24.08.2015 Views

MAYIS - ΜΑΪΟΣ 2009 Sayı 47 Fiyatı 3 € Azınlıkça 1

47 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

47 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>MAYIS</strong> - <strong>ΜΑΪΟΣ</strong> <strong>2009</strong><strong>Sayı</strong>: <strong>47</strong><strong>Fiyatı</strong>: 3 <strong>€</strong><strong>Azınlıkça</strong> 1


BU AY AZINLIKÇAAZINLIKÇABATI TRAKYAAYLIK HABERYORUM DERGİSİ<strong>MAYIS</strong> <strong>2009</strong>YIL:5 SAYI:<strong>47</strong>www.azinlikca.netwww.azinlikca.orgΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑΜΗΝΙΑΙΟΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ<strong>ΜΑΪΟΣ</strong> <strong>2009</strong>ΕΤΟΣ:Ε NO:<strong>47</strong>SAHİBİ-SORUMLUSUΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣ-ΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣEVREN DEDEGENEL KOORDİNATÖRΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣAYDIN BOSTANCIYAYIN YÖNETMENİΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣİBRAM ONSUNOĞLUBU SAYIDA YAZARLARAydın BostancıCeren Zeynep AkEvren DedeElçin MacarΓιώργος ΔούδοςHakan MüminHatice SaliHerkül Millasİbram OnsunoğluMarkA PaşaRıdvan KöseSamim AkgönülADRESMarathonos Neoktista 3/A69100 Komotinie-mail: azinlikca@yahoo.comTel: +30 69<strong>47</strong>866196+30 694<strong>47</strong>49374Fax: +30 25310 29866ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣΙδιώτες. : 36 <strong>€</strong>Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 <strong>€</strong>Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 <strong>€</strong>Δήμοι: 98 <strong>€</strong>Euro Κοινότητες: 72 <strong>€</strong>Aydın BostancıDernekleşme özgürlüğü veyargının tutumuRodop ve İskeçe illerinde “azınlık”kelimesini içeren derneklerdeazınlık dendiği zaman hangiazınlığın kastedildiği anlaşılıyorda, aynı tanımlama Evros ilindeyapıldığı zaman mı anlaşılmıyor?Peki Evros’taki “Azınlık SeçekEğitim ve Kültür Derneği”nin ismindeki“azınlık” kelimesinden neanlamamız gerekiyor? Demek ki,Dedeağaç Mahkemesi’nin kararıtarafsızlık ilkesinden uzak, dahaçok siyasî bir karar niteliği taşıyor.İçindekiler468111315172022242628303233343637Γιώργος ΔούδοςΤΟ ΔΙΚΑΙΟ, Η ΔΙΨΑ ΚΑΙ Η ΟΡΓΗΟι Μουσουλμάνοι του ΝομούΈβρου από την άλλη μεριά, πουείναι μειονοτικοί πολίτες τηςΕλλάδας κατά κύριο λόγο λόγωθρησκεύματος, δεν έχουν το δικαίωμανα στήσουν ένα σύλλογοπου θα ονομάζεται «μειονοτικός»γιατί έτσι έκτινε ένας δικαστήςτης Αλεξανδρούπολης! Την ίδιαστιγμή, που άλλος δικαστής στηνΚομοτηνή έχει κρίνει νόμιμη τηδημιουργία συλλόγων που στηνεπωνυμία τους χρησιμοποιούν τηλέξη «μειονοτικός».<strong>Azınlıkça</strong><strong>47</strong>İbram OnsunoğluMüthiş bir kitap: Trakya’daki“Makedon Sorunu”Böyle “saygısız” kişilerden biri de,birkaç ay önce yayımlanan vePomaklar (ve genel olarak BatıTrakya Azınlığı) ile ilgili devletplanlamalarını konu edinenkitabın yazarı Tasos Kostopulos.Kostopulos, Elefterotipiagazetesindeki “o ios” grubuyla,gazeteci olarak öteden beri hep“şeytanın gör dediği” şeylerleuğraşıyor. Bunlardan bir tanesi,Yunanistan’daki azınlıklar veonlara uygulanan politikalar.Bunu iyi düşünün! Evren DedeDernekleşme özgürlüğü ve yargının tutumu Aydın BostancıMüthiş bir kitap: Trakya’daki “Makedon Sorunu” İbram OnsunoğluGüneş doğar azınlıklar azar Herkül MillasRaporlar -III- Elçin MacarKürtlere azınlık hakları?: Adını koymayın Samim AkgönülOkuyucu gözüyle bir öykü üzerine Hakan MüminEr ya da geç rüyadan uyanacağız Hatice SaliSlippery slope’a karşı slip of tongue durumu... Ceren Zeynep AkYabancı damatlar İbram OnsunoğluFacebook’ta yapılan yorumlar Rıdvan KöseBatı Trakya’da 150’likler -IV- Evren DedeΤΟ ΔΙΚΑΙΟ, Η ΔΙΨΑ ΚΑΙ Η ΟΡΓΗ… Γιώργος ΔούδοςHasan Ahmet’in şər kitabı, Müstəqil Azərbaycan Respublikası’nda nâm səlacak!“Azadlıq Şıpırtıları” şapalaq kimi partladı MarkA PaşaAhmet Mete ipin ucunu kaçırıyor!Rerere Rarara... Ahmet Metem çok yaşa! MarkA PaşaAyın içinden2 <strong>Azınlıkça</strong>AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣwww.azinlikca.net


TRT Şeş, TRT Batı Trakya23 Nisan Çocuk Şenliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ünAnkara’da Millet Meclisi’nin açılması üzerine Türk çocuklarına armağan ettiği ve 1979’dan buyana ülkelerarası düzeyde de kutlanan bir çocuk bayramı. 1979 yılında uluslararası bir şenliğedönüşmesi TRT’nin çabalarıyla gerçekleşmiş. BM 1979’u Dünya Çocuk Yılı olarak ilân edince,TRT yetkilileri bütün dünya çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlamışlar ve“TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği”nin birincisi 23 Nisan 1979’da 5 ülkenin katılımıylakutlanmış.Bugün, TRT’nin organizasyonunda yapılan Uluslararası 23 Nisan Şenliği’ne 8-14 yaşlarıarasındaki çocuklardan oluşan yaklaşık 50 ülke katılıyor. 23 Nisan günü 4 saat süren galada,bütün ülkeler, millî kıyafetleriyle hazırladıkları gösterilerini, kendi müzikleri eşliğinde Türk izleyicisinesunuyorlar.Bütün bunları size anlatmamızın sebebi, TRT’nin bu sene akıl almaz bir hataya imza atması.Malumunuz, Yunanistan TRT’nin düzenlediği bu çocuk şenliğine katılmıyor. Daha doğrusu,Yunanistan’dan her sene azınlık çocukları katılıyor ama çoğunluk çocukları katılmıyor.Ne olduysa oldu, bu yıl TRT’nin “muzip” yöneticileri, şenliğe katılan ülkeler listesindeYunanistan’a yer vermediler. Alfabetik şekilde ülke isimlerinin verildiği listede Yunanistan yerinesadece “Batı Trakya Türk Azınlığı” yazmayı tercih ettiler. TRT’li yetkililer bununla da yetinmedilerve gala gecesi sunulan, ülkelerin bayraklarının gösterildiği küçük tanıtım videosunda,Batıtrakyalı yavrunun yanağına Türkiye bayrağı çizdiler…Gerçekten akıl alacak gibi değil! TRT yetkilileri “Batı Trakya Türk Azınlığı” diye bir ülkeninolmadığını nasıl bilmezler?... Üstelik Yunanistan’da ve dolayısıyla da Batı Trakya’da hem Türkkonsolosluğu hem de TRT muhabiri var! Hiç değilse onlardan böyle bir ülkenin olup olmadığınısoramazlar mıydı?Herhalükârda, madem kimse işini düzgün yapmıyor, bari biz TRT yetkililerine hatırlatalım:Dünyada Batı Trakya Türk Azınlığı diye bir ülke yoktur! Olmayan bu ülkenin olmayan bayrağıda Türkiye’nin bayrağı değildir. Batı Trakya Türk Azınlığı, Lozan Antlaşması çerçevesinde Yunanistantopraklarında Yunanistan vatandaşı olarak yaşayan barışçıl ve uysal bir azınlıktır.editör<strong>Azınlıkça</strong> 3


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.comGeçen yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM), İskeçe Türk Birliği (İTB), Rodop İliTürk Kadınları Kültür Derneği ve Evros ili AzınlıkGençleri Derneği’ni haklı bulmuş ve Yunanistan’ıörgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiylemahkum etmişti.AİHM’nin İskeçe Türk Birliği ve diğer derneklerhakkındaki kararının kesinleşmesinden sonra,İTB’nin kapatılmasını öngören ve bahse konu diğerderneklerin de kuruluşunu reddeden kararlarıniptal edilmesi ve resmî olarak tanınmaları için yerelmahkemelere müracaatlarını yenilediler.Bunu iyi düşünün!İşin bir diğer ilginç yanı,Evros’taki hakimler“azınlık” kelimesine izinvermezken, Rodop ilindekihakimlerin izin vermesi.Rodop iliyle Evros iliarasında 30 km var yok.Bu dernekler arasında hiç şüphesiz en çok bilineni,1927’de kurulmuş olan İTB’dir. 1927’de “İskeçeTürk Gençler Yurdu” adıyla kurulan dernek,1936’da “İskeçe Türk Birliği” adını aldı.İTB, Batı Trakya’da resmî olarak kurulmuşve uzun yıllar faaliyet gösterdikten sonra 1986’dakapatılmıştır. 1986’da İskeçe Bidayet Mahkemesi,derneğin isminde “Türk” kelimesinin bulunması vedernek tüzüğünün yasalara aykırı olduğu ve kamudüzeni ve ahlâkını ihlal ettiği gerekçesiyle İTB’yikapatmıştır.Diğer derneklere ise daha henüz kuruluş aşamasındaonay verilmemiş ve iç hukukun tamamlanmasınınardından AİHM’ye müracaat etmişlerdir.Hukukî sürecin detayları bir yana, AİHM’nin,derneklerin örgütlenme özgürlüğününün ihlaledildiği gerekçesiyle Yunanistan hakkında verdiğimahkumiyet kararları, elbette ciddi bir sorununortadan kalkması için gerekliydi. Adlarında “Türk”veya “Azınlık” kelimesi var diye dernek kurulmasınıengellemek akılla izahat yapılabilecek bir iş değildi.Gerçi Yunanistan’ın bu konuda farklı bir tutumsürdürdüğünü ayrıca belirtmek gerekir. Çünkükapatılan veya kurulmasına izin verilmeyen buderneklerin hepsi faaliyetlerine devam etmektedir.Lokallleri, dernek binaları aktif durumda olan budernekler sportif ve kültürel çalışmalarını aralıksızsürdürmekteler. Yunan devletinin hukukî olarakkapatılmış veya kurulmasına izin verilmemiş buderneklerin faaliyetlerine kısıtlama getirmemesiönemli bir ayrıntı. Fakat yine de derneklerin resmîstatülerinin tanınmaması bu ayrıntıyı gölgelemeyeyetecek boyutta.*AİHM kararlarının ardından dernekler iç hu-4 <strong>Azınlıkça</strong>


kukta mevzuatın öngördüğü prosedürü yerine getirdiler.Yeniden kuruluş dilekçelerini ilgili mahkemeleresundular. Esasında herkesin beklentisiAİHM kararı doğrultusunda olumlu bir kararınçıkmasıydı.İTB avukatları derneğin resmiyetinin iade edilmesiiçin mevzuatın öngördüğü bir yöntemi uygulayarak,İskeçe’de açılan birinci davadan sonraGümülcine’deki Trakya Bidayet Mahkemesi nezdindede ikinci bir dava açtılar. Her iki mahkemede dehenüz karar açıklanmış değil. (Bu makale yazıldıktansonra İTB’nin birinci davası sonuçlanmış ve resmiyetininiadesi müracaatı reddedilmiştir. e.d.) Fakat buarada iki yeni gelişme yaşandı.AİHM tarafından haklı bulunan “Evros ili AzınlıkGençleri Derneği”nin yeniden mahkemeye sunduğukuruluş dilekçesi, Dedeağaç mahkemesi tarafındanreddedildi. Dava şimdi tekrar istinafta. Tekrarkarar bekleniyor…Diğer bir gelişme ise tamamen yeni kurulan birdernekle ilgili. Dedeağaç Bidayet mahkemesi, Evrosilinde kurulmak istenen “Batı Trakya Azınlığı GüneyMeriç Kültür ve Eğitim Derneği”nin kuruluş dilekçesinireddetti.Kuruluş dilekçesinin reddedilmesini mahkemeşu gerekçeye dayandırdı: “Batı Trakya Azınlığı GüneyMeriç Kültür ve Eğitim Derneği’nin isminde vetüzüğündeki ‘AZINLIK’ kelimesi ile hangi azınlığınkastedildiği belli değildir.”*Doğrusu, AİHM kararlarının ardından DedeağaçBidayet Mahkemesi’nin iki müracaatta da bu tür birdavranış sergilemesi insanı çileden çıkarıyor. Hani,isminde “Türk” kelimesi olan derneklerin hukukîdurumu bir yana, sadece “azınlık” kelimesini kullanıyordiye bir derneğin kuruluşuna izin verilememesinasıl izah edilebilir ki!.. İşin bir diğer ilginç yanı,Evros’taki hakimler “azınlık” kelimesine izin vermezken,Rodop ilindeki hakimlerin ise izin vermesi. Rodopiliyle Evros ili arasında 30 km var yok.İnsanlar Batı Trakya’da neden ırkçılık temelinedayalı faşizan milliyetçilik giderek artıyor, diye soruyorlar.Acaba mahkemelerin akıl almaz kararlarınınbu konudaki etkisini hesaplayabiliyorlar mı?..Batı Trakya Azınlığı GüneyMeriç Kültür ve EğitimDerneği’nin kuruluş dilekçesireddedildiEvros ilinde kurulmak istenen Batı Trakya AzınlığıGüney Meriç Kültür ve Eğitim Derneği’ninkuruluş dilekçesi, Dedeağaç Asliye Hukuk Mahkemesitarafından reddedildi. Mahkemenin red gerekçesinde,derneğin isminde ve tüzüğünde kullanılan“azınlık” kelimesiyle hangi azınlığın kastedildiğininbelli olmadığı belirtildi. Bu karar sonrası dernekyetkilileri davayı istinafa götürecekler.Batı Trakya Azınlığı Güney Meriç Kültür veEğitim Derneği, adındaki “azınlık” kelimesi gerekçegösterilerek Evros bölgesinde reddedilen ikincidernek oluyor. Hatırlanacağı üzere AİHM tarafındanhaklı bulunan Evros İli Azınlık GençleriDerneği’nin karar sonrası yeniden yaptığı kuruluşmüracaatı da Dedeağaç Mahkemesi tarafından reddedilmişti.İstinafa götürülen bu davanın da sonucubekleniyor.İTB’nin müracaatı reddedildiİskeçe Asliye Hukuk Mahkemesi, Avrupa İnsanHakları Mahkemesi’nden (AİHM) İskeçe TürkBirliği’nin (İTB) lehine çıkan kararın ardından resmiyetinintekrardan iade edilmesi talebiyle yaptığımüracaatı reddetti.Mahkemenin gerekçeli kararında İTB’nin talebiderneğin tüzüğündeki 8 maddeye atıfta bulunuluyorve başvuru reddediliyor.Mahkeme AİHM’nin kararına rağmen başvuruyureddetmesine gerekçe olarak ceza davalarındaAİHM’den dönen kararların ulusal mahkemelerceyeniden bakılmasının zorunlu olmasına karşı medenihukukla ilgili davalarda ulusal mahkemelerinAİHM’nin kararlarına uyma gibi bir zorunluluğununolmadığı belirtiliyor.İTB avukatları kanunun 758. maddesine dayanarakmahkemenin medeni hukukla ilgili davalardada AİHM kararlarını uygulaması gerektiğinibelirtiyorlar. İTB yetkilileri, İskeçe Asliye HukukMahkemesi’nin verdiği kararı istinafa götürecekleriniaçıkladılar.<strong>Azınlıkça</strong> 5


Genç bakışAydın Bostancıbostanciaydin@yahoo.comAzınlığımızın dernekleşme özgürlüğü meselesineredeyse son otuz yıldır kamuoyunu meşgul ediyorve öyle görünüyor ki, etmeye de devam edecek.Yargı çevrelerinin dillerine pelesenk etmiş olduklarıbiz söz var, o da yargının bağımsız ve tarafsızolduğu veya olması gerektiği. Fakat bir yargıdüşünün aynı konuyla ilgili bölgelere göre farklıiçtihatlarda bulunup birbirinden farklı kararlar verebiliyor;üstelik aynı konuda.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)Yunanistan’ı dernekleşme özgürlüğünü ihlâl ettiğigerekçesiyle mahkûm ededursun, yargınınAİHM’nin kararlarını kaale almaya niyeti pek yokgibi.Diğer yandan son yıllarda azınlık içerisindekültürel faaliyetleri barındıran birçok yeni dernekkuruldu. Neredeyse her köyde sportif veya kültüreletkinlikleri yayma amaçlı dernek veya birliğin kurulmasınaizin verildi.Fakat gel gelelim bazı yargı mensupları hiç çekinmedensığ düşünceli kararlar verebiliyorlar. İskeçeve Rodop illerinde “azınlık” kelimesini içerenve kurulmasına izin verilen eğitim ve kültür derneklerininbugün için Evros ilinde kurulmasınaizin verilmiyor. Gerekçe ise isminde “azınlık” kelimesininolması.Bilindiği üzere geçenlerde “Batı Trakya AzınlığıGüney Meriç Kültür ve Eğitim Derneği”ninkuruluş dilekçesi Dedeağaç Mahkemesi tarafından6 <strong>Azınlıkça</strong>Dernekleşme özgürlüğü ve yargının tutumuRodop ve İskeçe illerinde “azınlık”kelimesini içeren derneklerdeazınlık dendiği zaman hangiazınlığın kastedildiği anlaşılıyor da,aynı tanımlama Evros ilinde yapıldığızaman mı anlaşılmıyor? PekiEvros’taki “Azınlık Seçek Eğitimve Kültür Derneği”nin ismindeki“azınlık” kelimesinden ne anlamamızgerekiyor? Demek ki, DedeağaçMahkemesi’nin kararı tarafsızlıkilkesinden uzak, daha çok siyasî birkarar niteliği taşıyor.reddedildi. Gerekçe “azınlık” kelimesiyle hangiazınlığın kastedildiğinin belli olmadığı şeklindeaçıklandı. Rodop ve İskeçe illerinde ise isminde“azınlık” kelimesi bulunan birçok kültür ve folklordernekleri kuruluyor.Rodop ilinin Şapçı kasabasında geçen yıl kurulan“Şapçı Azınlık Kültür ve Folklor Derneği” bunlardanen yeni olanı. Fakat 30 kilometre mesafedekiEvros ilinde yargı, isminde “azınlık” kelimesi bulunanbenzer bir derneğin kurulmasını reddediyor.İşin enteresan tarafı, Evros ilinde 1997 yılındakurulan ve isminde “azınlık” kelimesini bulundu-


an “Azınlık Seçek Eğitim ve Kültür Derneği” varve bu dernek faaliyetlerini aralıksız olarak sürdürüyor.Şimdi aynı ilde benzer bir derneğin kuruluşdilekçesi ise reddediliyor. Gerekçe ise saçma, çünkübırakın azınlık derneğini veya herhangi bir azınlıksivil toplum örgütünü, bölgedeki azınlık köylerindefaaliyet gösteren bütün ilkokullar bile “azınlık ilkokulu”diye bizzat devletin kendisi tarafından resmîolarak adlandırılıyor. Kuruluş dilekçesini reddedenhâkim, eğer “azınlık” kelimesinden kimlerin kastedildiğinianlayamıyorsa, Milli Eğitim ve DinişleriBakanlığı’na bölgedeki ilkokulların neden “azınlık”ilkokulu diye adlandırıldığını sorabilir!..Yargının siyasallaşmadan bağımsızlığını korumasıgerekir. Yargı, vatandaşlara eşit davranmakzorundadır. Herkes istediği şekilde kendi derneğinikurabilmelidir. Öncelikle kendini “Pomak” ve“Çingene” olarak adlandırmak isteyene nasıl saygıduyulması gerekiyorsa, “Türk” veya “azınlık” olarakadlandırmak isteyene de saygı duyulmalı ve bu saygıilkesi örgütlenme özgürlüğüne de yansıtılmalıdır.Öncelikle yargı, kendisini “azınlık” veya “Türk”olarak tanımlamak isteyenleri de saygıyla karşılamalıve dernekleşme alanında bu saygı ilkesinden ayrılmamalıdır.Eğer bir grup azınlık bireyi “Türk” veya“azınlık” ismi altında dernek kurmak istiyorsa, kurabilmelidir.Evros ilinde Dedeağaç Mahkemesi’ninvermiş olduğu karar, yanlış olduğu kadar dayanaksızve mesnetsiz bir karardır. Bugün için bölgede“azınlık” isminden hangi azınlığın kastedildiğinianlamamak mümkün müdür?Sonra Rodop ve İskeçe illerinde “azınlık” kelimesiniiçeren derneklerde azınlık dendiği zamanhangi azınlığın kastedildiği anlaşılıyor da, aynıtanımlama Evros ilinde yapıldığı zaman mı anlaşılmıyor?Peki Evros’taki “Azınlık Seçek Eğitim veKültür Derneği”nin ismindeki “azınlık” kelimesindenne anlamamız gerekiyor? Demek ki, DedeağaçMahkemesi’nin kararı tarafsızlık ilkesinden uzak,daha çok siyasî bir karar niteliği taşıyor.Kathimerini: “Atina, AİHM’ninTrakya’daki Müslüman Azınlıkile ilgili kararlarını yok saydı”22 Mayıs tarihli Kathimerini gazetesi, Atinayönetiminin Trakya’daki Müslüman azınlığa ilişkinAİHM kararlarını uygulamadığı için Avrupa Konseyitarafından kınanabileceğini yazdı.Haberde, Avrupa Konseyi temsilcilerinin gelecekay, AİHM kararlarını ve adında “Türk” ifadesigeçen azınlık derneklerinin kurulmasına izin verilmemesikonusunu Atina’da izleyecekleri belirtildi.Gazete, diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberinde,Avrupa Konseyi temsilcilerinin bu konudahazırlayacakları raporun sert bir kınama ya da paracezasına yol açabileceğini vurguladı.Kathimerini, adını vermediği bir diplomatın,“Her halükarda köşeye sıkışacağız ve bu konudagördüğümüz baskı büyük olacak” dediğini de belirtti.Atina’nın bu aşamada adında “Türk” ifadesigeçmeyen “Evros İli Azınlık Gençleri Derneği”ninaçılmasını cesaretlendirdiğini belirten gazete, ancakbu derneğin kuruluşuna ilişkin talebin bölge mahkemesitarafından iki kez reddedildiğini kaydetti.Gazete, Atina’nın bu alandaki yaklaşımını zamankazanmak ve Avrupa Konseyi’nden aleyhinebir karar çıkmasını önlemek amaçlı başarısız girişimlerolarak da tanımladı.Dileğimiz hiç bir zaman, bir anlığına bile olsa,yargının tarafsızlık ilkesinden uzaklaşmaması ve herzaman bu çerçevede kararlar almasıdır.*<strong>Azınlıkça</strong> 7


Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.grMüthiş bir kitapTrakya’daki “Makedon Sorunu”Tasos Kostopulos, “Trakya’daki “Makedon” Sorunu–Pomaklar konusunda devlet planlamaları (1956-2008)”, Azınlık Gruplarını Araştırma Merkezi’nin birkitabı, Bibliyorama Yayınları, 320 s., Atina, <strong>2009</strong>.Bereket ki, katı ulus-devlet ideolojisinin ve “derindevlet” yapılanmasının sık sık atıfta bulunduğu “devletsırrı”, “devletin yüce çıkarları”, “millî politika”, “millîbirlik ve beraberlik” gibi kavramlara pek saygı duymayanve bunların altında yatan propagandayı, ikiyüzlülüğü,yalanları, kanunsuzlukları ve insan hakları ihlalleriniifşa etmekten çekinmeyen bazı aydın, gazeteci ve yazarlarçıkıyor da bazı gerçekleri öğreniyoruz ve kamuoyununezberleri bozuluyor.Böyle “saygısız” kişilerden biri de, birkaç ay önce yayımlananve Pomaklar (ve genel olarak Batı Trakya Azınlığı)ile ilgili devlet planlamalarını konu edinen kitabınyazarı Tasos Kostopulos. Kostopulos, Elefterotipia gazetesindeki“o ios” grubuyla, gazeteci olarak öteden berihep “şeytanın gör dediği” şeylerle uğraşıyor. Bunlardanbir tanesi, Yunanistan’daki azınlıklar ve onlara uygulananpolitikalar. Bundan iki yıl önce yayımlanan ve “YunanMakedonya’sındaki Slav lehçelerine, ve Slav kökenli Makedonlara,devlet baskısını” anlatan “Yasaklı Dil” başlıklıkitabı büyük yankılar uyandırmıştı. Bu son kitabında bizimAzınlığı, özellikle onun Pomak boyutunu ele alıyorve Batı Takya Yunanistan’a ilhak edildiğinden bu yanagünümüze dek devletin ilgili planlarını ve uygulamalarınıve bunlara güdümlü veya gönüllü olarak katılan milliyetçiçevrelerin çabalarını anlatıyor.rum olurdu. Katı ulus-devlet mantığı, böyle kavramlarınyokluğuyla bilinir.Bertaraf etme, iki yolla mümkündür: asimilasyon vekovma. Hıristiyan ve Ortodoks olan ve hamisi bulunmayanazınlıklar için asimilasyon tercih edilecekti. Kılçıklıolan azınlık, Müslüman (ve Türk) olan ve hamisi bulunan(Türkiye) ve bu yüzden asimilasyon kabul etmezolarak nitelendirilen bizim Batı Trakya Azınlığı idi. Onubertaraf etmenin yolu kovmaktı.Kovmak, daha baştan yapılmış bir tercih ve verilmişbir karar olmasına rağmen, 1920’den günümüze dek,çeşitli etmenlerin etkisi altında, şiddeti değişen bir yolizlemiştir. 1960’lı yılların ortalarından (Kostopulos’unkitabındaki ifşaattan sonra bu tarihi galiba 10 yıl geriyeçekmek gerekecek) 1998 yazına dek süren uzun dönemitümüyle “Büyük Kovma” olarak adlandıracak verilermevcut. 1998’de Yurttaşlık Yasasının 19. maddesi yürürlüktenkaldırıldıktan sonra, kovma-kaçırtma politikasınınşeklen son bulduğu iddia edilebilir. Artık azınlıkTürkü (ister Türk kökenli, ister Çingene, isterse Pomakolsun, hepsi Türk olarak adlandırılıp) bir gün aniden vatandaşlıktansilindiği ve vatansız kaldığı sürpriziyle karşılaşmayacaktır.“Yunan usulü millî temizlik aracı” olarak ta tanımlanan19. maddenin yürürlükten kaldırılması, azınlık politikasındakidemokratikleşme ve hoşgörünün gelişmesindençok, Avrupa Konseyinin Yunanistan’ı ırkçılıklasuçlama tehditinden sonra gerçekleşmiştir.Katı bir ulus-devlet olarak Yunanistan’ın “resmî”Müslüman (Türk) Azınlığı, ve “resmî olmayan” öbürazınlıklar, karşısındaki tavrı, onları bertaraf etmektenbaşkası olamazdı. Azınlıklara saygı ve onların kendikimliklerine özgürlük, eşyanın tabiatına aykırı bir du-Onun için ilgili ırkçı hükmün kaldırılması geçmişeetkili kılınmamıştır, daha önce vatandaşlıktan çıkarılanlarçıkarıldıklarıyla kalacaklardır, bu arada Batı Trakya’dasıkışıp kalan birkaç yüz vatansıza bile vatandaşlıklarınıiade öngörülmemiştir.8 <strong>Azınlıkça</strong>


Kovma-kaçırtma temel politikayı oluştururken, asimilasyonçabaları da tamamen terk edilmiş değildi, amaonlar ister istemez ikincil bir düzeyde kalıyordu, asimilasyonüzerinde odaklanma yoktu, mümkün değildi.Zira bir yandan “seni istemiyorum, kaç burdan” mesajınıher gün yinelerken, öbür yandan “seni istiyorum, kalve benim gibi ol” demenin, bu şizofrenik halin, hiçbirinandırıcılığı ve neticesi olamazdı.1980’li yılların ortalarında Yüksek Tahsilliler Derneği çerçevesindebazı tartışmaları anımsıyorum. Asimilasyon hassas birkonu ve bazı arkadaşlar, SÖPA gibi, derneklerin kapatılması gibiolaylardan ve o dönemde yoğunlaşan “Türklükten uzaklaştırma”(αποτουρκοποίηση) çabalarından hareketle, Yunanistan’ın azınlıkpolitikasının hedefinin Azınlığı asimile etmek olduğu konusundagörüş savunuyorlar. Ben itiraz ediyordum: Azınlık aleyhindekiegemen politika, kovma-kaçırtma politikasıdır, asimilasyon değil.Kovma şartlarında asimilasyonun şansı olamaz. Asimilasyon,baskı ve ayrımlar kaldırıldıktan ve kovma durduktan sonra ancakgündeme gelecektir.SÖPA, derneklerin kapatılması, ve genel olarak “αποτουρκο-ποίηση” çabaları, temelde asimilasyon hareketleri olmasına rağmen,o dönemde gerçekte kovma-kaçırtma hedefine hizmet ediyorduve Azınlığın göç etmesini hızlandırıyordu. Artık kovma sonaermiş ve bununla birlikte göç te durmuş bulunuyor, ve gündemdekiazınlık aleyhtarı politika şimdiden sonra asimilasyon, nitekimne SÖPA kapandı ne de dernekler açıldı, Türklükten uzaklaştırmaplanlamaları ise hız kazanıyor. Katı ulus-devlet mantığı, bu Azınlığırahat ve özgür bırakalım, vatanını sevmesinin en geçerli yolubudur diyemiyor. Doğası gereği diyemez, yoksa kendini reddedecektir,ve onun için diyemeyecektir, Azınlığın sinirlerini hep gergintutarak, milliyetçiliğini ve Türkçülüğünü kışkırtarak, devletle barışmasınınönüne engeller koyarak.Türk Azınlığını bertaraf etme politikası, ister artıkbüyük ölçüde son bulmuş olan kovma-kaçırtma versiyonuolsun, isterse şimdilerde yeni biçimler alarak devameden asimilasyon versiyonu olsun, Azınlığın “millî tehlikeoluşturduğu”, “devletin bütünlüğünü tehdit ettiği” ve“Türk yayılmacılığının hedefi olduğu” iddialarıyla gerekçelenir.Nitekim Kostopoulos’un kitabında yer alan resmîbelgelerde bu iddialara sık sık rastlanmaktadır. Gerçekne olursa olsun, böyle iddialara inanmaya ve bunlara dayalıyasadışı önlemleri haklı görmeye her zaman hazır birkamuoyu bulunur, tabiî bunları işlemeye ve yaymaya herzaman hazır kalemşörler ve basın da. Kitapta Azınlıklailgili tehlike edebiyatı yapanlardan sayısız örnekler var.Gerçekler ne olursa olsun. Gerçekler ve nesnel veriler iddialarıdesteklemekten ne kadar uzak olursa olsun, millîparanoyanın konusu oldun mu kurtuluş yok. Azınlık,bugüne bugün, Yunanistan’ın AB üyeliğinin 30. yılında,millî paranoya konusudur. Haydi eskisi kadar olmadığınıkabul edelim. Ve bu paranoyada, Azınlığın “millî tehlike”olduğuna inanış içinde bu “tehlikeyi” aşmak içinbaskı yapma, kovma-kaçırtma, kimliğini silme ve asimileetme dışında başka bir şey düşünülemez.Azınlıkları bertaraf etme politikasının tayin edici birbaşka kaynağı daha var: ulusal homojenlik saplantısı.Yunanistan’da bu homojenlik saplantısı, herhangi birfarklılığa en küçük bir tahammül gösteremeyecek boyutlarda.Yunanistan’da herkes Hellen ve Ortodoks. Bu homojenliğibozan, %1,5’lik Batı Trakya Müslüman TürkAzınlığı. Ve çaresine bakılmalıdır.Bizim Azınlığın asimilasyonu, kendine özgü uzunve dolambaçlı bir yol izlemek zorunda. Bu işle uğraşanprofesyonellerin bunun bilincinde olduğu anlaşılıyor.Ama yılmıyor, öneri ve proje üretmeye devam ediyorlar.Kitabı okuduğumuzda özetle şöyle bir planlamanınyapıldığını görüyoruz: Azınlığın bütünlüğünü bozmaküzere onu parçalara bölmek ve bu parçalar arasında nifakve çelişkiler yaratmak. Asıl hedef, Azınlıktaki Türk kimliğiniköreltmek ve bu amaçla yeni kimlikler icat etmek,onları desteklemek ve Türk kimliğine karşı kullanmak.Türk kimliğinden kopanlara destek olmak, onlara ayrıcalıklartanımak, onları mükâfatlandırmak. Daha sonraazınlık olarak kimliksizleştirmek ve “Yunanlılaştırmak”ve en sonunda Hıristiyanlaştırmak.Böyle bir saldırı karşısında Azınlığı savunurken ister istemezmilliyetçi bir barikat kurmak zorunda kalıyorsun.Bundan beş altı ay önce Atina Üniversitesindeki bir etkinliktekonuşurken, üç azınlık mensubu, Mustafa Mustafa, İlhan Ahmetve bu satırların yazarı, bir izleyiciden Pomaklar ve Pomakçayla ilgilibir soruya yanıt verdik. Ben sonunda şöyle dedim:-...Homojenleşmek, yalnızca Çoğunluğun bir imtiyazı olamaz.Azınlık ta homojenleşme hakkını talep ediyor ve bunun kavgasınıveriyor.Kostopulos, devletin Pomak politikasını üç dönemeayırmış. 1. 1956 öncesi. 2. 1956-1990 arası. 3. 1990sonrası.Türkiye ile ilişkilerin dostane olduğu 1956 öncesiPomaklara karşı ilgi azdır, daha çok kuramsaldır, ilgiliresmî raporlarda Bulgarca ve Makedoncaya yakın Slavcabir lehçe konuşan bu dağlı topluluğun Türk kimliğitaşıdığına vurgu yapılmaktadır. Bu arada Azınlık resmenTürk Azınlığı olarak tanımlanmaya başlamıştır.6-7 Eylül hadiselerini takiben Yunanistan’ın azınlıkpolitikasında köklü değişiklikler olmaya başlayacaktır.Servisler arasında yoğun tartışmalar yaşanır. 1959 yılında“Trakya Azınlık Politikasını Koordinasyon Kurulu”adında gizli bir “derin devlet” örgütü kurulur ve buradaAzınlığı bertaraf etme konusunda yönetsel önlemler ve<strong>Azınlıkça</strong> 9


projeler üretilir. Azınlık aleyhinde bugüne dek yürütülenpolitikaların altında, kuruluşundan 10 yıl sonra Cuntatarafından kapatılan ve yetkileri Kuzey Yunanistan Bakanlığınadevredilen bu Kurulun imzası vardır. Kurul,Pomaklar konusunda ana hatlarıyla bugüne kadar devameden politikayı da daha o zamandan belirleyecektir.Koordinasyon Kurulunun varlığı, düne dek kimsetarafından bilinmiyordu, bundan birkaç yıl önceKavala’daki devlet arşivlerinde toplantı tutanakları tesadüfenkeşfedilince ortaya çıktı ve faaliyetleri öğrenilmişoldu. Ardından apar topar bu tutanaklar yerinden kaldırıldıve şimdi onlara ulaşmak mümkün değil. Kurumunyetkileri Cunta tarafından nasıl bir organa devredildi, buorganın faaliyetleri nelerdir, bilinmiyor. HerhalükardaTrakya vilayetlerinde birkaç yıl sonra faaliyet göstermeyebaşlayan “105’ler”, bu Kurulun devamı olarak gösterilebilir.Kostopulos’un elinde ilk Kurulun bu gizli tutanaklarıvar ve izlenen azınlık politikasıyla ilgili bilgilerin önemlibir bölümü buradan.Pomaklar için yeni kimlik icat edip onları Azınlıktankoparmak ve Büyük İskender’in torunları, dolayısıylaHellen kökenli gibi göstermek çabaları 1956’larda ilkkez ortaya çıktığında Azınlıktan büyük tepkiyle karşılanır.Yazılarıyla en çok tepki verenlerin başında İskeçeazınlık milletvekili ve gazeteci Osman Nuri Fettahoğluvardır.Kostopulos çalışmasını hazırlarken pek geniş bir kaynakçakullanmış. Kitaplar, tezler, araştırmalar, gazeteler,makaleler, resmî ve gizli belgeler, ama Türkçe yazılmışveya Azınlıktan gelen neredeyse hiç kaynak yok. Besbellidil yüzünden. Bir tek Osman Nuri’nin birkaç yazısına vegörüşlerine yer vermiş, daha birkaç kişilerin de görüşlerinizikretmiş, onları da Yunanca kaynaklardan aktararak.Bu satırların yazarı, Haki ve Kırlıdökme’nin saygıyla üstad diyeandıkları rahmetli Osman Nuri Fettahoğlu’yla ömrümde iki kezkarşılaştım. Gazetesi Trakya’yı, elime geçtikçe okurdum, ilkokulve ortaokul yıllarımda. İlk karşılaşmamız 1970’te Selanik’te oldu,ikincisi 1974’te İskeçe’de.1970, Selanik’te üniversite öğrencisiyiz, İskeçeli Orhan Hacıibram’labirlikte o zaman Gümülcine, İskeçe ve Kavala otobüslerininortak kullandıkları istasyonun salonuna girdik. Orhan karşıdaoturan “yaşlı” iki kişiyi göstererek onları tanıyıp tanımadığımısordu. Tanımıyordum, İskeçe’de Azınlığın “kutsal canavarları” (ιεράτέρατα) gibi bir söz etti, Osman Nuri ve Muzaffer Salihoğlu. Yanlarınagidip kendimizi tanıttık, ayaküstü beş on dakika sohbet ettik.Bu sohbetten benim aklımda kalan, Osman Nuri’nin bana dönüpdediği şu sözü: “Bizim İskeçe’de ciddi bir cebel problemi var. SizGümülcine’de bu problemi büyük ölçüde halletmiş bulunuyorsunuz.Ama İskeçe’de daha ciddiyetini koruyor.” Cebel, kullandığımbir sözcük değil, anlamını anımsayıncaya kadar birkaç saniye geçti.Sözünün içerdiği kaygıyı anlayıncaya kadar aradan birkaç yılgeçti. Daha 22 yaşındaydım.Yönetim, Pomak konusunu deşmek için o zaman daşimdi de İskeçe’yi seçmiştir, bunun belirli coğrafî, ekonomikve toplumsal nedenleri var, saymaya ve analiz etmeyekalkmayalım.Pomak politikasının nasıl yürütüleceği KoordinasyonKurulunda kararlaştırılır. “Siz Pomaklar Türk değilsiniz,Rodopların yerlisi Traklarsınız, veya Yunanlı Traklarsınız,veya Büyük İskender soyundan gelen zorla MüslümanlaştırılmışHellenlersiniz...” gibi edebiyatın dışında, belirliönlemler de önerilir. Pomaklar Azınlık için öngörülenbaskı ve ayrımlardan muaf tutulacak, onlara yardımlaryapılacak vb. Ancak bu geniş planlamanın uygulamayakonulamayıp 1990’lara kadar daha çok kâğıtta kaldığınıgörüyoruz. Bu uzun dönemde baskı ve kovma politikasıbütüncüldür. Yine de bu dönemde arkası gelmeyen bazıPomakçı girişimler hep olmuş, asimilasyona yönelik uygulamalartamamen durmamıştır.Bundan birkaç yıl önce gazeteci Yannis Canetakos Elefterotipia’dakiköşesinde korkunç bir olay ifşa etmişti, hiç bilmediğimiz.Cunta, bir ara, İskeçe’de köylerden topladığı 10 kadar küçük Pomakçocuğunu “özel eğitmenlerin” elinde eğitmek üzere bir adayagötürür. Amaç, onları laboratuvar ortamında çocuk yaştan başlayaraksistemli bir eğitimden geçirdikten sonra devletin Pomakpolitikasının propagandistleri olarak Azınlığın içine salıvermek.Nazilere taş çıkartan bir uygulama. SÖPA besbelli yetersiz görülmüştür.Anababaların nasıl ikna edildiği sorusu takılıyor insanınkafasına. Küçük çocuklar götürüldükleri adada ailelerinin uzağındave yabancı ellerde daha ilk gününden itibaren basarlar yaygarayıhep bir ağızdan, analarımızı isteriz diye, ne yapılsa çocuklarınağlamaları ve çığlıkları durmaz. Cuntanın adamları yumurcaklarlabaşedemezler. Ve harekât son bulur, çocuklar ailelerine teslimedilir.Canetakos’un anlattığı bu belirli harekât başarısızlıkla sonuçlanmışolabilir. Ancak başarıyla sonuçlanan benzeri harekâtlarınolduğunu varsayabilirsiniz.Pomak politikasının 1990’lardan günümüze dekürün vermeye başladığı en önemli dönemi ve kitabın diğerbölümlerini anlatmak gelecek sayıya kaldı.10 <strong>Azınlıkça</strong>


Algı(lamak)Herkül Millasmillas@otenet.grGüneş doğar azınlıklar azarBir Rum’un, bir Yahudi’nin kitabını, biri Ermenibiri Türk iki azınlık gazetesinde tanıtması neyinişaretidir? ‘Algı’ yazılarım hem Batı Trakya’nın<strong>Azınlıkça</strong> dergisinde, hem de İstanbul’daki Agos’tayayımlanıyor. Yazılarımı yazarken de, içimde farklıokuyuculara sesleniyor duygusu taşımıyorum. Biriiçin yazdıklarım ötekine de seslenebiliyor. Küreselleşmemi demeli, azınlıklar her yerde aynı mı?Yoksa bu iki yayın organının ortak bir anlayışı veokuyucusu var da ondan mı yaşanıyor bu ‘ortaklık’ve yakınlık? Çok sevdiğim, içime dokunan bu yakınlığıRoni Margulies’in ‘Bugün Pazar YahudilerAzar’ (Kanat, 2007) adlı, İstanbul Yahudileri hakkındaolan anı/denemesini okurken de yaşadım.Roni, kendisinden ve çevresinden söz ediyor.1960’lara uzanıyor, bugüne varıyor. Biraz nostaljiksöylemi, biraz sosyal araştırmacı keskinliği ileçekici kılıyor her sayfayı. Ama sanırım gücü dünyagörüşünde ve dilindedir. Satır aralarında saklışiirsel anlatımı, sezdirmeden insanı etkiliyor. Bukitap azınlıklar konusunda Türkçe yazılmış en etkiliyapıtlardan biri. Çünkü sayıların ve azınlıkkarşıtı olayların çok ötesinde, azınlık üyesinin ruhyapısına ışık tutuyor. Çoğunluk üyelerince çok azanlaşılan azınlık üyesi, ete kemiğe bürünüyor. ‘YahudilerVarlık Vergisi’nden sonra bir daha mülkalmadılar paralarını hemen hareket ettirilemeyecekhiçbir şeye bağlamadılar. Dedem öldüğünde paradanbaşka hiçbir şeyi yoktu. Parası da devletin erişemeyeceğibir yerde, yurtdışındaydı’ gibi kimilerincetabu sayılan bir söz, yazarın dobra yaklaşımının dabir işareti örneğin. Ayrıntılar da anlatılınca dedeyianlamamak olanaksız. Azınlık psikolojisi anlaşılırAzınlıkların ortak kaderi diyebileceğimizi,işte bir güzel okuyoruz kitapta.Güzel ama kötümser, kötümser amagerçekçi. Sonunda çoğunluk içindeazınlık ve azınlık içinde azınlıkhisseden herkesin kitabıdır bu...oluveriyor.Margulies’in kişiliğinde ‘farklı’ bir Yahudi buluyoruz.Ama neye göre farklı? Kendisi, toplumcaoluşturulmuş Yahudi stereotipine, önyargıların ürünüYahudi’ye hiç benzemiyor! Sonra kitabın sayfalarınıçevirdikçe, ailesini, akrabalarını, yakınlarınıtanıdıkça bunların da ‘tam Yahudi’ olmadığını görüyoruz.Nasıl da bize benziyorlar: günlük yaşamları,tutkuları, zaafları, korkuları ve hayalleriyle. Irkçıçoğunlukların büyük günahını anlıyoruz: önyargılarıve ‘tipik’ Yahudi’yi, Ermeni’yi, Yunan’ı, Türk’ü,Kürt’ü yaratmışlar, somut insanları yok ederek.Benim gibi kitabı okumakta geç kalmış olanlar,bütünü okusun derim. Etnik kültürün, cemaat geleneğinin,dini alışkanlıkların insanlar üzerindekietkilerini anlamaları için kitabın genel havasına girmekgerekir. Bir insanın ne denli çevresinden kopsada, çevresinin de ürünü olduğunu Roni çok güzelanlatıyor. Çocukluk, ergenlik ve ileri yaş derken,bir an geliyor, sınırlarımızı anlıyoruz. Bu sınırlar vesınırlamalar kişiliğimizi oluşturuyor. Bunu anlamanınacı bir yanı da var. Bireyciliğimiz sarsılıyor. Amakendimizi, sınırlamalarımızla bilmemiz sanal gü-<strong>Azınlıkça</strong> 11


venli kimliğimize sığınmamızdan iyidir. Roni içinen azından. Ancak bu biçimde evrenselliğe ulaşırız.Dar çevreyi aşma onun bilincine vararak sağlanır.Kitaptan birkaç cümle aktarıyorum: “Bir günYahudilere vatandaş Türkçe konuş, diye bağırır, ertesigün Rumları sınır dışı eder. Her iki durumda dasonuç aynı olur. Ataları yüzyıllardır bu topraklardayaşayan aileler ‘yabancı’ olduklarını nihayet kabuleder, basar gider.” “Yahudi bankerlere borcu biriken,ödemekte güçlük çekmeye başlayan bir prens,soylu veya yerel polis şefinin Yahudilerden kurtulursaborcundan da kurtulmak için neler yapabileceğide açık.” “Son dönem Osmanlı tarihinde ticarihayatın büyük ölçüde azınlıkların elinde olduğudoğrudur, ama bu azınlıkların doğasıyla değil, Osmanlıİmparatorluğu’nun sosyoekonomik yapısıylailgili bir olgudur.’ ‘Yasalar başka şeydir, yaşam başka.Birincisinin izin verdiklerine ikincisi vermeyebilir.’‘İstanbul’un en iyi kitapçılarından Pandora’dabenim şiir kitaplarım Yabancı Şairler bölümündedururdu birkaç yıl önce.’ ‘Benim vatanım İstanbul,anadilim Türkçe’dir. Dolayısıyla, ben kendimiİstanbul’da yabancı hissetmem elbet… Ama yabancıolarak görüldüğümü biliyorum.’ ‘Türkiye CumhuriyetiAnayasa’sı sadece ‘vatandaşlık bağı’ tanır,ne dinden, ne etnik kökenden söz eder. Ama pekçok konuda olduğu gibi, bu konuda da Anayasa birkağıt parçasından ibarettir, aslolan hayattır.’ “Bir de fıkra: “Stalin Rusya’sında, halk kar altındadükkânın önünde bekleşir. Ayakkabı gelecek diyeduyurulmuştur. Öğlene doğru görevli teslimatınsınırlı olacağını bildirir ve Yahudilerin sıradan çıkmasınıister. Akşama doğru parti üyesi olmayanlarında ayrılması istenir. Gece yarılarına doğru teslimatınhiç yapılmayacağı öğrenilir. Bir partili söylenir:Bak, yine Yahudiler kârlı çıktı!’ “ (Bu fıkrayı Yahudidüşmanı ‘solculara’ adamak istiyorum.)Azınlıkların ortak kaderi diyebileceğimizi, iştebir güzel okuyoruz kitapta. Güzel ama kötümser,kötümser ama gerçekçi. Sonunda çoğunluk içindeazınlık ve azınlık içinde azınlık hisseden herkesinkitabıdır bu. Rum’u, Yahudi’yi, Ermeni’yi, Türk’üve Yunan’ı aşması da bundan dolayıdır. Çok insancıl,ulus sonrası bir yaklaşımın örneği. Bundandolayı ‘Yahudiler’ değil de ‘azınlıklar azar’ diye genelleştirebilirizönyargı karşıtı mesajını.Rodos ve İstanköy AKPM’de6 Mayıs <strong>2009</strong> tarihinde Avrupa Konseyi ParlamenterlerMeclisi (AKPM) Azınlık Hakları AltKomitesi üyesi İsviçreli parlamenter Andreas Grossile diğer ondört üye tarafından “Rodos (Rhodes) veİstanköy’de (Kos) Türk Azınlığın durumu” konulukarar teklifi sunuldu.Sunulan karar teklifinde, Haziran 2008 tarihindeAKPM Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Komitesi’ndeAndreas Gross tarafından kaleme alınan “Gökçeadave Bozcaada: Türkiye ve Yunanistan arasındaişbirliği modeli olarak ilgili toplulukların çıkarınaiki Türk adasında iki kültürlü yapının korunması”adlı raporunu tartışan AKPM Bürosu’ndan Rodosve İstanköy’de yaşayan Türk Azınlığın durumunuincelemek üzere adı geçen rapora benzer bir raporhazırlaması talep ediliyor.Karar teklifinde Rodos ve İstanköy’de TürkAzınlığın haklarının endişe verici olduğu ifadeedilirken 1923 Lozan Barış Antlaşması ile verilenazınlık haklarının yanı sıra azınlık hakları alanındaAvrupa standartlarının bu adalarda yaşayan Türketnik kökene sahip kişiler için de uygulanması talepediliyor. Bu anlamda Lozan Barış Antlaşması imzalandığısırada Rodos ve İstanköy’ün Yunanistan’ınparçası olmamasının bu adalarda yaşayan Türk nüfusununazınlık haklarından mahrum bırakılmasıiçin bir sebep oluşturmaması gerektiği not ediliyor.Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk nüfusunun1967’den beri azaldığının ifade edildiği karar teklifindebahse konu adalarda Türk okullarının 1972yılından itibaren faaliyet göstermediği not edilirkenTürk azınlığın anadilde eğitim hakkının reddedildiğive hafta sonu okulları ya da ek dersler düzenlemelerinedahi izin verilmediği belirtiliyor.Ayrıca adalardaki Türk azınlığın dinlerini uygulamadakısıtlamalar ile karşılaştıkları, müftülük makamının1972 yılından bu yana boş olduğu ifadeedilirken Rodos’ta bulunan on iki camiden sadecebir tanesinin ibadet için açık olduğu belirtiliyor.12 <strong>Azınlıkça</strong>


YolcuElçin Macarelcinmacar@yahoo.comAvrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ThomasHammerberg’in, Yunanistan’daki azınlık haklarınıkonu alan 17 sayfalık raporu 19 Şubat <strong>2009</strong>tarihinde yayımlandı. 8-10 Aralık 2008 tarihlerindeYunanistan’ı ziyaret eden Komiser Hammerberg’eekibinde yer alan Nikolaos Sitaropoulos ve SilviaGrundmann da eşlik etmişler.Evros bölgesi dahil Yunanistan’a gerçekleştirdiğiziyaret sırasında Hammerberg, devlet görevlilerininyanı sıra insan hakları alanında faaliyet gösterenulusal/uluslararası ve devlet dışı örgütler ile azınlıklardahil insan hakları konularında ileri gelenlerlegörüşmeler yapmış.Rapor, Yunanistan’ın 2004’te Birleşmiş Milletlerİnsan Hakları komitesine sunduğu rapora atfen,Müslüman azınlığın 100 bin kişi civarında vebunun sırasıyla % 50, % 35 ve % 15 olmak üzereTürk, Pomak ve Roma kökenli olduğu bilgisine atıfyapıyor. Komiser, bir yandan Yunan yöneticilerinazınlığın kökenine yaptığı vurguya dikkat çekerkenbir yandan da Romaların Batı Trakya dışındaazınlık sayılmadığına ve yöneticilerce “hassas sosyalgrup” olarak kabul edildiğine dikkat çekiyor.Raporda etnik ya da dilsel azınlık tanınmadığıhatırlatılıyor ve “Slav yönelimlilerin,” Florina’da1995’te kurdukları Avrupa Özgür İttifakı-Gökkuşağı Partisi’nin, Avrupa Parlamentosu içinyapılan 2004 seçimlerinde, 6176 oya yani ülke çapında% 0,1 oranına ulaştığını ekliyor.Raporlar-IIIECRI’nin 2004 Yunanistan raporu hatırlatılıyorve bu ülkede Makedon, Türk ve diğer kimliklerdenkişilere yönelik düşmanca bakışın varlığıvurgulanıyor. 1998 tarihli Sidiropoulos ve diğerleriYunanistan’a karşı davasını hatırlatan Komiser,Florina’da kurulmak istenen “Makedon MedeniyetiEvi”nin mahkemelerce “ülke bütünlüğüne” aykırıbulunarak kuruluşunun reddedildiğine, buna karşılıkECRI’nin Yunan otoritelerine ülkedeki Makedonve Türk cemaatlerinin üyelerinin kurduğudernekleri tanıma yönünde adımlar atmaya yönelikyaptığı çağrıya gönderme yapıyor.Bekir Usta ve diğerleri ile Emin ve diğerleri,İskeçe Türk Birliği ve diğerleri davalarına dikkatçekerek Yunanistan’ın bir dizi mahkumiyetini hatırlatıyor.Komiser, 19. maddeden mağdur olup da halenYunanistan’da yaşayanların mağduriyetlerinin giderilmesiyönünde, Dışişleri Bakanlığı Genel SekreteriAgathoklis’çe de doğrulanan, adımlar atılacağıbeklentisini dile getiriyor.Komiser, müftülerin şer’i yetkilerini uzun uzuntartıştıktan sonra, özellikle Dedeağaç’taki azınlıkmensuplarının “Avrupa standartları” talep ettiklerini,azınlığın şer’i hukuku seçme hakkı olduğunukabul etmekle birlikte, eğer Yunanistan bunu ortadankaldırırsa memnunlukla karşılanacağına inandığını,bunun azınlığın müftüsünü doğrudan seçebilmeyolunun taşlarını döşeyeceğini ekliyor.Raporun Yunan makamlarının rapor ile ilgiliyorumlarına yer veriliyor. Azınlık üyelerinin kanun<strong>Azınlıkça</strong> 13


önünde eşit ve tüm medeni haklardan Hıristiyanvatandaşlar ile eşit şekilde yararlandıkları iddiasıtekrarlanıyor.Hammerberg’in raporu üç ana konuya odaklanıyor:1-Azınlıklar ve örgütlenme özgürlüğü hakkıKomiser bu konuda, resmî otoritelerin ülkedeMüslümanlar dışında azınlıkların varlığını tanımayıreddettiğini, bu nedenle derneklerin kaydınıyapmadığını hatırlatarak, Yunan yöneticileri acilengerekli önlemleri almaya ve Avrupa Konseyi’nininsan hakları ve azınlıkları koruma standartlarıçerçevesinde azınlık mensuplarının örgütlenme özgürlüğünüetkin bir şekilde kullanmasının önünüaçmaya davet ediyor.2- Yunan Vatandaşlık Yasası’nın eski 19. maddesininmağduru azınlık üyelerinin korunmasıHammerberg, Yunan yöneticilerin söz konusumaddenin sonuçlarına karşı, vatandaşlıklarını kaybetmişkişilerin durumlarının eski haline kavuşturulmasıyönünde yaptıklarını memnuniyetle karşılamaklaberaber; vatandaşlığını kaybettiği haldeülkede yaşayan özellikle yaşlı, ekonomik olanaklarıkısıtlı kişilerin sıhhî ve tıbbî giderlerinin karşılanmasıgerektiğine dikkat çekiyor. Bu maddenin mağduruolup da yurtdışında olanların ya da onlarınçocuklarının durumunun da uluslararası hukukungenel ilkeleri doğrultusunda tatminkâr bir şekildeele alınmasını istiyor.3-Müftüler ve Yunanistan’da şer’i hukukunuygulanmasıKomiser, müftü atamasına dikkat çekerek, azınlığıngünlük yaşamını ve insan haklarını ilgilendirenher konuda resmî otoritelere Avrupa Konseyistandartları çerçevesinde azınlığın temsilcileri ileaçık ve sürekli bir diyaloğu gerçekleştirip, bunu kurumsallaştırmayıöneriyor.Müftülerce verilen hukukî kararların da, sivilmahkemelerce gözden geçirilip kontrol edilmesininsağlanması konusunda da resmî makamları uyarıyor.Son olarak Komiser, bu rapor ile Yunan makamlarınıUlusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi,Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi ve Avrupaİnsan Hakları Sözleşmesi 4. Protokolü gibi AvrupaKonseyi’nin ana antlaşmalarına katılmaya ve onaylamayadavet ediyor.Raporlarla ilgili yazılarım devam edecek amaburada bir ara değerlendirme gerekli. Özellikle AvrupaKonseyi bünyesinde hazırlanan raporların buyıl arka arkaya gelmesi dikkat çekici.1990 Kopenhag zirvesinden itibaren, AvrupaBirliği üyeliğine talip ülkelerden beklenen üç anakriterin biri “azınlıklara saygı” olarak belirlenmişti.Birlik bu konuda gerçekten titiz davranıyor veadaylarda bu kriterin yerine getirilmesini şart koşuyor.Ancak bu noktada, AB’ye yönelik eleştiriler debaşlamıştı, çünkü AB, aday ülkelerdeki azınlıklarınhaklarına gösterdiği hassasiyeti üye ülkelerdekiazınlıkların haklarına göstermemekle eleştiriliyorduve bu eleştiri de büyük oranda haklıydı. Bu noktadaaslında eli kolu da bağlıydı. Çünkü adaylarıüye yapmamak gibi elinde ağır bir yaptırım tehdidivarken, üyeler için ciddi bir mekanizma hayatageçirilememişti. Mağdurlar ancak AİHM’e giderekkazandıkları ile yetiniyorlardı.Şimdi Hammerberg’in ve daha sonra ele alacağımızdiğerlerinin Yunanistan’daki azınlıkların durumuüzerine raporları, dava üstüne dava kaybedenama bir değişikliğe gitmeme konusunda ısrarlı olanYunanistan’a karşı Avrupa kurumları nezdinde öncepsikolojik sonra diplomatik baskı mekanizmalarınıtetikleme yolunda önemli adımlar olarak görünüyor.Yabancı ve azınlık düşmanlığı üzerine yaslananmilliyetçiliklerin şekillendirdiği kamuoyunun önyargıları,yine yabancıların hazırladığı raporlarlakırılmaya çalışılıyor.Seçim zamanı o kamuoyundan medet umaniktidarlar, uluslararası yükümlülükleri uygulama sırasıgeldiğinde dışarıdan iteklenmek zorunda kalıyorlar;kamuoyuna karşı, çok da gönüllü gözükmekistemiyorlar. Ama ta Tanzimat’tan beri bu coğrafyadabu işler böyle yürümüyor mu?*14 <strong>Azınlıkça</strong>


AnalizSamim Akgönülakgonul@umb.u-strasbg.frKürtlere azınlık hakları?: Adını koymayın!Türkiye’nin siyasî geleneğinde çeşitli gruplara aitbireylere yönelik özel haklar vermenin ulus devletinüniter yapısını tehdit edeceği düşünülegelmiştir. Budüşüncenin, hatta korkunun bir dizi yapısal ve tarihselsebebi bulunabilir. Elbette bunların başında TürkiyeCumhuriyeti’nin 1920’lerden itibaren Osmanlı’daki“millet sistemi”nin zıttı bir sistem kurma amacı taşıması,adı geçen sistemin bütün kötülüklerin başı olduğuanlayışı yatmaktadır. Bu tahlile göre, millet sistemiOsmanlı’nın içindeki başkalıkları (‘Türklerin’ iyi niyetive misafirperverliği ve hatta saflığı sayesinde!) muhafazaetmiş, böylece çeşitli gruplar kimliklerini koruyup yeterincegüçlü olduklarında Türklere karşı ayaklanmışlardır.Kabaca tarif ettiğim bu anlayışın satır aralarındabir hayıflanma okunabilir, “Keşke en baştan bu ötekilerisürseydik, yok etseydik, en kötüsü zorla asimile etseydik,bütün bunlar başımıza gelmezdi” şeklinde.19. yüzyılda ulusların inşası sırasında “millet sistemi”Osmanlı’da “azınlık rejimi” hâlini almaya başlayınca,“ekalliyet” kavramı siyasî kelime haznesine dahilolmuş, söz konusu ekalliyetler kendi ulus inşaları döneminde,“ötekiliğin” başına Osmanlı’yı alınca da, Türkçeliteratürde “azınlık” kavramı son derece menfî bir kavramhaline gelmiştir. Sonuçta Kitsikis gibi birkaç yazardışında, Osmanlı siyasî mirası, sadece Türkiye tarafındankabullenilmiştir. Halbuki Yunanistan, Bulgaristanve Sırbistan da toplumsal algılama ve kendini algılamaaçısından en az Türkiye kadar Osmanlı’nın vârisidir.Türkiye’nin ulus inşası, millet sisteminin ve azınlıkrejiminin son derece tehlikeli olduğunu düşünüpOsmanlı’dan çıkan diğer ulus devletler gibi, devletikuran, ya da kuracak olan ulusu mümkün olduğukadar saf ve homojen yapma süreciyle özdeşleştirilebilir.1915’de Osmanlı tebaalı Ermenilerin yok edilmesi,1923’te zorunlu mübadele, bu saflaştırmanın anaetapları olarak görülebilir. Ancak idarî ve hukukî olarakreddedilse de, toplumsal olarak bu saflaştırma dinîaidiyet kriteri (inanç ya da dinsel pratik değil, sadeceaidiyet) göz önünde tutularak yapılmış, bir çeşit “milletsistemi”nin yerleştirdiği anlayış süregelmiştir: MübadeledeOrtodokslarla Müslümanlar yer değiştirmiştir;Lozan’da sadece Gayrimüslimler için bir azınlık rejimikurulmuştur; Müslüman etnik/dilsel gruplar kollektifhaklardan mahrum bırakılmıştır; ülkede kalan bir avuçGayrimüslim eritilmiş, kalanlar da Cumhuriyet tarihiboyunca “içimizdeki yabancılar” muamelesine tâbi tutulmuştur,vs.Bütün bu sebeplerden dolayı, Türkiye siyasî kültüründe,“azınlık” statüsü, bırakın statüyü, kelimesibile “küfür” haline gelmiştir. İşte bu noktada Osmanlımillet sistemiyle çağdaş azınlık rejimleri arasında birkarışıklık olduğunu belirtmek gerekir. Tehlikeli olduğudüşünülen millet sisteminde gruba göreceli bir özerkliktanınırken, gruba ait bireyler söz konusu grubun içindevar olmak zorunda bırakılmışlardır. Başka bir deyişle,Osmanlı’da, birey ancak kendi dinsel (ya da daha sonradinsel/ulusal) grubunun içinde var olabilir. Tanınangrubunun içinde olmaya mecburdur. Çağdaş azınlıklarınkorunması rejimi ise bireyi merkez kabul eder, bireyigruba hapsetmez, birey isterse azınlığa dahil olur, isterseolmaz. Uzun lafın kısası uluslararası çağdaş azınlıklarınkorunması sisteminde, azınlık hakları kollektif değil,bireyseldir ve dolayısıyla devletlerin üniter yapılarınıbozmazlar.Bu temel farka rağmen, Türkiye’de hâlâ azınlık statüsü,azınlık tarafından esaret, çoğunluk tarafından potansiyelhıyanet statüsü ile eşdeğer olduğuna göre, songünlerde sık sık tartışılmakta olan “Kürt sorununa çözüm”konusunda, kanımca azınlık kavramı kullanılmamalıdır.Ancak, bu çözüm, söz konusu hakları ismini<strong>Azınlıkça</strong> 15


koymadan verebilmeyi de becerebilmelidir.Bence, ilk başta altının çizilmesi gereken meseleisimlendirme konusudur. Açıkçası DTP’lilerin, CumhurbaşkanıGül’ün “Kürt meselesi” tanımını alkışlamalarınıanlamak mümkün değil. Çoğunluk için bir Kürtsorunu olsa da, konuya “Kürtlerin sorunları var; bunlarıçözmek gerek” şeklindeki bir yaklaşımın daha verimliolacağını düşünüyorum.Bu sorunların teşhisini üçe ayırabiliriz: Kimliksel sorunlar,iktisadî sorunlar ve siyasal sorunlar. Bunların üçüde ismine azınlık hakları denilmeden, yani kimseyi korkuyasevketmeden çözülebilecek sorunlardır. Fransa’nıngünümüzde Türkiye’de konjonktürel sebeplerden sempatiuyandırmadığının farkındayım. Ancak yapısal olarakFransa’nın azınlıklara pragmatik yaklaşımının birkapı aralayabileceği kanaatindeyim. Kısaca söylemekgerekirse, azınlık kavramı, Fransız hukukî sistemine vesiyasî kültürüne yabancıdır, ancak azınlık hakları ismikonulmadan, pragmatik bir şekilde tanınmıştır.Örneğin Kürtçe konusunda, bu dilin kullanımınınsuç (ya da potansiyel suçun işareti) olmaktan çıkarılmasındansonra (TRT Şeş) Kürtçe öğreniminin vebu dilde eğitim yapılabilmesinin de önünün açılması,Kürtler arasında Türkçe öğrenmenin öneminin altınıçizecektir.Kendini tehdit altında hissetmeyen dilsel Kürt kimliği,Türkçe’ye (de) sahip çıkacak, çiftdilli eğitim sürecinemüspet bakıldığında, yani bir tehdit olarak değil, zenginlikolarak algılandığında, Kürtçe’nin yanında zorlayaraköğretilmeyen Türkçe de gelişecek, yerleşecektir. 1958 tarihliFransa anayasasının 75’inci maddesi “Bölgesel diller,Fransa’nın zenginliğine aittir” der. Benzer bir şekilde 1951tarihli Deixonne yasası, Baskça, Brötonca, Katalanca veOksitanca’yı bölgesel diller olarak tanımıştır. 1974-2006yılları arasında bu dillere Korsikaca, Tahitice, Melanezidilleri, Gallo dili, Fransik dili ve Alzasca da katılmıştır.Günümüzde birçok bölgede çiftdilli eğitim yapılmakta,Fransa’nın üniterliği bu sayede perçinlenmektedir. Aynışeyin Kürtçe ve diğer bölgesel diller için uygulanılamamasınınönündeki tek engelin, tarihten gelen bir algılamasorunu olduğunu düşünüyorum.İktisadî sorunlar elbette çözümü en zor olanıdır. SonuçtaTürkiye Kürtlerinin sorunlarının başında, hembölgenin yapısal ve altyapısal geri kalmışlığı, hem de diğerbölgelerde yaşayan Kürtlerin ayrımcılığa uğrayarakbir etno-sınıf oluşturmalarıdır. Örneğin sezonluk işçilikskandalı 21. yüzyılın modern bir devletinde kabul edilebilirdeğildir. Elbette çözüm hem yöre insanına güvenipgirişimlerin önünü açmak, hem de yörede çalışanlarınhaklarını, emekçi oldukları için, Kürt oldukları için değil,savunacak mekanizmaların yerleşmesini teşvik etmektengeçer. Konu Kürtlerin zengin olup (!) ayrılmak isteyecekleridüşüncesine saplanmak değildir. Konu her Türkiyevatandaşına, birey olarak, insanca yaşaması için olanaksağlamaktır, “sosyal” bir devletin baş görevlerinden biride budur.Siyasal çözüm ise bireye ve devletin kendisine güvenindengeçer. Gene Fransa’da, 1981’den beri uygulananbölgeselleşme hareketi, devlet mekanizmasında otuz yıldaçarpıcı bir reform yapmış, jakobenliğin beşiği olan Fransızrejimini yavaş yavaş (henüz tamamlanmamış olsa da)bölgeselciliğe yöneltmiştir. Yasama ve yargı üniter yapısınıkorurken devletin üçüncü fonksiyonu olan yürütmeülke sathına yayılmış, vergiler merkezden dağıtılacağınadirekt toplandıkları yerlerde yerel yönetimlerce kullanılmış,gereken yerlerde devlet ancak eşitliği sağlamak içinmüdahalede bulunur hâle gelmiştir. Bu tip bir bölgeselleşmenindevleti güçlendirdiği açıktır. Ancak karşılıklıolarak devletin de güçlü bir sosyal yapıya sahip olması,yöresel refah ve yaşam kalitesi farklılıklarının oluşmamasınadikkat etmesi elzemdir. Zira bölgeselcilik özerklik değildir.Bu hassas denge tutturulursa (ki bu Fransa’da tamolarak tutturulamamıştır) bölgeler değişik etnik gruplarolarak değil, bölge kimliklerinin tadını çıkaran, ancakulusa sıkı sıkıya bağlı gruplar hâline gelebilirler. Yanlış anlaşılmasın,Fransa’da her şey güllük gülistanlık demek istemiyorum.Göçmen asıllılara ayrımcılık yapıldığı, insanhakları ihlâllerinin varolduğu bilinen bir gerçek. Ancakvaroluş meşruiyetlerini kazanmış “eski” azınlıklar için birtakım müspet uygulamalar da sağlandığı reddedilemezbir olgudur.Görüleceği gibi, yukarıda sayılan hakların, “azınlıkhakları” olarak algılanması için hiçbir sebep yoktur. AmaçKürtlerin Kürt oldukları için değil, Lazların Laz olduklarıiçin değil, ya da Türklerin Türk oldukları için değil, hepsininTürkiye vatandaşı ve herşeyden önce insan olduklarıiçin belirli haklara sahip olmaları, eşit yaşamaları ve refahıortak paylaşmalarıdır. Merkeziyetçiliği kademeli terk ve(bütün) bölgelere güvenme, dayanışmayı da etnik bazdantoplumsal baza ulaştırabilecek niteliktedir.Farkedileceği gibi, etnik şiddetten hiç bahsetmedim.Hukukta suçun bireyselliği ilkesi vardır. Bazı milleyetçiKürtlerin etnik şiddet uygulamaları, bütün Kürtlerincezalandırılmasına zemin oluşturamaz. Bu böyle olursa,bunun adı terör olmaktan çıkar, iç savaş, hatta savaşolur. Yukarıda sıralanan doğal haklar etnik şiddete desteğikesecek, bütün Türkiye vatandaşı olan Kürtleri ve diğergrupları Türkiye’ye bağlayacaktır.16 <strong>Azınlıkça</strong>


KubbealtıHakan Müminhakmumin@yahoo.grOkuyucu gözüyle bir öykü üzerine...“14.30 Yolcu Tireni”...Öykü beni eskilere götürüyor. Eski dediğim, benimyok olduğum yıllar... Mücahit Mümin, “Küçükıssız bir istasyondu” diyerek öyküsüne başlıyor vebirden kendimi Narlıköy istasyonunda buluyorum.Küçüklüğümde, beş-altı yaşlarında olmalıyım, amcamıİstanbul’a yolcu ediyorduk. Bu küçük, ıssız istasyonda14.30 yolcu trenini bekliyorduk. ÖyküdeBu sorunları yenme mücadelesi vereceğimize bizler, bu tür sorunların çokkolay çözüm yöntemi olan “göç”ü seçmişiz. Göç nedir?.. Sizce kesin çözümmüdür?.. Şahsî görüşümü soracak olursanız; hayır, çözüm değildir, derim.Çünkü, “göç” kendi kendine bir sorun ve başlı başına ruhsal bunalımdır.Düşünsenize, evinizi barkınızı, eşinizi dostunuzu bırakıp gidiyorsunuz.Her şeyden önemlisi de, benliğinizden çıkıyorsunuz. Kaplumbağalarabakın, hiç kabuklarını bırakıyorlar mı?.. Kabuklarının içinde başlattıklarıömürlerini son nefeslerine kadar orada sürdürüyorlar...anlatıldığı gibi, güneşi bol bir sonbahar günüydü,bizim de, amcamı yolcu ettiğimiz gün. Ne garipşeydi tren beklemek, o zamanlar. Belki şimdi deöyle, ama o gün amcamı gönderirken, sanki onungitmesini istemiyordum. Çocukluk işte!.. O gidince,beni kim bağa çıkaracak, kiminle kaplumbağalarayuva yapacaktım?.. Ne garip değil mi, çocukolmak?... Rahmetli dedem, bavulun başında, benamcamın kucağında, ninem de, beri tarafta feracesinialtına toplamış, çimenlerin üstünde oturuyordu.Tren geldi gelecek... Ve bir düdük sesi kulağımda,amcam gitti. Bu, küçük istasyon şimdi daha da ıssız...Bugünkü hâli mi; berbat, bakımsız, sıvası düşmüşyapılar ve camları kırık pencereler... Eh!.. ne deolsa aradan yirmi sene geçmiş, yıllar yalnız insanlarıdeğil, bu küçük ıssız istasyonu da yıpratmış. Artıkkoyun, keçinin otlak merası olmuş Narlıköy’ün buküçük, ıssız istasyonu.Devam ediyorum okumaya... Mücahit Mümin,bir cümle ile öykünün olay yerini, yani öykününbaşlangıç noktasını okuyucuya sezdiriyor. Bu küçükıssız istasyonun nerede ve nasıl bir istasyonolduğunu bilmiyoruz. Böyle bir tarife de zatengerek yok. Teknik bir hata olurdu bu. Sonra, öykününkişileri ile tanışıyoruz ve tam kafamızda buinsan(lar) nereye yolculuk edecekler sorusu oluşurken,yazar, öyküsünde “İlios” marka battaniyedensöz ediyor. Bu battaniyeler yolculuğun istikametinibildiriyor, bize. On sene öncesi bile, Türkiye’ye gidenherkes bir elinde bavulu ve bir elinde de “ilios”marka battaniyesiyle yola çıkıyordu. Anlam veremiyordumbu işe, sanki Türkiye’de battaniye yoktu.Yüklen sırtına “ilios (güneş)”u ve taşı babam taşı...Türkiye’deki battaniyeler ısıtmıyor mu, insanları-<strong>Azınlıkça</strong> 17


mızı?.. Moda olmalı bunca hamallığın adı. Neyseki artık, bu “ilios”ların modası geçti de, halk battaniyetaşımaktan kurtuldu. Evet, dediğim gibi öyküdebir yolculuk var ve bu yolculuk Türkiye’ye...Sofu Hasan Aga’nın da düşüncesi, “Hesapta yanlışlığımızyoktur. Türkiye vagonu hep bu hizada durur”yönünde olması yolculuğun kesin Türkiye’yeolacağını doğrulamaktadır. Ancak aynı zamandada, bizleri düşündürmektedir; demek ki küçük istasyonunTürkiye yolcuları, vagonun duracağı yeriçok iyi ezberlemişler. Bu ezberciliğin bir parçası daTürkiye’ye duyulan hasretten ileri geliyor olmalı. Yada Türkiye’ye göç edenlerin kader noktası, burası.Sofu Hasan Aga da yeni bir göçün kaderini mi çiziyorduburada, acaba? Bu yüzden mi “hesapta yanlışımızyoktur” diyordu kendi kendine?..Öyküde, 14.30 yolcu treninin saati yaklaşıyor...Ve okuyucu, tam yolcunun gideceğini düşünürken,yazar, daha önce de yüzeysel olarak bizlerebahsettiği yolcu geçirmeye gelen beş altı kadınınkonuşmalarına yer veriyor. Bu konuşma bölümüokuyucuyu sıkmadığı gibi, öyküyü de bir yandanderinleştiriyor. Hemen tren istasyonundan uzaklaşıp,eskiye giderek kendimizi dönemin sosyal yaşantısıiçerisinde buluyoruz; göç ve Türkiye’ye gelingidecek genç kızın ruh hâli, bu yaşam. O dönemde,ülkede Azınlığımıza karşı uygulanan siyasî baskılar,insan sınıflarının oluşturulması ve ikinci sınıfvatandaş muamelesi görmemiz, ekonomik gücüngün günden azalması, geçim sıkıntısı gibi hayatîkaynaklar önde gelen sorunlarımızdı. Bu sorunlarıyenme mücadelesi vereceğimize bizler, bu türsorunların çok kolay çözüm yöntemi olan “göç”üseçmişiz. Göç nedir?.. Sizce kesin çözüm müdür?..Şahsî görüşümü soracak olursanız; hayır, çözümdeğildir, derim. Çünkü, “göç” kendi kendine birsorun ve başlı başına ruhsal bunalımdır. Düşünsenize,evinizi barkınızı, eşinizi dostunuzu bırakıp gidiyorsunuz.Her şeyden önemlisi de, benliğinizdençıkıyorsunuz. Kaplumbağalara bakın, hiç kabuklarınıbırakıyorlar mı?.. Kabuklarının içinde başlattıklarıömürlerini son nefeslerine kadar orada sürdürüyorlar.Bir ömür sırtlarında taşıdıkları kabukonlar için kutsal bir ağırlık, onların evi. Bilmem,anlatabiliyor muyum?.. Helal olsun diyorum, kaplumbağadeyip geçtiğimiz hayvanlara!.. Sonra, “göçetme”yi ben, kanser hastasını aspirinle tedavi etmeyebenzetiyorum. Yazar da, öyküsündeki göçtenyana değil, ancak ne yapacaksın, Sofu Hasan Agakafasına koymuş bir defa; kızı Emine’yi Türkiye’yegelin gönderecek. Peki, Emine’nin hayatı kurtulacakmı?.. Sofu’ya göre kurtulacak diye gözükse de,yazara göre işler pek de öyle Sofu’nun düşündüğügibi değil. Çünkü kadınlardan biri (Şişko Feride),anlatıyor:“... Yolcu treninin geç kaldığı bir akşam ÜzeyirAli’nin kızı Zeynep’i göndermiştik. Ama kocasıhayırsız çıkmış, daha yılını tamamlamadan, ÜzeyirAli’nin malının yarısını yedikten sonra, Üzeyir Ali,‘Benden bu kadar, daha fazlasını yapamam’ deyincekızmış, kızcağızı yol ortasında bırakmıştı. Elbet elinne olduğu belirsiz, bilmediğin, tanımadığın ipsizinekız vermenin sonu böyle olur.”Evet, durum ortada!.. Şişko Feride’nin bu sözleriokuyucu için bir anahtar görevindedir. Yazar,Şişko Feride’yi keyfi konuşturmamıştır. Hem bize,hem de öyküdekilere önemli bir mesaj verilmeyeçalışılmıştır bu sözlerle. Ama anlayan kim?.. SofuHasan Aga mı anlayacak, yoksa karısı mı?.. Ya daEmine mi?.. Onu bırakın, o kapalı toplumun karakurbanı!.. Zavallı, kim bilir neler düşünüyordur istasyonda.Acaba, bu küçük istasyon, yazarın dediğikadar ıssız mıdır, onun için?.. Ne diyeyim, en iyisimi, Emine’yi kendisiyle başbaşa bırakalım. Yazarda, öyle yapıyor zaten. Emine kendi hâlinde, fırtınalarestiriyor beyninde.Öyküye devam ediyorum. Emine’ nin çocukluğuylatanışıyorum. Daha sekiz yaşında, tarla toprakişleri... Oysa o yaşlarda bir çocuk mektep sıralarındaolmalıydı, tarlada değil!.. Bu da, bizim birbaşka zaafımız, zaten. Dünü ve bugünü hep aynıbu gencecik katranlı ellerin. Çocuklarımızın çoraktopraklarda pişkinleştiğine inananlardanız hâlâ.Çocuklarımızı 19. yüzyılın köleliğinden ne zamankurtaracağız? Onlar bizim çocuklarımız; babaları,analarıyız onların. Hem de öz mü öz!.. Garipsiyorumeskiden bu yana taşıdığımız bu yaşamı!.. Gayemizne ki bu yaşamdan?.. Onu da bilmiyoruz!..Böyle düşüncelere dalmışken, aklımdan Tanzimatve Servet-i Fünun’da yazılmış kölelik teması içerenromanların kahramanları geçiveriyor. Ne alaka,diyeceksiniz. Hayır, yalnızca oradaki insanların(kölelerin) hayatı, hayatta kalmanın mücadelesi vebunca sıkıntı içindeyken yaşadıkları aşk veya aşklar,gözümün önünde bitiverdi birden de, o kadar.Emine’ye dönüyorum tekrar. On beşinde feracegiyiyor. Merak ediyorum, niye on dördünde değilde, on beşinde giyiyor bu feraceyi Emine kız. Ya-18 <strong>Azınlıkça</strong>


zar mı böyle istiyor, yoksa âdet mi böyle. Belki de,Emine’nin evlenme çağına girdiğinin bir göstergesibu ferace. Ancak kafamda sorular bitmiyor; nedenbir feracenin altına saklanıyor ki, bu körpecik bedenler?..Siz daha iyi bilirsiniz... Neyse, Emine’ninferace giydiği yıl, yazar Çavuşlar’ın Rahmi’nin askeregittiğini söylüyor bize. Bu bilgi, öykünün akışıylailgili bir takım ipuçları veriyor, okuyucuya sanki.Emine ve Çavuşlar’ın Rahmi’si... Bu iki isim bir aşkınbaşlangıcı olmalı... Yazar daha önce de, bize buaşktan söz etmişti, ancak Emine’nin anasından bizeyansıyanlar bu aşkı ya da evliliği diyelim olumsuzyönde değerlendirmemize neden olmuştu. Çünkü,Çavuşların Rahmi Emine’ye dünür yollamıştıve kızı vermemişlerdi. Şimdi, yazar geriye dönüyorve bize öykü içerisinde bu aşktan da bahsedeceğinisezdiriyor. Zaten bahsetmesi de gerekirdi. Böyledüşünürken bir bakıyoruz ki Emine feracesini birdaha giymemek üzere sırtından çıkarmış ve şimdiistasyonda sırtında mantosu, başında eşarbıyla14.30 yolcu trenini bekliyor. Vay be Emine, demekki, kılık kıyafetin de göç etmede rolü var. Yazar, birkez daha beni, derin derin düşündürüyor...Evet, öyküde göç hazır!.. Treni bekliyor. Göçünadı “Emine”... Ve şimdi bir göç tablosu canlandırıngözünüzün önünde; ağlamalar sızlamalar, sımsıkısarılmalar. Sonra, bir ömrü düşünün; kayan biryıldız gibi çabuk ve hızlı birden yanıp sönüyor kafanızdaya da hatıralarınız bulutlu bir havaya benziyorve aniden beyninizde şimşekler çakıyor, gökgürlemesi oluyor mazinizde... Bunun gibi bir şeyoluyor öyküde de!.. Emine’nin aklından neler geçmiyorki?..Yazar, öyküsünde buraya kadar bize çok güzelbir tablo çizmiş. Tren istasyonunda yaşanan dakikalar,dış görünüşte sakin olsa da, kişilerin iç yüzündeöyle değil. Kişiler karma karışık. Ruh halleribirbirlerine zıt. Bundan kastım şu; öyküde şu anakadar karşımıza çıkan kişiler yazar tarafından seçilmiş.Öyle gelişi güzel, kişilere yer verilmemiş. Buyüzden de kişilerin ruhsal zıtlıkları ile öykü hâlâ devamediyor ya!.. Yoksa Emine şimdiye kadar çoktanBursa’ya gelin giderdi.Öykünün bu kısmına kadar, kişileri aşağı yukarıçözdük gibi. Sofu Hasan Aga, adı üstünde “sofu”,ama nasıl sofuluk bu. Düşünün!.. Kızını Bursa’yagelin göndererek, her şeyin çözüleceğini düşünüyor.Onun bu düşüncesine karşılık, yazar, ÜzeyirAli’nin kızı Zeynep’i örnek veriyor. Böylece, öyküdebir çatışma doğuyor. Bu çatışma başka çatışmalarayol açıyor. Zeynep’in yuvası ekonomik sıkıntıdanyıkıldığını öğreniyoruz ve buna karşılık Emine’ninanası kızına kocalık yapacak kişinin bankada memurolduğunu bildiriyor bize. Böylece Emine’ninailesi kızlarının maddi sıkıntısı olmayacağını düşünüyor.Fakat bir yuvayı ayakta tutan husus yalnızpara mıdır?.. Hayır!.. Başta saygı sevgi olmalıdır.Peki, Emine tanımadığı bir kişiyi nasıl sevecek,nasıl sayacak!.. Şimdi bunu düşünüyoruz. Ve tekrarŞişko Feride’nin sözleri aklımızdan geçiyor; “...kızcağızı yol ortasında bırakmıştı. Elbet elin ne olduğubelirsiz, bilmediğin, tanımadığın ipsizine kızvermenin sonu böyle olur”. Bu sözler Emine’ninanasının işine gelmeyince, başka bir olay örgüsükarşımıza çıkıyor; bir aşk. Çavuşlar’ın Rahmi’si veEmine aşkı... Ve böylece yazarın bu öyküyü yazmasınaneden olan konu (tema)ya geliyoruz.Bu aşkın yeri öyküde, çok önemli. Bütün olaylarınbaşlangıcına ve de gelişmesine neden olur buiki gencin aşkı. Öyküyü bütünüyle okuduğumuzdao dönemin gençleri nasıl ve ne şekilde aşık olduklarınıgörüyoruz. Bir gülümsemeden bile insankarşı cinsine aşık olabiliyor. Ancak aşık olmak odönemde her şeyin çözümü değil gibi gözüküyor.Çünkü sorunlar o zaman başlıyor. Örneğin, ÇavuşlarınRahmi’si Emine’ye aşık olması ve kıza dünürcüyollaması, sonra da Sofu Hasan Aga kızını Ç.Rahmi’sine vermemesi gibi. Bundan da, anlaşılıyorki, ailenin gençler üzerinde baskısı çok fazla. Bubaskı nereden kaynaklanıyor?.. Hatta bu tür baskıyıtoplumumuzda bugüne bugün rahatlıkla görmekteyiz.Neden çocuklarımıza baskı yapıyoruz?.. Galibaçok “sofu”yuz da, ondan!.. Sofu Hasan Aga’nınsofuluğu bize miraz kalmış herhalde!.. İnsanlarıçözmek çok zor olmalı... Neyse, aldırmayın!..İki genç insanın aşk hikâyesi bir meyhanede anlatılıyor.Çavuşların Rahmi’si bu meyhanede oturmuş,Emine’nin çocukluğunu ve bugüne gelişinidüşünüyor; Emine’nin ona “abi” diye hitap etmesive şimdi de ona gülümsemesi... Bu aşkın hikâyesiböyle. Sonunda ise, tatlı bir başlangıcı olan bu aşk,yerini hayalden öte bir hüzne, bir efkâra bırakıyor.Emine Bursa’ya gelin gidiyor. Ve Çavuşlar’ınRahmi’si –evet Çavuşlar’ın Rahmi’si – ağlıyor.14.30 yolcu treni gecikiyordu.(Not: Bu yazım daha önce de Şafak dergisinde yayınlanmıştır.)<strong>Azınlıkça</strong> 19


AçılımHatice Salihaticesali@yahoo.grHayat işte… Bir anda tam tersine dönebiliyoryaşantımız, ne yapabildiğimiz, ne de yapabileceğimizhiçbir şey yok. Giden günlerimizin ardındansadece bakakalıyoruz. Bazen öyle şeyler tattırıyor kibize hayat, o an hiç bitmesin istiyoruz adeta. Amahiç ummadığımız bir anda büyü bozuluyor ve anidendizlerimizin üstüne düşüp rüyadan uyanıyoruz.Aslında bazen anlayamıyorum… Neden insanlarbile bile rüyanın etkisinde kalırlar? Her güzelşeyin geçici olduğunu niye inatla unutmayı tercihediyoruz ki? Hatırladığımızda canımız daha çokyansın diye mi acaba? Her yolun başı olduğu gibi;sonu da olduğu bir gerçek. O yolun sonunun gelmeyeceğinibilsek o yola girer miydik? Ya da gözgöre kaç kişi “çıkmaz sokağa” giriyor?O halde hayatımızda bazı değişiklikler başlayıncaniye kendimizi bu kadar kaptırıyoruz olaylara?Sanki en başında bilmiyorduk gün gelince her şeyinbiteceğini. Evet, nereden çıktı şimdi tüm bunlar? Buyıl hayırlısıyla üniversite hayatına veda edecek olanbirkaç arkadaşı gözlemledim diyelim… Tanımlayamadığım,öyle bir heyecan ve stres var ki üzerlerinde.Aslında bu hallerini anlamamak imkansız; kolaydeğil, bir ömre bedel gördüğün arkadaşlarındankopup ayrılmak. Üstelik yaşadığın bu hayat süresiiçinde, belki 4 yıl, belki 5, belki daha da fazla, kendineait bir evin (odan) vardı. Şimdi bu sığınağındanayrılmak zorundasın. Canın sıkıldığında yalnızkalabileceğin “sadece benim” diyebileceğin bir hayataveda etmek üzeresin… Bu yönden bakınca, tanımlanamayacakbir durum kalmıyor sanırım. Benbile bundan yıllar sonrasını düşündükçe, buradaki20 <strong>Azınlıkça</strong>Er ya da geç rüyadan uyanacağızarkadaşlarımı nasıl bırakıp gideceğim, ya da onlarburadan ayrılırken nasıl bir atmosfer yaşayacağızdiye sıkılıyorum ara ara.Ama tüm bunları bu hayata daha başlamadanbilmiyor muyduk? Yani buralara kadar gelmemizinnedeni üniversiteyi bitirip geri dönmek değilmiydi? O halde canımızı o kadar sıkmamıza gerekyok. Bu hayat ile tanışmadan önce hedefimiz o idi,şimdi de elimize diplomamızı aldıktan sonra başkahedeflerimiz olacak. Belki de adım atacağımız yenihayatımızda her şey çok daha güzel olacak. Üniversitehayatındaki gibi arkadaşlıklar kuramayacağızbelki, ama yine de çok sağlam temellerin atılacağıkesin bence. Sonuçta bu bizim elimizde, insan hayatınınakışını kendi isteklerine ve arzularına göredeğiştirmesini, yönlendirmesini bilmeli. Bazı şeyleristediğimiz gibi gitmiyor mu, o halde sil baştan diyerektekrar tekrar deneyeceğiz. Deneyeceğiz ki bizimiçin neyin doğru neyin yanlış olduğuna kenditecrübelerimizle karar verelim.Aslında çok kez uyandık rüyadan; bu ilk olmayacak.O yüzden fazla büyütmeye gerek yok gibisinegeliyor insanın mantıklı düşününce. Ama opsikolojiyi anlamak için de sanırım onların yerindeolmamız gerek. Yep yeni bir hayat başlayacak artıkbenim için, derken, gözlerinin içindeki heyecanlabirlikte gizlenen korkuyu görmemek gerçekten imkansız.Ve dedikleri gibi, yep yeni bir hayat bekliyorolacak onları. Fakat 4-5 senedir yaşadıkları hayatlabir kıyaslama yapılamayacak kadar farklı birhayat...Bundan sonra etrafında işine burnunu sokan


irileri hep olacak. İyilik için de olsa, bu kalabalığıtekrar kabullenene kadar hep kötüye çekecekler.Dün böyle değildi, dün kimseye hesap vermiyordum,şimdi benden bir açıklama bekliyor herkes…Bu cümleleri kurarken üniversite yılları iç çekilerekanımsanacak belki. Hele bir de iş hayatına karışınca,sanırım çok daha sıkı bir maraton olacak, rahataalışmış olanlar için. Kolay değil işte, yep yeni birhayat başlayacak demiştik zaten…Öyle veya böyle üniversite hayatı zor olmalıydıgeride bırakanlar için ve bundan sonra geride bırakacakolanlar için de yine aynı şekilde. Ama görüldüğügibi üniversite eğitiminden sonrası da pek kolayolmayacak. 4-5 sene sadece kendi patronunsun,ne karışanın ne soranın var. Canın o an ne isterseonu yapıyorsun, bu noktaya kolay gelmedim, bundansonrası sadece benim sorumluluğum diyorsun.Bir noktada haklısın gerçekten. Çünkü hayatın boyuncabu yılları bir daha yaşayamazsın. Derse girmedinmi; ee girmedin, sorun nerede? Canın sınavaçalışmak ta istemiyor, bunda da sorun yok; nasılsaönünde tekrar sınavlara girecek uzun bir süre var.Bunun için niye canını sıkacaksın ki şimdi? Hayatıntadını çıkarmak şu an daha önemliyse seniniçin, o halde dilediğini yap...Ama ya yarın? Yarın mutlaka uyanacaksın rüyadan,hepimiz uyanacağız. Mutlu sonla biten hikayelersadece masallarda gizli ne yazık ki… Aslındakendim de çok karışık duygular içindeyim bu sefer.Nasılsa bugünler bitecek. Öyleyse bugünlerin tadınıçıkarmalıyız, diyor bir yanım. Ama diğer tarafım,evet nasılsa bitecek işte, o halde yarının geleceğiniçin kollarını neden hâlâ sıvamıyorsun, diyor…Öyleyse bu durumun bir ortası olmalı. Şimdidenkendimizi yarınlara alıştırmalıyız belki de. Okulsonrasında part-time işlerde çalışarak, ya da yaztatillerinde bile bir kaç ayımızı değerlendirebilirizörneğin. Hem ekonomik açıdan hem de biraz işhayatının cilvelerini öğrenme açısından doğru olabilir.Ben bütün yıl ders çalıştım, tatilimi işle geçiremem…Bir çoğumuz belki bu cevabı veriyoruz.Ama cidden merak ediyorum, bütün bir yıl “gerçekten”çalışan kaç kişi var acaba aramızda? Yumurtakapıya dayanınca sıkmıyor muyuz kemerleri?Üniversite hayatı eşittir “lay lay lom” bir hayatgibi görünüyor ve bu gerçekten geleneksel bir durumalmış gibi. Bu hayatın nasıl bir hayat olduğunubilmeyen küçüklerimiz bile bu hayat ile tanışmakiçin acele ediyorlar. Aynı şekilde bu hayatı yaşamamışbüyüklerimiz, bizi gördüklerinde, “ohh yaşıyorsunuzvallahi, tadını çıkarmaya bakın, biz yaşamadık– yaşayamadık, yazık oldu, siz bari kiymetinibilin…”Belki de bu psikolojiyle başlıyoruz bu hayata,sonra iyice salıyoruz kendimizi. Tabiî herkes içinaynı metod geçerli değil, ama etrafımızı biraz gözlemlersekağırlığın bu yönde olduğunu görmek maalesefmümkün.Bu durumda ne söylenebilir ki, bu saatten sonrakimseye şunu yap, ya da şöyle yap, diyemezsin.Kendi ayaklarının üstünde duran – durmaya çalışanbireysin artık, çocuk değilsin ki akıl verelim.Evet çocuk değiliz artık… Bu yüzden bu hayatınbir rüya olduğunu, elbet bir gün uyanmamız gerektiğini,bunun için önümüzde değil 4-5 yıl, 5-10 yılbile olsa er ya da geç bu yılların geçeceğini bilmeliyiz.Farkındayım, dönüp dolaşıp hep aynı yere çıkıyorum.Öğrencilik böyle bir şey belki. Bunu artıkkendim de anlayamıyorum. Bu sefer farklı bir sonuççıkarmalıyım, değişik bir yön belirlemeliyim diyorum.Ancak gerek çevre, gerek arkadaşlıklar, ya dagerek bir öğrenci olarak gözlemleyebildiklerim tümbu sonuçlara getiriyor beni. Nihayetinde herkes eniyi bildiği işi yapmaz mı, ya da yapmalı değil mi?Benim kendimce yapabildiğim, en azından doğrudiye tanımlayabildiğim, kendi yaşıtlarımla oyalanıp,benim gibilere ve bizden sonra gelenlere birazolsun tüm bunlarla iyi bir yön belirlemek. Kiminegöre iyi, kimine göre kötü. Ama öyle ya da böylebir örnek olmak. Dediğimiz gibi artık hiçbirimizçocuk değiliz; herkes iyiyi – kötüyü ayırt edebilir.Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Hayatçok kısa, üzülmeye ağlamaya değmez, derler hep…Gerçekten de öyle, yaşadığımız bugünün tekrarıolacağından hiçbirimiz emin değiliz. O halde yaşadığımızher günün, her saniyenin kıymetini bilelim.Ama bir önceki yazımda da belirttiğim gibi herşeyintadını çıkarmaya bakarken, asıl hedeflerimizi deaklımızın bir köşesinde hep bulunduralım. Çünkübence önünde hedefi olmayan bir insan, geleceğiolmayan bir insandır…*<strong>Azınlıkça</strong> 21


Ceteris ParibusCeren Zeynep Akceren@tesev.org.trSlippery slope’a karşı slip of tongue durumu...* Bu yazı, 1980 askeri darbesi öncesinde taşıdıklarıruhu hiçbir zaman kaybetmeyen anne ve babamave tanıştığım/tanışamadığım tüm arkadaşlarına ithafedilmiştir.Bu ayki yazım, başlangıcından da anlaşılabileceğigibi, biraz kişisel olacak. Fakat konu insanhakları ve insan hakları savunuculuğu olunca,açıkçası kişiselliği gözardı ederek yazmayı istemedim.Felsefe eğitimi aldığımdan mıdır bilmiyorum,herhangi bir konuda yazılmış bir makaleveya gerçekleştirilen bir tartışmanın içerisinde herzaman bir kaygan zemin izi ararım. “Slipperyslope” teriminin felsefe bilimi içerisindeki kullanımıile herhangi bir küçük eylem veya adımındaha büyük sonuçlar doğuracağına ve etkilerininçok daha büyük olaylar zincirine sebep olacağınailişkin yanlış kanı oluşumu anlatılır. Başkabir deyişle, A noktasından C noktasına, aradakiB noktasını atlayarak geçişi ifade eden iddialarda“slippery slope” hatasına sıkça rastlarız. Bunaverebileceğimiz en kolay ve en güncel örnek sonzamanlarda sıkça duyduğumuz, “AKP’li belediyelerinolduğu yerlerde alkol satılan işletmelerinsayısında bir azalma görüldü. Bu işler hep böylebaşlar, yakında şeriat rejimi gelir, Türkiye İranolur” cümlesidir. Burada kendisini ifade edenkişi, tek bir örnekten yola çıkarak (AKP Belediyelerininolduğu şehirlerde görülen içki yasakları)yol açabileceği sonuçlara ve önemli etkilerine dairgenellemeler (Türkiye, İran olacak) yapmaktadır.“Slippery slope” için insan hakları özelinde birörnek vermek gerekirse, yine çok güncel bir konudanyola çıkarak, eminim önümüzdeki günler-de çeşitli milliyetçi çevrelerden sıkça duyacağımızbir cümle ortaya koyabiliriz: “Başbakan, bugünGüneydoğu’da değiştirilen yer adlarının Kürtçeleriningeri verilmesinden bahsediyor. YakındaLazlar, Çerkezler,... –bildiğimiz bütün iç odak(mihrak) olarak görülen etnik, dilsel ve dinselazınlıkların sıralandığı liste, burada ayrıca saymagereği duymuyorum– bütün gruplar bir şeylertalep etmeye başlar. Uzun zamandır Avrupa’nın,Amerika’nın istediği olur; Türkiye bölünür, parçalanır.”Bir kez daha küçük bir adımdan yolaçıkılarak, aradaki tüm aşamaların görmezden gelindiğisonuca ulaşılması, yani bir “slippery slope”mantık hatası örneğini görebiliyoruz. “Slipperyslope” ya da kaygan zemin hatasına düşen kişiler,bunu genelde içlerinde yerleşik olan ötekileştirmeisteği veya taraflılığın bir sonucu olarak gerçekleştirirler.Başka bir ifadeyle, bir kişi ne kadar insanhaklarına saygılı veya demokratik olursa olsun,eğer eşcinselliği veya kadın haklarını veya ötekiolarak gördüğü herhangi bir grubun haklarınıiçselleştirememişse, bir şekilde “slippery slope”hatası işler.Öte yandan bir de “slip of tongue” dediğimizbir durum vardır ki, onun felsefe veya dilbilim ilehiçbir alakası yoktur. “Slip of tongue”, dil sürçmesiveya pot kırma anlamına gelir ve insanî birdurum olmakla birlikte zaman zaman en dikkatliolacağını düşündüğümüz kişiler bile yapabilir.Bazen insan –ben çoğu zaman öyle yapmayıtercih ediyorum– çok takdir ettiği bir kişinin dilegetirdiği bir düşünceyi “slippery slope” izleri açıkçagörülse de, “slip of tongue” olarak nitelendirir.22 <strong>Azınlıkça</strong>


Buna bir tür vicdan rahatlatma ve bu taraflı tavıraolan inanamamazlık da denilebilir. Bu tavrımı etrafımdakiçoğu insan saflık olarak açıklar. Oysa kiinanmak istemediğim, tam da bu taraflılık hâli vehayatımızın her alanına işlemiş olan ötekileştirmeisteğidir. Bu sorunsalı en çok yaşayan ise yineinsan hakları savunucuları veya bu alanda çalışançeşitli meslek çalışanlarıdır. Az önce de bahsettiğimgibi, eğer siz insan haklarına veya demokrasiyeolan inancınızı yeterince içselleştirememiş vehazmedememişseniz, bu açık, mutlaka bir yerdekendini gösterecektir.Neden bu şekilde sözde değil özde insan haklarıinancından bahsettiğime gelince... Bu bahsettiğimizaslında o kadar basit ve üstesinden kolaycagelinebilecek bir sorun değildir. Çünkü bu sorunu,biraz önce dediğim gibi, en çok yaşayanlar,aslında insan hakları ve demokrasiye olan inancınısürekli dile getiren ya da mesleği gereği kullanmakdurumunda olan bireylerdir. Örnek vermekgerekirse, TESEV Demokratikleşme Programıtarafından bu hafta içerisinde yayınlanan MithatSancar ve Eylem Ümit Atılgan tarafından kalemealınan “Adalet Biraz Es Geçiliyor...” isimli raporuele alabiliriz. Rapor, hâkim ve savcılarla yapılanderinlemesine mülâkatlardan oluşuyor ve yargısistemindeki algı ve düşünce yapılarına ışık tutuyor.Benim ilgimi en fazla çeken ise “YargıdaDevletçilik Sorunu” adlı bölüm oldu. Bu bölümdegörüşülen hâkim ve savcılara devlet veya devletinçıkarları, ulusal çıkarlar vs. söz konusu olduğundabu durumun kararlarındaki tarafsızlığaolan etkileri soruluyor. Cevaplar oldukça ilginç.Sonuçların ne kadar çarpıcı olduğunun açıkçagörülmesi için bir örneği aynen aktarıyorum: “...Geçenlerde iki hakim arkadaşım önümde yürüyorlardı,biri diyor ki ötekine, ‘Benim ülkem sözkonusu olduğunda, vatan ve millet söz konusu olduğunda,ben hukuk mukuk dinlemem, diyor’...(Görüşme 1)”.Günümüzde içi boşaltılmış terimlerden biride hukukun üstünlüğü. Hukuk mercileri, yanitarafsızlığına en çok güvenmemiz gereken kişilerbile, vatan, millet, ulusal çıkarlar gibi siyasî amaçlarlaüretilmiş kalıpların arkasına sığınarak insanhakları ihlallerine göz yumabiliyorlarsa, o zamaninsan hakları savunuculuğu ve azınlık hakları konusundakihassasiyeti ile tanınan bir avukatın televizyonprogramında eşcinsellikten bahsedilirken“çok şükür ki henüz öyle bir ahlaksızlığı destekleyecekyasalarla yaşamak zorunda değiliz” anlamınagelen cümleler sarfetmesine şaşırmamalıyız. Veyaeski futbol hakemi şimdiki futbol yorumcusu ErmanToroğlu gibi popüler kültürün türettiği birfigürün Hürriyet gazetesi ile yaptığı bir röportajda“... gizli olarak gay hakem de olabilir. Ama kağıdakaleme düşüp tescillenmişse, müsaade edin dehakem olmasın. İstediğiniz mesleği ona yaptırınama bana biraz hakemlik yönü ters geliyor. Heleerkek maçlarında bu arkadaşların duygusal düdükçalacaklarını tahmin ediyorum. Mesela yakışıklı,sert futbolcu lehine daha çok düdük çalıp penaltıvereceklerini zannediyorum” gibi bir absürd fikridile getirmesini yadırgamamalı. Kısacası demekistediğim şudur ki, insan hakları konusunda vedemokrasi konusunda tarafsız olmak çoğu insanızorlayan bir durumdur. Bu zamanı gelince adaletkurumunun işleyişini sağlamakla yükümlü birhâkim de olabilir, konusunda kendini kanıtlamışbir hukukçu da, bu konularla uzaktan yakındanalâkası olmayan popüler bir kişi de. Önemli olantüm bu değerleri tepeden inme bir şekilde, ya dabir ideolojinin peşinde giderek değil de, içselleştirerek,hazmederek pratikte uygulayabilmektir.Başta referans verdiğim 1980 askerî darbesineyönelik bir örnekle bitirmek istiyorum. YineTESEV raporundan alıntıda diyor ki, “... 12 Eylülöncesini özellikle kastediyorum, o dönemdeoldu. Hâkimler ve savcılar içerisinde militanlığasoyunanlar oldu. 12 Eylül’ün hemen ertesindeverilen kararlara bakın bir, ‘Yüce Türk Ordusunasaygılarını sunarak’ kararı bitiren hâkimler oldu...(Görüşme 12)” Devleti korumak üzere gerçekleştirileneylemler sayısız. Ama 6 Mayıs 1972tarihinden beri Türkiye’de insan hakları ihlalleriaçısından neler değişti derseniz, size olumlu değişimeişaret edecek çok fazla örnek gösteremem.Söyleyebileceğim tek şey, Atilla İlhan’ın şu dizelerinidaha çok tekrarlayacağımızdan ibarettir:“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnızO mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırızGitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hızYalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasızO mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız .”*<strong>Azınlıkça</strong> 23


İbram Onsunoğluibram@tellas.gr“–Beş dakika önce gelseydin, seni damadımlatanıştıracaktım. Buradaydı, sen gelmezden az öncegitti.” diye hayıflandı dostum Dinos, geçenlerde.Oysa damadıyla geçen yaz tanışmıştım.Gümülcine’den Tatlıcı Nedim’den tam beş kilobaklava ısmarlamış, tatlıları almak için damadınıgöndermişti. Beni düzeltti:–O değil, onun damadı, yani damadımın damadı.Kız torunumun nişanlısı.–A bre Dino, sende evlilik çağına gelmiş torunmu var?–Ne sandın ya.–Bizde bir söz vardır, sabah erken kalkan ileerken evlenen hep kazançlı çıkarmış diye. Sen kazançlıçıkanlardansın. Demek torununu evlendiriyorsun.Hayırlı olsun.Yine de Dinos’un torunuyla evlenecek kişiyi benimletanıştırmak isteyişine bir anlam veremedim.Açıkladı:–Onunla Türkçe konuşacaktınız.–Damat Türkçe mi biliyor, nereden öğrenmiş?–Kürt. Fransa’da yaşayan bir Kürt ailenin çocuğu.–Türkiyeli Kürtlerden mi?–Evet. Ama bizim damat Fransa’da doğup büyümüş.Sonra daha çok açıkladı. Dinos’un kız torunuliseden sonra Yunanistan’dan Fransa’ya bir meslekokuluna gitmiş. Orada aynı okulda okuyan bugençle tanışmış, birbirlerini sevmişler, evlenmeye veYunanistan’a yerleşmeye karar vemişler. Selanik’teyapılacak düğünün hazırlıkları başlamış. Damat,Türk uyruklu ve İstanbul’un bir belediyesine kayıtlıymış.Şimdi evlilik için İstanbul’dan bazı belgelergerekiyormuş. Dinos pek işbitiricidir, damada ikametçıkarmış, iş bulmuş, iki nişanlıya ayrı bir dairetahsis etmişler.–Damat Fransalı, ama Türk uyruğunu devamettiriyor, öyle mi?–Tabiî tabiî. Tüm hısım akrabası da zatenYabancı damatlarİstanbul’da. Babası Kürt, ama annesi İstanbulluTürk...Dostum Dinos, on beş yıl kadar önce İstanbul’daüç ay süreyle çalışmış, bir İstanbul hayranı, Türkleride çok seviyor. Onun için beni de çok seviyor. Yinede Dinos’un damadına niye Kürt deyip te Türk diyemediğinikendi kendime yorumlayıveriyorum.Ama hiç ses çıkarmıyorum.–Düğüne davetlisin. Ama evlenmezden öncedamat vaftiz olacak.Bu kez ses çıkarmadan edemedim:–Ooh, ne gerek vardı şimdi vaftiz olmaya! Hadibre Dino!–Benim görüşlerimi biliyorsun. Müslümanmış,Ortodoks değilmiş, nah! Ama kızın babası mutaassıp.Ne de olsa papaz çocuğu. Ben haneme yabancıdinden birini sokmam diye tutturdu.–Neyse, mutlu olsunlar.Bir on gün sonra yine Dinos yanıma telaşla gelipdedi ki: “Yahu doktor, bizim damat Niyazi şuanda Selanik Türk Konsolosluğu’nda, evlilik işiiçin. Galiba bir engel çıkarmışlar. Senin Konsolosluktabir tanıdığın var mı, yardımcı olabilir misin?”Tanıdığım var, başkonsolosu da tanıyorum, ama neengeli, nasıl yardımcı olabilirim? “Ben iyice anlamadım.Al sen konuş.” Cep telefonundan tanışmadığımNiyazi’yle konuşmak zorunda kaldım. Hayır,herhangi bir engel çıkmamış, bir bürokratik süreç,o kadar. Böylece araya girmekten de kurtulmuş oldum.Müstakbel damadın Türkçesi kusursuz İstanbulTürkçesiydi.***Selanik’te son yirmi yıldır aralıksız ikamet ediyorum.Burada Türk konsoloslarıyla ilişkilerim çokçelişkili. Bu hal benden kaynaklanmıyor, onlardan.Ben, davet edildikçe, 29 Ekim kutlamalarına, başkaetkinliklere, gidiyorum. Davet edilmedikçe gitmiyorum.1990’lı yıllarda neredeyse hiçbir temasımolmadı. Malum dönem ve “kırmızı kartlıyım”.24 <strong>Azınlıkça</strong>


Benimle tanışmak isteyen ilk başkonsolos, ilk kezbir araya geldiğimizde şunları demişti: “Seni televizyondaTürk-Yunan sorunlarıyla ilgili bir tartışmadagördüm. Oradan öğrendim. Ondan sonrabizim mahallî memurlara sordum. Yahu dedim,benim burada bir soydaşım var, iki yıldır bana ondanniye hiç söz etmediniz? Tanışalım, ilişkilerimizolsun. Hık mık ettiler...” Ardından Konsolosluktakietkinliklere davet edilmeye başladım. İlişkiler ısınırgibi oldu. Bir ara temaslar yine durdu. Sonra yinebaşladı. Artık böyle dalgalanmalara hiç aldırış etmiyorum,ne yorumluyorum, ne de kaygılanıyorum.Dinos’un kız torunu liseden sonra Yunanistan’dan Fransa’ya birmeslek okuluna gitmiş. Orada aynı okulda okuyan bu gençle tanışmış,birbirlerini sevmişler, evlenmeye ve Yunanistan’a yerleşmeye karar vemişler.Selanik’te yapılacak düğünün hazırlıkları başlamış. Damat, Türk uyrukluve İstanbul’un bir belediyesine kayıtlıymış. Şimdi evlilik için İstanbul’danbazı belgeler gerekiyormuş. Dinos pek işbitiricidir, damada ikametçıkarmış, iş bulmuş, iki nişanlıya ayrı bir daire tahsis etmişler...Yalnızca, ilişkilerimin yakın olduğunu sanan bazıdost ve tanıdıkların soru ve istekleri karşısında zamanzaman zor durumda kalıyorum.En sık ilişkilerim başkonsolos Gamze Soysaldöneminde oldu, bundan beş altı yıl kadar önce.Selanik’teki görevinden ayrıldıktan birkaç ay sonravefat etmiş. Pek üzüldüm. Oysa bana Ankara’dakiadresini vermiş ve “Ankara’ya uğrarsan mutlakabeni ara” demişti.Gamze bey, rahmetli, pek faal bir konsolostu,Konsoloslukta resepsiyonlar, kültürel etkinliklerve ziyafetler düzenler, bunlara beni de davet ederdi.Bunlar arasında bende yer edenler: Yazar YaşarKemal’i, bir münasebetle Selanik’e gelişi nedeniyleonun onuruna Konsoloslukta düzenlediği birresepsiyonda tanımıştım. Yunanistan’ın en büyükşarap üreticilerinden Butaris’le de Gamze beyinKonsolosluk bahçesinde verdiği bir kokteylde tanışmıştım.Butaris, Stefanos Manos’la birlikte bu günlerdeyeni bir siyayasî parti kurduklarını ilan ettiler.O kokteylde Butaris’le uzun uzun sohbet etmemişolsaydım, onun Manos’la bir araya gelişi benim içinbir muamma teşkil edecekti, şimdi değil. Romanyazarı Firuzan ile karikatürist Turan Selçuk çiftininkızı, ah adını unuttum, bir üniversitede sinemacılıkdersi veriyormuş, film festivali münasebetiyleSelanik’e geldiğinde, Gamze bey ona akşam yemeğivermişti, yemeğe beni de davet ederek...Bir başka akşam, Selanik Türkiye Konsolosluğununsalonundayız. <strong>Sayı</strong>sı otuzu çok geçmeyenbirkaçı Türk ve çoğu Yunanlı davetliler. Dört kişilikorkestra yerini almış. İkisi karıkoca, onlar aynızamanda şarkı söyleyecekler. Erkek Yunanlı, kadınTürk, bu müzisyen karıkocayı televizyondan ve gazetelerdenbiliyorum.Gamze bey yanıma gelip bana müzisyenleri tanıtıyor:–Kızımız İstanbullu. Damat, Kozani bölgesindenUlah. Evlendikten sonra İstanbul’a yerleşmişler.Orada karıkoca konserler veriyor. Yunanistan’ada gidip geliyorlar. Rebetika parçalar söylüyorlar,ayrıca Ege ve İstanbul türküleri, hem Türkçe hemYunanca.Gamze beyin yabancı damada niye Ulah deyipYunan diyemediğini kendi kendime yorumlayıveriyorum.Olay, altı yıl öncesine değil de şimdiye ait olsaydısoruverecektim:–Sahi damat Müslüman olmuş mu?*<strong>Azınlıkça</strong> 25


Rıdvan Köseridvankosememet@hotmail.comFacebook’ta yapılan yorumlarBir çok kişi Facebook’ta Olcay Hüseyin’in sayfasındaPatra’da eğitim gören öğrencilere ve özelikle debana karşı yapılan acımasızca yorumları görmüştürherhâlde. Olcay ve olaylardan hiç haberleri olmayankankaları tarafından yapılan yargısız infazlar.Elbette olayların gerçek yüzünü bilen kişiler,kimin haklı olduğunu bildiklerinden ve küfürbazlarlaaynı seviyeye inmekistemediklerinden dolayıFacebook’taki yorumlarakarşı cevap vermediler.Esasında ismim geçtiğiiçin bana da söz hakkıdoğdu. İftiralar, hakaretlerdiz boyu olduğu içinmutlaka cevap vermeliydim.Çünkü bilirim, sükût ikrardan gelirmiş…Benim bugüne kadar koruduğum sessizliğe, “Bakgördün mü? Suçlu olduklarından cevap veremiyorlar”diyenler de çıkacak. Fakat buna rağmenyapılan haksız saldırılara hemen cevap vermedim.GAT Başkanı Olcay Hüseyin ve kankaları gibi küfrederekdeğil, GAT’ın açılımında yer alan “genç birakademisyen”e yakışan olgunlukta sakin bir şekildecevap vermeyi tercih ettim.Belirtmekte fayda var, benim en büyük özelliğimherhangi bir konuda yumruğumu masayavurup, ben buyum ve bunu istiyorum, diyebilmeözelliğimdir. O yüzden yazımı da çok açık ve netbir şekilde yazacağım.*Olcay tarafından Facebook’ta açılan tartışmasayfasında, Olcay’ın birkaç kankası, geçmişte birazınlık milletvekili ile yapılan toplantıdan bahsetmişler.Biz toplantıyı yarıda bırakıp kalkıp gitmişiz…Hatırlamıyorlar sanırım, sayın milletvekilimiztoplantıdan bizden önce ayrılmıştı. Dolayısıylatoplantı da sona ermişti. Hem zaten tartışılacak birkonu da kalmamıştı. Orada yatacak değildik ya!Kusur oysa, evet, kusurumuz var.Bir de aynı toplantıda sözüm ona ben, “Yunanistandevleti sahipsiz değil!..’’ demişim ve akabindebu kankalar eski ve en çok kullanılan bir taktiğikullanarak, saflarında yeralmayanı “ajan” ilan ederekbertaraf etmek istemişler.Beni de “nereye hizmetettiği belli olmayan kişi!”olarak nitelendirmişler.Oysa ben toplantıda öylebir cümle kullanmadım.Değil sadece ben, herhangibir kişi kullanmış olsadahi, kime ne faydası var ki böyle bir ifadenin veniye kullansın durup dururken? Hem iddia ettiklerigibi ben başka yerlere hizmet ediyor olsaydım, şuan hâlâ okulda derslerle uğraşıyor olur muydum?Çoktan mezun olmuş olurdum herhâlde; akıl varmantık var.Son olarak, azınlık milletvekiliyle yapılan hangitoplantı olduğunu da söylememişler yazıda. Benaçıklık getireyim: Bahsedilen toplantı, tamamenbağımsız olması düşünülen yeni bir öğrenci derneğikurma toplantısıydı. Şimdi ne oldu da o bağımsızlıkidealleri taşıyan çocuklar birden bire değiştilerve bana saldırıyorlar? Bu da ayrı bir soru işareti? Fakatmadem bahse konu toplantıyı gündeme getirdiler,mesela yapılan o günkü toplantı neticesindeşu sonuca varabilirler: Eğer o gün bir araya gelenlertoplantıyı amacı doğrultusunda sonuçlandırmış olsaydı,şu an belki de GAT diye konuşulan yapınınadı bile unutulacaktı. Kadere bak! GAT’ı ipten alankişiler biz olmuşuz!..Hem şunları da belirtmekte belki fayda vardır.26 <strong>Azınlıkça</strong>


GAT’ın eski başkanı olan Erdal’ın döneminde elimizdengeldiğince faaliyetlerine ve toplantılarınakatılmıştık. En çok memnun kaldığımız faaliyetise İstanbul gezisiydi. Erdal Hüseyin’in, gerçektenadam gibi adam ve yönetim anlayışına hayran kalmışımdır.Ama yönetime Olcay geçtikten sonra, enbüyük icraatı (ve en büyük hatası olsa gerek) hiçdüşünmeden ögrencialemi web sitesi aracılığı ileönce bütün üyelere, sonra Patra’da okuyan azınlıkgençlerine ve en son da olayı kişiselleştirip bana çatmasıydı.Hakaretlerini, küfürlerini, ahlaksızca davranışlarınıtekrar hatırlatmaya pek gerek yok. Amasöylediklerinden en fazla tuhafıma giden ilgi çekiciaçıklaması şuydu: “Sen köyden, Balkandan inip tebize mi önderlik yapacaksın!..” Kısacası, Olcay’dakikişisel sorun, bana yönelttiği “alt kimlikler” yakıştırmasıylaortaya çıkmıştı. Üzülmemek elde değil!Çocuğun zihniyeti biraz karışık, dışarıya doğru“Bütün Batı Trakya insanı kardeştir. Aynı kimliğesahiptir” imajı verilirken, iç meselelerde “Sen dağlısın,ben ovalı” diyerek, “bu alanda iş yapamazsın!”dayattırması var galiba. Olcay’ın bahsettiğim buaçıklamaları sitenin admini tarafından hem IP’sihem de konuşmaları kaydedildi diye biliyorum.Olcay’ın diğer bir iddiası ise, ben, GAT’ı kullanarakreklam yapıyormuşum. Ne reklamı kardeş?Sen benim can damarıma bastın. Sen beni ne kadartanıyorsun ki böyle bir kanıya vardın? Ben 15 yaşımdanberi senin gibileriyle cok uğraştım. O sürezarfında ogrencialemi hariç, iki grupta kuruculuk,bir grupta (F.E.P) yöneticilik görevi üstlendim.Daha neyin reklamını yapıp nereye yükseleceğim?Yaşıma göre zaten fazlasıyla görevde bulundum.Esas sen kendini reklam etmek için bizi ve başkanıolduğun GAT’ı kullanıyorsun!...Hem hatırlarsan forumlarda da şöyle diyordun“Zavallı, kedi erişemediği ciğere mundar dermiş…”Kişisel reklamın için hem GAT’ı, hem de bizikullandığın yetmiyormuş gibi, bir de tutup kedi ileciğer açıklamanı görünce, inan sadece güldüm, cevapbile vermeye değmezdi.Olcay! İster anla, ister anlama. Sen şu anda benimelimin tersiyle ittiğim koltukta oturuyorsun veaynı koltuğa güvenerek bir sürü aptalca işe girişiyorsun.Belki onları da açıklarım.Bu arada GAT başkanlığını niye kabul etmedimdiye merak etmişsindir belki. Kötü bir yer olduğuiçin değil elbette. Sadece ben öyle her genç gibi kafamagöre çalışırım, ideallerime ve kafama yatmayanişleri de bu sebeple kabul etmiyorum.Bunu açıklayarak seni küçük düşürmek istemezdim.Fakat işte benim bu kararımdan sonra birşekilde sen geçtin o koltuğa. Bana teklif edildiğindetamamen ilkelerim doğrultusunda, özgür kalmakadına kabul etmediğim bir koltuğa bugün sen oturuyorsun.Şimdi sor bakalım bir daha; acaba kendinireklam yapmak isteyen kişi sen misin, yoksaben miyim? Benim reklam derdim olsaydı, acabasenin oturduğun koltuğa dört elle yapışmış olmazmıydım?İşte böyle Olcay. Kendini reklam etmek amacıylaGAT’ı ve bizi kullanmaktan çekinmediğin içinkoltuğun hayırlı olsun diyemeyeceğim sana. Çünkühiç hayırlı şeyler yapmıyorsun.Son olarak, geçenlerde beni ve iki arkadaşımı,çok eskiden ise bir başka arkadaşımızı arayıp “tehtidler”savuracak kadar yüce bir makama uygungörmüşsünüz beni. Şahsen şeref duydum. Bir kezdaha şereflendirirseniz çok memnun olurum. Ayrıcatelefondaki arkadaşın ilk deneyimiydi galiba,çünkü tehtidleri savururken sesi titriyordu.Bir açıklama yapayım. Çok eskiden başka bir arkadaşarandı diyorum ya, o arkadaşım tehtid edilmemiş,sadece “uyarı” verilmişti, Kara Liste’ye girdiniz,diye… Yine şeref duymuştuk. Çünkü herkesgiremiyor oraraya...Fakat, Olcay, benim anlamadığım bir şey var!Sen ve kankaların GAT kurumunu paravan olarakkullanıp acaba ne gibi karanlık işlerinizi çözüyorsunuzve bahsettiğiniz Kara Listeleri kimlere hazırlatıyorsunuz?Yoksa 1980’lerden kalma zihniyetler mi sizi kemiriyor?Hiç merak etmeyin, o dönemlerde Azınlıktakimlerin borusu ötüyordu, ne dolaplar çevrildi,zaten herkes iyi biliyor.<strong>Azınlıkça</strong> 27


Evren Dedeevrendede@gmail.com28 <strong>Azınlıkça</strong>Batı Trakya’da 150’likler -IV3. Aziz Nuri150’likler listesinde 40’ıncı sırada yer alan Bursa valivekil-i esbakı Aziz Nuri, mezarı Filibe’de bulunan veAnadolu’nun birçok ilinde hizmet vermiş olan bilim veidare adamlarından Yeşil Sinan Kadı soyundan KazaskerYeşilli Nuri Molla Beyin oğludur.İttihatçıların iktidara geçmesiyle birlikte yurt dışınasürgün edilmiştir. Sürgün yıllarını Mısır’da geçirmiştir.Memleketine döndüğünde, Bursa’da,Hürriyet ve İtilaf partisinin il başkanlığınıyapan, 1920 yılında ise bir süreliğineBursa valiliğine vekalet eden AzizNuri, millî mücadele döneminde Ankarahükümetini değil, İstanbul hükümetinidestekledi. Ankara hükümetincetutuklandı; önce Kütahya’ya, sonraUşak’a sürüldü. Sürgün sırasında firarederek tekrar Bursa’ya döndü ve VilayetMuhacirin Müdürlüğü görevindebulundu. Bu görevini yürütürken birdönem Bursa valiliğine de vekalet etti.Bu yüzden listede “Bursa vali vekil-i esbakı”şeklinde yer almıştır.Batı Trakya’ya geldiğinde Gümülcine’ye (Komotini)yerleşti. 1926 yılında Adalet adında bir gazete çıkardı.Gazeteyi ancak 6 sayı çıkarabildi. Venizelos’unAnkara’yla yaptığı anlaşma neticesinde 150’liklerin BatıTrakya’yı terk etmesi talep edildiğinde Atina’ya yerleşti.Dönemin Türk İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından28 Mayıs 1936 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na veMilli İstihbarat Teşkilatı’na (Milli Emniyet Hizmetleri)yazdığı belgede Aziz Nuri şu sözlerle anlatılmaktadır:150’lik Aziz Nuri hakkındaGenelkurmay Başkanlığı’na ve Milli İstihbarat TeşkilatıBaşkanlığı’na,İçişleri Bakanı (Dahiliye Vekili) Şükrü Kaya.28/5/1936 tarihli 5931 numaralı yazı:13/4/936 ve 4283 sayıya ektir:1- Bursa eski vali vekili 150’liklerden Aziz Nuri’nin,Yunan Kralı’na bir dilekçe sunarak Yunan Ordusu’nunmillî mücadelede kendisinden aldığı iki at arabasınıntazminini istediği ve merkumun (yukarıda adı geçenkimsenin e.d.) bahsettiği arabaların Bursa Belediyesi’neait olduğunun anlaşılması üzerine dileğinin reddedildiğive halen oğlu ile beraber Kokina’da oturan bu adamınGümülcine’ye nakl-i mekân edeceğine dair bir istek izhareylemediği, Atina-Pire Başkonsolosluğu’muzdan bildirilmiştir.Arzederim.” (Belge no: 5 - Sayfa no: 18)4. Eskişehirli Sefer HocaEskişehirli Sefer Hoca 150’likler listesinde 76’ncısırada yer alıyor. İzmir’de yapılan meşhur ÇerkezKongresi’ne murahhas olarak katıldığıiçin 150’likler listesine sokuldu.Batı Trakya, İskeçe’ye (Xanthi)yerleşen Sefer Hoca anlaşılacağı üzereÇerkez kökenlidir. Batı Trakya’da kaldığıdönem boyunca İnhanlı-Öksüzlü(Orfano-Evlalo) sakinlerinden olanSafer Hoca, bu dönemde azınlık ilkokulundaöğretmenlik görevinde bulunmuştur.Yunan devletinin kararı doğrultusunda1931 yılı Şubat ayında Batı Trakya’yıterketmek zorunda kalan Safer HocaAtina’ya yerleşmiş ve 1935 yılında Atinaköylerinde kızını almak isteyen birisi tarafındanöldürüldüğü söylenmiştir.5. Namık Bey (Namın Bey)150’likler listesinde 90’ıncı sırada yer alıyor. Osmanlıdöneminde İstanbul’da emniyet müdürlüğünde görevyapan Namık Bey de, Batı Trakya’ya yerleşenlerden.İskeçe’de ve Evros’a bağlı Orestiada’da (Kumçiftlik) azınlıkilkokullarında öğretmenlik yaptı. 1931’de yurtdışınaçıkarılmaları kararı alındığında Suriye’ye gitti. Suriye’yegidişinde Yunan devletinden 6.250 drahmi yol harcırahıaldı.6. Nedim Bey150’likler listesinde 91’inci sırada yer alıyor. Osmanlıdöneminde İstanbul’da Şişli komiserliği yaptı. Ailesiylebirlikte Batı Trakya’ya geldiğinde Gümülcine’ye (Komotini)yerleşti. Azınlık ilkokulunda öğretmenlik yaptı.Nedim Beyin erkek kardeşi Hafız Cemal,150’liklerden olmamasına rağmen, abisiyle birlikte BatıTrakya’ya gelmiş ve tıpkı abisi gibi Gümülcine’de azınlıkilkokulunda öğretmenlik yapmıştır.Devam edecek...


150’liklerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılması hakkında kanun maddesi(Resmi Cerîde, 608, 15 Haziran 1927, s.2632)<strong>Azınlıkça</strong> 29


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος ΔούδοςΣυγγραφέας και δικηγόροςαπό τη Θεσσαλονίκηg_doudos@yahoo.comΤΟ ΔΙΚΑΙΟ, Η ΔΙΨΑ ΚΑΙ Η ΟΡΓΗΠριν μια βδομάδα περίπου ένα νέο κύμα ταραχώναναστάτωσε το κέντρο της Αθήνας καιΟι Μουσουλμάνοιτου Νομού Έβρουαπό την άλλη μεριά,που είναι μειονοτικοίπολίτες της Ελλάδας κατάκύριο λόγο λόγω θρησκεύματος,δεν έχουν το δικαίωμανα στήσουν ένα σύλλογοπου θα ονομάζεται«μειονοτικός» γιατί έτσιέκτινε ένας δικαστήςτης Αλεξανδρούπολης!..προκάλεσε σοκ σχεδόν παντού στην Ελλάδα,αφού τα νέα και οι εικόνες, ολοζώντανες μπήκανστα καθιστικά μας και τάραξαν την χαύνωσήμας. Ένας αστυνομικός πήρε το ιερό Κοράνιοπου είχε στην κατοχή του Μουσουλμάνος οικονομικόςμετανάστης, το ξέσκισε και το πέταξεκάτω! Το νέο διαδόθηκε με ταχύτητα φωτός καιτα επακόλουθα γνωστά. Η αντίδραση Μουσουλμάνωντης Αθήνας για την αποκοτιά και την αχαρακτήριστηύβρη του αστυνομικού οργάνου θεωρήθηκεαπό πολλούς υπερβολική, από άλλουςεπικίνδυνη, ενώ δεν απουσίασαν κι εκείνοι πουαπαιτούσαν από τους οικονομικούς μετανάστεςπου είναι Μουσουλμάνοι να τα μαζέψουν και ναεπιστρέψουν από εκεί που ήρθαν αν δεν είναι ευχαριστημένοιαπό τις συνθήκες που επικρατούνστην Ελλάδα.Σημειώνουμε και δύο περιστατικά που κατάτη γνώμη μας έχουν ιδιαίτερη βαρύτητα: Ο χυδαίοςπροπηλακισμός από «καθαρούς» Έλληνεςτης περιοχής του Αγίου Παντελεήμονα Αχαρνώντου ιερέα της εκκλησίας π. Προκοπίου, που τονκατηγόρησαν σαν «κομμούνι» που διώχνει τουςΈλληνες και μαζεύει τους ξένους στην εκκλησίακαι του έδωσαν μιας εβδομάδας προθεσμία γιανα συμμορφωθεί με τις υποδείξεις του, δηλαδήνα παύσει να προσφέρει οποιαδήποτε βοήθειακαι συμπαράσταση σε οικονομικούς μετανάστες.Η δεύτερη ενέργεια ήταν η επίθεση «διανοουμένων»και «σκεπτόμενων» Νεοελλήνων στηνπλατεία του Αγίου Παντελεήμονα, κατά του δημοσιογράφουΓκασμέντ Καπλάνι, με αφορμή τηνπαρουσίαση βιβλίου του κατόπιν πρωτοβουλίαςκατοίκων της περιοχής που επιδιώκουν τη συνύπαρξηΕλλήνων κατοίκων με τους μετανάστες.Το Κοράνιο για τους Μουσουλμάνους είναιό,τι πιο ιερό υπάρχει, αφού πρόκειται για τηνγραπτή διατύπωση του Λόγου του Αλλάχ. Ίσως,πριν από μερικές δεκαετίες αν συνέβαινε παρόμοιοπεριστατικό λ.χ. στη Γερμανία με Έλληναμετανάστη και το ιερό Ευαγγέλιο, να είχε εκδηλωθείόμοιας έντασης αντίδραση. Σήμερα όμως,που οι Νεοέλληνες Χριστιανοί Ορθόδοξοι έχουνεπηρεασθεί αρκετά από το κοσμικό πνεύμα, ηπροσήλωση των πολλών στα θέσμια της Ορθό-30 <strong>Azınlıkça</strong>


δοξης Εκκλησίας και η φύλαξη των ιερών και τωνοσίων της πίστης έχει καταστεί συνώνυμο με τηνοπισθοδρομικότητα. Ένα μικρό παράδειγμα ιδιαίτεραεπίκαιρο μπορεί να πείσει τον καθένα. Η Κυριακήτης Πεντηκοστής είναι κορυφαία γιορτή τηςΕκκλησίας και σηματοδοτεί τη γενέθλια ημέρα της.Παρόλα αυτά καμιά απολύτως αμφισβήτηση τωναρχών της Ελλάδας, της Βουλγαρίας, της Ρουμανίας,χωρών με ορθόδοξο πληθυσμό κατά πλειοψηφίαστην απόφαση διενέργειας των ευρωεκλογώνστις 7 Ιουνίου <strong>2009</strong>, ημέρα της Πεντηκοστής….Οι Μουσουλμάνοι, που δεν είναι ορεσίβιοι τουΑφγανιστάν ή Βεδουΐνοι της αραβικής ερήμου,ούτε ταυτίζονται με τους φανατικούς Ταλιμπάν,δείχνουν αμείωτο σεβασμό στο ιερό Κοράνιο καιπροσπαθούν με συνέπεια να τηρούν όσα ζητά τοΙσλάμ από κάθε πιστό, έστω και αν είναι απόλυτασύγχρονοι άνθρωποι και χαίρονται τα αγαθά πουπροσφέρει στον καθένα μας ο 21ος αιώνας.Η Ελλάδα αποδείχθηκε για άλλη μια φορά πωςενώ στο Σύνταγμά της κατοχυρώνει πλήρως τηςελευθερία της πίστης και της λατρείας, όπως καιτην ελευθερία της συλλογικής δραστηριότητας(συνεταιρίζεσθαι) στην πράξη και οι δυο ελευθερίεςγια ορισμένους ανθρώπους που ζουν στον τόπομας δεν αναγνωρίζονται. Οι Μουσουλμάνοι τηςΑθήνας γεύονται τη στέρηση της απόλαυσης τουδικαιώματος της ελευθερίας της πίστης και της λατρείαςτους, όταν δεν έχουν ούτε ένα τζαμί στοιχειώδουςαξιοπρέπειας, ούτε ένα κοιμητήριο για ναεναποθέτουν τα σκηνώματα των αγαπημένων τουςπου εγκαταλείπουν τον μάταιο κόσμο.Οι Μουσουλμάνοι του Νομού Έβρου από τηνάλλη μεριά, που είναι μειονοτικοί πολίτες της Ελλάδαςκατά κύριο λόγο λόγω θρησκεύματος, δενέχουν το δικαίωμα να στήσουν ένα σύλλογο πουθα ονομάζεται «μειονοτικός» γιατί έτσι έκτινε έναςδικαστής της Αλεξανδρούπολης! Την ίδια στιγμή,που άλλος δικαστής στην Κομοτηνή έχει κρίνεινόμιμη τη δημιουργία συλλόγων που στην επωνυμίατους χρησιμοποιούν τη λέξη «μειονοτικός».Και αναρωτιέται ο καθένας και η καθεμιά που διαθέτεισκέψη και κρίση. Όταν το δίκαιο δεν ανθίζεισε τούτο τον τόπο ή ανθίζει επιλεκτικά, πόσηοργή μπορεί να φανεί από την πίκρα εκείνων πουνιώθουν αδικημένοι και ανασφαλείς σ’ ένα κράτοςπου όταν οφείλει να είναι παρόν απουσιάζει καιόταν χρειάζεται να δείξει διακριτικότητα συχνάμας ξεκουφαίνει;PASOK milletvekiliHristos Verelis istifa ettiPASOK Partisi milletvekili, eski Ulaştırma BakanıChristos Verelis, adının geçtiği rüşvet iddialarınedeniyle milletvekilliğinden istifa etti.PASOK iktidarı döneminde, 2000-20004 yıllarıarasında ulaştırma bakanlığı görevinde bulunanVerelis’in, Almanya’da ağır vasıta üreticisi MANşirketinde patlak veren rüşvet skandalı sonrasındaharekete geçen Atina Asliye Hukuk Savcılığı’nınaraştırma başlatılması kararıyla birlikte, istifasınısundu.Verelis’in bakanlık görevi sırasında MAN’dançok sayıda troleybüs alındığı belirtilirken, eskibakan açıklamasında, “Ortada bir takım iddialarolduğunu ve bazı çevrelerin Avrupa Parlamertosuseçimleri öncesinde olumsuz bir ortam yaratmayaçalıştıklarını” söyledi.Verelis, sözkonusu troleybüs alımı ile kendisininbir bağlantısının olmadığını, kaydederek, konuylailgili araştırmaların bir an önce sonuç getirmesiniümit ettiğini, belirtti.Verelis, “Bir kez daha vurgulamak isterim ki, istifamınnedeni araştırmaların hız kazanmasını sağlamaktır”dedi.Eski Ulaştırma Bakanı’ının istifası ParlamentoBaşkanı Dimitri Siufas tarafından kabul edildi.Verelis’in yerine ise Andreas Makripidis’in geldiğiaçıklandı.<strong>Azınlıkça</strong> 31


Həkim Hasan Ahmet’in şər kitabı, MüstəqilAzərbaycan Respublikası’nda nâm səlacak!Şərlerindaki məhəbbət lirikası vegorkemlı motivlər özünü göstərıncə,Qərbi Trakya’nın xüsusi şairi həkimHasan Ahmet’in şər kitabı, MüstəqilAzərbaycan Respublikası’nda nəşredildi. Artıq 8 milyon 265 min nəfərolan əhalinin tüm balalarıtərəfından da Hasan Ahmet’inşər kitabı okunacak.Həkim Hasan Ahmet’in ilhamlı ürəyinin çırpıntılarınıkağıza köçürdügü şərləri Azəricə’yə tərcüməədildi. Şərlerindaki məhəbbət lirikası ve gorkemlımotivlər özünü göstərıncə, Qərbi Trakya’nın xüsusişairi həkim Hasan Ahmet’in şər kitabı, MüstəqilAzərbaycan Respublikası’nda nəşr edildi. Artıq,Azərbaycan Respublikasının Prezidenti olup SilahlıQüvvələrin da Ali Baş Komandanı olan İlham Əliyevolmaq üzrə dövlət hüquqlulari və 8 milyon 265 minnəfər olan əhalinin tüm balaları tərəfından da HasanAhmet’in şər kitabı okunacak və Qərbi Trəkyaədəbiyyatı Azərbaycan’da da nâm salacak.Həkim Xasan AxmetArtıq Azəri balaları, Qərbi Trəkya’nın xüsusi şairiHasan Axmet’in şər kitabı haqqında belə diyecekler:“Xasan Axmed şərlerində öyləsina fəryad çəkir ki,zəmanasinda, dövrünün ihtiyar sahiblerini kütleninbaşı üzerinde fırlanan deyirman daşı hesab edirdiğinibildirir.Xasan Axmed, Qərbi Trəkya’da qanadsız quşdur,pərvazlanir uça bilmir, ürəyi o qədər kədərlidir ki, heçgül seyri ilə də açılmir.Həyata açıq gözlə baxan, bütün ziddiyyətlərinmənasını dərk edən Xasan Axmed, ‘Azatlıq Çırpıntıları’adlandırdığı şər kitabı həyatın yükünü ürəyindədaşıyır. Lakin o, bu yükün ağırlığından nə inləyir, nədə səssiz-səmirsiz başını aşağı salıb susur.Biz Azerbaycan balaları Xasan Axmed’inşərlərində feodal cəmiyyətinin ziddiyyətlərini görürvə bunlara qarşı şairin həssaslığının şahidi oluruq.”32 <strong>Azınlıkça</strong>


PervasızMarkA Paşa“Azadlıq Şıpırtıları” şapalaq kimi partladıHasan Ahmedi’min “Azadlıq Şıpırtıları”ndəki (12 noyabr2008) şərleri üzərinə qeydlərime bir lətifə ilə başlamaqistəyirəm.“Her Daim Muhalefet” ismini “Azadlıq Şıpırtıları” deyətərcümə eləmək və oxucuların gözünə üfürmək filan-fəsman…bu damdabaca cümlə nədir axı?İstərsəniz söyləyim. Söhbət funksionallıqdan gedirsə, bəli,Her Daim Muhalefet” ismini Azərbaycan türkcəsinə “AzadlıqŞıpırtıları” deyə uyğunlaşdırılması hadisəsi funksional sayılabilər, bu heç olmasa bir Qərbi Trəkya türk şairini praktik olaraqAzərbaycan dilinə, xalqına və ədəbiyyatına qazandırmaqdeməkdir..Bu nöqteyi-nəzərdən, öz xidmətimi şişirtmək üçün demirəm,misilsiz ədəbiyyat hadisəsidir, Azərbaycan- Qərbi Trəkya ədəbiəlaqələri açısından özünə görə bir məna daşıyır…Lakin, burada oturub Qərbi Trəkya ədəbiyyatının kölgələriilə oynamaq, adlar çəkərək müəllimi-danalıq etmək, uzaq başıbir məqalə və beş-üç şer dərc etmək, bax bu əsla funksional deyil,praktik əhəmiyətdən məhrumdur, həmin müəlliflərin QərbiTrəkya ədəbi əlaqələrini öz inhisarlarında tutmaq istəyininməhsuludur.Həmişə demişəm, ədəbiyyat xoşməramlı bir yarışmadır; yazıçılar,şairlər arasında “kim daha yaxşısını yazar” deyərcəsinəbir inadkarlıq hökm sürməkdədir.Cəmi bir-iki şərini oxuduğum, hər zaman yazıçılıq adına iddialıgördüyüm gənc yazıçı həkimim Hasanım Ahmet’imin qeyriadibir kitab yazaraq müasir Qərbi Trəkya nəsrinin ön sıralarındayer tutacağını, ədəbiyyat cığırlarından magistrala uzanan yoldaböyük sürət qazanacağını tək mən deyil, kimsə gözləmirdi.İllərdən bəri ədəbi prosesdə çarpaz cığırlar salan “HerDaim Muhalefet” sanki öz milli qəlibini axtarmaqdaydı, bütünnəsillərdən olan yazıçılarımız bu qeyri-adi, hələ tam tərifiverilməmiş estetik cərəyanın bizim ədəbiyyatımızdakı ifadəformasını tapmaqdan ötrü külüng çalmaqda, gecələrini gündüzetməkdəydi, sən demə böyüklük sadəlikdəymiş və yeniədəbiyyatın canı illərlə toplanmış təcrübə yükünü qəbuletməyirmiş, məgərsə “dünənki həkim” qocaman ədiblərin qarşısınaqoz qoymağı bacararmış.Həkimim Hasanım Ahmet’imin ilk kitabı ənənəvi QərbiTrəkya ədəbiyyatına tutarlı bir şapalaqdır, formasından tutmuşməzmununa qədər etiraz ifadə etməkdədir, bir üsyandır,yalnız üsyankar gəncliyin başa düşəcəyi janrdadır, şübhəsiz,ədəbiyyatımızın Hadisə’sidir.Fəqət xalis demaqogiyadır Həkimim Hasanım Ahmet’iminəsərlərinin kitab mağazasında satıldigi... Azərbaycana gettimbaxtım. Ahmet’imin əsərlərinin kitab mağazasında yox idir.İndi.. axı hardan biləcəyik, kim gətirdi Həkimim HasanımAhmetimin “Azadlıq Şıpırtıları” şərlerini Azərbaycana?...əsərləri hansı kitab mağazasında satılır, harada, saat nəçədə?...İstər-istəməz adamın dili dolaşır...Fəqət, xəta oldu dəyəsən olur…İndi son 40 ildə ilk dəfə (ən son 1961-ci ildə NazimHikmətin şər kitabı Bakıda dərc olunub) bir türk şairinin şer kitabıAzərbaycan türkcəsinə uyğunlaşdırılaraq dərc edildi… bukimlərinsə kürkünə birə saldı..Birisinin bostanınamı girdik nədir, daşlanmağa başladıq.“Her Daim Muhalefet”in Azərbaycan türkcəsinə uyğunlaşdırılaraq“Azadlıq Şıpırtıları” dərc olunmasını həzm ədə bilməyəndostlarımız bənzəri bəhanələrə baş vururlar.Belə bir deyim var; hər şerin iki şairi vardır: şair və oxucu.Görünür, hər hansı bir ədəbi əsər özünün gözəllik ifadəsini oxucununqəlbində oyandırdığı heyranlıq və rəğbət hissi ilə qazanır.Ədəbiyyat sənətinin yarandığı qədim çağlardan başlayaraqyazıçı və oxucu arasında bağlanmış bu yazılmamış sözləşmə,əvvəlkindən daha mükəmməl yeni yaranan əsərlə hər dəfətəzələnir və cilalanır.. bu mənada söz sənəti sürəkli inkişafprosesindədir.Nə üçün Həkimim Hasanım Ahmetimin “ Azadlıq Şıpırtıları”adlı şər kitabını ön sözlə başladım?..Şübhəsiz ona görə ki, Azərbaycan şəri tamamilə yeni mərhələsayıla biləcək bu əsər özünün bütün realitəsi, romantikası və neqativistəyilimləriylə başdan ayağa şeriyyətlə doludur, təkrarsızbir poeziya nümunəsidir…Hasanım Ahmetimin Qərbi Trəkyadaki “RespublikaQəzəti”ndəki şərleri simvolik paralellərə yol açaraq, bir-birəzalarını itirən sevginin ümumiləşdirilmiş obrazını meydanagətirir…Qərbi Trəkyadaki hər kəs bilsən!...Hər hansı bir ədəbi əsərdə Hasanım Ahmetimin şərsəl tərzımütləqa olmalıdır... olmazsa o əsərin yaşamaq pasportu olmayacaqinancındayam...Yazıları şərsəlləşdirən, oxucu ilə yazıçı arasında ildırım çaxışıbir naxış işləyən, insana hər şerin iki şairi vardır dedirdənhəmin o bir cümlə, Hasanım Ahmetimin söylədiyi “Her daimmuhalefet” cümləsidir...Buna şübhə etmirəm...Hasanım Ahmedim qibi bir yazıçımızın varlığına sevindim.Hər kəsin bu əsəri... “Azadlıq Şıpırtıları”nı oxumasını tövsiyyəedirəm.Xülasəyi-kəlam.Mərka Paşa<strong>Azınlıkça</strong> 33


Ahmet Mete ipin ucunu kaçırıyor!Duruşundan ‘Doğu Despotizmi’ kokan A. Mete’ninkonuşurken kırdığı cevizler artık bini aştı.İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete, 14 Mayıs tarihliYeni Mesaj gazetesine verdiği demecinde yine sünnetsizhocalardan bahsetti!..Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organizasyonluğundaİstanbul’da düzenlenen 7. Avrasya İslam Şurası’nakatılan Ahmet Mete, Yeni Mesaj gazetesine konuştu. AhmetMete, Yunan devletinin Batı Trakya’daki imamlarınmaaşlarını ödeyerek camileri ele geçirmek istediğini vebunun sonucunda da sünnetsiz hocaların imamlık yapacağınısöyledi...Ahmet Mete’nin gazeteye yaptığı açıklamalardan bazılarışu şekilde:“…Yunan devleti Batı Trakya’da imamların maaşlarınıödeyerek, camileri elde etmek istiyorlar. Bununsonucu sakallı ama sünnetsiz hocalardır!..”“…İleride Kuran-ı Kerim’i öğrenen, İslam’ı bilen,hoca kisvesi altında sakallı ama sünnetsiz papazlarortaya çıkabilir. Böyleleri devlet memuru olunca,karşı da çıkamazsınız. Neticede Türkiye’de papaz istediğiniyapıyor, Batı Trakya’da da Yunan bize istediğiniyapıyor!..”“…Batı Trakya’da şimdiye kadar bir imam-hatiplisesi açılmasına izin verilmediğine işaret eden İskeçeMüftüsü Ahmet Mete ‘Heybeliada Ruhban Okulu’nunaçılması için çırpınanlara duyurulur’ dedi...”*Ahmet Mete sünnet konusunda Şahin köyündeyapılan hatim töreninde de benzer bir açıklama yaptı.Mete’nin Şahin’de yaptığı açıklamalardan bazıları şu şekilde:“...Kardeşlerim, yarın öbürgün sakallı bir sünnnetsizimam gelirse buraya kendisi Yorgo ama adamKuran okumak biliyor, devlet bu kişiyi buraya memurolarak koymuş, sen de bu imamlar yasasına uya-34 <strong>Azınlıkça</strong>


ak kabul ettiysen yapılacak bir şey yok. Adam Allahüekber diyecek ve namaz kılacak ama gönlünden İsaAleyhisselam’a dua edecek sen de diyeceksin ki, buadam beni cennete götürecek.”*Ahmet Mete, 2008 yılında Balıkesir’de katıldığı birkonferansta Batı Trakya’daki sorunları anlatırken de ipinucunu kaçırmış ve şöyle demişti:“Batı Trakya’da kalmayan, bizim başımızda duransarığın manası nedir? Batı Trakya’nın bayrak rengiyeşil, siyah ve beyazdır. Bizim başımızda bunun rengiyok ama bizim gönlümüzün bayrak rengi vardır.Bizim başımızdaki sarık şeriatın çağrıştırdığı sarıkdeğildir. Evet, peygamberimizin sünnetidir, bunubaşımızın üstünde tutuyoruz. Ama Yunan milletinede Batı Trakya Müslüman Türkü’nün şiarıdır diyekafamızda taşıyoruz. Yani, hocalarımızın başlarındataşıdığı sarıklar Müslümanlığın ve Türklüğün ifadesi,kırmızı-beyazın ifadesidir.”*Yine Ahmet Mete’nin imam kadrosunda görevli olanve öğrencilere Kur’an kursu veren bazı ilahiyatçılarınköşe yazarlığı yaptığı Millet gazetesinde çıkan 30 Nisantarihli bir haberde, insanoğlunu kurtarmak için Türkırkından olan 24 adet peygamberin dünyaya gönderildiğinden,hem de bu Türk peygamberlerin adları bileverilerek İskeçe Türkleri aydınlatılmıştı!.. Yazıdaki ilgilibölümler şu şekildeydi:İskeçeli olan veya Batı Trakya Pomak Türklerindenolanı hiç yok mu? Acaba bu Türk peygamberler sünnetliymişmi?..”Kıssadan hisse 1A. Mete, bu kadar aşırı “kafatasçılık” yaparak Yunandevletinin kendisini İskeçe’nin resmî müftüsü olarak tanımasınıve İskeçe’de İslam dinini temsil etmek istiyorsaişi gerçekten zor!.. Çünkü duruşundan ‘Doğu Despotizmi’kokan Mete’nin konuşurken kırdığı cevizler sayesindebu hiç olmayacak gibi gözüküyor...*Kıssadan hisse 2Millet gazetesindeki bahsekonu yazıda, isimleri zikredilen24 tane Türk Peygamber iddiası dışında, bir deHz. Zülkarneyn’in (as) Türk olduğu, hatta ve hatta Oğuzkağan olduğu! iddiası ortaya atılıyor.Hatırladığımız kadarıyla, Yunan Pomakları da Zülkarneynpeygamberin Büyük İskender olduğunu iddia ediyorlardı,şimdi buna karşılık Türk Pomakları da Zülkarneyn’in OğuzKağan olduğunu iddia etmişler!Aynı kanı taşıyan, aynı köyde oturan, aynı tepkilerive karakteristik özellikleri taşıyan bu birbirine taban tabanazıt iki fraksiyon, son tahlilde Pomak olduklarındandolayı olsa gerek, “ister biz Türküz”, ister “biz Yunanız”desinler, birbirlerine ne kadar da benziyorlar!Fakat gülünç olan, hiç değilse Hz.Zülkarneyn’de anlaşmış olmaları... Bizdensöylemesi, seneye hatimlerin yanısırael ele verip İskeçe’de ZülkarneynPeygamber’le ilgili bir konferans düzenlesinler.Zülkarney’in Türk mü yoksa Yunanmı olduğunu tespit edemeseler bile, hiçdeğilse Pomak olduğu konusunda belkianlaşacaklardır..*Ahmet Mete’nin 14 Mayıs tarihli YeniMesaj’daki açıklamalarının tamamını aşağıdakilinkten okuyabilirsiniz.http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=9004171&tarih=<strong>2009</strong>-05-14İskeçe S. Müftüsü Ahmet Mete’ye sormak lazım,“Acaba bu 24 adet Türk kökenli peygamber arasında<strong>Azınlıkça</strong> 35


PervasızMarkA PaşaRerere Rarara... Ahmet Metem çok yaşa!Ahmet Mete, 2008 yılın Mart ayında Balıkesir’de katıldığıbir konferansta Batı Trakya’daki sorunları anlatırkenşöyle deyiverir:“Batı Trakya’da kalmayan, bizim başımızda duransarığın manası nedir? Batı Trakya’nın bayrak rengi yeşil,siyah ve beyazdır. Bizim başımızda bunun rengi yok amabizim gönlümüzün bayrak rengi vardır. Bizim başımızdakisarık şeriatın çağrıştırdığı sarık değildir. Evet, peygamberimizinsünnetidir, bunu başımızın üstünde tutuyoruz. AmaYunan milletine de Batı Trakya Müslüman Türkü’nün şiarıdırdiye kafamızda taşıyoruz. Yani, hocalarımızın başlarındataşıdığı sarıklar Müslümanlığın ve Türklüğün ifadesi,kırmızı-beyazın ifadesidir.”Yaver: Paşam, Ahmet Mete’nin başında duran sarığınmanası nedir?MarkA Paşa: Seni gidi seni yaverim yaverdanım!..Şimdi anlıyorum neden muzip muzip gülüyorsun. Maksadınbana oyun yapmak senin.. ama karnındaki hırıltılardanbelli düzenbazlık ettiğin.. Aklınca bana Ahmet MetemYassıörenzâdemi tenkit ettireceksin de.. sonra tutup bunlarıneşredeceksin...Yaver: Yok Paşam yok.. Vallahi öyle bir şey yok.. BiliyorsunuzAhmet Mete’nin başında duran sarığı için BatıTrakya’nın bayrak rengi olan yeşil, siyah ve beyaz olarakdediğini...MarkA Paşa: Anlaşılan sen çok eskilerde kalmışsın..bir sene evvel Tasvir-i Gündemi okumuşsun da, işin aslınışimdi anlamışsın sen yaverim yaverdanım.. Lakin.. şu seninkıt aklına şimdi geldi diye na’palım canım?. Bak ben negüzel nane kaynattım.. içtim.. Zaten bir parça ekmek yoğurtyemiştim.. Sırası mı şimdi!..Ne ise.. ağza gelen herşeyi yazmak hüner değildir. Bakmasen Ahmet Metem Yassıörenzâdemin başındaki sarığayeşil, siyah ve beyaz dediğine.. Hem müdafaa-i nefse muktedirolmayan birine tecavüz doğru değildir.. Ahmet MetemYassıörenzâdemin çenesi düşüktür çenesi.. Aklına her geldiğindeyelleniyor işte.. Yani aklına gelen herşeyi, her yerdeyelledikçe de hüner yaptığını sanıyor.. Hiç sarığın rengiyeşil, siyah, beyaz olur mu canım!.. Nedir yani.. dinimizinmukaddes sarığı takım forması mı?..Yaver: Ya hocam!.. Ben de onu anlamadım zaten. SizceAhmet Mete başında duran sarığına Batı Trakya’nın bayrakrengi olan yeşil, siyah ve beyaz olarak derken, hangi ülkeninbayrak renginden bahsetti?MarkA Paşa: Yahu yaverim yaverdanım.. Bak ben negüzel nane kaynattım diyorum.. içtim, diyorum.. Zaten birparça ekmek yoğurt yemiştim..diyorum.. Sen illâ sır doluküpün şu kilitli ağzını açmamı istiyorsun...Bak şimdi.. Garbi Trakya bugün Yunanistan’ındır yaverimyaverdanım... Yunan bayrağı da mavi beyazdır..Şu bizim Sadrazam kılıklı Ahmet MetemYassıörenzâdemmoskof tâbirini el âlem için kullanmayı pek sever.. amma velâkin esas kendi moskofluk eder...Bu şimdi tutmuş.. Fiii zamanında burada kurulan GarbiTrakya Cumhuriyeti’nin, siyah, yeşil ve beyaz renklerdekibayrağını.. kafasına sarık diye bağlamış.. onu söylüyor.. Anladınmı şimdi?Yaver: İyi ama Paşam, Ahmet Mete’nin kafasındaki sarıkzaten yeşil, siyah ve beyaz değil ki?MarkA Paşa: Berhudar olasın yaverim yaverdanım.Tam zekâ küpüsün.. hemen de anlamışsın bunu.. Yahuadam ne diyor?.. Yani kafasında duran sarığın manasınınBatı Trakya Cumhuriyeti’nin bayrak rengi olan yeşil, siyahve beyaz olduğunu söylüyor. Lakin, diyor.. başımda artık burenkler yok diyor.. Ama, diyor.. gönlümün bayrak rengi varsarığımda, diyor.. Hem benim başımdaki sarık, şeriatın çağrıştırdığısarık değildir, diyor.. Evet, diyor.. Peygamberinsünnetidir bu, diyor.. Ama ben kırmızı beyaz Türk bayrağınıesas kafamda taşıyorum, diyor.. Yani Yunan milletinede.. diyor.. Batı Trakya Müslüman Türkünün şiarıdır diyekafamda taşıyorum diyor.. Yani diyor.. başlarında taşıdıklarısarık diyor.. kırmızı-beyazın.. diyor.. ifadesidir diyor..Yaver: Yani Paşam???MarkA PaşA: Bak şimdi yaverim yaverdanım.. Zahirenbu iş pek karışıktır.. Bendeniz bile zor idrak etmişimdirbu işin arkasındaki asıl hikmeti.. İmdi.. Ahmet MetemYassıörenzâdem.. evde Garbi Trakya Cumhuriyeti bayrağını,sokakta ise Türkiye bayrağını başına sarık diye sarmaktadır…Suudi Arabistan’dan hacılıktan döndüğünde ise sarıkırmızı bayrağı sarık yapmaktadır...Yaver: Peki Hacca gidenlerin sarığı neden sarı kırmızıPaşam?.. Yani onlar hangi ülkenin bayrağını sarmışlar kafalarına?MarkA Paşa: Anlaşılan bu işi biz bir türlü hitama erdiremeyeceğizyaverim yaverdanım... Üstelik senin gözünegeceleri uyku da girmeyecek şimdi.. En iyisi kafasındamemleketlerin bayraklarını sarık yapan Ahmet MetemYassıörenzâdeme soralım hacca gidenlerin sarığını.. Mamafihzaten bendeniz de merak etmiyor değilim.. sarı kırmızırenlerdeki sarığın hangi memleketin bayrağı olduğunu…MarkA Paşa mırıldanmaya başlar, Re-re-re Ra-ra-ra...*36 <strong>Azınlıkça</strong>


Ayın içindenİskeçe Vali Yardımcısı Yusuf Deli,Millet gazetesine cevap verdiİskeçe’de yayınlanan Millet adlı gazetenin 21 Mayıs tarihli,180’inci sayısının üçüncü sayfasında Cengiz Ömer’in kaleme almışolduğu “Şehitlerimizin kemiklerini sızlattılar” başlıklı yazı,beni bu açıklamayı yapmaya mecbur etmiştir...İskeçe Vali Yardımcısı Yusuf Deli,İskeçe’de yayımlanan Millet gazetesininşahsına yönelik yanlı ve yanlışyayınlarına cevap olarak bir basınaçıklaması yayınladı.AÇIKLAMAİskeçe’de yayınlanan Millet adlıgazetenin 21 Mayıs tarihli, 180’incisayısının üçüncü sayfasında CengizÖmer’in kaleme almış olduğu “Şehitlerimizinkemiklerini sızlattılar”başlıklı yazı, beni bu açıklamayı yapmayamecbur etmiştir.Millet gazetesinde yayınlananhaber-yorumda Yassıören’deki şehitlerianma toplantısından yola çıkılarak,bana ve bazı Türk azınlık mensubuİskeçeli ileri gelenlere çirkincesaldırıda bulunuluyor. Bu saldırılarınve ithamların tümünü reddettiğimive bu satırları yazanlara iade ettiğimisöylemem gerekir.Ben, İskeçe Vali Yardımcı YusufDeli olarak, dinimize ve milliyetimizesaygısızlık yapılan yerde yokumve bundan sonra da olmayacağım.Millet gazetesinin daha önce de aynışekilde ve aynı suçlamalarla şahsımayaptığı saldırılar olduğu için, sonolay da benim için sürpriz değildir.Bu gazetedeki kişilerin banakarşı olan tavrı değişmemiştir. Bunedenle şahsıma ve bazı azınlık ilerigelenlerine karşı çamur atmalarıbizi şaşırtmamaktadır.Millet gazetesi yazısında Yas-sıören’deki anma törenine İskeçeMetropolitini neredeyse bizim davetettiğimiz yazılmıştır. Hatırlatmakgerekir ki, o tören bugüne kadar olduğugibi bu yıl da ordu tarafındandüzenlenmektedir. Törene katılanlarıda onlar davet etmektedir. Eğero törene papaz geldiyse, onu orayaçağıran veya davet eden biz değiliz.Fakat Millet gazetesinin haberindetörene katıldığımız ve papazınarkasında saf tuttuğumuz yazılmaktave bizlere saldırmaktadırlar.Millet gazetesi ve herkes şunuçok iyi bilmelidir. Ben o törene hiçkimse için gitmedim. Sadece vesadece şehitlerimizi anmak için veonlara duyduğum saygıdan dolayıoraya gittim.Şahsıma ve bazı azınlık ileri gelenlerineyönelik Millet gazetesi tarafındanyürütülen karalama kampanyası,Faziletli İskeçe Müftümüz<strong>Sayı</strong>n Ahmet Mete’nin de alet edildiğiniüzüntüyle görmekteyim.Benim gerek bir işadamı, gerekseİskeçe Vali Yardımcısı ve il meclisüyesi olarak, Batı Trakya MüslümanTürk Azınlık kurum ve kuruluşlarınane kadar destek ve nasıl yardımcıolduğumu ve elimden gelen desteğinasıl verdiğimi herkes tarafından bilinmektedir.Bundan bir süre önce Şahin’dedüzenlenen benzer bir şehitlerimizianma törenine, atanmış müftüŞinikoğlu’nun katılmasını protestoetmek için törenden ayrılan MustafçovaBelediyesi yöneticilerineyapılan haksızlık ve baskılara nedengazetelerinde hiç yer vermedikleriniise çok merak ediyorum. Madem bukonulara yönelik çok hassastınız, buolaya neden hiç yer vermediniz?Bu saldırılarda bulunanlara birtavsiyem olacak. Ya işinizi doğru birşekilde yapın, ya da bu gazetecilikişini bırakın. Sevmediğiniz insanlarısuçlamak, onlar aleyhine asılsız haberyapmak, onlara çamur atmak veonları karalamak için gazete çıkarmakbüyük bir yanlıştır.Benzer saldırıların ve çamuratmaların devam etmesi halindemahkemelere başvuracağımı, tümhalkımıza ve bu gazetenin yetkilikişilerine duyurmak isterim.İskeçe Vali YardımcısıYusuf Deli<strong>Azınlıkça</strong> 37


ND ve PASOK partileri APadaylarını açıkladılarAvrupa Parlamentosu milletvekili seçimleri içinpartiler sonunda adaylarını açıkladılar.Nea Demokratia (ND) partisi, Avrupa Parlamentosumilletvekili seçimleri için hazırladığı adaylarıarasında 20. sırada Ahmet Rıdvan’ı aday olarakgösterdi. Pasok Partisi de Avrupa Parlamentosumilletvekili seçimleri için gösterdiği adaylar arasında16. sırada Sibel Mustafaoğlu’na yer verdi.Pasok listesinde yer bulan Sibel Mustafaoğlu,Rodop vali yardımcılığı görevini sürdürmekte.ND’nin adayı Ahmet Rıdvan ise öğretmen olarakgörev yapıyor. Her iki adayın da bulundukları sıradanAP milletvekili olabilmeleri çok zor.Tabelalarda Yunanca şartıGümülcine (Komotini) Belediyesi’nin isteğiüzerine, geçtiğimiz günlerde Rodop ili Esnaf ve Sanatkarlarodası üyelerine birer mektup göndererek2946/2001 sayılı kanun gereği yabancı dillerde yazılıolan tabelalarını değiştirmelerini dile getirdi.Mektupta, 2946/2001 sayılı kanun gereği mağazave dükkanların tabelalarının Yunanca olmasıgerektiği hatırlatılırken, başka dillerde ek bilgi veyazıların yer alabileceği de ifade ediliyor. Mağazasahiplerinin bu uygulamayı makul bir sürede hayatageçirmeleri talep edilen mektupta, kanunauymayanları, 587 ile 5.870 euro arası değişen cezalarınbeklediği belirtiliyor. Eurobank gibi dünyacatescillenmiş ticari markaların isimlerini Yunan alfabesikarakterleriyle yazma zorunluluğu olmadığıfakat onun yerine hangi alanda faaliyet gösterdiğinibelirten veya şirket hakkında bilgi veren bir Yunancakelime eklemek zorunda olduğu aktarılanmektupta, mesela Eurobank örneğinde, bankanıntabelasında “Τράπεζα Eurobank” yani “EurobankBankası” yazma zorunluluğu olduğu ifade ediliyor.Müftülerin yargı yetkisiniistemiyorlar...Yunanistan Baroları Genel Kurulu İskeçe’de1-3 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildi. GenelKurul’da pek çok konunun yanında müftülerin yargıyetkisi de gündeme getirildi. İskeçe Barosu’nunorganize ettiği genel kurulda alınan kararı aktaranİskeçe Barosu Başkanı Kostas Gounaris, müftülerinşer’i yetkilerinin Yunanistan ve Avrupa İnsan HaklarıSözleşmesi’ne aykırı olduğunu ve bu nedenlebarolar genel kurulunun, oybirliğiyle bu yetkilerinkaldırılmasını talep ettiğini belirtti.Müftülerin aynı zamanda yargıç olduklarını vebu durumun bir an önce sona ermesi gerektiğiniifade eden Gounaris, Yunanistan’ın bu konudahiçbir uluslararası anlaşmayla yükümlülük altınagirmediğini ve Yunanistan’ın iç hukukundaki birmesele olan müftülerin yargı yetkisi konusunun,yasada yapılacak bir değişikle kaldırılabileceğiniifade etti. Gounaris bunun için hükümetin iradegöstermesi gerektiğini belirtti.Türk Başbakan ve DışişleriBakanı Yunanistan’a geliyorElefteros Tipos gazetesi, Türkiye BaşbakanıRecep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı AhmetDavutoğlu’nun Haziran ayında farklı tarihlerdeYunanistan’ı ziyaret edeceklerini yazdı.Elefteros Tipos, Türk Başbakanın diplomatikkanallar aracılığıyla, yeni Akropolis Müzesi’nin 20Haziran’da yapılacak açılış törenine katılmak üzereAtina’yı ziyaret etme arzusunda bulunduğunu belirtti.Gazete, haberle ilgili yorumunda, ‘’Erdoğan’ın ziyaretinin,Başbakanı Kostas Karamanlis’in 2008 yılındaAnkara’ya yaptığı ziyarete karşılık anlamında olacağınıve Türk hükümetinin bu ziyaretle Türk-Yunan ilişkilerindekikuralları yeniden belirleyerek, son zamandaEge’de gözlenen gerginlik havasını ortadan kaldırmayıamaçladığını’’ ifade etti. Ahmet Davutoğlu’nun da,“olağanüstü bir gelişme olmaması halinde”, Kerkiraadasında 28-29 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecekAGİT Dışişleri Bakanları zirvesine katılmak üzereYunanistan’a geleceği kaydedildi.38 <strong>Azınlıkça</strong>


SİRİZA’danDilek HabipAP adayı olduSİRİZA Genel BaşkanıAleksis Tsipras, 7Haziran’da yapılacak AvrupaParlemento’su seçimleriiçin partisinin aday listesinintanıtımında yaptığıkonuşmada, “Avrupa Parlamentosuseçimlerinde budefa şimdiye kadar aldıkları oy oranından daha yüksekoy alacaklarından emin olduğunu” söyledi. SİRİZA’nınAvrupa Parlamentosu seçimleri için hazırladığı aday listesindesekizinci sırada Gümülcineli sosyolog Dilek Habipyer alıyor.“Türkçe Kitabımız”nihayet internetortamına aktarıldıYorgo Papanderuİskeçelilere seslendiPASOK partisi lideri Yorgo Papandreu, 7 Haziran’dagerçekleşecek Avrupa Parlamentosu milletvekili seçimlerinedeniyle, 20 Mayıs Çarşamba günü, İskeçe’de düzenlenenmitingde İskeçelilere seslendi. Papandreu’nunİskeçe’deki mitingine PASOK partisinin AP milletvekiliadayı olarak 16. sırada yer alan Sibel Mustafaoğlu da katıldı.Konuşmasında İskeçe’yi çok kültürlülüğün köprüsüolarak değerlendiren Papandreu, İskeçe’de Müslümanazınlığa mensup Romanların yaşadığı Drosero mahallesiörneğinde olduğu gibi gettoların artık Yunanistan’dabulunmaması gerektiğini belirtti. Papandreu, BatıTrakya’daki çokkültürlülüğün bölge için bir avantaj olduğunuda ifade ederek adalet ve demokrasinin işletildiğitoplumlarda insanların sınıfsal ayrımlara tutulmasınınkabul edilemez olduğunu belirtti.PASOK partisinde yer alan azınlık mensuplarındanduyduğu sözleri de konuşmasında aktaran Papandreu,azınlığın artık rahat nefes aldığını, PASOK partisindeeşit şekilde azınlığı temsil ettiklerini ve partili azınlıküyelerinin fikirlerine önem verdiğini dile getirdi.Türkçe Kitabımız artık internet ortamında. “MüslümanÇocukların Eğitimini Destekleme Programı”kapsamında, Aydın Bostancı, Dimos Yağcoğlu, EvrenDede, Herkül Millas, Koray Hasan ve Tuncay Balta tarafından2008 yılında hazırlanan Türkçe yardımcı derskitabı <strong>Azınlıkça</strong>’nın web sitesine yüklendi. Türkçe Kitabımız,Azınlık bireylerinin kendi başlarına hazırladığıyardımcı ders kitabı olması özelliğiyle önemli biraçılım olarak değerlendiriliyor.Türkçe Kitabımız’ın kendine özgü özelliklerindenbirisi de kitaptaki bütün yazarların azınlıktanolması. Ayrıca ders kitabında yer verilen bütün metinlerazınlık mensuplarının Türkçe yazdıkları eserlerdenalındı. Kitapta 48 yazar, şair ve aydın kişiyeyer veriliyor.Bununla birlikte Batı Trakya’da Türkçe yayımlanangazete ve dergilerin hemen hemen tümündenalınan haberler, yorumlar ve edebiyat metinleri içeriyor.Her derse azınlığın tarihi mirasıyla ilgili olanfotoğraflar da eşlik ediyor.Batı Trakya’nın edebiyatı, gazete ve dergi metinleriniiçeren Türkçe Kitabımız’ı <strong>Azınlıkça</strong> dergisininwww.azinlikca.net web sitesinden indirebilirsiniz.<strong>Azınlıkça</strong> 39


Şaka maka... Habipoğlu,Ölene kadar Başkan!11 Nisan <strong>2009</strong> tarihinde Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF), Almanya’nınGiessen kentinde gerçekleştirilen 16. Dönem Genel Kurulu’nda yapılan seçimlerle yeniyönetim kurulunu belirledi. 7. kez seçilen ve anlaşılan patrikler ve Batı Trakya müftülerigibi ölene kadar başkan olmayı kafasına takan Halit Habipoğlu yeniden başkanlığaatandı. Habipoğlu genel kurulda kendisini bir Batı Trakya sevdalısı olarak tanımladıktansonra elde ettiği başarıları dile getirdi. Habipoğlu, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve SosyalKonsey üyeliğine, ardından Avrupa Azınlıkları Federal Birliği’ne (FUEN), ardındanAvrupa Temel Haklar Platformu ve Avrupa Diyalog Forumu üyeliğine girdiğini belirterek2010 yılındaki yeni hedeflerinin ise NATO ve Çin’leittifak kurmak olduğunu belirtti. HabipoğluNATO’ya üye olabilmeleri için gerekliolan mühimmatla ilgili arayıştaolduklarını, Çin’le yapılacak ortaklıktaise HABİTAT kanalının revize edilerekkullanılacağını belirterek 2011 yılındaysaeski Sovyetler Birliği ülkeleriyle bir dizigörüşmeler gerçekleştireceklerini ve ABTTFçatısı altında yeni bir mega oluşumuntomurcuklanacağını anlattı. Habipoğlu, ölenekadar başkan kalacağını ifade ederek ABTTF’yigerekirse Mars ve Uranüs gezegenindeelde ettikleri bulgular sayesindedost uzaylılarla işbirliğine götüreceklerini,bu hedefi için ise önümüzdeki 10 dönemdaha başkan olması gerektiğini dile getirdi.Gecede Habipoğlu’na, Almanya’da yaşayan BatıTrakyalıların içler acısı durumu ve ABTTF’ninAlmanya’daki soydaşlar için eğitim ve diğerönemli sorunlar hakkında nedenhiçbir faaliyette bulunmadığı soruldu.Habipoğlu, ölene kadar mutlaka bir günAlmanya’daki soydaşlarla da ilgileneceğini,fakat şu andaki hedeflerininçok daha âlî ve ulvîolduğunu ifade etti...40 <strong>Azınlıkça</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!