24.08.2015 Views

Avrupalılık Azınlık

Avrupalılık Azınlık - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi ...

Avrupalılık Azınlık - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi ...

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

OCAK - ΙΑΟΥΝΑΡΙΟΣ 2009Sayı: 43Fiyatı: 3 €<strong>Avrupalılık</strong>ve<strong>Azınlık</strong>-Eğitim mi tartışılıyor? Fatih Nazifoğlu-1934 tarihli göç raporu Elçin Macar-Müftülerin şer’î yetkileri rafa mı kaldırılıyor? Aydın Bostancı-İstanbul Rumlarını anlamak ve daha ötesi İbram Onsunoğlu-Yahudileri ne kadar sevmezsiniz? Herkül Millas-Περί Τούρκων και Πομάκων στη Θράκη... Κωνσταντίνος Τσιτσελίκης40 <strong>Azınlık</strong>ça


BU AY AZINLIKÇAAZINLIKÇABATI TRAKYAAYLIK HABERYORUM DERGİSİARALIK 2009YIL: 5 SAYI: 43www.azinlikca.netwww.azinlikca.orgΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑΜΗΝΙΑΙΟΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣΙΑΝΟΥΑΡΙΟΣ 2009ΕΤΟΣ:Ε NO:43SAHİBİ-SORUMLUSUΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣ-ΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣEVREN DEDEGENEL KOORDİNATÖRΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣAYDIN BOSTANCIYAYIN YÖNETMENİΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣİBRAM ONSUNOĞLUADRESMarathonos Neoktista 3/A69100 KomotiniEmail: azinlikca@yahoo.comTel: +30 6947866196+30 6944749374Fax: +30 25310 29866ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣΙδιώτες. : 36 €Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 €Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 €Δήμοι: 98 €Euro Κοινότητες: 72 €BU SAYIDA YAZARLARAydın BostancıCeren Zeynep AkΓιώργος ΔούδοςDimostenis YağcıoğluEvren DedeElçin MacarFatih NazifoğluHakan MüminHatice SaliHerkül Millasİbram OnsunoğluΚωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςSamim AkgönülElçin Macar1934 tarihli göç raporuAtina’daki elçinin emriyle, 3. Katip(raporda “yazgan”) Recep Bey 12Aralık 1934’te Atina’dan yola çıkarakBatı Trakya’ya geldi. GümülcineKonsolosu Selim Rauf Bey ileköyleri ziyaret ederek azınlığı göçetmemeye ikna etmeye çalıştılar.İsim isim eksikleri tespit ettiler.Son üç ay için buldukları sayı, yaniTürkiye’ye kaçanlar 700’ü bulmuştu,bozuk yollar nedeniyle ulaşılamayanyerler de hesaplandığındabu rakamın 1.000’i bulabileceğinidüşünüyorlardı.İçindekiler24610131416182022242730333536Samim Akgönül<strong>Avrupalılık</strong> ve <strong>Azınlık</strong>Batı Trakya Türk Azınlığısöz konusu olunca daha dailginçleşiyor. <strong>Azınlık</strong>taki gruplarkendi var oluşlarının devamınısağlamak için çoğunluk kimliğinekarşı keskin bir söylem geliştirirler,bu doğrudur. Aynı gruplar,azınlık var oluşunun doğasındandolayı, çoğunlukla farklarınınaltını çizer, benzer yanları sümenaltı ederler, bu da normaldir.Ancak <strong>Azınlık</strong> söyleminde aynıTürkiye’de varolan Avupa karşıtlığıkarakterini anlamak da, o kadarkolay değildir.<strong>Azınlık</strong>ça43Evren DedeÖrnek alsak fena mı olur!Ne yalan söyleyeyim, gururduyuyorum Hrant Dink’le ve diğerTürkçe makale yazan Ermenilerle.Çünkü onlar bizim yapamadığımızşeyi yapıyorlar: Çoğunluk dilindeseslerini duyuruyorlar.Bizden de Hrantlar, Etyenler, Sevanlarçıkar mı acaba? Bizden debirisi Atina basınında hiç değilsehaftada bir defa olsun yazı karalayabilirmi veya Yunanca azınlıkgazetesi çıkarabilir mi acaba?Sakın Türkçe’nin Batı Trakya’dakiöneminden falan bahsetmeyinlütfen!Örnek alsak fena mı olur! Evren DedeMüftülerin şer’î yetkileri rafa mı kaldırılıyor? Aydın Bostancıİstanbul Rumlarını anlamak ve daha ötesi İbram OnsunoğluEğitim mi tartışılıyor? Fatih Nazifoğlu<strong>Avrupalılık</strong> ve <strong>Azınlık</strong> Samim Akgönül1934 tarihli göç raporu Elçin MacarYahudileri ne kadar sevmezsiniz? Herkül MillasKutsallaştırılmış geçmişin daha iyi bir geleceğe engel olması Dimostenis YağcıoğluYeni yıla girerken… Hakan MüminBindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete Hatice SaliAntakyalı Ortodoks azınlığın günümüzdeki durumu Ceren Zeynep AkΟ ΕΠΙΛΟΓΟΣ ΤΗΣ ΙΣΛΑΜΟΦΟΒΙΑΣ ΤΗΣ ΔΙΑΚΥΒΕΡΝΗΣΗΣΤΟΥ κ. GEORGE W. BUSH jr. ΓΙΩΡΓΟΣ ΔΟΥΔΟΣΗ ΓΑΖΑ ΜΑΤΩΝΕΙ ΤΗΝ ΚΑΡΔΙΑ ΜΑΣ! ΓΙΩΡΓΟΣ ΔΟΥΔΟΣΠερί Τούρκων και Πομάκων στη Θράκη Κωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςÖlene kadar patrik veya müftü olmak Evren DedeAyın içindenAZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ <strong>Azınlık</strong>ça ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ 39www.azinlikca.net


<strong>Azınlık</strong>lar köprü görevi görebilir mi?Türk-Yunan gerginliğini tırmandıran olaylar hâlâ devam ediyor. Bütün bugerginliklerin yanında güzel şeyler de oluyor tabiî. İki toplum yavaş yavaş daolsa yakınlaşma sürecine devam ediyor. Bu yakınlaşma sürecine belki de en azkatkı sağlayanlar maalesef hep azınlıklar oluyor. Elbette her iki azınlığın Türkiyeve Yunanistan’ın yakınlaşmasındaki “isteksizliğinin!..” nedeni önemli ve irdelenmeyedeğer. Çünkü bu “isteksizlik” esasında azınlıkların arzu ettiği bir şey değil.Tam tersine Türk-Yunan ilişkilerindeki yumuşamadan, olumlu gelişmelerden ençok memnun olan kesim azınlıklar. Ama Türk-Yunan ilişkilerindeki en dikenlisorunlardan birini de azınlıklar oluşturuyor. İşte bu paradoks yüzünden azınlıklardostâne ilişkilerin kurulması amacıyla bir köprü görevini değil, tam aksineTürk-Yunan ilişkilerinin iflah olmaz bir açmazını oluşturuyorlar; bunu hiç arzuetmeseler bile…<strong>Azınlık</strong>ların çoğunluk toplumuna katkısı, kısacası Türk-Yunan ilişkilerindebir köprü olabilmesinin yolu, azınlık sorunlarından bahsedilmediği ve sadecekültürel faaliyetlerin düzenlendiği etkinliklerle başarılabiliyor. Çünkü çoğunluktoplumunun hassasiyeti bir yana, devlet politikalarının etken rol aldığı azınlık sorunlarındanbahsedildiğinde Türk-Yunan ilişkilerindeki açmazların konuşulduğugergin bir ortam oluşuyor ve köprü görevi görüp yakınlaştırmak yerine iki toplumarasındaki uçurum büyüyor. Çoğunluk toplumunun “öteki” anlayışının birgün değişeceğini ve devlet politikası olan azınlıklara karşı yürütülen katı tutumunhep böyle devam etmeyeceğini umuyoruz elbette. Fakat bu noktada azınlıklarınkültürel faaliyetler dışında Türk-Yunan ilişkilerine bir katkısının olabileceğini deşimdilik pek sanmıyoruz.İşte bu açıdan baktığımızda Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği’ninRodop Valiliği Kültür Komisyonu’nun desteğiyle Gümülcine’de düzenlediği Türkfilmleri festivali başarılı bir etkinlik olarak karşımıza çıkıyor. İki toplumun yakınlaşmasınakatkı sağlayan kültürel bir etkinlikte azınlık derneğinin öncülük etmesiTürk-Yunan ilişkilerinde köprü vazifesini ifa edebileceğini göstermesi açısındanönemli bir adım. Hele hele Türk filmlerinin bütün Gümülcineliler tarafından anlaşılabilmesiiçin Yunanca alt yazıyla gösterime sunulması bu yapıcı adımın en güzelayağını teşkil ediyor. Belki ilk defa böyle bir organizasyonun gerçekleşmesindendolayı çoğunluk toplumundan gerekli ilgiyi görmemiş olsa bile, bu etkinlikgelecek adına bize ümit veriyor. Dolayısıyla 10-11 Ocak tarihlerinde düzenlenenfilm festivalini organize eden ve destekleyen herkesi tebrik ediyoruz.editör<strong>Azınlık</strong>ça 1


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.comÖrnek alsak fena mı olur!Eskiden İstanbul Ermeni azınlığı da içine kapanıkbir toplumdu. Sadece Ermenice yayınlanangazeteleri ve içe dönük yapıları nedeniyle Türklerleilişkileri kişisel olmaktan öte geçemiyordu.Gerçi çoğunluk itibarıyla evlerinde anadil olarakTürkçe kullanıyorlar, Ermeni azınlık okulları yerineözel okulları tercih ediyorlar ve Türk toplumununiçerisinde kolay kolay ayırt edilemiyorlardı.Fakat basın alanında Ermeni azınlığını sadeceErmenice yayımlanan gazetelerle götürüyorlardı,ta ki Hrant Dink Agos’u kurana kadar…Hrant Dink’in Agos’u Türkçe olarak yayın hayatınabaşladığında Ermeni cemaatinin tepkisiylekarşılaştı. Zaten Ermenice, Türkçe’nin baskıngücü karşısında günden güne eriyordu ve HrantTürkçe’nin giremediği azınlık basınına şimdiTürkçe’yi sokuyordu; hem de bir iki makale şeklindedeğil, gazetenin tamamını Türkçe çıkarıyor,Ermenice’ye ise sadece bir iki sayfalık ek olarakyer veriyordu.Tepkiler kolay kolay dinmedi, Ermenice’ninyok olmaya yüz tuttuğu bir süreçte Türkiye ErmenileriHrant’ın yaptığını kolay hazmedemedi.Her ne kadar evlerde Türkçe konuşulsa bile azınlıkgazeteleri Ermenice, Rumca olmalıydı…*Hiç düşünmez mi insanlar acaba Hrant Dink’ibunca Türk neden seviyor diye! Üstelik sevilsindüşüncesiyle, o ne Ermeniliğinden ödün vermişti,ne de düşüncelerinden. Peki neden seviliyorduHrant? Türkler neden cenazesinde bile onu yalnızbırakmamıştı?Bütün bu soruların cevabı çok basitti aslında;çünkü Hrant Türklere karşı insanın en güzel özelliğinikullanmıştı: DİLİNİ!Hrant Dink Türkçe’yi kullandığı için sevilmişti.Düşüncelerini, duygularını Türkçe diledöktükçe Türkler Hrant’ı tanımış, kendisindeortak paydalar bulmuşlardı. Uzun lafın kısası,Ermenice konuşmuş, Ermenice gazete çıkarmışolsaydı eğer, Hrant Dink bu kadar sevilmez ve enönemlisi Ermeni toplumuna bu kadar faydalı olamazdı.Hiç unutmuyorum, sevmeyeni de çoktuHrant’ın. Ama sevmeyenleri bile Hrant’ın Türkçekonuşmasından, Türkçe yazmasından dolayı onusevmedi. Ya söylediklerini beğenmediler, ya dayazdıklarını. Çünkü bir Ermeni Türkçe yazıyor,Türkçe ifade ediyordu düşüncelerini.Ne enteresandır, bugün İstanbul Ermenileridendiğinde ilk akla gelen Ermeni Patrikliği değildir,ne de Ermeni Patriği veya Ermenice gazeteler...İlk akla gelen Agos’tur, Hrant Dink’tir, EtyenMahcupyan’dır, Sevan Nişanyan’dır ve diğerTürkçe makale yazan, kitap çıkaran insanlardır.Onlar doğru olanı yapmışlar, çoğunluk toplumunadertlerini, sıkıntılarını, duygularını çoğunlukdiliyle aktarmışlar. Onları okuyan insanlar Ermenilerinde Türkiye ekonomisi, politikası hakkındayazı yazabileceğini, hatta Türkçe hakkında sözlükçıkarabileceğini görmüş ve imrenerek bakmışlardır.Benim bile evimdeki lügatler arasında SevanNişanyan’ın hazırladığı “Çağdaş Türkçe’nin EtimolojikSözlüğü” var. Sevan Nişanyan bir Ermeni,Türkçe’nin etimolojik sözlüğünü hazırlayabilecekkadar Türkçe’yi bilen, yani çoğunluk dilinevakıf bir Ermeni. Türk’üm diyen ama Türkçe’yi2 <strong>Azınlık</strong>ça


düzgün konuşamayan, imla hatası yapmadan üçbeş satır karalayamayan nice Türk bilirim ben. VeTürkçe’yi bu kadar iyi kullanan, yazan Ermenidostlarımı gördükçe şaşarım hâlimize. Ne yalansöyleyeyim, gurur duyuyorum Hrant Dink’le vediğer Türkçe makale yazan Ermenilerle. Çünküonlar bizim yapamadığımız şeyi yapıyorlar: Çoğunlukdilinde seslerini duyuruyorlar.*Bizden de Hrantlar, Etyenler, Sevanlar çıkarmı acaba? Bizden de birisi Atina basınında hiçdeğilse haftada bir defa olsun yazı karalayabilirmi veya Yunanca azınlık gazetesi çıkarabilir miacaba?Sakın kimse bana Türkçe’nin Batı Trakya’dakiöneminden falan bahsetmesin lütfen! Rıza Kırlıdökmegibi Türkçe bilmeyip Türkçe’yi savunanlardan,düzgün iki satır Türkçe yazı yazamayanönde gelenlerden anlayın bunu! Türkçe diye diyebatıyoruz!.. Türkçe’yi bilmeyen Türklerle yürüdükBatı Trakya’da bunca yıldır. Ermenice’ninyok olmaya yüz tuttuğu bir süreçte Türkiye ErmenilerininHrant’ın yaptığını kolay hazmedemediğini,Agos’u da kolay kabullenemediklerinihatırlayın.Fakat sonuçta ne olduğunu unutmayın: TürkiyeErmenilerinin sorunlarına yer veren Agos, bugünTürkiye’de en çok okunan, benim bile yazıyazdığım çok ünlü bir azınlık gazetesi. Türkler,Ermeni azınlığını Türkçe yayımlanan Agos sayesinde,Türkçe makale yazan Ermeni yazarlarsayesinde tanıyor. Biz de bunu örnek alsak fenamı olur! Yunanca sesimizi duyuracak bir köşe yazarınao kadar muhtacız ki…“BalkanlardaTürkçe yer adlarıkılavuzu”M. Türker Acaroğlu’nun Ağustos 2006’dayayımlanan “Balkanlarda Türkçe yer adlarıkılavuzu”nun Yunanistan’la ilgili bölümü çokfazla hata içeriyor. Kitap yeni olmasına rağmenözellikle Batı Trakya köyleri ile ilgili aktarılanbilgiler hem eski hem de yanlış. Mesela kitaptaşu ifadelere yer veriliyor:Rodop iline bağlı Ircan köyü için, “Açık havahapishanesi durumuna getirilip adı haritadan silindi...”s. 364.İskeçe’deki Şahin köyü için, “Şimdilerdeaskerî yasak bölge sınırları içerisinde olup üçTürk bir araya gelince karakola götürülür...”s. 534Rodop iline bağlı Menetler için, “Açık cezaevidurumuna getirilip adı haritadan silindi...”s. 455Rodop iline bağlı Kozlukebir için, “Açık cezaevidurumuna getirildi, adı haritadan silindi...”s. 422Yassıören için, “Üç Türkün bir arada bulunması,köyler, bucaklar, kentler arasında seyahatetmesi yasaktır. Hemen karakola götürülüp sorguyaçekilir, para cezası alınır!..” s. 558Üçgaziler için, “Açık cezaevi durumuna getirilipadı haritadan silindi...” s. 549Sınırdere için, “Açık cezaevi durumuna getirilipadı haritadan silindi...” s. 524Sendelli için, “Son yıllarda Türklere ait topraklarmera yapılacağı bahanesiyle ellerindenalınıp kamulaştırılmış, amaç Türkleri yok etmektir...”s. 521Kitapta bunlara benzer yüzlerce örnek var.Tabiî bir noktada yazar haklı, Batı Trakya’daaçık hava hapishanesi yapılmak istendi ve dahapek çok başka sebepler de öne sürerek azınlığaait arsalar istimlak edildi. Fakat bütün bunlararağmen açık hava hapishanesi yapılmadı, bahsigeçen köyler de haritadan silinmedi. Keşke Acaroğluaraştırmasını daha yeni kaynaklarla zenginleştirse,haritadan silinmeyen köylerimizi silindidiye göstermeseymiş. Maalesef bir “BalkanlardaTürkçe yer adları kılavuzu” daha düzgün çalışmayapılmadan yayımlanmış. Anlaşılan Balkanlarınkaderinde bu var, bir türlü düzgün bir kılavuz çıkarılamıyor.<strong>Azınlık</strong>ça 3


Genç bakışAydın Bostancıbostanciaydin@yahoo.comMüftülerin şer’î yetkileri rafa mı kaldırılıyor?Son dönemlerde ilginçtir, gerek yerel ve gerekseulusal yunan basınında müftülerin şer’î yetkilerininkaldırılacağı yönünde haberler yayınlanıyor. Gerçison yıllarda bu konu üzerine yapılan bazı etkinliklerve toplantıların yanısıra öteden beri müftülerin hakimlikyetkileri ve kaldırılması konusu tartışılıyor.Hatta diyebilirim ki, azınlık basını içerisinde bu konuyuen çok işleyen dergimizin yazarları olmuştur.Onun için esasında yapılan bu haberler ve yayınlarazınlık basını için yeni degil. Fakat son dönemlerdekonunun üzerine yoğunlaşılması akla bazı soruişaretleri getiriyor. 04.01.2009 tarihli Eleftherotipiagazetesinde “Seçilmiş Müftü” başlığı altında yayınlananhaberde, Yunanistan Dişişleri Bakanlığı’nınTürk hükümetine, müftülerden şer’î yetkilerin alınmasıön koşuluyla, müftülerin seçilmesi talebininyerine getirebileceğini, Türk tarafının ise bu teklifehenüz herhangi bir yanıt vermediğini belirtmiş. Eşzamanlı olarak Hronos gazetesi de buna benzer yorumve haberler yayınladı. Bütün bunlar ne kadardoğrudur bilinmez, fakat bir gerçek var ki şer’î yetkilerinişleyişi sorun kabul ediliyor ve kaldırılmalarıüzerine pazarlıklar yapılıyor. Peki bu konuda azınlığıngörüşü ne? Bunu öğrenmek için müftülüklerdeyapılan evlilik ve boşanma oranlarına bakmakgerekiyor. Acaba azınlığın kaçta kaçı çağdaşlığa tersolduğu için veya tayinli müftüye gitmek istemediğindenevliliğini belediyede gerçekleştiriyor? Sanırımçok düşük bir oran. Devletin şer’î yetkiler nedeniylemüftüyü tayin ettiğini dile getirmesi benceucuz bir iddia. Bunun teamüller gereği yapıldığınısöylemek daha gerçekçi olur. Müftü seçimiyle şer’îyetkiler pazarlık konusu yapılmamalı. Şer’î hukukve bu bağlamda müftülere verilen yetkiler azınlığaözgü ve azınlığa tanınmış bir hakkı oluşturmaktadır.Dolayısıyla kaldırılmaları azınlık hakları açısındanpazarlık konusu edilemez. <strong>Azınlık</strong> müftülere verilenşer’î yetkilerin kaldırılmasını talep etmiş olsaydızaten nikah ve boşanma işlemlerini belediyelerdeyaparak kendi kendine bu hakkından feragat etmişolurdu. Dolayısıyla üçüncü kişilerin azınlık adınaşer’î yetkiler nedeniyle insan hakları savunuculuğuyapmalarına lüzum yok. Ayrıca şer’î yetkilerin bazıpolitik oyunlara kurban edilmesi de düşünülemez.Malesef bu konuda sağlıklı ve iyi niyetli bir yaklaşımınolmaması çok üzücü. Herkes peşin olarakşer’î yetkilerin kaldırılması ön koşuluyla müftülükseçiminden bahsediyor. Peki millete bunu sordunuzmu? Şer’î yetkiler kaldırıldıktan sonra “nihayetmüftümüzü seçtik, gidin siz artık belediyede mievlenin” diyeceksiniz? Bazıları kadılık sisteminingetirilmesini ve evlilik boşanma işlemlerini yapacakbir kadılılık makamının oluşturulmasından bahsediyorlar.İyi çok güzel, ilk önce bu kadı bulunsun,devlet tarafından tanınsın ondan sonra şer’î yetkilermüftülerden alınıp bu kadının uhdesine verilsin!Konuyla ilgilenen hukukçu ve siyasiler kendilerinegöre görüşlerini ortaya koyabilirler. Fakat verilmişbir hakkın kaldırılması gündeme getiriliyorsa, bukonu siyasileri de hukukçuları da aşar. Azınlığınbizzat kendisi bu hakkın muhatabıdır ve azınlığınseçilmişleri de bu konuda kendilerini tam yetkiligörmemeliler. Bu durumlarda devletler bile referandumabaşvurmaktadır. Azınlığa sorulsun, “Belediyelerdemi evlenmek istiyorsunuz, müftülüklerdemi?” diye. Çıkacak sonuç ne olur bütün kamuoyubunu görür ve buna göre kararlar alınabilir. Eğermiras hukuku konularında medeni hukuk tercihediliyorsa buna göre düzenlemeler getirilir.Müftülere verilen şer’î yetkilerin insan hakları4 <strong>Azınlık</strong>ça


04.01.2009 tarihliEleftherotipia gazetesinde“Seçilmiş Müftü” başlığı altındayayınlanan haberde,Yunanistan DişişleriBakanlığı’nın Türk hükümetine,müftülerden şer’î yetkilerinalınması ön koşuluyla,müftülerin seçilmesitalebinin yerinegetirebileceğini, Türktarafının ise bu teklifehenüz herhangi bir yanıtvermediğini belirtmiş.boyutunda ele alınması ve bunun tartışmaya açılmasıdoğaldır. Fakat şimdiye kadar konuya bu zaviyedenyaklaşanlarda her nedense bir önyargı var vetarafsız olarak konuya yaklaşamıyorlar. Örnek verecekolursak Trakya Dimokrityos Üniversitesi’ndeinsan hakları dersi veren hukukçu sn. Ktistakis,müftülük arşivlerindeki kararları tek tek inceleyerekyargısız infaz edercesine 5.000 karardan4.900’ünün anayasaya aykırı olduğu hükmüne vararakşer’î yetkilerin kaldırılması gerektiğini, bununbaşta insan hakları olmak üzere Avrupa demokrasisineve çağdaşlığa aykırı olduğunu kitaplarında veneredeyse katıldığı her platrformda dile getiriyor.Sn. Ktistakis’in görüşlerine saygı duyuyoruz, fakatbir hukukçu olarak konuya tarafsız yaklaşmadığınıkendisine hatırlatmamız gerekiyor; kaldı ki şer’îyetkilerin kaldırılıp kaldırılmaması konusunda sonkararı vermesi gereken de azınlığın kendisidir.Öte yandan bu derginin satırlarından hep söyledikve söylemeye devam edeceğiz. Şer’î yetkilerkonusunda müftülüklere de önemli görevler düşmektedir.Bu konuda bazı düzenlemelerin yapılmasışarttır. Öncelikle müftülüklerde uygulanan işlemlermaddeler halinde yazılarak bir hukuk kitabı halindetoplanmalı, erken evliliklere izin verilmemeli,çocukların velayeti ve miras hukuku konularındadikkatli kararlar alınmalıdır. Yoksa şahısların yaptığıbazı hukuki yanlışların bedelini kendileri değil,azınlık hakkı olan şer’î hukuk ödeyecektir.www.azinlikca.net<strong>Azınlık</strong>ça 5


Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.grİstanbul Rumlarını anlamak ve daha ötesiİstanbul Rumlarını öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum,fırsat düştükçe. Gerçi benim için birazgeç, hatta iyice geç, bunu çoktan yapmış ve tamamlamışolmalıydım.Toplum olarak, Türk Azınlığı olarak İstanbulRum Azınlığı ile tanışmalı ve ona yaklaşmalı idik.Tabiî karşılıklı olarak birbirimize yakınlaşmalıydıkve birbirmizi tanımalıydık. İlişkilerimiz olmalıydı.Aramızda bir “empati” (eşduyum) kurulabilirdi.Sonra, kimi konularda ortak hareket etme olanaklarınıaraştırmalıydık ve birlikte etkinlikler düzenlemeliydik.İki azınlık, diğerleri yanında, birbirlerinedestek olabilirdi, bir dayanışma içine girebilirdi.Karşılaştığımız ayrım ve baskılar ve çiğnenen haklargibi sorunların aşılmasında birbirimize yardımcıolabilirdik.Batı Trakya Türk Azınlığının maruz kaldığı birhaksız uygulama karşısında İstanbul Rum Azınlığınınaydın ve kuruluşlarından gelecek bir desteklemekararının ses getirmemesi mümkün değildi. Tabiîbunun öbür yanı da aynen geçerli, yani bizim deİstanbul Rumlarına destek olacağımız durumlar.İşbirliğini daha da genişletebilmiş olsaydık, karıncakararınca, iki halkın ve iki ülke arasındakidostluğun gelişmesine de katkıda bulunabilirdik.<strong>Azınlık</strong> sorunlarının iki ülke arasında bir pürüzve sürtüşme konusu olmaktan kutaramasak bile,onları yumuşatabilirdik.***Bu yukarıdaki düşünceler daha 1972’lerden.Öğrencilik yıllarımda o zaman Selanik TrakyaOcağı başkanı olan Georgios Mamelis’le tanış--Georgios Mamelis’le bir röportajın anısımıştım. Onunla bir yıl boyunca yakın ilişkimizoldu, bir çok kez bir araya gelip sohbet ettik. Mamelis,emekli lise öğretmeni, Selanik’e yerleşmişbir Gümülcineli idi. Kökeni Doğu Trakya’dan.Gümülcine Kız Lisesinde uzun yıllar müdürlükyapmış, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve yerel eğitimdeiz bırakmış bir eğitimciydi. Bugün bile hepminnetle anılır. Ölümünden sonra Gümülcine’debir sokağa adı verildi. Bir kez Merkez Birliğipartisinden Sağ’ın “daimî” Gümülcine belediyebaşkanı Bleças’a karşı başkan adayı olmuş, amaseçilememişti. <strong>Azınlık</strong>, her zaman olduğu gibiBleças’a yüklenmişti.Mamelis, o karanlık cunta yıllarında tanıdığımGümülcineli Yunanlı ilk demokrat aydınlardanbiriydi. Çok kültürlü, hoşsohbet bir kişi. Beniönyargısız karşıladı. <strong>Azınlık</strong> üyesi olarak önyargıylakarşılanmaya öylesine alışmıştım ki ve bukonuda duyarlılığım öylesine sivrilmişti ki, muhatabımdabenzeri bir tavrın işaretlerini görürgörmez her şeyden önce bu halin üzerine gider vesık sık sürtüşmelere girerdim. Mamelis bana bufırsatı vermemişti.İstanbul Rum Azınlığı ile ilişkileri vardı. SonRum azınlık milletvekilini (adını şimdi anımsayamadım)tanıyordu, onun uzaktan akrabası olduğunusöylemişti gibime geliyor. Bizim azınlığıoldukça iyi biliyordu, özellikle 1960’lı yıllara kadarolan halini. Cuntanın son uygulamalarındanpek haberi yoktu, kendisine onları anlattım. BazıTürk akademisyenlerle tanışıyor, onlarla yazışıyordu.Bir defasında “Sabahattin Ali’yi bilir misin”diye sordu. Kütüphanesinden onun bir roma-6 <strong>Azınlık</strong>ça


nını çıkarıp gösterdi, “Gümülcine doğumludur”dedi. Bilmez olur muyum? 1967’de İstanbul’daöğrenciyken Varlık Yayınları’ndan SabahattinAli’nin tüm eserlerini almış ve okumuştum. Dahasonra onları G.T.G.Birliği kütüphanesine hediyeettim.Cunta Yönetimi, merkez Gümülcine olmaküzere Trakya’ya “millî nedenlerle” üniversitekuracağını ilan etmişti. Yunanistan’da ilk taşraüniversitesi. Millî nedenlerin başında <strong>Azınlık</strong>geliyordu. Biz, faşizm koşullarında kurulacakbu üniversitenin azınlık aleyhtarı boyutundanenikonu rahatsızdık. Mamelis’e Trakya Üniversitesinin<strong>Azınlık</strong> dışlanmadan eğitimde ve diğerkesimlerde tüm yerel nüfus yararına nasıl çalışabilececeğikonusunu da açmış ve görüşlerini sormuştum.Onunla yaptığım röportajda bu konuyada yer verdik.Mamelis’in Yunan-Türk ilişkilerine ve azınlıksorunlarına olumlu bakışı ve demokratik yaklaşımıbeni etkiledi. Onun bu görüşlerini duyurmakihtiyacını hissettim. Azınlığın her yerden dışlanıptecrit edildiği ve karamsarlık ve umutsuzluğunhüküm sürdüğü o karanlık dönemde bir çoğunlukaydınından gelen bu değişik söylemi Azınlığailetmeliydim. Onunla bir röportaj yapmak aklımageldi. Önerimi sundum, kabul etti. O cuntakoşullarında böyle bir röportajın nasıl bir yürekişi olduğunu ben o zaman tam olarak farkedecekdurumda değildim, ama yaşlı Mamelis bunun bilincindeolmalıydı.1972’lerde azınlık basını henüz röportajı keşfetmişdeğil. Tek yaprak halinde haftalık üç gazeteçıkıyordu, Akın, Sebat ve <strong>Azınlık</strong> Postası. Üçü deSelanik’teki biz öğrencilere geliyordu. Böyle birröportaj için en uygunu <strong>Azınlık</strong> Postası idi. GidipSalahaddin Galip’i buldum, düşüncemi onaaçıkladım. Pek memnun oldu ve beni yüreklendirdi.Meğerse Mamelis’i yakından tanıyormuş.“Onda iki kitabım kaldı. Gümülcine’den ayrılıpSelanik’e yerleşirken iade etmeyi unuttu.” diyesitem etti.Bu röportaj, gazetecilikte ilk adımım olacaktı.Soruları özene bezene hazırladım. Bir de “önsöz”yazdım, iki sayfalık, bir deneme. Orada, diğerleriyanında, Batı Trakya Türk Azınlığı ile İstanbulRum Azınlığının aralarında ilişki kurmaları,dayanışma içine girmeleri, ortaklaşa hareket etmeleri,Atina ve Ankara’yı azınlıklar lehine etkilemeyeçalışmaları gereğinden dem vuruyordum.Mamelis, sorularımı yanıtlamakta çok gecikti.Kendisini defalarca rahatsız ettikten sonra ancakiki ay sonra yanıtları alabildim. Yunanca yapılmışröportajı Türkçeye çevirip <strong>Azınlık</strong> Postası’nagötürdüm ve Salahaddin Galip’e teslim ettim.Ve benim o ilk gazetecilik çalışmam, tamamlanıncayakadar üç ay peşinden koştuğum o röportaj,<strong>Azınlık</strong> Postası’nda yayımlanmadı. SalahaddinGalip bunun nedenini bana hiçbir zamanaçıklamadı, ben de kendisine hiç sormadım. Alındığımıbile göstermedim. İlişkilerimiz, aramızdabu açık konu yokmuş gibi aynen devam etti.Konulan sansürü yorumlamakta çok geciktim.İki azınlığın ilişki kurmaları konusunda dile getirdiğim“çarpıcı” görüşler yayımlanamaz olaraknitelendirilmişti besbelli. Salahaddin Galip,demokrat ve ufku geniş bir aydındı, ama. Onu anlıyordum.Benim yüzümden çatışmaya giremezdi.Çok sonraları, 1995’lerde, ŞAFAKçıların girdiklerigibi. Onlar daha sarp çıktı.Özetle, bizim bağımlı azınlık basınında yazıyazmamak konusunda verdiğim kararın altındayatan nedenlerden biri de bu anlattığım deneyimimdir.Onun için Halil Haki 1975’te İleri’yiçıkarmaya başladığında gazetenin daimî yazanlarındanbiri oldum. Daha sonra AbdulhalimDede’nin çıkardığı Trakya’nın Sesi’nde büyükyüklerin altına girdim. Bu iki gazetede yazı yazdığımiçin bazılarından hep eleştirilere uğradım.Bazı dostlar beni caydırmak için çok uğraştılar.Öbür gazetelerde yazmak için aldığım doğrudanveya dolaylı önerileri duymamazlıktan geldim.<strong>Azınlık</strong> basınında fikir özgürlüğünün ve sansürsüzlüğünyerleşmesi için uğraştığıma inanıyorum.***İki anavatanın sorunlu ilişkilerinden kendinikurtarıp başına buyruk bir kişilik geliştiremeyenve milliyetçilik çıkmazında sıkışıp kalan iki azınlık,kader birliği etmekte olduklarını yeterince kavrayamadı,birbirleriyle bir türlü iletişim ve ilişki kuramadı,bir araya gelemedi. Bazı konularda birliktehareket etmenin sağlayacağı avantajlardan da yararlanamadı.Bundan birkaç yıl önce Yunanistan’danKEMO (<strong>Azınlık</strong> Gruplarını İnceleme Merkezi) ileTürkiye’den Lozan Mübadilleri Vakfı’nın AB’den<strong>Azınlık</strong>ça 7


destekli olarak düzenledikleri (ikisi Gümülcine’de,biri İstanbul’da gerçekleştirilen) üç etkinlik, ikiazınlığın bazı aydınlarını ilk kez bir araya getirdi.İlişki ve tanışma köprüleri kuruldu, ama arkası gelmedi.İlişkilerin devamını sağlayacak koşullar hâlâoluşmuş değil. Görünürdeki dostluğa rağmen ikiulusal merkezin siyasî iradesi bu ilişkilerin devamınıve gelişmesini cesaretlendirici olmadı. İki azınlıkta azınlık çıkarları gerektirdiğinde ulusal merkezlerinarzusu hilafına hareket edecek siyasî olgunluğaerişmiş değil.İstanbul Rumlarını öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum,fırsat düştükçe. Bu yakınlarda böyle birfırsat düştü.Selanik Psikiyatri Hastanesinden on kişilik birgrup, 18-21 Aralık tarihlerinde Balıklı Rum Hastanesinemeslekî-bilimsel bir ziyaret yapmak üzereİstanbul’daydık. Yunanlılardaki geleneğe uyarak,Patrik Bartholemeos’a saygı sunmak üzere onunlada görüştük. Yağışlı hava, başka Rum kurumlarınıziyaret etmemizi engelledi.160 küsur dönümlük bir arsa üzerinde kuruluBalıklı Rum Hastanesi vakfının psikiyatriyle ilgilibölümleri dışında genel hastane olarak çalışan öbürbirimlerini de ziyaret ettik ve çalışmaları hakkındabilgi aldık.Yukarıda sözünü ettiğim İstanbul’daki azınlıklararasıetkinlikte bir Rum sunumcunun şu gözleminianımsadım: “İstanbul Rum cemaati olarak kurumve vakıf yapımız, 200 bin kişilik bir nüfusa hitapedecek bir hacme sahip. Biz ise birkaç bin kaldık.Bu durum büyük sıkıntı yaratıyor.” Bu sıkıntıyı sanırımBalıklı Hastanesi en iyi yansıtıyor.Selanik heyeti, Balıklı vakfının yönetim kurulubaşkanı Dimitrios Karayanis tarafından kabul edildi.Karayanis, bize, hastane vakfının tarihi, birimlerive çalışması hakkında bilgi verdi. Ayrıca RumAzınlığını, sorunlarını, sıkıntılarını ve şikayetlerinianlattı. Heyetten benim Türk Azınlığı mensubuoluşum sohbeti ona göre yönlendirdi ve oldukçauzun sürmesine yol açtı. Ayrılırken, heyet üyelerine,vakfın kuruluşunun 250. yılı münasebetiylebastırılmış lüks albümden birer nüsha hediye etti.Bana iki tane, hem Yunancası hem Türkçesi.Karayanis, Fenerli Rumlardan değil, Giresunkökenli imiş, yani aslen Karadenizli, ama FenerRum kültürünün tipik bir temsilcisi.Şimdi nedir bu kültürün özellikleri? Bir, Rumazınlık milliyetçiliği diyebileceğimiz olay. Yunanmilliyetçiliğinden mesafeli. Gerçi Yunan milliyetçiliğinegeçiş çok kolay olabilmekte. BunuTürkiye’den ayrılan-kaçan Rumlarda görüyoruz.Tümünde değil belki, ama büyük çoğunluğunda.Ancak otantik Rum kültüründe Yunan milliyetçiliğinekarşı mesafe belirgin.Bu çerçevede, Karayanis, örneğin, Yunan heyetiönünde Yunanistan’ın ve Makarios’un Kıbrıs politikasınıeleştirmekten çekinmedi. Bağımsız ve ortakKıbrıs’a inanmadıkları ve anlaşmaları ihlal ettikleriiçin. İstanbul Rumlarında kötü talihlerinin kaynağınınKıbrıs sorunu ve Yunan tarafının hataları olduğukonusunda anlayış genel. Bunu biliyordum.Karayanis bir kez daha doğruladı.“Yunanlılar! Unutmayınız, Yunanistan’ın başkentiKonstantinupolis’tir!” diye bir slogan var ya,“Stokhos” gazetesinin. Hani şu kimsenin artık benimsemediği,herkesin marjinal ve saçma diye gülüpgeçtiği, ama yine kimsenin kınamaya kıyamadığı,herkesin kulağını okşayan o slogan. Bunun,rövanşist, kurtarılmamışçı ve yayılmacı boyutuylaMegali İdea’nın yeniden hortlaması şeklinde İstanbulRumlarına yansıması artık söz konusu değil elbette.Ama bundan 80 yıl öncesine dek İstanbul’unve İstanbul Rumlarının Hellenizmin merkezi olarakaddedilmiş olmasından bazı kalıntılar var. Bu halinbaşlıca tezahürü, ulusal merkez karşısında gururluduruş ve ondan saygı beklentisi.Bundan birkaç yıl önce müteveffa başpiskoposHristodulos ile kavgasında Patrik Bartholomeosböyle bir gururla hareket ediyordu.Karayanis, sohbetimiz sırasında bir ara hiç münasebethasıl olmadan Yunan Başbakanı Karamanlis’ieleştirmeye başlayınca hepimizi şaşırttı. Eleştiri değil,ver yansın etti. Heyetteki hükümet tarafındantayinli iki siyasî sağlık yöneticisinin rahatsız olmamasımümkün değil. Karayanis’in kızgınlığının nedenianlaşılmakta gecikmedi. “Biliyor musunuz,”dedi, “Karamanlis kaç kez İstanbul’a geldi, bir kezolsun burasını ziyaret etmedi.” Balıklı Rum HastanesiRum cemaatinin medarıiftiharı ve Karayanisorasına yeniden çeki düzen veren ve bugünkü çağdaşyapısını kazandıran kişi. Başbakan Karamanlissaygıda kusur etmiş. “Buna karşılık Simitis burasınıüç kez ziyaret etti. Bayan Simitis altı kez. GeorgiosPapandreu beş kez.”Karayanis, “Rum cemaati olarak 1.200 kişi kaldık”diye yakındı. Ben itiraz ettim. “O kadar dadeğil.” Zira göçün durduğunu biliyorum. Az sayı-8 <strong>Azınlık</strong>ça


da da olsa Rumlarda İstanbul’a dönüş gözleniyor.Son yıllarda iş ve ticaret için İstanbul’a yerleşmişve Rum cematine karışmış Yunanlıların sayısı 200’üaşkın. Ülke dışında yaşayan ve Türk vatandaşlığınıdevam ettiren on binlerce Rum var ve bunlardanbir bölümü dönüyor ve dönecek. Rum cemaatiHıristiyan Süryanilerle zenginleşiyor. GeçenlerdeBartholomeos, Anadolu yakasında bir kilisenin yenidenibadete açılışında zehir zemberek bir nutukattı: “Yok olmayacağız!” Ama ben inadına hassasbir noktadan vuruyorum: “Karma evlilik yapmışdaha birkaç bin Rum var. Ama siz onları dışlayıpcemaattan saymıyormuşsunuz.” “Yok öyle şey!”diye gürledi Karayanis. “Bunu ben söylemiyorum.Bir toplantıda bir Rumun ağzından işittim. Karmaevlilik yapanlar böyle bir ırkçı muameleye maruzkalıyorlarmış.” “Yok öyle bir şey! İki yıl önce ölenbenim karım da Türktü. Beni hiç kimse dışlamadı.Dahası ben Türk olan karımı bile cemaat üyesiyaptım.” Dilimin ucuna geldi ama tadsızlık çıkacakdiye söylemedim: “Hanım da Ortodoks olmuşsa.”Söz arasında “Biz azınlık mensupları devlet memuruolamıyoruz.” diye bir vurgulama yaptı. Bende “Şimdiye dek belki olamıyordunuz, şimdidensonra olabileceksiniz.” dedim. “Hayır, olamıyoruz.Bu konuda yasa var. Üniversitelerde öğretim üyeliğihariç. Üniversitelerde azınlık mensubu hocalar var.”“Uygulama demek istiyorsunuz besbelli. Ama böylebir yasa olamaz. Gizli bir direktif veya gizli birgenelge olabilir. Onun da kaldırılması gerek, kaldırılmamışsa.Avrupa’ya uyum içine giren bir olay.”“Hayır, kanun var diyorum. Ne Rum, ne Ermeni,ne de Yahudi Türkiye’de devlet memuru olabiliyor.”“Onu anlıyorum, çünkü yakına dek benim de başımdaydı.Ama bu yasağın resmî kanunla konulmuşolabileceğini benim hafsalam almıyor. Herhalükardabu ugulamanın kaldırılmış olması gerek.”Karayanis, keyfî olarak devlet tarafından elkonulmuş Rum vakıflarını geri almak için mücadeleyürüttüklerini anlattı. “Ama bütün dosyalarAnkara’dan geri geldi. İşte orada masanın üstündeduruyor.” diye şikayet etti.Recep Tayyip Erdoğan’a beslediği sevgi ve saygıyıdile getirdi, onun Rum azınlığının sorunlarıkarşısında iyi niyetli davrandığına inandığını söyledi.“Erdoğan’ı Kasımpaşa’dan gençliğinden beritanırım.” Başbakanla doğrudan irtibatı varmış. VeAK Partinin kurucu üyelerindenmiş Karayanis. Buson söylediği beni bile şaşırttı.Yeri geldikçe Türkiye devletine olan sadakatinihissettirmekten geri durmadı.Bir ara bana dönüp, Türkçe olarak “SizinTrakya’ya buradan birini gönderdik.” dedi Karayanis.Önce anlayamadım. Kimi göndermişler ki?“Aleko’yu.” diye tamamladı. Yunanistan’ın İstanbulBaşkonsolosluğundan bu yakınlarda Trakya’nın“Siyasî İşler” amiri olarak atanan büyükelçi AlekosAleksandris’i kastediyordu. Aleksandris, İstanbulRum kökenli bir hariciyeci. Burada benim ilgimiçeken, “gönderdik” diye onu sahiplenmesiydi. SankiAleksandris’i İstanbul Rum Azınlığının da bir elçisigibi görüyordu. Bu hal, ona yeni görevler yüklüyordemektir. Aleksandris, İstanbul Rumlarınınelçisi olarak ta sınanacak.Selanik heyetinin anlamakta güçlük çektiği durum,Karayanis’in Balıklı Hastanesi vakfı yönetimineRum cemaat arasında yapılan genel oylamaylageldiğini söylemesi oldu. Böyle bir demokratik sürecinolabileceğini tahayyül edemediklerinden.Rum vakıflarında yönetim seçimleri yapılıyor,bu konuda dile getirilen şikayetlere rağmen. Bizim<strong>Azınlık</strong>ta 40 yıldır yapılmıyor, yasada öngörülmesinerağmen, ve vakıfları boğmak ve etkisiz hale getirmekiçin Yönetim elinden geleni ardına koymuyor.İnsanın aklından şu düşünceler geçiyor: Hukukaaykırılığı artık genelde kabul edildiği halde, mütekabiliyet(misilleme) ilkesi devlet mantığındansilinip atılmıyor. Şimdi, Rum Azınlığın vakıf mülkleri,Türk Azılığınkilerle karşılaştırılmaz ölçüdekat kat çok ve değerli. Bu hal, vakıflar konusundaYunanistan’ın elindeki misilleme silahını neredeyseetkisiz kılıyor. Rum Azınlığın ve Yunanistan’ın çıkarlarıhiç olmazsa bu konuda misillemeye başvurmayımenediyor. Tersine, bu çıkarlar, Türk Azınlığınvakıflarına mümkün en büyük özgürlükleritanımayı gerekli kılıyor. Yüzümüzde gözümüz varumuduyla, Türkiye de tamamen değilse bile kısmenRum vakıfları için aynı özgürlükleri tanımak zorundakalacaktır veya vakıfları sıkıştırmayı gevşetecektirdiye. Bunu düşünmek için zeki olmaya gerek yok.O halde Yunanistan’ın 40 yıldır izlemekte olduğuboğucu vakıf politikasını nasıl izah etmeli? Besbelliaptallığın dibi yok. Veya Yunanistan, Rum Azınlığınınçıkarlarını ayakkabılarının altına yazıyor. VeTürk Azınlığını etkisiz hale getirmek, politikasınınöncelikli hedefini oluşturuyor.Onun için diyorum, iki azınlık arasında iletişimve dayanışma şart.<strong>Azınlık</strong>ça 9


PerspektifFatih Nazifoğlufnazifog@yahoo.grEğitim mi tartışılıyor?Film: Eğitim SöyleşisiOyuncular: 3 siyasetçi, 1 öğretmen,1 dernek başkanıYapımcı: G.A.TSeyirci: ARANIYOR!******Eğitim mi tartışılıyor?Genç Akademisyenler Topluluğu’nun (G.A.T) 3Ocak 2009 tarihinde “Eğitim Söyleşisi” gerçekleştireceğiniöğrendiğimde epey heyecanlandım doğrusu.“Azınlığın kanayan yarası” diye atfedilen eğitimüzerine gençler söyleşi düzenleyecek, –o zamanakadar G.A.T.’taki arkadaşlardan edindiğim bilgileregöre– eski ve hali hazırdaki milletvekillerimiz veeğitimciler konuşmacı olarak yer alacak, anaokuluve ilkokul eğitimi ile ilgili sorunlar tartışılacak veyeni fikirler ortaya atılacaktı.En azından ben böyle olacağı yönünde umutluydum.3 Ocak Cuma akşamı söyleşiye geç kaldığımı sanarakhızlı adımlarla Gençler Birliği’ne doğru ilerlerkentoplantı keşke bir otel salonunda veya dahabüyük bir salonda gerçekleşseydi diye düşünüyordum.Lokale girdiğimde gençlerin özene bezenehazırladıkları ortama rağmen düşüncelerim de, oheyecanım da, yavaş yavaş azalmaya başladı. Dopdolubulacağımı sandığım lokalde taş çatlasın 35-40 kişi ya vardı ya yoktu. İşin trajikomik yanı gençlerindeğer verip davet ettikleri konuşmacıların bile,geç kaldığını sanan benden sonra, söyleşiye iştiraketmesiydi. Bir yarım saat kadar da davet edilen bazı“ağalar” teşrif edip de bizi “onurlandırırlar” diyebekledikten sonra nihayet söyleşiye başlanabildi.İlk söz alan Batı Trakya Azınlığı Yüksek TahsillilerDerneği Başkanı Ahmet Kara, derneğin faaliyetlerinianlatırken, “Yunanistan’ın yanlışı” olaraknitelendirdiği ve ne zaman yürürlüğe girdiğini bilebilmediği (!) %0,05’lik kontenjanı belki de düzeltmekiçin dernek olarak bir şeyler yapmaya çalıştıklarınıbelirtti. Problemin çözümü için neden temelindendeğil de, çatısından başlandığını eleştirdi.Kendisine o söyleşiyi düzenleyen öğrencilerdenYunanistan’da okuyanlarının %99’unun şu andabahsedilen o kontenjan sayesinde öğrenim gördüklerini,yine Türkiye’de öğrenim görenlerin deTürkiye’de uygulanan kontenjandan istifade ettiklerinihatırlatmakta fayda var elbette.Acaba Türkiye’de uygulanan kontenjan da“Türkiye’nin yanlışı” mı? Başkan bu konuda bir şeydemedi. A. Kara problemlere çözüm olarak ise tümkurum, kuruluş ve aydınların bir araya gelip tartışmasınıönerdi.Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Başkanıİbrahim Toraman ise sözlerine bu topraklara nasılgeldiğimizi (!) anlatarak başladı. Konumuz eğitimmi demiştik? Neyse, tarih dersi niteliğinde devameden konuşmasında sayın Toraman, azınlık eğitiminintarihçesini uzun uzun anlatarak en azındandaha önce hiçbir konuşmasını dinlememiş olmaihtimali yüksek olan salondaki bazı gençlere “azınlıkeğitimi tarihi” dersi verdi. Daha önce Toraman’ıdinlemiş olanlar ise benzer şeyleri bir kez daha din-10 <strong>Azınlık</strong>ça


lemekle yetindiler. <strong>Azınlık</strong> eğitimi tarihçesini, uluslararasıve ikili anlaşmaları v.s. gençlere anlatmaktave bunları gençlerin bilmesinde tabi ki de fayda var,ama bu başka bir etkinlikte gerçekleştirilebilirdi.Böylece katılımcılar da yorulmaz, mevcut sıkıntılaraçözüm teşkil edecek fikirlere ağırlık verilirdi. Zateneğitimdeki sıkıntılarla ilgili bir etkinlik gerçekleştirenbu gençlerin söyleşi öncesinde eğitimdekisıkıntılar hakkında kendilerinin araştırma yapmasıgerekmez mi?Nitekim söz sırası siyasetçilere geldi ve ilk olarakRodop milletvekili Ahmet Hacıosman’a söz hakkıverildi. A. Hacıosman konuşmasına özeleştiride bulunarakbaşladı. Eğitimin hiç anılmadığını, başkakonuların gündeme taşındığını ama maalesef eğitimkonusuna gerekildiği kadar değinilmediğini belirttiöz eleştirisini yaparken ve biz de “Ne iyi etmişinizefendim, aferin size” dercesine alkışladık kendisinikonuşmasından sonra. Onun dışında, eğitiminaçık alanda, köyün ortasında tartışılması gerektiğiniifade etti. Eğitim tartışılmalı, konuşulmalı deyiportaya çözüm sunulmadığı ve fikirler tartışılmadığımüddetçe, ister Gençler Birliği lokalinde tartışılmışister Sirkeli meydanında ne fark eder ki?Zenginis’in kitapları konusunda verilen mücadeleyiörnek vererek Hacıosman mücadelenin şartolduğunu, mücadelesiz ve fedakârlıkta bulunmadanbir yere varılamayacağını dile getirdi.A. Hacıosman 11.07.08 tarihinde Chris&Eveotelinde anaokulları ile ilgi gerçekleştirdiği toplantıdada “yollara dökülelim” demişti, ama ne yoladöküleni gördük biz, ne de bu konuyla ilgili başkabir toplantı gerçekleştiğini.A. Hacıosman’dan sonra söz sırası Batı TrakyaAzınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (B.A.K.E.Ş.) BaşkanıGalip Galip’teydi. “Gençler bizlerden de birşeyler duymak istiyorlardır diye koştuk buralara”diyen G. Galip, duyarsızlıktan yakındı, halkın vevelilerin daha bilinçli bir hale getirilmesi gerektiğinisöyledi. <strong>Azınlık</strong> eğitiminin özelliklerini bilmemizgerektiğini hatırlattı ve “Bir toplum anadilini,tarihini, örf ve adetlerini, geleneklerini, dinini,kültürünü bilmezse yok olmaya mahkûmdur” diye“slogan” attı. Konuşmasının geri kalan kısmı iseB.A.K.E.Ş.’in faaliyet ve sıkıntılarını anlatmaklaGenç AkademisyenlerTopluluğu’nun (GAT) 3 Ocak 2009tarihinde “Eğitim Söyleşisi” gerçekleştireceğiniöğrendiğimde epeyheyecanlandım doğrusu. “Azınlığınkanayan yarası” diye atfedilen eğitimüzerine gençler söyleşi düzenleyecek,–o zamana kadar Gatçıarkadaşlardan edindiğim bilgileregöre– eski ve hali hazırdaki milletvekillerimizve eğitimciler konuşmacıolarak yer alacak, anaokuluve ilkokul eğitimi ile ilgili sorunlartartışılacak ve yeni fikirler ortayaatılacaktı. En azından ben böyleolacağı yönünde umutluydum.geçti. Zaten bir gün önce (02.01.09) yayımlananGündem gazetesinde de aynı şeylerden bahsettiğibir röportajı vardı G. Galip’in.Gecenin son konuşmacısı Rodop ili eski milletvekiliMustafa Mustafa’ydı. “Yeterince içiniz karardımı? <strong>Azınlık</strong> demek ağlanmak demek, bunu güzelceöğrenmeniz lazım…” M. Mustafa da bu sözlerlebaşlayınca konuşmasına, aman bir “ağlayan” dahamı diye düşündüm. Neyse ki sözlerinin devamıhiç de “ağlamakla” geçmedi. Eğitim konuşulurken“bizi asimile edecekler” noktasından başlanmamasıgerektiğini belirtti, kendi kimlikleriyle barışık kişilerinkolay kolay asimile edilemeyeceğine vurguyaptı.İlkokullardaki Yunanca eğitimiyle ilgili de şöylebir öneride bulundu: “İlkokulun 1,2 ve 3’üncüsınıflarında Yunanca’nın dil öğretmeye yönelik basitçağdaş bir Yunanca öğretme sistemiyle belirli<strong>Azınlık</strong>ça 11


ir noktaya kadar getirilmesi ve ondan sonra diğeralanlara yayılması gerekiyor.” Çift dilli anakokulu/okullar konusunda da Almanya’da yaşayan Türkve Yunanlıların deneyimlerinden yararlanmamızıönererek, bu konuda uluslararası deneyimleri olaninsanları bulup faydalanarak çağdaş bir eğitim sisteminitalep etmemiz gerektiğini belirtti.M. Mustafa %0.05’lik kontenjanı olumlu birgirişim olarak değerlendirirken, bunun hükümetinmecbur kaldığından dolayı sağladığı pozitif ayrıcalık(positive discrimination)1 olduğunu söyledi.“Lozan, artı 1954, artı 1968. Eğer bizim işimiz bu3 anlaşmada bittiyse politikacıya ihtiyacımız var,bilim adamına ihtiyacımız yok” diye sözlerine sonverirken, bu söyleşide de üç siyasetçinin ve sadecebir eğitimcinin olması acaba şans eseri mi diye düşünmedenedemedim!Sözlerinin devamında zaman zaman o da “geçmişe”gitse de, “geleceğe” de en çok değinen yineo oldu.Ne umduk ne bulduk?Galip Galip’in dediği gibi gençler bir şeylerduymaya gelmişti. Söyleşinin amacı neydi? Eğersöyleşinin amacı “mevcut problemleri bir kez dahadile getirmek” ise, o zaman çok başarılı bir söyleşioldu. Ama zaten bunlar gerek gazetelerde gerekbaşka toplantılarda defalarca dile getirilmiyor mu?Yukarıda da belirttiğim gibi, madem eğitimle ilgilibir söyleşi gerçekleştirilecekti, gençlerin kendilerininmerak edip araştırma yapıp hazırlıklı gelmelerigerekirdi zaten.Ama katılımdan pay biçecek olursak, galibagenç öğrenciler G.A.T.’ın sadece “gezileri” ile ilgileniyorlar.500’ü aşkın üyesi olan G.A.T.’tan etkinliğe,etkinliği organize edenler dışında sadece 8-10G.A.T. üyesi (!) katılıyorsa, geri kalanlara havanınsoğuk olması da mazeret olur, toplantıyı G.A.T.’ındüzenlemesi de.Kaldığım yerden devam ediyorum. Eğer söyleşininamacı “mevcut eğitim problemlerine çözümsunmak” ise konuşmacıların ne söylediklerini diğergazeteler de yazdı, ben de yansımayanları aktarıpyorumlamaya çalıştım. Anlatılanlar ortada. MustafaMustafa’nın sunduğu bir iki değişik öneri dışında– ki ona da o yüzden kendime göre bir “ayrıcalık”uyguladım ve iki paragraf ayırdım – 90’lı yıllarınmoda şarkılarından birinin dediği gibi “gerisi bayat,hep aynı nakarat”tı.Eğitim ile ilgili bir söyleşi düzenlendi ve göze ençok çarpan iki eksik vardı. O da öğrenci ve öğretmenlerineksiği. G.A.T.’çı arkadaşlar gerek kamerasıyla,gerekse de projektörüyle organizasyon açısındantam not aldılar.Keşke lafını hiç sevmem ama keşke konuşmacılararasında G.A.T.’ın eğitim hakkında görüşlerinidile getirecek bir öğrenciyi de görebilseydik ve bukonuda da tam not alsalardı. Ama bu söyleşide enson eleştirilecek birileri varsa, söyleşiyi düzenleyenve orada bulunan öğrencilerdi. O yüzden onlarafazla yüklenmek, haksızlık olur.Peki ya öğretmeler neredeydi? Galiba onlaragöre eğitimde havalar “hoş”, fakat söyleşi gecesihava “soğuk” olduğundan, gel(e)mediler.– “Efendim, <strong>Azınlık</strong> Eğitimi Çalışma Grubu’nunbizlere sunduğu bilimsel araştırma sonucunda, ilkokulmüfredatının...”– “Yok, size katılmıyorum bence bu programda...”<strong>Azınlık</strong> önde gelenlerinin eğitim konusundayukarıdaki diyaloga benzer diyaloglarla geçen birsöyleşisini hayal eden bir genç olarak, çok mu hayalperestimacaba?Etkinliğin sonlarına doğru söz alan, halk şairimizDoktor Hasan Ahmet, gecenin belki de enanlamlı eleştirisini dile getirerek tüm olan biteni şusözlerle özetledi: “Eğitim bir türlü tartışılmaz. Esasındabir şey de tartışılmıyor. Böylesine duyarsızlık,böylesine vurdum duymazlık var bu toplumda.”1. “Pozitif ayrımcılık” daha doğru ve olumlu dilbilgisi ifadesiyle;“pozitif ayrıcalıklar” yalnızca “dezavantajlı” gruplaramensup bireylere verilen ekstra haklardır.12 <strong>Azınlık</strong>ça


AnalizSamim Akgönülakgonul@umb.u-strasbg.fr<strong>Avrupalılık</strong> ve <strong>Azınlık</strong>İlginç bir durumu dikkatinize sunmak istiyorum.Türk kamuoyunda Avrupa ile ilgili herşeyekarşı son derece keskin bir tepki olduğu bir gerçek.Gerek ulusal basında gerekse azınlık basınında Avrupakonusu açıldığında son derece sert yorumlaryapılmakta, Avrupalıların “bizden” farklı oldukları,“bizim” kötülüğümüzü istedikleri, “bizi” dışladıkları,Sevr planlarını gündeme getirdikleri, zaten Türklerihiç sevmedikleri tekrar tekrar dile getirilmekte.Ancak Türklük kimliğinin tanıtımı yapıldığında,hiçbir Türk’ün “Avrupalı” olduğuna dair bir şüphekalmıyor, AB’ye giriş sürecinde kullanılan söylemlerdeTürkler’in Avrupalı oldukları ve bu üyeliğihak ettikleri ısrarla yineleniyor. Elbette buradabir çelişki görmek mümkün, içe doğru kullanılansöylemlerde “ötekilik” ağır basarken, dışa yöneliksöylemlerde “aynılıktan” dem vurulmakta. Ancakson tahlilde Avrupalılığın bir elli yıl önceki pozitifimajının zayıfladığını söyleyebiliriz.Konunun incelenmesi Batı Trakya Türk Azınlığısöz konusu olunca daha da ilginçleşiyor. <strong>Azınlık</strong>takigruplar kendi var oluşlarının devamını sağlamakiçin çoğunluk kimliğine karşı keskin bir söylemgeliştirirler, bu doğrudur. Aynı gruplar, azınlık varoluşunun doğasından dolayı, çoğunlukla farklarınınaltını çizer, benzer yanları sümen altı ederler,bu da normaldir. Ancak <strong>Azınlık</strong> söyleminde aynıTürkiye’de varolan Avupa karşıtlığı karakterinianlamak da, o kadar kolay değildir. Sonuçta BatıTrakya Türk Azınlığı’na mensup bireyler hemcoğrafî, hem hukukî hem de kimliksel olarak enaz diğer Avrupalılar kadar Avrupalıdırlar. DolayısıylaAvrupa değerlerinin inşâsına katkıda bulunduklarıiçin gururlanabilirler ve Avrupa’da kötügiden şeylerin sorumluluğunu diğer Avrupalılar’lapaylaşmaktadırlar. Belçika’daki Alman azınlıklaİspanya’daki Basklar nasıl aynı derecede Avrupalıysa,Yunanistan’daki Türk azınlıkla Fransa’daki Korsikalıazınlık aynı derece Avrupalıdır.Ortak olarak gurur duyacak sey çoktur. AvrupaKonseyi İnsan Hakları Şözleşmesi, Avrupa’nınortak gururudur. O kadar eskiye gitmeye gerekyok, “Ulusal <strong>Azınlık</strong>ların Korunması Çerçeve Sözleşmesi”Avrupa’nın ortak gururudur. Yunanistan1997’de imzalayıp hâlâ onaylamamış olsa da, Türkiyene imzalamış ne de onaylamış olsa da, ortakgururdur. Azınlığın bu sözleşmeye hem kurumsalolarak hem de bireysel olarak sarılması gerekir.<strong>Azınlık</strong> ve Bölgesel Diller Şartı, Avrupa’nın ortakgururudur. Evet doğrudur bu Şartı ne Türkiyene de Yunanistan imzalamamıştır. Ancak <strong>Avrupalılık</strong>,birey olmakla eşdeğerdir, yani devlet politiklalarındanbağımsız olarak bir düşünceye sahip olmak,değerleri savunmak, hür olmakla.Ama hepimiz, azınlık ya da çoğunluk, Avrupa’nın utançlarına da ortağız. Avrupa’nın birçok ülkesindeRomlara uygulanan insanlık ve <strong>Avrupalılık</strong>dışı politikalar ortak utancımızdır. Fransa’da “yasadışı”göçmenlerin her sene otuz binerlik gruplarhalinde sınırdışı edilmeleri ortak utancımızdır; eskive yeni azınlıklara yapılan ayrımcılıklar, aşağılamalarortak utancımızdır. Ortadoğu’da yaşanan insanlıkdramı karşısında eli kolu bağlı kalmak ortakutancımızdır. Ama bu dramı bahane edip AvrupalıYahudi bireylere karşı geliştirilen ırkçı söylem ve fizikselsaldırılar da ortak utancımızdır. <strong>Avrupalılık</strong>iki durumda da sorumluluğu kabul edip, daha iyiye,daha aydınlığa gitmek olarak görülmelidir.<strong>Azınlık</strong>ça 13


YolcuElçin Macarelcinmacar@yahoo.com1930 Ankara Anlaşması ile Türkiye ve Yunanistan,20’li yıllara damgasını vuran nüfus mübadelesindenarta kalan sorunları tasfiye ettiler. Anlaşmayagöre Batı Trakya’da yerleştirilen muhacir Rumlaryerlerinden çıkartılmayacak, azınlık işgale uğramışya da elinden çıkmış mallarını geri alamayacak ancakbir tazmin söz konusu olacaktı.Ancak bu anlaşma azınlığı memnun etmedi.<strong>Azınlık</strong>, Lozan’daki haklarının zedelendiğini düşünüyordu.Ayrıca Bulgaristan’ın yayılmacı eğilimlerindençekinen, Yunanistan ve Türkiye’nin deiçinde bulunduğu Balkan ülkelerinin 1934 BalkanAntantı’nı imzalama süreci, yani “Bulgar tehdidi”de azınlığı rahatsız etti. Çünkü Bulgaristan’ın “tarihsel”yayılma alanı ve Ege’ye çıkış yolu bu bölgeydi.Bu hoşnutsuz atmosfer ve kaçmaların başlamasıüzerine, Atina Elçiliği ve Gümülcine KonsolosluğuAnkara’yı yeni bir göç dalgasına karşı uyardı.Türkiye’nin temel politikası azınlığın yerinde kalmasınısağlamak ve Türkiye’ye göçü engellemekti.Atina’daki Elçi’nin emriyle, 3. Katip (raporda“yazgan”) Recep Bey 12 Aralık 1934’te Atina’danyola çıkarak Batı Trakya’ya geldi. Gümülcine KonsolosuSelim Rauf Bey ile köyleri ziyaret ederek,azınlığı göç etmemeye ikna etmeye çalıştılar. İsimisim eksikleri tespit ettiler. Son üç ay için bulduklarısayı yani Türkiye’ye kaçanlar 700’ü bulmuştu,bozuk yollar nedeniyle ulaşılamayan yerler de hesaplandığındabu rakamın 1.000’i bulabileceğinidüşünüyorlardı. Recep Bey, yirmi gün süren bu1934 tarihli göç raporugeziyi 17 sayfalık bir rapor haline getirerek Elçi’yesundu.En çok göçün Şapçı’dan olduğu anlaşılıyordu.Önce oraya gidildi. Bunu, Dedeağaç yöresi takipetti. Yenikaraağaç (Nea Orestia), Dimetoka, Sofuluvb. ziyaret edildi. Amaç göçün nedenlerini anlamakdeğil, göçü önlemek ve nasihat etmekti. Bu nedenlebu gezide görevliler Türklere göç nedenlerinisormadılar. Ancak yanlarındaki Yunan refakatçilersorduklarından, not aldılar. Buna dayanarak göçünnedenleri şöyle sıraladılar:Arazi darlığı ön sıralarda gelmektedir. Bu ençok İskeçe’de Soğanyakası ve Yaka taraflarında dilegetiriliyor. Buralarda aile başına ortalama birbuçukdönüm tarla düşüyor, bu da geçime yetmiyor,köylüyü tütün ameleliğine mecbur bırakıyor. Arazidarlığının başlıca sebebi olarak, bu bölgeye çok fazlamuhacir yerleştirilmiş olması ve Türklerin icarlaişledikleri büyük çiftliklerin hükümetçe satın alınarakmuhacirlere dağıtılmış olması gösteriliyor.İskeçe’nin ova kısmındaki köylünün durumununnispeten yerinde olduğu anlaşılıyor. Evros veRodop’un Şapçı bölgesinde, memurlar sahipsiz arazileritespit etmekte, bunları Türkler dahil topraksızköylülere dağıtmaktadır. Dolayısıyla bu bölgelergörece iyi durumdadır.Bir diğer sorun, Rum muhacirler ile yerli Türkleringeçinememesidir. Rapor bunun nedeni olarak,mal ve mülklerini bırakarak Yunanistan’a gelenRumların buradaki Türklere dostane hisler besle-14 <strong>Azınlık</strong>ça


memelerini, Türklerin ise “çok yüksek izzetinefsi vefazla hassasiyeti” ile açıklıyor. Ekinleri ateşe verme,bıçaklama, arazi işgali, tehdit vb. görülen durumlar.İçinde muhacir olmayan köylerin bu sıkıntılarıyaşamadığı ancak onların da korucularını Rumlardanseçmek mecburiyetini hissettikleri belirtiliyor.Ayrıca köylü şikayetlerini iletebileceği bir makambulamıyor. (Bu ulus-devletlerin tipik davranışıdır.<strong>Azınlık</strong> bir “milli mesele” olduğu için tek bir muhatabıyoktur, “kurumlarüstü” bir konudur. Ayrıcabir memur azınlık mensubunun bir derdini çözerse,“milli politika”ya aykırı davranmış olma ihtimal dahilindedir,başına iş açılabilir.)Başka bir konu okulsuzluk ve öğretmensizliktir.Bu bazıları için “sarıklı hoca” bulamamayı ifadeederken bazıları için de çocukları için ders okutacaköğretmen yokluğu anlamına gelmektedir. Yunanhükümeti konuyla hiç ilgili değildir. Öğretmenlerinmaaşını köylüler verdiği için, 10-15 hanedenoluşan köylerin öğretmen tutma olanakları da pekyoktur. Buna zaman zaman eski-yeni alfabe çatışmasıda eklenmektedir. Ancak okulların çoğundayeni harflerle eğitim verilmektedir.Hükümetçe atanan ve azınlığın haklarını istediğişekilde kullanan müftüler ise ayrı bir sorun oluşturmaktadır.Dimetoka Müftüsü Veliyüddin Hocagibi Türkiye’den kovulmuş olanları da vardır.Rapora göre, yaptıkları en büyük kötülük, azınlıkarasında nefreti körüklemektir. Ayrıca Türkiye’denfirar etmiş olanların Yunan Hükümeti’nce himayesiteessür uyandırıyor. Örneğin Konyalı Nuri’nin DimetokaTürk okuluna öğretmen yapılmadığı takdirdecemaat heyetini azledeceğini söyleyen GenelVali’nin yazısı cemaati rencide etmiştir.Göçün psikolojik boyutuna gelince; teşvik vehimaye kavramları öne çıkıyor. Azınlığı Türkiye’dengelerek göçe teşvik edenler ile yerli halktan teşvikçilerolarak iki gruptan söz ediliyor. Türkiye’yegidenlere ev, tarla ve hayvan verildiğini anlatanTürkiye’den gelen teşvikçilerin en büyük amacı,ucuz amele bulmak ya da sınırdan kaçıracakları şahıslardanpara kazanmak. Yerlilerin amacı ise arazispekülasyonu yapmak, gidenlerin malını mülkünüyok pahasına kapatmak.Şimdiye kadar gidenlerin Türkiye’de himayegörmüş olmaları da buradaki Türkleri cesaretlendirmekte.Her sene harman sonunda kaçanlarınmiktarı 300’ü buluyormuş. Gümülcineli olan NüfusGenel Müdürü Ali Galip Bey’in hemşehrilerininiskanı ile yakından alakadar olduğu söylentisiçok konuşulur olmuş. Tam tersine Ali Galip Bey,hemşehrilerinin yerlerinde kalmaları nasihatındabulunuyormuş ama bu böyle yayılmış bir kere…Türkiye’deki akrabaları tarafından yapılan davetlerde önemli bir etken haline gelmiş. Sofulucivarındaki birkaç köyde 17-18 yaşında iki gençtenbaşka erkek kalmadığı, köylerin yalnız kadınlardanoluştuğu bilinmekte. 10-15 hanelik köylerdengerçekleşen göçler, orada geri kalanların yaşamınızorlaştırmakta, onları da göçe mecbur bırakmakta.Diğerleri kadar baskın olmasa da, askerlik yapmamaarzusu ya da banka borcu da bir göç nedenioluşturuyor.Türkiye’ye göç iki yolla oluyor. Pasaportlu vepasaportsuz. Pasaportlular da iki grup. İlki, ki buküçük bir grubu oluşturuyor; pasaportu olup da,bir süre ile sınırlı olarak konsolosluktan vize alıpgidenler; geri dönmüyorlar. İkinci grup, pasaportuolduğu halde vize alamayanlar. Bunlar genellikleDedeağaç’tan kayıklarla ayrılıp Enez sahillerine çıkıyorlar.Pasaportsuzlara gelince, bunlar Meriç’in muhtelifnoktalarından özellikle Gavur adası tarafındansınırı aşıyorlar.Rapora göre alınacak tedbir, sınırı geçenlerinne olursa olsun iadesidir. Geride kalanlara,işin ciddiyetini gösterecek yegane çare de budur.Ancak bu noktada, malını mülkünü satıp gelmişolanların, iade durumunda perişan olacakları, YunanHükümeti’nden bir yardım görmeyecekleri deaçıktır. Bu nedenle, geri çevrilecek olanların nüfusuaz olan ailelerden ya da bekarlardan seçilmesi, birçokkişinin perişan olmasını önleyebilir. Raporunsonuç kısmına göre, azınlığın koşullarının ıslahı gerekliolmakla beraber, İskeçe’nin Soğanyaka’sı hariçolmak üzere, durum bir göçü gerektiren mahiyettedeğildir.*<strong>Azınlık</strong>ça 15


Algı(lamak)Herkül Millasmillas@otenet.gr16 <strong>Azınlık</strong>çaYahudileri ne kadar sevmezsiniz?“Bahane”nin sözlük anlamı, bir şeyin gerçeknedeni gizlenerek ileri sürülen sözde “neden”dir.Gazze’deki saldırı, bu günlerde Yahudilere karşıduyulan öfkenin bahanesi mi, sonucu mu? Aslındabu sorunun yanıtını bilemeyeceğiz ve iki şıktanbirini iddia edenler de savundukları tezi kesin birbiçimde kanıtlayamayacaktır. Bahane çok çetrefilbir durumdur. Kötü davranan birine saldırdığınızdaörneğin, bunu terbiyesizliğine mi karşı yaptınız,yoksa çocukluğunuzdan beri ona karşı beslediğinizbir husumetten mi? Belki kıskançlıktan, belki önyargınızdan? Nasıl bilebilirsiniz, nasıl kanıtlarsınızgörüşünüzü?Türkiye’de bir ‘kültür’ dernekleri federasyonubaşkanı ‘Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez,köpeklere giriş serbest’ tabelası ile gösteri yapmış(Gazeteler 11/1). Başkan ‘ırkçılık bunun neresinde?’diye hayretler içindeymiş. O, haksızlıklarıprotesto ediyormuş. Başkan bey Türkiye’ye kızanbirinin ‘Türkler ve köpekler girebilir’ dese alınır mıacaba? İşte önyargı böyle bir şeydir: sahibi bunu negörür, ne sezer, hatta varlığından şüphe bile etmez.Yunanistan’da ise son günlerde Yahudi azınlığınınbazı sinagoglarının duvarlarına sloganlar yazıldıve taraf olmaları istendi, gazetelerde Yahudiler Nazilereeşit resmedildi, Yahudi tarihiyle ilgili bir seminerve ilgili üniversite dersleri baskı sonucu iptaledildi. En kötüsü bu ırkçılığa karşı kamu oyu veaydınlar genelde sessiz kaldı. Karşı çıkanlar birkaçkişiydi ancak, ve yurt dışından yabancılar. InternationalHelsinki Federation for Human Rights gibibu yabancılar da olmasa uçurumlara yuvarlandığımızıfark edemeyeceğiz!Ama Fransa’da da Gazze olayları başlayalı ellibeş ırkçı saldırı olmuş (Kathimerini 14/1). Yahudikarşıtı söylem hız kazanmış, sinagoglara saldırılmış.Sarkozi soğukkanlılık önermiş, suçlularıncezalandırılacağını söylemiş. Dünyanın bir çokülkesinde görülen bu Yahudi karşıtı eylemlerırkçılık mı sayılmalı, yoksa Filistinlilerden yanaeylemler mi? Yanıt, doğal olarak ‘ırkçılık’ sözcüğünevereceğiniz tanıma bağlı. Irkçılığı insanlarıfırınlarda yakmak olarak tanımlarsanız, bu Yahudikarşıtlığı siyasi protesto sayılır. Yok, bir olayve durumla ilgisiz kimseleri soyları, dinleri, dilleriyüzünden bir bütün olarak görmeyi ırkçılıksayıyorsanız bu sıraladığım olaylar da siyasetinçok dışında olaylardır. Karar okurundur. Doğalolarak kişisel sorumluluk da.Bir test: önyargı var mı?Tarih içinde Yahudilere yapılanları ve haklarındasöylenenleri bir hatırlatayım isterseniz.Sonra da bu geçmişin mirasçısı olan bizler önyargılıolur muyuz, olmaz mıyız, siz kendinizkarar verin.İ.S. 135 yılından sonra Romalılar Yahudileridiyasporada yaşamaya mahkum etti.Afganistan’dan İspanyaya her yana sürüldüleryüzyıllarca. Her yanda dışlandılar. Özellikle OrtaÇağda Avrupa’da sürekli kovuldular. Fransa’dan(1306), İngiltere’den (1209), İspanya’dan(1492), Portekiz’den (1496). Reform dönemi hiçyaramadı, Almanya’da da dışlandılar. Sonra hersıkıntı (bulaşıcı hastalık, kuraklık gibi) onlara


mal edildi, pogromlar yapıldı. Hitler işi bitirmeyegirişti. Shakespear’in Venedik Tüccarı’nındaki ‘tefeci’Shylock gibi tiplerin Yahudi stereotiplerine dönüşmesiböyle bir geçmişin sonucudur. Yunan edebiyatınıincelerseniz Yahudiler arada ‘Türklerden dekötü’ kimseler olarak resmedildiğini görürsünüz.Türk okurunun tepkisi öngörülebilir: ama Müslümandünya ve hele Türkler hiç öyle davranmadı,diyeceklerdir. İki temel farkı kabul etmek gerek.Herhalde bir nicelik farkı var, bir de zaman içindegecikme. Ama önyargılar yerli yerinde. Özel araştırmadımama ne zaman bir metne el attımsa aynı sakatlığıgördüm. On dördüncü yüzyılda Anadolu’yugezmiş olan İbni Batuta’yı okuyordum, aliminMüslümanlarla oturma cüretini göstermiş olan birYahudi doktora nasıl öfkelendiğini ve nasıl ‘mel’unahaddini bildirdiğini’ gördüm. Türkiye DiyanetVakfı yayınlarından Dr. M. F. Kesler’in Kur’an-ıKerim’de Yahudiler ve Hıristiyanlar (1995) adlıçalışmasını okuyordum, benzer havayı gördüm:‘Yahudiler insan olma özelliklerini kaybetmişlerve hayvanlardan bile aşağı seviyeye düşmüşlerdir’(s. 200) gibi cümleler çoktur kitapta. Türkiye’dekiırkçı edebiyattan, basından, Sabetaycı söylemdende söz edilebilir tabi. Irkçı pratiğe gelince, 1930’luyıllardaki (tarihçilerin bile ‘bilmediği’) Yahudi karşıtıuygulamaları, Varlık Vergisini, 6/7 Eylül olaylarınıhatırlatabilirim. Hitler’in ‘Kavgam’ kitabınınTürkiye’de on yıllarca en çok satan kitaplardan olduğunubilir misiniz? Hileci ve düzenbaz anlamınagelen Çıfit lafı Türkçe’de var maalesef. Halk dilinenasıl yerleşmiş dersiniz? Geçenlerde gördüğümüzYahudiler/köpekler söylemi de ancak böyle açıklanabilir,sinagoglara, mezarlıklara saldırılar da öyle.www.azinlikca.orgDünyamız maalesef böyle bir dünya. Irkçılığıiçinde barındıran bunu göremez, dedik. Ama önyargınınvarlığından şüphelenmesinde yarar vardır.Kuşku, insanın kendisini anlaması için yararlıdır,demek istiyorum. Şimdi… bu yazıdan eğer İsrailpolitikasını desteklediğimi anladınızsa, bu testtebaşarısızdınız demektir. Siyaset yapmak için ırkçılıkgerekmiyor ki? İsrail’in politikasını eleştirmenin biryordamı olarak her bir Yahudi’yi sorumlu saymayıhala ırkçılık saymıyorsanız, rahat uyuyorsunuz demektir.Ne mutlu size.*<strong>Azınlık</strong>ça 17


ParadoksDimostenis Yağcıoğludimostenis@rocketmail.comKutsallaştırılmış veya İdealize Edilmiş GeçmişinDaha İyi Bir Geleceğe Engel OlmasıBu yazımda felsefi, ama çok önemli pratik sonuçlarıolan, bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.Eğer mümkün olan en başarılı dönemin,ulaşılabilecek en mükemmel düzenin, geçmişte yaşandığınainanıyorsak, ilerleyip gelişebilir miyiz?Nâzım Hikmet, en sevdiğim şiirlerinden birindeşöyle der:En güzel deniz:henüz gidilmemiş olandır.En güzel çocuk:henüz büyümedi.En güzel günlerimiz:henüz yaşamadıklarımız.Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:henüz söylememiş olduğum sözdür... 1Hapiste ve kötü şartlar altında yazılmış bu mısralarsadece şairin iyimserliğini ifade etmez, onunkendi potansiyeline ne kadar inandığını da gösterir.Eğer Nâzım en güzel günlerinin geçmişte kaldığına,artık bundan sonra öyle günler yaşayamayacağına,veya bundan sonra söyleyeceği hiçbir sözün geçmiştesöylediklerinden daha güzel olamayacağına inansaydı,böyle bir inançla hareket etseydi, hayatınıngeri kalan bölümünde aynı büyüklükte ve önemdebir şair olabilir miydi? Bence olamazdı.Oysa toplumların çoğunda ve hayatın birçokalanında “altın çağımızı, en parlak, en mükemmeldönemimizi geçmişte yaşadık” inancı hem çok yaygın,hem de toplumu birarada tutan temel inanç vefikirler sisteminin (mesela çeşitli milliyetçiliklerin)temel unsurlarından birini teşkil ediyor. Milletler vedinî cemaatler, geçmişlerinden başarılarla dolu bellibir dönemi “altın çağ” olarak belirliyor. O dönemidealize ediliyor, kutsallaştırılıyor. Milletin veya dinîcemaatlerin günümüzde yaşayan bireylerine o altındönemdeki gibi davranmaları, o dönemin değerlerinegöre yaşamaları gerektiği aşılanıyor.Buna pekçok örnek vermek mümkün: MeselâTürkiye’de, hem Atatürkçü hem de İslamî kesimdeböyle yüceleştirilmiş birer “altın çağ” gözlemliyorum.Aynı durum Yunanistan’da Yunan milliyetçiliğiiçin de geçerli. Ben de aşağıda Yunan milliyetçiliğineve genel olarak Yunanlılık bilincine işlenmişbu “kutsallaştırılmış geçmiş” düşüncesini ve bununilerlemenin önüne çıkardığı engelleri incelemeyeçalışacağım.Yunan milliyetçiliği için altın çağ, hiç kuşkusuzAntik Yunan dönemidir. Başta Atina olmak üzere,eski Yunan şehir-devletlerinde ve daha sonra Makedonyave Helenistik dönemin krallıklarında, edebiyatta,tiyatroda, mimaride, genel olarak sanatın herçeşidinde, mühendislikte, askerlikte, denizcilikte,ticarette, bilimlerde, sporda, devlet yönetiminde vefelsefede çok önemli ve çok değerli başarılar eldeedilmiş, muhteşem eserler yaratılmıştır. Yunanlılarınuygarlığı o dönemdeki diğer büyük uygarlıklardan(Çin, Pers, Hint, Mısır, vs.) birçok alanda dahaileri bir düzeye ulaşmıştı.18 <strong>Azınlık</strong>ça


Eski Yunanlılar o dönemde genel olarak ilerlemeyeinanıyorlardı. Yani yaratmış olduklarındandaha büyük ve daha güzel eserlerin yaratılabileceğine,ulaşmış oldukları düzeyden daha ileriye gidebileceklerineinanıyorlardı.Oysa 19. yüzyılda inşa edilmiş Yunan milliyetçiliği,Antik Yunan dönemini idealize etti, kutsallaştırdı.Yunan halkına “atalarımız yapılması mümkünolanın en iyisini yaptılar, başarılması mümkün olanınen iyisini başardılar” fikri aşılandı. Bu düşünceöylesine içselleştirildi ki, biri meselâ “Parthenon’dandaha güzel ve görkemli binalar inşa edilebilir ve edilmiştir,Aristo ve Eflatun’unkinden daha iyi, dahaesaslı fikirler savunulabilir ve savunulmuştur, Eshilos,Sofokles ve Evripides’in trajedilerinden dahaiyi trajediler yazılabilir ve yazılmıştır, Atina’nın demokrasisindendaha iyi ve daha özgür bir sistemgeliştirilebilir ve geliştirilmiştir, Hipokrat’ınkindendaha iyi tedaviler bulunabilir ve bulunmuştur” derse,Yunanlıların çoğu bunu küfür ve hakaret olarakalgılar, büyük tepki gösterir.Eğer mümkün olabilecek en büyük başarılarıngeçmişteki bir altın çağda elde edildiğine inanıyorsam,o dönemi inceler ve o yıllarda yaşamış insanlara,en azından değer ve davranışlar açısından benzemeyeçalışırım. O insanları ve yaptıklarını taklitetmeye çalışırım. Ama taklit, orijinalinden her zamandaha düşük kalitelidir, daha değersizdir.O dönemdeki düzeyi aşamam, zaten aşabileceğimede inanmam. Ama o zaman da gelişemem,ilerleyemem. Çünkü ancak yapılmış ve başarılmışolandan daha iyisinin yaparsam ilerleyebilirim. Sonuçtaidealize ettiğim düzeyin birkaç adım gerisindeyerimde sayarım.Günümüz Yunanistan’ının eski Yunanistan’la,diyelim M.Ö. 5. yüzyıldaki Yunanistan’la, karşılaştırdığımızdaşunları görürüz. Şimdiki Yunanlılarherşeyden önce daha özgür yaşıyorlar (özellikle kadınlarve çeşitli “öteki” kategorilerinde bulunanlar);daha uzun yaşıyorlar; dış dünyaya daha açıklar;daha iyi tedavi imkânlarına sahipler; eski Yunanlılarınancak hayal edebilecekleri teknolojiler kullanıyorlar;Yunanlıların şimdiki aydınları ve entellektüellerieski Yunan’ın okumuş kesiminden dahafazla kitap okuyorlar, daha fazla bilgiye sahipler;ve modern Yunanlıların ortalama gelir seviyesi çokdaha yüksek. Bütün bunlar büyük bir ilerleme vegelişmenin gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor.Peki bunu modern Yunanlılar mı başardı? Hayır,teknolojide, bilimlerde, fikirlerde, ekonomidekibütün gelişmeler dışarıdan, başka ülkelerden, ithaledildi. Modern Yunanlılar’ın bu gelişmelere katkısımaalesef asgari düzeyde kaldı.Bütün gelişmeler, başka ülkelerde “geçmiştekibaşarılar ne kadar büyük olursa olsun, biz daha iyisiniyapabiliriz ve yapmalıyız” inancıyla çalışan veüreten insanlar ve kurumlar sayesinde gerçekleşti.Eski Yunanlılar kendi dönemlerinin en ileri uygarlıkdüzeyine ulaşmışken, modern Yunanlılar günümüzdeteknoloji ve bilimlerdeki, fikir dünyasındakigelişmeleri genellikle geriden takip ediyorlar.Gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar arasında biryerde sıkışmış durumdalar.Yunan milliyetçileri eski Yunan dönemini kutsallaştırarakmodern Yunanlılara bir gurur ve üstünlükduygusu aşılamak istediler ve bunda büyükölçüde başarılı oldular. Ama bu kutsallaştırmanınbir sonucu “en güzel günlerimiz geçmişte yaşandı”inancının da yerleşmesiydi. “Atalarımızın başarılarınıtaklit edebiliriz, onları örnek almalıyız, amaonları aşamayız” kanaati ise modern Yunanistan’ınözellikle teknolojide, bilimlerde, sanatta, fikir dünyasındagelişmesini zorlaştıran psikolojik bir engelteşkil etti. Etmeye de devam ediyor.Yunanistan’da, ama sadece burada değil, her ülkede,hatta her cemaatte, her insan topluluğunda“kutsallaştırılmış geçmiş” inancına rakip olacak,belki de onun yerini alacak, parlak ve güzel bir geleceğeyönelik bir vizyona veya vizyonlara ihtiyaç olduğunudüşünüyorum. Daha güzel günler yaşamakistiyorsak, en önce böyle güzel günleri yaşayabileceğimize,böyle güzel günleri yaşamamızı sağlayacakgelişmeyi ve ilerlemeyi gerçekleştirmeye muktedirolduğumuza inanmamız lâzım.***1. Piraye için yazılmış saat 21-22 şiirleri / 24 Eylül 1945.<strong>Azınlık</strong>ça 19


KubbealtıHakan Müminhakmumin@yahoo.grHer şey sanki yeniden yaratılacakmış gibi bir hisuyanır insanın içinde. Takvim yaprakları yenidenbirer birer zamana dökülüverecek ve “yeni” dediğimizyıl birden eskiyiverecek. Garip değil mi?.. Yeniolsa ne olur, eski olsa ne olur; yıl, yıldır. Yaşam devamediyor işte.2008’in son günlerinde keyfim pek yoktu. Kızımınaniden yüksek ateşinin çıkmasıyla birlikte doğruhastanenin yolunu tuttuk. İlk kez hastalanıyordukızım ve bizde bir telaş, bir panik anlatamam.Neyse ki, önemli bir şey değilmiş; boğazı iltihapkapmış. Yedi gün hastanede kaldık. Yeni yıla bir ikigün varken taburcu olduk.2008’den hafızamda kalan, tek hatırladığımolay bu. İnsan hastalığın yanında, yaşadığı güzellikleribirden unutuyor galiba. Oysa eş dostla geçirdiğimizgüzel günlerin anıları, tuttuğumuz balıklar,tatil anıları gibi sevinç dolu günleri hatırlamakvarken, ben kızımın hastalığını görüyorum 2008’inen önemli olayı olarak. Doğal karşılayın beni, ilkhastalığımız bu bizim.Neyse “kötü” biten bu yıl, geride kaldı. Yeniyıla girdik. 2009… Herkes birbirine iyi dileklerdebulunurken, haber ajansları sanki bu dileklerimiziyalanlıyordu; 2009’un ilk savaşı başlamıştı bile.İsrail, Filistinlileri bombalıyordu. Oysa ben birçokarkadaşıma mesaj göndermiştim; “2009’un tümdünyaya barış getirmesini dilerim” diye… Şaşkınşaşkın televizyona bakıyorum, ölenlerin masum,savunmasız çocuklar olduğunu öğreniyorum. Kahroluyorum,sonra… Ne yapabilirim ki?..Yeni yıla girerken…Şu işe bak diyorum kendi kendime. İnsanlıkcan çekişiyor. İnsanı insan yapan değerler galibayok olup gitmiş. Üç-beş çıkar için savaşmak… Aklamantığa aykırı. İsrail barışı sağlamak için vuruyormuş.Aslında onların hedefleri “terör”ü yok etmekmiş.Bak şu işe! Mekteplerin, camilerin bombalanmasıyla“terör” yok olacak!Anlam vermek gerçekten zor. Bence savunmasızinsanları öldürmek “terör”dür. Bunları düşünürken,diğer yandan da şu aklıma geliyor; komşuluk,yani komşuluğun anlamı ve günümüzdeki komşulukkavramı.Şimdi biraz barut kokusundan uzaklaşalım diyorumve yakınımızdakilerle olan ilişkilerimizi düşünelim;komşuluk ilişkilerimizi…Eskiden hem erkek için, hem de kadın için ailesindensonra en önemli şey komşuluktu. Çünkü oyıllarda insanlar iyi ve kötü günlerinde komşularındandestek alıp yaşamlarını sürdürdüler. Hastalıklaraberaberce üzülüp, düğünlerde ve bayramlarda dahep birlikte eğlenirlerdi.Ama günümüzde bu “birliktelik” maziye karışmışdurumda. Buna biraz açıklama getirecek olursak,şöyle diyebiliriz:Eskiden bir ailede erkeğin görevi, çalışıp evepara getirmekti. Kadının görevi ise ev işlerini yapıpçocuklara bakmaktı. Ama günümüzde artık birçokkadın, erkek gibi çalışıp para kazanıyor. Yani birkadın hem ev hanımı rolünü hem de iş kadınlığı20 <strong>Azınlık</strong>ça


olünü beraber yürütüyor. Aslında bu durum kadınlarınekonomik özgürlüklerini elde etmeleri açısındanolumlu, ancak komşuluk ilişkileri bakımındanolumsuz sonuçlar doğurduğunu savunanlarınolduğunu söyleyebiliriz.Belki de haklılar. Çalışan kadının sosyal yaşantısıiş hayatı dolayısıyla sınırlanmıştır. Kadın da erkekgibi sabah evden erken çıkar ve akşam evine gelir.Yemek, bulaşık derken biraz televizyon seyreder veuyur. Kısacası kadının yaşamı dört duvar arasındageçer. Aslında yalnız kadının hayatı değil çoğumuzunhayatı dört duvar arasında geçer. Ve dışarıdakiinsanlardan genellikle haber almakta, onlarla iletişimkurmakta güçlük çekeriz.Bir apartmanın aynı kapısından günde onlarcainsan girip çıkıyor, aynı merdivenleri kullanıyorlarama çoğu zaman bu insanlar birbirlerini tanımazlarbile. Sonuç olarak insanlar iyilik, dürüstlük, dostluklaberaber komşuluğu da unuttu diyebiliriz. Dolayısıyla,“komşuluk” kavramını yitirmiş bir dünyadanbarış beklenebilir mi?Yeni yıla girerken diye başlık attım, komşulukilişkileriyle yol aldı yazım. Zaman zaman böyle şeyleroluyor. İnsan konu dışına çıkıyor birden, isteristemez.Yeni yıl geldi, gidiyor da… Gönül isterdi ki,güzel şeylerden bahsedelim. Ama ne yazık ki, herşeygönlümüzün istediği şekilde gelişmiyor; paranındediği oluyor. Çıkarların ön planda olduğu birdünyada yaşıyoruz. Bu da değişir mi?.. Çok zorama, zamanla belki değişir. Umut işte!..www.azinlikca.netYeni yılın bu ilk yazısında hayaller kurmak isterdim;güzel hayaller… Sevgiden, barıştan söz etmekdileğimdi. Mavi bulutlarla, barut kokusundanuzak, uçurtmalarla dolu bir gökyüzü hayal edecektim.Ama Gazze’yi düşündükçe masum çocuklarlabirlikte benim de duygularım, hayallerim bombalandı.Ve bunları yazabildim 2009’daki bu ilk yazımda.Görüşmek üzere ve savaşsız, barış dolu bir dünyahayal edin bir sonraki yazıma kadar.<strong>Azınlık</strong>ça 21


AçılımHatice Salihaticesali@yahoo.grBindik bir alâmete gidiyoruz kıyameteYeni beklentiler, yeni umutlar ve yep yeni hayallerledolu yeni bir yıla merhaba dedik… Öncelikleyeni yılın sağlık, mutluluk, başarı ve tabi ki barışdolu bir yıl olmasını temenni ediyorum...2009’a girmemiz ile beraber şüphesiz biz üniversiteöğrencileri için eğitim yılının nasıl geçeceğindençok, artık nasıl biteceği merakla beklenir oldu.Grevler, tatiller derken ilk dönem sonunda kapıyıçaldı. Normal şartlar altında ocak ayının ikinci haftasıbaşlaması gereken sınavlar; ocak ayının sonunaertelendi. Bu duruma sevinmeli mi, üzülmeli mibilemiyorum. Ama bu tarihe kadar en azından grevesnasında yapamadığımız dersleri yapma imkanımızvardı, bu da biz öğrenciler için bir şanstı tabi ki.Kaçırdığımız derslere tekrar girebilecek ve sınavlaradaha iyi bir şekilde hazırlanmış olacaktık.Fakat geçen gün çıkan bir kararla bizim okul(Patra – Matematik) grevlere devam etme kararıaldı. Bu galiba sınavların ocak ayının sonunda bileolamayacağını gösteriyor. Daha tam olarak bilemiyoruzama aynı şekilde grevler devam ederse kaçırdığımızdersleri kolay kolay yakalayamayacağız gibiduruyor. Dönem içerisinde tamamlamamız gerekenders saatlerini dolduramazsak zaten sınavlara girmeşansımız da olmayacak. Grevler devam ederse – kiöyle gözüküyor (en azından kendi okulumda) -sene sonunda bizi çift sınav süreci birden bekliyor.Bu sanırım hiçbir öğrenci için iç açıcı bir durumdeğildir. Dönem sonunda zaten bir çoğumuz yeterincezorlanırken, böyle bir durum karşısında neyapacağımızı daha doğrusu neler yapabileceğimizişahsen cok merak ediyorum.Grevlere devam eden sadece bizim okul değiltabiî ki; bir çok arkadaşımdan duyduğum kadarıylahemen hemen bir çok üniversitede grevlerin devametmesi gündemde. Bu grevlerin suçunu başkalarınaatamayız elbette; çünkü grev olmasına karar verenyine biz öğrencileriz. Bir kişi istediği kadar karşıgelsin, çoğunluk ne karar verirse o sonuç hepimizinkararıdır; hangi yönde olursa olsun… Herşeyde birhayır vardır; bu da bizim için hayırlı olandır belkidiyebiliyorum sadece. Bekleyip görmekten başkabir şey gelmiyor artık elimizden. 2009’a yeni girdik,bu yüzden biz de her türlü sonuca hazır olmalıyız;yeni yıl hediyemizi henüz almadık çünkü…Bir de bilindiği gibi sene başından beri kitapsorunu vardı… Bir kaç üniversitenin ve bizim fakülteninöğrencileri en azından bu yönden birazşanslıydı. Henüz tüm kitapları almış olamasak dabazılarını grev kararı çıkmadan biraz önce almaşansımız oldu. Eksik kitaplar artık ne zaman elimizeulaşır, merakla bekliyoruz. Çünkü bazı okullardakitapların ne zaman verileceği bile henüz bilinmiyor;üniversite hayatı işte. Bu yaşadıklarımızda acısıylatatlısıyla bu hayatın cilveleri olmalı…Dönem başında bazıları üniversite hayatı ile ilkdefa tanıştılar ve daha ilk yılda böyle birşey ile karşılaşmayıbeklemiyorlardı belki; hiçbirimizin beklemediğigibi acıkçası. Yeni başlayanlar için hemşaşırtıcı bir süreç olurken, hem de ilk yıldan dahaokulları bir dönem uzamış olacak. Okullarını bitirmeyeyaklaşmış olanlar için ise daha da üzücü bir22 <strong>Azınlık</strong>ça


dönem olmalı. Belki bu dönem sonunda ellerinediplomalarını almayı beklerlerken, şimdi bir dönemdaha sabretmek zorunda kalacaklar… (Tabiîsadece varsayımlar üzerine konuşabiliyorum şu an,henüz kesin belirlenmiş bir karar yok ve daha tamolarak ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz.)Üniversite hayatının cilveleri olmalı demiştim,bu hayat ile tanışmamış ve belki de çok yakındatanışacak arkadaşlarımız için biraz bu cilvelerdenbahsetmek istiyorum: Her şeyiyle üniversite hayatıbir insanın kişiliğinin yerine oturmasında en büyükrol oynayan bir zaman süreci bence… Belki de birçok öğrenci ilk kez uzaklaşıyor ailesinden, arkadaşlarındanve doğup büyüdüğü yerlerden. Bu yüzdenayrılığın ilk günleri pek kolay olmuyor; geçen seneüniversite hayatının ilk günlerinde aynı zorluklarıbiz de bire bir yaşamış ve geri sayım için zor beklerolmuştuk. Bu yıl yeni gelen arkadaşlarımızda daaynı şeyleri görmek bizi şaşırtmamış ve böylelikleher öğrencinin her dönem başında aynı duygularıhissedeceğine iyice inanmış olduk.Ancak Patra, ailelerimize yakın bir şehir olmadığıiçin birkaç günlük tatilleri değerlendirme şansımızyoktu. İşte bu zaman içerisinde arkadaşlık çokönemli… Böyle bir anda birbirine destek olan arkadaşlıklarbir müddet sonra kardeşliğe dönüşüyorve artık evinin hasretine bir nebze de olsa alışmışoluyor insan. İşte o zaman hem okuluna hem yeniçevresine ve de yeni arkadaşlarına kendini daha çokyönlendirmiş oluyor. İşte böylelikle yeni bir şehirdeyeni bir hayatın ilk sayfasına ilk satırları karalamayabaşlıyor…Lise yılları gibisi yoktur, olamaz, derdim; şu angülümseyerek anımsadığım bir ablam ise, üniversitehayatı ile tanışınca sana bu sözünü hatırlatırım,derdi hep… Ne olursa olsun lise yılları boyuncainatla arkadaşlıklar olsun, liseyi bitirme sevinci olsun,bu heyecan gibisi olamaz derdim… Şimdi nedemek istediğini çok daha iyi anlıyorum. Gerçektende cok haklıymış, üniversitede arkadaşlık bile başkaoluyormuş. Çünkü hiçbirimizin yanında ailesi yokartık; başımız sıkıştığında, bir derdimiz, bir sorunumuzolduğunda koşup gittiğimiz yanımızdakiarkadaşımız oluyor. Tabiî ki onun da aynı şekilde…Bu da hem arkadaşlıkları kuvvetlendirmiş oluyor,hem de ailemizin ve sevdiklerimizin değerini bir katdaha fazla anlamamıza vesile oluyor sanırım.Uzak bir şehirde öğrenci olmak, ailelerin birazüzülmesine neden oluyor. Sık sık gelip gidilemediğiiçin hem özlem artıyor hem de tek başına oralardane yapar düşüncesi ağır basıyor. Fakat bence uzakbir yerde üniversite okumak, öğrenciler için belkide daha iyi. Çünkü zor bir anında pes edip geridönmek yerine, mücadele edip başarmak daha önplanda oluyor.Örneğin Patra`da bir öğrencinin zorlandığıbir durum oldu; gerek okul gerekse çevre ile ilgili;bunlardan bir anlığına bile uzaklaşmak istediğinifarzedelim. Bir kaç günlüğüne çok büyük bir sorunolmadığı sürece onca yolu göze alamaz. Ve herzorlandığında bunlarla uğraşmak yerine, zorlandığışeyin üstüne gidip bir müddet sonra bu tür sorunlarıaşmayı öğrenir.Bunu burada biz de yaşadığımız için rahatlıklasöyleyebiliyorum şimdi. İlk günlerde her şey zor geliyorve bu zorları yok edebilmek için kaçmak değilüstüne gitmek çözüm oluyor…Herkes uzak şehirlerde üniversite okusun demiyorumtabiî, sadece uzak bir şehirde de okumanında o kadar zor olmadığını ve aileler içinde o kadarmerak edilecek bir durum olmadığını dile getirmekistedim. Lise sonda birçok ailenin tek sorunu buoluyor çünkü; henüz lise bire giden ve şimdidenkara kara düşünmeye başlamış olan kendi kuzenimdende bunu çok iyi biliyorum… “Aman çocuğumüniversite sınavlarında yüksek puan tuttur da, yakınbir yere düşersin belki…” Neredeyse sene sonundaailelerden duyduğumuz tek söz bu. İstemediği birbölümü tutturup yakın bir kente düşeceğine, uzakbir kente düşsün, ama istediği bölümü gönül rahatlığıile okusun daha iyi bence.Biz şu an için bizi bekleyen sürprizlerin ne olduğunubilemezken, bu hayata merhaba dememişkardeşlerime, yaşadıklarımızdan ve yaşanan üniversitehayatından biraz bahsetmek istedim. Grevler,olaylar ya da uzak veya yakın farketmez, her şeyi ileyeni ve unutulmayacak mücadelelerin verildiği güzelbir maraton süreci diyorum, ayaklarının üstündesapasağlam durmasını çok iyi gösteren bir süreçaynı zamanda…<strong>Azınlık</strong>ça 23


Ceteris ParibusCeren Zeynep Akceren@tesev.org.trAntakyalı Ortodoks azınlığıngünümüzdeki durumuHristiyanlık aleminde Antakya’nın önemi büyüktür.Kudüs’ten sonra ikinci merkez sayıldığı içinAntakya Patrikliğine “Ana Kilise” denir.Türkiye’deki dini, dilsel veya etnik azınlık gruplarınsayısı söz konusu olduğunda gelmesi gerekendenhep daha az bir sayı gelir akla. Bunun sebepleriçeşitlidir. Türkiye’de azınlıkların statüsünü din temelinedayalı tanımlayan Lozan antlaşması ve buyönde uygulanan devlet politikaları –Lozan Antlaşmasıtüm gayrimüslimlere azınlık statüsü tanısada, Türkiye uygulamada Antlaşma’nın kapsamınıRumlar, Ermeniler ve Museviler ile sınırlandırmıştır- başta olmak üzere azınlıklar sorununun anayasadadahi dile getirilmemesi bu durumu ortayaçıkarmıştır. Sonuç itibariyle bugün azınlık haklarınezdinde bakıldığında, Lozan ile getirilen haklardanyararlanabilecek üç dinsel azınlık grubu önplana çıkar: Museviler, Ermeniler ve Rumlar. Bugruplar şüphesiz yıllar boyunca “ayrıcalıklı vatandaş“suçlamaları ile birlikte birçok baskıcı politikalarınodağında olmuşlar, çeşitli olaylar sonucundada daha paranoyak ve içedönük bir psikoloji ilehareket etmeye başlamışlardır. Bu durum özellikleİstanbullu Rumlar açısından bakıldığında, İstanbulRum cemaatinin uzun yıllar gerçek bir korkuduvarının arkasında yaşamasına ve gittikçe de muhafazakarbir yapıya bürünmesine sebep olmuştur.Tüm bu gelişmeler veya gelişememeler ışığında İstanbulluRum cemaatinin sayısı gittikçe azalmış vebu demografi sorunundan kaynaklı birçok zorluklarortaya çıkmıştır.Bugün Türkiye’deki Rum Ortodoks Hristiyanlardanbahsedildiğinde, İstanbul’da yaşayan ve Yunancakonuşan bireylerden oluşan bir topluluk gelirçoğu insanın aklına. Fakat yaygın olan algının aksinedinsel azınlık olarak Rum Ortodoks Hristiyanlardenildiğinde bu grubun içerisine İstanbul, Gökçeada(İmroz) ve Bozcaada’da (Tenedos) yaşayan RumOrtodoks Hristiyanların yanısıra, Antakya’da yaşayanve Arapça ve/veya Türkçe konuşan AntakyaRum Ortodoks Hristiyanlar da girmektedir. Etnikkökenleri konusunda çeşitli farklı fikirlerin olduğubu cemaat hakkında kimi zaman etnik kökeni İstanbulluRumlar ile aynı denilmekte kimi zamanise Arap Ortodoks adlandırılması kullanılmaktadır.Fakat tartışma götürmeyecek bir gerçek vardır; Antakyalı“Arabofonik“ Rum Ortodoks Hristiyanlar,İstanbullu Rum Ortodoks Hristiyan azınlıklar ileaynı statüde yer almakta ve Lozan Antlaşması’nınTürkiye Cumhuriyeti devletine getirdiği yükümlülükleraçısından bakıldığında homojen bir grupolduğu var sayılan “Rumlar“ içerisinde ele alınmaktadırlar.Yani çoğunluk içerisindeki azınlıklara uygulananpolitikalar aynı şekilde azınlık içerisindekiazınlıklara coğrafi veya dilsel farklılıkları yoksaymaksuretiyle uygulanmıştır.<strong>Azınlık</strong>lar içerisindeki azınlıklar yeni yeni gelişmekteolan bir olgu. Akademik literatüre bakıldığındabu doğrultuda en fazla bahsedilen azınlıkiçerisindeki azınlık grupları kadınlar ve çocuklar24 <strong>Azınlık</strong>ça


oluşturuyor. [Herhangi bir azınlık grubu içerisindeyer alan çocuklar azınlık içerisindeki azınlık gruplaraörnek verilebilir] Fakat bir ülkedeki dinselazınlıklar söz konusu olduğunda bu azınlık gruplariçerisinde yer alan dilsel veya etnik azınlıklar henüzçok da günışığına çıkan bir konu değil. Türkiye insanhakları alanındaki diğer birçok konuda olduğugibi azınlık hakları konusunda da normalden dahayavaş bir hızla hareket etmekte. İmzalanan birçokuluslararası antlaşmada, sözkonusu kültürel veyasosyal haklar olduğu zaman şerh (rezervasyon) konulmuş.Öyle ki bu zaman zaman Çocuk HaklarıSözleşmesi içerisinde yer alan kültürel ve sosyal haklarmaddesine kadar gidebiliyor. Dolayısıyla azınlıksorununu bile açık açık tartışmaya yeni başlayanTürkiye’de azınlıklar içerisindeki azınlıklar konusuilk sıralarda bir önem teşkil etmiyor.Fakat durum azınlık gruplarının kendileri içinpek de böyle değil. Özellikle İstanbullu Rumlar açısındanazınlıklar içerisindeki azınlıklar konusu vebu özelde Antakyalı Rum Ortodoks Hristiyanlarile İstanbullu Rum Ortodoks cemaatin karşılaşmasıberaberinde getirdiği sorunlar dolayısıyla gittikçeciddileşen bir hal almakta. Peki Antakyalı RumOrtodoks Hristiyanlar için neler söylenebilir? Şuanda Antakya kökenli Rum Ortodoks Hristiyanlarınsayısı İstanbul ve Antakya’da yaşayanlar birlikteele alındığında toplamda 7000 civarında. Bu sayının1000 kadarı İstanbul’a gelen ilk ve ikinci jenerasyonaile bireylerini kapsamakta. Geriye kalan6000 ise Antakya merkez, Altınözü ilçesi Tokaşlıköyü, Altınözü ilçesi Sarılar mahallesi, Samandağıve İskenderun’a dağılmış durumda. Ayrıca Tokaşlıköyü Türkiye’de bilinen tek Rum Ortodoks köyüolmakla birlikte, Meryem Ana Rum Ortodoks kiliseside burada bulunmakta. Antakya’da azınlık vakfıstatüsünde toplamda 6 adet Rum Ortodoks KiliseVakfı yer alıyor. İstanbul’da yaşamakta olan İstanbulluRum Ortodoks cemaatinin bilinen sayısı ise3000 civarında. Durum sayılarla değerlendirildiğindeAntakyalı Rum Ortodoks Hristiyanlar ciddianlamda demografik sorunlar yaşayan İstanbulluRumlar açısından bu dezavantajı ortadan kaldırmakiçin kritik bir önem taşıyor.İstanbul’da yaşayan Antakyalı Rum OrtodoksHristiyan cemaat için sorunlar çeşitli fakat aynısorunlar İstanbullu Rumlar açısından da zamanAntakyalı Ortodoks Hristiyanlariçerisinde kendini alışılagelmişanlamda Rum hisseden de var,yani Yunanca konuşan veİstanbullu Rum Ortodokscemaatin içerisinde aktifrol alan, vakıf yönetimlerindeolan; kendini yine alışılagelmişanlamda Rum hissetmeyen vecemaatin dışında kalan da…zaman sıkıntılar yaratmakta. Öncelikli sorun kimliklerdenkaynaklanıyor. Rum Ortodoks Hristiyanolarak adlandırılan fakat Rum Ortodoksluk kalıbınınde facto olarak getirdiği Yunanca anadil kriterinitaşımayan Antakyalı Ortodokslar ile İstanbulluRumlar arasında hüviyetler üstüste gelse de kültürlerçoğu zaman üstüste denk gelmiyor. Yıllarcayaşanan acı olaylar sonucu birtakım paranoyalarlahareket eden ve dışa karşı devamlı bir savunma pozisyonundaolan İstanbullu Rum Ortodoks cemaatiiçte yaşanan bu sorunlar konusunda gittikçe dahaderin bir suskunluğa itiyor.Antakya’da yaşayan ve Arapça ve/veya Türkçekonuşmakta olan Rum Ortodoks Hristiyanlara aitazınlık okulları bulunmamakta. Yeni okullar daLozan Antlaşması’na aykırı olmasından dolayı açılamıyor.Dolayısıyla aynı dinsel azınlık grubundansayılmalarından yola çıkarak Milli Eğitim BakanlığıAntakyalı Arabofonik Rum Ortodoks Hristiyanöğrencilerin İstanbul’da bulunan Rum Ortodoksazınlık okullarına kayıt yaptırmalarını onaylıyor.Rum Ortodoks azınlık okullarındaki Antakyalı öğrencilergenelde Antakya’dan İstanbul’a daha öncegöç etmiş Ortodoks Hristiyan ailelerin çocukları.Yani halihazırda İstanbul’da doğup büyümüş, anadiliArapça olan veya ailede Arapça kullanan bireylerkalmamış ise Türkçe konuşan öğrenciler. OkullardaYunanca eğitim ile birleşince bu üç dilli hayatzaman zaman ciddi sorunlar da yaratabiliyor.Ama yaşananların artçı etkileri çift taraflı. Ön-<strong>Azınlık</strong>ça 25


celikle Antakyalı Rum Ortodoks öğrencilerin varlığıİstanbul’daki azınlık okullarının öğrenci sayısınınazlığı nedeniyle yaşadığı kapanma tehlikesiniortadan kaldırıyor. Aynı şekilde Antakya’dan gelenRum Ortodoks Hristiyan ailelerin çocukları içinise bu okullar iyi koşullarda eğitim fırsatı anlamınageliyor. Her ne kadar Yunanca konusunda sorunlaryaşansa da öğrenciler ve eğitimciler arasında uyumsorunu olduğu pek gözlenmiyor. Fakat her öğrencininkolayca entegre olamaması ve azınlık okullarınauygulanan birtakım politikalar yüzünden eğitimsisteminde kolayca hayata geçirilemeyen değişikliklersonucu bazı öğrencilerin Yunanca eğitime entegreolma süreçleri aksıyor. Diğer bir yandan bakmakgerekirse ise Antakyalı Rum Ortodoks Hristiyanlarınberaberinde getirdiği genç nüfus üretkenliğidolayısıyla cemaatin dışa karşı olan özgüvenini pekiştiriyor,görünürlüğü arttırıyor.Antakya’da ise durum daha farklı. Genel olarakçok kültürlü bir yapıya sahip olan Antakya’daRum Ortodoks Hristiyanlar en görünür azınlıkgruplardan biri. Kilise vakıfları mevcut ve özellikleson yıllarda sivil toplumun da canlanmasıyla dahaaktifler. Antakya’da veya İstanbul’da yaşayan ikincijenerasyon Antakyalı Ortodoks Hristiyanlar içerisindekendini alışılagelmiş anlamda Rum hissedende var, yani Yunanca konuşan ve İstanbullu RumOrtodoks cemaatin içerisinde aktif rol alan, vakıfyönetimlerinde olan; kendini yine alışılagelmiş anlamdaRum hissetmeyen ve cemaatin dışında kalanda… Öyle ki bu konu çoğu zaman cemaat içerisindeve Antakyalı Rum Ortodokslar arasında daciddi tartışmalara sebep oluyor. Tüm bu problemleryaşansa da İstanbullu Rum Ortodoks cemaati açısından,uzun yıllar tabu sayılan bu konuların tartışılmasıve çözüm arayışına girilmesi hem sorununciddiyetinin hem de hala umut olduğunun gerçekbir göstergesi.www.azinlikca.net<strong>Azınlık</strong> sorununa yeni yeni Avrupa Birliği politikalarısonucu göz kırpmaya başlayan Türkiye’de,azınlıklar içerisindeki azınlıkların hakları uzun süredile gelmeyecek gibi gözüküyor. Belki de uluslararasıhukuk normlarının devletler tarafından belirlendiğibir dünyada, insan hakları dalları içerisindeen yavaş gelişenin azınlık hakları olduğuna şaşırmamakgerek. Hele ki bir de azınlıklar içerisindekiazınlıklardan bahsediyorsa insan...26 <strong>Azınlık</strong>ça


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος ΔούδοςΣυγγραφέας και δικηγόροςαπό τη Θεσσαλονίκηg_doudos@yahoo.comΟ ΕΠΙΛΟΓΟΣ ΤΗΣ ΙΣΛΑΜΟΦΟΒΙΑΣΤΗΣ ΔΙΑΚΥΒΕΡΝΗΣΗΣΤΟΥ κ. GEORGE W. BUSH jr.Ο Καθηγητής του Διεθνούς Δικαίου στο Πανεπιστήμιοτου Illinois Francis A. Boyle χαρακτήρισετην περίοδο της διακυβέρνησης Bushως μια διαρκή συνωμοσία κατά το Διεθνές και τοΕσωτερικό Δίκαιο των Η.Π.Α.!Στις 20 Ιανουαρίου 2009 τελειώνει η θητείατου κ. George W. Bush του νεότερου, ως Προέδρουτων Ηνωμένων Πολιτειών της Αμερικής.Ως μη Αμερικανός πολίτης ή έστω κάτοικος τωνΗ.Π.Α. ίσως να μη δικαιούμαι να εκφέρω αξιόπιστηγνώμη όσον αφορά την πολιτική της διακυβέρνησηςBush στις εσωτερικές υποθέσεις τηςχώρας του. Παρόλα αυτά, έχει γίνει γνωστό χάριντων μέσων ενημέρωσης, ότι η πολιτική Bushπροκάλεσε αύξηση της ανεργίας, η φτώχεια έχειαλώσει νέα κοινωνικά στρώματα Αμερικανώναπό την άλλοτε μεσαία τάξη, ενώ ταυτόχροναοι πλούσιοι έγιναν ακόμα πλουσιότεροι. Έχει γίνειγνωστό επίσης ότι η πολιτική Bush επέδειξεεγκληματική αδιαφορία για τα θέματα μόλυνσηςτου περιβάλλοντος και ιδίως για την αύξησητης θερμοκρασίας στον πλανήτη, με επακόλουθοτην επικίνδυνη κλιματική αλλαγή μολονότι οιΗ.Π.Α. παράγουν παγκοσμίως τους περισσότερουςρύπους.Είναι χαρακτηριστικό ότι ο υποψήφιος τωνΡεπουμπλικάνων για την προεδρία στις Η.Π.Α.κ. McCain διατυμπανίζει ως προεκλογικό σλόγκαντην ανάγκη αλλαγής στην πολιτική της χώραςτου! Νομίζω πως τα περισσότερα σχόλια επίτου θέματος είναι περιττά.Ο κ. George W. Bush ο νεότερος θα μείνειγια πολλά χρόνια στη συλλογική μνήμη της ανθρωπότηταςως ένας ηγέτης της μεγάλης ατλαντικήςυπερδύναμης, που με συγκεκριμένες πολιτικέςεπιλογές του δαιμονοποίησε το Ισλάμ,ταυτίζοντάς το με τη διεθνή τρομοκρατία. Αυτήη στάση της διακυβέρνησης Bush προκάλεσε τηννεοαποικιοκρατικού τύπου επέμβαση δυτικώνστρατιωτικών δυνάμεων στο Αφγανιστάν και στοΙράκ με πρόσχημα την εξάρθρωση της τρομοκρατίας….Πολύ πρόσφατα ο άλλοτε υπουργόςΕξωτερικών των Η.Π.Α. κ. Colin Powell, μολονότιΡεπουμπλικάνος και στενότατος συνεργάτηςτου κ. Bush στήριξε επίσημα την υποψηφιότηταObama κατηγορώντας την κυβέρνηση του κόμματόςτου, αλλά και τον υποψήφιο για την προεδρίακ. McCain για τον χυδαίο διασυρμό τουΙσλάμ και των Μουσουλμάνων, με την αδικαιολόγητηταύτισή τους με την τρομοκρατία! Κανέναςδεν μπορεί να συνηγορήσει υπέρ του βάρβαρουκαθεστώτος των Ταλιμπάν στο Αφγανιστάν,ούτε επίσης μπορούν να βρεθούν υπερασπιστέςτης αιματηρής δικτατορίας του Σαντάμ Χουσεΐν.Όσοι όμως είναι ενήμεροι γνωρίζουν καλά, πωςη ηθική και πολιτική τροφοδοσία των Ταλιμπάνγινόταν από κύκλους των Ουαχάμπι της ΣαουδικήςΑραβίας, ενώ η στρατολογία τους επιτυγχάνοντανστους μεντρεσέδες του Πακιστάν. Αυτέςοι χώρες είναι γνωστό πως συγκαταλέγονται μεταξύτων «υπηκόων» συμμάχων των Η.Π.Α..<strong>Azınlık</strong>ça 27


Η αμερικανική επέμβαση στο Αφγανιστάν καιστο Ιράκ οφείλεται στο γεγονός ότι ο πρόεδροςBush υπήρξε και παραμένει υποστηρικτής τωνδιεθνών συμφερόντων των μεγάλων κολοσσώνεκμετάλλευσης πετρελαίου της χώρας του καιαυτές οι πολυεθνικές εταιρίες έχουν συμφέρον ναελέγχονται από τις Η.Π.Α. περιοχές με πλούσιαπετρελαϊκά κοιτάσματα ή περιοχές κόμβοι στηδιακίνηση του αργού πετρελαίου και του φυσικούαερίου. Αξίζει να θυμηθούμε ότι παλιότεραγια τους ίδιους λόγους, επί προεδρίας του πατέραBush είχε γίνει ο πόλεμος του Κόλπου με αφορμή-πρόσχηματην προσπάθεια ενσωμάτωσης τουΚουβέιτ στο Ιράκ από τον Σαντάμ Χουσεΐν.Ο πρόεδρος George W. Bush ο νεότερος σεώριμη ηλικία «μεταστράφηκε» στο κίνημα των«αναγεννημένων Χριστιανών», που ίσως αντιπροσωπεύειτο πιο αντιδραστικό κομμάτι τουαμερικανικού προτεσταντισμού. Απ’ αυτό τοκίνημα που αυτοαποκαλείται και «ευαγγελικό»,λόγω της τυφλής προσήλωσης των πιστών στογράμμα της Βίβλου (υπό ευρεία έννοια Ευαγγέλιο-ΚαλήΑγγελία), ακόμα και αν αποδίδεται τοιερό κείμενο σε μεταφράσεις από το πρωτότυπο,προέρχεται ο όρος «φανταμενταλισμός», πουστις μέρες μας πλέον μονοπωλιακά σχεδόν αποδίδεταιστους Ισλαμιστές, αλλά δυστυχώς απόπολλούς και στους Μουσουλμάνους, κι έχει γίνειεννοιολογικά συνώνυμο του φανατικά προσηλωμένουσ’ ένα δόγμα θρησκευόμενου ανθρώπουμε προθέσεις επιθετικής διάδοσής του.Η συμπεριφορά των Αμερικανών και τωνσυμμάχων τους στο Αφγανιστάν και στο Ιράκείναι πράγματι νεοαποικιακή και για τούτο έχειπροκαλέσει τις έντονες αντιδράσεις των ντόπιωνπληθυσμών. Οι Αφγανοί και οι Ιρακινοί, με εξαίρεσηίσως τους Κούρδους του βορειοδυτικούΙράκ, όπου βρίσκονται τα κοιτάσματα πετρελαίουτης Μοσούλης, νιώθουν έντονα ταπεινωμένοιαπό τη στάση των δυτικών στρατευμάτων στιςχώρες τους με συνέπεια από τη μια μεριά να αυξάνονταιοι δυναμικές αντιδράσεις των Ταλιμπάνμε τυφλά τρομοκρατικά χτυπήματα και από τηνάλλη πολύ συχνά να σημειώνονται επιθέσεις αυτοκτονίαςκυρίως στη Βαγδάτη με θύματα κυρίωςτους εγκάθετους από τους Αμερικανούς κυβερνώντεςκαι τα όργανά τους, αλλά δυστυχώς καιαθώους ανυπεράσπιστους πολίτες. Η στάση τουπροέδρου Bush και των συνεργατών του απέναντιστο Ισλάμ και στους Μουσουλμάνους, χωρίςαμφιβολία υποκρύπτει την βαθύτατη απαξία πουτρέφουν γι’ αυτή την οικουμενική θρησκεία καιτους πιστούς, παρά τις επανειλημμένες δηλώσειςή επιφανειακές υποκριτικές κινήσεις τους με τιςοποίες επιχειρούν να πείσουν για το αντίθετο.Αυτή η στάση οφείλεται σημαντικά, κατά τηγνώμη μου και στις προσωπικές θρησκευτικές πεποιθήσειςτου Αμερικανού προέδρου και των κύκλωνπου τον περιβάλλουν. Αξίζει να σημειωθείότι πολλοί Ευαγγελικοί αναγεννημένοι Χριστιανοίείναι φανατικοί σιωνιστές. Δηλαδή υποστηρίζουντην ενίσχυση και επέκταση των εβραϊκώνοικισμών στα παλαιστινιακά εδάφη, χρηματοδοτούνφανατικούς Ισραηλίτες εποίκους, διότιπιστεύουν ότι σύμφωνα με το «γράμμα» προφητειώντης Αγίας Γραφής τα παλαιστινιακά εδάφηπρέπει να κατοικηθούν αποκλειστικά από Ιουδαίους,οι άπιστοι Παλαιστίνιοι πρέπει να απομακρυνθούναπό τη γη τους, διότι μόνον έτσι θαεπισπευθεί η Δευτέρα Παρουσία του Χριστού!Η ισλαμοφοβία που έχει επιτρέψει να διασπαρείστην αμερικανική κοινή γνώμη η διακυβέρνησητου προέδρου Bush είναι υπεύθυνη γιαένα περιστατικό που είχε λάβει μεγάλη δημοσιότητατον Σεπτέμβριο του 2004, όταν ο YusufIslam, ο άλλοτε γνωστός τραγουδοποιός και τραγουδιστήςCat Stevens, Βρετανός πολίτης, έφθασεστις Η.Π.Α., κρατήθηκε και ανακρίθηκε απότο FBI στο αεροδρόμιο και τελικά υποχρεώθηκενα επιστρέψει στη Βρετανία γιατί θεωρήθηκεεπικίνδυνος για την ασφάλεια των ΗνωμένωνΠολιτειών. Ο μόνος λόγος γι’ αυτή την ακατονόμαστησυμπεριφορά των αμερικανικών αρχώναπέναντι στον Yusuf Islam ήταν η μουσουλμανικήτου ταυτότητα!Ο πρόεδρος George W. Bush ο νεότερος ελπίζομενα μη λησμονηθεί πολύ σύντομα για τααρνητικά σημεία της πολιτικής του, τα οποία δυστυχώςείναι πολύ σημαντικά και κεφαλαιώδη,ελπίζοντας βέβαια, ότι ο διάδοχός του στη διακυβέρνησητων Η.Π.Α. θα ακυρώσει τις απαράδεκτεςεπιλογές Bush.28 <strong>Azınlık</strong>ça


Η 11 Σεπτεμβρίου 2001 υπήρξε ένα μοναδικόπλήγμα στην ασφάλεια των Ηνωμένων Πολιτειώνκαι ταυτόχρονα μια τραγικά έμπρακτη αμφισβήτησητης παγκόσμιας επιρροής αυτής τηςχώρας, που μετά την κατάρρευση της ΣοβιετικήςΈνωσης εμφανιζόταν στο διεθνές προσκήνιο ωςο μονοκράτωρ του πλανήτη Γη! Δεν υπάρχει αμφιβολίαότι η έξαρση της τρομοκρατίας στο διεθνήχώρο είναι μια οδυνηρά δυσάρεστη εκτροπή.Τα θύματα της χαώδους διασποράς του τυφλούτρόμου είναι οι πρώτοι αποδέκτες των αποτελεσμάτωντης τρομοκρατικής δράσης, αλλά δενπρέπει να αγνοείται και η κατάσταση των θυτών.Οι τρομοκράτες κατά κανόνα είναι απελπισμένοιάνθρωποι, βαθειά σπιλωμένοι από την απόρριψηκαι τα αδιέξοδα που γεννά μια τέτοια πραγματικότητα.Ο Βιετναμέζος Βουδιστής μοναχός και διανοούμενοςThich Nhat Hanh σε μια πρόσφατη συνέντευξήτου σε ινδική εφημερίδα είχε επισημάνειότι οι τρομοκράτες είναι επίσης θύματα, πουδημιουργούν περισσότερα θύματα εξαιτίας τηςπροκατάληψης και της άγνοιάς τους. Συνεχίζονταςκατέληξε, ότι για την αντιμετώπιση της τρομοκρατίαςείναι ανάγκη, όσοι και όσες πιστεύουνότι είναι θύματα διακρίσεων και αδικίας ναμιλήσουν ελεύθερα γι’ αυτό. Η κοινή γνώμη καιοι ηγεσίες των χωρών έχουν υποχρέωση να τουςακούσουν με κατανόηση και προσοχή. Ο αγώναςκατά της τρομοκρατίας δεν πρόκειται να ευοδωθείμε πολεμικές επιχειρήσεις. Η μόνη λύση είναιη καλλιέργεια του ειλικρινούς διαλόγου…. Ίσωςνα φαίνονται σε ορισμένους ρομαντικές οι παραπάνωεπισημάνσεις, δυστυχώς όμως γι’ αυτούςείναι απόλυτα αληθινές και άκρως ρεαλιστικές.Ο πρόεδρος Bush, μετά την 11/9 συμπεριφέρθηκεως άλλος Ρωμαίος αυτοκράτωρ, έχονταςσυμμάχους τη Μεγάλη Βρετανία και ένα σωρόάλλες χώρες του κόσμου. Ούτε σκέψη να μελετηθούνοι λόγοι που ωθούν τους ανθρώπους σεακραίες πολιτικές δραστηριότητες με τρομοκρατικόπεριεχόμενο. Κατ’ αρχάς διαμορφώθηκετο δόγμα Bush στην εξωτερική πολιτική τωνΗ.Π.Α., που επιφυλάσσει στηνατλαντική χώρατο δικαίωμα στρατιωτικής επέμβασης σε κάθεχώρα, εφόσον κρίνει ότι κινδυνεύουν τα συμφέροντάτης από πιθανή και μελλοντική πολιτικήδράση αυτής της χώρας. Έτσι ουσιαστικά έγινεη επέμβαση στο Αφγανιστάν και στο Ιράκ και μεβάση τούτο το δόγμα κατά καιρούς προμηνύεταιεπέμβαση σε βάρος του Ιράν. Αμέσως μετά την11/9/2001, στις 26 Οκτωβρίου του 2001 ψηφίστηκεο περίφημος πλέον Πατριωτικός Νόμοςτων Ηνωμένων Πολιτειών (Public Law 107-56-Oct 26 2001, USA Patriot Act). Με το νόμο αυτόη κυβέρνηση Bush επιχείρησε να θωρακίσει τιςΗ.Π.Α. από κάθε πιθανή τρομοκρατική επιβουλή.Χαρακτηριστικό είναι η δαιμονοποίηση τηςτρομοκρατίας ως ιδιώνυμου ποινικού αδικήματοςκαι η υποχώρηση του σεβασμού των θεμελιωδώνανθρωπίνων δικαιωμάτων μπροστά στησκοπιμότητα αντιμετώπισης της τρομοκρατίας.Τέλος ο κ. Bush κατάφερε να ψηφισθεί ο περίφημοςνόμος των Στρατιωτικών Επιτροπών του2006 (Public Law 109-366-Oct 17 2006, MilitaryCommissions Act), με τον οποίο έπληξε το κύροςτης αμερικανικής Δικαιοσύνης και ουσιαστικάκυρίως κατάργησε για ξένους πολίτες, ύποπτουςτρομοκρατικών πράξεων το κεκτημένο τουhabeas corpus.Σύμφωνα με την αρχή του habeas corpus κάθεπρόσωπο που στερείται της ελευθερίας του μετάαπό σύλληψη ή κράτησή του, έχει το δικαίωμανα προσφύγει στο αρμόδιο δικαστήριο, το οποίοσε πολύ σύντομο χρόνο οφείλει να κρίνει για τονόμιμο ή όχι της κράτησής του και να διατάξειτην απόλυσή του σε περίπτωση παράνομης κράτησης.Αυτή η αρχή αποτελεί κορυφαίο γνώρισματου δυτικού νομικού πολιτισμού, σημαντικότατομέσο κατά της κρατικής αυθαιρεσίας και καθιερώθηκεήδη από τον 12ο αιώνα στην Αγγλία.Σήμερα αποτελεί στοιχείο όλων των σύγχρονωννομοθεσιών, κρατικών και διεθνών. Με το νόμοτων Στρατιωτικών Επιτροπών του 2006 η αρχήτου habeas corpus δεν εφαρμόζεται πλέον γιαξένους πολίτες, οι οποίοι μπορεί να κρατούνταιαπό τις αμερικανικές αρχές ακόμα και για χρόνια,χωρίς συγκεκριμένες κατηγορίες σε βάροςτους και χωρίς να επιληφθεί για την υπόθεσήτους αμερόληπτο δικαστήριο. Έτσι οι κρατούμενοιστο κολαστήριο του Γκουαντανάμο της Κούβαςή στο Αφγανιστάν ή οπουδήποτε υπάρχουνκρατητήρια των αρχών καταστολής των Ηνωμέ-<strong>Azınlık</strong>ça 29


νων Πολιτειών στερούνται της ελευθερίας τουςγιατί απλώς και μόνο είναι ύποπτοι τρομοκρατικήςδραστηριότητας!Υπάρχει ένα κοινό χαρακτηριστικό γνώρισμασε όλες τις πολιτικές πρακτικές της διακυβέρνησηςBush με αφορμή ή πρόσχημα την αντιμετώπισητης τρομοκρατίας. Το δόγμα Bush πουαναφέραμε, έχει ήδη εφαρμοσθεί κατά δύο χωρώνμε μουσουλμανικό πληθυσμό (Αφγανιστάνκαι Ιράκ) και απειλείται συχνά κατά καιρούς ηεκ νέου εφαρμογή του σε βάρος μιας άλλης μουσουλμανικήςχώρας (Ιράν). Η δαιμονοποίησητης τρομοκρατίας σύμφωνα με τις ρυθμίσεις τουΠατριωτικού Νόμου του 2001 έχει αποκτήσειδίχως αμφιβολία όνομα και επώνυμο, λέγεταιΙσλάμ και Μουσουλμάνοι, αφού κατά κύριο λόγοέχουν πληγεί από την εφαρμογή του αποκλειστικάΜουσουλμάνοι. Τέλος ο Νόμος των ΣτρατιωτικώνΕπιτροπών του 2006, όταν αναφέρεταιαόριστα σε ξένους πολίτες, στην πράξη αφοράαποκλειστικά Μουσουλμάνους, αφού κατά τηδιακυβέρνηση Bush αυτοί είναι οι ύποπτοι τρομοκρατίας….Η άποψή μου είναι ότι η έκπτωση του Ισλάμαπό το επίπεδο της θρησκείας σε μια ολοκληρωτικήεπιθετική πολιτική ιδεολογία που λέγεταιΙσλαμισμός είναι μια πραγματικότητα, που κατάκύριο λόγο προσβάλλει το Ισλάμ και τους Μουσουλμάνους.Η τρομοκρατία είναι επίσης μιααρνητική πραγματικότητα που πρέπει να αντιμετωπισθεί.Όμως η δαιμονοποίηση του Ισλάμαπό πολιτικές επιλογές του κ. Bush αποτελεί μιααπαράδεκτη πρακτική, που δεν συμβάλλει στηδιατήρηση διεθνούς σταθερότητας και συνεργασίαςμεταξύ λαών με διαφορετικό πολιτισμικόυπόβαθρο. Τέλος, η αμερικανική ισλαμοφοβίαέχει καταρρίψει έναν ακόμα μύθο του «αμερικανικούονείρου». Η εθνική κοινωνία των ΗνωμένωνΠολιτειών πράγματι είναι πολυφυλετική,πολυεθνική και πολυπολιτισμική. Στον σκληρόπυρήνα της όμως παραμένει ρατσιστικά λευκήκαι φανατικά προτεσταντική. Μακάρι στις εκλογέςτου Νοεμβρίου ο Barack Hussein Obama, μετην εκλογή του, ως νέος πρόεδρος της μεγάληςατλαντικής χώρας να ανασυνθέσει το αμερικανικόόνειρο, θρυμματίζοντας τις τοξίνες της ρατσιστικήςπροκατάληψης…Η ΓΑΖΑ ΜΑΤΩΝΕΙΤΗΝ ΚΑΡΔΙΑ ΜΑΣ!Εύχομαι από καρδιάς όποια και όποιος διαβάζειτις γραμμές που ακολουθούν, το μακελειότων αμάχων κυρίως στη Λωρίδα της Γάζας ναέχει παύσει….Με μάτια ορθάνοιχτα από τη φρίκη, παρακολουθούμετην καταστροφή που γίνεται στη Γάζα.Ένα θυσιαστήριο στη βία έχει γίνει η πιο πυκνοκατοικημένηγωνιά του πλανήτη, με τον πιο νεανικόπληθυσμό και συνάμα τους πιο απελπισμένουςανθρώπους….Ένας Εβραίος διάβασα πως δήλωσε, ότι η βίατης Χαμάς σε καμιά περίπτωση δεν μπορεί νααποτελέσει άλλοθι για τη μαζική επιθετικότητατου ισραηλινού στρατού, που πλήττει μικρά παιδιά,ηλικιωμένους και αρρώστους. Οι Παλαιστίνιοιτης Γάζας, εγκλωβισμένοι σ’ ένα απέραντοστρατόπεδο μελλοθανάτων είναι συνεχώς εκτεθειμένοιως απρόσωποι στόχοι στις προγραμματισμένεςβολές της αεροπορίας, του πυροβολικούκαι του πολεμικού ναυτικού του Ισραήλ. Οιάοπλοι που σκοτώνονται ή τραυματίζονται τόσοβαρειά, που απλά περιμένουν το θάνατο αβοήθητοιμε περισσότερη αγωνία και πόνο, είναι «παράπλευρεςαπώλειες»!Τα θύματα της βίας της Χαμάς σε πόλεις καιχωριά του νοτίου Ισραήλ είναι επίσης τραγικέςφιγούρες, όπως οι πολίτες της Γάζας, με μια διαφορά,οι Ισραηλινοί μπορούν πιο εύκολα να αντιμετωπίσουνκαι να διαφύγουν τον κίνδυνο του30 <strong>Azınlık</strong>ça


θανάτου, ενώ οι Παλαιστίνιοι γείτονές τους είναιαφημένοι μπροστά στο φάσμα του θανάτου εντελώςανυπεράσπιστοι. Οι Ισραηλινοί πολίτες προστατεύονταιαπό μια κρατική μηχανή στο έπακροαποτελεσματική, ενώ οι Παλαιστίνιοι της Γάζαςδεν έχουν τον τρόπο να υπερασπισθούν το θεμελιώδεςδικαίωμά τους στη ζωή!Οι κάτοικοι της Γάζας είναι τα τραγικά θύματατων μεγάλων εμπλοκών της διεθνούς πολιτικής.Η Χαμάς είναι ένα από τα «μακριά χέρια»του Ιράν στη Μέση Ανατολή. Ίσως για τούτο οΑραβικός Κόσμος αντέδρασε μάλλον χαλαράστην επιθετικότητατου Ισραήλ.Τοπρόβλημαόμως δεναφορά τοΚράτοςτου Ισραήλκαιτη Χαμάς,πουθεωρεί ταιτρομοκρατικήοργάνωση,αλλάμια υπερσύγχρονηπολεμικήμηχανήπου έχειεπιτεθεί με απίστευτη αγριότητα σε αμάχους πολίτες,που στις εκλογές του τόπου τους, έκαναν«το λάθος» να υπερψηφίσουν το πολιτικό κόμμαπου λέγεται Χαμάς (Harakat al-Muqawamat al-Islamiyyah –Κίνημα Ισλαμικής Αντίστασης).Στη Γάζα, ακόμα κι αν σταματήσουν οι επιθέσειςτου Ισραήλ και αποφασίσει η Χαμάς να σταματήσειτις βολές ρουκετών σε ισραηλινούς οικισμούς,η καταστροφή που έχει γίνει θα είναι μιαματωμένη πληγή στην καρδιά της ανθρωπότηταςγια πολύ καιρό. Ίσως η τραγωδία της Γάζας νααφήσει το σημάδι της οδύνης στις ψυχές μας απόδω και μπρος. Η Γάζα είναι ο ‘κρανίου τόπος’ τηςανθρωπότητας που θανατώνεται από τις φαντασιώσειςτων «εθνικά ή φυλετικά καθαρών κρατών».Πρώτα ήρθε η al naqba, που στα αραβικά σημαίνειξεριζωμός. Οι Παλαιστίνιοι εξαναγκάστηκαννα εγκαταλείψουν το 1948 πόλεις και χωριά πουκατοικούσαν επί αιώνες και να πάρουν το δρόμοτης προσφυγιάς για να ιδρυθεί το Ισραήλ, ωςκράτος που γεννήθηκε από την καταστροφή τουΟλοκαυτώματος. Μετά ήρθε το τείχος της ντροπής,που άρχισε να χτίζεται για να περιφρουρήσειτα σύνορα του Ισραήλ από την «επιθετικότητα»των Παλαιστινίων, που παραμένουν δεκαετίεςτώρα οι παρίες της μεταπολεμικής ιστορίας, καταδιωκόμενοιμέχρις εξοντώσεως κατά καιρούς,κυρίως απόΙορδανούς,απόΛιβανέζουςκαιαπό Ισραηλινούς.Τώραήρθε τομακελειότηςΓάζας. Ναπαύσει ναυπάρχειέναςολόκληροςλαός,γιατί οιεπιθέσειςτου Ισραήλμε τηνενθάρρυνσητων Η.Π.Α. κυρίως εκεί οδηγούν,ή ναυπάρχει πλέον ευνουχισμένος….Μου δόθηκε η ευκαιρία να εκφράσω τις απόψειςμου για τις πολιτικές των εθνοκαθάρσεων,που έχουν ματώσει φρικτά και τα ελληνικά χώματα.Όλη η γειτονιά μας στα Βαλκάνια έχειστίγματα πόνου από τις φαντασιώσεις των εθνικισμών,κάθε λογής και κάθε λαού της περιοχής.Όλοι είμαστε ένοχοι κατά του ανθρώπινουγένους! Γιατί όποιος επιχειρεί να εξοντώσει έναλαό με οποιοδήποτε τρόπο στο όνομα του έθνουςή της πατρίδας κ.λπ., ενεργεί κατά της ανθρωπότητας.Συνήθως στην Ελλάδα μιλούμε για «μικρασιατικήκαταστροφή» και για τον ξεριζωμό των<strong>Azınlık</strong>ça 31


Ελλήνων από τη Μικρά Ασία και από την Ανατολία.Λησμονούμε ή μάλλον οι πιο πολλοί ποτέδεν μάθαμε δύο απλά πράγματα. Πρώτον, ότι τηνανταλλαγή πληθυσμών μεταξύ Τουρκίας και Ελλάδοςτην είχε απαιτήσει ο Ελευθέριος Βενιζέλοςκαι δεύτερον, ότι όπως και όποιο βαθμό ξεριζώθηκανΈλληνες από την Μικρά Ασία και εγκαταστάθηκανχωρίς διόλου να ρωτηθούν στην Ελλάδα,έτσι ξεριζώθηκαν βίαια Μουσουλμάνοι απότην Κρήτη, από τη Μακεδονία, από την Ήπειροκαι εγκαταστάθηκαν χωρίς διόλου να ρωτηθούνεπίσης σε μέρη της Τουρκίας. Μάλιστα πολλοίαπ’ αυτούς τους Μουσουλμάνους ήταν Έλληνες,πολιτισμικά και φυλετικά ίσως. Δεν γνώριζαν τηντουρκική και είχαν τις ίδιες συνήθειες με τουςΧριστιανούς συμπολίτες τους, μιλώντας μαζίτους την ίδια ακριβώς γλώσσα. Όλοι οι Μουσουλμάνοιτης Κρήτης μονάχα ελληνικά γνώριζαν,όπως και οι Μουσουλμάνοι της Ηπείρου,με εξαίρεση εκείνους της Θεσπρωτίας που ήτανΑλβανοί (Τσάμηδες), όπως και οι Βαλαάδες τηςΔυτικής Μακεδονίας. Υπήρχαν και άλλοι Μουσουλμάνοιπου μιλούσαν σλαβομακεδόνικα καιήταν ντόπιοι Μακεδόνες, όπως και οι Χριστιανοίσυγχωριανοί τους και όμως σύρθηκαν άθελαστην Τουρκία και τους δόθηκε νέα πατρίδα σταβάθη της Καραμανίας.Σε τούτο τον τόπο, Ελλάδα και Τουρκία, γνωρίζουμεκαλά την προσφυγιά, την καταστροφή,την πίκρα να ζεις και ο άλλος να μη σου αναγνωρίζειτην αξιοπρέπεια.Ένα βιβλίο κυκλοφόρησε πριν λίγο καιρό απότις εκδόσεις ‘Κέδρος’ σε ελληνική μετάφρασηαπό τα τουρκικά. Τίτλος του «Κρήτη μου». Συγγραφέαςτου η Σαμπά Αλτίνσαϊ, κρητικής καταγωγής.1 Αξίζει να διαβασθεί από τον καθένα καιτην καθεμιά, που ζει σε τούτο τον τόπο, είτε είναιΧριστιανός, είτε Μουσουλμάνος, είτε Τούρκος ήΈλληνας ή όποιος αλλιώς αυτοπροσδιορίζεται.Πρώτα και κύρια είναι ένα βιβλίο γραμμένο μεαλήθεια και επίσης αποκαλύπτει πράγματα πουοι πολλοί αγνοούν και οι λίγοι θα ήθελαν να μηδουν ποτέ το φως της δημοσιότητας.Όσοι ζούμε στην Ελλάδα, όπως και στηνΤουρκία, θαρρώ πως έχουμε φυτεμένη στα γονίδιάμας την ευαισθησία να κατανοήσουμε τοδράμα των ανθρώπων της Γάζας. Άλλος λίγο, άλλοςπιο πολύ κουβαλούμε στην κληρονομιά μαςτο ζεμπίλι και το μπόγο του πρόσφυγα που ξεκίνησεμε τα πόδια και τα κάρα από την Πάντερμανα φτάσει ως τη Σαλονίκη ή από τα Χανιά στοΑϊβαλί φορτωμένος σαν σακί σε καράβι που ημπόχα σ’ έπνιγε αλύπητα.Στις μέρες που πολλοί αγωνιούν για την «παγκόσμιαοικονομική κρίση» και τρέμουν μη χάσουντους θησαυρούς τους, μια αξία προβάλλει,ολοζώντανη, με σάρκα και οστά, με χαμόγελακαι δάκρυα: Η αξία της ανθρωπιάς. Αν υπάρχειανθρωπιά δεν κινδυνεύει από τα σκαμπανευάσματαοποιουδήποτε χρηματιστηρίου. Κι αυτή ηαξία είναι η μόνη που μπορεί να κρατά ακοίμητητη συνείδηση του ανθρώπου, αυτό που μας ξεχωρίζειαπό τα άλλα ζωντανά του πλανήτη….1. Saba Altınsay: KRİTİMU- Girit’ im benim.32 <strong>Azınlık</strong>ça


ΖΩΟΛΟΓΙΚΟΣ ΚΗΠΟΣΚωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςΕπίκουρος καθηγητής, πανεπιστήμιο Μακεδονίαςktsitselikis@yahoo.comΠερί Τούρκων και Πομάκων στη ΘράκηΤα μειονοτικά πράγματα της Θράκης έχουνκεντρίσει το ερευνητικό ενδιαφέρον τα τελευταία10-15 χρόνια πολλών επιστημόνων διαφορετικώνκλάδων. Διδακτορικές διατριβές καιδιπλωματικές εργασίες πολιτικής επιστήμης, δικαίου,ιστορίας, γλωσσολογίας, ανθρωπολογίαςή των επιστημών της εκπαίδευσης προσπαθούννα απαντήσουν ερευνητικά ερωτήματα που συνθέτουντην πολυπλοκότητα των σχέσεων πουσυσχετίζονται με την μειονότητα, τις εσωτερικέςτης πτυχές, τα κράτη και τις πολιτικές τους, στοπαρόν και το παρελθόν.Δεν είναι ασφαλώς εύκολο πεδίο έρευνας,καθώς ιδεολογικοί προσανατολισμοί και συναισθηματικέςστάσεις προκαταλαμβάνουν συχνάτο ερευνητικό αποτέλεσμα, μειώνοντας την επιστημονικήτου αξιοπιστία. Δύο βιβλία που μόλιςκυκλοφόρησαν καταπιάνονται με την μειονότητατης Θράκης από διαφορετική σκοπιά και μέθοδο:το ένα είναι μονογραφία πολιτικής ιστορίας, καιτο άλλο συλλογικό έργο μιας σειράς άρθρων νομικούπεριεχομένου. Το πρώτο αφορά τους Πομάκουςκαι το Δεύτερο τους Τούρκους (μεταξύάλλων). Και τα δύο φέρνουν μια νέα ματιά στηνπερί μειονοτικών πραγμάτων συζήτηση.Το βιβλίο του Τάσου Κωστόπουλου, ιστορικούκαι δημοσιογράφου, με τίτλο «Πομάκοι.Το Μακεδονικό της Θράκης» (εκδ. Βιβλιόραμα,2009) αποτελεί καρπό πολυετούς εξαντλητικήςέρευνας σε αρχειακό υλικό και στην σχετική βιβλιογραφία,δημοσιογραφική και επιστημονική.Ο αναγνώστης μπορεί να αντιληφθεί τις πολιτικέςδιαστάσεις του ζητήματος των Πομάκων, δηλαδήτων σλαβόφωνων/βουλγαρόφωνων μουσουλμάνωντης Θράκης. Γλώσσα, πολιτισμός και θρησκείααποτέλεσαν το πεδίο ανταγωνισμών μεταξύτης ελληνικής και τουρκικής πολιτικής, πουανάλογα με τις μεταξύ τους σχέσεις, επιδόθηκανσε έναν αγώνα ιδεολογικού προσεταιρισμού τωνΠομάκων, τουλάχιστον τα τελευταία 60 χρόνια.Η χρήση προνομίων, υποτροφιών, συντάξεωνκαι επιδομάτων αλλά και μέσων επιτήρησης,όπως η ζώνη επιτήρησης, η περιβόητη «μπάρα»,χρησιμοποιήθηκαν και από τα δύο κράτη ωςμέσα επίτευξης της διάσπασης της μειονότητας,από ελληνικής πλευράς, ή της ομογενοποίησήςτης, από τουρκικής. Δεν ήταν σπάνιο φαινόμενονα μπουν στο παιχνίδι και ιδιωτικοί φορείς, ήσύλλογοι, με στόχο την ανάδειξη της ιδιαίτερηςγλώσσας και πολιτισμού των Πομάκων (ακόμακαι την επικαλούμενη αρχαιοελληνική τους καταγωγή)από «ελληνικής πλευράς», ή αντίστροφατον τουρκικό τους πολιτισμό και καταγωγή,από «τουρκικής πλευράς».Μάλιστα ο ελληνοτουρκικός ανταγωνισμός,εκτός από το ότι δεν άφησε κανένα περιθώριονα αναπτυχθεί αυτόνομα ο όποιος πομακικόςεθνισμός και ταυτότητα, κινήθηκε συχνά σε μιαγκρίζα νομιμότητα, στις παρυφές του κράτους δικαίου.Το θέμα αυτό συζητά το δεύτερο βιβλίο,που επιμελήθηκε ο Δημήτρης Χριστόπουλος,επίκουρος καθηγητής στο Πάντειο Πανεπιστήμιομε τίτλο «Το ανομολόγητο ζήτημα των μειονοτήτωνστην ελληνική έννομη τάξη» (εκδ. Κριτική,<strong>Azınlık</strong>ça 33


2008). Το βιβλίο, εκτός άλλων, κυρίως στα άρθρατων Δημήτρη Δημούλη και Χρήστου Παπαστυλιανούπαρουσιάζει και σχολιάζει το δικαίωμαστην σύσταση συλλόγων με εθνικό προσωνύμιο.Οι πρόσφατες υποθέσεις της Τουρκικής ΈνωσηςΞάνθης, Τούρκων Γυναικών Ν. Ροδόπης καιΜειονότητας Νέων Έβρου δίνουν το έναυσμαγια μια ενδιαφέρουσα συζήτηση για τα όρια τουνομικού μας πολιτισμού και τις ιδεολογικές τουαγκυλώσεις. Το πρόβλημα εστιάζεται στις εμμονέςάρνησης της ύπαρξης των ίδιων των φαινόμενων(δηλαδή μιας μειονοτικής ομάδας) με τηνεπίκληση μάλιστα ενός ακραίου νομικισμού: ΗΣυνθήκης της Λοζάνης δεν αναφέρει Τούρκουςαλλά μουσουλμάνους, άρα Τούρκοι δεν υπάρχουνστην Θράκη.Το επιχείρημα το οποίο δεν μπορεί να στηριχτείσε καμία νομική λογική, έχει χρησιμοποιηθείαπό δικαστήρια και μάλιστα ανώτατου βαθμούγια να απαγορεύσει στα προαναφερόμενασωματεία την άδεια λειτουργίας. Η θεραπεία τηςνομικής ανωμαλίας χρειάστηκε να έρθει από τοΕυρωπαϊκό Δικαστήριο Δικαιωμάτων του Ανθρώπου.Τον τόμο συμπληρώνουν οι μελέτες τουΝίκου Αλιβιζάτου σχετικά με τα όρια του κοινοτισμούκαι της θρησκευτικής ελευθερίας, ζήτηματο οποίο έχει άμεση σχέση με την αυτονομία τηςμειονότητας της Θράκης σε θρησκευτικά και εκπαιδευτικάζητήματα.Η Σοφία Παπαπολυχρονίου και ο ΜιχάληςΤσαπόγας συζητούν τα όρια της επικρατούσαςθρησκείας και των υπόλοιπων θρησκευτικώνομάδων σύμφωνα με το ελληνικό δίκαιο και νομολογία.Τέλος ο υποφαινόμενος και ο επιμελητήςτου τόμου αναφέρονται στις πολιτικές και τοδίκαιο που είχε υιοθετήσει η Κρητική Πολιτείασχετικά με τους μουσουλμάνους και την τωρινήεμπειρία, στο σύγχρονο ελληνικό δίκαιο.www.azinlikca.netΚαι τα δύο βιβλία διερευνούν θέματα πουσυχνά μένουν στην σκιά των συζητήσεων, προσφέρονταςπλούσιο υλικό γνώσης αλλά και αναστοχασμού.Κυρίως για να αντιληφθούμε τι είναιεκείνο που προκαλεί τα αντανακλαστικά άρνησηςότι στην Θράκη υπάρχουν Τούρκοι (για τους«Έλληνες») ή Πομάκοι (για του «Τούρκους»).34 <strong>Azınlık</strong>ça


Evren Dedeevrendede@gmail.comÖlene kadar patrik veya müftü olmakAgos Gazetesi - Sayı: 667Ruhani Meclis’in, görevini tam olarak yerinegetiremeyen Patrik II. Mesrob hakkındaki “ömürboyu” makamında kalacağı açıklaması ve devamındakitartışmalar, bana bizim Batı Trakya’da içindebulunduğumuz durumu çağrıştırdı. Başta Agosolmak üzere, Ruhani Meclis’in kararına gösterilentepkileri okudukça, tecrübelerime dayanarak, basınayansımayan ateşli tartışmaların da sürdüğünütahmin edebiliyorum.Bu tür sorunlarda ben hep şunu gördüm: Sorununçıkış noktası dinsel olduğuna göre, konu öncedini açıdan açıklığa kavuşturulmalıdır. Çünkü diniritüeller kapsamında olan bir konuyu bağlı olduğudinin ekseninde iyi bilmeden yapılacak her yorum,sorunu daha da açmaza doğru sürükleyebilir.Ortodoks inancının kilise teamülleri çerçevesindeşekillenen bir kuralı var: Patrikler son nefesleriniverecekleri ana kadar patriktir. Ayrıca, sadece patrikleriçin geçerli değildir bu kural, mesela metropolitleriçin de geçerlidir.Ne kadar enteresandır; bu uygulamanın benzeribizde de bulunmaktadır. En azından Yunanistan’dakidevlet erkanının Müslüman din adamlarına karşıyaklaşımı bu yöndedir ve bu uygulamayı pek sevmişizdir.Bizde de müftüler, çok özel durumlar karşısındagörevlerini bıraktıkları, ayrılmak zorundabırakıldıkları veya azledildikleri durumları istisnatutarsak, ölene kadar müftüdürler. Mesela 1927’denbu yana, sadece İskeçe’de, Hüseyin Hüsnü, Hafızİlyas, Ali Fehmi Efendi, Sabri Efendi ve MustafaHilmi son nefesini verinceye kadar müftülük makamındakalmışlardır. Dile kolay; Mustafa Hilmitam tamına 41 yıl müftülük yapmıştır. Sadece bumu? Yunanistan’daki müftülerin tamamı, Ortodoksmezhebindeki ruhani meclisin benzeri dini bir kurulveya azınlığın milletvekillerini de barındıranbir heyetin önerisiyle, devlet tarafından atanmıştır.1991 yılında müftülük sorunu başgösterene kadarbu sistem devam etmiştir. 1991’den sonra ise, İskeçeMüslümanları, biri devlet tarafından atanmış,diğeri ise camilere gelen erkeklerin seçtikleri müftüolmak üzere iki müftüyle tanışmışlardır. Dolayısıyla,İskeçeliler, artık, ölümüne kadar görevinin başındabulunan tek değil çift müftüyle yaşamaktadır.Beterin beteri var yani…Sorun zaten görevin tevdi edilmesinde değil,verilen görevin ömür boyu sürmesindedir. Elbette,tarih boyunca patriklerin görevini bıraktığı, ayrılmakzorunda bırakıldığı veya azledildiği durumlarda vardır. Fakat genellikle bu tür vakalar daha çokhükümdarın buyruğu ile veya dünyevi nedenlerdendolayı gerçekleşmiştir. Üstelik, bu tür uygulamalargenel teamülün devam etmesine engel de teşkil etmemiştir.Seçilen bütün diğer patrikler yine aynıteamül çerçevesinde, vefat edecekleri ana kadarpatrik olmak kaydıyla seçilmektedir. O halde, biristisna olarak patriğin vefatından önce yeni bir patrikseçmenin yolu yine Ruhani Meclis’in onayıylagerçekleşebilir.Sakın bütün bunları seçim yapılmasına karşıolduğum düşüncesiyle söylediğim zannedilmesin.Tam aksine, ben patriğin de müftünün de vefatınakadar görevinde bulunmasının doğru olmadığınainananlardanım. Ve sorunun temelinde, gerçektebu kuralın yattığını sizlere göstermeye çalışıyorum.Çünkü sorun sadece Patrik II. Mesrob’un sağlık durumuve Ruhani Meclis’in kararı değildir. Sorun,din adamlarının ölene dek görevde durmaları konusudur.Bugünü halletseniz bile yarın aynı soruntekrar nüksedebilir. Türkiye Yahudilerinin bunuçözdüğünü, hahambaşı seçiminin 7 senede bir gerçekleştiğinive 2009’da da yine seçimleri olduğunuunutmayalım. Ömrü hayatı boyunca patrik olmayıengelleyecek daha işlevsel bir sistem gelecek nesillerebırakılabilir mi? Bence odaklanacak yer bu olmalı…<strong>Azınlık</strong>ça 35


GAT’tan eğitim paneliGenç Akademisyenler Topluluğu (GAT) 3 Ocak Cumartesigünü GTG Birliği’nde azınlık eğitimiyle ilgili birpanel düzenledi. GAT’ın düzenlediği panele Rodop iliPasok milletvekili Ahmet Hacıosman, eski milletvekilleriMustafa Mustafa, Galip Galip, Batı Trakya Türk ÖğretmenlerBirliği Başkanı Sami Toraman ve Batı TrakyaAzınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı Ahmet Karakonuşmacı olarak katıldılar.GAT’ın konuşmacı olacaklarını açıkladığı İskeçe iliPasok milletvekili Çetin Mandacı, eski milletvekili İlhanAhmet ve Rodop – Evros SÖPA Mezunları Derneği BaşkanıMehmet Derdiman yoğun iş programları yüzündenpanele katılamadılar. GAT Asbaşkan İrfan Çakır’ın yönettiğiprogramda panelistler azınlık eğitiminin sorunlarınıve azınlık eğitiminin tarihini anlattılar.İskeçe Belediyesi Koyunköy’de iki sokağaTürk ismi verdi10 Aralık Çarşamba günü İskeçe Belediyesi Meclistoplantısında görüşülen konulardan biri yeni düzenlemeyapılan bazı bölgelere sokak isimlerinin verilmesiydi.Yapılan toplantıda İskeçe’ye bağlı Koyunköy’de sokaklarisimlendirildi ve köyde her iki mahallede birer sokağaTürk ismi verildi. İlk mahalledeki 30 tane sokaktan birine“Çamur Halil” adı verildi. Koyunköy’dekiş ikinci mahalledeise 18 tane sokağa meclis isim belirledi. Buradakibir sokağa da “Malkoç Hüseyin” sokağı adı kondu.İskeçe Belediyesi Meclis toplantısında, EşitlikListesi’nden Hüseyin Bandak ve Hasan Malkoç, bu adımıolumlu karşıladıklarını ancak sadece iki sokağa Türkismi verilmesini az bulduklarını belirterek bu gündemmaddesine de red oyu kullandılar.Bakırköy Belediyesi Yeşilköy’de birsokağa Rum ismi verdi24 Aralık tarihinde Bakırköy Belediyesi, Rum doktorKonstantin Kalangos’un adını eski Çardaklı sokağa verdi.Yeşilköy Ermeni Okulu’ndan Yetişenler Derneği’ninbinası önünde düzenlenen törenle, sokağa doktor KonstantinKalangos tabelası çakıldı. Törene Bakırköy BelediyeBaşkanı Ateş Ünal Erzen ve Dr. Kalangos’un İsviçre’deyaşayan kalp doktoru oğlu Akhsentios Kalangos ve Yeşilköylülerkatıldı.İstanbul’da adı sokağa verilen bir diğer Türkiye vatandaşıRum da efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis.Büyükada’da 10 yıldır Lefter Sokağı bulunuyor.Kabinede beklenendeğişiklik gerçekleştiBaşbakan Kostas Karamanlis kabinede beklenen değişikliği7 Ocak Çarşamba günü gerçekleştirdi. 5 bakanve 1 bakan yardımcısı yeni kabinede yer almazken, 4 bakanında bakanlıkları değiştirildi.Rodop ili ND milletvekili Evripidis Stilyanidis, EğitimBakanlığı görevinden alındı ve yeni kabinede UlaştırmaBakanı yapıldı. Adı Vatopedi manastırı skandalınakarışan İskeçe ili ND milletvekili ve Tarım Bakanı AlekosKontos ise yeni kabinede bakanlık görevinden alındı.Hükümetin önemli isimlerinden olan Ekonomi BakanıYorgos Alogoskufis de yeni kabinede yer almıyor.Yeni kabinede yer alan bakanlar şu şekilde:İçişleri Bakanı: Prokopis PavlopoulosDışişleri Bakanı: Dora BakoyanniAdalet Bakanı: Nikos DendiasEkonomi Bakanı: Yannis PapathanasiouEğitim Bakanı: Aris SpilyotopoulosSavunma Bakanı: Evangelos MeymarakisSağlık Bakanı: Dimitris AvramopoulosÇalışma Bakanı: Fani Palli PetralyaKalkınma Bakanı: Kostis HacidakisTarım Bakanı: Sotiris HacigakisDeniz Ticaret Bakanı: Anastasis PapaligourasUlaştırma Bakanı: Evripidis StilyanidisBayındırlık Bakanı: Yorgos SoufliasMakedonya – Trakya Bakanı: Stavros KalafatisTurizm Bakanı: Kostas MarkopoulosKültür Bakanı: Andonis SamarasHükümet Sözcüsü: Evangelos AndonarosMilletvekillerinin Ankara ziyaretiYunan Millet Meclisi’nde görev yapmış Batı Trakyalıeski ve yeni azınlık milletvekilleri 24 Aralık Çarşambagünü Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve BaşbakanTayyip Erdoğan’la Ankara’da bir araya geldiler.Heyette şu isimler yer aldı: PASOK İskeçe MilletvekiliÇetin Mandacı, PASOK Rodop Milletvekili AhmetHacıosman, eski YDP Rodop Milletvekili İlhan Ahmet,eski Sol İttifak Rodop Milletvekili Mustafa Mustafa, eskiYDP Rodop Milletvekili Hasan İmamoğlu, eski PASOKRodop Milletvekili Galip Galip, eski YDP İskeçe MilletvekiliOrhan Hacıibram, eski PASOK Rodop MilletvekiliAhmet Mehmet, eski Bağımsız Rodop Milletvekiliİsmail Molla, eski PASOK ve Bağımsız İskeçe MilletvekiliAhmet Faikoğlu ve eski Rodop Milletvekili HasanHatipoğlu.Pasok Rodop milletvekili Ahmet Hacıosman ve Pasokİskeçe milletvekili Çetin Mandacı Ankara’da YunanistanBüyükelçiliği’ni de ziyaret ettiler.36 <strong>Azınlık</strong>ça


Η ΕΚΔΟΣΗ ΕΝΟΣΝΕΟΥ ΒΙΒΛΙΟΥ«Ιστορίες της Μεθορίου»Του ΕκδότηΠριν λίγες μέρες εκδόθηκε το δεύτερο βιβλίο του συνεργάτη του περιοδικού μας κ. ΓιώργουΔούδου, με τίτλο «Ιστορίες της Μεθορίου». Στο οπισθόφυλλο του βιβλίου γράφονται ταεξής: «Οι Ιστορίες της Μεθορίου είναι μια συλλογή διηγημάτων που μερικοί ίσως τα κρίνουνοδυνηρά, άλλοι μπορεί να τα απορρίψουν ως επικίνδυνα για τα ‘εθνικά μας συμφέροντα’, ενώμια τρίτη κατηγορία αναγνωστών πιθανώς να πληροφορηθεί για πρώτη φορά, ότι ο ‘Παράδεισος’των εκάστοτε ισχυρών συχνά δεν είχε πρόσωπο ανθρώπου».Στα διηγήματα του βιβλίου αποτυπώνονται ιστορίες με αληθινό υπόβαθρο, που είτεεκτυλίσσονται σε περιοχές της ελληνικής μεθορίου, είτε στην περιοχή της μεθορίου της ψυχήςτου ανθρώπου, όπου οι συγκρούσεις και τα διλήμματα είναι τραγικά και πολλές φορές μοιραία.Ένα από τα διηγήματα επιγράφεται «Χλόη ή αλλιώς Hebilköy». Πρόκειται για μιαιστορία σε πολλά επίπεδα, που θα μπορούσε να συμβεί σε οποιοδήποτε πομακοχώρι της Θράκης,απλά ο συγγραφέας δανείζεται το τοπωνύμιο του γραφικού χωριού της ορεινής Ροδόπηςγια να τοποθετήσει τοπικά το μύθο του. Ένα άλλο διήγημα ξεπερνά τα ελληνικά σύνορα καιδιαδραματίζεται στο μικρό νησί Alibey, που οι Έλληνες αποκαλούσαν Μοσχονήσι, ανάμεσαστο Αϊβαλί και στη Λέσβο. Πρόκειται για μια ιστορία προσφυγιάς από την άλλη πλευρά τουΑιγαίου. Μια άλλη ιστορία, ιδιαίτερα τρυφερή και με πολύ πόνο εξελίσσεται στη Μυτιλήνη,δύο διηγήσεις αφορούν περιστατικά που αξίζει να μη λησμονούνται κι έχουν διαδραματισθείστη Μακεδονία, ενώ η τελευταία ιστορία του βιβλίου παρουσιάζει ενδιαφέρον με την τραγικήεπικαιρότητα, αφού αναφέρεται σε μια οικογένεια Εβραίων της Θεσσαλονίκης και αγγίζειζητήματα που βασανίζουν συνειδήσεις Εβραίων του Ισραήλ όσον αφορά το διαιωνιζόμενοαδιέξοδο από την «απαγόρευση» εκ μέρους των ισραηλινών αρχών στους Παλαιστίνιους ναζουν ως λαός με ελευθερία και προπάντων με αξιοπρέπεια.<strong>Azınlık</strong>ça 37


38 <strong>Azınlık</strong>ça

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!