22.11.2014 Views

Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi

Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi

Pdf indir - Beşiktaş Belediyesi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Ayşegül Molu, Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi<br />

okuduktan sonra reklam sektöründe karar kılmış. Yıllardır<br />

adı birçok sosyal sorumluluk projesinde ve sivil toplum<br />

örgütlerinde öne çıktı. 1985 yılından beri Reklamcılık<br />

Vakfı ve Reklamcılar Derneği Genel Müdürü. İstanbul<br />

Bilgi Üniversitesi’nde 2006 yılından beri öğretim<br />

görevlisi ve alanında bir ilk olan reklamcılık okulu AdSchool’un Genel Koordinatörü.<br />

2007-2010 döneminde rektör danışmanlığında bulunan Ayşegül<br />

Molu, 1995 ve 1999 genel seçimlerinde CHP ve ANAP için stratejik danışmanlık<br />

yaptı. 2003-2005 döneminde Başbakanlık için, 11 sivil toplum örgütünce<br />

yürütülen “Türkiye Markası Projesi”nin de genel koordinatörü oldu. Bu<br />

çalışmanın ardından Dışişleri Bakanlığı adına AB’nin bazı özel pazarları için<br />

danışmanlık yaptı.<br />

Molu, yaşadığımız kente yılların birikimiyle, “bir iletişimci gözüyle” baktı,<br />

B+’nın sorularını yanıtladı.<br />

Bir iletişimci gözüyle Beşiktaş’ı değerlendirmenizi istesem<br />

neler söylerdiniz?<br />

Ayşegül Molu: Yoruma önce Türkiye’den başlayalım. 2003-2005 döneminde<br />

Başbakanlık için 11 sivil toplum örgütünce oluşturulan “Türkiye Markası<br />

Projesi”, 200’ün üzerinde uzman, kanaat önderinin görüşleri alınarak yürütüldü.<br />

Görevim, genel koordinatörlüktü.<br />

Araştırmada çarpıcı sonuçlar elde edilmişti. Biz olumsuz algıları pozitife çevirmeyi<br />

iyi yönetemiyoruz; olumsuz gelişmeler büyüyerek dışarıya yansıyor.<br />

Aynı şekilde olumlu gelişmeleri de aktaramadığımız için Türkiye’nin imajı dünyada<br />

olumsuzluklar üzerinden kuruluyor. Dışarıdan bakıldığında Türklerin fethetmekten<br />

gelen korkutucu bir algısı zaten var. Geleneksel imgelerin yanında<br />

bir de modern imgeler var. İngilizlerin futbolda yaşadıkları şiddet nedeniyle<br />

Türkleri tanımlarken kullandıkları “holigan Türkler” tamlaması, kendini kontrol<br />

edemeyen Türkler algısını yansıtıyor. Almanya’da ise göçmen Türkler nedeniyle<br />

adapte olamayan Türkler algısı hakim. Kuzey ülkelerinde yalnız töre cinayetleri<br />

ile hatırlanıyor Türkler. Öldürülen kızlar nedeniyle de, baskıcı Türkler,<br />

baskıcı babalar, ataerkil aile modeli ile tanımlanıyor. Çok farklı model kaynaklarla<br />

beslenen ve pek çoğu da olumsuz algılardı bunlar. Bir algının oluşmasında<br />

mekân- insan ilişkisi de çok belirleyicidir.<br />

O çalışmada İstanbul hangi konumlandırmayla ortaya çıktı?<br />

A.M: İlginç bir konumlandırmayla ortaya çıktı. Öyküsü olan, anlatılacak<br />

hikâyesi olan bir kent diye tanımlandı İstanbul. İstanbul’un konumlandırılması,<br />

küçük sürprizler kenti olmaktı. İstanbul’u “zamanları aşan kent” olarak tanıtmayı<br />

öngörmüştük. İstanbul’un kişiliğini de sürprizci, maceracı, kışkırtıcı, ilham<br />

veren, derin ve ancak çağdaş sıfatlarıyla tanımlamıştık.<br />

İsrailli mimar Joyce Oron, İstanbul’u “Eski ile modernin,<br />

İslâm’la Batı’nın bir bileşkesi, karmaşık bir kent. İşte<br />

kadınsılığı da bu karmaşıklığında” diye tanımlıyor.<br />

Katılır mısınız bu yoruma?<br />

A.M: Katılıyorum. Dediğini doğrulayan gözlemlerim var benim de. İçinden<br />

deniz geçen bir kent İstanbul. Akan sular, çeşmeler, hem kültürümüzden,<br />

hem de coğrafyamızdan gelen ögelerdir.<br />

Bu bakış açısıyla Beşiktaş’ı yorumlamanızı istesem<br />

neler söylerdiniz?<br />

A.M: Beşiktaş bana ilginç bir şekilde nefesi çağrıştırıyor. Beşiktaş’ın<br />

Boğaz’la beraber gelen çok ciddi bir su kültürü var ama bundan öte barındırdığı<br />

korularla, yeşil alanlarla sanki aslında nefes aldığımız yer Beşiktaş. İletişimci<br />

gözüyle bir tanımlama yap derseniz, başlığa taşıyacağım cümle “Kent,<br />

Beşiktaş’ta nefes alıyor” olurdu. Beşiktaş, tuhaf bir biçimde o kentin içindeki<br />

diyalektiği de barındırıyor. Bir yandan modernlik, diğer yandan yoksulluk…<br />

İşte kentin birbirine zıt iki yüzü…<br />

Beşiktaş’la ilişkiniz çocuk yaşlarda mı başladı?<br />

A.M: Evet, doğma büyüme Bebekliyim ben. Çocukken bizim o zamanlar orman<br />

diye tanımladığımız Boğaziçi Üniversitesi’nin korusunda bütün gün oynardık.<br />

Aşiyan’dan denize girerdik. Son derece sade hayatları olan Bebekliler<br />

yaşardı o zamanlar orada. Şimdiki gibi zenginliğin ve pırıltının yansıması olan<br />

bir yer değildi. Emekliler açılır kapanır sandalyeleriyle sahile gelir otururlardı.<br />

Biz oradan suya girerdik. Su çok soğuk olurdu ama biz Boğaz çocuklarıydık,<br />

soğuktan yakınmazdık. Boğaz zamanla kirlendi. Çöpler geçit yapardı. Biz de<br />

çöplerin akıntıyla uzaklaşmasını bekler, sonra yeniden dalardık.<br />

Bu öykünün benzerini karşı yakada, Paşalimanı’nda da<br />

dinledim ben. İki yakanın da hikâyesi aynı gibi…<br />

A.M: Evet, iki yakanın da hikâyesi aynı… Domates, karpuz geçsin diye bekler<br />

dalardık suya. Çok mutluyduk. Köpeklerimiz vardı, onlarla oynardık. Bebek<br />

hakikaten bir mahalleydi. Ama o zamanlar mahalle baskısı yoktu. İki dönemi<br />

ayırt eden farklılıklar nedir diye sorsanız bunları söylerim.<br />

Neler rahatsız ediyor bu dönemde sizi?<br />

A.M: Günümüzde kentte yerler el değiştiriyor ve belli yerler statü sembolü<br />

olarak addedilir hale geliyor. Belli yaşam alanları statü göstergeleri olarak<br />

yorumlanıyor. O zamanlar bu yoktu. Günümüzde görülen soylulaştırma eylemleri,<br />

kentteki statü sembollerini değiştiriyor. Adı hiç geçmeyen semtler<br />

bir anda ruh değiştiriyor, çekim alanı haline geliyor. Bu bence olumlu ve demokratik<br />

bir gelişme. Yerli halk bazen buna isyan ediyor. Tophane’de olduğu<br />

gibi… Ben bunu demokratik buluyorum. Çocukluğumun geçtiği mahalle kimsenin<br />

birbirinden çekinmediği, hiçbir hırsızlık olayının yaşanmadığı, çok rahat,<br />

serbest, korularında dolaştığımız yerlerken, statü sembolü olarak gösterilen<br />

başka bir konuma geçti.<br />

Nelerin hiç değişmemesini isterdiniz?<br />

A.M: Denizin hiç kirlenmemesini isterdim. Şimdi bakıyorum Barselona gibi<br />

bir kent, ruhunu içinde kullanabildiği plajdan alıyor aslında. Çünkü plaj, deniz<br />

ve güneş demek değil ki yalnızca, gençlik, enerji, spor demek; güler yüz,<br />

neşe demek… Boğaz’da gençlikten, neşeden, enerjiden, güler yüzden uzak<br />

kalıyorsunuz. Keşke benim oğlum da benim girebildiğim gibi Boğaz’ın soğuk<br />

sularında yüzebilseydi. Benim çocuğum hayatında hiç balık tutmadı, bunu<br />

yapamadı… Biz pır pır motora biner, Boğaz’ın ortasında balık tutardık.<br />

Kentlilik bilinci çok yüksek Beşiktaş Bölgesi’nde. Bunu kültür<br />

merkezlerindeki, parklardaki etkinliklere katılımdan da<br />

görebiliyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?<br />

A.M: Ben tahmin ediyorum ki, işgücünün içinde de yüksek oranda yer alan<br />

bir kesim var. Aslında bu kentlilik bilinci yüksek olan kesimin Beşiktaş’ta olması<br />

orayı daha canlı kılıyor. Daha yaşanan bir alan haline getiriyor. Bundan<br />

yaklaşık 5-6 yıl kadar önce İstanbul Büyükşehir <strong>Belediyesi</strong>’nin “kentli<br />

olma bilinci”ne yönelik bir kamuoyu araştırmasını okumuştum. Adı; Kentim<br />

İstanbul’du. Kentte yaşayarak henüz Boğaz’ı görmemiş olanların oranı yanlış<br />

hatırlamıyorsam yüzde 8 ya da 10’du. Ama böyle bir gerçek var. Bu gerçekle<br />

mücadele etmenin yolu, kentlilik bilincinin artırılmasıyla olur. Bir insan yaşadığı<br />

kenti sahiplenmezse, göçtüğü yeri memleket olarak tanımlamışsa, kentle<br />

ilişkisinde tüketen bir tanımlama ortaya çıkıyor. Hor kullanan bir tavır ortaya<br />

çıkıyor, bugün olduğu gibi... Kamusal alanları daha nitelikli koruyabilmek için<br />

insanların önce yaşadığı yeri benimsemesi gerekiyor. Beşiktaş’ın bu konuda<br />

model bir bölge olduğunu düşünüyorum. Kentlilik bilinci ve kent yaşamına<br />

katılma oranı yüksek, kamusal alanları koruma ve geliştirme çabası yüksek.<br />

Bu model ürerse eğer, işte o zaman İstanbul’un bütün o zenginliğine, ihtişamına<br />

rağmen eriyen, yıpranan, pırıltısını yitiren yüzünden de kurtulmuş oluruz.<br />

Onun için Beşiktaş modelinin üretilmesi, türetilmesi, çoğaltılması gerektiğini<br />

düşünüyorum. Buradaki kentlilik bilinci yüksek, katılımı yüksek tavrın diğer<br />

bölgelere aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Öbür türlü biz bu kenti yitiriyor<br />

olacağız. Şehir, salt mekândan ibaret değil.<br />

Şehir, böyle baktığınızda da yaşayan bir organizma<br />

aslında değil mi?<br />

A.M: Evet, bu modelle buradaki kalıbı, örüntüyü çoğaltarak, yaygınlaştırarak<br />

bu olumsuz gidişle mücadele etmeliyiz. Kentini sahiplenememe, kendini bu-<br />

B+ SONBAHAR 77

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!