24.08.2015 Views

NİSAN - ΑΠΡΙΛΙΟΣ 2009 Sayı 46 Fiyatı 3 € 40 Azınlıkça

46 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

46 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>NİSAN</strong> - <strong>ΑΠΡΙΛΙΟΣ</strong> <strong>2009</strong><strong>Sayı</strong>: <strong>46</strong><strong>Fiyatı</strong>: 3 <strong>€</strong><strong>40</strong> <strong>Azınlıkça</strong>


BU AY AZINLIKÇAAZINLIKÇABATI TRAKYAAYLIK HABERYORUM DERGİSİ<strong>NİSAN</strong> <strong>2009</strong>YIL:5 SAYI:<strong>46</strong>www.azinlikca.netwww.azinlikca.orgΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑΜΗΝΙΑΙΟΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ<strong>ΑΠΡΙΛΙΟΣ</strong> <strong>2009</strong>ΕΤΟΣ:Ε NO:<strong>46</strong>SAHİBİ-SORUMLUSUΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣ-ΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣEVREN DEDEGENEL KOORDİNATÖRΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣAYDIN BOSTANCIYAYIN YÖNETMENİΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣİBRAM ONSUNOĞLUBU SAYIDA YAZARLARAydın BostancıDimostenis YağcıoğluEvren DedeElçin MacarFatih NazifoğluΓιώργος ΔούδοςHakan MüminHatice SaliHerkül Millasİbram OnsunoğluΚωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςADRESMarathonos Neoktista 3/A69100 Komotinie-mail: azinlikca@yahoo.comTel: +30 6947866196+30 6944749374Fax: +30 25310 29866ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣΙδιώτες. : 36 <strong>€</strong>Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 <strong>€</strong>Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 <strong>€</strong>Δήμοι: 98 <strong>€</strong>Euro Κοινότητες: 72 <strong>€</strong>İ. OnsunoğluDüş Dış Güçler sıkışınca,TC “Yabancı Ülke” oluveriyorAzınlığın önünü açmak, bu köhneErgenekoncu zihniyetin yukarıdasaydığımız öğelerini kaldırmaktangeçer. Güven de böyle tazelenecektir.Vesayetten vazgeçilmesini,demokratik davranılmasını veAzınlığa saygı gösterilmesini talepediyoruz. Yoksa, Azınlık, şimdi idareimaslahatederken, sonra yavaşyavaş Ergenekoncu zihniyete karşısavunmasını örgütleme çareleriniaraştıracak, tehdit ve cezalandırılmalardanetkilenmeyecek birduruş kazanmaya çalışacaktır.İçindekiler24712151719222426283032343637Samim AkgönülAzınlık hakları, azınlığın haklarıdeğildirDaha net söylemek gerekirse,azınlığa dahil olma ya da olmamahakkı bireye aittir. Asıl olanbireydir. Birey kendine avantajgördügü durumlarda azınlıkhaklarından faydalanır, başkadurumlarda faydalanmamayı vebir azınlık mensubu muamelesigörmemeyi seçebilir. Modernazınlık haklarındaki bireye dönükanlayışın Türkiye ve Yunanistangibi Osmanlı çıkışlı ülkelerdeiçselleştirilmesi oldukça zordur.<strong>Azınlıkça</strong><strong>46</strong>Hakan MüminYanık susam kokulu eğitimKir Kosta’nın aklımın bir ucundahâlâ yer almasının bir başkasebebi de, her sabah ilk derstesobanın üzerinde susamlı simidiniısıtmasıdır. Öyle ki, hem simidiniısıtıp yerdi karşımızda utanmadan;ne de olsa erkek çocuğuyduk,bir yerimiz şişebilirdi, hem deçantasından gazetesiniçıkarıp okurdu. O sırada sobanınüstünden etrafa mis gibi yanıksusam kokusu yayılırdı veiştahımız kabarırdı,zilin çalmasını dörtgözle beklerdik.Enver Kavaklı ve formasyonlu öğretmenlerin maaş meselesi Evren DedeGiritli Şevki Babalaki’nin Batı Trakya maceraları Aydın BostancıErgenekoncu Dış Güçler sıkışınca, TC “Yabancı Ülke” oluveriyor İbram OnsunoğluErgenekon’un 2’nci iddianemesinde Batı Trakya’dan bahsediliyorCesur ve ‘Cesur’ Aydınlar Herkül MillasRaporlar -II- Elçin MacarYüce Millet, cahil halk Dimostenis YağcıoğluAzınlık hakları, azınlığın hakları değildir Samim AkgönülΣυζητώντας για την μεταρρύθμιση του δικαίου ελληνικής ιθαγένειας Κωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςYanık susam kokulu eğitim Hakan MüminAsıl hedefimiz Hatice SaliVatandaşın polise, polisin kendine güven(e)mediği bir dönem Fatih NazifoğluBatı Trakya’da 150’likler -III- Evren DedeΠΑΣΧΑ. ΑΦΟΡΜΗ ΓΙΑ ΔΙΑΘΡΗΣΚΕΙΑΚΗ ΠΡΟΣΕΓΓΙΣΗ… Γιώργος ΔούδοςÇetin Mandacı, önümüzdeki dönem milletvekili olmayacağını açıkladı!Elçin Macar’dan yeni bir kitap daha “İşte Geliyor Kurtuluş”AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ <strong>Azınlıkça</strong> Δ. ΘΡΑΚΗΣ 39www.azinlikca.net


Patates böreğiBu ay karikatürümüzde Hülya Emin’i hicvediyoruz.Biliyorsunuz, Hülya “Biz Buradayız” programını “Dalya 100!.. Dalya 200!..” dercesinedevam ettiriyor, lastik donu gibi uzatarak...Doğrusu programın ilk bölümleri güzeldi; hem bilgilendirici hem de bölgenin tanıtımınınyapılması açısından faydalı bir işlev görmüştü. Fakat daha sonra işin cılkı çıkmayabaşladı. Her hafta 45 dakika ne anlatabilirdiniz ki insanlara? Hülya Emin’in bu sıkıntısızamanla programına yansımaya başladı. Konu bulamadığından dolayı, patates böreğinininnasıl yapıldığını, kiraz ağaçlarından kirazların nasıl toplandığını ve kahvehanelerdeinsanların nasıl vakit geçirdiklerini anlatmaya kadar uzattı işi.Hatta ve hatta, belki de hiç istememesine rağmen, yıldızlarının barışmadığı HalilHaki’yle röportaj bile yaptı. Fakat sonuçta Ortadoğu sorununu bile 100 program anlatamazsınızdeğil mi? Anlatsanız da, artık saçmalamaya başlarsınız yavaş yavaş...İşte bu yüzden, elli bölüm sonra, Hülya programının formatını değiştirmek zorundakaldı. Çünkü ya program sona erdirilecek, ya da iyiden iyiye makaraya alınacaktı, “Gelkızım, bizim evde Batı Trakya sıçanı var... Gel onu da çek, televizyona çıksın gariban.”denerek...Şimdilerde Batı Trakya için hazırlanan “Biz Buradayız”ın yeni bölümleri Balkanlaraaçılmış şekliyle devam ediyor. Programın jenerik müziği hâlâ “Batı Trakya, güzel BatıTrakya” şeklinde kalsa da, bir bakıyorsunuz Hülya hop Bulgaristan’da, bir bakıyorsunuzhop Arnavutluk’ta, bir bakıyorsunuz hop Kosova’da!..Batı Trakya ile ilgili konu sıkıntısı çekmesine rağmen programın yıllar boyunca bitmekbilmeyecekmiş gibi sürdürülmesini hicvederken Hülya Emin’e bir kıyak yapmayı daihmal etmedik; yirmi yıl önceki Hülya’yı çizdik… Umarız beğenir.*Genel olarak azınlık basınımız Ergenekon davasıyla ilgili Batı Trakya Türklerini bilgilendirmekistemiyor. Saygı duyuyoruz. Hem zaten hepimizin evinde uydu antenleri var veTürk kanalları her gün Ergenekon soruşturmasındaki yeni olaylara yer veriyor. Dolayısıylaazınlık basınında tekrar bahsetmek belki anlamsız kaçıyor. Fakat bu ay sayfalarımızdayer verdiğimiz bir haber, sanırız artık görmezlikten gelinmeyecek. Tabiî gerçek anlamdagazetecilik yapıyor ve azınlığın menfaati için mücadele ediyorsak... Çünkü Ergenekon’unikinci iddianamesinde Yunanistan ve Batı Trakya ile ilgili bölümler de yer alıyor.*Tasos Kostopulos’un, “Trakya’daki ‘Makedon’ Sorunu – Pomaklar konusunda devletprojeleri (1956-2008)” adlı kitabı, Azınlık Gruplarını Araştırma Merkezi’nin (KEMO)sahipliğinde, Vivliorama Yayınları’ndan çıktı. Önümüzdeki sayı bu konuya da değineceğiz.editör<strong>Azınlıkça</strong> 1


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.comEnver Kavaklı ve formasyonluöğretmenlerin maaş meselesiTürkiye’deki 27 Mayıs 1960 darbesinin içerisindeyer alan Kurmay Albay Sami Küçük’ün“Rumeli’den 27 Mayıs’a. İhtilalin Kaderini BelirleyenKöşk Harekâtı” adlı kitabı 2008’de MikadoYayınları’ndan çıktı. Anılarını kaleme alan SamiKüçük, marifetmiş gibi, hani şu meşhur 27 Mayısdarbesinin bütün safhalarında, içinde ve bazen debaşında bulunduğunu söylüyor. Ve tabiî yaptıklarıylagurur duyuyor.Rumelili olan Sami Küçük, aslen Bulgaristan’ınSamakof bölgesinden. 1876 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaTürk orduları geri çekilince ailesi Samakof’tan yayaolarak Drama’ya göç ediyor. Daha sonra aile 1924’teTürkiye’ye göç ediyor. Dolayısıyla buralardan, Rumelili,Sami Küçük.Kitabın içeriği demokrat insanların karşı çıkacağışeyler içeriyor tabiî. Kurmay albay, darbenin nekadar “meşru” ve “güzel bir şey!” olduğunu anlatıpduruyor kitabında, arada bir AKP’nin de kulaklarınıçınlatarak.*Sami Küçük kitabının bir bölümünü icraatlarınaayırmış. İcraatlarını anlatırken Batı Trakya’daki formasyonluöğretmenlerin Türkiye’den maaşa bağlanmasıbahsine de değinmiş. Bu sayede aslında bizlerinkısmen bildiği bir olayın, bilinmeyen bir noktasıda aydınlanmış oluyor.Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği’nin eskibaşkanlarından Enver Kavaklı’yı yaşlı kuşak iyi bilir.Merhum, Türkiye’de öğretmenlik eğitimi almışBatıtrakyalıların memlekete döndüklerinde azınlıkilkokullarında öğretmenlik yaptıkları ve maaşlarınınköylülerce ödendiği bir dönemde, bahsekonu öğretmenlerinmaaşlarının Türkiye Cumhuriyeti tarafındanödenmesini sağlamıştır. Ve bu yüzden özellikleeski kuşak formasyonlu öğretmenler kendisini iyibilirler. Gerçi formasyonlu öğretmenler diye adlandırdığımızbu eğitimciler artık azınlık ilkokullarındakalmadı.Yerlerini bir bir Türkçe konusunda yetersizSÖPA mezunları aldı… Eskilerin Yunancası yoktu,şimdikilerin ise Türkçesi...*Formasyonlu öğretmenlerin maaşlarının Türkiyetarafından ödenmesi konusunda bilinen, BatıTrakya Türk Öğretmenler Birliği Başkanı EnverKavaklı’nın dönemin Türk Dışişleri Bakanı SelimRauf Sarper’den konuyu halletmesini istediği veRauf Sarper’in de talimat vererek sorunu çözdüğüşeklindedir. İşte bu noktada Sami Küçük’ün anılarıylakonuyu ilintilemek lazım. Çünkü Sami Küçük,Dışişleri Bakanı Sarper yerine kendisine pay biçerek,olayı farklı bir şekilde anlatıyor. Kitapta yer alan bölümşu şekilde:Batı Trakyada’ki Türk ÖğretmenlerEski TBMM’nin Ulus’taki binasında çalışırken,Türkiye’de bulunan Batı Trakya Türk ÖğretmenleriDerneği Başkanı Enver Kavaklı beni ziyarete geldi....Bana Batı Trakya’daki Türk öğretmenlerin çokzor durumda olduğunu anlattı. Maaşlarının BatıTrakya’daki Türklerden toplanan paralarla ödenebildiğini,hatta halkın, Batı Trakya Türklerini göçe2 <strong>Azınlıkça</strong>


zorlayan ekonomik baskılarla fakir düştüğünü,Türkiye’den malî bir yardım alamadıklarını, bu gidişlebir süre sonra öğretmen bulmakta zorlanacaklarınısöyledi. Zaten Yunanlılar da Türk çocuklarınıcahil bırakma veya Rum okullarına gitmeye teşvikeden politikalarını, dolaylı olarak destekleyeceğimizi,Lozan Antlaşması’na göre İstanbul’daki Rumlarakarşılık onların mübadeleye tâbi tutulmadıklarını,Batı Trakya Türklerinin Türk olarak orada kalmakistediklerini ama Rumların yaşamı her geçen gündaha da zorlaştırdığını belirtti. Ayrıca Yunanistan’ınİstanbul’daki Rum okullarında öğretmenlik yapanYunan öğretmenlerine sahip çıktığını, çıkardıklarıbir kanunla İstanbul’daki okullarında öğretmenlikyapan Rumlara, Yunan hükümetinin her yıl bütçedenayırdığı payın, Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuaracılığıyla her ay düzenli olarak ödendiğibilgisini de ekledi. Benzer yasal düzenlemelerinyapılarak Batı Trakya’daki Türk okullarının, TürkiyeCumhuriyeti’ne yakışır şekilde canlı tutulmasınırica etti.Bunun üzerine Milli Eğitim ve Dışişleri bakanlıklarıylatemasa geçip durumu onlara bildirdim. Herikisinin de desteğini alarak Milli Birlik Komitesi’ninönüne götürdüm. Komite ilk toplantısında teklifigörüşerek kanunlaştırdı. Bu suretle Batı Trakya’dagörev yapan öğretmenleri Türk devletinin bir öğretmenihaline getirdim… 1*Ayrıca kitapta Sami Küçük’ün darbe sonrasıTürkiye Senato Meclisi’ne daimî üye seçilmesindendolayı gönderilmiş, Batı Trakya Türk ÖğretmenlerBirliği adına Başkan Enver Kavaklı ve Genel SekreterYoluş Hüseyin Ali beyin imzasını taşıyan birkutlama mektubuna da yer veriliyor.*Yeni öğrendiğimiz bu olaylar ışında, Batı TrakyaTürk Öğretmenler Birliği Başkanı Enver Kavaklı’nın,Dışişleri Bakanıyla değil, Kurmay Albay Sami Küçükile görüşerek maaş meselesini hallettiğini öğrenmişoluyoruz. Hele hele bahse konu kişi anılarınıkitap hâline getiriyor ve bu olayı da birinci eldenaktarıyorsa.Dipnot:1. Rumeli’den 27 Mayıs’a. İhtilalin Kaderini BelirleyenKöşk Harekâtı. Kurmay Albay Sami Küçük, Mikado Yayınları,İstanbul, s.164İlhan Ahmet’in açıklamalarıND’nin Rodop ili sabık milletvekili İlhan Ahmet,partisinin Kozlukebir’de yapılan ilçe teşkilatıtoplantısında yaptığı konuşmada, azınlık içindekive azınlık dışındaki aşırı uçlardan söz etti.Sanırım kendilerini aşırı uç olarak algılayanbelirli çevreleri rahatsız etmiş bu açıklama, ısrarla,“kimi kastetti?” diye sorarak rahatlamak veya bazılarıda, “beni kastetti” şeklinde haykırarak saldırmakistediler.Kimileriyse hop oturup hop kalkıyor, İlhan ismenaçıklasa rahat edecekler, “Ohh! Çok şükür benikastetmemiş!” diye… Yok, “filan kişiler aşırı uçtur”dese, o zaman da kıyamet koparacaklar…Tabiî, bir de, daha adları bile telâffuz edilmemesinerağmen, kendisini kastettiğinden o kadaremin olanlar var ki, hiç çekinmeden sobeleniyorlar.Oysa İlhan Ahmet’in “aşırı uç” vurgusu belirsizlikiçeriyor. Üstüne alan herkesi kastetmiş olabilir. Dolayısıylabu kadar çabuk sinirlenmek ve tepki göstermek,“Evet, ben kendimi aşırı uç addediyorum”diye haykırmaya benziyor…*Bahse konu olayın ardından Gündem gazetesiİlhan Ahmet’le bir röportaj gerçekleştirdi ve ısrarla“aşırı uç” derken kimleri kastettiğini sordu. İlhanAhmet bu sefer kimleri kastettiğine dair şu şekildeaçıklık getirdi, “...bazı meseleleri çözmeyip, azınlıktakiçözümsüzlükten prim yapıp, menfaat sağlayanlaraşırı uçtur bana göre. Bunlar az olabilir, çokolabilir. Bu güçler nerede? Bunlar medyada olabilir,siyasetin içinde olabilir, idarî yapıda olabilir. Çözümsüzlüktenrant elde etmeyi amaçlayan insanlarBatı Trakya azınlığına hizmet etmezler. Nereye hizmetederler? Batı Trakya Türk’ünün dışında bir yerehizmet ederler. Kendilerine hizmet edebilirler, başkamenfaatler olabilir. Ben bunlara karşıyım. BunlarYunanistan idaresinde de var, siyasetinde de var,Yunan medyasında da var, meclisinde de var. Amaazınlık içerisinde de var. ...Bir gazete Yunanistan’ınbir siyasî partisini ‘cunta’ olarak nitelendirirse, ya dabazı gazeteler eleştiri yaparken eleştiri dozunu kaçırıp,azınlık mücadelesinden, başka bir mücadeleyegeçilirse o zaman olay endişe vericidir. …Yani birazınlık gazetesinin, azınlık siyasetçilerine savaş açması,azınlık siyasetçileriyle mahkemelik olması;bunlar azınlık haklarının savunulması mücadelesindezarardan başka bir şey değildir. Konuyu dahafazla açmak istemiyorum. Zaten anlayan anlar.”<strong>Azınlıkça</strong> 3


Genç bakışAydın Bostancıbostanciaydin@yahoo.comGiritli Şevki Babalaki’nin Batı Trakya maceralarıGiritli Şevki Babalaki (veya Babaali), ilk olarak1922 yılında Gümülcine Müftüsü olarak tayin edilmişve 1924 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür.Daha sonraları 1927’lerde Şevki Babalaki’ninİskeçe’ye müftü olarak tayin edildiğini ve 1930 yılınakadar İskeçe müftülüğü görevini sürdürdüğünüarşivlerden öğreniyoruz. Şevki Babalaki’nin ilginçbir kişilik olduğunu dönemin gazetelerinden anlamakmünkün. Batı Trakya’da o dönemde müthiş birkemalist–antikemalist çatışması yaşanıyor. MustafaKemal’in inkilaplarını savunanlar ve inkilaplara ölesiyekarşı çıkanlar. Şapkalılar–sarıklılar diye mezarlıklarbile ikiye ayrılmış. Dönemin Gümülcine müftüsüMehmet Nevzat’ın inkilaplara karşı sürdürdüğü serttutumu yüzünden daha sonraları Dimetoka’ya tayinedildiği bilinmektedir.Batı Trakya’da o dönemde iki gazete öne çıkıyor.İlginç olanı ise birbiriyle çatışan her iki gazetenin deİskeçe’de çıkması. Biri Mehmet Hilmi’nin çıkardığı“Yeni Adım” diğeri ise Hasan Fehmi’nin çıkardığı“Yarın” gazetesi.Mehmet Hilmi, İskeçe Türk Birliği’nin kurucusuve inkılâpların en hararetli savunucusu olarakbilinmekte. Yarın gazetesi sahibi Hasan Fehmi iseOsmanlı’nın son dönem Şeyhulislamlarından MustafaSabri Efendi’nin damadı olarak öne çıkmakta.1927’nin Temmuz ayında yayın hayatına başlayanYarın’da Sabık Şeyhulislam sıfatıyla Mustafa SabriEfendi’nin Türkiye hükümeti ve inkilaplarına karşısert bir dille eleştirel yazıları ve makaleleri yayınlanmakta.Bu çerçevede şapka ve harf devrimleri eleştirilmekteve devrim karşıtı ve taraftarı olanlarınkavgaları dönemin özellikle de Yarın ve Yeni Adımgazetelerinin ana tartışma konusu olduğu görülmektedir.Bu tartışmaların sadece basın alanında kalmayıpdönemin dini ve siyasi kişiliklerine de yansıtıldığınıgörmekteyiz. Şevki Balalaki ise bu dönemde adetaiki arada bir derede kalmış ve hiçbir tarafa kendisinitam olarak sevdirememiştir. Gümülcine müftülüğüdöneminde bir imamı sakal bırakmadığı gerekçesiyleazlettiği bilinirken, İskeçe müftülüğü dönemindeİskeçe’nin inkılâp taraftarı beyleriyle birlikte hareketederek inkılâp karşıtlarının eleştiri oklarını üzerineçektiğini dönemin gazetelerinden öğrenmekteyiz.Şevki Babalaki’nin İskeçe’ye müftü olarak tayininidestekleyen Yarın gazetesi, daha sonraları ŞevkiEfendi’nin en büyük karşıtı haline gelecek ve hükümettenbizzat azlini talep edecektir.Yarın gazetesinin 19 Ağustos 1927 tarihli sayısındaŞevki Babalaki’den önceki İskeçe müftüsü SüleymanEfendi’nin, Yeni Adım gazetesine gönderdiğiyazılı beyanında şapka meselesine karşı olmadığınıbelirttiği ve Yeni Adım gazetesinin Şevki Efendininİskeçe’ye müftü tayin edilmesine şidetle karşı olduğunuve dönemin İskeçe müftüsü Süleyman Efendiyidesteklediğini belirtmektedir. Yarın Gazetesi,müftü Süleyman Efendi’nin inkılâpçıların isteğidoğrultusunda Pazaryeri Medresesi müderrisini görevindenaldığını ve medreseyi dağıtmaya çalıştığınıda yazmaktadır.Yarın Gazetesi’nin 22 Temmuz 1927 tarihli ilknüshasında “İskeçe Müftülüğü” başlığı adı altındayayınlanan yazıda, eski Gümülcine Müftüsü ŞevkiEfendi’nin İskeçe’ye müftü olarak tayin edileceğisöylentilerinin olduğunu, bu tayine ise en çok YeniAdım gazetesinin karşı çıktığını belirtmektedir.Gazete konuyla ilgili şöyle demektedir: “Bir zamandanberi kasabamızın müftülüğünde tebdilatvuku bulacağı ve sabık Gümülcine Müftüsü Şevki4 <strong>Azınlıkça</strong>


Efendi’nin İskeçe Müftülüğü’ne tayin olunacağı söylenmektedir.Ahali-i İslamiyenin ekseriyet-i azimesitarafından vaki olan talep ve arzu üzerine husul-ükuvve-i karibeye gelen bu tebdile Yeni Adım pekmuarızdır. Bunun için Şevki Efendi’nin mülteci olduğunuileri sürerek Türkiye’nin haini tabirine ilavetenson zamanlarda mumaileyhin aleyhinde hernüshasıyla neşriyatta bulunuyor” şeklinde yazmaktadır.Yarın Gazetesi Yeni Adım’ın Şevki Efendi’ninmüftü olarak gelmemesi için “tir tir titrediğini” debelirtmektedir.10 Teşrin-i Sani 1927 tarihli Yarın Gazetesinde,Şevki Efendi’nin İskeçe’ye müftü olarak tayin edildiğiile ilgili şu haber yer almaktadır: “Sabık Gümülcinemüftüsü Şevki Efendi’nin İskeçe Müftülüğü’netayini meselesinin intac edildiğini Atina gazetelerindenmemnuniyetle okuduk. Cenab-ı Hak mesai-imeşkure tevfik etsin” şeklindeki tebrik mahiyetindeolan bu haberinden Şevki Efendi’nin İskeçe’ye resmenmüftü olarak tayin edildiği anlaşılmaktadır.2 Kanun-u Evvel 1927 tarihli Yarın’da ise “İskeçeMüftüsü Şevki” imzasıyla İskeçe Müftülüğü tarafındanyayınlanan bir ilanın yer aldığı görülmektedir.27 Nisan 1927 tarihli Yarın gazetesinde yer alanbir başka haberde ise Yeni Adım gazetesinin GümülcineMüftüsü Mehmet Nevzat hakkında asılsız haberleryayınladığı, bunun üzerine de Müftü NevzatEfendi’nin aynı tarihli nüshada hakkında çıkan asılsızhaberlerle ilgili bir tekzip yayınladığı görülmektedir.Görüldüğü üzere Yarın gazetesi Gümülcine MüftüsüMehmet Nevzat ve İskeçe’ye yeni tayin edilenŞevki Babalaki’yi sonuna kadar desteklemektedir.Buna karşın Yeni Adım gazetesinin ise her iki müftüyüde hedef alan açıklamaları ve yazıları yayınlanmaktadır.Buraya kadar her şey anlaşılmakta. Fakat bir süresonra Şevki Babalaki ile ilgili Yarın gazetesinde ilginçbir haber yayınlanıyor. 11 Mayıs 1928 tarihliYarın gazetesinde “Münasebetsiz bir propaganda”başlığı altında aynen şöyle yazmaktadır: “ mevsukanistihbarımıza göre İskeçe Müftülüğü görevinde bulunanBabalaki Efendi, Gümülcine Müftüsü NevzatEfendi’nin üç günden beri mazul olduğunu neşr veişaa etmekte imiş. Bu Babalaki Efendi, Ramazaniçinde de Nevzat Efendi’nin azli haberini bir emrivaki şeklinde neşre çalışmış idi. Biz mumaileyhin buseferki propagandasının da evvelki gibi asılsız olacağınaşüphe etmiyoruz. Yalnız Babalaki Efendi’ninGümülcine müftüsünden ne istediğini anlayamadık”demiştir.Yarın Gazetesinin 25 Mayıs 1928 tarihli bir sonrakisayısında ise Şevki Babalaki ile ilgili “Babalakive Yarın” başlıklı aynen şu yazı yer almaktadır: “Yarın gazetesinin intişarı dinsizlere, kemalistlere veşapkalı Türklere pek ziyade dokunduğu malumdur.Bunda şaşılacak bir şey yok. Halbuki şer-i ve mantıkdelilleri ile dinsizlerin ve kemalistlerin başına başınaçıkılmaz bir bela kesilen gazetemiz, İskeçe MüftüsüBabalaki Efendi’ninde gözüne batıyormuş. Gizlidin taşıdığı sonradan anlaşılan bu adamın, vaktiylemüftülük makamına gelmesi için Yarın gazetesinino kadar yardımı olduğu halde dinsizlere karşı mücahedesinenihayet tahammül edemediği gazetemizinkarşısına şimdi bu ahirzaman müftüsünün de çıkmağaheveslendiğini görüyoruz. Lakin ne ile karşılaşacak?Boyu, posu, ilmi, ameli biribirinden kısa olanBabalaki Efendi, besbelli gayret-i ladiniyesine güveniyor.“Hiç bir şey yapamazsam gazetelerini iadeederim”demiş.“Gazeteniz alimane yazıldığından anlayamıyorum.Binaenaleyh ba’de ma, namıma gazetegönderilmemesi rica olunur” ibaresini havi bir mektubalafven gazetemizi geri çevirmiş. Yeni Adım’ınaltı okkalık olarak tahmin ettiği bu mektubun içindeişte böyle bomboş bir havay-ı acz esiyor. Altı okkalıkdeğil, bir gramlık siklete ve kıymete malik değil! ZavallıBabalaki Efendi! Bize kızmış kendisinden intikamalmış! Gazetemiz alimane yazılıyormuş, kendisianlayamıyormuş!.. Ne büyük sitem! Din düşmanlarıçatlasın. Elbette gazetemiz alimane yazılıyor. Ve elbetteBabalaki efendi gibi hem cahil hem de kalbikararmış bir adam gazetemizi anlayamaz! Anlıyorumdese kim inanır! Şimdilik bu kadar” şeklinde yazılaryayınlanmıştır.Daha önceleri İskeçe’ye tayin edilmesine şiddetlekarşı çıkan Yeni Adım gazetesinin ise daha sonralarıŞevki Babalaki’yi desteklemeye başladığını, öte yandanİskeçe’ye müftü olarak tayin edilmesi için büyükgayret sarfeden ve kendisine tam destek vermiş olanYarın gazetesinin ise Şevki Babalaki’nin ateşli bir muhalifikesilerek kendisinin müftülükten bir an önceuzaklaştırılmasını talep etmeye başlaması hayli ilgiçekicidir.Yarın gazetesi 31 Ağustos 1928 tarihli nüshasındaBabalaki’nin azlini hükümetten beklediklerini yazmaktadır.Gazete, “Müftü Babalaki” başlığı altındaşunları yazmaktadır:“Mebusan intihabında tütüncü Hamdi Bey’in<strong>Azınlıkça</strong> 5


Yeni Adımcılardan da aşağı rey alarak mağlup olmasıüzerine, Hamdi Bey’in cemaat riyasetine getirdiğiHakkı Bey’in mevkiinden çekilmek lazım geliyordu,çekildi. Şimdi biz müftülükle ne ilmen ve ne amelenhiç bir münasebeti olmadığı halde mahza HamdiBey’in kuvvetiyle o mevkiye getirilen ve vazifesindeahkam-ı şeriyyeden ziyade Hamdi Bey tarafından gelenemirleri ve nehiyleri icra etmekte bulunan BabalakiEfendi’nin azlini hükümetten bekliyoruz. Mebusanintihabı neticesinde hükümetin muvaffakiyetindendolayı Babalaki efendi makam ve vilayeti tebrikegelmişti. Gördük, fakat bu gelişle bir iki ay mukaddemsabık mebus Mustafa Aga ile birlikte İskeçe’ninHamdi Bey ve Hakkı Bey gibi şapkalı Türklerininönüne düşerek Gümülcine Müslümanlarının müftüsüHafız Nevzat Efendi’yi makamından azlettirmekgayretiyle yaptıkları nümayiş günlerinde, HamdiBey’in otomobiline rağmen her gün Gümülcine’yegelip giden müftü Babalaki Efendi’nin, ne o zamankineşesi vardır, ne de o zamanki sıdk ve sadakati!O gün Müslümanların efkâr-ı umumiyesine kontragiden dinsiz Türk cereyanının önüne düşmüş birmüftü, Müslüman Türklerin mebus Türk namzedlerikazandıktan sonra, artık müftülük makamındaduramaz. Kendisi saygı etmezse hükümet ona müktedaihaysiyet ve ciddiyeti öğretmelidir. İşin bu cihettenyani dini bir mevkide bulunan Babalaki efendinindinsizlerle birleşerek hem Müslüman Türklereve hem bugünkü hükümet partisine karşı unutulmazbir vaziyet almış olmasından başka, haddi zatında buadam müftülük vazifesine hiç yakışır bir şahıs değildir.Vaktiyle bunu Gümülcine Müftüğü’nden attıranMüslümanlar, hükümete takdim ettikleri mazbata-iistirhamiyede, ne camiye ve ne kiliseye ayak basmayanbir reis-i ruhani görülmüş müdür? diye feryad etmişlerdi.Şimdi biz de aynı feryadı tekrar etmekle birvazife-i diniye ve vicdaniye ifa ettiğimize kani bulunuyoruz.Babalaki’nin Gümülcine Müftülüğü’ndeninfisali bu şekilde olduğunu biz sonradan öğrendik.Yoksa kendisi Gümülcine’den azl olunmadım, istifaettim, diyerek bizi aldatmıştı. İskeçe’ye tayin olunurolunmaz gazetede neşrettiği satış ilanına benzeyenbeyannamesiyle, mahiyetini göstermiş ve mülteciliknamına bizi de mahcup etmişti. Son müftülüğündeicra ettiği muamelatı hakkında elimizde vesaik vardır.Bunları neşredeceğiz. Böyle bir cahil na ehli GümülcineMüftülüğü’nden uzaklaştırdıktan sonra bilahira İskeçe’nin başına bela etmekte bir mani yoktu”şeklinde yazmaktadır.22 Mart 1929 tarihli Yarın’da ise “AhirzamanMüftüsü Babalaki” başlıklı yazıda şöyle demektedir:“ Müftüden başka herşeye benzeyen ŞevkiBabalaki’nin yeni bir hareket-i cahilanesini dahaişittik. Şöyleki Ramazan-ı şerif iptidasını Pazar günündenispat etmek üzere muhacir-i cedid mahallesiahalisinden bir zat, İskeçe Müftülüğü’ne müracaatetmiş, fakat şehadeti ret olunarak Ramazan-ı ŞerifPazartesinden itibar edilmiştir. Halbuki bayramdahilal şevvali ruyet ettiğine dair hiç bir kimse tarafındanİskeçe Müftülüğü’ne müracaat vaki olmaksızınSalı günü bayram olduğu ilan edilmiş ve Ramazan29 gün tutturulmuştur. Vakia Gümülcine’mizde de,bu sene Ramazan-ı Şerif 29 gün itibar edilmiş, fakatUysallı karyesinden gelen şahidlerin bayram hilalineşehadetleri üzerine usul-ü şeriyyesine tevfikan birgün evvel bayram yapılmıştır. Yani bayram bir günevvel yapılacak olduğu takdirde mutlaka hilal şevvaliruyeti lazımdır. Ayı görmeksizin bayram yapmak,Ramazanı otuza tamamladıktan sonra mümkünolur. Müftülük makamında istediği gibi oynayan vecehaletinin emrettiği vechile hareket eden Şevki Babalakiise Ramazan iptidasında ret ettiği şahidin şehadetinibayram için esas ittihaz ederek, Ramazan-ıŞerifin birinci günü yerine kabul etmediği ve halkaoruç tutturmadığı pazar gününü de Ramazan hesabınaidhal etmiş ve yirmi dokuzundan sonra tekmil-iselasiyn (otuz’un tamamlanması) itibarıyla halkabayram yaptırmıştır. Eğer Müslümanların dininehükümetin hürmeti var ise, bir gün evvel müftülükmakamını bu liyakatsiz adamın elinden kurtarmalıdır.Babalaki’nin müftülük makamında kalmasıMüslümanlık namına açık bir hakarettir”O dönemleri anlamak için o günün koşullarınıiyi bilmek, hatta belki de yaşamak gerekir. Fakatne ilginçtir aradan neredeyse yetmiş sene gibi uzunbir süre geçmesine rağmen azınlığımız o dönemdençok ta farklı şeyleri bugün için konuşup tartışmıyor.Müftülük meselesi o gün olduğu gibi bugün de azınlığınen önemli gündem maddelerinden bir tanesinioluşturmakta. O dönemin taraftar basını bugün deaynen mevcut. Hatta Ramazanın başlangıcı konusundakibenzer ihtilaflar bile bugün hâlâ var. Yanisiyasi tartışmalardan tutun da dini ihtilaflara kadarbugün için aynen yetmiş sene önceki şeyleri konuşuptartışıyoruz.Ne diyelim artık bunu biraz da azınlığın kaderinemi bağlayalım, varın orasını siz düşünün...*6 <strong>Azınlıkça</strong>


Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.grPek gülünçErgenekoncu Dış Güçler sıkışınca,TC “Yabancı Ülke” oluveriyorErgenekon’un faaliyet gösterdiği yerlerden biride KKTC, ve oradaki gözdelerinden ikisi, eski cumhurbaşkanıRauf Denktaş ve eski başbakan DervişEroğlu. Bu bilgiler, yeni Ergenekon iddianemesindeyer alıyor. Ardından Kuzey Kıbrıs karıştı tabiî.Başsavcılığın soruşturma başlatması bekleniyor.Mehmet Emin Aga’nın ta buradan kalkıp, KuzeyKıbrıs’taki 2003 seçimlerinde sarığı ve cübbesiylebalkonlardan Eroğlu lehinde ve Mehmet AliTalat aleyhinde nutuk atmaya gidişini bir kez dahaanımsayalım. Şimdi bu seçimlere Ergenekon’unmüdahalesi araştırma konusu. Bizim Aga’yı da orayaErgenekon gönderdi.2004’te Kıbrıs’ı ziyaret ettiğimizde, gazeteci AhmetKahvecioğlu bize şunları söyledi: “Sizin BatıTrakya’dan seçimlerde buraya bir müftü geldi. AvrupaBirliği’nin Batı Trakya Türklerine hiçbir faydasağlamadığını, Türk Azınlığının eskiden olduğu gibiaynı şekilde ezilmeye devam ettiğini anlatıp durdu.Sahi öyle mi?” Talat politikasının başlıca özelliği AByanlısı olmasıydı, Eroğlu’nun duruşu ise AB karşıtıulusalcı idi. Kıbrıs’ta çıktığımız radyo ve televizyonprogramlarında AB’nin Azınlığa neleri sağladığı,neleri sağlamadığı ve hangi beklentileri gerçekleştirdiği,hangilerini boşa çıkardığı konusunda konuşmakzorunda kaldık en çok.Neyse.Kıbrıs’ta Ergenekon’la işbirliği ettiği suçlamalarınayanıt veren Derviş Eroğlu, bu idddiaları küçümsemeçabası içinde onların zaten “yabancı birülke TC” kaynaklı olduğuna işaret etmiş açıklamasında.Türkiye’deki Ergenekon’un Kıbrıs’ta en çok desteklediğikişiden, sıkışınca, Türkiye’den “yabancı birülke” diye söz etmesi pek komik değil mi? Türkiye,Ana Vatan rütbesinden nasıl da yabancı bir ülkeyeindirgeniveriyor.Kıbrıs Kıbrıslıların, bizimkisi Batı Trakya. (NitekimKKTC’deki 19 Nisan <strong>2009</strong> milletvekili seçimleriniDerviş Eroğlu’nun başkan olduğu anamuhalefetteki Ulusal Birlik Partisi büyük bir farklakazandı. Eroğlu, Ergenekon desteğiyle seçim kaybetti,şimdi Ergenekon desteği olmadan seçim kazandı.)Ergenekon’la ilgili ifşaat, Batı Trakya Türk Azınlığına1986(?)-1996(?) dönemindeki (bunun önceside var, devamı da var) o akıl almaz müdahaleyiyorumlayacak ve açıklayacak anahtarları da veriyornihayet bizim elimize. Ayaklarımız şimdi suya eriyor.O dönemde Azınlıkta olup biten pek çok şeyinaltında Ergenekon imzası var.Henüz “derin devlet ve Ergenekon” deşifre edilmediğiiçin, o zaman bütün öfkemiz dönemin siviliktidarlarına ve dışişlerine karşı yöneliyordu. “Failimeçhul” aydınlandıktan sonra, şimdi şu düzeltmeyiyapabiliriz: 12 Eylül’ün devamı da olsa bir siviliktidar ve dışişleri böylesine sorumsuz ve faşizan biruygulamayı hayata geçirmezdi. Böylesi, ancak derinve engin yasadışı bir yandevlet yapılanmasının faaliyetiolabilirdi. Bu hal, Mesut Yılmaz başta olmaküzere bazı siyasileri ve Ergenekon’la özdeşleşen bazıkonsolosları Azınlığın vicdanında mahkumiyettenkurtaramaz.Şimdi, Batıtrakyalı bir Ergenekoncudan, onunda, sıkışınca, Türkiye’yi nasıl “yabancı bir ülke”diye adlandırmaya koştuğuyla ilgili Kıbrıs’takininbenzeri bir anımı anlatacağım. Daha önce de anlatmıştım,yirmi yıl önce ilk vuku bulduğunda, amaşimdi yeni verilerin ışığı altında anlatacağım.Yüksek Tahsilliler Derneği’nin Ocak 1989 genel<strong>Azınlıkça</strong> 7


kurul toplantısı.Azınlık, son aylardabirkaç azınlık mensubununTürkiye’yegirişine müsaade edilmeyereksınırdan geridöndürüldüğü ve “millîcezalandırmaya” tabitutulduğu haberleriylekaynıyor. Acaba şimdisıra kimde, banagelmesin? Terör havasıyer etmeye başlamış.Duyulan ilkisimler, avukat ve eskimilletvekili Orhan Hacıibram,yine avukat veeski milletvekili Hasanİmamoğlu, Cemaatİdaresi başkanı veeski milletvekili HafızYaşar, İleri gazetesininsahibi Halil Haki,Trakya’nın Sesi gazetesinin sahibi Abdulhalim Dede,gazeteci ve sendikacı Aydın Ömeroğlu vd. Ve tabiîtayinli müftüler.Bu isimler o güne dek duyulanlar ve doğrulananlar.Duyulmayanlar daha onlarca, onları daha sonraöğreneceğiz. Eski milletvekili Celal Zeybek’i, eskimilletvekili Ahmet Mehmet’i, KKE adayı MustafaMustafa’yı ve Ali Kamber gibi daha birkaç solcuyu,milletvekili Mehmet Müftüoğlu’nu, ayrıca yerel yöneticilerden,esnaflardan, tüccarlardan, köylülerdenve işçilerden isimleri.Aydın Ömeroğlu’nun öyküsü, birkaç yıllık gelişimiiçinde, en ilginç olanıdır, ve en çok rezaletiçereni. Özetliyeyim. Giriş yasağına rağmen elinikolunu sallıya sallıya “kapıdan” girdi, yakaladılar,geri çevirdiler. Bir süre sonra bu kez “pencereden”girdi, yine yakalandı, yine sınırdışı. Son kez “bacadan”girdi, saklanmıyor ki, oradaki BatıtrakyalıErgenekoncularla gidip çatışmış, yine yakalandı.Halil Haki, Türkiye sınırından geri çevrildiğinde,olayı protesto için açlık grevine başladığını ilanetmişti. Bir tehdit, İstanbul’da okuyan çocuklarınıokullarından atılıp Yunanistan’a geri döndüğünügörürsün diye, ve Haki’nin kolayını buldular.Ama Ömeroğlu’nun kolayını bulamıyorlardı. Onabaşka bir yöntem uyguladılar. Son kez sınırdışı edilişinde,gazetelerde (Günaydın gazetesi) boy boyfotografları yayımlandı, iki polis nezaretinde, vemanşetten başlık: “Yunan casusu sınırdışı edildi!”Ömeroğlu’nun kolayını da böyle buldular, ona Yunancasusu diyerek. Ergenekon’un neler yapmayaSoldan sağa: Yeni Batı Trakya Dergisi sahibi Süleyman Sefer,İskeçe S. Müftüsü Mehmet Emin Aga ve Doğu PerinçekErgenekon’la ilgili ifşaat, Batı TrakyaTürk Azınlığına 1986(?)-1996(?)dönemindeki (bunun öncesi de var,devamı da var) o akıl almaz müdahaleyiyorumlayacak ve açıklayacakanahtarları da veriyor nihayet bizimelimize. Ayaklarımız şimdi suya eriyor.O dönemde Azınlıkta olup biten pekçok şeyin altında Ergenekon imzası var.muktedir olduğunu göstermesi bakımından ibretverici bir olay. Azınlıkta terör böyle olaylarla yer etti.Herhalükarda, Aydın Ömeroğlu’nun bu dramatikserüveni, aynı zamanda, adını sonradan öğrendiğimizErgenekon’un ne kadar aşağılara düşebileceğinigösteriyordu. Biz Ergenekon’u bilmiyorduk tabiî,Türkiye’yi biliyorduk. Bunların, kimse bunlar,“dini imanı” yoktu. Ve itiraf etmeliyim ki, sefaletinbu derecesi ve Ömeroğlu’nun başına gelenler, benio zaman kızdırmaktan çok güldürmüştü. Dipsiz biralçaklık seni kızdırmıyor, kızma sınırını aşıp artıkgülmeye başlıyorsun. Bir nedeni de, Ömeroğlu’nunbazı göz çıkaran gerçekleri görmemek ve anlamamaktainatla ısrar etmesi ve kendini korumak içinönlem almayı reddetmesi idi. “A be ben sana de-8 <strong>Azınlıkça</strong>


İleri gazetesi sahibi Halil Hakimedim mi, he?” gibi bir durum. Bir ayrıntı daha:Aydın Ömeroğlu, şimdi Ergenekon ileri gelenlerindenbiri olarak tutuklu bulunan Doğu Perinçek’inMaoculuk döneminden yakın dostu ve yoldaşı idi.Onu kendi örgütünün Yunanistan temsilcisi olarakatamış, Yunanistan’daki Maocu örgütlerle “enternasyonalistdayanışma” ilişkilerinde görevlendirmişti.Ergenekon’un kara listesine girdikten sonra,yıllar sonra ve “affa uğradıktan” sonra, ÖmeroğluPerinçek’le yeniden karşılaştığında, eski Maocu veyeni ulusalcı ve Ergenekoncu, bizimkisini tanımamazlıktangelmiş ve ona selam bile vermemiştir. ArtıkPerinçek’in Batı Trakya’daki ülküdeşi MehmetEmin Aga’dır.Karalisteli her Batıtrakyalının anlatmaya değerdeğişik bir öyküsü vardır.İlk isimler 1988’de duyulmaya başladı. Sonrakiay ve yıllarda Ergenekon kara listesinin 200 kişiyeulaştığı söylenecektir. Bir rivayete göre listedekiisimler en şanlı döneminde <strong>40</strong>0’lere çıkmış.Sadık Ahmet, Türkiye’deki bir basın toplantısındalistenin 2 binlere çıkmasını isteyecektir, faşistyapısının derinliğini göstererek.Azınlık bireylerini millî cezalandırma olayındahangi ölçütün kullanıldığınısoruşturmak gereğini duyuyorsun.Yunancı desen, veyabizim Ergenekoncuların BatıTrakya ağzına kattıkları terimle“gâvurcu” desen, hepsiYunancı veya “gâvurcu” değil.Aslında azınlıkçılık ölçüleriylehiçbiri değil. Zira hepsi,istisnasız hepsi, aralarındakibüyük farklara rağmen, bazılarınınYönetimle ilişkilerikeskin azınlıkçılık açısındaneleştiri götürür türden olmasınarağmen, hepsi Azınlığın“sert çekirdeği” içinden, okültürle yoğrulmuş kişiler.Öyle olmasaydılar zaten cezalandırılmazlardı,zira o zamanAna Vatan adına yapılan cezalandırmahiçbir anlam ifadeetmezdi, hiçbir sonuca ve çileyeyol açmazdı.En marjinal olanı, İskeçetayinli müftüsü MehmetEmin Şinikoğlu bile, o daaynı azınlıkçı kültürün insanı.Bir nihilist anlayış içindebile bile Yönetimin oyununuoynuyor, inandığından değil.Ve Yönetimin adamı değil,kendisinin adamı, zira Şinikoğlu kimsenin adamıolamaz. Her şeyi bir ticaret ve rant olarak görüyor.Yönetimin onu değil, onun Yönetimi kullandığı iddiasındave Azınlığa zarar verdiğine asla inanmıyor.Sonra, Şinikoğlu’na ve nice Şinikoğlu’larına ahlakdersi veremeyecek birileri varsa, onlar da bizim Ergenekonculardır.Azınlıkta azınlık kavramının dışına çıkan “gerçekYunancılar” yeni türemeye başladı. Ha git şimdionları Ana Vatan adına cezalandır bakalım ceazalandırabilirsen,kılları bile kıpırdamayacaktır.Büyük bir çelişki ama cezalandırma konusuolan kişiler azınlıkçı ve Türkçü olmak zorundaydılar.Başka türlü tutmazdı, “nişadırsız kalayın tutmadığı”gibi.O halde cezalandırmada kriter neydi, “Yunancılık”olmadıktan sonra? Solculuk desen, hepsi solcudeğil, birkaçı dışında. İslamcılık desen, hepsi İslamcıdeğil, birkaçı dışında.Gevelemeyelim. Ergenekon, Azınlık üzerindebüyük bir operasyona karar vermiştir. Bu çerçevedeilk ve büyük hedef, önümüzdeki milletvekili seçimleridir.Azınlıktan “bağımsız” adaylar listesini hazır-<strong>Azınlıkça</strong> 9


lamıştır. Ağırlık verilen Rodop-Gümülcine ilidir vetek isim Sadık Ahmet’tir. Öbür ikisi, Rodoplu ileSalepçi, süs saksısıdır ve kendilerine verilen bu rolüen son kendileri farkedecektir.Cezalandırılan azınlık bireyleri, Ergenekon’un“bağımsızların peşinden gideceksiniz ve SadıkAhmet’e oy vereceksiniz” emrine uymayan ve uymayacağıvarsayılan kişilerdir. Kriter budur. Ve buamaçla, azınlık bireyleri gâvurcu, Yunan ajanı, Yunancasusu, Yönetimin adamı, satılmış, işbirlikçiilan edilmiş ve Ana Vatan adına cezalandırılmışlardır.Hafız Yaşar, kendi ağzından dinledim, 1988başlarında Türkiye’ye oradaki çocuklarının yanınason gidişinde emre uymayacağını söylemekle kalmaz,eleştiri de yapar: “Sadık, frenleri patlamış birarabaya benzer. Sakın Azınlığı onun peşine takmayın!”Ve ölünceye kadar bir kere daha Türkiye’ye gidemedi.Ergenekon’un emrine uymuş olsaydı, karalisteye gireceği mi vardı?1989 başlarına dönelim. O zaman henüz ancak20 yıl sonra ortaya çıkacak yukarıda anlattığım buaçıklık ve bilgiler yok, her şey bir sis perdesi içinde,olup bitenlere anlam vermek ve yorum yapmakmümkün değil. “Bu Türkiye Azınlıkta ne yapmakistiyor?” sorusuna yanıt bulamıyorsun. Sınırdangeri döndürülen kişiler, korkunç bir “millî ayıp”işlemiş duygusu içinde, utançlarından gizleniyorlar.“Irzına geçilmiş kız sendromu” diye bir benzetmeyapmıştım, hem de “öz babası” tarafından.Uygulamalar, yalnızca Türkiye’ye giriş yasağı, AnaVatan tarafından cezalandırma ve bunun uzantılarıve manevî ve maddî sonuçları ile sınırlı kalmıyor.Öte’de sorguya çekmeler, kulak çekmeler, birkaçgünlüğüne alıkoymalar, tehditler, ve gerçekleşentehditler, de var. Bunlar, genellikle şu emirle sonbuluyor: “Haydi bakalım, önümüzdeki seçimlerdehepiniz bağımsızların ve Sadık Ahmet’in peşindengideceksiniz!”Sadık’a oy vererek paçayı kurtaracaksak, verelimde kurtulalım.AB üyeliğinin 9. yılında Yunanistan Türk Azınlığıaleyhinde millî temizlik politikasını aynen devamettirirken, şimdi bir süredir Türkiye’den de akıllarıkarıştıran ve vicdanları sıkıştıran bir uygulamaylakarşı karşıya idik. Azınlıkta korkunç bir bunalım.Derneğin genel kurul toplantısı. Söz alıp, Azınlıktakibu korkunç yeni bunalımı anlatıyorum, veyol açtığı sonuçları. Öfkemi bastırarak gayet yumuşakbir dille konuşuyorum, kimseyi ürkütmemekiçin. Ve, bir heyet oluşturup önce Konsolosluğagitmeyi, bu uygulamayı şikayet etmeyi ve kaldırılmasınıistemeyi öneriyorum. Üç kişi tepki veripşiddetle karşı çıkıyor: İsmail Rodoplu, Sadık AhmetDiyalog gazetesi sahibi Aydın Ömeroğluve Sabahattin Emin Salepçi. Üçü de altı ay sonrayapılan seçimlerde Rodop ilinden “bağımsızlar listesinin”üç ismini oluşturacaklardır. Bunun Ergenekonlistesi olduğunu o zaman nereden bilesin ki?Benim bilmediğim daha bir şey vardı, kendiminde kara listede olduğumu bilmiyordum. 1984 sonlarındanberi son beş yıldır Batı Trakya’dan uzakta,Selanik’te ihtisas yapıyordum. Azınlıkta olup bitenlerekatılımım artık doğrudan değildi, basında yazıyazmayı bile bırakmak zorunda kalmıştım. Sorsalar,daha sıra bana gelmedi diyeceğim, Selanik’te yaşayanve azınlık gündeminden çıkmış beni kara listeyeniye alsınlar ki? Meğerse daha 1987 sonlarındanitibaren almışlar, ilgili yazıyı kendim okudum.Türkiye’ye ziyarete gitmediğim için de diğerleri gibisınırdan geri döndürülmek gibi bir olay yaşamıyorum.Kara listede olduğumu bilseydim, Ocak 1989genel kurulunda bu öneriyi yapmazdım. İtibar meselesi,tenezzül etmezdim.“Bir heyet oluşturup Konsolosluğa gidelim, buuygulamayı şikayet edelim ve kaldırılmasını isteyelim”önerisine karşı çıkan Ergenekon troykasındanen salak, en gülünç ve en sinir patlatıcı argümanSabahattin Emin’den geldi: “Kimin girişine müsaadeedeceği, kimin girişini yasaklayacağı Türkiye’ninbileceği bir iştir. Onun egemenlik hakkıdır. Türkiyeyabancı bir ülkedir, onun içişlerine karışamayız.”Bu salak kaypaklık karşısında ha gel de patlama.Genel kurul başkanı Nazif Ferhat mıydı, iyi anımsamıyorum,ona dönüp dedim ki: “<strong>Sayı</strong>n başkan,10 <strong>Azınlıkça</strong>


lütfen tutanaklara geçsin. Sabahattin Emin diyorki, Türkiye yabancı bir ülkedir, Azınlığın içişlerinekarışamaz. Lütfen bu ifade aynen tutanaklara geçsin.”Denklemin öbür tarafını göstermek istedim.Ben troykayla çatışırken genel kurulun diğerüyelerinden çıt çıkmıyor. Önerim de tabiî gümegitti. Ve Yüksek Tasilliler Derneği, Azınlığın öndegelen isimlerini, bunların arasında kendi üyeleri devar, bu karalama kampanyası karşısında savunamayıpsustu. Korktu. Ben çok cesaretliydim demekistemiyorum, öyle bir anlam çıkıyorsa da. Hayır.Ben, sadece, Ergenekon’un baskı ve tehditlerindenen az etkilenecek bir pozisyondaydım, diğerlerideğil. Üstelik diğerleri daha çok şey biliyorlardı,pekçokları doğrudan veya dolayısıyla Ergenekon’latanışmışlardı.Ben çok sonraları tanıştım. Bir kez boş bulundum,yıllar sonra, “affa uğradın” demişlerdi, farkınavarmadan yakayı Ergenekon’a kaptırdım ve ondanadamakıllı bir tokat yedim. Şu benim çocuklarınODTÜ’ye yazılma konusu, <strong>Azınlıkça</strong>’da anlatmıştım.Benden intikam aldı, çocuklarımın üzerinden,onların yazılmasını engelleyerek. O zamanErgenekon’un korkunç yüzüyle ben de karşılaştım.Ne hükümeti ne de dışişlerini taktığını, kendi uhdesinealdığı konularda, Batı Trakya konusu böyleymiş,tüm yasal erklerin üstünde olduğunu kendiçapımda belki pek küçük ama ibret verici bir örneklebizzat yaşadım.ODTÜ’deki o küçük deneyimimde üniversitelerebile nasıl sızdığını gördüm. Onun için Türkiye’dekiErgenekon’da son “12. dalga” operasyonunun üniversitelerikapsamış olmasına şaşmıyorum.Manifesto gibiAzınlığa dönelim. Şimdi bazıları, Azınlıkta kaptutmuş bir yarayı niye kaşıyıp duruyorsun diyeceklerdirbelki. Bir defa o hadiseyi yara olarak kabul ediyormuyuz? “Resmen” öyle adlandırıldığını işittinizmi, ve ardından tedavi çarelerinin arandığını? Yoksatersi mi oluyor, Ergenekon müdahelesi hâlâ Azınlığın“altın dönemi” olarak mı yutturulmaya çalışılıyor?Onu yara olarak tanımlamadan tedavisi de yapılamaz.O yara vardır, kapanmadı, hâlâ kanıyor.Azınlık, Azınlık ile Türkiye ilişkilerinde en karanlıkve en travmatik dönemiyle yüzleşmelidir. Hem dekamusal bir diyalog içinde. Ve gerekirse sorumlulukdağıtımına gitmelidir. Bilelim. En başta Türkiye’ninatması gereken adımlar var. O yarayı sarmanın başkayolu yok.Zaman her şeyin devasıdır, ama her zaman öyledeğil, ve zaman içinde o habis yaranın iyileştiği söylenemez.Zira tedavisi için yapılması gerekenler yapılmadıveya pek az şey yapıldı. Yol açtığı sonuçlarbugün karşımızda. Azınlıkta bir kuşak, benim kuşağım,kısmen bizden önceki kuşak ta, o akıl almazmüdahale yüzünden en verimli yıllarını değer anarşisi,ahlak bunalımı, vicdan sıkıntıları ve yürek acılarıiçinde tüketti, verebileceklerini veremeden. Yürüyüşüengellendi, yolları tıkandı. Bu bunalımını ve hayalkırıklığını ve kendi deneyimini kaçınılmaz olarakgenç kuşaklara taşıdı. “Toplum işlerinden uzakdurun, karışmayın, katılmayın, katılır gibi yapın,idare edin, ve kendi işinize bakın. Yoksa, bizim gibiananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirirler.”,bizim kuşaktan bizden sonrakilere kendiliğinden iletilenmesaj ve öğüt işte bu.Bugün Azınlıkta sık sık şikayet konusu olan ilgisizlik,katılımsızlık, işlersizlik, dağınıklık ve idareimaslahat,büyük ölçüde o dönemin mirasıdır.O dönemin Azınlık ile Türkiye arasında yol açtığıgüvensizlik, Azınlıkta açtığı derin travma, kolaykapatılacak türden değil. Koca Kapı hâlâ vaziyetinvahametini kavramaktan uzak görünüyor. “Eh neolmuş sanki” veya “Çevir kazı yanmasın” taktiğiyledurumları düzelteceğini sanıyor. Türkiyeliler alışmışolabilirler, ama Türk Azınlığının vicdanı daha yazboztahtası olmadı.Son yıllarda Koca Kapı büyük çabalar harcıyor,besbelli aradaki soğukluğu ve mesafeyi gidermekiçin. Ancak genelde zihniyet değişmediği için, manipülasyon,denetim saplantısı, eleştiriye tahammülsüzlük,mavi boncuk dağıtma, ayırım-kayırım, cezalandırmazihniyeti değişmediği için, otoriter zihniyetdemokratikleşmediği için, bu çabalar genellikle boşagidiyor. Zira bizim kuşağın başına gelenler bir kezdaha tekrar etmeyecek diye bir güven yok. İstenenbelkemiği esnekliği ise az kişilere özgü bir yetenek.Ondan sonra geriye toplama suyla değirmen döndürmekkalıyor. Azınlıkta “maç şike” ve bunu herkesbiliyor.Azınlığın önünü açmak, bu köhne Ergenekoncuzihniyetin yukarıda saydığımız öğelerini kaldırmaktangeçer. Güven de böyle tazelenecektir. Vesayettenvazgeçilmesini, demokratik davranılmasını ve Azınlığasaygı gösterilmesini talep ediyoruz.Yoksa, Azınlık, şimdi idareimaslahat ederken,sonra yavaş yavaş Ergenekoncu zihniyete karşı savunmasınıörgütleme çarelerini araştıracak, tehdit vecezalandırılmalardan etkilenmeyecek bir duruş kazanmayaçalışacaktır. Koşullar artık buna elverişli vebu eğilim destekleniyor. İlgili süreç çoktan başladı.Durdurulması için gerekenler yapılmadığı takdirde,aradaki soğukluk, mesafe ve güvensizlik kesin bir hâlalacaktır.<strong>Azınlıkça</strong> 11


Ergenekon’un 2’nci iddianemesindeBatı Trakya’ya da yer veriliyorTürkiye’de devam eden Ergenekon soruşturması kapsamında, İstanbul 13.Ağır Ceza mahkemesi, ikinci iddianameyi kabul etti. Hazırlanan ikinciiddianamede Yunanistan ve Batı Trakya ile ilgili bölümler de yer alıyor.Ağır Ceza mahkemesinin kabulettiği Ergenekon’un 2’nci iddianemesindeBatı Trakya’ya da yer veriliyor.Türkiye’de devam eden Ergenekonsoruşturması kapsamında, İstanbul13. Ağır Ceza mahkemesi, 19’ututuklu, 37’si tutuksuz 56 sanık hakkındahazırlanan ikinci iddianameyikabul etti. Hazırlanan ikinci iddianamedeYunanistan ve Batı Trakya ileilgili bölümler de yer alıyor.İddianamenin 216’ncı sayfasındayer verilen ve AYIŞIĞI kod adlı darbeplanında, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindekialt hiyerarşik yapının yoğunmektup, faks ve e-posta ile tepkilerinidile getirdiğine ilişkin bölümünde,dönemin Türkiye Genelkurmay BaşkanıHilmi ÖZKÖK’e bahse konukişilerin mektuplar göndererek baskıunsuru oluşturmaya çalıştıkları ve12 <strong>Azınlıkça</strong>böylelikle hazırladıkları plan çerçevesindeÖzkök’ü istifaya zorladıklarınıngörüldüğünden bahsedilirken, TürkiyeBaşbakanı Tayyip Erdoğan’ın BatıTrakya ziyaretinde söylediği sözlerinde Hilmi Özkük’ün istifa etmesi içinneden teşkil eden tutumlardan biriolduğu belirtiliyor.Mektupta, Hilmi Özkök’ün genelkurmaybaşkanı ve TSK’nin Başkomutanıolduğu dönemde, BaşbakanErdoğan’ın Batı Trakya Türklerine“Yunanistan için çalışın” dediği ve buyüzden de “bu işi götüremeyen” genelkurmaybaşkanının istifasının istendiğiifade ediliyor.İkinci iddianemenin 331’inci sayfasındayer alan gizli tanık Emek’inifadesinde ise Ergenekon’un yırtdışıyapılanmasından bahsedilirken, yapınınçok büyük olduğu, kimsenindokunamadığı, örgüt içerisinde üstdüzey insanların olduğu, Yeşil Kodadlı Mahmut Yıldırım, itirafçılar,bazı ünlü paşalar ve Veli Küçük gibikişilerin bu yapı içerisinde yer aldığı,örgütün askeriyede, emniyette, siyasette,üniversitelerde, MİT içerisindeve devletin önemli kademelerindenüfuz ettiği ve çok iyi bir şekilde örgütlendikleriifade edilirken ayrıca buyapının Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerindeve Avrupa’da Almanya,İsviçre ve Yunanistan gibi ülkelerdeyapılandığı belirtiliyor.İkinci iddianamede Ergenekon’unYunanistan’da ne şekilde ve kimlerleişbirliği içerisinde olduğu ve örgütünnasıl yapılandığı ile ilgili ise başka biraçıklamada bulunulmuyor.*<strong>Azınlıkça</strong>


Erdoğan, “Yunanistan için çalışın” dediği içinGenelkurmay Başkanının istifası istenmiş!T.C.İSTANBULCUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI(CMK’nın 250. Maddesi ile Yetkili Bölümü)Soruşturma No: <strong>2009</strong>/511Esas No: <strong>2009</strong>/268İddianame No: <strong>2009</strong>/188İ D D İ A N A M EİSTANBUL 13 . AĞIR CEZA MAHKEMESİ(CMK’nın 250. Maddesi ile Yetkili Bölümü)Sayfa:216Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök04-AYIŞIĞI kod adlı darbe planında, TSK içerisindekialt hiyerarşik yapının da yoğun mektup, faks ve e-postaile tepkilerini dile getirmesine ilişkin plan:Soruşturma kapsamında elde edilen delillerden, örgütünbu faaliyetini aynen gerçekleştirdiği görülmüştür. Bufaaliyet çerçevesinde darbe planlarını hazırlayan ekibin,kendiliklerinden hazırladıkları hayali mektupları GenelkurmayBaşkanı Hilmi ÖZKÖK’e göndererek baskı unsuruoluşturmaya çalıştıkları ve böylelikle hazırladıklarıplan çerçevesinde istifaya zorladıkları görülmüştür.Şüpheli Mehmet Şener ERUYGUR’un Genel Başkanlığınıyaptığı ADD genel merkezinde Genel Başkanodasında bulunan … nolu CD ‘de yer alan ‘MUHTE-LİF/PLAN PROJELER/MEKTUPLAR’ klasörü içerisinde, Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK ve dönemininkuvvet komutanlarına hitaben yazılmış çok sayıdamektuplar olduğu, bu mektuplarda Hilmi ÖZKÖK ünalt düzey subaylar ve astsubaylar tarafından istifaya davetedildiği görülmüştür.Söz konusu mektuplar incelendiğinde, çok sayıda vedeğişik birliklerden çok sayıda subay ve astsubay tarafındanyazıldığı izlenimi veren mektuplar olduğu, mektuplarıniçerikleri incelendiğinde ise, neredeyse hemen hemenaynı kişi yada kişiler tarafından yazıldığı, yani söz konusumektupların, DARBE planı çerçevesinde Mehmet ŞenerERUYGUR ve ekibince hazırlandığı, yani gerçekte TürkSilahlı Kuvvetleri içerisinde, Genel Kurmay Başkanınakarşı herhangi bir rahatsızlık olmadığı halde, DARBEplanını yapan ekibin oluşturduğu bir alt ekip tarafındankaleme alınan mektuplarla Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeGenel Kurmay Başkanına karşı rahatsızlık ve tepkivarmış havası verilmeye çalışıldığı anlaşılmıştır.Dolayısıyla DARBE planı çerçevesinde hedeflenen bufaaliyetin aynen yerine getirildiği ve Genel Kurmay Başkanınınistifa etmesine zorlanması için tamamen Ergenekonterör örgütü tarafından kurgulanan ve uygulanan bir senaryoolduğu görülmüştür.Söz konusu “MEKTUPLAR” klasörü içersinde, toplamtoplam (7) adet mektup olduğu görülmüş ve mektuplarıniçerik itibariyle birbirleriyle benzerlik gösterdiğive tamamının Genel Kurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK’ehitaben istifa etmesi amacıyla yazılan mektuplar olduğutespit edilmiştir. Bu nedenle burada sadece bir mektup aynenbelirtilecek diğer mektupların tamamı ise soruşturmadosyasına eklenecektir.ÖRNEK MEKTUP<strong>Sayı</strong>n Komutanım,Zat-ı alinizin son bir yıldır izlediği pasif, ürkek, güyademokrat tavır, TSK’nin itibarını ve kamuoyu önündekisaygınlığını iki paralık etmiştir. Birkaç AB hayranı mütarekegazetecisinden aferin almak için bizim gururumuzuincitmeye ne hakkınız var?Genelkurmay Başkanı ve TSK’nin Başkomutanı olduğunuzdönemde;Irak’ta kırmızı çizgilerimizin çiğnendiği,Özel kuvvetlerimizin başına çuval geçirildiği,ABD’nin Kandil Dağındaki teröristleri koruması altınaaldığı,Pişmanlık yasası diye cezaevindeki teröristlerin salıverildiği,Tayyip “haydi” deyince birlik hazırlayıp, Bush Kürtle-<strong>Azınlıkça</strong> 13


e teslim olup “vazgeçtim” deyince geri adım atıldığı,Kıbrıs’ın satıldığı,Batı Trakya Türklerine “Yunanistan için çalışın”denildiği,12 milin pazarlıkla 9 mile bağlandığı, İmam hatiplerinönünün açıldığı,Kamu Yönetimi Temel kanunu ile üniter ulus devletinaltının oyulduğu,Meclis Başkanının TSK’ne “şeyini şey ettiğimin şeyi”diye küfür ettiği,Genelkurmay İkinci Başkanı’nın, Yüce Atatürk’ün“TC.nin temeli yüksek Türk Kültürüdür” dediğini unutarak,“Türkiye cumhuriyeti hiçbir etnik temele dayanmıyor”dediği,TMR Başkanı korgeneralin laik Türkiye Cumhuriyetinide hedef alan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için“takdire şayan bir proje” dediği bir dönem olduğunun farkındamısınız?Bütün bunlar karşısında; “TBMM’nin ordusu”, “Başbakanınlafı üzerine benim söz söylemem uygun olmaz”gibi teslimiyet ifade eden açıklamalardan başka bir şeyleryapmanız gerekmiyor mu?Bütün bunlar ve Laik cumhuriyetimize yönelen tehdit,28 Şubat’tan daha mı az tehlikeli? O dönemde demokrasiyebalans ayarı yapan Genelkurmay Başkanı’nıntavrı mı, sizin şimdiki teslimiyetçi tavrınız mı daha doğru?Bunların ikisi de doğru olamayacağına göre söyler misinizhangisi doğru?Yoksa sizin aklın önderliğini rehber edinen komutaanlayışınıza göre, zayıf hükümetler karşısında şahin kesilenTSK’nin, güçlü hükümet karşısında teslim olmasımı normal? Bu aklın önderliği midir, korkunun önderliğimi?Yarın güçlü ordular karşısında da aynı tavrı mı takınacaksınız?Görev süreniz boyunca bütün bunlara teslimiyetleyaklaşan bir başkomutan olarak, nasıl huzur içinde bayrağıteslim edebileceksiniz? Nasıl torunlarınızın yüzünebakabileceksiniz?Komutanım taban kaynıyor. Asıl şimdi genç Subaylarrahatsız. Ekmek derdine düşmüşüz sesimiz çıkmıyor diyearkanızda olduğumuzu sanmayınız. Bıçak kemiğe dayandığındagereğini yaparız.Komutanım, siz bu işi götüremiyorsunuz, lütfen istifaediniz. Eğer sizi böyle yanlış yönlendiren karargahınızise karargahınızdaki generalleri de alıp gidiniz… İhaneteitaat olmaz. Siz itaat edilmeyi şu yaptıklarınızla hak etmiyorsunuz.Bu tutumunuzla ordunun birliğini de tehlikeyeatıyorsunuz… Lütfen bir kere de şahsınızdan bekleneniyapıp, onurunuzla istifa ediniz.Arz ederim.Bir Grup Genç SubayErgenekon Yunanistan gibi ülkelerde yapılanmış!T.C.İSTANBULCUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI(CMK’nın 250. Maddesi ile Yetkili Bölümü)Soruşturma No: <strong>2009</strong>/511Esas No: <strong>2009</strong>/268İddianame No: <strong>2009</strong>/188İ D D İ A N A M EİSTANBUL 13 . AĞIR CEZA MAHKEMESİ(CMK’nın 250. Maddesi ile Yetkili Bölümü)Sayfa:331PKK terör örgütü içinde uzun süre faaliyet gösterenGizli Tanık EMEK alınan ifadesinde; “Alaattin KANATile yaptığı sohbette kendisine ERGENEKON yapısı ileilgili olarak, “yapının çok büyük olduğunu, kimsenindokunamadığını, örgüt içerisinde üst düzey insanların olduğunu,Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, itirafçılar, bazıünlü paşalar ve Veli KÜÇÜK gibi kişilerin bu yapı içerisindeyer aldığını, itirafçıların da içerisinde bulunduğuYILDIZ TİMİ’nin Musa ANTER’i öldürdüğünü, ayrıcaDoğu ve Güneydoğu İlleri içerisinde bu yapılanmaya karşıolan ve PKK örgütü ile bağlantılı şahısların öldürülmesiolayları ile vergilendirme adı altında Kürt işadamlarındanzorla para alınması eylemlerini bu yapı tarafından gerçekleştirildiğini,bu yapının Askeriyede, Emniyette, Siyasette,Üniversitelerde, MİT içerisinde ve Devletin önemli kademelerindenüfuz ettiğini ve çok iyi bir şekilde örgütlendiklerini,ayrıca bu yapının Orta Asyadaki Türk Cumhuriyetlerindeve Avrupa da Almanya, İsviçre ve Yunanistan gibiülkelerde yapılandığını, finans kaynaklarını, kendilerineözgü bir sistem dahilinde gerektiğinde Kürt işadamlarındanzorla alınan paralar ile kendi kurdukları şirketler kanalıile ciddi manada bir para kaynaklarının olduğunu,Para konusunda herhangi bir sıkıntılarının olmadığını, istediklerizaman istedikleri yerde her türlü paranın silahın,mühimmatın, kendilerine sağlandığını, hatta bu yapıyaveya oluşuma karşı olan ve PKK örgütüne yardım ettiğinidüşündükleri Batman Milletvekili Mehmet SİNCAR’ıkendilerinin cezalandırdığını yani öldürdüklerini” beyanetmiştir.14 <strong>Azınlıkça</strong>


Algı(lamak)Herkül Millasmillas@otenet.grCesur ve ‘Cesur’ AydınlarAzınlıkların müzmin sorunlarından biri eğitimdir.Eğitimdir, çünkü ulus-devlet döneminde okulyalnız bilgi vermez, bir ideoloji de aşılar. Ulusaldevletlerin ilk yaptıkları okullara önem vermektirve bunu ‘tevhidi tedrisat’ anlayışı ile yapmaları dabundandır. Ulus-devletlerin yöneticileri bütün çocuklara,mümkünse herkese, devletin uygun gördüğüanlayışı aşılamak ister. Bütün çağdaş devletlerdeaşağı yukarı bu anlayış egemendir. Başka türlüsöylersek, azınlıkların ve özellikle etnik azınlıklarıneğitim sorunu, en azından en kritik yanı, bu eğitiminkontrolünü kimin yani hangi ulusal odağınelinde olacağıdır.On yıllarca Batı Trakya ve İstanbul’da “Lozanazınlıkları” eğitim sorununun vitrin berisinde yatanınbu olduğu açıktır. Örneğin, Heybeli RuhbanOkulu ile ilgili olarak ileriye sürülen yasal sakıncalarınbahane olduğunu anlamak için ‘devletin avukatı’olmamak yeterlidir. Bu ‘ulusal’ sürtüşme süregeldikçe,doğal olarak azınlıkların eğitim sorunlarıalanında doğru dürüst bir çözüm, hatta tartışmabile oluşamaz. ‘Çocukları eğitelim’ diye ortaya çıkanlaraslında ulusal ideolojik bir mücadele başlatmışlarsa,ne eğitimi başarabilirler, ne de etraflarınayararlı olabilirler. En iyimser durumda, hizmet ettikleriodakları memnun ederler. Bu ideoloji yolununsonunda, bitmeyen ulusal çekişmeler bulunur.Bu yazıyı tetikleyen, Batı Trakya’da GündemGazetesi’nde C. Kapza’nın iki kelimesidir: ‘cesuraydınlar’ (<strong>Sayı</strong>:625). Yazara göre, “Azınlık eğitimininiki ayağı da sakat: Hem Türkçe hem de Yunancaeğitim aksamaktadır.”Bu doğrudur.“Bunu da düne kadar kimse bir türlü kabul etmekistememiş.”Bu doğru değildir.On yıllardan beri, eğitim dahil, azınlık haklarınısavunan aydınlar her ülkede, sayıları az da olsahep var olmuştur. Sakatlıkları dile getirmişlerdir.Ulusçu kavgaya kendilerini kaptırmamış olanlarıgörmek istememek, karşı tarafı hep stereotip olarakolumsuz göstermek, yalnız haksızlık değildir, ırkçılığıkörükleyen bir anlayıştır da: ‘Onların HEPSİböyledir’ demek yüzyılımızın ırkçılığıdır. Azınlıklarınhakları için ellerinden geldiğince mücadele etmişolan çoğunluk üyelerinin hakkını tanımamak,azınlıkların gaddarlığıdır, nankörlüğüdür. Mazlum,bazen haksız da olabilir, yalan da söyleyebilir. Kusursuzluğundokunulmazlığına sığınmak yakışıksızbir tutumdur.Aslında cesur aydınlar, azınlıkların eğitim sıkıntılarınıeskiden beri tanımıştır. Cesur aydınlarınsavundukları şudur: “Bu ideolojik eğitim kavgasınınötesinde, millî sürtüşmelerin ötesinde, azınlıkçocukları için ‘bir şeyler’ yapma olanağı çıkmışsa,bu yapılmalıdır” demektedirler. Her iki ayağı da,aynı anda tedavi etmeliyiz (ki doğrudur), yoksa hergirişimi sabote ederiz (yanlış) anlayışına karşıdırlar.‘Ya hepsi ya hiç’ anlayışının arkasında bir şantajsaklıdır: Bir şeyler yapıyor görünme fırsatını ‘size’sunmayacağız, ‘size’ temel sorunlardan kaçınmamazeretini bağışlamayacağız – ve varsın bundanazınlık zararlı çıksın! Eğitimde ulusal ideolojik kavgayaşanıyor, derken, bu tür anlayışları kastediyorum.Ama bu yazının temel motifi (tırnak içindeyazılan) ‘cesur aydınlardır’. Bence iki türlü cesuraydın vardır. Konuşan her azınlık üyesi kuşkusuz<strong>Azınlıkça</strong> 15


cesurdur. Çünkü, eskiye iyice bağlı ulus-devletleriçinde azınlık üyelerinin konuşması zaten bir risktir.Makbul sayılan azınlık suskun olanıdır. Vergisinieksiksiz ödeyen, arada ayranı kabaran çoğunluktankimselere karşı anlayış gösteren, geçmişteki köteğiunutan ve hele sesi çıkmayan azınlık üyesi ‘haddinibilendir’. Bu şablona uymayanlar cesur olanlardır.Ama bu cesur azınlık üyeleri de ikiye ayrılır. Birilerisırtlarını ‘ana vatana’ veya buna benzer bir güçodağına dayamışlardır. Cesaretleri tartışmalıdır. Birtür ‘çoğunluk’ gibidirler bunlar, arkalarında bulunangüçten dolayı. Yalnız görünürde azınlıktırlar.Bunlar sıkıştıklarında sığınacakları bir odak bilirler.Bunun için de bunlara, tırnak içinde, ‘cesur aydınlar’diyebiliriz.Bir de kendi güçlerini kendi küçük gruplarınıniçinde bulanlar vardır. Bunlar azınlık üyeleri olabileceğigibi, çoğunluktan olup, çoğunluğun görüşlerinekatılmayanlar da olabilir. Bunlardan sözederken hatırşinaslık adına tırnak kullanmadan CesurAydınlar demek gerekir. Bunlar gerçekten azınlıktırlar.İster statüleri yasal olarak öyle görünsün,ister görünmesin. Bunlara kendi soydaşları arada‘hain’ der, dışlarlar, ikide birde kovuşturmalara uğrarlar,sık sık yalnızlığa terk edilirler. Öldürülenleribile vardır. Gerçek azınlık olanlar bunlardır. Onlaracesur (tırnaksız) demem ondandır. Bu tür cesuraydınların sığınacakları ‘vatanları’ ve ‘devletleri’ deyoktur. Onlar her yanda azınlıktırlar. Bundan dolayıbu tür insanlara tırnak içinde ‘cesur’ demeyibüyük haksızlık sayıyorum.Cesur aydınlar çoğunlukla, tutucu, saygısızdevletlerle kavgalıdırlar, gidişe karşıdırlar. Millîciyaklaşımlara karşıdırlar. ‘Cesur aydınlar’ ise bazımilli odaklara çok yakındırlar, azınlığın durumunubeğenmez ve değişmesini ister ama, ‘ana vatandaki’başka mazlum azınlıkların varlığından haberi yokmuşçasınadavranır. Haksızlığa karşı çıkması ikirciklidir,hatta kimi zaman bütünüyle görülmez. İkiyüzlü de sayılabilir bu ‘cesur aydınlar’. Sözde insanhaklarından yanadırlar, ama aslında yalnız ‘kendi’insanları saydıklarından yanadırlar. ‘Biz’ ve ‘onlar’anlayışı ideolojik rehberleridir.Kendimi cesur aydınlara yakın hissetmem ve‘cesur aydınlara’ yakın hissetmemem bu yüzdendir.Günümüzde, milliyetçiliği savunmakta veya onakarşı çıkmakta gösterilen cesaret biçimlerinde temelbir kalite farkı vardır.Bu yazının temel motifi (tırnak içindeyazılan) ‘cesur aydınlardır’. Benceiki türlü cesur aydın vardır.Konuşan her azınlık üyesi kuşkusuzcesurdur. Çünkü, eskiye iyice bağlıulus-devletler içinde azınlıküyelerinin konuşması zaten birrisktir. Makbul sayılan azınlıksuskun olanıdır. Vergisini eksiksizödeyen, arada ayranı kabaran çoğunluktankimselere karşı anlayış gösteren,geçmişteki köteği unutan ve helesesi çıkmayan azınlık üyesi ‘haddinibilendir’. Bu şablona uymayanlar cesurolanlardır. Ama bu cesur azınlıküyeleri de ikiye ayrılır. Birileri sırtlarını‘ana vatana’ veya buna benzer birgüç odağına dayamışlardır. Cesaretleritartışmalıdır. Bir tür ‘çoğunluk’gibidirler bunlar, arkalarında bulunangüçten dolayı. Yalnız görünürdeazınlıktırlar. Bunlar sıkıştıklarındasığınacakları bir odak bilirler. Bununiçin de bunlara, tırnak içinde,‘cesur aydınlar’ diyebiliriz...16 <strong>Azınlıkça</strong>


YolcuElçin Macarelcinmacar@yahoo.comSon aylarda Türkiye’deki azınlıklarla ilgili olarakyayımlanan bir diğer rapor, Uluslararası AzınlıkHakları Grubu’ndan (Minority Rights Group Internationalhttp://www.minorityrights.org) NurcanKaya imzasını ve “Unutmak mı Asimilasyon mu?Türkiye’nin Eğitim Sistemi’nde Azınlıklar” başlığınıtaşıyor.Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Avrupa Konseyi’ninkabul ettiği ve hazırladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi;Ulusal Azınlıkların Korunması için ÇerçeveSözleşme, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıUlusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği’nin tavsiyeleri,Avrupa Birliği’nin birçok kural ve uygulamasıartık azınlık hakları konusundaki temel kriterlerioluşturuyor. Ülkeler bunların bir kısmını imzalamasada, imzalayıp bazı maddelere çekinceler koysada, yavaş yavaş bu konuda kendilerine çeki düzenvermeye çalışıyorlar. Ancak bu konuları izleyenherkesin bildiği üzere, Yunanistan ve Türkiye hâlâbu kriterleri karşılamaktan hayli uzak bir noktadabulunuyorlar.Raporlar-IIdışındaki gayrimüslimlerin ve anayasada “devletindili” olarak tanımlanan Türkçe’den başka anadilesahip olanların anadillerini eğitim sürecinde öğrenmehakları bulunmadığını vurguluyor. Eğitimselgelişim uzmanı Carole Benson’ın, öğrencilere anlamadıklarıbir dilde eğitim vermeyi, onları yüzmeyiöğretmeden suyun altında tutmaya benzetmesineatıfta bulunuyor.Zorunlu din dersi ise başlı başına ele almayı gerektirecekbir başlık teşkil ediyor. Türkiye’de gayrimüslimöğrencilerin Talim ve Terbiye Kurulu kararıçerçevesinde zorunlu olan din dersine girmemehakları bulunuyor. Rapora göre, böylece anayasanın24. maddesine aykırı olarak inançlarını açıklamakzorunda kalıyorlar. Ayrıca bu dersin içeriğine ilişkinolarak da pek çok konuda şikayet dile getiriliyor.Örneğin, 2007 Ekiminde AİHM, Alevî bir babanınşikayetini haklı bulmuş, zorunlu din kültürü veahlak bilgisi dersinin müfredatının eğitim hakkınıihlal ettiğine karar vermişti. Bundan sonra Danıştayda benzer kararlar almıştı.Azınlıklarını bir güvenlik tehdidi olarak görenülkelerin uyguladıkları politikaların vurduğu alanlardanbiri de azınlık çocuklarının eğitimi oluyor.Azınlık eğitiminin ele alınmayı gerektiren birçokveçhesi var. Ancak son yıllarda en çok dile getirilenlerinanadilde eğitim, içerik ve ayrımcılık olduğugörülüyor.Rapor da, Türkiye açısından bunlara dikkatçekiyor; Türkiye’nin Lozan’daki “gayrimüslim” ifadesinerağmen, Rumlar, Ermeniler ve YahudilerAyrıca ders kitaplarında ve derslerde azınlıklarınvarlığından bahsedilmiyor, bahsedilirse sadeceolumsuz olarak yer veriliyor, böylece ana amaçlarındanbiri “yaşadığı ortamı ve dünyayı tanıma” olmasıgereken eğitim, çocukların yaşadıkları gerçeklikleilişki kurmalarını engelleyip onları “olmayan birdünyaya” hapsediyor.Rapor, Türkiye’deki eğitim sistemini, azınlıkhaklarını inkâr çerçevesinde bu grupları asimile etmeye,Türklük kimliğini ve milliyetçiliğini teşvik<strong>Azınlıkça</strong> 17


etmeye çalışmakla eleştiriyor. Hükümeti, okullardaazınlık çocuklarına karşı, farklı kültür, dil, tarih vedinlerini yok sayarak yapılan ayrımcılığın durdurulmasıiçin harekete geçmeye çağırıyor.Raporda yer alan çağrılardan bazıları şöyle:* Azınlıkların eğitim haklarının güvence altınaalınarak gerektiğinde özel tedbirler uygulanmalıdır.* Hükümet azınlıkların eğitim haklarını koruyanve ayrımcılığa karşı ilgili uluslararası sözleşmeleriuygulamaya koymalıdır.* Anayasa ve ilgili yasalarda azınlıkların anadillerindeeğitim alabilmesini sağlayacak değişiklikleryapılmalıdır.* Devlet azınlık haklarının tanınmasında mütekabiliyetesasından vazgeçmelidir.* Başta kız çocukları olmak üzere Romanlar, yerindenedilmiş ve mevsimlik işçilerin çocuklarınayönelik olarak, eğitimlerini sürdürmeleri için eğitimeerişim koşullarını iyileştirmek üzere kapsamlıbir politika geliştirilmeli, buna uygun kaynak ayrılmalı,burslar oluşturulmalıdır.* Geleneksel olarak veya önemli oranda azınlıklarınyaşadığı yerlerde, yeterli talep olması halinde,devlet okulları hem Türkçe hem de azınlık dillerindemüfredat sunmalıdır.* Özel dil kursları ve azınlık okulları üzerindekiaşırı hukukî ve bürokratik sınırlamalar kaldırılmalı,devlet talep edenlere mali destek sağlamalıdır.* Anayasada, “devletin dili” yerine “devletinresmî dili”ne yer verilmelidir.* Azınlık dilleri tüm okullarda talep olması halindeseçmeli ders olarak öğretilmeli ve hem azınlıkhem de çoğunluk öğrencilerine açık olmalıdır.* Üniversitelerde tüm azınlık dillerinde filolojibölümleri kurulmalıdır. Devlet azınlık dili öğretmenlerinineğitimi konusunda destek sağlamalıdır.* Azınlıklar hakkında mevcut olan kalıpyargılar,ayrımcı açıklama ve ifadeler ders kitaplarından çıkartılmalıdır.* Ders kitapları ve müfredat, Türkiye’deki farklıetnik ve dini cemaatler hakkında bilgiler içerecek veçokkültürlülüğü ve hoşgörüyü teşvik edecek şekildegözden geçirilmelidir.* Eğitim, ırkçılığa karşı bir kampanya aracı olarakkullanılmalıdır, ırkçılık ve tarihteki ırkçı uygulamalarokullarda öğretilmelidir.* AB, Türkiye’deki azınlıkların korunmasıyla ilgiliprojelere daha çok finansman sağlamalıdır.* AB, Türkiye’nin üyeliği konusunda daha açıkve motive edici olmalıdır. Devlet yetkililerinin veTürkiye toplumunun Türkiye’nin üyeliğine ilişkinmotivasyonunu kıran açıklamalardan kaçınılmalıdır.* Zorunlu din dersi kaldırılmalı ve okul kitaplarındaayrımcılığın önlenmesi için de, acil değişiklikyapılmalıdır.*18 <strong>Azınlıkça</strong>


ParadoksDimostenis Yağcıoğludimostenis@rocketmail.comTürkiye’de, eğitimli Atatürkçükesimde, seçkinlerde, Cumhuriyet’inkuruluşundan beri var olanbir eğilim, son birkaç yıldır çokbariz bir hal aldı: Bir yandan“Türk ulusu” veya “Türk milleti”kavramı yüceleştirilirken, öbüryandan “halk” kavramı ve halkıoluşturan insanların çoğunluğuhor görülmekte. Halk, cahil, kolaykandırılan, ya çocuk gibi olgunolmayan, ya da, daha kötüsü,zekâ özürlü, hiçbir zaman ehil olamayacakbir insanlar grubu olarakdeğerlendirilmekte ve bu değerlendirmeleraçıkça, bazen kaba vehakaretâmiz ifadelerle dile getirilmekte(“göbeğini kaşıyan adam” 1 ,“bidon kafalılar” 2 vs.) 3 .Seçkinler, eğitimlerine, toplumsalkonumlarına, devlet yönetimindekimevkilerine ve tabiîinandıkları ideoloji ve fikirler sisteminedayanarak, gerçeği, doğruyu,iyiyi bildiklerine inanmaktalar.Bundan farklı düşünenleriya cahil, ya aptal, ya kandırılmışya kötü niyetli, ya da hain olarakgörmekteler.Yüce Millet, cahil halkTabiî bu sadece Türkiye’yeözgü bir durum değil. Her ülkeninmüesses nizamına eklemlenmiş,eğitimli ve seçkin kesimindehalka karşı bir güvensizlik ve küçümsemegörmek mümkün. Aynıkesimler halkı hor görürken aynıanda “milletimiz” kavramını, kendimilletlerinin üstün yönlerini,büyüklüğünü, başarılarını da vurgulamaktangeri kalmazlar.Peki bu çok ciddi bir “paradoks”değil mi? “Millet”i oluşturan insanlarla,“halk”ı oluşturan insanlarçok büyük bir oranda aynıdeğil mi? “Millet”i yüce yapan ve“halk”ta bulunmayan özellikler veunsurlar nelerdir?Milliyetçiliği, demokrasiyi, özgürlükçülüğüve tabiî demokrasive özgürlük karşıtlığını daha iyianlamak ve analiz etmek için iştebu sorular üzerinde durmak vebunlara yanıt bulmak gerekmektedir.Müesses nizama mensup veyabu nizamın müttefiki seçkinlerinbakış açısından bu konuya baktığımızdaşunu görürüz: Millet kavramı,sadece “halk”ı değil, kendilerinive kendileri gibi kişileri deiçermektedir. Yani millet, halk vebahse konu seçkinleri kapsamaktadır.Demek ki, bu bakış açısınagöre, milleti yüce yapan o ek unsur,bu şekilde düşünen seçkinlerinkendileridir.“Millet”i, bu seçkinlerin gözünde“halk”tan farklı kılan birözellik daha var. O da “millet”kavramının sadece bugünü değil,geçmişi de kapsaması. Geçmişinbaşarılarını, büyüklüğünü içermesi.Millet yücedir, çünkü geçmişi,sanatlarda, bilimlerde, savaşlarda,ekonomide vs. büyük başarılarladoludur. Halk ise bugünü,“şimdi”yi temsil eder. Demek ki,“Millet”i yüceleştirenlerde, dahaönceki bir yazımda da 4 sözünü ettiğimgibi geçmişi kutsallaştırmaeğilimi de var: “Eskiden büyüktük,başarılıydık, oysa şimdiki cahil,aptal halkın hâline bak” tavrıvar.Seçkinlerin yanında, bir dekendileri seçkin olmamalarına rağmenseçkinlerin dünya görüşünübenimsemiş “seçkinciler” de var.Seçkinler ve seçkinci anlayışa sahipolanlar, kendilerini ve kendilerigibi düşünenleri, “halk”tanüstün ve daha ehil saydıkları için,siyasî eşitlik kavramından pekhazzetmezler. “Bir vatandaş, biroy” ilkesini beğenmezler. Çoğu<strong>Azınlıkça</strong> 19


seçkinci açıkça söylemekten kaçınsada, “benim oyum dağdakiçobanın oyuyla neden eşit?” 5 diyedüşünürler.Oy vermede eşitliğin alternatifi,bir tür oy hiyerarşisidir. Böylebir hiyerarşiye göre daha eğitimlive devlet işlerinde, siyaset konularındadaha bilgili ve deneyimliolanların oyu daha değerlidir. Budurumda televizyonda sunuculukyakın bir siyasî nüfuz hiyerarşisivardır. Her vatandaşın oyu aynıdeğerdedir, ama her vatandaşınsiyasî nüfuzu aynı değildir. Dahaeğitimli olanlar, daha zengin olanlar,iktidar mekanizmasına entegreolmuş olanlar, medya vasıtasıylagörüşlerini geniş kitlelere duyurabilmeimkanı olanlar, her ülkededaha nüfuzludur. Oy eşitliği de,işte bu nüfuz eşitsizliğini kısmendengelediği için önemlidir.Peki, seçkinler ve seçkinciler,halkı bu kadar bilgisiz saymakta,onların tercihlerini hor görmektehaklı mıdır? Tabiî ki hayır, çünkübilgi tek boyutlu değildir. Herkesinçıkarları, ihtiyaçları, talepleride aynı değildir. Örneğin, bir siyasetbilimi profesörü, siyaseti,devlet yönetimini, dış politikayı,dağdaki çobandan daha iyi bilir,ama o dağdaki çobanın günlükhayatını, sorunlarını, ihtiyaçlarınıbilebilir mi? Dağdaki çoban, diyelim,hayvancılık, yem fiyatları,otlaklar gibi konularda o profesördençok daha bilgilidir. Kendisininve kendisi gibi çalışanların,aynı köyde yaşayanların sorunlarını,çıkarlarını çok daha iyi bilir.Dolayısıyla bu gibi konularda dağdakiçobanın görüşü ve oyu dahadeğerli olmalıdır. Genel seçimlerdeoy verirken insanlar sadece“yüksek politika mülâhazalarıyla”oy vermezler; kendi çevrelerindeki,mesleklerindeki ekonomik vesosyal sorunları, kendi çıkarlarınıve beklentilerini de hesaba katarakoy verirler. Bu üniversite profesörüiçin de geçerlidir, dağdaki çobaniçin de.Halkın tercihini ve seçiminiküçümsemek, ona güvenmemekPeki, seçkinler ve seçkinciler, halkı bu kadar bilgisiz saymakta,onların tercihlerini hor görmekte haklı mıdır?Tabiî ki hayır, çünkü bilgi tek boyutlu değildir.Herkesin çıkarları, ihtiyaçları, talepleri de aynı değildir.yapan ve üniversitede okuyan birfotomodel hanımın oyu, belki ilkokulmezunu bile olmayan dağdakibir çobanın oyundan dahadeğerlidir. Ama o fotomodel-sunucudandaha bilgili ve eğitimliolanlar da vardır. Onların oyu dao hanımınkinden daha değerliolacaktır. Böyle bir piramit oluştuğunda,dağdaki çoban o piramidindibinde bir yere konacak,fotomodel kendine ortalarda veyaortanın biraz altında bir yer bulacak,ama en tepede, devlet yönetimindeen deneyimli, yükseklisans veya doktora yapmış, askerive sivil bürokrasinin üst-düzey yöneticileriolacaktır.Aslında oy eşitiliğine en fazlaönem veren Batı demokrasilerindebile yukarıda tarif ettiğimebilimsel açıdan da temelsizdir. Finanskonularında uzman Amerikalıgazeteci James Surowiecki 6 veyatırım stratejisti Michael Mauboussin7 eserlerinde büyük gruplarıntoplu olarak karar verdiklerindene kadar isabetli olduklarınıgösteren çok ilginç deneylerdensöz ederler.Bu deneylerden en ünlüsü “KavanozdakiBilyeler” deneyidir:Bir kavanoz bilyelerle doldurulurve çok sayıda kişiye (bir uygulamada73 kişiye) kavanozun içindekaç bilyenin olduğu sorulur.En doğru cevabı verene 20 dolarödül verilecek, en yanlış cevabı verendenise 5 dolar ceza alınacaktır.Verilen cevaplar arasında çok yüksekve çok düşük sayılar da vardır.20 <strong>Azınlıkça</strong>


Ama bütün cevapların ortalamasıalındığında çıkan sonuç, kavanozdakibilyelerin gerçek sayısına çokyakındır. Bu deney birçok kez tekrarlanmışve her defasında cevaplarınortalaması kavanozdaki bilyesayısına çok yakın çıkmıştır.Büyük grupların toplu olarakoy verdiklerinde doğru cevabıbulmadaki başarısı “Kim MilyonerOlmak İster?” isimli televizyonyarışmasında da görülmüştür.Bu programda, bilindiği gibi, yarışmacıbir soruda takılırsa, stüdyodakiizleyicilerden yardım isteyebilir.Bu durumda stüdyodakiizleyiciler dört seçenekten doğrucevap olduğuna inandıklarına oyverirler. Surowiecki, yaptığı biraraştırmada, “Milyoner” yarışmasınınABD versiyonunda izleyicilerinyapılan oylamaların %91’indedoğru cevabı bulduklarını tespitetmiştir. Tabiî her defasında yanlışseçeneklere oy veren izleyiciler devardır, ama doğru cevabın çıktığıoylamalarda bu cevabı hep en çoksayıda izleyici bulmuştur.Yine bu yarışmanın Amerika’dakiversiyonunda doğru cevabı bulmaktazorlanan yarışmacıya sunulanbir başka imkân, stüdyoda bulunan“üç uzman”dan yardım istemektir.Surowiecki, yarışmanın bütün bölümlerinde,üç uzmana danışılanher soruya onların verdikleri yanıtlarıincelemiş ve uzmanların kendilerinedanışılan soruların sadece% 65’inde doğru cevabı bulduklarınısaptamıştır. Yani stüdyodakiizleyici grubu -ki doğal olarakçok zeki ve kültürlüden çok cahilve aptala kadar her çeşit insandanoluşmaktadır- doğru cevaplarıbulmada üç uzmandan çok dahabaşarılı olmuştur.Surowiecki ve Mauboussin’inaraştırmaları da gösteriyor ki, halkınve genelde büyük gruplarınortak aklından ve aklıselimindenkuşku duymak değil, onlara güvenmekgerekir. İnsanlar özgür birortamda seçimlerini yapabiliyorlarsave “doğru” seçeneği bulmalarıiçin teşvik ediliyorlarsa, birkaç aşırıve birçok yanlış cevaba rağmen,kitlelerin genel cevabı hemen herzaman doğruya çok yakındır.Tabiî siyasi konularda, devletmeselelerinde tek doğru seçenekyoktur. Genellikle birden fazladoğru seçenek vardır. Bu durumdaancak “daha doğru” “daha iyi”seçeneklerden söz edebiliriz, amabunu bile daha çok öznel kriterleredayanarak yapabiliriz. Demokrasilerde“daha doğru” veya “dahaiyi” seçeneği, özgür bir ortamdave iyi bir bilgilendirme sonucundaortaya çıkmış, halkın, daha doğrusuçoğunluğun tercihi belirler(elbette kimsenin insan ve vatandaşlıkhaklarına halel gelmemesikaydıyla. Ama çoğunluğun buhakları çiğneyen kararlar alması,iktidara sahip bir seçkinler zümresininbu doğrultuda kararlar aldığıdurumlardan daha enderdir).Demokrasi, büyük kitlelerin veelbette halkın sağduyusuna vehalktaki çok farklı çıkarları ve fikirleribir araya getirip, sentezleyipdoğru kararlara varma yeteneğinedayandığı için iyi bir rejimdir. Vedemokrasi, hiç kuşkusuz, halkı horgören “en doğrusunu biz biliriz,ulusu büyük yapan yalnız bizimfikirlerimizdir” kibri ile hareketeden, kendine tapan ve o yüzdenkolaylıkla büyük hatta korkunçyanlışlara sürüklenen seçkinci birzümrenin oligarşik yönetimindençok daha iyi bir rejimdir.Dipnotlar:1. Bekir Coşkun: “Göbeğini kaşıyanadam kafasını kaşıdığında...”, Hürriyet, 3Ekim 2007 (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7<strong>40</strong>8727.asp?yazarid=2&gid=61&sz=31459).2. Yılmaz Özdil: “Bidon Kafa”, Hürriyet,13 Ağustos 2007 (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7074842.asp?yazarid=249&gid=61&a=364933).3. Bu zihniyetin en çarpıcı tezahürlerindenbiri, “uluşçu” çizgisiyle bilineneski Genelkumay Başkanı İsmail HakkıKaradayı’nin medyaya düşmüş bir seskaydında söyledikleridir: “Yani efendimdemokrasi, insan hakları, özgürlük bunlarınhepsi bahane. Fevkalade tehlikeli,cumhurbaşkanını halkın seçmesi. Türkhalkının seçmesi kadar tehlikeli bir şeyyok. Çünkü Türkiye Fransa, İsviçre değil,halk cahil. (...) Daha 25-30 sene askerinhimayesinde gitmesi lazım demokrasinin,”(Bugun, 23 Mart <strong>2009</strong>, Pazartesi http://www.bugun.com.tr/haber-detay/63652-karadayi-nin-sok-ses-kaydi-gundemhaberi.aspxve Zaman, 24 Mart <strong>2009</strong>,Salı -- http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=829193).4. Dimostenis Yağcıoğlu: “Kutsallaştırılmışveya idealize edilmiş geçmişin daha iyibir geleceğe engel olması”, <strong>Azınlıkça</strong> – <strong>Sayı</strong>43 Ocak <strong>2009</strong> (http://www.azinlikca.net/index.php?option=com_content&view=article&id=238:kutsallatrlm-veya-idealizeedilmi-gecmiin-daha-iyi-bir-geleceeengel-olmas&catid=36:dimostenisyacolu&Itemid=55)5. Haberaktüel.com: “Kayacı: “Dağdakiçobanla benim oyum neden eşit?”, 29Mart 2008 (http://www.haberaktuel.com/news_detail.php?id=119622&uniq_id=12<strong>40</strong>421548).6. James Surowiecki, The Wisdom ofCrowds Why the Many Are Smarter thanthe Few and How Collective WisdomShapes Business, Economies, Societies,and Nations (New York: Doubleday andCompany, 2004).7. Michael J. Mauboussin. “Explainingthe Wisdom of Crowds Applying theLogic of Diversity”, Legg Mason CapitalManagement March 20, 2007. (http://www.leggmasoncapmgmt.com/pdf/Explaining_the_Wisdom_of_Crowds.pdf)<strong>Azınlıkça</strong> 21


AnalizSamim Akgönülakgonul@umb.u-strasbg.frAzınlık hakları, azınlığın hakları değildirAçıkça söylemek gerekirse, gerek Yunanistan’da,gerekse Türkiye’de, 21. yüzyıl uluslararası ve ulusalhukukî zeminde azınlık hakları kavramının neolduğu konusunda bir kafa karışıklığı var. Bu kafakarışıklığının en önemli sebebi, iki ülkede de, azınlıkhakları kavramının hukukî değil, siyasî zemindeele alınması.Genel kanı, azınlık haklarının devletler tarafındanbir gruba, yani azınlığa verilmiş olduğu, ya da madalyonundiğer tarafından bakarsak, bu haklarınazınlık tarafından devletten alındığıdır. Halbuki bugörüş İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte Milletler Cemiyetisisteminin çökmesiyle tarihe karışmıştır.Gerçekten de Milletler Cemiyeti sisteminde anafikir azınlıkların devletlerin bütünlüğüne tehlikeoluşturdukları ve azınlıklar bahane edilerek henüzkırılgan olan ulus devletlerin birbirlerine savaş açmalarıihtimalinin bulunmasıydı. Bu ana fikir azınlıklarınazınlık oldukları için değil, insan haklarınıkorumak için hiç degil, sadece barışı ve devletlerdengesini muhafaza etmek için korunmaya muhtaçoldukları anlayışını doğurdu. Milletler Cemiyetiçerçevesinde yapılan 13 tane ikili ve çok taraflıanlaşmayla (Lozan bunların sonuncu halkasıdır)bu azınlıklar koruma altına alındı. Bu sistemin enönemli özelliği, azınlıklara kollektif olarak tüzel kişilikhakkı tanıması ve bu hakları gruba vermesiydi.Ancak azınlığın varlığının devamı ve bu azınlıklarıniçinde bulundukları ülkelerin toprak bütünlüğününkorunması çok hassas bir denge oluşturduğundan,kollektif haklar tam ters tepki yarattı ve kimi ülkelerkomşu ülkelerdeki azınlıkları bahane gösterereko ülkelere savaş açtı, işgal etti. Elbette bunun enönemli örneği Almanya ve Südet azınlığı oldu.Milletler Cemiyeti sistemi İkinci Dünya Savaşı’ylaiflas edince, yerine getirilen Birleşmiş Milletler Sistemi,(hem etnik hem de sosyal) azınlıklardan çokkorktu ve bütün koruma sistemini birey ve bireyhakları üzerine kurdu. Yeni sistem on yıllarca azınlıkkelimesini hiçbir metinde kullanmadı. 1976’daBirleşmiş Milletler’in Medenî ve Siyasal Haklaraİlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nde ilk defa 27.maddesinde azınlıklardan bahsedildi elbette, amayeni anlayışın da temellerini atmış oldu. Bu açıdanbakıldığına adı geçen maddenin önemi anlaşılabilir:“Etnik, dinsel ya da dil azınlıklarının bulunduğudevletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler,kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte,kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerineinanma ve bu dine göre ibadet etme, ya dakendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.”Maddedeki temkinli dili bir yana bırakırsak, işinazınlık hukukunda devrim yapan kısmı haklarınazınlıklara değil, “azınlıklara mensup olankişiler”e verilmesidir. Diğer bir deyişle hak grubadeğil, bireye tanınmaktadır.1976’dan itibaren azınlık konusu tekrar unutulur.Ta ki, Sovyet bloğu çöküp doğu Avrupa’da azınlıksavaşları tekrar baş gösterene kadar. Gerçektende, azınlık kavramının uluslararası hukuka dönüşü1990’larda olmuştur. 1992’de Birleşmis Milletlerbir “Ulusal ya da Etnik, Dinî ya da Dilsel AzınlıklaraDahil Kişi Hakları Deklarasyonu”nu ya-22 <strong>Azınlıkça</strong>


yınlar. Başlıktan da anlaşılacağı gibi, bu deklarasyondaöngörülen bütün haklar yine azınlığa “dahil”kişilere verilmektedir.1994 senesinde hazırlanan ve 1998’de yürülüğe girenAvrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasıiçin Çerçeve Sözleşmesi’nin ismi yanıltıcıdır.Korunmak istenen ulusal azınlıklar değil, ulusalazınlıklara ait bireylerdir. Çerçeve sözleşmesininhemen hemen bütün maddeleri ısrarla buna vurguyapar. Örneğin 1’inci madde: “Ulusal azınlıklarve bu azınlıklara mensup fertlerin hak ve özgürlüklerininkorunması, insan haklarının uluslararasıkorunmasının ayrılmaz bir parçasıdırHakların gruba değil de bireye verilmesi önemli bir sonuç doğurmaktadır.Yukarıda bahsedilen sözleşmenin 3’üncü maddesi modern uluslararasıhukukta azınlıkların değil, bireylerin korunduğunu gayet güzel özetler.Bu maddeye göre “Ulusal azınlığa mensup her fert, böyle bir muamelegörme veya görmemeyi özgürce seçme hakkına sahiptir.” Daha netsöylemek gerekirse, azınlığa dahil olma, ya da olmama hakkı bireye aittir.Asıl olan bireydir. Birey kendine avantaj gördügü durumlarda azınlıkhaklarından faydalanır, başka durumlarda faydalanmamayıve bir azınlık mensubu muamelesi görmemeyi seçebilir.ve böylelikle uluslararası işbirliği alanında yeralır” demektedir.Hakların gruba değil de bireye verilmesi önemli birsonuç doğurmaktadır. Yukarıda bahsedilen sözleşmenin3’üncü maddesi modern uluslararası hukuktaazınlıkların değil, bireylerin korunduğunu gayetgüzel özetler. Bu maddeye göre “Ulusal azınlığamensup her fert, böyle bir muamele görme veyagörmemeyi özgürce seçme hakkına sahiptir.”Daha net söylemek gerekirse, azınlığa dahil olma,ya da olmama hakkı bireye aittir. Asıl olan bireydir.Birey kendine avantaj gördügü durumlarda azınlıkhaklarından faydalanır, başka durumlarda faydalanmamayıve bir azınlık mensubu muamelesi görmemeyiseçebilir.Modern azınlık haklarındaki bireye dönük anlayışınTürkiye ve Yunanistan gibi Osmanlı çıkışlı ülkelerdeiçselleştirilmesi oldukça zordur. Ne de olsa ikiülke de, Millet Sistemi anlayışı içinde yüzyıllarcayaşamış birer topluma sahiptirler. Millet Sistemi birasırdır sona ermiş olsa da, siyasî aidiyet üzerine kuruluiki demokratik ülke olsalar da, azınlıklar, özellikledinî azınlıklar söz konusu olduğunda “milletsistemi refleksi” yine devreye girmekte, hem kamuoyualgılamasında, hem de devlet yaklaşımında,azınlık(lar) bir bütün olarak görülmekte, grubuoluşturan bireyler göz ardı edilmektedir.Elbette bütün “suç” devletlerde değildir. Azınlıklarınkendileri de “Millet Sistemi”ni içselleştirmişlerdir.Azınlıklar, kimliklerini tehlikeye attığınıdüşündükleri bireysel davranışları hoşgörmezler.Nasıl çoğunluk azınlığı bir bütün olarak görmeyeyatkınsa, azınlık da kendini bir bütün olarak tanıtmayayatkındır. Bireysellik azınlıkların içinde, helehele Millet Sistemi mirası, azınlıkların içinde çokzordur.Bütün bunlara rağmen, azınlık haklarının azınlığınhakları olmadığı, azınlığa mensup bireylerin isterlersekullanabilecekleri, istemezlerse kullanmayacaklarıhaklar olduğu fikri, sekülerleşmeyle (Dinselve ulusal anlamda) ve eğitim seviyesinin yükselmesiyleyavaş yavaş oturacak, hem azınlıklar hem deçoğunluklar, ama özellikle devlet tarafindan kabulgörecektir.<strong>Azınlıkça</strong> 23


KubbealtıHakan Müminhakmumin@yahoo.grYanık susam kokulu eğitimŞair, yılların çabucak geçtiğini çoktan fark etmişolmalı ki, “Yaş otuz beş, ömrün yarısı” demiş. Benise yeni yeni farkına varıyorum; otuz beşimi aşalıbirkaç yıl olmuş. İnsan yaşlanıyor farkındaysanız;gençleşenini hiç gördünüz mü ki?Otuz yıl öncesine gidiyorum; köyden şehre göçettiğimiz yıllara… Ya 1978, ya da 1979’du, dağkokulu köy evimizi bırakıp Sâdi’nin evine yerleştiğimizde.Celal Bayar’ın yanında aynı bahçede ikimüstakil evden birisini kiralamıştı babam. Diğeride kiradaydı; Ahmet amcam oturuyordu onda da.İki oğlu vardı Ahmet amcamın; Remal abim ve Serhat.Serhat’la akrandık. Bütün gün top koştururdukbahçede. O yetmezmiş gibi atlardık duvardanCelal Bayar’ın bahçesine ve mahalle maçları yapardık.Ben bek ile orta saha arasında iyiydim, Serhatise ileri uçta. Güzel günlerdi.Sonra, ilkokula başladım. İdadiye İlkokulu’nayazdırdı babam beni. O yılları düşünüyorum da, nekadar güzelmiş o yıllarda okumak. Şefika öğretmenimizvardı, adı gibi şefkatli, bize Türkçe’yi en iyişekilde öğretme arzusuyla yaşayan bir öğretmendi.Şimdi emekliye ayrılmış olmalı. Bir de Yunanlı öğretmenimiz…Adı belleğimde Filiça diye kalmış.O da, Şefika öğretmenimiz gibi o yıllarda genç vedinamik bir öğretmendi. Ben Yunanca’nın esasınıondan öğrendim desem yalan olmaz. Filiça öğretmenimizbizi yanılmıyorsam dördüncü sınıfa kadarokuttu ve sonra Kosta adında yaşlı bir öğretmendevraldı sınıfımızı. “Kir Kosta” diye seslenirdik onave o çatık kaşlarının arasından korkunç bakışlarıylaürkütücü bir sesle “Τι θέλετε βρε, πάλι!..” (Ne istiyorsunuz,yine!) diye çıkışırdı bize. Kir Kosta’nınaklımın bir ucunda hâlâ yer almasının bir başkasebebi de, her sabah ilk derste sobanın üzerinde susamlısimidini ısıtmasıdır. Öyle ki, hem simidiniısıtıp yerdi karşımızda utanmadan; ne de olsa erkekçocuğuyduk, bir yerimiz şişebilirdi, hem de çantasındangazetesini çıkarıp okurdu. O sırada sobanınüstünden etrafa mis gibi yanık susam kokusu yayılırdıve iştahımız kabarırdı, zilin çalmasını dörtgözle beklerdik. Hayret, bir yerimiz de şişmiyorduhani… Ve ilkokul son sınıfa kadar hep böyle yanıksusam kokulu geçti Yunanca derslerimiz.İnsan otuz beşinden sonra daha iyi anlıyor yanıksusam kokulu eğitimi ve “Yahu birader, öğrettinizde biz mi öğrenmedik?” diyesi geliyor içinden isteristemez.İlkokulu bitirdim ve ortaokula devam edeceğim.Celal Bayar okulunda okumak istiyordum. Ancako yıllarda Celal Bayar’a sınavla öğrenci alıyorlardı.Şimdiki gibi sınavsız değil. Neyse, giriş sınavlarınakatıldım ve başardım. O günkü sevincim hâlâ gözümünönünde. Kendimi ölçmüştüm o sınavla; neleryapabileceğimi göstermiştim kendime ve aileme.Yanık susam kokulu eğitime rağmen yine de başarmıştım.Acayip bir yaz tatili geçirecektim; babambeni İstanbul’a, amcama götürecekti. Amcam o yıllardaAvcılar’dan bir daire almıştı. İlk kez gidecektimamcamın yeni evine. Çocukluk işte, heyecansarıvermişti birden o güzelim yaz tatilimi…Kaydım yapıldı ve 80’li yılların ortalarına doğruortaokul serüvenim başladı. Din dersi dışın-24 <strong>Azınlıkça</strong>


da bütün derslerYunanca’ydı; Arhea(Eski Yunanca ),Homeros destanı,Yunan Tarihi vs…Türkçe, matematik,fizik, kimya,biyoloji gibi derslermüfredatta yoktu.Çünkü bu dersleriTürkiye’den gelecekkontenjan öğretmenlerininokutacaklarınıduyduk.Dört gözle öğretmenlerimizibeklerolduk; ha bugüngelecekler, ha yarınderken Paskalyatatili geldi. Yani ikinci dönem de bitmişti. İki aysonra okullar kapanacaktı. Biz o güne kadar, hergün iki üç saat ders yapıp evimize geliyorduk. Birbaktık ki, tatil dönüşü Türkiye’den öğretmenlerimizŞimdi düşünüyorum, nasıl katlanmışım o zorgünlere. Hatırlıyorum da, gidip geliyordum korkuylaokula; aman öğretmen beni tahtaya kaldırırsa,cevap veremezsem, sınıfa rezil olursam… Buda beni çalışmaya mecbur kılıyordu, ister istemez.Kir Kosta’nın aklımın bir ucunda hâlâ yer almasının bir başka sebebi de,her sabah ilk derste sobanın üzerinde susamlı simidini ısıtmasıdır.Öyle ki, hem simidini ısıtıp yerdi karşımızda utanmadan; ne de olsaerkek çocuğuyduk, bir yerimiz şişebilirdi, hem de çantasından gazetesiniçıkarıp okurdu. O sırada sobanın üstünden etrafa mis gibi yanık susamkokusu yayılırdı ve iştahımız kabarırdı, zilin çalmasını dört gözle beklerdik.de gelmiş. Sınıfımız ne kadar sevinmişti o zaman.Arkadaşlarımın sevinç çığlıklarını yine duyar gibioluyorum. Ancak Celal Bayar okulunun ayakta kalmasınabu sevinç çığlıkları yetmedi o yıllarda. Çünküikinci yıl okulda öğrenci sayısı azalmıştı. Öyleki, yok denecek kadar azdık. Birer ikişer okuldanayrılan ayrılana… Ben de ayrıldım ve devlet ortaokulunadevam ettim. Zor günlerdi alışıncaya dek;Yunanca’m zayıf olmasa da yeterli değildi. Bununyanında dersler de çok ağır geliyordu; günde sekizsaat ders, hem de hepsi Yunanca anlatımlı. Olacakşey değil bu. Oysa Celal Bayar’dayken ne güzeldi;bir yıl boyunca her gün iki-üç saat ders görüyordukve gerisi oyundu hayatımızın. Çocukluk işte!..Zoru başarmaya itiyordu anlayacağınız. Ancak bugünbakıyorum, bugünkü çocukların “rezil olmak”korkuları kalmamış, daha doğrusu “rezil olmak”onlara bir şey ifade etmiyor. Peki, neden böylevurdum duymaz oldu bizim çocuklarımız, kim sorumlubundan?.. Tabiî ki, bizler… Sun’î dünyanınkorkusuz çocuklarını yaratmışız farkına varmadan.Hepsi birer çizgi film kahramanı gibi...Yüzümü geri çevirdiğimde tamı tamına otuz yediyıl; anlamlı ya da anlamsız, ne fark eder ki!.. Geçip,gitmişler işte. Öylesine size çocukluğumdan bir ikianımı anlatayım dedim. Bir başka sayıda tekrar sizdeğerli okuyucularımızla buluşmak dileğiyle...<strong>Azınlıkça</strong> 25


ΖΩΟΛΟΓΙΚΟΣ ΚΗΠΟΣΚωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςΕπίκουρος καθηγητής,πανεπιστήμιο Μακεδονίαςkt@uom.grΣυζητώντας για την μεταρρύθμιση τουδικαίου ελληνικής ιθαγένειαςΗ διαπίστωση ότι από το 1990 εκατομμύριαμετανάστες έχουν περάσει από την Ελλάδα, σημαντικότμήμα των οποίων πλέον διαμένει μόνιμαή σταθερά, είναι ασφαλώς χιλιοειπωμένη κοινοτοπία.Παρόμοια κοινοτοπία είναι η διαπίστωσηότι απαιτούνται ειδικές πολιτικές και δίκαιο πουνα αντιμετωπίζει τα πρωτόγνωρα φαινόμενα ταοποία έχουν επιφέρει σημαντικές ποιοτικές αλλαγέςστην ελληνική κοινωνία. Εκεί όμως που ησυζήτηση χωλαίνει είναι στις προτάσεις και τιςιδέες για το τι πρέπει να γίνει, σε ποια κατεύθυνσηκαι με ποια κριτήρια.Μια από τις ειδικές πτυχές που το μεταναστευτικόζήτημα έχει αγγίξει απαιτώντας άμεσεςνέες ρυθμίσεις είναι αυτό τις ιθαγένειας, δηλαδήτου νομικού δεσμού που συνδέει το άτομο με τοκράτος. Ο δεσμός αυτός αποτελεί το καταρχήνεφόδιο, τυπικό όπως και ουσιαστικό, όσων είναιέλληνες πολίτες ως προς τις προοπτικές κοινωνικήςένταξης, αλλά και τις διαδικασίες οικονομικήςανέλιξης, κοινωνικοποίησης και πολιτικήςσυμμετοχής. Αντίστροφα, η κατοχή της ιθαγένειαςμπορεί να αποτελέσει ένα καταρχήν ανάχωμαστον κοινωνικό αποκλεισμό, κυρίως όσον αφοράτις διαδικασίες οικονομικής και πολιτικής συμμετοχής,και ενδεχομένως στην μείωση της πιθανότηταςπεριθωριοποίησης και εγκληματικότητας.Φυσικά οι διαπιστώσεις αυτές εκφράζουν δυναμικέςτάσεις και όχι αναπόδραστες καταστάσεις.Το ζήτημα που μας απασχολεί, λοιπόν, αφοράτις προϋποθέσεις απόκτησης της ελληνικής ιθαγένειαςαπό αλλοδαπούς οι οποίοι επέλεξαν τηνΕλλάδα ως τόπο διαμονής και επαγγελματικήςδραστηριοποίησης. Οι ίδιοι, όπως και τα παιδιάτους, που ήρθαν ή γεννιούνται στην Ελλάδα, βρίσκονταιαυτόματα σε ένα δεδομένο κοινοτικό καιπολιτικό πλαίσιο, στο οποίο εξαρχής είναι «ξένοι»,με την νομική και κοινωνιολογική έννοιατου όρου. Η κατάσταση αυτή δημιουργεί έναν διαχωρισμόστον πληθυσμό των κατοίκων της χώρας,πρωτόγνωρο είναι η αλήθεια, με βάση τηνιθαγένεια. Η πολιτική σημασία του διαχωρισμούαυτού γίνεται ιδιαίτερα βαρύνουσα όταν διαπιστώσεικανείς ότι πληθυσμιακά η ομάδα αυτή,αποτελεί το ένα δέκατο του συνολικού πληθυσμού.Η ανάγκη συστηματοποίησης και κωδικοποίησηςτου ελληνικού δικαίου ιθαγένειας οδήγησανστην υιοθέτηση ενός νέου Κώδικα ΕλληνικήςΙθαγένειας το Νοέμβριο του 2004 (ν.3284/2004).Ωστόσο, ο νέος ΚΕΙ δεν πραγματοποιεί κάποιοουσιαστικό άνοιγμα προς την κατεύθυνση τουεκσυγχρονισμού του κανονιστικού περιεχομένουτων διατάξεων διατηρώντας παρωχημένεςκαι μάλλον ασύμβατες στο πλαίσιο ενός σύγχρονουκράτους δικαίου ρυθμίσεις όπως λ.χ. τοαναιτιολόγητο των απορριπτικών αποφάσεωνπολιτογράφησης ή η απουσία οποιασδήποτεπροθεσμίας για τη διεκπεραίωση των υποθέσεωνιθαγένειας. Επίσης, ο ισχύον Κώδικας εμμένειαυστηρά στην αρχή του αίματος ως μοναδική26 <strong>Azınlıkça</strong>


αρχή για την απόδοση της ελληνικής ιθαγένειας,παραγνωρίζοντας έτσι τις προκλήσεις που θέτειτο φαινόμενο της μετανάστευσης για το κράτοςδικαίου και τη συνοχή της ελληνικής κοινωνίαςστον 21ο αιώνα.Το ισχύον δίκαιο, αλλά και ορισμένες προτάσειςπου έχουν συζητηθεί, αντανακλούν τη διάθεσηαντιμετώπισης συγκεκριμένων επί μέρουςπροβλημάτων και δεν συνιστούν μιας συνολικήεπεξεργασία των κρίσιμων ζητημάτων που αφορούντον θεσμό της ιθαγένειας στην σημερινήΕλλάδα την εποχή της μετανάστευσης. Μια επεξεργασίαπου είναι αναγκαία καθώς το δίκαιο τηςιθαγένειας έχει τη δική του εσωτερική συνοχή,με ρυθμίσεις που αλληλεπιδρούν και αλληλοεξαρτώνταικαι βέβαια τίθενται στο πλαίσιο τουκράτους δικαίου.Έτσι, συμβάλλοντας στην δημόσια συζήτηση,η Ελληνική Ένωση για τα Δικαιώματα τουΑνθρώπου θεωρεί ότι επιβάλλεται η συνολικότερηαναθεώρηση του συστήματος της ελληνικήςιθαγένειας. Η υιοθέτηση ενός νέου συνεκτικούδικαίου ιθαγένειας αποτελεί στόχο κοινωνικάεπιβεβλημένο, δίκαιο και πολιτικά εφικτό. Η ΕλληνικήΈνωση για τα Δικαιώματα του Ανθρώπουπροτείνει έναν νέο σύγχρονο Κώδικα της ΕλληνικήςΙθαγένειας, κύρια σημεία του οποίου είναιτα παρακάτω (βλ. αναλυτικά στο www.hlhr.gr):1. Υποχώρηση του «δικαίου του αίματος»όταν έχει μεσολαβήσει μακρά αλληλουχία γενεώνχωρίς την παραμικρή βουλητική ή πραγματικήσύνδεση με την ελληνική πολιτεία.2. Διαδικασία κτήσης ιθαγένειας για τα τέκνααλλοδαπών που γεννιούνται στην Ελλάδα:- προαιρετικά με δήλωση των γονέων για τηδεύτερη γενεά μεταναστών που διαμένει στηνΕλλάδα τουλάχιστον 5 χρόνια,- υποχρεωτικά με τη γέννηση για την τρίτηγενεά.3. Πέντε χρόνια προηγούμενης παραμονήςτου αλλοδαπού στην Ελλάδα ως προϋπόθεση τηςαίτησης πολιτογράφησης.4. Δραστική μείωση του παραβόλου για τηναίτηση πολιτογράφησης.5. Κατάργηση της υποχρέωσης προσκόμισηςστοιχείων για «το ήθος και την προσωπικότητα»του αιτούντος, καθώς το Ποινικό Μητρώο καλύπτεισχετικές αναφορές.6. Επαναφορά της συνέντευξης για κάθε περίπτωσηπολιτογράφησης και υποχρέωση αιτιολογίαςγια την άρνηση πολιτογράφησης.7. Εξορθολογισμός περιπτώσεων εξαιρετικήςπολιτογράφησης και σύνδεσή της με την απόδειξηισχυρών δεσμών με τη χώρα.8. Εισαγωγή υποχρέωσης αποδοχής της οικειοθελούςαποβολής ιθαγένειας και κατάργησηκάθε ενδεχόμενου αναγκαστικής αποβολής ιθαγένειας.9. Για πρώτη φορά κωδικοποίηση της διαδικασίαςκαθορισμού ιθαγένειας, η οποία αντιστοιχείσε αγώγιμο δικαίωμα του ενδιαφερομένουκαι δεν εξαρτάται από τη διακριτική ευχέρεια τηςδιοίκησης.10. Πρόβλεψη εύλογων ειδικών προθεσμιώνγια την κτήση ιθαγένειας.Οι προτάσεις αυτές φιλοδοξούν να δημιουργήσουντης προϋποθέσεις ενός γόνιμου διαλόγουικανού να αντλήσει συγκεκριμένα κανονιστικάπαραδείγματα. Ο εξορθολογισμός του δικαίουτης ιθαγένειας που προτείνεται απαιτεί ωστόσογενναίες πολιτικές αποφάσεις και ρεαλισμό πουνα ανταποκρίνεται στις τρέχουσες μεταβαλλόμενεςεξελίξεις. Θα γίνουν άραγε βήματα εμπρόςή -ως συνήθως- θα τρέχουμε εκ των υστέρων ναπρολάβουμε δυσάρεστες καταστάσεις;<strong>Azınlıkça</strong> 27


AçılımHatice Salihaticesali@yahoo.grUzun ve stresli bir maraton sonucunda nihayetbeklenen iki haftalık tatil geldi. Yeni yılın ilk sınavdönemini böylelikle geride bırakmış olduk. İlk dönemien iyi şekilde bitirmek isterdik belki, ama doğalolarak her türlüsü var ne yazık ki.Biz şimdi tatilin tadını çıkarmaya bakarken, liseson öğrencileri üniversite sınavları için kolları sıvamışdurumdalar. En heyecanlı dönemleri olmalı…Biz her ne kadar tatildeyiz, ders konuşmak istemiyoruzdesek de, kıstırıldığımız her köşede onlarcasoru ile karşı karşıya kalıyoruz. Ama bir yandanonların o hâli bizi bile heyecanlandırmaya yetiyor.Her ne kadar sakinleştirmeye çalışsak da, pek bir işeyaradığı söylenemez; onlar icin geri sayım çoktanbaşladı.Geçtiğimiz pazar günü, Ankara’da, YÖS (YabancıUyruklu Öğrenci Sınavı)’na katılarak bir çok öğrenciilk kez o atmosferin içine girdi bile. Herkesinfarklı düşünceleri vardı tabiî. Bazıları üniversite’yegiriş imtihanlarını normal bir sınav stresi gibi görürken,bazıları, anlatırken bile, o anki heyecanıtekrar yaşıyordu âdeta. Ama bence normal olanbu ikincisiydi. Sonuçta “o an” hayatımızın dönümnoktası… İstediğimiz bölüm için mücadele ediyorve ona ulaşmak için çabalıyoruz. Heyecan ve stresindorukta olması gereken bir süreç.Aslında bu süreç hayatımız boyunca peşimizdengeliyor. Okula başlarken, diplomayı elimize alırken,iş hayatına ilk adımımızı atarken, bir aile kurarken…Yazmaya devam etsek hiç bitmeyecek gibi...Doğduğumuz andan itibaren bir koşuşturmaca, birmücadele içerisindeyiz. Tam bitti dediğimiz yerde28 <strong>Azınlıkça</strong>Asıl hedefimizçok daha uzun bir yol bizi bekliyor aslında…Hembizi, hem ailelerimizi. Biz bu yolda sadece sonaulaşmak için mücadele veriyoruz. Fakat ailelerimizbizi o yolda en mutlu şekilde yürütebilmek için nefedakarlıklar yapıyorlar kimbilir. Tatilin ilk kahvekeyfinde lise arkadaşlarıyla sohbet ederken bu konugündeme gelmiş ve hepimizin yüz ifadesi değişmişti…Sanki eski günler tekrar yaşanıyordu. Okumakzordu bu zamanda, fakat okumaktan çok, okutmaktıaslında zor olan... Hayat şartları günden günezorlaşıyordu ve ne yazık ki, zorlaşmaya da devamediyor. Bunu görmemek imkansız. Bizim için bugünhiçbir fedakarlıktan kaçınılmazken, biz yarınkendi çocuklarımıza bu kadarını yapabilecek miyizacaba? Kahve keyfi derken, sessiz bir düşünme anıkaplamıştı etrafı… Ama ne yazik ki, hiçbirimizinverebilecek bir cevabı yoktu bu duruma.Birçok öğrenci yeni hayatına ilk adımını atarkenbütün bunları düşünüyor olmalı. Fakat nedense ohayatın içine karıştığımızda bir çoğumuz asıl hedeflerimiziunutuyor ve öğrencilik hayatının tadınıçıkarmaya yöneliyoruz. Tabiî ki, o da lazım, amaher şeyin yerini ve zamanını ilk günlerde tam olarakbilemediğimiz için, hem gereksiz yere ailelerimiziüzmüş, hem de kendi yıllarımızı yok etmiş oluyoruz.Yapılması gereken şey aslında çok basit: Yeni birşehirde ve o yeni hayatta niçin bulunduğumuzu herzaman hatırlamak. Bunu unutmadığımız süreceüniversite yılları gerçekten en güzel yıllar olsa gerek.Yeni mezun olanlardan sıkça duyduğum bir laf,


aman bu günlerinizin kıymetini bilin, yarın öbürgünbu günleri çok arayacaksınız, ama ne yazık kibir daha geri gelmiyor...Bizler ailelerimiz olmasa ne bu eğitim hayatınıniçinde olabilecektik, ne de başarılı bir şekilde mezunolabilmek için mücadele edecektik. Eminimki, diplomalarımızı elimize aldığımızda, ailelerimizbizden daha çok mutlu olacaklar.İşte tüm bunları anımsadığımız sürece her tarafıgerçekten mutlu edeceğimize inanıyorum ben.Sonuçta anne-babanın isteği ille de elimize bir diplomaalmamız değil, o diploma ile bir nebze hayatımızıkurtaracak olmamız. Nitekim bu zamandaekmek aslanın ağzında değil, neredeyse middesineinmiş durumda. Bu yüzden bizim kendi hayatımıziçin, onlar bizden daha çok sıkıntıdalar. Ve bize düşengörev onların bu sıkıntısını hafifletmek…Tatillerden girdik, hayatın zorluklarında kalakaldık…Sınav zamanı kapıda olduğu için, öğrencilerdeayrı, anne-babadalarda ayrı heyecan var ve bu daçok belli olunca işte bunlar çıktı ortaya… Bu dademek oluyor ki, biz öğrencilerin en başta gelen sıkıntısısınavlar. Tatilde bile bu atmosferin içindençıkamıyoruz. Bazen keşke sınavlar olmasa, 5-10 yılokusak dediğimiz zamanlar oluyor. Öğrencilik hayatındapaylaşılan günler gerçekten o kadar kalıcıki, insan doyamıyor… Ve o günler bittiğinde hemenaranıyor. Ama işte sınavlar olmasaydı, korktuğumuzbelki de başımıza gelecekti. Herşeyi unutupkendimizi o hayatın kollarına hafifçe bırakmış olmazmıydık?Her şeyin yeri ayrıdır; bu bir gerçek. İlkokulgünlerimiz de güzeldi, ama bir çoğumuz o günlerihatırlamıyor bile. Lise yılları da öyle… Gerçekarkadaşlığın temelleri o yıllarda atılıyor, fakat lisebittiğinde, herkes farklı yerlere dağılınca gerçek arkadaşlıktanpek bir şey kalmıyor geriye. Etrafımızabakınca bunu o kadar iyi görebiliyoruz ki… Sankibir çok macera birlikte paylaşılmaldı; beraber kanter içinde kopyalar çekilmedi; bir kişinin suçunutüm sınıf yüklenmedi… Ve daha niceleri. Bunlarıunutmak kolay mı? Evet kolay. Bir çok kişi bu günleriçoktan unuttu bile.Ama ben dilerim ki hiç bir öğrenci arkadaşlarıylapaylaştıklarını unutmaz. O günleri anımsamakbile insanın yüzünde bir tebessüme yer açabiliyor.Çünkü gerçekten o günlerin geri dönüşü yok. Birçok şeyi belki geri getirebiliriz, ama ne yazık okulyılları için bu geçerli olmuyor. Ne lise yıllarında yaşananlarıtekrar yaşama fırsatımız var, ne de üniversitehayatındakileri.İşte bence bu yüzden bulunduğumuz yerin vemekânın kıymetini bilelim. Bilelim bilmesine amailk hedefimizin ne olduğunu asla unutmadan. Sonrayaşadığımız hayatın bizim en güzel, en deli, ençılgın yıllarımız olduğunu gerçekten göreceğiz. Buda, bizi bir an önce ileriye götürmek için teşvik edecekbence; böylelikle hem unutulması güç bir sürüanımız olacak, hem de ailelerimizin istediği gibigeleceğimizi bir nebze de olsa bir belge ile garantilemişolacağız.Kendi okul hayatımdahenüz fırtınalar dinmemişkenve bu gerçeklerin hayatımızın bir parçasıolduğunu kabullenince, canlı bir örnek olarak tümbunları tekrar gözler önüne sermek istedim. İstedimki, yeni hayatın ilk günlerinde asıl hedef unutulup,farklı bir çevrenin rengârenk ışıklarına kimsekapılmasın.Tüm öğrencilere sınavlarında başarılar diliyorum.Umarım herkes için en hayırlısı olur ve arzuladıklarıbölümlere bir adım daha yaklaşırlar.<strong>Azınlıkça</strong> 29


PerspektifFatih Nazifoğlufnazifog@yahoo.grVatandaşın polise, polisinkendine güven(e)mediği bir dönem2008 Aralık ayında, 16 yaşındaki Aleksis Grigoropulosisimli gencin polis silahından çıkan birkurşunla hayatını kaybetmesi, şüphesiz son yıllardaYunanistan adına, bir çok açıdan, dönüm noktalarındanbir tanesi olarak tarihe geçecek.Tarih boyunca savaşlara bir göz attığımızda savaşlarınçıkmasına bir cinayetin, bir askerin kaçırılması,bir ülkenin nükleer silah ürettiği yönündeiddiaların olması gibi sebeplerin öne sürüldüğü gözüksede, savaşın esas nedenlerinin her zaman çokdaha değişik ve başka boyutlarda olduğunu görürüz.Grigoropulos’un hayatını kaybettikten sonrayaşananlar içinde, aslında küçük yaştaki öğrencininölümünün biriken bir çok şeyin dışarı vurulmasıiçin bardağı taşıran son damla olduğu söylenebilir.A. Grigoropulos’un vefatının hemen akabindeAtina ve Selânik başta olmak üzere, Yunanistan’ınbir çok şehrinde bankalar, büyük alışveriş merkezleri,mağazalar yağmalanıp talan edildi. İlk bakıştayaşanan bu olayların başını iktidar karşıtı anarşistve çoğunluğu gençlerden oluşan gruplar olduğugörülse de, biraz daha derin inceleme yapıldığındaçok değişik sonuçlar ortaya çıktı. Aslında, bir çokkişi değişik nedenlerden dolayı dökülmüştü yollara.Anarşist gruplar, baş düşmanları olan polisin biröğrenciyi öldürmesini sindiremeyip kendilerine hasüslupla ideolojileri doğrultusunda etrafı kırıp dökerken,camları kırılmış mağazalardaki ürünleri çalanlarınyabancı uyruklu kişilerin olduğu söylendi.Hatırlanacağı üzere o günlerde, küresel mali krizinetkileri yeni yeni Yunanistan’a yansımaya başlamıştı.Hükümete karşı Vatopedio skandalı, sağlıksistemi ile sosyal sigorta sistemindeki problemler vbsorunlar yüzünden biriken tepkilerin, bu denli yoğunhissedildiği bir dönemdi. O yüzdendir ki, bazıkesimlerce, yaşanan bu olaylar toplumsal bir tepkiolarak adlandırıldı. Hatta, sallantıda olan hükümetidüşürmek isteyenlerin, eylemcilere arka çıktığıiddiaları bile ortaya atıldı.Tabiî tüm bu olaylar yaşanırken tüm gözler polisinüstüne çevrilmişti. Polis ne yapacaktı, ne tavıralacak, nasıl bir tutum sergileyecekti? HerkülMillas’ın Zaman’daki son yazısında da dediği gibiYunanistan’da “gösterilerde polise ‘domuz, katil’diye koro tutulması normal sayılır, hatta polisin,genel olarak ‘katil’ olduğu genel kabul görür.” Hâlböyleyken, bir polisin ateş etmesiyle çocuk yaşta birgencin hayatını kaybetmesinden sonra, en çok merakedilen soruların başında bu sorular geliyordu.Çünkü olası bir ikinci “yanlışta” kimse nelerin yaşanabileceğinidüşünmek dahi istemiyordu. Bu sebeptendolayı, İçişleri Bakanı Prokopis Pavlopulosyaptığı açıklamada olayları kınadığını dile getirdigetirmesine de, polisin görevini sadece müdafaadabulunarak yapmaya devam edeceğini ifade etti.Yani hükümet de olası ikinci bir Grigoropulos vakasıolmasından korkuyordu ve olayları kınamasınarağmen, tepkilerin dile getirilmesine bir nevi gözyumar gibiydi.O günlerde bir çok gazete, gösteriler sırasındaelinde silahıyla göstericilere doğru nişan almış birpolisin çekilmiş fotoğrafını ilk sayfalarından sundular.Daha bir kaç ay öncesi başka biriyle karıştırılanKıbrıslı bir öğrencinin konuşmasına bileizin verilmeden yol ortasında feci bir şekilde polis30 <strong>Azınlıkça</strong>


memurları tarafından hırpalandığını konu alan televizyonprogramları yapıldı. Polisin bazen gereksizyere orantısız güç ve aşırı zor kullandığına dikkatçekilmek istenirken, bilerek veya bilmeyerek biranda bütün polisler hedef gösterildi.Peki ya sonuç ne oldu? Vatandaş polise karşı olangüvenini, polis ise kendine olan güvenini kaybetti.Polis memurları artık rahat değiller, “yanlış yapmayayım”endişesiyle olaylara müdahale edemez oldular.Gazetelerde her gün son yıllarda görülmemişsıklıkta terör, şiddet ve gasp haberlerini okur olduk.Olaylı protesto gösterileri ve akabinde yaşanan çatışmalar,emniyetlere yapılan saldırılar işin ekstrası.Hatta bölgemizde bile bir haftada üst üste iki bankasoygunu yaşandı ve 19 yaşında bir genç iki yaşlıyıkatletti. Artan terör olaylarında, küresel malî krizinmuhakkak etkisi olduğu gibi, terör olaylarınınAralık ayından sonra daha da artması göz önündebulundurulduğunda, son dönemlerde polisin olaylaramüdahale etmede etkisiz ve “pasif” kalışının dapayı olduğu bir gerçek.Geçenlerde 17 Avrupa Birliği üye ülkesinin başkentlerinde,güvenlik konusunu ele alan bir araştırmayapıldı. Araştırma sonucunda kendini en azgüvende hissedenlerin, Yunan vatandaşları olduğuortaya çıktı. Bu “kendini güvende hissedememenin”en büyük sebebi olarak ise, yine vatandaşlartarafından, polisin yetersiz kalışı gösteriliyor. YaniAralık ayında aşırı zor kullanmak yüzünden en ağıreleştirilere maruz kalan polis, şimdi ise yetersiz kalmaklasuçlanıyor. Nereden nereye?En sonunda Yunan hükümeti, bir taraftan maskeyisuç sayan yasa çıkarmaya, Atina’da olaylara acilmüdahalede bulunacak devriye gezen çevik kuvvetekiplerini görevlendirmeye varan önlemler alırken,diğer taraftan da terörle mücadele konusundaköklü çözümler üretilebilmesi için, İngiliz PolisTeşkilatı Scotland Yard’ın üst düzey yetkilileriniYunanistan’a çağırdı.Gün geçtikçe gözle görülür bir şekilde artanterör olaylarından dolayı artık kendini güvendehissetmeyen vatandaş, ne 16 yaşındaki bir çocuğaateş eden bir polis, ne de gün ortasında yağmalananmağazalara müdahale edemeyen bir polis istiyor.Eğer polisin görevi kamu düzenini ve güvenliğinisağlamak ise, vatandaşın da tek istediği gerekli müdahaleleriyapabilecek ve vatandaşın tekrar kuşkuduymadan güvenebileceği bir polis.www.azinlikca.net<strong>Azınlıkça</strong> 31


Evren Dedeevrendede@gmail.comBatı Trakya’da 150’likler -IΙISabık Bursa ValisiGümülcineli İsmail HakkıYüzellilikler listesinde 25’inci sırada yer alanGümülcineli İsmail Hakkı, Arnavut kökenli olup1879’da Gümülcine’de doğmuştur. 1 Hukuk eğitiminiİstanbul’da tamamladı. II. Meşrutiyet’in ilânındansonra İttihat ve Terakki’den Gümülcine milletvekiliolarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’naseçildi. Bir süre sonra İttihat ve TerakkiFırkası’ndan ayrılıp 1910’daAhali Fırkası’nın kurucuları arasındayer aldı. Fırkanın kendini feshetmesindensonra Hürriyet ve İtilâfFırkası’nın kurucuları arasında yeraldı. Hürriyet ve İtilaf Partisi içerisindeRıza Tevfik ve Rıza Nur ileihtilafa düştü. Babıâli Baskını’ndansonra İttihat ve Terakki’nin kendi karşıtlarınıyurtdışına göndermesi üzerineRomanya’ya gitti. 2 Mondros AteşkesAntlaşması’ndan sonra İstanbul’ageri döndü. Mustafa Sabri Efendi veZeynelabidin, Gümülcineli İsmail’i Damat Ferit Paşakabinesinde istemeyince Bursa’ya vali olarak atandı.Gümülcineli İsmail Hakkı, 1919’da kurulan Sulh veSelameti İslamiye fırkasının da (partisinin) kurucularıarasındadır.Bursa’da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndaki hiziplerdenVasfi Hoca ve Sabri Hocanın da yer aldığı hocalarkanadını destekleyince partideki diğer kanatGümülcineli’yi dışlamıştır. Bursa’da durduğu dönemde,ne hükümet, ne kendi partisi, ne de ulusal mücadeletaraftarları tarafından istenmeyen Gümülcineli,29 Temmuz 1919’da Bursa valiliğinden ayrılarakmemleketi olan Gümülcine’ye gelmiş ve Cemaati İslamiyereisliği yapmıştır. Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasınınardından İstanbul’a dönmüş, Divan-ı Harptarafından tutuklanmış, Damat Ferit ile ŞeyhülislamMustafa Sabri Efendinin arası açılınca salıverilmiştir.Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin teksorumlusunun İttihat ve Terakki olduğu tezini çıkışnoktası kabul eden Gümülcineli İsmail Anadolu’dayürütülen millî mücadeleye destek vermek üzere toplananmillî kongreye karşı çıkmış ve katılmamıştır. 3Gümülcineli İsmail Ankara hükümetinin kazandığızaferden sonra İngilizlere sığınmıştır. Malta’yagitmekte olan “Egypt” vapuru ile İstanbul’dan ayrılanGümülcineli, Dedeağaç (Alexandroupoli) limanındavapurdan inmiştir. Buradanbir süreliğine Romanya’ya geçmiş veKöstence’de kalmıştır. Daha sonratekrar Yunanistan’a gelmiştir.Gümülcineli İsmail Batı Trakya’yageldiğinde Gümülcine’ye (Komotini)yerleşti. Batı Trakya’da gazete çıkarmakiçin uğraş veren 150’liklerdendir.Anadolu kökenli Rum Muhacir cemiyetleriyletemasa geçerek teşkilatkurmak ve gazete çıkarmak amacıylapara istemiştir. 4 Bu sırada Yunan hükümetinden25 bin drahmi yardımaldığı da söylenmiştir. 5Bir başka rivayette de ŞeyhülislamMustafa Sabri Efendi ile birlikte, Osmanlı Devleti’nin36’ncı ve son padişahı Sultan Vahdettin’le görüşmekve halifelik taraftarı bir gazete çıkarmak için para talepetmek amacıyla San Remo’ya gitmişlerdir. SultanVahdettin’den gazete çıkarmak amacıyla 2 bin sterlinalan Gümülcineli İsmail, Vahdettin’e çıkarmayıdüşündükleri gazetenin adını bile söylemiştir. İntakıHak olarak belirtilen bu gazetenin adını Mustafa SabriEfendi koymuştur. Paris’te yayınlanacağı bildirilengazete için alınan 2 bin sterlini Gümülcineli İsmail’inLondra barlarında yediği aktarılır. 6Batı Trakya, Paris ve Marsilya arasında gidip gelenGümülcineli İsmail, tekrar 1930’da Fransız pasaportuile Gümülcine’ye gelmiştir. Seçimlerde Cemaat-iİslâmiye başkanlığına getirilmek üzere Gümülcine’yegeldiği belirtilmekle birlikte, Batı Trakya’da idarî yönetiminFransa’da olduğu dönemde halktan topladığıyardımların büyük kısmını zimmetine geçirdiği iddiasıylabölge insanının kendisine Cemaat-ı İslâmiye baş-32 <strong>Azınlıkça</strong>


kanlığı konusunda itibar etmediği belirtilmektedir.Gümülcineli İsmail Batı Trakya’dan Venizelos’unaldığı karar doğrultusunda çıkarılmadan önce bölgedekibütün 150’liklerin ve Türkiye’den gelmiş siyasî mültecilerinimzaladıkları bir dilekçeyi Atina’daki CemiyetiAkvam yetkililerine ileterek, siyasî mülteci hakkınasahip olduklarını ve Cemiyeti Akvam’a üye ülkelerinkendilerine bu doğrultuda oturum hakkı vermelerigerektiğini bildiren bir dilekçeyi iletmiştir. Fakat BatıTrakya’dan uzaklaştırılmaları kararı bir kere alınmıştırve yapılacak bir şey yoktur. Bu arada Gümülcineliİsmail’in yine bir başka ilişkisinden burada ayrıca belirtmekgerekir. 150’liklerden olan Nedim Bey’in erkekkardeşi olan Hafız Cemal’in 7 18 Eylül 1931 tarihlimektubunda, Gümülcineli İsmail’in Batı Trakya’dakison günlerinde Türkiye’nin Gümülcine Konsolosluğuile temasa geçtiğinden bahsedilmektedir. 8Yunan devleti Batı Trakya’yı terketmelerini istediğindeFransa’daki Nice şehrine gitti. Paris’te de gazetekurmak için çabaladı. Rıza Nur’un anılarında yine birbaşka dolandırıcılık hikayesiyle anılır. “Gümülcineliyibizim gazeteler Suriye’ye gitti diye yazıyorlardı. Buradaimiş (Fransa). Pek rezalet içindeymiş. Vurulmasınınsebebi: Vuran adam İstanbul’a gidiyormuş. Gümülcineliİsmail onu Mustafa Kemal’e jurnal etmiş.Gidince adam hapis, sonra Çorum’a sürmüşler. O daoradan kaçmış, gelince Gümülcineliyi vurmuş. MuhakemedeGümülcineli, Harb-i Umumî’de Fransızlara,İngilizlere, Yunanlılara hizmetler ettiğini iftiharlasöylemiş. Hay utanmaz. Biraz haya edip saklasa bari.Diğer tarafın avukatı da, ‘Bir adam ki kendi vatanınahaindir ve bunu utanmadan ikrar ediyor, artık diyecekyoktur.’ demiş… Gümülcineli Ankaraya da müracaatedip 300 Frank maaşla kendilerine casusluk edeceğini,mühim malumat vereceğini bildirmiş…” 9Gümülcineli İsmail’in Batı Trakya’dan Niceşehrine gittiği dönemde bahsedilmesi gereken birkaçayrıntı daha vardır. Gümülcineli Paris’teki YunanBüyükelçiliği’ne bir dilekçe vererek, herhangibir mahkeme kararı olmaksızın kendisinin sınır dışıedildiğini belirterek bu nedenle Yunanistan’dan ektazminat isteyeceğini belirtmiştir. 10 Gümülcineli ayrıcaBatı Trakya’daki arazilerine ve mülklerine karşılıkYunanistan’la uzlaşarak makul bir para almış ve bu paraylaFransa’da bir dönem hayatını idame ettirmiştir.Çalkantılı bir hayat hikayesi olan Gümülcineliİsmail Hakkı’nın Yunanistan macerası, Fransa’da olduğudönemde bile Atina’daki Türkiyeli siyasî mültecilerinkendisiyle irtibat kurmasıyla devam etmiştir.1936’da Atina’da Türk Mülteciler Ofisi’nin kurulmasıfikrini önermiş ve bu konuda yardımcı olmuştur.1938’de Türkiye’nin 150’likleri affetmesinin ardındanParis’teki Türk Konsolosluğu’na başvurarak tekrarTürk vatandaşlığını geri almıştır. Fransız vatandaşlığıdışında Türk pasaportu da taşıyan Gümülcineli İsmailTürkiye’ye geri dönmemiş, 22 Ağustos 1945’te Paris’teölmüştür. 11Devam edecek...Dipnotlar:1. Şaduman Halıcı,Yüzellilikler, yayımlanmamış yükseklisans tezi, 1998, s.100; Türkiye Emniyet Genel MüdürlüğüArşivi, Dn: 12222-25, Bn:1/A 5, (Gümülcineliİsmail’in kısa özgeçmişi)2. Gümülcineli İsmail’in Romanya yerine Selanik’e gittiğide söylenmektedir. Mahmut Şevket Paşaya düzenlenensuikastte parmağı olduğu iddiasıyla ve suikastten kısa birsüre sonra ülkeden ayrıldığı için hakkında gıyaben idamkararı verilmiştir. Rıza Nur, Gümülcineli İsmail içinSelanik’te kaldığı dönemde İngilizlerden, Fransızlardanve Yunanlılardan maaş aldığını iddia etmektedir. (RızaNur, Türk Tarihi, C II., 1981, s.119) Türkiye EmniyetMüdürlüğü Arşivinde Gümülcineli İsmail’in Selanik’tensonra Fransa’ya gittiğine dair bir not vardır. (T.C. EGMArşivi, Dn: 12222-25, Bn: 1/a 2.)3. Yalçın Toker, 150’liklerden Portreler, Toker yayınları,2006, İstanbul, s.394. Συμέων Α. Σολταρίδης, Η Ιστορία των μουφτεώντης Δυτικής Θράκης, Νέα Σύνορα, Αθίνα, 1997, σ.5. Yusuf Sarınay, Yüzelliliklerden Gümülcineli İsmailHakkı Beyin Faaliyetleri (1908-1945), Prf. Dr. AbdurrahmanÇaycı’ya Armağan, Ankara, HÜAİİTE, 1995,s.3866. Emin Karaca,Altın Kitaplar Yayınevi,2004, İstanbul,s.1277. Hafız Cemal 150’liklerden olan Nedim Beyle birlikteBatı Trakya’ya gelmiştir. Kendisi de tıpkı abisi gibiGümülcine’de azınlık okullarında öğretmenlik görevindebulunmuştur.8. Ahmet Efe, Çerkez Ethem, Bengi Kitap Yayın, 2007,İstanbul, s.5289. Emin Karaca, age, s.6510. Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi, Dn:12222-25, Bn:1/E 13, Bt: 18.4.1931 ve ayrıca “Yüzellilikler”,Şaduman Halıcı, 1998, s.10311. Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi, Dn:12222-25, Bn: B 10, Şaduman Halıcı, a.g.e., s. 105<strong>Azınlıkça</strong> 33


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος Δούδοςg_doudos@yahoo.comΠΑΣΧΑ. ΑΦΟΡΜΗ ΓΙΑ ΔΙΑΘΡΗΣΚΕΙΑΚΗ ΠΡΟΣΕΓΓΙΣΗ…Οι Χριστιανοί στην Ελλάδα, αλλάκαι σ’ όλη την Ανατολή ζουν την χαρμόσυνηεκκλησιαστική περίοδο από τοΠάσχα προς την Πεντηκοστή. Δεν αναφέρθηκαμόνο στους Χριστιανούς τουτόπου μας, -Ορθόδοξους, Καθολικούςκ.λπ.-, αλλά σε όλους τους Χριστιανούςτης Ανατολής, -Κόπτες, Σύριους, Αρμένιους,Αιθίοπες, Ελληνορθόδοξους-,που μοιράζονται παραδοσιακά τουςπατρογονικούς τόπους τους με Μουσουλμάνουςκάθε καταγωγής, -Τούρκους,Άραβες, Αζέρους, Κούρδους,Αιγύπτιους, Πέρσες, Ινδούς κ.λπ.-. Τοπαραπάνω γεγονός μου δίνει την αφορμήνα θίξω το θέμα του διαθρησκειακούδιαλόγου.Συχνά οι συναντήσεις μεταξύ εκπροσώπωντων διαφόρων θρησκευμάτωνγίνονται ερήμην των λαών, πουυποτίθεται ότι αφορούν, -(των πιστώνπου αποτελούν το πλήρωμα των διαφόρωνθρησκευτικών κοινοτήτων)-, καιδίνουν την εντύπωση κοσμικών συμβάντωνμάλλον, όπου πρωταγωνιστούνάψογα ντυμένοι «διπλωμάτες», με κόσμιουςτρόπους και προπάντων χειριστέςτης γλώσσας της υποκρισίας. Γιατίενώ μιλούν πολύ μεταξύ τους, σχεδόνακατάπαυστα και για ένα σωρό πράγματα,αποφεύγουν να αναφερθούν σταουσιώδη….Έχω τη γνώμη ότι ο διάλογος μεταξύδιαφόρων θρησκευτικών κοινοτήτωνείναι ένα άθλημα της σύγχρονης εποχήςτων δικαιωμάτων του ανθρώπου και τηςελευθερίας της πίστης και των πεποιθήσεων.Άνθρωποι που άλλοτε αντιμετώπιζανο ένας τον άλλο όχι απλώς μεκαχυποψία, αλλά με μίσος και φονικήεχθρότητα, μολονότι ήταν γείτονες καισυντοπίτες, σήμερα μπορούν να καθίσουνστο ίδιο τραπέζι, να μιλήσουν γιαζητήματα και προβλήματα που τα μοιράζονταιμεταξύ τους και επί τέλους ναγνωριστούν. Πρώτα πρώτα να κατανοήσουνστ’ αλήθεια, πως μολονότι έχουνδιαφορετική πίστη μεταξύ τους είναιάνθρωποι με κοινή μοίρα και κοινό μέλλον,συχνά σε μια κοινή πατρίδα, πουτην αγαπούν το ίδιο και οι δυο. Επίσηςο μεταξύ τους διαθρησκειακός διάλογος34 <strong>Azınlıkça</strong>είναι το μόνο μέσο για να αμβλυνθούνστην αρχή και να καταλυθούν πλήρωςοι προκαταλήψεις που χαρακτηρίζουνπιστούς διαφορετικών θρησκευτικώνπαραδόσεων και μπορούν να βρουν κανάλιαστενής επαφής, επικοινωνίας καισυνεργασίας χωρίς τούτο να αποτελείκίνδυνο αλλοίωσης του πνευματικούφρονήματός τους.Λίγα χρόνια πρωτύτερα ήταν τηςμόδας ο συγκρητισμός της Νέας Εποχής.Επρόκειτο για ένα πνευματικό κίνημαπου διακήρυττε ότι όλες οι θρησκείεςείναι ίδιες, πως οι πνευματικές παραδόσειςχαρακτηρίζονται από μεταξύ τουςδάνεια, ενώ πρόσθεταν λίγη λευκή μαγείαανασύροντας από το ντουλάπι τηςσυλλογικής μνήμης των λαών αρχαίεςπίστεις και τελετές, φτιάχνοντας έναθρησκευτικό συνονθύλευμα, που σίγουρααν συνέχιζε να είναι του συρμούθα ήταν πρότυπο για την παγκοσμιοποίηση….Ο διαθρησκειακός διάλογος δενέχει αξία αν είναι ένας δούρειος ίπποςή ένας οδοστρωτήρας βίαιης άλωσης ήισοπέδωσης διαφορετικών θρησκευτικώνπαραδόσεων, αλλά μια αξιοπρεπήςδιαδικασία με σκοπό η μια κοινότητανα γνωρίσει τα πιστεύω της άλλης καιη ανταλλαγή ιδεών μεταξύ τους για τηναντιμετώπιση αιχμηρών προβλημάτων,που δεν γνωρίζουν τα όρια της κάθεκοινότητας, αλλά σαρώνουν τα μέλητης καθεμιάς ως μέλη της ίδιας κοινωνίας….Εκείνο που είναι κεφαλαιώδες,είναι η ανάπτυξη και η καλλιέργειαμεταξύ των ηγεσιών και των μελών τηςκάθε κοινότητας, και κυρίως εφόσονεκφράζει την πληθυσμιακή πλειοψηφία,του σεβασμού του Άλλου, της αποδοχήςτου έτσι όπως είναι.Μια καλοπροαίρετη και όσο τοδυνατό πιο αντικειμενική προσέγγισηανάμεσα στη χριστιανική παράδοση καιστο Ισλάμ εύκολα μπορεί να αποκαλύψεισημαντική κοινά σημεία μεταξύτους, που μπορεί να αποτελούν γέφυρεςεπαφών και επικοινωνίας, καλύπτονταςαρνητικές μνήμες από το παρελθόν πουδιαιωνίζουν τον κοινωνικό διχασμό. ΟΙησούς Χριστός κατέχει στο Ισλάμ μιασημαντικότατη θέση. Δεν είναι απλόςένας προφήτης, αλλά ο απεσταλμένοςτου Θεού που θα έχει κυρίαρχο ρόλοτην Ημέρα της Κρίσης. Αν ο προφήτηςΜοχάμεντ είναι η σφραγίδα των προφητών,ο Ιησούς είναι η σφραγίδα της συμπαντικήςαγιότητας κατά τον ΜουϊντίνΙμπν Άραμπι. Η παρθένος Μαρία είναιη πλέον ευλογημένη γυναίκα στην ιστορίαόλου του ανθρώπινου γένους κατάτο Κοράνιο. Είναι η μόνη γυναίκα πουσυνέλαβε και κυοφόρησε όντας παρθένοςχωρίς να έρθει σε επαφή με άνδρα.Η Ελληνορθόδοξη Εκκλησία γιορτάζειτη μνήμη επτά αγίων Νέων της Εφέσου,που διέφυγαν το διωγμό του Δεκίουκαι κατά θαυμαστό τρόπο επί δεκάδεςετών ζούσαν βυθισμένοι σε ύπνο σε ένασπήλαιο, στις 4 Αυγούστου και στις 22Οκτωβρίου, ενώ η ΡωμαιοκαθολικήΕκκλησία τους τιμά στις 27 Ιουλίου.Το Κοράνιο στη Αλ Καχφ (το Σπήλαιο)αναφέρει την ιστορία τους για να προβάλλειτην αγιότητα των εφτά Χριστιανώννέων της αρχαίας Εφέσου και συνάματο μεγαλείο του Θεού (Σούρα 18:9-26). Θα μπορούσαν να αναφερθούνκαι άλλα κοινά σημεία μεταξύ Χριστιανώντης Ανατολής και Μουσουλμάνων,που τους φέρνουν πολύ κοντά, συχνά δίχωςοι ίδιοι να το συνειδητοποιούν. Θαπεριορισθώ να αναφέρω συναντήσειςΧριστιανών και Μουσουλμάνων στοπεδίο της λαϊκής ευσέβειας. Η προσέλευσησε κοινά «αγιάσματα» τόσο απόΧριστιανούς, όσο και από Μουσουλμάνους,η ταύτιση του αγίου ΜεγαλομάρτυραΓεωργίου με τον χαζράτ Χιζρ, πουκυρίως οι Παλαιστίνιοι και οι ΒαλκάνιοιΜουσουλμάνοι τον τιμούν ανήμερατης μνήμης του αγίου Γεωργίου με τοπαλιό ημερολόγιο (6 Μαΐου), τα κουρμπάνια,που είναι κοινός τρόπος έκφρασηςευλάβειας σε Μουσουλμάνους καιΧριστιανούς σε Ελλάδα και Τουρκία. Ημουσουλμανική ευλάβεια για την Παναγίαείναι εκπληκτική και άλλα πολλά,που δεν χωρούν να αναφερθούν σ’ έναάρθρο περιοδικού.Όταν δυστυχώς υπάρχουν Χριστιανοίστην Κομοτηνή ή και στην Ξάνθη,που μολονότι μοιράζονται την ίδια γειτονιάμε Μουσουλμάνους, αγνοούν τους


γείτονές τους, είναι τραγικό φαινόμενο.Όταν σε μουσουλμανικές χώρες, όπωςστη Συρία ή στο μακρινό Αφγανιστάνη Χριστιανή γυναίκα ταυτίζεται απόπολλούς δυστυχώς Μουσουλμάνουςσυμπατριώτες της με «πόρνη», είναιτραγικό φαινόμενο. Όταν στην Αίγυπτοκάθε τόσο ανακαλύπτονται τα πτώματαΧριστιανών, που έπεσαν θύματα του μίσουςκαι της μισαλλοδοξίας των Μουσουλμάνωνσυμπατριωτών τους, είναιτραγικό φαινόμενο. Όταν σε χώρες μεπληθυσμό κατά πλειοψηφία μουσουλμανικόείναι επικίνδυνο για την ίδια τουτη ζωή για ένα Μουσουλμάνο να γίνειΧριστιανός, είναι τραγικό φαινόμενο.Είναι φοβερό, στη σύγχρονη εποχή τηςεπικοινωνίας των πολιτισμών και τηςαναγωγής της ανεκτικότητας προς τονΆλλο σε πολιτική αρετή η Ισλαμική Δημοκρατίατου Ιράν να ψηφίζει νόμο πουη μεταστροφή κάποιου Μουσουλμάνουσε άλλη θρησκευτική πίστη να θεωρείταιαδίκημα και να επισύρει την ποινήτου θανάτου!Στην Τουρκία, που αναμφισβήτηταείναι μια χώρα με δημοκρατικό σύνταγμακαι κοσμικό προσανατολισμό στοδημόσιο βίο της, οι μη μουσουλμανικέςμειονότητες της χώρας υφίστανταιανεπίτρεπτες διακρίσεις. Τα θρησκευτικάιδρύματα των μη μουσουλμανικώνθρησκευτικών κοινοτήτων της Τουρκίαςστερούνται νομικής προσωπικότητας,με συνέπεια πέραν των άλλων,να βρίσκονται σε συνεχή και αμείωτηδιακινδύνευση απώλειας οι περιουσίεςτους. Οι τουρκικές αρχές επανειλημμέναέχουν θεωρήσει πως ο τίτλος τουΕλληνορθόδοξου πατριάρχη Κωνσταντινουπόλεωςως «οικουμενικού» είναιαντίθετος προς την τουρκική δημόσιατάξη προβάλλοντας ένα υπερεθνικόstatus. Οι διάφορες αρχές της Τουρκίαςμάλλον προσπαθούν να μειώσουν ένανεκκλησιαστικό θεσμό που πράγματιδιαθέτει οικουμενικό κύρος, δεν έχει οτίτλος «οικουμενικός» του πατριάρχηπολιτικό περιεχόμενο, παρά ανάγεταιαπό τον 6ο αιώνα στην ιστορία εξέλιξηςτων χριστιανικών θεσμών, όταν ακόμαη Εκκλησία της Ανατολής ήταν ενωμένημε την Εκκλησία της Δύσης.Πρόσφατα η κοινοβουλευτικήΣυνέλευση του Συμβουλίου της Ευρώπηςεξέδωσε ένα κείμενο (Doc.11860/21.04.<strong>2009</strong>) με θέμα την ελευθερίατης θρησκείας και άλλα ανθρώπιναδικαιώματα των μη μουσουλμανικώνμειονοτήτων στην Τουρκία και της μουσουλμανικήςμειονότητας στην Θράκη(Ανατολική Ελλάδα) 1 . Στο παραπάνωκείμενο που αποτελεί σύσταση προςτις δύο γειτονικές χώρες αναφέρονταιοι προηγούμενες επισημάνσεις μου,όπως και άλλες που αφορούν ΣύριουςΧριστιανούς, Αρμένιους, Ισραηλίτεςτης Τουρκίας, καθώς και μειονότητεςισλαμικής καταγωγής που διαφοροποιούνταιαπό τη σουννιτική πλειοψηφίατου τουρκικού πληθυσμού.Στην παράγραφο 18.5 του παραπάνωκειμένου του Συμβουλίου της Ευρώπηςκαλείται η Ελλάδα να καθιερώσειτην εκλογή του Μουφτή στη Θράκη,απογυμνώνοντάς τον συγχρόνως απότη δικαιοδοσία του ως δικαστή του ελληνικούκράτους για υποθέσεις μεταξύΜουσουλμάνων Ελλήνων πολιτών.Έχω τη γνώμη ότι οι πιο πολλές επισημάνσειςτης παραπάνω έκθεσης τουΣυμβουλίου της Ευρώπης είναι αξιοπρόσεκτεςχωρίς αμφιβολία. Ορισμένεςόμως απ’ αυτές είναι μάλλον προϊόν εισηγήσεωντεχνοκρατών που αγνοούν ήπολύ χειρότερα αδιαφορούν για τη βούλησητων Μουσουλμάνων της Θράκης.Στην Τουρκία, που η μουσουλμανικήθρησκεία, όπως και κάθε θρησκεία, είναιαπαγορευμένο να εμπλέκεται στοδημόσιο βίο της χώρας και τουλάχιστονσε ορισμένα θέματα υφίστανται οι θρησκευόμενοιΜουσουλμάνοι, κυρίως οιγυναίκες διακρίσεις. Ο Μουφτής στηνΤουρκία είναι πλήρως απογυμνωμένοςαπό όλες σχεδόν τις αρμοδιότητες, πουπαραδοσιακά προσδίδει το σουννιτικόΙσλάμ παγκοσμίως στο θεσμό. Ο ΤούρκοςΜουφτής είναι ένας διορισμένοςδημόσιος υπάλληλος, που προΐσταταιτων ιμάμηδων και των υπολοίπων λειτουργώντης περιφέρειάς του. Δεν εκδίδειάδειες γάμου, ούτε έχει δικαιοδοσίεςιεροδίκη, ώστε να αποφασίζει γιατη λύση θρησκευτικών γάμων, δεν έχεικαμιά εξουσία σε θέματα ερμηνείαςισλαμικών διαθηκών, ούτε για την επίλυσηζητημάτων οικογενειακού δικαίουμεταξύ Μουσουλμάνων. Στην Ελλάδα,στη μόνη χώρα της Ευρωπαϊκής Ένωσης,το δίκαιο της Σαρία αποτελεί στοιχείοτου εσωτερικού δικαίου της χώραςκαι ο Μουφτής έχει εξουσία, που μόνοσε χώρες με πληθυσμό κατά πλειοψηφίαμουσουλμανικό συναντούμε. Τοερώτημα λοιπόν είναι απλό: Οι ΈλληνεςΜουσουλμάνοι θέλουν ένα Μουφτήχωρίς τις τωρινές δικαιοδοσίες του, τονοποίο όμως θα εκλέγουν ή θέλουν τοΜουφτή να είναι ο φυσικός δικαστήςτους και να κρίνει τις υποθέσεις τουςγια γάμους και διαζύγια, για διατροφέςκαι επιμέλειες παιδιών σύμφωνα με τονιερό μουσουλμανικό Νόμο;Πριν λίγο καιρό μια νεαρή Θρακιώτισσα,πτυχιούχος τώρα της Νομικής,πιστή Μουσουλμάνα, που πήγαινε στοσχολείο και στο πανεπιστήμιο φορώνταςμαντίλα στο κεφάλι, είχε δηλώσεισε μια εφημερίδα, πως η Ελλάδα αποτελείπαράδειγμα σεβασμού της ταυτότηταςτου άλλου, τουλάχιστον στονθρησκευτικό τομέα, και εννοούσε πωςεδώ δεν χρειάσθηκε να βγάλει τη μαντίλατης για να παρακολουθήσει κάποιομάθημα είτε στο λύκειο είτε στο πανεπιστήμιο,όπως συμβαίνει σήμερα στηδιπλανή μας Τουρκία.Τα προηγούμενα ήταν μια παρένθεσηστο γενικότερο θέμα του άρθρουμου, αλλά νομίζω πως δεν είναι άσχετα,μιας και αναφέρονται σ’ ένα θέμα πουσχετίζεται με την κατανόηση και το σεβασμότου Άλλου, του διαφορετικού,στόχο που επιδιώκει ο διαθρησκειακόςδιάλογος αν θέλουμε να είναι αξιόπιστος.Στο Ισλάμ, ο Ιησούς είναι ο «Ρουχουλλάχ»,το «Πνεύμα του Αλλάχ». Κιαναρωτιέται ο καθένας, αν μπορεί το«Πνεύμα του Αλλάχ» να νικηθεί από τοθάνατο! Εφόσον ο Θεός είναι η όντωςΖωή, είναι «αλ Χάι», είναι «αλ Μουίντ»,Αυτός που αποκαθιστά τη ζωή και«αλ Μούχι» ο Ζωοδόχος και συνάμα είναιο Αιώνιος, «ας Σάμαντ», το ΠνεύμαΤου δεν μπορεί να είναι ευάλωτο απότο θάνατο. Επομένως ένας πιστός Μουσουλμάνοςχωρίς να πιέζει τη συνείδησήτου θα μπορούσε να ευχηθεί τούτη τηνπερίοδο σ’ ένα Χριστιανό με το χαιρετισμό«Χριστός Ανέστη!». Στην Αίγυπτο,όπου και οι πιο πολλοί Μουσουλμάνοιτης χώρας έχουν απώτατη καταγωγήαπό χριστιανικές οικογένειες και παράτα κρούσματα φονικών επιθέσεων πουδέχονται οι Κόπτες Χριστιανοί, υπάρχειμια κοινή φράση που επικαλούνταιΧριστιανοί και Μουσουλμάνοι, ότανθέλουν να βεβαιώσουν για την αλήθειατων λόγων τους: «Αλ Μασίχ αλ Χάι!»,«ο Χριστός ζει»! Η έκφραση αυτή θαμπορούσε να αποτελούσε δείχτη πορείαςφωτεινό σε μικτές κοινωνίες όπουσυνυπάρχουν Χριστιανοί και Μουσουλμάνοι…1. ‘Freedom of religion and other humanrights for non-Muslim minorities in Turkeyand for the Muslim minority in Thrace(Eastern Greece)’, όπως διατυπώνεται στηναγγλική γλώσσα.<strong>Azınlıkça</strong> 35


Ayın içindenDışişleri Bakanı Dora Bakoyanni,24 ve 25 Mart tarihlerinde Dedeağaç’abir ziyaret düzenledi. Evros ND Gençlikörgütünün davetlisi olarak bölgeyegelen Bakoyanni, ziyareti çerçevesindeyaptığı konuşmada, azınlık ve Türk-Yunan ilişkilerine değindi. Bakoyannişöyle konuştu:“Trakya’nın kalkınması için insankaynağına ve çokkültürlülüğe yatırımyapıyoruz. ND Hükümeti’nin 1991yılında açıkladığı ve bugüne dek tümhükümetlerin uyguladığı yasalar vedevlet önünde eşitlik politikasınınçok açık bir hedefi vardır. O da azınlıkÇetin Mandacı, önümüzdeki dönemmilletvekili olmayacağını açıkladı!Pasok Partisi’nin İskeçe milletvekili Çetin Mandacı, 14 Nisan Salıgünü bir açıklama yaparak önümüzdeki seçimlerde milletvekiliadayı olmayacağını açıkladı. Mandacı, basın açıklamasında birdaha neden aday olmayacağının sebebini belirtmiyor.Aziz soydaşlarım,Sizlerin yaklaşık 16 bin oyu ilebeni bu kutsal göreve layık gördüğünüzmilletvekiliniz olarak, seçimöncesi dönemde sizlere birlik ve beraberliğiher zaman savunacağımave her zaman için gerek hepinizlebirlikte gerekse her birinizin tek tekyanında olacağıma dair söz verdim.Yaklaşık 2 yıllık milletvekilliğimsüresince bu sözümü yerine getirmeyeçalıştım. Bugün de, yarın daelimden geldiğince çalışmaya devamedeceğim.Ancak, bugün itibariyle, bazıkendi insanlarımızın, kendi özel çıkarlarınedeniyle toplumumuzdakivar olan bu birlik-beraberliğe zararverdiklerine inanmaktayım.Bana yakışan, aramızda polemikyaratmadan, aramızda sürtüşmelereyol açmadan, dolayısıyla aramızdakiolumsuzlukları topluma mal etmedendoğruları daha iyi bulup, toplumumuzundaha ileriye gidebilmesiaçısından gerektiğinde kişisel fedakarlıklarda yapabilmektir.Bana yakışan, “Ben varsam,azınlık da var”, “Ben varsam, birlikve beraberlik de var” zihniyetinekarşı gelmektir.Milletvekiliniz olarak, benimneslim ve gelecek nesillerin en azkeninden öncekileri kadar bu toplumutemsil edeceklerinden hiçşüphem yok.Bu bağlamda, toplumumuzunbirlik ve beraberliğine daha fazlakatkıda bulunmak için, aramızdaihtilaflara ve ihritazlara sebep vermemekiçin, başkalarının oyunlarınaalet olmamak için, önümüzdekidönem genel seçimlerinde aday olmamayıuygun görmekteyim.İnanıyorum ki, 39 yıllık yaşantımda,öncelikle kişilik sahibi biriDora Bakoyanni, Dedeağaç’taazınlık konusuna değindiolarak, gerek belediye meclis üyesiolarak, gerekse İskeçe Türk Birliğieski başkanı olarak, gerekse mesleksahibi bir doktor olarak, bu misyonu,azınlık inasanına yakışır birşekilde yerine getirmeye çalıştım,çalışıyorum ve çalışmaya da devamedeceğim.Ben, bundan sonra da toplumumuzunevlatları ile beraber olmayave her zaman onların yanındaolmaya devam edeceğim. ÇünküAli’lerin, Ayşe’lerin Eren’lerin,Emel’lerin iyi niyetlerinin kullanılmasına,kendilerinin dışlanmasınaizin vermemeyi, toplum önderi olmayatercih etmekteyim.Sizler beni böyle tanıdınız, bende böyle olmaya ve olduğum gibidavranmaya devam edeceğim.İskeçe MilletvekiliDr. Çetin Mandacımensupları ve Trakya’nın tüm sakinleriiçin yeni ve yapıcı yollar açmaktır.Yasalar ve devlet önünde eşitlikkavramını genişleterek ve siyasî açıdandaha güçlü kılarak, taahhüt etmiş olduğumuzçağdaş Avrupaî azınlık politikasınabağlı kaldığımızı kanıtlıyoruz.Hayalimiz, Trakya’yı demokratik veaçık bir toplum örneği haline getirmektir.Bir konuyu da açıklığa kavuşturmakistiyorum; hepimizin hedefiolan ortak Avrupa geleceği, azınlıkhaklarına ve din özgürlüğüne saygıyıgerektirir. Bunun yanı sıra politikamızuluslararası hukuka saygı, verilentaahhütlerin yerine getirilmesi ve iyikomşuluk ilişkileri gibi ilkelere bağlılığıgerektirir. Gelecekte, Türkiye’ninuzun yıllardan beri uyguladığı gerginlikpolitikalarına yer yoktur. Kabuledilemez nitelikteki bu uygulamalartehlike arz etmektedir. Bu uygulamalar,gerginlik ve kuşku olgularınınekmeğine yağ sürmekte olup uluslararasıhukuka aykırıdır. Bu uygulamalar,Türkiye’nin ikili ilişkilerine ve büyükAvrupa ailesine katılma çabasında verdiğitaahhütlere de aykırıdır.”*36 <strong>Azınlıkça</strong>


Esra RamadanoğluFritz’denklasik müzikkonseriBatı Trakya Azınlığı YüksekTahsilliler Derneği, Yunanparlamentosunda İskeçemilletvekilliği yapmış OsmanNuri Fettahoğlu’nunAlmanya’da yaşayan torunupiyanist Esra Ramadanoğlu-Fritz’i, İskeçe ve Gümülcine’de klasik müzik konserleri vermesiamacıyla davet etti. Daveti kabul eden Esra Ramadanoğlu-Fritz, 21 Nisan Salı günü İskeçe Belediyesi amfi tiyatrosunda,22 Nisan Çarşamba günü de Gümülcine REX gösteri merkezindebirer konser verdi.Sol İttifak’tanAzınlık RaporuSol İttifak Partisi’nin (Sinaspismos) Demokratik Hakve Özgürlükler Komitesi, azınlıklar ile ilgili bir rapor yayınladı.Trakya’dan bahsedilen raporda, azınlıkların kimlikkonusunda kendilerini toplu olarak ifade ve kendilerinitanımlama özgürlüğünün tanınması ve bu bağlamdaAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarınınuygulanması, AB Azınlık Hakları Sözleşmesi’ninuygulamaya alınması, 19. madde mağdurlarının elindenalınmış olan “vatandaşlık” haklarının iade edilmesi, memuralımında azınlık bireylerine fırsat sunan %0,5 oranındakiözel kontenjanın yürürlüğe girmesi ve kontenjanoranının gerekirse arttırılması, azınlığa çiftdilli anaokulukurma hakkının tanınması, SÖPA’nın yerine üniversitelerebağlı Türk Dili ve Pedagoji Bölümü’nün açılması,devlet üniversitelerinde azınlık öğrencilerine eğitim durumlarınınyükseltilmesi amacıyla özel ek ders vereceksınıfların kurulması gibi öneriler yer alıyor.AKPM’nin Yunanistan veTürkiye’deki azınlıklarla ilgiliraporunun tamamı yayınlandıAvrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, “Türkiye’dekiGayri-Müslim Azınlıklar ile Trakya (Doğu Yunanistan)’dakiMüslüman Azınlığın Din Özgürlüğü ve Diğer İnsan Hakları”konulu raporun son şeklini 21 Nisan Salı günü yayınladı.Fransız parlamenter Michel Hunault tarafındankaleme alınan raporda, “Türkçe Kitabımız”dan olumluyönde bahsediliyor ve kitabın her iki yakadaki azınlıkbireylerinin ortak çalışması olduğu belirtiliyor. Raporu<strong>Azınlıkça</strong>’nın internet sitesinden okuyabilirsiniz.Elçin Macar’danyeni bir kitap daha“İşte Geliyor Kurtuluş”Elçin Macar’ın II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’ninYunanistan’a yardımlarını konu eden “İşte GeliyorKurtuluş” adlı yeni kitabı, İzmir Ticaret Odası Kültür,Sanat ve Tarih Yayınları’ndan çıktı.Türkçe ve Yunanca çevirisiyle hazırlanan kitabın basımınıİzmir Ticaret Odası üstlendi. Kitabın tanıtımınınbu ay içerisinde İzmir’de yapılması bekleniyor.İTB davası Trakya İstinafMahkemesi’nde görüşüldüAİHM’nin İskeçe Türk Birliği hakkındaki kararınınkesinleşmesinden sonra, İTB’nin kapatılmasınıöngören kararın iptal edilmesi ve resmiyetinin iadeedilmesi için Gümülcine’deki Trakya İstinaf Mahkemesinezdinde açılan dava, 3 Nisan <strong>2009</strong> Cumagünü görüşüldü. Davaya, daha önce İskeçe AsliyeHukuk Mahkemesi’ndeki diğer davada olduğu gibi,Selanik merkezli Trakya Dernekleri Federasyonu İTBaleyhine müdahil oldu. Gümülcine adliyesindeki duruşmadansonra İTB avukatı Orhan Hacıibram davahakkında, “Mevzuatın öngördüğü bir yöntemi uyguluyoruz.AİHM’nin tespit etmiş olduğu haksızlığınortadan kaldırılmasını istiyoruz. Bunu Yunanlı hukukçularlada konuştuk, görüştük. Biz derneğimizle ilgiliyaptığımız başvurular üzerine mahkemelerden olumlukararın çıkacağına inanıyoruz. Öyle sanıyoruz ki kararbirkaç ay içinde açıklanacaktır.” dedi.<strong>Azınlıkça</strong> 37


38 <strong>Azınlıkça</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!