2008). Το βιβλίο, εκτός άλλων, κυρίως στα άρθρατων Δημήτρη Δημούλη και Χρήστου Παπαστυλιανούπαρουσιάζει και σχολιάζει το δικαίωμαστην σύσταση συλλόγων με εθνικό προσωνύμιο.Οι πρόσφατες υποθέσεις της Τουρκικής ΈνωσηςΞάνθης, Τούρκων Γυναικών Ν. Ροδόπης καιΜειονότητας Νέων Έβρου δίνουν το έναυσμαγια μια ενδιαφέρουσα συζήτηση για τα όρια τουνομικού μας πολιτισμού και τις ιδεολογικές τουαγκυλώσεις. Το πρόβλημα εστιάζεται στις εμμονέςάρνησης της ύπαρξης των ίδιων των φαινόμενων(δηλαδή μιας μειονοτικής ομάδας) με τηνεπίκληση μάλιστα ενός ακραίου νομικισμού: ΗΣυνθήκης της Λοζάνης δεν αναφέρει Τούρκουςαλλά μουσουλμάνους, άρα Τούρκοι δεν υπάρχουνστην Θράκη.Το επιχείρημα το οποίο δεν μπορεί να στηριχτείσε καμία νομική λογική, έχει χρησιμοποιηθείαπό δικαστήρια και μάλιστα ανώτατου βαθμούγια να απαγορεύσει στα προαναφερόμενασωματεία την άδεια λειτουργίας. Η θεραπεία τηςνομικής ανωμαλίας χρειάστηκε να έρθει από τοΕυρωπαϊκό Δικαστήριο Δικαιωμάτων του Ανθρώπου.Τον τόμο συμπληρώνουν οι μελέτες τουΝίκου Αλιβιζάτου σχετικά με τα όρια του κοινοτισμούκαι της θρησκευτικής ελευθερίας, ζήτηματο οποίο έχει άμεση σχέση με την αυτονομία τηςμειονότητας της Θράκης σε θρησκευτικά και εκπαιδευτικάζητήματα.Η Σοφία Παπαπολυχρονίου και ο ΜιχάληςΤσαπόγας συζητούν τα όρια της επικρατούσαςθρησκείας και των υπόλοιπων θρησκευτικώνομάδων σύμφωνα με το ελληνικό δίκαιο και νομολογία.Τέλος ο υποφαινόμενος και ο επιμελητήςτου τόμου αναφέρονται στις πολιτικές και τοδίκαιο που είχε υιοθετήσει η Κρητική Πολιτείασχετικά με τους μουσουλμάνους και την τωρινήεμπειρία, στο σύγχρονο ελληνικό δίκαιο.www.azinlikca.netΚαι τα δύο βιβλία διερευνούν θέματα πουσυχνά μένουν στην σκιά των συζητήσεων, προσφέρονταςπλούσιο υλικό γνώσης αλλά και αναστοχασμού.Κυρίως για να αντιληφθούμε τι είναιεκείνο που προκαλεί τα αντανακλαστικά άρνησηςότι στην Θράκη υπάρχουν Τούρκοι (για τους«Έλληνες») ή Πομάκοι (για του «Τούρκους»).34 <strong>Azınlık</strong>ça
Evren Dedeevrendede@gmail.comÖlene kadar patrik veya müftü olmakAgos Gazetesi - Sayı: 667Ruhani Meclis’in, görevini tam olarak yerinegetiremeyen Patrik II. Mesrob hakkındaki “ömürboyu” makamında kalacağı açıklaması ve devamındakitartışmalar, bana bizim Batı Trakya’da içindebulunduğumuz durumu çağrıştırdı. Başta Agosolmak üzere, Ruhani Meclis’in kararına gösterilentepkileri okudukça, tecrübelerime dayanarak, basınayansımayan ateşli tartışmaların da sürdüğünütahmin edebiliyorum.Bu tür sorunlarda ben hep şunu gördüm: Sorununçıkış noktası dinsel olduğuna göre, konu öncedini açıdan açıklığa kavuşturulmalıdır. Çünkü diniritüeller kapsamında olan bir konuyu bağlı olduğudinin ekseninde iyi bilmeden yapılacak her yorum,sorunu daha da açmaza doğru sürükleyebilir.Ortodoks inancının kilise teamülleri çerçevesindeşekillenen bir kuralı var: Patrikler son nefesleriniverecekleri ana kadar patriktir. Ayrıca, sadece patrikleriçin geçerli değildir bu kural, mesela metropolitleriçin de geçerlidir.Ne kadar enteresandır; bu uygulamanın benzeribizde de bulunmaktadır. En azından Yunanistan’dakidevlet erkanının Müslüman din adamlarına karşıyaklaşımı bu yöndedir ve bu uygulamayı pek sevmişizdir.Bizde de müftüler, çok özel durumlar karşısındagörevlerini bıraktıkları, ayrılmak zorundabırakıldıkları veya azledildikleri durumları istisnatutarsak, ölene kadar müftüdürler. Mesela 1927’denbu yana, sadece İskeçe’de, Hüseyin Hüsnü, Hafızİlyas, Ali Fehmi Efendi, Sabri Efendi ve MustafaHilmi son nefesini verinceye kadar müftülük makamındakalmışlardır. Dile kolay; Mustafa Hilmitam tamına 41 yıl müftülük yapmıştır. Sadece bumu? Yunanistan’daki müftülerin tamamı, Ortodoksmezhebindeki ruhani meclisin benzeri dini bir kurulveya azınlığın milletvekillerini de barındıranbir heyetin önerisiyle, devlet tarafından atanmıştır.1991 yılında müftülük sorunu başgösterene kadarbu sistem devam etmiştir. 1991’den sonra ise, İskeçeMüslümanları, biri devlet tarafından atanmış,diğeri ise camilere gelen erkeklerin seçtikleri müftüolmak üzere iki müftüyle tanışmışlardır. Dolayısıyla,İskeçeliler, artık, ölümüne kadar görevinin başındabulunan tek değil çift müftüyle yaşamaktadır.Beterin beteri var yani…Sorun zaten görevin tevdi edilmesinde değil,verilen görevin ömür boyu sürmesindedir. Elbette,tarih boyunca patriklerin görevini bıraktığı, ayrılmakzorunda bırakıldığı veya azledildiği durumlarda vardır. Fakat genellikle bu tür vakalar daha çokhükümdarın buyruğu ile veya dünyevi nedenlerdendolayı gerçekleşmiştir. Üstelik, bu tür uygulamalargenel teamülün devam etmesine engel de teşkil etmemiştir.Seçilen bütün diğer patrikler yine aynıteamül çerçevesinde, vefat edecekleri ana kadarpatrik olmak kaydıyla seçilmektedir. O halde, biristisna olarak patriğin vefatından önce yeni bir patrikseçmenin yolu yine Ruhani Meclis’in onayıylagerçekleşebilir.Sakın bütün bunları seçim yapılmasına karşıolduğum düşüncesiyle söylediğim zannedilmesin.Tam aksine, ben patriğin de müftünün de vefatınakadar görevinde bulunmasının doğru olmadığınainananlardanım. Ve sorunun temelinde, gerçektebu kuralın yattığını sizlere göstermeye çalışıyorum.Çünkü sorun sadece Patrik II. Mesrob’un sağlık durumuve Ruhani Meclis’in kararı değildir. Sorun,din adamlarının ölene dek görevde durmaları konusudur.Bugünü halletseniz bile yarın aynı soruntekrar nüksedebilir. Türkiye Yahudilerinin bunuçözdüğünü, hahambaşı seçiminin 7 senede bir gerçekleştiğinive 2009’da da yine seçimleri olduğunuunutmayalım. Ömrü hayatı boyunca patrik olmayıengelleyecek daha işlevsel bir sistem gelecek nesillerebırakılabilir mi? Bence odaklanacak yer bu olmalı…<strong>Azınlık</strong>ça 35