sözcüğü. Osmanlı Anadolu’ya “Memamilki Rum” derdi.Selçuklu zamanında Ahi teşkilatının bir kadın örgütüvardı ve adı Anadolu kadınları anlamında “Baciyan-ı Rum”idi yani Rum bacıları. Mevlana’ın adı Mevlana CelalettinRumi’dir. Şeyh Bedrettin de Şeyh Bedrettin Rumi’dir.Annesi Hıristiyan idi. Orhan Gazi’nin üç eşi de Hıristiyan’dı.Holofiro Hatun , Yargihas Tekfurunun kızı, Asparça HatunBizans İmparatorunun kızı. Theodora Hatun var. I.Murat,II. Murat, II. Melmet’in eşleri de öyle. Kanuni SultanSüleyman kendi kimliğini bakın nasıl çoğul biçimde ifadeediyor “ Ben Bağdat’ın, Irak’ın şahı, Roma topraklarınınKayzeri ve Mısır’ın sultanı”. Anadolu Selçuklu beylikleride ilginçtir bu açıdan. Türk boyu olduğu halde Hıristiyanolanlar vardır.Şimdi artık “Ebru” konusuna girebiliriz. Osmanlı için,mozaik sanatı metaforu ile “mozaik toplum” denir,bununla çok etnisiteli, çok dinli, çok kültürlü sosyalyapı anlatılmak istenir. Yakın zamana dek ben de butanımlamayı doğru bulur ve kullanırdım. Ancak Anadolutarihi konusunda bilgim arttıkça, Anadolu kültürü vefelsefesi üstüne çalışmalarımı yoğunlaştırdıkça “mozaik”kavramının, doğru ama Anadolu’yu anlatmada yetersizolduğunu düşünmeye başlamıştım, fakat yerine daha iyi birtanım da koyamamıştım. Daha geçenlerde, bu yıl içindebir kitap daha doğrusu bir fotoğraf albümüyle tanıştım.Atilla Durak isimli bir fotoğraf sanatçımız Anadolu’yukarış karış dolaşarak Anadolu’nun etnik, dinsel ve kültürelyapısını fotoğraflamış. Enfes bir çalışma. Kitabın adını daEbru koymuş. İşte o zaman aradığımı bulmuştum, Anadolumozaik değil ebru idi. Kitapta da zaten bu anlatılıyordu.Bir sanat dalı olarak Ebru nedir, nasıl yapılır, mozaiksanatından farkı nedir?Mozaikte parçaların biçimi, rengi ayrı olsa da, herbir paçanın ayrı anlamı yani kimliği yoktur. Parçalarkimliklerini bütünden alırlar. Hangi resmin parçalarıolduğundan. Ayrıca bir parça, diğerinden keskin kenarlarlaayrılır. Ebru’ya gelince: Bu resim dalı konumuzu olağanüstübiçimde anlatır ve açıklar. Bu resimde ögeler hem birbirlerinekarışırlar hem ayrıdırlar. Bunu materyallerin yoğunluğusağlar. Ebru yoğunlaştırılmış su üstüne, katkı maddeleriyle(öd) yoğunlaştırılmış boyalarla yapılmış resimdir. Suyunyoğunlaştırılmış olması boyaların suya büsbütün karışıpyok olmasını önler. Boyaların yoğunluğu birbirlerinebüsbütün karışmalarını önler. Böylece renkler ve biçimlerbirbirlerine değdikleri noktalarda kendiliklerinden anarenklerin nüanslarını taşıyan yeni renkler oluştururlar.Böylece renk ve biçimler arasında bulutumsu bir geçiş olur.Zaten Ebru sözcük olarak bulut anlamındadır. Ressamlaresim arasındaki ilişkide de fark vardır. Resim, renk vebiçim olarak mozaikte olduğu gibi önceden hazırlanmışdeğildir. Müdahale edenle edilen arasında karşılıklıetkileşim, karşılıklı bağımlılık vardır.Böylece üç özellikten söz etmiş oldum: Yoğunluk,geçişkenlik ve etkileşim.Anadolu düşünce tarzına, dünyayı algılayışına, felsefesineBatı ve hatta uzak doğu felsefesinden farklılık kazandıranda bu üç özelliktir.Ebru resmindeki yoğunlaştırılmış su, Anadolu’nunyoğun tarihidir. Anadolu, büyük dinlerin, doğuşnoktaları farklı da olsa etkilerini gösterdikleri, başkadinlerle karşı karşıya geldikleri yerdir. Aynı şekilde büyükuygarlıkların kurulduğu ve etki altına aldığı topraklaryine bu coğrafyadadır. Batı’dan Uzak Doğuya giden İpekYolu da, Haçlı Seferleri de <strong>buradan</strong> geçmiştir. Yalnız ipek,yalnız baharat, yalnız silah taşınmamıştır, birlikte farklıuygarlıkların kültürleri, düşünceleri, algılama biçimleri,kavramları da taşınmıştır. Mutfaklara farklı damak tatları,mimariye farklı biçimler, müziğe yeni tınılar olarakkatılmışlardır. Bu yoğunluğa sonradan gelip katılan herbir inanç, kültür, uygarlık aynı zamanda Ebru’nun boyalarıolmuştur.Kısacası büyük diller, üç büyük din ve diğer inançlar,milletler, kavimler, kadim kültürler, uygarlıklar Anadolu’yagöçmüş, Anadolu’dan geçmiştir. Her bir unsurun büyüklüğü,derinliği, tarihten geliyor olmaları kendi ayrı kimliklerinikoruyabilmelerini getirmiş, daha baskın olanlar olsa bilehiç biri diğerini asimile edememiş, etkilemiş, etkilenmiş,eklemlenmiştir. Aynı zamanda birbirlerine değdiklerinoktalarda ortak renkler, nüanslar yaratmışlardır. Başkadeyişle, kavgalar, savaşlar olsa da Anadolu’da çok önemli birözellik doğmuştur: Birlikte yaşama kültürü. Ortak yaşamkültürü. Bunun adı Anadolu hümanizmasıdır. Bu hoşgörüortamı aynı zamanda “Heretizm”denilen, her bir dininresmi yorumu dışında özgürlükçü yorumlarını yaptıklarıiçin ülkelerinde dışlanan ve hatta öldürülen özgürlükçüdüşünceler de Anadolu’ya çekmiştir. Bu düşüncelerAnadolu düşünce ve felsefesini çok derinden etkilemiştir.Örneğin, Nazım Hikmet’in destanından tanıdığımız ŞeyhBedrettin de böyle bir felsefenin taşıyıcısı bir filozoftu.Anadolu düşüncesi Batı ve Uzak Doğu düşüncebiçimlerinden farklı olarak sentezci değil “senkristikçi” dir.Yani çok şeyi tek bir şeye indirgeyerek açıklamaz, eritmez,ama kendi düşünce tarzına ötekini ekler. Başka deyişlebağdaştırmacıdır.Şu çok sevdiğim deyişle bitireyim: Anadolu felsefesindeMutezile denilen akılcı bir felsefe/inanç akımı vardı, anadüşüncelerini şu sözle formüle ederler:“Tanrıyı aramak için yola çıktık insanı bulduk.”26
“Şarkılar aslında hep sizi söyler …”BİR KONSERİN ARDINDANBazen güne henüz başlamışken bulurlar sizi. Uyanır uyanmaz bir tanesi takılıverir dilinize. İllaki sevmeniz degerekmez hani. Karşılıksız bir aşkın pervasızlığıyla size yazılırlar ve isteseniz de istemeseniz de kayıtsız kalamazsınızonlara. Çünkü çağırmıştır bir kere ve siz yanıtsız bırakamazsınız bu daveti.Aslında kırmızı mumlu davetiyesi olanları da farklı değildir ki! Onlara da sarılıveririz eski bir dost gibi.Onlar hayatın her yerindedir. Doğumda da onlar vardır, ölümde de. Aşkın orta yerinde de yaşarlar, terk edilmişliğintüm ıssızlığında da. İnsan kendinden olandan vazgeçebilir mi ki? O yüzdendir yüzyıllardır süren bu birliktelik. Çünküşarkılar aslında hep bizi söyler. Ne büyük yanılsamadır ki biz onları söylediğimizi sanırız sadece.Ama o bizi söyleyen şarkıları da birilerinin söylemesi gerekir ki bu sarmal döngü sürüp gitsin.“Şarkı söylemek isteyen Mülkiyeliler aranıyor” diye yola çıkışımız henüz dün gibi gelirken Mülkiyeliler Birliğiİzmir Şubesi Türk Sanat Müziği Korosu 9. konserini verdi 9 Ocak <strong>2009</strong> günü Konak Belediyesi Dr. Selahattin AkçiçekKültür Merkezi’nde.Sonsuzluğa bıraktığımız 27 güzel şarkımız vardı o gece içinden biz geçen. Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet geldigözümüzün önüne “Senede Bir Gün” derken, Avni Anıl’ın o müthiş bestesinde geçen “Bahtiyar Martılar”ı hayal ettik vemerak ettik o küçük gagalarıyla nasıl gülümserler acaba diye. Kimi konuklarımız bir yandan düşüncelere daldılar “Gözgöze gelmek istemem” dedikleri eski sevdalarını anımsarken ve fark ettiler ki aslında her seferinde “Unutamam Seni” diyefısıldadığını içlerinde saklambaç oynayan bir gizin.Aslında pek çok açıdan farklı ve bir o kadar da güzel bir akşamdı yaşanan.Çünkü koromuzun bu konserinin de daha öncekiler gibi özel bir amacı da vardı. O gece şarkılar, kimsenin nekendisinde ne de yakınlarında karşılaşmak istediği bir rahatsızlık olan şizofreniye dikkat çekmek ve şizofreni hastalarınınhayatla bağlantılarını koparmamaları için olmazsa olmazları konumundaki ilaç tedavilerine katkı sağlamayı amaçlayanŞizofreni Dayanışma Derneği’nin yararına söylendi. İzmir Şizofreni Dayanışma Derneği Başkanı Nilgün Durnatarafından da Şube Başkanımız Prof. Dr. Hüsnü Erkan’a plaket sunularak sağlanan katkı için teşekkür edildi.Koromuz açısından ise konseri özel ve önemli kılan, rahatsızlığı nedeniyle koronun şefliğinden ayrılmakdurumunda kalan Nursal Ünsal Birtek’in ardından yeni şefimiz Udî Gürkan Öztürk yönetiminde verilen ilk konseroluşuydu. Hocamız o gece müthiş bir enerjiyle, olağanüstü bir coşkuyla yönetti hem sazları hem de bizleri. Müthiş sabrı,yeteneği ve müzik bilgisiyle bizler için bir kazanç olduğunu bildiğimiz hocamıza ne kadar teşekkür etsek az.Kendi penceremden bakacak olursam eğer benim için gerçekten çok daha farklı ve önemliydi aslında 9 Ocakgecesi. Çünkü benim bu koro içerisinde yer almamda da, o gece o sahnede “Canımın Ta İçisin” sen diye söylemeyeçalıştığım o şarkının ruhunda da aynı şey vardı. Benim için de kocaman bir ilkti aslında. Bana şarkıların ruhunu görmeyiöğreten ve günlerimi müzikle dolduran bir ehl-i dil için söylemek amacıyla oradaydım ben. Benim mavi kalpli prensesim,dostum, kardeşim Şair Avukat Ela Kurt beni bırakıp sonsuzluğa gittiğinden ve müziğini oralarda Selahattin İçli veAvni Anıl Beyefendilerle paylaştığından beri, içine düştüğüm eksikliği gidermenin bildiğim ilk yolu şarkı söylemekti.Söylemezsem olmayacaktı. Duyduğum her güzel sözü onun için de kabul ettim o gece. Beğenildiyse ne mutlu bana !Sahneden baktığımızdaysa güzel ve keyifli yüzler vardı karşımızda. Heyecanlı ve amatör seslerin peşine düştüklerişarkılarla açıldıkları denizleri keşfetmek isteyen ve aynı duyguların izini süren yüreklerdi onlar, sahneden yolladığımızalkışları hak eden. Bütün zarafetleriyle bizi destekleyen, dinleyen ve yanımızda olan herkese binlerce teşekkür gönderiyoruztüm kalbimizle. Bir teşekkür de emeklerinden dolayı koro sorumlumuz Sami Susurluk’a.Aslında bu satırları aynı duygularda buluşup aynı şarkıları paylaştığım ve birlikte olmaktan onur duyduğum koroarkadaşlarım adına da yazıyorum sizlere. Açık yüreklilikle ifade etmek isterim ki onlarla çalışmak, bir şeyler üretmekgerçekten çok güzel.Şeyda ARIKAN ÇINARLI27