24.08.2015 Views

TEMMUZ - ΙΟΥΛΙΟΣ 2009 Sayı 49 Fiyatı 3 € Azınlıkça 1

49 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

49 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>TEMMUZ</strong> - <strong>ΙΟΥΛΙΟΣ</strong> <strong>2009</strong><strong>Sayı</strong>: <strong>49</strong><strong>Fiyatı</strong>: 3 <strong>€</strong><strong>Azınlıkça</strong> 1


BU AY AZINLIKÇAAZINLIKÇABATI TRAKYAAYLIK HABERYORUM DERGİSİ<strong>TEMMUZ</strong> <strong>2009</strong>YIL:5 SAYI:<strong>49</strong>www.azinlikca.netwww.azinlikca.orgΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑΜΗΝΙΑΙΟΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ<strong>ΙΟΥΛΙΟΣ</strong> <strong>2009</strong>ΕΤΟΣ:Ε NO:<strong>49</strong>SAHİBİ-SORUMLUSUΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣ-ΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣEVREN DEDEGENEL KOORDİNATÖRΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣAYDIN BOSTANCIYAYIN YÖNETMENİΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣİBRAM ONSUNOĞLUBU SAYIDA YAZARLARAydın BostancıDimostenis YağcıoğluEvren DedeElçin MacarFatih NazifoğluΓιώργος ΔούδοςHakan MüminHatice SaliHerkül Millasİbram OnsunoğluADRESMarathonos Neoktista 3/A69100 Komotinie-mail: azinlikca@yahoo.comTel: +30 6947866196+30 69447<strong>49</strong>374Fax: +30 25310 29866ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣΙδιώτες. : 36 <strong>€</strong>Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 <strong>€</strong>Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 <strong>€</strong>Δήμοι: 98 <strong>€</strong>Euro Κοινότητες: 72 <strong>€</strong>Aydın BostancıÇağdaş Avrupaî Azınlık PolitikasıBütün bunlar güzel ve olumlugelişmeler. Fakat buncagelişmenin yanı sıraçözülmeyen sorunlarnelerdir bir de dönüp onlarabakmak gerekiyor. Eğitimintemelini oluşturan anaokullarıkonusu öylece duruyor. BakanEvripidis Stilyanidis bu konudaanaokullarına yardımcı “tercüman”eğitimcilerin istihdamedileceğini söylese de,bunun soruna çözümgetiremeyeceği herkesçe malum...4681012141618222628313838383939İçindekilerHerkül MillasDünya Azınlıkları, Birleşiniz!Agos’un ve <strong>Azınlıkça</strong>’nın yayınlarıbu gelişmelere örnektir. Biriİstanbul’da, ötekisi Gümülcine’deçıkan bu ‘azınlık’ yayınlarının yazıkadrosuna bakarsanız, ‘azınlığın’yeni kimliğini görürsünüz. Her ikiyanda da çoğunluk diye bilinen,ama insan haklarından yana olankimseler de yazmakta. Azınlıktanolanlar da artık kendi dar cemaatsınırlarının çok ötesindeki konularlailgileniyorlar. Genel toplumuilgilendiren gelişmelerde aktifaktör olma çabasındalar...<strong>Azınlıkça</strong><strong>49</strong>Evren DedeBırak azınlık isterse açsın,isterse kapatsın!..Azınlık oldun mu bir kere, birbaşka seversin kendi cemaatineait okulu öyle değil mi? Üstelik birgarip hancıdır azınlık okulları, varlıklarınısürdürmek için yolcuya,cemaate ihtiyaçları vardır. Sadececemaatin yeterli sayıda olmasıda yetmez son tahlilde. Azınlıkokullarına karşı devletin siyasîiradesi de özellikle önemlidir.İrade azınlık okullarının yok olmasıüzerine kurulmuşsa eğer, rahatedemezsiniz...Bırak azınlıkları ister kapatsın, ister açsın! Evren DedeÇağdaş Avrupaî Azınlık Politikası Aydın BostancıMustafa Kahramanyol İbram OnsunoğluDünya Azınlıkları, Birleşiniz! Herkül MillasSoydaş politikası nedir? Elçin Macar1999 ve Türk-Yunan İlişkileri: 10 Yıl Önce, 10 Yıl Sonra Dimostenis YağcıoğluSu, toprak ve bereket... Hakan MüminBatı Trakya ve Papaeftim Evren DedeBatı Trakya’da 150’likler -V Evren DedeSonumuz hayır olsun Hatice SaliΚΑΘΕ ΜΟΡΦΗ ΡΑΤΣΙΣΜΟΥ ΕΙΝΑΙ ΚΗΛΙΔΑ ΣΤΟΝ ΑΝΘΡΩΠΙΝΟ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟ! Γιώργος ΔούδοςRodop ili Türk Kadınlar Birliği davası usulsüz müracaattan dolayı sil baştan!Evripidis Stilyanidis 5 yıllık azınlıkpolitikasını değerlendirdi...Eski “Ötüken” taze “Birlik”, krize neden oldu!..Kabak sonunda “Olay Gazetesi”ne patladıÇetin Mandacı Meclis’te azınlık eğitimini gündeme getirdi.Yorgo Papandreou: Trakya Müslüman Azınlığı bizim iç meselemizdir!2 <strong>Azınlıkça</strong>AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣwww.azinlikca.net


Yerel basına itidal çağrısı!..Batı Trakya’da son dönemlerde bazı yerel azınlık basınıyla bazı çoğunluk basını arasında müthiş birağız dalaşı yaşanıyor. Hafta geçmiyor ki, yeni bir provokatif yazı veya haberle karşılaşmayalım.Bu konuda, hangi gazeteler olduğunu hepimizin çok iyi bildiği çoğunluk ve azınlık gazetelerinin, aynısertlikte birbirlerinin hassas noktalarına saldırması, bölgemiz açısından ciddi bir sorun.Çokkültürlü, çok etnisiteli bölgemizin bir arada yaşayabilme kültürünü zedeleyen, kamplaşmaları vekavgaları körükleyen bu tür yazı ve haberler maalesef tarafları tehlikeli noktalara doğru sürüklerken hiçbirfayda da sağlamamaktadır.<strong>Azınlıkça</strong> dergisi olarak, hem azınlık basınına, hem de çoğunluk basınına itidal çağrısı yapmak istiyoruz.Çünkü sorunların, hakaret ederek, küfrederek, aşağılayarak, tahrik ederek ve provoke ederek çözüleceğineinanmıyoruz. Çünkü azınlık haklarının it dalaşına girerek kazanılacağına inanmıyoruz. Tıpkıçoğunluk basınının it dalaşına girerek bölgenin refahına ve bir arada yaşayabilme kültürüne hiçbir katkısağlamadığı gibi…Unutulmamalı ki, bizler çoğunluk basının hepsinin aynı çizgide hareket etmediğini biliyoruz. Aynışekilde unutulmamalı ki, azınlık basını da hep birden aynı çizgide hareket etmemektedir. Etmiş olsaydı,zaten bölgede bu kadar çok gazete ve dergi çıkmazdı. Dolayısıyla her iki kesim de, kendi içerisindeki buprovokatör haberleri yazanların bölgenin barışçıl yaşamına dinamit yerleştirdiklerini görmeli ve huzurunsağlanması adına kendi içerisindeki bu aşırı uçların yazılarına inat diyaloga açık ve seviyeli yazılara ağırlıkvermelidir.Elbette bazı azınlık basınının provokatif haberlerinin çoğunluk kesimini rahatsız ettiğini biliyoruz.Ama aynı şekilde bazı çoğunluk basını da azınlık kesimini provokatif haberleriyle rahatsız etmektedir. İştebelki bu noktada yapılması gereken, bir tarafın diğer tarafa yaptığı densizliğe karşı, diğer tarafın da aynıdensizlikle cevap vermesi olmamalıdır.Hatırlatmak isteriz ki, bir azınlık gazetesi bütün azınlık adına konuştuğunu sansa bile sadece okurukadar, çapı ve cürmü kadar yer yakmaktadır. Çoğunluk adına konuştuğunu sanan çoğunluk basını için deaynısı geçerlidir. Dolayısıyla, taraflar düşüncelerini demokratik kurallar ve aklıselim bir ifade tarzıyla dilegetirmeyi tercih etmelidirler. Hakaret ederek, tahrik ederek, provoke ederek değil!..Burada bir başka önemli hususu da dile getirmek istiyoruz: Azınlığımızın kendi sorunları dağ gibiyığılmışken ve onların çözülmesi için uğraşmamız gerekirken, bizi direkt olarak ilgilendirmeyen başkatartışmaların içerisine girmemiz esasında hiç doğru bir davranış değildir. Azınlığı belki bağlamayan vehatta onun ötesinde belki de hiç ilgilendirmeyen tartışmaların içerisine sokmak bizlere asla fayda sağlamayacaktır.Unutmayalım! İstanbul’da yaşayan Rumlar, Yunanistan’ı veya Kıbrıs Rumlarını veya Pontusluları heryerde savunmak, onların tezlerini müdafaa etmek zorunda değildir. Çünkü İstanbul Rumları için birincilsırada önemli olan, İstanbul’daki yaşamları, vakıfları, okulları, ibadet yerleri, gazeteleri, kurumları yanikısacası kendi cemaatleridir. Bizim için de aynısı geçerlidir. Batı Trakya’da yeterli derecede sorun ve sıkıntımevcuttur ve bizler için birincil sırada kendi cemaatimizi ilgilendiren sorunlar yer almalıdır.Sorunlar diyalogla, dürüst, samimi ve dostça dile getirilirse bizimle aynı demokratik değerleri paylaşançoğunluk bireyleri mutlaka bir gün bize hak verecektir. Demokrasinin kuralları çerçevesinde ve terbiyelibir şekilde dile getirdikten ve bu anlayışla hareket ettikten sonra hangi fikri taşırsa taşısın yazılan haber veyorumların toplumlara fayda sağlayacağına dair inancımız sonsuzdur.editör<strong>Azınlıkça</strong> 3


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.comBırak azınlıkları ister kapatsın, ister açsın!Azınlık oldun mu bir kere, bir başka seversin kendicemaatine ait okulu, o soğuk beton yığınları, öyledeğil mi? Üstelik bir garip hancıdır azınlık okulları,varlıklarını sürdürmek için yolcuya, cemaate ihtiyaçlarıvardır. Sadece cemaatin yeterli sayıda olması dayetmez son tahlilde. Diğer okullarla eğitim seviyesiaçısından yarışması gerekir. Yani azınlık okulu, hemmükemmel bir eğitim vererek öğrencileri kendisineçekebilmeli, hem de cemaatin genç nüfusu yeterlioranda varlığını sürdürebilmelidir. Tabiî bütün bunlarınolması da yetmez; azınlık okullarına karşı devletinsiyasî iradesi özellikle önemlidir. İrade azınlıkokullarının yok olması üzerine kurulmuşsa eğer, rahatedemezsiniz, canınıza okurlar!..İlköğretim müfettişleri kanaat raporu hazırlayıpsunmuşlar. Baştan söyleyeyim, raporda okulunkapatılması talebi Lozan Antlaşması madde 40 gerekçegösterilerek reddediliyor! Müfettişler, LozanAntlaşması’nın 37’den 45’inci maddeye kadar azınlıklarınkorunması konularını kapsadığını belirtirken,“bu hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını vehiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmî işleminsöz konusu hükümlerden üstün sayılmamasınıyükümlenir” dendiğini yazmışlar.“Yani,” diyor müfettişler, “Lozan çerçevesindeazınlıklar için anlaşma ve güvence altına alınmışbir okul, kurucuları tarafından istenilse bile kapatılamaz!”İstanbul’daki Aya Tanaş, Aya Dimitri, Aya LefterRum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı yönetimkurulu, 24 Şubat <strong>2009</strong> tarihli toplantılarında,kendilerine bağlı özel Rum ilkokulunun 6 yıldan buyana öğrencisi olmadığı ve fiilen faaliyetine devamedemeyen aynı süre zarfında öğrenci kaydı olmadığıgibi, çevrede bulunan azınlık mensubu ailelerinyaşları ve sosyal durumlarına göre bundan sonra daöğrencisi olmayacağından dolayı, bahse konu ilkokulunkapatılmasını kararlaştırmış. Vakıf ilkokulunkapatılmasına ilişkin isteğini, 27 Şubat Cuma günüdevlet yetkililerine sunmuş.Bunun üzerine İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğüde, ilköğretim müfettişlerine bir inceleme raporuhazırlatmış, “durumu inceleyin, görüşünüzü bildirin”diyerek.Sırf rapordaki bu görüş bile ayrıca yorumlanmayadeğer aslında. Çünkü, o zaman neden RuhbanOkulu kapalı, diye soruyorsunuz kendi kendinize.Hani azınlıkları koruma ve güvence altına alan Lozançerçevesinde azınlığın kendisi talep etse bile okulkapatılamazdı?Raporun bir başka yerinde mütekabiliyet ilkesinegönderme yapılarak şöyle deniyor: “Lozan’daki 45.maddede ise; bu kesimdeki hükümlerle Türkiye’ninMüslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar,Yunanistan’ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslümanazınlığa tanınmıştır, denilmektedir. Böylecede, Lozan Antlaşması’nın 45’inci maddesinde özelöğretim kurumlarının durumu ve azınlık vakıflarıylailgili olarak yapılacak düzenlemelerde ‘mütekabiliyet’ilkesinin aranacağı ifade edilmektedir...”Müfettişler mütekabiliyet konusunu raporlarına4 <strong>Azınlıkça</strong>


eklerken gerçek sorunu vurgulamışlar tabiî. Çünküesas korku, Yunanistan’ın da, Batı Trakya’da azınlıkokullarını mütekabiliyet çerçevesinde kapatabileceğiendişesi.Belki bunu söylemekten dilimizde tüy bitti amabir kere daha tekrar edelim: Lozan’da ifade edilen“mütekabiliyet”ten kasıt, pozitif anlamdaki uygulamalardır.Eğer biri okul açarsa, diğer taraf da okulaçacaktır. Yoksa biri okul kapatırsa, öbürü de okulkapatacaktır şeklinde değil.Fakat maalesef hem Türkiye hem de Yunanistan,kendi vatandaşları olan azınlıklara karşı gayet iyi biramaçla Lozan’da kullanılan mütekabiliyet anlayışını,tam tersine mel’un bir anlayış çerçevesinde kullanmıştır.“Sen vakıf arazisini mi istimlak ettin, ben deburadakilerin vakıf arazisini istimlak ederim” şeklindekiçarpık zihniyetten bugüne kadar gerçekten çokçektik.Batı Trakya’da azınlık anaokulu yok. Azınlık anaokulutalebi uzun bir dönemdir dile getiriliyor. Fakatbu talep İstanbul’daki devlet zihniyetine benzerbir anlayışla çeşitli bürokratik engellere takılıp duruyor.Devletler kendi vatandaşlarından çekiniyor! Biriİstanbul’da okulun kapatılmasına izin vermezken,diğeri de Batı Trakya’da açılmasına izin vermiyor!..Oysa bal gibi azınlık anaokulunun da kurulabilmesigerekiyor. Ve azınlık ailelerine hangi okulu istiyorsa,devletse devlet anaokulu, özelse özel anaokulu, azınlıksaazınlık anaokulunu seçme serbestiyeti tanınmasıgerekiyor.İşte bu yüzden içimiz kanıyor ve haykırmak istiyoruz:Bırakın kendi vatandaşlarınız olan azınlık bireyleriistediğini yapabilsin; bırakın bir taraf yıllardıröğrencisi olmayan ve artık öğrenci gelmesi mümkünolmayan kendi ilkokullarını kapatabilsin; bırakın bubinaları başka amaçlarla kullanabilsinler. Ve tabiî bırakınBatı Trakya’dakiler de azınlık anaokulu açabilsin!Kendi vatandaşlarınızın önünü açın işte!Thomas Szasz, “Aptal insan ne affeder ne deunutur; saf insan affeder ve unutur, akıllı insan iseaffeder fakat unutmaz.” diyor.Belki ileride devletlerin biz azınlıklara karşı yaptığıbu yanlış uygulamaları affedeceğiz, yanlız unutacağımızıhiç sanmıyorum.Rodop ili Türk KadınlarBirliği davası ne oldu?AİHM’de azınlık derneklerinin lehine sonuçlanankararların ardından bahse konu derneklerinyetkili mahkemelere, AİHM kararları çerçevesinde,resmî olarak tanınmaları için müracaatlarını yaptıklarınıhepimiz biliyoruz. Yerel mahkemelere yapılanbaşvuruların sonuçları sırasıyla açıklanıyor. Şu anakadar sadece Evros’taki dernekler için olumsuz kararlaraçıklandı. Fakat sırada kararı açıklanmamış derneklerde var. Bunlardan bir tanesi Rodop ili TürkKadınlar Birliği. Bildiğimiz, Ocak <strong>2009</strong>’da derneğinyeniden resmî olarak tanınması amacıyla mahkemeyemüracaat ettiği. Doğal olarak başvurunun kabul edilipedilmediğinin ve kabul edildiyse sonucunun buzamana kadar açıklanmış olması gerekiyor.Bahse konu karar, 26 Haziran Cuma günü açıklandı.Mahkeme, dernek avukatı Orhan Hacıibram’ınyaptığı çok saçma bir hukukî usulsüzlükten dolayıRodop ili Türk Kadınlar Birliği’nin başvurusunu reddetti!Yunanistan’da, mahkemeye dilekçe sunacak, davayavekalet edecek, hukukî prosedürü sürdürecek veimzası kullanılacak avukatın, davanın açıldığı bölgedeavukatlık yapması isteniyor. Eğer avukat davanıngörüldüğü bölgeye bağlı değilse en azından davanıngörüldüğü bölge barosuna kayıtlı bir başka avukatında olması şart. Dolayısıyla Rodop ili Türk KadınlarBirliği’nin mahkemeye sunduğu dilekçeye RodopAvukatlar Barosu’na kayıtlı olan bir avukatın da imzaatması gerekiyordu.Rodop ili Türk Kadınlar Birliği avukatı OrhanHacıibram avukatlık mesleğinde yılların kurdu. Nasılbu hataya düştüyse artık, dilekçeyi mahkemeye sunarkenİskeçe ilinde avukatlık yaptığını ve son tahlildeİskeçe Barosu’na kayıtlı olduğunu unutuvermiş!Dolayısıyla Rodop ilinde yapılan müracaat dosyasındaİskeçe Barosu’na kayıtlı bir avukatın imzası bulunduğundanve dava Rodop ilinde görüldüğündendolayı müracaat reddedilmiş. Böylece tam altı ay buusulsüzlükten dolayı kaybettiler.Rodop ili Türk Kadınlar Birliği Başkanı aynı zamandaGündem Gazetesi’nin de sahibi. Gel gelelimbu kadar zaman geçmesine rağmen toplumu ilgilendirenbu davanın neticesini gazetelerinde haber yapmadılar.Etik kaygısı nedir bilmemek, işimize gelmeyenhaberleri hasır altı etmek böyle bir şey olmalı!<strong>Azınlıkça</strong> 5


Genç bakışAydın Bostancıbostanciaydin@yahoo.comÖzellikle son yıllarda siyasi parti liderlerininazınlık ile ilgili açılımlardan söz ederken “çağdaşazınlık politikası” söylemini kullanmayı çok sevdikleriherkesçe malum. İşte eski Eğitim ve Dinişlerişimdiki Ulaştırma Bakanı Evripidis Stilyanidisdüzenlediği toplantılarda azınlıkla ilgili olarak busöylemi sıkça kullanıyor. Peki hakikaten çağdaşAvrupaî azınlık politikasından söz etmek mümkünmü? Veya azınlığın yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeyapılan altyapı projeleri, yol, su, sağlık merkezlerigibi çalışmaları çağdaş azınlık politikasının birparçası olarak değerlendirebilir miyiz?.Ulaştırma ve İletişim Bakanı Evripidis Stilyanidis,9 Temmuz Perşembe günü Gümülcine’ninCriss & Eve otelinde düzenlediği toplantıda, 2004yılından itibaren hükümetin uyguladığı “ÇağdaşAvrupaî Azınlık Politikası”nın sonuçlarını kamuoyunatanıttı. Toplantıda eski ND milletvekilleriolmak üzere, Gümülcine Belediye Başkanı, Hemetli,Mehrikoz ve Maronya belediye başkanları,hükümetin azınlığa yönelik uygulamaya koyduğuolumlu faaliyetlerinden söz ederek, Ulaştırma veİletişim Bakanı Evripidis Stilyanidis’e bu yöndekikatkılarından ötürü teşekkürlerini bildirdiler. Ensonunda sözü sayın Stilyanidis alarak hükümetin2004 yılından itibaren azınlığa yönelik uyguladığıfaaliyetleri ve gelişmeleri anlatan bir konuşma yaptı.Stilyanidis, azınlığın öncelikli sorununun eğitimolduğunu belirterek ilk ve ortaöğretimin yanı sıra,yüksek öğretim ve yetişkinlere yönelik düzenlenenhayat boyu eğitim çalışmalarına değindi. Bakankonuşmasında, “Trakya’nın azınlık bölgelerindetoplam olarak 65 anaokulu faaliyet göstermekte,2008-<strong>2009</strong> eğitim ve öğretim yılında ise Trakya6 <strong>Azınlıkça</strong>Çağdaş Avrupaî Azınlık PolitikasıBugün için Bakan, faaliyet raporunuanlatan bir broşür hazırlarken bilebunu üç dilde hazırlıyor. (Yunanca,Türkçe ve İngilizce) Peki o zamaninsanın şunu sorası geliyor: Azınlıkiçin kurulan anaokullarının tekdilde olması mümkün olabilir mi?bölgesinde toplam 194 azınlık ilköğretim okulufaaliyetini sürdürmektedir. Bunlardan 145’i dağlıkve ulaşılması zor bölgelerde bulunmakta, asgariöğrenci sayısına sahip olmamalarına rağmen öğrencilerekolaylık sağlamak amacıyla bu okullar açıkkalmaya devam etmektedir. Azınlık öğrencilerinindaha kolay Yunanca öğrenebilmeleri amacıyla öğrencilereyönelik özel olarak hazırlanmış kitaplarve programlar uygulanmaktadır. Bunun yanı sıraTürkçe kitaplar da azınlık okullarına dağıtılmıştır”dedi. Stilyanidis sözlerinin devamında, orta ve liseeğitimine de değinerek Gümülcine ve İskeçe’ninde Şahin köyünde faaliyet gösteren iki medresenineğitiminden bahsederek, bu okullarda devlet eğitimprogramının yanı sıra, öğrencilere, camilerdekidin adamı ihtiyacını karşılamak üzere din eğitiminverildiğini belirtti. Bakan, azınlık öğrencilerininbüyük bölümünün devlet ortaokul ve liselerini seçtiklerinibelirterek, devlet okullarında okuyan azınlıköğrencilerinin sayılarıyla ilgili olarak istatikselrakamlar verdi. Stilyanidis, “2001-2002 öğretimyılında Trakya’daki devlet ortaokulu, genel ve meslekliselerinden 3.115 kız ve erkek öğrenci mezun


olurken, bu sayı 2008-<strong>2009</strong> öğretim yılında 4.650öğrenciye ulaşmıştır” açıklamasında bulundu. BakanStilyanidis, orta ve lise eğitimiyle ilgili olarakta, Trakya’daki bazı devlet ortaokulu ve liselerindepilot uygulamayla Türkçe dili eğitiminin verilmeyebaşlandığını, üniversiteye giriş imtihanında azınlıköğrencilerine uygulanan % 0,5lik kontenjan ayrıcalığınıntanındığını belirterek, son 5 yılda Yunanistanüniversiteleri ve yüksek okullarında okuyanazınlık öğrencilerinin oranında % 168 artış kaydedildiğinisöyledi.Son olarak eğitim konusunda Bakan Stilyanidis,hayat boyu eğitim ile ilgili olarak Gümülcinebaşta olmak üzere, Şapçı, Hemetli, Neo Sidirohori,Dedeağaç ve İskeçe’nin Mustafçova ve Dolaphanyerleşim bölgelerinde ikinci fırsat okullarının açıldığınıve 2004-2008 döneminde 16 yaşın üzerindetoplam 6.000 yetişkin azınlık bireyinin okumayazmaeğitim ve öğretim programlarına katıldığınısöyledi.Ulaştırma ve İletişim Bakanı EvripidisStilyanidis’in azınlığa yönelik faaliyet raporunuiçeren çalışmalarını, Yunanca, Türkçe ve İngilizceolarak hazırlamış olduğu broşüründen öğrenmekmümkün. Bütün bunlar güzel ve olumlu gelişmeler,fakat bunca gelişmenin yanı sıra çözülmeyensorunlar nelerdir bir de dönüp onlara bakmak gerekiyor.Eğitimin temelini oluşturan anaokulları konusuöylece duruyor. Bakan Stilyanidis bu konudaanaokullarına yardımcı “tercüman” eğitimcilerin istihdamedileceğini söylese de, bunun soruna çözümgetiremeyeceği herkesçe malum. Bugün için Bakan,faaliyet raporunu anlatan bir broşür hazırlarkenbile bunu üç farklı dilde hazırlıyor ve bu diller deYunanca, Türkçe ve İngilizce olarak seçiliyor. Peki ozaman insanın sorası geliyor: Azınlık için kurulananaokullarının tek dilde olması mümkün olabilirmi? Anaokullarının “Çiftdilli” mi, “Çokkültürlü”mü yoksa “azınlık” anaokulu mu olacakları şimdiliktam bir muamma. Konuya yetkililerin açıklıkgetirmesi gerekiyor. Sonra sayın Stilyanidis’inaçıklamış olduğu rakamlarda son yıllarda azınlıköğrencilerinin devlet ortaokul ve liselerini kendi istekleriyleseçmiş oldukları belirtildi. Dolayısıyla görüldüğügibi devlet okullarını seçmek isteyen zatenkendi isteğiyle seçiyor, aynen azınlık okullarındaolduğu gibi, anaokulları konusunda da aynı şekildeiki seçenek azınlık öğrencilerine sunulmalıdır. İsteyendevlet anaokuluna gidebileceği gibi, isteyen deçiftdilli veya azınlık anaokuluna gidebilme seçeneğinesahip olmalıdır. Bu konu yardımcı tercümanistihdam edilerek çözülecek bir konu değildir. Fakatburada da önemli bir hususun altını çizmek gerekiyor.Okul öncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamınaalındığından bu yana, sürekli “biz azınlık anaokulu”veya “çiftdilli anaokulu” istiyoruz diye yazıp çiziyoruz.İyi tamam da, şimdiye kadar herhangi birazınlık belediye ve nahiye başkanı bu yönde resmîbir müracaatta bulunmuş mu acaba? Bulunmuşsane zaman ve hangi tarihte bu müracaat yapılmış?Mesela Sirkeli Belediye Başkanı Hasan Kaşif’inbölgede devlet ortaokulu açılması için yapmış olduğumüracaatı neredeyse sağır sultan bile duydu.Azınlık anaokullarının açılması konusunda azınlıkbelediye ve nahiye başkanlarının şimdiye kadar yapılmışresmi bir müracaatı var mı?Anaokulu konusunun çözüme kavuşturulabilmesiiçin sadece Yüksek Tahsilliler Derneği’ninaçıklamaları yeterli değildir. Bu konularda resmibaşvuru gerekir ve bu başvuruyu yapacak olan kişilerde azınlık belediye ve nahiye başkanlarıdır.Şimdiye kadar biz bu yönde resmi olarak yapılmışbir başvuru duymadık, görmedik. Yapılmış olsaydıherhalde Hasan Kaşif’in başvurusunda olduğu gibibu herkesçe duyulur ve bilinirdi. Sonra anamuhalefetpartisinden bugün iki azınlık milletvekiliyleparlamentoda temsil ediliyoruz. İki azınlık milletvekilinin,azınlık anaokullarının açılması konusundadüşünceleri ve çalışmaları nelerdir, bunları bilipöğrenmek istiyoruz. Mesela geçenlerde İskeçe iliPASOK partisi milletvekili Çetin Mandacı, EğitimBakanı Aris Spiliotopoulos’a yönelttiği soru önergesinde,İskeçe ilindeki düşük eğitim seviyesini örnekgöstererek azınlık eğitiminin kalitesini yükseltmekiçin ne tür çalışmalarda bulunulduğunu sordu. Fakatazınlık anaokulu konusuna hiç değinmedi. Üstelikbölgesinde azınlık anaokulu talebi varsa bunuresmi olarak hangi belediye istiyor o bile meçhul!Anaokulları konusunda herkes bir şeyler söylüyor,ağzı olan konuşuyor, hatta öyle ki, aynı şeylerinbasında tekrar tekrar yazılması ve okunması artıkinsana kabak tadı veriyor. Asıl önemli olan şey konununçözümüne yönelik ne gibi girişimlerin yapıldığıolmalı. Biz bunları merak ediyor ve bekliyoruz.Fakat bu konuların çözümünün sadece gazeteve dergi köşelerinde yazılar yazarak veya açıklamalaryayınlayarak çözümlenmeyeceği de bir gerçek.Bunu herkesin anlaması gerekiyor.<strong>Azınlıkça</strong> 7


Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.grMustafa Kahramanyol, “tabip, kıdemli albay,profesör”, 28 Şubat sürecinde irticacı suçlamasıyla1997’de Ordudan atılan subaylardan biri. Başbakanlığıdöneminde Süleyman Demirel’in danışmanıve Balkan İşleri Koordinatörü. Aynı görevi,sanırım, Tansu Çiller’in yanında da sürdürdü. Ordudanihraç kararının altında, eski danışmanını iyitanıyan, sonradan sorulduğunda vatanseverliğinidoğrulayan ve irticacı olmadığını söyleyen dönemincumhurbaşkanı S. Demirel’in imzası var.Mustafa KahramanyolBu da Demirel’e özgü bir çelişki, gerekçesi deşöyle: “Beni başbakanken alıp 10 yıl dört duvararasına hapsettiler. Sana yapılanlar az bile görülebilir.”Demirel’e göre onu 10 yıl boyunca dört duvararasına hapsedenlere ve Kahramanyol’a iftira vehaksızlık edenlere hesap sorulamaz, hatta hesap sorulmamalı.Kahramanyol, tabiî, Demirel’e korkunçderecede küskün.M. Kahramanyol, hazırlanmakta olan 28 Şubatdarbesine sıcak bakmadığı, ayrıca dönemin GenelKurmay İkinci Başkanı Çevik Bir aralarında geçenbazı olaylardan dolayı şahsına karşı husumet beslediğiiçin bir komploya kurban gittiğini iddia ediyor.Ve o zamandan beri kendisine iftira edildiğinihaykırmakta, iade-i itibar için mücadele vermekteve sorununu zaman zaman gündeme taşımaktanusanmamaktadır.Kahramanyol olayı bu günlerde yine gündemde.Albayın eski eşi, Şubat 1997 tarihinde, aralarındakiboşanma davasının devam ettiği ve bu yüzden kocasınakarşı çok öfkeli olduğu günlerde Çevik Bir’inadamlarının kendisine yaklaşıp, iş ve para karşılığında,eşi Kahramanyol aleyhinde irticacı ve vatanhaini olduğuna dair bir ihbar mektubu yazmasınıönerdiklerini ifşa etti bu yakınlarda. Kocası hakkındaiki iftiralı ihbar mektubu yazıp göndermişkadın. Kahramanyol’un Ordudan atılmasında bumektuplar başlıca kanıt olarak kullanılmış. Ondansonra başına gelmedik kalmamış.Ergenekon davası, besbelli, bu gibi ifşaatlarınönünü açmış bulunuyor.Böylece, M. Kahramanyol, kendisine yapılanhaksızlığı bir kez daha dile getirme fırsatı buldu,Çevik Bir aleyhinde suç duyurusunda bulundu,medyada kendisini destekleyen yayınlar yapıldı.Onun “Balkan İşleri Koordinatörü” olarak görevininBalkanlar’daki Türk ve Müslümanlara yardımetmek, onları örgütlemek olduğunu, Bosna içsavaşındabirçok misyonda yer aldığını vs öğrenmişolduk. Üstüne atılan iftiradan nasıl çile çektiğini,bir Balkan kökenli olarak böyle bir suçlamadankahrolduğunu, yetişkin çocuklarının bile kendisinekuşkuyla baktıklarını, özel hastanelerde bile doktorolarak çalışmasına engel olunduğunu...M. Kahramanyol bu günlerde Türkiye’de yinegündemde. Eskiler anımsayacaklardır, 1990’lı yıllardaOrdudan azledilene dek Kahramanyol bizimAzınlığın da gündemindeydi. O dönemde azınlıkbasınında onun birçok kez Batı Takya’yı ziyaret et-8 <strong>Azınlıkça</strong>


tiği yazılıdır, demeçleri vardır. Benim aklımda kalanlararasında şu da var: Bir defasında atalarınınvatanı Drama’yı da ziyaret etmişti, bu münasebetlebir azınlık gazetesinde onunla bir söyleşi yayımlanmıştı.Burada Mafya Takımı ile buluşup görüşürdü,onun dışında kimseyle. Biz ise kendi kendimizesorurduk, kim bu Kahramanyol, ne yapıyor diye.Türkiye ile Türk Azınlığı ilişkilerinin en karanlıkve en travmatik diye adlandırdığımız dönemin kilitisimlerinden ve “karanlık” kişilerinden biridir M.Kahramanyol. Buraya yaptığı ziyaretlerde temsil ettiğierkin eliyle cezalandırılmış ve iftiraya uğramışazınlık bireyleriyle görüşmeye ve onları dinlemeyetenezzül etmemiştir. O çirkin politikanın uygulatıcılarındanbiriydi, bize verdiği izlenim buydu.Kahramanyol’un Azınlık Mafya Takımı ilehangi ilişkiler içinde olduğu konusunda bilgilerimizyetersiz, bazı bilgiler “aramızda kalsın” şartıylaaktarıldığı için onları açıklamayacağız. Bir bildiğimizde şu: Ergenekon dayatması Sadık Ahmet’indevirdiği çamlar bini aşınca, defterinin dürülmesiiçin hazırlıklar başlatılır. Salahaddin Galip’in deyimiyle,Koca Kapı’nın belirli bir kesiminde “SadıkAhmet’in Azınlığa en çok zarar veren iki kişiden biriolduğu” yargısı kesinleşmiştir. Araya Kahramanyolgirer, o zaman çok güçlüdür ve Sadık’ın koruyucumeleği olup süreci durdurur.Çoğa varmadı, bu kez “irticacı ve vatan haini”olarak Kahramanyol’un kendisi iftiraya uğradı, itibarısıfırı tüketerek, çocuklarının bile kuşkulu bakışlarınahedef olarak. O zamandan beri cıyak cıyakbağırıyor. Güçlü olduğu ve “mavi boncuk” dağıttığıdönemde Azınlıkta kendisine saygı sunmakta yarışedenler de onu unutuverdi. Oysa Kahramanyol,Azınlık üzerinde erk kullanırken, benzeri iftiralarauğrayan ve cezalandırılan ve ondan önce ve şimdionun kadar kahrolan azınlık bireylerinin sorunlarıylailgilenebilirdi. İlgilenmedi. O iftira ve cezalandırmalardakendi parmağı yoksa bile, bilmiyoruz,ama en azından onlara göz yumdu ve Azınlıktakifaaliyetlerini bu veriler üzerinde yürüttü.Ne diyelim, bu dünya biraz da etme bulma dünyası.Mustafa Kahramanyol, bizi masumiyeti konusundaikna etmiş bulunuyor ve iade-i itibar talebindekendisine destekçi çıkıyoruz, bunun hiçbir pratiksonucu olmayacaksa da. Biz onu masumiyetimizkonusunda ikna edememiştik.Etme bulma dünyası!..Türkiye ile Batı Trakya Türk Azınlığı ilişkilerininen karanlık döneminin kilit isimlerindenve “karanlık” kişilerinden olan Albay MustafaKahramanyol’un, o zamanlar Batı Trakya’da gururla(!) temsil ettiği erkin eliyle daha sonra kendisiiçin hazırlanan 1997’deki Yüksek Askerî Şûra (YAŞ)kararlarıyla Türk ordusundan atılması konusu gündemimeşgul etmeye devam ediyor.Kahramanyol’un eski eşi Nurcan Akçay, kocasınınirticacı diye ordudan atılması için aralarındadönemin Genelkurmay İkinci Başkanı OrgeneralÇevik Bir’in de olduğu üst rütbeli bazı subaylarınkendisine para ve iş teklif ettiğini, asılsız mektupyazdırdıklarını öne sürdü. Bu mektup sebebiyleAkçay’a Mehmetçik Vakfı’nda iş verilmiş. AncakAlbay Kahramanyol, açtığı boşanma davasında buduruma dikkat çekince Akçay, Çevik Bir’in yazısıyla1998’de işten çıkarılmış. Albay, Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’ne başvurunca Genelkurmay’ındavayı kaybetmemesi için ikinci bir mektuba dahaihtiyaç duyulmuş.Akçay, bu talebi de yerine getirmiş ve bununkarşılığında Mehmetçik Vakfı’nın İstanbul TEMOtoyolu üzerindeki akaryakıt tesislerinde çalışmayabaşlamış. Fakat buradan da yolsuzluklara göz yummadığıiçin kovulmuş. Nurcan Akçay, Genelkurmayeski 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’inBelçika’da NATO karargahında görev yaparken yaşananbir olaydan dolayı Kahramanyol’a karşı kinbeslediğini savunuyor. Akçay’a göre Bir, kendisinikullanarak irtica kılıfıyla eski kocasından intikamaldı.Mustafa Kahramanyol ise eski eşinin söyledikleriniküçük dilini yutarak okuduğunu belirtiyor.Kahramanyol, “Düne kadar silah arkadaşı olarakgördükleri bizleri torbaya koyup denize atarkenhiç mi vicdan azabı çekmiyorlar? Bugün SilahlıKuvvetler’den zorla ayrılmak durumunda bırakılansubay ve astsubaylar çok sefil duruma düşmüş durumda.Millete hizmet etmiş kişilerin millet tarafındanellerinden tutulması lazım. Bunu sağlayacakmakam ve mevki TBMM’dir.” dedi.azınlıkça<strong>Azınlıkça</strong> 9


Algı(lamak)Herkül Millasmillas@otenet.gr10 <strong>Azınlıkça</strong>Dünya Azınlıkları, Birleşiniz !Azınlıklar bir sınıfa mı desem, kendine özgübir millete mi desem, öyle bir şeye dönüşüyor günümüzde.Eskiden öyle değildi, çünkü her azınlıkayrıydı, birbirinden habersizdi ve her biri kendi bacağındanasılmıştı. Dolayısıyla güçsüzdü ve ezilmeside kolaydı. Şimdi, iletişim çağımızda ve küreselleşmesonucunda farklı ülkelerde yaşayan azınlıklaryakınlaşmıştır birbirine.Birliğe giden bu yolun başka bir boyutu da var.Zaman içinde de bir bütünleşme sağlanıyor. Büyükbabalarımızın dünyasında, genel bir eğitimsizlik vedokümantasyon eksikliği yüzünden gelmiş geçmişolaylar ‘geçmiş’ sayılıp unutulmaya terk edilirdi.Zaten okuma yazması olan insanların yüzdesi deçok düşüktü. Kuşaktan kuşağa bilgi aktarması sınırlıydı.Günümüzde ise geçmiş inceleniyor, yazıve görsel malzeme biçiminde bugünkü insanlarasunuluyor. Eskiden yaşananlar sinema ekranlarında,televizyonda izleniyor, dergi, gazete, kitap, sergigibi araçlarla güncelleşiyor. Geçmiş unutulmuyor.Aksine unutulanlar bile tozlu raflardan indirilipmasamızın ortasına yerleştiriliyor. Bu gelişme azınlıklaraifade olanakları sağlıyor. İfade hakkı, özgürlüğüve fırsatı ise tarih içinde hep güçlünün özelliğiolmuştur. Azınlıkların birliği bir güç kaynağıdır.Agos’un ve <strong>Azınlıkça</strong>’nın yayınları bu gelişmelereörnektir. Biri İstanbul’da, ötekisi Gümülcine’deçıkan bu ‘azınlık’ yayınlarının yazı kadrosuna bakarsanız,‘azınlığın’ yeni kimliğini görürsünüz. Her ikiyanda da çoğunluk diye bilinen, ama insan haklarındanyana olan kimseler de yazmakta. Azınlıktanolanlar da artık kendi dar cemaat sınırlarının çokötesindeki konularla ilgileniyorlar. Genel toplumuilgilendiren gelişmelerde aktif aktör olma çabasındalar.Belki daha ilginci, her iki yayının da yanıbaşlarında yaşayan ama farklı azınlık cemaatlerinebağlı olan veya komşu ülkede yaşayan azınlıklarındertlerini dert edinmişçesine yazılar yayınlamaları.Batı Trakya’dakiler Türkiye’ye, Türkiye’dekilerYunanistan’a da eleştirel bakabiliyorlar. Bu, azınlıklararasındaki dayanışmanın işaretidir. Bundanon yıl önce böyle bir yaklaşımın izi bile yoktu. Heryan kendi (dar) derdinin sözcüsüydü – o da çekineçekine!Başka yeni bir gelişme, bazı azınlık yazarlarınınher iki azınlık yayın organında da yazıyor olmaları.Bu da çok doğaldır aslında, çünkü azınlıktan (gerçekten)yana olanların ‘bizim’ ve ‘onların’ azınlığıdiye ayırım yapıp yalnız bir tek azınlıktan yanaolmaları çelişkili olacaktı. Azınlıklar bir bütündür,dertleri ortaktır, düşmanları aynı ırkçı kaynaktanbeslenmektedir, dolayısıyla savunucuları da ortakolmalıdır. Azınlıkların birleşme çağrısı da bu anlamadır.Zaman içinde bütünlük edinmek konusundagelişmeler ise çok yönlüdür. Bu alanda tarihçilikçalışmaları önem kazanmıştır. Lozan MübadilleriVakfı’nın ve KEMO’nun (Azınlık Grupları AraştırmaMerkezi) öncülüğünü ettiği çok önemli çalışmalarıbu yönde ve kapsamdadır. Azınlıklarınzaman içindeki serüvenine, eskiye uzanan gerçekliğineel atan bu araştırmalar bugünü anlamamızayardım etmektedirler. Edebiyat da bu konuda çoketkili olmaktadır. Yeni bir edebiyat türü, konu alanınabir yenilik getirmiştir. Ulusal sınırları aşanazınlık anlayışını ama küçük cemaatlerin, etnik vedin gruplarının öykülerini de okuma olanağını buluyoruz.


Örnekler çoktur. Bu paragrafları yazarken aklımdabir çok çalışma var. Hepsine değinmek olanaksız.İki, görece eski ve öncü örneğe kısaca yetineyim.Biri roman, ikincisi tarihi çalışma. Yunanca’yada çevrilen Sabâ Altınsay’ın Kritimu – Girit’imBenim (Can Yayınları) adlı romanı Girit Müslümanlarıkonusunda. Bu çalışmada - bütün Türkromanında çok nadir bulacağımız - empati duygusuörnektir: ‘Biz, şimdi, kendi istiklalimiz için harpetmekte haklıysak, istiklali için Osmanlı ile harpeden Giritli Hıristiyanlar haksız mı?’ sorusunu buluyoruzbu romanda. Her türlü kıyımı yeren cümleleride: ‘Hıristiyanlar Müslümanları öldürüyor,Osmanlı’nın askeri dağları basıyor, önünden geçenkeçileri bile kesiyordu’. Azınlıkların yeni dünyası vekatkısı işte böylesine mesafeli kalıyor çoğunluğun‘dar’ dünya görüşüne.Bu yazıyı Melike Kara’nın Girit Kandiye’deMüslüman Cemaati 1913-1923 adlı kitabınıokurken esinlendim (Kitap Yayınevi). İçerdiği bilgilereon yıllarca önce sahip olsaydık azınlıklarınsesi ona göre daha gür çıkardı. Azınlıkların hakkınıtanımak isteyenler de üzerinde tezlerini binaedecekleri bir temele sahip olurlardı. Örneğin, 24Mayıs 1881 tarihinde imzalanan İstanbul UluslararasıSözleşmesinin ‘etnik bir ötekiliğin azınlıktemeli üzerinde direnişinin ilk uluslararası örneklerindenbiri’ olduğunu bilmiyordum. Bu anlaşmaOsmanlı İmparatorluğu ile Fransa, Almanya,Avusturya-Macaristan, Büyük Britanya, İtalya veRusya arasında imzalandı. Bu anlaşma ile Girit’tekiMüslümanların hakları güvence altına alınmıştı:mal, onur, din ve gelenekleri gözetilecek, Yunan kökenliyurttaşların siyasi haklarına sahip olacaklardı.Yani bu tür haklar bir çok devlette bundan 130 yılkadar önce öngörülmüştü.Gümülcine, İstanbul veya Kandiye, dün veyabugün sorunlar aynı. Azınlıklarla ilgili bu ve bu türkitapları okurken ‘azınlıkların’ aslında insan haklarındanyoksun çok geniş bir çoğunluk olduğunuanlıyoruz. Onlara azınlık dememizin nedeni hakyiyicibir gruba göre azınlıkta olmalarıdır. Yoksafarklı coğrafyalarda yaşayan bu azınlıkları bir arayagetirince temelde bir çoğunluktan söz ettiğimizi anlarız.İnsan haklarından yoksun olanlar şu an dünyaçapında ama kendi çevremizde de kesin çoğunluktadır.Azınlık haklarını gözetmek en temel demokratikmücadeledir. Yeter ki hayali duvarlar yıkılsın.*KAAN TURHAN!İki ay önce “Taraf” gazetesi, irtica ile mücadelegerekçesiyle hazırlanmış “AK Parti’yi ve FethullahGülen’i Bitirme Planı” olarak adlandırdığı korkunçbir metin ifşa etti, bilmem okudunuz mu. Altındakiimza, Dursun Çiçek isimli muvazzaf bir albaya ait.Bu gizli planın ifşası, Türkiye’deki siyasî yaşamdayeni fırtınalara yol açtı. Söz konusu plan çerçevesindeeyleme geçirilmesi önerilen ve tasarlanan birsürü provokasyon, iftira ve daha başka faaliyet vepropaganda var. Olay, bize Türkiye’de demokratikleşmeninniye ve nasıl tıkandığını da izah ediyor.“AK Parti’yi ve Fethullah Gülen’i Bitirme Planı”,bu amaçla medyanın ve gazetecilerin nasıl kullanılacağınıda ayrıca öngörmüş.“Taraf” gazetesinde yayımlanan metni bilmemokudunuz mu. Okumuşsanız, ve yerel “Cumhuriyet”gazetesini de izliyorsanız, aşağıdaki ilişkilendirmeyiyapmamanız mümkün değil. Metni okumamışsanız,bu ilişkiyi size biz gösterelim.Yerel “Cumhuriyet” gazetesinde Kaan Turhanimzasıyla çıkan yazılar, yalnızca gizli planın geneltezleriyle örtüşmekle kalmıyor, böylesi ulusalcıideolojik bir tavır da olabilir, dahasında söylemolarak, kullanılan terimler, paranoid ilişkilendirmeler,komplo teorileri, Batı aleyhtarlığı havası vsbakımından sanki planın kendisi, onunla tamamenaynılaşıyor, tesadüfe yer bırakmayacak ölçüde. Sankio yazıları bizzat... Albay Dursun Çiçek kalemealıyor mübarek.Burada bir başka soru daha ortaya çıkıyor: Azınlıklahiç ilgisi olmayan Türkiye’nin iç çelişkilerini,iç kavgalarını, belirli bir kesin ideolojik konumdanpropaganda havasıyla azınlık kamuoyuna aktarmanınne anlamı var?i.o.<strong>Azınlıkça</strong> 11


YolcuElçin Macarelcinmacar@yahoo.comD’Azeglio İtalyan birliği sağlanırken şöyle söyler:“İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanlarıyaratmalıyız.”*Ulusun, tarihin pek de eskilerine gitmediği,kapitalist dönemdeki siyasî birlik yani devlet kuruluncainşa edildiği bilgisi, artık siyaset bilimi literatürünehakim bulunuyor. Bu nedenle, ulusu tarihinderinliklerine götürmek isteyenler sivil alanda mevcutken,devletler artık bu efsaneyi bu kadar açıkçadile getiremiyor, utanıyorlar.Her devlette farklı etnik kökenden insanlarınvarlığı da bir vaka olduğundan, devlet ulusun adınınher ne kadar bir etnisitenin adı olsa da, ülkedekiherkesi kapsayan bir üst kimlik olduğundaısrar ediyor ve bizi samimiyetine inanmaya davetediyor.Eğer öyleyse, şu basit soruları sorabiliriz: T.C.nezdinde, T.C. vatandaşı bir Türk ile Yunanistanvatandaşı bir Batı Trakya Türkü arasında bir farkvar mıdır? Peki T.C. vatandaşı bir Kürt ile Irak vatandaşıbir Türkmen arasında?Türkiye’de “Türk” ne ifade eder? T.C.Anayasası’nın 66. maddesine göre; “Türk Devletinevatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Yaniçok çağdaş bir şekilde, etnisiteye, soya sopa bakmayan,vatandaşlık merkezli ve teritoryal (ülkesel) birtanım yapılmaktadır.Soydaş politikası nedir?Peki o zaman “soydaş” ne demektir? Medyayainanacak olursak Türkiye’nin bir “soydaşpolitikası”ndan söz edilmektedir. Türkiye’nin soydaşlarıkimlerdir acaba? Benim aklıma önce; anayasayagöre “Türk,” “vatandaş” olduğuna göre, T.C.vatandaşı olup yurtdışında yaşayanlar gelmektedir.Ancak soydaş politikasının sadece bunları kastetmediğianlaşılmaktadır.O zaman kimler olabilir? Çemberi büyüteceksek,benim yine aklıma, Türkiye’de yaşayan ve vatandaşolan farklı etnik kimlikteki insanlar gelmekte: Kürtler,Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Gürcüler, Çerkezlervb. Eğer anayasanın dediği gibi herkes “Türk” ise,yani “Türk” herkesi kucaklayan bir üst kimlik ise,o zaman Irak’taki Kürtlerin de, Ermenistan’daki Ermenilerinde, Gürcistan’daki Gürcülerin de bizimsoydaşlarımız olması gerekir. Zaten bunlar ile bizimkilerarasında akrabalıklar olduğu da bilinmekte,örneğin Suriye sınırında bayramlarda, bu akrabalarınbuluştukları görülmektedir.“Çok safsın!”, dediğinizi duyar gibiyim. Soydaşlarbunlar da değil!İyi de koskoca T.C., anayasasına yazdığının dışındabaşka ölçütler kullanarak, soydaşlarını onagöre belirliyor olabilir mi? Buldum! Evet öyleymiş!Soydaşlık için ilksel bağlara (dil, köken, kültür vb.)bakılıyormuş. “Dış Türkler”, yani soydaşlarımızmeğer “etnik Türkler”miş…Peki ama resmî politika hangisi? Anayasadayazan mı yoksa yukarıda iddia edilen mi?Nereye baksak? Bence resmi milliyetçiliğe…12 <strong>Azınlıkça</strong>


Doğrudan bürokrasiye…İlk kez 1994’te Dış Türklerden Sorumlu DevletBakanlığı oluşturulmuş. Ondan iki yıl önce deTürk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) kurulmuş.TC’nin resmî teknik yardım kuruluşu olanTİKA, “başta Türk dilinin konuşulduğu cumhuriyetlerve akraba toplulukları ile Türkiye’ye komşuülkeler olmak üzere, kalkınma yolundaki ülkelerve topluluklarla diğer ülkelerin kalkınmalarına yardımcıolmak” üzere kurulmuş.TBMM’deki konuşmalarda TİKA’nın Balkanlardakisoydaşlarımıza yardımda bulunduğundanbahsedilmekte. Batı Trakya’daki azınlık okullarınayardımda bulunduğu da bilinmekte.Kurumun yöneticilerinin açıklamalarında görüldüğüüzere, yardımda bulunulan soydaşlarımızındışında, “ortak kaderi paylaştığımız, ortak değerleripaylaştığımız Boşnaklar gibi, Arnavutlargibi” “akraba toplulukları” da mevcuttur. Hattabunlara “Torbeşler”, “Romlar” da eklenmektedir.1923 sonrasında, İttihatçı dönemden farklı olarak,var olan sınırların ötesinde bir tahayyül geliştirmemeşeklinde özetlenebilecek olan bir ilkenin,Türk Dış Politikası’nın temelini oluşturduğunu görürüz.Mustafa Kemal, Doğu Trakya’nın elde tutulabilmesininBatı Trakya’nın fedasıyla olabileceğinibile söylemişti, hatırlanacak olursa…Bu durum 50’li ve 60’lı yıllarda, bir miktar değişmeye,“Esir Türkler” ifadesi kullanılmaya başlandı.27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’daki TürkKültürünü Araştırma Enstitüsü’nün kurulmasınınarkasında MİT’in olduğunu, müsteşar FuatDoğu’nun Dış Türkler konusundaki kişisel eğilimininresmî politikayı belirlemedeki etkililiğini yıllarsonra öğrenecektik. (İrfan Ülkü, Büyük OyundakiTürk -Enver Altaylı, İstanbul: İlgi Kültür Sanat,2008, s. 112)Türklük kavrayışı, 1990’ların başında etraftakisınırlar alt üst olurken, ilginç bir şekildeulusal sınırları zorlamaya başladı. TRT’de1992’den itibaren artık Azeriler yerine AzeriTürkleri kullanılıyordu. Misak-ı Millî sınırlarınaçekilmiş olan Türklük, Adriyatik’ten ÇinDenizi’ne at koşturmaya başlıyordu.Orta Asya’daki “soydaşlar” için Batı etkisiylekullanılan “Türkik” adlandırmasından hızla vazgeçildi,“Özbek Türkü”, “Tatar Türkü”, “Azeri Türkü”vb. kullanılmaya başlandı. (“Pomak Türkü”nühatırlattı değil mi? Hafızanızı bir zorlayın bakalım.Ne zaman yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştı?)Sonunda ne oldu? Orta Asya’ya ağabeylik taslayanpolitika “asıl ağabey”e tosladı. Bu toslama,kendisinin içinde bulunduğu zor koşulları fırsatbilen güney komşusunun silkinip kendisine gelmesinisağladı. Bunda Orta Asya cumhuriyetlerininher birinin kendi kimliği ile (Türk değil; Azeri,Özbek, Kırgız vb.) uluslaşmaya çalıştığının ancakdank etmesinin de etkisi malum. Zaten söz konusuülkelerin katılımının amaçlandığı Türk Dil Kurultaylarınınresmî dili Türkçe değil, hep asıl ağabeyindili olageldi! Çünkü aynı dili konuştukları iddiaedilen bu topluluklar anlaşamıyorlardı!Oysa bunun nedeni çok basitti: Bu topluluklaraynı dili değil, aynı dil ailesinden farklı dilleri konuşuyorlardı!Türkiye’nin Türk devletlerinin lideriolacağı, Türk kökenli insanların belli bir politikdoğrultuda hareket edeceği inancı, sadece bir inançtıve kurgusal bir Türk Dünyası’nı hedefliyordu.Dış Türklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nınve TİKA’nın söylemlerinin ve faaliyetlerinin incelenmesi,bize gerçek soydaşlığın ne olduğunu gösteriyor.Bu konuda <strong>2009</strong> yılında Yıldız Teknik ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilenyüksek lisans tezinde Akın Öge, “ulustan arındırılmışvatandaşlık”ın gerekliliğine atıf yapıyor,“Vatandaş Türk- Gerçek Türk”, “Resmî soydaş”gibi kavramlar kullanarak, söz konusu bakanlığınve TİKA’nın faaliyetlerini mercek altına alıyor.Dolayısıyla resmî milliyetçilik, ulusu resmî düzeydeher fırsatta ifade ettiği gibi sadece siyasî olarakdeğil, aynı zamanda etnik ve kültürel olarak da tanımlamaktadır.Dolayısıyla üst kimliğin kapsayıcı,tarafsız olduğu ve etnik olmadığı, âlemi kör milletisersem sananların iddiasından öteye gidememektedir.*<strong>Azınlıkça</strong> 13


ParadoksDimostenis Yağcıoğludimostenis@rocketmail.com14 <strong>Azınlıkça</strong>1999 ve Türk-Yunan İlişkileri:10 Yıl Önce, 10 Yıl SonraTürk-Yunan ilişkilerinde küçük çapta bir devriminyaşandığı 1999’dan bu yana 10 yıl geçti. İkiülke arasındaki ilişkiler, bütün ciddi sorunlara rağmenhâlâ on yıl önce açılmış mecrada akmakta.Bu radikal değişiklik, 1999’da, dönemin dışişleribakanları İsmail Cem ve Yorgos Papandreou’nunöncülüğünde başladı, aynı yıl yaşanmış deprem felaketlerininyarattığı karşılıklı sempati, empati ve yardımlaşmaatmosferinde yeşerdi ve o yılın sonundaHelsinki’de Yunanistan’ın Türkiye’nin AB üyeliğineaçıkça destek vermesi, Türkiye’nin de Kıbrıs (Rum)Cumhuriyeti’nin AB üyeliğini kabullenmesiyle pekişti.Türk-Yunan dostluk ve işbirliği “patlaması”,bu iki ülkenin halklarında, sivil toplum düzeyinde,tarihte daha önce görülmemiş düzeyde geniş bir tabanbuldu ve bu taban çeşitli şekillerde örgütlenerekdostluğa sağlam bir dayanak oluşturdu.Ancak son birkaç yıldır bu ilişkilerde belli birduraklama hatta gerileme yaşanıyor. İlk yıllardailişkilerin düzelmesi ve sorunların çözülmesi, birçokalanda işbirliğinin geliştirilmesi yönünde atılansomut adımlar artık atılmıyor; yeni ikili anlaşmave protokollerin imzalanmasında da bir durgunlukgözlemleniyor. Ayrıca, iki devletin resmi sözcülerininbazı demeçleri ilişkilerin artık bozulmaya yüztuttuğunu gösteriyor.Dolayısıyla, son bir-iki senedir, özellikleYunanistan’da, Türk-Yunan ilişkilerindeki düzelmeninbeklenen sonuçları vermediğini söyleyenlerinsayısı artmakta. Bu kişiler, gittikçe yükselen bir seslehoşnutsuzluklarını ifade etmekteler. Dahası, dostlukve işbirliği döneminin ilk yıllarında, medyanın,halkın, ve iş dünyasının dostluğa desteğini görüp,seslerini kısmayı seçen düşmanlık taraftarları, artık10 yıl önce olduğu kadar yüksek sesle düşmanlıkpompalamakta kendilerini serbest hissediyorlar.Üstelik son zamanlarda bu düşmanlığın, Türkkarşıtlığı ve fanatizmle adı özdeşleşmemiş kişilercede pompalandığını gözlemliyoruz. Nitekim,Atina’nın en saygın gazetecilerinden liberalsağçizgideki Yorgos Kirtsos, son birkaç haftadırCityPress gazetesinde yayımlanan makalelerindeYunanistan’ın Türkiye’nin AB’ye entegrasyon sürecinidesteklemekten artık vazgeçmesi ve bu konudaSarkozy-Merkel çizgisini benimsemesi gerektiğinisavundu . Kirtsos’un bu pozisyonu aslında şaşırtıcıve yeni değildi. Çünkü Kirtsos, Türk düşmanı olmamasınarağmen, Türkiye’nin AB üyeliğine hepsoğuk bakmıştı. Yeni olan, ve garip olan, Kirtsos’unşu iddiasıydı: “1999’dan, yani Simitis hükümetininABD’nin baskısıyla Türkiye’nin AB üyeliğine kabuledilebilirliğini benimsediğinden bu yana, Yunanistaniçin her şey kötüden daha kötüye doğru gelişiyor.”Bir iddia ancak bu kadar yanlış olabilir! Vebunun yanlışlığını ispatlamak da zor değil. Türk-Yunan ilişkilerinin 1999’dan önceki 10 yıllık dönemiyle,1999’dan sonraki 10 yıllık dönemini şöylehızlı bir şekilde karşılaştıralım:1989-1999• Ege’de gerginlik. Önce 1994’da 12 mil krizi.Sonra 1996’da iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren


İmia-Kardak krizi. “Gri bölgeler” doktrinin açıkçadile getirilmesi. 1998’de s-300 füze krizi.• Kıbrıs’ta çözümsüzlük, iletişimsizlik ve artangerginlik: İki toplum arasındaki temasların engellenmesi.Kuzeyden-güneye ve güneyden-kuzeyegeçişlerde artan engeller. Karpas Rumlarının yaşamşartlarında bozulma. AİHM’in Loizidou davasıkararını Türkiye’nin uygulamayı reddetmesi. Amaen trajik olay, 1996’da, iki protesto gösterisindeiki Kıbrıs Rum gencinin Türk paramiliter güçleremensup kişiler tarafından öldürülmesi.• Ve....1999’da Öcalan Krizi.• Bütün bunlara paralel olarak, tabii iki ülkearasında ekonomik ve ticari ilişkilerin minimumdüzeyde kalması.1999-<strong>2009</strong>• Ekonomide, ticarette, turizmde enerji sektöründeişbirliği. İki ülke arasındaki ticaretin, karşılıklıyatırımların artması. Türkiye ve Yunanistanarasındaki ticaret hacminin, 2000’de 846 milyondolarken , 2008’de 3,6 milyar dolara ulaşması .Tekstil, mobilya, bankacılık, lokantacılık ve yiyeceksektöründeki önemli firmaların komşu ülkede faaliyetgöstermeye başlaması. Türkiye’yi ziyaret edenYunanistanlı turistlerin 500,000’e, Yunanistan’ı ziyareteden Türkiyeli turistlerin 200,000’e ulaşması.Türkiye ve Yunanistan arasında bir doğalgaz boruhattının açılması.• İki ülke arasında kabul edilmiş ve yürürlüğegirmiş, turizm, tarım, çevrenin korunması,sağlık, karşılıklı yatırım, teknoloji, deniz taşımacılığı,vergilendirme, gümrükler, kültür ve eğitimdeişbirliği ve kaçak göçmenler konusunda imzalanmıştam 13 anlaşma veya protokol . Bunlardan sadecekaçak göçmenlerle ilgili anlaşma Türkiye tarafındanuygulanmamakta ve sorun yaratmaktadır.• Türk-Yunan dostluk ve işbirliğini güçlendirmekamacıyla, sivil toplum düzeyinde iki ülkedeher sene yüzlerce, belki de binlerce etkinliğin düzenlenmesi.• Ege’de bir yandan gerginlik ve sorunlar devamederken, öte yandan askerî moratoryumlarlabu gerginliğin sınırlandırılmaya çalışılması.• Kıbrıs’ta Annan planının reddedilmesi veanlaşma sağlamamasına rağmen toplumlararası ilişkilerinbüyük ölçüde serbestleşmesi. Çözüm karşıtıDenktaş’ın iktidardan uzaklaşması. Kıbrıs (Rum)Cumhuriyeti’nin AB üyesi olması ve Kuzey Kıbrısvatandaşlarının çok büyük bir bölümünün sahipoldukları Kıbrıs pasaportuyla AB nimetlerindenyararlanması.[1999-<strong>2009</strong> dönemindeki olumlu gelişmelerdenkuşkusuz iki ülkedeki azınlıklar da faydalandı. Ancakiki devletin azınlıklara karşı tutumundaki değişim1999’dan önce başladı.]Böyle bir karşılaştırma yaptıktan sonra Türk-Yunan ilişkilerinde 1999 öncesi döneme kim, niyedönmek istesin?Bunu isteyenlerin ya geçmişte ailelerinin yaşamışoldukları zulüm ve acılar yüzünden psikolojikbir travmaları vardır, ve bu travma onların rasyoneldüşünmelerine mâni olmaktadır, ya da düşmanlıkve gerginlikte ekonomik veya siyasi çıkarları vardır.Şu anda Türkiye ve Yunanistan hükümetlerininilişkileri 1999’dan önceki yıllara döndürmekistediklerini söylemek yanlış olur. Ancak her iki ülkedede, hükümetlerin, bozulma eğilimi gösterenilişkileri düzeltmek için gereken adımları atmaktaçekingen davrandıklarını, bu ilişkileri daha da ileribir seviyeye götürebilecek adımları atmakta ise büsbütünisteksiz olduklarını görüyoruz.Bu çekingenliğin ve isteksizliğin aşılması lazım.Bunun başarılmasında da Türk-Yunan dostluk veişbirliğinin avantajlarını ve yararlarını görenlere,hatta bu dostluk ve işbirliğinden yarar sağlamışolanlara büyük bir rol düşüyor.1. Örneğin, Γιώργος Κύρτσος, “Η αποθράσυνση της Τουρκίας”, CityPress, 09-07-<strong>2009</strong>(http://www.citypress.gr/index.html?action=article&article=68119) ve Γιώργος Κύρτσος, “Τοτέλος των ψευδαισθήσεων”, CityPress,16-07-<strong>2009</strong> (http://www.citypress.gr/index.html?action=article&article=68304).2. “Από το 1999, οπότε η κυβέρνηση Σημίτη δέχθηκε, πιεζόμενη από τις ΗΠΑ, τηλεγόμενη ενταξιμότητα της Τουρκίας στην Ε.Ε., τα πράγματα εξελίσσονται για την Ελλάδααπό το κακό στο χειρότερο.” Γιώργος Κύρτσος, “Νέο «φιάσκο» με Τουρκία”, CityPress, 29-06-<strong>2009</strong> (http://www.citypress.gr/index.html?action=article&article=67812).3. Berin Myisli, “Οικονομική Αλληλεξάρτηση και Επίλυση Τοπικών Συγκρούσεων: ΤοΕλληνοτουρκικό Παράδειγμα” (http://www.grtrnews.com/GRTRexample.doc)4. Muzaffer Vatansever , “Haber/Analiz: Yunan Basının ‘Tarihi Asparagas’ı üzerindenTürk-Yunan İlişkilerindeki Değişimin Okunması” USAK Stratejik Gündem, 24 Haziran <strong>2009</strong>(http://www.usakgundem.com/haber/37771/haber-analiz-yunan-bas%C4%B1n%C4%B1n-%E2%80%98tarihi-asparagas%E2%80%99%C4%B1-%C3%BCzerinden-t%C3%BCrkyunan-%C4%B0li%C5%9Fkilerindeki-de%C4%9Fi%C5%9Fimin-okunmas%C4%B1.html)5. “Yunanistan Türk turisti çağırıyor”, Gazeteport.com, 21.01.2008 (http://arsiv.gazeteport.com.tr/NEWS/GP_142132).6. Berin Myisli, a.g.e.<strong>Azınlıkça</strong> 15


KubbealtıHakan Müminhakmumin@yahoo.grYaz aylarını severim. Doğanın üretken olduğugünlerdir, yaz ayları. Ancak yaz aylarında, yazı“ağustos böceği” gibi geçirenler de var. Belki onlardanbirisi de benim. Şu günlerde yazı yazmak bilebeni sıkıyor. Havalar iyice ısındı. Tek istediğim,Meşe sahilinde, gölge bir yerde oturup, dalgalarısaymak; akşam da kayığıma binip, birkaç balık tutmak;sonra da mangal keyfi... Bundan güzel “tembelleşmek”olabilir mi ki?Diğer yandan da çiftçilerimizi düşünüyorum;bu sıcaklarda karıncalar gibi harıl harıl çalışıyorlar,gece gündüz demeden. Bereketin peşinden koşuyorlar,biraz daha fazla ürün alabilmeleri için. Ancakson yıllarda ani sağanak yağmurlar ve dolu yağmasıbölgemizde çok arttı. Dolayısıyla çiftçimiz butür doğal afetlerden epeyce rahatsız olmaya başladı.Elini kolunu bağladı, “devlet baba”nın yardımınabel bağladı. Bakalım ne olacak!.. Bereket topraktamı yoksa “devlet baba”da mı?Doğal afetler eskiden beri tarımla uğraşanların“baş belası” olmuştur. Ürünler zarar görmüştür.İnsanlar, geleceklerinden endişe duymaya başlamışlardır.Ve tarıma dayalı toplumlar asırlarca değişikinançlarla bu felaketlerden kurtulmak istemişler veaynı zamanda da doğada bolluğun, tükenmezliğin,devamlılığın arayışı içinde olmuşlardır. “Bereket”sözcüğü onlar için çok anlamlı bir sözcük olmuştur.Hala da, o gizemli anlamını korumaktadır.Su, toprak ve bereketDedik ya, son yıllarda ürünlerinbereketi kalmadı bizim buralarda.Doğal felaketler, çiftçilerimizikorkutmaya başladı. İnsanımızınyarını karanlıklara gömülüyorgibi... Bu yüzden birazbereketten söz ettim size...Tuğba Ökse’nin bereket inancının tarihsel kökeniniaçıkladığı bir makalesinde bereket inancınınÖn Asya kavimlerindeki tarihsel seyrini göstermektedir.Tarım bereketli toprak ve yeterli sukaynaklarına bağlıdır ve suyun miktarı da iklimseldeğişimlere göre değişir. Su yaşam iksiridir. İnsantoprağı işlemeye başladığı günden beri su ve toprağınbirleşmesi sonucunda bereketin ortaya çıktığınıgörmüştür ve o günden bu güne ırmaklar, göller,denizler gibi bereketin kaynakları kutsanır.İnsanoğlu en büyük keşfini buğday tanesindenekmeği üretmekle yapmış, buğdayı, su ve toprağınçocuğu olarak düşünmüştür. İnsanın binlerce yıldırhayatını sürdürmede kullandığı en devamlı ürünbuğdaydır. Bu yüzden, insanoğlu eskiçağdan buyana kuşaktan kuşağa aktararak su ve bereket, bereketve buğday arasında bir özdeşlik kurmuştur.Bereketle ilgili birçok sözlü deyişler vardır. İnsan,yaşamını bağlı kıldığı ürünlerin yenisini teminedilinceye kadar tükenmemesi isteği, doğaüstü güçlerden yardım isteme, onlara yakarma16 <strong>Azınlıkça</strong>


ihtiyacına götürmüştür; “Bereketli olsun...”, “Bereketinigör...”, “Allah bereket versin...”, “Ömrünebereket...” gibi deyişler bereketi çoğaltmaya yöneliktemennilerdir. Bir de, bereketi kaçmasın ya daazalmasın diye söylenen sözler vardır halk arasında;“Allah bereketini kaçırmasın...”, “Allah eksikliğinigöstermesin...”, “Artsın, eksilmesin; dolsun, taşmasın...”Ayrıca, burada şunu da hatırlatmakta faydavar; Türk kültüründe, ekili tarlaya ya da suya işememek,harmana besmelesiz girmemek saygı ve su,toprak ve bereketin birlikte hatırlanmasıdır.Bereket inancıyla sözlü deyişlerin yanı sıra bazınesnelere de verilen anlamların olduğunu araştırmalarsonucu görmekteyiz. Örneğin, buğday başağıbir bereket sembolüdür. Ayrıca zeytin dalı da bereketsembolüdür. Evrensel barışın simgesi olmasınınyanı sıra, uzun ömrü ve zeytin tanesinin doyurucuözelliği ile bereketle özdeşleştirilir. Karınca da birbereket simgesidir. Ev ve iş yerlerine asılan “karıncaduası” da bereket içindir. Bir de bereket taşları vardır.Mesela “sarı yakut” bir bereket taşıdır. Etkisi ilemanevi anlamda bolluğu yani bereketi çağıracağınainanılır. İnsanlar taşları bir de nazardan korunmakiçin kullanmışlardır.Dedik ya, son yıllarda ürünlerin bereketi kalmadıbizim buralarda. Doğal felaketler, çiftçilerimizikorkutmaya başladı. İnsanımızın yarını karanlıklaragömülüyor gibi... Bu yüzden biraz berekettensöz ettim size. Ki, bu “karanlık” üzerimizden gitsindiye... İnşallah bundan böyle her şey normalleşir vebereketli günler görürüz. Allah bütün çiftçilerimizinbereketini arttırsın.Yaz ayları sıcak olur buralarda; hele gene aylardanTemmuz ise... Yazımın başında bırakınbeni “ağustos böceği” gibi tembelleşeyim dedim.Galiba bu hafta sonu, bunu başardım; tembelleştim.Bugün Pazartesi... Saat 07.30. Eşimle birlikteGümülcine’ye geliyoruz. Eşim işine, ben de dershaneye...Öğleden sonra da tekrar Meşe’ye, çadırımızagideceğiz. Biraz yorucu oluyor git-gel. Ama değerdiyorum bu sıcaklarda dalgalarla kucaklaşmaya...Yazın yazı yazmak çok zor oluyor. Bu ay bendenbunlar. Bilmem oldu mu? Olduğu kadar. Hepinizebereketli bir yaz diliyorum.*Kaklamanis Makedonca’yı sordu!PASOK partisi milletvekili Apostolos Kaklamanis,13 Temmuz Pazartesi günü, Dışişleri,İçişleri ve Eğitim bakanlarına ayrı ayrı cevap vermeleriamacıyla sunduğu ortak soru önergesinde,Batı Trakya’daki azınlık okullarında “Türkçe ile eşitolarak derslerde Pomakça’nın da kullanılıp kullanılmayacağını”sordu.Kaklamanis soru önergesinde, “Pomak köylerindePomak kökenli öğrencilerin ilkokuldan itibarenYunanca olduğu kadar Pomakça da ders görecekleridevlet okullarının açılması konusunda” bu üç bakanlığıngörüşünü soruyor.Apostolos Kaklamanis’in Yunan Meclis’inde üçayrı bakana sunduğu sorular şu şekilde:Bu çerçevede <strong>Sayı</strong>n Bakanlara sorulur:1. Hükümet, Türk Başkonsolosluğu’nun diplomatikmisyonu çerçevesinde kalması ve ülkemiziniçişlerine müdahalesine engel olmak için ne gibiönlemler almayı düşünmektedir?2. Hükümet, Pomak kökenli Yunan vatandaşlarınınhaklarının uygulamada da güvence altınaalınması için ne gibi önlemler almayı düşünmektedir?Özellikle,3. Pomakça’nın azınlık dili ve azınlık okullarınıntüm seviyelerinde Türkçe ile eşit olarak ders diliolarak tanınmasına gidecek midir?4. Pomak köylerinde Pomak kökenli öğrencilerinilkokuldan itibaren Yunanca olduğu kadar Pomakçada ders görecekleri devlet okullarını açacakmıdır; böyle bir niyeti varsa bunu ne zaman yapacaktır?13.07.<strong>2009</strong>Apostolos Hr. KaklamanisSoru Sahibi Milletvekili<strong>Azınlıkça</strong> 17


Evren Dedeevrendede@gmail.comBatı Trakya ve Papa EftimISon yazımda, pek çok akademik çalışmada150’liklerin Batı Trakya’dan uzaklaştırılmaları karşılığındaVenizelos’un Türk hükümetinden PapaEftim ile ilgili bir talepte bulunduğunu söylemiştimya, TESEV’in gayrimüslim cemaatlerin vakıf vetaşınmaz mülkleri ile ilgili sorunlarını ve önerileriniiçeren raporu yayımlanınca, “İştetam zamanı”dedim kendi kendime,“Papa Eftim gibi Rum cemaatinintaşınmaz mülkiyetlerine ‘ortak’ olmuşbirinin muhasebesi için bundaniyi fırsat bulamam.”Papa Eftim’in hayat hikâyesini silbaştan yeniden dökerek bana ayrılanköşeyi doldurmak istemediğimdenbu konuda daha fazla bilgi edinmekisteyenleri konu hakkında çalışmayapmış akademisyenlere yönlendirmekleyetinmek durumundayım .1Bendeniz, üç bölüm halinde, PapaEftim’le 150’likler arasında yapılan pazarlığa, PapaEftim’in el koyduğu Rum kiliselerine ve Türk OrtodoksKilisesi mensuplarının Rum mezarlığına gömülmelerikonusuna kısa kısa değineceğim.Hatırlarsınız, Yunanistan Başbakanı Venizelosve Dışişleri Bakanı Mihalakopoulos, Ankara’daBaşbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı TevfikRüştü ile yaptıkları bir dizi görüşme neticesinde 30Ekim 1930 günü iki ülke arasında üç ayrı antlaşmaimzalamışlardı. İşte Ankara’da yapılan müzakerelerde,İnönü ile Venizelos azınlıklar sorununa dadeğindiler. Venizelos, Türk hükümetine İstanbulRumlarının tam olarak detayını bilmediğimiz, fakatelbette Papa Eftim konusunu da içeren birkaçşikâyetini aktardı. Özellikle İstanbul Rumlarına aitolan Galata’daki kiliselere Papa Etfim tarafındanel konmuş olması İstanbul Patrikhanesi için büyükbir sorundu. Daha sonra verdiği bir mülakattagörüyoruz ki, Venizelos, yapılan görüşmelerdenTürk hükümetinin bahse konu kiliseleri İstanbulPatrikhanesi’ne iade edeceği hissine bile kapılmıştı.Hatta gazeteciyle yaptığı söyleşide, CumhurbaşkanıAtatürk’ün bizzat kendisinin Papa Eftim’i İstanbulPatrikhanesi’nden uzak tutacağını bildirdiğindendahi bahseder.Bu görüşme çerçevesinde İnönüde Batı Trakya’daki 150’liklerindavranış ve tutumlarından duyduğurahatsızlığı aktarır. İstanbul,Bozcaada ve Gökçeada Rumlarınıniçinde bulunduğu durumu ve Rumazınlığın Papa Eftim karşısındakiçaresizliğini göz önünde bulunduranVenizelos, bu soruna bir çözümbulmak istemektedir. SonuçtaBatı Trakya’daki 150’liklerin Türk-Yunan yakınlaşmasını ve uyumlugidişatı raydan çıkarabileceğini dehesaplayarak, İnönü’ye Trakya’dakiantikemalistlerin sınırdışı edilebileceklerini söyleyiverir.Venizelos, konuşmasında şu konuya da değinir:Sınırdışı edilecek kişiler Batı Trakya’da ikameteden yabancı uyruklular olacaktır; Yunan vatandaşlığınageçmiş olan 150’liklerin sınırdışı edilmeleri,anayasa gereğince imkânsızdır.Burada esas konumuza geri dönelim. BatıTrakya’daki 150’liklerin sınırdışı edilmelerine karşılıkPapa Eftim ve yandaşlarının Türkiye’den sınırdışıedileceği şeklinde bir anlaşmanın yapıldığıacaba gerçekten doğru mudur? Yine döneminTürkiye’sinde yayımlanan gazetelerde, Papa Eftimve taraftarlarının Romanya’ya gönderileceği hakkındaçıkan haberler bu anlaşmanın varlığına delilolarak öne sürülebilir mi?Böyle bir anlaşma olsa bile, bildiğimiz, PapaEftim’in Türkiye’den sınırdışı edilmediğidir. Papa18 <strong>Azınlıkça</strong>


Eftim ile 150’liklerin takasının detayları tarih sayfalarındakeşfedilmeyi bekleyen bir sır olarak durmayadevam etse bile, küçük bir ayrıntı beni oldukçamakul bir varsayıma doğru sürüklemekten menedemiyor! Anlatayım…Yunan Meclisi’nin 20 Aralık tarihli oturum kayıtlarınadikkat ettiğimizde, Venizelos 150’liklerhakkında aldığı kararı milletvekillerine karşı savunurken,ısrarla, Yunan vatandaşlığına geçmiş olanlarınsınırdışı edilmekten muaf olduklarını tekrarlar.Dolayısıyla, diyorum, Venizelos İnönü’den Papa Eftimve yandaşlarının sınırdışı edilmesini talep ettiğinde,büyük ihtimalle İnönü de aynı cevabı vermişve Türk vatandaşı olanların sınırdışı edilmelerininimkânsız olduğunu söylemiş olamaz mı? Bu cevabıalan Venizelos da, Türk hükümetinden Papa Eftimve yandaşlarının hiç değilse İstanbul Patrikhanesi’neve Rum azınlığa karşı yaptığı tacizlere bir son vermesinitalep etmiş olmalı, değil mi? Yani aradakianlaşma şu şekilde yapılmış olmalı: Yunan vatandaşıolmayan 150’likler Batı Trakya’dan uzaklaştırılacak,buna mukabil de, Papa Eftim ve yandaşlarıher gün taciz ettikleri İstanbul Patrikhanesi’nden vediğer Rum kurumlarından uzaklaştırılacaktı. Zatenolayların en heyecanlı bölümü de bu anlaşmanınardından yaşandı.II1931 yılı itibariyle Papa Eftim’in İstanbul Rumlarınıbir dönem için taciz etmeyi durdurması ve ogüne kadar ele geçirdiği kiliselerle yetinmeye zorlanması,büyük olasılıkla, Türkiye ile Yunanistanarasında, 1930 yılında imzalanan anlaşma çerçevesindegerçekleşti. Gerçi Venizelos’un beklentisi,Papa Eftim tarafından el konan kiliselerin de iadeedilmesiydi tabii. Fakat Türk tarafı bir ikilemlekarşı karşıyaydı. Yapılan zorunlu nüfus mübadelesiyle,anadili Türkçe olan fakat Ortodoks Hıristiyaninancını taşıyan Karamanlıların gönderilmesi,zaten Ankara’yı bin pişman etmişti. Ne yani!Venizelos’u bir kısım Yunan tarihçiler 150’liklerlePapa Eftim takasında gösterdiği pasifliktendolayı eleştirler. Oysa Türkiye ile Yunanistanarasındaki dengelerin karmaşıklığı ve diğerdengeler bu olayda da en büyük etkendi.Şimdi de, 150’liklerden olan 10-13 kişinin BatıTrakya’dan gönderilmesiyle Papa Eftim ve yandaşlarıbir mi tutulacaktı? Bu sıkıntı, Türk tarafınıfarklı bir yöne doğru itmekteydi. Çünkü PapaEftim’in, üç-beş 150’likten çok daha fazlasına değdiğineinanıyorlardı. Zaten iki hükümetin yetkilileritarafından alınan karara rağmen, ileride doğabilecekolası sorunlara karşı 150’liklerin tamamınınYunanistan’dan sınırdışı edilmemesi, sadece BatıTrakya’daki 150’liklerin uzaklaştırılmaları ve baştaÇerkesler olmak üzere diğer Ankara muhaliflerininYunanistan’da yaşamaya devam etmeleri, yapılananlaşmanın ne kadar karmaşık bir sorun yumağıetrafında gerçekleştiğini göstermekteydi. Yunantarihçilerin bir kısmı, Venizelos’u, Batı Trakya’daki150’liklerle Papa Eftim arasındaki anlaşmada gösterdiğipasiflikten dolayı eleştirseler bile, büyükihtimalle Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengelerinkarmaşıklığı bu olayda da kendini göstermişti.Yani taraflar hem çözüm istiyor, hem de kendi milliçıkarları açısından çözümün yeni sıkıntılar doğur-<strong>Azınlıkça</strong> 19


masından endişe ediyorlardı. Bu yüzden, iki taraf,Ankara’daki uzlaşmanın ardından derhal sorununhalli noktasına odaklanırken, çeşitli dengeleri gözönünde bulundurarak opsiyonel değişikliklerde bulundular.Venizelos Ankara’dan Atina’ya döndüğünde,Trakya Genel İdaresi Bakanı Georgios Kakoulidis’ekonu hakkında talimat verdi: “150’liklerden Yunanistanvatandaşları olmayanlar Batı Trakya’danuzaklaştırılacaktır!” Fakat bu sırada Papa Eftim’inüç-beş 150’likle takasını az bulan Türkiye,Gümülcine’deki konsolosluğuna, yeni hazırlananbir listeyi Trakya Genel İdaresi’ne iletmesi için talimatvermişti. Venizelos’un Ankara ziyaretindensadece bir ay sonra gelen bu hamleyle, GümülcineKonsolosu Ahmet Muhtar Batur, bahse konu listeyiKakoulidis’e sundu. Yalnız, sunulan listede Yunantarafının beklemediği, farklı bir durum vardı: Liste,hiç de beklendiği gibi 10-15 kişilik değildi. MuhtarBatur, sadece 150’liklerin değil, diğer siyasi mültecilerinve hatta Türkiye’deki yeni laik rejime karşıçıkan bazı Batı Trakyalı Müslümanların da sınırdışıedilmesi talebiyle, toplam 450 kişilik bir listeyiKakoulidis’e sunmuştu. Anlaşılan, Türk tarafı PapaEftim’e biçilen değeri artık az buluyordu!Türk konsolosuyla yaptığı görüşmeyi Atina’yarapor eden Kakoulidis, Konsolos Batur’un verdiğilistedeki sayının beklenenden çok yüksek olduğunu,buna gerekçe olarak konsolosun kendisinesınırdışı edilecekler konusunda Türkiye’nin olayabüyük bir boyut kazandırmak istediğini, listedekikişilerin sınırdışı edilmeleri durumunda BatıTrakya’da Türk azınlığına huzur ve barış ortamınıngelebileceğini ve ayrıca Yunan hükümeti aleyhindeyazılar yayımlayan Yeni Adım gazetesinin de bu tavrındanvazgeçeceğini söylediğini yazıyordu. Kakoulidis,bu konudaki yorumunu da rapora ekliyordutabii: “Yunan vatandaşlarının sınırdışı edilmesininasla söz konusu olamayacağını konsolosa ifade ettim.Fakat bunun dışındaki kişiler için öne sürülenargümanları ben de makul buldum.” 2Kakoulidis böyle diyordu, ama Yunanistanaçısından işin şekli de değişiyordu yavaş yavaş.Türkiye’nin sunduğu 450 kişilik sürpriz liste,Atina’da görüş ayrılıklarına sebep oldu. Venizelos,Ankara’da vardıkları uzlaşmayı önemli gördüğünden,bu yeni talebin bir şekilde uygulanmasını desteklerken,bu görüşe karşı çıkanlar da artık sesleriniyükseltmeye başlamışlardı. Diyorlardı ki, “Türkiyetutuyor, 450 kişilik bir liste sunuyor, sizse Papa Eftimve yandaşları dediğimiz, topu topu 10-15 kişilikbir listenin bırakın sınırdışı edilmesini, İstanbul’danuzaklaştırılmasını bile sağlayamıyorsunuz! Yokuşasürüyorlar işi, anlamıyor musunuz?”IIITürkiye’nin, Gümülcine Konsolosu AhmetMuhtar Batur vasıtasıyla Papa Eftim ve yandaşlarınakarşılık olarak Yunan hükümetine ilettiği 450kişilik listenin Atina’da görüş ayrılıklarına sebep olduğundansöz etmiştik. Başbakan Venizelos, DışişleriBakanı Mihalakopoulos ve Trakya Genel ValisiKakoulidis, Batı Trakya’daki 150’liklerin ve Yunanvatandaşı olmayan siyasi mültecilerin sınırdışı edilmelerifikrini desteklerken, bu görüşe karşı çıkanlarda seslerini yükseltmeye başlamışlardı.Konu en sonunda Yunan Meclisi’ne kadar taşınır.Türkiye ile yapılan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma veHakemlik Antlaşması ile ilgili meclis görüşmeleriesnasında Halkçı Parti (Λ.Κ.) milletvekili İoannisRallis, bu kişilerin sınırdışı edilmelerine karşı çıkarve Batı Trakya’da bulunan Türkiye vatandaşı siyasimültecilerin sınırdışı edilmelerini bir teslimiyetolarak addettiğini açıklar. Halkçı Parti Genel BaşkanıPanagis Tsaldaris de aynı noktadan yola çıkaraksiyasi mültecilerin can güvenliğinin tehlikedeolduğunu ve Yunanistan’ın, uluslararası anlaşmalar20 <strong>Azınlıkça</strong>


çerçevesinde, siyasi mültecileri korumakla yükümlüolduğunu belirtir.Meclis’te tartışmalar sürerken hükümet adınasözü Dışişleri Bakanı Mihalakopoulos alır ve bahsekonu kişilerin Türkiye’ye iade edilmelerinin aslasöz konusu olmadığını belirtir. Ardından kürsüyeVenizelos çıkar ve almış olduğu kararı savunur. Venizeloskararlıdır, Türkiye ile ilişkiler normale dönecektir.Lafı çok uzattım; aktaracağım başka şeyler var.Dolayısıyla, Venizelos’un mecliste yaptığı konuşmayıanlatmayacağım.Muhalefet ve genel kamuoyu karşısında Venizelos,Türkiye’nin 450 kişilik listesini işleme koymaz.Sonuçta Ankara’da varılan mutabakat çerçevesindesadece yabancı uyruklu 150’likler Batı Trakya’danuzaklaştırılır ki, bunların toplamı 13 kişidir ve2’si zaten bölgeyi daha önce terketmiştir. Böylece,Türkiye’nin talebi kısmi olarak yerine getirilmişolur.İşin garip tarafı nedir biliyor musunuz? Venizelos,Ankara’da yaptığı anlaşmayı uygulamasınarağmen, Türkiye’nin 450 kişilik yeni listesi yüzündenne Yunanistan’da, ne de Türkiye’de sorununkökten çözümü sağlanabilmiştir. Belki sadece sorununboyutu küçülmüştür. Papa Eftim ve yandaşlarıİstanbul’dan uzaklaştırılmamış, fakat hareket alanıkısıtlanan Papa Eftim, ele geçirdiği kiliselerle iktifaetmek zorunda bırakılmış ve bu sayede, İstanbulRum Patrikliği ve Rumlar, göreceli olarak, bir dönemrahat nefes almıştır.Peki bu doğru mudur? Yani Rumlar gerçektenrahat nefes alabilmiş midir?Aradan yetmiş küsur yıl geçmesine ve kiliselerdenbir tanesi, daha sonraları devlet iradesiyle iadeedilmiş olmasına rağmen, günümüzdeki durumdeğerlendirildiğinde, Rumların çok da rahat ettikleriniiddia etmek zordur. Çünkü Papa Eftimlerinkarmaşık ilişkileri hakkında 30 Ocak 2008 tarihliHürriyet gazetesinde çıkan bir haber bile, bizeRumların Papa Eftim ve ailesinden çektikleri sıkıntıyıgöstermektedir.Sahi, Hürriyet gazetesinde şöyle yazılmıştır, “AdıErgenekon operasyonu ile gündeme gelen, örgütün‘beyinlerinin merkezi’ denen Bağımsız Türk OrtodoksPatrikhanesi, hayli ilginç özellikler taşıyor.Türk devletinin Fener Rum Patrikhanesi’ne karşıdesteklediği patrikhanenin tümü aynı aileden. Vecemaati ‘yok’ denecek kadar az olsa da, patrikhane,çok ciddi bir mal varlığının sahibi…”“...(B)u patrikhane, Ergenekon Operasyonu’ndayasadışı örgütün merkez üssü olduğu iddiasıyla karşımızaçıktı. Polisin verdiği bilgiye göre, Ergenekonoluşumunun toplantıları patrikhanede yapılıyor,dünya çapında ses getirecek suikast planları buradayapılıyor, gizli evrak burada saklanıyordu…”İddialar doğrudur, yanlıştır, o mahkemenin işidir.Fakat bu kısacık alıntı bile bize bir şeyi göstermektedir:Papa Eftim ailesi karşısında İstanbulRumları, ne Venizelos’un 150’likler takası, ne debir başka anlaşma sayesinde, öyle rahat nefes alamamıştır.Düşünsenize, cenazeleri bile bir sorundurPapa Eftim ailesinin. Çünkü vefat ettiklerinde Rummezarlığına gömülmektedirler. “Bu dünyada sizerahat yüzü göstermedik, mezarlıkta dahi rahat yüzügöstermeyeceğiz” dercesine!..1. Dr. Racho Donef, The Political Role of the Turkish Orthodox Patriarchate(so-called) [(Sözde) Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Rolü), Sydney,Avustralya, 2003; Elçin Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi,İletişim, 20032. Αντώνης Κλάψης, Η απομάκρυνση των ανεπιθύμητων αντικεμαλικώντης Δυτικής Θράκης. Μία άλλη όψη της ελληνοτουρκικής προσέγγισης του1930. Διδάκτορας Διπλωματικής Ιστορίας, 2006<strong>Azınlıkça</strong> 21


Evren Dedeevrendede@gmail.comBatı Trakya’da 150’likler -V5. İbrahim SabriŞeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu olanİbrahim Sabri babasıyla birlikte İskeçe’ye (Xanthi)yerleşti. Hukuk eğitimi almış, birkaç yabancı dilbilen, iyi şiir ve makale yazan İbrahim Sabri, babasıylabirlikte Yarın gazetesinde görev aldı. 1 Kaderibabasıyla aynı çizgide gelişti. 1931 yılında Yunandevletince Batı Trakya’dan çıkartıldı, Patra’ya yerleşti.Daha sonra babasıyla birlikte Mısır’a gitti. ŞeyhülislamMustafa Sabri Efendi’nin Arapça kalemealınan ve en önemli eserlerinden sayılan ‘Mevkıf-ülAkl ve İlm’ kitabını Osmanlıca’ya çevirdi. 2 1983 yılındavefat etti.6. Süngülü Çerkez DavutManyaslı olan Çerkez Davut, 1’inci Anzavurayaklanmasında çetesiyle birlikte Anzavur’a katıldı.Türk-Yunan Savaşı’ndan sonra tutuklanarak yargılandıve idama mahkum oldu. Davası temyiz aşamasındayken150’likler listesine kondu 3 ve yurtdışınaçıkartıldı ve ardından Batı Trakya’ya geldi.Yunan kaynaklarında adı Süngülü Çerkez Davutyerine, Sunekli Çerkez Davut şeklinde geçer. 4Süngülü Çerkez Davut Batı Trakya’ya geldiğindeİskeçe’ye (Xanthi) yerleşti. 1928 yılındaki kayıtlardaİskeçe sakini gözüken Çerkez Davut 5 , 1931 yılındaise Batı Trakya’dan çıkartılacaklar listesinde Gümülcine(Komotini) sakini olarak gözükmektedir. 6Süngülü Çerkez Davut’la birlikte kardeşi Zekeriyada Batı Trakya’ya gelenler arasındadır. KardeşiZekeriya 150’liklerden olmamasına rağmen, bilahareTürkiye vatandaşlığından çıkarılmıştır.7. Tuzakçı Yusuf Ali RemziTuzakçı Yusuf Ali Remzi, Batı Trakya’ya geldiğindeArabacıköy’e (Amaranta) yerleşti. Gönen’inTuzakçı köyünden olduğu için bu lakabı alan YusufAli Remzi, Batı Trakya’da kaldığı süre boyunca ticaretleuğraştı. Resmi kayıtlardan bakkallık yaptığınıöğreniyoruz. 78. Keçelerli Topal Ömeroğlu İdris1924’e kadar Türkiye’de hapiste tutulan KeçelerliAbdüloğlu Deli Kasım, 1924 yılında 150’liklerlistesine adı eklenince hapisten çıkarıldı ve derhalsınırdışı edildi. Batı Trakya’ya geldiğinde Çepelli’ye(Mishos) yerleşti. Trakya’da kaldığı dönemde koruculukyaptı.9. Keçelerli Abdüloğlu Deli Kasım1924’e kadar Türkiye’de hapiste tutulan KeçelerliAbdüloğlu Deli Kasım, 1924 yılında 150’liklerlistesine adı eklenince o da hapisten çıkarıldı vederhal sınırdışı edildi. Batı Trakya’ya geldiğinde22 <strong>Azınlıkça</strong>


İskeçe’nin (Xanthi) Morsini bölgesine yerleşti.10. Kuvay-ı İnzibatiye mensubininden Çopurİsmail HakkıÇerkez kökenlidir. Osmanlı ordusunda binbaşıydı.Bandırma’da askerî sevkiyat reisliğinde bulundu.Mustafa Kemal’in başkanlığındaki millî mücadelininkarşısında olan Nigehbân Askerî Cemiyeti’ninkurucusu ve yöneticilerindendir. Bahse konu örgütükurma fikri, Binbaşı Çopur Hakkı tarafındanortaya atılıp gerçekleştirilmiştir. 8150’liklerden olan Tarık Mümtaz, “Vahdettinmütareke gayyâsında” adlı eserinde Çopur Hakkı’yışu şekilde tasvir eder:“…Nigehbân Cemiyeti Reisi Çopur İsmailHakkı Bey, kulaktan atma zincirli gözlüğü ve genişal zırhlı topçu pantolonu, mahmuzlu kunduralarıve elinden düşmeyen gümüş Çerkez kırbacıylaortada dört dönüyor, hiçbir vazife ve memuriyetetenezzül etmiyor, adeta inkılabın lideri ve muhafızırolünü takınıyordu…” 9Çopur Hakkı, savaşın hemen ardından BatıTrakya’ya geldi.Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın 1931 yılında BatıTrakya’yı terketmelerini emrettiği 150’likler listesindeÇopur Hakkı’nın adı bulunmamaktadır. Pekçok araştırmacı Dışişleri’nin 1931 yılındaki listesiniYunanistan’daki 150’likler olarak kabul eder. Oysabu liste dışında 150’liklerden pek çok kişi o dönemdeYunanistan’a gelmiştir.Kuvay-ı İnzibatiye mensubininden ÇopurHakkı’nın adı Türkiye’nin Yunanistan’a çektiği1927 tarihindeki bir notada geçmektedir. NotadaBatı Trakya’dan uzaklaştırılması istenenler arasındaismi geçmektedir. Çopur Hakkı, Batı Trakya’da olduğudönemde İskeçe’de yayımlanan İtila gazetesininsahip ve sorumluluğunu yapmıştır. 1011. İzmir kadı müşavir-i sabıkı AhmetAsım1931 yılından önce Batı Trakya’yı terketmiştir.Batı Trakya’da bulunduğu süre zarfında azınlık cemaatvakıflarında görev aldı. 11 1931’den önce bilemediğimizbir şekilde Batı Trakya’dan uzaklaştırılıncaBulgaristan’a geçti. 150’liklere çıkarılan aftanönce Bulgaristan’da öldü. 12*Batı Trakya’daki 150’likler ve diğer gelenlerhakkında diğer kısa bilgilerYeni Türkiye’nin rejimi için tehlike arz eden150’likler dışında, Türkiye, Yunan devletinden BatıTrakya’dan çıkartılmasını talep ettiği Çerkezler devardır. Çerkez askerlerin bir bölümü savaşın sonaermesinin hemen akabinde Batı Trakya’ya gelmiş,özellikle, Drama, Kavala, Dedeağaç (Alexanroupoli)ve İskeçe’de (Xanthi) konaklamışlardır. 13 Çerkezaskerlerinden bir kısmı İskeçe’ye bağlı Şahin (Echeinos)köyünün hemen yanı başındaki yamaçta 6 aysüreyle konaklamışlardır.Türkiye’nin 150’likler dışındaki siyasî firarilerinde Batı Trakya’dan çıkartılması ile ilgili resmi talebi1927’de gerçekleşir. Resmi bir nota çekilerek150’liklerin ve bazı Çerkezlerin Batı Trakya’danuzaklaştırılmaları ve ayrıca Yunanistan’dan çıkarılmalarıistenir. Cevat Bey (Mehmet Cevat Açıkalın)tarafından bildirilen notada, Çerkezlerin BatıTrakya’da kalmaları için verilen 6 aylık oturum belgelerininuzatılmaması, ekte bildirilen kişilerin deBatı Trakya’dan uzaklaştırılmaları ve Mustafa SabriEfendi’nin yazdığı İtila gazetesinin kapatılması talepedilir. 14 1925 yılında İskeçe’de yayın hayatınabaşlayan İtila gazetesi Binbaşı Çopur İsmail Hakkıtarafından çıkarılmıştır. Mesul müdürlüğünü HasanSaki ve başyazarlığını Ahmet İzzet’in yaptığıgazete 1930 yılında yapılan Türk-Yunan dostlukantlaşmasına dek yayımlanmaya devam etmiştir. 15Türkiye’nin Yunanistan’a bildirdiği notada BatıTrakya’dan uzaklaştırılmaları istenen isimler şunlardır:1. Çopur Hakkı, İtila gazetesi sahibi, İskeçe’de<strong>Azınlıkça</strong> 23


mukim (150’liklerden)2. Bahriyeli Ali Sami, Adalet gazetesi (εφ.Δίκαιον) sahibi, Kavala’da mûkim (150’liklerden)3. Süngülü Çerkez Davut, İskeçe’de mukim(150’liklerden)4. Aziz Nuri, Eski Bursa valisi, Adalet gazetesisahibi (150’liklerden)5. Namık, eski emniyet mensubu, öğretmen(150’liklerden)6. Ahmet Asım Hoca, (İzmir kadı müşavir-isabıkı Ahmet Asım), Cemaat idaresi danışmanı(150’liklerden)7. Veliyeddin Hoca, Dedeağaç (Aleksandoupoli)Müftüsü 168. Rıfat oğlu Rıfkı, İtila gazetesinde yazar,İskeçe’de öğretmen, İskeçe’de mukim.9. İzzet, Biga’da (Βίγα) kumandan yardımcısı,İttila gazetesinde yazar.10. Doktor Nureddin, İskeçe’de (Xanthi) doktor.11. Zekeriyya oğlu Zekeriyya, 150’liklerdenolan Çerkez Davut’un kardeşidir.12. Akif, Osmanlı ordusunda subay, Dimetoka’da(Didimoteicho) öğretmen.13. Memiş Hoca, İtila ve Adalet gazeteleri çalışanı.14. Hasan Mustafa, Şule, Balkan ve Posta gazetelerininsahibi, Dedeağaç (Alexandroupoli) vakıfidaresi Başkanı. 17 Çerkez kökenlidir. Savaşın ardındanÇerkez Ethem ve Kuşçubaşı Eşref’le birlikteYunanistan’a gelen 9.000 18 Çerkezden biridir.15. Halit Ziya, İzmir’den geldi, Hasköy’de yardımcımuavin.16. Pepe Kenan, eski Osmanlı Şeyhülislamlıkmüessesi çalışanlarından, Kosli (Körsallı) köyündeöğretmen ve aynı zamanda köyün imamı.17. Hasan, eski Osmanlı İaşe Müdürlüğü memuru.18. Hüseyin Hamit, Dimetoka’da (Didimoteicho)öğretmen.19. Hasan Hoca, Kumçiftlik (Orestiada) müftüsü. 1920. Mustafa Sabri, hoca, eski ŞeyhülislamOrestiada’da oturuyordu.Doğu Makedonya ve Trakya bölgesine yerleşendiğer 150’likler.Batı Trakya bölgesi Karasu sınırıyla noktalandığıiçin yukarıdaki listeye girmeyen, fakat Doğu Makedonyave Trakya bölgesi sınırları içerisine giren ve1931 yılına kadar bölgede yaşayan üç ayrı 150’likdaha bulunmaktadır.1. İzmit merkez memuru, Edirne Polis müdürüve Yalova Kaymakamı Fuat Bey (92)2. Bandırma’da Adalet gazetesi sahibi BahriyeliAli Sami (101)3. Esbak İstanbul Polis Müdüriyeti 1. KısımBaşmemuru Hafız Sait (88)*Detaylı açıklamalar1. İzmit merkez memuru, Edirne Polis müdürüve Yalova Kaymakamı Fuat Bey (92)Sırasıyla İzmir merkez memurluğu, EdirneEmniyet Müdürlüğü ve Yalova kaymakamlığı görevleriniifa eden Fuat Bey, Yunanistan’a geldiğindeDrama’ya yerleşmiştir. Yunan devletinin150’liklerin yurtdışına çıkarılması kararından öncebölgeyi terketmiştir.2. Bandırma’da Adalet gazetesi sahibi BahriyeliAli Sami (101)Bandırma’nın Yunan ordusu tarafından ele geçirildiğidönemde Adalet gazetesini çıkaran BahriyeliAli Sami, 1922 yılında Yunanistan’a gelen150’likler arasındadır. Osmanlı ordusunda albaylıkgörevinde bulunan ve çektiği fotoğraflarla adınıduyuran Ali Sami hakkında Nathanail M. Panagiotidis,1922-1924 yılları arasında Kavala’da yaşadığını,1924 yılından itibaren Selaniğe yerleştiğini veorada yine “Adalet” adlı bir gazete çıkardığını veayrıca fotoğrafçılık yaptığını yazmaktadır. DışişleriBakanlığı’nın 1928 tarihli kaydında ise Ali Sami’ninhala Kavala’da mukim olduğunu ve Selanik’te değil,Kavala’da “Adalet” adlı gazeteyi (εφ. Δίκαιον) çıkardığınıgörüyoruz. 20Türk kaynaklarında Bahriyeli Ali Sami hakkındafarklı bilgiler verilmektedir. Emin Karaca, BahriyeliAli Sami ile ilgili olarak, Kavala’ya yerleştiğinive eşi ve çocuklarıyla birlikte din değiştirerek HristiyanOrtodoks olduklarından bahsetmektedir. 21Kamil Erdeha da, Ali Sami’nin ailesiyle birliktedin değiştirdiğini ve Ortodoks mezhebine girdiğiniyazmaktadır. 22Ayrıca Bahriyeli Ali Sami’nin adı MustafaKemal’e suikast yapmaya teşebbüs edenlerin arasındageçer. Erdeha, Bahriyeli Ali Sami’nin DoğuTrakya’da Atatürk’e suikast yapmakla görevlendirilmişsede, bu girişimin önceden haber alındığınıve önlem alındığından dolayı başarılı olamadığını24 <strong>Azınlıkça</strong>


ve iki ayakdaşı ile birlikte Meriç nehrini geçerken1927’de öldürüldüğünü yazmaktadır. 23Erdeha suikast girişimini şu şekilde anlatır:“…Yunan istihbarat örgütlerinden gelen bilgileregöre, Mustafa Kemal İstanbul’da bir süre dinlendiktensonra, Edirne’ye bir ziyaret yapacak, eylülayı sonuna doğru da parti kurultayı ve Büyük MilletMeclisi çalışmaları dolayısıyla Ankara’ya dönecekti.Bu duruma göre bir kıskaç biçiminde pusu kurulmalı,eğer o Trakya gezisini yapmaktan vazgeçerseveya Trakya’da yapılacak suikast başarılı olamazsa,Ankara’ya dönerken mutlaka iş bitirilmeliydi.Kuşçubaşı Eşref tarafından hazırlanan planagöre, bu iş için iki çete oluşturuldu. Birinci çete, fotoğrafçıve Bahriyeli lakaplı Ali Sami’nin reisliğindeBatı Trakya’da; ikinci çete Hacı Sami’nin reisliğindeSisam adasında yuvalanacaktı…Hacı Sami kendisinin Batı Trakya’da olduğunadair haberler yayıyordu. İşte bu sırada Gümülcinekonsolosu Firuz Kesim’den önemli haberler geldi.Fotoğrafçı Ali Sami, Meriç’i iki arkadaşıyla geçecekve Mustafa Kemal Paşa’nın trenini havaya uçuracaktı.Aynı amaçla başka bir suikastta bulunacak olanHacı Sami’nin ise Trakya’da olmadığı kesindi. 24 Buhaber üzerine Ankara hükümeti sınırlardaki bütüngüvenlik güçlerini uyardı ve duyarlı bölgelerde alarmageçildi...Beklenen zaman geldikçe iki çete de hareketegeçti. Fotoğrafçı Ali Sami çetesi Meriç nehrinigeçerken kıstırıldı ve iki ayakdaşı ile birlikte sınırgüvenlik kuvvetlerince öldürüldü...” 25Esasında Bahriyeli Ali Sami’nin o tarihte öldürülüpöldürülmediği şüphelidir. Çünkü Yunan DışişleriBakanlığı’nın 1931 yılında Batı Trakya’danuzaklaştırılacak 150’likler listesinde Bahriyeli AliSami’nin adı da bulunmaktadır. 26 Yanlız bu belgebile bize Ali Sami’nin öldürülüp öldürülmediği konusundanet bir cevap vermemektedir. Çünkü yineDışişleri arşivinde bulunan bir başka kayıtta, BatıTrakya’dan sınırdışı edilecek 13 kişilik listeden 2 kişinin,alınan karardan önce Trakya’yı terkettiklerinibildirmektedir. Bahse konu iki kişiden birisi BahriyeliAli Sami’dir. 273. Esbak İstanbul Polis Müdüriyeti 1. KısımBaşmemuru Hafız Sait (88)Devam edecek...Dipnotlar:1. http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=272552. http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=272553. Kamil Erdeha, Yüzellilikler,yahut milli mücadeleninmuhasebesi, 1998, İstanbul, s.2154. Yunan İçişleri Bakanlığı’nın kararı çerçevesinde Bakanve aynı zamanda Trakya Bölge Genel İdarecisi G.Kakoulidis’in 150’likler listesinde yer alan 11 kişininYunanistan’ı terketmeleri ile ilgili 21.10.2930 tarihli 748protokol numaralı kararı.5. Α.Υ.Ε. 1928/Β/37.6. Α.Υ.Ε. 1931/Β/37/ΙΙ/.7. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Arşivi 1931/Β/37/ΙΙ/.8. Nigehbân Askerî Cemiyeti 1919 yılında kurulmuştur.Osmanlı ordusu mensubu subay ve emekli paşalardanoluşan bir cemiyettir. Cemiyet, Müdafaa-i H:ukukhareketine karşı çıkmıştır.9. Yalçın Toker, 150’liklerden Portreler, Toker yayınları,2006, İstanbul, s.12210. Α.Υ.Ε. 1928/Β/37.11. Α.Υ.Ε. 1928/Β/37.12. 150’likler, Emin Karaca, Altın Kitaplar, 2004, İstanbul,s.6713. Ahmet Efe, Çerkez Ethem, Bengi Kitap Yayın, 2007,İstanbul, s.<strong>49</strong>1,<strong>49</strong>314. Simeon A. Soltaridis, age, s.20315. Feyyaz Sağlam, age, s.5616. Yunanistan’da o dönemde Gümülcine, İskeçe veDimetoka müftülükleri dışında Dedeağaç’ta, Selanik’te(Selanik Çerkez Müftülüğü ve ayrıca Langada Müftülüğü),Veria’da ve Yanya’da da müftülükler vardı. Bu müftülüklerinçoğu 1950’lere kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.Günümüzde Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka’damüftülük bulunmaktadır.17. Hasan Mustafa, Çerkez kökenlidir. Balkan gazetesini1924 yılında çıkardı. Gazete Bulgarların işgal tarihi olan1941’de kapandı. Balkan ve Posta gazetelerinin başyazarlığınıbir diğer Çerkez kökenli Şeyh Fuat yapmıştır.Hasan Mustafa, 1941 yılına kadar Batı Trakya’da kaldı.Daha sonra Almanya’ya gitti.18. Konstantinos Tsitselikis, <strong>Azınlıkça</strong> dergisi, <strong>Sayı</strong>:44,Şubat <strong>2009</strong>, s.2119. Kayıtlarda Orestiada müftüsü olarak geçse bile müftülüklerile ilgili diğer kayıtlarda Orestiada Müftülüğüşeklinde bir kayıt bulunamamıştır. Orestiada, Evros ilinebağlıdır, Dedeağaç Müftülüğü’nün şubesi olabilir.20. Α.Υ.Ε. 1928/Β/37.21. Emin Karaca, age, s.7522. Kamil Erdeha, a.g.e, s.17723. Kamil Erdeha, a.g.e, s.11124. Yakın Tarihimiz, C.II, s.11-1225. Kamil Erdeha, a.g.e, s.11026. Α.Υ.Ε. 1931/Β/37/ΙΙ/.27. Α.Υ.Ε. 1931/Β/37, Φάκ. Ανεπιθυμήτων Τούρκων<strong>Azınlıkça</strong> 25


AçılımHatice Salihaticesali@yahoo.grKeşke hep tatil olsa… Ya da şu tatiller hiç bitmese.Akla tatil gelince sanırım bu sözler çok sıkkullanılıyor, ya da güzel bir tatilin sonunda... Amane yazık ki güzel günler çabuk gelip geçiyor. Ardındasadece anıları bırakıyor…Ben, çifte bayram dedikleri misali, çifte tatil vesevinci bir arada yaşıyorum. Hem okulu-derslerirafa kaldırma vakti, hem de aileme kavuşma sevinci.Malum yaz tatili denince akla ilk gelenlerdenbiri de, “Alamancılar” oluyor… Ben de eskibir Alamancı ve halen bir Alamancı kızı olarak yaztatillerini böyle tanımlıyorum artık. Oysa ki hiçsevmezdim küçükken bu lafı… Çok alaycı gelirdibana, belki de çocukluktan olsa gerek. Bizi görentanıdıklar ellerini uzatmakla birlikte “Ay! Alamancılardökülmeye başladılar derdi.” “Güler misin,ağlar mısın” derdim içimden. Ben de aynı üslupla“Alamanya değil Almanya, doğal olarak Alamancıolamayız; olsak olsak Almancı oluruz” derdim…Muhabbet yerini sessiz ve soğuk bir gülümsemeyebırakırdı.Tatilin bitmesini hiç istemezdik, 4-5 gün gibigelip geçerdi sanki koca bir ay. Bavulu boşaltmaklatoplamak bir olurdu adeta; doyumsuz olurdu yaztatilleri. Ama sanki eskiden çok daha güzeldi herşey. Bir aylığına gelirdik ama dolu dolu yaşardık herşeyi. Düğünlerin tadı bile değişikti sanki bundan5-6 yıl öncesi… Şimdi çocuklar düğüne eğlenceyegitmek, yerine “platia”ya kahve içmeye giderimdaha iyi, diyor. Oysa bizim için kıyaslanamazdı“platia”da kahve içmekle düğüne ya da eğlenceyegitmek. Belki Almanya’da düğüne eğlenceye hasretkaldığımız için bize öyle geliyordu, kim bilir…26 <strong>Azınlıkça</strong>Sonumuz hayır olsunGit gide uzaklaşıyor muyuz acaba bu sevdiklerimizden,tarihte mi kalıyor vazgeçilmez dediğimizşeyler? Galiba öyle, zaman değişiyor diyorlar ya,gerçekten öyle. Biz 15`li yaşlarda nasıldık, şimdi 15yaşındaki çocuklar nasıl. Hatta şimdi 15 yaşındakibirine çocuk bile diyemezsin, genç bir kız (delikanlı)gibi hepsi. Biz mi o zamanlar geriden sayıyorduk,yoksa şimdikiler mi çok hızlı ilerliyor; anlamak güçbiraz. Fakat zamanın değiştiği gerçek ve ortada.Ancak zaman ne kadar değişirse değişsin, değişmemesigereken şeyler var; olmalı da. Nedense birçok gencimiz tüm bunları pek umursamıyor artık,suçu kimde aramalı bilemiyorum, ama bildiğimbir şey, o da bu durumun pek iç açıcı olmaması.Nedir bunlar? Örneğin Almanya`dan, Türkiye`denoradan buradan gelen gurbetçilerimiz, gurbetçigençlerimiz - küçüklerimiz… Hangisi teyze-hala,amca-dayı ziyaretine gidiyor? Ya da gerçekten seveseve gidiyor? Belki bir tesadüf yolda karşılaşırlarsa,hâlini hatırını soruyorlar akrabalarının. Ne kadardoğru, ya da olması gereken bu mu, bilemiyorum.Eskiden aile sofraları kurulurdu, tüm aile toplanırsohbetler, yemekler, gülüşler, yer yerinden oynardıâdeta. Şimdi bunları görmek pek o kadar mümkündeğil; mümkün fakat eskisi kadar değil. Ya da bengöremiyorum, eğer öyleyse kimsenin de günahınıalmaya gelmez tabiî ki…Hey gidi günler dedikleri gibi, geçmişe gittik biran. Gittik ama gittiğimiz gibi de geldik; sadece anıolarak anımsayabiliyoruz artık geçmişi. Ya da güzelolan her şeyi… Sevdiklerimizden ve sevdiğimiz şeylerdenneden vazgeçiyoruz ki? Kolay mı tekrar aynışeyleri yakalayabilmek. Maalesef değil; fakat bunu


şeyi tartmasını o kadar iyi biliyor ki, gün gelecekmutlaka ektiğimizi biçeceğiz. Hep böyle kalacakdeğiliz, ne de olsa, işte o zaman bizim de kapımızçalınmadığında, “neden?” diye sormaya hakkımızhiç olmayacak.Bize öz bir şey ne de olsa, elimizdeki güzelliklerinkıymetini bilemeyip onları kaybedince farketmek. Ama buna rağmen kaç kişi kendine ders çıkarmasınıbilmiş? Bir çoğumuz bazı şeylerin yanlışolduğunu bile bile yapmıyor muyuz? Hatta bazentekrar tekrar aynı yanlışları da yapabiliyor, sonrasanki hakkımız varmış gibi oturup ağlıyoruz. Halbukidaha önceki yaşadıklarımızdan ders çıkarmasınıbilseydik, eminim tekrar aynı duruma düşmüşolmayacaktık.Umarım neler hissederek tüm bunları yazdığımıaktarabilmişimdir. Sanki gençliğimiz günden güneelimizden alınıyor ve biz hiç bir şey yapamıyoruz.Yapılması, olması gereken bir çok şeyi yarına erteliyoruz;yarın gelecek mi bakalım?.. Hangimizinelinde garanti belgesi var geleceğe dair? Şu an böyleyse,yarınki gençlik nasıl olur tahmin bile etmekistemiyorum açıkçası…bile bile bazen her şeyden çok kolay vazgeçebiliyoruz.Savaşmak, mücadele etmek zor geliyor; çekipgitmek her zaman kolay ya, işte bunu uygulamak takolay geliyor bir çoğumuza.Oysa her şeyi güzel yapan zoru başarmak değilmidir, bir mücadele sonucunda zafere ulaşmak gibi.Modern hayata özenip eskilere bir sünger çekiyoruzbelki. Örf ve adetlerimizden günden güne uzaklaştığımızıgörememek o kadar zor bir şey olmasagerek. Fakat böyle bir durum karşısında “neden?”diye sormadan edemiyoruz. Soruyoruz ama cevabınıkendine verebilen kaç kişi var acaba!.. Bugünböyleyse yarın bizi nasıl bir tablo bekliyor, bilmekbile istemeyiz bir çoğumuz.Elden gelen bir şey yok. Herkes kendi istediğinive kendince mutlu olduğu şeyi yapacak tabiî. Sonundayanlış olduğunu anlasa da, kendi ilerlemekistediği yolda ilerleyecek. Fakat bu hayat yapılan herBurada bir açıklama getirmek doğru olur sanırım.Gençlerimizi, küçüklerimizi yargılamak, ya dasuçlamak gibi bir amaçla yazılmış bir yazı değil bu.Fakat kabul etmemiz gerekir ki, konu tatil oluncaakla ilk gelen şeyler gezip tozmak oluyor. Hangi sahildesaat kaçta buluşalım, ben şu kafedeyim sen degelsene; vs. vs. Tabi ki tüm bunlar da lazım, amaher ne olursa olsun büyüklerimizi, akrabalarımızıunutmamamız gerekmez mi? Sonuç olarak şimdikinesil bilgi ve eğitim açısından çok çok ilerlemişdurumda, fakat her şey sadece eğitim, bilgi demekdeğil. Saygı diye öyle güzel bir kelime var ki, hepimizinzaman zaman unuttuğu bir şey. Akrabalarımızasaygımızı yerine getirmekten kaçınmamalıyız,diyorum. Bizden sonrakilere değil, şimdiki gençliğeve tabiî ki kendime…Tatillerden neşe ile başladık, biraz buruk olarakgençliğimize bir göz atarak devam ettik. Zamanişte! Denebilecek başka pek bir şey yok ne yazık ki.Ne diyelim, herkes gönlünce yaşayıp mutlu olsunda, varsın tüm bu yazdıklarım olmasın… Herkesehayırlı ve mutlu bir yaz tatili diliyorum!..<strong>Azınlıkça</strong> 27


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος ΔούδοςΣυγγραφέας και δικηγόροςαπό τη Θεσσαλονίκηg_doudos@yahoo.comΚΑΘΕ ΜΟΡΦΗ ΡΑΤΣΙΣΜΟΥΕΙΝΑΙ ΚΗΛΙΔΑ ΣΤΟΝ ΑΝΘΡΩΠΙΝΟ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟ!Δεν μπορώ να κρύψω την ανησυχία μου παρατηρώνταςτο σοβαρό ολίσθημα της ελληνικήςκοινωνίας, που επισημαίνεται με μια πρωτόγνωρηξενοφοβία, η οποία μεταλλάσσεται σε ενστικτώδηρατσισμό. Το επόμενο βήμα είναι είτε η συνηγορίαυπέρ της λήψης σκληρών μέτρων κατά των «ξένων»,είτε η αδιάφορη σιωπή μπροστά στο ενδεχόμενοσυστηματικών διακρίσεων σε βάρος όλωνεκείνων που θεωρούνται «ξένοι», γιατί θεωρούνταιδιαφορετικοί από το στερεότυπο του μέσουΈλληνα….Δεν μπορώ να κρύψω την αγωνία μου γιατίβλέπω την πολιτεία μας ανοχύρωτη στο ενδεχόμενομιας σύγκρουσης μεταξύ εξαθλιωμένων οικονομικώνμεταναστών και «νοικοκυραίων», οι οποίοιπαθητικά βλέπω να αποδέχονται χείρα βοηθείαςπου τους δίδεται από δυναμικές πολιτικές ομάδεςτου περιθωρίου που είναι φορείς ρατσιστικών ιδεοληψιώνκατά των «αλλογενών» γενικά και ειδικότερακατά Μουσουλμάνων και Εβραίων.Ο Ρατσισμός δεν είναι άποψη αλλά επιθετικήσυμπεριφορά, η οποία, όποτε αφέθηκε να εκφραστείδημόσια, οδήγησε σε άμεση και σοβαρή απειλήτης δημόσιας τάξης. Έτσι αποφάνθηκε η ΕπιτροπήΑνθρωπίνων Δικαιωμάτων (Human RightsCommittee) του Ο.Η.Ε. το 1993.Μια εξειδικευμένη μορφή Ρατσισμού είναι οΑντισημιτισμός, που σύμφωνα με τα λόγια τουάλλοτε Γενικού Γραμματέα των Ηνωμένων ΕθνώνAnnan, πρόκειται για ‘μία μοναδική έκφραση μίσους,αδιαλλαξίας και διωγμού, που κατά τη διάρκειατης ιστορίας έχει γίνει ένας προάγγελοςδυσμενών διακρίσεων εναντίον όλων των μειονοτήτων’.Οι προηγούμενες σκέψεις του KofiAnnan θεωρώ πως έχουν ιδιαίτερη βαρύτητα γιατίπροβάλλουν την απλή σκληρή αλήθεια, πως δενυπάρχει Ρατσισμός που επειδή είναι επιλεκτικόςμπορεί να θεωρηθεί δίκαιος. Ο Ρατσισμός είναιμια κηλίδα στον πολιτισμό της ανθρωπότητας καιο Αντισημιτισμός ίσως η πιο βάρβαρη και χυδαίαμορφή του, γιατί εμφανίζεται ντυμένος με «θεολογικόυπόβαθρο» που φρόντισαν για τούτο «πατέρες»και «διδάσκαλοι» της Εκκλησίας.Ο Καθολικός ιερέας και ακαδημαϊκός Hans Küngέχει γράψει ότι «ο ναζιστικός αντι-Ιουδαϊσμόςήταν έργο άθεων αντι-Χριστιανών εγκληματιών.Αλλά δεν θα ήταν πιθανή η εμφάνισή του χωρίςτην προϊστορία επί δύο χιλιάδες χρόνια περίπουτου χριστιανικού αντι-Ιουδαϊσμού»!Κατά τον 15ο αιώνα ο Γερμανός μεταρρυθμιστήςΜαρτίνος Λούθηρος έγραψε μια πραγματείαεξήντα πέντε χιλιάδων λέξεων με τίτλο «Von denJüden und iren Lügen» (στα ελληνικά «Οι Εβραίοικαι τα Ψέματά τους»). Τετρακόσια χρόνια μετάτη συγγραφή του παραπάνω βιβλίου από τον Λούθηροέγινε όργανο στα χέρια των Γερμανών Ναζίκαι είχε θεωρηθεί σαν το πιο αποτελεσματικό αντισημιτικόσύγγραμμα που είχε ποτέ εκδοθεί. Έτσιμάλλον δικαιολογημένα ο δημοσιογράφος PaulJohnson υποστήριξε πως “μπορεί να χαρακτηριστείτο πρώτο βιβλίο του σύγχρονου αντισημιτισμούκαι ένα γιγάντιο βήμα στο δρόμο προς τοΟλοκαύτωμα”.Πρόσφατα ποινικό δικαστήριο της Αθήνας δίκασευπόθεση για παράβαση του νόμου 927/1979που τιμωρεί πράξεις ή ενέργειες που αποβλέπουν28 <strong>Azınlıkça</strong>


στη δημιουργία φυλετικών διακρίσεων. Κατηγορούμενοςο κ. Κώστας Πλεύρης, συγγραφέας βιβλίουμε τίτλο «Οι Εβραίοι, όλη η αλήθεια» (Αθήνα2006, εκδόσεις ‘Ήλεκτρον’). Είναι η πρώτη φοράπου στην Ελλάδα ασκήθηκε ποινική δίωξη για παράβασητου παραπάνω νόμου. Το δικαστήριο τηςΑθήνας στη δίκη του κ. Πλεύρη μετά την έφεσηπου είχε ασκήσει (το πρωτοβάθμιο δικαστήριο είχεκαταδικάσει τον κατηγορούμενο) τον αθώωσε.Αυτό καθαυτό το γεγονός μας αφήνει αδιάφορους.Το πρόβλημα σχετίζεται με τις σκέψεις που διατύπωσανστην απόφασή τους οι δικαστές προκειμένουνα καταλήξουν στην απαλλακτική απόφασήτους.Στο σκεπτικό της παραπάνω απόφασης (απόφασηαριθ. 913/<strong>2009</strong> Α’ Πενταμελές Εφετείο Αθηνών)αναφέρονται μεταξύ άλλων και τα εξής: «Οκατηγορούμενος δεν στρέφεται κατά των Εβραίων,μόνο λόγω της φυλετικής και εθνικής καταγωγήςτους αλλά κυρίως λόγω των επιδιώξεώντους για παγκόσμια κυριαρχία, των μεθόδωνπου χρησιμοποιούν για την ευόδωση αυτών καιτη συνωμοτική τους δράση». «Τα αναφερόμενααπό το συγγραφέα, για την στήριξη των απόψεώντου πραγματικά περιστατικά και οι ρήσεις ιστορικώνπροσώπων στηρίζονται σε ιστορικές πηγέςτις οποίες κατονομάζει και οι οποίες απλώςεπισημαίνουν ορισμένες οξύτατες φράσεις τουσυγγραφέα. Οι φράσεις αυτές του συγγραφέα κατατείνουνστην επισήμανση των στοιχείων πουπαρατίθενται στο επίμαχο βιβλίο, προκειμένουνα γίνουν αντιληπτές από τον αναγνώστη οι κατάτον συγγραφέα ως άνω επιδιώξεις των εβραιοσιωνιστών.Από το όλο περιεχόμενο του βιβλίουδεν προκύπτει ότι ο κατηγορούμενος με αυτό είχεπρόθεση να προτρέψει τον αναγνώστη σε πράξειςή ενέργειες που μπορούν να προκαλέσουν διακρίσεις,μίσος ή βία κατά των Εβραίων, ούτε ναεκφράσει προσβλητικές ιδέες κατ’ αυτών (Εβραίων),εκ μόνου του λόγου της φυλετικής ή εθνικήςκαταγωγής τους, δηλαδή χωρίς τη συνδρομή καιάλλων λόγων. Τούτο δε γιατί δεν καταφέρεταισυλλήβδην κατά των Εβραίων αλλά κατά τωνεβραιοσιωνιστών, οι οποίοι προέβησαν στις συγκεκριμένεςπράξεις που αναφέρονται στο βιβλίοκαι οι οποίες στηλιτεύονται από τον συγγραφέαμε οξύτατες εκφράσεις και αιχμηρά σχόλια καιχαρακτηρισμού».Δυστυχώς όπως είναι φανερό οι δικαστές τουΠενταμελούς Εφετείου Αθηνών, συμφωνούν μετον κ. Πλεύρη ότι οι «εβραιοσιωνιστές» επιδιώκουνπαγκόσμια κυριαρχία, ότι οι «εβραιοσιωνιστές»για να επιτύχουν τη «δεσποτεία» τους στονκόσμο χρησιμοποιούν σκοτεινές μεθόδους και ότιοι «εβραιοσιωνιστές» είναι συνωμότες!Και η απλή ανοχή απέναντι στον Αντισημιτισμό,σημαίνει ανοχή απέναντι στον Ρατσισμό καισημαίνει πως στην Ελλάδα αναιρείται η προοπτικήτην ανοιχτής κοινωνίας, κατάργηση της προοπτικήςπολυπολιτισμικής ώσμωσης μεταξύ των μερώνπου συνιστούν την εθνική κοινωνία μας στιςπαρούσες συνθήκες.Μπορεί να αναρωτηθεί κάποιος ή κάποια απότους αναγνώστες μου για ποιο λόγο διατυπώνωαυτές τις σκέψεις και τί σχέση μπορεί να έχει ο ρατσισμόςκαι ο αντισημιτισμός με «εμάς»!Και στην Ελλάδα δυστυχώς έχουμε τη δική μαςμικρή Νύχτα των Κρυστάλλων! Γεγονότα φρικτάκαι βίαια που διαδραματίστηκαν στις 29 Ιανουαρίουτου 1990 στην Κομοτηνή. Όχλος αγανακτισμένων«Ελλήνων Χριστιανών»λεηλάτησαν και κατέστρεψαν συστηματικάόλα ανεξαίρετα τα μουσουλμανικά, αλλά και δυοαρμενικά, καταστήματα της πόλης. Τα «ελληνικά»καταστήματα είχαν εκ των προτέρων «σημαδευτεί»(με ελληνικές σημαιούλες ή πρόχειρεςεπιγραφές), ώστε να γλυτώσουν από τη μανία των<strong>Azınlıkça</strong> 29


επιδρομέων.Από τοπικό ραδιοφωνικό σταθμό που κάλυπτεζωντανά τα επεισόδια, μεταδόθηκαν τα συγχαρητήριατου Μητροπολίτη Μαρωνείας Δαμασκηνούπρος τους «αγανακτισμένους καθαρούς Έλληνες»που βιαιοπραγούσαν: «Σήμερα γράψατε λαμπρέςσελίδες. Κινηθήκατε και θα ξυπνήσουν αυτοί πουέχουν τα τέλματα [sic] στο κλεινόν άστυ...».Δεν υπάρχει αμφιβολία πως πολλοί θα είναιεκείνοι που προτιμούν τη νύχτα του Γενάρη του1990 να την εξαφανίσουν από τα χρονικά, να τηνκαταχωνιάσουν στα «αζήτητα» της προσωπικήςκαι συλλογικής μνήμης. Όταν όμως βλέπουμε τηλερναία ύδρα του Ρατσισμού να ανασταίνεται μεόλα τα κεφάλια της στο κέντρο της Αθήνας δενέχουμε δικαίωμα να αδιαφορούμε για το τί μπορείνα συμβεί στην ήσυχη επαρχία μας. Όταν Έλληνεςδικαστές εκδηλώνουν τη συμπάθειά τους προς ταεπιχειρήματα που συντηρούν τον Αντισημιτισμό,όχι σε μια ιδιωτική τους κουβέντα πίνοντας τονκαφέ τους στου Zonars του κέντρου της Αθήναςμε φίλους τους ή συγγενείς τους, αλλά μέσα απότο σκεπτικό μιας δικαστικής απόφασης που εξέδωσαν,τότε πράγματι οφείλουμε να ανησυχούμε!Αφότου άρχισαν να οργανώνονται δειλά δειλάοι πρώτοι οικισμοί, –τα περίφημα κιμπουτσίμ-,Εβραίων προσφύγων που κατέφευγαν στην Παλαιστίνηκαταδιωγμένοι κυρίως από την Τσαρική Ρωσίαμετά τα πογκρόμ που είχαν υποστεί, οι αγάδεςπου πουλούσαν τη γη τους άρχισαν, καθοδηγούμενοικατάλληλα, να εναντιώνονται κατά των νέωνγειτόνων τους, όχι τόσο γιατί τα χρήματα που είχανλάβει για τα συνήθως άγονα εδάφη που είχαν πουλήσειήταν λίγα, αλλά γιατί άρχισαν να φοβούνταιπως οι καινούργιοι κάτοικοι της Παλαιστίνης πουεμφορούνταν από σοσιαλιστικές ιδέες και αντιμετώπιζαντους Παλαιστίνιους που έπαιρναν στηδούλεψή τους με αξιοπρέπεια πληρώνοντάς τουςδίκαιη αμοιβή ήταν επικίνδυνοι να ανατρέψουν τοκατεστημένο της εκμετάλλευσης ανθρώπου απόάνθρωπο.Οι όποιες επιφυλάξεις ή και έντονες αντιρρήσειςπου μπορεί να έχει ο καθένας έναντι τηςπολιτικής του Κράτους του Ισραήλ απέναντι τωνΠαλαιστινίων σε καμιά περίπτωση δεν μπορεί ναδικαιολογήσουν ακόμα και την απλή ανοχή τουΑντισημιτισμού. Γιατί ο Αντισημιτισμός είναι ηπιο βάρβαρη και χυδαία μορφή Ρατσισμού πουγνώρισε η ιστορία.Η ταύτιση του Σιωνισμού με τον Ρατσισμό,κάτι που έχει γίνει συχνά είναι κατά τη γνώμη μουανιστόρητη και αβάσιμη. Το Κράτος του Ισραήλείναι η μόνη δημοκρατία στη Μέση Ανατολή μέσαστο τέλμα δικτατοριών και αυταρχικών μοναρχιώνπου συγκρατούν υπό έλεγχο τους αραβικούς καιμουσουλμανικούς πληθυσμούς με καταπίεση καιτρόμο!Θεμιτά ο καθένας μας μπορεί να ασκήσει έντονηκριτική σε ακραίους σιωνιστικούς κύκλους πουενθαρρύνουν τη δημιουργία εβραϊκών οικισμών σεπαλαιστινιακά εδάφη. Θεμιτά ο καθένας μας μπορείνα εκφράζει τις ανησυχίες του γιατί ο Σιωνισμόςτων ημερών μας συχνά φορά το μανδύα ενός επιθετικούρατσισμού κατά των Αράβων. Όμως ακόμηκαι αυτές οι αρνητικές πτυχές της ισραηλινής πολιτικήςδεν μπορεί να ακυρώσουν τη σημασία τουγεγονότος ότι ο σημερινός Πρέσβης του Ισραήλστην Αθήνα είναι ο κ. Αλί Γιαχία, Μουσουλμάνοςαραβικής καταγωγής, ότι τις ισραηλινές ένοπλεςδυνάμεις στελεχώνουν δύο στρατηγοί αραβικήςκαταγωγής και ότι στην Κνεσέτ (ισραηλινό κοινοβούλιο)εκπροσωπείται η αραβική κοινότητα τουΙσραήλ σήμερα με δέκα τρεις (13) βουλευτές επίσυνόλου εκατόν είκοσι (120) μελών.Στο Ισλάμ δεν υπήρχε παράδοση διακρίσεωνκατά των Ισραηλιτών. Στη μουσουλμανική Ισπανίαοι Εβραίοι απολάμβαναν την ασφάλεια καιτην αναγνώριση της αναγκαίας τιμής που στερούντανοι ομόθρησκοί τους στα χριστιανικά βασίλειατης Ευρώπης σε Δύση και Ανατολή. Η ΟθωμανικήΑυτοκρατορία προσέφερε καταφύγιο στουςΕβραίους της Ισπανίας οι οποίοι καταδιώχθηκανχωρίς δισταγμό από τους βασιλείς Φερδινάνδο καιΙσαβέλλα (ανθρώπους που η Καθολική Εκκλησίαέχει αναγορεύσει αγίους της). Ο μουσουλμανικόςαντισημιτισμός, εκτός του ότι είναι αντίθετος μετη θεμελιώδη αρχή του Ισλάμ, που διακηρύττειτη φυλετική ισότητα όλων ανεξαιρέτως των ανθρώπων,είναι προϊόν της επιρροής των αραβικώνκυρίως λαών από τους δυτικούς αποικιοκράτεςπου λυμαίνονταν τις χώρες του αραβικού κόσμουκαι ενισχύθηκε σε μεγάλο βαθμό κατά το μεσοπόλεμοαπό έναν τραγικό άνθρωπο, τον ΜεγάλοΜουφτή της Ιερουσαλήμ Χατζ Μουχάμμεντ ΑμίνΑλ-Χουσεϊνί, που στη διάρκεια του Δευτέρου ΠαγκοσμίουΠολέμου αναδείχθηκε ο πιο σπουδαίοςσυνεργάτης των Ναζί στη Μέση Ανατολή και οαπόλυτος Άραβας αντισημίτης…30 <strong>Azınlıkça</strong>


Rodop ili Türk Kadınlar Birliği davasıusulsüz müracaattan dolayı sil baştan!Rodop ili Türk Kadınlar Birliği ile ilgili karar 26 Haziran Cuma günü açıklandı. Mahkeme,dernek avukatı Orhan Hacıibram’ın yaptığı hukukî usulsüzlükten dolayı başvuruyu reddetti.Rodop Asliye Hukuk Mahkemesi, Rodopili Türk Kadınlar Birliği’nin AİHM’de alınanlehte karar sonrası yaptığı müracaatını reddetti.26 Haziran Cuma günü açıklanan karardaRodop ili Asliye hukuk Mahkemesi, dernekavukatlarından İskeçe Barosuna kayıtlı OrhanHacıibram’ın yaptığı müracaatı, Hacıibram’ındavanın görüldüğü Rodop ilindeki avukatlarbarosuna kayıtlı olmadığı ve bu nedenle Rodopili Türk Kadınlar Birliği adına yaptığı müracaatında usulsüz yapıldığından dolayı geçerliolamayacağına hükmetti.Mahkeme kararında, söz konusu durumda14.1.<strong>2009</strong> tarihli başvuruyla mahkemeye müracaateden tarafların, öne sürdükleri gerekçelernedeniyle 146/2001 tarihli nizasız kaza işlemiçerçevesinde alınan mahkeme kararının iptalinitalep ettiklerini, fakat başvuru dosyasındayapılan inceleme sonucu, başvurunun sadeceİskeçe Avukatlar Barosu’na kayıtlı Orhan Haciibramtarafından imzalanıp Rodop AvukatlarBarosuna kayıtlı bir avukat olmaksızın RodopAsliye Hukuk Mahkemesi’ne sunulduğununanlaşıldığını ve buna göre söz konusu başvurununön işlem eksikliği nedeniyle mahkemeheyeti tarafından yapılan inceleme sonucundareddedilmesine karar verildiğine hükmetti.Duruşmada Rodop ili Türk Kadınlar Birliğigeçici yönetim kurulu üyeleri, Ayşe Galip, HülyaEmin, Ferişte Devecioğlu, Mediha Bekiroğlu,Ayşe Mola, Emine Mehmet Ahmet, GülşenMehmet, dernek avukatları Orhan Hacıibramve İlhan Ahmet hazır bulundularRodop Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Ro-dop ili Türk Kadınlar Birliği davasında 26 Hazirantarihli kararının çevirisi şu şekildedir:RODOP ASLİYEHUKUK MAHKEMESİKarar no: 253/<strong>2009</strong>RODOP TEK HAKİMLİASLİYE HUKUK MAHKEMESİBaşvuru dilekçe numarası EM 16/15-1-<strong>2009</strong>(Nizasız Kaza İşlemi)Rodop Asliye Hukuk Mahkemesi Başkanıncatayin edilen Asliye Hukuk Mahkemesi YargıcıMetskas İraklis8 Nisan <strong>2009</strong> tarihinde Sekreter AndronikiSeryannidou’nun hazır bulunmasıyla duruşmagerçekleşmiştir.Dilekçe sunan taraflar sırasıyla: Gümülcinesakinlerinden Osman kızı Ayşe Galip, Hilmikızı Hülya Emin, Galip kızı Ferişte Devecioğlu,kazım kızı Mediha Bekiroğlu, Çepelli sakinlerindenİsmail kızı Molla Ayşe, Gümülcinesakinlerinden Bekir kızı Emin Mehmet Ahmet,Kozlukebir sakinlerinden Hasan kızı GülşenMehmet, RODOP İLİ TÜRK KADINLA-RI DERNEĞİ’nin geçici yönetin kurulu olarak,derneğin tanınması için duruşmada temsiledilmek üzere Rodop Avukatlar Barosu’nabağlı Avukat İlhan Ahmet ve İskeçe AvukatlarBarosu’na bağlı Orhan Hacıibram’a vekalet<strong>Azınlıkça</strong> 31


vermişler ve kendileri önerilerini mahkeme heyetineyazılı olarak sunmuşlardır.Başvuruda bulunan taraflar, mahkeme sekreterliğine16-01-<strong>2009</strong> nolu sundukları dilekçelerinde,belirtilen gerekçeler üzerine başvurununkabul edilmesi, talebinde bulunmaktalar.Başvuru üzerine duruşmanın 08.04.<strong>2009</strong> tarihindegörüşülmesine karar verilmiştir. Duruşmadataraflar hazır bulunup müvekkil avukatlarımahkemenin tutanaklarında yazılanlarınve sunulan önerilerin kabul edilmesi talebindebulunmuşlardır.Mahkeme heyeti dosyayı incelediktensonra kanunlar gereği aşağıdaki kararı verdi.118’ci maddenin 5 fıkrasına göre, mahkemedebir tarafça diğer tarafa tevdi edilen veyamahkemeye sunulan dosyalarda hangi tarihtesunulduklarının belirtilmesi ve ilgili tarafınveya müvekkilinin imzasını içermesi gerekmektedir.Duruşmaya avukatıyla birlikte katılmasıgerekiyorsa, avukatın imzasının olması,94’üncü maddenin 1’inci fıkrasına göre, “sivilmahkemelerde tarafların müvekkil avukatlarıylabirlikte mahkemede hazır bulunmalarımecburdur” gereğince ve aynı nizamnamenin111’inci maddesinde belirtilen “duruşma salonundakiişlemler yazılı olarak sunulan ön işlemedayanmaktadır” gereğince, hiçbir başvuruön işleme uyulmaksızın kanun öngörmediğimüddetçe mahkeme heyetince kabul edilemez,ön işleme tâbi tutulmaksızın mahkemeye sunulanbaşvuru kabul edilemez, reddedilir.Yukarıda belirtilen hükümler 739’uncumadde ve 747’inci maddenin 2’nci fıkrası gereğinizasız kaza davalarında geçerli olmak üzerede uygulanmaktadır. Bunun yanı sıra AvukatlarYasası’nın 44’üncü maddesi gereği (3026/1954sayılı kanun gereği ‘her bir avukat görevinibağlı bulunduğu bölgede ve üye olduğu barodaicra etme hakkına sahiptir ve bağlı bulunduğubölgesi dışındaki mahkemelerde görevini icraetmesi yasaktır.Bu düzenlemeye 56’ncı ve 57’nci maddeleristisna oluşturmaktadır.’ Ayrıca aynı nizamnamenin54’üncü maddesinin 2’nci fıkrası gereği,her bir avukat mesleğini ikamet ettiği bölgesınırları içerisinde icra edebilmekte ve kendisınırları içerisinde buluna asliye hukuk mahkemelerineçıkabilmektedir.Aynı maddenin 3’üncü fıkrası gereği, herbir avukat ancak kendisinin bağlı bulunduğubölgedeki temyiz mahkemelerine çıkıp göreviniicra edebilmektedir.Herhangi bir avukatın devletin herhangibölgesindeki bir temyiz mahkemesine çıkabilmesi,o bölgedeki avukat barosuna kayıtlıolan bir başka avukatın da hazır bulunmasıylaancak mümkün olabilmektedir. Yine aynımaddenin 4’üncü fıkrası gereği, “herhangi biryüksek mahkeme avukatının veya Atina AsliyeHukuk Mahkemesi, ya da Atina ve Pire TemyizMahkemesi’nin önüne çıkabilmesi için aynıbölgede avukat barosuna kayıtlı olan bir başkaavukatın da hazır bulunmasıyla mümkün olabilmektedir.”Yukarıda belirtilen hükümlerden görüldüğüüzere nizasız kaza işlemine dahil olan başvurudosyasının, en azından Asliye Hukuk Mahkemesitarafından tayin edilen avukatın da imzasınıtaşıması gerekmekte olup, bahse konubaşvurudaki dosyada imzası bulunan avukatınbölge barosuna kayıtlı olmamasından dolayı,söz konusu Asliye Hukuk Mahkemesi’ne çıkmasınınmümkün olmadığı, bu nedenle debaşvuru dosyasının ön işlem eksikliği nedeniyle,111’inci Madde’nin 159’uncu fıkrası,819/2008 yasa 368/2007 kanun ve 1332/2007,2008.345 sayılı yasa ve kanunlar gereğince başvurudosyasının reddedilmesine karar verilmiştir.Söz konusu durumda 14.1.<strong>2009</strong> tarihli başvuruylamahkemeye müracaat eden taraflar,32 <strong>Azınlıkça</strong>


öne sürdükleri gerekçeler nedeniyle 146/2001tarihli nizasız kaza işlemi çerçevesinde alınanmahkeme kararının iptalini talep etmektedirler.Fakat başvuru dosyasında yapılan incelemesonucu, başvurunun sadece İskeçe AvukatlarBarosu’na kayıtlı Orhan Haciibram tarafındanimzalanıp Rodop Avukatlar Barosuna kayıtlıbir avukat olmaksızın Rodop Asliye HukukMahkemesi’ne sunulduğu anlaşılmıştır. Bunagöre söz konusu başvurunun ön işlem eksikliğinedeniyle mahkeme heyeti tarafından yapılaninceleme sonucunda reddedilmesine karar verilmiştir.BU NEDENLE başvuru REDDEDİL-MİŞTİR.İlgili karar 26 Haziran <strong>2009</strong> günü düzenlenenduruşmada alınmış ve yayınlanmıştır.YARGIÇİmzaSEKRETERİmzaRODOP TEK HAKİMLİASLİYE HUKUK MAHKEMESİNo: 253/<strong>2009</strong>TUTANAKLARRodop Tek Hakimli Asliye Hukuk Mahkemesinin8 Nisan <strong>2009</strong> tarihli duruşmasıNizasız Kaza İşlemiMAHKEME HEYETİ:Başkan Androniki Seryiannidou tarafındantayin edilen Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıcıİraklis MetskasTARAFLAR:Gümülcine sakinlerinden 1-) Osman kızıAyşe Galip, 2-) Hilmi kızı Hülya Emin, 3-)Galip kızı Ferişte Devecioğlu, 4-) kazım kızıMediha Bekiroğlu, 5-) Çepelli sakinlerindenİsmail kızı Molla Ayşe, 6-) Gümülcine sakinlerindenBekir kızı Emin Mehmet Ahmet, 7-)Kozlukebir sakinlerinden Hasan kızı GülşenMehmet, RODOP İLİ TÜRK KADINLARIDERNEĞİ’nin geçici yönetin kurulu olarak,derneğin tanınması için duruşmada müvekkilleriolan İskeçe Avukatlar Barosu’na bağlıOrhan Hacıibram tarafından temsil edilmişler,Orhan Hacıibram da mahkemede RodopAvukatlar Barosu’na bağlı Avukat İlhan Ahmettarafından hukukî anlamda temsil edilmiştir.TUTANAK RAPORUDuruşma mahkeme salonunda halka açıkşekilde gerçekleştirilmiştir.EM 16 15.1.<strong>2009</strong> tarihli başvuru dosyasınıngörüşülmesi istemiyle yukarıda adı geçentaraflar sırasıyla duruşma salonuna davet edilmişve yerlerini almışlardır.Tarafların avukatı başvurusunu sözlü olarakdile getirmiş ve mahkeme heyetince kabulünütalep etmiştir. Sözlü konuşma esnasında yazılıolarak sunduğu önerilere ve ilgili evrak ve belgelereatıfta bulunmuştur.Yargıç dava ile ilgili olarak kararını vermiştir.Söz konusu tutanak Mahkeme Yargıcı vesekreteri tarafından hazırlanmıştır. 26.06.<strong>2009</strong>tarihli duruşmada mahkeme yargıcı, mahkemesekreterinin de hazır bulunmasıyla davayı kararabağlamış ve ilgili karar taraflara avukatlarıaracılığıyla bildirilmiştir.YargıçİmzaSekreterİmza<strong>Azınlıkça</strong> 33


34 <strong>Azınlıkça</strong>


<strong>Azınlıkça</strong> 35


36 <strong>Azınlıkça</strong>


<strong>Azınlıkça</strong> 37


Eski ‘Ötüken’ taze ‘Birlik’,krize neden oldu!..Eski “Ötüken” gazetesinin ve son iki senedirde “Birlik” gazetesinin sahibi İlhan Tahsin sonundadiplomatik krize neden oldu.İ. Tahsin’in 9 Temmuz tarihli Birlik gazetesinde,“Stamatis Derhal Görev BölgesindenAlınsın” başlıklı manşet haber-yorumuna, DoğuMakedonya-Trakya Bölge Genel Sekreteri DimitrisStamatis’ten çok sert yanıt geldi.17 Temmuz Cuma günü Gümülcine PolisAkademisi’nde düzenlenen mezuniyet törenisonrası bir gazetecinin, Birlik gazetesindeki ilgiliyazıdan kendisinin haberi olup olmadığı ileilgili sorusuna, Bölge Genel Sekreteri DimitrisStamatis’in verdiği sert cevabı azınlıkçaonline’danokuyabilirsiniz:http://www.azinlikca.net/index.php?option=com_content&view=article&id=544:birlik-gazetesinin-manethaberi-diplomatik-krize-neden-oldu&catid=50:battrakya-haber&Itemid=29Kabak sonunda Olay’apatladı!Yaklaşık iki senedir yayımlanmayan ve sadeceinternet web sitesinde aralıklarla yerel haber veyorum aktaran “Olay” gazetesi büyük ihtimallebir başka azınlık gazetesiyle adı karıştırılarak (?)Gümülcine’de haftalık yayınlanan bir başka çoğunlukgazetesi tarafından ağır eleştiriye uğradı.Yayın hayatına yaklaşık iki senedir ara vermişve hiç değilse kendi çapında web sitesine koyduğuçeşitli yerel haberle varlığını sürdürmeye çalışanOlay gazetesinin, ismi yanlışlıkla karıştırılmışbile olsa, hedef gösterilmesini ve bahse konu saldırılarıdoğru bulmadığımızı belirtmek isteriz.Evripidis Stilyanidis5 yıllık azınlıkpolitikasınıdeğerlendirdi...Ulaştırma ve İletişimBakanı ve aynızamanda Rodop ili NDmilletvekili EvripidisStilyanidis, hükümetin“Çağdaş Avrupaî Azınlık Politikası”nı9 Temmuz Perşembe günü yaptığıtoplantıda değerlendirdi.Katılımcılara Evripidis Stilyanidistarafından 3 dilde (Yunanca, Türkçe,İngilizce) hazırlatılan 28 sayfalık birfaaliyet kitapçığı dağıtıldı.“Trakya: Açık, demokratik toplumunmodeli” başlığıyla 5 yıllık azınlık içinyapılan icraatların anlatıldığı kitapçıktaBatı Trakya’daki cami sayısı, hükümetoldukları dönemde onarım ve inşaat izniverilen Müslüman ibadet yerlerinin toplammiktarı, devlet okullarında okuyan azınlıköğrencilerinin yıllara göre oranı ve azınlıkköylerinde açılan devlet anaokullarınıntoplam sayısı belirtiliyor.Evripidis Stilyanidis toplantıda yaptığıkonuşmada, gerçekleştirmeyi düşündükleriprojeleri aktardı. Bakan düzenlediğitoplantıda, dağlık bölgede önemli altyapıçalışmaları gerçekleştirdiklerini de aktardı.38 <strong>Azınlıkça</strong>


azınlıkçaonline haber sitesiwww.azinlikca.netYorgo Papandreou:Trakya Müslüman Azınlığı bizimiç meselemizdir, kimseyle bukonuyu müzakere etmeyiz!..İskeçe ili PASOK partisi azınlık milletvekili ÇetinMandacı, 14 Temmuz Salı günü, Eğitim BakanıAris Spiliotopoulos’a İskeçe ilindeki düşük eğitim seviyesiniörnek göstererek azınlık eğitiminin kalitesiniyükseltmek için ne tür çalışmalarda bulunulduğunusordu.Çetin Mandacı Parlamento’da Eğitim Bakanı’nayönelttiği soru önergesinde, “Bakanlığın azınlık öndegelenleri ile bir araya gelerek azınlık eğitimi ile ilgilibir diyalog başlatma niyetinde olup olmadığını” veayrıca “Azınlık eğitiminin kalitesini yükselmek içinEğitim Bakanlığı’nın görüşmeye ve tartışmaya açıkönerilerinin ne olduğunu” sordu.Ç. Mandacı’nın Bakan Aris Spiliotopoulos’a sunduğusorular şu şekilde:“...Çağdaş Avrupaî azınlık eğitiminin düzenlenmesi,toplumsal, kültürel ve ekonomik refahın temeltaşını oluşturduğu için, azınlık eğitiminin, genel olarakda eğitimin, hem günümüzdeki ihtiyaçları hemde gelecekteki ihtiyaçları dikkate alınması gerektiğiiçin ve bu görevi üstlendiğinizde, eğitim ile ilgili diyaloga‘sıfırdan’ başlayacağınızı belirttiğiniz için, Sizesoruyoruz:1. Azınlık eğitiminin kalitesini yükselmek için,azınlık önde gelenleri ile, bilim adamları ile, velilerve öğrenciler ile bir araya gelerek diyaloğa oturmayave bu diyalog sonucu, azınlık eğitimini geliştirmeküzere öneriler sunmaya niyetiniz var mı?2. Azınlık eğitiminin kalitesini yükselmek için,görüşmeye ve tartışmaya açık, önerileriniz var mı, vebunlar hangileri?16 Temmuz Perşembe günü Ege’deki Skiathosadasında düzenlenen 12’nci Simi Sempozyumu’ndakonuşan PASOK lideri Yorgo Papandreou, ND hükümetinindış politikasını eleştirdi.Ta Nea gazetesinin 17 Temmuz tarihli sayısındayer alan haberde, “Papanreou’dan ulusal konulardahükümetin zaafiyet göstermesine sert eleştiri” şeklindeyorumda bulunuluyor.Haberde PASOK lideri, “Dışişleri Bakanı DoraBakoyanni’nin Türkiye’ye gitmesi konusunda NDhükümetinin tespit edilmiş herhangi bir amaç üzerinehareket etmediği ve hükümetin ne yöne ilerlediğinidahi bilemediğini” ifade ediyor.Trakya’daki Müslüman Azınlık iç meselemizdir;kimseyle bunu müzakere etmeyiz!Konuşma sonrası bir gazetecinin Batı Trakya veİstanbul azınlıklarına da değinen sorusuna cevapveren Yorgo Papandreou, “Trakya’daki MüslümanAzınlık Yunanistan’ın bir iç meselesidir ve kimseylebunu müzakere etmeyiz” dedi. Patrikhane konusunada değinen PASOK lideri, “Yunanistan konunungidişatı ile bilgilendirilebilir. Ancak bu da Yunanistanile Türkiye arasında müzakere edilecek bir konudeğildir. Bu konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne(AB) karşı bir yükümlülüğüdür” şeklinde konuştu.<strong>Azınlıkça</strong> 39


40 <strong>Azınlıkça</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!