Herrera J, Smani Y, Lopez-Rojas<br />

R, Docobo-Perez F, Pachon J. Vaccination with outher<br />

membrane complexes elicits rapid protective immunity to<br />

multidrug-resistant Acinetobacter baumannii. Infect<br />

Immun 2011;79:518-26.<br />

10. McConnell MJ, Pachon J. Active and passive immunization<br />

against Acinetobacter baumannii using an inactivated<br />

whole cell vaccine. Vaccine 2011:1-5.<br />

11. Pimentel JD, Low J, Styles K, Haris OC, Hughes A, Athan<br />

E. Control of an outbreak of multidrug-resistant<br />

Acinetobacter baumannii in an intensive care unit and a<br />

surgical ward. J Hosp Infect 2005;59:249-53.<br />

12. Rose L, Rogel K, Redl L, Cade JF. Implementation of a multimodal<br />

infection control program during an Acinetobacter<br />

outbreak. Intens Crit Care Nurs 2009;25:57-63.<br />

13. Siegel JD, Rhinehard E, Jackson M, Chiarelllo L; Healthcare<br />

Infection Control Practices Advisory Commitee.<br />

Management of multidrug-resistant organism in healthcare<br />

setting, 2006. http//www.cdc.gov/ncidod/dhqp/<br />

pdf/ar7mdroGuideline2006<br />

14. Towner KJ. Acinetobacter: an old friend, but a new<br />

enemy. J Hosp Infect 2009;73:355-63.<br />

15. Villegas MV, Harstein AI. Acinetobacter outbreaks, 1077-<br />

2000. Infect Control Hosp Epidemiol 2003;24:284-95.<br />

16. Wilks M, Wilson A, Warwick S, et al; Healthcare Infection<br />

Control Practices Advisory Commitee. Control of an outbreak<br />

of multidrug-resistant Acinetobacter baumannii-calcoaceticus<br />

colonization and infection in an intensive care<br />

unit (ICU) without closing the ICU or placing patients in<br />

isolation. Infect Control Hosp Epidemiol 2006;27:654-8.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 261


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Doç. Dr. Nurcan Baykam<br />

SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

1. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği<br />

Ankara<br />

263


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

Acinetobacter türleri gram-negatif, nonfermentatif,<br />

oksidaz negatif kokobasiller olup<br />

dış ortamda günlerce canlı kalabilirler ve kuruluğa<br />

dirençlidirler. Acinetobacter baumannii sıklıkla<br />

bakteremi, hastane kökenli pnömoni veya<br />

ventilatörle ilişkili pnömoni (VİP), kateter ilişkili<br />

enfeksiyonlar, üriner sistem enfeksiyonları<br />

ve nadiren de endokardite yol açar. Hastane<br />

enfeksiyon etkenleri arasında sıklığı giderek<br />

artmaktadır. Birçok çalışmada A. baumannii’nin,<br />

başta yoğun bakım üniteleri (YBÜ) olmak<br />

üzere, birçok salgının tespit edilen etkeni olduğu<br />

gösterilmiştir. Asinetobakter enfeksiyonları<br />

için YBÜ’de yatma, mekanik ventilasyon ve<br />

geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı en<br />

önemli risk faktörleridir. Bütün dünyada hastane<br />

kökenli enfeksiyon etkeni olarak gittikçe<br />

daha büyük bir problem haline gelen ve yüksek<br />

mortalite ile seyreden enfeksiyonlara yol açan<br />

A. baumannii, birçok antibiyotiğe karşı geliştirdiği<br />

direnç ile tedavi konusunda da biz hekimleri<br />

oldukça zor durumda bırakmaktadır.<br />

Hastalardan izole edilen her Acinetobacter,<br />

enfeksiyon etkeni olarak kabul edilmemeli,<br />

kolonizasyon olabileceği mutlaka değerlendirilmelidir.<br />

Kolonize hastada tespit edilen<br />

Acinetobacter tedavi gerektirmez ancak diğer<br />

taraftan A. baumannii’ye bağlı gelişen herhangi<br />

bir nozokomiyal enfeksiyon da hızla patojenin<br />

duyarlı olduğu antibiyotiklerle tedaviyi gerektirir.<br />

A. baumannii ile gelişen enfeksiyon tedavisinde<br />

sıklıkla kullanılan ve etkin olan tedavi seçenekleri<br />

içinde seftazidim, karbapenemler, sulbaktam,<br />

piperasilin-tazobaktam, kinolonlar (örn.<br />

levofloksasin), sefepim, polimiksin E ve B, minosiklin,<br />

doksisiklin ve tigesiklin bulunmaktadır.<br />

Diğer taraftan A. baumannii suşlarının birçoğunun<br />

penisilinler, ampisilin, karbenisilin, makrolidler,<br />

ikinci ve üçüncü kuşak sefalosporinler,<br />

siprofloksasin ve kloramfenikol gibi birçok antimikrobiyal<br />

ajana dirençli olduğu bilinmektedir.<br />

Dahası, tüm aminoglikozidlere karşı da hızla<br />

direnç gelişmektedir. Asya ve Avrupa ülkelerinde<br />

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nden çok<br />

daha fazla olarak Acinetobacter’lerde aminoglikozid<br />

ve piperasilin-tazobaktam direnci bildirilmektedir.<br />

<strong>Tedavi</strong> sırasında gelişen florokinolon<br />

direnci de bildirilmektedir. Bu durum efluks<br />

pompasının aktivasyonu sonucu direnç gelişen<br />

diğer antibiyotik gruplarında da direnç gelişme-<br />

264<br />

sine yol açmaktadır. Antibiyotik kullanımı ile de<br />

ilişkili olan ve gittikçe artan oranda karşımıza<br />

çıkan çoklu ilaca dirençli (ÇİD) A. baumannii<br />

enfeksiyonlarının tedavisi için kullanabileceğimiz<br />

antibiyotiklerden çok az seçenek kalmıştır.<br />

Sulbaktam<br />

Beta-laktamaz inhibitörü olan sulbaktam ÇİD<br />

asinetobakter enfeksiyonlarında bir seçenek<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır. Sulbaktam, penisilin<br />

bağlayan proteine olan afinitesi sonucu<br />

birçok ÇİD Acinetobacter tipine “in vitro” spesifik<br />

intrensek bakterisidal aktiviteye sahip bir<br />

beta-laktamaz inhibitörüdür. Sulbaktamın yarılanma<br />

ömrü ortalama bir saattir. Sulbaktamın<br />

orta düzeyde imipeneme dirençli A. baumannii<br />

izolatlarına karşı etkin olduğu gösterilmiştir.<br />

Beraberinde beta-laktam bulunması sulbaktam<br />

aktivitesini artırmamaktadır. Birçok ülkede<br />

piyasada bulunan, ampisilin ile kombinasyon<br />

formudur. Normal böbrek fonksiyonu olan kişilerde<br />

2/1 oranda ampisilin/sulbaktam, altı saatte<br />

bir kullanılmaktadır. İlk yapılan çalışmalarda<br />

ÇİD olanlar dahil olmak üzere A. baumannii<br />

izolatlarında sulbaktam veya sulbaktam ampisiline<br />

yüksek düzeyde duyarlılık bildirilmekteydi.<br />

Sulbaktam/ampisilin kombinasyonu nozokomiyal<br />

A. baumannii enfeksiyonlarında hem etkin<br />

hem de ucuz olması nedeniyle öne sürülmüştür.<br />

Ancak son çalışmalarda başta karbapeneme<br />

dirençli izolatlar olmak üzere sulbaktamın A.<br />

baumannii’ye karşı antimikrobiyal duyarlılığının<br />

azaldığı bildirilmektedir. Yine de sulbaktam,<br />

karbapeneme dirençli A. baumannii suşlarının<br />

bir kısmına karşı sahip olduğu antimikrobiyal<br />

etkinlik nedeniyle tedavi seçeneklerinden biridir.<br />

Karbapenemler<br />

Karbapenemler (imipenem, meropenem, doripenem)<br />

son yıllarda karbapeneme dirençli A.<br />

baumannii izolatlarının bildirilmesine kadar A.<br />

baumannii enfeksiyonları tedavisinin en önemli<br />

tedavi ajanları idi. Ancak tüm dünyada hızla<br />

artan karbapeneme dirençli suşların bildirilmesi<br />

ile tedavide seçenekler büyük ölçüde azalmıştır.<br />

Polimiksinler<br />

Diğer tedavi seçenekleri arasında polimiksinler,<br />

tigesiklin ve aminoglikozidler bulunmaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Polimiksin E (kolistin) ve polimiksin B, ÇİD A.<br />

baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde sıklıkla<br />

kullanılan ajanlardır. Birçok klinik çalışma<br />

polimiksin B’den ziyade kolistinin bu enfeksiyonlardaki<br />

etkinliğini araştırmaktadır.<br />

ÇİD A. baumannii izolatları büyük oranda polimiksinlere<br />

duyarlı bulunmaktadır. Bu nedenle<br />

yıllar önce kullanımda olan ancak yan etkileri<br />

nedeniyle gündemden düşen polimiksinler, ÇİD<br />

gram-negatif enfeksiyon problemi nedeniyle<br />

günümüzde tekrardan gündeme gelmiştir. Tüm<br />

dünyada yoğun bakımlardaki hastane kökenli<br />

ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarında intravenöz<br />

kolistin yaygın olarak kullanılmaktadır. Kolistin,<br />

katyonik bir polipeptid olup birçok gramnegatif<br />

basile karşı aktivitesi olan güçlü bir antimikrobiyal<br />

ajandır.<br />

Normal böbrek fonksiyonu olan hastalarda 2.5-<br />

5.0 mg/kg/gün dozunda, günde genellikle üçe<br />

bölünerek önerilmektedir.<br />

Nozokomiyal ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarının<br />

tedavisinde intravenöz kolistinin etkinliğine<br />

ve güvenilirliğine yönelik çok sayıda çalışma<br />

bulunmaktadır. Retrospektif olarak yoğun<br />

bakımda edinilmiş ÇİD A. baumannii veya<br />

Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonu (çoğunluğu<br />

VİP ve bakteremi) olan 43 ağır seyirli hastanın<br />

irdelenmesinde olguların %74.4’ünde iyi<br />

klinik yanıt alındığı gösterilmiştir. Bu seride<br />

kolistin tedavisi süresince %18.6 olguda böbrek<br />

fonksiyon bozukluğu geliştiği bildirilmiştir. Bu<br />

olguların çoğunluğunun da öncesinde böbrek<br />

yetmezliği öyküsü olduğu tespit edilmiştir.<br />

Nedene bağlı mortalite %27.9 olarak bildirilmiştir.<br />

Son çalışmalar muhtemelen daha düşük doz<br />

kullanımı, farklı ilaç formülasyonları ve dikkatli<br />

yoğun bakım monitörizasyonu nedeniyle daha<br />

düşük oranda toksisite bildirmektedir.<br />

Kolistinin en önemli yan etkileri nefrotoksisite,<br />

nörotoksisite ve solunum yetmezliğine yol açabilen<br />

nöromusküler blokajdır. Ancak birçok<br />

yeni klinik çalışma geçmişte bildirildiğinden<br />

çok daha az nefrotoksisite ve nöroroksisite bildirmektedir.<br />

Tigesiklin<br />

ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde<br />

etkin bir tedavi ajanı olan tigesiklin, yeni bir<br />

glisilsiklin olarak dikkatleri üzerine toplamıştır.<br />

Nurcan Baykam<br />

Geniş sürveyans çalışmaları sonucu in vitro olarak<br />

A. baumannii’nin tigesikline büyük oranda<br />

duyarlı olduğu gösterilmiş olmasına rağmen<br />

klinik çalışmalar çok tatmin edici değildir.<br />

Tigesiklin; minosiklin ve imipeneme dirençli<br />

izolatlar da olmak üzere birçok A. baumannii<br />

klinik suşlarına mükemmel in vitro aktivite göstermektedir.<br />

Tigesiklin, nozokomiyal ÇİD A.<br />

baumannii enfeksiyonlarının tedavisinde genellikle<br />

kombinasyon tedavisinin bir parçası olarak<br />

yer almaktadır. Unutulmaması gereken şey, tigesiklinin<br />

sadece komplike intraabdominal enfeksiyonlar,<br />

komplike deri ve yumuşak doku enfeksiyonları<br />

ve toplum kökenli pnömoni tedavisi<br />

için “Food and Drug Administration (FDA)”<br />

onayı almış olmasıdır. Etkene in vitro olarak<br />

duyarlı olsa da endikasyonu dışı kullanımlarda<br />

klinik başarısızlık olasılığının yüksek olabileceği<br />

unutulmamalıdır.<br />

Son zamanlarda imipeneme dirençli Acinetobacter<br />

izolatlarında tigesiklinin etkin olabileceği gösterilmiştir.<br />

Ancak tigesikline dirençli Acinetobacter<br />

izolatlarını bildiren çalışmalar da mevcuttur.<br />

Tigesikline dirençli Acinetobacter suşlarının bildirilmesi,<br />

tigesiklinin öncelikle Acinetobacter’in<br />

duyarlı olduğu diğer ajanlarla birlikte kombine<br />

olarak kullanılması gerektiğini düşündürmektedir.<br />

Tigesiklinin ÇİD A. baumannii enfeksiyonlarında<br />

kullanılmasını önerebilmek için daha<br />

fazla klinik veriye ihtiyaç vardır.<br />

Kombinasyon <strong>Tedavi</strong>si<br />

Birçok çalışma ile ÇİD A. baumannii’nin çeşitli<br />

antimikrobiyallerin sinerjistik kombinasyonlarına<br />

olan in vitro duyarlılığı araştırılmış ve<br />

sonuçlar bildirilmiştir. Bu kombinasyonlarda<br />

öncelikle karbapenemler, kolistin, rifampisin,<br />

ampisilin-sulbaktam kullanılmış ve test edilmiştir.<br />

Çalışmalar sonucunda ÇİD A. baumannii<br />

izolatlarının karbapenemler, kolistin, rifampisin<br />

ve piperasilin-tazobaktam gibi çeşitli sinejistik<br />

kombinasyonlara in vitro duyarlı oldukları gösterilmiştir.<br />

Karbapenemler birlikte sinerjistik etki gösterdiklerinden<br />

genellikle aminoglikozidler ve<br />

kolistin ile kombinasyon halinde kullanılmaktadırlar.<br />

Karbapenem, sulbaktam, tigesiklin gibi<br />

antimikrobiyaller aminoglikozid, kolistin veya<br />

rifampisin ile kombine edildiklerinde bakterisi-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 265


Asinetobakter Enfeksiyonları:<br />

<strong>Tedavi</strong><br />

dal sinerji gelişmektedir. A. baumannii’ye karşı<br />

bildirilen bu sinerji in vitro çalışmalarda gösterilmiştir.<br />

Beta-laktam ajanların kombinasyonu<br />

ile sinerji artışı gösterilmemiştir. Ancak, asinetobakter<br />

enfeksiyonlarının tedavisinde kombinasyon<br />

tedavisinin monoterapiden daha etkin<br />

olup olmadığı kesin değildir. Hastanın belirgin<br />

bir komorbiditesi yoksa monoterapi yeterli olabilir.<br />

Bakteriyofaj <strong>Tedavi</strong>si<br />

Son raporlar A. baumannii’nin faj tedavisine<br />

duyarlı olduğunu göstermektedir. Acinetobacter<br />

türlerine yönlendirilen bakteriyofaj, in vitro ve<br />

in vivo belirgin litik aktivite göstermektedir.<br />

Ancak ÇİD asinetobakter enfeksiyon tedavisine<br />

yönelik randomize, kontrollü çalışma bulunmadığı<br />

bilinmelidir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. Bassetti M, Righi E, Esposito S, et al. Drug treatment for<br />

multidrug-resistant Acinetobacter baumannii infections.<br />

Future Microbiol 2008;3:649-60.<br />

2. Bassetti M, Repetto E, Righi E, et al. Colistin and rifampicin<br />

in the treatment of multidrug-resistant Acinetobacter<br />

baumannii infections. J Antimicrob Chemother<br />

2008;61:417-20.<br />

3. Dauner DG, May JR, Steele JCH. Assessing antibiotic therapy<br />

for Acinetobacter baumannii infections in an academic<br />

medical center. Eur J Clin Microbiol Infect Dis<br />

2008;27:1021-4.<br />

266<br />

4. Falagas ME, Karveli EA, Siempos II. Acinetobacter infections:<br />

a growing threat for critically ill patients. Epidemiol<br />

Infect 2008;136:1009-19.<br />

5. Falagas ME, Kasiakou SK. Toxicity of polymyxins: a systematic<br />

review of the evidence from old and recent studies.<br />

Crit Care 2006;10:R27.<br />

6. Jones RN, Ferraro MJ, Reller LB, et al. Multicenter studies<br />

of tigecycline disk diffusion susceptibility results for<br />

Acinetobacter spp. J Clin Microbiol 2007;45:227-30.<br />

7. Kallel H, Bahloul M, Hergafi L, et al. Colistin as a salvage<br />

therapy for nosocomial infections caused by multidrugresistant<br />

bacteria in the ICU. Int J Antimicrob Agents<br />

2006;28:366-9.<br />

8. Michalopoulos A, Falagas ME. Treatment of Acinetobacter<br />

infections. Expert Opin Pharmacother 2010;11:779-88.<br />

9. Michalopoulos A, Tsiodras S, Rellos K, et al. Effectiveness<br />

and safety of colistin treatment in patients with ICUacquired<br />

infections due to multiresistant gram-negative<br />

bacteria: the renaissance of an old antibiotic. Clin<br />

Microbiol Infect 2005;11:115-21.<br />

10. Murray CK, Hospenthal DR. Treatment of multidrug resistant<br />

Acinetobacter. Curr Opin Infect Dis 2005;18:502-6.<br />

11. Mushtaq S, Ge Y, Livermore DM. Comparative activities<br />

of doripenem versus isolates, mutants, and transconjugants<br />

of Enterobacteriaceae and Acinetobacter spp. with<br />

characterized beta-lactamases. Antimicrob Agents<br />

Chemother 2004;48:1313-9.<br />

12. Zhanel GG, DeCorby M, Nichol KA, et al. Antimicrobial<br />

susceptibility of 3931 organisms isolated from intensive<br />

care units in Canada: Canadian National Intensive Care<br />

Unit Study, 2005/2006. Diagn Microbiol Infect Dis<br />

2008;62:67-79.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Sözlü Bildiriler<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 267


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Antimikrobiyal <strong>Tedavi</strong><br />

S01-S07<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 269


270<br />

S01<br />

Bir Üniversite Hastanesinde Yatan Hastalarda Antibiyotik<br />

Tüketimi ve Maliyeti<br />

Şerife Akalın 1 , Selmin Çaylak 1 , Güneş Özen 1 , Hüseyin Turgut 1<br />

1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Denizli<br />

AMAÇ: Bu çalışmada Pamukkale Üniversitesi Hastanesinde yatan hastalarda antibiyotik kullanımının tek günlük maliyeti<br />

ve tüketimini değerlendirmeyi amaçladık.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanede yatmakta olan ve antibiyotik kullanan tüm hastalar 28 Ocak 2010 tarihinde enfeksiyon<br />

hastalıkları araştırma görevlileri tarafından ziyaret edilerek kişisel bilgiler, hastalıklarına ait bilgiler, çalışma günü<br />

kullanmış oldukları antibiyotikler ve dozları hasta dosyası ve hemşire gözlem kağıtları incelendikten sonra bir forma<br />

kaydedilmiştir. Bir hafta sonra ikinci kez ziyaret edilerek eksik bilgiler tamamlanmıştır. Hastaların antibiyotik kullanım<br />

maliyetleri Türk Lirası olarak hesaplanmış ve daha sonra çalışma gününe ait merkez bankası kuru esas alınarak<br />

Amerikan Dolarına çevrilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenmiş tanımlanmış gün-doz (TGD) değerleri baz<br />

alınarak çalışma gününe ait TGD miktarı ve antibiyotik kullanım oranı Antibiyotik Tüketim İndeksi (ATİ) hesaplanmıştır.<br />

BULGULAR: Çalışma gününde 316 hastanın 167 (%52.8)’sinin antibiyotik kullandığı saptanmıştır. Antibiyotikler 80<br />

(%47.9) hastada ampirik, 18 (%10.8) hastada kanıta dayalı, 61 (%36.5) hastada cerrahi profilaksi ve 8 (%4.8) hastada<br />

medikal profilaksi amaçlı kullanılmıştır. Çalışma gününde hastanede yatmakta olan hastaların %25.9’una hastane<br />

enfeksiyonu tanısı konulmuştur. En sık kullanılan antibiyotiklerin sırasıyla sefalosporinler, beta-laktamaz inhibitörlerinin<br />

de dahil olduğu penisilin kombinasyonları, karbapenemler ve glikopeptidler olduğu görüldü. Bu antibiyotiklerin<br />

tüketim indeksleri sırasıyla 24.14 TGD/100 hasta-gün, 14.34 TGD/100 hasta-gün, 7.1 TGD/100 hasta-gün ve 4.75<br />

TGD/100 hasta-gün olarak hesaplandı. Pamukkale Üniversitesi Hastanesinde bir günlük TGD 222.66 ve ATİ değeri<br />

70.46 TGD/100 hasta-gün bulunmuştur. Antibiyotik kullanımı servislere göre değerlendirildiğinde yoğun bakım ünitelerinde<br />

100.28, cerrahi servislerde 97.98 ve medikal servislerde 47.58 TGD/100 hasta-gün olarak bulundu. Hastane<br />

günlük antibiyotik kullanım maliyeti 6077.92 dolar (enfekte hasta başına 36.4 dolar), antifungal kullanım maliyeti<br />

1319.65 dolar (enfekte hasta başına 131.97 dolar) olarak hesaplanmıştır.<br />

SONUÇ: Hastanelerin antibiyotik tüketim oranı ve maliyetinin hesaplanması diğer hastanelerle karşılaştırma olanağı<br />

sağlayacaktır. Böylece antibiyotik kullanım politikaları yeniden gözden geçirilebilecektir.<br />

S02<br />

Beyin Cerrahisi Operasyonu Sonrası Metisiline Dirençli<br />

Stafilokokal Menenjitin <strong>Tedavi</strong>sinde Linezolidin Etkinliği: 17 Olgu<br />

Selin Bardak Özcem 1 , Oğuz Reşat Sipahi 1 , Tuncer Turhan 2 , Bilgin Arda 1 , Hüsnü Pullukçu 1 ,<br />

Mete Ruksen 2 , Şöhret Aydemir 3 , Tayfun Dalbastı 2 , Taşkın Yurtseven 2 , Mehmet Zileli 2 ,<br />

Sercan Ulusoy 1<br />

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir<br />

3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

AMAÇ: Linezolid, beyin omurilik sıvısı (BOS)’na geçişi iyi olan bakteriyostatik bir antibiyotiktir. Bu çalışmanın amacı<br />

metisiline dirençli stafilokokal [metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) veya koagülaz-negatif stafilokok<br />

(MRKNS)] menenjitin tedavisinde linezolidin etkinliğini değerlendirmektir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2006 ve Eylül 2010 tarihleri arasında, hastanemizde BOS kültüründe MRSA veya MRKNS<br />

üreyen, tedavide linezolid kullanılmış olan metisiline dirençli stafilokok menenjitli erişkin (> 18 yaş) hastaların verileri<br />

kullanılmıştır. Demografik, klinik ve laboratuvar bilgileri, predispozan faktörler, tedaviye yanıt, tedavi sonu sonuçlar<br />

düzenli olarak yapılan vizitlerde kaydedilmiştir. MRKNS menenjiti için BOS direkt muayenesinde 250 hücre/mm 3 olması<br />

ve iki ayrı BOS örneğinde aynı etkenin üremesi kriterleri kullanılmıştır.<br />

BULGULAR: Linezolid ile tedavi edilmiş ve yukarıdaki kriterlere uyan toplam 17 hastada etkenler 9’unda MRKNS,<br />

7’sinde MRSA, bir hastada MRKNS ile birlikte MRSA şeklindeydi. Tüm hastalar, beyin cerrahisi operasyonu geçirmişti ve<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


CDC kriterlerine göre hastane kaynaklı menenjit olarak değerlendirildi. On hastada şant enfeksiyonu vardı ve bunlara<br />

antibiyotiğin yanında ekstraventriküler drenaj ve tekrar şant operasyonu da uygulandı. Linezolit ile tedavinin beşinci<br />

gününde mikrobiyolojik başarı oranı %88 (MRSA için 7/8, MRKNS için 9/10) olarak saptandı. Linezolide yanıtsız<br />

MRKNS menenjiti vankomisin ve rifampisin kombinasyonu ile başarılı şekilde tedavi edilirken, yanıtsız MRSA menenjiti<br />

daptomisin eklenmesine rağmen kaybedildi. Linezolid ile ilişkili ciddi yan etki olmadı. Altı aylık sağkalım MRSA menenjitinde<br />

2/8, MRKNS menenjitinde 5/10’du. Takipte tekrarlayan menenjite rastlanmadı.<br />

SONUÇ: Hayati tehlikesi olan, beyin cerrahisi girişimleri sonrası gelişen hastane kaynaklı MRSA ve MRKNS’ye bağlı<br />

merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının tedavisinde linezolid başarıyla kullanılabilir.<br />

S03<br />

Mukormikoz: 12 Olgunun Değerlendirilmesi<br />

Bilgin Arda 1 , Aytaç Erdem 1 , Oğuz Reşat Sipahi 1 , Meltem Işıkgöz Taşbakan 1 ,<br />

Hüsnü Pullukçu 1 , Mehmet Sezai Taşbakan 2 , Naim Ceylan 3 , Dilek Yeşim Metin 4 ,<br />

Raşit Midilli 5 , Tansu Yamazhan 1 , Sercan Ulusoy 1<br />

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir<br />

3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir<br />

5 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, İzmir<br />

AMAÇ: Mukormikoz nadir görülen ve sıklıkla yüksek mortalite ile seyreden invaziv bir mantar enfeksiyonudur. Pulmoner<br />

mukormikoz ve yaygın formu bağışıklığı baskılanmış olgularda, rinoserebral formu ise diyabetli olgularda daha sık<br />

görülmektedir. Bu makalede hastanemizde izlenen mukormikoz olgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 2007 ile 2010 yılları arasında takip edilen erişkin<br />

(yaş > 18) mukormikoz olguları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Mukormikoz tanısı “European Organization<br />

for Research and Treatment of Cancer/Mycoses Study Group (EORTC/MSC)” kriterlerine göre konulmuştur. Olgular,<br />

demografik özellikler, altta yatan hastalıklar, laboratuvar, klinik ve tedavi sonuçları açısından değerlendirilmiştir.<br />

BULGULAR: Toplam 12 mukormikoz (6 kadın, 6 erkek yaş ortalaması 50.83 ± 18.27) olgusu değerlendirilmiştir.<br />

EORTC/MSG kriterlerine göre on olgu kesin, iki olgu ise yüksek olası mukormikoz tanısı almıştır. Klinik olarak altı olgu<br />

rinoorbital, dört olgu rinoserebral, bir olgu pulmoner, bir olgu ise hem rinoserebral hem de pulmoner formda idi. Altta<br />

yatan hastalıklar açısından değerlendirildiğinde altı olguda hematolojik hastalık, üç olguda ise diyabet bulunmaktaydı.<br />

Hematolojik hastalığı bulunan üç olguda vorikonazol profilaksisi risk faktörü olarak saptanmıştır. Yüksek ateş, yüzde<br />

ve gözde ödem en sık görülen semptom ve bulgulardır. Çalışmaya katılan olgularda mortalite oranı %50 olarak bulunmuştur.<br />

Olguların tümüne sistemik antifungal tedavi uygulanmasına karşın ancak beş olguda cerrahi girişim uygulanabilmiştir.<br />

Ortalama antifungal tedavi süresi 60.8 ± 47.4 gündür. Cerrahi tedavi alan olgularda mortalite oranları<br />

daha düşük olmakla beraber fark istatistiksel olarak anlamlı değildir (2/5 vs. 4/7, p> 0.05).<br />

SONUÇ: Çalışmamızda mukormikozlu olgularda hematolojik hastalıklar ve diabetes mellitus en sık altta yatan hastalık<br />

olarak dikkati çekmektedir. Hematolojik hastalığı bulunan 3 olguda vorikonazol profilaksisi altındayken mukormikoz<br />

gelişmesi ilgi çekicidir. Mukormikoz hızlı ve yüksek oranda mortaliteye sebep olan bir enfeksiyon olduğundan özellikle<br />

risk gruplarını iyi değerlendirmek, erken tanı ve tedavi için tüm imkanları kullanmak gereklidir. Çalışmamız, ülkemizden<br />

bildirilen tek merkezden sunulan en geniş seri olması ve posakonazol ile tedavi edilen ilk mukormikoz olgularını<br />

içermesi nedeniyle önemlidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 271


272<br />

S04<br />

Yeni Kurulan Bir Üniversite Hastanesinde Cerrahi Antibiyotik<br />

Profilaksisinin Değerlendirilmesi<br />

İlknur Erdem 1<br />

1 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ<br />

AMAÇ: Antibiyotiklerin en sık kullanıldığı alanlardan birisi cerrahi antibiyotik profilaksisidir. Cerrahi antibiyotik profilaksisi,<br />

antibiyotiklerin veya antimikrobiyal ajanların perioperatif dönemde enfeksiyon olmadan veya gelişmeden önce<br />

enfeksiyon gelişmesini önlemek amacıyla uygulanmasıdır. Temiz-kontamine ve protez uygulanan temiz girişimlerin<br />

tümünde profilaksi endikasyonu vardır. Cerrahi antibiyotik profilaksisinde yapılan yanlış uygulamalar hastaya gereksiz<br />

yere antibiyotik verilmesine, antibiyotik direnci gelişmesine ve maliyet artışına neden olmaktadır. Bu bildiride hastanemizde<br />

cerrahi antibiyotik profilaksisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde 01 Ekim-31 Aralık 2010 tarihleri<br />

arasında topikal antibiyotik uygulaması yapılan ve kontamine veya kirli operasyonlar dışında, opere edilen 235 hastanın<br />

cerrahi antibiyotik profilaksi uygulaması değerlendirilmiştir. Hastanemizde ameliyathaneler açılmadan önce Enfeksiyon<br />

Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi olarak tüm cerrahi birimlere<br />

cerrahi antibiyotik profilaksi uygulaması ile ilgili bilgilendirme yapılmıştır. Opere edilen tüm hastalar Enfeksiyon Kontrol<br />

Komitesi tarafından düzenlenmiş olan cerrahi girişim günlük takip formu ile izlenmektedir.<br />

BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 235 hastanın 158 (%67)’ine cerrahi antibiyotik profilaksisi uygulanmıştı. Operasyonların<br />

45 (%19.2)’i baş-boyun, 44 (%18.8)’ü jinekolojik-obstetrik, 44 (%18.8)’ü genel (gastrointestinal, tiroid,<br />

meme, fıtık), 34 (%14.5)’ü ürolojik, 28 (%11.9)’i ortopedik, 20 (%8.6)’si pediatrik, 9 (%3.9)’u nöroşirürjikal, 9<br />

(%3.9)’u plastik ve rekonstrüktif, 1 (%0.4)‘i oftalmik cerrahi idi. Operasyonların 106’sı temiz, 129’u temiz-kontamine;<br />

profilaksi uygulama süresi ortalama 1.8 gün idi. 24 (%15) hastada tek doz, 53 (%34) hastada 24 saat, 47 (%30)<br />

hastada 2 gün, 18 (%11) hastada 3 gün, 13 (%8) hastada 4 gün, 2 (%0.9) hastada 5 gün, 1 (%0.4) hastada 6 gün<br />

antibiyotik uygulanmış idi. En uzun profilaksi süresi bir hasta ile 6 gün idi. En sık kullanılan antibiyotik sefazolin (%84)<br />

olup, bu antibiyotiği seftriakson (%5.7), sulbaktam-ampisilin (%5), metronidazol (%2.5), sefuroksim aksetil (%1.2),<br />

amoksisilin-klavulanik asit (%1.2), klindamisin (%0.6), siprofloksasin (%0.6) izlemekte idi. 232 (%98.7) hastada tek<br />

antibiyotik kullanılmış iken, 3 (%1.3) hastada birden fazla antibiyotik kullanılmıştı. Tüm hastalarda antibiyotikler parenteral<br />

yolla ve ameliyattan 30-60 dakika önce veya anestezi indüksiyonu esnasında, uygun dozlarda verilmişti. 146<br />

(%92) hastada profilaktik antibiyotik seçimi uygun idi. 25 (%16) hastada endikasyonu olmayan cerrahi antibiyotik<br />

profilaksi uygulaması vardı.<br />

SONUÇ: Hastanemizde cerrahi antibiyotik profilaksi uygulamasında bazı hatalar olduğu görülmektedir. En sık yapılan<br />

hatalar %21 oranı ile cerrahi antibiyotik süresinin uzunluğu ve %16 oranı ile gereksiz profilaksi uygulamasıdır.<br />

Uygunsuz profilaksiyi önlemek için cerrahi birimlerde “Antibiyotik Profilaksi Talimatı”nın oluşturulması ve antibiyotik<br />

profilaksisinin endike olduğu durumlarda uygulanması sağlanmalıdır.<br />

S05<br />

Toplum Kökenli Komplike Olmayan Selülit Olgularının<br />

<strong>Tedavi</strong>sinde Ampisilin-Sulbaktam, Klindamisin ve Sefazolinin<br />

Etkinliğinin Karşılaştırılması<br />

İsmail Yunus Çelebi 1 , Meltem Avcı 1 , Onur Özgenç 1<br />

1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />

AMAÇ: Kliniğimizde yatarak tedavi edilen selülit olgularının demografik özelliklerinin, eşlik eden predispozan faktörlerin,<br />

fizik bakı ve laboratuvar bulgularının ve sık kullanılan antibiyotiklerden ampisilin-sulbaktam, klindamisin ve<br />

sefazolinin etkinliğinin irdelenmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 2007-2009 yılları arasında hastanemiz acil servis ve enfeksiyon hastalıkları polikliniğine başvuran<br />

hastalardan, toplum kökenli, komplike olmayan, selülit tanısı alan ve enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji<br />

servisine yatırılan 104 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik ve laboratuvar olarak enflamasyon bulguları 3-5. günlerde<br />

düzelen veya gerileyen olgular, tedaviye yanıtlı olarak değerlendirildi.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


BULGULAR: Olguların %65’i erkek olup, yaş ortalaması 54.2 ± 17.5 (16-98) idi. En sık başvuru yakınmaları ağrı,<br />

şişlik, kızarıklık ve hassasiyetti. Alt ekstremite (%87) en sık saptanan yerleşim bölgesiydi. Tinea pedis (%49), diabetes<br />

mellitus (%25), travma (%17) ve venöz yetmezlik (%16) predispozan faktörlerin çoğunluğunu oluşturmaktaydı.<br />

Başlangıç ateş ortalaması 37.5 ± 1.01ºC olup, olguların %42’sinde ateşin 38ºC ve üstünde olduğu saptandı. Elli bir<br />

olguya ampisilin-sulbaktam (4 x 1.5 g IV), 32 olguya klindamisin (3 x 600 mg IV) ve 21 olguya sefazolin (3 x 1 g IV)<br />

başlandı. Başlangıç ampirik antibiyotik tedavisine yanıt değerlendirildiğinde; ampisilin-sulbaktam başlanan hastaların<br />

36 (%71)’sının, klindamisin başlanan hastaların 24 (%75)’ünün, sefazolin başlanan hastaların 15 (%71)’inin tedaviye<br />

olumlu yanıt verdiği görüldü. <strong>Tedavi</strong> etkinliği açısından gruplar arasında fark saptanmadı (p> 0.05). Ampirik antibiyotik<br />

tedavilerine, toplamda %28 oranında yanıt alınamadı. Başlangıç tedavisine klinik iyileşme yanıtı vermeyen hastalarda;<br />

ateş, CRP, kan lökosit ortalamalarının, tedaviye yanıt veren hastalara göre, daha yüksek olduğu gözlendi (p< 0.05).<br />

SONUÇ: Bu veriler ışığında ampisilin-sulbaktam, klindamisin veya sefazolin ile tedaviye başlanan ve özellikle başlangıç<br />

ateş, CRP, kan lökosit değerleri yüksek olan hastaların tedaviye yanıt yönünden yakından izlenmesi ve olumlu tedavi<br />

yanıtı alınamayan hastalarda, tedavi değişikliğine gidilmesinin uygun olacağı sonucuna varıldı.<br />

S06<br />

Pandrug Dirençli A. baumannii ve P. aeruginosa<br />

Enfeksiyonlarında Doripenem Deneyimi<br />

Şaban Esen 1 , İsmail Hakkı Horoz 1 , Ahmet Dilek 1 , Fatma Ülger 1 , Hava Yılmaz 1 ,<br />

Mustafa Sünbül 1 , Hakan Leblebicioğlu 1<br />

1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Samsun<br />

AMAÇ: Dirençli gram-negatif bakterilerin etken olduğu enfeksiyonlar yoğun bakımlarda tedavi güçlüğüne ve mortaliteye<br />

neden olmaktadır. Ülkemizde yeni kullanıma giren bir karbapenem olan doripenemin nozokomiyal pnömoni ve<br />

bakteriyemi olgularındaki kullanımına ait deneyimin paylaşılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Mayıs 2010-Ocak 2011 arası yoğun bakımda gelişen enfeksiyonlar nedeni ile doripenem kullanılan<br />

18 erişkin hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi.<br />

BULGULAR: Hastaların 10’u erkekti, 17’si nozokomiyal pnömoni (16’sı ventilatör ilişkili pnömoni), 1’i bakteriyemi,<br />

1’i de nozokomiyal pnömoni tanısı almıştı. Ventilatör ilişkili pnömonili olguların 7’sinde aynı zamanda bakteriyemi<br />

mevcuttu. Hastaların 6’sında Pseudomonas aeruginosa, 6’sında Acinetobacter baumannii, 6’sında da P. aeruginosa<br />

ile birlikte A. baumannii etken olarak izole edildi. A. baumannii izolatlarının hepsi pandrug dirençli (sadece kolistin<br />

duyarlı), P. aeruginosa izolatlarının da 6 tanesi pandrug dirençli idi. <strong>Tedavi</strong>de doripeneme ilave olarak 9 hastaya kolistin,<br />

3 hastaya amikasin, 1 hastaya tigesiklin, 1 hastaya sefoperazon-sulbaktam, 1 hastaya da levofloksasin verildi.<br />

Doripenem intravenöz yolla 4 saatlik infüzyon şeklinde verildi. On sekiz hastanın 7’si öldü (%39), bu hastaların 4’ünde<br />

P. aeruginosa (3’ü pandrug dirençli), 2’sinde A. baumannii (hepsi pandrug dirençli), birinde de her iki mikroorganizma<br />

birlikte etkendi. Ölenlerden sadece birinde duyarlı P. aeruginosa etkendi. Ölen hastaların 3’ünde kan kültür pozitifliği<br />

vardı. Pandrug dirençli olan 14 olgunun 6 (%43)’sı öldü.<br />

SONUÇ: Pandrug dirençli A. baumannii ve P. aeruginosa’nın etken olduğu yoğun bakım enfeksiyonlarında doripenem<br />

diğer antibiyotikler ile kombine olarak kullanılabilecek bir ajandır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 273


274<br />

S07<br />

C Grubu Streptokok Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi<br />

Meltem Avcı 1 , Onur Özgenç 1 , Seher Ayten Coşkuner 1 , Altan Gökgöz 1<br />

1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />

AMAÇ: C grubu streptokoklar sıklıkla hayvanlarda hastalık oluşturmakla birlikte, insanlarda nadiren fırsatçı ve hastane<br />

kaynaklı enfeksiyon etkenidirler. Bu çalışmada C grubu streptokok enfeksiyonlarında, epidemiyolojik, klinik ve mikrobiyolojik<br />

özelliklerin, tedavi ve prognozunun değerlendirilmesi amaçlandı.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize 2005-2010 yılları arasında başvuran, C grubu streptokok enfeksiyonu tanısı alan<br />

14 erişkin hasta retrospektif olarak incelendi. Streptokok izolatları Lancefield grup lateks aglütinasyon testi ile (Streptococcal<br />

Grouping Kit; BD BBL, ABD) karşılaştırıldı. API Rapid ID 32 Strep sistemi (bioMérieux, Fransa) kullanılarak suşlar<br />

tanımlandı.<br />

BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 64.21 ± 19.17 (26-87) olup, %71’i erkekti. Olguların %43’ü<br />

enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji kliniğinde, %29’u diğer dahili kliniklerinde yatmaktaydı. Olguların beşi<br />

deri ve yumuşak doku enfeksiyonu, ikisi yüzeyel cerrahi alan enfeksiyonu ve ikisi farenjitti. Diğer olgular menenjit,<br />

prepatellar bursit, solunum sistemi enfeksiyonu, kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu ve peritonit olarak belirlendi.<br />

Hastane kaynaklı enfeksiyon oranı %21 olarak saptandı. Olguların tümünde altta yatan hastalık vardı. En sık saptanan<br />

altta yatan hastalık; kalp hastalığı (%79) olarak bulundu. Hastalık oluşturan türlerin sıklık sırasıyla S. equisimilis (%86),<br />

S. zooepidemicus (%7) ve S. equi (%7) olduğu saptandı. Menenjit olgusu dışında tüm olgular iyileşme ile sonuçlandı.<br />

C grubu streptokok türlerinde penisiline, ampisiline, üçüncü kuşak sefalosporinlere ve vankomisine direnç gözlenmedi.<br />

SONUÇ: C grubu streptokok enfeksiyonları çoğunlukla yaşlı, erkek ve altta yatan hastalığı olan hastalarda görüldü.<br />

Deri ve yumuşak doku enfeksiyonları, en sık saptanan enfeksiyon tipi, S. equisimilis en sık izole edilen tür olarak gözlendi.<br />

Menenjit gibi invaziv ve mortalitesi yüksek enfeksiyonlara yol açan C grubu streptokokların önemi vurgulandı.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Hastane Enfeksiyonları 1<br />

S08-S13<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 275


276<br />

S08<br />

Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi<br />

Hastane Enfeksiyonları Sürveyansı 2010 Yılı Sonuçlarının<br />

Değerlendirilmesi<br />

Ömer Evirgen 1 , Vicdan Köksaldı Motor 1 , Yusuf Önlen 1 , Melek İnci 2 , Şule Şahin 1<br />

1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay<br />

2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay<br />

AMAÇ: Bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde hastane enfeksiyonlarının izlenmesi<br />

ve uygun önlemlerin alınması amacıyla yapılan sürveyans çalışmalarının 2010 yılı sonuçları değerlendirildi.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 1 Nisan 2010-31 Aralık 2010 tarihleri arasında 12 yataklı karma yoğun bakım ünitesinde hasta temelli, aktif,<br />

prospektif sürveyans yapıldı. Hastane enfeksiyonları tanılarının konulmasında Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tanı kriterleri<br />

kullanıldı. İzole edilen mikroorganizmaların antibiyotik duyarlılıkları Klinik ve Laboratuvar Standartları Enstitüsü (CLSI) kriterlerine<br />

göre disk difüzyon yöntemi ve VİTEK 2 Compact (bioMérieux, Fransa) otomatize tanımlama sistemi ile incelendi.<br />

BULGULAR: 2010 yılı Nisan-Aralık ayları arasında toplam 292 hasta yatırılarak 2942 hasta günü izlendi. Bu sürede 74 hastane enfeksiyonu<br />

tanısı konuldu ve hastane enfeksiyonu insidans dansitesi binde 25.15 olarak hesaplandı. Ventilatör kullanım oranı %64,<br />

ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) hızı binde 7.94; üriner kateter kullanım oranı %92, kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyon (Kİ-ÜSE)<br />

hızı binde 8.88, santral venöz kateter (SVK) kullanım oranı %42 idi. Kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu (Kİ-KDE) saptanamadı.<br />

Tüm hastane enfeksiyonlarının %41.9’u kan dolaşımı enfeksiyonu (KDE), %32.4’ü Kİ-ÜSE, %20.3’ü VİP ve %5.4’ü de pnömoniydi.<br />

Hastane enfeksiyonu tanısı konulan hastalardan 74 mikroorganizma izole edildi. Bunların sırasıyla %35.1 Acinetobacter baumannii,<br />

%21.6 Candida spp., %16.2 Escherichia coli, %8.1 Pseudomonas aeruginosa, %6.8 koagülaz-negatif stafilokok (KNS), %6.8 Enterococcus<br />

faecalis, %5.4 Staphylococcus aureus idi. S. aureus suşlarında metisilin direnci %50, KNS’lerde metisilin direnci %100, E.<br />

coli suşlarında genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) pozitifliği %66.7, P. aeruginosa suşlarında karbapenem direnci %33.3 ve<br />

A. baumanni suşlarında karbapenem direnci %80.8 olarak bulunurken, enterokok suşlarında vankomisin direnci görülmedi. Candida<br />

spp.’lerde çalışılan antifungallere direnç saptanmadı.<br />

SONUÇ: 2010 verilerimiz Türkiye Hastane Enfeksiyonları Sürveyans sonuçları ile karşılaştırıldığında üriner kateter enfeksiyon oranlarımızın<br />

çok yüksek olduğu, ayrıca SVK ve ventilatör kullanım oranlarımızın yüksek olmasına karşın Kİ-KDE ve VİP hızlarımızın daha<br />

düşük olduğu görülmektedir. Yoğun bakımımızda Acinetobacter türleri ise en fazla görülen etkendir. Bu sonuçlar hastane enfeksiyonu<br />

tanısı koymada eksiğimiz olduğunu ve hastanemiz yoğun bakım ünitesinde enfeksiyon kontrol önlemleri konusunda yetersizlik<br />

olduğunu düşündürmektedir.<br />

S09<br />

Yeni Açılan Bir Otelde Görülen Lejyoner Hastalığı<br />

Salgınının Analizi<br />

Haluk Erdoğan 1 , Hande Arslan 1<br />

1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Bu çalışmada Alanya’da yeni açılan bir otelde görülen lejyoner hastalığına bağlı küçük bir salgının analizi<br />

yapılmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Altı yüz yatak kapasiteli yeni bir otel 15 Mayıs 2009 tarihinde açılmıştır. İlk Lejyoner hastası tanısı 21<br />

Mayıs’da konmuştur. Hastane kayıtlarımızda aynı otelde konaklayan ve toplum kaynaklı pnömoni tanısıyla izlenen başka<br />

bir hasta olduğu öğrenilmiş ve bu hastanın da lejyoner hastası olduğu doğrulanmıştır. Antalya Sağlık İl Müdürlüğü ve Otel<br />

yöneticileri Lejyoner hastalığı kümeleşmesi hakkında bilgilendirilmiştir. Yeni olguları erken tespit etmek ve erken tedavilerini<br />

başlamak için olgu bulma çalışmaları yanında otelde lejyoner hastalığını önlemek için T.C. Sağlık Bakanlığı Lejyoner hastalığı<br />

kontrol programının uygulanması sağlanmıştır. Lejyoner hastalığının kesin tanısında idrarda Legionella antijen testi kullanılmıştır.<br />

Balgam alınabilen hastalarda Legionella kültürü yapılmış ve serumlarında Legionella pneumophila serogrup 1-6 karşı<br />

antikor araştırılmıştır.<br />

BULGULAR: Salgın süresince toplam 5 kesin ve 1 olası Lejyoner hastası tespit edilmiştir. Hastalardan birisi hayatını kaybetmiştir.<br />

Salgın süresince hastanemizde yüksek ateşi olup pnömoni saptanmayan 26 olgunun daha tedavisi yapılmıştır. Otelin<br />

su sistemlerinde Legionella bakterisi araştırmak için alınan 13 su örneğin 11’inde L. pneumophila serogrup 1 izole edilmiştir.<br />

SONUÇ: Bu salgın yeni açılan otellerin su sisteminin de Legionella kolonizasyonu açısından risk taşıdığını göstermektedir. Bu<br />

nedenle, otellerin açılmasından önce Legionella bakterisine yönelik bir kontrol programı mutlaka uygulanmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S10<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2010<br />

Yılında Saptanan Hastane Enfeksiyonları<br />

M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Ayşe But 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />

Şenol Kurşun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />

3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Sağlık kuruluşlarında etkili enfeksiyon kontrol programları oluşturmak için güvenilir sürveyans sonuçlarına<br />

ihtiyaç vardır. Çalışmamızda 1180 yataklı hastanemizde 2010 yılında saptanan hastane enfeksiyonları, sık karşılaşılan<br />

etkenler ve antibiyotik direnci değerlendirilmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemizde yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı, dahili ve cerrahi kliniklerde laboratuvara<br />

dayalı aktif sürveyans yöntemi ile hastane enfeksiyonları izlenmektedir. Hastane enfeksiyonlarının tanımlanmasında<br />

“Centers for Disease Control and Prevention (CDC)” kriterleri kullanılmıştır. Etken mikroorganizmaların tanımlanmasında<br />

konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2 /Biomerioux, Fransa) kullanılmıştır.<br />

BULGULAR: Hastanemizde 2010 yılında 29.146 hasta toplam 201.293 hasta gününde yatmıştır. Bu hastalarda 835<br />

hastane enfeksiyonu saptanmıştır. Hastane enfeksiyon dansitesi bin hasta gününde 4.15 olarak hesaplanmıştır. Hastane<br />

enfeksiyonlarının %72.9’u yoğun bakımda yatan hastalarda saptanmıştır. Sistem tutulumuna göre ilk sırada<br />

solunum sistemi (%30.6), ikinci sırada üriner sistem (%25.9) ve üçüncü sırada kan dolaşımı enfeksiyonları (%22.2)<br />

geldiği görülmüştür. Hastane genelinde 2010 yılında 957 etken saptanmış; bunların arasında ilk sırada Acinetobacter<br />

spp. (%29.4), ikinci sırada Pseudomonas spp. (%17.7) ve üçüncü sırada kandidalar (%12.3), daha sonra Klebsiella<br />

spp. (%11.1) ve Staphylococcus spp. (%9.8) yer almıştır. Hastane enfeksiyonu etkeni Acinetobacter suşlarında çeşitli<br />

antibiyotiklere karşı direnç oranları şöyledir; netilmisin %33.3, piperasilin-tazobaktam %99.6, imipenem ve meropenem<br />

direnci %95.3’tür. Bu suşların hiçbirinde kolistin direnci saptanmamıştır. Staphylococcus aureus suşlarında metisilin<br />

direnci %85.1 olarak bulunmuştur. İzole edilen Klebsiella spp.’de genişlemiş spekturumlu beta-laktamaz direnci<br />

%83.9’da görülmüştür.<br />

SONUÇ: Hastanemizde görülen gram-negatif mikroorganizmalardaki direnç yüksekliği enfeksiyon kontrol programlarının<br />

oluşturulması ve yürütülmesinin önemini ortaya koymaktadır.<br />

S11<br />

Nozokomiyal Acinetobacter spp. Enfeksiyonları: Dört Yıllık<br />

Değerlendirme<br />

M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Selim Sırrı Eren 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />

Şenol Kurşun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />

3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Son yıllarda nozokomiyal Acinetobacter spp. enfeksiyonlarının sayısında artış bildirilmektedir. Bu çalışmada<br />

sağlık sistemi ilişkili Acinetobacter baumannii enfeksiyonlarının epidemiyolojik özellikleri ve antibiyotik duyarlılık değişikliklerinin<br />

incelenmesi planlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde<br />

yatan hastalardan hastane enfeksiyon etkeni olan Acinetobacter spp. çalışmaya alınmıştır. Hastanemizde servislerde<br />

aktif prospektif laboratuvara dayalı ve yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı aktif sürveyans yapılmaktadır. Nozokomiyal<br />

enfeksiyonların tanısı CDC kriterlerine göre konulmuştur. İzole edilen Acinetobacter suşlarının tanımlanmasında<br />

konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2 /Biomerioux, Fransa) kullanılmış ve antibiyotik duyarlılık testleri<br />

disk difüzyon yöntemiyle ve otomatize sistemde yapılmıştır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 277


BULGULAR: Çalışmamızda 2007 yılında hastane enfeksiyonu etkeni olarak toplam 1006 mikroorganizma izole edilmiş<br />

olup bunların %15.2’si Acinetobacter spp. oluşturmaktadır. Acinetobacter spp.’nin 2008, 2009 ve 2010 yıllarındaki<br />

izolasyon oranları sırasıyla; %15.1, %29.1 ve %29.8’dir. Hastane enfeksiyon etkeni Acinetobacter spp.’nin<br />

izolasyon oranları yıllar içerisinde istatistiksel olarak anlamlı artış gözlenmiştir (p< 0.05). Hastane enfeksiyonu etkeni<br />

Acinetobacter spp. arasında A. baumannii’nin oranı %68’dir. Etkenin bölgelere göre dağılımı incelendiğinde ilk sırada<br />

solunum sistemi enfeksiyonu (%47), daha sonra cerrahi alan enfeksiyonu (%20.5) ve üçüncü sırada kan dolaşımı<br />

enfeksiyonu (%14.6) görülmüştür. İzole edilen Acinetobacter spp.’nin %73.9’u yoğun bakımda yatan hastalardan<br />

üremiştir. İzole edilen suşlara karşı 2007 yılında en etkili antibiyotiklerin netilmisin, gentamisin ve karbapenemler iken<br />

2010 yılında karbapenemlere karşı istatistiksel olarak da anlamlı direnç artışı bulunmuştur (p< 0.001).<br />

SONUÇ: A. baumannii hastanemizde yoğun bakım hastalarında öncelikli sorun mikroorganizmadır. Bu suşlarda görülen<br />

karbapenem direnci hastaların tedavi seçeneklerini kısıtlamaktadır.<br />

278<br />

S12<br />

Bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yoğun Bakım<br />

Ünitelerinde Alet İlişkili Enfeksiyon Hızlarının<br />

Değerlendirilmesi<br />

M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Pınar Öngürü 1 , Ayşe But 1 , Esragül Akıncı 1 ,<br />

Feride Alaca Coşkun 3 , Nebahat Avcı 2 , İffet Çınarbaş 2 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />

3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Sağlık sistemi ilişkili enfeksiyonlarının en çok görüldüğü bölümlerin başında yoğun bakım üniteleri (YBÜ)<br />

gelmektedir. Bu çalışmada hastanemizde bulunan YBÜ’lerde görülen invaziv alet ilişkili enfeksiyonları saptamak amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışma hastanemizde bulunan üç ayrı YBÜ’de 2007 ile 2010 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.<br />

Hastanemizde yoğun bakım ünitesinde yatan hastalara aktif prospektif hastaya dayalı sürveyans uygulanmaktadır.<br />

Hastalara nozokomiyal enfeksiyon tanısı CDC kriterlerine göre konulmuş ve alet ilişkili enfeksiyon hızları ve alet<br />

kullanım oranları hesaplanmıştır.<br />

BULGULAR: Dört yıllık çalışma süresince YBÜ’lerde 7646 hasta, toplam 60.529 yoğun bakım hasta gününde yatmıştır.<br />

Bu hastalarda 1207 invaziv araç ilişkili enfeksiyon saptanmış ve enfeksiyon dansitesi 1000 yoğun bakım hasta günü<br />

için 19.94 olarak hesaplanmıştır. Karma YBÜ, Cerrahi ve Dahili YBÜ’de saptanan ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), üriner<br />

katater ilişkili üriner sistem enfeksiyon (ÜK-ÜSE), santral venöz kateter ilişkili kan dolaşım enfeksiyonu (SVK-KDE) hızları<br />

Tablo 1’de sunulmuştur. Yoğun bakımlar birbirleri ile karşılaştırıldığında VİP hızı açısından karma YBÜ, cerrahi YBÜ<br />

ve dahili YBÜ arasında fark saptanmamışken, ÜK-ÜSE hızı ve SVK-KDE hızı karma YBÜ’de cerrahi YBÜ’ye göre daha<br />

yüksek saptanmıştır (p< 0.05). Alet kullanım oranları incelendiğinde; ventilatör kullanım oranının en yüksek karma<br />

YBÜ, üriner kateter kullanım oranının en yüksek cerrahi YBÜ ve santral venöz katater kullanım oranının en yüksek<br />

karma YBÜ’de olduğu görülmüştür (p< 0.05). Bu hızlar NHSN verileri ile karşılaştırıldığında özellikle VİP hızının bütün<br />

YBÜ’lerde yüksek olduğu görülmüştür.<br />

Tablo 1. YBÜ’lerde saptanan VİP, ÜK-ÜSE, SVK-KDE hızlarının karşılaştırılması<br />

Karma YBÜ Cerrahi YBÜ Medikal YBÜ p<br />

VİP Hızı 20.92 19.84 17.24 0.403<br />

ÜK-ÜSE Hızı 7.68 5.13 5.42 0.007<br />

SVK-KDE Hızı 3.95 2.24 2.03 0.042<br />

SONUÇ: Hastanemizde bulunan YBÜ’lerde saptanan alet ilişkili enfeksiyon hızlarını incelediğimiz bu çalışmamız sonucunda<br />

alet ilişkili enfeksiyon hızlarının bütün YBÜ’lerde yüksek olduğu görülmüştür. Bu sonuçlar enfeksiyon kontrol<br />

önlemlerine uyumun artırılması gerektiğini göstermektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S13<br />

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde<br />

2007-2010 Yılları Arasında Hastane Enfeksiyon Etkeni<br />

Enterokok İzolatlarının Değerlendirilmesi<br />

Dilek Kanyılmaz 1 , M. Arzu Yetkin 2 , Pınar Öngürü 2 , Selim Sırrı Eren 2 , Esragül Akıncı 2 ,<br />

Feride Alaca Coşkun 3 , Nebahat Avcı 1 , İffet Çınarbaş 1 , Neriman Aksu 3 , Hürrem Bodur 2<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

3 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Enfeksiyon oluşturma potansiyeli düşük bir mikroorganizma olan enterokoklar günümüzün önemli hastane enfeksiyonu<br />

etkenleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmada hastanemizde enterokok türlerinin sorumlu olduğu hastane enfeksiyonlarının (HE)<br />

epidemiyolojik özellikleri ve antibiyotik dirençlerinin incelemesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatmış olan<br />

hastalarda gelişen enterokok türlerinin etken olduğu HE retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastanemizde servislerde aktif prospektif<br />

laboratuvara dayalı ve yoğun bakım ünitelerinde hastaya dayalı aktif sürveyans yapılmaktadır. Bu enfeksiyonların tanımlanmasında<br />

“Centers for Disease Control and Prevention (CDC)” kriterleri kullanılmıştır. Enterokok türlerinin izolasyon ve identifikasyonu<br />

konvansiyonel yöntemler ve otomatize sistem (Vitec-2,Biomerioux, Fransa) ile yapılmıştır. İzole edilen enterokokların ampisilin, gentamisin,<br />

vankomisin, teikoplanin ve linezolid duyarlılıkları incelenmiştir.<br />

BULGULAR: Çalışmamızda 2007 ve 2010 yılları arasında hastanemizde, toplam 131.701 hasta yatarak tedavi görmüştür. Hastane<br />

enfeksiyon dansitesi izlenen yıllara göre 1000 hasta gününde sırasıyla 4.51, 4.30, 3.48 ve 4.13 olarak ölçülmüştür. 2007 yılında hastane<br />

enfeksiyonu etkeni olarak toplam 1006 mikroorganizma izole edilmiştir. Toplam izole edilen mikroroganizma sayısı diğer yıllar<br />

için sırasıyla, 1248, 932 ve 939’dur. Bu hastalarda 2007 yılında gelişen HE’lerin %11.67’si enterokoklar etken olarak saptanırken<br />

bu oran 2010 yılında %8.68 olarak tespit edilmiştir (p< 0.05). Dört yıllık süre içerisinde izole edilen toplam 338 enterokok suşunun<br />

%53.3’ü yoğun bakımlarda yatan hastalarda üretilmiştir. Etkenin bölgelere göre dağılımı incelendiğinde ilk sırada kan dolaşımı enfeksiyonunun<br />

geldiği (%44.7), bunu üriner sistem (%26.9) ve cerrahi alan enfeksiyonunun (%26.4) izlediği görülmüştür. 2008-2010<br />

yılları arasında izole edilen enterokok suşlarının %29.8’i Enterococcus faecium, %18.9’u Enterococcus faecalis’dir. 2007 yılında izole<br />

edilen suşların hepsi glikopeptid grubu antibiyotiklere duyarlı iken 2010 yılında izole edilen 12 suşta vankomisine direnç saptanmıştır<br />

(p< 0.005).<br />

SONUÇ: Hastanemizdeki HE olarak enterokok enfeksiyonlarında azalma olmasına karşılık bu suşlardaki vankomisin direncinin artışı<br />

dikkat çekicidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 279


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Olgu Sunumları<br />

S14-S27<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 281


282<br />

S14<br />

Kronik Hepatit B Olgusunda Arı Poleni Kullanımına Bağlı<br />

Olduğu Düşünülen Toksik Hepatit<br />

Aynur Engin 1 , Hatice Özer 1 , D. Sema Arıcı 2 , Ersin Tuncer 2 , Mustafa Gökhan Gözel 1 ,<br />

Nazif Elaldı 1 , Mehmet Bakır 1 , İlyas Dökmetaş 1<br />

1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Sivas<br />

2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Sivas<br />

AMAÇ: Bitkisel ürünlere hekimin dikkatini çekmek. Bilgilere dosya kayıtlarından ulaşıldı.<br />

OLGU: Kronik hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonu önemli bir sağlık sorunudur. Günümüzde çeşitli antiviral tedaviler<br />

mevcut olmasına rağmen halen HBV eradikasyonunu sağlayan kesin tedaviler bulunmamaktadır. Bu durum bazı hastaları<br />

bitkisel ürünler gibi alternatif tedavi seçeneklerine yöneltebilmektedir. Sık kullanılan bitkisel ürünlerden birisi de<br />

arı polenidir. Sekiz yıldır HBsAg pozitifliği olan ancak doktor kontrolünde olmayan 42 yaşında erkek hasta, yapılan<br />

tetkiklerinde alanin aminotransferaz (ALT) 409 IU/L ve aspartat aminotransferaz (AST) 138 IU/L bulunuyor. Serolojik<br />

testlerinde Anti-HAV IgM negatif, Anti-HDV total negatif, Anti-HCV negatif, Anti-HBc total pozitif, HBsAg pozitif,<br />

Anti-HBs negatif, HBeAg negatif ve Anti-HBe pozitif saptandı. HBV DNA değeri 91.483 IU/mL olan hastaya kronik<br />

hepatit B nedeniyle karaciğer biyopsisi yapıldı. Karaciğer biyopsisinin histopatolojik incelenmesinde modifiye histolojik<br />

aktivite indeksi 8/18 (İSHAK), fibrozis evre 2/6 (İSHAK) olarak saptanırken, %20 oranında makroveziküler yağlanma<br />

tespit edildi. Bunun dışında özellikle sentrlobüler lokalizasyonlu konfluent nekroz, submasif nekroz ve yaygın lobüler<br />

inflamasyonun varlığı B hepatitine ek olarak toksik karaciğer hasarını düşündürdü. Hastanın anamnezi derinleştirildi;<br />

herhangi bir ilaç kullanımının olmadığı ve alkol almadığı, ancak son 2-3 aydır günde yaklaşık 1 tatlı kaşığı arı poleni<br />

yediği öğrenildi ve arı poleni kullanımına bağlı olarak toksik hepatit gelişmiş olabileceği düşünüldü. Hasta arı poleni<br />

kullanımına son verdi. Yaklaşık 20 gün sonra AST değeri 29 IU/L, ALT değeri ise 81 IU/L düzeyine indi. Bu arada hastaya<br />

kronik hepatit B tedavisi için pegile interferon alfa 2a 180 mg/haftada bir SC başlandı. Bir yıl ilacını kullanan hastada<br />

tedavi sırasında yapılan izlemde karaciğer enzimlerinin normal seyrettiği tespit edildi. Literatürü incelediğimizde, arı<br />

poleni içerisinde hepatotoksik etki gösteren pyrrolizidine alkaloidinin bulunduğu ve arı poleni kullanımına bağlı olarak<br />

akut hepatit geliştiğini bildiren yayınlar saptadık. Toksik hepatitle uyumlu bulguları olan hastada, literatürde benzer<br />

hastaların olması ve toksik tabloya sebep olacak başka bir nedenin saptanmaması üzerine mevcut tablonun arı poleni<br />

kullanımına bağlı olabileceği düşünüldü.<br />

SONUÇ: Doğal olduğu düşündüğünden bu ürünlerin kullanıldığı genellikle hekimine söylenmemektedir. Kronik hepatit<br />

hastalarında bitkisel ürün kullanımına bağlı olarak gelişen karaciğer enzim yüksekliği zaman zaman kronik hepatitin<br />

akut alevlenmesi şeklinde değerlendirilebilmektedir. Ancak bu hastalarda bitkisel ürün kullanımı mutlak sorgulanmalıdır.<br />

S15<br />

İleri Yaş Hastada Nedeni Bilinmeyen Ateşe Sebep Olan<br />

Pansitopeni Yapan ve Anjioödemin Eşlik Ettiği Mediastinal<br />

Tbc Lenfadenit Olgusu<br />

Gürkan Mert 1 , Ümit Savaşçı 1 , Serhat Keşcioğlu 1 , Ömer Deniz 2 , Bülent Kurt 3 ,<br />

Can Polat Eyigün 1<br />

1 GATA, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

2 GATA, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Ankara<br />

3 GATA, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Tüberküloz lenfadeniti akciğer dışı tüberkülozların 1/3’ünü, tüm tüberküloz olgularının ise %5’ini oluşturmaktadır.<br />

Bu çalışmamızda sebebi bilinmeyen ateş ile prezente olan bir primer mediastinal tbc lenfadenit olgusu sunmayı<br />

amaçladık. Güncel literatürü taradığımızda NBA ile prezente olan pansitopeni yapan mediastinal mtb lenfadenit<br />

olgusuna rastlamadık. Bu yönü ile bakıldığında olgumuz NBA nedeni olarak literatüre sunulan ilk mediastinal mtb<br />

lenfadenit olgusu özelliğini taşımaktadır. Biz bu çalışma ile nedeni bilinmeyen ateş ile prezente olan bir mtb lenfadenit<br />

olgusunu ortaya koyduk.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


OLGU: Yetmiş beş yaşında erkek hasta; 3 aydır 39°C’nin üzerinde seyreden ateş, kollarda ve bacaklarda döküntüleri<br />

olan hastaya anjioödem tanısı konuldu. Beyaz küre: 1700 %52 PMNL, kırmızı küre: 3.35, hb: 8.1, hct: 26.9, platelet<br />

78.000, sedim: 92, pansitopeni mevcuttu. PET, lenfoproliferatif sistemin malign infiltrasyonu ile uyumlu sonuçlandı.<br />

Yüksek rezonanslı toraks tomografisinde; mediastinal reseslerde pretrakeal ve paratrakeal alanlarda en büyüğü 1.5<br />

cm çok sayıda lenf nodları izlendi. Göğüs hastalıkları, lenf nodu eksizyonu önerdi. Göğüs cerrahisi hastaya, mediastinoskopi<br />

ile sağ paratrakeal lenf nodu eksizyonu uyguladı. Patoloji sonucu kazeifiye granülomatöz lenfadenit, aside<br />

dirençli basil izlendi. Morfolojik bulgular tüberküloz ile uyumlu saptandı. Hastaya anti-tbc tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong><br />

sonucu hastanın hiç ateşi olmadı.<br />

SONUÇ: Güncel literatürü taradığımızda NBA ile prezente olan pansitopeni yapan mediastinal mtb lenfadenit olgusuna<br />

rastlamadık. Bu yönü ile bakıldığında olgumuz NBA nedeni olarak literatüre sunulan ilk mediastinal mtb lenfadenit<br />

olgusu özelliğini taşımaktadır. Ülkemizdeki mtb lenfadenit olgularının daha çok genç ve orta yaşta ortaya çıkmasını<br />

beklemekteyiz. Olgumuzun 75 yaşında olduğu göz önünde bulundurulduğunda mediastinal mtb lenfadenit tanısının<br />

dikkat çekici olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak; bu çalışma bize mediastinal mtb lenfadenitin ileri yaşlarda da<br />

görülebileceğini ve NBA nedeni olabileceğini göstermektedir.<br />

S16<br />

Otoimmün Hepatit: Farklı Klinik Özellikleri Olan İki Olgu<br />

Sunumu<br />

Şua Sümer 1 , Nebahat Dikici 1 , Ertuğrul Kayaçetin 2 , Eda Katlanır 1 , Onur Ural 1<br />

1 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Konya<br />

2 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı, Konya<br />

AMAÇ: Otoimmün hepatit (OİH) kronik progresif bir karaciğer hastalığıdır. Bu bildiride, nadir olarak görülse de ayırıcı<br />

tanıda unutulmaması gereken, OİH tanısı almış, farklı klinik özellikleri bulunan iki olgu sunulmuştur.<br />

OLGU 1: Karın ağrısı, ateş, bulantı, kusma ve baş ağrısı şikayetleri olan 56 yaşındaki kadın hasta, batın USG ve MRG<br />

sonuçlarına göre, akut kolelitiyazis ön tanısı ile yatırıldı. Sağ üst kadranda hassasiyet ve hepatosplenomegalisi vardı.<br />

Karaciğer enzimlerinde 8-10 kat, ALP, GGT ile bilirubin düzeylerinde 1-2 kat yükseklik mevcuttu. Yatışından itibaren PT<br />

değerleri 1-2 kat yüksek olup trombositopenisi vardı. Seftriakson 2 g/gün tedavisi başlanan hastanın ateşi düştü fakat<br />

karaciğer enzimleri, ALP, GGT ve bilirubin yüksekliği devam etti. Karaciğer enzim yüksekliğine yönelik ayırıcı tanı yapıldı.<br />

Hastanın IgG düzeyi 3 kat yüksek ve ANA 1/100 (+) saptandı. AMA negatif olduğu için OİH ve primer biliyer siroz<br />

overlap sendromu düşünülmedi. Hastaya uluslararası OİH çalışma grubunun belirlediği skorlama sistemi ile tip 1 OİH<br />

tanısı konularak, gastroenteroloji kliniğine devredildi. PT yüksekliği ve trombositopeni nedeniyle biyopsi yapılamayan<br />

hastaya kombine tedavi başlandı. Takiplerinde klinik yanıt alındı.<br />

OLGU 2: Dış merkezde 5 aydır ara ara karaciğer enzimlerinde artış saptanan 54 yaşındaki kadın hasta, halsizlik, bulantı<br />

ve idrar renginde koyulaşma şikayetleriyle başvurdu. Hashimoto troiditi tanısı olan ve hormon replasman tedavisi alan<br />

hastanın karaciğer enzimlerinde 10-12 kat ve bilirubin düzeylerinde 2-3 kat artış saptandı. Hepatit etiyolojisi araştırılan<br />

hastanın, hepatit markırları ve ayırıcı tanıda değerlendirilen parametreleri negatif bulundu. Hastanın IgG düzeyi 3 kat<br />

yüksek, ANA 1/100 (+) ve ASMA (+) tespit edildi. Uluslararası OİH çalışma grubunun belirlediği skorlama sistemi ile tip<br />

1 OİH tanısı konulan ve gastroenteroloji kliniğine devredilen hastanın, karaciğer biyopsisi OİH ile uyumlu geldi. Tanısı<br />

kesinleşen hastaya başlanan kombine tedavi ile klinik düzelme saptandı.<br />

SONUÇ: OİH’nin kliniği genellikle ikinci olgumuzda olduğu gibi viral hepatite benzemekle birlikte, bazen birinci olgumuzda<br />

olduğu gibi kolestaz ile karakterize atipik seyir şeklinde görülebilmektedir. OİH tanısı, diğer kronik karaciğer<br />

hastalıklarının dışlanması ve OİH’yi destekleyici bulgular varlığında konulabilir. Nadir görülen bir karaciğer hastalığı<br />

olan OİH’nin, her zaman klasik klinik seyir göstermeyebileceği, bazen kolestaz ile karakterize bulgular ile karşımıza<br />

çıkabileceği unutulmamalı, kronik karaciğer hastalıklarının ayırıcı tanısında düşünülmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 283


284<br />

S17<br />

Florokinolon <strong>Tedavi</strong>sine Bağlı Deliryum: 3 Olgu<br />

Filiz Sürücü 1 , Üner Kayabaş 1 , Sibel Toplu 1 , Şirvan Elmas Dal 1 , Serhat Murat Hopoğlu 1 ,<br />

Funda Yetkin 1 , Yaşar Bayındır 1<br />

1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Malatya<br />

AMAÇ: Sentetik olarak elde edilen kinolonlar, bakterilerdeki DNA giraz ve topoizomeraz IV enzimlerini inhibe eden<br />

ve oldukça yaygın kullanılan antimikrobiyallerdir. Birçok sistemi ilgilendiren yan etkileri vardır. Santral sinir sistemi (SSS)<br />

yan etkileri ikinci sıklıkta saptanır. En sık SSS yan etkileri baş ağrısı, baş dönmesi ve sersemlik hissidir. Daha ender olarak,<br />

ajitasyon, deliryum, konfüzyon, psikoz ve görme bozukluğu gibi yan etkiler bildirilmiştir.<br />

Kinolonlarla ilişkili deliryum gelişen 3 olgu sunulmaktadır. Hastalara ait tıbbi bilgiler hasta kayıtlarından elde edilmiştir.<br />

OLGU 1: Pnömoni tanısı ile intravenöz moksifloksasin tedavisi başlanan 78 yaşındaki erkek hastada tedavinin ikinci<br />

günü deliryum gelişti. Hastanın moksifloksasin tedavisi kesilerek, aspirasyon pnömonisi ekarte edilemediğinden klindamisin<br />

ve seftriakson tedavisine geçildi. <strong>Tedavi</strong> kesildikten sonra deliryum tablosu gerileyen hastada GSBL pozitif E.<br />

coli’ye bağlı nozokomiyal üriner sistem enfeksiyonu geliştiği için antimikrobiyal tedavi meropenem olarak değiştirildi.<br />

Klinik ve laboratuvar bulguları düzelen hastanın tedavisi 14 güne tamamlanarak taburcu edildi.<br />

OLGU 2: Hipertansiyon, diabetes mellitus, diyabete bağlı nefropatisi olan 85 yaşındaki erkek hasta sol ayakta selülit<br />

ve pnömoni ön tanıları ile yatırıldı. Ampisilin/sulbaktam ve siprofloksasin tedavisi başlandı. Antibiyoterapinin 3. günü,<br />

klinik bulgularda düzelme olmaması nedeni ile klindamisin ve levofloksasin tedavisine geçildi. Bu tedavi ile hastanın<br />

ateşi geriledi, bacaktaki selülit bulgularında azalma saptanmasına karşın hastada deliryum gelişti. Levofloksasin tedavisi<br />

yerine seftriakson tedavisine geçilen hastanın deliryum tablosu düzeldi. Hasta bu tedavinin 8. günü oral klindamisin<br />

ve sefiksim başlanarak taburcu edildi.<br />

OLGU 3: KOAH ve pnömoni tanıları ile bir devlet hastanesinin göğüs hastalıkları kliniğine yatırılan ve levofloksasin<br />

paranteral tedavisi başlanan 69 yaşındaki kadın hasta, deliryum ön tanısı ile sevk edilmişti. PA akciğer grafisinde infiltrasyon<br />

saptanmayan hastada santral sinir sistemi enfeksiyonu açısından lomber ponksiyon yapıldı. Beyin omurilik<br />

sıvısı bulguları normal olan hastada santral sinir sistemi enfeksiyonu ekarte edildi. Göğüs hastalıkları kliniği tarafından<br />

sadece KOAH için önerilen tedavi verilen hasta yatışının üçüncü gününde taburcu edildi.<br />

SONUÇ: Florokinolon kullanımı sırasında özellikle yaşlı hastalarda santral sinir sistemi yan etkileri yönünden dikkatli<br />

olunmalıdır. Florokinolon kullanan bir hastada gelişen deliryum tablosunun ayırıcı tanısında, deliryumun ilaç yan etkisi<br />

olabileceği akılda bulundurulmalıdır.<br />

S18<br />

Pnömoni ve Spondilodiskit ile Seyreden Bir Bruselloz Olgusu<br />

Sibel Toplu 1 , Yaşar Bayındır 1 , Filiz Sürücü 1 , İnci Yılmaz 1 , Funda Yetkin 1 , Yusuf Aydın 1 ,<br />

Üner Kayabaş 1<br />

1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Malatya<br />

AMAÇ: Bruselloz, dünya çapında en sık görülen zoonotik enfeksiyonlardan biridir. Vücutta herhangi bir organ sistemi<br />

tutulabilir. Brusellozda solunum sisteminin tutulumu ise nadirdir. Bruselloza bağlı solunum sistemi ve vertebra tutulumu<br />

olan bir olgu sunulmaktadır. Hastaya ait veriler hastanın tıbbi kayıtlarından elde edilmiştir.<br />

OLGU: Yetmiş dört yaşında kadın hasta, iki aydır süren bel ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı ve ateş şikayetleri ile<br />

başvurdu. Taze peynir yeme öyküsü vardı. Fizik muayenesinde dinlemekle akciğer solda daha belirgin olmak üzere iki<br />

taraflı krepitan raller dışında patolojik bulgu saptanmadı. PA akciğer grafisinde sol bazalde heterojen dansite artışı<br />

vardı. Hastanın klinik ve radyolojik bulguları lumbal spondilodiskit varlığını da destekledi. Brusella tüp aglütinasyonu<br />

1/1280 saptanan hastaya kan kültürleri alındıktan sonra rifampisin ve doksisiklin tedavisi başlandı. İlk gün alınan iki<br />

kan kültüründe üreme olmazken tedavinin üçüncü gününde alınan kan kültüründe Brucella spp. üredi. Ayrıca, tedavinin<br />

üçüncü gününde akciğer dinleme bulgularında artış olması üzerine yüksek rezolüsyonlu akciğer BT çekildi. Sol alt<br />

segmentlerde milimetrik nodüller ve konsolidasyona gidiş gösteren alveoler infiltrasyon saptandı. Hastanın tedavisine<br />

seftriakson eklendi. <strong>Tedavi</strong>nin 18. gününde gastrik yan etkiler nedeni ile doksisiklin, yerine trimetoprim-sülfametoksa-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


zole geçildi. Seftriakson ile birlikte uygulanan tedavisinin 14. gününde klinik bulguları düzelen hasta trimetoprim-sülfametoksazol<br />

ve rifampisin tedavisi ile taburcu edildi. Poliklinikten takip edilen hastanın klinik ve laboratuvar bulguları<br />

tedavinin devamını gerektirdi. <strong>Tedavi</strong>nin 4. ayında hastada öksürük ve bel ağrısı şikayetlerinde tekrar artış gözlendi.<br />

Bu sırada 2-merkapto etanollü brusella tüp aglütinasyonunun 1/320’den 1/1280’e yükselmesi nedeni ile tedaviye<br />

ofloksasin eklendi. Rifampisin, trimetoprim-sülfametoksazol ve ofloksasin tedavine iki ay daha devam edildi. Şikayetleri<br />

düzelen hastanın kontrol toraks BT’de akciğerdeki lezyonların tamamen düzelmesi ve spondilodiskit bulgularının<br />

düzelmesi üzerine tedavi kesildi.<br />

SONUÇ: Brusellozda en sık tutulan sistem iskelet sistemidir ve brusellozda vertebralar ikinci sıklıkta tutulan kemikeklem<br />

bölgesidir. Brucella spp. ile kontamine aerosollerin inhalasyonu veya başka bir odaktan hematojen yolla yayılım<br />

sonucu bruselloza bağlı solunum sistemi tutulumu gelişebilmektedir. Bu hastalarda tedavi süresi tutulan organ ya da<br />

sistemlere ve klinik yanıta göre hasta temelli belirlenmelidir.<br />

S19<br />

Bir Nedeni Bilinmeyen Ateş Olgusu: Erişkin Still Hastalığı<br />

İbak Gönen 1 , Mustafa Yıldırım 1 , Mehmet Faruk Geyik 1 , Ali Kutlucan 2 , Hülya Coşkun 2 ,<br />

Gökhan Celbek 2<br />

1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Düzce<br />

2 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce<br />

AMAÇ: Erişkin Still hastalığı (ESH) etyolojisi ve patogenezi tam olarak bilinmeyen sistemik enflamatuvar bir hastalıktır.<br />

Bu yazıda ateş etyolojisi araştırılmak üzere yatırılan ve ESH tanısı konan bir olgu sunulmuştur.<br />

OLGU: Yirmi üç yaşında kadın hasta yaklaşık 15 gün önce başlayan ateş, el parmakları ve dizlerinde ağrı, her iki alt<br />

ekstremite proksimalinde döküntü ve boğaz ağrısı şikayetleriyle yatırıldı. Hastanın 15 gün içerisinde 2 kez bu şikayetlerle<br />

başka merkezlerde hekime müracaat ettiği, moksifloksasin ve parasetamol türü ilaçlar kullandığı ancak şikayetlerinin<br />

gerilemediği öğrenildi. Ateşinin özellikle akşamları yükseldiği ve 40°C’ye kadar çıktığı, sabah saatlerinde ise<br />

daha düşük seyrettiği tespit edildi. Başvuru esnasında her iki alt ekstremite proksimalinde olan döküntüler gövde, üst<br />

ekstremiteler ve yüze yayıldı. Makülopapüler döküntüler özellikle ateş çıkınca artıyordu. Her iki diz ve el parmaklarında<br />

ağrı şikayetinin yanında sağ dizde şişlik mevcuttu. Yapılan laboratuvar tetkiklerinde; WBC: 19.400/µL (%92 nötrofil),<br />

CRP: 16.2 mg/dL, AST: 81 IU/L, ALT: 87 IU/L, ferritin: 1823 ng/mL ve eritrosit sedimentasyon hızı: 95 mm/saat olarak<br />

saptandı. Kan kültürlerinde ve idrar kültüründe üreme olmadı. Boğaz kültüründe normal boğaz florası üredi. ANA,<br />

anti-dsDNA ve RF negatif idi. Monospot test, brucella tüp aglutinasyon testi, hepatit ve diğer enfeksiyon hastalıklarına<br />

ait serolojik testler negatif bulundu. Yamaguchi kriterlerine göre hastaya ESH tanısı kondu ve steroid (prednizolon 60<br />

mg/gün) ve indometazin tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong>yle birlikte ateşleri düşme eğilimine girdi ve eklem şikayetleri azaldı.<br />

<strong>Tedavi</strong>nin 3. gününde şikayetlerinde belirgin düzelme oldu. Döküntüleri ve eklem bulguları kayboldu.<br />

SONUÇ: ESH nadir görülen bir hastalık olmakla beraber, bu olguda olduğu gibi döküntü ve eklem bulguları olan ve<br />

nedeni açıklanamayan ateş olgularında akla gelmeli ve gerekli incelemeler yapılarak uygun tedavi verilmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 285


286<br />

S20<br />

Behçet Hastalığı Seyrinde Gelişen Multisistemik Bir Tüberküloz<br />

Olgusu<br />

İbak Gönen 1 , Mustafa Yıldırım 1 , Davut Özdemir 1 , Leyla Yılmaz Aydın 2 , Mustafa Özşahin 3 ,<br />

Ahmet Şahin 1<br />

1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Düzce<br />

2 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce<br />

3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Düzce<br />

AMAÇ: Behçet hastalığı multisistemik enflamatuvar bir hastalıktır. Gerek hastalığının seyrinde görülen immünolojik<br />

değişiklikler gerekse tedavi amacıyla kullanılan immünsüpresif ajanlar bu hastaları çeşitli enfeksiyonlara duyarlı hale<br />

getirmektedir. Bu yazıda Behçet hastalığı nedeniyle immünsüpresif tedavi alan bir hastada gelişen multisistemik (miliyer<br />

tüberküloz, tüberküloz menenjit, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı) bir tüberküloz olgusu sunulmuştur.<br />

OLGU: Yirmi üç yaşındaki erkek hasta ateş, baş ağrısı, halsizlik, sağ testis bölgesinde ağrı ve şişlik şikayeti ile başvurdu.<br />

Ateş ve baş ağrısının yaklaşık 10 gündür, testis bölgesindeki ağrı ve şişliğin 3 aydır devam ettiği öğrenildi. Hastanın öz<br />

geçmişinde 3 yıldır Behçet hastalığı olduğu ve prednizolon, azatioprin ve siklosporin-A gibi immünsüpresif ilaçlar kullandığı<br />

belirlendi. Fizik muayenede ateş: 39.8°C, ense sertliği minimal pozitif, sağ testiste şişlik ve hassasiyet mevcuttu.<br />

Laboratuvar tetkiklerinde; lökosit: 7400/mm 3 , ESH: 87 mm/saat, CRP: 13.4 mg/dL, BOS incelemesinde; hücre: 20/<br />

mm 3 , protein: 200 mg/dL, glukoz: 27 mg/dL (kan glu: 94) ve BOS kültüründe üreme yoktu. Hastaya bakteriyel menenjit<br />

ön tanısıyla seftriakson 2 x 2 g IV tedavisi başlandı. <strong>Tedavi</strong>nin 7. günü şikayetlerinde gerileme olmadı ve antibiyotik<br />

tedavisi kesildi. Testis ultrasonografisinde; testislerde multipl hipoekoik görünümler, sol epididim lokalizasyonunda 46<br />

x 16 mm boyutunda heterojen lezyon ve sağ epididim boyutlarında artış ve heterojen görünüm izlendi (epididimit?).<br />

Testisten aspire edilen materyalde bol lökosit görüldü (%90 lenfosit karakterinde) ve EZN boyamada ARB 3+ idi ve<br />

kültürde Mycobacterium tuberculosis üredi. Hastaya izoniazid, rifampisin, pirazinamid ve streptomisin tedavisi başlandı.<br />

HRCT’de her iki akciğer parankimini tamamen kaplayan milimetrik boyutlarda simetrik nodüller izlendi (miliyer tüberküloz?).<br />

T9-12 vertebra korpuslarında yaygın litik lezyonlar ve T9-10 vertebra komşuluklarında sağda yumuşak doku şişliği<br />

gözlendi (Pott hastalığı?). Beyin MR postkontrast incelemede serebral ve serebellar multipl milimetrik kontrast tutan<br />

nodüler lezyonlar saptandı (Tbc granülom?). Hastada bu bulgularla Behçet hastalığı ve multisistemik tüberküloz (miliyer<br />

tüberküloz, tüberküloz menenjit, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı) birlikteliği düşünüldü. Anti-tüberküloz tedavinin 8.<br />

gününde ateşleri düşen ve genel durumu düzelme eğilimine giren hastanın tedavisine devam edilmektedir.<br />

SONUÇ: Behçet hastalığı seyrinde tüberküloz enfeksiyonu görülebilmektedir. Hatta olgumuzda olduğu gibi miliyer<br />

tüberküloz, meningeal tüberküloz, testis tüberkülozu ve Pott hastalığı gibi ciddi tüberküloz formları ortaya çıkabilir. Bu<br />

tür enfeksiyöz komplikasyonların Behçet hastalığının organ tutulumları ile ayrılması, mikrobiyolojik incelemelerin ve<br />

ileri görüntüleme tetkiklerinin ivedilikle yapılmasının uygun tedavinin gecikmeden başlanması açısından gerekli olduğu<br />

kanaatindeyiz.<br />

S21<br />

Sternoklavikuler Artrit ve Biceps Tenosinoviti ile Seyreden Bir<br />

Bruselloz Olgusu<br />

Yeşim Alpay 1<br />

1 Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi, Gaziantep<br />

AMAÇ: Bruselloz, ülkemizde sık görülen zoonotik bir hastalıktır. Büyük eklem tutulumu sık gözlenmekte ise de, farklı<br />

tutulumları ile de karşımıza çıkabilmektedir. Burada sternoklavikuler eklem tutulumuyla seyreden; tendinit (supraspinatus)<br />

ve tenosinovit (biceps) ile komplike olmuş bir bruselloz olgusu sunulmaktadır.<br />

OLGU: Kırk üç yaşında erkek, boyun sol tarafında şişlik, zaman zaman olan ateş, terleme şikayetleriyle polikliniğe<br />

başvurdu. Şikayetleri 6 ay önce başlamış, sonrasında omuz hareketlerinde kısıtlılık ve ağrı eklenmiş. Ortopedi başta<br />

olmak üzere çeşitli polikliniklere başvuruları olmuş ve nonsteroid antienflamatuvar ve kas gevşetici ilaçlar kullanmış,<br />

şikayetlerinde düzelme olmamış. Muayenesinde; sol sternoklavikuler eklem düzeyinde 4 x 4 cm boyutlarında, ödemli,<br />

fluktuasyon vermeyen, hiperemik alan ve sol omuz hareketlerinde kısıtlılık mevcuttu. Hayvancılıkla uğraşan hastanın<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


ateşi 37°C, hepatosplenomegalisi yoktu. Laboratuvar testlerinde; Rose-bengal testi pozitif, Standart tüp aglütinasyon<br />

testi 1:160, CRP: 14.7, WBC: 7500, Sedim: 20 mm/saat olarak saptandı. Kan kültüründe Brucella spp. üredi. Yüzeyel<br />

USG: Cilt, cilt altı dokularda ödem, Sol omuz MR: Supraspinatus tendiniti ve biceps tendonu boyunca tenosinovit,<br />

Boyun MR: Sol sternoklavikuler sternal uçta kalınlaşma, sinyal kontrast madde tutan enflamatuvar proces belirlendi.<br />

Doksisiklin 200 mg/gün + Rifampisin 600 mg/gün kombinasyonu ile tedavisi başlanan hastanın 10 gün sonrasında<br />

şikayetlerinde gerileme olmaması üzerine tedaviye siprofloksasin 1000 mg/gün eklendi. Bu tedaviye hızla yanıt veren<br />

hastada, 6 gün sonrasında lezyonun tamamen gerilediği ve semptomlarının belirgin olarak azaldığı gözlendi. <strong>Tedavi</strong> 6<br />

haftaya tamamlanarak kesildi.<br />

SONUÇ: Brusellozda daha çok büyük eklem tutulumu gözlenmekte olup, olgumuzda olduğu gibi küçük eklem tutulumu<br />

ile seyreden olgularda tanı alana kadar uzun süreler geçebilmekte, enfeksiyon komplike hale gelerek tedavi<br />

güçleşebilmektedir. Küçük eklem tutulumu mevcut olgular özellikle anamnez ve klinik bulgular ile de destekleniyorsa<br />

bruselloz açısından dikkatle değerlendirilmelidir.<br />

S22<br />

Hepatoselüler Karsinomu Taklit Eden Fasciola Hepatica Olgusu<br />

Derya Seyman 1 , Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Tülün Temizkan 1 , Ayhan Hilmi Çekin 2<br />

1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />

2 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Antalya<br />

AMAÇ: Fasciola hepatica insanlarda nadiren hastalık oluşturan bir trematottur. Enfeksiyon metacercaria ile kontamine<br />

olmuş yeşilliklerin yenilmesi veya suların içilmesiyle insana bulaşır. Hastalığın klinik belirtileri hepatik ve kronik bilier faz<br />

evrelerine göre değişmektedir. Burada hepatosellüler karsinom (HCC) ön tanısı ile birçok tetkik ve invaziv müdahale<br />

uygulanan bir fasiola hepatica olgusu sunulmuştur.<br />

OLGU: Öyküsünde bilinen bir hastalığı olmayan 55 yaşındaki erkek hasta yaklaşık 2 aydır sağ üst kadranda ağrı, kilo<br />

kaybı ve gece terlemesi şikayetleriyle dış merkeze yatırılmış. Başvurduğu merkezde yapılan laboratuvar tetkiklerde<br />

beyaz küre 10.900/mm 3 (%45 nötrofil, %34 eozinofil), ALP 166 U/L, CRP 108 mg/L ve sedimentasyon hızı 102 mm/<br />

saat saptanmış. Batın ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografisi incelemesinde karaciğer (KC) sağ lobda saptanan yaygın,<br />

düzensiz sınırlı, multipl kistik lezyonlar radyolojik olarak kolanjit veya mikro-apse olarak yorumlanmış ve hastaya<br />

seftriakson 2 x 1 g 10 gün verilmiş. Bu tedaviden fayda görmeyen hasta KC’de kitle ön tanısı ile onkoloji kliniğine sevk<br />

edilmiş. Burada yapılan ileri incelemelerde üst ve alt endoskopi normal, dinamik KC manyetik rezonans görüntülemede<br />

ise KC sağ lobda çevresinde kontrastlanmanın izlendiği yaygın nodüler lezyonlar saptanmış buradan biyopsi yapılarak<br />

hasta taburcu edilmiş. Karın ağrısı şikayeti artan hasta hastanemiz gastroenteroloji servisine yatırılmış. Burada vital<br />

bulguları stabilmiş, fizik muayenede sağ üst kadranda hassasiyet dışında özellik yokmuş. Laboratuvar incelemelerde<br />

beyaz küre 13.070/mm 3 (%36 PNL, %41 eozinofil), CRP 46.9 mg/L, sedimentasyon hızı 62 mm/saat, ALP 148 U/L (53-<br />

128) AST ve ALT normal sınırlarda olması üzerine kliniğimizce değerlendirildi ve KC tutulumu yapan paraziter enfeksiyonlar<br />

yönünden incelenmek üzere devir alındı. Dışkı parazit incelemelerinde özellik saptanmadı. KC’deki lezyondan<br />

alınan biyopsinin patolojik incelemesinde nekrotizan eozinofilik apse, parazitik granülom tespit edildi. Kist hidatik HA<br />

ve Toxocara canis IgG testleri negatif, Fasciola hepatica İHA 1/5120 pozitifti. Fasciola hepatica tanısı konan hastaya<br />

triklabendazol 10 mg/kg/gün PO iki gün süreyle uygulandı. İlaca bağlı bir yan etki gelişmeyen hastada tedavinin birinci<br />

ayında şikayetleri kaybolmuş, tam kan sayımında eozinofil düzeyi normale ulaşmıştı.<br />

SONUÇ: Fasciola hepatica enfeksiyonu tanısı için en önemli basamaklar; tam kan sayımında eozinofil hakimiyetinin olması,<br />

deneyimli radyolog tarafından spesifik radyolojik bulguların saptanması ve serolojik incelemedir. Özellikle hastalığın<br />

endemik olduğu bölgelerde KC’de kistik lezyonları olan hastalarda Fasciola hepatica ayırıcı tanıda düşünülmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 287


288<br />

S23<br />

Nedeni Bilinmeyen Ateş Etyolojisinde Temporal Arterit<br />

Tennure Ceylan 1 , Onur Kaya 1 , Füsun Zeynep Akçam 1 , Mehmet Şahin 2<br />

1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Isparta<br />

2 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Isparta<br />

AMAÇ: Ateş enfeksiyon hastalıklarının en sık görülen bulgularından birisi olup haftalarca süren nedeni bilinmeyen<br />

ateş tablolarında tanıda zorluklar yaşanabilmektedir. Burada nedeni bilinmeyen ateş tanısı ile izlenip temporal arterit<br />

tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.<br />

OLGU: Altmış sekiz yaşında erkek hasta yüksek ateş, iştahsızlık, halsizlik, sırt ve omuz ağrısı yakınması ile başvurdu.<br />

Başvurusundan yaklaşık 21 gün önce aralıklı olarak yükselen ateş yakınması vardı. Ateşi son 4 gündür özellikle akşam<br />

saatlerinde olan hastanın iştahsızlık, halsizlik ve miyalji dışında sistem sorgulamasında özellik yoktu. Hasta başvurusundan<br />

9 gün önce dış merkezde yatarak ismini bilmedikleri bir antibiyotik tedavisi almıştı. Dış merkezde yapılan tetkiklerinde<br />

herhangi bir patoloji saptanmayan hasta ateş etyolojisi araştırılmak üzere interne edildi. Öz geçmişinde özellik<br />

saptanmayan hastanın başlangıçta fizik muayenesinde ateş dışında patolojik bulgu yoktu.<br />

BULGULAR: Hastanın kabulünde WBC: 6900 mm 3 , Hg: 11.7 g/dL, platelet: 305.000/mm 3 , eritrosit sedimentasyon<br />

hızı (ESR): 102 mm/saat, C-Reaktif Protein (CRP): 188 mg/dL, AST: 58 IU/L, ALT: 66 IU/L, kan üre azotu, serum kreatinini,<br />

elektrolitleri normal değerlerdeydi. Olgudan kan ve idrar kültürleri alındı. Yatışından 2 gün sonra baş ağrısı yakınması<br />

başladı. Fizik muyenesinde her iki temporal arterde kalınlaşma ve palpasyonla minimal hassasiyet saptandı. Eritrosit<br />

sedimentasyon hızının yüksekliğinin de eşlik etmesi nedeni ile temporal arterit ön tanısı ile temporal arter doppler<br />

ultrasonografisi istendi. Temporal arter damar cidarında yaygın kalsifikasyonlar saptanması üzerine geçirilmiş temporal<br />

arteritle uyumlu bulundu. Romatoloji bölümü tarafından değerlendirilen hastaya temporal arter biyopsisi planlandı.<br />

Temporal arter biyopsisi alınan hastaya 1 mg/kg dozunda prednizolon tedavisi başlandı. Göz tutulumu açısından göz<br />

konsültasyonu istendi, vaskülitik bulguya rastlanmadı. Patoloji sonucu dev hücreli arterit olarak değerlendirilen hastanın<br />

steroid tedavisinin 1 ay süreyle kullanılmasına ve doz azaltılarak kesilmesine karar verildi. Taburculuk öncesi yapılan<br />

tetkiklerinde CRP: 8.6 mg/dL, ESR: 32 mm/saat düzeylerine geriledi.<br />

SONUÇ: Sonuç olarak temporal arterit özellikle yaşlı popülasyonda akılda tutulması gereken ve tanı konulamadığında<br />

görme ile ilgili ciddi morbiditeye yol açması nedeni ile erken tanının önemli olduğu bir hastalıktır.<br />

S24<br />

İntravenöz Drug Kullanımı Olan AIDS Olgusunda Mortal<br />

Seyreden Sağ Kapak Endokarditi<br />

Kadriye Kart Yaşar 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Sevtap Gürsoy 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: İntravenöz (IV) drug alışkanlığı bulunan AIDSli hastalarda enfektif endokardit, en önemli kardiyak komplikasyondur.<br />

Bu çalışmada, ülkemizde kaçak sığınmacı olarak bulunan ve ilerlemiş AIDS tablosundaki sağ kapak endokarditli<br />

erkek olgu sunulmuştur.<br />

OLGU: Türkmenistan uyruklu 30 yaşındaki erkek olgu, yüksekten düşmeye bağlı sağ ayakta kırık ve 20 gün sonra<br />

gelişen şuur değişikliğiyle başvurduğu sağlık kuruluşunda anti-HIV ve anti-HCV antikorları pozitif bulunarak kliniğimize<br />

sevk edilmiştir. Fizik muayenesinde; ateş, kaşeksi, yaygın peteşiyal döküntüler, hepatomegali, splenomegali ve<br />

akciğer bazallerinde krepitan raller mevcuttu. Laboratuvar tetkiklerinde; WBC: 19.500/mm 3 , Hb: 6.8, Htc: %19.2, PLT:<br />

67.000/mm 3 , ALT: 59 U/L, AST: 114 U/L, kreatin: 1.9, Na: 128 mmol/L, albumin: 1.9 g/dL, CD4 sayısı 99 hücre/mm 3 ,<br />

HIV-RNA: 9.220.000 kopya/mL idi. Seftriakson ve siprofloksasin tedavisi başlanan ve IV ilaç kullanımı nedeniyle enfektif<br />

endokardit düşünülen olgunun ekokardiyografisinde, triküspit kapakta 16 x 12 mm’lik vejetasyon saptandı. Elektif<br />

şartlarda operasyon düşünülen hastanın tedavisine, sağ kapak endokarditi nedeniyle daptomisin eklendi. HRCT’de,<br />

yaygın pnömonik infiltrasyon, bilateral plevral efüzyon ve apikallerde kaviter lezyonları saptandı ve bu lezyonlar septik<br />

emboli olarak değerlendirildi. Batın USG’de ileri derecede hepatomegali (210 mm) ve splenomegali (180 mm) saptan-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


dı. Kan kültürlerinde üreme olmadı. Genel durumunda kısmen düzelme saptanan olguda, tedavinin 12. gününde üre,<br />

kreatin artışı ve asit gelişti. Albumin tedavisine rağmen, bilateral plevral sıvısı ve asiti gerilemeyen hastada günde 3 g’ı<br />

aşan proteinüri, HIV ile ilişkili nefrotik sendrom ve fokal segmenter glomerüloskleroza bağlandı. Hemodinamisi giderek<br />

bozulan ve hematokriti %16 saptanan hastada; idrar çıkışında azalma, asit ve plevral sıvıda masif artma (anazarka<br />

tarzı ödem), karaciğer enzimlerinde 10 katı geçen artış, hematüri ve solunum sıkıntısı gelişti. Multiorgan yetmezliği<br />

sonucu hasta kaybedildi.<br />

SONUÇ: Enfektif endokardit, IV ilaç kullanımı olan HIV enfeksiyonlularda sık görülür ve sıklıkla triküspit kapakla ilişkilidir.<br />

HIV enfeksiyonlularda sağ kapak endokarditinin seyri iyi olsa da; ilerlemiş AIDS tablosu olan ve düşük CD4 T<br />

lenfosit sayısı olan olgularda mortal seyredebileceği unutulmamalıdır.<br />

S25<br />

Parapnömonik Efüzyonun Eşlik Ettiği<br />

Brusella Pnömonili Bir Olgu<br />

Serdar Berk 1 , Aynur Engin 1 , Ömer Tamer Doğan 1<br />

1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sivas<br />

AMAÇ: Brusella hastalığının pnömoni formunda seyredebileceğine dikkati çekmek. Polikliniğimize başvuran ve hastanemize<br />

yatan hastanın dosya kayıtlarına ulaşıldı.<br />

OLGU: Bruselloz, tüm dünyada yaygın olarak görülen gram-negatif bakterilerden Brucella türleri ile oluşan zoonotik<br />

bir hastalıktır. Genellikle multisistemik tutulum gösterir. Hastalık esas olarak kaynatılmadan veya pastörize edilmeden<br />

tüketilen süt ve süt ürünlerinin tüketilmesiyle bulaşır. Bulaşma yollarından biri de inhalasyon yolu olmasına rağmen akciğer<br />

tutulumu nadirdir. Köyde çobanlık yapan 20 yaşında erkek hasta askerlik hizmetinin 1. ayında yaklaşık 10 gündür<br />

devam eden öksürük, balgam çıkarma, batıcı tarzda sol göğüs ağrısı, gece terlemesi, iştahsızlık, aralıklı olarak yükselen<br />

ateş ve nefes darlığı yakınmaları nedeniyle göğüs hastalıkları kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde ateş<br />

38.4ºC, solunum sayısı 22/dakika idi, oskültasyonda iki taraflı akciğer bazallerinde inspiratuar raller tespit edildi. Diğer<br />

sistem muayenelerinde patoloji saptanmadı. Hastanın PA akciğer grafisinde; sağ orta zonda pnömonik infiltrasyon, sol<br />

alt zonda homojen dansite artışı saptandı. Toraks BT’de; her iki hemitoraksta 2 cm kalınlığa ulaşan plevral efüzyon,<br />

sağ akciğer üst lob anterior ve orta lob medial segment ile sol akciğer alt lobda pnömonik infiltrasyon izlendi. Balgam<br />

kültüründe üreme olmadı. Serumda M. pneumoniae IgM, C. pneumoniae IgM ve Legionella IgM antikorları negatif<br />

bulundu. İdrarda Legionella antijeni saptanmadı. Pnömoni ve parapnömonik efüzyon ön tanısıyla uygulanan nonspesifik<br />

antibiyotik tedavisinin 6. gününde düzelme olmadı. Kan kültürlerinde Brucella spp. üremesi üzerine bruselloza<br />

yönelik spesifik antibiyoterapi başlandı. Altı haftalık doksisiklin + rifampisin kombinasyonu tedavisinden sonra hastada<br />

klinik ve radyolojik olarak düzelme gözlendi.<br />

SONUÇ: Sonuç olarak, klinik bulguların fazla ve nonspesifik olması nedeniyle bruselloz pek çok hastalıkla karışabilmektedir.<br />

Nadiren de olsa brusellozun pulmoner tutumlumla seyredebileceği unutulmamalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 289


290<br />

S26<br />

Miyelofibrozis ve Akut Miyeloblastik Lösemi Kliniğini Taklit<br />

Eden Bruselloz Olgusu<br />

Osman Turgut Ertem 1 , Saygın Nayman Alpat 1 , Nurettin Erben 1 , İlhan Özgüneş 1 ,<br />

Elif Doyuk Kartal 1 , Gaye Usluer 1<br />

1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eskişehir<br />

AMAÇ: Bu yazıda miyelofibrozis ve akut miyeloblastik lösemi (AML) kliniğini taklit eden bruselloz olgusu sunulmaktadır.<br />

OLGU: Yetmiş iki yaşında kadın hasta ateş, bel ağrısı, halsizlik şikayetleri ile Ocak 2011’de kliniğimize yatırıldı. Hastaya 4 ay<br />

önce anemi tanısı konmuş, miyelodisplastik sendrom (MDS) ön tanısı ile fakültemize yönlendirilmiş. Hastanın ateşi olması,<br />

MDS ön tanısı olması ve muayene bulgularında hepatomegali, splenomegali dışında patoloji saptanmaması nedeniyle ampirik<br />

piperasilin-tazobaktam 3 x 4.5 g tedavisi başlanmış. Kemik iliği incelemesinde promiyelosit hakimiyeti saptanan hastada<br />

ön tanı olarak akut miyeloblastik lösemi (AML) düşünülmüş. Febril nötropeni olarak değerlendirilen hastaya akciğer mantar<br />

enfeksiyonu açısından HRCT çekilmiş, mantar enfeksiyonu düşünülmemiş. Tekrar kemik iliği biyopsisi yapılan hastanın flow<br />

ve periferik yaymasında promiyelosit miktarında artış saptanmış, enfeksiyona sekonder olabileceği düşünülerek brusella aglütinasyonu<br />

çalışılmış, 1/640 bulunan hastanın tüm tedavisi kesilerek doksisiklin 2 x 100 mg ve rifampisin 1 x 600 başlanarak<br />

enfeksiyon hastalıkları kliniğine devir alındı. Kan kültüründe Brucella spp. ürediği öğrenildi. <strong>Tedavi</strong>sinin 3. gününde ateşleri<br />

39.5°C olarak ölçülen hastanın tedavisine seftriakson 2 x 1 g eklendi. Rifampisin ve doksisiklin tedavisinin 10., seftriakson<br />

tedavisin 7. gününde ateş yanıtı alındı. Periferik yaymasında promiyelositleri devam eden hasta hematoloji bölümünce değerlendirildi.<br />

Öncelikle hematolojik malignansi düşünülmeyen hastanın bruselloz tedavisi sonlandığında tekrar değerlendirilmesi<br />

planlandı.<br />

SONUÇ: Brusella enfeksiyonlarının endemik olduğu bölgelerde, miyelofibrozisi olan olgularda, brusella enfeksiyonu birlikteliğinin<br />

araştırılmasının tanı ve tedavide yararlı olacağı düşünülmektedir.<br />

S27<br />

Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2010-2011<br />

Sezonunda Mortal Seyreden İlk H1N1 Olgusu<br />

Derya Seyman 1 , Veli Günay 1 , Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Ayhan Hilmi Çekin 2<br />

1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />

2 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Antalya<br />

AMAÇ: İlk kez Nisan 2009 tarihinde Meksika’da izole edilen ve Pandemik İnfluenza A (H1N1) olarak adlandırılan influenza tipi tüm<br />

dünyaya hızla yayılmıştır. 2009-2010 yılında laboratuvar olarak doğrulanmış ve 16.000’e yakın ölümle sonuçlanan pandemik influenza<br />

olgusu bildirilmiştir. Ülkemizde de 2009-2010 yılında birçoğu ölümle sonuçlanan ciddi hastalık tabloları gelişmiştir. Burada 2011<br />

Ocak ayı itibariyle yeni tanı konulan diabetes mellitus dışında altta yatan başka bir hastalık öyküsü bulunmayan ve mortal seyreden<br />

ilk H1N1 olgusu sunulmuştur.<br />

OLGU: Kırk yaşında kadın hasta yaklaşık 3 gün önce başlayan üşüme-titreme, halsizlik, iştahsızlık, tüm vücut genelinde kas, eklem<br />

ağrısı ve öksürük şikayeti ile farklı günlerde olmak üzere iki kez hastanemiz acil servisine başvurmuş. Burada yapılan değerlendirmede<br />

bilinci açık, koopere ve bitkin görünümde olan hastanın TA 85/60 mmHg, ateş 37.5ºC, solunum sayısı 20/dakika olarak saptanmış,<br />

fizik muayenede patolojik muayene bulgusu yokmuş. Laboratuvar incelemesinde ise beyaz küre 14.590/mm 3 , Hgb 10 g/dL, glukoz<br />

585 g/dL, total protein 4.4 g/dL, albumin 2.5 g/dL, tam idrar tetkikinde bol PNL, 7-8 eritrosit, glukoz (+), aseton (+), lökosit (+++)<br />

dışında bir patoloji saptanmamış. Hasta diyabetik ketoasidoz ve üriner sistem enfeksiyonu tanısı ile dahiliye servisine yatırılmış. Sıvı<br />

elektrolit replasmanı, insülin infüzyonu ve ampirik seftiakson 2 x 1 g başlanan hastanın ateş yüksekliği devam etmiş. Yatışının ikinci<br />

günü hipotansif seyreden hastada akut dispne tablosu gelişince entübe edilerek dahiliye yoğun bakım ünitesine (YBÜ) alınmış. Burada<br />

aynı gün sepsis ön tanısıyla kliniğimiz tarafından değerlendirilen hastada bilateral alt zonlarda ral ve akciğer grafisinde bilateral<br />

difüz infiltrasyon saptandı. İnfluenza pnömonisi, atipik pnömoni ön tanılarıyla uygun kültür örnekleri alınarak oseltamivir, piperasilin-tazobaktam<br />

ve klaritromisin başlandı. Hastaya solunum izolasyonu da uygulandı. Bakteriyolojik kültürlerinde üreme olmayan<br />

hastanın nazal sürüntü örneğinde RT-PCR yöntemi ile H1N1 pozitif saptandı. Hasta YBÜ’ye yatışının 32. saatinde solunum arresti<br />

nedeniyle kaybedildi.<br />

SONUÇ: İnfluenza halen mortal seyredebilen bir hastalık olmaya devam etmektedir. İnfluenza salgını sırasında akut solunum yetmezliği<br />

gelişen hastalarda erken tanı ve tedavi influenza pnömonisine bağlı mortalitenin önlenmesi yönünden önemlidir. Bu olguda diyabet<br />

gibi altta yatan bir hastalık olmasına rağmen geç tanı konulmasının mortal seyir açısından önemli bir etken olduğunu düşünüyoruz.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Mikrobiyolojik Testler ve<br />

Antimikrobiyal Direnç<br />

S28-S37<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 291


292<br />

S28<br />

Mycobacterium tuberculosis Suşlarının Antitüberküloz İlaçlara<br />

Direnç Oranlarının İki Farklı Dönemde Karşılaştırılması<br />

Tuba Turunç 1 , Şule Çolakoğlu 2 , Y. Ziya Demiroğlu 1 , Ebru Kurşun 1 , H. Eda Aliskan 2<br />

1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Çalışmamızda hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarında izole edilen Mycobacterium tuberculosis kompleks suşlarının ikişer<br />

yıllık dönemlere ayrılarak son 4 yıllık ilk kuşak antitüberküloz ilaçlara in vitro duyarlılık durumlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Aralık 2006-Aralık 2010 tarihleri arasında hastanemiz mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 4775 örnekten<br />

izole edilen 145 M. tuberculosis kompleks suşu çalışmaya alındı.<br />

BULGULAR: Aralık 2006-Ocak 2008 tarihleri arası yani 1. dönemde toplam 1460 örnekten 45 (%3.08)’inde (26 balgam, 8 bronko-<br />

alveoler lavaj, 5 apse, 3 plevral mayii, 1 beyin omurilik sıvısı ve 2 idrar) örneklerinden M. tuberculosis kompleks izole edildi. Bu<br />

suşlardan 1 (%2.2)’inde izoniazid direnci, 2 (%4.4)’sinde rifampisin direnci, 5 (%11.1)’inde etambutol direnci, 1 (%2.2)’inde streptomisin<br />

direnci tespit edilirken ilk dönemde çok ilaca dirençli (ÇİD) suşa rastlanmadı. Ocak 2008-Aralık 2010 tarihleri arası yani 2.<br />

dönemde ise toplam 3315 örnekten, 100 (%3.01)’ünde (56 balgam, 13 bronkoalveoler lavaj, 18 apse, 6 plevral mayii, 3 periton, 2<br />

idrar, 2 beyin omurilik sıvısı) örneklerinden M. tuberculosis kompleks izole edildi. İkinci dönemde, ilk dönemden farklı olarak 4 suşta<br />

(%4) ÇİD saptanırken, izoniazid direnci (n= 3, %3), rifampisin direnci (n= 1, %1), etambutol direnci (n= 4, %4), streptomisin direnci<br />

(n= 4, %4) olarak bulundu.<br />

SONUÇ: Çalışmamız da M. tuberculosis kompleksin örneklerden izole edilme oranları benzer olmasına rağmen ilk dönemde gözlenmeyen<br />

ÇİD suşlar maalesef 2. dönemde tespit edilmiştir. Ayrıca izoniazid ve streptomisin direnç oranlarında da artış saptanmıştır.<br />

Bu nedenle merkezlerin kendi M. tuberculosis direnç oranlarını düzenli olarak belirlemesi, tüberküloz enfeksiyonu tedavisinde uygun<br />

stratejilerin belirlenmesine ve tüberküloz kontrol programlarının etkinliğinin değerlendirilmesine önemli katkıda bulunacaktır.<br />

S29<br />

Poliklinik Hastalarının İdrar Örneklerinden İzole Edilen<br />

Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae Suşlarındaki GSBL<br />

Oranı ve Antibiyotik Direnci<br />

Vildan Demiray 1 , Engin Karakeçe 1 , Oğuz Karabay 2<br />

1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya<br />

2 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya<br />

AMAÇ: Üriner sistem enfeksiyonları en sık karşılaşılan toplum kaynaklı enfeksiyonlardır. Genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL)<br />

sıklığı, poliklinik hastalarında artmakta ve tedavinin planlanmasında sorun oluşturmaktadır. Bu çalışmada Kasım 2009-Mayıs 2010<br />

tarihleri arasında hastanemize üriner enfeksiyon ön tanısıyla başvuran hastaların idrar kültürlerinden izole edilen E. coli ve Klebsiella<br />

pneumoniae kökenlerindeki GSBL oranı ve antibiyotik dirençleri araştırıldı.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Veriler mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen poliklinik hastalarına ait idrar örneklerinden izole edilen mikroorganizmalardan<br />

ve hastaların bilgi formlarından elde edilmiştir. GSBL varlığı disk difüzyon ve çift disk sinerji yöntemleri ile araştırıldı.<br />

GSBL pozitifliği tespit edilen bakterilerin gerçekten toplum kökenli olup olmadıklarını anlamak için hasta kartlarındaki anamnez bilgileri<br />

taranarak son 6 ay içerisindeki hastane yatış öyküsü araştırıldı. Bakteriler tanımlamada konvansiyonel yöntemler ve ticari hazır<br />

kitler kullanıldı, antibiyotik duyarlılıkları CLSI göre disk difüzyon yöntemi ile yapıldı.<br />

BULGULAR: İdrar örneklerinden 413 E. coli ve 23 K. pneumoniae olmak üzere toplam 436 köken elde edildi. İzole edilen 436 kökenin<br />

43 (%10.4)‘ünde GSBL tespit edildi. 413 E. coli’nin 36 (%8.7)’sında, 23 K. pneumoniae’nın 7 (%30.4)’sinde GSBL pozitifliği<br />

tespit edildi. Alınan dosya verilerinde 43 GSBL pozitif kökenin 18 (%4.12)’inde son altı ayda hastaneye yatış öyküsü yokken, 25’inde<br />

son altı ayda hastane yatışı öyküsü vardı. Saf toplum kökenli GSBL üreten E. coli sıklığı 16 (%3.8), saf toplum kökenli GSBL üreten K.<br />

pneumoniae sıklığı 2 (%8.6) olarak değerlendirildi.<br />

SONUÇ: Hastanemize ayaktan idrar yolu enfeksiyonu şikayeti ile başvuran hastalardan üretilen E. coli ve K. pneumoniae kökeninlerinde<br />

GSBL sıklığı %10.4 olarak tespit edilmiştir. Sonuçlarımıza göre GSBL üreten kökenlerde tedavi seçenekleri oldukça sınırlıdır.<br />

Sonuçlarımız yakın bir gelecekte üriner enfeksiyonların tedavisinde problemler yaşanacağını göstermektedir. Bunu önlemek akılcı<br />

antibiyotik kullanımını sağlayacak antibiyotik politikaları ile mümkündür.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S30<br />

Klinik Candida krusei İzolatlarının Vorikonazol, Kaspofungin<br />

ve Amfoterisin B Duyarlılığının Üç Farklı Yöntemle<br />

Değerlendirilmesi<br />

Yasemin Öz 1 , Filiz Akşit 1 , Nuri Kiraz 2 , Abdurrahman Kiremitçi 1<br />

1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Eskişehir<br />

2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

AMAÇ: Candida krusei intrensek olarak flukonazol dirençlidir ve birçok merkezden C. glabrata ve C. krusei gibi non-albicans Candida<br />

enfeksiyonlarının sıklığında artış bildirilmektedir. Amfoterisin B ve vorikonazol fungal hücre membran sterolü üzerinden etki göstermekteyken,<br />

kaspofungin farklı bir mekanizmayla, fungal hücre duvarı 1,3-b-D-glucan sentezini inhibe ederek etki göstermektedir. Bu<br />

çalışmanın amacı, vorikonazol, kaspofungin ve amfoterisin B’nin C. krusei izolatlarına etkinliğini üç farklı yöntemle değerlendirmekti.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Toplam 30 klinik C. krusei izolatı ve C. parapsilosis ATCC 22019 referans suşu çalışmaya alındı. Bütün izolatlar<br />

CLSI (Clinical and Laboratory Standards Institute) M27-A2 kılavuzuna göre sıvı mikrodilüsyon, CLSI M44-A klavuzuna göre disk difüzyon<br />

ve Etest yöntemiyle duyarlılık testine alındı. Disk difüzyon testi için Whatman no 1 kağıtları ve besiyeri olarak glukoz ve metilen<br />

mavisi eklenmiş Mueller-Hinton agar kullanıldı, sonuçlar hem 24 hem de 48 saatlik inkübasyonda değerlendirildi. Etest yöntemi<br />

üreticinin önerilerine göre MOPS’la tamponlanmış RPMI 1640 agar kullanılarak yapıldı.<br />

BULGULAR: İzolatların minimal inhibitör konsantrasyon (MİK) değerleri sıvı mikrodilüsyon ve Etest ile sırasıyla vorikonazol için 0.25-<br />

0.50 µg/mL ve 0.094-0.5; amfoterisin B için 1.0-2.0 µg/mL ve 0.50-2.0 µg/mL; kaspofungin için 0.25-1.0 µg/mL ve 0.047-0.50 µg/<br />

mL arasında bulundu. Disk difüzyon yöntemi ile tüm izolatların zon çapları vorikonazol için ≥ 18 mm, amfoterisin B için ≥ 18 mm ve<br />

kaspofungin için ≥ 25 mm tespit edilmiştir. Buna göre çalışmaya alınan C. krusei izolatlarının tümü her üç yöntemle vorikonazol ve<br />

kaspofungine duyarlı olarak saptandı. Amfoterisin B için izolatların %50’sinin MİK değeri 2 µg/mL olarak sonuçlandı. Sıvı mikrodilüsyon<br />

ve Etest yöntemleri arasındaki ±2 dilüsyon içinde gerçekleşen uyum oranı vorikonazol ve amfoterisin B için %100, kaspofungin<br />

için %83.3; üç yöntem arasındaki kategorik uyum vorikonazol ve kaspofungin için %100 olarak gerçekleşmiştir.<br />

SONUÇ: Sonuç olarak vorikonazol ve kaspofungin C. krusei izolatlarına karşı in vitro şartlarda etkili bulunmuştur, ancak amfoterisin<br />

B için elde edilen yüksek MİK değerleri dikkat çekicidir. Duyarlılık yöntemleri arasındaki yüksek uyum oranları nedeniyle agar testleri<br />

referans yönteme alternatif olabilir.<br />

S31<br />

Üropatojen Escherichia coli İzolatlarında Kinolon Direncinin<br />

Yıllar İçerisindeki Değişimin Araştırılması<br />

Sibel Doğan Kaya 1 , Serap Gençer 2 , Bülent Kaya 1<br />

1 SB Niğde Devlet Hastanesi, Niğde<br />

2 SB Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İstanbul<br />

AMAÇ: Üropatojen Escherichia coli izolatlarının hızla artan antibiyotik direnci karşısında her merkezin kendi direnç oranlarını takip<br />

etmesi önem kazanmaktadır. Hastanemiz üropatojen E. coli izolatlarının kinolon grubu antibiyotiklere direnç oranını 6 yıl içindeki<br />

değişimi ve diğer antibiyotik dirençleriyle korelasyonunu araştırmak amacıyla bu çalışma yapılmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında Ocak 2003-Aralık 2008<br />

tarihleri arasında üropatojen olarak izole edilen E. coli izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları retrospektif olarak değerlendirildi. Her<br />

hastanın ilk izolatı çalışmaya alındı.<br />

BULGULAR: Çalışmayı oluşturan 5543 izolatın %27’si siprofloksasine, %26.5’i ofloksasine, %21.4’ü gentamisine, %15.4’ü amikasine<br />

dirençli olup %11.9’u genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üretmekteydi. Siprofloksasin ve ofloksasin dirençleri 2003<br />

yılında sırasıyla %22.1 ve %21.6, 2004’te %20.4 ve %20.8, 2005’te %21.9 ve %22, 2006’da %25.5 ve %26.2 iken 2007 yılında<br />

%34.3 ve %35.5’e (her ikisi içinde p< 0.001), 2008’de %30.3 ve %30.6’ya yükselmiştir. GSBL oranlarıda 2003’te %4.3, 2004’te<br />

%4.2, 2005’te %5.9, 2006’da %10.1, 2007’de %19.8 ve 2008’de %19’a yükselmişti (p< 0.001). Ofloksasin dirençli izolatların<br />

%31’i siprofloksasin dirençli izolatların %32’si GSBL üretmekteydi. Florokinolon direnci ile diğer antibiyotik dirençleri arasında korelasyon<br />

mevcuttu. Poliklinik hastalarına ait izolatların direnç oranı yatan hastalara ait direnç oranından belirgin olarak daha düşüktü<br />

(p< 0.001).<br />

SONUÇ: Üropatojen E. coli izolatlarında florokinolonlar başta olmak üzere tüm antibiyotiklere karşı direnç oranlarında yıllar içersinde<br />

anlamlı artış görülmektedir. Gereksiz ve uygun olmayan florokinolon kullanımından kaçınmak ve endikasyon durumunda direnç<br />

verileri ışığında ampirik tedavileri yönlendirmek gerekmektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 293


294<br />

S32<br />

Endemik Sahada Brusella Serolojik Tanı Testlerinin Analizi<br />

Filiz Arabacı 1 , Mehmet Oldacay 2<br />

1 SB Çorlu Devlet Hastanesi, Çorlu<br />

2 SB Çanakkale Devlet Hastanesi, Çanakkale<br />

AMAÇ: Çanakkale yöresinden 131 semptomatik hastanın serumları altı test ile (Rose Bengal test, Standard tüp Agglutinasyon<br />

testi, Brucella Coombs Test, BrucellaCapt, Brucella IgG ang IgM ELISA) brusella antikor pozitifliği için araştırılmıştır.<br />

Bu testlerin sensitivite, spesifitesi ile tanı koydurucu değerleri analiz edilmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Semptomatik 131 hasta ve nonsemptomatik 105 kan donöründe serolojik testler ile brusella<br />

araştırılmıştır. Semptomatik hastaların 49’u hospitalize edilmiş ve bunlardan alınan kan kültürlerinin 9’unda Brucella<br />

spp. izole edilmiştir. Tüm serum örnekleri Rose Bengal aglutinasyon, Standart tüp aglutinasyon, Brusella Coombs test,<br />

BrucellaCapt ve ELISA IgG -IgM testleri ile brusella antikor seropozitifliği yönünden araştırılmıştır.<br />

BULGULAR: BrucellaCapt testinin sensitivitesi en yüksek olarak bulunmuştur (%74.04). Coombs test sonuçları da<br />

buna benzerdir (%72.51). Rose Bengal testinin sensitivitesi %48.09 olarak bulunmuştur. ELISA IgG testi, ELISA IgM’ye<br />

göre bruselloz için daha sensitif bulunmuştur (%65.64 ve %49.61). İncelenen tüm testler brusella için %100 spesifik<br />

bulunmuş, sadece Rose Bengal test diğerlerinden daha az spesifik bulunmuştur (%96.19).<br />

SONUÇ: Tüm testlerin pozitif prediktif değeri 1 civarında bulunmuştur. Buna karşın negatif prediktif değerler (NPV)<br />

sadece Coombs ve Brucellacapt için anlamlı bulunmuştur (sırasıyla 0.744 ve 0.755). Diğer serolojik testler için NPV<br />

0.50’nin altında olup, negatif sonuçlar için kanıt değerleri düşük bulunmuştur. ELISA IgG ve IgM testleri diğer testlerden<br />

üstün bulunmamıştır. ROC analizi uygulandığında, Brucella Coombs ve Brucellacapt testleri endemik sahalarda<br />

brusellozisin serolojik tanısı için en değerli testler olarak saptanmıştır.<br />

S33<br />

Dört Farklı Bölgeden İzole Edilen Streptococcus pyogenes<br />

Suşlarının İn Vitro Antimikrobiyal Duyarlılığın Agar Dilüsyon<br />

Yöntemi ile Değerlendirilmesi<br />

Haluk Erdoğan 1 , Füsun Can 2 , Müge Demirbilek 3 , Şule Çolakoğlu 3 , Hale Turan 1 ,<br />

Özlem Kurt Azap 1 , Hande Arslan 1<br />

1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

2 Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

3 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Streptococcus pyogenes suşlarında penisilin direnci bildirilmemesine rağmen makrolidler, kinolonlar gibi betalaktam<br />

dışındaki antimikrobiyallere direnç oranları son yıllarda artmaktadır. Sürveyans çalışmaları antimikrobiyal direnç<br />

değişikliğini saptamak için önemlidir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Alanya, Ankara, Adana ve Konya Araşatırma ve<br />

Uygulama Merkezlerinde Ocak 2007 ile Mayıs 2009 tarihleri arasında yürütülmüştür. Hastalardan izole edilen, PYR<br />

ve/veya lateks aglutinasyonu ile tiplendirilen ardışık 395 S. pyogenes suşu çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm suşlar çalışılana<br />

kadar -86°C saklanmıştır. Penisilin, seftriakson, vankomisin, eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin<br />

duyarlıklık testi “Clinical and Laboratory Standards Institute” kritelerine göre agar dilüsyon yöntemi ile çalışılmıştır.<br />

BULGULAR: Penisilin, seftriakson, vankomisin, eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin MİK düzeyi sı-<br />

90<br />

rasıyla 0.03, 0.25, 0.5, 0.25, 0.5, 0.25 ve 2 mg/L bulunmuştur. Penisilin, seftriakson ve vankomisin direnci saptanmamıştır.<br />

Eritromisin, azitromisin, klindamisin ve levofloksasin direnç oranları ise sırasıyla %6.4, %3.1, %5.6 ve %5.1<br />

olarak bulunmuştur.<br />

SONUÇ: Bu sonuçlar S. pyogenes suşlarında saptanan antimikrobiyal direncin ülkemiz için henüz sorun olmadığını<br />

göstermektedir. Bununla birlikte S. pyogenes suşların antimikrobiyal direnç değişikliğini saptamak için epidemiyolojik<br />

sürveyans çalışmalarının periyodik aralıklarla yapılması gerekmektedir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S34<br />

Kan Kültürlerinden Soyutlanan Streptococcus milleri Grubu ve<br />

Klinik Önemi<br />

Onur Özgenç 1 , Seher Ayten Coşkuner 1 , Meltem Avcı 1 , Melis Güngör 1 ,<br />

Nalan Gülenç 1 , Fatma Bal 1<br />

1 SB İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İzmir<br />

AMAÇ: Streptococcus milleri grubu (SMG), solunum, bağırsak ve ürogenital traktüs kommensalidir. Steril bölgelerde translokasyon<br />

sonucu, pürülan enfeksiyon oluşturabilirler. Bu organizmalarla kan dolaşımı enfeksiyonları seyrektir. Bakteremilerden soyutlanan S.<br />

milleri grubu üyesi ile oluşan enfeksiyonların klinik önemine dikkat çekilmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: BACTEC ve/veya BacT/ALERT kan kültür sistemi ile 2005-2010 yılları arasında kan kültürü örneklerinden soyutlanan<br />

sekiz SMG izolatı klinik mikrobiyoloji laboratuvarı kayıtlarından araştırıldı. Kan kültür pasajları %5 koyun kanlı agarda %5<br />

CO 2 ’li ortamda 48 saat enkübe edildi. İzole edilen streptokoklar koloni morfolojisi, kokusu ve büyüklüğü (< 0.5 mm) göz önüne<br />

alınarak incelendi. İzolatlar Lancefield grup lateks aglütinasyon testi ile (Streptococcal Grouping Kit; BD BBL, ABD) karşılaştırıldı. API<br />

Rapid ID 32 Strep sistemi (bioMérieux, Fransa) kullanılarak, suşlar tanımlandı. S. milleri grubu olarak tanımlanan izolatlara ait hasta<br />

dosyaları değerlendirildi.<br />

BULGULAR: Sekiz kan kültürü SMG izolatına ait hasta bilgileri incelendi. Kan kültürlerinde SMG üreyen iki hasta enfeksiyon hastalıkları<br />

kliniğinde izlenmiş olup, biri enfektif endokardit, diğeri pürülan bakteriyel meningoensefalit tanısı almıştı. Üç olgu immünsüpresifti;<br />

hemodiyaliz, kronik miyelositer lösemi hastası ve solid organ transplant alıcısıydı. Bir olgu intraserebral hematom tanısıyla<br />

izlenmişti. Bir hastada trafik kazası sonucu multipl kraniyel fraktür mevcuttu. Anorektal bölgede apse saptanan bir olguya drenaj<br />

uygulanmıştı.<br />

SONUÇ: S. milleri grubu izolatları ile gelişen bakteremi, süpüratif enfeksiyon odağı araştırılması açısından klinisyeni uyarmalıdır.<br />

Streptococcus milleri grubu üyeleri ender olarak endokardit etkenidir. Bu etken ile oluşan enfeksiyonlarda immünsüpresyon ve komorbidite<br />

sıktır.<br />

S35<br />

E-Test Yöntemi ile 97 Brusella Suşunun Yıllar İçinde<br />

Duyarlılıklarında Oluşan Eğilimin Araştırılması<br />

Filiz Pehlivanoğlu 1 , Mehtap Şimşek 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: Son yıllarda ülkemizde sıklığı artan, tanısı güç olabilen, tedavisi uzun ve kombine ilaç rejimleri gerektiren zoonotik bir hastalık<br />

olan brusellozda klasik tedavi rejiminde yer alan ilaçların E-test yöntemiyle duyarlılıklarının yıllar içindeki eğilimi araştırılarak MİK<br />

değerlerinde yükselme olup olmadığı irdelendi.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 2003-2010 yılları arasında kan kültüründe üreyen brusella suşlarının antibiyotik duyarlılıkları E-test (AB Biodisk,<br />

Sweden) yöntemiyle araştırıldı. Kan kültürleri için BacT/ALERT 3D (BioMerieux, Fransa) otomatize kan kültür cihazı kullanıldı. İzole<br />

edilen suşların identifikasyonu klasik yöntemler ile yapıldı. Rifampisin, tetrasiklin, streptomisin ve siprofloksasin için antibiyotik duyarlılıkları,<br />

E-test yöntemi kullanılarak “Clinical and Laboratory Standard Institute (CLSI)” tarafından Haemophilus spp. için belirlenen<br />

sınırlara göre değerlendirildi.<br />

BULGULAR: İzole edilen brusella suşlarının MİK aralıkları rifampisin için 0.125-1.5, streptomisin için 0.025-4.0, tetrasiklin için 0.01-<br />

4.0 ve siprofloksasin için 0.019-3.0 mg/L saptandı. Suşlardan 2 tanesinin rifampisine, 1 tanesinin tetrasikline, 2 tanesinin siprofloksasine<br />

dirençli olduğu bulunurken suşların tamamının streptomisine duyarlı olduğu belirlendi. İzole edilen suşların 2003 ve 2009-2010<br />

yılı MİK değerlerine bakıldığında rifampisin için fark görülmezken streptomisin ve tetrasiklin için fark saptandı (sırasıyla RİF MİK 90 : 1.0,<br />

1.0; SM MİK 90 : 0.75, 4.0; TE MİK 90 : 0.032, 0.64). Siprofloksasin E-testi 2003 yılında bakılmadığından 2004 yılı ile 2009-2010 yıllarındaki<br />

suşların MİK değerleri karşılaştırıldı ve yükselme olduğu görüldü (sırasıyla CİP MİK 90 : 0.38, 2.0). Tetrasiklin ve siprofloksasine<br />

önceki yıllarda direnç görülmezken 2010 yılında izole edilen suşlarda direnç belirlenmiştir.<br />

SONUÇ: Brucella cinsi bakterilerde duyarlılık testlerine yönelik standartlar bulunmamaktadır. Ancak kısa zamanda ve kolay uygulanabilir<br />

bir yöntem olan E-test yöntemi duyarlılık araştırmalarında kullanılmaktadır. Çalışmamızda MİK değerleri kıyaslandığında streptomisin,<br />

tetrasiklin ve siprofloksasin için duyarlılığının azaldığı görülürken rifampisin duyarlılığında değişiklik görülmemiştir. Ülkemiz için<br />

sık görülen bir zoonoz olan Brucella enfeksiyonunda tedavi seçenekleri yanında hastalığın insanlara bulaşmasının önlenebilmesi için<br />

hayvanlarda ortadan kaldırılmasının gerekliliği kadar korunmaya yönelik eğitimler de ihmal edilmemesi gereken konulardır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 295


296<br />

S36<br />

Son İki Dekatta Salmonella ve Shigella Cinsi Bakterilerle<br />

Oluşan Enfeksiyonlarda Saptanan Değişimler; Mevsimsel<br />

Dağılım, Direnç ve Tür Geçişleri<br />

Filiz Pehlivanoğlu 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: Gastrointestinal patojenler arasında salmonella ve shigella bakterilerine bağlı olarak gelişen diyarelerdeki<br />

etkenin saptanması tedavi açısından önem taşımaktadır. Özellikle yıllar içinde tüm dünyada bu patojenlerde saptanan<br />

giderek artan direnç oranları tedavi başarısızlıklarını da birlikte getirmiştir. Bu çalışma ile son iki dekatta bu patojenlerde<br />

saptanan direnç eğilimleri incelenmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Laboratuvarımıza gönderilen dışkı kültürlerinden izole edilen laktoz negatif bakteriler konvansiyonel<br />

biyokimyasal ve serolojik yöntemlerle identifiye edilmiştir. Bakterilerin duyarlılıkları Mueller Hinton besiyerinde<br />

disk difüzyon yöntemi ile araştırılmıştır.<br />

BULGULAR: 1993-2010 yılları arasındaki dönemde 44.037 gaita örneğinden 1486 salmonella ve shigella cinsi bakteri<br />

izole edilmiş, 962’si salmonella, 524’ü shigella cinsi olarak isimlendirilmiştir. Başlangıçta eşit sayıda izole edilirken<br />

1998’den sonra hep salmonella cinsi bakterilerin hakimiyeti izlenmiş sadece 1994 yılında shigella izolasyonu öne<br />

geçmiştir. Shigella cinsi bakterilerin tür dağılımları incelendiğinde 322 S. flexneri, 157 S. sonnei, 27 S. boydii ve 18<br />

S. dysenteriae saptanmıştır. Süreç incelendiğinde S. flexneri hakimiyeti görülmüştür. 2005-2007 yılları arasında onlu<br />

rakamlara düşen izolasyon sayısı baskın tür S. Typhi olmak üzere 2008’den sonra tekrar artmıştır. Ancak bu artış shigellada<br />

görülmemiştir. Salmonella cinsi bakterilerde en sık S. Typhi (281 suş) ve ikinci olarak da S. Typhimurium (231 suş)<br />

görülmüştür. Birinci tedricen artarken ikinci azalmıştır. Mevsimsel dağılım izlendiğinde shigella bakterilerinin temmuz,<br />

ağustos ve eylül aylarında pik yaptığı, salmonellaların ise nisan-aralık arasında plato çizdiği saptanmıştır. S. Typhi, S.<br />

Typhimurium ve S. flexneri suşlarında ampisilin, ampisilin-sulbaktam ve kloramfenikol için direnç oranları sırasıyla;<br />

%13, %3, %2; %69, %49, %69; %61, %35 ve %64 olarak saptanmıştır.<br />

SONUÇ: Şehirlerin gelişmişlik ölçütleri içinde yer alan temiz su sunumu, tek rezervuarı insan olan ve gastrointestinal bir<br />

patojen olan S. Typhi gibi patojenlerin hastalık oluşturabilmesi ile de ölçülebilir. İstanbul’da son 2 yılda gözlenen aşırı<br />

yağışlar ve sellerin ardından görülen salmonella enfeksiyonları şehrin altyapısında sıkıntılar olduğunu göstermektedir.<br />

S37<br />

Yeni Break Point Değerlerine Göre BOS İzolatı Pnömokoklarda<br />

Penisilin Direnci Eğiliminin Son 15 Yıl İçin Araştırılması<br />

Filiz Pehlivanoğlu 1 , Kadriye Kart Yaşar 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: S .pneumoniae insanlardaki en önemli bakteriyel patojendir ve antibiyotik çağından sonra dahi hayatı tehdit<br />

eden enfeksiyonlara neden olabilmektedir. Son yıllarda pnömokok bakterilerinin direnci ve break point değerlerinde<br />

büyük değişimler yaşanmıştır. Bu değişimler ışığında son 15 yılın BOS izolatlarının MİK değerleri incelenmiştir. Bu<br />

çalışmada; 1997-2011 yıllarında, menenjit şüpheli hastaların beyin omurilik sıvısı (BOS) örneklerinden izole edilen<br />

pnömokok suşlarında penisilin duyarlılıklarının araştırılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Pnömokokların identifikasyonları konvansiyonel yöntemlerle yapılmıştır. Tüm suşlarda penisilin<br />

G için MİK değerleri E test yöntemiyle araştırılmıştır. Tümü menenjitli hastalardan izole edilen pnömokok suşlarının MİK<br />

değerleri, 2008 yılından sonra CLSI’nın BOS izolatları için belirlediği değerlere göre (≤ 0.06 μg/mL duyarlı ve ≥ 0.12<br />

μg/mL dirençli) yorumlanmıştır.<br />

BULGULAR: Çalışma kapsamında 57 suş çalışılmıştır. 2000 ve 2002 yılları arasında pik yaptığı gözlenen S. pneumoniae<br />

suşlarında, penisilin için MİK aralığı 0.016-0.75 μg/mL arasında bulunmuştur. Suşların %75’i duyarlı olup sekiz<br />

suşta (%14) direnç tespit edilmiştir. 0.016 μg/mL olan MİK 50 değeri duyarlı, 0.19 μg/mL olan MİK 90 değeri ise dirençli<br />

saptanmıştır. İlk dirençli suş 2000 yılında saptanmış son yıl ise suşların üçü dirençli bulunmuştur.<br />

SONUÇ: Yaşamı tehdit eden bir enfeksiyon olan pnömokok menenjitlerinde penisilin direncinin bilinmesi ve takip<br />

edilmesi ampirik tedavi açısından büyük önem taşımaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Viral Hepatitler ve İnfluenza<br />

S38-S44<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 297


298<br />

S38<br />

İnfluenza <strong>Tedavi</strong>sinde Oseltamivir ve Zanamivir Etkinlik ve<br />

Yan Etkilerinin Karşılaştırılması<br />

Nazan Tuna 1 , Oğuz Karabay 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1<br />

1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />

AMAÇ: 2009 yılında ülkemizin de etkilendiği grip pandemisi yaşanmış, hastalarda yaygın olarak oseltamivir ve zanamivir<br />

kullanılmıştır. Bu iki ilacın etkinlik ve yan etkilerini karşılaştıran araştırma sayısı sınırlıdır. Bu çalışmayla iki ilacın<br />

etkinlik ve yan etkilerinin retrospektif olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 2009 ekiminde pandemik influenza nedeniyle hastanemiz enfeksiyon hastalıkları polikliniğine<br />

başvuran pandemik influenza tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Oseltamivir veya zanamivir tedavisi başlanmış<br />

toplam 80 (40/40) hastanın bilgileri retrospektif derlenerek ilaçların etkinlik ve yan etkileri karşılaştırıldı. Çalışmaya<br />

kabul edilme kriterleri; ateşin ≥ 38˚C veya son üç gündür ateş öyküsünün olması ve boğaz ağrısı, baş ağrısı, miyalji,<br />

halsizlik, ishal, bulantı, kusma, öksürük, burun akıntısı, solunum sıkıntısı gibi semptomlardan en az birinin varlığı<br />

arandı. Hastalığın ilk 48 saati içinde oseltamivir ve zanamivir başlanan semptomatik ek tedavi verilmemiş (örn. antienflamatuvar,<br />

antipiretik, öksürük şurubu vs.) hastalar dahil edildi. Oseltamivir veya zanamivir alan hastaların 2. ve 5. gün<br />

kan testleriyle kontrol edildi. Çalışmaya alınma kriterleri;<br />

• Pandemik influenza tanısı almış ve yaşı 17 -70 yaş arasında olan,<br />

• Hastaneye yatması gerekmeden ayaktan takip edilebilen,<br />

• Ağırlaştırıcı risk faktörleri olmayan,<br />

• Obez olmayan (BMI < 30),<br />

• Gebe olmayan,<br />

• Astım bronşiyale, diabetes mellitus gibi kronik hastalığı olmayan hastalar çalışmaya kabul edildi.<br />

BULGULAR: Pandemi döneminde 44 erkek 36 kadın olmak üzere 80 hasta çalışmaya dahil edildi. E/K oranı 1.22<br />

idi. Hastaların yaş ortalaması 30.8 ± 11.6 (min: 17, ort: 28 max: 65) idi. Hastaların %96.2 sinde ateş, %97.5’inde<br />

halsizlik,%93.8’inde miyalji, %46.3’ünde bulantı, %23.8’inde ishal saptandı. Oseltamivir grubunda baş ağrısı olan<br />

hasta sayısı daha fazlaydı (p< 0.01). İlaçların etkinlik değerlendirilmesinde semptomların kaybı, işe başlama süresi,<br />

komplikasyon gelişimi açısından oseltamivir ve zanamivir arasında etkinlik farkı görülmedi. Her iki ilacın da etkinlikleri<br />

benzerdi (p> 0.05). Oseltamivir grubunda ateş düşmesi 50.4 saat iken, zanamivir alan hasta grubunda 43.2 saat<br />

idi (p< 0.01). Yan etkiler açısından karşılaştırıldığında en sık rastlanan yan etki her iki ilaçta da uyku bozukluğuydu.<br />

Zanamivir kullanan hastaların 5 (%13)’inde solunum sıkıntısı varken oseltamivir kullanan hastalarda solunum sıkıntısı<br />

gözlenmedi (p= 0.027).<br />

Parametre Oseltamivir Zanamivir p<br />

(saat) (saat)<br />

Ateş düşme süresi 50.4 43.2 = 0.01<br />

Semptomların kaybı 157.2 163.2 > 0.05<br />

İşe başlama süresi 158.4 145.2 > 0.05<br />

Komplikasyon gelişimi 0 0 > 0.05<br />

Parametre Oseltamivir Zanamivir p<br />

(saat)<br />

(saat)<br />

n % n %<br />

Solunum sıkıntısı 0 %0 5* %12.5 = 0.027<br />

Bulantı 10 %25 6 %15 > 0.05<br />

Baş ağrısı 11 %27.5 8 %20 > 0.05<br />

Uyku bozukluğu 15 %37.5 9 %22.5 > 0.05<br />

Baş dönmesi 9 %22.5 5 %12.5 > 0.05<br />

Psikiyatrik sorunlar 3 %7.5 2 % 5 > 0.05<br />

SONUÇ: Zanamivir ve oseltamivirin etkinliklerinin benzer olduğu, ciddi yan etkilerinin gözlenmediği, ancak zanamivir alanlarda solunum<br />

sıkıntısı açısından dikkat edilmesi gerektiği sonucuna varıldı. Zanamivir kullanan hastalarda ateş daha hızlı düşmüştü.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S39<br />

Kronik Hepatit B Enfeksiyonunda Fibrozis ve<br />

Trombositopeni İlişkisi<br />

Oğuz Karabay 1 , Ali Tamer 1 , Tayfun Temiz 1 , Nazan Tuna 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1 ,<br />

Yusuf Durmaz 1<br />

1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />

AMAÇ: Çalışmamızda, kronik hepatit B hastalarının histopatolojik bulgularının hematolojik ve biyokimyasal parametrelerle<br />

ilişkisi araştırılmış ve fibrozisle ilişkili olabilecek parametrelerin ortaya konulması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde 2009-2011 yılları arasında<br />

kronik viral hepatit B tanısı ile takip edilen ve karaciğer biyopsisi yapılan çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan<br />

69 ardışık hastanın verileri retrospektif olarak dosya verilerinden elde edildi.<br />

Çalışmaya alınma kriterleri<br />

• Kronik HBV enfeksiyonu tanısı almış olmak,<br />

• Karaciğer biyopsisi yapılmış olmak,<br />

• 17-70 yaş arasında olmak,<br />

• HIV negatif olmak,<br />

• HCV negatif olmak,<br />

• Eşlik eden hepatit, delta hepatit olmamak,<br />

• Gebe olmamak,<br />

• Siroz, hepatoselüler kanser olmamak,<br />

• Hematolojik hastalığın olmaması,<br />

• Kolelitiyazis olmaması,<br />

• Alkolik hepatit olmaması,<br />

• Otoimmün, toksik hepatit olmamak.<br />

Dışlanma kriterleri:<br />

• 17 yaş altı,<br />

• 70 yaş üstü hastalar,<br />

• Akut hepatit B olmak,<br />

• HCV pozitif olmak,<br />

• Alkolik, toksik hepatit olmak,<br />

• Otoimmün hepatit olmak,<br />

• Siroz olmak,<br />

• Hepatoselüler kanser tanısı almak,<br />

• Hematolojik hastalık olmamak,<br />

• Kolelitiyazis olmaması,<br />

• Gebelik varlığı.<br />

Tüm hastaların hepatit belirteçleri, HBV DNA düzeyi, tam kan sayımı, biyokimya tetkikleri gözden geçirildi. Hastaların<br />

biyopsileri kliniğimizde yapıldı. Karaciğer histopatolojisine (Knodell sınıflaması ile) göre hastalar düşük (evre 0-3) ve<br />

yüksek (4 ve üzeri) fibrozis grubu olarak ikiye ayrıldı.<br />

Gruplar kendi aralarında serum ALT, GGT, HBV-DNA, MCV, RDW, ALBUMİN, TOTAL PROTEİN, PLATELET, WBC, HE-<br />

MOGLOBİN, PROTROMBİN ZAMANI, TOTAL BİLİRUBİN, HAİ SKORU düzeyleri temel alınarak karşılaştırıldı.<br />

BULGULAR: Olgularımızın 44 (%63.8)‘ü erkek, 25 (%36.2)‘i kadın, yaş ortalaması 35.98 (min: 24, max: 66) idi.<br />

Olgularımızın 3’ü HBeAg pozitif ve 66’sı Anti-HBe pozitifti. Olgular fibrozis skorlarına göre < 4 (64 olgu) ve ≥ 4 (5<br />

olgu) diye ayrıldığında her iki grup arasında GGT, MCV, RDW, bilirubin, lökosit ve hemoglobin, protrombin zamanı ve<br />

HBV DNA düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p> 0.05). Ancak fibrozis skoru büyük grupta ALT yüksekliği,<br />

trombositopeni, yüksek HAİ skoru ve düşük albumin düzeyleri anlamlı oranda fazlaydı (p< 0.05). Olguların laboratuvar<br />

bulguları Tablo 1’de sunulmuştur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 299


Tablo 1. Olguların fibrozis gruplarına göre laboratuvar bulguları<br />

Parametre Düşük fibrozis<br />

grubu (n= 64)<br />

300<br />

Yüksek fibrozis<br />

grubu (n= 5)<br />

p değeri<br />

GGT IU/L 30.40 57.4 0.10<br />

HBV-DNA IU/mL 33.301.757 32.668.350 0.49<br />

MCV fl 87.7 85.98 0.24<br />

RDW % 15.4 15.3 0.46<br />

T. protein g/dL 7.1 7.1 0.41<br />

Lökosit K/uL 6543 6172 0.34<br />

HB g/dL 13.7 13.46 0.46<br />

PT sec 11.9 12.98 0.08<br />

T. Bilirubin mg/dL 0.89 0.92 0.44<br />

HAİ SKORU 5.26 11.2 0.000000416<br />

ALT IU/L 38.50 65.6 0.016<br />

Trombosit K/uL 241.126 155.460 0.019<br />

Albumin g/dL 4.0 3.6 0.01<br />

SONUÇ: Kronik hepatit B nedeniyle izlenen hastalarda serum ALT yüksekliği, trombositopeni, düşük albumin düzeyi ve biyopside<br />

saptanan yüksek HAİ düzeyleri karaciğerde ilerlemiş fibrozisin habercisi olabileceği düşünüldü. Kronik hepatit B’li bir<br />

hastada bu parametrelerde bozukluk varsa erkenden tedavi için değerlendirilmesi gerektiği düşünüldü.<br />

S40<br />

Sağlık Personelinde İnfluenza Aşısı Yaptırma Konusundaki<br />

Tutumları ve Sonuçları (Anket Çalışması)<br />

Vedat Turhan 1 , Ergenekon Karagöz 1 , Gökhan Karahmetoğlu 1 , Levent Görenek 1<br />

1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />

AMAÇ: İnfluenza aşıları influenza komplikasyonları açısından riskli gruplarda yapılma endikasyonu olan bir aşı olmakla birlikte<br />

yüksek riskli kişilere influenza bulaştırma risklerinin olması nedeniyle doktor, hemşire ve yardımcı sağlık personeli için<br />

de önemli aşılardandır. Çalışmamızda asli ve yardımcı sağlık personelinin grip aşısına karşı tutumlarının belirlenmesi ve bu<br />

tutumlarının gripe yakalanıp yakalanmama hususundaki etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 2011 yılı 31 Ocak ve 8 Şubat tarihleri arasında hastanemizde bir anket çalışması gerçekleştirilmiş ve bu<br />

çalışmaya hekimler, hemşireler ve yardımcı sağlık personelleri davet edilmiştir.<br />

BULGULAR: Çalışmamıza 65’i hekim, 92’si hemşire ve 58’i yardımcı sağlık personeli olmak üzere toplam 215 personel denek<br />

olarak katılmıştır. Deneklerin %88’inin 2010-2011 influenza aşısını yaptırmadıkları (olumsuz) buna karşılık sadece %12 kadarının<br />

aşıyı yaptırdıkları (olumlu) saptanmıştır. İnfluenza aşısını (2010-2011) yaptıran personelin ise %30.75’i gripe yakalandığını<br />

ve buna karşılık %69.25’i gripe yakalanmadıklarını bildirmişlerdir. İnfluenza aşısını (2010-2011) yaptırmayan personel<br />

grubunda ise %67.72’sinin gribe yakalandığı ve buna karşılık %32.28’inin gribe yakalanmadığı belirtilmiştir. Deneklerin<br />

%62.32’si bir önceki sezonda (2009 H1N1) aşı olmadıkları, bunların da hemen tamamının (%94.77’sinin) 2010-2011 grip sezonunda<br />

da aşı olmadıkları kaydedilmiştir. Deneklerin %37.67’si ise 2009 H1N1 sezonunda aşı yaptırdıklarını ancak bunların<br />

da 2010-2011 sezonunda da aşı yaptıranlarının sadece %23.45 oranında olduğu dikkat çekmiştir. Sonuçta mevcut çalışma<br />

sonuçlarına göre iki yıl üst üste grip aşısı yaptırma oranı %8.83 gibi oldukça düşük bir oran olarak saptanmıştır. Aşı olmayan<br />

deneklerin ise %37.03’ünün influenza aşısının etkinliğine inanmadığı için, %20.63’ünün ise yan etkilerinden çekindikleri için<br />

(toplam %58) influenza aşısını yaptırmadıklarını beyan ettikleri görülmüştür.<br />

SONUÇ: Sağlık personeli arasında influenza aşısı yaptırma oranının beklenene göre son derece düşük olduğu görülmüştür.<br />

Bu oranın artırılması için öncelikle aşının etkinliği ve güvenilirliği konuları da dahil olmak üzere eğitim faaliyetleri ile sağlık<br />

merkezlerindeki yerinde aşı uygulamalarının tüm personele zamanında ve etkin bir şekilde duyurulmasının gerekliliği ortaya<br />

çıkmıştır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S41<br />

21. Yüzyılın İlk Pandemisi ve İstanbul Haseki Hastanesi Verileri<br />

Kadriye Kart Yaşar 1 , Gülten Çiçek 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: 21. yüzyılın ilk grip pandemisi olan H1N1 pandemisi, ülkemiz dahil dünyanın hemen her bölgesini etkilemiştir. Bu<br />

çalışmada; Nisan 2009 ile Mart 2010 arası dönemde, kliniğimizde H1N1 gribi şüphesi ile yatırılarak izlenen olgulardan tanısı<br />

kesinleşmiş bulunan 46 olgunun klinik, laboratuvar ve radyolojik özellikleri değerlendirilmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize, İstanbul Atatürk Havalimanından kendi bildirimi veya termal kamarada saptanarak gönderilen<br />

ya da toplumdan başvuran, ateşli ve “olası olgu” tanımına uygun olanlar yatırılarak izlendi. Alınan burun sürüntüsü örneğinde<br />

real time PCR ile influenza A H1N1 RNA pozitif saptanan 46 olgu, retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Olguların tamamına,<br />

5 gün oseltamivir ve bakteriyel süperenfeksiyon düşünülenlere nonspesifik antibiyotik tedavisi verilmiştir.<br />

BULGULAR: Olası olgu tanımına uygun olup yatırılarak izlenen 226 hastadan 46’sı kesin tanımlanmış olgu olarak kabul edildi.<br />

Kesin tanılı olguların 30’u kadın (%65), 16’sı erkek ve 10’u import olguydu (%22). Yaş aralığı 17-58 olan olgularda median yaş<br />

30.65 ± 10.21 idi. Altısı gebe (%13) olan olgularımızda; ateş, öksürük, boğaz ağrısı ve miyalji en sık saptanan bulgulardı. Tüm<br />

olgularda hastaneye başvurana dek geçen semptom süresi ortalama 3 gün, yatışla beraber toplam hastalık süresi ise ortalama 9<br />

gündü. Radyolojik bulgu olarak olguların büyük bir kısmında bilateral yaygın interstisyel pnömoni bulguları, buzlu cam görünümü<br />

vardı. Süperenfeksiyonun eşlik ettiği olgularda lober konsolidasyon ve plörezi gözlendi. Altta yatan hastalığı bulunan ve ağır<br />

seyirli olgulardan dördü, yoğun bakım ünitesine (YBÜ) sevkedildi (%9) ve üçü kaybedildi (%7). Hastaların tümünde oseltamivir<br />

kullanıldı. Bunun yanında antibiyotiğin de kullanıldığı hasta sayısı 23 (%50) idi.<br />

SONUÇ: Yeni bir influenza A H1N1 virüsüyle gelişen, akut solunum yolu enfeksiyonu beş kıtada 160 ülkeyi etkileyen bir H1N1<br />

pandemisine dönüşmüştür. Hastalık ülkemizde de en çok çocuk ve genç erişkin popülasyonda, normal erişkinler ve gebelerde<br />

görülmüştür. Ciddi pnömoni ve YBÜ ihtiyacı nedeniyle hastanelere başvuru ve yatış oranları artmış, altta yatan hastalığı bulunanlarda<br />

ciddi seyir ve ölüm gözlenmiştir. Bu nedenle riskli grupların aşılanması şarttır. Ancak daha önceki deneyimlere göre hastalığın<br />

mortalitesinin düşük olması, toplumsal aşılamada aşının halk tarafından reddine yol açmıştır ve aşı oranları tüm dünyada<br />

düşük seyretmiştir. Hastalığın bulaş zincirinin kırılmasında el yıkama gibi basit önlemler açısından toplum bilinçlendirilmelidir.<br />

S42<br />

Kronik Aktif Hepatit C <strong>Tedavi</strong>sinde Kullanılan Pegile<br />

İnterferon-a2a + Ribavirin, Pegile İnterferon-a2b + Ribavirin<br />

ve Klasik İnterferon + Ribavirin Kombinasyon <strong>Tedavi</strong>lerinin<br />

Yan Etkilerinin Karşılaştırılması<br />

Saygın Nayman Alpat 1 , Fatma Nilgün Can 1 , İlhan Özgüneş 1 , Nurettin Erben 1 ,<br />

Elif Doyuk Kartal 1 , Gaye Usluer 1<br />

1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eskişehir<br />

AMAÇ: Klasik interferon ve pegile interferon alfa (PEG-IFN-a2a ve PEG-IFN-a2b) ile ribavirin kombinasyon tedavisi<br />

grip benzeri belirtilere, hematolojik, nöropsikiyatrik, otoimmün yan etkilere sebep olabilir. Bu çalışmada; kronik C hepatitli<br />

hastalarda tedavide kullanılan üç farklı tedavinin yan etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Kliniğimizde izlenen 115 kronik hepatit C hastası çalışma kapsamına alındı. Kırk hastaya PEG-<br />

IFN-a2a ile ribavirin kombinasyonu, 51 hastaya PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyonu, 24 hastaya klasik interferon<br />

ile ribavirin kombinasyonu 48 hafta süre ile verildi. Hastalar tedavi sonrası retrospektif olarak değerlendirildi.<br />

BULGULAR: Her üç tedavi grubunda en sık grip benzeri belirtiler gözlendi. PEG-IFN-a2a ile ribavirin kombinasyon<br />

tedavisi alan hastalarda %10, PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyon tedavisi alan hastalarda %13.7, klasik interferon<br />

ile ribavirin kombinasyon tedavisi alan hastalarda %20.8 oranında yan etkiler nedeni ile tedavi erken sonlandırıldı.<br />

SONUÇ: Üç tedavi arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Döküntü (p= 0.03), farenjit (p= 0.02), anemi (p=<br />

0.01), kaşıntı (p= 0.004) ve lökopeni (p= 0.003) yan etkisi PEG-IFN-a2a ile ribavirin kombinasyon tedavisinde diğer<br />

tedavilere göre istatistiksel olarak anlamlı daha fazla bulundu Bunun yanı sıra ateş (p= 0.02), bulantı (p= 0.00), karın<br />

ağrısı (p= 0.03) ve kilo kaybı (p= 0.00) yan etkisi PEG-IFN-a2b ile ribavirin kombinasyon tedavisinde diğer tedavilere<br />

göre istatistiksel olarak anlamlı daha fazla bulundu.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 301


302<br />

S43<br />

Ülkemizde Genç Erkek Hasta Popülasyonunda HBV<br />

Enfeksiyonunun Demografik ve Sero-Klinik Bazı Özellikleri<br />

Vedat Turhan 1 , Hüsrev Diktaş 1 , Mustafa Hatipoğlu 1 , Ali Acar 1 , Abdullah Haholu 2 ,<br />

Oral Öncül 1 , Levent Görenek 1<br />

1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />

2 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Patoloji Servisi, İstanbul<br />

AMAÇ: Bu çalışmada, kronik aktif HBV enfeksiyonu bulunan genç erkek hastaların epidemiyolojik, serolojik, histopatolojik ve<br />

tedavi kullanım ile ilgili bazı özellikleri araştırılmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmaya Ekim 2008 ile Mayıs 2010 tarihleri arasında 18-40 yaş aralığında 309 olgu dahil edilmiştir. Bu<br />

olgular doğum yerlerine göre ve Türkiye coğrafik olarak doğu, batı, kuzey, güney ve merkez (İç Anadolu Bölgesi) olacak şekilde<br />

beş bölgeye ayrılarak sınıflandırılmış ve incelenmiştir. Olguların HBsAg, HBeAg, Anti-HBe seropozitifliği ile karaciğer iğne biyopsi<br />

sonuçları ve hastanemize başvurmadan önceki kullanılan tedavi rejimleri gözden geçirildi.<br />

BULGULAR: Ortalama yaş 24.74 olarak saptandı. Coğrafik olarak ise olguların %6.1 (19 olgu)’i Kuzey, %12.62 (39 olgu)’si<br />

merkez, %11.65 (36 olgu)’i güney, %30.74 (95 olgu)’ü doğu ve %38.83 (120 olgu) ise batı bölgesinden tespit edildi. Bu olguların<br />

%66 (204 olgu)’sı naif olgulardı. Naif olgularda ise HBeAg pozitif olgu sayısı %52 (107 olgu) iken Anti-HBe pozitif olgu<br />

oranı %48 (97 olgu) olarak tespit edildi. Tüm hastalar içindeki oral antiviral veya interferon kullanım oranı ise %34 (105 olgu)<br />

idi. Oral antiviral kullanım oranı %65 (68 olgu) iken interferon kullanım oranı ise %35 (37 olgu) olarak saptandı. Ortalama AST<br />

düzeyi 43.712 ortalama ALT düzeyi ise 77.35 idi (normal değerler 5-40 U/L). Biz hastalarımızda karaciğerdeki hasar derecesini ve<br />

histolojik aktivite indeksini göstermek için Knodell klasifikasyon sistemini kullandık. Karaciğer iğne biyopsisi hastaların 177’ine<br />

uygulandı. Ortalama Knodell histolojik aktivite indeksi 4.04/18 iken fibrozis derecesi ise 1.16/6 idi.<br />

SONUÇ: Bu çalışma kronik aktif hepatit B virüs enfeksiyonlu genç erkek olguların demografik ve önemli sero-klinik özelliklerini<br />

yansıtmayı amaçlamıştır. Bu çalışma sonucunda Türkiye’nin doğu (%31) ve batı (%39) bölgelerindeki (İstanbul ve göç etkisi?)<br />

HBV insidansı açısından fark olmadığı gözlendi. Olguların 2/3’ü daha önce tedavi kullanmamış naif hastalar idi ve HBe-Ag ile<br />

Anti-HBe seropozitivite oranları birbirine çok yakındı. En çok kullanılan tedavi rejimi ise oral antiviral tedavi (tedavi alanların<br />

2/3’ü) idi.<br />

S44<br />

Kronik Hepatit B Virüs Enfeksiyonlu Olgularda “Sero-<br />

Sonografik Skorlama Sistemi-GATA”nın Karaciğer<br />

Histopatolojisi ile Karşılaştırılması<br />

Vedat Turhan 1 , Burak Kalaycıoğlu 2 , Hüsrev Diktaş 1 , Onur Sıldıroğlu 2 , Ali Acar 1 ,<br />

Oral Öncül 1 , Eşref Kızılkaya 1 , Levent Görenek 1<br />

1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servisi, İstanbul<br />

2 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Radyoloji Servisi, İstanbul<br />

AMAÇ: Bu çalışmada hepatik inflamasyon ve fibrozisin değerlendirilmesinde karaciğer iğne biyopsisine alternatif, noninvaziv<br />

bir yöntem olarak uygun ultrasonografik ve biyokimyasal yöntemlerin seçimi ve bir skorlama sistemi (sero-sonoğrafik skorlama<br />

sistemi)’nin geliştirilmesi amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Prospektif olarak yapılan çalışmamızda kronik HBV enfeksiyonu ve kronik HCV enfeksiyonu bulunan<br />

28 olgu dahil edilmiştir. Doppler ultrason yöntemi kullanılarak üç ultrasonografik parametre analiz edilmiştir. Bu parametreler<br />

“portal ven çapı, hepatik parankimal eko paterni ve dalak büyüklüğü”dür. Bu veriler aynı zamanda “serum albumin düzeyi ve<br />

trombosit sayımı” ile kombine edilerek kullanılmıştır. Sonuçta bu parametreler kullanılarak yapılan puanlama sistemi ile histolojik<br />

aktivite indeksinin ve fibrozis düzeyinin tespit edilmesi amaçlanmıştır.<br />

BULGULAR: Çalışmamızda ilk kez uygulamaya başladığımız “sero-sonografik skorlama sistemi”nden elde ettiğimiz “olası HAİ<br />

ve fibrozis skorları” olgu serimizin total HAİ ve fibrozis skorları ile büyük benzerlik ve korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Ancak<br />

her bir olgunun karaciğer histopatolojik incelemelerinin sonuçları ile bireysel olarak karşılaştırıldığında bazı olguların HAİ sonuçları<br />

ile uyumsuzluklar gösterdiği bulunmuştur.<br />

SONUÇ: Hem ultrasonografik yöntemlerin hem de biyokimyasal tetkiklerin karaciğerdeki fibrozisi tahmin etmekte kendi avantajları<br />

ve dezavantajları vardır. Bu iki metodun kombine edilerek kullanılması ümit vadetmektedir. Çalışmamızdakine benzer<br />

sero-sonografik metodların modifikasyonları ile yapılacak geniş olgu serili çalışmalar viral hepatit tedavisi ve takibi ile ilgilenen<br />

klinisyenleri daha güvenilir, kolay ve non-invazif bir tanısal seçeneğe ulaştırabilir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Diğer Enfeksiyon Hastalıkları<br />

S45-S51<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 303


304<br />

S45<br />

Kene Isırması Nedeniyle Başvuran 57 Olgunun İrdelenmesi<br />

Mesut Ortatatlı 1 , Ramazan Gümral 2 , Murat Eroğlu 3 , Hüseyin Üçkardeş 3 , Levent Kenar 1<br />

1 GATA KBRN Bilim Dalı, Ankara<br />

2 GATA Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

3 Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Erzurum<br />

AMAÇ: Çalışmamızda, intaniye ve acil polikliniklerine başvuru sayısı her yıl artış gösteren kene ısırması olgularının<br />

takibi ve dikkat edilmesi gereken hususların irdelenmesi amaçlandı.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemize 01 Ocak-31 Aralık 2008 tarihleri arasında kene ısırması ile başvuran 57 kişinin<br />

ayaktan, on gün boyunca, günaşırı klinik ve laboratuvar (lökopeni, trombositopeni, AST, ALT, GGT, LDH, CK, PTZ<br />

yüksekliği) yönden takibi yapıldı. Kişilerin cinsiyeti, yaşları, ısırılan bölge ve kenenin kim tarafından çıkarıldığı bilgileri<br />

kayıt edildi.<br />

BULGULAR: 2008 yılında hastanemiz intaniye ve acil polikliniğine 10 (%18)’u kadın, 47 (%82)’si erkek olmak üzere<br />

57 kişi kene ısırması şikayeti ile başvurdu. Aylara göre dağılım; mart ayında bir, nisan 4, mayıs 12, haziran 10, temmuz<br />

7, ağustos 15, eylül 4, ekim 4 olup, ocak, şubat, kasım ve aralık aylarında başvuru olmadı. Olguların 10 (%18)’u çocuk<br />

(< 10 yaş), 47 (%82)’si erişkin (> 15 yaş) idi. Başvuruların 21 (%37)’i şehir merkezinden, 36 (%63)’sı kırsaldan olup,<br />

ısırılanların 12 (%21)’sinde kene kendi imkanları ile, 25 (%44)’inde ise hastanede sağlık personeli tarafından çıkarıldı.<br />

Yirmi (%35) kişi ise üzerinde kene gördüğünü, ısırıp ısırmadığını bilmediğini ifade etti. Isırıkların 5 (%14)’i baş-boyun,<br />

9 (%24)’u gövde, 10 (%27)’u üst ekstremite, 13 (%35)’ü alt ekstremitede tespit edildi. Takip edilen hastaların hiçbirinde<br />

klinik olarak ateş, halsizlik, karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı-kusma, ishal, yaygın vücut ağrısı, hemorajik semptomlar<br />

ve laboratuvar olarak lökopeni, trombositopeni, AST, ALT, GGT, PTZ yüksekliği görülmedi. On beş olguda (%26) CK<br />

yüksekliği ölçülürken, LDH yüksekliği tespit edilenlerin beşi de çocuktu. Takip edilen 57 kişide KKKA tablosu gelişmedi.<br />

SONUÇ: Ülkemizde 2002 yılından itibaren KKKA hastalığı çok sayıda kişiyi etkilemiş, ölümlere neden olmuş, toplumda<br />

kene ısırması konusunda büyük bir endişe yaratmıştır. Bu durum kene ısırması nedeniyle acil servislere başvuran hasta<br />

sayısını artırmıştır. Kreatinin fosfokinaz değerleri yüksek ölçülen 15 olgunun diğer laboratuvar ve klinik incelemesinde<br />

patoloji saptanmamış olup, yaptıkları ağır spor nedenli CK yükselmesi olarak değerlendirilmiştir. Kene ısırıklarının takibinin<br />

inkübasyon süresi göz önüne alınıp, on gün süreyle hem klinik hem de laboratuvar yönden beraber değerlendirilerek<br />

yapılması ile gelişecek KKKA erken tanımlanıp mortalitenin azaltılabileceği gibi, gereksiz ribavirin kullanımının<br />

da önleneceği değerlendirilmiştir.<br />

S46<br />

Türk Toplumunda Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı ile<br />

HLA Antijenleri Arasındaki İlişkinin Araştırılması<br />

Hürrem Bodur 1 , Esragül Akıncı 1 , Uğur Muşabak 2 , Rahşan I. Sağkan 2<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), ülkemizde endemik olan kene kaynaklı zoonotik bir enfeksiyondur. Hastalığın<br />

etkeni, Bunyaviridae ailesinden Nairovirus genusuna ait bir RNA virüsüdür. Etkene maruz kalan kişilerde farklı<br />

şiddetlerde seyredebilen KKKA hastalığına karşı insanların genetik duyarlılığı henüz daha bilinmemektedir. İnsan lökosit<br />

antijen sistemi [the human leukocyte antigen (HLA) system], 6. kromozomun kısa kolu üzerinde bulunan oldukça<br />

polimorfik bir gen grubudur ve mikroorganizmalara karşı immün yanıtta anahtar rol oynar. Bu çalışmada, KKKA hastalığına<br />

karşı duyarlılıkta ve hastalığın şiddetinde HLA sisteminin bir rolü olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik<br />

Mikrobiyoloji Kliniğinde KKKA tanısıyla takip edilen hastalarda yapıldı. Hasta grubu olarak KKKA tanısı konulan 57<br />

erişkin hasta (31 erkek, 26 kadın), kontrol grubu olarak organ vericisi olan 43 sağlıklı erişkin (22 erkek ve 21 kadın) ça-<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


lışmaya alındı. Organ vericileri GATA’da organ nakli için tetkik edilen erişkinler arasından seçildi ve hastaların yaşadığı<br />

bölgelerden olmalarına dikkat edildi. HLA testleri (HLA-A, -B, -Cw, -DQ ve -DR) GATA İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları<br />

Bilim Dalı Doku Tipleme Laboratuvarında polimeraz zincir reaksiyonu-sekans spesifik oligonükleotid (PCR-SSO) tekniği<br />

kullanılarak yapıldı. Tüm hastalarda HLA alellerinin, haplotiplerin ve genotiplerin sıklığı belirlenerek kontrol grubu ile<br />

karşılaştırıldı. Daha sonra çalışmaya alınan hastalar, kliniği ağır olmayanlar (n= 37) ve kliniği ağır olanlar ya da ölen<br />

hastalar (n= 20) olmak üzere iki gruba ayrılarak karşılaştırıldı. Hastalık ağırlık kriterleri kliniğimizde yapılan bir çalışmaya<br />

göre belirlendi. Trombosit sayısı ≤ 20.000/mm 3 , melena, APTT ≥ 60 sn ve somnolans kriterlerinden birinin olması<br />

halinde ağır hasta olarak kabul edildi. Verileri karşılaştırmak amacıyla, Chi-square testi ve Yates düzeltmeli Fisher’s<br />

exact testi istatistik yöntemleri kullanıldı. p< 0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.<br />

BULGULAR: HLA-A lokusunda, hasta grubunda HLA-A*02 (%31.6) en sık alel iken, kontrol grubunda HLA-A*24<br />

(%17.4) en sık alel idi. Hasta ve kontrol grubunda diğer sık görülen HLA alelleri, HLA-B*35 (%15.8, %16.3), HLA-<br />

Cw*04, (%16.7, %24.4), HLA-DQB1*03 (%45.6, %52.3) ve HLA-DRB1*11 (%21.9, %29.1) idi. Hasta grubunda<br />

kontrol grubuna göre, HLA-A*02 alel sıklığı anlamlı derecede yüksek, HLA-B*27 alel sıklığı ise anlamlı derecede düşüktü<br />

(sırasıyla p= 0.021 ve p= 0.010). HLA-A*02 aleli için relatif risk (RR) 1.93 95% CI: 1.11<br />

SONUÇ: Bu çalışma göstermektedir ki KKKA hastalığında, HLA-A*02 hastalığa duyarlılığı sağlayan gen ve HLA-B*27<br />

hastalıktan koruyucu gen olabilir. Ayrıca hastalığın seyrinde de HLA gen polimorfizmi önemli rol oynayabilir. Nitekim,<br />

HLA-A*23 alel sıklığı ile hastalığın ağırlığı arasında anlamlı bir ilişkili bulunmuştur.<br />

S47<br />

Kliniğimizde 2005-2008 Yılları Arasında Takip Edilen<br />

161 Bruselloz Olgusunun Analizi<br />

Bircan Ünal Kayaaslan 1 , Esragül Akıncı 1 , Aliye Tanrıcı Baştuğ 1 ,<br />

Selim Sırrı Eren 1 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Bruselloz ülkemizde endemik olan zoonotik bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışmada Ocak 2005-Aralık 2008<br />

tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen bruselloz olgularının değerlendirilmesi amaçlandı.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Ocak 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında kliniğimizde takip ve tedavi edilen bruselloz olguları<br />

prospektif olarak izlendi. Bruselloz tanısı klinik bulguların varlığında yüksek Brusella aglütinasyon titresi ve/veya kültürde<br />

etkenin üretilmesi ile konuldu.<br />

BULGULAR: Toplam 161 hasta takip edildi. Hastaların %39.8’i kadın, %60.2’si erkek, yaş ortalaması 47 ± 17 idi.<br />

Olguların %71.4’ünde hayvancılık öyküsü, %79.5’inde taze peynir yeme öyküsü mevcuttu. En sık semptomlar ateş<br />

(%77.7), terleme (%57.8) ve halsizlik (%56.5) idi. Hastaların %60.8’inde anemi, %18.6’sında lökopeni, %14.9’unda<br />

trombositopeni, %83.2’sinde CRP yüksekliği ve %62.1’inde sedimentasyon yüksekliği mevcuttu. Brusella standart tüp<br />

aglütinasyonu (STA), %97.5 hastada 1/160 ve üzerinde pozitifti. Hastaların 70’inde kan kültüründe üreme oldu. Kan<br />

kültürü pozitifliği ile STA yüksekliği, ateş ve akut bruselloz kliniği arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı idi. Bruselloza<br />

bağlı komplikasyon %41 oranında tespit edildi. En çok gelişen komplikasyon osteoartiküler tutulum (%31.1) idi.<br />

Sekiz hastada (%4.9) nörobruselloz, 7 hastada (%4) orşit, 1 hastada (%0.6) hepatit saptandı. Spondilit en sık görülen<br />

osteoartiküler tutulum olup, 37 hastada (%74.0) tespit edildi. Lomber bölge en fazla tutulan vertebra seviyesi idi.<br />

Komplikasyonlar, akut enfeksiyonda daha düşük oranda bulunurken subakut enfeksiyonda, relaps ve reenfeksiyonlarda<br />

daha yüksek oranda idi. Çok değişkenli analizde, ateş ve kan kültür pozitifliği ile komplikasyonlar arasındaki ilişki<br />

anlamlı bulundu. <strong>Tedavi</strong>de en çok kullanılan kombinasyon %67.7 oranı ile rifampisin + doksisiklin kombinasyonu idi.<br />

<strong>Tedavi</strong>si tamamlanan hastalardan kontrole gelenlerde bir yıllık izlemde nüks görülmedi.<br />

SONUÇ: Ülkemizde endemik olan ve özellikle çiftçilik ile uğraşan kişilerde görülen bruselloz olgularının yaklaşık yarısında<br />

komplikayon gelişmektedir. Komplikasyonların akut dönemde daha az görülmesi, relaps ve reenfeksiyonlarda ise<br />

daha fazla tespit edilmesi erken ve uygun tedavinin önemini ortaya koymaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 305


306<br />

S48<br />

Kesin ve Klinik Tanılı Tüberküloz Menenjitli İki Grupta<br />

Thwaites Diagnostik Skorlamasının Karşılaştırılması<br />

Kadriye Kart Yaşar 1 , Filiz Pehlivanoğlu 1 , Mehmet Bakar 1 , Gönül Şengöz 1<br />

1 SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: Tüberküloz menenjitte (TBM) hızlı tanı ve erken tedavi, hastalığın prognozunu büyük ölçüde etkileyebilir.<br />

Ancak laboratuvara dayalı tanı yöntemleri bu konuda yetersizdir. Bu nedenle, klinik ve laboratuvar özelliklerinin kullanıldığı<br />

tanı kılavuzları ve standardizasyonu çabaları hala sürmektedir. Bu çalışmada, tüberküloz menenjit tanısında<br />

2002 yılında geliştirilmiş olan Thwaites’e ait diagnostik skorlama (TDS); kültür pozitif 59 olgu ile klinik olarak tanı<br />

alan 89 TBM’li olguya uygulanarak aralarında fark olup olmadığı ve ülkemiz verileri açısından bu skorlamanın değeri<br />

irdelenmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Löwenstein-Jensen besiyerinde Mycobacterium tuberculosis izole edilen kesin tanılı 59 TBM’li<br />

olgu ile TBM’yi tanımlayıcı klinik, laboratuvar ve radyolojik özelliklere sahip klinik tanılı 89 TBM’li olgu bu çalışmaya<br />

dahil edilmiştir. Yaş, semptom süresi, kan lökositi, BOS lökosit sayısı ve nötrofil oranının kullanıldığı bir skorlama sistemi<br />

olan TDS, her iki gruba uygulanmış ve sonuçlar değerlendirilmiştir.<br />

BULGULAR: Kültür pozitif 59 TBM’li olgunun tamamı, TBM için gerekli sınır değerin altındaydı. Olguların %68’inde<br />

skor değeri en anlamlı değer olan (-5), %95’inde ise ≤ 0 idi. Klinik tanılı 89 olgunun da tamamı sınır değer olan 4 ve<br />

altında bulunmuştur. Bu grupta (-5) değeri alanların oranı %58 iken, skor değeri 0 ve altında olanlar %89 idi.<br />

SONUÇ: TBM, klinik varyasyonlara sahip, tanısı zor bir klinik tablodur. <strong>Tedavi</strong> gecikmesi TBM için en önemli prognostik<br />

faktör olduğundan, erken tanıya yönelik faydalı bir yöntem olduğunu gözlemlediğimiz Thwaites skorlamasının, TBM<br />

tanısında kullanılabilecek rutin incelemeler arasında olabileceğini düşünmekteyiz.<br />

S49<br />

Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Kum Sineği Ateşi<br />

Nedeniyle Takip Edilen Olguların Değerlendirmesi<br />

Nefise Öztoprak Çuvalcı 1 , Derya Seyman 1 , Ahmet Özsancak 1 , Mustafa Yorulmaz 1 ,<br />

Senay Dodanlı 1 , Veli Günay 1 , Figen Sarıgül 1 , Tülün Temizkan 1<br />

1 SB Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Antalya<br />

AMAÇ: Bunyaviridae ailesinin bir üyesi olan filebo virüsler, tatarcık humması (Phlebotomus fever), 3 gün ateşi veya<br />

kum sineği ateşi (sandfly fever) olarak adlandırılan klinik tablonun etkenidir. Enfeksiyon birkaç milimetre büyüklüğündeki<br />

küçük dişi tatarcık sineklerinin kan emmesi ile bulaşır. Hastalık özellikle ülkemizin Akdeniz bölgesinde endemik<br />

olmakla birlikte son yıllarda İç Anadolu bölgesinde de salgınlara neden olmuştur. Bu çalışmada kum sineği ateşi tanısı<br />

konulan 23 olgunun klinik ve laboratuvar özellikleri değerlendirilmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniğine<br />

2010 yılı içinde sandfly fever -kum sineği ateşi tanısı ile yatırılan 23 olgunun verileri retrospektif incelenmiştir.<br />

BULGULAR: Olguların 12’si erkek, yaş ortalaması 29.4 (18-41) idi. Olguların tümünde ani başlayan ateş, baş ağrısı,<br />

halsizlik şikayeti vardı. Mevcut şikayetlere ek olarak olguların %60’ında bulantı-kusma, %26’sında karın ağrısı, %39<br />

‘unda gözlerde kızarma vardı. Baş ağrısı genellikle retroorbital ve frontal bölge yerleşimliydi. İki hastada ise çok şiddetli<br />

ve oksipital bölge yerleşimli baş ağrısı saptandı. Olgularda ateş ortalama 4 günde, bulantı- kusma 6 günde, halsizlik ise<br />

9 günde düzelmiştir. Hepsinde tatarcık ile temas öyküsü olmasına rağmen sadece %60’ında ısırık izi saptandı. Olguların<br />

laboratuvar incelemelerinde ortalama lökosit sayısı 3080/mm 3 (1230-5420), ortalama trombosit sayısı 122.000/<br />

mm 3 (119.000-221.000), ortalama ALT 264 U/L (15-833) ve ortalama AST değerleri 238 U/L (5-845) olarak saptandı.<br />

Akut faz reaktanları (CRP, sedimentasyon) normal sınırlardaydı.<br />

SONUÇ: Sandfly fever virüsünün dört alt türü bulunmakta ve ülkemizde dört tür de görülmektedir. Özellikle yaz aylarında<br />

tatarcık ile temas öyküsü olan, ateş, miyalji-artralji ve baş ağrısı şikayetleri ile başvuran hastalarda kum sineği<br />

ateşi akla gelmelidir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S50<br />

Batı Nil Ensefaliti (BNE) Olgularının Klinik ve Laboratuvar<br />

Özelliklerinin Araştırılması<br />

Oğuz Karabay 1 , Nazan Tuna 1 , Mehmet Yahyaoğlu 1 , Gökçen Öztürk 1<br />

1 SB Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sakarya<br />

AMAÇ: Batı Nil virüsü (BNV) Amerika ve Avrupa’da insanlarda ve bazı memelilerde görülen Flaviviridae ailesine ait zarflı, tek<br />

sarmal RNA’lı bir virüstür. Hastalık son yıllarda bölgemizde Yunanistan ve Rusya’da görülmüş, ülkemizde de 2010 yılı içinde<br />

çeşitli illerden olgular saptanmıştır. Bu çalışmada ülkemizde birçok özelliklerini yeni öğrendiğimiz, Batı Nil ensefaliti tanısı<br />

laboratuvar verileriyle doğrulanmış beş olgunun retrospektif analizi yapılmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmaya alınan olgular hastanemize 2010 eylül-ekim arasında başvuran ve > 17 yaş , ateşi 38.5°C’nin<br />

üzerinde seyreden ve ELISA ile IgM pozitifliği veya IgG titresinde 4 kat artış (15 ile 20 gün içinde) saptanan ve ensefalit veya<br />

menenjit klinik bulguları olan hastalardan seçildi. Çalışmaya alınan beş olgudan dördüne lomber ponksiyon (LP) yapıldı.<br />

BULGULAR: Beş erkek olgu 1 Eylül -5 Ekim 2010 arasında BNE tanısı aldı. Bir olgu hariç (34 yaş) diğerleri 60 yaşın üzeri idi<br />

(min: 34, maks: 82).Olguların hiçbirinde ölüm gözlenmedi. Olguların hepsinde ateş ve genel durum bozukluğu görülürken,<br />

baş ağrısı ve bilinç bulanıklığı 4 (%80) olguda gözlendi. Hastaların %60’ının anamnezinde sivrisinek ısırığı vardı. Olgularımıza<br />

ait klinik ve laboratuvar bulguları Tablo 1’de, BOS bulguları Tablo 2’de özetlenmiştir.<br />

Tablo 1. Batı Nil ensefalitli olguların klinik ve laboratuvar bulguları<br />

Parametre Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 4 Olgu 5 Ortalama (min-maks)<br />

Yaş 65 78 34 82 72 66.2 34-82<br />

Cinsiyet (erkek/kadın) E E E E E<br />

Köy/şehir Ş K Ş Ş Ş<br />

WBC K/uL 2.9 12.9 11.4 8.1 11.3 9.3 2.9-12.9<br />

Hgb g/dL 12.9 15.4 14.6 14 12.6 13.9 12.6-15.4<br />

PLT K/uL 58.4 242 132 241 145 163.6 58.4-242<br />

CRP mg/dL 6 24.3 37.9 13.6 84.2 33.2 6-84.2<br />

Sedimentasyon 9 47 21 33 57 33.4 9-57<br />

% Lenfosit 22 28 20 14 34 23.6 14-34<br />

% Nötrofil 68 60 60 80 62 66 60-80<br />

Glukoz mg/dL 137 95 84 236 121 134.6 84-236<br />

T. protein g/dL 6.30 7.50 6.40 VY 6.40 6.65 6.30-7.50<br />

Albumin g/dL 3.6 3.4 3.5 3.7 3 3.4 3-3.7<br />

Na mmol/L 126.3 137.6 138.2 130.2 137 132.7 126.3-137.6<br />

Cl mmol/L 97.6 94.1 105 91 100 97.54 91-105<br />

AST IU/L 28 27 38 15 29 27.4 15-38<br />

ALT IU/L 22 11 27 11 28 19.8 11-28<br />

CK IU/L VY 2341 231 VY 124 898.6 124-2341<br />

GGT IU/L 21 11 VY 28 18 19.5 11-28<br />

Bilirubin mg/dL 0.9 0.9 2 0.9 1.4 1.22 0.9-2<br />

PT sn 11.3 11.1 12 11.6 VY 11.5 11-12<br />

Baş ağrısı Var Var Var Yok Var<br />

Miyalji Yok Var Var Yok Var<br />

Bilinç bulanıklığı Var Var Var Var Var<br />

Ateş Var Var Var Var Var<br />

Titreme Yok Var Yok Var Yok<br />

Farenjit Yok Yok Yok Yok Yok<br />

Konjunktival batma Yok Yok Yok Yok Yok<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 307


Tablo 1. Batı Nil ensefalitli olguların klinik ve laboratuvar bulguları (devamı)<br />

Parametre Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 4 Olgu 5 Ortalama (Min-Maks)<br />

İshal Yok Yok Var Yok Yok<br />

Kusma Yok Yok Var Yok Yok<br />

Bulantı Yok Yok Var Yok Yok<br />

Sivrisinek ısırığı Var Yok Yok Var Var<br />

Diabetes mellitus Var Yok Yok Var Var<br />

Ense sertliği Yok Var Var Yok Var<br />

Ölüm<br />

VY: Veri yok.<br />

Yok Yok Yok Yok Yok<br />

Tablo 2. Batı Nil ensefalitli olguların beyin omurilik sıvısı bulguları*<br />

BOS bulguları Olgu 1 Olgu 2 Olgu 3 Olgu 5<br />

Hücre 50 80 570 180<br />

Hücre karakteri Lenfosit Lenfosit Lenfosit Lenfosit<br />

Protein mg/dL 687 666 681 148<br />

Glukoz 87 45 59 113<br />

Na mmol/L 147.6 148.7 139.9 142<br />

Cl mmol/L 111.5 119.6 114.3 122<br />

* OLGU 4: Hastanın onayı olmadığı için LP yapılamadı.<br />

SONUÇ: BNE’li olgularda en dikkat çekici bulgu BOS sıvısında protein yüksekliği idi. Belirgin ensefalit tablosu olan<br />

olguların hepsinde ateş ve genel durum bozukluğu vardı. Yaz sonu ateş ve ensefalit tablosuyla başvuran hastaların<br />

ayrıcı tanısında, BNE düşünülmeli ve bu etkene yönelik testler yapılması gerektiği düşünülmüştür.<br />

308<br />

S51<br />

Kronik Hepatit C <strong>Tedavi</strong>si Sırasında Tiroid Fonksiyon<br />

Bozukluğu Gelişmesi Kalıcı Viral Yanıt Şansını Artırıyor<br />

Şener Barut 1 , Özgür Günal 1 , Ünal Erkorkmaz 2 , Feyza Yıldız 1<br />

1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tokat<br />

2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Tokat<br />

AMAÇ: Günümüzde ribavirinle kombine pegile interferon (PEG-IFN) kronik hepatit C (KHC) hastalığının standart tadavisini<br />

oluşturmaktadır. Ancak bu tedavi uzun sürelidir ve birçok yan etkileri vardır. İnterferon-alfa’nın immüniteyi indüklemesi<br />

sonucu otoimmüniteyle ilgili sorunlar ortaya çıkmakta; en sık da tiroid beziyle ilgili yan etkiler görülmektedir. Ancak<br />

tiroidle ilgili yan etkiler çoğu zaman hastanın antiviral tadavisini kesmeyi gerektirmemektedir. Bu çalışmada retrospektif<br />

olarak PEG-IFN ve ribavirin tedavisi alan hastalarda tiroidle ilgili yan etki gelişmesinin kalıcı viral yanıtla (KVY) ilişkisi araştırılmıştır.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: 2005 ve 2010 yılları arasında KHC nedeniyle PEG-IFN ve ribavirin verilen hastalar retrospektif olarak<br />

incelendi. <strong>Tedavi</strong> sırasında hastaların tiroid fonksiyon testleri düzenli olarak izlenmişti. <strong>Tedavi</strong> bitiminden 6 ay sonra<br />

HCV-RNA negatif bulunan hastalar KVY oluşmuş kabul edildi.<br />

BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 54.3 yıl ve %82.2’si kadın idi. Yüz on dokuz hastadan KVY ile ilgili verisi olan 103<br />

hastanın verileri analiz edildi. Bu hastaların 68 (%66)’inde KVY sağlandı ve 18 (%17.5)’inde tedavi sırasında tiroid fonksiyon<br />

bozukluğu gelişti. Tiroid fonksiyon bozukluğu gelişen hastaların %88.9’unda KVY elde edilmiştir, bu oran tiroid<br />

fonksiyon bozukluğu gelişmeyenlere göre istatistiksel olarak önemli derecede yüksektir (p< 0.05).<br />

SONUÇ: Bu bulgu, interferonun immüniteyi artırıcı etkisinin yararlı ve zararlı sonuçlarının bir arada oluşabileceğini düşündürmektedir.<br />

Ayrıca, tiroid yan etkisinin uygun şekilde tedavi edilerek hastanın yeterli antiviral tedavi almasının sağlanması<br />

hem hasta hem hekim için yüz güldürücü sonuçlar verecektir.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Hastane Enfeksiyonları 2<br />

S52-S58<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 309


310<br />

S52<br />

Sağlık Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli<br />

Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği<br />

Nilüfer Uzunbayır Akel 1 , Aynur Esen 2<br />

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir<br />

2 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir<br />

AMAÇ: Bu çalışmada; sağlık çalışanlarının kesici-delici tıbbi aletleri kullanımına yönelik tutumlarını ölçmek amacıyla geliştirilen “Sağlık<br />

Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği”nin aşamaları verilmiştir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Bu ölçeği geliştirmek için konu ile ilgili literatür taraması yapılarak 54 maddelik beş dereceli likert tipi tutum<br />

ölçeği oluşturulmuştur. Kapsam geçerliği için ölçek 8 uzman görüşüne sunulmuştur. Uzman görüşünde, Waltz ve Bausell (1981)<br />

tarafından geliştirilmiş Kapsam Geçerlik İndeksi (Content Validity Index) kullanılmıştır. Görüş alınan uzmanlardan ikisi tıp fakültesi<br />

mikrobiyoloji alanında uzman olan öğretim üyesi, dördü hemşirelik alanında uzman olan öğretim üyesi, biri ölçme değerlendirme<br />

alanında uzman öğretim üyesi ve biri de uzman enfeksiyon kontrol hemşiresidir. Öneriler doğrultusunda maddeler değiştirilerek 54<br />

maddeden oluşan denemelik ölçek hazırlanmıştır. Ölçek Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde çalışan<br />

(hekim, hemşire, tıbbi teknisyen, laborant) 414 sağlık çalışanına uygulanmıştır. Verilerin analizi SPSS 16.0 paket programı kullanılarak<br />

yapılmıştır. Doğrulayıcı Faktör Analizi için ise Lisrel 8.54 programı kullanılmıştır. Madde seçimi için yapılan açımlayıcı faktör analizi<br />

sonuçlarına göre madde-faktör yükü 0.40’tan küçük olan 29 madde ölçekten çıkarılmıştır. Böylece 25 maddelik nihai ölçek oluşturulmuştur.<br />

Ölçeğin kararlı ölçmeler yaptığının belirlenmesi için test-tekrar test güvenirliği için yeni oluşturulan 25 maddelik ölçek 12-14<br />

gün arayla 51 sağlık çalışanına tekrar uygulanmıştır.<br />

BULGULAR: Test-tekrar test güvenirliği için yapılan iki uygulamadan elde edilen puanlar arasında pearson korelasyon katsayısı hesaplanarak<br />

(0.96, p< 0.00) test-tekrar test güvenirliği yüksek bulunmuştur. Bölünmüş test güvenirliği için yapılan split-half testiyle ölçeğin<br />

iç tutarlılık katsayısı (Spearman-Brown) 0.74 bulunmuştur. İç tutarlılık güvenirliği ise Cronbach Alfa (a) katsayısı ile hesaplanmıştır.<br />

Cronbach Alfa değeri 0.80 bulunmuştur. Analizler ölçeğin yeterli derecede güvenilir bir ölçek olduğunu göstermiştir. Yapı geçerliliği<br />

için 25 maddelik nihai ölçeğe yapılan açımlayıcı faktör analizi ile maddelerin öz değerleri bulunmuştur. Birinci boyut varyansın %20<br />

.95’ini açıklamaktadır. Bu değer geliştirilen ölçek geçerliliği için yeterli ve yüksek bir değerdir. Ölçek tek boyutlu bir ölçektir. Uygulanan<br />

doğrulayıcı faktör analizi sonuçları da yapı geçerliliğinin sağlandığını göstermektedir.<br />

SONUÇ: Geliştirilen “Sağlık Çalışanlarının Kesici-Delici Tıbbi Aletleri Güvenli Kullanımına Yönelik Tutum Ölçeği” adlı ölçek sağlık<br />

çalışanlarının tıbbi alet kullanım tutumlarını ölçen geçerliği ve güvenirliği yüksek bir ölçektir.<br />

S53<br />

Renal Transplantasyon Uygulanan Hastalarda, GSBL Pozitif<br />

E. coli’ye Bağlı Gelişen Üriner Sistem Enfeksiyonlarının Risk<br />

Faktörleri<br />

Onur Özalp 1 , Ayşe Hande Arslan 1 , Özlem Kurt Azap 1 , Sema Aktaş 1 , Agah Tekindal 1 ,<br />

Mehmet Haberal 1<br />

1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara<br />

AMAÇ: Üriner sistem enfeksiyonu (ÜSE) renal transplantasyonlu hastalarda en sık karşılaşılan enfeksiyondur. Bu çalışmanın amacı<br />

genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten Escherichia coli ile gelişen ÜSE’lerin risk faktörlerini belirlemektir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma 01 Ocak 2009 ile 01 Aralık 2010 tarihleri arasında ÜSE tanılı erişkin 51 renal transplantasyonlu hastanın<br />

demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar değerleri, antibiyogram sonuçları retrospektif değerlendirilmiştir. GSBL pozitif E. coli<br />

suşları ile gelişen ÜSE risk faktörleri belirtilmiştir.<br />

BULGULAR: Elli bir hastada 61 ÜSE atağı tanısı konulmuştur. Yaşları 18-60 arası aralığa sahip hastaların %69’u kadın olup, 8 hastada<br />

birden fazla ÜSE atağı görülmüştür. En sık tespit edilen üç üropatojen E. coli, Klebsiella spp. ve enterokoktur. Kırk bir (%67) atakta<br />

E. coli tespit edilmiştir. Klebsiella spp. 11 (%18) atakta ve enterokok 5 (%8) atakta tespit edilmiştir. Yirmi bir (%51) E. coli izolatı<br />

GSBL pozitiftir. Tespit edilen risk faktörleri; son 1 ay içerisinde hastaneye yatmış olmak, tanı esnasında hastanede yatıyor olmak, yakın<br />

zamanda (son 1 ay içerisinde) antibiyotik kullanmak, üriner kateterizasyondur.<br />

SONUÇ: Renal transplantasyonlu hastalarda, GSBL üreten bakteriler ile meydana gelen ÜSE’lerin risk faktörleri diğer hasta grupları ile<br />

benzerdir, ama renal transplantasyonlu hastalarda üropatojen olarak tespit edilen E. coli suşlarının yarısına yakını GSBL pozitiftir. Bu<br />

yüksek oranda gözlenen dirençli patojen oranı, renal transplantasyonlu hastaların tedavisinde zorluklara neden olmaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S54<br />

Alet İlişkili Hastane Enfeksiyonlarının Takibinde Aktif ve Pasif<br />

Sürveyans Yöntemlerinin Karşılaştırılması<br />

Salih Hoşoğlu 1 , Saim Dayan 1 , Mustafa Kemal Çelen 1 , Muhammed Bekçibaşı 1 ,<br />

İrem Akdemir 1 , Celal Ayaz 1<br />

1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diyarbakır<br />

AMAÇ: Alet ilişkili enfeksiyon sürveyansında aktif ve pasif sürveyans metotları kullanılabilir. Pasif sürveyans daha kolay ve az<br />

zaman gerektirmektedir ancak duyarlılığı daha düşüktür. Bu çalışmada her iki yöntemin duyarlılığını karşılaştırmayı amaçladık.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Dicle Üniversitesi Hastanesinde alet kullanma sıklığı ve alet ilişkili hastane enfeksiyonları (AİHE) sürveyansı<br />

“pasif sürveyans” yöntemiyle yapılmaktadır. 2010 yılı Kasım ayında alet kullanımı ve alet ilişkili hastane enfeksiyon<br />

(AİHE) sürveyansı 16 yoğun bakım ünitesinde, Yanık ve Yenidoğan Ünitelerinde aktif ve pasif olarak yapıldı ve sonuçlar<br />

karşılaştırıldı. AİHE tanıları “Centers for Diseases Control and Prevention” kriterleri kullanılarak konuldu. AİHE hızları 1000<br />

alet-gün sayısına göre hesaplandı. Toplam olarak bir ayda 38 hastada AİHE tanısı konuldu.<br />

BULGULAR: Pasif sürveyans verilerine göre çalışılan bölümlerdeki toplam hasta gün sayısı idi 3780, üriner kateter (ÜK) kullanma<br />

oranı 0.55, ventilatör (V) kullanma oranı 0.16 ve santral venöz kateter (SVK) kullanma oranı 0.17 idi. Aktif sürveyans<br />

verilerine göre toplam hasta gün sayısı 3992, ÜK kullanma oranı 0.54, ventilatör kullanma oranı 0.20, SVK kullanma oranı<br />

0.19 idi. Pasif sürveyans sonucunda; 1000 alet kullanım gününe göre kateter ilişkili üriner enfeksiyon (KİÜE) hızı 3.7, ventilatör<br />

ilişkili pnömoni (VİP) hızı 15.0 ve santral venöz kateter ilişkili bakteriyemi (SVKİB) 24.1 idi. Aktif sürveyans sonucunda;<br />

1000 alet kullanım gününe göre KİÜE hızı 3.8, VİP hızı 19.8 ve SVKİB 27.3 idi.<br />

SONUÇ: Sonuç olarak alet ilişkili hastane enfeksiyon hızlarının takibinde aktif sürveyans yapılması düşük oranda duyarlılık<br />

artışına neden olmaktadır. Hastane imkanları kısıtlı ise alet ilişkili hastane enfeksiyonları pasif sürveyans ile takip edilebilirler.<br />

S55<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Beş Yıllık Hastane Kökenli<br />

Santral Sinir Sistemi Enfeksiyonlarının Değerlendirilmesi<br />

Pınar Öngürü 1 , M. Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 1 , Ayşe But 1 , Selim Sırrı Eren 1 ,<br />

Esragül Akıncı 1 , Deniz Belen 2 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahisi Kliniği, Ankara<br />

AMAÇ: Santral sinir sistemi (SSS) enfeksiyonlarının etkenleri, risk faktörleri, tedavisi, mortalite ve morbiditesi; hastane veya toplum<br />

kökenli olmasına göre değişmektedir. Bu çalışmanın amacı, hastane kökenli SSS enfeksiyonlarının klinik görünümü, patojenleri ve<br />

mortalite için risk faktörlerinin belirlenmesidir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmaya Ankara Numune Hastanesi, beyin cerrahisi kliniğinde 2006-2010 yılları arasında nozokomiyal<br />

SSS enfeksiyonu nedeni ile yatan hastalar alınmıştır. Retrospektif olarak Enfeksiyon Kontrol Komitesi (EKK) tarafından tutulan kayıtlar<br />

incelenerek hastalar belirlenmiş, hastaların dosyaları hastane içi elektronik kayıt sistemi ile yaş, cinsiyet, tanı, altta yatan hastalık,<br />

operasyon süresi, profilaktik ve ampirik antibiyotik kullanımı; ekstra ventriküler araç (EVA) ve dren uygulanması, beyin omurilik sıvısı<br />

(BOS) kaçışı, ateş, mikroorganizma tipi, eşlik eden enfeksiyon ve bilinç durumu formlara kaydedilmiştir.<br />

BULGULAR: Nozokomiyal SSS enfeksiyonu nedeni ile takip edilen 46 hastanın yaş ortalaması 41.6 (3-80) olup 21 (%45.7) hasta kadın,<br />

25 (%54.3) hasta erkektir. Hastaların 24 (%52.2)’ü intrakraniyal kitle, 10 (%21.7)’u intrakraniyal kanama, 8 (%17.4)’i travma,<br />

4 (%8.7)’ü ise diğer nedenlerle hastanede yatmaktadır. Hastaların 23 (%59)’ünde altta yatan komorbid hastalık mevcut olup en sık<br />

saptanan hastalık (17 hasta, %37) tümördür. Ortalama operasyon süresi 5.1 (1-11) saattir ve opere edilen tüm hastalara profilaktik<br />

antibiyotik başlanmıştır. Profilaksi verilen 45 hastanın 36 (%80)’sına seftriakson ile metronidazol kombinasyonu verilmiştir. Hastaların<br />

23 (%50)’ünde EVA, 13 (%28.3)’ünde dren, 26 (%56.5)’sında da BOS kaçışı mevcuttur. En sık izole edilen mikroorganizma Acinetobacter<br />

baumannii’dir (18 hasta, %39.1). Ölen 28 (%60.9) hastanın 7’sinin bilinci açık ve mobil, 4’ünün bilinci açık ama mobil<br />

değil, 17’sinin ise bilinci kapalıdır. Ölenler ve sağkalanlar bilinç durumu açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark<br />

saptanmıştır (p= 0.027). Diğer predispoze faktörlerle prognozun karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır.<br />

SONUÇ: Nozokomiyal SSS enfeksiyonlarında mortalite oranı yüksek olup özellikle bilinci kapalı hastalarda mortalite oranı artmaktadır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 311


312<br />

S56<br />

Genel Cerrahi Servisinin Cerrahi Alan Enfeksiyonları,<br />

Enfeksiyon Hızı ve Dansitesi, Etken Dağılımı ve Antibiyotik<br />

Duyarlılıkları<br />

Bülent Durdu 1 , Yasemin Durdu 2<br />

1 Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul<br />

2 Esenyurt Devlet Hastanesi, İstanbul<br />

AMAÇ: Hastane enfeksiyonları (HE), gerek hasta açısından, gerekse ülke ekonomisi açısından radikal önlemlerin alınması<br />

gereken bir konudur. Sürveyans bize bu konuda yol göstericidir. 2009 yılında Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve<br />

Araştırma Hastanesinde yapmış olduğumuz sürveyans sonucu elde ettiğimiz verilerden, cerrahi alan enfeksiyonu (CAE)<br />

hızı ve dansitesini, etken dağılımını ve antibiyotik duyarlılıklarını, ampirik tedavide yol gösterici olması açısından paylaşmayı<br />

uygun gördük.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: CAE tanımlamaları, sınıflaması CDC’ye uygun olarak yapıldı. Enfeksiyon hızı hesaplanmasında<br />

(enfeksiyon sayısı/yatan hasta) x 100 formülü, enfeksiyon dansitesi hesaplanmasında (enfeksiyon sayısı/ hasta günü) x<br />

1000 formülü kullanıldı.<br />

BULGULAR: Genel cerrahi servisindeki HE’nin %83’ünü CAE oluşturmaktadır. CEA, yüzeyel, derin ve organ/boşluk<br />

olarak incelendiğinde; derin CAE’nin daha fazla olduğu bulunmuştur.<br />

Tablo 1. CAE’ın irdelenmesi<br />

Genel cerrahi<br />

CAE<br />

Yatan hasta Hasta günü Enfeksiyon sayısı Enfeksiyon hızı<br />

(%)<br />

Enfeksiyon<br />

dansitesi<br />

Yüzeyel 3018 10.474 21 0.70 2.00<br />

Derin 3018 10.474 24 0.80 2.29<br />

Organ/boşluk 3018 10.474 4 0.13 0.38<br />

Etken dağılımına bakıldığında ise CAE’de gram-negatif basillerin (%82) ağırlıklı olduğu görülmektedir. E. coli başta<br />

olmak üzere diğer etkenlerin dağılımı Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />

CAE etkeni olarak izole edilen 4 S. aureus suşundan 3’ü metisiline dirençli (%75) olup, gram-negatif basillerin genel<br />

antibiyotik duyarlılıkları Tablo 3’te gösterilmiştir.<br />

Tablo 2. Etken dağılım<br />

CAE n %<br />

E. coli 22 49<br />

Klebsiella spp. 8 18<br />

Pseudomonas spp. 5 11<br />

S. aureus 4 9<br />

Enterokok 3 7<br />

Proteus spp. 2 4<br />

Candida /diğer 1 2<br />

Tablo 3. Gram-negatif basillerin genel antibiyotik<br />

duyarlılıkları<br />

Gram-negatif basil n %<br />

Sefotaksim 7/20 35<br />

Seftazidim 14/24 58<br />

Sefoperazon-sulbaktam 14/22 64<br />

Sefepim 15/20 75<br />

Piperasilin-tazobaktam 22/23 96<br />

İmipenem 21/21 100<br />

Amikasin 25/26 96<br />

Gentamisin 24/25 96<br />

Siprofloksasin 12/22 55<br />

SONUÇ: Yapmış olduğumuz sürveyans sonucunda elde edilen etken dağılımı ve antibiyotik duyarlılıkları incelendiğinde<br />

hastanemizde CAE’lerinin ampirik tedavisinde piperasilin-tazobaktam veya karbapenem, vankomisin veya teikoplanin<br />

kombinasyonlarının uygun seçenekler olduğu görülmüştür.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


S57<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Sağlık Çalışanlarının<br />

Yaralanma Durumlarının Değerlendirilmesi<br />

Pınar Öngürü 1 , Meltem Arzu Yetkin 1 , Dilek Kanyılmaz 2 , Esragül Akıncı 1 ,<br />

Gül Ruhsar Yılmaz 3 , Selim Sırrı Eren 1 , Asuman Ceylan 2 , Nebahat Avcı 2 , Hürrem Bodur 1<br />

1 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

2 SB Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Komitesi, Ankara<br />

3 SB Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, Ankara<br />

GİRİŞ: Sağlık çalışanlarında görülen mesleki kazalar en sık karşılaşılan sağlık problemi olup gelişmekte olan ülkelerde<br />

mesleki kaza oranının yüksek olması, çalışma koşullarının önemli göstergesidir. Bu çalışmanın amacı; hastanemizdeki<br />

üç yıllık kesici-delici alet ve mukozal yaralanmaların özelliklerini, neden ve sonuçlarını değerlendirmektir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemiz üçüncü basamak eğitim ve araştırma hastanesi olup 2008-2010 yılları arasında<br />

enfeksiyon kontrol komitesi tarafından takip edilen hastane içi yaralanmaların kayıtları retrospektif incelenmiştir. Yaş,<br />

cinsiyet, meslek, çalıştığı birim, yeterli sağlık bilgisinin olup olmaması, yaralanmanın tipi, nöbet değişimine olan süre,<br />

aşılanma durumu değerlendirilmiştir. Hemşire, asistan doktor, uzman doktor ve sağlık memurunun yeterli sağlık bilgisi<br />

olduğu varsayılmıştır.<br />

BULGULAR: 2008-2010 yılları arasında yaralanan toplam 188 sağlık çalışanının 104 (%55.3)’ü kadın, 84 (%44.7)’ü<br />

erkektir. Yaş ortalaması 31 (16-61)’dir. Yaralanan sağlık çalışanlarının 57 (%30.3)’si dahili, 85 (545.2)’i cerrahi, 46<br />

(%46.5)’sı ise diğer kliniklerde çalışmaktadır. Yaralananların 49 (%26.1)’u hemşire, 29 (%15.4)’u öğrenci hemşire, 65<br />

(%34.6)’i temizlik personeli, 27 (%14.4)’si asistan doktor, 6 (%3.2)’sı uzman doktor, 6 (%3.2)’sı teknisyen, 6 (%3.2)’sı<br />

sağlık memuru olarak çalışmaktadır. Otuz yaşın altındaki 93 sağlık çalışanının 77’si perkütanöz yaralanırken, 30 yaşın<br />

üzerindeki 95 sağlık çalışanının 90’ı perkütanöz yaralanmıştır. Yaralanan kişilerin yaşları ile yaralanma tipleri arasında<br />

istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p= 0.01). Seksen sekiz (%46.8) kişinin yeterli sağlık bilgisi mevcutken 100<br />

(%53.2) kişinin sağlık bilgisi yeterli değildir. Yeterli sağlık bilgisi olmayan 100 çalışanın 93’ünde perkütanöz yaralanma<br />

mevcutken yeterli sağlık bilgisi olan 88 çalışanın 74’ünde perkütanöz yaralanma mevcuttur. Yapılan istatistiksel analizde<br />

her ikisi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p= 0.65). Yaralanan sağlık çalışanlarının yaralanma anının<br />

görev şiftine olan uzaklığının ≤ 4 saat olduğu 97 yaralanmanın 88’i perkütanöz yaralanma iken 9’u mukozal yaralanmadır.<br />

Bu sürenin > 4 saat olduğu 73 yaralanmanın 62’si perkütanöz yaralanma iken 11’i mukozal yaralanmadır. Her<br />

iki durum karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p= 0.33). Yeterli sağlık bilgisi<br />

olmayan 100 sağlık çalışanının 52’si daha önce hepatit B aşısı ile aşılı iken yeterli sağlık bilgisi olan 88 sağlık çalışanının<br />

ise 63’ü aşılıdır. Her iki grup karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p= 0.001).<br />

SONUÇ: Bu veriler ile sağlık çalışanlarının yaralanmalardan korunmasında eksiksiz aşılanmasının sağlanması ve yaralanma<br />

oranının düşürülmesi için farkındalık artırılmalı, verilen eğitimin devamlılığı sağlanmalıdır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 313


314<br />

S58<br />

Karaciğer Transplantasyonu Sonrası Erken Dönemde<br />

Bakteriyel Enfeksiyonlar<br />

Hande Arslan 1 , Onur Özalp 1 , Funda Timurkaynak 1 , Özlem Kurt Azap 1 , Sema Aktaş 2 ,<br />

Mehmet Haberal 2<br />

1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara<br />

AMAÇ: Karaciğer transplantasyonu uygulanan hastaların, transplantasyon sonrası erken dönemde karşılaştıkları bakteriyel<br />

enfeksiyon ajanlarının etyolojisini ve dağılımını belirlemektir.<br />

GEREÇ ve YÖNTEM: Retrospektif çalışmamıza, Başkent Üniversitesi Hastanesinde Ocak 2008-Ekim 2010 arası yapılan<br />

90 ortotopik karaciğer transplantasyonu hastası dahil edilmiştir. Çalışmada karaciğer transplantasyonu sonrası ilk<br />

ayda görülen bakteriyel enfeksiyonlar mikrobiyolojik olarak dokümante edilmiştir.<br />

BULGULAR: Transplantasyon operasyonu sonrası ilk 30 gün içerisinde 20 hastada 28 bakteriyel enfeksiyon atağı<br />

tanısı konulmuştur. On iki (%13) intraabdominal enfeksiyon (9 gram-negatif ve 3 gram-pozitif), 8 (%9) kateter ilişkili<br />

enfeksiyon (4 gram-negatif, 4 gram-pozitif), 6 (%6) üriner sistem enfeksiyonu (5 gram-negatif, 1 gram-pozitif), 2<br />

ventilatörle ilişkili pnömoni (1 gram-negatif, 1 gram-pozitif) izlenmiştir. Toplam olarak 19 gram-negatif bakteriye bağlı<br />

atak ve 9 gram-pozitif bakteriye bağlı atak izlenmiştir. Sadece kolistin ve tigesikline duyarlı suşlar ekstensif ilaç direncli<br />

(XDR) olarak tanımlanmıştır. İzole edilen gram-negatif bakterilerin 7 tanesi Klebsiella pneumoniae (2 GSBL pozitif, 2<br />

XDR suş), 6 tanesi Escherichia coli (4 GSBL pozitif suş), 4 tanesi Acinetobacter baumannii (3 XDR suş), 1 tanesi Pseudomonas<br />

aeruginosa şeklinde tespit edilmiştir. Gram-pozitif patojen dağılımı; 4 Enterococcus faecium (2 vankomisine<br />

dirençli suş), 3 metisiline dirençli koagülaz-negatif stafilokok, 1 metisiline duyarlı S. aureus ve 1 metisiline dirençli S.<br />

aureus şeklindedir. Sekiz (%40) adet primer ve 12 (%60) adet sekonder olmak üzere toplamda 20 adet bakteremi<br />

atağı tespit edilmiştir.<br />

SONUÇ: Tüm dünyada çoklu antibiyotik dirençli bakteriler (özellikle gram-negatif suşlar) ile meydana gelen kolonizasyon<br />

ve enfeksiyon insidansı giderek artmaktadır. Transplantasyon hastalarını gösteren veriler sınırlıdır, ama şüphesiz bu<br />

hastalarda preoperatif ve postoperatif dönemde geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı zor tedavi edilen enfeksiyonları<br />

predispoze etmektedir. Çalışmada gösterilen erken postoperatif periyod enfeksiyon oranları önceki diğer çalışmalar ile<br />

karşılaştırılabilir ama yüksek çoklu ilaç dirençli suş oranları alarm verici sorundur.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Akılcı İlaç Kullanımı<br />

S59<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 315


316<br />

S59<br />

Türkiye’de Akılcı İlaç Kullanımının Yaygınlaştırılması<br />

Faaliyetleri<br />

Ahmet Akıcı 1, *, Zafer Güney 2, *<br />

1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, İstanbul<br />

2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Ankara<br />

* Akılcı İlaç Kullanımı Ulusal Programı, Bilimsel Danışmanı<br />

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımlamasına göre akılcı ilaç kullanımı (AİK); “hastaların ilaçları klinik ihtiyaçlarına uygun<br />

şekilde kişisel gereksinimlerini karşılayacak dozlarda, yeterli zaman diliminde, kendilerine ve topluma en düşük maliyette<br />

almalarını gerektiren kurallar bütünüdür”. İlaca erişim ve onun akılcı kullanımı, günümüzde en temel insan haklarından<br />

birisi sayılan sağlıklı yaşama hakkının kazanılmasında önemli bir araçtır. Bu aracın, sayılan kurallara uyulmadan<br />

kullanılmaya çalışılması ise, akılcı olmayan ilaç kullanımı (AOİK) olarak anılmaktadır. AOİK’nin, tedavi amacına ulaşılamaması,<br />

ilaca bağlı istenmeyen etkilerle sık karşılaşılması, sağlık sistemine duyulan güvenin azalması, kemoterapötik<br />

ilaçlara karşı direnç gelişmesi, tedavi maliyetinin gereksiz artması, hastalıkların kontrol altına alınamaması veya etkin<br />

tedavi edilememesi gibi çok değişik sonuçları bulunmaktadır. AOİK evrensel bir sorun olmakla beraber, yaşandığı ülke<br />

veya bölgede çok değişik sebeplere bağlı olarak sorunun boyutları da farklılık göstermektedir. Birçok ülkede olduğu<br />

gibi son yıllarda Türkiye’de de AOİK sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Bu sorunun çözümü için Sağlık Bakanlığı “Akılcı<br />

ilaç kullanımının Türkiye’de yaygınlaştırılması programı” çerçevesinde 2010 yılı itibariyle bir dizi faaliyeti başlatmıştır.<br />

Önümüzdeki günlerde bu kapsamda yapılacak faaliyetlere hız verilmesi ve Türkiye genelinde yaygınlaştırılması planlanmaktadır.<br />

Bu ulusal kampanyanın amacına ulaşması için AİK’nin önemli muhatapları arasında sayılan tıp mesleği ile<br />

ilgili derneklere ciddi sorumluluklar düşmektedir. Meslek örgütlerinden AİK’nin yaygınlaştırılmasına yönelik istenenlerin<br />

karşılanmasında başarılı olabilmenin yolu, şüphesiz muhataplarını bu faaliyetler ve beklentiler konusunda yeterince<br />

bilgilendirmekten geçmektedir. Bu oturumda AİK’nin yaygınlaştırılmasına yönelik ülkemizde yürütülen ve planlanan<br />

faaliyetlerden söz edilecek, ardından enfeksiyon hastalıkları özelinde başta akılcı antibiyotik kullanımı olmak üzere<br />

kemoterapötiklerin akılcı kullanımı üzerinde durulacak, bu uzmanlık alanının ülkemizde AOİK sorununun çözümünde<br />

gelecekte yapacağı katkılar tartışılacaktır.<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu<br />

1-5 Mart 2011, Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi, İstanbul<br />

Yazar İndeksi<br />

317


Yazar İndeksi<br />

A<br />

Acar A , 151, 302<br />

Akalın Ş, 270<br />

Akçam FZ, 288<br />

Akduman D, 107<br />

Akıcı A, 316<br />

Akıncı E, 113, 277, 278, 279, 304, 305, 311,<br />

313<br />

Akşit F, 293<br />

Aksu N, 277, 278, 279<br />

Aktaş S, 310, 314<br />

Alaca Coşkun F, 278, 279<br />

Aliskan HE, 292<br />

Alpay Y, 286<br />

Arabacı F, 294<br />

Arda B, 270, 271<br />

Arıcı DS, 282<br />

Arslan AH, 310<br />

Arslan F, 27<br />

Arslan H, 39, 276, 294, 314<br />

Avcı N, 277, 278, 279, 313<br />

Avcı İY, 139<br />

Avcı M, 272, 274, 295<br />

Aydemir Ş, 270<br />

Aydın Y, 284<br />

B<br />

Bakar M, 282, 295, 296, 306<br />

Bakır M, 282<br />

Bal F, 295<br />

Bardak Özcem S, 270<br />

Barut Ş, 308<br />

Bayındır Y, 43, 284<br />

Baykam N, 263<br />

Belen D, 311<br />

Berk S , 289<br />

Bodur H, 277, 278, 279, 304, 305, 311, 313<br />

But A , 277, 278, 311<br />

C-Ç<br />

Can F, 294<br />

Can FN, 301<br />

318<br />

Candevir A, 197<br />

Celbek G, 285<br />

Ceylan N, 271<br />

Ceylan A, 313<br />

Ceylan T, 288<br />

Coşkun H, 285<br />

Coşkuner SA, 274, 295<br />

Çaylak S, 270<br />

Çekin AH, 287, 290<br />

Çelebi İY, 272<br />

Çınarbaş İ, 277, 278, 279<br />

Çiçek G, 301<br />

Çolakoğlu Ş, 292, 294<br />

D<br />

Dal ŞA, 284<br />

Dalbastı T, 270<br />

Demiray V, 292<br />

Demirbilek M, 294<br />

Demiroğlu YZ, 292<br />

Deniz Ö, 282<br />

Dikici N, 283<br />

Diktaş H, 302<br />

Dilek A, 273<br />

Dodanlı S, 306<br />

Doğan ÖT, 289<br />

Doğan Kaya S, 293<br />

Dökmetaş İ, 282<br />

Doyuk Kartal E, 257, 290, 301<br />

Durdu B, 312<br />

Durdu Y, 312<br />

Durmaz Y, 299<br />

E<br />

Elaldı N, 99, 282<br />

Engin A, 282, 289<br />

Erben N, 290, 301<br />

Erdem A, 271<br />

Erdem H, 117<br />

Erdem İ, 19, 272<br />

Erdinç FŞ, 167<br />

Erdoğan H, 276, 294<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu


Eren SS, 277, 279, 305, 311, 313<br />

Erkorkmaz Ü, 308<br />

Eroğlu M, 304<br />

Erol S, 163<br />

Ertem OT, 290<br />

Ertürk A, 173<br />

Esen A, 310<br />

Esen Ş, 189, 273<br />

Evirgen Ö, 276<br />

Eyigün CP, 282<br />

G<br />

Gençer S, 245, 293<br />

Geyik MF, 285<br />

Gökgöz A, 274<br />

Gönen İ, 285, 286<br />

Görenek L, 129, 300, 302<br />

Gözel MG, 282<br />

Gül HC, 51<br />

Gülenç N, 295<br />

Gümral R, 304<br />

Günal Ö, 308<br />

Günay V, 290, 306<br />

Güner R, 193<br />

Güney G, 316<br />

Güngör M, 295<br />

Gürsoy S, 288<br />

H-I-İ<br />

Haberal M, 310, 314<br />

Haholu A, 302<br />

Hatipoğlu M, 302<br />

Hızel K, 35<br />

Hopoğlu SM, 284<br />

Horoz İH, 273<br />

Işıkgöz Taşbakan M, 271<br />

İnan D, 157<br />

İnci M, 276<br />

K-L<br />

Kalaycıoğlu B, 302<br />

Kanyılmaz D, 277, 278, 279, 311, 313<br />

Karabay O, 87, 292, 298, 299, 307<br />

Karagöz E, 300<br />

Karahmetoğlu G, 300<br />

Karakeçe E, 292<br />

Kart Yaşar K, 288, 295, 296, 301, 306<br />

Katlanır E, 283<br />

Kaya O, 288<br />

Kaya B, 293<br />

Kayaaslan BC, 305<br />

Kayabaş Ü, 59, 284<br />

Kayaçetin E, 283<br />

Kaygusuz S, 217<br />

Kenar L, 304<br />

Keşcioğlu S, 282<br />

Kiraz N, 293<br />

Kiremitçi A, 293<br />

Kızılkaya E, 302<br />

Kocagöz S, 231<br />

Köksal İ, 1<br />

Köksaldı Motor V, 276<br />

Kurşun E, 292<br />

Kurşun Ş, 277<br />

Kurt Azap Ö, 294, 310, 314<br />

Kurt B, 282<br />

Kurt H, 221<br />

Kurtaran B, 65<br />

Kutlucan A, 285<br />

Leblebicioğlu H, 273<br />

M-N<br />

Mert G, 282<br />

Metin DY, 271<br />

Midilli R, 271<br />

Muşabak U, 304<br />

Nayman Alpat S, 290, 301<br />

O-Ö<br />

Oldacay M, 294<br />

Ortatatlı M, 304<br />

Otlu B, 7<br />

Öncül O, 302<br />

Öngürü P, 277, 278, 279, 311, 313<br />

Yazar İndeksi<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu 319


Yazar İndeksi<br />

Önlen Y, 276<br />

Öz Y, 293<br />

Özalp O, 310, 314<br />

Özdemir D, 249, 286<br />

Özden M, 75<br />

Özen G, 270<br />

Özer H, 282<br />

Özgenç O, 272, 274, 295<br />

Özgüneş İ, 290, 301<br />

Özşahin M, 286<br />

Özsancak A, 306<br />

Öztoprak Çuvalcı N, 213, 287, 290, 306<br />

Öztürk G, 307<br />

P-R<br />

Pehlivanoğlu F, 288, 295, 296, 301, 306<br />

Pullukçu H, 179, 270, 271<br />

Ruksen M, 270<br />

S-Ş<br />

Sağkan RL, 304<br />

Sarıgül F, 306<br />

Savaşçı Ü, 282<br />

Seyman D, 287, 290, 306<br />

Sıldıroğlu O, 302<br />

Sipahi OR, 270, 271<br />

Sümer Ş, 283<br />

Sünbül M, 273<br />

Sürücü F, 284<br />

Şahin A, 286<br />

Şahin M, 288<br />

Şahin Ş, 276<br />

Şencan İ, 83<br />

Şengöz G, 125, 288, 295, 296, 301, 306<br />

Şenol Ş, 233<br />

Şimşek M, 295<br />

T<br />

Tamer A, 299<br />

Tanrıcı Baştuğ A, 305<br />

Taşbakan MS, 271<br />

320<br />

Tekindal A, 310<br />

Temiz T, 299<br />

Temizkan T, 287, 306<br />

Timurkaynak F, 314<br />

Toplu S, 284<br />

Tosun S, 203<br />

Tuna N, 298, 299, 307<br />

Tuncer E, 282<br />

Turan H 294<br />

Turgut H, 270<br />

Turhan T, 270<br />

Turhan V, 61, 131, 300, 302<br />

Turunç T, 13, 292<br />

Tünger Ö, 93<br />

Tütüncü E, 177<br />

U-Ü<br />

Ulusoy S, 270, 271<br />

Ural O, 283<br />

Usluer G, 290, 301<br />

Uzunbayır Akel N, 310<br />

Üçkardeş H, 304<br />

Ülger F, 273<br />

Y-Z<br />

Yahyaoğlu M, 298, 299, 307<br />

Yamazhan T, 31, 271<br />

Yetkin F, 239, 284<br />

Yetkin MA, 71, 277, 278, 279, 311, 313<br />

Yıldırım M, 285, 286<br />

Yıldız F, 308<br />

Yılmaz GR, 313<br />

Yılmaz İ, 284<br />

Yılmaz Aydın L, 286<br />

Yılmaz G, 171<br />

Yılmaz H, 273<br />

Yılmaz M, 3<br />

Yılmaz N, 121<br />

Yorulmaz M, 306<br />

Yurtseven T, 270<br />

Zileli M, 270<br />

3. Türkiye <strong>EKMUD</strong> Bilimsel Platformu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!