08.03.2014 Views

trinitrobenzen sülfonik asit ile indüklenen deneysel kolit modelinde ...

trinitrobenzen sülfonik asit ile indüklenen deneysel kolit modelinde ...

trinitrobenzen sülfonik asit ile indüklenen deneysel kolit modelinde ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

TC.<br />

Sağlık Bakanlığı<br />

Okmeydanı Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi<br />

1. Genel Cerrahi Kliniği<br />

Klinik ġefi: Doç. Dr. Enis YÜNEY<br />

TRİNİTROBENZEN SÜLFONİK ASİT İLE İNDÜKLENEN<br />

DENEYSEL KOLİT MODELİNDE PNÖMOPERİTONEUMUN<br />

ORGAN HASARI ÜZERİNE ETKİLERİ<br />

GENEL CERRAHĠ UZMANLIK TEZĠ<br />

(Deneysel ÇalıĢma)<br />

Dr. Süleyman KÖKDAġ<br />

Ġstanbul-2009


TC.<br />

Sağlık Bakanlığı<br />

Okmeydanı Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi<br />

1. Genel Cerrahi Kliniği<br />

Klinik ġefi: Doç. Dr. Enis YÜNEY<br />

TRİNİTROBENZEN SÜLFONİK ASİT İLE İNDÜKLENEN<br />

DENEYSEL KOLİT MODELİNDE PNÖMOPERİTONEUMUN<br />

ORGAN HASARI ÜZERİNE ETKİLERİ<br />

GENEL CERRAHĠ UZMANLIK TEZĠ<br />

(Deneysel ÇalıĢma)<br />

Etik Kurul Onay Tarih – No’ su: 24.09.2008 – 100<br />

Dr. Süleyman KÖKDAġ<br />

Ġstanbul-2009


TEŞEKKÜR<br />

Uzmanlık eğitimim boyunca meslek etiğinin ve genel cerrahinin inceliklerini<br />

öğreten, bilgi ve tecrübesinden yararlandığım, manevi desteğini her zaman yanımda<br />

hissettiğim, daima örnek alacağım değerli hocam Doç. Dr. Enis YÜNEY’ e sonsuz<br />

teşekkürlerimi sunarım.<br />

Hocalarım Op. Dr. Kazım SARI, Prof. Dr. Servet KARAHAN, Doç. Dr. Orhan<br />

YALÇIN ve Op. Dr. Yavuz ERYAVUZ’ a; ihtisas süremin son döneminde hastanemiz<br />

yönetiminde yer alan Başhekimimiz Doç. Dr. Adem AKÇAKAYA’ ya en içten saygı<br />

ve teşekkürlerimi sunarım.<br />

Tez çalışmam süresince bilgi, birikim ve yardımlarından yararlandığım Op. Dr.<br />

Oğuzhan KARATEPE ve Op. Dr. Sedat KAMALI’ ya; tezimin patolojik incelemeleri<br />

için verdiği destek için Uzm. Dr. Gülçin KAMALI’ ya teşekkür ederim.<br />

Rotasyonlarım sırasında ilgi ve desteklerinden dolayı Anesteziyoloji ve Reanimasyon<br />

Klinik Şefi Doç. Dr. Aysel ALTAN’ a, Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Op.<br />

Dr. H. Ekrem ÖZAKIN’ a, Üroloji Klinik Şefi Doç. Dr. Tahir KARADENİZ’ e,<br />

Ortopedi ve Travmatoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Okan YALAMAN’ a, Patoloji Klinik<br />

Şefi Uzm. Dr. Deniz ÖZCAN’ a teşekkür ederim.<br />

Cerrahi eğitim sürecinde her zaman desteklerini yanımda hissettiğim klinik şef<br />

yardımcısı Op. Dr. Ömer BENDER’ e ve kliniğimiz uzmanları Op. Dr. Orhan<br />

YILMAZ’ a, Op. Dr. Gönül AYKUTER’ e, Op. Dr. Nalan ULUFİ’ ye ve Op. Dr.<br />

Semih HOT ’a teşekkür ederim.<br />

Asistanlık süremin tamamını beraber geçirdiğim; yorgunlukları, sevinçleri,<br />

üzüntüleri birlikte yaşadığımız her zaman desteğini gördüğüm Dr. Ayhan SARI ve<br />

Dr. Uğur KESİCİ’ ye, değerli tüm asistan arkadaşlarıma; bana her zaman destek<br />

olan servis ve hastane hemşirelerimize ve personellerimize teşekkürü bir borç<br />

biliyorum.<br />

Yaşamım boyunca hep yanımda olan, sevg<strong>ile</strong>rini ve desteklerini esirgemeyen babam,<br />

annem ve kardeşlerime teşekkür ederim.<br />

Bu zor eğitim süresince, her türlü zorluğa beraber katlandığımız sevgili eşim Sibel<br />

KÖKDAŞ ve a<strong>ile</strong>min en yeni üyesi oğlum Arda KÖKDAŞ’ a sonsuz sevg<strong>ile</strong>rimi<br />

sunuyorum.<br />

Dr. Süleyman KÖKDAŞ<br />

ii


ĠÇĠNDEKĠLER<br />

TEġEKKÜR<br />

ĠÇĠNDEKĠLER<br />

Sayfa<br />

ii<br />

iii<br />

1. GĠRĠġ VE AMAÇ 1<br />

2. GENEL BĠLGĠLER 3<br />

2.1. KOLON VE REKTUM ANATOMĠSĠ 3<br />

2.2. ĠNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARI 11<br />

2.2.1. EPĠDEMĠYOLOJĠ 11<br />

2.2.2. ETĠYOLOJĠ ve PATOGENEZ 12<br />

2.2.3. KLĠNĠK BULGULAR 15<br />

2.2.4. PATOLOJĠK BULGULAR 16<br />

2.2.5. TEDAVĠ 17<br />

2.2.6. KOMPLĠKASYONLAR 23<br />

2.2.7. EKSTRAĠNTESTĠNAL TUTULUM 24<br />

2.3. PNÖMOPERĠTONEUMUN PATOFĠZYOLOJĠK ETKĠLERĠ 27<br />

3. MATERYAL VE METOD 31<br />

4. BULGULAR 35<br />

5. TARTIġMA 45<br />

6. ÖZET 51<br />

7. SUMMARY 52<br />

8. KAYNAKLAR 53<br />

iii


1. GĠRĠġ VE AMAÇ<br />

Ġnflamatuvar barsak hastalığı (ĠBH) gastrointestinal sistemi tutan etyolojisi<br />

tam olarak belirlenememiĢ kronik <strong>ile</strong>rleyici bir hastalıktır. Ülseratif <strong>kolit</strong> (ÜK) ve<br />

Crohn hastalığını içerir. Her iki hastalıkta sindirim sisteminde inflamasyon<br />

oluĢturarak doku yıkımına neden olurlar.<br />

ĠBH’ nin patagonezi halen tam olarak anlaĢılmıĢ değildir. Ancak bu<br />

hastalığın patagonezinde genetik olarak tayin ed<strong>ile</strong>n konak duyarlılığı, barsak<br />

mukozasının immun yanıtı ve barsak bakter<strong>ile</strong>rinin etk<strong>ile</strong>Ģiminin önemli bir yer<br />

sahibi olduğu bilinmektedir (1). Son yıllarda hastalığın oluĢması ve <strong>ile</strong>rlemesi <strong>ile</strong><br />

ilgili birçok çalıĢma yapılmıĢ fakat patagonezi tam olarak aydınlatılamamıĢtır.<br />

ĠBH beraberinde birçok klinik durumun görüldüğü bir hastalıktır. ĠBH<br />

gastrointestinal sistemi tutmasının yanında morbiditeyi ciddi oranda arttıran ve<br />

yaĢam kalitesini olumsuz yönde etk<strong>ile</strong>nmesine neden olan ekstraintestinal belirt<strong>ile</strong>rle<br />

karĢımıza çıkabilmektedir (2). Özellikle hepatobiliyer ve pankreatik hastalıklar ĠBH’<br />

nin klinik seyri sırasında sık görülür.<br />

ĠBH’ nin tedavisi büyük oranda medikal tedavidir. Bu hastalık % 90 oranında<br />

medikal yaklaĢıma yanıt verir. Fakat tedaviye yanıt alınamaması durumunda ve<br />

ĠBH’ nin çeĢitli komplikasyonlarında cerrahi tedavi düĢünülmektedir. Cerrahi tedavi<br />

klasik konvansiyonel cerrahi ya da son yıllarda geniĢ bir taraftar bulan laparoskopik<br />

cerrahi olarak ikiye ayrılır. Laparoskopik cerrahi alanındaki geliĢmelerle beraber,<br />

ÜK’ nin tedavisinde cerrahi gereken durumlarda laparoskopik cerrahi uygulamaları<br />

yapılmaya baĢlanmıĢtır (3). Özelikle minimal invaziv cerrahinin artmıĢ kozmetik<br />

sonuç, azalmıĢ postoperatif ağrı, gastrointestinal fonksiyonların daha erken geri<br />

dönmesi, hastanede kalıĢ süresinin kısalması ve hastanın normal aktivitesine daha<br />

erken dönmesini sağlaması nedeniyle tercih ed<strong>ile</strong>n bir tedavidir.<br />

Laparoskopik cerrahinin ÜK tedavisinde birçok faydası olması ve güvenle<br />

yapılmasına rağmen laparoskopi esnasında çalıĢma alanını sağlamak için<br />

gerçekleĢtir<strong>ile</strong>n pnömoperitonun <strong>kolit</strong> üzerine ve <strong>kolit</strong>li hastalarda organlar üzerine<br />

etk<strong>ile</strong>ri çok iyi bilinmemektedir. Bilindiği gibi CO₂ pnömoperitonu laparoskopik<br />

1


cerrahide sık kullanılan bir metottur. Yapılan çalıĢmalarda abdominal organlar<br />

üzerine etk<strong>ile</strong>ri araĢtırılmıĢtır ve CO₂ pnömoperitonun kardiyopulmoner, <strong>asit</strong>-baz<br />

dengesi, sistemik immun yanıt, bakteriyel translokasyon ve hepatoportal perfüzyon<br />

üzerine etk<strong>ile</strong>ri gösterilmiĢtir (4). Ayrıca birçok çalıĢmada pnömoperitonun pankreas<br />

üzerine etk<strong>ile</strong>ri araĢtırılmıĢ ve laparoskopinin pankreas üzerine olumsuz etkisi<br />

görülmemiĢtir. Fakat <strong>kolit</strong>li olgularda laparoskopik uygulamaların <strong>kolit</strong>, pankreas ve<br />

sistemik immun yanıt üzerine etk<strong>ile</strong>ri net olarak araĢtırılmamıĢtır.<br />

Bu çalıĢmada amacımız ÜK’ nin cerrahi tedavisinde son zamanlarda sıkça<br />

kullanılan laparoskopik tekniklerin gastrointestinal sistem ve pankreas üzerine<br />

etk<strong>ile</strong>ri <strong>ile</strong> buna bağlı ortaya çıkan sistemik etk<strong>ile</strong>rini araĢtırmaktır.<br />

2


2. GENEL BĠLGĠLER<br />

2.1. KOLON VE REKTUM ANATOMĠSĠ<br />

Kolon ve rektumu ilg<strong>ile</strong>ndiren cerrahi uygulamalarda baĢarılı olmak için,<br />

kolon ve rektum anatomisi hakkında yeterli bilgiye sahip olmak gerekir.<br />

Kalın barsak <strong>ile</strong>oçekal valvden anüse kadar uzanmakta; çekum, apendiks,<br />

çıkan kolon, transvers kolon, inen kolon, rektum ve anal kanal' dan oluĢmaktadır<br />

(ġekil 1).<br />

Kalın barsağı ince barsaktan ayıran özellikler: tenya coli: kalınlaĢmıĢ kas<br />

demetleri. 3 tanedir (tenya omentalis, tenya libera, tenya mesocolica); haustra coli:<br />

barsağın tenyalar arasında torbalanması; appendices omentales: küçük omental yağ<br />

çıkıntıları ve çap: lümen daha geniĢtir (5).<br />

Kalın barsağın rektuma kadar olan bütün parçalarında tenya koli vardır.<br />

Longitudinal kas liflerinin üç grupta toplanması <strong>ile</strong> oluĢan tenyalar, barsağın<br />

kendisinden daha kısa oldukları için barsak torbalanır ve haustra meydana gelir.<br />

Appendiks ve rektum' da tenya yoktur. Appendiks'in tabanında baĢlayan tenyalar,<br />

rektosigmoid birleĢim noktasına kadar tüm kalın barsak üzerinde uzanır (5).<br />

Kolon, gastrointestinal sistemin en son bölümünü oluĢturmakta olup yaklaĢık<br />

90-150 cm’ de rektuma ulaĢır. Proksimal kolon, distal kolona oranla çap olarak daha<br />

geniĢtir (çekum bölgesinde 7.5-8.5 cm olan çap sigmoid kolonda 2.5 cm'ye kadar<br />

azalır).<br />

Kalın barsağın baĢlangıç bölgesi olan çekum, aynı zamanda müsküler<br />

tabakası en ince olan bölümdür. Ġleoçekal valv, çekumun arka-iç yan yüzeyinde<br />

bulunmakta olup üst ve alt <strong>ile</strong>oçekal bağlar tarafından yerinde asılmakta, bu sayede<br />

<strong>ile</strong>um ve çekum arasındaki açılanma idame ettirilmekte ve çekal reflü önlenmektedir.<br />

Apendiks çekumun arka-yan yüzünden, <strong>ile</strong>oçekal valvin yaklaĢık 3 cm<br />

aĢağısından çıkmaktadır. YerleĢim yeri hareketliliğine bağlı olarak değiĢik<br />

olabilmektedir: çekum arkası (% 65), pelvis içi (% 31), çekum altı (% 2.3), <strong>ile</strong>um<br />

3


önü (% 1.0) ve <strong>ile</strong>um arkası (% 0.4) (7). Çekum, lomber bölgedeki kas yapılarının<br />

üzerine yatmıĢ olarak uzanmakta olup genellikle kısa bir mezoçekuma sahiptir ve bu<br />

nedenle kolonun bu bölgesinin hareket imkanı kısıtlıdır.<br />

Ġleoçekal valvden hepatik fleksuraya kadar uzanım gösteren çıkan kolonun,<br />

ön ve yan yüzeyleri periton <strong>ile</strong> kaplı olup çok az hareketliliğe sahiptir ya da<br />

hareketsizdir. Toldt fasyası, çıkan ve inen kolonun arka yüzünden baĢlayarak arkaya<br />

ve dıĢ yana uzanan, seroza <strong>ile</strong> arka pariyetal peritonun birleĢmesi sonucu ortaya<br />

çıkan avasküler ve gözeli bir dokudur (7).<br />

Kolonun en uzun bölümünü meydana getiren ve oldukça hareketli olan<br />

transver kolon, arka-üst sınırını pankreasın alt sınırına bağlayan transvers<br />

mezokolonun her iki yaprağı tarafından sarılmıĢtır. Diğer taraftan büyük omentum<br />

transvers kolonun üst ön yüzüne yapıĢmaktadır. Kolonoskopi sırasında transvers<br />

kolonun üçgen Ģeklinde görülmeleri bu yapıĢıklıklarla açıklanabilir (6).<br />

Kolonun en yukarıdaki ve en derin bölümü olan splenik fleksura, transvers<br />

kolondan inen kolona geçiĢi ifade eder. Frenokolik bağ <strong>ile</strong> 10. ve 11. kotlar hizasında<br />

diyafragmanın alt yüzeyine yapıĢmaktadır.<br />

Ġnen kolon, sol böbreğin dıĢ yan sınırından geçerek, içte psoas ve kuadratus<br />

lumborum kasları arasından pelvis giriĢinde transversus abdominis kası hizasında<br />

baĢlayan sigmoid b<strong>ile</strong>Ģkeye kadar iniĢine devam eder. Çıkan kolona benzer olarak<br />

inen kolonun ön, iç ve dıĢ yüzeyleri periton <strong>ile</strong> örtülüdür.<br />

Sigmoid kolonun uzunluğu 15 ila 50 cm arasında değiĢmektedir. Sigmoid<br />

kolon hareketli bir organdır, ters V Ģeklinde bir mezoya sahiptir ve mezo<br />

arasında kör bir çukur meydana gelir (7). Sol üreter, bu çukurun hemen altında<br />

uzanır, spermatik, sol kolik ve sigmoidal damarlar tarafından önden çaprazlanır.<br />

Tenyaların, anüsün yaklaĢık 15 cm yukarısında sonlandığı yer rektosigmoid birleĢim<br />

yeridir (5).<br />

Rektum yaklaĢık olarak 12-15 cm uzunluğundadır ve üst, orta ve alt olmak<br />

üzere üç eĢit bölüme ayrılmıĢtır. Üst üçte birlik bölümün ön ve yan yüzeyleri periton<br />

<strong>ile</strong> kaplı iken orta üçte bir bölümün sadece ön yüzeyi peritonla örtülüdür ve alt üçte<br />

4


ir bölüm tamamen periton dıĢıdır. Erkeklerde alt üçte birlik bölüm önde prostat,<br />

seminal veziküller, vaz deferensler, üreterler ve mesane <strong>ile</strong> komĢudur. Bayanlarda<br />

ise alt üçte birlik bölüm önde vajen arka duvarı <strong>ile</strong> komĢuluktadır. Rektum lümenine<br />

doğru uzanan Houston valfleri olarak anılan üç adet submukozal katlantı bulunur.<br />

Rektum mezenterik yağlı bir doku <strong>ile</strong> sarılı olup bu durum en çok arka-iç<br />

bölgede göze çarpmaktadır. Pelvis içerisinde fasya propria olarak adlandırılan bir<br />

fasya tabakası <strong>ile</strong> sarılmıĢtır. Bu fasyanın, rektumun endopelvik fasyaya tespitini<br />

sağlayan dıĢ yüzdeki yoğunlaĢmaları, yan saplar ya da yan bağlar olarak<br />

tanımlanmıĢtır. Waldeyer fasyası S4 seviyesindeki presakral fasyadan öne ve<br />

aĢağıya doğru rektumun fasya propriasına uzanır. Önde rektumun periton dıĢı<br />

bölümü, ön periton kıvrımından ürogenital diyafragmaya uzanan ve rektumu<br />

kadınlarda vajenden, erkeklerde ise seminal veziküllerden ayıran bir bağ dokusu<br />

tabakası olan Denonvillier fasyası tarafından kaplanmıĢtır (6).<br />

Anatomik anal kanalın üst sınırı anal girimden 2 cm mesafede bulunan<br />

linea dentatadır (diĢli çizgi). Cerrahi anal kanal ise linea dentatadan 2 cm daha<br />

yukarıda anorektal halka düzeyine kadar uzanım göstermektedir. Anal kanal,<br />

lümenin tamamen kapanmasını sağlayan iki farklı kas tabakası tarafından<br />

sarılmıĢtır. Ġç tabaka, iç sfinkter olarak adlandırılmakta olup rektumun sirküler<br />

kaslarından meydana gelir. DıĢ tabakada ise iskelet kaslarından oluĢmuĢ; dıĢ<br />

sfinkter ve puborektal kas yer alır (7).<br />

5


ġekil 1: Terminal <strong>ile</strong>um ve kalın barsak.<br />

(Moore KL, Dalley AF. Clinically Oriented Anatomy (Kliniğe Yönelik Anatomi). Çeviren<br />

ġahinoğlu K. 4'üncü Baskı. Ġstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri; 2007)<br />

KANLANMA<br />

Süperiyor mezenterik arter sağ kolon ve transvers kolonun orta kesimine<br />

kadar olan bölümünün kanlanmasını sağlarken; distal transvers kolon, sol kolon ve<br />

rektum üst üçte birlik bölümünün kanlanması alt mezenterik arter tarafından<br />

gerçekleĢtirilmektedir (ġekil-2).<br />

Damarsal dağılım değiĢken olmakla birlikte, çölyak trunkusun altından<br />

aortadan çıkan süperiyor mezenterik arterin ilk dalı orta kolik arterdir. Orta kolik<br />

arter transvers kolon mezenteri içerisinde 2-3 adet arkus oluĢturmaktadır. Ġkinci<br />

dalı ise çıkan ve inen olmak üzere iki yan dala ayrılan sağ kolik arterdir. Çıkan<br />

yan dalı orta kolik arterin sağ dalına katılırken inen yan dalı da <strong>ile</strong>okolik arterin<br />

6


arkusları <strong>ile</strong> anastomoz yapar. Ġleokolik arter süperiyor mezenterik arterin son<br />

dalı olup (insanların % 20’ sinde yoktur), terminal <strong>ile</strong>um ve proksimal çıkan<br />

kolonun kanlanmasını sağlar. Dört uç dala ayrılır: ön ve arka çekal dal,<br />

apendiküler arter ve süperiyor mezenterik arterden çıkan diğer <strong>ile</strong>al dallar <strong>ile</strong><br />

arkuslar oluĢturan bir <strong>ile</strong>al dal (7).<br />

Duodenum 3. kıtasının hemen altındaki aortadan çıkan inferiyor<br />

mezenterik arterin ilk dalı sol kolik arterdir. Sol kolik arter çıkan ve inen olmak<br />

üzere splenik fleksuraya doğru yönelen iki yan dala ayrılır. Sol kolik arterin<br />

çıkan dalı orta kolik arterin sol dalı <strong>ile</strong> birleĢirken inen dalı da sigmoideal<br />

arterlerle birleĢir. Ġnferiyor mezenterik arterin üç <strong>ile</strong> dört sigmoideal dalı,<br />

Drummond'un marjinal arteri olarak adlandırılan bir marjinal arterle devamlılık<br />

gösterirler (6,7). Drummond'un marjinal arteri insanların % 15-20’ sinde tamdır.<br />

Bu marjinal arter sayesinde, inferior mezenter arterde oluĢab<strong>ile</strong>cek bir tıkanıklık<br />

sonrası tüm sol kolonun kanlanması sağlanabilmektedir. Ġnsanların % 7’ sinde<br />

mevcut olan, orta kolik arter <strong>ile</strong> sol kolik arteri birbirine bağlayan diğer bir<br />

yapıda Rialan arkı (gezinen mezenterik arter)’ dır (7). Ġnferiyor mezenterik arter<br />

pelvis giriĢini geçtikten sonra süperiyor rektal arter adını alır. Bu da mezorektum<br />

içerisinde <strong>ile</strong>rleyerek sağ ve sol yan dallarına ayrılır. Rektum alt üçte ikilik<br />

bölümünün kanlanması ise orta rektal arter ve inferiyor rektal arter tarafından<br />

temin edilir. Orta rektal arter, internal iliak arterin bir dalıdır. inferiyor rektal<br />

arter internal iliak arterin bir dalı olan internal pudendal arterden kaynaklanır.<br />

Venöz drenaj genel olarak arterlere paraleldir (ġekil-2). Ancak üç istisna<br />

mevcuttur: orta rektal venin rektumun drenajına katkısı çok azdır; rektal venöz<br />

pleksus vasıtasıyla süperiyor ve inferiyor rektal venler arasında kuvvetli bir iĢtirak<br />

mevcuttur ve inferiyor rektal ven internal iliak ven yoluyla sistemik dolaĢıma<br />

boĢalırken, inferiyor mezenterik ven pankreasın alt sınırında splenik ven <strong>ile</strong><br />

birleĢerek portal vene katılır (7).<br />

7


ġekil 2: Kalın barsağın kanlanması. A- Arterler, B- Venler<br />

(Moore KL, Dalley AF. Clinically Oriented Anatomy (Kliniğe Yönelik Anatomi). Çeviren<br />

ġahinoğlu K. 4'üncü Baskı. Ġstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri; 2007)<br />

LENFATĠK DRENAJ<br />

Kolon ve rektumun lenfatik drenajı lamina propria seviyesinde baĢlar,<br />

submukoza ve kas duvarı düzeyinde daha belirgin bir hal alarak en sonunda duvar<br />

dıĢı lenfatiklere ulaĢır. Lenfatik damarlar ve lenf düğümleri bölgesel arterleri takip<br />

eder (ġekil 3). Lenf düğümleri dört tip olarak sınıflandırılabilir: epikolik, parakolik,<br />

intermediyer ve esas düğümler (6,7). Epikolik düğümler, peritonun altında ve<br />

genellikle apendiçes epiploikalarda bulunan duvar dıĢı lenf düğümleridir. Parakolik<br />

düğümler kolonun mezenterik sınırında yer alırlar. Ġntermediyer düğümler, büyük<br />

mezenterik arterlerin çevrelerinde uzanırlar. Esas lenf düğümleri ise aortanın<br />

önünde, süperiyor ve inferiyor mezenterik arterlerin çıktıkları bölgelerde<br />

yerleĢmiĢlerdir.<br />

Pararektal lenf düğümleri, mezorektal doku içerisinde daha çok rektumun<br />

arka ve yan yüzeylerinde bulunmaktadırlar. Üst ve orta rektumun lenfatik akımı,<br />

süperiyor rektal arteri izleyerek inferiyor mezenterik lenf düğümlerine drene olur.<br />

Alt rektumun lenfatik akımı, üst ve orta rektumun lenfatikleri yoluyla yukarıya ve<br />

8


orta rektal lenfatikler yoluyla dıĢa, internal iliak lenf düğümlerine doğru drene<br />

olurlar (6).<br />

Anal kanalın lenfatik drenaj Ģekli karmaĢıktır: yukarıya doğru üst rektum<br />

lenfatikleri yoluyla inferiyor mezenterik lenf düğümlerine, yanlara doğru orta<br />

rektum lenfatikler yoluyla internal iliak lenf düğümlerine drene olurlar. Dentate<br />

çizginin distalinde kalan bölüm sıklıkla inguinal lenf düğümlerine drene olur (7).<br />

ĠNNERVASYON<br />

Kolonun Sinirleri<br />

Kolon sempatik sinirler (inhibitör) ve parasempatik (stimülatör) sinirler<br />

tarafından inerve olmakta ve bunlar arterlere paralel seyretmektedirler. Kolonun<br />

sempatik inervasyonunu sağlayan lifler T6-T12 ve L1-L3 seviyesinden çıkar.<br />

Kolonun parasempatik inervasyonunu sağlayan iki farklı seviye mevcuttur.<br />

Vagal sinir preaortik pleksusa kadar inip, süperiyor mezenterik arterin<br />

kanlandırdığı sağ kolon ve transvers kolonun sağ yarısının; S2-S4 sakral<br />

sinirlerinden kaynaklanan ve nervi erigentesi oluĢturan lifler sol kolonun<br />

parasempatik inervasyonunu sağlar (7).<br />

Anorektal Sinirler<br />

Rektumun sempatik inervasyonu L1-L3 segmentinden kaynağını almakta<br />

ve rektum üçte bir üst bölümüne ulaĢmakta iken, diğer yandan iki dala ayrılarak<br />

pelvisin her iki yanında seyreden hipogastrik sinirler rektum üçte bir alt<br />

bölümünü, anal kanalı, ürogenital organları inerve ederler.<br />

Hipogastrik pleksus (ġekil 3) inferiyor mezenterik damarların arkasında,<br />

üreterlerin arasında, iliak ve lomber arterlere yakın olarak uzanmaktadır (7).<br />

Pelvis yan duvarına ulaĢan sempatik lifler, nervi erigenteslerle birleĢerek pelvik<br />

pleksusu oluĢtururlar.<br />

Pudendal sinir, S2-S4 seviyeleri arasında sakral pleksustan kökenini<br />

almaktadır. Üç ana dalı mevcuttur: inferiyor rektal rektal, perineal ve penis ya da<br />

klitorisin dorsal sinirleri (7). Eksternal sfinkter, inferiyor rektal ve perineal dallar<br />

9


tarafından inerve olur. Anal kanalın duyusal inervasyonuda inferiyor rektal dalı<br />

<strong>ile</strong> sağlanır.<br />

ġekil 3: Kalın barsağın lenfatikleri ve sinirleri. A-Lenf nodları, B-Sinirler<br />

(Moore KL, Dalley AF. Clinically Oriented Anatomy (Kliniğe Yönelik Anatomi). Çeviren<br />

ġahinoğlu K. 4'üncü Baskı. Ġstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri; 2007)<br />

10


2.2. ĠNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARI<br />

Ülseratif <strong>kolit</strong> (ÜK) ve Crohn hastalığını kapsayan inflamatuvar barsak<br />

hastalıkları (ĠBH), gastrointestinal traktın kronik inflamatuvar hastalıkları olup;<br />

klinik, endoskopik ve histolojik bulguları <strong>ile</strong> tanımlanırlar. Hastalığın<br />

etiyopatogenezinde çevresel, genetik ve immünoregulatuvar faktörlerin<br />

kombinasyonu hipotez olarak <strong>ile</strong>ri sürülse de bu hastalıkların nedeni halen netlik<br />

kazanmamıĢtır (8).<br />

Bu gruptaki hastalıkların baĢlıca ortak özellikleri; genetik yatkınlık,<br />

alevlenme-remisyon dönemleri <strong>ile</strong> tanımlanan klinik seyir, ekstraintestinal belirt<strong>ile</strong>r<br />

ve uzun süreli hastalıkta görülen kanser riskidir.<br />

ÜK ilk kez 1859 yılında Samuel Wilks tarafından tanımlanmıĢtır. Crohn ve<br />

arkadaĢları 1932 yılında yayınladıkları makalede “regional <strong>ile</strong>itis’’ baĢlığı altında,<br />

subakut ya da kronik nekrotizan ve sikatrizan inflamasyonla seyreden bir terminal<br />

<strong>ile</strong>um hastalığını tanımlamıĢlar ve ÜK' den ayrı bir hastalık olduğunu belirtmiĢlerdir.<br />

Günümüzde her iki hastalığın da, genetik olarak duyarlı kiĢ<strong>ile</strong>rde çeĢitli antijenlere<br />

ya da çevresel faktörlere karĢı meydana gelen abartılı bir immün yanıt <strong>ile</strong> ilgili<br />

olduğu düĢünülmektedir (9).<br />

2.2.1. EPĠDEMĠYOLOJĠ<br />

ÜK ve Crohn hastalığının insidans ve prevalansı coğrafik bölgelere bağlı<br />

olarak büyük oranda farklılık göstermektedir. En yüksek insidans ve prevalans<br />

oranlarına sahip olan Ġngiltere, ABD ve Ġskandinavya’da; beyaz yetiĢkinlerde<br />

insidans değeri 100000’de 4-6 olup, prevalans değerleri ise 100000’de 40 <strong>ile</strong> 100<br />

vaka arasında değiĢmektedir (10).<br />

ÜK erkeklerde, Crohn hastalığı ise kadınlarda biraz daha sık görülmektedir<br />

(11). ĠBH en sık 15-30 yaĢları arasında görülür. (12). Özellikle Crohn hastalığının<br />

sıklığında <strong>ile</strong>ri yaĢlarda ikinci bir artıĢ görülebilir.<br />

Her iki hastalıkta önemli ölçüde a<strong>ile</strong>vi kümelenme gösterir. ÜK' li hastaların<br />

1. dereceden akrabalarının % 5,2’ sinde, Crohn hastalığının ise % 1,6’ sında ĠBH’ ye<br />

rastlandığı bildirilmiĢtir (13). Ġkizlerde normal populasyona göre ĠBH' ye yakalanma<br />

riski 10-15 misli fazla, tek yumurta ikizlerinde bu olasılık çift yumurta ikizlerine<br />

11


göre daha da fazladır. Pozitif a<strong>ile</strong> öyküsü olanlarda hastalık daha erken yaĢta kendini<br />

göstermektedir (14, 15).<br />

Bazı genlerin her iki hastalıkta genetik yatkınlığı sağladığı çevresel<br />

faktörlerin bunları modüle ettiği <strong>ile</strong>ri sürülmektedir. HLA grupları <strong>ile</strong> her iki hastalık<br />

arasında iliĢki saptanmıĢtır. DR1/DQw5 ve DR30301 haplotipleri Crohn hastalığı <strong>ile</strong><br />

HLA-DR2 ÜK <strong>ile</strong> iliĢkilidir.<br />

Sigaranın ÜK' ye karĢı koruyucu Crohn hastalığında ise uyarıcı ve<br />

alevlendirici etkisi olduğu bilinmektedir (16).<br />

Oral kontraseptif (OK) kullanımı <strong>ile</strong> Crohn hastalığı arasında zayıf bir iliĢki<br />

vardır. OK’ lerin Crohn hastalığı riskini sigara içmeyenlerde 1.5 kat, sigara içenlerde<br />

ise 2.6 kat artırdığı bildirilmiĢtir. OK’ lerin etkisi varsa b<strong>ile</strong> sigaradan daha az<br />

önemlidir ve birlikte değerlendirildiğinde anlamlı sonuçlara varılmaktadır (17).<br />

ĠBH, kuzey enlemde yaĢayanlarda daha sıktır. Farklılık güneĢ ıĢığına<br />

maruziyet, enfeksiyöz ajanlarla karĢılaĢma ve fiziksel aktivite değiĢikliği <strong>ile</strong><br />

açıklanabilir.<br />

ĠBH, kentsel alanlarda yaĢayanlarda ve yüksek sosyoekonomik düzeyde<br />

olanlarda daha sıktır. Bunun nedeni net değildir ve komplekstir.<br />

Hastaların psikolojik durumu ve streslerle hastalığın alevlenmesi ĠBH <strong>ile</strong><br />

ilg<strong>ile</strong>nenleri uzun süre meĢgul etmiĢtir. Strese maruz kalanlarda alevlenme riski<br />

diğerlerinin iki katıdır. Bu alevlenme stresten 4-6 hafta sonra olmaktadır.<br />

2.2.2. ETĠYOLOJĠ ve PATOGENEZ<br />

Etiyoloji<br />

ĠBH’nin genetik, çevresel ve immünolojik nedenlerin ortaya çıkardığı,<br />

mukozal inflamasyonla sonuçlanan, multifaktöriyel ve heterojen bir grup patoloji<br />

olduğu kabul edilmektedir. Kombine geliĢen olaylar zinciri, bir ya da birden fazla<br />

mukozal antijene karĢı normal dıĢı immün yanıta yol açmakta ve genetik kökenli bir<br />

mukozal T-hücre regülasyonu bozukluğu ve kommensal bakteri populasyon<br />

değiĢikliğine iĢaret etmektedir (18).<br />

Çevresel faktörler: Çevresel faktörlerin ĠBH’nin oluĢumuna ve seyrine<br />

etk<strong>ile</strong>ri tam olarak anlaĢılabilmiĢ değildir. Prenatal olaylar, anne sütü <strong>ile</strong> beslenme,<br />

çocukluk çağı infeksiyonları, mikrobiyal ajanlar, sigara içimi, OK kullanımı, diyet,<br />

12


hijyen, meslek, eğitim, iklim, stres, psikolojik faktörler, appendektomi,<br />

tonsillektomi, kan transfüzyonu, hayvanlarla temas, fiziksel aktivite, bakteriyel, viral<br />

ya da paraziter enfeksiyonlar ve diğer çevresel faktörler hastalığın ortaya çıkmasına<br />

ya da alevlenmesine yol açabilir.<br />

Sigara içenlerde ÜK görülme sıklığının içmeyenlere göre daha az olduğu<br />

bildirilmektedir. Ayrıca sigaranın primer sklerozan kolanjit ve poĢitis gibi ÜK<br />

komplikasyonlarını azalttığını gösteren çalıĢmalarda mevcuttur (16) Sigarayı<br />

bırakanlarda ise hastalık alevlenebilir. Crohn hastalığında ise ÜK’nin tersine sigara<br />

kullanımı hastalığın görülme sıklığını arttırmaktadır. Sigara Crohn hastalığının<br />

klinik, cerrahi ve endoskopik nükslerinde bağımsız bir risk faktörüdür ve cerrahi<br />

sonrası hastalık aktivitesini etk<strong>ile</strong>mektedir (16).<br />

YaĢam koĢulları, hijyen ve gıda maddeleri ĠBH’ nin etiyolojisinde oldukça<br />

sık araĢtırılan diğer faktörlerdir. Günümüzde gıda maddeleri <strong>ile</strong> ĠBH arasında bir<br />

iliĢki olduğu göster<strong>ile</strong>memiĢtir (19).<br />

Yapılan çalıĢmalarda 20 yaĢ öncesinde iltihabi nedenlerden dolayı<br />

appendektomi geçirenlerde ÜK geliĢim riskinin azaldığı, iltihabi olmayan<br />

nedenlerden dolayı appendektomi geçirenlerde ise riskin azalmadığı saptanmıĢtır<br />

(20,21,22).<br />

Kronik enfeksiyon hastalığına benzerliği nedeniyle enfeksiyöz ajanların<br />

ĠBH’nin etiyolojisinde rol oynayab<strong>ile</strong>ceği <strong>ile</strong>ri sürülmüĢtür. Mycobacteriumlar<br />

özellikle Crohn hastalığında ilgi çeken ajanlar olmuĢlardır. Anaerob bakter<strong>ile</strong>r,<br />

Entamoeba Histolytica gibi parazitler ve baĢta kızamık virüsü olmak üzere bazı<br />

virüslerin etiyolojide rol oynayab<strong>ile</strong>ceği düĢünülmektedir (23, 24).<br />

Genetik faktörler: ĠBH’li hastaların yakınlarında bu hastalıklara yakalanma<br />

sıklığı normal populasyona göre artmıĢtır.<br />

A<strong>ile</strong>vi Crohn hastalığı ve ÜK olgularında yapılan genom taramalarında<br />

özellikle Crohn hastalığında kromozom 16’ da her iki hastalıkta kromozom 3, 6, 7<br />

ve 12’ de yatkınlık lokusu bulunması, bazı kiĢ<strong>ile</strong>rde HLA genleri ve sitokin<br />

genlerinde (TNF-α, IL-1RA) polimorfizm saptanması genetik faktörlerin önemini<br />

ortaya koymaktadır (25).<br />

ĠBH’de subklinik göstergeler hastalığın ayırıcı tanısında yarar sağlar.<br />

Bunlardan en iyi bilinenler; ÜK’de perinükleer antinötrofil sitoplazmik antikorlar (p-<br />

13


ANCA), Crohn hastalığında ise anti saccharomyces cerevisae antikoru (ASCA) <strong>ile</strong><br />

barsak geçirgenliğinde artmadır. Bu subklinik göstergeler tam klinik fenotip<br />

yokluğunda, anormal genotipin anlaĢılmasında kullanılmalıdır. p-ANCA ÜK’ de<br />

%50-80, Crohn hastalığında %2-20 pozitif bulunmaktadır. Bugünkü bilg<strong>ile</strong>rimize<br />

göre p-ANCA’ nın hastalığın patogenezinde doğrudan etkisi göster<strong>ile</strong>memiĢtir.<br />

Ancak p-ANCA hastalığın immünolojik kökenini açıklamak ve a<strong>ile</strong> bireylerini<br />

taramak için iyi bir göstergedir; genetik yatkınlığı ortaya koyar, HLA grupları <strong>ile</strong> de<br />

iliĢkisi vardır.<br />

Patogenez<br />

ĠBH’ de hastalık mekanizmasını tetikleyen olaylar çok değiĢken ve<br />

nonspesifiktir. Ġnfeksiyöz ajanlar ve luminal toksinler genetik olarak hassas bir<br />

kiĢide mukozal bariyeri geçerek inflamasyonu baĢlatırlar. Altta yatan neden ne<br />

olursa olsun ortaya çıkan kolonik hasarda organın yanıtı hemen hemen aynı Ģekilde<br />

olmaktadır. ĠBH’ de temel patofizyolojik mekanizmanın yardımcı T hücresi 1 (Th1)<br />

ve yardımcı T hücresi 2 (Th2) lenfositlerinin aktivasyonunda bir bozukluk ya da<br />

proinflamatuvar sitokinler (IL-1, IL-2, IL-6, IL-8, IL-12, TNF-α, IFN-gama, TxA2,<br />

LTB4) <strong>ile</strong> anti inflamatuvar sitokinler (IL1RA, TNF bağlayan proteinler, IL-4, IL-<br />

10, IL-11, IL-13, PGE2) arasındaki iliĢkinin bozulması olduğu düĢünülmektedir.<br />

Ġnflamatuvar yanıtta abartılı olarak artan Th1 hücreleri bu yanıtın süreğenliğini<br />

sağlayan proinflamatuvar sitokinleri, Th2 hücreleri ise inflamasyonu azaltan<br />

antiinflamatuvar sitokinleri salgılarlar. Crohn hastalığında selektif olarak Th1<br />

lenfositler aktive olur IL-2, TNF-α ve IFN-gama yapımını sağlar. ÜK’ de ise Th2<br />

lenfosit sitokinleri artar (26). ĠBH’deki defektlerden birisi belki de en önemlisi<br />

barsak epitelinin geçirgenliğinin artması ve normalde bu bariyeri geçemeyen<br />

antijenlerin ve proinflamatuvar moleküllerin barsak epitelini geçebilir hale<br />

gelmesidir.<br />

ĠBH’ de enterik inflamasyon ve toksinlerle nonspesifik intestinal<br />

inflamasyon oluĢur. Mukozal permeabilite artıĢı <strong>ile</strong> toksik bakteriyel ürünler emilir<br />

ve lokal doku hasarını baĢlatırlar. Çoğu zaman bu hasar inflamatuvar cevapla önlenir<br />

ve mukozal hasar iy<strong>ile</strong>Ģir. Ancak genetik yatkınlığı olan kiĢ<strong>ile</strong>rde supresyon yeterli<br />

olmaz ve inflamatuvar yanıt artar. Ġmmün zincir aktive olur, sürekli lümen<br />

14


<strong>ile</strong>Ģenlerine maruz kalan mukozada olay süreğenleĢir; kronik inflamasyon, doku<br />

hasarı ve fibrozis oluĢur (27).<br />

2.2.3. KLĠNĠK BULGULAR<br />

ÜK, remisyon ve aktivasyonla seyreden, kolon ve rektum mukozasının,<br />

kronik gastrointestinal hastalığıdır. ÜK’ li hastaların büyük çoğunluğunda en önemli<br />

yakınma gece, gündüz devam eden kanlı, mukuslu ishaldir. Ataklar sırasında karın<br />

alt kısımlarına lokalize kramp tarzında ağrılar <strong>ile</strong> beraber, günde 10-20 arasında<br />

değiĢen defekasyon sayısı hastaları sıkıntıya sokar (30). AteĢ, iĢtahsızlık, kilo kaybı<br />

ve malnutrisyon da görülebilir. Tenesmus hissi vardır. ÜK’ de rektal tutulum her<br />

zaman bulunurken, perianal hastalık ve fistüller daha cok Crohn hastalığını<br />

düĢündürür. ÜK premalign bir durum olarak değerlendirilir. Kronik hastalık<br />

sürecinde, <strong>kolit</strong>in hastadaki baĢlama yaĢı, barsaktaki yaygınlık derecesi, hastalık<br />

süresi ve psödopoliplerin varlığı <strong>ile</strong> doğru orantılı olarak displazik alanlardan kanser<br />

geliĢtiği bilinmektedir (28). Uzun süre hastalık semptomlarının varlığı kanser<br />

insidansını artırmaktadır. ÜK’ li hastalarda kanser riski; 10 yılda % 2, 20 yılda % 8,<br />

30 yılda % 18’ dir (29).<br />

Crohn hastalığı, gastrointestinal kanalın dönem dönem aktivasyon, dönem<br />

dönem remisyonlarla giden, idiopatik, kronik ve inflamatuvar hastalığıdır. Sıklıkla<br />

% 40 hastada terminal <strong>ile</strong>um ve kolonda inflamasyonun varlığı <strong>ile</strong> karakterize<br />

<strong>ile</strong>okolonik tutulumla karĢılaĢılmaktadır. Hastaların % 35’ inde ince barsak ikinci<br />

sıklıkta tutulan bölgedir. Gastroduodenal tutulum yaklaĢık % 5 olguda vardır. En az<br />

rastlanılan ise özofageal Crohn tutulumudur (30). Crohn hastalığında karın ağrısı ve<br />

diyare ön plandadır. Karın ağrısına sıklıkla ateĢ, halsizlik, anemi, bulantı ve kusma<br />

eĢlik eder. Hastaların çoğunda lipid, protein, vitamin eksiklikleri ve malabsorbsiyona<br />

bağlı kilo kaybı görülmektedir. Perianal hastalık, Crohn hastalığında sıklıkla<br />

gözlenmekte; deri lezyonları, anal kanal lezyonları, fistüller ve hemoroidler olarak<br />

sınıflandırılmaktadır. Anal kanal lezyonları fissürler, ülserler ve anal kanal stenozu<br />

Ģeklinde görülebilir (31). Crohn <strong>kolit</strong>i hikayesi 7 yıldan daha uzun süredir var olan<br />

hastalarda karsinom geliĢme riski 20 katın üzerindedir. Bu kanserlerin prognozu<br />

spontan kanserlerle aynı olmasına karĢılık, senkron lezyon oranı daha yüksek<br />

olabilir (32).<br />

15


2.2.4. PATOLOJĠK BULGULAR<br />

ĠBH kronik destrüktif tipte bir <strong>kolit</strong>tir. Her iki hastalık arasındaki ayırım<br />

histopatolojik inceleme <strong>ile</strong> yapılır.<br />

Ülseratif Kolit: Hastalık sadece rektumu (proktit), proksimale yayılarak<br />

sigmoid kolonu (proktosigmoidit), splenik fleksuraya kadar olan bölgeyi (sol kolon<br />

tutulumlu), transvers kolonu (yaygın tutulumlu) ya da çekuma kadar tüm kolonu<br />

(pan<strong>kolit</strong>) tutabilir. Ancak distalde daha Ģiddetli seyreder. ÜK hastalarının yaklaĢık<br />

%15’inde terminal <strong>ile</strong>umda “backwash <strong>ile</strong>itis” olarak adlandırılan hafif bir<br />

inflamasyon görülebilmektedir (33). Akut ve ağır hastalık durumları dıĢında sadece<br />

mukoza ve submukoza <strong>ile</strong> ilgilidir, barsak duvarı normal kalınlıktadır. Mezokolon<br />

kısalmıĢ ve ödemlidir. Hastalık kronikleĢtikçe barsak ekseni istikametinde uzanan<br />

ülserler, pseudopolipoid görünüm, atrofi ve fibrozis, <strong>ile</strong>ri dönemlerde haustraların<br />

kaybı ve düzleĢmiĢ granüler mukoza gözlenir. Histopatolojik incelemelerinde diffüz<br />

mukozal inflamasyon, lamina propria’ da ödem ve kapiller dilatasyon görülür. Akut<br />

ve kronik inflamatuvar hücrelerin mukozayı infiltre ettikleri, goblet hücrelerinin<br />

azaldığı, kriptit ve çok sayıda kript apselerinin bulunduğu görülmektedir. Kript<br />

apseleri ÜK’ yi Crohn hastalığından ayırtan en önemli özelliktir.<br />

Crohn hastalığı: Kalın barsağın tamamı hastalıkla tutulu olabilir fakat daha<br />

sıklıkla, olgularda segmenter tutulum gözlenmektedir. Distal <strong>ile</strong>umun inflamasyonu<br />

ve değiĢik oranlarda da kolon tutulumu crohn hastalığının en sık görülen klinik<br />

tipidir. Crohn hastalığı transmural bir reaksiyon Ģeklinde barsak duvarının tüm<br />

katlarını tutar. Makroskopik incelemede barsak duvarı özellikle submokazal alanda<br />

olmak üzere kalınlaĢmıĢ olarak görülür. Bununla iliĢkili olarakta barsak lümeni<br />

daralmıĢtır. Crohn hastalığında, kalınlaĢmıĢ gri, pembe renkli serozada eksuda veya<br />

fibrozis gözlenen barsak ansları dikkat çeker. Mezenterik yağ dokusu <strong>ile</strong>rleyerek<br />

barsak duvarını çevreler ve mezosu karakteristik olarak kalınlaĢır. Mukoza, hiperemi<br />

ve ödem dıĢında normal olab<strong>ile</strong>ceği gibi kaldırım taĢı görünümü oluĢturacak Ģekilde<br />

longitüdinal ülserde bulunabilir. Ülserler değiĢik derinlikte olabilir sıklıkla serozaya<br />

kadar ulaĢabilir. Histopatolojik incelemede; yaygın mukozal ve submukozal ödem,<br />

ülserler, transmural inflamasyon, hiperemi, lenfanjiektazi, yaygın mononukleer<br />

hücre infiltrasyonu, transmural lenfoid agregatlar ve Langhans dev hücreleri içeren<br />

non-kazeifiye granulomlar oluĢur.<br />

16


2.2.5. TEDAVĠ<br />

Tıbbi Tedavi<br />

ĠBH’ nin tedavisinin amaçları; remisyonun indüksiyonu, remisyon idamesi<br />

ve ek morbiditelerle savaĢmaktır. ĠBH’ de tedavi planlanırken hastalığın<br />

lokalizasyonu, inflamatuvar aktivitenin Ģiddeti, daha önceki tedav<strong>ile</strong>rde alınan yanıt,<br />

hastalığa ve / veya kullanılan ilaçlara bağlı ek pataloj<strong>ile</strong>rin varlığı ve inflamasyonu<br />

tetikleyeb<strong>ile</strong>cek ek faktörler (enfeksiyon, sigara v.b) göz önünde bulundurulmalıdır.<br />

Ülseratif Kolitin Tıbbi Tedavisi: Tedavi seçimi hastalığın yaygınlığı ve<br />

Ģiddetine göre yapılır. Hastalık distalde ise topikal, yaygın ise sistemik tedavi gerekir<br />

(34).<br />

Ülseratif proktit sadece rektumla sınırlı olup, sistemik bulgular az görülür.<br />

Genellikle hafif seyirlidir. Distal tip ÜK ve ülseratif proktit tedavisinde topikal<br />

tedavi seçenekleri öncelik kazanmaktadır. Hafif-orta aktiviteli olgularda ilk seçenek<br />

5-ASA (meselamin) suppozituvar tedavisidir. Bu baĢlangıç tedavisine yanıtsızlık<br />

durumunda ağır aktiviteli olgular gibi tedavi edilir. Ağır aktiviteli olgularda 5-ASA<br />

(meselamin) ve kortikosteroidleri topikal formda ve kombine olarak vermek gerekir.<br />

Bu kombine tedaviye yanıt alınamaması durumunda ise, oral korikosterodler ve<br />

immünomodülatuvar tedavi gündeme gelmelidir. Tam yanıt alınması durumunda her<br />

iki olguda da remisyonun idamesine geçilmelidir. Remisyon idamesinde ilk seçenek<br />

5-ASA (meselamin) preparatlarıdır. Oral / topikal korikositeroidlerin yeri yoktur.<br />

Distal-sol taraf <strong>kolit</strong>i splenik fleksuraya kadar olan inflamasyonu<br />

tanımlamaktadır. Hafif-orta aktiviteli olgularda ilk tercih 5-ASA (meselamin)<br />

preparatlarıdır. Topikal olarak tek baĢına ya da oral 5-ASA veya oral sulfosalazin <strong>ile</strong><br />

birlikte ver<strong>ile</strong>bilir. Uygulanan kombine tedaviye rağmen yanıtsızlık durumunda,<br />

topikal kortikosteroid preparatlar eklenir. Kombine tedaviye yanıtsız olgular ağır<br />

aktiviteli olgular gibi tedavi edilir. Ağır inflamatuvar aktiviteli hastalarda tedaviye<br />

oral kortikosteroidlerle baĢlanır. Steroid dozu tam bir klinik ve endoskopik düzelme<br />

sağlandıktan sonra azaltılmalıdır. Steroid dozu azaltılamıyorsa, uzun süreli steroid<br />

kullanımına bağlı yan etk<strong>ile</strong>r nedeni <strong>ile</strong> tedaviye azatioprin ve 6-merkaptopürin gibi<br />

immünosupresif ajanlar eklenir. Eğer hasta oral kortikosteroid tedavisine yanıt<br />

vermiyorsa hospitalize edilir; parenteral steroid ve immünosupresif ajanlar tedavide<br />

kullanılır. Buna rağmen inflamatuvar aktivite baskılanamıyorsa, hasta cerrahi giriĢim<br />

17


açısından değerlendirilmelidir. Remisyon sağlanması durumunda idame tedavide<br />

günümüzde oral aminosalisilatlar ilk seçenektir.<br />

Ülseratif pan<strong>kolit</strong>te tüm kolonun etk<strong>ile</strong>nmesi söz konusudur. Hafif-orta<br />

aktiviteli olgularda sulfasalazin ve oral aminosalisilatlar ilk seçenektir (33). Bu<br />

tedaviye yanıt vermiyorsa ciddi <strong>kolit</strong> gibi tedavi edilir. Ağır aktiviteli olgular çok<br />

ciddi ve yaĢamı tehtit eden patoloj<strong>ile</strong>rdir. Günde 10’un üzerinde kanlı dıĢkılayan,<br />

ateĢin 37.8 °C’ ın üzerine çıkan, taĢikardik, hemoglobin değeri 10.5 gr/dl’ nin<br />

altında olan ve sedimantasyon hızı 30 mm/saat’ in üzerinde olan olgular ağır<br />

aktiviteli olarak kabul edilirler. Ağır aktiviteli olan olgular mutlaka yatırılarak tedavi<br />

edilmelidir. Bu tip hastalarda sulfasalazin ve aminosalisilatlar yeri yoktur. Hemen<br />

parenteral olarak kortikosteroid baĢlanır. Eğer 5-7 gün içinde IV steroid kullanımına<br />

rağmen düzelme olmuyorsa ya da ilk 3 gün içinde klinik tablo daha da kötüleĢiyorsa,<br />

çek<strong>ile</strong>n batın grafisinde kolon çapı 5.5 cm’ in üzerinde ise acil kolektomi ya da<br />

immünosupresif ilaç kullanımı endikasyonu vardır. Seç<strong>ile</strong>cek immünosupresif ilaç<br />

siklosporindir. Siklosporine yanıtsızlık acil kolektomi gerektirir (33). Peritoneal<br />

irritasyonu olan olgularda oral metranidazol önerilmektedir. Ġmmünosupresif ilaç<br />

kullanmayan hastalarda idame tedavide oral sulfasalazin ve 5-ASA preparatları ilk<br />

seçenektir. Ġmmünosupresif ilaç kullanarak remisyona girenlerde azatioprin ya da 6-<br />

merkaptopürin remisyon idamesinde kullanılır.<br />

Crohn Hastalığının Tıbbi Tedavisi: Tedavi seçimi hastalığın klinik tipine<br />

ve Ģiddetine göre yapılmalıdır. Klinik tipleri; inflamatuvar, fistülizan veya<br />

fibrostenotik (obstrüktif) olabilir.<br />

Ġnflamatuvar hastalık anti inflamatuvar ajanlar ve antibiyotiklerle tek baĢına<br />

veya birlikte tedavi edilir. Remisyon indüksiyonunda en sık kullanılan antibiyotikler<br />

metronidazol, siprofloksasindir. Anti inflamatuvar ajanlar ise sulfasalazin, olsalazin<br />

ve mesalamin preperatlarıdır. Bu ajanlar remisyon indüksiyonunda yetersiz<br />

kalırlarsa tedaviye kısa süreli kortikosteroidler eklenir. Prednizolon kadar etkili bir<br />

kortikosteroid olan budesonid olgularda etkili olup, steroide bağlı yan etk<strong>ile</strong>ri<br />

azalttığıda gösterilmiĢtir (31). Ağır-fulminan aktiviteli olgularda IV steroid tedavisi<br />

uygulanmak üzere, hastanın hospitalizasyonu uygun olacaktır.<br />

Fistülizan Crohn hastalığında asemptomatik fistüller tedavi gerektirmezler.<br />

Hafif semptomatik fistüllerin tedavisinde antibiyotik (metronidazol, siprofloksasin)<br />

18


ve total parenteral nütrisyon uygulanmalıdır. Apse veya komplike fistüllerin tedavisi<br />

cerrahidir.<br />

Fibrostenotik Crohn hastalığında da çoğunlukla cerrahi tedavi<br />

uygulanmaktadır.<br />

Crohn hastalığındaki mukozal inflamasyonun patogenezinde TNF-α önemli<br />

role sahiptir. Refrakter luminal ya da fistülizan Crohn hastalığının tedavisi, TNF’ ye<br />

karĢı kimerik bir monoklonal antikor olan infliximabın kullanılması <strong>ile</strong> oldukça<br />

değiĢmiĢtir (35). Yan etk<strong>ile</strong>ri az, tolerabilitesi iyidir. Ancak oldukça pahalı bir<br />

tedavidir. Crohn hastalığının idame tedavisinde azatiyopirin ve 6-merkaptopurin<br />

kullanılabilir. ÜK’ den farklı olarak Crohn hastalığında cerrahi tedavi <strong>ile</strong> kür<br />

sağlanamaz ve cerrahi sonrası hastalık genellikle nüks eder. Bu nedenle zorunlu<br />

kalındığında konservatif cerrahi giriĢimler yapılır ve olabildiğince küçük<br />

rezeksiyonlar uygulanır.<br />

Cerrahi Tedavi<br />

Ülseratif Kolitin Cerrahi Tedavisi: Kronik ülseratif <strong>kolit</strong> nedeniyle tedavi<br />

görmekte olan hastaların yaklaĢık % 25-% 35’ inde cerrahi giriĢime gereksinim olur<br />

(36). Hastalığın kür sağlayacak olan tek tedavi yöntemi hastalıklı mukozanın<br />

tamamen çıkarılmasıdır. Kronik ülseratif <strong>kolit</strong>le birlikte görülen fulminan<br />

komplikasyonlar ve yüksek malignite riski de cerrahi giriĢim kararı verdiren<br />

nedenlerdir.<br />

Cerrahi giriĢim endikasyonları: (1) masif ve Ģiddetli kanama; (2) perforasyon<br />

riski taĢıyan veya perfore olmuĢ toksik megakolon; (3) steroid tedavisine yanıt<br />

vermeyen fulminan akut ülseratif <strong>kolit</strong>; (4) darlığa bağlı mekanik <strong>ile</strong>us; (5) kolon<br />

kanseri varlığı veya Ģüphesi; (6) tıbbi tedaviye bağlı sistemik komplikasyonlar<br />

geliĢmesi; (7) hastalığın kontrol altına alınamaması.<br />

Cerrahi teknikler; proktokolektomi+Brooke <strong>ile</strong>ostomi, kolektomi+<strong>ile</strong>orektal<br />

anastomoz (ĠRA), rektal “mukozektomi” li / “mukozektomi” siz total<br />

proktokolektomi <strong>ile</strong> birlikte <strong>ile</strong>al poĢ anal anastomoz (ĠPAA) (37).<br />

Günümüzde hem <strong>ile</strong>ostomi bakımının doğuracağı zorlukları, hem de<br />

hastalıklı rektum mukozasını ortadan kaldırma yanında, anal yolla defekasyonu<br />

sağlayabilmek amacıyla oluĢturulan restoratif proktokolektomi ve ĠPAA, ülseratif<br />

19


<strong>kolit</strong> tedavisinde altın standart olarak kabul edilmektedir (38). Çok düĢük mortalite<br />

(39) <strong>ile</strong> gerçekleĢtir<strong>ile</strong>bilmesine rağmen morbiditesi (40) yüksek bir ameliyattır. Uç<br />

uca <strong>ile</strong>oanal anastomoz uygulanan hastalarda <strong>ile</strong>al komplians ve kap<strong>asit</strong>e <strong>ile</strong><br />

dıĢkılama sayısı arasında ters orantı olduğu görülmüĢtür. Ġleal komplians ve kap<strong>asit</strong>e<br />

artıĢı <strong>ile</strong>oanal anastomozun proksimalinde oluĢturulacak bir <strong>ile</strong>al rezervur <strong>ile</strong><br />

arttırılabilir. J-poĢ, S-poĢ, W-poĢ ve lateral yan yan izoperistaltik poĢ bu amaçla<br />

uygulanan yöntemdir. “J” tipi rezervuarlar tek anastomoz yapılması, anostomoz<br />

kaçağı ve pelvik apse olasılığının az olması nedeniyle tercih edilmektedir (28).<br />

Ameliyata ekleneb<strong>ile</strong>cek önemli bir giriĢim de diversiyon oluĢturan geçici loop<br />

<strong>ile</strong>ostomidir. Böylelikle ameliyattan sonraki birkaç haftada fekal diversiyon<br />

sağlanarak, pelvik sepsis ve anastomoz kaçağı riski azalır. Buna karĢılık proksimal<br />

diversiyon <strong>ile</strong>ostomisinin gerekliliğini sorgulayan; postoperatif ince barsak<br />

obstrüksiyonu geliĢme riskinin saptırıcı <strong>ile</strong>ostomili hastalarda daha fazla olduğunu<br />

savunan yayınlar vardır (41).<br />

Ülseratif <strong>kolit</strong>li olguların % 15’ inde acil cerrahi giriĢim gerekir. Masif ve<br />

Ģiddetli kanama, perforasyon riski taĢıyan veya perfore olmuĢ toksik megakolon,<br />

darlığa bağlı mekanik <strong>ile</strong>us ülseratif <strong>kolit</strong>l<strong>ile</strong>rde acil cerrahi giriĢim gerektiren<br />

komplikasyonlardır (28). Ortaya çıkan bu komplikasyonların giderilmesinde<br />

uygulanacak acil cerrahi giriĢim seçeneği uç <strong>ile</strong>ostomi ve genellikle rektosigmoid<br />

müköz fistülün de açıldığı subtotal kolektomidir. Mortalite ve morbidite oranını<br />

arttıran zahmetli bir giriĢim olan proktokolektomi ve ĠPAA daha az tercih<br />

edilmektedir (42).<br />

ÜK’ de monoartiküler artrit, üveit, iritis gibi extraintestinal bulgular<br />

kolektomi sonrası sıklıkla düzelmesine karĢın primer sklerozan kolanjit, anklozan<br />

spondilit ve sakro<strong>ile</strong>it gibi bulgularda düzelme gözlenmemektedir. Yine eritema<br />

nodozum, piyoderma gangrenozum gibi mukokütanöz tutulumlara sahip ÜK’ li<br />

hastalarda uygulanan kolektomiye cevap değiĢkendir.<br />

Crohn Hastalığının Cerrahi Tedavisi: Crohn hastalarının %70-90 kadarı<br />

hastalıkları esnasında en az bir cerrahi giriĢim geçirir (43). Crohn <strong>kolit</strong>i için ameliyat<br />

oranı <strong>ile</strong>o<strong>kolit</strong> için olandan daha azdır (44). Ancak bu ameliyatlar hiçbir zaman<br />

küratif amaçlı olmayıp komplikasyonlara yönelik tedavidir. Rezeksiyon gerektiğinde<br />

inflamasyonun olduğu barsak segmenti maksimum ekonomi <strong>ile</strong> çıkarılmalıdır. Her<br />

20


cerrahi iĢlem sonrası hastalık aktive olabilir. Bu nedenle ilave ilaç tedavisine gerek<br />

vardır.<br />

Elektif cerrahi endikasyonlar: (1) fibroza bağlı darlıklar nedeniyle olan<br />

mekanik sub<strong>ile</strong>us atakları; (2) enterokütan veya perianal fistülizan hastalık; (3)<br />

halsizlik, kilo kaybı ve ateĢ gibi semptomların medikal tedavi <strong>ile</strong> kontrol altına<br />

alınamaması; (4) ciddi displazi; (5) <strong>ile</strong>ri derecede beslenme bozukluğu; (6)<br />

çocuklarda büyüme geriliği.<br />

Acil cerrahi endikasyonlar: (1) ciddi kanama; (2) ince barsak obstrüksiyonu;<br />

(3) drene olmayan apse; (4) perforasyon (44).<br />

Ġleoçekal veya ince barsağın Crohn hastalığında çeĢitli cerrahi seçenekler söz<br />

konusudur: rezeksiyon-anastomoz (saptırıcı <strong>ile</strong>ostomi), intestinal by-pass,<br />

striktüroplasti. Ġntestinal by-pass, devam eden hastalık aktivitesi ve kansere<br />

dönüĢüm riskleri nedeniyle büyük oranda terk edilmiĢ bir uygulamadır. Ġleoçekal<br />

bölge Crohn hastalığı nedeniyle yapılacak olan cerrahi giriĢim için çoğunlukla tercih<br />

ed<strong>ile</strong>n cerrahi yöntem rezeksiyondur. Ġnce barsakta çok sayıda olan darlıklara<br />

yönelik, bu darlıkları geniĢletmeyi hedefleyen striktüroplasti tekniğinin etkinliği;<br />

iĢlem sonrası hastalarda artan besin toleransı ve kilo alımı <strong>ile</strong> ispatlanmıĢtır.<br />

Crohn <strong>kolit</strong>i için cerrahi giriĢimler: segmental rezeksiyon, <strong>ile</strong>orektostomi<br />

veya <strong>ile</strong>osigmoidostomi <strong>ile</strong> birlikte subtotal kolektomi ve Brooke <strong>ile</strong>ostomisi <strong>ile</strong><br />

birlikte proktokolektomidir. Crohn <strong>kolit</strong>i <strong>ile</strong> birlikte anorektal Crohn hastalığının<br />

varlığı durumunda proktokolektomi seç<strong>ile</strong>cek iĢlemdir.<br />

Crohn hastalığı nedeniyle cerrahi giriĢim uygulanan olgularda nüks hastalık<br />

nedeniyle tekrardan cerrahi giriĢim; 5 yılda % 25-35, 15 yılda ise % 40-70 oranında<br />

gerekmektedir (45). Dolayısıyla hastaların büyük çoğunluğunda rezeksiyona rağmen<br />

nüks geliĢecektir. Crohn hastalarında cerrahi sonrası nüks, genellikle önceden<br />

bilinememektedir (46).<br />

21


Laparoskopik cerrahi<br />

Son yıllarda laparoskopik cerrahi gastrointestinal sistem pataloj<strong>ile</strong>rinin<br />

çoğunda kabul görmekte ve ĠBH’ nin tedavisinde kullanılmaktadır. 1990’ ların<br />

baĢlarındaki bazı tartıĢmalara rağmen, günümüzde laparoskopik kolektominin; daha<br />

az insizyon, artmıĢ kozmetik sonuç, gastrointestinal fonksiyonların daha erken geri<br />

dönmesi, azalmıĢ postoperatif ağrı ve diyete daha erken tolerans gibi birçok faydası<br />

vardır (47). Bu faktörler, hastanın daha çabuk iy<strong>ile</strong>Ģmesi ve hastaneleri daha az<br />

meĢgul etmesi, azalmıĢ maliyet ve hastanın normal aktivitesine daha erken<br />

dönmesini sağlarlar (48,49).<br />

Laparoskopik tekniklerin inflamatuvar barsak hastalıklarında kullanımı <strong>ile</strong><br />

ilgili cerrahi literatürde ilk raporlar, limitli segmental hastalıklarda ve stoma<br />

oluĢturulmasında bu yöntemlerin uygulanabilirliğini göstermiĢtir (50). Bu deneyim<br />

Chron hastalığında <strong>ile</strong>oçekoktomi veya subtotal kolektomi, ÜK’ de restoratif<br />

proktokolektomi ve ĠPAA uygulanmasını doğurabilmiĢtir.<br />

Bu geliĢen deneyime karĢın ĠBH’nin bir kısmında en deneyimli cerrah için<br />

dahi zorluklar yaĢanabilir. Chron hastalığı bir çalıĢmada açık ameliyata dönüĢüm<br />

gerektiren en sık ikinci hastalık olarak bulunmuĢtur (51). Bazı hastalarda bütün<br />

preoperatif tetkikler yapılsa dahi cerrah beklenmeyen bulgularla karĢılaĢmaya hazır<br />

olmalıdır. Bunlar proksimal striktürler, fistüller, abseler ve flegmonlar olabilir.<br />

Laparoskopik <strong>ile</strong>okolektomi yapılan Chron hastalarının % 20’ sinde proksimal<br />

striktürler saptanmıĢtır (52).<br />

ĠBH’ de laparoskopik yöntemler artarak uygulanmaktadır. Komplikasyon<br />

oranları standart cerrahi <strong>ile</strong> çoğu yerde aynı hatta daha azdır. Her ne kadar uzun<br />

dönem sonuçları henüz net oluĢmadı ise de hayat kalitesi ve iĢe tekrar entegrasyon<br />

laparoskopinin faydalarıdır.<br />

Açık ameliyata geçiĢ sonuçları olumsuz etk<strong>ile</strong>sede vakalara laparoskopik<br />

olarak baĢlamak vakaların çoğuna bu yöntemin faydalarını sunabilir. Ancak bu tip<br />

bir operasyon yapan cerrah diğer tüm laparoskopik giriĢimlerde de olduğu gibi<br />

mutlaka açık yöntemle ĠBH cerrahisi hakkında yeterli deneyime sahip olmalıdır.<br />

22


2.2.6. KOMPLĠKASYONLAR<br />

ĠBH’ de ortaya çıkan komplikasyonları; gastrointestinal trakt tutulumuna<br />

bağlı lokal komplikasyonlar ve ekstraintestinal komplikasyonlar Ģeklinde<br />

değerlendirmek doğru bir yaklaĢım olacaktır.<br />

Lokal komplikasyonlar ÜK olgularında masif hemoraji, perforasyon, toksik<br />

megakolon, striktürler ve perianal lezyonlardır. Masif kanama ÜK’ nin çok nadir<br />

görülen bir komplikasyonudur. Kanamaların büyük çoğunluğu kendiliğinden durur<br />

ve sıklıkla medikal tedaviye cevap verir. ĠBH komplikasyonları arasında en sık<br />

kolektomi sebebi perforasyonlardır. Kortikosteroid tedavisi perforasyon riskini<br />

arttırmaktadır. En çok sol kolon özellikle sigmoid kolonda görülür. ĠBH’ de en sık<br />

hospitalizasyon nedeni hastalarda toksik megakolon geliĢmesidir. Toksik megakolon<br />

transmural inflamasyonla karakterizedir. Ġnflamasyonun submukozaya <strong>ile</strong>rlemesi <strong>ile</strong><br />

barsak duvarındaki ganglion hücrelerinin destrüksiyonu ve ülserasyonlarla, kolon<br />

kontraktil olma özelliğini kaybeder ve sonuç olarak dilate olur (42). Radyolojik<br />

olarak direkt graf<strong>ile</strong>r teĢhis ve takip için yararlıdır. Kolon çapının 6 cm üzerinde<br />

olması, bilhassa transvers kolonda görülür. Perianal lezyonlar (anal fissürler,<br />

perianal abseler veya hemoroidler) ve striktürler ÜK’ de nadir görülen diğer<br />

komplikasyonlardır.<br />

Crohn hastalığındaki lokal komplikasyonlar; fistüller, perianal hastalık ve<br />

striktürlerdir. Ġnflamatuvar sürecin transmural karakterde olması Crohn hastalığının<br />

seyri esnasında fistül geliĢimine eğilimi arttırmaktadır. Crohn hastalığında yaĢam<br />

boyu fistül geliĢme Ģansı % 20-40 arasında değiĢmektedir. Perianal Crohn hastalığı<br />

inflame ya da infekte anal glandların fistülleĢmesi, hastalığın seyrinde ortaya çıkan<br />

fissürlerin veya ülserlerin penetre olması <strong>ile</strong> ortaya çıkan değiĢik klinik tablolardır.<br />

Perianal Crohn hastalığı daha çok kolon ve rektum tutulumu olan olgularda (% 40-<br />

50) saptanmaktadır. Perianal hastalık intestinel Crohn hastalığının tanısından önce %<br />

5-10, eĢ zamanlı % 20-30, sonra % 60-70 oranında görülebilir (53). Crohn<br />

hastalığında striktür uzun süreli kronik inflamasyonun sonucu olarak geliĢmektedir.<br />

Postprandiyal, kolik tarzındaki ağrı en önemli klinik bulgusudur.<br />

Ekstraintestinal komplikasyonlar, asıl olarak, bozulmuĢ barsak fonksiyonu<br />

sonucu, organizmada ekzojen ve endojen substansların artması veya kaybı sonucu<br />

oluĢur.<br />

23


Ekstraintestinal komplikasyonlar:<br />

I. Eksiklikler:<br />

-Vitamin eksiklikleri (Vitamin A, B, C, D, E, K): Osteomalazi,<br />

muskuler atrofi, gece körlüğü, Hiperkeratoz, anemiye neden olur.<br />

- Mineral eksikliği (Fe, Ca, Mg, Zn) : Anemi, osteomalazi, geliĢme<br />

geriliği, oligospermi, immün yetmezlik.<br />

- Protein eksikliği: Ödem<br />

II. Absorbsiyon değiĢiklikleri:<br />

- Hiperoksalüri, su kaybı: Böbrek taĢları<br />

- Safra <strong>asit</strong> eksikliği: Safra taĢları<br />

2.2.7. EKSTRAĠNTESTĠNAL TUTULUM<br />

ĠBH esas olarak gastrointestinal sistemi tutmakla birlikte çok sayıda<br />

ekstraintestinal belirti <strong>ile</strong> birliktedir. Bunların varlığı morbiditeyi ciddi anlamda<br />

arttırmaktadır ve yaĢam kalitesini olumsuz olarak etk<strong>ile</strong>mektedir. Ekstraintestinal<br />

belirt<strong>ile</strong>r ĠBH’den önce, ĠBH <strong>ile</strong> birlikte ya da tanısı konulduktan sonra ortaya<br />

çıkabilir.<br />

Ekstraintestinal belirt<strong>ile</strong>rin görüldüğü sistemler:<br />

- Muskuloskeletal sistem,<br />

- Mukokütanöz,<br />

- Oftalmolojik,<br />

- Kardiyovasküler sistem,<br />

- DolaĢım sistemi,<br />

- Solunum sistemi,<br />

- Hepatobiliyer sistem,<br />

- Pankreas,<br />

- Nörolojik sistem,<br />

- Renal ve genitoüriner sistem,<br />

- Metabolik değiĢiklikler.<br />

ĠBH’li hastalarda hemen hemen her organ / sistem tutulumu olabilmesine<br />

karĢın, en sık hepatobiliyer, mukokütanöz, oftalmolojik ve muskuloskeletal sistem<br />

tutulumu görülür.<br />

24


Muskuloskeletal sistem bulguları:<br />

Artrit, periferik artrit, aksiyel artropati, ankilozan spondilit, hipertrofik<br />

osteoartropati, çomak parmak, periostit, osteoporoz, aseptik nekroz, polimiyozit.<br />

Mukokütanöz tutulum:<br />

En sık eritema nodozum, oral ülserasyonlar ve görülür. Eritema nodozum en<br />

sık görülen cilt belirtisidir. Kadınlarda daha sık görülür (K/E: 5/1). Çoğunlukla alt<br />

ekstremitenin ön yüzünde multible, hassas, inflamatuvar nodüller Ģeklindedir.<br />

Oküler inflamasyon:<br />

Crohn hastalığında ÜK’ ye göre daha sık görülür. En sık rastlanılan<br />

komplikasyonlar üveit ve episklerit olup, üveit tedavi edilmediğinde körlükle<br />

sonuçlanabilir. Episklerit yaklaĢık olarak % 4-12 hastada görülmektedir (54).<br />

Kan ve dolaĢım sistemi bulguları:<br />

Anemi, trombositoz, trombositopenik purpura, tromboflebit, tromboemboli,<br />

arteritis, arteriyel oklüzyonlar, perikardit.<br />

Bronkopulmoner bulgular:<br />

Solunumla ilgili belirt<strong>ile</strong>r ÜK’ de Crohn hastalığındakine göre daha sıktır.<br />

Genel olarak nadir görülür. En sık görülen hava yolu inflamasyonudur. Ġnterstisyel<br />

akciğer hastalığının farklı Ģekilleri görülebilir. ĠBH <strong>ile</strong> ilgili respiratuar belirt<strong>ile</strong>ri<br />

olanlarda en sık görülen klinik tablolar bronĢit ve bronĢektazidir. Ġnterstisyel akciğer<br />

hastalığının en sık görülen Ģekli de organize pnömoni <strong>ile</strong> birlikte giden bronĢiolitis<br />

obliteranstır (BOOP).<br />

Hepatobiliyer hastalık:<br />

ĠBH’ li hastaların %5-10’ unda görülmektedir. Hepatobiliyer hastalik primer<br />

sklerozan kolonjit, otoimmün hepatit, siroz, kolanjiokarsinom, karaciğer yağlanması<br />

ve safra taĢı oluĢumu Ģeklinde özetlenebilir.<br />

Primer sklerozan kolonjit (PSK), intra ve ekstrahepatik safra kanallarının<br />

fibrozisi ve inflamasyonu sonucu ortaya çıkan kronik kolestatik karaciğer<br />

hastalığıdır. ÜK’de sık görülmektedir (55). Premalign bir durum olup<br />

kolanjiokarsinomla da sonuçlanabilir. ÜK <strong>ile</strong> birlikte PSK’ sı bulunan hastaların %<br />

70 (% 33-88)’ de p-ANCA pozitif bulunmaktadır (56).<br />

Karaciğer yağlanması ĠBH bulunanlarda en sık rastlanılan karaciğer<br />

lezyonudur.<br />

25


Safra taĢı oluĢumunun sıklığı, ince barsak tutulumlu Crohn hastalığı<br />

bulunanlarda artmıĢtır. Terminal <strong>ile</strong>um tutulumu olanlarda daha sık görülmesinin<br />

nedeni, safra tuzu absorpsiyonunun ve dolayısıyla safra tuzu havuzunun azalmasıdır.<br />

Pankreas hastalıkları:<br />

ĠBH’ li hastalarda akut ve kronik pankreatit geliĢme riski artmıĢtır (57,58).<br />

Akut pankreatitin baĢlıca nedeni kullanılan salisilatlar (5-ASA, sulfasalazin),<br />

azatioprin veya merkaptopürin ya da birlikte bulunan kolelitiazistir. Crohn<br />

hastalığında duodenum ya da papilla tutulumu pankreatite neden olabilir. Crohn<br />

hastalığı bulunanların % 40’ ında serumda antipankreatik antikorlar bulunmuĢtur. Bu<br />

antikorlar diğer otoimmun ya da inflamatuvar hastalıklarda bulunmamaktadır. ĠBH<br />

sırasında ortaya çıkan akut pankreatit benign bir seyre sahiptir. Akut pankreatit atağı<br />

sırasında ĠBH tedavisi açısından pankreatit oluĢturma riski düĢük olması nedeni <strong>ile</strong><br />

tedaviye steroidlerle devam ed<strong>ile</strong>bilir.<br />

Nörolojik bulgular:<br />

Periferik nöropati, miyelopati, myastenia gravis, serebrovasküler<br />

bozukluklar.<br />

Renal-genitoüriner sistem bulguları:<br />

Enterovezikal, enterovajinal fistüller, üreter obstrüksiyonu, amiloidoz,<br />

nefrotik sendrom.<br />

26


2.3. PNÖMOPERĠTONEUMUN PATOFĠZYOLOJĠK<br />

ETKĠLERĠ<br />

Laparoskopik giriĢimlerde gerekli olan boĢluğu sağlamak için batın içine gaz<br />

pompalanarak pnömoperiton oluĢturulmaktadır. Ġlk olarak 1901 yılında Kelling<br />

tarafından köpekte hava kullanılarak gerçekleĢtir<strong>ile</strong>n pnömoperiton, 1910 yılında<br />

Jacabaeus tarafından insanda bir enjektör yardımı <strong>ile</strong> gerçekleĢtirilmiĢtir. 1938<br />

yılında Veres’ in geliĢtirdiği ensuflasyon ignesi pnömoperiton oluĢturmak amaçlı<br />

günümüzde halen kullanılmaktadır (59).<br />

Laparoskopik cerrahi benzer açık ameliyatlarla karĢılaĢtırıldığında daha iyi<br />

kozmetik sonuç, hastane kaynaklarının kullanımının daha aza indirilmesi, maliyetin<br />

azalması ve hastanın normal aktivitelere daha erken dönmesi <strong>ile</strong> daha hızlı<br />

iy<strong>ile</strong>Ģmesine katkıda bulunmaktadır. Laparoskopinin bu üstünlükleri göz önüne<br />

alındığında, 1960-1970’ li yıllarda Kadın Doğum alanında baĢlayan kullanımının<br />

1980’ li yıllardan itibaren genel cerrahi alanında hızlı bir <strong>ile</strong>rleme kaydetmesi doğal<br />

bir süreç olarak görülecektir.<br />

Pnömoperiton uluĢturmak üzere kullanılan karbondioksit günümüzde en<br />

yaygın kullanılan gazdır. Laparoskopik giriĢimlerde kullanılacak ideal gaz renksiz,<br />

kokusuz, fizyolojik olarak inert özellikte bulunan; koagülasyon uygulamalarında<br />

batlayıcı ve yanıcı nitelikte olmamalıdır. Ayrıca kolay bulunabilir, düĢük maliyetli<br />

ve toksik nitelikte olmaması isten<strong>ile</strong>n diğer özelliklerdir. Gaz embolisi gibi zararlı<br />

etk<strong>ile</strong>rin en aza indirgenmesi için kullanılan gazın kanda eriyebilirliğinin yüksek<br />

olması gereklidir (60). Sıvıda yüksek oranda eriyebilir nitelikte olan CO₂ gazının gaz<br />

embolisi riski oldukça düĢüktür. Önemli bir özelliği de yanma ve tutuĢma<br />

reaksiyonlarını arttırmamasıdır (61). Diğer taraftan CO₂ gazı asidoza, hiperkarbiye<br />

ve daha fazla peritoneal irritasyona neden olmaktadır (60).<br />

Kolesistektomi uygulamaları <strong>ile</strong> baĢlayan ve minimal invaziv cerrahinin<br />

avantajlarının ortaya konulmasından sonra antireflü cerrahisi, splenektomi,<br />

adrenalektomi hatta kolon ve pankreas rezeksiyonları gibi uzun süren operasyonlara<br />

varan laparoskopik cerrahinin uygulama alanındaki geniĢleme sonrası,<br />

pnömoperitoneumun etk<strong>ile</strong>rini araĢtırmaya yönelik birçok çalıĢma yapılmıĢtır.<br />

Normalde intraabdominal basınç atmosfer basıncı <strong>ile</strong> aynı (0) veya altındadır.<br />

27


Pnömoperiton oluĢturulması sonrası artan intraabdominal basınç organizmada baĢta<br />

kardiyovasküler, renal ve pulmuner olmak üzere birçok fizyolojik dengenin olumsuz<br />

yönde etk<strong>ile</strong>nmesine neden olmaktadır.<br />

Pnömoperiton sonrası venöz dönüĢ, preload ve kardiak outputun azaldığı<br />

buna karĢın santral venöz basıncın, ortalama arteriyel kan basıncının, pulmoner arter<br />

basıncının ve pulmoner vasküler direncin arttığı gösterilmiĢtir (60,62). Öte yandan<br />

bu ortaya çıkan değiĢiklikler sağlıklı kiĢ<strong>ile</strong>rde intra-abdominal basıncın 15 mmHg’<br />

yi aĢmadığı olgularda tehlikeli olarak kabul edilmemektedir. Ġntra-abdominal<br />

basıncın artmasına bağlı olarak venöz dönüĢ miktarındaki azalma, periferik vasküler<br />

direncin artması ve intratorasik basıncın artması kalp debisindeki azalmaya neden<br />

olmaktadır. Kalp atım volümündeki azalma kompansatuar olarak kalp hızının<br />

artmasına neden olacaktır (63). Sonuçta da kalbin oksijen tüketiminde belirgin artıĢ<br />

oluĢabilmekte ve kalp fonksiyonları sınırda olan hastalarda olumsuz sonuçlar<br />

gözlenebilmektedir.<br />

Pnömoperitonun pulmoner fonksiyonlar üzerine, kullanılan gaza bağlı ortaya<br />

çıkan kimyasal ve intraabdominal basınç artıĢına bağlı mekanik etk<strong>ile</strong>ri vardır. CO₂<br />

pnömoperitonun ventilasyonu arttırmasına karĢın; hiperkapni, solunumsal asidoz,<br />

akciğer kompliyansında azalma ve havayolu direncinde artıĢa neden olab<strong>ile</strong>ceği<br />

bildirilmektedir. OluĢan mevcut değiĢiklikler gazın emilimine ve ventilasyon<br />

perfüzyon dengesinin bozulmasına bağlı olduğu düĢünülmektedir. Anesteziye bağlı<br />

diyafragma relaksasyonu sonucu diyafragma hareketlerinin bozulması ve batın<br />

içindeki basıncın artması bağlı olarak akciğer alt loblarına olan kompresyon<br />

pulmoner fonksiyonları olumsuz etk<strong>ile</strong>mektedir (60).<br />

Pnömoperiton sırasında, solunum yollarından atılan CO₂ miktarı, metabolik<br />

ve peritoneal boĢluktan em<strong>ile</strong>n CO₂ miktarını yansıtır. Eğer solunum yollarıyla<br />

dıĢarı atılan CO₂ miktarı, vücutta oluĢan ve biriken CO₂ miktarından daha az ise,<br />

zamanla doku ve kandaki miktarı artar. Bu durumda hastada hiperkapni ve buna<br />

bağlı olarak solunumsal asidoz oluĢur (64). Normal akciğer fonksiyonu bulunan<br />

hastalarda laparoskopinin neden olduğu bu değiĢiklikler klinik olarak anlamlı<br />

değiĢiklik olmaksızın tolere ed<strong>ile</strong>bilmektedir. Buna karĢılık sınırlı akciğer rezervi<br />

olan hastalarda belirli CO₂ retansiyonu oluĢabilmektedir.<br />

28


Laparoskopi esnasında pnömoperitonun renal sistem üzerine etk<strong>ile</strong>rinin<br />

nedeni azalmıĢ renal arter akımı, artmıĢ renal vasküler resistans ve azalmıĢ<br />

glomerüler filtrasyon hızıdır. Chiu ve arkadaĢları pnömoperiton <strong>ile</strong> renal kortikal kan<br />

akımında % 60’ a kadar ulaĢab<strong>ile</strong>n bir azalmanın gerçekleĢtiğini bildirmiĢlerdir (65).<br />

Renal kan akımı, idrar outputu ve kreatin klirensindeki düĢüĢ intraabdominal<br />

basıncın 15 mm Hg’ den yüksek olduğu durumlarda daha fazladır. Abdominal aorta<br />

ve renal arterlerin kompresyonu vasküler direnci arttırmaktadır. Buna ek olarak<br />

renin-anjiotensin-aldosteron sistemi aktive olmakta ve ciddi bir vazokonstrüksiyon<br />

oluĢmaktadır. Nitrik oksit ve prostaglandin gibi vazodilatatör mediatörlerin salınımı<br />

<strong>ile</strong> pnömoperitona bağlı ortaya çıkan bu değiĢiklikler renal vazokonstriksiyonun<br />

engellenmesi sonucu düzelmektedir. Ġntraoperatif oligüriye karĢın, genel olarak 15<br />

mmHg’ lik basıncın güvenli olduğu düĢünülmektedir (60).<br />

Hepatoportal kan akımı intraabdominal basınç artıĢı sonrası ciddi olarak<br />

azalmaktadır. Özellikle yaĢlılarda splanknik (mezenterik) dolaĢım batın içi basınç<br />

düzeyine oldukça duyarlıdır. Splanknik kan akımındaki azalma serbest radikal<br />

oluĢumunda artma ve bakteriyel translokasyon geliĢimine neden olmaktadır (66).<br />

Splanknik kan dolaĢımı; gastrik, splenik, hepatik, pankreatik, ince barsak ve kolon<br />

dolaĢımından oluĢmakta olup kardiyak outputun % 25’ ni kapsamaktadır. Gastrik<br />

intramukozal pH (pHi), splanknik perfüzyonun ve intramukozal asidozun monitörü<br />

olarak kullanılır. Pnömoperiton birçok klinik çalıĢmada pHi’ de belirgin düĢüĢe<br />

neden olmuĢtur. Pnömoperitona bağlı abdominal vasküler yapılara olan direkt bası<br />

ve bunun neden olduğu mezenterik vasküler direncin artması <strong>ile</strong> birlikte venöz<br />

dönüĢün azalması kardiyak outputtaki azalmaya dolayısıyla splanknik iskemiye<br />

neden olmaktadır. Vazoaktif mediatörlerin (vazopressin, vs.) salınımı mezenterik<br />

vazokonstüksiyonu daha da Ģiddetlendirmektedir (60). Ortaya çıkan yan etk<strong>ile</strong>r<br />

splanknik otoregülasyonla kompanse edilmektedir. Operasyon bitiminde<br />

desufflasyon <strong>ile</strong> splanknik kan akımı tekrar artmakta ve bir çeĢit iskemi-reperfüzyon<br />

olayı gerçekleĢmektedir (67)<br />

Her türlü travma inflamatuvar ve immun cevapta değiĢikliğe yol açar.<br />

Laparoskopik cerrahiden sonra sistemik immun yanıtın daha iyi korunduğu ve buna<br />

bağlı olarak daha düĢük stress yanıtının oluĢtuğu kabul edilmektedir. CRP ve IL-6<br />

gibi akut faz proteinleri <strong>ile</strong> birlikte T lenfosit yanıtı gibi birçok sistemik yanıt<br />

29


elemanları laparoskopik cerrahide daha az oranda artmaktadır (60). Ortiz-Oshiro ve<br />

ark.’ ları IL-6, CRP ve prealbumin gibi akut faz komponentlerinin tersine bir travma<br />

cevap indikatörü olan laktik asidin CO₂ pnömoperitonu ve gazsız gruplar arasında<br />

farklı olmadığını bildirmiĢtir (68).<br />

Ġntraabdominal basınç ve baĢ aĢağı pozisyon alt extremitelerde venöz staza<br />

yol açar. Ġntraabdominal basınç arttığında femoral kan akımı progresif olarak azalır<br />

ve cerrahi süre uzasa dahi herangi bir adaptasyon mekanizması devreye girmez. Bu<br />

değiĢiklikler tromboembolik komplikasyonları arttırabilir. Alt extremitelerdeki<br />

venöz stazı azaltmak için kompresyon uygulamak doğru bir yaklaĢım olacaktır.<br />

Kardiyovasküler sistem değiĢiklikleri, PaCO₂’ deki değiĢiklikler, hasta<br />

pozisyonu, artmıĢ intraabdominal basınç ve artmıĢ intratorasik basınç serebral<br />

hemodinamiği değiĢtirebilir. Yapılan çalıĢmalarda intrakranial basınç artıĢının<br />

pnömoperitonla iliĢkili olduğu, hipokapni ve hiperventilasyona cevap vermediği<br />

gösterilmiĢtir; aslında intrakranial basınç hipoventilasyon ve hiperkapni <strong>ile</strong> daha da<br />

yükselir (69). Ġntrakranial basınç artıĢı intraabdominal basınç artıĢı <strong>ile</strong> orantılıdır.<br />

30


3. MATERYAL VE METOD<br />

Deney projesi yapılan ön değerlendirmenin ardından, Ġstanbul Üniversitesi<br />

Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu’ na sunulup onay alındı ve çalıĢma Ġstanbul<br />

Üniversitesi Deney Hayvanları Labaratuvarında en az 3 aylık, ortalama ağırlıkları<br />

200-250 gr arasında değiĢen, Wistar-Albino tipi diĢi ratlar kullanılarak<br />

gerçekleĢtirildi.<br />

Denekler çalıĢmadan bir hafta öncesinden 22±2 C’ de sabit oda ısısında, her<br />

kafeste rastlantısal en fazla 5 adet olacak Ģekilde, doğal gece-gündüz siklusları<br />

korunup, taze içme suyu ve standart laboratuar yemi ver<strong>ile</strong>rek saklandı ve ayrıca<br />

kafes bakımları düzenli yapıldı. ÇalıĢmada 20 adet rat randomize ed<strong>ile</strong>rek 2 gruba<br />

ayrıldı (n=10).<br />

3.1. ÇALIġMA GRUPLARI<br />

ÇalıĢma grupları Ģöyle oluĢturuldu:<br />

Grup 1 (n=10): TNBS <strong>ile</strong> <strong>kolit</strong> modeli oluĢturulduktan sonra 120 dak. süre <strong>ile</strong><br />

laporoskopik cerrahi giriĢim (pnömoperiton) uygulanacak olan grup.<br />

Grup 2 (n=10): TNBS <strong>ile</strong> <strong>kolit</strong> modeli oluĢturulduktan sonra 120 dak. süre <strong>ile</strong><br />

laparatomi (açık cerrahi giriĢim) uygulanacak olan grup.<br />

3.2. KOLĠT OLUġTURULMASI<br />

Ratlar 24 saat açlığın ardından hafif bir anestezi <strong>ile</strong> uyutuldu. 5-frenclik<br />

poliüretran plastik kanülle anüsten 8 cm <strong>ile</strong>rlet<strong>ile</strong>rek %50 etanolde çözülmüĢ %5’ lik<br />

0.25ml 10 mg / kg dozunda TNBS (Sigma, USA) tatbik ed<strong>ile</strong>rek <strong>kolit</strong> indüklendi.<br />

TNBS solüsyon uygulanmasını takiben birkaç dakika ratlar baĢ aĢağı yapılarak<br />

solüsyonun geri gelmesi engellendi.<br />

3.3. CERRAHĠ PROSEDÜR<br />

Bütün ratlar <strong>kolit</strong> oluĢturulmasını takiben operasyon için hazırlandı. ĠĢlem<br />

öncesinde Laparoskopik giriĢim yapılacak olanlar ve açık giriĢim yapılacak olanlar<br />

randomize olarak iki eĢit gruba ayrıldı.<br />

31


Tüm ratlarda genel anestezi ve ratların spontan solunumu, 10 mgr/kg ketamin<br />

hidroklorür (Ketalar ®, EczacıbaĢı), 5 mgr/kg xylazin (rompun, Bayer)<br />

intramüsküler uygulanarak sağlandı. Cerrahi iĢlemleri sırasında cerrahi sterilizasyon<br />

kurallarına uyuldu. Grup 1’ deki ratlara batın orta hattan veres iğnesi kullanarak,<br />

intraabdominal basınç ortalama 8 mmHg olacak Ģekilde pnömoperiton oluĢturuldu<br />

ve 120 dakika boyunca 8 mmHg’ lik basınç insüflatör cihazı <strong>ile</strong> korundu. Grup 2’<br />

deki ratlara ise batın ön duvarı traĢı yapılıp povidon iyodür <strong>ile</strong> temizlendikten sonra<br />

standart orta hat insizyonla laparatomi yapıldı. Batın açık vaziyette serum fizyolojik<br />

<strong>ile</strong> ıslatılan seril gazlar batın içi organların üzerine konularak 120 dakika ratlar<br />

gözlendi.<br />

Cerrahi iĢlem sonrası 120 dk bekleme sürecinin ardından grup 1 ve grup 2’<br />

de bulunan tüm ratlara yüksek doz ketamin ver<strong>ile</strong>rek sakrifikasyon yapıldı.<br />

Sonrasında kardiyak ponksiyon <strong>ile</strong> biyokimyasal inceleme amaçlı kan alındı. Kolon<br />

ve pankreas dokusundan hem biyokimyasal hem de histopatalojik inceleme amaçlı<br />

örnekler alındı. Kolon ve pankreas ait olan dokular, biyokimyasal inceleme amaçlı<br />

kuru tüplere ve histopatolojik olarak değerlendirilmek üzere %10 formolin içerisine<br />

konuldu. Yapılan cerrahi iĢlemlerde sterilizasyon kurallarına uyuldu.<br />

3.4. BĠYOKĠMYASAL DEĞERLENDĠRME<br />

Biyokimyasal değerlendirme için ratlardan kan ve doku (pankres, kolon)<br />

örnekleri alındı. Kan örnekleri, steril iğneli enjektörlerle intrakardiyak ponksiyon<br />

yapılarak alındı. Kan örnekleri, silikonlu tüplere alındı, santrifüj ed<strong>ile</strong>rek serumlara<br />

ayrıldı. Bu örneklerden tümör nekrosis faktör alfa (TNF-α), interlökin-6 (IL-6),<br />

malondialdehit (MDA), nitrik oksit (NO) ve pankreatit spesifik protein (PAP I)<br />

çalıĢıldı. Biyokimyasal analiz için dokular serum fizyolojik <strong>ile</strong> yıkandı, tartıldı ve<br />

Sier ve arkadaĢlarının kullandığı yöntem <strong>ile</strong> homojenize edildi (70). Kolon<br />

dokusunda TNF-α, IL-6, MDA, NO ve myeloperoksidaz (MPO); pankreas dokusunda<br />

da TNF-α, IL-6, MDA, NO ve PAP Ġst. Ünv. CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Biyokimya<br />

Laboratuvarında çalıĢıldı.<br />

Serum TNF-α (pg/ml) ve IL-6 (pg/ml) seviyeleri, immünoenzimatik ELĠSA<br />

metodu (Quantikine High Sensitivity Human by R&D Systems, USA) <strong>ile</strong> üreticinin<br />

prokolüne uygun olarak ölçüldü. Doku, MDA seviyeleri, tiyobarbitürik <strong>asit</strong> reaktif<br />

32


madde metoduyla ölçüldü ve nmol/ml olarak rapor edildi. Pankreatit spesifik protein<br />

ELĠSA metodu (PancrePAP, Dynabio) <strong>ile</strong> ölçüldü (71). Doku NO seviyesi Griess<br />

ayıracı kullanılarak ölçüldü ve mmol/L olarak rapor edildi (72). Doku MPO<br />

aktivitesi, Kruidener ve arkadaĢlarının kullandığı yöntem <strong>ile</strong> belirlendi ve U/mg<br />

protein olarak rapor edildi (73).<br />

3.5. PATOLOJĠK DEĞERLENDĠRME<br />

TNBS <strong>ile</strong> oluĢturulmuĢ <strong>kolit</strong>in düzeyi klinik olarak vücut ağırlığındaki kayıp ve<br />

dıĢkı kalitesi <strong>ile</strong> değerlendirildi. Histopatolojik analizler, örneklerin hangi gruba ait<br />

olduğunu bilmeyen deneyimli bir patolog tarafından yapıldı. Kolon ve pankreas<br />

dokusundan alınan örnekler %10 formaldehid tespitinden sonra parafin takibine<br />

alındı. Parafin bloklarından hazırlanan 4-5 mikronluk kesitler hemotoks<strong>ile</strong>n ve eosin<br />

<strong>ile</strong> boyandı.<br />

Pankreas için Histopatolojik Skorlama:<br />

Laparoskopik ve konvansiyonel grupta yer alan ratların pankreas dokusunun<br />

değerlendirilmesinde tablo 1’ deki skorlama kriterleri kullanıldı.<br />

Skor Ödem<br />

Ġnflamatuvar<br />

Hemorajik<br />

Nekroz<br />

Hücre<br />

Odak<br />

0 - - - yok<br />

1 Hafif hafif hafif var<br />

2 Orta orta orta -<br />

3 ġiddetli Ģiddetli Ģiddetli -<br />

Tablo 1: Pankreastaki hasarın değerlendirilmesi için histolojik kriterler<br />

(Yol S, Bostancı EB, Ozogul Y, Zengin NI, Ozel U, Bilgihan A, Akoglu M. Effect of carbon<br />

dioxide pneumoperitoneum on the severity of acute pancreatitis. Surg Endosc 2004; 18:<br />

1747-1751)<br />

Skorlama kriterleri gruplar arasında istatistiksel değerlendirme yapabilmek için daha<br />

sonra istatistik metoda uyarlandı.<br />

33


Kolit için Histopatolojik Skorlama:<br />

Kolon mukozal yüzeyinin değerlendirilmesinde makroskopik ve mikroskopik<br />

olarak, mukozal yüzeyde oluĢan lezyonların derinlik, geniĢlik ve dağılımına göre<br />

skorlama yapıldı (74).<br />

Makroskopik Skorlama:<br />

Grade 0: Normal mukoza patterni<br />

Grade 1: Dağınık erozyonlar<br />

Grade 2: Lineer ülserasyonlar<br />

Grade 3: Diffüz iltihaplı doku yanında<br />

5 mm’ den küçük lezyonlar<br />

Grade 4: Diffüz ülserasyonlar, geniĢ<br />

lezyonlar<br />

Mikroskopik Skorlama:<br />

Grade 0: Normal mukoza<br />

Grade 1: Ödem<br />

Grade 2: Konjesyon<br />

Grade 3: Fokal erozyon<br />

Grade 4: Ülserasyon<br />

Skorlama kriterleri gruplar arasında istatistiksel değerlendirme yapabilmek için daha<br />

sonra istatistik metoda uyarlandı.<br />

3.6. ĠSTATĠSTĠKSEL DEĞERLENDĠRME<br />

Ġstatistiksel analizlerin yapılmasında bir istatistiksel bilgisayar programı olan<br />

SPSS 15.0 for Windows programı kullanıldı. Sonuçlar mean±SEM Ģeklinde<br />

açıklandı. Gruplar arası karĢılaĢtırmada Chi-Square ve Fisher’s in kesin olasılık testi<br />

kullanıldı. Biokimyasal ver<strong>ile</strong>rin değerlendirilmesinde ise Mann-Whitney U testi<br />

kullanıldı. p≤0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.<br />

34


4. BULGULAR<br />

4.1. BĠYOKĠMYASAL DEĞERLENDĠRME SONUÇLARI<br />

Serum Biyokimya Değerlendirme Sonuçları<br />

Serum biyokimya sonuçlarının istatistik olarak değerlendirilmesinde<br />

laparoskopik grupta TNF-α, IL-6, MDA, NO ve PAP düzeyleri konvansiyonel gruba<br />

göre anlamlı olarak düĢük bulundu. Tablo 2 ve grafik 1-5’ de kan biyokimyasal<br />

değerleri ve istatistiksel sonuçları verilmiĢtir.<br />

KANDA<br />

DEĞERLENDĠRME<br />

BĠYOKĠMYASAL<br />

TNF-α IL-6 MDA NO PAP<br />

LAPAROSKOPĠ<br />

KONVANSĠYONEL<br />

Ortalama ,4490 ,4680 1,6100 147,0000 69,7000<br />

Median ,4600 ,4750 1,7000 149,0000 70,0500<br />

Std. Hata ,01206 ,01389 ,07951 3,29309 ,69121<br />

Minimum ,38 ,38 1,20 130,00 64,70<br />

Maximum ,49 ,54 1,90 160,00 72,40<br />

Std. Sapma ,03814 ,04392 ,25144 10,41367 2,18581<br />

Ortalama ,7170 ,7550 2,3900 169,8000 81,0700<br />

Median ,7250 ,7550 2,4500 170,0000 81,0500<br />

Std. Hata ,01674 ,00992 ,08360 3,07968 1,43388<br />

Minimum ,63 ,71 1,90 151,00 70,90<br />

Maximum ,78 ,81 2,70 183,00 88,60<br />

Std. Sapma ,05293 ,03136 ,26437 9,73881 4,53433<br />

p değeri


Grafik 1: Kan TNF-α düzeyleri<br />

Grafik 2: Kan IL-6 düzeyleri<br />

Grafik 3: Kan MDA düzeyleri<br />

Grafik 4: Kan NO düzeyleri<br />

Grafik 5: Kan PAP düzeyleri<br />

36


Kolon Biyokimya Değerlendirme Sonuçları<br />

Kolon dokusunun biyokimyasal olarak incelenmesinde; laparoskopik grupta<br />

TNF-α, IL-6 ve MPO düzeyleri konvansiyonel gruba göre anlamlı olarak düĢük<br />

iken, MDA ve NO düzeylerinde konvansiyonel gruba göre istatistiksel olarak<br />

anlamalı fark yoktu ( p= 0.971, p=0.739). Tablo 3 ve grafik 6-10’ da kolon<br />

biyokimyasal değerleri ve istatistiksel sonuçları verilmiĢtir.<br />

KOLONDA<br />

DEĞERLENDĠRME<br />

BĠYOKĠMYASAL<br />

TNF-α IL-6 MDA NO MPO<br />

LAPAROSKOPĠ<br />

KONVANSĠYONEL<br />

Ortalama ,4460 ,4080 2,3600 191,2000 ,4535<br />

Median ,4500 ,4050 2,3000 191,5000 ,4550<br />

Std. Hata ,00806 ,00917 ,13920 2,10185 ,00250<br />

Minimum ,41 ,37 1,90 182,00 ,44<br />

Maximum ,49 ,47 3,50 199,00 ,46<br />

Std. Sapma ,02547 ,02898 ,44020 6,64664 ,00789<br />

Ortalama ,5310 ,5120 2,2900 183,5000 ,4721<br />

Median ,5300 ,5050 2,3000 190,5000 ,4725<br />

Std. Hata ,00737 ,01143 ,12060 7,89550 ,00345<br />

Minimum ,50 ,47 1,60 114,00 ,45<br />

Maximum ,58 ,58 2,90 199,00 ,49<br />

Std. Sapma ,02331 ,03615 ,38137 24,96776 ,01092<br />

p değeri


Grafik 6: Kolonda dokusunda ki<br />

TNF-α düzeyleri<br />

Grafik 7: Kolonda dokusunda ki IL-6<br />

düzeyleri<br />

Grafik 8: Kolonda dokusunda ki<br />

MDA düzeyleri<br />

Grafik 9: Kolonda dokusunda ki NO<br />

düzeyleri<br />

Grafik 10: Kolonda dokusunda ki<br />

MPO düzeyleri<br />

38


Pankreas Biyokimya Değerlendirme Sonuçları<br />

Pankreas dokuna ait sonuçların istatistiksel olarak değerlendirilmesinde<br />

laparoskopik grupta TNF-α, IL-6, MDA, NO ve PAP düzeyleri konvansiyonel gruba<br />

göre anlamlı olarak düĢük bulundu. Tablo 4 ve grafik 11-15’ de pankreas<br />

biyokimyasal değerleri ve istatistiksel sonuçları verilmiĢtir.<br />

PANKREASTA<br />

DEĞERLENDĠRME<br />

BĠYOKĠMYASAL<br />

TNF-α IL-6 MDA NO PAP<br />

LAPAROSKOPĠ<br />

KONVANSĠYONEL<br />

Ortalama ,3330 ,2550 1,6500 109,2000 57,6500<br />

Median ,3500 ,2600 1,7000 108,5000 57,8500<br />

Std. Hata ,01283 ,00806 ,05627 1,65865 ,80391<br />

Minimum ,28 ,20 1,30 101,00 54,00<br />

Maximum ,38 ,29 1,90 118,00 61,00<br />

Std. Sapma ,04057 ,02550 ,17795 5,24510 2,54220<br />

Ortalama ,4990 ,4560 3,1000 157,2000 84,5400<br />

Median ,5050 ,4600 2,9500 159,5000 85,8500<br />

Std. Hata ,01215 ,00872 ,12383 3,38231 1,71815<br />

Minimum ,43 ,41 2,60 138,00 70,20<br />

Maximum ,56 ,49 3,80 170,00 89,40<br />

Std. Sapma ,03843 ,02757 ,39158 10,69579 5,43327<br />

p değeri


Grafik 11: Pankreas dokusunda<br />

TNF-α düzeyleri<br />

Grafik 12: Pankreas dokusunda IL-6<br />

düzeyleri<br />

Grafik 13: Pankreas dokusunda<br />

MDA düzeyleri<br />

Grafik 14: Pankreas dokusunda NO<br />

düzeyleri<br />

Grafik 15: Pankreas dokusunda PAP<br />

düzeyleri<br />

40


4.2. HĠSTOPATOLOJĠK DEĞERLENDĠRME SONUÇLARI<br />

Kolon Makroskopik Değerlendirme Sonuçları<br />

Kolon mukozasındaki hiperemi, ülserasyon ve inflamasyon değerlendirildi.<br />

Ġstatistiksel analiz sonuçlarına göre, makroskopik <strong>kolit</strong> skorlaması<br />

değerlendirildiğinde laparaskopik grup <strong>ile</strong> açık grup arasında anlamlı fark<br />

gözlenmedi (p>0.05).<br />

Kolon Mikroskopik Değerlendirme Sonuçları<br />

Mikroskopik skorlamaya göre; mukoza, submukoza veya muskularis<br />

mukozaya uzanım gösteren inflamatuvar inflamasyon ve ödem, noktasal mukozal<br />

erozyon veya muskularis mukozadan submukozaya uzanım gösteren derin<br />

ülserasyon alanları, muskularis propriaya derin Ģekilde uzanım gösteren koagülasyon<br />

nekrozuyla sınırlandırılmıĢ çok sayıda nötrofil ve daha az mononükleer hücreler<br />

içeren yaygın ülserasyon değerlendirildi. Laparoskopik grup ve açık cerrahi<br />

uygulanan grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi. Tablo 5 ve<br />

grafik 16-17’ de mikroskopik kolon değerlendirme sonuçları gösterilmiĢtir.<br />

ÖDEM<br />

KOLON PATOLOJĠK<br />

DEĞERLENDĠRME<br />

KONJESYON<br />

FOKAL<br />

EROZYON<br />

ÜLSER<br />

yok var yok var yok var yok var<br />

LAPAROSKOPĠK 0 10 0 10 1 9 0 10<br />

KONVANSĠYONEL 0 10 1 9 0 10 0 10<br />

p değeri 0,500 0,500<br />

Tablo 5: Laparoskopik ve konvansiyonel grupların kolon dokusunun<br />

histopatolojik değerlendirme sonuçları. İstatistik test olarak chi-Square testi<br />

kullanılmış ve p değeri ≤ 0. 05 anlamlı kabul edilmiştir.<br />

41


Grafik 16: Gruplar arasında kolon<br />

dokusundaki konjesyonu gösteren<br />

grafik. Sonuçlar istatistik olarak<br />

anlamlı farklılık göstermemektedir.<br />

Grafik 17: Gruplar arasında kolon<br />

dokusundaki fokal erozyonu gösteren<br />

grafik. Sonuçlar istatistik olarak<br />

anlamlı farklılık göstermemektedir.<br />

Resim 1: Laparoskopik gruba ait<br />

kolon kesit; kolonda yüzeyel ülser,<br />

x40<br />

Resim 2: Konvansiyonel gruba ait<br />

kolon kesiti; kolonda mukazal geniş<br />

ülserasyon, duvarda yaygın<br />

inflamatuvar hücre infiltrasyonu,<br />

x40<br />

42


Pankreas Histopatalojik Değerlendirme Sonuçları<br />

Pankreas dokusunun histopatolojik incelemesinde; dokuda ödem,<br />

inflamasyon, nekroz ve hemorajik odak değerlendirildi. Laparoskopik ve<br />

konvansiyonel grup arasında histopatolojik olarak fark tespit edilmedi (Tablo 6 ve<br />

Grafik 18-19).<br />

ÖDEM<br />

PANKREAS PATOLOJĠK<br />

DEĞERLENDĠRME<br />

ĠNFLAMATUAR<br />

HÜCRE<br />

NEKROZ<br />

HEMOROJĠK<br />

ODAK<br />

yok var yok var yok var yok var<br />

LAPAROSKOPĠK 3 7 3 7 2 8 6 4<br />

KONVANSĠYONEL 1 9 0 10 2 8 4 6<br />

p değeri ,291 ,105 ,709 ,328<br />

Tablo 6: Laparoskopik ve konvansiyonel grupların pankreas dokusunun<br />

histopatolojik değerlendirme sonuçları. İstatistik test olarak chi-Square testi<br />

kullanılmış ve p değeri ≤ 0. 05 anlamlı kabul edilmiştir.<br />

Grafik 18: Gruplar arasında<br />

pankreas dokusundaki ödemi<br />

gösteren grafik. Sonuçlar istatistik<br />

olarak anlamlı farklılık<br />

göstermemektedir.<br />

43<br />

Grafik 19:Gruplar arasında pankreas<br />

dokusundaki inflamatuvar hücre<br />

değerlendirmesini gösteren grafik.<br />

Sonuçlar istatistik olarak anlamlı<br />

farklılık göstermemektedir.


Resim 3: Laparoskopik gruba ait<br />

Pankreas kesiti, x100<br />

Resim 4: Laparoskopik grubta,<br />

Pankreas ve lenf noduna ait kesit<br />

x100<br />

Resim 5: Konvansiyonel gruba ait<br />

pankreas kesiti; pankreasta<br />

hemorojik odak, x40<br />

Resim 6: Konvansiyonel gruba ait<br />

pankreas kesiti; pankreasta<br />

hemorojik odak ve inflamatuvar<br />

hücre infiltrasyonu, x100<br />

44


5. TARTIġMA<br />

ĠBH genç eriĢkinlerde ve geliĢmiĢ ülkelerde daha sık rastlanan, alevlenme ve<br />

remisyon dönemleri <strong>ile</strong> seyreden; etyolojisinde genetik yatkınlık, çevresel faktörler,<br />

bakteriyel flora ve immünolojik bozuklukların rol aldığı düĢünülen bir hastalıktır<br />

(1).<br />

ĠBH’ de gerek gastrointestinal sistemde gerekse uzak organlarda, değiĢik<br />

antijenlere karĢı gastrointestinal sistemin immun yanıtının bozulması gibi birçok<br />

faktöre bağlı olarak ortaya çıkan doku hasarı sıklıkla görülmektedir. Huang ve<br />

arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada, ĠBH’ nin uzak organ olarak pankreas ve biliyer<br />

sistemi ilg<strong>ile</strong>ndiren hastalıklarla beraber sık görüldüğü ve insidansının % 2.5-7.5<br />

arasında değiĢtiği tespit edilmiĢtir (75). Fakat bu iliĢkinin nedeni günümüzde tam<br />

olarak aydınlatılamamıĢtır. Yapılan diğer bir çalıĢmada ÜK <strong>ile</strong> beraber pankreatitin<br />

% 1.2-1.5 arasında değiĢen bir oranda görüldüğü, klinikte ise bu oranın sessiz<br />

seyrettiği için gözden kaçtığı vurgulanmaktadır (76). Otopsi ser<strong>ile</strong>ri <strong>ile</strong> ilgili bir<br />

çalıĢmada ÜK’ li hastalarda makroskopik ve mikroskopik pankreas lezyonlarının %<br />

14-53 kadar değiĢik sıklıklarda görüldüğü tespit edilmiĢtir (77).<br />

ĠBH’ de pankreatit görülebilirliği yadsınamayacak kadar yüksek olmakla<br />

birlikte akut pankreatitin sıklığını belirlemek klinikte oldukça zor olabilir. ĠBH’ li<br />

hastalarda pankreatit geliĢiminde medikal tedavide kullanılan ilaçların (salisilat,<br />

azotioprin v.b ) önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Tedavinin baĢlanmasından<br />

haftalar sonra ortaya çıkab<strong>ile</strong>n ve sıklıkla hafif seyirli olan bu durum tedavinin<br />

kesilmesi <strong>ile</strong> hızla ortadan kalkmaktadır. Akut pankreatit atağı sırasında ĠBH<br />

tedavisi açısından pankreatit oluĢturma riski düĢük olması nedeni <strong>ile</strong> tedaviye<br />

steroidlerle devam ed<strong>ile</strong>bilir. Ayrıca ĠBH’de idiopatik pankreatit yönünden artmıĢ<br />

risk söz konusudur (%1–1,5) (2).<br />

Son yıllarda yapılan yayınlarda hem ÜK hemde Crohn hastalığında<br />

pankreatit sıklıklığı artmıĢ olarak bildirilmektedir. ĠBH’ lı hastaların serumlarında,<br />

diğer otoimmun ya da inflamatuvar hastalıklarda saptanmayan antipankreatik<br />

45


antikorlar bulunmaktadır. Seibold ve arkadaĢlarının yapmıĢ olduğu 64 hastalık seride<br />

antikor pozitif hastaların % 27’ sinde ekzokrin yetmezlik saptanır iken bu oran<br />

antikor negatif hasta grubunda % 8’ dir (78).<br />

Yapılan çalıĢmalarda, ĠBH’ de intrapankreatik kanal değiĢiklikleri olduğu,<br />

kronik pankreatit tanısında önemli yeri olan endoskopik retrograd pankreatografi <strong>ile</strong><br />

tespit edilmiĢtir (79). Fakat bu değiĢikliklere rağmen pankreas fonksiyonları sıklıkla<br />

korunmaktadır. ĠBH’ de saptanan kronik pankreatitin nedeni hala saptanamamakla<br />

birlikte, pankreas dokusuna karĢı oluĢan antikorların neden olduğu ekzokrin<br />

yetersizliğin rolü sorumlu tutulmaktadır.<br />

ĠBH’ nin sistemik bir hastalık olması, bu hastalığın seyri sırasında herhangi<br />

bir klinik yansıması olmadan pankreatitin gerçekleĢebildiği ve pankreasa ait<br />

lezyonun tespitinin spesifik tetkiklerle mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bizim<br />

çalıĢmamızda, pankreatitin varlığını tespit edebilmek için pankreatit spesifik protein<br />

düzeylerine bakıldı. Pankreatit spesifik protein (PAP I), akut pankretit sırasında<br />

pankreastan salgılanan sekretuar bir protein olup (80,81); TNBS <strong>ile</strong> <strong>kolit</strong><br />

oluĢturduğumuz gerek laparoskopi grubunda gerekse konvansiyonel cerrahi<br />

uygulanan grupta, serum ve pankreas dokusundaki düzeyleri yüksek bulundu. Bu<br />

kliniğe yansımayan fakat pankreatitin varlığını gösteren bir bulgu olarak<br />

değerlendirildi.<br />

Sistemik bir hastalık olan ÜK’ nin tedavisinde tıbbi tedavinin yanı sıra<br />

özellikle malignite Ģüphesi, medikal tedaviye yanıtsızlık; masif kanama, perforasyon<br />

ve <strong>ile</strong>us gibi komplikasyonların tedavisinde cerrahi giriĢim ön plana çıkmaktadır.<br />

Son yıllarda, birçok cerrahi alanda tedavi amaçlı kullanılan standart<br />

konvansiyonel yöntemlerin yerini laparoskopik giriĢimler almaktadır. Laparoskopik<br />

tekniklerin: kozmetik sonuçlarının daha iyi olması, insizyon miktarı ve postoperatif<br />

ağrının azalması, gastrointestinal fonksiyonların hızla geri dönmesi ve buna bağlı<br />

olarak diyete daha erken baĢlanması gibi birçok faydası vardır (47,48,49). Bu da<br />

hastanın iy<strong>ile</strong>Ģme ve iĢe dönüĢ süresini kısaltmakta ayrıca hastanelerin daha az<br />

meĢgul edilmesini, maliyetin azalmasını sağlamaktadır. ÜK’ nin cerrahi tedavisinde<br />

altın standart olarak kabul gören total proktokolektomi <strong>ile</strong> birlikte <strong>ile</strong>al poĢ anal<br />

46


anastomoz (ĠPAA) gibi morbiditesi yüksek ameliyatlar, laparoskopik teknikler<br />

kullanılarak yapılır hala gelmiĢtir (3,82). Bu tip giriĢimleri yapan cerrahi ekibin;<br />

diğer laparoskopik giriĢimlerde olduğu gibi, ÜK’ nin konvansiyonel yöntemle<br />

cerrahisi hakkında yeterli deneyime sahip olması gerekir. Laparoskopik giriĢimlerde<br />

görülen komplikasyon oranları, konvansiyonel giriĢimlerde görülen komplikasyon<br />

oranları <strong>ile</strong> benzer ve birçok durumda daha azdır (82).<br />

ÇalıĢmamızı dizayn ederken araĢtırmak istediğimiz asıl nokta, farklı cerrahi<br />

tekniklerin gerek <strong>kolit</strong> üzerine gerekse pankreas dokusu üzerine etk<strong>ile</strong>rini<br />

araĢtırmaktı. Literatürde ÜK’ nin hepatobiliyer sistem ve pankreas üzerine etk<strong>ile</strong>ri<br />

sıklıkla araĢtırılmıĢ fakat açık cerrahi <strong>ile</strong> laparoskopik cerrahiyi karĢılaĢtıran<br />

araĢtırmaya rastlanılmamıĢtır.<br />

Laparoskopik cerrahinin özellikle pnömoperitoneumdan dolayı organlar<br />

üzerine olan etk<strong>ile</strong>ri 1990’ lı yıllarda laparoskopinin geliĢmesi <strong>ile</strong> beraber araĢtırıla<br />

gelmiĢtir. Pnömoperiton batın içinde laparoskopinin daha rahat yapılmasını sağlayan<br />

önemli bir iĢlemdir. Sıklıkla uygulanan yöntem CO₂ insüflasyonu <strong>ile</strong> pnömoperiton<br />

oluĢturmaktır. Pnömoperitonla iliĢkili birçok organ ve sistemde gerek CO₂’ nin<br />

gerekse intraabdominal basıncın yükselmesine bağlı olarak patofizyolojik etk<strong>ile</strong>r<br />

ortaya çıkmaktadır. Özellikle splanknik organlar, pnömoperitonun neden olduğu<br />

hemodinamik değiĢikliklerden sıklıkla etk<strong>ile</strong>nmektedir. Splanknik kan akımının<br />

azalması serbest radikal oluĢumu ve bakteriyel translokasyon geliĢimine neden<br />

olmaktadır (66). Pnömoperiton boyunca gaz insüflasyonu splanknik organlarda<br />

belirgin iskemiye neden olmaktadır. Desufflasyon sonrası iskemiyi izleyen dönemde<br />

ortaya çıkab<strong>ile</strong>n reperfüzyon hasarı literatürde makroskopik çalıĢma <strong>ile</strong><br />

gösterilmiĢtir (83).<br />

Güncel bir çalıĢmada pnömoperitonun pankreas üzerine etkisi araĢtırılmıĢ ve<br />

bu çalıĢmada pnömoperitonun uygulandığı grupta açık gruba göre pankreatit üzerine<br />

herangi bir etki göstermediği fakat pnömoperiton sonrası ratlarda ALT ve AST<br />

düzeyinin ciddi olarak yükseldiği tespit edilmiĢtir (84). Yine ratlarda CO₂<br />

insüflasyonu <strong>ile</strong> abdominal basınç artıĢının portal kan akımında düĢmeye ve bu<br />

durumda karaciğer fonksiyonlarının bozulmasında önemli rol oynadığı tespit<br />

47


edilmiĢtir. Akbulut ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada uzamıĢ laparoskopi sonrası<br />

ratlarda böbrek dokusunda oksidatif hasarın daha fazla olduğu tespit edilmiĢtir (85).<br />

Bizim çalıĢmamızda pnömoperiton uygulaması, ratlarda pankreas dokusu<br />

üzerinde mikroskopik herhangi bir farka yol açmazken, PAP düzeyi pnömoperiton<br />

uygulanan ratlarda açık cerrahi uygulanılan ratlara göre daha düĢük bulunmuĢ ve<br />

istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiĢtir (P≤0.05). Yine çalıĢmamızda<br />

pankreas dokusunda inflamasyon ve oksidatif hasar parametreleri<br />

değerlendirildiğinde, laparoskopi grubu oksidatif hasar ve inflamasyon açısından<br />

konvansiyonel gruba göre daha olumlu bulunmuĢ ve istatistiksel olarak anlamlı<br />

farklar tespit edilmiĢtir (P≤0.05). Laparoskopik cerrahi günümüzde birçok cerrahi<br />

giriĢimlerde ön plana çıkmaktadır. ÇalıĢmamızda laparoskopinin pankreas ve kolon<br />

dokusunda olumlu etk<strong>ile</strong>ri bu cerrahi alanında da tercih ed<strong>ile</strong>bilir olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

Trinitrobenzen sülfonik <strong>asit</strong> (TNBS) <strong>ile</strong> oluĢturulan <strong>kolit</strong> modeli gerek barsak<br />

üzerinde gerekse uzak organlar üzerine oksidatif hasara neden olan klinik bir<br />

süreçtir. Değer ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada TNBS <strong>kolit</strong>inin kolon mukozası<br />

üzerinde oksidatif hasarı arttırdığı ve oksidatif hasarla bereber kolon mukozasında<br />

apoptozisin arttığı tespit edilmiĢtir (77).<br />

Bizim çalıĢmamızda laparoskopinin TNBS <strong>kolit</strong>li hastalarda barsak ve<br />

pankreastaki oksidatif hasar üzerine etk<strong>ile</strong>ri araĢtırılmıĢtır. Bu amaçla oksidatif stres<br />

ve lipid peroksidasyonun göstergeleri olan MDA ve NO düzeylerine bakılmıĢ ve<br />

<strong>kolit</strong> üzerine oksidatif hasar açısından anlamlı farklar bulunamamasına rağmen;<br />

pankreas dokusunda laparoskopinin neden olduğu oksidatif hasar, açık cerrahi iĢlem<br />

uygulanan gruba göre anlamlı olarak düĢük (P≤0.05) tespit edilmiĢtir. Bu durum,<br />

kandan alınan örneklerde iki grup arasında anlamlı fark saptanmasından dolayı;<br />

aslında laparoskopik cerrahide, pnömoperitondan dolayı oluĢan organ hasarının<br />

minimal olduğu ve bu hasarın açık cerrahi grupla karĢılaĢtırıldığında anlamlı<br />

derecede daha düĢük olduğu Ģeklinde yorumlanabilir.<br />

Serum ve alınan doku örneklerinde TNF-α ve IL-6 düzeyleri laparoskopi<br />

grubunda konvansiyonel gruba göre anlamlı olarak düĢük tespit edildi (P≤0.05).<br />

48


Diğer taraftan <strong>kolit</strong>in biyokimyasal değerlendirilmesinde kullandığımız; nötrofil<br />

sekestrasyonu ve doku enflamasyon göstergesi olarak MPO’ nun, laparoskopik<br />

grupta konvansiyonel gruba nazaran anlamlı olarak düĢük bulundu (P≤0.05).<br />

ÇalıĢmamızda ortaya çıkan sonuçlar değerlendirildiğinde, ÜK hastalarında<br />

laparoskopik cerrahi uygulamalarının konvansiyonel cerrahiye göre daha güvenli<br />

olduğu fakat iĢlemin uzamasına bağlı olarak pnömoperitona maruz kalma süresinin<br />

artması <strong>ile</strong> organ hasarının ne Ģekilde etk<strong>ile</strong>neceği sorusuna cevap bulunamamıĢtır.<br />

ÇalıĢmamızda elde ettiğimiz sonuçlar ıĢığında tartıĢılması gereken diğer nokta ise<br />

laparoskopi grubunda pankreastaki oksidatif hasarın pnömoperitondan minimal<br />

etk<strong>ile</strong>nmesi ve bu hasarın klinikte genel vucut oksidatif hasarı üzerine çok fazla etki<br />

etmemesidir. Bu sonuç aslında laparoskopik cerrahinin minimal invaziv bir cerrahi<br />

olduğu görüĢünü desteklemektedir. Yine bizim sonuçlarımız incelendiğinde<br />

pankreas dokusunda oksidatif hasar parametreleri ve pankreatit düzeyinin,<br />

konvansiyonel grupta laparoskopi grubuna göre anlamlı olarak daha Ģiddetli olduğu<br />

tespit edilmiĢtir.<br />

Bu sonuçlar, özellikle uzamıĢ pnömoperitonun <strong>kolit</strong>li hastalarda pankreasta<br />

olan oksidatif hasarı ve pankreatit düzeyini arttırab<strong>ile</strong>ceğini düĢündürse de, bu<br />

hasarın konvansiyonel grup <strong>ile</strong> karĢılaĢtırıldığında daha düĢük düzeyde olması,<br />

konvansiyonel giriĢimler yerine laparoskopik giriĢimlerin güvenle<br />

uygulanab<strong>ile</strong>ceğini göstermektedir.<br />

Sonuçlar<br />

ÇalıĢmamızda laparoskopik ülseratif <strong>kolit</strong> cerrahisi <strong>ile</strong> konvansiyonel cerrahi<br />

karĢılaĢtırılmıĢtır. Her iki cerrahi giriĢimin histopatolojik etk<strong>ile</strong>ri <strong>ile</strong> birbirine<br />

üstünlüğü bulunamamıĢtır. Ġlave olarak pankreas dokusundaki spesifik protein<br />

çalıĢmalarında ve diğer biyokimyasal incelemelerde gerek pankreas dokusunda<br />

gerekse kolon dokusundaki inflamasyon ve oksidatif hasarın konvansiyonel<br />

cerrahiye göre laparoskopide daha düĢük olması, olumlu sonuçlar olarak göze<br />

çarpmaktadır.<br />

49


Sonuçlarımız literatür ıĢığında yorumlandığında, literatürde laparoskopik<br />

cerrahinin minimal invaziv cerrahi yani vücuttaki gerek inflamasyonun gerekse<br />

oksidatif hasarın daha düĢük olduğu cerrahi kavramı, bizim çalıĢmamız <strong>ile</strong><br />

desteklenmiĢtir. Ayrıca, <strong>kolit</strong>te sistemik bulgular literatürde belirtildiği Ģekilde<br />

çalıĢmamızda da ortaya çıkmıĢtır.<br />

ÇalıĢmamızın en önemli sonucu: pnömoperitonun patofizyolojik etk<strong>ile</strong>rine<br />

rağmen, ülseratif <strong>kolit</strong>li olgularda laparoskopik cerrahinin konvansiyonel cerrahiye<br />

üstünlüğünü tespit etmemiz olmuĢtur. ĠĢlem sürelerinin uzamasına bağlı<br />

pnömoperitonun etk<strong>ile</strong>ri hakkında yorum yapabilmek için değiĢik sürelerde <strong>deneysel</strong><br />

ve klinik çalıĢmalara ihtiyaç olduğu kanısındayız.<br />

50


6. ÖZET<br />

Ġnflamatuvar barsak hastalıkları (ĠBH)’ nın etiyopatogenezinde immünolojik,<br />

genetik ve çevresel faktörler yer almaktadır. Kolon dıĢında sıklıkla tutulum gösteren<br />

hepatobiliyer ve pankreasa ait ekstraintestinal değiĢiklikler birçok çalıĢmada<br />

değerlendirilmiĢtir. ĠBH’ da akut ve kronik pankreatit geliĢme riski söz konusudur.<br />

Günümüzde ülseratif <strong>kolit</strong> (ÜK)’ in cerrahi tedavisinde laparoskopik<br />

giriĢimler uygulanır hale gelmiĢtir. Laparoskopik cerrahide CO₂ insüflasyonu sıkça<br />

kullanılmaktadır. Ġnsüflasyona bağlı intraabdominal basınç artıĢının neden olduğu<br />

patofizyolojik etk<strong>ile</strong>r birçok çalıĢmada ortaya konmuĢtur. ÇalıĢmamızın amacı, ÜK’<br />

nin cerrahi tedavisinde kullanılan laparoskopik tekniklerin gastrointestinal sistem ve<br />

pankreas üzerine etk<strong>ile</strong>ri <strong>ile</strong> buna bağlı ortaya çıkan sistemik etk<strong>ile</strong>rini araĢtırmaktır.<br />

ÇalıĢmada 20 adet Wistar-Albino tipi diĢi rat randomize ed<strong>ile</strong>rek 2 gruba<br />

ayrıldı (n=10). Grup 1 (n=10): TNBS <strong>ile</strong> <strong>kolit</strong> modeli oluĢturulduktan sonra 120 dak.<br />

süre <strong>ile</strong> laporoskopik cerrahi giriĢim (pnömoperitoneum) uygulanacak olan grup.<br />

Grup 2 (n=10): TNBS <strong>ile</strong> <strong>kolit</strong> modeli oluĢturulduktan sonra 120 dak. süre <strong>ile</strong><br />

laparatomi (açık cerrahi giriĢim) uygulanacak olan grup.<br />

Cerrahi iĢlem sonrası hem biyokimyasal hem de histopatalojik inceleme<br />

amaçlı örnekler alındı. Serum, pankreas ve kolon dokularında yapılan biyokimyasal<br />

değerlendirmede TNF-α, IL-6, MDA, NO, MPO ve PAP düzeylerine bakıldı. Kolon<br />

dokusundaki MDA ve NO düzeyleri dıĢındaki inflamasyon ve oksidatif hasarın<br />

göstergeleri olan diğer parametreler laparoskopik grubta anlamlı alarak düĢük<br />

bulundu. Histopatolojik değerlendirmede her iki grup arasında anlamlı fark yoktu.<br />

Sonuç olarak, bulgularımız değerlendirildiğinde, pnömoperitonun<br />

patofizyolojik etk<strong>ile</strong>rine rağmen, ÜK’ li olgularda laparoskopik cerrahinin<br />

konvansiyonel cerrahiye göre daha az inflamasyon ve oksidatif hasara neden olduğu<br />

görülmektedir. Sonuçlar ıĢığında ÜK’ li olgularda laparoskopik uygulamaların<br />

güvenle yapılab<strong>ile</strong>ceği ancak iĢlem sürelerinin uzamasına bağlı pnömoperitonun<br />

etk<strong>ile</strong>ri hakkında yorum yapabilmek için değiĢik sürelerde <strong>deneysel</strong> çalıĢmaların<br />

gerektiği kanısındayız.<br />

51


7. SUMMARY<br />

Inflammatory bowel diseases (IBD) result from immunologic, genetic and<br />

enviromental factors and also have systemic effects on other organs. Extraintestinal<br />

involvements of organs such as pancreas and hepatobiliary system during IBD are<br />

studied widely. There is an increased risk of pancreatitis either acute or chronic in<br />

the course of IBD.<br />

Laparoscopic surgery has been used in the treatment of ulcerative colitis<br />

recently. There are many studies about CO2 insufflation during laparoscopy and its<br />

pathophysiological effects resulting from increased intraabdominal pressure. The<br />

aim of this study is to investigate the systemic effects of laparoscopic surgery in the<br />

treatment of ulcerative colitis on gastrointestinal system and pancreas.<br />

In this study; 20 wistar albino rats were used and randomized into two groups<br />

(n=10). Group 1 (n=10): After the establishment of TNBS colitis, laparoscopic<br />

surgery (pneumoperitoneum) was performed for 120 minutes. Group 2 (n=10): After<br />

the establishment of TNBS colitis, conventional surgery (laparotomy) was perfomed<br />

for 120 minutes.<br />

At the end of these operations, blood and tissue samples were obtained for<br />

biochemical and histopathological investigations. TNF-alfa, IL-6, MDA, NO, MPO<br />

and PAP levels were measured in blood and tissue samples. Colitis was established<br />

in both groups and as a result colonic MDA and NO levels did not differ<br />

significantly. All the other parameters evaluated as markers of oxidative damage and<br />

inflammations were found to be significantly reduced in laparoscopy group. No<br />

significant differences on histopathological evaluation were detected between<br />

groups.<br />

On the basis of these findings, despite the pathopyhsiologic effects of<br />

pneumoperitoneum, laparoscopic surgery was seemed to be superior to conventional<br />

surgery in ulcerative colitis. Patients with ulcerative colitis may be treated safely and<br />

effectively via laparoscopic surgery but further studies are needed to evaluate the<br />

effects prolonged pneumoperitoneum.<br />

52


8. KAYNAKLAR<br />

1. Kucharzik T, Maaser C, Lugering A, Kagnoff M, et all. Recent Understanding of<br />

IBD Pathogenesis: Implications for Future Therapies. Inflamm Bowel Dis 2006; 12:<br />

1068–1083.<br />

2. Gionchetti P (ed.), Rothfuss KS, Stange EF, Herrlinger KR. Extraintestinal<br />

manifestations and complications in inflammatory bowel diseases. World J<br />

Gastroenterol 2006 August 14; 12(30): 4819-4831.<br />

3. McFarland LV (ed.), Hwang JM, Varma MG. Surgery for inflammatory bowel<br />

disease. World J Gastroenterol 2008 May 7; 14(17): 2678-2690.<br />

4. Jobe BA, Hunter JG. Minimal-invasive surgery. In: Brunicardi FC (ed).<br />

Schwartz’s principles of surgery. 8nd ed. McGraw-Hill 2005. p. 379-401.<br />

5. Moore KL, Dalley AF. Clinically Oriented Anatomy (Kliniğe Yönelik Anatomi).<br />

Çeviren ġahinoğlu K. 4'üncü Baskı. İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri 2007.<br />

6. Bullard KM, Rothenberg DA. Colon, rektum and anus. In: Brunicardi FC (ed).<br />

Schwartz’s principles of surgery. 8nd ed. McGraw-Hill 2005. p. 1055-1119.<br />

7. Moreira H, Wexner SD. Anatomy and Physiology of the Colon and Rectum. In:<br />

Fazio VW (ed), Church JM, Delaney CP. Current therapy in colon and rektal<br />

surgery. 2nd ed. Philadelphia: Elsevier Mosby 2005. p. 113-125.<br />

8. Sartor RB. Mechanisms of Disease: pathogenesis of Crohn’s disease and<br />

ulcerative colitis. Nature Clinical Practice Gastroenterology & Hepatology 2006; 3:<br />

390-407.<br />

9. Ardizzone S, Porro GB. Inflammatory bowel disease: new insights into<br />

pathogenesis and treatment. J Intern Med 2002; 252: 475–96.<br />

53


10. Corman LM, Allison SI, Kuehne JP. Ulcerative Colitis. In: Mc Allister L,<br />

Gerace G, Parker E (eds). Handbook of Colon and Rectal Surgery. Philadelphia: J.<br />

B. Lippincott Williams and Wilkins 2002. p. 701-706.<br />

11. Shivananda S, Lennard-Jones J, Logan R, Fear N, et al. Incidence of<br />

inflammatory bowel disease across Europe: is there a difference between north and<br />

south? Results of the European Collaborative Study on Inflammatory Bowel Disease<br />

(EC-IBD). Gut 1996; 39(5): 690-697.<br />

12. Anders PG, Friedman LS. Epidemiology and the natural course of inflammatory<br />

bowel disease. Gastroenterology Clin North Am 1999; 28: 255-281.<br />

13. Yang H, McElree C, Roth MP, Shanahan F, Targan SR, Rotter JI. Familial<br />

empirical risks for inflammatory bowel disease: differences between Jews and non-<br />

Jews. Gut 1993; 34: 517-521.<br />

14. Van Kruiningen HJ, Cortot A, Colombel JF. The importance of familial<br />

clusterings in Crohn’s disease. Inflamm Bowel Dis 2001; 7: 170-173.<br />

15. Sachar DB. The importance of familial clusterings in Crohn’s disease second<br />

editors Commentary. Inflamm Bowel Dis 2001; 7: 174.<br />

16. Karban A, Eliakim R. Effect of smoking on inflammatory bowel disease: Is it<br />

disease or organ specific?. World J Gastroenterol 2007 Apr 21; 13(15): 2150-2152.<br />

17. Timmer A, Sutherland LR, Martin F. Oral contraceptive use and smoking are<br />

risk factors for relapse in Crohn's disease. The Canadian Mesalamine for Remission<br />

of Crohn's Disease Study Group. Gastroenterology 1998 Jun; 114(6): 1143-1150.<br />

18. Papadakis KA, Targon SR. Current theroies on the causes of inflammatory<br />

bowel disease. Gastroenterol Clin North Am 1999 Jun; 28 (2): 283-296.<br />

19. Jones VA. Comparison of TPN and elemental diet in induction of remission of<br />

Crohn’s disease. Long term maintenance of remission by personalised food<br />

exclusion diets. Dig Dis Sci 1987; 32: 100S -107S.<br />

54


20. Reif S, Lavy A, Keter D, Broide E, et al. Appendectomy is far more frequent but<br />

not a risk factor in Crohn’s disease wh<strong>ile</strong> being protective in ulcerative colitis; a<br />

comparison of surgical procedures in inflammatory bowel disease. Am J<br />

Gastroenterol 2001; 96: 829-832.<br />

21. Frisch M, Johansen C, Mellemkjaer L, et al. Appendectomy and subsequent risk<br />

of inflammatory bowel diseases. Surgery 2001; 130: 36-43.<br />

22. Naganuma M, Lizuka B, Torii A, et al. Appendectomy protects against the<br />

development of ulcerative colitis and reduces its recurrence; results of a multicenter<br />

case-controlled study in Japan. Am J Gastroenterol 2001; 96: 1123-1126.<br />

23. Lavy A, Brodie E, Reif S, et al. Measles is more prevalent in Crohn’s disease<br />

patients. A multicenter Israeli study. Dig Liver Dis 2001; 33: 472-476.<br />

24. Haslam N, Mayberry JF, Hawthorne AB, et al. Measles, month of birth and<br />

Crohn’s disease. Gut 2000; 47: 801-813.<br />

25. Jean-Pierre Hugot, Judy H Cho. Update on genetics of inflammatory bowel<br />

disease. Current Opinion in Gastroenterology 2002; 18: 410-15.<br />

26. Doton I, Mayer L. Immunopathogenesis of inflammatory bowel disease. Current<br />

Opinion in Gastroenterology 2002; 18: 421-427.<br />

27. Sartor RB. Current concepts of the etiology and pathogenesis of ulcerative colitis<br />

and Crohn’s disease. Gastroenterol Clin North America 1995; 24: 475-507.<br />

28. Tufan T, ġen D. Ülseratif Kolit. Sayek Ġ (ed). Temel Cerrahi. 3'üncü baskı.<br />

Ankara: Güneş Kitabevi 2004. s. 1203-1215.<br />

29. Eaden JA, Abrams KR, Mayberry JF. The risk of colorectal cancer in ulcerative<br />

colitis: a meta-analysis. Gut 2001; 48: 526-535.<br />

30. Brzezinski A, Lashner BA. Medical Treatment of Crohn's Disease. In: Fazio VW<br />

(ed), Church JM, Delaney CP. Current therapy in colon and rektal surgery. 2nd ed.<br />

Philadelphia: Elsevier Mosby 2005. p. 245-251.<br />

55


31. Tufan T, Çetiner S, Yağcı G. Granülomatöz Kolit. Sayek Ġ (ed). Temel Cerrahi.<br />

3'üncü baskı. Ankara: Güneş Kitabevi 2004. s. 1199-1203.<br />

32. Ribero MB, Greenstein AT, Sachar DB, et al. Colorectal adenocarcinoma in<br />

Crohn’s disease. Ann Surg 1996; 223: 186-193.<br />

33. Lashner BA, Brzezinski A. Medical Treatment of Ulcerative Colitis and Other<br />

Colitides. In: Fazio VW (ed), Church JM, Delaney CP. Current therapy in colon and<br />

rektal surgery. 2nd ed. Philadelphia: Elsevier Mosby 2005. p. 203-211.<br />

34. Stein RB, Hanauer SB. Medical therapy for inflammatory bowel disease.<br />

Gastroenterol Clin North Am 1999; 28: 297-321.<br />

35. Rutgeerts P, Van Assche G, Vermeire S. Optimising anti-TNF treatment in<br />

inflammatory bowel disease. Gastroenterology 2004;126:1593–1610.<br />

36. Berg DF, Bahadursingh AM, Kaminski DL, Longo WE. Acute surgical<br />

emergencies in inflammatory bowel disease. Am J Surg 2002; 184: 45-51.<br />

37. McMurrick PJ, Dozois PR. Chronic Ulcerative Colitis: Surgical Options. In:<br />

Fazio VW (ed), Church JM, Delaney CP. Current therapy in colon and rektal<br />

surgery. 2nd ed. Philadelphia: Elsevier Mosby 2005. p. 211-219.<br />

38. Gorgun E, Remzi FH. Complications of <strong>ile</strong>oanal pouches. Clinics in colon and<br />

rectal surgery 2004;17:(1):43-55.<br />

39. Blumberg D, Opelka FG, Hicks TC, Timmcke AE, Beck DE. Restorative<br />

proctocolectomy: Ochsner Clinic experience. South Med J 2001; 94: 467-471.<br />

40. Fazio VW, Ziv Y, Church JM et al. Ileal pouch-anal anastomosis complications<br />

and function in 1005 patients. Ann Surg 1995; 222: 120-127.<br />

41. Sugerman HJ, Sugerman EL, Meador JG, Newsom HH Jr, Kellum JM Jr, De<br />

Maria EJ. Ileal pouch-anal anastomosis without <strong>ile</strong>al diversion. Ann Surg 2000; 232:<br />

530-541.<br />

56


42. Oakley JR. Management of Toxic Ulcerative Colitis. In: Fazio VW (ed), Church<br />

JM, Delaney CP. Current therapy in colon and rektal surgery. 2nd ed. Philadelphia:<br />

Elsevier Mosby 2005. p. 219-225.<br />

43. Gardiner KR, Dasari BV. Operative management of small bowel Crohn's<br />

disease. Surg Clin North Am 2007; 87: 587-610.<br />

44. Prabhakar LP, Wolff BG. Crohn's Colitis. In: Fazio VW (ed), Church JM,<br />

Delaney CP. Current therapy in colon and rektal surgery. 2nd ed. Philadelphia:<br />

Elsevier Mosby 2005. p. 251-255.<br />

45. Bernell O, Lapidus A, Hellers G. Risk factors for surgery and postoperative<br />

recurrence in Crohn's disease. Ann Surg 2000; 231: 38-45.<br />

46. Kurer MA, Stamou KM, Wilson TR, Bradford IM, Leveson SH. Early<br />

symptomatic recurrence after intestinal resection in Crohn's disease is unpredictable.<br />

Colorectal Dis 2007; 9: 567-571.<br />

47. Chen HH, Wexner SD, Weiss EG, Nogueras JJ, Alabaz O, Iroatulam AJ, Nessim<br />

A, Joo JS. Laparoscopic colectomy for benign colorectal disease is associated with a<br />

significant reduction in disability as compared with laparotomy. Surg Endosc 1998;<br />

12: 1397–1400.<br />

48. Delaney CP, Kiran RP, Senagore AJ, Brady K, Fazio VW. Case-matched<br />

comparison of clinical and financial outcome after laparoscopic or open colorectal<br />

surgery. Ann Surg 2003; 238: 67–72.<br />

49. Braga M, Vignali A, Gianotti L, Zuliani W, Radaelli G, Gruarin P, Dellabona P,<br />

Di Carlo V. Laparoscopic versus open colorectal surgery: A randomized trial on<br />

short-term outcome. Ann Surg 2002; 236: 759–766.<br />

50. Ludwig KA, Milsom JW, Garcia-Ruiz A, Fazio VW. Laparoscopic techniques<br />

for fecal diversion. Dis Colon Rectum 1996; 39: 285–288.<br />

51. Casillas S, Delaney CP, Senagore AJ, Brady K, Fazio VW. Does conversion of a<br />

laparoscopic colectomy adversely affect patient outcome? Dis Colon Rectum 2004;<br />

47: 1680–1685.<br />

57


52. Duepree HJ, Senagore AJ, Delaney CP, Brady KM, Fazio VW. Advantages of<br />

laparoscopic resection for <strong>ile</strong>ocecal Crohn’s disease. Dis Colon Rectum 2002; 45:<br />

605–610.<br />

53. Cataldo PA, Yoder D. Perianal Crohn’s disease. In: Fazio VW (ed), Church JM,<br />

Delaney CP. Current therapy in colon and rektal surgery. 2nd ed. Philadelphia:<br />

Elsevier Mosby 2005. p. 255-259.<br />

54. Das KM. Relationship of extraintestinal involvements in inflammatory bowel<br />

disease: new insights into autoimmune pathogenesis. Dig Diseases and Sci 1999; 44;<br />

1-13.<br />

55. Silveira MG, Lindor KD. Clinical features and management of primary<br />

sclerosing cholangitis. World J Gastroenterol 2008 Jun 7; 14(21): 3338-3349.<br />

56. Terjung B, Worman HJ. Anti-neutrophil antibodies in primary sclerosing<br />

cholangitis. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2001 Aug; 15(4): 629-642.<br />

57. Weber P, Seibold F, Jenss H. Acute pancreatitis in Crohn’s disease. J Clin<br />

Gastroenterol 1993; 17: 286-291.<br />

58. Barthet M, Hastier P, Bernard JP, Bordes G, Frederick J, Allio S, Mambrini P,<br />

Saint-Paul MC, Delmont JP, Salducci J, Grimaud JC, Sahel J. Chronic pancreatitis<br />

and inflammatory bowel disease: true or coincidental association? Am J<br />

Gastroenterol 1999; 94: 2141-2148.<br />

59. Avtan L, Özmen V. Pneumoperitoneum. Avcı C, Avtan L (eds). Videoskopik<br />

cerrahi. 1’ inci baskı. İstanbul: Avrupa Tıp Kitapçılık 2000. s. 82-97.<br />

60. Polat C. Laparoskopik Cerrahi. 1’ inci baskı. İstanbul: Avrupa Tıp Kitapçılık<br />

2008.<br />

61. O’Boyle CJ, deBeaux AC, Watson DI, Ackroyd R, et al. Helium vs carbon<br />

dioxide gas insufflation with or without saline lavage during laparoscopy. Surg<br />

Endosc 2002;16: 620-625.<br />

58


62. Holthausen UH, Nagelschmidt M, Troidl H. CO pneumoperitoneum: What we<br />

2<br />

know and what we need to know. World J Surg 1999; 23: 794-800.<br />

63. Köksoy C, Kuzu MA Köksoy C, Kuzu A, Kurt I, Tezcan Ç, Yerdel MA, Aras N.<br />

Haemodynamic effects of pneumoperitoneum during laparoscopic cholecystectomy.<br />

A prospective comparative study utilizing bio-impedance cardiography. Br J Surg<br />

1995; 82: 972-974.<br />

64. Kazama T, Ikeda K, Kato T, Kikura M. Carbon dioxide output in laparoscopic<br />

cholecystectomy. Br J Anaesth. 1996; 76: 530-535.<br />

65. Chiu AW, Chang LS, Birkett DH, et al. The impact of pneumoperitoneum and<br />

gassles laparoscopy on the systemic and renal hemodynamics. J Am Coll Surg 1995;<br />

181: 397-406.<br />

66. Eleftheriadis E, Kotzampassi K, Papanotas K, Heliadis N, Sarris K. Gut<br />

ischemia, oxidative stress, and bacterial translocation in elevated abdominal pressure<br />

in rats. World J Surg 1996; 20: 11-16.<br />

67. Eleftheriadis E, Kotzampassi K, Botsios D, Tzartinoglou E, Farmakis H,<br />

Dadoukis J. Splanchnic ischemia during laparoscopic cholecystectomy. Surg Endosc<br />

1996; 10: 324-326.<br />

68. Ortiz-Oshiro E, Mayol J, Medrano JCA, et al. Lactate metabolism during<br />

laparoscopic chylocystectomy: Comparison between CO₂ pneumoperitoneum<br />

abdominal wall retraction. World J Surg 2001; 25: 980-984.<br />

69. Meininger D, Zwissler B, Byhahn C, Probst M,Westphal K, Bremerich DH.<br />

Ġmpact of overweight and pneumoperitoneum on hemodynamics and oxygenation<br />

during prolonged laparoscopic surgery. World J Surg 2006; 30: 520-526.<br />

70. Sier CF, Kubben FJ, Ganesh S, et al. Tissue Levels of Matrix Metalloproteinases<br />

MMP-2 and MMP-9 are Related to the Overall Survival of Patients with Gastric<br />

Carcinoma. Br J Cancer 1996; 74 (3): 413-417.<br />

59


81. Closa D, Motoo Y, Iovanna JL. Pancreatitis-associated protein: From a lectin to<br />

an anti-inflammatory cytokine. World J Gastroenterol 2007 January 14; 13(2): 170-<br />

174.<br />

82. Casillas S, Delaney CP. Laparoscopic Surgery for Inflammatory Bowel Disease.<br />

Dig Surg 2005; 22: 135–142.<br />

83. Yılmaz S, Koken T, Tokyol C, Kahraman A, Akbulut G, Serteser M, et all. Can<br />

preconditioning reduce laparoscopy-induced tissue injury ?. Surg Endosc 2003; 17:<br />

819-824.<br />

84. Yol S, Bostancı EB, Ozogul Y, Zengin NI, Ozel U, Bilgihan A, Akoglu M.<br />

Effect of carbon dioxide pneumoperitoneum on the severity of acute pancreatitis.<br />

Surg Endosc 2004; 18: 1747-1751.<br />

85. Akbulut G, Polat C, Aktepe F, Yilmaz S, et al. The oxidative effect of prolonged<br />

CO2 pneumoperitoneum on renal tissue of rats. Surg Endosc 2004; 18: 1384–1388.<br />

61

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!