24.08.2015 Views

OCAK - ΙΑΝΟΥΑΡΙΟΣ 2010 Sayı 54 Fiyatı 3 € Azınlıkça 1

54 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

54 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.grNeyi yazmam gerektiğini sorgularken...“Balyoz” ve AzınlıkTürkiye’de olup bitenlerle ilgili bir yorumyapmak isterdim. Son günlerde “Taraf” gazetesininifşa ettiği “Balyoz” adlı 2003’lere ait askerîdarbe planını “kanım donarak” okudum. “Ergenekon”çerçevesindeki ifşaat yüzünden zatençoktandır kanım bir türlü ısınmak bilmiyordu.Planın Yunanistan’la ilgili bölümü üzerindeodaklanmak isterdim daha çok. Türkiye’dekaos yaratarak AK Parti hükümetini devirecekdarbe koşullarını hazırlamak amacıyla, ifşa edilenplanda, diğerleri yanında, Ege’deki gerilimiartırmak ve bir Türk savaş uçağını Yunanlılarcadüşürülmesini sağlamak var. Daha başka şeylerde var.Öbür ayrıntılar da, kaos ortamı yaratacakakıl almaz provokasyonlar, zaten planın tümü,ancak hasta beyinlerin üretebileceği türden.“Akıl ve vicdana sığmayan” şeyler. Ama demekki bazı paşaların alışageldikleri ve hâlâ sürdükleridüşünce tarzı.Beni özellikle ilgilendiren, bütün bunlarınbizim azınlık uzantısı. Azınlığı nice etkileyebilir,nice etkilemektedir?Ve nice etkilemiştir? Zira Azınlıkta 1980’liyılların ortalarında başlayan “akla ve vicdanasığmayan” uygulamalar ve bu dönemde açılanyara, Türkiye’deki “derin devlet” ve “Ergenekon”yapılanmasının yansımasından ve dayatmasındanbaşka bir şey değildi. Ayağımızın suyaermesi için 20 yılın geçmesi gerekti.Şimdi daha deneyimli ve daha dikkatliyiz.Hiç olmazsa öyle olmamız gerek.Öte yandan bugünkü konjonktürdeTürkiye’yi vesayet rejiminden kurtarmak vedaha da demokratikleştirmek, bunun için gereklireformları gerçekleştirmek, tarihî bir görevolarak AK Parti iktidarına düşüyor. Ne yazık kibaşka seçenek yok. Bu hal, laik ve Kemalist ez-berlerimizi bozsa da.Türkiye’de demokrasiyi genişletecek ve derinleştirecekreformlar, Azınlığı da rahatlatacaktır.Biraz dikkatle bakarsanız, Azınlıkta hangihareketlerin hâlâ “Ergenekon” yapılanmasına ve“Balyoz” planına tempo tuttuğunu anlarsınız.Bu yorumları genişletmek isterdim. Amabeni ilgilendiren daha başka sorunlar da var, birtercih yapmalıyım.Ekonomik kriz ve rençperlerinyol blokajlarıEvet, önce ekonomi, bu konudaki bilgilerimgünlük basını ve medyayı izlemekle edindiklerimdenöteye geçmiyorsa da.Ben de ikna oldum, ülke iflasın eşiğine gelmiş.Bu iddiayı geçen yıllarda defalarca işitmişimdir.İlgili iddialar hep boşa çıktığı gibi,Yunanistan’daki refah düzeyi de hızla yükselmeyedevam etti. Öyle ki bugün, örneğin, İtalya’dakişi başına düşen ulusal gelirden ancak üç santimgerilerdeyiz.Ama bu kez besbelli durum ciddi.İtalya’nın refah düzeyini anlıyorum,Yunanistan’daki ona eşit düzeyi anlamakta güçlükçekiyorum.Yardım ve borçla kazanılmış bir refah. Yardımve borçlar, üretimi gerektiği gibi örgütlemekyerine, tüketime yönlendirildi, yolsuzluklardaçar çur edildi. Avrupa’dan gelen yardımlarazalınca ve borçlar yığılıp kalınca, şimdi krizpatlak verdi. Bu ekonomiyle bu refah düzeyinidevam ettirecek, hele daha da yükseltecek yoltıkandı.Benim yine anlamakta güçlük çektiğim olay,gidişat bilindiği halde niye önceden ve zamanındaönlem alınmadığı. Gerçekleri hep hasıraltıeden Yunanlı siyasetçilerin dipsiz popülizmi.4 <strong>Azınlıkça</strong>


Ve ahkâm kesen ekonomistlerin başarısızlığı.Sonra gel de Miçotakis’e hak verme. Yıllardanberi Yunan ekonomisiyle ilgili “τρώμε τιςσάρκες μας” (kendi etlerimizi yiyoruz) diye yinelerdururdu, kimseye söz geçiremeden.Şimdi, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsensakal. Peki, çare ne? Hangi çarelere başvurulursavurulsun, sonuç aynı olacak. Yani, mevcut refahdüzeyini aşağılara çekmek.Peki, bunu halka nasıl anlatırsın ve nasıl mutabakatsağlarsın? Örneğin rençperlere? Nakitpara istiyoruz diye yolları ve sınırları kapadılar,iki haftadır ülkede ulaşım ve taşımacılık, ulusalve uluslararası, felç oldu.“Ή αλλάζουμε ή βουλιάζουμε” (Ya değişiyoruz,ya batıyoruz). Batmakta olan ekonomiyebir tekme de şimdi rençperler vuruyor, onu birkarış daha batırarak.Ülke ekonomik bunalım yüzünden hop oturuphop kalkarken konuya ben de el atmak gereğiniduyuyorum, ama beni yakından ilgilendirenbaşka olaylar var.Bayan Dragona’ya yapılan saldırılarÖrneğin, Eğitim Bakanlığına özel sekreterolarak atanan Thaleia Dragona’ya aşırı sağdan,ulusalcı kesimden, “aşırı solun aşırı sağından”yapılan saldırılar ve yeni görevinden azledilmesiiçin yükselen sesler.Bu olayı yorulamazsam olmaz.Yunanistan’da ulusalcı kesim interneti keşfetti,linç kampanyasını onun üzerinden yürütüyor.Bu güruha bir süredir artık ulusalcı çizgiyleiyice özdeşleşmiş olan ünlü müzisyen MikisTheodarakis de katıldı. Yeni bir “ulusa sesleniş”ile melun Batının Yunanlıların millî ruhunu köreltmekiçin nasıl uğraş verdiğini ve bu amaçlaDragona gibi bazı “kansız Yunanlıları” nasılkullandığını haykırıyor.Bu görüşler ve bu tavırlar, Türkiye’deki ulusalcılarınsergiledikleriyle nasıl da örtüşüyor.Demek ki bu bir sendrom, Yunanında da, Türkündede, Bulgarında da benzer semptomatolojiylekendini gösteriyor.Konu beni özel olarak ilgilendiriyor, zira diğerleriyanında, bugün Dragona’ya saldıran güruh,dün Türk Azınlığına saldıran ve yarın yinesaldıracak olan aynı güruh.Bayan Dragona, Atina Üniversitesinde öğretimüyesi. İlle de ona bir tabela takacaksam, liberalsol görüşlü bir kişi demem gerek. Uzmanlığısosyal psikoloji, uğraş verdiği alanlardan biri deeğitimde verilen genel kültürü çağdaşlaştırmak,Yunan toplumunu daha da demokratikleştirmekve hoşgörülü kılmak...Çağdaş, demokratik, barışçı ve hoşgörülübir anlayışı yaygınlaştırmak için, önce bununönündeki engelleri, önyargıları, milliyetçi saplantıları,milliyetçi kibirleri, tarihteki tahrifleri,uyduruk efsaneleri vs göstermek ve eleştirmekgerekli.Dragona ile Frangoudaki’nin 1997’de birlikteyazdıkları “Τι είναι η πατρίδα μας” (Vatanımıznedir ki) başlıklı kitap, böyle bir bilimseleleştiriydi. Bu kitap hedef gösterildi. Bir başkakitap daha, Dragona’nın Türk meslektaşı FarukBirtek ile birlikte yazdıkları “Türkiye ve Yunanistan,Yurttaş ve Ulus-Devlet” başlıklı yapıt dahedef gösterildi. Ulusalcıların bu iki kitaptantahrifatlı alıntılarıyla yükledikleri suç, “Yunandüşmanlığı ve Türk dostluğu”.Yine LAOS ve Karacaferis, ve Yeni Demokrasi,yine “Proto Thema”, “Ardin”, “21 Ağı”,Hardavelas, ve İnternet’te sayısız bloglar.Dragona aleyhindeki linç kampanyasını yakındanizlemeye çalışıyorum. İlkokul 6. sınıftarih kitabının yazarı Bayan Repusi aleyhindekininbir benzeri, o boyutlara ulaştı. Şu farklaki, o zaman Repusi lehine bir hareket pek oluşamamıştı,ama bu kez aydınlar ve akademisyenlerdenDragona’yı savunmaya koşanların sayısıoldukça kalabalık. Bunların arasında 10.1.<strong>2010</strong>tarihli Eleftherotypia’daki “İos”, bu linç kampanyasınınsahte dayanaklarını birer birer ifşaediyor.Yeri gelmişken: Tarih kitabını o zaman EğitimBakanlığına yeni atanan hemşerimiz E. Stilianidiseğitimden geri çekmişti. Kendisini buhareketinden dolayı ilk kutlayan Theodarakisolmuştu. Samaras’ın Y.D başkanlığına seçilişinikutlayanların başında yine Theodarakis vardı.“Frangoudaki Programı” diye adlandırdığımız,gerçekte Frangoudaki-Dragona ikilisininprogramıydı. Güruh, Dragona’nın bu programçerçevesindeki çalışmalarını ve bizim Azınlıklailgili saptamalarını keşfetmemiş gibi bir başka“millî ihanet” örneği olarak şimdiye dek onunaleyhinde kullanmadı. Bu bir oto-sansür mü,bilmiyorum. Saldırıların ilk dalgasında onu bakanlıktakigörevinden istifa ettiremediler. İkincidalgasında bunların kullanılmasını bekliyorum.Dragona’ya karşı linç girişimiyle Türk Azınlığınakarşı linç girişimi arasında paralellik kuruyorum.Olayı derinlemesine yorumlamak isterdim,ama sırada bekleyen başkaları var.<strong>Azınlıkça</strong> 5


Göçmenlerle ilgili önlemlerKaçak göçmenleri yurda sokan kaçakçılaraYunanistan’da “esir tacirleri” diye bir ad takıldıki, gerçeğe uygun değil ve en azından aşırı abartılı.Kaçak göçmenlerle ilgili gerçek “esaret”,ülkeye girdikten sonra burada karşılaştıkları çalışmakoşullarıyla başlıyor.Göçmen sorununun öylesine çok yönleri varki, hangisini anlatsam.Öbür yandan Yunanistan’ın göçmene doyumnoktasına geldiği vurgulanıp duruyor. Ama bugerçek, ülkenin esaret koşullarında çalışan ucuzgöçmen ellerine duyduğu gereksinimle çelişiyor.Belirli bir göçmen politikasının yokluğununda katkısıyla ülkede göçmen düşmanlığı gittikçeyaygınlaşıyor. Birkaç ay önce “Kaçak göçmenleresıfır tahammül” diyen başbakan Papandreu,sanki “meşru göçmen” varmış gibi, şimdi gittikçesivrilen göçmen sorununa çözüm arayışlarıiçine girdi. PASOK hükümeti, ilk önlem olarak,Yunanistan’da doğup büyümüş ikinci kuşak “vatansız”göçmenlere Yunan vatandaşlığı vermek,belirli koşulları haiz göçmenlere oy hakkı tanımakgibi diğer AB ülkelerinde çoktandır geçerlibazı lehte uygulamalara gideceğini açıkladı.Ve beklenen tepkiyle karşılaştı.Son günlerde göçmen ve yabancı düşmanı,islamofobik ve ırkçı bir dalga yükseliyor ülkeninüstünde. Bunu yorumlamak isterdim.Ama Azınlık içinde bazı gelişmeler var, önceonlara değinmeliyim.Hasan Hatipoğlu’nun ardındanSonra, bu günlerde bana bir hüzünlü görevdaha düştü. Hasan Hatipoğlu’nu kaybettik.Ölen azınlık büyüklerinin ardından onları anlatanbir yazı yazmak, bu sütunun bir geleneğioldu, okuyucunun da beklentisi var. Başkakonular bekleyebilir, önce Hasan Hatipoğlu’nuyazacağım.Ama o da gelecek sayıya kaldı...Eski milletvekili Hasan Hatipoğlu kaldırıldığı GümülcineDevlet Hastanesi’nde solunum yetmezliğinden dolayı87 yaşında vefat etti. Batı Trakya’da 1957 yılında kurulanve yayın hayatına 1993 yılına kadar devam eden Akın gazetesininAsım Haliloğlu ile birlikte sahipliğini yürüten eskimilletvekili Hasan Hatipoğlu’nun 15 Ocak Cuma günüvefat ettiği bildirildi.1923 Gümülcine doğumlu Hasan Hatipoğlu,16.11.1952 tarihinden 11.1.1956 tarihine kadar EllinikosSinagermos (Yunan Alarmı) Partisi’nden “ΕΣ” 3’üncüdönem Rodop milletvekili olarak seçilmişti. 19.02.1956tarihinden 02.04.1958 tarihine kadar Ulusal İttifak BirliğiPartisi’nden “ΕΡΕ” 4’üncü dönem Rodop milletvekili olarakseçilen Hatipoğlu, 11.05.1958 tarihinden 20.09.1961tarihine kadar Ulusal İttifak Birliği Partisi’nden “ΕΡΕ”5’inci dönem Rodop milletvekili seçilmiş, 29.10.1961 tarihinden26.09.1963 tarihine kadar Ulusal İttifak BirliğiPartisi’nden “ΕΡΕ” 6’ıncı dönem Rodop milletvekili olarakseçilmiş ve 03.11.1963 tarihinden 08.01.1964 tarihinekadar da Ulusal İttifak Birliği Partisi’nden “ΕΡΕ” 7’ncidönem Rodop milletvekili olarak Parlamento’da azınlığıtemsil etmişti.Hatipoğlu son kez 16.02.1964 tarihinden 20.04.1967tarihine kadar Ulusal İttifak Birliği Partisi’nden “ΕΡΕ”8’inci dönem Rodop milletvekili olarak seçilmişti.37 yıl boyunca Akın gazetesini çıkaran Hasan Hatipoğluaynı zamanda en son Danışma Kurulu (DK) OnursalBaşkanı olmuş ve vefatına kadar bu görevi yürütmüştü.6 <strong>Azınlıkça</strong>


Türkiye’de 127 ülkeden 18bin yabancı öğrenci okuyorBu sene YÖS son defa yapılacakTürkiye yabancı uyruklu öğrencileri çekmek içinYÖS’ü kaldırmaya karar verdi. Yabancı öğrencilerle ilgiliişlemleri yürütmekle görevli Türk Başbakanlık, MilliEğitim, İçişleri, Dışişleri ve YÖK temsilcilerinden oluşan‘Değerlendirme Kurulu’nun geçen haftaki toplantısındaönemli kararlar alındığı belirtiliyor.Alınan kararla ‘Yabancı Öğrenci Sınavı’nın (YÖS) kaldıracağıaçıklandı. YÖS’ün kaldırılacak olmasına rağmenTürk üniversitelerinde başörtü yasağı hâlâ devam ediyor.Yasak yüzünden Türkiye’nin yabancı uyruklu Müslümankız öğrencilere cazip gelmesi beklenmiyor. Şu andaTürkiye’de 127 ülkeden 18 bin yabancı öğrenci okuyor.Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) YürütmeKurulu Üyesi Prof. Dr. Yekta Saraç, 1,5 yıldır bu konuüzerinde çalıştıklarını anlatarak, “YÖS’ün kaldırılmasınınen iyi çözüm olacağı sonucuna varıldı. YÖS, psikolojik birbariyerdi.” dedi.21 Ocak’ta yapılacak YÖK genel kurulunda ‘YabancıÖğrenci Sınavı’nın (YÖS) kaldırılması, kabul şartları,kontenjan ve harçlar konusundaki yetkinin üniversitelerebırakılması gibi bir dizi karar alındı.Türk aydınlardan destekGümülcine seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif’in “Biz deburada çarmıha gerildik!” sözlerine, Türkiye’deki aydınlardanilginç bir destek geldi. Mehmet Ali Kılıçbay, dinin, devletingözetim ve denetiminden kurtarılmasını ve din adamlarınınTürkiye’de de seçimle işbaşına gelmesini önerdi.Kılıçbay’ın, HABERTÜRK’te 13 Ocak Çarşamba günü yayımlananmakalesindeki bahsekonu bölüm şu şekilde:...Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’un Heybeli RuhbanOkulu’nun açılmaması bağlamında “çarmıha geriliyoruz”demesine bir karşılık da, Batı Trakya Gümülcine seçilmişMüftüsü İbrahim Şerif’ten geldi. Şerif, “Burada bizler deçarmıha gerildik” dedi ve 120 camide yapılan oylama sonucumüftü seçildiğini, ancak 10 yıl boyunca mahkemelerdesüründüğünü ve cezaevinde kaldığını söyledi.Fakat birçok Müslüman kanaat önderinin ve siyasetçinindesteklediği bu görüş, tabanı itibariyle İslami değil,Hıristiyani bir refleks taşımaktadır. Çünkü HıristiyanlıktaKilise’nin devlete karşı özerk olmasına ve bütün dini makamlararuhban sınıfının kendi kurulları içinden seçilenlerinoturmalarına karşılık, İslamiyette din adamı yoktur vebundan da önemlisi, din hizmetlerini gören görevliler seçilmezler,atanarak gelirler. Türkiye’nin en önde gelen ilahiyatçılarındanHayrettin Karaman, kendi web sitesinde, “İslamdini, insanları kan, kavim, ekonomik durum, soy-sop, cinsiyet,dini selahiyet ve ödevler… bakımından sınıflara ayırmıyor;tabii farklılıkları ‘fırsat, mükâfat ve ceza’ bakımındanpeşin bir imkân, sonradan elde edilen farklılıkları da değişmezve başkaları tarafından bir imtiyaz sebebi olarak değerlendirmiyor,görmüyor, kabul etmiyor. Durum böyle oluncada, diğer müminlerden din ödevleri ve yetkileri bakımından‘farklı’ bir din adamı sınıfına yer vermiyor” diye noktalıyor.Öte yandan, bu topraklarda, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizde dahil, din görevlileri hep devlet memuru olmuşve merkezden atanmıştır. Şimdi de bu işi bir devlet kurumuolan Diyanet İşleri Başkanlığı yapıyor. Yunanistan ise, builkelere dayanarak, Batı Trakya’daki din görevlilerini atamahakkının hükûmetinde olduğunu iddia ediyor.Eğer “seçilmiş” din adamlarına hükûmetlerin karışmamasıgerçekten isteniyorsa, o zaman bu konudaki hassasMüslümanların Türkiye’de Diyanet’in kapatılması ve dingörevlilerinin memur olmaktan çıkartılması konusundagayret sarf etmeleri gerekiyor. “Atina’ya cami” gibi, tribünlereoynamaktan başka sonucu olmayacak spekülatif taleplerleortaya çıkmak yerine, dini, devletin gözetim ve denetimindenkurtarmak gerekiyor. Çarmıhtan kurtuluş ancak o zamanolur.Görüldüğü üzere laiklik herkese gerekli ve laik olmakiçin de bir adım yeterli, din ile devleti ayırırsınız, olur biter.Yani Diyanet lağvedilir, herkes de istediğini din adamı veyagörevlisi olarak seçer.<strong>Azınlıkça</strong> 7


Genç bakışΑϊντίν Μποσταντζήbostanciaydin@yahoo.comΔεν πρέπει να φοβηθούμε απότην ιστορική κληρονομιά...Όταν αναφερόμαστε στα Οθωμανικά μνημείαστην Ελλάδα, ίσως το πρώτο όνομα που έρχεται στονου μας είναι ο συγγραφέας και καθηγητής κ. ΙσμαήλΜπιτσακτί.Ο συγχωρεμένος, από την δεκαετία του 1970 ξεκίνησενα δημοσιεύει στον μειονοτικό Τύπο άρθρακαι φωτογραφίες σχετικά με τα Οθωμανικά μνημείατης Ελλάδας. Το 2003 εκδόθηκε από το Ίδρυμα ΙΣΑΡτο βιβλίο του με τίτλο: «Τα Τουρκικά ΑρχιτεκτονικάΜνημεία στην Ελλάδα». Αποτελείται από 433 σελίδεςκαι περιέχει πληροφορίες σχετικά με τα τζαμιά,τους τεκέδες, τα ιμαρέτ (πτωχοκομεία), τα λουτρά πουυπάρχουν σε διάφορες πόλεις της Ελλάδας, όπως καιπληροφορίες για το ιστορικό των Οθωμανικών μνημείων.Μνημονεύουμε για μια φορά ακόμη τον αξιότιμοκαθηγητή μας τον οποίον χάσαμε φέτος.Πρέπει να τονίσουμε ότι, δυστυχώς έχουμε πολύλίγες πληροφορίες για τα ιστορικά Οθωμανικά μνημείαπου υπάρχουν στην χώρα μας. Αυτό οφείλεταιστις περιορισμένες έρευνες και εργασίες που έχουνγίνει στον τομέα αυτό. Θα μπορούσε ίσως να πει κανείςότι δεν υπάρχει σχεδόν τίποτα, αν εξαιρέσουμετο βιβλίο του κ. Ισμαήλ Μπιτσακτσί. Υπάρχουν νέοιαπό την μειονότητα που είναι απόφοιτοι των ΤμημάτωνΙστορίας. Αυτοί λοιπόν πρέπει να κατευθυνθούνστον τομέα αυτό ώστε να κάνουν επιμελώς επεξεργασμένεςγραπτές εργασίες και εισηγήσεις σχετικά μετα ιστορικά αυτά μνημεία. Έτσι θα έχουμε μια σωστήεικόνα και ενημέρωση για τα Οθωμανικά μνημεία τηςχώρας μας, τα οποία είναι ιστορική κληρονομιά, μιαπαρακαταθήκη που πρέπει να μεταφερθεί στις επόμενεςγενιές.Καθήκον και ευθύνη για την προστασία και τηνδιατήρηση της ιστορικής κληρονομιάς δεν έχουμεμόνο για τα Οθωμανικά μνημεία, αλλά για όλα ταιστορικά μνημεία, ανεξαρτήτως πολιτισμού. Δυστυχώςόμως, πρέπει να επισημάνουμε ότι η στάση, είτετων διοικήσεων, είτε του κόσμου απέναντι σε αυτάτα πολιτιστικά αρχιτεκτονικά μνημεία είναι θλιβερή.Η ευαισθησία του κόσμου μπορεί να είναι μικρή γιαδιάφορους λόγους αλλά, δεν δικαιολογείται με τίποταη αναισθησία, ή ακόμη πολλές φορές, αν θέλετε, ηανελέητη στάση των διοικήσεων απέναντι στα αρχιτεκτονικάμνημεία, που φτάνουν σε σημείο να ραγίζουντην καρδιά του ανθρώπου. Η εφαρμογή της αρνητικήςαμοιβαιότητας από τις κυβερνήσεις, η οποία ήτανπολλές φορές αναπόφευκτη απέναντι στα μειονοτικάζητήματα, δυστυχώς είχε αντίκτυπο και στα ιστορικάμνημεία με αποτέλεσμα να διαπράττονται εγκλήματαεις βάρος της πολιτισμικής κληρονομιάς.Από την άλλη, σε ότι αφορά την διατήρηση καιανακαίνιση των αρχιτεκτονικών μνημείων, τα τελευταίαχρόνια σημειώθηκαν σημαντικές εξελίξεις.Πέρυσι, στο ένθετο «Γεωτρόπιο» της εφημερίδοςΕλευθεροτυπία, δημοσιεύτηκαν φωτογραφίες τωνΟθωμανικών μνημείων που υπάρχουν στην Ελλάδα,τα οποία έχουν ανακαινιστεί και προστατεύονται. Είναιευχάριστη εξέλιξη που χαροποιεί τον άνθρωπονα βλέπει να ανακαινίζονται και να διατηρούνται ταΟθωμανικά μνημεία στα Γιάννενα, στην Καβάλα, σταΓιαννιτσά, στην Κρήτη και στα Δωδεκάνησα. Είναιόμως αυτό αρκετό; Όχι βέβαια.Στο σημείο αυτό ακριβώς, οι αρμόδιοι και οι ιθύνοντεςπρέπει να σκεφτούν και να αξιολογήσουν τιέχουν χάσει και τι έχουν κερδίσει με την ανακαίνισηαυτών των μνημείων. Τι μπορεί να κερδίσει άραγεκανείς εγκαταλείποντας στη μοίρα του ένα ιστορικόμνημείο μέχρι αυτό να καταρρεύσει; Ποιά θα είναιτα οφέλη και τα πλεονεκτήματα; Το Τέμενος ΤσελεμπίΜεχμέτ που βρίσκεται στο Διδυμότειχο, έχει τηνιδιαιτερότητα να είναι το πρώτο τζαμί που χτίστηκεστην Ευρώπη. Αποτελεί έναν από τους μεγαλύτερουςαρχιτεκτονικούς πλούτους της περιοχής. Παρά τις χο-8 <strong>Azınlıkça</strong>


ρηγήσεις για την ανακαίνισή του εδώ και πολλά χρόνια,δυστυχώς, σήμερα είναι σχεδόν έτοιμο να καταρρεύσει.Λέγεται ότι αρχικά χορηγήθηκε το ποσό των120 εκατομμυρίων δραχμών και στη συνέχεια το ποσότων 13,5 εκατομμυρίων ευρώ. Το αποτέλεσμα όμωςείναι το ίδιο. Οι πέτρες από τον μιναρέ του τζαμιούπέφτουν κυρίως όταν φυσάει πολύ. Πρέπει οι αρμόδιοινα κινητοποιηθούν άμεσα για να δοθεί ένα τέλος σεαυτήν την απαράδεκτη κατάσταση ώστε η περιοχή νακερδίσει και πάλι αυτό το ιστορικό μνημείο.Γιατί να συμπεριφερθούμε με προκατάληψη καιεχθρικά απέναντι στα ιστορικά μνημεία; Πρέπει ναυπάρχει ευαισθησία για κάθε ιστορικό μνημείο, είτεείναι εκκλησία, είτε μοναστήρι, είτε εβραϊκή συναγωγή.Το Τζαμί Χαμζά Μπέϊ στην Θεσσαλονίκη επισκευάζεταιμετά από μια πολύ δύσκολη και γεμάτηταλαιπωρίες περίοδο. Το γεγονός αυτό είναι θετικόκαι προκαλεί ευχάριστο συναίσθημα στον άνθρωπο.Όμως, τονίζουμε για μια φορά ακόμη, η ίδια ευαισθησίαπρέπει να υπάρχει και για μια εκκλησία ήμια συναγωγή, όπως για παράδειγμα συμβαίνει στοΜπέϊογλου της Κωνσταντινούπολης. Έγινε γνωστόότι πέρυσι ο Πρωθυπουργός της Τουρκίας Ρ. ΤαγγίπΕρντογάν εξασφάλισε την επισκευή ενός καμπαναριούστην Τένεδο, με χρήματα μάλιστα του πρωθυπουργικούπροϋπολογισμού. Τέτοιες πρωτοβουλίεςπρέπει να ενθαρρύνονται και να βραβεύονται. Ο κάθεπρωθυπουργός, οποιασδήποτε χώρας, πρέπει να προστατεύσεικάθε ιστορικό μνημείο οποιασδήποτε θρησκείας,οποιουδήποτε πολιτισμού, αποτρέποντας τηνκαταστροφή του.Δεν θα ξεχάσω ποτέ την πρώτη μου επίσκεψηστο περίφημο Τέμενος Μετζιντιέ στο Ορτάκιοϊ στηνΚωνσταντινούπολη. Σε απόσταση δεκαπέντε μέτρωνυπήρχε μια Εκκλησία και λίγο πιο πέρα μια Συναγωγή.Και η Εκκλησία και η Συναγωγή έχουν ανακαινιστείκαι στέκονται αξιοπρεπώς. Θα μπορούσε άραγενα υπάρξει ωραιότερη εικόνα από αυτήν σε όλη τηνμεγάλη Κωνσταντινούπολη; Ο κάθε Μουσουλμάνος,ο κάθε Χριστιανός και ο κάθε Εβραίος συναντά κάτιδικό του όταν πηγαίνει εκεί.Οι αρμόδιοι πρέπει να τα σκεφτούν όλα αυτά.Τουλάχιστον να μην θέτουν θέμα εφαρμογής της αρνητικήςαμοιβαιότητας όταν πρόκειται για τα ιστορικάμνημεία. Κάθε χώρα πρέπει να προστατεύει και νασυντηρεί τα αρχιτεκτονικά μνημεία που βρίσκονταιεντός των συνόρων της. Είναι πολύ σημαντικό να ταδιατηρεί, να τα αποδέχεται χωρίς προκαταλήψεις, μακριάαπό κάθε ανόητη και στρεβλωμένη σκέψη όπως,για παράδειγμα, λένε μερικοί: «Για να ανακαινιστείένα τζαμί στην Ελλάδα, πρέπει να ανακαινιστεί μιαεκκλησία στην Τουρκία», ή το αντίθετο.Συνεπώς, και ως λαός αλλά, και ως μειονότηταπρέπει να βοηθήσουμε και να στηρίξουμε την διαδικασίασυντήρησης των ιστορικών μνημείων. Ανδεν μπορούμε να το κάνουμε, τουλάχιστον να μην τοεμποδίσουμε. Τι μεγάλη χαρά λοιπόν για όσους αντιλαμβάνονταιτην σημασία του θέματος αυτού και δείχνουνευαισθησία….*<strong>Azınlıkça</strong> 9


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.com10 <strong>Azınlıkça</strong>Batı Trakya’da 150’likler -VIIGönül isterdi ki, “Yunanistan’daki 150’likler” çalışmasını<strong>Azınlıkça</strong>’da aralıksız yayınlamaya devam edelim. Fakatderginin sayfaları yetersiz geliyor, üstelik çalışma dizi şeklinde,bölüm bölüm yayınlansa bile arada uzun kopukluklaroluyor. Çok daha önemli gördüğümüz haberlere yer açmakiçin dizinin bir bölümünü zaten kimi zaman hiç koymuyoruz.Ayrıca dergide çoğu kez, ya bölüm sığmıyor, ya dakısaltalım derken bir bakıyorum kuşa dönüyor, kanatsız,yuvasız... Dolayısıyla istemeden dahi olsa, “Yunanistan’daki150’likler” dizisinde başlangıcından bu yana sürdürülenyayın şekline bir son noktayı koymak gerekiyordu. Artıkaralıklarla, sıralama gözetmeden kimi orijinal hikâyeleri sizeaktaracağım…Aşağıya eklediğim bu bölümde, esasında dizinin en sonundayayınlamayı düşündüğüm Yunanistan’a gelen veyageldiği kimi kaynaklarda iddia edilen bütün 150’liklerinisimlerini sıralıyor, Neyyir Mustafa’nın da oldukça kısaltılmışhikâyesini aktarıyorum.Listede isimlerini saydığım 150’liklerin Yunanistan yaşantılarındaneler yaptıkları, mâlî durumları, siyasî tutumları,nerede vefat ettikleri ve diğer bilgiler kısaltma yapmadan,bir bütün olarak yayınlanıncaya dek bari hiç değilsekimler gelmiş onu görelim. Daha önce Batı Trakya ve DoğuMakedonya’ya gelen 150’liklerin listesini yayımlamıştık,Yunanistan’a gelen bütün 150’likler listesine tekrar bu ikibölge de eklendi.Yunanistan’a gelen 150’liklerin tam listesiBatı Trakya’ya gelenler:1. Sabık Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi (9)2. Gümülcineli İsmail Hakkı (25)3. Bursa vali vekili esbakı Aziz Nuri (40)4. Eskişehirli Safer Hoca (Hızır Hoca) (76)5. Polis Başmemuru Namık Bey (Namın Bey) (90)6. Şişli komiseri Nedim Bey (91)7. İbrahim Sabri (113)8. Süngülü Çerkez Davut (117)9. Gönen’in Tuzakçı karyesinden Yusufoğlu (TuzakçıYusuf Ali) Remzi (122)10. Gönen’in Keçeler karyesinden (Keçelerli) TopalÖmeroğlu İdris (135)11. Gönen’in Keçeler karyesinden (Keçelerli) AbdullahoğluDeli Kasım. (146)12. Kuvay-ı İnzibatiye mensubininden Çopur İsmailHakkı (24)13. İzmir kadı müşavir-i sabıkı Ahmet Asım (42)14. Gönen’in Muratlar karyesinden Koç AhmetoğluKoç Ali (125)15. Kirmastı’nın Karaorman karyesinden Harun-el Reşit(75)Dogu Makedonya’ya gelenler:16. İzmit merkez memuru, Edirne Polis müdürü ve YalovaKaymakamı Fuat Bey (92)17. Bandırma’da Adalet gazetesi sahibi Bahriyeli AliSami (101)18. Esbak İstanbul Polis Müdüriyeti 1. Kısım BaşmemuruHafız Sait (88)Yunanistan’ın diğer bölgelerine gelenler:19. Tarık Mümtaz Göztepe (21)20. Esbak Manisa Mutasarrıfı Giritli Hüsnü (30)21. Edirne’de Temim ve Elyevm, Selanik’te Hakikat gazetesisahibi Neyir Mustafa (102)22. Çerkez Ethem (57)23. Çerkez Ethem’in biraderi Reşit (58)24. Kuşçubaşı Eşref (60)25. Kuşçubaşı Eşref’in biraderi Hacı Sami (61)26. Hendek kazasının Sümbüllü köyünden Bağ Osman (66)27. İzmirli Sabık Akhisar kumandanı Yüzbaşı KüçükEthem (62)28. Adapazarı’nın Harmantepe köyünden Maan Şirin (70)29. Adapazarı’nın Talustanbey köyünden Bağ Kamil (72)30. Eski Köylü gazetesi muhariri Ferit (103)31. Binbaşı Çerkez Bekir (118)32. Bursalı fabrikatör Cemil’in kayınbiraderi Necip(119)33. Uşak’tan Madanoğlu Mustafa (121)34. Çerkez Ethem’in biraderi Tevfik (59)


35. Fabrikatör Bursalı Cemil (114)36. İşkenceci namıyla maruf mülazım Adil (50)37. İzmit Mutasarrıfı Esbakı İbrahim Hakkı (67)38. Türkçe İstanbul gazetesi sahibi Sait Mola (98)39. Düzceli Mehmet oğlu Sami (Aço Fumpat) (63)40. Berau Sait (68)41. Berzek Tahir Bey (69)42. Cakacı Hamdi (12)43. Uşak Belediye Reisi Hulusi (32)44. Adapazarı kaymakamı esbakı Maan (Hain) Mustafa (33)45. Tekirdağ eski müftüsü Hafız Ahmet (34)46. Afyonkarahisar mutasarrafı esbakı Sabit (35)47. Kütahya’da Yunanlılara mutasarraflık eden HocaRasıhzâde İbrahim (47)48. Esbak Kırkağaç kaymakamı Şerif (52)49. Burhaniyeli Hail İbrahim (64)50. Susurluk’tan Demirköprülü Hacı Ahmet (65)51. Söke Ereğlisi’nin Tekeli karyesinden Koca ÖmeroğluHüseyin (71)52. Hamete Ahmet (73)53. Maan Ali (74)<strong>54</strong>. Adapazarı’ndan Şahinbey karyesinden Kazım (78)55. Gönen’in Bayramiç karyesinden Kumpat Hafız Sait (80)56. Esbak İstanbul Polis Müdürü Tahsin (84)57. Sabık Beyoğlu İkinci Komiseri Fuat (96)58. Köylü Gazetesi sahip ve müdürü İzmirli Refet(109)59. İzmir sabık Umur-u İslamiye müfettişi Ahmet Hulusi(120)60. Marmara’nın Karapınar karyesinden Yusuoğlu İshak(138)61. Gönen’in Keçidere karyesinden HüseyinoğluGalip (143)62. Esbak İstanbul muhafızı Natık (43)63. Serbesti gazetesi sahibi Hürriyet ve İtilaf azasındanMevlanzade Rıfat (97)1. Edirne’de Temim ve Elyevm, Selanik’te Hakikatgazetesi sahibi Neyyir Mustafa (102)150’likler listesinde 102’nci sırada yer alan gazeteciNeyyir Mustafa, 1885 Edirne doğumludur. Mülkiye mektebindenmezun oldu. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık görevindebulundu. Edirne ve Selanik’te büyük toprakları vardı. 11919 yılı başında tayin edildiği Adapazarı kaymakamlığındanayrılarak Edirne İstatistik Müdürü oldu. Hürriyet veİtilaf Fırkası taraftarıydı. Edirne’de yayımladığı “Temin”adlı gazetede Ankara’nın yürüttüğü Milli Mücadele’ye veKuvayı Milliyeciler aleyhine sert yazılar kaleme aldı. EdirneYunanistan’ın eline geçince bir dönem Edirne Belediye Başkanlığıyaptı. Daha sonra Yunan Meclisi’ne Edirne milletvekiliolarak girdi. Savaş sonunda Yunan ordusuyla birlikteYunanistan topraklarına geldi ve Selanik’teki çiftliğine taşındı.1924 yılında Selanik’te “Hakikat” gazetesini çıkardı. 2150’likler için 1938’de Türkiye’de af çıkarıldığında Dimetokaşehrindeki karısına ait çiftlikte yaşamaktaydı. İlhamiSoysal, konu hakkında, “Batı Trakya Türklerinin örgütlenmesindeNeyyir Mustafa’nın etkin rol oynadığı”ndan,“Turancı fikirlere sahip olduğu”ndan, “yedi yabancı dilbildiği”nden, “oğlu Muammer’in Yunanistan’daki iç savaşsırasında çeteler tarafından öldürüldüğü”nden, “1941’ekadar Yunanistan’da yaşadığı”ndan ve Alman işgali sırasında“Almanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle sınırdışıedildiği”nden ve ardından da “Türkiye’ye geri döndüğünden”bahseder. 3Neyyir Mustafa 1941 yılında Yunanistan’ın Almanlartarafından işgali üzerine 1938 yılında 150’likler hakkındaTürkiye’nin çıkardığı af kanunundan yararlanır veUzunköprü’ye iltica eder ve Bandırma’ya giderek 19 Eylül1941 tarihine kadar orada kalır.Batı Trakya’daki Müslüman Azınlığ’ın Türkiye’ye ilticaetmelerini engelleyen Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulukararı gereği, 10 Ekim 1941’de Yunanistan’a geri postalanırve Kumçiftliği’ne (Orestiada) yerleşir.Türk Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi’nde, Orestiadabölgesinde Almanlarla işbirliği yaptığı belirtilmekte, hattaNeyyir Mustafa ile birlikte Almanlarla işbirliği yapanlararasında Dimetoka Müftüsü Hacı Bahaettin ve Dedeağaç(Alexandoupoli) Müftüsü Süleyman Sırrı’nın da bulunduğuyazmaktadır. 4Almanlar savaşı kaybedip Yunanistan’dan çekilince,1944 Ağustos’unda Yunanistan’dan ayrılmış ve tekrarEdirne’ye gitmiş ancak yakalanarak İstanbul Emniyet BaşMüfettişliği’ne sevkedilmiştir. Müfettişlik tarafından yapılaninceleme sonucu Almanlar lehine şebeke kurmak suçuyla 8Kasım 1944’te Örfi İdare 3 numaralı Mahkeme’ye verilerektutuklanmış, 11 Temmuz 1945’de yapılan yargılamasındaidam cezasına çarptırılmış, ancak cezası kesinleşmemiştir.6 ağustos 1947’de yapılan ikinci yargılamada 20 yılhapse mahkûm edilen ancak hüküm kesinleşmediğinden10 Temmuz 1948’de üçüncü kez yargılanan Neyyir Mustafa,sonunda beraat eder. Hakkında verilen bu kararla mahkemeserüveni son bulmaz. Askerî Yargıtay kararı bozar, 27Ocak 1949’da, tutuksuz olarak tekrar yargılanması kararlaştırılır.Ancak bu yargılamayı göremeden 19 Ocak 1949’daİstanbul’da vefat eder. 5Emin Karaca “150’likler” adlı eserinde Neyyir Mustafa’ya“Demokrat Parti’den milletvekli adaylığı teklif edildiğini,fakat onun bu teklifi kabul etmediğini” yazmaktadır. 6 Yazarbu bilgiye kaynak göstermemektedir.DİPNOTLAR1. Şaduman Halıcı, age, s. 2212. Kamil Erdeha, s.2033. İlhami Soysal, 150’likler, 1985, Gür Yayınları, İstanbul, s.1484. EGM Arşivi, Dn: 12222-102, Bn: 1/G 6, BT: 6,7,1942; ŞadumanHalıcı, age, s. 2235. Şaduman Halıcı, age, s. 2896. Emin Karaca, 2004, age, s.75<strong>Azınlıkça</strong> 11


Yunanistan’daki Osmanlı HükümetKonakları sonunda kitaplaştıYunanistan’daki OsmanlıHükümet Konaklarınıntarihçesi üzerine biraraştırma yapan AristotelioÜniversitesi MimarlıkFakültesi’inde görevli DoçentDoktor Panos Çolakis,yaptığı araştırmayı“Yunanistan’daki OsmanlıHükümet konakları” başlığıaltında kitaplaştırmayıbaşardı.Doç. Dr. Panos Çolakis,“Araştırmam yaklaşık iki yılsürdü. Yunanistan’ın bütünbölgelerini gezdim ve tümyerel kurum ve araştırmacılarıylabirlikte çalıştım.Osmanlı yapıları ilgi çekici,bulundukları şehirlerin odöneme ait mimari eserlerinioluşturuyorlar” diyor.1850 ile 1912 yılları arası Türk egemenliğialtında bulunan Yunanistan’da inşa edilen “OsmanlıHükümet Konakları”nın neredeyse yarısıgünümüzde hâlâ dimdik ayakta duruyor. Osmanlımirası olan bu konaklardan bir çoğu bugünvalilik ya da adliye binası olarak kullanılıyor.İnşa edilen 35 Türk Hükümet Konağından 20tanesi sapasağlam ayakta kalırken, diğer 15’i değişiksebeplerden dolayı yıkılmış. Osmanlı HükümetKonaklarının sayısının daha fazla olduğunu söyleyenlerde var. Fakat gerekli kayıtların bulunamamasısebebiyle bu iddialar maalesef zamanla unutulupgitmiş.“Yunanistan’daki Osmanlı Hükümet Konakları”kitaplaştıOsmanlı döneminde idaribölge sayılan her yerde bulunanhükümet konakları,hükümet yetkililerini barındırıyordu.İdare merkezleri olduğu için genellikleşehirlerin de merkezlerinde konumlandırılan bukonaklar, o zamanlarda büyüklükleri ve estetik güzelliklerinedeniyle diğer yapılardan kolayca ayırtedilebiliyordu.Panos Çolakis’e göre Yunanistan’da toplam beştane en eski tarihte inşa edildiği varsayılan OsmanlıHükümet Konağı bulunuyor. En eski olan OsmanlıHükümet Konağı, tabiî ki, Girit adasında.Yunanistan’daki bu ilk hükümet konağı, 1851 yılındaGirit adasındaki Hanya’da inşa ediliyor.“Bazı konaklar, mesela Florina, Kozani ve Kastoriaşehirlerindeki konaklar, aynı mimari tasarımasahipken, şu anda sadece Florina’daki konak hala12 <strong>Azınlıkça</strong>


ayakta kalabilmiş.” diyor Panos Çolakis.Bu konaklar geneldeiki veya üç katlı yapılardanibaret ve günümüzekadar yıkılmadanayakta kalmayı başarankonaklar devlet korumasıaltına alınan eserlerarasında yer alıyor. Tabibazı konakların, örneğinKavala, Florina, Neapoli,Girit ve Rodos veDedeağaç’ta (Alexandroupoli)bulunan konakların morfolojik unsurlarındabazı tahripler de söz konusu.Selanik’teki Osmanlı Hükümet KonağıSelanik’teki Osmanlı Hükümet Konağı 1891yılında inşa edilmiş. Yunanistan’daki en önemlihükümet konağı olma özelliğine sahip olan bu yapınınmimari tasarımı Roma’da Mimarlık okumuşve İstanbul’da Sultanın mimarı olarak görev yapanmimar Vitaliano Pozelli’ye ait.Büyük bir alana inşa edilmiş olan yapı, bugününşartlarına göre bile hala devasa bir görüntüye sahip.Yapıyla ilgili olarak ünlü mimarın torunu ZorzettaPozelli, “Yer kazıldıktan sonra konağın temeli atıldı.Taş ve kireç ile birlikte, konağın temeline 60.000yumurta atıldı. Pozelli bunu temeller sağlam ve katıolsun ve bina hiç bir şekilde yıkılmasın diye yaptı”diye ilginç bilgiler sunarken, sözlerinin devamında“Konak tamamlandığında şahaneydi. Türkler hayrankaldılar ve dedemden iç dekorasyonu üstlenmesiniistediler. O da her yerden bulduğu en iyi şeylerigetirdi” diye ianlatıyor tarihi yapının hikayesini.1912 yılında Selanik’in Yunanistan’a geçmesiylebirlikte konak, Yunan Ordu karargahı olarak kullanılmış.Daha sonraları Selanik Valiliği’ni barındırmışOsmanlı Hükümet Konağı. 1917 yılında çıkanyangın tarihi yapının sınırlarına kadar varırken,şans eseri yangından zarar görmeyen binaya 1957yılında bir kat daha eklenir ve yeni kurulan ve dahasonra Makedonya-Trakya olarak adı değiştirilenKuzey Yunanistan Bakanlığı’nın hizmetine sunulmuştu.Tarım Bakanı Katerina Baceli 29 Ocak Cumagünü “Trakya’da Pamuk ve Tütün Primlerinin Geleceği”konulu konferans münasebetiyle Gümülcine’ye(Komotini) geldi.Rodop Valiliği’nin, Rodop Tarım KooperatifleriBirliği, Rodop Çiftçiler Birliği, Rodop Genç ÇiftçilerBirliği ve Rodop Evros Tütün Üreticileri Birliğiile ortaklaşa düzenlediği “Trakya’da Pamuk ve TütünPrimlerinin Geleceği” konulu seminere katılan TarımBakanı <strong>2010</strong> yılı içerisinde tarım üreticilerine 1,7 milyareuro’su Şubat ayında ödenmek üzere, toplam 5,5milyar euro para ödeneceğini belirtti.Tütün üreticilerinin sorunlarını çok iyi bildiğiniifade eden Baceli, 2004 yılında Nea Dimokratia(ND) hükümetinin yaptığı ve <strong>2010</strong> yılından itibarentürün üreticilerinden primlerinin %50’nin kesilmesiniöngören kararın haksız olduğunu ifade ederek, 2011-2013 yılları arasında kesilecek primler nedeniyle tütünüreticilerinin 568,3 milyon Euro zarara uğrayacağınıtahmin ettiklerini ve bu miktarın tütün üreticilerineödenmesi için Bakanlık olarak gerekli yeni kaynağısağladıklarını açıkladı.Düzenlenen seminere Tarım Bakanı KaterinaBaceli’nin yanısıra pamuk ve tütün konusunda bir çoküst düzey temsilci de konuşmacı olarak yer aldı. RodopValiliği’nin organize ettiği seminer, 29 Ocak Cumagünü, sabah saat 9:30’da valilik salonunda düzenlendi.*<strong>Azınlıkça</strong> 13


PerspektifFatih Nazifoğlufnazifog@yahoo.gr“Yolu kapat, parayı cebe at”formülü çözüm olmamalı!Çiftçiler yine yollara çıktı. “Yine” diyorum,çünkü son 15 yıldır - 1999, 2000, 2001 ve 2004yılları hariç - neredeyse her yıl çiftçi boykotlarınarastlamak mümkün. İsterseniz şöyle bir geçmişeuzanalım ve son 15 yıldır gerçekleşen çiftçi eylemlerinebir göz atalım.1994: Mart ayında başlayan ilk büyük çiftçi eylemleri,3 hafta sürüyor.Dönemin Tarım Bakanı: Yorgos Moraitis1995: Nisan ayı başlarında Tesalya, Orta Yunanistanve Makedonya bölgelerinde çiftçiler barikatlıeylem yapıyor.Dönemin Tarım Bakanı: Yorgos Moraitis1996: Kasım ayı sonlarında başlayarak 25 günsüren, özellikle pamuk üreticilerinin başrolde bulunduğuçiftçi eylemlerinde, Selanik-Atina yolu kapatılarakülke ikiye bölünüyor.Dönemin Tarım Bakanı: Theodoros Stathis1997: 28 Ocak’ta başlayan eylemlerde Tesalya,Orta Yunanistan, Epir (İpiros) ve Mora (Pelloponisos)bölgelerindeki çiftçiler yolları kapatıyor. 8 Şubattarihinde güvenlik güçleri traktörlerin lastikleriniindirerek traktörlere zarar veriyor ve 9 Şubat’taeylemler son buluyor.Dönemin Tarım Bakanı: Stefanos Tzumakas1998: Çiftçiler otobanlara çıkıyor, bazı bölgelerdeyollar kapatılıyor ve eylemler 16 gün sürüyor.Dönemin Tarım Bakanı: Stefanos Tzumakas2002: Şubat ayında tarım üreticileri 20 günsüren eylemleri çerçevesinde Tempi’deki geçişlerikapatıyor. Eylemler sırasında KKE ve ND yanlısısendika üyesi çiftçiler arasında arbedeler yaşanıyor.Dönemin Tarım Bakanı: Yorgos Dris2003: ND yanlısı sendika üyesi tarım üreticilerikısa süreli eylem yapıyor.Dönemin Tarım Bakanı: Yorgos Dris2005: Ocak ayında tarım üreticileri birkaç günlüğünetraktörleriyle yollara çıkıyor, ancak yollarıkapatmıyor.Dönemin Tarım Bakanı: Evaggelos Basiakos2006: Larisa merkezli yapılan çiftçi eylemleri,yaklaşık bir hafta sürüyor.Dönemin Tarım Bakanı: Evaggelos Basiakos2007: Tarım üreticileri, Şubat ayında, primlerinve tazminatların ödenmesi için eyleme başvuruyor.Dönemin Tarım Bakanı: Alexandros Kondos2008: Aralık ayı içerisinde başlayan çiftçi boykotlarıiki hafta sürerken, Yunanistan ikiye ayrılıyor.Dönemin Tarım Bakanı: Sotiris Hacigakis2009: 18 Ocak’ta başlayan boykotlar, Karamanlishükümetinin 425 milyon Euro’luk “tazminat”niteliğindeki destek paketi açıklamasıyla Şubat ayınınilk günlerinde son buluyor.Dönemin Tarım Bakanı: Sotiris Hacigakis*Listeye son olarak 15 Ocak <strong>2010</strong> tarihinde başlayan– bu satırların yazıldığı esnada hala devameden – çiftçi boykotlarını da ekleyebiliriz.En son geçen yıl yapılan boykotlara bakacakolursak, çiftçiler yine benzer taleplerle barikatlarkurup yolları kapatmışlardı. Çiftçilerin başlıca taleplerini,üretim maliyetinin düşürülmesi, tarımpolitikasında reformlar yapılması ve – geçen yıl olduğugibi bu yıl da – “acil” ekonomik destek yapılmasıbaşlıkları altında özetleyebiliriz. Son talepten14 <strong>Azınlıkça</strong>


yola çıkarak, tam bu noktada sorgulanması gerekenbir konu var: Çiftçiler bu boykotları gerçekten tarımsektöründe yıllardan beri var olan sorunlara kalıcıçözümler bulmak için mi yapıyor yoksa başlıktada belirtildiği gibi hükümetlerden para kopartma“formülünü” bulmuş durumdalar mı?Öncelikle, çiftçilerin protestolarını dile getirmekiçin başvurduğu barikatlarla yol kapatmak yönteminiele alalım. Çiftçiler seslerinin duyulması ve taleplerininyerine getirilmesi için bu yöntemi seçmişdurumda. Ancak, her ne kadar kendileri haksızlığauğradıklarını iddia ediyorsalar da, bu yöntemleaslında birçok kesime haksızlık etmekteler. Yollarkapalı, sınır kapıları kapalı ve ulaşım felç olmuş durumda.Mevcut ekonomik konjonktürde, ülke ekonomisineayrıca Yunanistan’a ihracat yapan diğerülkelere, özellikle de Bulgaristan’a, vermiş olduklarızarar son derece büyük. Basın, Bulgaristan’ın sadece3-4 gün içerisinde 3milyon dolar zarar yaptığınıyazdı. Hadi onu da geçelim, ama bu durumda, tamda indirim sezonunda, satış yapmak için malınıngelmesini bekleyen esnafın günahı ne? Ne yaniçiftçi eylemleri bittikten sonra bu sefer de sesleriniduyurabilmek ve zararlarının karşılanmasını talepetmek için çiftçi boykotlarından zarara uğrayanlarmı çıkıp yolları kapatsınlar?Yukarıda da belirtildiği gibi, geçen yıl da benzertaleplerle yollara çıkan çiftçiler, 425 milyon Euro’lukpaketin açıklanmasıyla eylemlerine son vermişlerdi.Hükümet, karnı aç çocuğun ağzına emziğini verereksusturmayı tercih etmişti. Karnı aç çocuk da budurumdan memnun gözüküyordu. Oysa karnı aççocuğun sorununa çare emziği ağzına verip geçicisüreliğine susturmak değil, çocuğu doyurmaktır.Doyurmadıkça çocuk tekrar ağlamaya başlar. Oyüzden çiftçilerin de asıl amaçları, kısa vadeli değiluzun vadeli çözümler talep etmek olmalıdır. Yani,“yolu kapat, parayı cebe at” mantığıyla hareket edilmemeli,yollara hükümetlerden para kopartmakiçin çıkılmamalı. Ayrıca çiftçiler kendi taleplerininyerine getirilmesi için kullandıkları barikat kurupyol kapatma eyleminin doğurduğu olumsuz sonuçları,bir kez daha gözden geçirmeli.Bu yıl zaten bıçak kemiğe dayanmış durumda.PASOK hükümeti her ne kadar seçim öncesinde,ekonomik krize rağmen vaatlerini yerine getirebileceğinive vaatlerini yerine getirmek için gerekli olanparanın var olduğunu söylese de, maalesef para olmadığıher geçen gün ülkenin ekonomik gidişatındandaha da iyi anlaşılıyor. Bütçe açığı ortada, krediderecelendirme kuruluşlarının notları da ortada.Uzun lafın kısası, tarım sektöründe ciddi sorunlarınolduğu ve son 15 yılda – aslında daha fazla dadiyebiliriz – tarım sektörüne gelecek vaat eden vesıkıntılara çözüm getirecek yatırımların yapılmadığıbir gerçek. Her yıl bu sorunlara bir yenisi dahaekleniyor ve sorunlar giderek artıyor ve bu sorunlarınçözümü, masa altından para verip sorunlarıörtbas etmek asla değildir ve olmamalıdır.Eğer buğday üreticisi tüccara buğdayın kilosunu0,14 sent’e satıyorsa, elde ettiği para üretim masraflarınıkarşılamaya yetecek kadar ise ve tüketici marketraflarında satılan 200 gram buğdaya 2 Euro’yayakın bir para ödüyorsa, işte asıl çözüm aranmasıgereken sorun budur.Eğer AB’ye tam üye olunduğu 1981 yılından buyana, Yunanistan’ın faydalandığı AB tarım destekfonlarının sonucunda tarım sektöründeki ilerlemeçok düşükse, bu paralar nasıl değerlendirildi veyanasıl çarçur edildi, işte asıl çözüm aranması gerekenkonu budur.Eğer Yunanistan’da tarımda kullanılan arazilerin%60’ı tarımla hiç bir ilgisi olmayan kişilere aitse veçiftçiler her seferinde ürünlerini ekmek için tarlakiralamak zorunda kalıyorsa ve böylece üretim fiyatıyükseliyorsa, işte asıl çözüm aranması gerekenkonu budur.Bu arada yıllardan beri mağdur olduğu, asılhaksızlığa uğradığı, AB fonlarından en az yararlanankesim olduğu v.s. söylenen Trakya çiftçisininve özellikle de Azınlık çiftçisinin, çiftçi boykotlarındayer almaması da ayrı bir paradoks. Rodop iliçiftçileri “yol kapatma eylemlerine karşı olduklarınıve bu yüzden de Doğu Makedonya Trakya BölgeGenel Sekreterliği önünde bir protesto gösterisidüzenleyeceklerini” açıklamışlardı. Ancak eylemyapılacağı gün, kötü hava şartları yüzünden “traktörleriniçalıştıramadıkları” gerekçesiyle eylemlerinibaşka bir tarihe ertelediklerini duyurdular. Çiftçieylemleri son bulmadan, bakalım bizim tarım üre-<strong>Azınlıkça</strong> 15


ticileri protestolarını dile getirebilecekler mi, hepbirlikte göreceğiz.Tam yazıyı burada noktalamayı düşünüyordumki, iki gelişme yaşandı ve dergi matbaaya verilmediğiiçin ekleme şansı buldum. Tarım Kaklıma BakanıKaterina Batzeli, <strong>2010</strong> yılı içerisinde tarım üreticilerine1,7 milyar Euro’su Şubat ayında ödenmeküzere toplam 5,5 milyar Euro para ödeneceğiniaçıkladı. Rakam sizi aldatmasın, çünkü büyük birmiktarı zaten çiftçilerin hak ettiği paralar – mesela3,5 milyara yakın para 2009 ve <strong>2010</strong> yılları AB destekfonlarından elde edilecek para.İkinci gelişme ise, büyük bir çoğunluğu tütünleuğraşan azınlık çiftçisini de yakından ilgilendiriyor.Tarım Kalkınma Bakanlığı, 2004 yılında ND hükümetininyaptığı ve <strong>2010</strong> yılından itibaren çiftçilereyapılacak primlerin %50 kesilmesini öngörendüzenlemenin haksız olduğunu ifade ederek, 2011-2013 yılları arasında tütün üreticilerinin 568,3 milyonEuro zarara uğrayacağının hesaplandığını ve bumiktarın tütün üreticilerine ödenmesi için gereklikaynağı sağladığını açıkladı. Pek ala, pek güzel, tütünüreticilerimize hayırlı olsun olmasına da, tekbir sorum var: Peki 2013 yılından sonra ne olacak?*Kathimerini gazetesi Arşivi, http://www.kathimerini.gr”Kısa kısa cümlelerle2009 yılından kafama takılanlar...%6 olarak öngörülen Yunanistan’ın bütçe açığının%12,8’e nasıl ulaştığını...Ağustos yangınlarındaki tablodan, 2007 yangınlarındanülkemizin nasıl olur da ders alamayışını...Yunanistan ile Türkiye’nin, yapılan değişikaçıklamalar itibariyle, azınlıklar konusunu görüşüpgörüşmediğini...Küresel mali krizin gerçek boyutunun ne kadarolduğunu...Nobel Barış Ödülünün yeni göreve gelmişABD Başkanına neden verildiğini...Domuz gribinin gerçekten ciddi bir salgın mıyoksa ilaç firmalarının bir oyunu mu olduğunu...Hâlâ net olarak anlamış ve kavramış değilim.Anlayan varsa, mail göndersin!Eski bağımsız milletvekili İsmail Rodoplu’nun20 Ocak Çarşamba sabahı evinde geçirdiği beyinkanaması sonucu Gümülcine (Komotini) Şişmanoğludevlet hastanesine kaldırıldığı, yapılan acilmüdahelenin ardından durumunun ciddiyetinikoruması nedeniyle Dedeağaç (Alexandoupoli) TıpFakültesi hastanesine sevkedildiği bildirildi.1938 yılında Rodop ilinin Semetli (Simvola)köyünde doğan İsmail Rodoplu uzun yıllar gazetecilikyaptı. 05.11.1989 tarihinde gerçekleştirilengenel seçimlerde “Güven” listesinden Rodop ili bağımsızmilletvekili seçildi.1977 yılında Gümülcine’de “Gerçek” gazetesiniçıkarmaya başlayan İsmail Rodoplu, gazetesininyayınına 1994 yılında 388’inci sayısıyla son verdi.Gümülcine Medres-i Hayriye mezunu olan Rodoplu,üniversite eğitimini Mısır’da sürdürdü. 72 yaşındaolan eski milletvekili, İskenderiye üniversitesiTarih-Coğrafya bölümünü bitirdi; Batı Trakya’yadöndükten sonra gazetecelik mesleğine atıldı.16 <strong>Azınlıkça</strong>


Emniyet Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada,Girit’teki bir gece kulübünün çalışanları olaniki İngiliz uyruklu ve bir Yunan vatandaşı olan toplam3 kişinin, Hanya’daki (Girit) Etz Hayim Sinagogu’nadüzenlenen saldırıyla ilgili olarak kundakçılık suçlamasıyla22 Ocak Cuma günü tutuklandıkları bildirildi.Girit yerel basınında çıkan haberlere göre, olaylailgili olarak iki ABD vatandaşını arama çalışmaları sürüyor.5 ve 16 Ocak’ta iki defa üst üste gerçekleşen saldırılardaHanya Sinagogu’nun kütüphanesi ve arşivleriyok olmuştu. Etz Hayim Sinagogu, Girit adasındakitek Yahudi mabedi konumunda bulunuyor.Dışişleri Bakan Yardımcısı Dimitri Druças, Türkiye’debasında yer alan, ‘’Balyoz güvenlik harekât planı’’ iddiasınailişkin haberleri, “Gün ışığına çıkan bu bilgilerin Türkiye’dekibazı çevrelerin düşünce tarzlarının göstergesi olduğu’’ şeklindedeğerlendirdi.Druças, gazetecilerin, “Bir Türk gazetesinde yer alan veaskeri çevrelerin Ege’de gerginlik yaratma isteklerini ortayaçıkaran haberi nasıl değerlendirdiği ve bunun iki ülke ilişkilerindene gibi engeller yarattığı’’ yönündeki sorularına yanıtverdi. Druças, söz konusu bilgilerin, “Yunanistan’ın Türkiye ilearasında güven ve işbirliği ilişkileri yaratma konusundaki çabalarındakarşılaştığı engellerin de göstergesi olduğunu’’ söyledi.Konunun halen araştırıldığını bildiğini belirten DışişleriBakan Yardımcısı, Yunanistan’ın bu araştırmadaki gelişmelerive süreci büyük bir dikkatle takip edeceğini kaydetti.Druças, ‘’Konu hakkındaki hoşnutsuzluğumu ve üzüntümüifade edebilirim. Umarım bunlar günümüzde artık geçmiştekalmıştır’’ diye konuştu.Yunanistan’daki Osmanlı eserlerini de araştırmasını istedi,Karaca bu teklifi memnuniyetle karşıladı.BTTDD Genel Başkanı Ferruh Özkan, derneğinyönetim kurulu üyeleri Sinan Türkmen, Ramazan Çakırve Faruk Özbek’in 21 Ocak Çarşamba günü Dr.Zafer Karaca’nın “İstanbul’da Tanzimat Öncesi RumOrtodoks Kiliseleri” adlı fotoğraf sergisini gezdikleribildirildi.Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği (BTTDD)yönetim kurulu üyeleri, Zafer Karaca’nın “İstanbul’daTanzimat Öncesi Rum Ortodoks Kiliseleri” adlı fotoğrafsergisini gezdi. Kurul üyeleri Zafer Karaca’danDerneğin basın bürosundan yapılan açıklamada,sergide Zafer Karaca ile bir araya gelen BTTDD GenelBaşkanı Ferruh Özkan’ın Yunanistan’da bulunantarihi Osmanlı eserlerinin ortaya çıkarılması için ZaferKaraca’yı Yunanistan’a davet ettiği ve Karaca’nın da buteklifi memnuniyetle karşıladığı belirtildi.<strong>Azınlıkça</strong> 17


lerin altında kalan azınlıklar konusundadır. Bir avuçinsan için bunca kargaşa! Kongre sırasında aklımatakılan soru da işte buydu: Böylesine küçücük birgrubun haklarının, iki yüz yıldan beri ve bunca baskıve uyarılara rağmen böylesine kararlı bir inatla birtürlü tanınmamasının nedeni ne olabilir ki?Rastlantı, kötü yöneticiler, haklı kaygı veya tepkigibi açıklamalar bana yeterli gelmiyor. Azınlık sorunlarınınçözülmemesi yalnız azınlıkların hayatınıolumsuz biçimde etkilemiyor, aynı zamanda toplumunbütününü de etkiliyor. Ama sorunlar bir türlübitmiyor, sürüyor. Bu arada son yüzyıllarda ve sonyıllarda insanlık elektriği kullandı, atom enerjisinegeçti, televizyonla bütün dünya bir köye dönüştü,insan Ay’a gitti ve geldi, dijital dünyayı kurdu; amaazınlık sorunları tazeliklerini koruyarak hala tartışılıyor.Bu ne biçim bir sorundur ki aşılamıyor? İlkeolarak ayrımcılığın ayıp olduğu konusunda hepimizanlaşıyoruz. Ama “anlaşıyoruz” lafı da ayrıca ilginçtir;anlaşmamıza rağmen sorun çözülmüyor! Bu nasılbir tuhaflıktır, nasıl bir garabettir?Kongre sırasında bunları düşündüm. Ama sorularayanıtları bulduğumu da söyleyemem; yalnızbazı ipuçlarına değdi parmaklarım. Teknoloji alanındabuhar makinesinden atom enerjisine geçtikama siyasal alanda son iki yüzyıldır – yani “azınlık”sorununun yaşandığı dönem süresince – aynı siyasiparadigmayı izliyoruz: ulus-devlet dönemini yaşıyoruz.Eğer azınlıklar konusunda çözümsüzlük yaşanıyorsabunun nedeni ulus-devlet modelinin eksikliklerinde,çelişkilerinde ve açmazlarında aranmalıdır.Ulus/millet kavramı (her iki kelimeyi eş anlamlı ve“nationalism” anlamında kullanıyorum) anlaşılmadanazınlık konusu ve bu konuyla bağlantılı fobiler,paranoya, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık da anlaşılmayacaktır.Anlamak, sorunu çözmek demek değildir. Anlamakilk adımdır ama yeterli değildir. İkinci, zor veasıl önemli adım ulusçuluğu (milliyetçiliği) aşmaktır;azınlık konusunu farklı bir paradigma içindeele almaktır. Bunu ise, en azından bu coğrafyada,henüz yapmaya hazır değiliz. Bütün gelişmelere vekazanımlara karşın temelde sorunların yok olmamasınınnedeni bu olsa gerek, diye düşünüyorum. Yanidemek istediğim, azınlıklarla ilgili daha çok kongreizleyeceğiz.21 Ocak Perşembe günü yayımlanan Kathimerinigazetesinde Apostolos Lakasas imzasıylayer verilen haberde Yunanistan genelindeTürkçe’yi öğreten 100’ün üzerinde dil kursuolduğu belirtiliyor.Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre,Batı Trakya dahil Yunanistan’da Türkçe öğreten100’ün üzerinde özel dil kursu bulunuyor.Euro Barometre’nin çokdillilik konusundayaptığı bir araştırmaya göre yabancı dil olarakTürkçe’yi öğrendiğini belirten Yunanlılarınoranı %3’ün altında.Kathimerini’de yer verilen haberde, Türkiye’dedil kurslarında Yunanca’nın öğretilmesinin serbestbırakılmasıyla birlikte, iki komşu ülkedede birbirlerinin dilini öğrenmek isteyenYunan ve Türklerin oranında artış olacak.Haberde Yunanistan’da Türkçe öğrenenleriçin, “Belki 3% küçük bir yüzdedir. Ama buküçük adımlar (Türkiye’deki Bakanlar Kurulukararı gibi) iki halk arasındaki sabit fikirlerinve algılamaların değişmesi açısından önem taşımaktadır”deniyor.*<strong>Azınlıkça</strong> 19


ParadoksΔημοσθένης Γιαγτζόγλουdimostenis@rocketmail.comΟ Θεοδωράκης κατά του Παρελθόντος τουΗ εθνικιστική στάση του ΜίκηΘεοδωράκη σε διάφορα θέματαπου έχουν απασχολήσει τα τελευταίαχρόνια την κοινή γνώμη, μεαποκορύφωμα τη σφοδρή και άδικηκριτική του 1 προς τη ΘάλειαΔραγώνα, την ειδική γραμματέααρμόδια για τη διαπολιτισμική εκπαίδευσηστο Υπουργείο Παιδείας,με θλίβει ειλικρινά.Τη στάση του Θεοδωράκηέχουν καυτηριάσει πολλοί σταΜΜΕ 2 κι εγώ συμφωνώ με τα επιχειρήματάτους. Πρέπει εντούτοιςνα μην ξεχνάμε ότι ο Θεοδωράκηςαναμφίβολα είναι μια πολύ μεγάληπροσωπικότητα. Η συμβολή τουστην τέχνη, στον πολιτισμό, στην Ελλάδα και σ’όλητην ανθρωπότητα είναι μεγαλύτερη κι από το σύνολοτης συμβολής όλων των επικριτών του.Ο Θεοδωράκης έχει πάει κόντρα στο ρεύμα πολλέςφορές στη ζωή του, και το έχει κάνει με θάρροςκαι με πείσμα. Και δεν εννοώ μόνο τον αγώνα του γιατην ελευθερία, τη δημοκρατία και ενάντια στη δικτατορία.Δεν θα ξεχάσω ποτέ μου, που ήρθε ο Θεοδωράκηςμε την ορχήστρα του και με τρεις τραγουδιστές(Καγιαλόγλου, Μωραΐτης, Δημητριάδη) στην Κωνσταντινούπολητο 1986, να δώσει συναυλία, με τησυμμετοχή του Zülfü Livaneli 3 , όταν η Τουρκία εθεωρείτοστην Ελλάδα ο απόλυτος εχθρός και κανέναςΈλληνας καλλιτέχνης δεν τολμούσε να παέι στη χώρααυτή μετά τον πόλεμο στην Κύπρο. Σίγουρα δεν θαξεχάσω και τις προσπάθειές του για την οικοδόμησητης ελληνοτουρκικής φιλίας από τότε 4 μέχρι και πρινμια πενταετία 5 , και ειδικά αμέσως μετά τα Ίμια 6 καιμετά την υπόθεση Οτζαλάν 7 . Χρειάζονταν κότσια γιανα μιλήσει και να πράξει κανείς υπέρ της φιλίας εκείνεςτις περιόδους και Θεοδωράκης σίγουρα τα έχει.Προσωπικά νιώθω ευγνωμοσύνη για όλες τις πρωτοβουλίεςτου υπέρ της ελληνοτουρκικής φιλίας καισυνεργασίας.Πολλοί Τούρκοι εκτιμούν και θαυμάζουν τον Θεοδωράκηόχι μόνο για τη μουσική του αλλά και γιαόλες αυτές τις προσπάθειές του.Τώρα, πώς μετετράπη ο Θεοδωράκης της φιλίαςστον Θεοδωράκη που θαυμάζουν οι «ελληναράδες»,δεν ξέρω και δεν μπορώ να καταλάβω. Υποψιάζομαιότι οι άνθρωποι στο περιβάλλον του (ίσως και στοάμεσο οικογενειακό του περιβάλλον) τον έχουν επηρεάσειαρνητικά.Πάντως έχω παρατηρήσει ότι αυτή η πολιτική22 <strong>Azınlıkça</strong>


«μεταμόρφωση» του Μίκη Θεοδωράκη ξεκινάει μετην κατάρρευση του υπαρκτού σοσιαλισμού και επιταχύνεταιμε τον πόλεμο στο Κόσοβο.Η ροπή Μαρξιστών και γενικά αριστερών προς τονεθνικισμό, κυρίως μέσω αντιαμερικανισμού και αντιιμπεριαλισμού,ειδικά δε μετά το τέλος του υπαρκτούσοσιαλισμού, είναι ένα σύνηθες φαινόμενο. Το έχουμεδει σε πρώην σοσιαλιστικές χώρες (π.χ. Στην πρώηνΓιουγκοσλαβία και τη Ρωσία), αλλά και στην Τουρκία,όπου οι αριστερο-εθνικιστές – που αυτοπροσδιορίζονταιως ulusalcı (από το ulus που είναι μια καθαράνεοτουρκική λέξη) και όχι ως milliyetçi (από το milletπου είναι μια αραβική-οθωμανική λέξη) για να ξεχωρίσουντον εαυτό τουςαπό τους «παραδοσιακούς»εθνικιστές – είναιοι πιο φανατικοίπολέμιοι της πορείαςεκδημοκρατισμού τηςχώρας τους. Ακόμηκαι στη Ελλάδα, ο Θεοδωράκηςδεν είναι ομόνος αριστερός/μαρξιστήςπου έχει μπει σεεθνικιστική τροχιά ωςπρος τις πολιτικές τουαπόψεις. Είναι όμως οπιο σημαντικός.Εύχομαι ο Θεοδωράκηςσύντομα νασυνειδητοποιήσει ότισυμπορεύεται και συμμαχείμε ακροδεξιούςεθνικιστικούς κύκλουςοι οποίοι κανονικά χλευάζουν όλα όσα έχει κάνει στοπαρελθόν του στον τομέα της πολιτικής. Κάποιο (πιθανόνσοκαριστικό και δυσάρεστο) συμβάν στο εγγύςμέλλον, ίσως εναντίον μεταναστών, ίσως εναντίονενός διανοούμενου, μπορεί να τον κάνει να αλλάξειστάση. Ένα τέτοιο συμβάν βέβαια το απεύχομαι, αλλάδεν το θεωρώ απίθανο.Και άν ακόμη ο Θεοδωράκης παραμείνει στη νέατου εθνικιστική γραμμή, όσα έχει κάνει στο παρελθόνγια την ελληνοτουρκική φιλία και γενικά για τη φιλίατων λαών, καθώς και οι ευεργετικές τους συνέπειες,δεν θα χαθούν – όπως και δεν θα χαθεί το μουσικό τουέργο. Και πιστεύω ότι πολλοί από μας, τους υποστηρικτέςτης ελληνοτουρκικής φιλίας, θα συνεχίσουν νατον σέβονται και να τον ευγνωμονούν για όσα έχεικάνει.**************************1. http://taxalia.blogspot.com/<strong>2010</strong>/01/vs.html2. Βλ. π.χ. το άρθρο του Γιάννη Χάρη, που δημοσιεύτηκεστα Νέα στις 23 Ιανουαρίου <strong>2010</strong> και στο ιστολόγιό του -- http://yannisharis.blogspot.com/<strong>2010</strong>/01/blog-post_23.html3.http://www.livaneli.gen.tr/konserler/kon18.html4.http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=338887 καιhttp://www.mikis-crete.gr/MikisPg50-303.htm«Το 1986 ο Μίκης, κόντρα στην πολιτική της έντασης, με τιςολέθριες συνέπειες, συγκροτεί την Επιτροπή Ελληνοτουρκικής Φιλίαςμε προσωπικότητες από τις δύο χώρες. Πολλά τότε τα αναθέματα,κυρίως από το ΠΑΣΟΚ, θερμόαιμα στελέχη του οποίου έγραφαννα δωθεί ο Μίκης για εκτέλεση στο Γουδή. Αλλά αμέσως μετάτη συνάντησή του με τον Οζάλστο Νταβός, ο Αν. Παπανδρέουκαλεί πανηγυρικά τηνΕπιτροπή ΕλληνοτουρκικήςΦιλίας στο Καστρί και στέλνειτον Μίκη προπομπό του στην‘Αγκυρα»5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Mikis_Theodorakis6. Βλ. Π.χ. «ProminentGreeks and Turks sign jointcall for better tiesAthens», 13/02/1996(ANA) -- http://www.hellenic.org/news/greek/ana/1996/96-02-13.ana.htmlκαιZülfüLivaneli“Kalimnos’ta başımıza gelentuhaf olay” Vatan Gazetesi,10/01/2004 -- http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=20620&Categoryid=4&wid=5 «Kardak krizinihatırlıyorsunuz. İki ülke bukaya parçası yüzünden savaşıneşiğine gelmiş ve SAT komandolarının işe karıştığı bayrak dikmekrizleri yaşanmıştı. Biz de savaş tehlikesini önlemeye yardımcıolsun diye iki ülkede barışçı imzalar toplamıştık. İşte bu krizdensonra Mikis Theodorakis telefon etti ve Kardak’a en yakın adaolan Kalimnos’ta ortak bir barış konseri vermemizi önerdi. İstekTheodorakis’ten gelince ne demem beklenir ki? Hemen kabul ettimve fazla bir şey sormadım»7. «Theodorakis and the Kurdish Drama» -- http://www.mikistheodorakis.net/echoes-8.html«Composer Mikis Theodorakis was thrown into an indignantrage by Dillan-Koullouch’s [Ocalan’s Associate] press conference.Calling her an ingrate, he cancelled his decision to perform at aconcert Monday night intended as a show of solidarity with theKurdish people. Theodorakis said Dillan-Koullouch’s commentswere an attack not just on the government, but on the Greek peopleas a whole.»*<strong>Azınlıkça</strong> 23


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος ΔούδοςΣυγγραφέας και δικηγόροςαπό τη Θεσσαλονίκηg_doudos@yahoo.comΗ Κραυγή του Πατριάρχη!Το περιεχόμενο της συνέντευξης του ΟικουμενικούΠατριάρχη κ. Βαρθολομαίου στο αμερικανικότηλεοπτικό δίκτυο CBS στις 20 Δεκεμβρίου 2009προκάλεσε ποικίλα σχόλια και έκπληξη σε διάφορουςκύκλους. Δικαιολογημένα ο τουρκικός τύπος στο σύνολότου σχολίασε εκτεταμένα όσα είπε ο Πατριάρχηςστον δημοσιογράφο. Ήταν μια κραυγή μεγάληςπίκρας και πόνου αυτή η συνέντευξη. Ο ΟικουμενικόςΠατριάρχης θέλοντας αδρά να περιγράψει στηδιεθνή κοινή γνώμη τα έντονα προβλήματα που αντιμετωπίζειτο Πατριαρχείο, η ευάριθμη πλέον ρωμαίικηκοινότητας της Πόλης, αλλά και οι υπόλοιπες μημουσουλμανικές κοινότητες στη σύγχρονη Τουρκίαανέφερε πως αισθάνεται «σταυρωμένος»!Η μεγάλη και απρόσμενη έκπληξη ήταν η στάσηκαι τα σχόλια των πιο έγκυρων εφημερίδων και τωνπιο προβεβλημένων Τούρκων δημοσιογράφων όσοναφορά το περιεχόμενο της συνέντευξης του κ. Βαρθολομαίου.Τα μέσα μαζικής ενημέρωσης της γειτονικήςμας χώρας αναδείχθηκαν συνήγοροι του Πατριάρχησυγκατανεύοντας στην μη ανεκτή πλέον στάση τουτουρκικού κράτους απέναντι στις μη μουσουλμανικέςμειονότητες, που καταδεικνύει το τεράστιο έλλειμματης Τουρκικής Δημοκρατίας στα στοιχειώδη ανθρώπιναδικαιώματα! Ο εκπρόσωπος της τουρκικής κυβέρνησηςκ. Νταβούτογλου προσπάθησε να διασκεδάσειτο κλίμα που δημιούργησε η συνέντευξη του κ.Βαρθολομαίου, θεωρώντας υπερβολική την έκφρασηπου χρησιμοποιήθηκε, χωρίς όμως να πείσει.Στην Ελλάδα διαψεύσθηκαν εκείνοι, που θεωρούνπως ο Οικουμενικός Πατριάρχης είναι όργανο τηςτουρκικής εξωτερικής πολιτικής και ελάχιστα χρήσιμοςγια την προώθηση των ελληνικών συμφερόντων,όπως βέβαια οι ίδιοι τα αντιλαμβάνονται. Αυτοί λοιπόν,μολονότι δεν πρέπει να ικανοποίηθηκαν από τιςδηλώσεις του Πατριάρχη, εντούτοις οφείλουν να παραδεχθούνπως ο ηγέτης της οικουμενικής Ορθοδοξίαςδεν είναι όργανο κανενός και ότι ιδίως δεν είναιυποχείριο της εκάστοτε κυβέρνησης της Άγκυρας....Η σύγχρονη Τουρκία μολονότι διακρίνεται γιατην συνήθως αποτελεσματική άσκηση της εξωτερικήςπολιτικής της προς όφελος των συμφερόντωντης, στο ζήτημα του Πατριαρχείου καταδεικνύει τιςαγκυλώσεις που την κρατούν δέσμια ενός άγονου καιμυωπικού εθνικισμού.Η αντίδραση της Τουρκίας στον τίτλο του Πατριάρχηκαι του Πατριαρχείου ως Οικουμενικού είναιεντελώς αδικαιολόγητη μιας και δείχνει πως το τουρκικόκράτος θέλει να επέμβει στα εσωτερικά μιαςθρησκευτικής κοινότητας που λειτουργεί στην επικράτειάτου και σύμφωνα με τους νόμους του. Ο τίτλοςΟικουμενικός είναι καθαρά εκκλησιαστικός σταπλαίσια της Καθολικής Ορθόδοξης Εκκλησίας καιδεν συνιστά σε καμιά περίπτωση κίνδυνο δημιουργίαςμέσα στην Τουρκία ενός υποκειμένου διεθνούςδημοσίου δικαίου, όπως είναι το Άστυ του Βατικανού,ως έδρα του Πάπα Ρώμης. Μάλιστα το τουρκικόκράτος, ως καθαρά κοσμικό κράτος (etat laїque)αποδεσμευμένο από τις επιρροές οποιασδήποτε θρησκείαςστο δημόσιο βίο του θα έπρεπε να νιώθει ικανοποίησηγια την τύχη που του επεφύλαξε η ιστορίαμε το να αποτελεί η επικράτειά του έδρα ενός τόσοσημαντικού θεσμού της Χριστιανοσύνης, όπως είναιτο Πατριαρχείο Κωνσταντινουπόλεως.Η άρνηση του τουρκικού κράτους να αναγνωρίσεινομική προσωπικότητα σε θεσμούς και ιδρύματα τωνμη μουσουλμανικών κοινοτήτων της Τουρκίας δείχνειμια ανακολουθία ως προς την εφαρμογή του τουρκικούαστικού δικαίου χωρίς διακρίσεις. Το οθωμανικόσύστημα δικαίου αγνοούσε την έννοια του νομικούπροσώπου. Το σύγχρονο τουρκικό κράτος εισήγαγε τοσύστημα δικαίου του ελβετικού αστικού κώδικα, πουαναγνωρίζει τον θεσμό του νομικού προσώπου. Προβάλλειλοιπόν εύλογα το ερώτημα, γιατί η ΤουρκικήΔημοκρατία, όσον αφορά θρησκευτικές κοινότητεςμη μουσουλμανικές επιμένει κατ’ ουσία να εφαρμό-24 <strong>Azınlıkça</strong>


ζει το οθωμανικό σύστημα δικαίου και όχι το κοινόαστικό τουρκικό δίκαιο; Η άρνηση του τουρκικούκράτους να αναγνωρίσει τη νομική προσωπικότητασε θρησκευτικούς θεσμούς όπως το ΕλληνορθόδοξοΠατριαρχείο, το Αρμενικό Πατριαρχείο, η Αρχιραββινεία,το Αποστολικό Βικαριάτο των Ρωμαιοκαθολικώνκ.ά. θέτει σε κίνδυνο ζωτικά συμφέροντα κυρίωςπεριουσιακού χαρακτήρα των μη μουσουλμανικώνμειονοτήτων στην Τουρκία και ουσιαστικά αρνείταινα εφαρμόσει την ισονομία, παραβιάζοντας αυτότούτο το τουρκικό Σύνταγμα (βλ. άρθρο 10 παράγραφος1 τουρκικού Συντάγματος που προστέθηκε στις22.05.2004). Η άρνηση εφαρμογής της ισονομίαςέναντι θεσμών και ιδρυμάτων των θρησκευτικών μημουσουλμανικών μειονοτήτων στην Τουρκία εκ μέρουςτου κράτους, με την μη αναγνώρισης νομικήςπροσωπικότητας και με την άρνηση αποδοχής ενόςκαθαρά εκκλησιαστικού τίτλου, αυτού του «Οικουμενικού»,ως προς τον Ελληνορθόδοξο Πατριάρχητης Πόλης έχουν επισημανθεί και σε σχετική έκθεσητης Κοινοβουλευτικής Συνέλευσης του Συμβουλίουτης Ευρώπης με ημερομηνία 21.04.2009 (βλ. Doc.No 11860 Συμβουλίου της Ευρώπης παράγρ. 19.2 και19.4).To Οικουμενικό Πατριαρχείο και ο ΟικουμενικόςΠατριάρχης έχει δεχθεί αμφισβητήσεις έκδηλεςκαι προκλητικά αντίθετες στους κανόνες της ΟρθόδοξηςΕκκλησίας, κατά το πρόσφατο παρελθόν εκμέρους του Αρχιεπισκόπου Αθηνών Χριστοδούλουαλλά και εκ μέρους άλλων ιεραρχών. Πρόκειται γιαεπισκόπους της Ελλαδικής Εκκλησίας που πρώτισταεπιμένουν να εκδηλώνουν σκανδαλώδη «ελληνοφροσύνη»,υποπίπτοντας στην αίρεση του ρατσισμού-(εθνοφυλετισμού σύμφωνα με την ορολογία συνοδικούόρου)- και αναιρώντας με όσα υποστηρίζουνδημόσια την οικουμενικότητα του ευαγγελικού μηνύματος.Αναφέρομαι ιδίως στους Μητροπολίτες Θεσσαλονίκηςκ. Άνθιμο, Καλαβρύτων και Αιγιαλείας κ.Αμβρόσιο και στον υπερήλικα πλέον ΜητροπολίτηΜαρωνείας και Κομοτηνής κ. Δαμασκηνό.Οι ιεράρχες της Ελλαδικής Εκκλησίας, που μελόγους, με πράξεις και με την εν γένει συμπεριφοράτους αμφισβητούν την δικαιοδοσία του ΠατριαρχείουΚωνσταντινουπόλεως στις Μητροπόλεις των λεγομένωνΝέων Χωρών, -(εκκλησιαστικές επαρχίεςΔυτικής Θράκης, Μακεδονίας, Ηπείρου και νησιώνΒορείου και Ανατολικού Αιγαίου)-, μάχονται τον ΟικουμενικόΘρόνο, είτε μετά λόγου γνώσεως είτε απόευήθεια. Σε κάθε περίπτωση όμως γίνονται φυσικοίσύμμαχοι του μυωπικού τουρκικού κράτους ή άλλωνκέντρων που για λόγους πολιτικούς επιδίωκαν ιδίωςστο πρόσφατο παρελθόν να καθαιρέσουν τον Θρόνοτης Πόλης από το πρωτείο τιμής και διακονίας πουέχει στην Οικουμενική Ορθοδοξία. Ιεράρχες πουκηρύττουν το μίσος και ενθαρρύνουν τον ρατσισμόκαι τις διακρίσεις μεταξύ ανθρώπων ανεξαρτήτωςθρησκευτικής πίστης, ουσιαστικά εναντιώνονται τοΠατριαρχείο Κωνσταντινουπόλεως και την οικουμενικότητατης Ορθοδοξίας που σαρκώνει θυσιαστικάο Οικουμενικός Θρόνος. Τέτοιοι ιεράρχες από καιρόθα έπρεπε να τεθούν εκτός της Εκκλησίας ως αιρε-<strong>Azınlıkça</strong> 25


τικοί, για παράβαση του όρου της τοπικής Συνόδουτης Κωνσταντινουπόλεως του 1872, που διακήρυξεως αίρεση τον εθνοφυλετισμό, δηλαδή τον ρατσισμό.Και αυτοί οι Ιεράρχες που με πολλές ευκαιρίες έχουνκαταδείξει ότι στερούνται εκκλησιαστικού ήθους έτσιόπως αναδεικνύονται κήρυκες όχι της κατά Χριστόνκαταλλαγής και ειρήνευσης αλλά σπερμολόγοι φυλετικώνπροκαταλήψεων και διακρίσεων έναντι τουΆλλου Συνανθρώπου, από πλευράς εθνοτικής καταγωγήςή θρησκευτικής πίστης δυναμιτίζουν τα θεμέλιαύπαρξης του Οικουμενικού Θρόνου γιατί έχουνκατά νου μιαν Ορθοδοξία όργανο του πλέον βάρβαρουνεοελληνικού εθνικισμού και όχι την Ορθοδοξίαπου κηρύττει Ιησούν εσταυρωμένο και αναστάνταπρος κάθε λαό και έθνος αδιακρίτως!Το Ελληνορθόδοξο Πατριαρχείο της Κωνσταντινούποληςπαραμένει ένας θεσμός, ο κορυφαίος, τηςΡωμαίικης Μειονότητας που, έστω συρρικνωμένηαριθμητικά, υπάρχει στην Πόλη. Υπάρχουν και άλλεςΜειονότητες, μη μουσουλμανικές, στην Τουρκίαπου υφίστανται δοκιμασίες εξαιτίας της άρνησης τουτουρκικού κράτους να αναγνωρίσει νομική προσωπικότηταστους θεσμούς που τις εκφράζουν και σειδρύματα που ανήκουν σ’ αυτές. Ορισμένες μειονοτικέςκοινότητες, όπως των Ορθοδόξων Ασσυρίων μεπνευματική κοιτίδα στην επαρχία Μαρντίν της Ανατολίαςκινδυνεύουν πλέον με αφανισμό!Μου είχε δοθεί και άλλη φορά η ευκαιρίανα διατυπώσω την πεποίθηση, πως η ποιότητα τωνδημοκρατικών θεσμών και ο χαρακτήρας ως κρατώνδικαίου, όσον αφορά τις σύγχρονες πολιτείες πουθέλουν να προβάλλονται ως φορείς πολιτισμού καισταθερότητας κρίνεται από το πώς αντιμετωπίζουντις μειονότητες που ζουν στις επικράτειές τους. Έτσιόπου και αν καταπιέζονται μειονότητες και παραγκωνίζεταιη άσκηση των στοιχειωδών ανθρωπίνωνδικαιωμάτων τους σε ατομικό ή συλλογικό επίπεδο,όπως συμβαίνει αυτή την περίοδο στην Τουρκία όσοναφορά τις μη μουσουλμανικές μειονότητες, που ουσιαστικάπαραμένουν ακάλυπτες από την παροχήπροστασίας από το δίκαιο της χώρας διεγείρουν τηνευαισθησία μας και δεν μπορούμε να σιωπήσουμε.Πρέπει να γίνει κατανοητό σε κάθε υπεύθυνο τηςτουρκικής πολιτικής, ότι το Πατριαρχείο Κωνσταντινουπόλεωςκαι η Κοινότητα των Ρωμηών της Πόληςδεν αποτελεί μια «πέμπτη φάλαγγα» μέσα στηνΤουρκία, απεναντίας τόσο το Πατριαρχείο, όσο και οιλίγοι Ρωμηοί που έμειναν στην Τουρκία αποτελούνκόσμημα γι’ αυτή τη χώρα, όπως βέβαια και άλλεςμειονοτικές κοινότητες που είναι πλούτος του τουρκικούλαού!Türkiye’de yürütülen demokratik açılım paketlerinebir yenisi daha eklendi. İbranicenin,Ermenicenin ve Kürtçenin ardından Türk hükümetininaldığı kararla artık Yunanca da dilkurslarında serbestçe öğretilebilecek.13 Ocak Çarşamba tarihli Resmî Gazete’de yayımlananBakanlar Kurulu kararıyla Yunanca’nınresmî ve özel kurslarda okutulmasına izin verildiğiaçıklandı. Türk hükümetinin ilgili kararı 1Haziran 2009 tarihinde alınırken, bundan böyledil kurslarında Yunanca’nın da okutulabileceğiaçıklandı.Türkiye’de resmi ve özel kurslarda Yunancaöğretimin yapılması Bakanlar Kurulu kararıolmadığından dolayı hukukî anlamdayasak konumundaydı. Buna rağmen AnkaraÜniversitesi’ne bağlı TÖMER yıllardır Yunancakursu veriyor, mezunlarına Yunancabildiklerine dair diploma dağıtıyordu. Türkiyeuyguladığı açılım politikası çerçevesinde buyanlış uygulamaya son verdi. Bakanlar Kurulukararıyla birlikte artık resmî ve özel bütün dilkursları hukuken hiçbir sakınca görülmedenYunanca kursu verebilecekler. Dil kurslarınınmezunlarına verecekleri Yunanca diplomalarıda bundan böyle geçerli sayılacak.26 <strong>Azınlıkça</strong>


LAOS, çiftdillianaokullarına karşıLAOS partisi Serez milletvekili İlias Polatidis, EğitimBakanı Anna Diamadopulu’ya hitaben çiftdilli anaokullarıve Büyük Derbent (Megalo Derio) azınlık ilkokulu öğretmenlerindenHara Nikopulu’yu konu alan bir soru önergesisundu.İlias Polatidis’in Eğitim Bakanına hitaben sunduğu soruönergesinin Türkçe tercümesi şu şekilde:Ankara hükümetinin, vatanımız aleyhine yürütmüş olduğugenel kışkırtıcı siyaseti çerçevesinde, sabit taleplerindenbir tanesi de, Trakya’da Müslümanların yaşadığı bölgelerdekiYunanca eğitim veren anaokullarının, çiftdilli anaokullarınadönüştürülmesidir. Maalesef Müslüman milletvekillerincede dile getirilen Ankara’nın bu istemi, bölgedeki Müslümanvatandaşları tamamen Türkleştirmeyi ve böyle bir şeye karşıolduklarını belirten Yunan Pomaklarını ve Romanları kucaklamayıhedeflemektedir.Gümülcine’ye (Komotini) geçtiğimiz günlerde bir ziyarettertip eden Bakan Anna Diamandopulu, açıklamalarında, birMüslüman çocuğun iyi Yunanca öğrenebilmesi için anadilinide iyi öğrenmesinin şart olduğunu ifade ederken, çocuklaragerek Yunanca gerekse Türkçe ders veren öğretmenlerin eğitimseviyelerinin mümkün olduğunca üst düzeyde olmasıgerektiğini dile getirdi.Ancak, Trakya’da ikamet eden Müslümanların tamamınınanadili, tabii ki de, Türkçe değildir. Gerek MüslümanYunanlı Pomaklar gerekse Yunanlı Müslüman Romanlar, Yunandevletine defalarca Türkiye’nin kendilerini Türk saymakiçin yaptığı çabalardan şikâyetlerini dile getirirlerken, diğertaraftan bu vatandaşların, çocuklarının Yunanca ile birlikteTürkçe’yi değil de, kendi anadillerini öğrenmelerini talep ettikleribilinmektedir.Sonuç itibariyleBAKANA SORULUR- Bakan, Gümülcine’de, yukarıda belirtilen ve YunanMüslüman unsuruna yönelik bölücü açıklamayı hangi mantıklayapmıştır?- Bakanlık, yukarıda bahsedilen taktikle Ankara’nın sabitistemlerine boyun eğdiğinin ve Ankara’nın Trakya’ya olan yayılımcıbakışını cesaretlendirdiğinin farkında mıdır?- Bakanlık, çift dilli Pomakça ve Romca eğitim verecekanaokulları kurmayı düşünüyor mu?- İskeçe ilindeki Pomak köylerine inşa edilen ve Yunancaeğitim veren dört ilkokul ne zaman hizmet vermeye başlayacaktır?Öte yandan, LAOS partisi Serez milletvekili İliasPolatidis’in Evros iline bağlı Büyük Derbent köyünde öğretmenlikyapan Hara Nikopulu ile ilgili de bir soru önergesisunduğu belirtiliyor.Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği’nin(BTAYTD) 29’uncu olağan Genel Kurulu, 24 Ocak<strong>2010</strong> Pazar günü Gümülcine’deki Chris & Eve otelindegerçekleştirildi.Olağan genel kurulda, kongre başkanlığını derneküyelerinden İbrahim Halil Hasan yaparken, sekreterlikgörevlerini Esma Süleyman ve Emine Ömer üstlendiler.BTAYTD’den yapılan basın açıklamasında, gerçekleştirilen29’uncu olağan kongrede 145 oy kullanıldığıbildirilirken, oylardan 7 boş, 8 geçersiz ve 130 geçerli oysayıldığı belirtildi.Yapılan seçimlerde derneğin yönetim kuruluna yedi,denetim kuruluna da üç kişinin aday olduğu ifade edildi.25 Ocak <strong>2010</strong> Pazartesi günü yapılan toplantıda iseher biri oybirliğiyle olmak üzere, görev dağılımı aşağıdagörüldüğü şekilde belirlendi.<strong>2010</strong> yılı içinBTAYTD YÖNETİM KURULU1. Mustafa Katrancı - BAŞKAN2. Hüseyin Mehmet Usta - ASBAŞKAN3. Seher Mehmet Ali - GENEL SEKRETER4. İlknur Tuzlacı - KASADAR5. Alev KırHüseyinoğlu - ÜYE6. Bülent Salih - ÜYE7. Mustafa Süleyman - ÜYEDENETİM KURULU1. Adem Bekiroğlu - BAŞKAN2. Cüneyt Sadık- ÜYE3. Metin Hacı Osman Hasan - ÜYE<strong>Azınlıkça</strong> 27


AnalizSamim Akgönülakgonul@umb.u-strasbg.frMurat Belge, 9 Ocak <strong>2010</strong> tarihinde, Taraf gazetesindeyayımlanan yazısında Ulus-Devlet kavramının Fransave Almanya’daki algılanmasından yola çıkarak kavramınTürkiye’deki çarpık yorumuna gönderme yaptı.Bu konuda iki noktanın altının çizilmesi gerektiğinidüşünüyorum. Birincisi semantik, yani dille ilgili, ikincisiise hukuki ve siyasi.Semantik noktanın son derece önemli olduğunudüşünüyorum. Bilindiği gibi Latin dillerinde bulunanto be, être, sein fillerinin mastar karşılığı Türkçede mevcutdeğildir. Bunların yerine kullandığımız Olmak fiiliçekim halinde kullanıldığında anlamı daha çok bir süreceişaret eder. “Hastayım, hasta oluyorum” arasındakifarkın da gösterdiği gibi “Olmak”ın asıl karşılığı, to become,devenir ya da werden’dir. Dolayısıyla, son günlerdeFransa’daki Ulusal Kimlik tartışmalarında sorulan «Qu’est-ce qu’être Français? » sorusunun çevirisi « Fransızolmak nedir? » değildir. To be or not to be’nin ya da Jepense, donc je suis’nin Türkçe çevirilerinin (Olmak yada olmamak / düşünüyorum öyleyse varım) Sheakspearve Descartes’in söylemek istediklerinin tam tersi olmalarıgibi. Descartes, düşünüyorum, öyleyse bitki gibi, hayvangibi sadece var değilim, başka bir şeyim, je suis demekistemiştir. Dil toplumsal düşüncenin aynasıdır. Dilbilimciler,dilin bir araç olduğu konusunu reddetmekteler.Araç olması, önce düşüncenin beyinlerde dilden bağımsızolarak inşa edilmesi ve daha sonra dil aracılığı ile aktarılmasıanlamını taşır. Oysa düşünce dilden bağımsızyaratılamaz, düşünce dilin ta kendisidir. Başka bir deyişle,bu fillerin mastarının Türkçede var olmaması EtreTurc, To be Turkish, Sein Türken kavramlarının Türkleriçin imkânsız olduğunu gösterir. Ancak Türk olunabilir,yani Türk doğulmaz.Ulus devlet ve tâbiiyetKeza Yurttaşlık / Vatandaşlık kavramlarının da sonderece sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibiTürkçede –daş eki, paylaşmayı belirtir. Kardeş, meslektaşgibi terimlerde olduğu gibi. Başka bir deyişle, Yurttaş,Vatandaş, aynı yurdu (çadırı) aynı vatanı paylaşanlardemektir ve hukukî anlamını dilin evriminde sunîolarak kazanmışlardır. Bu açıdan bakıldığında Citizen,Citoyen, Bürger, kavramlarının karşılığı değildirler. DolayısıylaFransız tipi yurttaşlık ya da Alman tipi yurttaşlıkkavramsal açıdan Türkçeye ve binaenaleyh Türkiye’yeuygulanamaz.Hukukî açıdan <strong>Sayı</strong>n Belge’nin analizine katılıyorum.Fransa’da, Fransız ihtilâlinden bu yana Jus Soli, yanitoprak hakkı ideolojisinin söylemsel olarak hâkim olduğudoğrudur. Bu yaklaşıma göre Fransa sınırları içindedoğan herkes Fransız’dır. Ancak Fransız sisteminde dekan bağı varlığını devam ettirmiştir. Fransız tabiiyetindeanne ya da babadan doğan çocuk Fransa sınırları dışındada doğmuş olsa, Fransızlığa hak kazanır. İlk başta sınıffarklarını ortadan kaldırmak için getirilen, yani kökenindeulusal kimlikle sınıfsal bağlamda alâkası olan bu çiftesistem yakın bir geçmişe kadar geçerliydi. Özellikle 19.yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında gerçekleşen göçakımları (çeşitli nedenlerle Almanlar, Ermeniler, Ruslar,Polonyalılar, Ukraynalılar, İtalyanlar, Portekizliler…) busistem sayesinde Fransızlığa terfi etmişler, azınlık statüsündenFransızlık statüsüne geçerek meşrulaşmışlardır.Asimile edilmişler ancak kimliksel farklarını folklorikbiçimde bir nebze koruyabilmişlerdir. 20 yüzyılın ikinciyarısında gerçekleşen eski sömürge ülkelerinden çoğunluğunuMüslüman ve/veya siyahîlerin oluşturduğu göçmenlerledurum değişir. Bu topluluklar hem çoğunluktarafından marjinalize edilmişler, hem de asimilasyonunmüspet bir kavram olmaktan çıkmasıyla, segregasyona28 <strong>Azınlıkça</strong>


uğramışlardır. Böylece, Fransa’da doğan göçmen asıllılarotomatik olarak Fransız tabiiyetinde olsalar ve hiçbiryerden hiçbir yere göçmemiş olsalar da egemen toplumtarafından hep « göçmen » ve « yabancı » statüsündegörülmüşler, entegrasyon politikalarının hedefi olmuşlardır.1980’lerin sonundan itibaren kendilerini sağda yada solda konumlandıran sağ iktidarlar, ırkçı sağın söylemlerindenetkilenmiş, Fransızlığın otomatikliğini desorgular hale gelmişlerdir. Irkçı lider Jean Marie Lepen’in« Etre français, cela s’hérite ou cela se mérite » (Fransızlıkya miras kalır ya da hak edilir) mottosu, kamuoyundave karar vericilerde yavaş yavaş yerleşmiş 1990’ların başındanitibaren Pasqua kanunları ile başlayan bir süreçle,Fransız tabiiyetinin « elde edilmesi » zorlaştırılmış, Fransızlıktestleri, kursları düzenlenmiş, « kâğıtsızlar » kategorisiyaratılmıştır. Bugün artık Fransa’da gerçek anlamdabir Jus Soli’nin varlığından söz edilemez.Almanya’da tam tersi bir süreç vardır. Jus Sanguini,yani Kan hakkı gerçekten de Alman ulusunun tanımındakullanılan temel kriterdir. Bu kritere göre Alman etnikgrubuna ait insanlar nerede olurlarsa olsunlar Almankabul edilirler ve Alman tabiiyetine geçmeleri kolaydır(otomatik değildir). Örneğin Sovyet dönemi boyuncaKazakistan’da kalmış olan Alman asıllı koloniler, 1990sonrasında kolayca Alman tabiiyetine geçebilmişlerdir.Diğer taraftan Almanya devletinin toprakları içindedoğmuş Alman olmayan anne babaların çocukları veonların çocukları, nesillerce Alman tabiiyetine kabuledilmemişlerdir.Almanya’da da 1990’lardan sonra özellikle Sosyalist-Yeşiller koalisyonunun iktidarıyla birlikte, ilkenin uygulanmasındabir takım yumuşatmalara gidilmiştir.En kalabalığını Türkiye asıllıların oluşturduğu, göçmenkökenli, ancak kendileri hiçbir yerden hiçbir yere göçetmemiş aşağı yukarı 4 milyonluk bir grup haklı olarakbaskılarını artırmış, politik haklar talep etmeye başlamışlardır.Artık göçmen, hele hele misafir işçi statüsündenhem toplumsal olarak hem de psikolojik olarak çokuzaklaşmış olan bu ALMAN nesiller yepyeni bir kültüryaratmış, toplumsal karar alma mekanizmalarına dâhilolmak istemişlerdir. Böylece bu gruplara Alman tabiiyetinegeçme hakkı bir takım sert koşullar içerse de, kısmenverilmiştir. Ancak Fransa’nın aksine Alman hukuksisteminde çoğul aidiyet reddedildiği için çoğul tabiiyetde imkânsız olmaya devam etmektedir. Toplumsal olarakhem Boşnak hem Alman, hem Yunan hem Almanve tabi en önemlisi hem Türk/Kürt hem Alman olunabilsede hukukî olarak bu kabul edilmemektedir. Çiftevatandaşlık Alman olmanın özüne aykırı görülmektedir.Elbette her ilkenin olduğu gibi bu durumun da istisnalarımevcuttur. Örneğin Alman tabiiyetine geçmeninmümkün olmaya başladığı ilk yıllarda Türkiye asıllılarönce Türk tabiiyetlerini bırakmışlar, Alman tabiiyetinegeçmişler daha sonra tekrar Türkiye tabiiyetine başvurarakkazanmışlar, böylece fiilen olduğu kadar da hukukençoğul aidiyete erişebilmişlerdir. Ancak Alman devletininısrarı sonucu bu “tabiiyet üçkâğıtçılığına” son verildiğigözlemlenebilir.Türkiye’nin ulus inşası kes-yapıştır tekniği ile gerçekleştirilegeldiğinden ve Osmanlı millet sistemi hâlâbeyinlerde ve algılamalarda varlığını sürdürebildiğinden,Türkiye tabiiyeti kavramı yukarıda betimlemeye çalışılaniki anlayıştan da izler taşır, bir çorbadır. Vatandaşlıkkanuna göre “Türkiye içinde veya dışında Türk babadanolan ya da Türk anadan doğan çocuklar doğumlarındanbaşlayarak Türk vatandaşıdırlar” nerede doğarsa doğsun(Madde 1, Alman sisteminin izi). Ama Anayasanın 66.maddesine göre de Türkiye’ye vatandaşlık bağı ile bağlıolan her birey Türk’tür (Fransız sisteminin izi). Böyleceortaya hibrid bir anlayış çıkmaktadır. Bir taraftan Türkiyetabiiyetinde olup da Kürt olanlara Türklük empozeedilirken, diğer taraftan Türkiye tabiiyetinde olup daGayrimüslim olanların hakları, sadece soydaş olmalarındandolayı başka bir ülkenin tabiiyetindekilerin haklarındansonra gelebilmektedir.Örneğin Türkiye tabiiyetli Rumların hakları, Yunanistantabiiyetli Türklerin hakları için pazarlık konusuyapılabilmektedir, bu da kimse tarafından yargılanmamaktadır.Sonuçta uygulamalar ve algılamalar yazılanınaksine, Türkiye tabiiyetindeki bütün bireyleri vatandaşaynı vatanı paylaşanlar olarak kabul etmemiş, dahasıyurttaşların bir kısmını zorla asimile etmeye çalışırkendiğer bir kısmını ulusal aidiyetin dışına ısrarla itmiştir.Dolayısıyla Renan’in Ulus her gün tekrarlanan birreferandumdur açıklaması, bir nebze Fransa ve Almanyaiçin geçerli olsa da Türkiye için hiçbir zaman geçerliliğinikoruyamamıştır. Türkiye demokratik, özgürlükçü,korkulardan arınmış, kendi varlığından şüphe duymayanbir rejime kavuştuğunda her gün referandum dagerçekleşecek, Kürtler, Türkler, Rumlar, Ermeniler….,yurttaş olacaklar, Ulusun varlığı için her gün gönüldenoy vereceklerdir.*<strong>Azınlıkça</strong> 29


AçılımHatice Salihaticesali@yahoo.grYorucu ve stresli zamanlardayız yine… Sınavdönemi geldi çattı. Bir dönem ne kadar da çabukgelip geçti. Zaman denilen şey gerçekten çok hızlıakıp gidiyormuş, tutabilene aşk olsun…Neler yaşıyoruz şu zaman denilen, bizi peşindenbir oraya bir buraya koşturan hayatımızın yakalanmasıimkânsız olan bir parçası sayesinde. Zamanzaman gülüyoruz, yeri geliyor ağlıyoruz. Mutluykenbir anda hüzünlenebiliyoruz. En ummadığımız biranda da, hayat bizi güldürebiliyor. Her şeye yetiyorgerçekten bu zaman. Kendi ufacık aslında sadecebeş harf, ama bizim tüm hayatımızı kaplıyor…Ne yaşarsak yaşayalım, ne durumda olursak olalımzamanı istediğimiz gibi değerlendirmek bizimelimizde. Birçoğumuz bunu bazen unutuyoruz,“Zamana bırakalım, zamanla her şey yoluna girer”gibi cümleler kuruyoruz. Hâlbuki zaman su gibiakıp gidiyor; zamana bırakalım demeden önce elimizdengeleni yapmayı denedik mi acaba? Tümkapıları zorlayıp açılmadığını görünce, “Zamanabırakalım” demişsek tamam. Ama ilk olumsuzluktadaha zamana sığınmak yanlış olur.Her ne olursa olsun insanı su üstüne çıkaranyine kendi gücüdür. Hayata ve zamana karşı verdiğisavaşta galip gelip, zamandan da “zaman” kazandığıgibi… Mücadeleden korkmayıp aksine üstüne gitmeliyiz,gitmeliyiz ki zaman bizden yarınlarımızıçalmasın. Korkarak ya da başkalarından hazır birşeyler bekleyerek sadece kaybımız olur, büyük birkayıp hem de. Böylelikle ne zamanın değerini anlarız,ne de neler kaybettiğimizi. Zafere ulaşmakiçin önce kendimiz kollarımızı sıvamalıyız. Sonrazaman bize zaten yardımcı olacaktır…Çaresizseniz, çare sizsiniz! Ne kadar da güzel birsöz, güzelden de öte ne kadar doğru bir söz… Herşeyin çaresi önce bizde. Biz istemediğimiz sürece30 <strong>Azınlıkça</strong>Çaresizseniz, çare “Sizsiniz!”kimse bizi üzemez, izin vermediğimiz sürece kimsecanımızı yakamaz. Karşımızdakiler ne yaparlarsayapsınlar yine biz istemedikten sonra kimse bizdenyarınlarımızı ve tebessümlerimizi çalamaz. Tümolay bizde başlar ve yine bizde biter.Bunu hatırladığımız sürece hayatın ve zamanınbize ne güzel bir armağan olduğunu anlardık belkide… O zaman ona göre yaşardık herhalde heranımızı; hatta her saniyemizi değerlendirmek içinçoktan hayallerimizin peşinden koşup yola çıkmıştıksanırım. Bu kadar zor olmamalı akıllardakihayalleri, istekleri kaldırdığımız raflardan indiripavuçlarımıza bırakmak. Zaman her şeyin ilacıdır,derler, kim bilir, belki de öyledir. Ama biz hiç birşey yapmadan, zaman bize ne yapacak ki?Fakat bazen beklemesini de bilmeliyiz, diye,birçok kişinin içinden geçtiğini hisseder gibiyim.Elimizden gelen her şeyi fazlasıyla yaptığımıza inanıyorsakve artık yapacak hiç bir şey kalmamışsa,işte o zaman “zaman” gerçekten belki de en yakınarkadaşımız oluverir bir anda. Onla geçinmeye başlarız,zamanla her şey yoluna girer cümlesinin ilkdefa işe yaramasını bu noktada derinden hissederizve zamanın karşımıza çıkaracağı sürprizleri sabırsızlıklabeklemeye başlarız. Son duraktır, çünkü yapacakbaşka bir şey kalmamıştır bize artık…İşte bu noktada zamanın asıl değerini anlarızbelki. Beklemek zordur, çünkü çok zordur. Ne olacağını,karşına ne çıkacağını bilmeden öylece kendinihayatın akışına bırakmak, elinden hiç bir şeyingelmediğini görmek seni belki de umutsuzluğa iterkim bilir… Ama yine de yapacağın bir şey yokturişte! Öylece bakakalırsın hayatına, ellerinin arasındanen güzel günlerinin nasıl acımasızca çalındığınaşahit olursun; olursun ve hiç bir şey yapamazsın ya;işte o zaman canın yanar. Geçmişe dönmek her şeyi


düzeltmek, hayata belki de sil baştan başlamak istersin.Bir şans daha istersin hayattan, hayat geçenzamanı geri getirmez ama geçmişe dönmek için çırpınırsın.İşte o zaman “keşke!” girer hayatımıza…Bu sefer de keşkelerle yaşamaya başlarız. Zamandandaha etkili galiba bu keşke denilen şey.Keşke şöyle yapsaydım zamanında, ya da, böyleyaparak doğru sonuca ulaşırdım vb. gibi laflar sıralamayabaşlarız. Ve başladığımız an aslında kaybettiğimizandır. Keşke demek yerine, bir dahakisefere şöyle yaparsam doğru olur, demeliyiz. Ancaköyle kendimize güvenimizi tekrar kazanıp bir şeyleryapmaya özen gösterir, gayret ederiz. Keşkeleretakılırsak bir kez, kurtulmamız o kadar da kolay olmazbir daha…Hayat çok kısa, zaman geçiyor, biz ne yaparsakyapalım hayatımız devam ediyor. Geçmişi değiştiremiyoruzmadem, madem ki, yaptıklarımızdan pişmanız;o halde niye gelecek için elimizden geleninen iyisini yapmak için kendimizle savaşmıyoruz? İyidüşünelim, iyi olsun her şey, olumsuz gelişmelererağmen hep gülümseyelim. Madem hayat bize göreacımasız, biz de ondan intikamımızı yılmadığımızı,pes etmediğimizi göstererek alalım. En büyük intikamolmaz mı bu!..O halde durmak, pes etmek yok, geçmişe takılıpdünün yasını tutmak da yok. Dün yaşandı vebitti… Gelecekte hata yapmamaya özen göstererekkorkak adımlar atmaya da gerek yok; belki yarın hiçgelmeyecek. Bugünden bilebilir miyiz bunu? Tabiki hayır! Peki, bugünün kıymetini bilmek için dahane bekliyoruz? Niye dört elle sarılmıyoruz hayallerimize,bu kadar da zor olmamalı bunu başarmak.Geçmişin, yaşanmışların etkisinden çıkıp hayatınaltını üstüne getirmekten korkmamamız gerek. Zatenhayatın altının üstünden daha kötü olduğunubilmiyoruz ki…Hâlâ saklandığın yerde durmaya niyetliysen,orada dur ve hayatının gözlerinin önünden geçipgittiğini seyret! Yok, bu benim hayatım ve ben hayatımıkendi istediğim gibi yaşayacağım ve bunubaşaracak cesaretim var diyorsan, işte hodri meydan!Sahneye çık ve tozu dumana kat. Boşuna dememişlerbu hayatta ya tozu dumana katarsın, yada tozu dumanı yutarsın diye… Başaramazsan daüzülme, zafere ulaşmak için gidilen yolda yenilmekbile galibiyet sayılır. Çünkü sonunda pişman olmakyerine denemeye değerdi demek, her şeye bedel…Bunu sakın unutma!Dışişleri Bakan yardımcısı Dimitris Druças’ın<strong>2010</strong> yılı içerisinde Dışişleri Bakanı olması bekleniyor.Başbakan Papandreou, halihazırda DışişleriBakanlığını da üstlenmiş durumda. Uzmanlarülke ekonomisinin kritik bir dönem geçirdiğinive aynı zamanda uluslararası ilişkilerde de önemlibir süreç içerisinde bulunulduğunu ve BaşbakanPapandreou’nun Dışişleri Bakanlığını şu anda DışişleriBakan Yardımcısı görevini yürüten DimitrisDruças’a devretmeyi planladığını belirtiyorlar.PASOK hükümetinin en önemli bakanlıklarıarasında yer alan Dışişlerine, Parlamento dışındanBakan Yardımcısı olarak atanan Dimitris Druças,5 Ağustos 1968, Lefkoşe (Kıbrıs) doğumlu.Başbakan Papandreou’nun en güvendiği beyintakımında yer alan Druças, daha önce AvusturyaDışişleri Bakanlığı’nın ve Avusturya Başbakanınında hukuk danışmanlığını yaptı. Druças 2004 yılından2008 yılına kadar, PASOK lideri ve UluslarrarasıSosyalist Enternasyonal Başkanı olan YorgoPapandreou’nun Siyasi Bürosu Müdürlüğü’nüyapmaktaydı. 2008’de PASOK partisinin DışPolitika ve Uluslararası İlişkiler sorumluluğunagetirilen Druças, PASOK partisinin uluslararasıilişkiler konusunda Yorgo Papandreou’dan sonragelen en önemli ismi.<strong>Azınlıkça</strong> 31


MesafelerRıdvan Köseridvankosememet@hotmail.comOrgan bağışı ve organ nakli hakkında ne kadarbilgiliyiz? Azınlık olarak organ bağışına nekadar önem veriyoruz?Organ bağışı gündemde tutulmayan, çoğumuzunmerak ettiği, ancak çok da yakın duramadığı,açmak istemediği hassas bir konu…Bazılarımız olayın ciddiyetinin farkında değil,bazılarımız önyargılı, bazılarımız yanlış inanışlarasahip, bazılarımız is başa gelmediği süreceumursamaz durumda ve bunun gibi onlarcaneden sıralasak bile inanın mazeret listemizuzayıp gider...Organ bağışıdan çıkarmayalım. Her gün çeşitli sebeplerdendolayı binlerce insan hayatını kaybediyor, organlarıda toprağa karışıyor. Peki, neden organlarımızınbaşka bedenlere hayat vermesiniistemeyelim ki? Bu konuda herkese biraz işdüşüyor, doğru şekilde bilinçlenmek ve insanlarıbilinçlendirmek. Ondan sonra herkes kendihür iradesi ile kararını verecektir nasıl olsa.Öldükten sonra işimize yaramayacak organlarımızınbencilliğine düşmek veya bunu dinigerekçelerle uygulamak elbette herkesin kişiselkararıdır. Fakat yine de gelin bu konuyu birazirdeleyelim.Fakat gerçek olan şudur: Bir kişi için organnakli gerektiğinde en zor iş beklemektir. Hergün ölüyorsunuz ama her gün umudunuz var.Sanki bardak delinmiş her gün damla damlaömrünüz akıyor, görüyorsunuz, zaman geçtikçeazalıyor, umutlar daralıyor...Sonunda organ gelirse her şey mükemmelama gelmezse eğer, her gün eriyor, soluyor vebitiyorsunuz maalesef…Gelin kendimizi bir an için bu durumdaolan insanların yerine koyalım, bizim de başımızaböyle vahim bir olayın gelebileceğini,bizim de bir böbreğe, bir kalbe ihtiyacımız olabileceğinidüşünelim.Hatta bu düşünceyi hiçbir zaman aklımız-Organ bağışı nedir?Organ bağışı, bir kişinin hayatta iken serbestiradesi ile tıbben yaşamı sona erdiktensonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisiiçin kullanılmasına izin vermesi ve bunubelgelendirmesidir.Organ nakli ise vücutta görevini yapamayanbir organın yerine canlı bir vericiden veya ölüdenalınan sağlam ve aynı görevi üstlenecek birorganın nakledilmesi işlemidir.Nakil yapılabilecek doku ve organlar, böbrek,deri, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas, incebağırsaktır.Nakil yapılan dokular ise, kemik,kemik iliği, kornea ve kalp kapağı olarak sıralanıyor.32 <strong>Azınlıkça</strong>


Aslında organ bağışı hakkında çoğumuzuntakıldığı ve merak ettiği bir nokta da şu olsagerek:Organ bağışı dinimizce uygun mudur? Bukonu hakkında dinimiz ne buyuruyor?Pek çok İslam ülkesi alimlerinin bu konudayorumları var. Bunlar dışında Türkiye’deki Diyanetİşleri’nin de konu hakkında verdiği birkarar bulunuyor.Ne kadar doğru ne kadar yanlış bir kararonu tartışmak ve yorumlamak bize düşmez.Açıklama aynen şöyle:Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri YüksekKurulu, organ bağışını insanın insana yapabileceğien büyük yardım olarak tanımlanmıştır.6.3.1980 tarih 396 sayılı kararı ile organ naklinincaiz olduğunu bildirmiştir.Diğer İslam ülkelerinde de ve bütün büyükdinlerde de benzer kararlar mevcuttur. Kur’an-ıKerim’de de, (Maide Suresi, Ayet 32) “Kim birkimseye hayat verirse, onun sanki bütün insanlarahayat vermişçesine sevap kazanacağı” beyanolunmuştur.Bilinmesinde fayda var sanırım, organ bağışıyapılsa bile her ölümden sonra organ naklimümkün değil.Örneğin evde ya da yolda vefat eden birkimse bağış kartı ve ailesinin rızası olsa bileorganları alınamıyor. Yalnızca hastane yoğunbakım ortamında tıbben ölümü gerçekleşeninsanlardan organ nakli yapılabiliyor.Ayrıca 18 yaş ve üzeri akli dengesi yerindeolanlar sadece organ bağışı yapabiliryor ve organbağışı kartı sahibi olabiliyor. Aynı zamandaistediğiniz anda ailenize bildirerek ve bağışkartınızı yırtarak fikrinizden vazgeçebiliyorsunuz.Eski Eğtim ve Ulaştırma Bakanı Rodop milletvekiliEvripidis Stilianidis’in başı “Tram A.Ş.” soruşturmasıyüzünden dertte. Rodop milletvekili Stilianidis’inUlaştırma Bakanı olduğu dönemle ilgili olarak KamuYönetimi Müfettişi Leandros Rakitzis, Metro anonimşirketinde yolsuzluk yapıldığını tespit etti.Kamu Yönetimi Müfettişi Leandros Rakitzis’in,Atina tramvay (metro) yönetiminin 2009 yılındaki cezaisorumluluklarının araştırılması istemiyle incelemesinitamamlayarak yetkili savcıya gönderdiği belirtildi.Söz konusu incelemeye göre Metro şirketi bünyesindeihtiyaç olmadığı halde ve açıklama yapılmaksızın personelinarttırıldığı tespit edildi. Hükümet olayın yargıyaintikal edeceğini açıkladı.Kamu Yönetimi Müfettişi Leandros Rakitzis’in hazırlamışolduğu 35 sayfalık inceleme raporunda, Metroşirketi bünyesine sürücü ehliyeti olmayan bir şoförünve daha önceleri aşçılık mesleğini sürdüren bir kişiningüvenlik ve rayların denetimi gibi son derece kritik görevleregetirildiği tespit edildi.2004 yılının Mart ayı sonlarında metro çalışanlarınıntoplam sayısı 192 kişi iken, 2004 yılının Nisanayından 2 Eylül 2009 tarihine kadar çalışanların sayısında%250 oranında artış yaşandığı ve metro ağınıngenişlememesine rağmen çalışanların 637 kişiyeyükseltildiği belirtildi. Sadece 2009 yılı içerisinde üstmercilerin onayı alınmadan ve açıklama yapılmaksızınyönetim kurulunun kararıyla 1<strong>54</strong> kişinin istihdamedildiği gözlemlendi.<strong>Azınlıkça</strong> 33


ütünlüğü ve uluslararası kanunlarasaygı duyulması gerektiği hatırlatılarak,Ege’deki durumun bu kanunlar çerçevesindebelirlenebileceği ve ikili ilişkileringeliştirilmesine fayda getireceği belirtilirken,Casus Belli ve tacizler ve henüztam sınırları belli olmayan kıta sahanlığıbölgesinde yapılan araştırmaların ikiülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinefayda getirmediği ifade ediliyor.Kıta sahanlığı Lahey AdaletDivanı’na taşınsınBaşbakan Papandreou, kıta sahanlığıkonusunda istişari görüşmelerin tekrarhızlandırılması önerisinde bulunarak,bu konuda anlaşmaya varılamamasıdurumunda iki ülkenin ortak şekildeLahey Adalet Divanı’na başvurarak konunun“Deniz Hukuku” çerçevesindeçözülmesini öneriyor.Başbakan Yorgo Papandreou’nun Türkiye BaşbakanıRecep Tayyip Erdoğan’ın 30 Ekim tarihinde yazdığımektubuna karşılık verdiği açıklandı.Ankara Büyükelçisi Fotis Xidas’ın Türk Başbakanailettiği mektupta, Papandreou, Batı Trakya MüslümanAzınlığı ile ilgili olarak insan hakları bağlamında Türkiyeile herhangi bir konuyu müzakere etmeyeceğini bildiriyor.Ancak mektupta Türkiye’nin AB’ye katılımına önkoşul olarak Rum azınlığı ve Ekümenik Patrikhane’yekarşı Türk devletinin yükümlülüklerini yerine getirmesişartı hatırlatılıyor.Başbakan Papandreou’nun cevabî mektubunda pekçok konuya değinildiği gözlemlenirken, mektupta azınlıkkonusunda, “Din, kültürel kökler ve ırk ayrımı gözetmeksizin,bütün Yunan vatandaşlarının insan haklarınasaygı gösterilmesi, tamamen Yunan devletinin sorumluluğundadırve her Yunan vatandaşına karşı devlet busorumluluğu üstlenmiştir. Bu çerçevede insan haklarıkonuları ne iki devlet arasında müzakere konusu olabilir,ne de mütekabiliyet (karşılıklık) ilkesi çerçevesinde elealınabilir” ifadelerine yer verildiği belirtiliyor.Mektupta başka neler var?Ege sorunuBaşbakan Papandreou cevabî mektubunda kendisininiki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi için neler yaptığınıTürk halkının bildiğini ifade ediyor. Mektupta toprakKıbrısKıbrıs konusuna da değinen Papandreou,adadaki iki toplumun ortakyaşamları için kendi başlarına karar vermelerigerektiğini söylerken çözümün ancak BM kararlarıçerçevesinde ve AB kanunlarına uygun şekilde bulunmasıgerektiğini kaydediyor.Kaçak göçmen sorunuMektupta Ege’deki kaçak göçmen sorunu üzerindeduran Papandreou, Türkiye’den ilgili anlaşmayı yürürlüğesokmasını talep ederken, FRONTEX gücü konusundave Ege’de kaçak göçmen sorununu önlemek amacıylaortak işbirliği öneriyor.AB ile müzakere süreci ve Rum azınlığıMektupta ayrıca Türkiye’nin AB üyeliği noktasındaYunanistan’ın Avrupa konularındaki tecrübeleriniTürkiye’ye aktarmaya hazır olduğu bildirilirken, ABmüktesabatı konularında teknik anlamda katkıda bulunabilecekleriifade ediliyor.Ancak Türkiye’nin AB’ye katılımında ön koşul olarakRum azınlığı ve Ekümenik Patrikhane’ye karşı Türkdevletinin yükümlülüklerini yerine getirmesi şartı vurgulanıyor.Papandreou ayrıca Recep Tayyip Erdoğan’ı yaz mevsiminekadar, iki ülke dışişleri bakanları tarafından belirlenecekbir tarihte Atina’yı resmi olarak ziyaret etmesinive konuların daha detaylı görüşülmesini teklif ediyor.*34 <strong>Azınlıkça</strong>


Görüşmeden sonra gazetecilerin sorularınıyanıtlayan Papandreou, Türkiye’ninAB süreci ve Kıbrıs ile ilgili bir soruyaverdiği yanıtta, Türkiye’nin AB üyeliğininen doğal hakki olduğunu ve buhedefin 1999 yılı zirvesinde teyit edildiğinihatırlattı. Papandreou, bununlabirlikte, Türkiye’nin AB’ye yönelik bazısorumlulukları olduğunu belirtti ve diniazınlıkların hakları ile iyi komşulukilişkilerinin bunların arasında olduğunuifade etti. Başbakan açıklamasında,“Kıbrıs’ın işgal altında bulunması ve ikiyebölünmesi kabul edilemez” derken,“Hava sahasında yaşanan it dalaşları vegüç kullanımının önüne geçmeye ihtiyacımızvar. Uluslararası barış, sinir vetoprak bütünlüğüne saygı gösterilmesigerekiyor” ifadelerini kullandı.Başbakan Yorgo Papandreou, Avrupa Konseyi ParlamenterlerMeclisi’nin (AKPM) 25 Ocak Pazartesi günüseçilen yeni başkanı Mevlüt Çavusoğlu ile 26 Ocak Salıgünü bir araya geldi. Papandreu, Türkiye’nin AB üyeliğininen doğal hakkı olduğunu ve bu hedefin 1999 yılızirvesinde teyit edildiğini hatırlattı.AKPM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere HükümetSözcüsü Rodop milletvekili Yorgos Petalotis ile birlikteStrasbourg’da bulunan Başbakan Papandreou, yeniAKPM Başkanı Mevlüt Çavusoğlu’nu makamında ziyaretetti.Papandreou, Türkiye Başbakanı RecepTayyip Erdoğan’a bir cevap mektubugönderdiğini ve kendisiyle sorunlarıele almak üzere Erdoğan’ı Atina’ya davetettiğini sözlerine ekledi.AKPM Başkanı Ak Parti milletvekili Çavusoğlu da,“Yunanistan’dan Kıbrıs sorununun çözümüne destekvermesini beklediklerini” söyledi. Çavusoğlu, Kıbrıs’tatarafların sorunun çözümü için görüşmeleri sürdürdüğünühatırlatarak, Yunanistan’dan da sorunun çözümüneilişkin katkı yapmasını beklediklerini söyledi. Çavusoğluayrıca görüşmede, Avrupa Konseyi bünyesinde yapılmasıplanlanan reform çalışmalarının da gündeme geldiğinisöyledi.*<strong>Azınlıkça</strong> 35


VakıflarMüslüman vakıflarının yasal statüsüyle ilgili sorunları çözebilecekyasaları tam olarak uygulayın.MüftülerMüslüman azınlığın kendi müftülerini salt dini liderlerolarak (yargısal yetkileri olmaksızın) seçmelerine izin verin.Böylece Avrupa İnsan Hakları sözleşmeleriyle ciddi uyumsuzluklarıolan şeri hukuku da kaldırmış olacaksınız.Kimlik özgürlüğüHiçbir kişiye ya da gruba -o kişinin ya da grubun mensupolduğu azınlığın temsilcileri de dahil olmak üzere- kimse tarafındanbir kimlik dayatılamamasını güvence altına alın.Batı Trakya’nın kalkınmasıBatı Trakya’nın ekonomik ve altyapısal kalkınması için çalışın.Örneğin, Avrupa Birliği programlarının kırsal kalkınmabölgeleri ya da serbest ticaret bölgeleri oluşturmak için kullanılmasıaraştırılabilir.Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) GenelKurulu, Fransız parlamenter Michel Hunault’un, “Türkiye’dekiGayrimüslim ve Yunanistan Trakya’sındaki Müslüman azınlığındini özgürlükleri ve diğer insan hakları” ile ilgili hazırladığırapor ve buna bağlı karar tasarısını 27 Ocak’taki oturumundakabul etti. Oylamada 102 “Evet”, 18 “Hayır” ve 4 “çekimser”oy çıktı. AKPM kabul ettiği belgede, azınlık haklarına ilişkinYunanistan’dan Batı Trakya’da ve Türkiye’den Gayrimüslümlerhakkında atmasını beklediği adımları sıraladı.AKPM, Yunanistan’dan ne değişiklikler istiyor?AKPM’nin bahse konu adımlarla ilgili gelişme raporunuŞubat 2011’e kadar Yunanistan’dan beklediği belirtiliyor. İşteraporda Yunanistan’a (Batı Trakya) atfen öneriler:OkullarAzınlık okullarını yüksek nitelikli eğitim verebilecekleri şekildegerekli desteği -özellikle en son 1997’de güncellenen azınlıkokulları kitapları için- sağlayın. Azınlık liselerinin kurulmasıolasılığını değerlendirin.ÖğretmenlerSelanik Özel Pedagoji Akademisi’nin (SÖPA), gelecekteBatı Trakya’daki Müslüman azınlık okullarında çalışacak öğretmenleriçin hem Yunanca hem de Türkçe olarak yüksek niteliklieğitim vermesini güvence altına alın.Eğitim desteğiMüslüman toplulukla çoğunluk arasında daha iyi iletişim,Müslüman azınlığın daha iyi Yunanca öğrenmesi için çalışangirişimlere, özellikle de “Müslüman çocuklara eğitim” programına,fonlar da dahil olmak üzere sürekli destek verin.Vatandaşlık sorunuVatandaşlık Yasası’nın kaldırılan 19. maddesi nedeniyle,ülke dışında yaşadığı için uyruksuz kalmış olan kişilerin sorunlarınıolabildiğince çabuk çözün.Örgütlerde “Türk” adıAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tam olarakuygulayın ve örgütlerin istemeleri halinde adlarında “Türk”sözcüğünü kullanmasına izin verin.Kamu sektöründe azınlığa kota uygulansınMüslüman azınlığın kamu işlerine kabulünde kota sisteminiuygulayın.MedyaMedyanın dini azınlıklara saygıyla ilgili etik kodlar geliştirmesiniteşvik edin, medyada yayınlanan nefret tahriklerinicezalandırın.Irkçılığa karşı kampanyaIrkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı, çeşitliliğin bir tehdit değilzenginlik kaynağı olarak görülmesi gerektiğini vurgulayarakulusal bir kampanya düzenleyin.AKPM, Türkiye’den ne değişiklikler istiyor?Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) 27Ocak’taki oturumunda kabul ettiği belgede, azınlık haklarınailişkin Türkiye’den de atmasını beklediği adımları sıraladı.AKPM’nin, bahse konu adımlarla ilgili gelişme raporunuŞubat 2011’e kadar Türkiye’den beklediği belirtiliyor. İşte rapordabelirtilen öneriler:Din görevlileriDini azınlıkların din görevlilerinin eğitimi ve yabancı din36 <strong>Azınlıkça</strong>


görevlilerinin çalışma izinleri için yapıcı çözümler bulun.Dini kurumların tüzel kişiliğiEkümenik Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikliği, ErmeniKatolik Başpiskoposluğu, Bulgar Ortodoks Cemaati,Hahambaşılık ve İstanbul Papa Vekilliği’nin tüzel kişiliklerinitanıyın. Tüzel kişiliklerin tanınmaması, bu kurumlarla ilgilitoplulukların mülkiyet haklarını ve mülkiyet yönetimini doğrudanetkiliyor.Ruhban OkuluHeybeliada Rum Ortodoks ilahiyat okulunun (Halki semineri)yeniden açılması için azınlığın temsilcileriyle uzlaşarakbir çözüm bulun. Bu, okulun Galatasaray Üniversitesi’nin teolojifakültesinin bir bölümü olarak yeniden açılması teklifiyleresmi hale getirilebilir ve bu teklif üzerine yeni müzakerelerbaşlayabilir.Ekümeniklik unvanıEkümenik Ortodoks Patrikhanesi’ne “ekümenik” sıfatınıkullanmayı tercih etme özgürlüğünü verin.İbadet yerleri ve vakıflarİbadet yerlerinin resmi kayda geçirilmesi sorununu ve1974’ten beri el konan “mazbuta” mülkler sorununu çözün.Bu mülkler sahiplerine ya da hak sahiplerine geri dönmeli,dönmesi mümkün olmayan durumlarda sahiplerine tazminatverilmeli.Mor GabrielDünyanın en eski Hıristiyan manastırlarından biri olan,Süryani Ortodoks manastırı Mor Gabriel’in topraklarındanyoksun kalmamasını ve bütünlüğünün korunmasını güvenceyealın. Meclis, Güneydoğu Türkiye’de topraklarına hukukdışışekilde el konmuş diğer tarihi Süryani Hıistiyan manastırlarıylailgili de eşit derecede kaygılı.SüryanilerSüryani halkını bir azınlık olarak tanıyın, destekleyin vekoruyun. Buna, kendi dillerinde eğitim ve dini ibadet görmelerininresmi olarak desteklenmesi de dahil; ancak yapılacaklarbununla sınırlı olmamalı.Kamu hizmetleriAzınlık bireylerinin polis, ordu, yargı ve kamu idaresindeyer alabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapın.Azınlıklara yönelik şiddetTürkiye yurttaşı olsunlar ya da olmasınlar, bütün dini azınlıklarayönelik şiddeti kesinkes kınayın, etkili şekilde soruşturunve şiddet ya da tehditlerin sorumlularını yargılayın. Bunlarıözellikle 2006’da İtalyan Katolik Rahip Santoro’nun ve 2007’deMalatya’da üç Protestan’ın öldürülmesi vakalarında yapın.Hrant Dink cinayetiHrant Dink cinayetiyle ilgili yasal süreci tamamlayın. Meclis,Türkiye Parlamentosu’nu, Hrant Dink cinayetini araştıranaltkomisyonunun raporunu zaman geçirmeden takip etmeyedavet eder. Bu rapor, güvenlik güçlerinin ve polisin ihmallerive hatalarını sıralamıştı. Bu hata ve ihmaller olmasaydı, cinayetönlenebilirdi.Genelgeİçişleri Bakanlığı’nın gayrimüslim Türkiye yurttaşlarınındin özgürlüğüyle ilgili yayınladığı 19 Haziran 2007 tarihli genelgesinintam olarak uygulanmasını sağlayın.MezarlıklarAzınlıklara ait mezarlıkların belediyelere devredilemeyeceğinisöyleyen ve bazı Yahudi mezarlıklarına kurulmuş olduğugözlenen binaları engelleyecek yasayı tam olarak uygulayın.Kutsal mekanlara saygısızlıkLeh, Bulgar, İtalyan ve Fransız Katolikleri için kutsal birmezarlık olan Edirne-Karaağaç bölgesindeki Katolik mezarlığınayönelik saygısızlıkları ciddi bir şekilde ele alın, buradakitahrip edilmiş anıt ve gömütlerin onarılmasını başlatın.EğitimTürkiye yurttaşı olmayan gayrimüslim çocukların azınlıkokullarında okuyabilmesini sağlayacak yasal düzenlemeyi yapın.Gökçeada ve BozcaadaGökçeada (İmroz) ve Bozcaada’nın (Tenedos) çift kültürlükarakterini koruyarak Yunanistan-Türkiye işbirliği için halkınyararına bir model oluşturun.Kamu denetçisiKamu denetçiliği (ombuds) kurumunu kurun, bu toplumdagerginlikten uzak durulması için anahtar öneme sahip.Nefret beyanıAntisemitik (Yahudi düşmanı) beyanları ve diğer nefretbeyanlarını, dini azınlıklara karşı her türlü şiddete kışkırtma dadahil olmak üzere, suç olarak tanımlayın.MedyaMedyanın dini azınlıklara saygıyla ilgili etik kodlar geliştirmesiniteşvik edin, medyada yayınlanan nefret tahriklerinicezalandırın.Irkçılığa karşı kampanyaIrkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı, çeşitliliğin bir tehdit değilzenginlik kaynağı olarak görülmesi gerektiğini vurgulayarakulusal bir kampanya düzenleyin.*<strong>Azınlıkça</strong> 37


ettiği bahse konu sınır kapısının açılmasıkonusunu, Bulgaristan BaşbakanıBoykov ile Brüksel’de bir araya geldiklerindegörüştüklerini ve bu konuyu kararabağladıklarını belirtti. Papandreuayrıca, İskeçe’deki yeni sınır kapısınınhizmete açılmasıyla birlikte Yunanistanve Bulgaristan arasındaki sınır kapılarınıntoplamda üçe çıktığını, çok kısabir süre içerisinde, en geç Mayıs ayınakadar, Rodop ilinden Yunanistan’ıBulgaristan’a bağlayan bir başka yenisınır kapısının da (Makas) açılacağınıdile getirdi ve bu tür sınır kapılarınıniki ülke arasındaki ticaret ve dostluğunartmasına katkı sağladığını, belirtti.Başbakan Papandreou, Yunan-Bulgar sınırında bulunanIlıca (Thermes) İskeçe (Xanthi) - Zlatograd turistiksınır kapısının açılış töreni münasebetiyle 15 Ocak 2009Cuma günü Batı Trakya’ya geldi.Başbakan Papandreou, “Aziz Kostantin” sınır kapısınınaçılışını, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ilebirlikte yaparken, düzenlenen törene Dışişleri BakanYardımcısı Dimitris Druças ve Dışişleri Bakanlığı’nınTrakya Siyasi İşler Müdürü Büyükelçi Alexis Alexandrisde katıldılar.Bölgeye yaptığı ziyarette Başbakan Papandreou’ya,Hükümet Sözcüsü Rodop milletvekili Yorgos Petalotiseşlik ederken, düzenlenen törende, Doğu Makedonya- Trakya Bölge Genel Sekreteri Dora Kokla, PASOKpartisi azınlık milletvekilleri Ahmet Hacıosman ve ÇetinMandacı, Meriç (Evros) Valisi Nikos Zabunidis, RodopValisi Aris Yanakidis, İskeçe Valisi Yorgos Pavlidis, İskeçeBelediye Başkanı Mihalis Stilyanidis, Ilıca Nahiye BaşkanıHasan Nazır ve bölgenin diğer belediye ve nahiyebaşkanları da hazır bulundular.Açılan yeni sınır kapısının, dahaönce Avrupa’da halkları ayıran duvarlarınyıkıldığının, yeni işbirliği ve dostlukyollarının açıldığının bir kanıtı olduğunudile getiren Başbakan, sınır kapısının,farklı kültür ve dillerin bulunduğubölgenin turizm ve ticari açıdan kalkınmasındaönemli beklentiler getirdiğiniifade etti.Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yaptığı konuşmada,Avrupa Birliği’ne üye iki komşu ülke arasındakiilişkilerin artarak sürdüğünü ifade ederken, yeni sınır kapısınınBulgar ve Yunan halkını daha da yakınlaştırdığınıbelirtti. Zlatograd’ı İskeçe’ye bağlayan sınır kapısınınaçılması konusunu Brüksel’de Başbakan Papandreou ilegörüştüklerini ve karara bağladıklarını tekrar dile getirenBulgar Başbakan, bölgede yaşayan insanlar açısından sözkonusu sınır kapısının açılmasıyla birlikte turizm ve ticarethacminde hareketliliğin artacağını söyledi.Yapılan törenin ardından Bulgaristan Başbakanı Borisov,Başbakan Papandreou’nun onuruna Zlatograd’dabir yemek verdi.Sınır kapısının açılışında konuşan Başbakan Papandreou,Yunanistan ile Bulgaristan arasında, özellikle İskeçeve Zlatograd illeri için, ticaret ve turizmin gelişmesinekatkı sağlaması beklenen yeni sınır kapısının iki ülkehalklarını daha da yakınlaştırdığını dile getirdi. Papandreou,bölgede yaşayan insanların uzun zamandır talep38 <strong>Azınlıkça</strong>


azınlıkçaonline haber sitesiwww.azinlikca.net<strong>Azınlıkça</strong> 39


40 <strong>Azınlıkça</strong>ND’nin “Çağdaş Avrupaî AzınlıkPolitikası” yeni Genel BaşkanAndonis Samaras ile birlikteesas şimdi başlıyor!..Çayırı bol Batı Trakya’dagolf bile öğrenmeihtimalimiz var...

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!