10.07.2015 Views

Mülkiyeliler Birliği E-Bülten 2009-1-2 sayısını buradan indirebilirsiniz.

Mülkiyeliler Birliği E-Bülten 2009-1-2 sayısını buradan indirebilirsiniz.

Mülkiyeliler Birliği E-Bülten 2009-1-2 sayısını buradan indirebilirsiniz.

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

OCAK-ŞUBATSAYI <strong>2009</strong> 1-2kriz ve savaş:işsizlik, açlık, ölümkapımızı çalıyorpanel: Gözleriyle Filistinşubelerden:izmir Şubesi Etkinliklerikonuk yazarlar:Meksika izlenimleri1


mülkiye’denYeni bir sayıyla merhaba,150. Yılımıza girmiş ve de ilk birbuçuk ayınıgeride bırakmış bulunuyoruz. Program ve planlamaçalışmaları geçtiğimiz yıldan beri heyecan ve coşkuiçinde devam eden 150. Yıl kutlama etkinlikleri, yılboyunca devam edecek. Okulumuzda, BirliğimizGenel Merkezinde ve şubelerimizde çok çeşitli vecamiamıza yakışır etkinlikler düzenlenecek.Bu etkinliklerle ilgili internet ana sayfalarımızdaya da şubelerimize ait internet sayfalarında bilgilerbulabilirsiniz. Biz de, gerek bu etkinliklerden programıbelli olanları mümkün olduğunca önceden duyurmak,gerekse de yapılan güzel işleri camiamızla paylaşmakiçin bültenimize taşımaya gayret edeceğiz. Bunedenle de yine sizlerin desteğine ihtiyacımız olacak.Tüm şubelerimizden, gerek yapılacak etkinliklerinduyurusu, gerekse de yapılan etkinliklerle ilgili kısabilgilendirme yazılarını bekliyoruz.Ülkemizde yapılacak yerel seçimlere çok az bir sürekaldı. Asıl yapılması gereken insana ve toplumasaygılı, her durumdaki insanın rahatça kent yaşamınanasıl katılabileceği, yaratılan rantın birilerinin cebinedeğil de sosyal projelere ve kentlerin insani standartlarauygun olarak geliştirilmesine gideceğini vs. içeren,akademik yanı da olan bir program ortaya koymak veseçimden hiç değilse 1 yıl önce belirlenecek adaylarlabu program ve projeleri insanlara anlatmak olmalıydı.Oysa görüyoruz ki kendisine sosyal demokrat diyenpartiler bile böyle zahmetli bir çabaya girmediler.Bütün partiler daha yararlı olacak değil seçilmeihtimali olduğunu düşündükleri adayları son dakikadaaçıklayıp, bu insanları da çoğunu hazırlıksız biçimdekamuoyunun önüne gönderdiler. Bu adaylardanbir kısmı son derece değerli kişiler olsa da yerelyönetim anlayışı böyle olmamalı. Bu sayımızda yerelseçimlerle ilgili de yazılar bulacaksınız. Geleceksayıda yayınlanmak üzere yeni yazılar da bekliyoruz.1.300’den fazla Filistinli öldürüldü. Bu saldırılardaHamas vb örgütlerin rolü, Hamas vb örgütlerin niteliğive üzerlerindeki çeşitli şaibeler, İsrail’in kendinisavunma refleksi ya da problemin tarihsel arka planıgibi konular elbette tartışılmalıdır ve ciddiyetle elealınmalıdır. Fakat her savaşın en ağır bedeli ödettiğive yaşamlarını daha güvensiz hale getirdiği çocuklar,kadınlar, yaşlılar ve bedensel engellilerin yaşadığıinsani dram bana göre her şeyden önce geliyor.İnsanlık tarihi, maalesef, insanın insana ve doğayauyguladığı vahşetin de tarihidir ve bu vahşet insanınkendi sonunu da hazırlıyor.Ülkemizde krizin etkileri günlük yaşamda artık iyideniyiye hissedilmeye başladıysa da, konuyla ilgiliuzmanların söylediği henüz daha krizin başlarındaolduğumuz. İstatistikler 2008’in son çeyreğindeyaklaşık 550.000 (beşyüzellibin) kayıtlı çalışanınişsizler ordusuna katıldığını gösteriyor. Bu durumunçalışanlar üzerinde yarattığı baskıyı vs. dile getirmeyebile gerek yok. Herkes biliyor ki, ülkede çalışanlarınbüyük çoğunluğu kayıt dışıdır ve krizde ilk gözdençıkarılacaklar da bunlardır. Demek ki sadece işsizlikleilgili veriler bile gerçeği tam yansıtmıyor. Bu krizinaslında kapitalizmin krizi olduğunu ve sürekli olarakyineleneceğini bilsek de, en azından şu aşamada güçlübir “alternatif” in eksikliğinin herkes farkında.Bültenimizle ilgili oldukça iyi eleştiriler alıyoruz.Arkadaşlarımızdan gelen katkılardan da memnunuz.Bunlar, bize, doğru ve iyi şeyler yaptığımızıdüşündürüyor. Elbette önemli olan güzel şeyleri ortayakoymak kadar bunun sürekliliğini de sağlayabilmektir.Bunun için sizlerin katkılarının da sürekliliğinibekliyoruz.Yeni sayıda buluşmak dileğiyle.A.Raif FALCIOĞLUGeçen ayın en önemli gündemi İsrail’in Gazze’yedüzenlediği yeni saldırı idi. Bu sayımızda Filistinkonusuna da yer ayırdık. Çeşitli saldırılarınsorumlusu Hamas gibi dinci örgütleri hedef aldığınıiddia eden İsrail, 27 Aralık 2008’de, Gazze’ye büyükbir operasyon başlattı ve kelimenin tam anlamıyla“yerlebir” etti. Bu saldırılarda, çoğu da sivil veçocuklardan oluşmak üzere, açıklanan rakamlarla3


DANIŞMA KURULU TOPLANTISIKasım ayında yapılan toplantıda, Mülkiye SitesiMerkez Binası ile ilgili gelişmeler ve hazırlanan avan(ön) proje ile şartnameye ilişkin taslaklar değerlendirmişve üyelerce önerilen uzman kişilerden bir komisyonoluşturularak bu komisyona ihale süreciyle ilgilimetinlerin hazırlanması görevi verilmişti.O toplantı sonunda alınan karara uygun olarak vekomisyonca hazırlanan ilgili metinleri değerlendirmeküzere Danışma Kurulu (Ortak Kurullar) Toplantısı,Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi’nde 08 Şubat<strong>2009</strong> pazar günü yapılmıştır.Toplantıda Genel Başkan Ali ÇOLAK ve danışmakuruluna davetli, ilgili kurullarda görevli üyelerinbüyük çoğunluğu hazır bulunmuştur.Toplantının başlangıcında Genel Başkan AliÇOLAK çalışma sürecine ilişkin kısa bir bilgilendirmekonuşması yaparak, sözü, metinleri hazırlayankomisyona verdi. Komisyon üyeleri adına yapılankonuşmalarda metinler hazırlanırken nasıl bir çalışmayapıldığı, metinlerin ruhu ve mantığı ile ilgili bilgilerverildi.Daha sonra üyelerin konuşmalarına geçildi vekomisyonca hazırlanan ilgili metinler sırasıyla ve ayrıayrı değerlendirildi.Söz alan kurul üyeleri, metinlerin içeriği ya da şekliile ilgili görüşlerini belirterek, eksik bırakılmış ya dadüzeltilmesi gereken, yeterince net ifade edilmemişya da yanlış anlaşılmaya neden olacak noktaları ifadeettiler. Bir üye de, Türkiye de yaşanan bazı olumsuzörnekleri aktararak yap – işlet – devret modelininsakıncalarından bahsetti.Komisyon üyeleri ya da Genel Başkan Ali Çolakkonuşmalar sırasında ihtiyaç doğdukça gerekliaçıklamaları yaparak konuya açıklık getirdiler ya dametinlerin son hale getirilmesinde dikkate almaküzere gelen önerileri not aldılar.Yapılan oturumda, oldukça ayrıntılı bir şekildeincelenen metinler, birlik, vakıf ve camianın çıkarlarınıkoruma adına daha eksiksiz bir hale getirilmeyeçalışıldı.Komisyon, toplantıda yapılan önerilere uygunolarak metinlerde gerekli değişiklikleri yapmak üzereçalışmalarına devam edecek.Gerekli görülürse yeniden ortak kurulları toplamakararı alınarak toplantı sona erdirildi.


Mülkiyeliler Birliği’nin Bir Başka Çınarı:Hikmet ÖZÇINARBahri ÖKTEMYanda fotoğrafı var. Tanıdınız değil mi?Ben, mülkiyeli oldum olalı kendisini tanıdığım,çalışkan, sevecen insan… Mülkiyeli kadar Mülkiyeli;Mülkiyeli kadar Arapkir’li bir insan Hikmet Özçınar.Onu ya Mülkiyeliler Birliğinin katlarında, bahçesindegörürsününüz, ya da ne bileyim, nerede mülkiyeli varsaküçücük bir katkı sağlamak için elinde çantası ile gezerdurur bakanlıkların koridorlarında. Buna özveri, bu nefedakarlık…Hikmet Özçınar, hala görevinde MülkiyelilerBirliğinde ve ilerlemiş yaşına rağmen aynı gayret veazimle çalışıyor, Mülkiye için, Mülkiyeliler için.Ayhan ağabeyin evlatlarından biri, o da MülkiyelilerBirliğinin diğer çalışanları gibi. Ayhan ağabeye songörevini yaparken, gözlerinde akan yaşlarda gizliydiO’na olan sevgisi ve saygısı.Bilenlere anlatmaya gerek yok sevgili Hikmetağabeyi ama bilmeyenler için Mülkiye Bülteninin1992 yılı Haziran ayı sayısından aldım aşağıdakisatırları. Okuyalım hep beraber bakalım kimmişHikmet Özçınar.“… 1965 yılında askerlik görevimi tamamladığımsıralarda, o zaman Siyasal Bilgiler Fakültesi YurtDaire Amiri olan Mehmet Çavuş aracılığıylaMülkiyeliler Birliği Yönetim kurulu Üyesi ÇalışmaBakanlığı Mütercimi Ertuğrul Baydar ile tanıştım.Kendileri bana Birliğin büro işlerinin düzenlenmesi,üye aidatlarının toplanması işini teklif ettiler. Bende kabul ederek 18.03. 1965 tarihinde AdakaleSokak 20 numaradaki eski kiralık binada görevebaşladım. Burada benden iki yıl önce başlamış olanemekli binbaşı Halis Aytekin ile tanıştım. Ve sekizyıl birlikte çalıştım. Bu eski binadan onbeş gün sonrabugün bulunduğumuz, Konur Sokak 1 numaradakibinaya taşındık. Bina onarımdan geçirilerek giriş katılokanta, iki katı oturma ve yönetim odası, ikinci katıoyun salonu ve üçüncü katı oniki yataklı misafirhaneolarak yeniden düzenlendi. O günlerde Birlik BaşkanıSırrı Kırçalı idi. Ayhan Açıkalın ikinci başkan, YılmazErgenekon Genel Sekredter, Beycan Tavus ise Saymanolarak görev almışlardı. Üyeler ise Ertuğrul Baydar,Fikret Alkış ve Neylan Teker’den oluşuyordu. Bu ekipyeni alınan bu binanın finansmanı için bir kampanyabaşlattılar. Bu kampanya her biri 2.5 TL olan EşyaPiyangosu Bilet satışı şeklindeydi. Bu biletler Vali veKaymakamlar eliyle tüm yurt çapında yaygınlaştırıldı.Böylece bu binanın borcu iki yıl gibi bir süredeödenmiş oldu. Daha sonra yönetim değişikliği oldu.Genel Başkanlığa Ayhan Açıkalın getirildi. Açıklalınyeni bir “Mülkiye sitesi Projesi” başlattı. Bu proje ilebugün otel olan Yüksel Caddesindeki 12 numaralıbina ile ilk taşındığımız binanın bitişiğindeki KonurSokak 3 numaralı binanın satın alınması çalışmalarıbaşlatılmış oldu. Bu yeni binaların finansmanı da aidatve bağışlar dışında yeni bir eşya piyangosu ile sağlandıile sağlandı. Yeni binaların katılımıyla tekrar bir içdüzenlemeye gidildi.İlk çalışmaya başladığım yıllarda, binalarla ilgiliçalışmaların yanında, tüm kamu ve özel sektördeçalışan mezunları saptama ve üye kaydetme işleriniüstlendim. O günlerde üye sayısı 700, 800 civarında,üye aidatı ise 1,-TL idi. Bu çalışmalarla üye sayısınıartırarak ayda 1400.TL aidat ve bağış topladım. Bununüzerine o zamanki başkan Sırrı Kırcalı “tam istediğizadam “ diyerek beni kutladı.Proje kapsamındaki piyango çalışmaları sürerkenbir yandan da gelir elde etmek, üyeler arasındaki5


dayanışmayı sağlamak için her yıl tekrarlanangeleneksel 4 Aralık balolarının organizasyonu ve biletsatış ile ilgilendim. İlk balo şu anda THY binası olan ozamanki Gar Gazinosunda yapıldı. O baloda eski yeniöğrenciler arasındaki sıcak ve samimi ilişkiler, yakınlıkve yardımseverlik beni çok etkiledi ve duygulandırdı.Kendimi bu camiaya daha yakın hissederek ailemgibi görmeye başladım. Öyle ki bundan sonrakiçalışmalarımda hiçbir zaman saate bağlı kalmayıp,gece gündüz demeden çalıştım. Aynı ilgi ve sevgiyiülke yönetiminde en büyük makamdan en küçükmakama kadar yer almış Mülkiyelilerden gördüm. Busayede 700, 800 olan üye sayısı bugün 7000’i aşmışbulunuyor.22 yılık çalışma yaşamında hiç unutmadığım biranımı sizinle paylaşmak isterim. 1977-1978 yıllarındaüç ayda bir yayınlanan Mülkiyeliler Birliği Dergisindeçeşitli makale ve haberlerin yanında vefatlara da yerveriliyordu. O sıralarda İş Bankası’nda Teftiş KuruluBaşkanlığı yapmış ve emekli olan Yaşar Hayri Aktan’ınvefatını öğrendik. Ben İller Bankasına giderek dergideyayınlanmak üzere bir fotoğrafını buldum. Vefatınıdergide yayınladık. Dergimizin dağıtımı tüm üyelereyapıldı( o zaman dergi üyelerimize ücretsiz olarakdağıtılırdı). Derginin yayınlanmasından üç ay gibi birsüre sonra bir gün Yaşar Hayri Bey elinde dergiyleBirliğe geldi. Hepimiz şok olduk. “ Oğlum Kuş Ayhanne yaptınız yahu? Beni öldürdün ama mezardançıktım, işte karşındayım” diyerek Başkan Açıkalın’açattı, sonrada sarılıp kucaklaştılar. Üzüntümüz o anadautanca ve sevince dönüştü. Çok sevdiğimiz bir üyemizüç ay sonraki dergide yeniden hayata döndürdük.Görev yaptığımız süre içinde Sırrı Kırcalı, AyhanAçıkalın, Güngör Aydın, Cevat Geray, Alper Aktan,Alpaslan Işıklı başkanlığında çeşitli yönetimlerleçalıştım. Mülkiyeli camiasının en eski mezunlarındanen yeni mezunlarına kadar tanıştım, görüştüm.Onların duygularını paylaştım. Onlara özgü deyimleri,espirileri öğrendim, kendime düstur edindim. Enmutlu günlerinde düğünlerine, derneklerine katıldım.Vefatlarında son yolculuklarına uğurladım. Bu camiayıçok sevdim ve saydım. Çok nezih bir camia olduğunuyaşayarak gördüm, öğrendim. Mülkiyelilik ruhu banada geçti.Mülkiyeye her giren öğrenci dört senede mezunolurken ben 27 yıldır öğrenci olup hala mezunolamadım. SINIFTA KALDIM.”İşte böyle arkadaşlar; MülkiyelileştirdiklerimizdenHikmet Özçınar ve onun yaşadığı döneme ilişkinMülkiyeliler Birliğinin tarihinden bir kesit. Buröportajı yapan Mülkiye Bülteni editörü ne demişbakın: “… Sevgili Hikmet ağabey, bizler MülkiyelilerBirliğine ilk adım attığımızda seni gördük ve tanıdık.Biz seni çok sevdik ve saydık. Daha çok uzun yıllarbirlikte olmak ve Mülkiyelilik ruhunu paylaşmakdileği ile çok teşekkür ediyoruz.”Hikmet Özçınar hala görevde sevgili Bilay’lılar, busatırların yazıldığı tarihte meslek hayatının 42. Yılınıyaşıyor. Alpaslan ağabeyin başkanlık dönemindensonra Arslan Kaya, Alper Aktan, Fisun ÇiçekoğluOralp, Mehmet Kesimoğlu ve Ali Çolak başkanlarlagörev yaptı ve daha da yapacak.Sağ olasın Hikmet Ağabey biz Bilay’lılar gerçektenseni çok seviyoruz.Ankara, 25.05.2007Bu yazı bilayvakfı.org.tr adresinden alınmıştır.6


Mülkiyeliler Birliği ve Mülkiye Spor Vakfı’nın birlikte düzenlediği “Ayhan Açıkalın, FazılKafadar ve Kamil Erdeha’yı anma toplantısı 11 Şubat <strong>2009</strong> çarşamba günü birliğin konferanssalonunda gerçekleştirildi. Prof. Dr. Gencay Şaylan, Prof. Dr. Metin Kazancı ve Savaş Sönmezinkonuşmacı olarak katıldığı anma toplantısına çok sayıda Mülkiyeli katıldı. Mülkiyeliler Birliğive Mülkiye Sporun kurumsallaşmasında değerli emekleri olan Ayhan Açıkalın, Fazıl Kafadarve Kamil Ederha’nın Mülkiye camiasınca unutulmadıklarını, gelecek kuşaklara da aktarılmasıgerektiğini söylediler.7


Yeryüzü Nazım’a Şarkılar SöylüyorMülkiyeliler Birliği, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonunun 18 Şubat tarihinde saat19.00’da düzenleyeceği“Yeryüzü Nazım’a Şarkılar Söylüyor” etkinliğine şair Ahmet Telli ve Nazım Hikmet araştırmalarıyla tanıdığımızEmin karaca katlıyor. Etkinlik kapsamında yapılacak olan sinevizyon gösterisini AFSAD Mehmet özerToplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi Hazırlıyor. Nazım Hikmet fotoğraflarının yer aldığı bir sergive şiir dinletisini fotoğrafçı-şair Mehmet Özer gerçekleştirecek. Etkinlik genel merkez binamızın konferanssalonunda yapılacak. Üyelerimizin katılımını dileriz.8


mülkiye’de öğrenci olmakAjan S.A. Ağabey1958 yılında, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nibitirip, Siyasal Bilgiler Fakültesine girdiğimde,onyedi yaşındaydım ve daha önce Ankara’yı hiçgörmemiştim.Lise arkadaşlarımdan, bu sınavı kazanan kimseolmadığından, ilk günler çok yalnızlık çektim.İçlerinden birisi KarşıkayaOrta Okulu’ndan sınıfarkadaşım çıkmaz mı?Demek ki onunla, sonradanhiç kesintiye uğramayanarkadaşlığımız şimdi kırkaltıyılını dolduruyor. Diğerleriise kırk yıl oldu.İzmir’den gelenlerinçoğunluğunu oluşturan,Atatürk Lisesi mezunları,kendilerini herkesten üstüngörürlerdi ve doğallıklakanıtlamayı amaçlayan,okumaya öğrenmeyeyönlendirici, oluımlu biryarış.Bu yarış sanırım, hepimizinbilgi-kültür düzeyini, okul ve ortalamasının bileüzerine çıkarttı. Başlangıçta, orkestra çalgılarınınakort seslerini, “uvertür” sananlarımız bile, özellikleDil Tarih Coğrafya Fakültesi salonundaki, klasikmüzik konserlerini kaçırmaz oldu.Adı, “Siyasal” kelimesi ile başlayan bir okulda,mümkün müdür politika dışı kalmak? Hayırmümkün değildir. Daha ilk günlerden kendimizidoğal Cumhurbaşkanı adayı gibi görenlerimiz pekçoktu. Okul arkadaşlarımızın nerdeyse tamamı,sonradan başka siyasi çizgilere geçmiş bile olsalar,Mülkiye’nin^geleneksel çizgisi olan, Atatürkçü vedevletçi düşünceyi veya onun biraz daha solundasayılabilecek görüşleri benimsemişlerdi ve Mülkiye,solcu okul sayılırdı.O günlerde, solcu sayılanlar, mutlaka izlendiklerinidüşünürlerdi.Gerçekten, ders yıllarının daha ilk günlerinde , üstsınıflardaki ağabeylerimiz beni de üçüncü sınıftakibaşka ağabeyimize karşı uyardılar. Adı S.A. olanağabeyimi, bizleri izlemeklegörevliymiş. Görevi hemenbitmesin diye, sınıf geçmesine,kolay izin verilmezmiş. Yedi yıllıköğrenciliği sonunda , ancak üçüncüsınıfa gelebilmiş.S.A. ağabey yaşı otuza yakın,orta boylu, seyrek kumral saçlı, inceçerçeveli gözlük kullanan, soğuk vetitiz görünüşlü birisiydi. Kuşkusuz,hakkında söylenenleri bilir amaaldırmazdı.Önceleri, epey korkmama karşın,dost olmakta gecikmedik, Çünküikimiz de geceleri geç yatmayıve satranç oynamayı seviyorduk.S.A.’nın ajanlığına aldırmayan,birkaç satranç severle birliktesatranç başında sabahlar olduk. En iyimiz S.A.ağabeydi ve ben onu arada bir de olsa yenebilmişolmayı hala övünç sayarım.Sanırım gerçekten de ajandı. Ama S.A. ağabeyinizlemekte görevli olduğu bizler, sonradan ya kaymakamolduk ya müfettiş. Genel müdür, vali, müsteşar, hattabakan olduk.Yoksa, S.A. ağabeyim, görevini yapmadı mıdersiniz?Erdinç GÖNENÇGazete Ege, 9 Mart 1998*İZMİR’İM II kitabından alınmıştır.9


Münir Raif GüneyMülkiyeli Oluyorum:1946 yılı Haziran ayında Erzurum Lisesi edebiyatşubesinden mezun oldum. Daha önceleri askeri okulagitmeyi düşünürken, lisenin ikinci sınıfından itibarenSBO “Mülkiye” ye girmeyi ideal edindim. Babamın devletmemuriyeti nedeniyle, bucak, ilçe yönetimi ve kamuhizmetleri hakkında izlenimlerim vardı. Birkaç yıl bucakmüdürlüğü ve kısa sürelerle kaymakam vekilliği yaptığınıda anlatırdı. O tarihlerde bucaklarda okul olmadığındanEruh ilçesine Nüfus Memuru olarak tayinini yaptırmıştı.Eruh’tan sonra Beytüşşebap’a geldik. İlçe kaymakamı,sonradan vali olan rahmetli Kazım Atakul idi. O küçükyerde, bayramlarda frak ve silindir şapka giyer, elinde gümüşbastonuyla irticalen nutuklar söylerdi. Biz öğrencilerdehayran hayran izlerdik…(Mülkiye’de o devirlerde son sınıföğrencilerine frak verildiğini, ata binmenin öğretildiğinisonraki yıllar öğrendim.)Liseden mezun olduğumuz yıllarda, Fakülte ve yüksekokullara giriş sınavı yapılmazdı. Lise bitirme sınavlarındabaşarılı olmak, lise mezunlarına tanınan haklar için yeterliidi. Yüksek öğrenim yapabilmek için, yine liselerde yapılan“olgunluk sınav”ında da başarılı olmak ve diplomayı daalmak zorunluydu. Genel durum böyle olmakla beraber,bunun iki istisnası vardı. İstanbul Teknik üniversitesi,Ankara Siyasal Bilgiler okulu. Her iki kurumda açtıklarısınavlarda başarılı olan adayları alıyorlardı.Her iki diplomam, bu iki kırım dışında tüm fakülte veyüksek okullara girmeye hak veriyordu. Ankara HukukFakültesi bursunu kazanmıştım. Askeri Hukuk da kayıtişlemine başlamıştı. Ama büyük idealim Mülkiye’ye girmekve idareci olmaktı. Okul şanlı tarihiyle ünlü ve o günküdurumuyla da çok mümtaz ve cazipti. Bu nedenle yüzlerceaday sınavlara başvuruyordu. Ne var ki, sınavlar oldukçaçetindi. Aile içinde eğitimle ilgili dayım, “ Münir o okulamilletvekilleri ve ileri gelenlerin çocukları alınıyor, iyisimisen tıbbiye veya hukuka yazıl…” Dayı bey dedim, bizimmilletvekilimiz yok ama Allah büyüktür.Sınavlar için aday kaydımı yaptırırken, pencerelerinikenarlarını ateş çiçeklerinin süslediği mermer sütunlubüyük salonun, kitaplığın, dersliklerin kısacası tüm okulungörkemli havası altında büyülendim. Çok sayıda aday kaydınıyaptırmaktaydı. Bir bölümü benim gibi taşradan mezunolan mütevazi adaylar… Bir bölümü de koltukların altındakalın kitaplar taşıyan kolej veya büyükşehir liselerindenmezunlar… Güzel giysililer, şapkalılar hatta pipo içenler.Bunlar arasında sınav nasıl kazanacaktık? Azmimiz,ideallerimiz vardı. Erzurum lisesinde öğretmenlerimiztarafından çok iyi yetiştirilmiştik. Örneğin 1946 yılında96 mezun arasından TBMM Başkanı, 4 bakan, 3 vali, 12profesör, doçent ve öğretim üyesi, 27 yüksek mühendis, 16tıp doktoru, 19 hukukçu ve diğer arkadaşların tümü çeşitlimeslek sahibi oldular.Ankara ve İstanbul’da açılan Mülkiye giriş sınavlarınayüzlerce aday katıldı. Sınav sonuçlarını Ankara AtatürkLisesi’nde bir heyet değerlendiriyordu. O yıl okula 100yatılı olmak üzere 150 öğrenci alınacaktı. Sonuçlar ilanedildiğinde yatılı kazanan 100 öğrenci arasında olduğumuöğrenince büyük bir sevinç duydum. “Mülkiyeli olmak”elbette çok gurur verici ve imrendirici bir mazhariyetti.Hatırlıyorum, sevincimizi paylaşması için Harbiye’deokuyan ağabeyime müjdeyi vermek için sınavı kazananve orta okuldan sınıf arkadaşım olan Fuat Bilgin’le yolaçıktık. Otobüs ya da dolmuş bulamadık. Sıhhiye’ye kadaryürüdük. Sıhhiye’de ara ç bulamayınca Kızılay’a oradanda Harb okuluna kadar yürüdük. İşte Mülkiye sınavlarınıkazanmanın sevinci!!Okulumuz –“Ocağımız”:Hemen okul kaydını yaptırdım, birinci sınıf öğrencisioldum. Artık Mülkiyeliydim. İlk iş bir okul rozeti alıpparlatarak yakama takmak oldu. Yatılı okulumuzda hersınıfın yatakhanesi ayrıydı. Dershaneden ayrı etüd --“çalışma”- odaları vardı. Keza, yemekhanede de her sınıfınyeri ayrıydı. Yemek masaları dört kişilik ve örtüleri beyazdı.10


Yemekhaneye, yemekler mutfaktan küçük asansörletaşınırdı. Her öğünde üç çeşit yemek olur, turfandasebzelere de yer verilirdi. Bazı günlerin özel menüleriolurdu. Mesela Perşembe günleri mercimek unu çorbası,kinci yemek garnili uskumru balığı ve sonra tahin helvası.İkinci Dünya Savaşı sırasında yatılı okuduğumuz lisedeçay verilmez onun yerine sabahları yalnız siyah mercimekçorbası, diğer öğünlerde de çoğu kez kapuska veya patatesyemeği olurdu. Ekmek karneyleydi. Tabii, Allah devletezeval vermesin, böylece lisede okuyabildik. Bundan sonraMülkiyede yatılı olmak, “beş yıldızlı otelde yaşamak” gibigeldi. Demek istediğim o ki, rahat öğrenim yapmak içinher türlü ortamımız fazlası1yla vardı.Sınıflarımız ferah, etüd odalarımız rahattı. Dershanelerde,etüd odalarında ve yemek hanelerde, sene başında kimnerede oturmuşsa, ders yılı sonuna kadar aynı yerde oturdu.O zamana göre oldukça zengin bir kitaplığımız vardı. Ayrıcabelli başlı yayınların bulunduğu “gazete odamız” ve salondatarihi büyük bir radyo mevcuttu. Yorgun radyo bazen susar,arkadaşlar birkaç kez sallayarak tekrar seslendirirdi.Okulda revir, berber, terzi, çamaşırhane ve ütü odası vardı.Her öğrencinin yılda bir elbiselik kumaş hakkı vardı. İlkyıllarımızda gözlük alımına, ayakkabı pençesi yaptırmayayardım edilirdi. Son sınıf öğrencilerden bir heyetin yönettiğitüketim kooperatifinden bazı ihtiyaçlarımızı kolaycasağlardık. Okulda jimnastik dersi olmadığı halde çok güzelbir kapalı salon vardı. O tarihlerde Ankara’da yalnız üç yerböyle salona sahipti. Mülkiye’de basketbolun gelenekselbir spor dalı olmasında, şampiyonluklar kazanmasında busalonun rolü büyüktü. Her öğrencinin bir ölçüde eli toplabuluşur, sınıflar arası müsabakalar yapılırdı. Okul takımımızoldukça ünlüydü. Büyük kulüplerin takımlarıyla rahatlıklabaşa çıkardı. Ama en büyük rakip Harbiye Spor’du.Harbiyeliler disiplinli çalışır, okuldan mezun olan başarıbasketbolcuları takım komutanı olarak okulda bırakırlardı.Mülkiye Sporun böyle şansı yoktu, mezun olan okuldanayrılırdı. Mülkiye-Harbiye maçlarının heyecanını unutmakmümkün değil.Okulumuza yeni başladığımız günlerdi. Bir gün akşamadoğru Talebe Cemiyeti Başkanının, birinci sınıfa “hoşgeldin” ziyaretine geleceği söylendi. Sınıfımızda toplandık.Başkan rahmetli İsmet Vardal’dı. Candan bir ağabey tavrı ileçok samimi bir şekilde bizleri kutladıktan sonra, Mülkiyeyi,Mülkiye geleneklerini anlatmaya başladı. Mülkiyeliliktekarşılıklı sevgi ve saygının, devamlı yardımlaşma vedayanışmanın, taşıdığımız onurlu rozetimizin itibarınıgözetmenin esas olduğunu söyledi. Mesela yolda birMülkiyeli büyüğümüzle karşılaştığımızda onu selamlama,düzgün ve kravatlı kıyafetle sokağa çıkma ve mutlakarozetimizi takma gibi geleneklerimizden bahsetti. Birarkadaşımız “ama ağabey, dedi, sizin yakanızda rozetinizyok?” Başkan” benim bugün acele işim vardı. Kravatsızçıktığımdan takmadım bak rozetim var..” diyerek ceketininyakasının arkasına iliştirdiği rozetini gösterdi. Gösterihoşumuza gitmişti. Başkanımız güçlü ve etkileyici birkonuşmacıydı. Mülkiyemizin sıcak havası bizi sarmayabaşlamıştı ve ilk günden bize gösterilen samimi ilgi çokmoral vericiydi.Okula başladığımızın birinci ayında, son sınıfların, birincisınıflar için gelenek haline getirdikleri “tanışma çayında”hazırlanan uzun masanın bir tarafında son sınıflar, diğertarafında biz birinci sınıflar karşılıklı olarak yer aldık. Pasta,çay ikramları esnasında genel bir iki konuşma yapıldı.Birimizde sınıfımız adına teşekkürlerimizi sundu. Bundansonra karşılıklı sohbet başladı. Her son sınıf öğrencisi,karşısındaki birinci sınıf öğrencisine okulu, hocalarımızı,sınav sistemini, gelecekteki beklentileri anlatıyordu. Vekarşımızda bulunan son sınıf öğrencisi, sene sonunakadar “ağabeyimiz” olur, okul ile ilgili tereddütlerimizdeve sorunlarımızda bizi aydınlatır, yardımcı olurdu. Benimkarşımdaki ağabey rahmetli Abdurahman Lami Gözen’di.Okulumuzun Sıcak Havası Bizi Sarıyor. “Mülkiyeliliğeİntibak Etmeye Çalışıyoruz:11


4 Aralık 1948 Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nünokulumuza teşriflerinde öğrencilerle.4 Haziran 1950 Veda yemeğimize katılan UlaştırmaBakanı Tevfik İleri ve hocalarımızla birlikte sınıfta.23 Mayıs 1949 Rahmetli hocamız Mesut Aslan’la14 Şubat 1950 Sömestr tatilinde İstanbul’adüzenlenen geziye katılan son sınıf öğrencilerindenbir grup, ceza hukuku hocamız Prof. Dr. BurhanKöni’nin başkanlığındaTaksim’deki Atatürk anıtınaçelenk koyduk13 Nisan 1949 Nisan 1947’den Nisan 1948 kadargörev alan talebe cemiyeti başkan ve üyeleri.Soldan Sağa, Hayrettin Demetoğlu, Ayhan Açıkalın(muhasip üye), Mustafa Güngör (sekreter üye),Kemal Şenol (başkan vekili), Adnan Bulak (başkan),Fikret Nazillioğlu (üye), Oral Karaosmanoğlu (üye),Aslan Başarır (üye), Münir Raif Güney(üye ve kültürkolu başkanı), Şevket Doğan (üye)4 Haziran 1950 14 Mayıs 1950 de iktidara gelen ve“geleneksel veda” yemeğimize katılan DP erkanı.TBMM Başkanı Refik Koraltan, Bakanlar İçişleriBakanı Rüknettin Nasuhioğlu, Ticaret Zühtü Velibeşe,Milli Eğitim Bakanı Avni Başman (arka sırada kırsaçlı) ile değerli idare hukuku hocamız Prof. Dr.İsmail Hakkı Göreli12


dosya: FilistinFİLİSTİN’DE NELER OLDU?Bu yazıda niyet, Filistin sorununa bir yaklaşımsunmak, çözüm üretmek ya da tarihsel/sosyalyanlarıyla çözümleme yapmak değil; yalnızca Filistin’deyaşananlara dair ve bilinenler ışığında çok kısa birtarih özeti yapmak ve bazı insani temel noktalarınaltını kabaca çizmektir.Cetvelle çizilen sınırlarBugün Ortadoğu ve Afrika haritasına bakan çoğukişi, cetvelle çizilmiş gibi sınırlarla birbirinden ayrılmışbirçok devletin varlığını görünce mutlaka şaşırmıştır.Gerçekte de sömürgeciler arası anlaşmalara göre çoğucetvelle çizilmiş olan bu sınırlar, bölge halklarınaatılmış kesiklerin yaralarını da temsil etmektedirler.Bu düzgün çizgiler, birçok ulus gibi, aslında bölgedenüfusu 200 milyonu geçen bir ulusu oluşturan Araphalkını da çok sayıda devlete bölmüştür. Bu manzara,sömürgeci sistemin, özellikle de İngiltere’nin, geridebıraktığı böl-yönet taktiğinin bir mirasıdır. Butaktikle sömürgeciler birçok yerde bölge halklarını dabirbirine düşürmüş ve birbirine düşman ederek güçsüzbırakmıştır. Bu şekilde ülkeleri bölünmüş ve birbirinedüşman edilmiş birçok ulus, emperyal bir dış gücünmüdahalesine sürekli açık bir şekilde yaşamaya devametmektedir.Yunanlıların eski İbranicedeki kıyı bölgesini belirtmekiçin kullandıkları Ken’an ülkesinin yeni adı olanFilistin, İslam’ın doğuşuna kadar İran, Mezopotamya,Grek, Mısır, Roma ve Makedonya devletleri arasındael değiştirdi. Halife Ebubekir zamanında Araplarageçen ülke yönetimi, Yavuz Sultan Selim zamanındaMercidabık zaferi sonrasında ise Osmanlıların elinegeçti (1516). Osmanlı devletinin gerilemeye başladığıdönemde bu bölgeler Mehmet Ali Paşa’nın oğluİbrahim Paşa komutasındaki bir ordu tarafından alındıve Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetimi altındakaldı. Fakat daha sonra tekrar Osmanlı yönetiminebağlanan Filistin, 1. Paylaşım savaşına kadar Osmanlıyönetiminde kaldı.Filistin topraklarının bulunduğu coğrafyanın bütündinlerde özel bir önemi ve yeri bulunmaktadır. Bu13


da birçok peygamberin orada yaşamış veya hayatınınbir bölümünü orada geçirmiş olmasından ve kutsalkitaplarda bu toprakların kutsal kılınmış olmasındankaynaklanmaktadır.Filistin sorununun önemli bir nedeni, bu topraklarıntarihteki bu rolü ve statüsünden ileri gelmektedir.Siyonizm Düşüncesi ve Filistin’de İsrail devletininkuruluşuÇeşitli dönemlerde yaşadıkları yerlerde baskıyauğrayan ve göç etmek zorunda bırakılan Yahudiler, 19.yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Fransa, İngiltere,Amerika gibi ülkelerde topluma entegre olmuşlarfakat Doğu Avrupa ve Rusya gibi ülkelerde baskılarauğruyorlardı. Siyonizmin ortaya çıkışı da bu dönemedenk düşmektedir. Yaşadıkları toplumlarda özellikleticareti ve parayı kontrol eden rolleriyle öne çıkanYahudi burjuvazisi, Siyonizm ile bağımsız bir burjuvadevlet ideolojisine kavuşuyordu. Yahudilerin binlerceyıl önce sürülmüş oldukları “vaat edilmiş topraklar”ageri dönmeleri ve tüm dünya Yahudilerinin tekbir devlet altında birleşmeleri fikri olan Siyonizm,soykırımların ve sürgünlerin artmasının ardındangiderek daha güçlü bir ideoloji haline geldi. Siyonizm,ilk etapta diasporadaki Yahudilerin durumununiyileştirilmesi ve geri dönüş fikrinden ibaretken“Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halkadevredin…” diyen Israel Zangwill Siyonist hareketingerçek tavrını açıkça ortaya koymaktadır.Avusturyalı bir Yahudi gazeteci olan Theodor Herzl,“Yahudi Devleti” fikrinin babası olarak bilinir. Herzl,1896’da yayınladığı Yahudi Devleti adlı kitabında,Yahudilerin kurtuluşunun ancak bir Yahudi devletikurmalarıyla mümkün olduğu fikrini ortaya atmıştır.Herzl, zamanın Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’eseslenerek “Yüce Sultan bize Filistin’i verdiği takdirdebiz de buna karşılık Türkiye’nin mali işlerini yolunakoyma görevini üstlenebiliriz. Orada barbarlara karşıileri karakol rolü oynayacak bir uygarlık kurmalıyız”diyordu. Fakat bu talep II. Abdülhamid’den yakınlıkve ilgi göremedi. Teodor Hertzl’in anılarında ifadeedildiğine göre, II. Abdülhamid, konuyla ilgili aracılıkyapan kişiye şu cevabı vermiştir: “Ben bir karış dahiolsa toprak satamam. Türk imparatorluğu bana aitdeğildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasınıveremem. Bırakalım yahudiler milyarlarını saklasınlar.Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlarFilistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnızbizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir bedenüzerinde otopsi yapılmasına müsaade edemem.”1897’de İsviçre’de toplanan ilk Siyonist kongrede,Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti kurmave bütün Yahudileri oraya toplama kararı alındı.1917’ye gelindiğinde Yahudi sayısı 20 binlerden 50binlere çıktı. Aynı dönemde Arapların sayısı 650 bincivarındaydı.İngiltere, 1. Paylaşım Savaşı’nda Osmanlıya karşıkendisini desteklemeleri karşılığında, Filistin dedahil Arap topraklarına bağımsızlık sözü verdi. Fakat1916’da Fransa ile İngiltere arasında imzalananSykes – Picot anlaşmaları, Arap topraklarının buiki emperyalist ülke arasında nasıl paylaştırılacağınıhükme bağladığı halde, Filistin, barındırdığı kutsalyerler nedeniyle özel bir statüye tâbi tutularakbağımsızlık tanınmadı. Anlaşmanın Filistin’le ilgilimaddesinde şöyle deniyordu: “Diğer ortakların veMekke şerifinin muvafakati alındıktan sonra Rusyaile de istişare yapılarak bu bölgede uluslararası biryönetim kurulsun.”Bu anlaşmalarda herhangi bir Yahudi devletininkurulması ise öngörülmüyordu. Ne var ki 1917 tarihliBalfour Deklerasyonuyla, İngiltere’nin Filistin’de birYahudi devletinin kurulması için çaba göstereceğiaçıklanıyor, böylece İngiltere, hem Araplara hem deYahudilere mavi boncuk dağıtıyordu.Savaşın ardından Filistin, İngiltere’nin egemenliğinegirdi. 1922’de Milletler Cemiyeti Filistin için “manda”statüsünü benimseyen bir karar çıkardı. Gerçekte bukarar, Filistin’in Yahudi vatanı olması lehineydi. FakatOsmanlı egemenliğindeyken Filistin’de Yahudi devletikurulmasına sıcak bakan İngiltere, bu topraklar kendiegemenliğine geçtiğinde tam tersi bir tutum takındı.1921’de ve 1929’da Filistin’de kışkırtılan Yahudi karşıtıayaklanmalarda hem Yahudi hem de çok sayıda Arapöldürüldü.İngiliz yönetiminin baskılarına ve devam edentoprak kayıplarına karşı Filistinliler, 1936 yılındabaşlayan ve üç yıl süren bir ayaklanma başlattılar.Talepleri “Filistinlilerin yönetiminde demokratikbir hükümet, Siyonist yerleşimlerin durdurulmasıve Siyonistlerin toprak alımlarının yasaklanması”ydı. Köylülerin ayaklanıp dağa çıktığı, komşu Arapülkelerinden Arap milliyetçilerinin mücadeleyekatılmak üzere Filistin’e geldiği bu ilk İntifada, aynızamanda genel grev silahının kullanıldığı ve vergiödememe kararının alındığı bir eylemdi. İntifada’yaİngiliz hükümetinin tepkisi çok sert oldu; çok sayıdaArap katledildi, evleri yakılıp yıkıldı, silahlı bir Yahudipolis gücü oluşturarak bunu İntifada’yı bastırmak içinkullandı. Böylece Yahudilerle Araplar iyice birbirinedüşürülmüş oluyordu.İngiliz hükümeti ayaklanmayı kontrol etmektezorlanınca, 1939’da Yahudi göçünü sınırlayan ve14


on yıl içinde Filistin’e bağımsızlık öneren bir raporyayınladı. Böylece İngiltere’ye bağlı bir Arap kukladevletinin yolunu açılacak, bu tampon devlet sayesinde,Ortadoğu’nun kontrolü garanti altına alınacaktı. RaporMilletler Cemiyeti tarafından reddedilmesine rağmen,2. Paylaşım Savaşı’nın yarattığı boşluk nedeniyleİngiltere 1947’ye dek bildiğini okudu.Bu dönemde Avrupa’da Yahudilere karşı izlenenve anti-Semitizmde somutlaşan tutumlar, tekkurtuluşun Siyonizme sarılmak olduğu yolundakiinancı Yahudiler arasında güçlendirdi. 1945’te radikalSiyonist gruplar Filistin’de İngilizlere karşı da silahlımücadele başlatınca İngilizler sorunun çözümü içinBirleşmiş Milletlere başvurmak zorunda kaldılar. Butarihte Filistin’de Yahudi nüfus 600 bine ulaşmıştı vebu sayı toplam nüfusun üçte birini oluşturuyordu.BM Genel Kurulu 1947’de Filistin topraklarınınAraplar ve Yahudiler arasında bölünerek, Kudüs’euluslararası statü tanınmasını onaylandı. Buna görenüfusun % 70’ini oluşturan ve toprakların % 92’sinesahip olan Araplara ülkenin yaklaşık % 45’i verilecekti.Birleşmiş Milletler’in bu kararı 33 lehte, 13 aleyhte ve10 çekimser oyla kabul edildi.Bu karar doğrultusunda da 14 Mayıs 1948’debağımsız İsrail Devleti ilan edildi. Kararı kabuletmeyen Araplar, İngiltere’nin de teşvik etmesiylesilahlanarak Yahudilere savaş açtılar. İngiltere’nin planı,çıkacak Arap-Yahudi savaşı sonucunda İngiltere’ninarabuluculuğunun kabul edilmek zorunda kalacağıydı.İngiltere Filistin’deki güçlerini çekmeden önce karasınırlarını açtı ve böylece çevredeki Arap ülkelerindenFilistin’e insan ve silah gelmesini de kolaylaştırdı. Nevar ki aralarında Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve Mısırordularının bulunduğu Arap kuvvetleri yenilgiyeuğradılar ve İsrail devletinin daha geniş topraklarüzerinde, daha güçlü bir şekilde kurulmasının yoluaçıldı.Savaş sonrasında 700 bin Arap Filistin topraklarındankaçtı ya da sürüldü. Kalanlar topraklarından mahrumbırakıldı. Arap devletleri İsrail’i tanımayı reddettiler.İzleyen yıllarda, benzer şekilde, Fas, Cezayir, Tunusgibi Müslüman Arap ülkelerinden de 600 bincivarında Yahudi İsrail’e sürüldü ya da gitmek zorundabırakıldı.ABD ve İngiltere, bölgedeki çıkarları gereğinceİsrail’e tam destek vermeye başladılar. ABD’ninamacı bölgedeki üstünlüğü zayıflayan İngilizemperyalizminin yerini doldurmaktı. İngiltere ise,her biri diğerinden istikrarsız olan Arap devletleriyerine İsrail’i desteklemenin daha garantili olacağınıdüşünmüştü.Yahudilerin bölgede toprak sahibi olmaya başlamalarıkonusundaki yaygın bir yanlış kanaate de değinmeklazım. O da Filistinlilerin kendi yurtlarını kendielleriyle Yahudilere sattıkları iddiasıdır. Oysa bu iddia,tarihi gerçeklere birebir uygun değildir. ÖncelikleYahudi göçmenleri sahip oldukları toprakların çokaz bir kısmını ilk sahiplerinden satın almışlardır.Yahudilerin toprak sahibi olmalarına birinci derecedeİngiliz işgalciler sebep olmuşlardır. İngiliz işgalcilerFilistinlilerin mülklerine oldukça ağır vergiler koyuyor,bu vergileri ödeyemeyenlerin de mülklerine el koyuyor,sonra buraları ya Yahudilere bağışlıyor ya da sembolikfiyatlarla satıyorlardı. Bunun dışında Siyonistlerkendilerine aracılık etmeleri için bazı emlakçilerleişbirliği yapıyor, onlar da arazi sahipleri çoğu zamanherhangi bir yahudiye satılmaması şartıyla verdiklerihalde, bazen bu anlaşmayı bozarak, bazen de ikinci biraracı devreye sokup sonra da asıl talip olan yahudiyesatarak işi yürütüyorlardı. Fakat bütün bunlararağmen, 1948’de Siyonist işgal devleti kurulduğundaYahudi göçmenlerin sahip oldukları arazi iki milyondönümdü ve tüm Filistin’in % 7’sine karşılık geliyordu.Bunun 650 bin dönümünü yani üçte birini Osmanlıdevleti döneminde mülk edinmişlerdir.60 yılın kısa hikâyesiİngiliz bakan Arthur Balfour, 1917’de Siyonistlerinlideri Lord Rotshild’e resmi bir mektup yazdı.Bu mektupta Balfour kendisinin ve İngiltere’ninFilistin’de bir Yahudi devleti kurulması içinSiyonistleri sonuna kadar destekleyeceğini yazıyordu.Bu mektup ‘Balfour Deklarasyonu’ olarak tarihegeçti ve bölgedeki olayların başlangıcını oluşturdu.Bu deklarasyon uyarınca başlayan planlı Yahudigöçü ve bunun sonucunda Filistin’de çoğalanYahudi nüfusuna karşı bir tepki olarak Nisan1920’de iki büyük Filistin ayaklanması yaşandı.1947de İngiltere, Filistin sorununun çözümünüBirleşmiş Milletler’e devretti. Birleşmiş MilletlerFilistin’i iki parçaya bölüp çoğunluk kısmınıYahudilere vermeyi teklif etti. Filistin bu fikre sıcakbakmamasına rağmen, 33 ülkenin oyuyla bu plan kabuledildi. Yahudi militanlar Filistin’in Arap köylerindeetnik temizlik başlattılar ve binlerce FilistinliLübnan, Mısır ve Batı Şeria’ya kaçtı. Ardındanİsrail bağımsızlığını 14 Mayıs 1948’de ilan etti.İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden birisi de Türkiye oldu.İsrail bağımsızlığını ilan ettikten bir gün sonra Ürdün,Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye, İsrail’e saldırdı, amaİsrail orduları onları geri püskürttü. Bu savaşlardan15


sonra Mısır Gazze’yi, Ürdün Kudüs etrafında küçükbir bölgeyi ve Batı Şeria’yı aldı. Bunlar Filistin’inyaklaşık % 25’iydi.Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır, Katar, Kuveyt veIrak’tan oluşan Arap devletleri, 1964’te toplanan ArapKonferansında “Filistin halkını ayrı bir kimlik içindeörgütleme” kararı aldılar ve bu doğrultuda FKÖ’yükurdular. FKÖ’nün başkanlığına ise, BirleşmişMilletler’de Arap birliği genel sekreter yardımcısı olanAhmet Şukayri’yi getirdiler.FKÖ’nün asıl kurulma amacı, İsrail’in saldırganpolitikalarına karşı yükselmeye başlayan halk hareketinidenetim altına almaktı. FKÖ’nün askeri kanadıolan Filistin Kurtuluş Ordusu, Arap devletlerininordularında görevli Filistinli askerlerden oluşuyorduve Filistin halkına hareket serbestisi tanınmıyordu.Diğer taraftan Filistin’in kurtuluşunun ancak silahlımücadeleyle mümkün olabileceği görüşü temelindeve Yaser Arafat önderliğinde, 1958’de, Kuveyt’te,El Fetih örgütü kurulmuştu. Bu örgüt 1965 yılındailk silahlı eylemini gerçekleştirmiş ve bu tarihtensonra otoritesi artmıştı. 1967 Arap-İsrail savaşındaArapların yenilmesi üzerine, kuruluşundan beriFKÖ’nün başkanlığını yürüten Şukayri istifa etti.1968 Kasımında aralarında El Fetih’in de bulunduğupek çok gerilla grubu FKÖ’nün Meclisi niteliğindeolan Filistin Ulusal Konseyine girdiler ve YaserArafat FKÖ’nün başkanlığına seçildi. Bu tarihtensonra FKÖ’nün politikası değişmeye başladı ve dahamücadeleci bir örgüte dönüştü. 1974’te BirleşmişMillet Güvenlik Konseyi’ndeki ilk konuşmasını yapanYaser Arafat, barışçıl isteklerini vurguladı.Arap - İsrail savaşlarının en geniş çaplısı Altı GünSavaşı diye de anılan 1967 Haziran savaşıdır. Bu savaşİsrail’in 5 Haziran 1967 sabahı Mısır’a saldırmasıylabaşladı. İsrail uçakları önce Akdeniz üzerindenMısır’ın batı tarafındaki hava alanlarını bombalayaraküç saate yakın bir süre içinde 300 kadar Mısır askeriuçağını yerde imha ettiler. İsrail uçaklarının bu saldırıesnasında Akdeniz’deki Amerikan filosundan ikmalyaptıkları ve Mısır hava kuvvetlerine sızmış ve üstdüzey görevlere kadar yükselebilmiş İsrail ajanlarınınvarlığı dile getirilmiştir. İsrail uçaklarının 5 Haziransabahı erken saatlerde başlattıkları saldırıda hiç birdirenişle karşılaşmamaları ve Mısır radarlarınındinlenmeye çekilmiş olmaları bu yöndeki iddialarıdoğrulamaktadır.Mısır’ın bütün askeri uçaklarını üç saatlik bir süreiçinde daha yerdeyken imha eden İsrail, hemenardından Gazze bölgesine ve Sina yarımadasına doğrukaradan ve havadan saldırıya geçti. Mısır askerleribu saldırı karşısında ciddi bir direniş göstermedenGazze’yi ve Sina’yı İsrail’e teslim ettiler. Bu olaydazamanın Mısır devlet başkanı Cemal Abdünnasır’ınbir ihanetinin de söz konusu olduğu ileri sürenlerolmuştur.İsrail, Mısır’ı etkisiz duruma getirdikten ve Süveyşkanalına kadar olan bütün toprakları ele geçirdiktensonra Ürdün ve Suriye tarafına yöneldi. Bu ülkelertarafından da ciddi bir direnişle karşılaşmayan İsrailkuvvetleri Ürdün’den Batı Yaka’yı Suriye’den de Golantepelerini işgal ettiler. O zaman Suriye hava kuvvetlerikomutanı ve Genelkurmay başkanı olan Hafız Esed’indevlet başkanı olma emelini gerçekleştirmek için ABDile anlaşarak Golan tepelerini bile bile teslim ettiği deileri sürülmüştür.Orta Doğunun haritasını da değiştiren 6 günsavaşından sonra, 22 Kasım 1967 tarihinde BMGüvenlik Konseyi Filistin meselesiyle ve İsrail’in sonişgalleriyle ilgili 242 sayılı bir karar çıkardı. Kararınmetni İsrail’e dost olarak bilinen İngiltere ve Fransatarafından hazırlanmıştı. Karar İsrail’in bu savaştakazandığı toprakları işgal edilmiş olarak kabul ederekbir an önce çekilmelerini istiyor ve İsrail’e 1948’deişgal ettiği sınırlar içinde yaşama hakkı tanıyordu. YaniBM, siyonist İsrail yönetiminin 1948’de işgal ettiğitoprakların tamamı üzerinde bu ülkenin hâkimiyetinimeşrulaştırmak için bir kılıf bulmuş oluyordu. Üstelikbunu barış yanlılığı ve bölge ülkelerinin tümününmeşru haklarının savunulması gibi göstererekyapıyordu. Mısır, Lübnan, Ürdün ve İsrail bu kararıkabul etti, FKÖ ve Suriye reddetti. Ancak İsrail,500.000 Filistinli’nin mülteci durumuna düştüğü busavaş sonucunda işgal ettiği topraklardan çekilmedi.1977’de Irgun ve Lehi örgütlerinin mirasçısı Likud,İsrail seçimlerini kazanıp iktidar partisi oldu. Likud,Israil’in bütün vaadedilmiş topraklara (Ürdün, Filistin,Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır ile Türkiye ve İran’ın birbölümü) yayılması gerektiğini savunuyordu. O zamanki16


tarım bakanı olan Ariel Şaron da Likud partisindendi.1979’da Mısırlı başkan Enver Sedat İsrail’lebarış anlaşması imzaladı ve böylece Mısır,İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. Bu anlaşmaçerçevesinde Gazze Filistinliler’e verildi.Mısır’la gerçekleştirilen barış anlaşması sonucundaİsrail 1982’de Sina’dan çekildi. Fakat hemen ardındanHaziranda Lübnan’a saldırarak Beyrut’u işgal etti.3 Eylülde Lübnanlı Hıristiyan faşist Falanjistler,İsrail’le işbirliği yaparak, Beyrut’taki Sabra ve Şatillakamplarını bastılar ve çocuk, kadın, yaşlı demeden3.000’den fazla Filistinliyi katlettiler. Bu sıradaİsrail birlikleri de kampın etrafını kuşatarak çıkışlarıengelliyor. Çok uzun ve kanlı geçen Lübnan – İsrailsavaşı sonucunda, FKÖ’nün Sabra ve Şatilla kamplarınıboşaltıp Lübnan’ın kuzeyine ve Tunus’a çekilmeyikabul etmesiyle İsrail Beyrut’tan çıktı, fakat güneyLübnan’ı işgal altında tutmaya devam etti. Sabra veŞatilla kamplarında öldürülen sivillerin görüntüleri,insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti.1987de Gazze’de Intifada başladı. Kısa bir süre sonraintifada Batı Şeria’ya da yayıldı. Aynı yıl, Filistin’deİslâmi Direniş Hareketi (HAMAS), Şeyh AhmedYasin’in önderliğinde kuruldu. HAMAS, MüslümanKardeşler cemaatinin Filistin kanadının oluşturduğubir harekettir. Daha mücadeleci bir tutum takınmışgibi görünen Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlerinilk ortaya çıkışları, FKÖ’nün askeri eylemleriniarttırdığı 70’li yılların ortalarına denk düşmektedir.FKÖ’nün gücünü kırmak için bu örgütlerin dearalarında bulunduğu FKÖ karşıtı güçleri finanse edenİsrail, ABD’nin Afganistan’da SSCB’ye karşı Usamebin Ladin’i besleyip güçlendirme politikasını, bu türörgütler aracılığıyla Filistin’de uygulamıştır.1988’de Filistin Özgürlük Topluluğu Arafat’ınliderliğinde Birleşmiş Milletlerin 242. kararını veFilistin’de iki devlet fikrini kabul etti. 1992’de Israil’deİşçi partisi iktidara gelince bir barış süreci de başladı.1993’te İsrail ve Arafat Oslo Barış Anlaşmasınıimzaladılar. Bu anlaşmanın sonucunda Arafatsürgünden Filistin’e geri döndü. 1994’te FilistinÖzgürlük Hareketi ve İsrail Kahire’de görüştü.Bu görüşmelerde yapılan anlaşmanın sonucundaİsrail’in Gazze’nin çoğunu ve Batı Şeria’dakiErila şehrini Filistin’e bırakmasına karar verildi.2000’de Ariel Şaron’un Mescidi Aksayı ziyaret etmesi,Filistinliler arasında büyük bir öfkeye ve protestogösterilerine yol açtı. Filistin halkındaki tepkilerin aktifbir direnişe dönüşmesi 2. İntifadanın başlangıcı oldu.2006 – 2007 yılları arasında Bu kez El Fetih ve Hamasarasındaki çatışmalar gündeme demgasını vurdu.Bağımsız Filistin için mücadele eden bu iki gücünbirbiriyle çatışması elbette İsrail’in de çok işine yaradı.2007 yılında Arafatın ölümünden sonrayerine geçen Mahmud Abbas ile ŞimonPeres, Annapolis’te bir araya geldi.Gazzeye Yapılan Son Saldırı27 Aralık 2008’de İsrail, Yahudilerde birçok şeyiyapmanın yasak olduğu cumartesi günü Gazze’ye büyükbir operasyon başlattı. “Dünyanın en büyük toplamakampı” olarak nitelendirilen Gazze’ye, havadan başlayanbombardımana bir hafta sonra kara birlikleri de katıldı.Özellikle gerçekleştirilen intihar saldırılarınınsorumlusu Hamas gibi dinci örgütleri hedef aldığınıiddia eden İsrail’in tonlarca ve son derece etkilibombalar attığı Gazze’de ölü sayısı 1.300’ü geçti,neredeyse sağlam yapı kalmadı ve altyapı sistemleritamamen çökertildi. İsrail’in iddialarının aksineölenlerin çoğu da sivil ve çocuklardan oluşuyor.İsrail’in uyguladığı sınırsız terörün zemin hazırladığıbu intihar saldırıları, büyük bir umutsuzluk ve çıkışsızlıkiçinde bulunan, yakınlarını İsrail saldırılarında gözleriönünde kaybetmiş olan gençlere intikam yolu olarakgörülmekte ya da sunulmakta, sorunun çözümübireysel eylemlerde aranmaktadır.Savaş, her ne kadar erişkinler arası bir politika yöntemiise de her zaman en ağır bedeli, kadınlar, yaşlılar vebedensel engellilerle birlikte özellikle çocuklar ödüyor.Kadınlarla çocukların gelecekleri daha güvensiz halegeliyor, evleri başlarına yıkılıyor, suları kesiliyor, yaşamalanları kalmıyor, evdekilerin karnını doyurmak çokdaha güç bir hal alıyor ve çoğunlukla o bombalar gelipsavaş dışındaki kesimi buluyor.Ortadoğu gibi günümüzün enerji kaynaklarınınmerkezi durumundaki ve bu nedenle emperyalistgüçlerin sürekli cirit attığı bir bölgede ne savaşlar sonaerecektir ne de problemler. Filistin halkı bu koşullardabağımsız bir devlete kavuşsa bile, yıllardır tutsak haldeyaşayan bu halkın sorunu bugün için ancak kısmen vegeçici olarak çözülebilir. Ama gerçek bir çözüm ortayakonulamadığı sürece Filistin her an yeni işgallere,katliamlara ve saldırılara gebe bir ulus olarak varlığınısürdürecektir.Yazı içerisinde kullanılan bilgiler için değişikkaynaklardan yararlanılmıştır.A.Raif FALCIOĞLU17


FİLİSTİN LA VILLE MARTYRE1- la vılla martyreÖlüm bataryaları sarmış ufkunubarınakların çökertilmişbütün sokakların namlu ağzıduvarlardan alazı geçiyorateşkes sonrası yangınlarınkaplarının kapısında/kuşatılmışsınsilah çatmış pusuya durmuş düşmanüçayaklılar yeşil beli gölgeni tarıyorayağını sürüyerek uzaklaşıyorgecenin içinden bir partizangöğsünde al gelinciklerle/ağılı bir kurşundeğiyorvuruluyor, ondokuzunda ana kızkardeşingül ağzına bebesininkan boşalıyorsüt damarlarından2- deir yasin… tel zaatar.. sabra şatillaYüreğin/mülteci barikatlarından almışrenginiKonduğun her yer sınır boyudur artıkSürgün mevsimidir yurt tuttuğun her iklimSularına ölümcül ağılar akıtılırSalgınlar basar sığınaklarınıyüreğin/mülteci barikatlarından almış renginiiki bahar göremezsin aynı ırmağın aynıkıyıda çağıldadığınıaynı tarlada ikinci kez yeşermez su verdiğinbaşakgöçmen kartalım kanatların yaralıaşağılanır, horlanır, vurulursun da senyurdun bukibyatal zaatarkarantinabir uçtan bir ucayurdun bu/alnında eksilmeyen kanlaserince şafak mı olurkuş uçmaz kuşluk vaktiya da mor bir ışıkla sahraya inerken akşamsilahlarına el konulurkovulursunana toprağındandağıtılır müfrezelerin silahlarına el konulursen/bir mülteci karanfil çatkınının kıyısındailk göçten bu yana bozgunilk göçten bu yana utkunbir şibil/kara gözleriyle omuzlarartakalmış silahlarınıincecik bir kum tanesidir/kayarayaklarının altında göç yolukardeş topraklara yürürsünsaçlarında esen sahra rüzgarıdırgözlerine yıkılır dumanlar içinde suretikentingöçersinlimana inen caddeler boyuncabir hınçla savrulur veda türküsü-hoşça kal!Arından gebe karın ağlarNişanlın, toprak tenli anan, sevgilinNereyi bıraksanOrada bir barikatlar öreniSen gidersin türkülerin söylenirAğlar ardından tarakalarlala ville martyre3- gecenin bir yeri metrisYüreğin/mülteci barikatlarından almış renginikıyımlarla erimeyen çelikFilistinli kardeşimÖfkeböylesine ayaklanırken içimdenasıl bağdaştırayım, gözlerinin ışıltısıyla birbozgunudaha seninlekışlık sarayın merdivenlerinden çıkacağızuzun yürüyüş’lere çıkacağız daha seninlekardeşçe üleşip acılarıbir koruganakdeniz’den şeria’yaomuzbaşınad sürgün halklarınyüreğim/göçmen kartalımkıyımlardan dönüyorsun yineağır yaralarınladiretmişliğinle utkunEkim 82Emirhan Oğuz18


GAZZA’NIN UFACIK BAYRAKLARIGeliyorlar duvarlardan sıyrılıp.Okullardan, yetim evlerinden, aş ocaklarındankaçarak,yükseliyorlarölülerin bağrından,dulların kucağındanyerdeki çatlakların ölüm ve hüzün türkülerindensıçrayarakkalkıyorlarşaha.Tarih kitabındanve Kuranı Kerimden sıyrılıpve dolapların aralığından kaçarakdikiliyorlarayağaYükseliyor incir ve hurma ağaçlarındanyaraların tarlasında doğmuş bebekler gibiBenzerken yaraların bahçesinekentin alanıtepinip bağırıyordu dikiş iğneleri:DAYANIYOR, DAYANIYORUZ!Tarih ve coğrafya kitaplarında,bir ışık ipliğinin kurbanlarında,ve dikiş iğnelerindeDAYANIYOR, DAYANIYORUZ!Nişan yüzüklerindeve kurşun kalemindeve çarıklardave bavullardave her şeyimizde,kurtarıcı bir anın kurbanlarında,DAYANIYOR, DAYANIYORUZ!Süzülüp gelen ölümde, öğleye doğru,ve her iğnedeve her dikişte ve putların tahtasındaDAYANIYOR, DAYANIYORUZ!(çev. A. Kadir – Süleyman Salom)...Ve ant içerim ki,Bir mendil işleyeceğim yarına kadar,Gözlerine sunduğum şiirlerle süslü,Ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerdentatlı:“Bir Filistin vardı,Bir Filistin gene var!”Gözleriyle Filistin,kollardaki, göğüslerdeki dövmelerde Filistin,adıyla sanıyla Filistin,Düşlerin Filistin’i ve acıların,ayakların, bedenlerin ve mendillerinFilistin’i,sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’ive çığlıkların,Ölümün ve doğumun Filistin’i,taşıdım seni eski defterlerimdeşiirlerimin ateşi gibi.Kumanya bibi taşıdım seni gezilerimde.Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,inlettim senin adına koyakları:Mahmut DERVİŞRemzi DERVİŞ19


KUDÜS’ÜN GÖNÜLLÜ SÜRGÜNLERİAyşe KARABAT…Vefa yer yatağında uyuyor. Annesi horluyor. Ağabeyiyatağın içinde bir o yana bir bu yana dönüyor. Kapıkırılıyor birden. Fırlıyor Vefa. Gördüğü ilk şey, burnunainen bir asker postalı…Çocuk Vefa’nın dili tutuluyor korkudan. Annesinesarılmak istiyor ama çok geç. Annesinin etrafı sarılmışbile. Başını örmeye çalışıyor, beyaz uzun geceliğinindüğmelerine yapışıyor. İsrail askerleri bağırıyor : “Oğlunnerde kadın?”Orada işte abisi. Direnmiyor, ama dipçik darbeleri yağıyorüstüne. Daha on altı yaşında oysa ki. Şaşkın ve uykulugözlerine, üzerinde bir atlet ve pijama olmasına aldırmıyoraskerler. Annesinin şaşkınlığıgeçiyor. Bağırıyor, ağıt yakıyor.Ama kimse yardımına gelmiyor.Vefa, o anda bir İsrail askerininönünde asla ağlamamaya yeminediyor. Nefret ediyor bütünYahudilerden artık. Askerler,abisinin ellerine arkadan kelepçevuruyorlar. Gözlerini de bağlayıpgötürüyorlar. Nereye ..? Kimsebilmiyor… Aylarca haberalamıyorlar abisinden.Bu sahne intifada boyunca dörtkez tekrarlanıyor. Abisi en sonundasekiz yıla mahkum oluyor. Ama Oslo Anlaşmasıyla birlikteserbest bırakılıyor. Fakat Vefa hiç unutmuyor yaşadıklarını.İlk seferinde ve daha sonraki seferlerde de, abisi götürülüpgötürülmez, bir kovaya su doldurup, ortalığa dökülenkanı temizliyor annesi ağlarken… Babası çoktan ölmüşVefa’nın. Evin erkeği de götürülünce iş Vefa’nın başınadüşüyor… Günlerce abisinden bir haber alabilmek içinçırpınıyor. Yalnız olmadığını anlıyor kısa sürede, cezaevleriönünde… İlk intifada Filistin kadınlarını işte böyle acıylaterbiye ediyor. Onları zorla olgunlaştırıyor. Her geçen gündaha dirençli, daha güçlü bir kadın oluyor Vefa. Ve dahaöfkeli…Çocukluktan çıkıp, okuma yazma bilmeyen annesiyleoluşturdukları küçük ailenin reisi, abisi yokken o artık.Abisini ararken iyice bileniyor Vefa, El Fetih’in (1958’deArafat’ın önderliğinde kurulan Hareketi Tahriri Filistin“Filistin kurtuluş Hareketi” adlı örgüt) gençlik ve kadınkollarında çalışmaya başlıyor. Abisi, uzun süren gözaltınaalınmalardan sonra eve dönünce engellemeye çalışıyorVefa’yı. Abisi geri dönünce eski çocuk haline döner gibioluyor ama yeni bir gözaltıyla yine o yırtıcı kadın halinedönüşüyor.Kocasıyla da, siyasete bulaştığı günlerde tanışıyor . Abisininbir arkadaşı… Ailelerden onay alıp evleniyorlar. Ne düğünne b aşka bir şey. Zaten Vefa, mutlu olabileceği her şeydenkaçıyor. Mutlu olmak öfkeyi dindiriyor çünkü…Vefa Filistinli bir mülteci … İkinci kuşak olmasına ,Ramallah’ta doğup büyümesine rağmen, hiç görmediği,büyük annelerinden ve delerinden dinlediği, Tel Avivyakınlarındaki köylerine dönmeyi umut ediyor. O topraklarFilistinlilerin ve Vefa’nın doğuracağı çocukların çünkü.Filistinli kadınların görevlerinden biri de, direnecekçocuklar doğurmak vefa’ya göre. İki kez hamile kalıyor.Ama İkisinde de düşük yapıyor. Bu düşükler evliliğinide gölgelemeye başlıyor… Zaten zorunluluk yıllarındaedindiği davranışlar, kocasına biraz fazla özgür geliyor…Kadınlarını mücadele sırasında yanlarında görmeye alışıkFilistinli erkekler, iş, ev içi yaşama gelince, kadınlarınerkeklere sormadan ekmek bile almasına karışıyorçünkü…İsrail askerlerinin hapishaneönlerinde aşağıladığı kadınlarınınne giyeceğine, kimle arkadaşlıkedeceğine bile onlar kararvermek istiyorlar. Vefa çocuksahibi olabilmek için uzun birtedavi sürecinden geçiyor. Amaen sonunda doktorlar ona anneolamayacağını söylüyorlar.Yıkılıyor Vefa. Nefreti büyüyor…Kocası da Vefa’yı aşağılamayabaşlıyor: “Kısır kadın!”Dayanamıyor Vefa.Bir gün abisi, o canından çok sevdiği abisi karşısınageçiyor ve kocasının çocuk sahibi olabilmek için ikinci birkadınla evlenmeye karar verdiğini , bunun için kendisindenizin istediğini anlatıyor. Garip, abisi bu ikinci evliliğeizin verdiğini söylüyor sakin sakin. Deli oluyor Vefa.Boşanıyor. Sonra da abisinin iki çocuğu, yengesi ve yaşlıanneleriyle yaşadığı, o eve geri dönüyor. Abisinin bütünitirazlarına rağmen, intifada başladıktan hemen sonraaçılan hemşirelik kurslarına yazılıyor.Ağabey, kısır olduğu artık bilindiği için bir daha evlenmeşansı kalmayan kız kardeşini sıktıkça sıyor. Koca baskısıbitiyor, ağabey baskısı başlıyor. Ama Vefa, en gözü karahemşirelerden biri olup çıkıyor. Çatışmalar devam ederkenve İsrail askerleri ambulansları bile hedef alırken, yaralılarayardım etmek için kendi canını sık sık tehlikeye atıyor.Ölse de umursamayacak çünkü. Hatta ölse daha iyi…(Vefa binlerce Filistinli kadından yalnızca bir tanesi.Filistinli kadınlar, her gün yaşamı yeniden üretiyorlar,anne, eş, kız kardeş ve direnişçi kadın olarak. İşgalciisrail’e karşı direnirken, erkek egemen yaşam biçimleriylede mücadele ediyorlar. Vefa ikinci intifada da feda savaşçısıolarak yaşamına son veriyor. M.ö.)(122-125 sayfalardan)Ayşe KARABATKudüs’ün Gönüllü Sürgünlericarpe diem kitapİstanbul 2007


PANEL: GÖZLERİYLE FİLİSTİN…31 Ocak <strong>2009</strong> tarihinde birliğimizin konferanssalonunda, Faik Bulut Ortadoğu uzmanı, GazeteciAyşe Karabat ve Filistin Halkıyla Dayanışma DerneğiBaşkanı Füsun Bandır’ın katıldığı “GözleriyleFilistin” etkinliği AFSAD Mehmet Özer ToplumcuGerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesinin hazırladığı“Kalbimizin Doğusu Filistin” gösterisinden sonrakonuşan Mülkiyeliler Birliği Toplumsal CinsiyetEşitliği Komisyonu üyesi Çağla Ünlütürk “Filistinlikadınların çığlıklarına kulaklarımızı tıkayıp başkabir şey konuşmak mümkün değildi. Ve her günhaberlerde izlediğimiz bütün bu görüntüler üzerinemutlaka onların sesine ses vermek ihtiyacı hissettikve bu nedenle de önce Filistin sorununu sonra daFilistinli kadınlar üzerine konuşacağımız bu etkinliğidüzenledik. Hepiniz hoş geldiniz.” Konuşmasıylakonukları dinleyicilere tanıtarak etkinliğin ikincibölümüne, panele geçildi.İlk konuşmacı FaikBulut, dünyayı fethetmetutkusuyla Filistin’e giden 68kuşağından biri olduğunu veİsrail zindanlarında yedi yıltutsak kaldığını belirttiktensonra;” Filistinlilere İsrail’insaldırganlığı, aslındasömürgecilerin saldırısıdır.Emperyalistlerin saldırganlığıFilistinlileri bu hale soktuama aynı zamanda Filistindirengenliğini de gündemegetirmiş oldu. Bu savaş Hamas ile İsrail arasındaki birsavaş değildir. Keza bu savaş, 17 Aralık’ta ateşkesinuzatılmaması nedeniyle başlamış bir savaş değildir.Biliyoruz; en azından ben elde ettiğim bilgilerdoğrultusunda, şu kadarını söyleyebilirim: İsrail, altıay önceden bir savaş kabinesi kurdu. Aynı zamandapsikolojik bir savaşı nasıl başlatırım konusunda ilgilikomisyonları hazırladı. O halde, altı ay öncesindenbaşlamıştı bu savaş. İsrail’in zaten niyeti vardı.Hani, kurt ile koyunun, suyumu bulandırıyor musunbulandırmıyor musun meselesine dönmüştü iş. Yaniİsrail başından beri Gazze’yi, Hamas’ı burayı yoketmek istiyordu.” dedi ve devamla ”peki burada kiamaç nedir? İsrail’e bakarsanız, gerçek amaç Hamas’ıyok etmektir! Belki taktiksel açıdan böyle bir şeydensöz edilebilir ama stratejik açıdan esas amaç budeğildir. Amaç, Gazze’deki alt yapıyı, ister Hamas’ınelinde olsun, ister Marksistlerin yönetiminde veyaulusalcıların denetiminde bulunsun, Gazze’dekiekonomik ve siyasal altyapıyı yok etmek; halkın direnişruhunu ortadan kaldırmaktır. Gazze’yi yönetimsiz vesahipsiz bıraktıktan sonra, orayı Mısır’ın himayesinedevretmek” olduğunu söyledi.İkinci konuşmacı FilistinDerneği ile dayanışmaDerneği Başkanı FüsunBandır; “ Filistin direnişiniselamlayan konuşmasındansonra, “Arkadaşlar bugün İsrailve Amerika’ya göre Filistin’dedirenen herkes teröristir. Bugün


Ahmet Sa’adat’ı da hapishaneye attılar, otuz yılhapse çarptırdılar. Söyledikleri şuydu. Zeerili’ye karşısuikast düzenledi. Peki neden Zeerili’ye karşı suikastdüzenlenmişti o dönemde? Çünkü İsrail’in sürekliFilistin içerisindeki yaptığı suikastların bir karşılığıolması gerekiyordu. Orda Zeerili suikastını AhmetSa’adat ile bağdaştırdılar. Ahmet Sa’adat’ı otuz yıl hapsemahkum ettiler. Bunun yanında Filistin’in ne kadardireniş liderleri varsa hepsini toplayıp ya cezaevlerineattılar ya da suikastlarla onları yok ettiler. Amaç oradakidirenişi tamamen bitirmek ve önünü kesmekti. Bugünsadece suçu taş atmak olan bir çocuğun kollarını taşlakıran mı teröristtir? Bugün evini terk etmediği içintanklarla evi başına yıkılan mı teröristtir? Bugün bütündünyanın gözü önünde televizyonlarda seyrettireseyrettire direnişçilere işkence yapanlar mı teröristtir?Bunları sormak gerekiyor. Direniş hiçbir zaman teröristdeğildir. İşgale karşı direniş her boyutuyla meşrudurdiye düşünüyorum. Ve İsrail’in yaptığı katliamdır, benbuna savaş demiyorum. Çünkü orada koşullar eşitdeğil. Karşılıklı bir güç gösterisi yoktu. Kesinlikle bubir savaş değildi. Buradaki yaşanan bir katliamdı. Birsoykırımdı. Hala kaldırılmayan molozlar var. Altındanneler çıkacağını hiç kimse bilmiyor. Eğer siz bir halkınelektrik kullanma hakkını elinden alırsanız, günde üçsaat, sadece elektrik kullanmasına izin verirseniz, bubir işgaldir, bu bir katliamdır. Siz bir halkın su içmekuyularına kimyasal madde atarsanız, o halklı ölümemahkum ederseniz, o halkı tedavi edilemeyecekhastalıklara mahkum ederseniz, bu bir işgaldir, bubir katliamdır. Siz bir halkın tedavisini engellerseniz,Mısır sınır kapılarını kapatarak ki en ağır hastalarınbile o kapılardan geçip tedavi olmasını engellerseniz,Gazze’nin içerisine ilaç girmesini engellerseniz bu birişgaldir, bu bir katliamdır. Siz bir halkı gıdadan yoksunbırakırsanız, o halkın elinde ekmek yapacak unu yoksa,bu bir işgaldir, bu bir katliamdır, bu bir soykırımdır.Gazze’de yaşananlar bunlar arkadaşlar” sözlerinitamamlayan Füsun Bandır, Filistin taş generallerinindirenişine sahip çıkmaya çağırdı.Gazeteci Ayşe Karabat;“Ben bir gazeteci olarakelimden geldiği kadarıylada kadın sorununda dahaduyarlı olmaya çalışanbirisiyim. Örneğin bir haberhazırlıyorsam, o haberdeuzman görüşüne ihtiyacımvarsa ve bir erkekten uzmangörüşü aldıysam mutlakabir kadından da uzmangörüşü almaya çalışırım.Kadınların kendilerine aitbir kültürleri olduğunu düşünüyorum, bunun bu çoktartışmalı bir konu. Bunu yalnızca kadının biyolojisinedayandırmıyorum, yaşam pratiğine de dayandırıyorum.Filistin’de yaşarken birbirinden çok farklı kadınlarlabirbirlerinden çok farklı geçmişleri olan geleceğebakışları olan kadınlarla ve bu arada İsrailli kadınlarlada tanışma ve bazılarıyla dost olma bazılarıyla hayatıpaylaşma şansım oldu. 2002 yılında Ramallah’taydım,orada Filistinlilerle, kadınlarla o ağır işgalin ve o ağırsavaşın nasıl bir şey olduğunu paylaşmak zorundakaldım çünkü bir anlamda onlardan biriydim . Bende evimde esirdim, ben de komşularımın ellerinin,kollarının bağlanarak götürülmesine tanıklık ettim.Ama bununla birlikte şunu da söylemem lazım. YineKudüs’te yaşarken benim kızım sekiz yaşındaydı,oradaki uluslar arası bir okula giderken bir intiharsaldırganının saldırısına da maruz kaldım. Daha doğrusukızım maruz kaldı. İşgalin birebir kendisinin Filistinlikadınların, bütün Filistinlilerin hayatını cehennemeçevirdiği bir gerçek ama Filistinli kadınların hayatınıçok daha fazla cehenneme çeviriyor. Örneğin İsrail’inkullandığı toplu cezalandırmaların bir en önemlitezahürlerinden birisi olan ev yıkmalar e çok Filistinlikadınları etkiliyor. Çünkü Filistinli kadınlar tabi kidünyanın her yerinde olduğu gibi evin idaresinden,yiyeceğinden, içeceğinden, düzeninden sorumluve İntifadanın başlangıcından beri yıkılan ev sayısıyaklaşık beş bin. Bu kadınlar için ev yaşamının ne kadarönemli olduğunu söylememe gerek yok. Kadınlarınözel alanlarına doğrudan, birebir müdahaleye bir örnekvereyim. İsrail askerleri tarafından bütün Filistin’ekurulmuş olan kontrol noktaları var. Kontrol noktalarıbütün Filistinlilerin hayatlarını son derce zorlayan,onları okullarından, hastanelerinden, işyerlerindenayıran kontrol noktaları ama bu kontrol noktalarındanbir kadın olarak geçmek, çok daha zor” olduğunusöyledi. Panel dinleyicilerin soruları ve panelistlerinyanıtlarıyla sona erdi.


şubelerdenİSTANBUL ŞUBEMİZ 31 OCAK <strong>2009</strong> TARİHİİTİBARİYLE YENİ YERİNE TAŞINDIAdres ve telefon bilgileri aşağıdadır.Mülkiyeliler Birliği – İstanbul ŞubesiÇarşı Caddesi No:10 Kuzguncuk 34674İstanbulTel.: 216 / 342 30 15 – 31 – 42Faks: 216 / 310 49 99İZMİR ŞUBEMİZDE “150 YILLIK TARİHSELSÜREÇTE TÜRKİYE” SÖYLEŞİSİİzmir şubemizde, Mülkiyeliler Birliği 150.Yıl etkinlikleri çerçevesinde bir söyleşidüzenleniyor. Prof. Dr. Mete TUNÇAY’ınkatılacağı “150 Yıllık Tarihsel Süreçte Türkiye”isimli söyleşi, 13 Şubat <strong>2009</strong> Cuma günü saat18.30’da Konak Belediyesi Alsancak KültürMerkezi Kat:7’de yapılacaktır.ESKİŞEHİR ŞUBEMİZDE GENEL KURULMülkiyeliler Birliği Eskişehir Şubesi olağangenel kurul toplantısı 25/01/<strong>2009</strong> tarihindeyapılmıştır.Eskişehir Şubemizin olağan genel kurulundaseçilen yöneticilerimize başarılar dileriz.YÖNETİM KURULUNecdet BİLGİN BaşkanAbdulkadir ADAR Başkan Yrd.Mefkure ATAK SekreterCebrail ÖZDEMİR SaymanMehmet ZERMAN ÜyeYÖN.KUR.YEDEKMehmet BAŞARMehmet AKKAŞNihal Yıldırım MIZRAKOğuz TURANMurat ÖZGÜLDENETLEME KURULUTuran ÖZCANMustafa UÇKAÇFikriye YÜKSELDEN. KUR. YEDEKA.Banu BAŞARBerna KAYASedef OLUKLULU23


15 Ocak günü Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubeolarak 2008 Orhan Kemal Roman Ödülü sahibiAyşegül Devecioğlu’nu ağırladık.Tamamen dolu birsalonda söyleşi dinlemenin keyfi başka oluyor.RomanTürkiye Çingenelerini anlatıyordu. Bu nedenlesöyleşiye çok sayıda Çingene yurttaş da katıldı. Sadecedinlemediler meselelerini çektiklerini ve hissettiklerinide dillendirdiler. Aşağıda Dönemeç gazetesindesöyleşiyle ilgili çıkan haberi paylaşıyorum.Saygılar UtkucuMülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi’nce düzenlenenetkinlikte yazar Ayşegül Devecioğlu kimlikler,ötekileştirme ve Çingeneler üzerine konuştu.Mülkiye’nin kuruluşunun 150. Yılı çerçevesindeAlsancak Kültür Merkezi Benal Nevzat salonundagerçekleştirilen etkinliğe ilgi büyüktü. Toplantıdakalabalık bir dinleyici topluluğun yanı sıra RomanDernekleri Federasyonu Başkanı Özcan Çayırlıve yönetim kurulu üyeleri ile çok sayıda Romanda katıldı. Söyleşiye geçilmeden önce Ege RomanDernekleri bünyesinde yer alan ve roman gençlerdenoluşan İmbat Ritim Saz Grubu bir darbuka gösterisisergiledi.Yazar Devecioğlu konuşmasında, kimlik ve kültürlerinöteki kültürler karşısında korunması ve diğerleriylebirlikte yaşamasının önemine değinirken bir kültürüaşağılamak kadar, ötekilerden ayrıştırarak övmeninde ayrımcı ırkçı bir anlayışı içinde barındırabileceğinibelirterek kültürlerin ve alt kimliklerin var olmasınınönemli olmakla birlikte asıl dönüştürücü olanın üstüevrensel kimlikler olduğunun altını çizdi.Alt kimliklerin yok sayılması ve aşağılanmasınınönemli bir sorun olduğunu vurgulayan yazar ancak altkimlikle sınırlı bir hayat görüşünün de bir yere geliptıkanacağını söyledi. Kendisinin evrensel bir üst kimlikolarak sosyalizmi benimsediğini ve sosyalist politikalareşliğinde kimliklerin bir arada yaşamasının öneminedeğinerek balkanlardaUzak bir geçmişten gelen ve derin bir kültürükoruyarak bugüne gelen Çingenelerin tarihte enfazla haksızlığa uğramış halklardan biri olduğu haldeherkesin bu hakikati göz ardı ettiği Nazi toplamakamplarında soykırıma uğradıkları halde kimseninÇingenelerin adını anmadığını hatta bu kayıtlardaÇingenelere ötekiler dendiğini söyleyene Devecioğlu,Türkiye’de de diğer ülkelerde olduğu gibi ayrımcılığauğradıklarını anlattı.Seyircilerin de aktif olarak katıldığı söyleşide,Roman Esnaflar Derneği Başkanı İrfan Çıtırgı ileRoman Dernekleri Federasyonu yönetiminde görevalan Kamuran Dinçpehlivan eskiden kimliklerinisakladıklarını ama artık roman olduklarını söylemektençekinmediklerini belirterek toplumda romanlara karşıkeskin önyargıların bulunduğunu hırsız uğursuzpis gibi sıfatlarla anıldıklarını ama kendilerini ifadeettikçe bu önyargıların kırılacağına inandıklarını dilegetirdiler. Dinçpehlivan romanlar olarak Çingeneadını kullanmadıklarını çünkü bu adın bütün dünyadakendi kimliklerine hakaret olarak kullanıldıklarınısöyledi. Yazar Devecioğlu ise bu konuda tartışmalarınsürdüğünü kendisinin Çingene adını tercih etmeklebirlikte konu hakkında net bir tutum içindeolmadığını beyan ettiler.Öteki katılımcıların edebiyatkimlik ve Çingeneler üzerine soruları ile devam edentoplantı,Mülkiyeliler Birliği İzmir Şube BaşkanıHüsnü Erkan’ın yazara plaket vermesi ve teşekkürkonuşması ile sona erdi.24


Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi 2. Felsefe Söyleşilerini 23 Ocak tarihindeDernek Lokalinde gerçekleştirdi. Yoğun bir dinleyici topluluğunun katılımınınolduğu söyleşinin konuğu Nabi YAĞCI oldu. Nabi Yağcı söyleşisinde “AnadoluDüşüncesi Neden Ebru’dur?” diye sordu ve yanıtladı.Bu zevkli söyleşinin bir bölümünü aşağıda bulacaksınız.ANADOLU DÜŞÜNCESİ EBRUDUR?Nabi YağcıAnadolu felsefesi de diyebilirdim, fakat birkaç nedenlealanı daha geniş bir kavram olarak “Anadolu düşüncesi”dedim. Felsefe ve özellikle Anadolu felsefesi deseydim,tartışmalı kimi konulara girmek zorundaydım. ÖrneğinBatılı felsefeciler içinde oryantalistler ve bizde de onlar gibidüşünen kimi felsefeciler Anadolu felsefesi olmadığını dahisöylemekteler. Bu görüşe katılmıyorum. İkincisi, Anadolufelsefesini konu edince, merkezinde tasavvuf düşüncesiolan, Alevi-Bektaşi geleneğinin düşüncelerine dalmakgerekir ki, bu derin bir konudur, üzerinde konuşmak içinsüremiz yetemez. Üçüncüsü, bir felsefeyi anlayabilmekiçin onu doğuran tarihsel ve kültürel koşulları önce bilmekgerekir. Düşünceler doğrudan bir yansıma olmasa bilemaddi koşulların bir ürünüdür. Anadolu felsefesi üstünekonuşacak olsaydık dahi bu topraklara özgü düşünce tarzınıyaratan tarihsel ve kültürel koşulları incelemeyi zaten önealmak zorundaydık. Başka deyişle ilkin, “Tarih boyu butopraklarda insanların yaşam tarzları nasıldı?” sorusunayanıt vermek zorundaydık.İşte bende bu sorunun yanıtından konuya gireceğim. Ancakkonumuz yine de “felsefe üst başlığı” içinde ele alınacağıiçin, tarihsel gelişme süreçlerine uzun boylu giremeyeceğim,daha çok düşünce iklimi ile konumu sınırlayacağım.“Anadolu” kavramıyla siyasi coğrafya değil kültürelcoğrafyayı kastettiğimi en başta belirtmeliyim. BugünküTürkiye Cumhuriyeti sınırlarından söz etmiyorum. Birucu İran ve Mezopotamya’ya dayanan, Kuzeyde Kafkaslarıiçine alan, Trakya’yı, Ege’yi kapsayan bir kültür coğrafyasınıanlatıyorum. Tarih olarak ise cumhuriyet öncesi tarihinden,Osmanlı ve öncesinden söz açıyorum. Günümüzderesmi tarih dışı tarih anlatımları daha yeni yeni gelişiyor,Anadolu’nun gerçek tarihini daha yeni öğreniyoruz,öğreneceğiz diyebilirim. Örneğin resmi tarih okumalarınabakarsak, Türkler Anadolu’ya gelmezden önce Anadolusanki boş ve bakir bir alandı, kimsecikler yoktu. Oysa dahageçenlerde Urfa’da yapılan bir kazıda Bizans mozaikleribulundu. Kimler vardı Anadolu’da Türkler gelmezden önce?Bu sorunun peşine düşülmelidir. Kestirmeden söylersek,Bizans yani Romalılar, Ermeniler, Kürtler ve bir çok farklıkavim.Osmanlı kimlik tanımlamalarına baksak bile bu sorununyanıtlarını kısmen de olsa bulabiliriz. Keskin uçlu soru şuOsmanlı kimlik anlamında Türk müydü?Değerli tarihçimiz Halil İnalcık ne diyor bakalım:“Osmanlı İmparatorluğu bir Türk İmparatorluğudeğildi. O çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü bir politiksistemdi.” Yine değerli bir tarihçimiz İlber OrtaylıOsmanlı için, “Müslüman Roma” demişti ve büyükbir tartışma başlatmıştı. Bir yabancı tarihçi P. Wittek ise“Rûm Türkleri “ diyor. Rum sözcüğünü bugünkü Rumlaranlamında değildir. Grek değil Romalı anlamınadır “Rûm”25


sözcüğü. Osmanlı Anadolu’ya “Memamilki Rum” derdi.Selçuklu zamanında Ahi teşkilatının bir kadın örgütüvardı ve adı Anadolu kadınları anlamında “Baciyan-ı Rum”idi yani Rum bacıları. Mevlana’ın adı Mevlana CelalettinRumi’dir. Şeyh Bedrettin de Şeyh Bedrettin Rumi’dir.Annesi Hıristiyan idi. Orhan Gazi’nin üç eşi de Hıristiyan’dı.Holofiro Hatun , Yargihas Tekfurunun kızı, Asparça HatunBizans İmparatorunun kızı. Theodora Hatun var. I.Murat,II. Murat, II. Melmet’in eşleri de öyle. Kanuni SultanSüleyman kendi kimliğini bakın nasıl çoğul biçimde ifadeediyor “ Ben Bağdat’ın, Irak’ın şahı, Roma topraklarınınKayzeri ve Mısır’ın sultanı”. Anadolu Selçuklu beylikleride ilginçtir bu açıdan. Türk boyu olduğu halde Hıristiyanolanlar vardır.Şimdi artık “Ebru” konusuna girebiliriz. Osmanlı için,mozaik sanatı metaforu ile “mozaik toplum” denir,bununla çok etnisiteli, çok dinli, çok kültürlü sosyalyapı anlatılmak istenir. Yakın zamana dek ben de butanımlamayı doğru bulur ve kullanırdım. Ancak Anadolutarihi konusunda bilgim arttıkça, Anadolu kültürü vefelsefesi üstüne çalışmalarımı yoğunlaştırdıkça “mozaik”kavramının, doğru ama Anadolu’yu anlatmada yetersizolduğunu düşünmeye başlamıştım, fakat yerine daha iyi birtanım da koyamamıştım. Daha geçenlerde, bu yıl içindebir kitap daha doğrusu bir fotoğraf albümüyle tanıştım.Atilla Durak isimli bir fotoğraf sanatçımız Anadolu’yukarış karış dolaşarak Anadolu’nun etnik, dinsel ve kültürelyapısını fotoğraflamış. Enfes bir çalışma. Kitabın adını daEbru koymuş. İşte o zaman aradığımı bulmuştum, Anadolumozaik değil ebru idi. Kitapta da zaten bu anlatılıyordu.Bir sanat dalı olarak Ebru nedir, nasıl yapılır, mozaiksanatından farkı nedir?Mozaikte parçaların biçimi, rengi ayrı olsa da, herbir paçanın ayrı anlamı yani kimliği yoktur. Parçalarkimliklerini bütünden alırlar. Hangi resmin parçalarıolduğundan. Ayrıca bir parça, diğerinden keskin kenarlarlaayrılır. Ebru’ya gelince: Bu resim dalı konumuzu olağanüstübiçimde anlatır ve açıklar. Bu resimde ögeler hem birbirlerinekarışırlar hem ayrıdırlar. Bunu materyallerin yoğunluğusağlar. Ebru yoğunlaştırılmış su üstüne, katkı maddeleriyle(öd) yoğunlaştırılmış boyalarla yapılmış resimdir. Suyunyoğunlaştırılmış olması boyaların suya büsbütün karışıpyok olmasını önler. Boyaların yoğunluğu birbirlerinebüsbütün karışmalarını önler. Böylece renkler ve biçimlerbirbirlerine değdikleri noktalarda kendiliklerinden anarenklerin nüanslarını taşıyan yeni renkler oluştururlar.Böylece renk ve biçimler arasında bulutumsu bir geçiş olur.Zaten Ebru sözcük olarak bulut anlamındadır. Ressamlaresim arasındaki ilişkide de fark vardır. Resim, renk vebiçim olarak mozaikte olduğu gibi önceden hazırlanmışdeğildir. Müdahale edenle edilen arasında karşılıklıetkileşim, karşılıklı bağımlılık vardır.Böylece üç özellikten söz etmiş oldum: Yoğunluk,geçişkenlik ve etkileşim.Anadolu düşünce tarzına, dünyayı algılayışına, felsefesineBatı ve hatta uzak doğu felsefesinden farklılık kazandıranda bu üç özelliktir.Ebru resmindeki yoğunlaştırılmış su, Anadolu’nunyoğun tarihidir. Anadolu, büyük dinlerin, doğuşnoktaları farklı da olsa etkilerini gösterdikleri, başkadinlerle karşı karşıya geldikleri yerdir. Aynı şekilde büyükuygarlıkların kurulduğu ve etki altına aldığı topraklaryine bu coğrafyadadır. Batı’dan Uzak Doğuya giden İpekYolu da, Haçlı Seferleri de <strong>buradan</strong> geçmiştir. Yalnız ipek,yalnız baharat, yalnız silah taşınmamıştır, birlikte farklıuygarlıkların kültürleri, düşünceleri, algılama biçimleri,kavramları da taşınmıştır. Mutfaklara farklı damak tatları,mimariye farklı biçimler, müziğe yeni tınılar olarakkatılmışlardır. Bu yoğunluğa sonradan gelip katılan herbir inanç, kültür, uygarlık aynı zamanda Ebru’nun boyalarıolmuştur.Kısacası büyük diller, üç büyük din ve diğer inançlar,milletler, kavimler, kadim kültürler, uygarlıklar Anadolu’yagöçmüş, Anadolu’dan geçmiştir. Her bir unsurun büyüklüğü,derinliği, tarihten geliyor olmaları kendi ayrı kimliklerinikoruyabilmelerini getirmiş, daha baskın olanlar olsa bilehiç biri diğerini asimile edememiş, etkilemiş, etkilenmiş,eklemlenmiştir. Aynı zamanda birbirlerine değdiklerinoktalarda ortak renkler, nüanslar yaratmışlardır. Başkadeyişle, kavgalar, savaşlar olsa da Anadolu’da çok önemli birözellik doğmuştur: Birlikte yaşama kültürü. Ortak yaşamkültürü. Bunun adı Anadolu hümanizmasıdır. Bu hoşgörüortamı aynı zamanda “Heretizm”denilen, her bir dininresmi yorumu dışında özgürlükçü yorumlarını yaptıklarıiçin ülkelerinde dışlanan ve hatta öldürülen özgürlükçüdüşünceler de Anadolu’ya çekmiştir. Bu düşüncelerAnadolu düşünce ve felsefesini çok derinden etkilemiştir.Örneğin, Nazım Hikmet’in destanından tanıdığımız ŞeyhBedrettin de böyle bir felsefenin taşıyıcısı bir filozoftu.Anadolu düşüncesi Batı ve Uzak Doğu düşüncebiçimlerinden farklı olarak sentezci değil “senkristikçi” dir.Yani çok şeyi tek bir şeye indirgeyerek açıklamaz, eritmez,ama kendi düşünce tarzına ötekini ekler. Başka deyişlebağdaştırmacıdır.Şu çok sevdiğim deyişle bitireyim: Anadolu felsefesindeMutezile denilen akılcı bir felsefe/inanç akımı vardı, anadüşüncelerini şu sözle formüle ederler:“Tanrıyı aramak için yola çıktık insanı bulduk.”26


“Şarkılar aslında hep sizi söyler …”BİR KONSERİN ARDINDANBazen güne henüz başlamışken bulurlar sizi. Uyanır uyanmaz bir tanesi takılıverir dilinize. İllaki sevmeniz degerekmez hani. Karşılıksız bir aşkın pervasızlığıyla size yazılırlar ve isteseniz de istemeseniz de kayıtsız kalamazsınızonlara. Çünkü çağırmıştır bir kere ve siz yanıtsız bırakamazsınız bu daveti.Aslında kırmızı mumlu davetiyesi olanları da farklı değildir ki! Onlara da sarılıveririz eski bir dost gibi.Onlar hayatın her yerindedir. Doğumda da onlar vardır, ölümde de. Aşkın orta yerinde de yaşarlar, terk edilmişliğintüm ıssızlığında da. İnsan kendinden olandan vazgeçebilir mi ki? O yüzdendir yüzyıllardır süren bu birliktelik. Çünküşarkılar aslında hep bizi söyler. Ne büyük yanılsamadır ki biz onları söylediğimizi sanırız sadece.Ama o bizi söyleyen şarkıları da birilerinin söylemesi gerekir ki bu sarmal döngü sürüp gitsin.“Şarkı söylemek isteyen Mülkiyeliler aranıyor” diye yola çıkışımız henüz dün gibi gelirken Mülkiyeliler Birliğiİzmir Şubesi Türk Sanat Müziği Korosu 9. konserini verdi 9 Ocak <strong>2009</strong> günü Konak Belediyesi Dr. Selahattin AkçiçekKültür Merkezi’nde.Sonsuzluğa bıraktığımız 27 güzel şarkımız vardı o gece içinden biz geçen. Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet geldigözümüzün önüne “Senede Bir Gün” derken, Avni Anıl’ın o müthiş bestesinde geçen “Bahtiyar Martılar”ı hayal ettik vemerak ettik o küçük gagalarıyla nasıl gülümserler acaba diye. Kimi konuklarımız bir yandan düşüncelere daldılar “Gözgöze gelmek istemem” dedikleri eski sevdalarını anımsarken ve fark ettiler ki aslında her seferinde “Unutamam Seni” diyefısıldadığını içlerinde saklambaç oynayan bir gizin.Aslında pek çok açıdan farklı ve bir o kadar da güzel bir akşamdı yaşanan.Çünkü koromuzun bu konserinin de daha öncekiler gibi özel bir amacı da vardı. O gece şarkılar, kimsenin nekendisinde ne de yakınlarında karşılaşmak istediği bir rahatsızlık olan şizofreniye dikkat çekmek ve şizofreni hastalarınınhayatla bağlantılarını koparmamaları için olmazsa olmazları konumundaki ilaç tedavilerine katkı sağlamayı amaçlayanŞizofreni Dayanışma Derneği’nin yararına söylendi. İzmir Şizofreni Dayanışma Derneği Başkanı Nilgün Durnatarafından da Şube Başkanımız Prof. Dr. Hüsnü Erkan’a plaket sunularak sağlanan katkı için teşekkür edildi.Koromuz açısından ise konseri özel ve önemli kılan, rahatsızlığı nedeniyle koronun şefliğinden ayrılmakdurumunda kalan Nursal Ünsal Birtek’in ardından yeni şefimiz Udî Gürkan Öztürk yönetiminde verilen ilk konseroluşuydu. Hocamız o gece müthiş bir enerjiyle, olağanüstü bir coşkuyla yönetti hem sazları hem de bizleri. Müthiş sabrı,yeteneği ve müzik bilgisiyle bizler için bir kazanç olduğunu bildiğimiz hocamıza ne kadar teşekkür etsek az.Kendi penceremden bakacak olursam eğer benim için gerçekten çok daha farklı ve önemliydi aslında 9 Ocakgecesi. Çünkü benim bu koro içerisinde yer almamda da, o gece o sahnede “Canımın Ta İçisin” sen diye söylemeyeçalıştığım o şarkının ruhunda da aynı şey vardı. Benim için de kocaman bir ilkti aslında. Bana şarkıların ruhunu görmeyiöğreten ve günlerimi müzikle dolduran bir ehl-i dil için söylemek amacıyla oradaydım ben. Benim mavi kalpli prensesim,dostum, kardeşim Şair Avukat Ela Kurt beni bırakıp sonsuzluğa gittiğinden ve müziğini oralarda Selahattin İçli veAvni Anıl Beyefendilerle paylaştığından beri, içine düştüğüm eksikliği gidermenin bildiğim ilk yolu şarkı söylemekti.Söylemezsem olmayacaktı. Duyduğum her güzel sözü onun için de kabul ettim o gece. Beğenildiyse ne mutlu bana !Sahneden baktığımızdaysa güzel ve keyifli yüzler vardı karşımızda. Heyecanlı ve amatör seslerin peşine düştüklerişarkılarla açıldıkları denizleri keşfetmek isteyen ve aynı duyguların izini süren yüreklerdi onlar, sahneden yolladığımızalkışları hak eden. Bütün zarafetleriyle bizi destekleyen, dinleyen ve yanımızda olan herkese binlerce teşekkür gönderiyoruztüm kalbimizle. Bir teşekkür de emeklerinden dolayı koro sorumlumuz Sami Susurluk’a.Aslında bu satırları aynı duygularda buluşup aynı şarkıları paylaştığım ve birlikte olmaktan onur duyduğum koroarkadaşlarım adına da yazıyorum sizlere. Açık yüreklilikle ifade etmek isterim ki onlarla çalışmak, bir şeyler üretmekgerçekten çok güzel.Şeyda ARIKAN ÇINARLI27


konuk yazarlarKAPİTALİST YIKIM KISKACINDAKİ DÜNYANIN “HÂL-İ PÜR MELALİ”VEYA “BIRAKMAYIN GEÇMESİNLER, BIRAKMAYIN YAPMASINLAR!”[*]Temel DEMİRER“Büyük hakikât,karşıtı da bir büyük olanhakikât olan bir hakikâttir.”[1]Hemen, hemen tüm konuları kapsayansorularınıza ilişkin, kısa olması mümkün olmayanyanıtlarım şunlar…“OLMAZ OLAMAZ!” DEDİLERLERSEDE, OLAN(LAR) OLDU …1-) ABD merkezli kriz ve olanlar nedir?Serbest piyasa “ruhbanları”, “olmaz olmaz”dedilerlerse de, olan oldu!Emir Sader’in ifadesiyle, “Kapitalizmin yenikrizi, 1929 tarzında geldi. Kumarhane kapitalizmiteorileri doğrulandı… Kapitalizmin anti-sosyal ve belkide ölümcül niteliğiyle ilgili teoriler de doğrulandı…”Ya da Prof. Dr. Korkut Boratav’ın deyişiyle, “Bukriz, kapitalist sistemin tamamen çöküşü sonucunugetirmese de sarsacak. Krizin temel nedeni, ölçüsüzşişkinlik. ABD’nin başka ülkelerin tasarruflarınıemmeyi hayat tarzı hâline getirmesinin sonucu.”Görünen köy -körler dışında- kılavuzistemiyor!İflaslar birbirini izliyor, Amerikan malisisteminin krizi derinleşiyor; kamuoyuna bankalarınaşırı yüksek kârları, hileli işlemleri, spekülatörlerin vebanka çalışanlarının yüksek kazançları saçılıyor...Ama reel ekonominin bir gerçeği de aynıanda muazzam ölçüde işliyor. İşte iflaslarla bezenenkapitalist ekonomi tablosunun gri renkli fırça izlerindenbiri: Gıda fiyatları yükselirken Avrupa Komisyonu,<strong>2009</strong> yılı için gıda yardımı yıllık bütçesinin 300milyon Avro’dan 500 milyona yükseltilmesini önerdi.2006’da bu düzenlemeden 13 milyon Avrupalı yurttaşyararlanmıştı. Hâlbuki şimdi, 43 milyon kişinin gıdayoksulluğu tehlikesi içinde olduğu tahmin ediliyor.Bir yanda reel ekonomiyle bağı kopmuş gibi28


gözüken, sınırsız, muazzam kazanç ve kârlar (ABD veAvrupa basını bunu açgözlülük olarak tanımlıyor). Öteyanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksekdüzeye çıkmış işsizlik ve aşırı büyümüş mutlak açlıksorunudur.Lehman Brothers arkasında 613 milyardolar zarar bırakarak iflas ederken, AIG’ye ayaktakalabilmesi için 85 milyar dolarlık kaynak sağlandı.Sadece bu iki şirketin zararları ekonomisi 660 milyardolar olan Türkiye’yi aştı…Kriz, 53 borsadaki 50 bine yakın şirketindeğerini sildi süpürdü; 18 trilyon dolar uçtu…Bu işin bir yanıysa, öteki artı(lar) da şu(nlar):Hazine Bakanı Paulson ve Fed BaşkanıBernanke’nin finansal sistemi kurtarmak için 700milyar dolar talep eden planı, Amerikalı vergimükelleflerinin üzerine daha da yük bindirecek. Planbu hâliyle kabul edilemezken; krizin göbeğinde duranülkenin adı ABD’dir. Tarifi zor bir ülkedir. Sürekliolarak pompalanan dış kaynak sayesinde tüketimdüzeyini koruyup yükseltebilmiş, harcamalarınırahatça yapabilmiş tuhaf bir süper güçtür. Her zamansavaşlar peşinde koşan, her fırsatta bu sektörü canlıtutmak için çabalayan ABD, Uzakdoğu’nun, petrolzengini ülkelerin kaynaklarını çarçur etti ve artıkyolun sonuna geldi.Para bitti. Sermaye akımları durdu.ABD artık cari işlem açıklarını taşıyamıyor,dışarıdan destek bulamıyor.Peki bu krizin nedeni sistemin kendisiyse,tetikleyicisi kimdir?Tetikçiyi bulmak için finans sisteminebakacaksınız.İşte başta ABD olmak üzere tüm kapitalistdünyayı betimleyen görüntü bu!Yani Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndakikonuşmasında İran Cumhurbaşkanı MahmudAhmedinejad’ın, “ABD İmparatorluğu çöküyor,”demesi anlamlıdır; yerli yerine oturan bir saptamadır!Tam da bu koordinatlarda Prof. NourielRoubini’ye göre, kredi zararları büyüyecek, bu dabankacılık sisteminde “sistemik kriz” yaratacaktırYani ABD ve küresel boyutta hâlâ temelsorun, finansal boyuta sıçrayan bu krizin nasılçözüleceğindedir.Diğer bir deyişle verili soru(n), daha da dallanıpbudaklanarak büyüyecekken; öncelikle “Ne oluyor?”sorusuna yanıt arayalım.Bu soruya, bir zamanlar ABD’nin önemliyönetim konumlarındaki Nicholas F. Brady-EugeneA. Ludwig-Paul A. Volcker, bakın ne yanıt veriyor:“Büyük Buhran’dan bu yana en vahim malikargaşanın ortasındayız. Cesur adımlar atılmazsa işlerdaha da kötüye gidebilir. Ne piyasalar ne de düzenleyicitalimatlardan, banka tetkiklerinden, düşürülen faizoranlarından ve soruşturmalardan menkul sıradanönlemler bu işin üstesinden gelebilir. Merkez Bankasıve Hazine’nin bugüne kadar aldığı acil önlemlergerekli olmakla birlikte, krizi çözmek konusundayetersiz. Mortgage piyasasının devleri Fannie Mae veFreddie Mac aşırı şişti ve şu an hükümet korumasıaltındalar. Bütün piyasa gereklerini karşılamaya yetecekkadar güçlü bir durumda değiller. Gerçek şu: Finanssisteminin temel, uzun vadeli reforma ihtiyacı var, fakatşu an sistem, öngörülen şartlarda geri ödenmeyecekmuazzam miktarda zehirli emlak kâğıdıyla tıka basadolu. Bu kâğıt, idare altındaki devasa miktarlarda malienstrümanı destekleyecek güçte değil.Bu çürüyen katmanı sistemden defedecek yenibir mekanizma oluşturulmadıkça hastalık yayılacak,güven daha da aşınacak ve bütün kredi krizlerininen büyüğü karşısında ölüm kalım mücadelesi vermekzorunda kalacağız. Bu kriz finans sistemini ve onunlabirlikte, bugüne kadar gayet iyi dayanan genelekonomiyi de vuracak…”[2]Genelde piyasa ekonomisine toz kondurmayan‘The Economist’ de “kötümserlere” katıldı; diyorki “ABD Kongresi’nde ne olursa olsun kriz şimdiartık küreseldir”. Haklı, ABD’de “kurtarma paketi”meclisten geçti, borsanın kılı kıpırdamadı.ABD’nin en etkili dış politika “Think-Thank”ı,Council on Foreign Relations’un bünyesindeki Centrefor Geoeconomic Studies’den Brad Setser de 2 Ekim2008 tarihli blogunda “Sistemik bir mali kriz, yalnızcabir kurumu değil ‘sistemi’ etkileyen krizdir. Bana göreABD, belki de AB böyle bir krizle karşı karşıya”diyordu. The Economist daha kesin konuşuyor: “Kriziki yönde yayılıyor, Atlantik’i geçerek Avrupa’ya, malipiyasalardan reel ekonomiye.” Diğer bir deyişle kriziki anlamda “sistemik”, hem tüm mali sistemi etkiliyor,hem de tüm ekonomik sistemi. Ancak bir eklemedaha yapmak gerekiyor: Kriz, ‘yükselen piyasaları’da etkisi altına almaya başladı. YP’lere yönelik 5.2milyar dolarlık bir fonu yöneten Claudio Brocado’yagöre “ruh hâli çok kötüleşti, riskten kaçış çok belirginbiçimde arttı”.Şimdi dünya ekonomisinde en önemlisorunlardan bir diğeri de resesyonun küreselleşmesi…Evet, evet tüm bunlarla birlikte... ABD’deresesyonla tanıştı!ABD’nin bir resesyona girip girmeyeceği,Neo-liberal Ayetullahlar açısından artık adeta biritikat sorunu hâline gelmişti. ABD ekonomisininiçinde (çeşitli sektörlerinde) olanları görmezdengelip, “Bak resesyona girmiyor” diyerek, serbest piyasaekonomisine sarsılan inancı, umutsuzca canlı tutmaya29


çabalıyorlardı.“Lale Devri Zamanları”nın nihayetindeyiz…Global ekonominin ibresi yavaşlama yönünde.Bu da başta ABD ve AB’dekiler olmak üzere gelişmişekonomilerin durgunluk tehlikesini atlatamadığınıgöstermekte.Financial Times’ın yazarlarından WolfgangMünchau, “Resesyon olası en kötü sonuç değil” başlıklıyazısında, “Bu salt bir mali kriz olsaydı çoktan bitmişti.Dördüncü dalganın sıkıntılarını yaşadığımıza göre,salt mali aşırılıklardan, kötü düzenlemelerden dahaöte bir şeyler rol oynuyor olmalı” diyordu.Sorun içsel ve yapısaldı.Yaşanan(lar) “Başlangıcın sonu bile değil”!‘The Times’tan Martin Wolf ’un deyimiyle,krizin “Büyük olasılıkla henüz başlangıcının sonunubile geçmemiştik.”[3]İçinde bulunduğumuz konjonktürün en önemliözelliği “belirsizlik”.Kriz yayılıyor: Önce ABD ekonomisi malikrizin etkisiyle durgunluğa girdi. Salt ev piyasası,finans sektörü değil, inşaat, otomotiv, havacılık, beyazeşya, demir çelik, otel-lokantacılık gibi çok önemlisektörler resesyona (daralma) girdiler.İrlanda, İngiltere, İspanya başta olmak üzere,Avrupa ev piyasalarında ABD ev piyasasındakine benzerbir senaryo gelişiyor. Danimarka resmen resesyonda,İngiltere resesyona giriyor. Alman “iş çevreleri güvenendeksinde” büyük düşüşler gözleniyor.Financial Times’in bildirdiğine göre, dünyanınikinci büyük ekonomisi Japonya’da stagflasyon içinedüşmeye başlıyorlar, riskler hızla artıyor.Bir şey daha: Newsweek’ten Rana Forooher,küresel enflasyon dalgası bağlamında, şimdi havanınnasıl değiştiğini şöyle anlatıyor: “Dünya 35 yıl sonrailk kez ve eşzamanlı olarak (senkronize) bir enflasyondalgası yaşıyor”!Bu bağlamda Tarihçi Niall Ferguson’un 7Ağustos 2008 tarihli Financial Times’daki yorumununbaşlığı şöyleydi: “Yerel bir kasırga, nasıl küresel birfırtınaya dönüşebilir.”Ferguson, ABD’de başlayarak, bir yıl içindehızla küresel bir krize dönüşmeye başlayan mali krizeilişkin olarak, “Hayır bu büyük depresyon değil... Ama1930’larda olduğu gibi kritik aşama, ABD aşamasıdeğil... Kriz küreselleştiği zaman da ‘kredi kıtlığı’kavramı artık yeterli olmayacak” diyordu.Kriz artık yalnızca bir finansal krizden ibaretdeğil çünkü. Reel ekonomiye şimdiden sirayet etti bile...Fransa resmen resesyonda. Ekonomikgöstergelere göre, Fransa’nın büyüme hızı bu yıl negatifolacak. İtalya’nın durumu da parlak değil. Büyümehızı sıfır ve <strong>2009</strong> beklentileri daha iyi bir gelecekvaat etmiyor. İş o hâle geldi ki, İngiltere’de GordonBrown kriz karşısında bir “war cabinet/ savaş kabinesi”kurmak için kolları sıvadı.Durum bu denli vahimleşirken, dünyadakikrize ilişkin olarak Türkiye İş Bankası Genel MüdürüErsin Özince de, “Artık paranın kuralı yok,” diyeekliyor.Bloomberg’ün şu haberi de tüm bunlarıdoğruluyor: UBS’nin 12 Ağustos 2008’de açıkladığıikinci çeyrek sonuçları sonrasında dünyanın en büyük100 banka ve aracı kurumunun, ABD subprime(yüksek riksli konut kredisi) krizi ve bunu izleyen kredikrizi nedeniyle aktiflerindeki değer kayıpları, krizindaha fazla varlık tipine yayılmasının etkisi ile 500milyar doları aştı. Listenin ilk sırasında ise Akbank’tayüzde 20’lik payı olan Citigroup var. Finans devlerininküresel ölçekteki zararlarına bakıldığında Türkiye’deDışbank’ı alarak faaliyetlerine başlayan Hollanda-Belçika ortaklı Fortis 7.4 milyar dolar, Oyakbank’ısatın alan Hollandalı ING Group 5.8 milyar dolar,TEB’in Fransız ortağı BNP Paribas 4 milyar dolar,Yapı Kredi’nin İtalyan ortağı Unicredit ise 2.6 milyardolar, Denizbank’ın Belçika-Fransız sermayeli ortağıDexia 1.2 milyar dolar aktif kaybına uğradı.Ve nihayet M. Nuri Durmaz’ın, Kapitalizminbüyük bir krize girip çökeceği yönündeki sol öngörünün,yerli yersiz dile getirilmesinin sosyalistleri çoğu kez‘yalancı çoban’ durumuna düşürdüğü söyleniyordu. Ancak,bu kez çoban haklı ve gerçekten kurt geliyor,” dediği kesittedünya ekonomisi, 1930’lardan bu yana tarihinin en derinve genelleşmiş ekonomik krizini yaşıyor...Ya da FED eski Başkanı Alan Greenspan’indeyimiyle ABD, ancak “yüzyılda bir yaşanacak derinliktebir krizin içinde”…Bu da “emperyalizm ve paylaşım savaşları”riskini yeniden tarihin gündem maddesi kılıyor!KAPİTALİZM = KRİZ + YIKIM2-) Bu kriz, kapitalizm için bir son mu? Yoksa,eskiden olduğu gibi kapitalizmi dönüştüren krizlerdenbirisi mi?Bu sorunun yanıtı için kapitalist krizin “Neden”ve “Nasıl”ından söz etmemiz gerekiyor!Ve bundan “Kriz kapitalizmin krizi değil,bizatihi devletçilik ve müdahaleciliğin krizidir,”[4]diyen Alper Akalın’ın; ya da yine “Aslında krizde olanserbest piyasa modeli değil (…) özgürlüğümüzdür,”[5]diyen Bilal Sambur’un -hayatın tekzip etmesinekarşın- telaffuz ettikleri zırvalarını ciddiye almadansöz etmemiz gerekiyor!İnkar edilemez “Gerçek şudur ki, kapitalizmin30


kendisi zaten bir ekonomik krizdir. Kapitalizm geçerliolduğu sürece ekonomik kriz de onunla birliktevarlığını sürdürecektir.”[6] Bu bir!İkincisi de bu temel üzerinde yükselen “maliküreselleşme” vahşeti: Konuya ilişkin olarak birekonomistin deyişiyle, Bush yönetimi Wall Street’inbir “casino market”e, yani “kumar piyasası”nadönüşmesine izin vermiştir.Üçüncüsü de olup-bitmeyenin “serbestpiyasa” retoriğinin iflasına denk düştüğüdür! Ancakkapitalizmin iflas ettiğini anlamak için böyle birgelişmeyi beklemeye gerek yoktu…Evet bu kriz biz(ler)e bir kez daha şunugösterdi:“Minimum zaman dilimi içinde maksimumkâr elde etme üzerine kurulu sistemin çarkları birkaçyerden birden kırıldı.Şimdi ise herkes ağız birliği etmişçesine“Küresel finansal sistem hiçbir zaman eskisi gibiolmayacak diyor.2008’in son çeyreği... Dünya piyasalarınıallak bullak etmeyi sürdüren ABD kaynaklı krizinyansımaları dalga dalga yayılıyor...XXI. yüzyılda küreselleşmenin barış, refahve özgürlük getirdiğine ilişkin en ufak bir belirti bileyok ufukta. Tersine küresel bütünleşmenin sosyal,ekonomik ve çevresel bütün dinamikleri adım adımkaotik bir ortama doğru sürükleniyor.BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) hâlen862 milyon insanın açlıkla boğuştuğunu söylüyor.Yoksulluk ve açlıkla mücadele için her yıl 30 milyardolarlık kaynak gerekiyor.Sosyal cephede, tüm dünyada eşitsizliklerinher geçen gün büyüdüğü, ırkçılık, aşırı milliyetçilik vedincilik gibi akımların giderek güçlendiği bir ortamsüregeliyor. Varolan değerlerin yozlaştığı, toplumlardaradikal bölünmelerin arttığı bir dönem...İklim değişikliği, küresel ısınma ve bunabağlı olarak ekolojik dengenin değişmesi, kontrolsüzsanayileşme sonucu doğada yapılan tahribatın etkileriçevresel cephede de işlerin iyi gitmediğini gösteriyor.Son kriz ise yalnız Amerikan ekonomisininçürük yapısını gözler önüne sermekle kalmadı, neoliberalpolitikaların egemen olduğu kapitalist sisteminde küresel ölçekte sorgulanmasının gereğini ortayakoydu.ABD ekonomisinde finans ve gayrimenkulpiyasalarında yaşananlar, ekonomide karşılığı olmayansanal bir “yapay köpüğün hızla sönmeye başlamasıdır.Çark bir yerinden kırıldı. Kriz ise bunun ifadesi.Hâlihazırdaki tüm önlemler bu kırığı yamamayayönelik...Ancak şurası da bir gerçek ki bugün herkesağız birliği etmişçesine “Küresel finansal sistem hiçbirzaman eskisi gibi olmayacak,” diyor.Küresel kriz artık 2007 yılındaki “çalkantı”,“türbülans” ve benzer ifadeleri çoktan geride bırakarak,“kapitalizmin 1930 büyük buhranından bu yanayaşanan en şiddetli krizi” sıfatıyla anılır oldu.2007 krizinin yapısal nedenlerinikapitalizmin küresel finansallaşması açısından nasıldeğerlendirmeliyiz?Kapitalist dünya 1950 sonrasında sanayileşmeve ticaret politikalarının devlet müdahaleleri tarafındanyönlendirildiği ve finansal sistemin ulusal politikalartarafından düzenlenerek sıkı bir şekilde denetim altınaalındığı bir uluslararası sistemin inşasını gerçekleştirdi.Bretton Woods adıyla anılan bu sistemin ayırt ediciözelliği Amerikan Doları’nın küresel pazarlarda temelalışveriş parası olarak kullanıldığı ve döviz kurlarınında ABD Doları’na görece sabitlendiği bir parasalsistemin kurgulanmış olmasıydı. Bir yandan da emekile sermaye arasında göreceli bir barış ortamı, devletinsosyal işlevlerinin devreye sokulmasıyla sağlanmayaçalışılmaktaydı.Kapitalist dünya 1950-1974 arasını başdöndürücü büyüme hızlarıyla geçti. Söz konusudönemde dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde2.9’a ulaşmış; Asya, Afrika ve Latin Amerika’nınyoksul emekçileri tarihte ilk defa reel gelirlerinde birartış olanağı yaşamışlardı. Bu niteliklerinden ötürü1950-74 arası iktisadi büyüme yazınında “altın” çağdiye nitelendirilir oldu.Ancak, bir yandan da artan küresel rekabet ilebirlikte kapitalizmin değişmez yasaları işlemekteydi.Üretim kitleselleşip sermaye birikimi yoğunlaştıkça kâroranlarında da kaçınılmaz bir düşüş boy gösteriyordu.1960’ların ortalarından başlayarak hemenhemen tüm kapitalist dünyada sanayi kârları gerilerken,Marx’ın “son tahlilde kapitalist üretim tarzınınönündeki en önemli engel gene sermayedir yönündekiöngörüsü altın çağın sonuna yaklaşılmakta olduğunuvurgulamaktaydı. Sermayenin ulusal sınırlar içindekibirikim temposu yeni yatırımları gerçekleştirmek içinçok daha yüksek kârları gerekli kılmaktaydı. Ancaksermayenin kârlılığı, içinde bulunduğu ulusal pazarınbüyüklüğü ile sınırlı durumdaydı.Kapitalizmin 1970’lerde içine girmiş olduğubunalımın ve tıkanmanın doğrudan bir göstergesiniŞikago Roosevelt Üniversitesi öğretim üyesi, Dr.Özgür Orhangazi’nin verileri, ortaya koyuyor.[7]Dr Orhangazi ABD’de 1960’ların ortalarındanbaşlayarak kâr oranlarındaki çarpıcı gerilemeyi net birbiçimde ortaya koymaktadır.Finansal serbestleştirilmeyle birlikte finansalsermayenin kısa dönemli, spekülatif nitelikli31


kararları sanayileşme hedeflerinin önüne geçiyordu.Örneğin, James Petras ve Henry Weltmeyer, reelsektörde kullanılan her 1 dolara karşılık, dünyafinans piyasalarında 25-30 dolarlık bir işlem hacmigerçekleştirildiğini hesaplıyor; 1970’lerde gündeyaklaşık sadece 190 milyar dolar hacmi olan dünyadöviz piyasası işlemlerinin, 1990’ların başındagünde 1.2 trilyon dolara, günümüzde de 1.8 trilyondolara ulaşmış durumda olduğunu belgeliyordu. Burakamın, dünya ticaret hacminin 70 misline ulaştığıgözlenmekteydi.Ancak bir yandan da spekülatif kazançlarınözendirdiği finansal şişkinlik giderek başlı başına biristikrarsızlık unsuru hâline geliyor ve kapitalizminbaşıboş ve anarşik niteliklerini de gözler önüneseriyordu.Dolayısıyla, küresel ekonominin 2007 krizikapitalizmin finansallaşma sürecinin doğrudan birürünüdür. Kapitalizmin merkez ülkelerinde sermaye,artık kâr oranlarını sürdürebilmek için finansalspekülasyonun sanal rantlarına bağımlı durumdadır.Mevcut krizin aşılması için öne sürülenyeni-düzenlemeler veya denetleyici kurumlarınoluşturulması gibi girişimler, finans dünyasının butatlı kârlılığını engelleyeceğinden, küresel kapitalizminmantığına aykırıdır. Sermaye yanlısı muhafazakârideologların “şeffaflık” veya “yönetişim” gibi muğlak sözoyunlarıyla finansal serbestleştirmenin sınırlamasınakarşı durması boşuna değildir.Kısaca özetlemek gerekirse, mevcut kriz dalgasıgelip geçici konjonktürel bir olay değil, kapitalizmin takendisidir.[8]Burada bir parantez açarak ekleyelim:Ekonomik krizlerin bir gerçek nedeni bir detetikleyicisi ya da tetikleyicileri vardır. Ekonomik krizingerçek nedeni kapitalist düzendir. Kapitalist düzendebeklentiler, özellikle büyük sermayenin beklentileri,tüketim özellikle yatırım harcamaları üzerinde etkiliolduğundan, harcamalarda dalgalanma, ekonomidegenişleme, daralma evrelerine yol açmaktadır. Kapitalistdüzende genişleme ve daralma dönemlerinin birbiriniizlemesi doğaldır.Dünya ekonomisi, 2000’li yılların başlarındaözellikle 2002 yılından sonra hızla büyüme sürecinegirmiş, dış ticaret hacmi genişlemiş, fiyat artışları sınırlıdüzeyde kalmış, işsizlik oranları düşmüştür. Kapitalistdüzende hızlı büyüme sürekli olamayacağından,yavaşlamanın, krizin belirtileri, işaretleri görülmüştür.Finansal pazarlarda, taşınmaz mal piyasalarındafiyatlar balon yapmıştır. Borsalarda, taşınmaz malpiyasalarında fiyatların balon yapması, ekonomikbaşarının göstergesi olarak kamuoyuna sunulmuş,övünme konusu yapılmıştır. Gerçekte, fiyatların balonyapması, öncü bir kriz göstergesidir. Balonun sönmesi,hava yitirmesi söz konusudur.Nitekim tüm menkul kıymet borsaları,özellikle hisse senetleri, önemli boyutta değer yitirmiş,özellikle ABD’de taşınmaz mal piyasasında durgunlukfiyatlarda gerilemeye yol açmış, ipotekli taşınmaz malkredilerinin geri ödenmesini zorlaştırmış; donukve batık kredileri kabartmış, yasal takiplerin, icrayolu ile satışların artması, piyasalardaki durgunluğuyaygınlaştırmıştır. İpotekli taşınmaz kredisi verenfinans kurumlarının ödeme güçlüğü içine düşmeleri,ipotekli krediler teminat gösterilerek çıkarılmış varlığadayalı menkul kıymetlerin geri ödenememesi, krizinnedeni gibi görülmüş ya da gösterilmiştir. Bu olgu,krizin ana nedeni değil tetikleyicisidir.O hâlde bir kez daha belirtelim: Krizin nedenibizatihi kapitalist sistemin kendisi olurken, “tetikleyicisi”de mali küreselleşme ve uzantıları olmuştur!“Bu kriz son mu, dönüştüren” mi? Vurgunuzagelince, kapitalizmin sonunu ekmek ve özgürlük için“Başka bir dünya mümkün” şiarıyla mücadele edeninsanların devrimci mücadelesi yaratabilir…Hiçbir kriz, ne denli büyük ve yıkıcı olursaolsun, kapitalizmin “sonu”nu getirmez; sadece bu iğrençsistemin aşılabileceği tarihsel imkân ve zeminleri sunarinsanlara…Yani insanlığın tarihini, krizler değil; krizlerinsunduğu imkânlar (ve elbette tehlikeler) zemininde, kenditarihini yaratma cüreti ile varedilen yükselen toplumsalmücadele ve isyanlar yaratır…Bu vurgunun altını özenle çizerek bir kez dahaanımsatalım:Ekonomi bunalımı derinleşmekte vedünya ekonomilerinin tümüne yayılmaktaykenkrizin atlatılması konusunda herkes iyimser değil!Kötümserlerin başını spekülatif hareketler ustası Sorosçekiyor. Soros’a göre “krizin henüz ortasındayız”. IMFGenel Direktörü Dominique Strauss-Kahn da krizinsona ermesi konusunda iyimser görünmüyor. IMFbaşkanına göre krizden bazı finans kuruluşları yakıngelecekte ağır yara alacak. Açıkça söylediği ise şu:“Kriz yakın gelecekte daha beter duruma gelecek!”Ve de bunalımla boğuşmak kolay olmayacak!KRİZ: İMKÂN (VE TEHLİKE)!3-) Krizin siyasal ve sosyal sonuçları nelerolabilir?Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu’nun deyişiyle,“Yaşanan kriz, kapitalist küreselleşmenin ilk ciddikrizidir. 1929’dakiyle kıyaslanabilir ancak. Çünkü dahaönce görülen gerek Asya krizi gerek 2001’deki krizlerin32


hepsi yerel boyutlarda kaldı. Tek bir müdahale ilegiderilebildi. Yıllardan sonra ilk kez ABD’de başlamaküzere Avrupa, Rusya, hatta Çin’e kadar tüm aktörlereuzanan bir kriz söz konusu”dur.Bu nedenle krizle gelen(ler)in birçok ekonomipolitiksonucunun olması kaçınılmaz.Örneğin bunların ilki, ekonomiye ilişkin olaraköne çıka(rtıla)n devlet merkezli müdahaledir.Şu ana dek görüldüğü üzereKriz Batı’ya doğru kayarken batan şirketlerancak hükümet eliyle kurtarılabiliyor!ABD kaynaklı kredi sıkışıklığı, Avrupa’ya dasıçradı. Belçika-Hollanda merkezli Fortis, Benelüksülkelerinin müdahalesiyle kurtarıldı. İngiltere’de B&Bdevletleştirildi. Almanya ve İskandinavya’daki bazıbankalar da zor durumda.Söz konusu tabloda bazı banka ve şirketlerdevletleştirildi, krizin etkisini azaltmak için piyasalarfonlandı. Şimdiye kadar serbest bırakılan ve tu kakailan edilen piyasaya müdahale adına ne varsa yapıldı.Ya da Prof. Dr. Hurşit Güneş’in ifadesiyle,“Bu kriz dünyada… önemli sonuçlar doğuracak.Kapitalizm, müdahale edilmediği takdirde varlıklarındeğer artışı ve sermayeyle orantılı olmayan risklerinsürdürülemeyeceğini ortaya koydu.”Mesela “serbest piyasa”nın anavatanıABD’de 1930’larda devlet desteğiyle kurulan, sonraözelleştirilen KİT’ler, şimdi 2008 de yine devlet eliylekurtarılıyor.Mali sistemini ayakta tutmak için 700 milyardolarlık ‘Kurtarma Planı’ açıklayan ABD, Almanya,Japonya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin de benzerplanlar uygulamasını istiyor. Hazine Bakanı Paulson“Bu ülkelerdeki arkadaşlarımdan de gerektiğinde aynıönlemleri almalarını istiyorum,” dedi.Fortis’i, Hollanda ve Lüksemburg’la birlikte11.2 milyar avroya kısmen kamulaştırarak kurtaranBelçika, Dexia’ya da el attı. Sermaye sıkıntısı çekenbankaya Belçika ve Fransa 3’er milyar, Lüksemburg da376 milyon avro aktardı.‘Financial Times’ın da belirttiği gibi, “ABD’debazı şirketlerin devletleştirilmesiyle birlikte finanskuralları değişti.”[9]Bununla ilgili olarak belirtelim: Yakın günlerekadar, insan hakları, emperyal işgaller, savaşlar,piyasalar... üzerinden gidişi anlatmaya yönelikvurgulamalarında, “vahşi kapitalizm, emperyal çıkarlar,kirli piyasalar düzeni, kanlı petrolün önlenemezyükselişi... türünden ideolojik kavramları kullananlara“dinozorlar damgasını vurmakla yetinmez, uzaylılarmışgibi müstehzi gülümserlerdi…Fransa’nın sağcı lideri Sarkozy “vahşi kapitalizmsuçlamasını yapmakla yetinmiyor, piyasaların böyleserbest, başıbozuk bırakılamayacağının altını çizerek,AB büyüklerinin siyasi liderlerini denetleyici, kamusalönlemler için acil toplantıya çağırıyor. ABD BaşkanıBush, meclisten dönen 700 milyon dolarlık kamudestekli kurtarma operasyonunun ardından piyasalarınkaybı bir gecede 1.1 trilyon doları bulunca, ufakrötuşlarla aynı paketin geçirilebilmesinin anahtarıolarak bu yıkımı kullanıyor... “Battık, kapitalizmin enkara günü... vurgulamalarının bini bir para...ABD’de mortgage piyasasında ortaya çıkan veküreselleşen kriz, beraberinde bitmeyen bir tartışmayıda tekrar gündeme getirdi. “Serbest piyasa” efsanesiçöküyor mu?.. Bu tartışmayı merkez bankalarınınlikidite yönetimi ile başlayan müdahalelerinin, sonundaşirket ve batık kurtarmaya dönüşmesi yarattı.Amerikan Hazinesi ve FED, 2008 Mart’ındaBear Stearns ve JP Morgan’ın birleşmesine 29 milyardolarlık destekte bulundu. Ardından mortgage devleriFannie Mae ve Freddie Mac kurtardı. Merrill Lynch’inBank of America tarafından yaklaşık 50 milyar dolarasatın alınmasında “yönlendirici” oldu. Zor durumdakiAIG’nin FED’den 40 milyar dolarlık kredi istediğihenüz karşılanmış değil ancak New York EyaletiAIG’nin iştiraklerinden 20 milyar dolar kullanmasınaizin verdi.Avrupa’da da iflaslara izin verilmedi. İngiltere’deNorthern Rock devlet tarafından kurtarıldı. Şimdifinans kuruluşlarının oluşturduğu fonların yanı sıraAmerikan Tasarruf ve Sigorta Mevduatı Fonu FDICdevreye giriyor. Ancak ABD’de 10 büyük bankanın,Lehman iflasının etkilerinin azaltılmak için kurduğu70-100 milyar dolarlık acil fon havuzu için kredimusluklarını açan FED ve ABD Hazinesi, FDIC’inkredi fon talebini de karşılamak durumunda.Dolayısıyla kamu otoritesi, krizin göbeğinde“düzenleyici” olmaktan çıkmış, “kurtarıcı” olmuşdurumda. Ancak, teorinin vaazına göre(?!), “serbestpiyasa”da “çürüklerin ayıklanmasına” izin verilmesigerekiyordu...Bu konuda Hürriyet yazarı Ege Cansen’in,“Serbest piyasa ekonomisi ‘her koyun kendi bacağındanasılır’ gibi tanımlanıyorsa, bunun içinde devletçimüdahaleler de vardır”…Milliyet yazarı Güngör Uras’ın, “Güzel birdeyimimiz vardır. Zor, oyunu bozar. Kapitalizmzorlandığında, serbest piyasanın olmazsa olmazsayılan ilkelerine ters uygulamalar başladı. Serbestpiyasada devlet oyunun kaidelerini belirleyecek, sonrahiç müdahale etmeyecekti”…Eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak’ın, “Krizbugüne kadar Amerika’nın takip etmiş olduğunuparadigmaların nasıl çöktüğünü gösteriyor”…Milliyet yazarı Prof. Dr. Hurşit Güneş’in,33


“Serbest piyasa zaten bir efsaneydi, hiç olmadı”…Prof. Dr. Erinç Yeldan’ın, “Şu andaki krizaslında konjoktürel bir dalgalanma, bir iktisadi kaosolmakla beraber, aynı zamanda hâkim ideolojinin,hâkim iktisat teorisinin de birçok noktada ne kadaryanlış çözümlemelere dayalı olduğunu gösteriyor.Dolayısıyla Bu yalnızca bir iktisat krizi değil, aynızamanda iktisat teorisinin kuramsal bir revizyonaihtiyacı olduğunu gösteren topyekûn bir dönüşüm.Mevcut serbest piyasa öğretisine dayalı iktisatöğretisi de büyük bir olasılıkla revizyona uğrayacak.Ders kitaplarında okutulan iktisat teorileri gözdengeçirilecek”…Eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in,“Sistem eskisi gibi olmayacak”…İktisatçı yazar Uğur Civelek’in, “Kapitalizmdevletleştirmeyi savunur mu? Eğer çıkarı söz konusuylasavunur. Ama serbest piyasaya aykırıdır”…Columbia Üniversitesi’nden Nobelli ekonomistJoseph Stiglitz’in, “Finansal liberalizm düzmecedir”…[10]MIT Üniversitesi’nden siyaset bilimci NoamChomsky’nin, “FED’in piyasalara yaptığı daha önce hiçgörülmemiş büyüklükteki müdahale devletin kapitalistkurumlarının demokratik olmayan karakterini birkez daha ortaya koydu. Bu karakteristik özelliğegöre devlet riski ve maliyeti dağıtır, kamulaştırır,kârı ise özelleştirir, birkaç elde toplar,”[11] dediklerikoşullarda “ABD’den başlayarak dünyaya yayılankrizden çıkarılacak bir diğer ders de, neo-liberalizmve ‘serbest piyasa’ ideolojisinin iflas etmiş olduğu vekârın özel çıkarlara, zararın ise halka ait olduğu birsistemin rezilliğinden başka bir şey değildir. 50 milyoninsanın en ufak bir sağlık güvencesinin olmadığı birülkede, iş finans kapitali kurtarmaya gelince devletelini cebine atmaktadır. Bu ise, bizzat sermayedarlarınisteği üzerine gerçekleşmektedir. Mesela AIG’ye devletdaha baştan 85 milyar dolar yatırmıştır. Ne var ki maliçöküş, ‘maalesef ’ kapitalizmin nihai çöküşü anlamınada gelmez.Son olarak belirtmek gerekir ki, ABDsaldırganlığı, bizzat kapitalist sistemin huzuru verefahı için girişilen bir harekâttır. Zira emperyalizmboş yere ortaya çıkmış değildir. Kaldı ki neredeysebütün Avrupa ülkeleri bu saldırgan Amerika’ya kendiaskerleriyle destek vermiştir. Kapitalizmin sağa solasaldırmadığı bir politikası çok nadiren olmuştur, bunubilmeyen, biraz olsun tarih okursa yeterli olacaktır.Liberallerin hoşuna ister gitsin ister gitmesinMarx haklıydı, ama burada Marx’ın haklı çıktığı teknokta, ekonomik krizlerin yapısal, yani ister devletisterse liberal kapitalizm olsun kapitalist sisteminişleyişine içkin olduğunu söylemesinden başka birşey değildir. Ve Akalın’ın yazısını okuyunca, yani eğerdevletleştirme sosyalizmin tek ölçütü olarak görülürse,Celal Bayar’ın ‘bu kış komünizm gelecek’ sözününABD için geçerli olacağını düşünmek işten biledeğildir. Umarız ki ABD’ye ve giderek tüm dünyayasosyalizm elbet bir gün gelecektir, ama maalesef bukrizle değil.”[12]“Serbest piyasa” üzerine çekilen neo-liberalsöylevlerin nihayete erdiği; yani iflas edip, karayaoturduğu bir güzergâhta yol alan kriz gerçeğinin ortayakoyduğu çok önemli bir şeyi de Ergin Yıldızoğlu şöyledillendiriyor: “Bilmem farkında mısınız? Kapitalizm,piyasa serbest de olsa (1920’ler 30’lar), düzenleniyor daolsa (1950’ler ve 60’lar) eninde sonunda krize giriyor.Ve hep aynı şarkı: Düzenlenmişse, serbestlik isteyençığlıklar atıyorsunuz, serbest ise düzenleme, devletmüdahalesi istiyorsunuz.Beyler, dediğim gibi sorun piyasada değil, hattasermayede de değil. Sorun bunların gereksinimlerineuymayan insanda. İnsanlar olmasa serbest piyasa dakapitalizm de gerçekten mükemmel sistemler... Ancakinsanlardan vazgeçmek söz konusu değil, en iyisiinsanların özelliklerine uyumlu, onlara öncelik verenyeni bir sistem düşünmek...”[13]Evet, yeni, yani kapitalizme alternatif bir sistemüzerine düşünmek ve bu imkânı değerlendirmekzorundayız; yoksa bir tehdit, tehlike eşikte..Bu tehdit, tehlike faşizm… Almanya İçişleriBakanı Wolfgang Schaeuble, tüm dünyayı sarsanABD’deki mali krizle ilgili, 1929 ekonomik buhranınınAlmanya’da Adolf Hitler’i iktidara getirdiği ve İkinciDünya Savaşı’nı çıkardığı uyarısı yaptı. Der Spiegel’ekonuşan Schaeuble, “1920’lerdeki küresel ekonomikkrizden, inanılmaz sonuçları olabileceğini öğrendik. Obuhranın sonucunda Adolf Hitler, dolayısıyla İkinciDünya Savaşı ve Auschwitz doğdu” dedi.Faşizm tehlikesi, güncel ırkçılık/ ayrımcılıklasomutlanırken bu konuda şu örnekleri sıralayalım:İtalya… 1945 sonrasının en sağcı hükümetinikuran Silvio Berlusconi, “diktatör Benito Mussolini’ninayak sesleri” dedirten yeni bir icraata imza atıyor:Suçla mücadele adına kamplarda yaşayan Romanlarınçocuklar dahil parmak izini alacak olması, “faşistdöneme dönüş” tepkisi yaratıyor.Örneğin ‘Financial Times’, “İtalyanhükümetinin yasadışı göçle mücadele adına Romanlarıfişlemesi kabul edilemez,”[14] dese de; “İtalyanyargıçları yeni yargı reformu ülkede faşist yönetimmodeline yol açar,” diye uyarsa da, “Berlusconihükümeti, göçmenlik ve iltica yasasını sertleştirme,küçük suçları sert cezalarla bastıracak ve büyükkentlere asker konuşlandırılmasını sağlayacak bir diziyasal düzenlemeyi meclisten geçirdi.”[15]34


Böylece İtalya’da yeni güvenlik yasası senatodakabul edilirken, Özgürlükler Evi partisi üyesi veSenato Başkanı Maurizio Gasparri, “Sol hükümetiniktidarsızlığı sonrasında nihayet vatandaşlarınhaklarının korunması yönünde tarihi bir atılımgerçekleştirdik” yorumunda bulundu. Yeni güvenlikyasası, yasadışı yolla İtalya’ya giriş yapan ya da oturmaizni olmayan göçmenlere suçlu muamelesi yapılmasınıöngörülüyor.Yani İtalya’da üçüncü kez başbakan seçilenSilvio Berlusconi’nin 1945 sonrasının en sağcıhükümetini kurmasının ardından, “suçlu” ilan edilengöçmenlerle mücadele için silahlı askerler sokaklaraindi. Göçmen karşıtlığını ırkçılığa vardıran hükümetortağı Kuzey Birliği ise, yönettiği kentlerdekiicraatlarıyla dikkat çekiyor.İtalya’da 4 Ağustos 2008 tarihinden itibarenşehirlerin güvenliğinde 3 bin asker görev başı yaptı.İçişleri Bakanı Roberto Maroni Brescia’da yaptığıaçıklamada kentlerde konumlandırılacak askerlerinyargı polisi kimliği ile değil kentlerde hassas noktalarıgözetmek ve halkın güvenliğini sağlamak amacıylagörev yapacağını söyledi.Kentlerde güvenliği sağlamakla görevlendirilenaskerler konsolosluk, ticari ataşelik, dini binalar,istasyonlar, otobüs duraklarında görev yapıyor. Veronaparklarında 3 kişiden fazla kişinin bir araya gelmesinincezası 500 Avro...Ya da Milano’da 23 yaşındaki Afrikalı AbdülGuiebre bisküvi çaldığı iddiasıyla demir çubukladövülerek öldürülürken Napoli’de 6 Afrikalı mafya içihesaplaşmanın kurbanı oldu. Polisin ırkçılık şüphesigörmemesi ve hükümetin olayları hafife almasıtepkilere yol açtı…Veya Parma’da Ganalı bir öğrenci, polistarafından dövüldüğü ve hakarete uğradığı iddiası ileParma Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu…Özetle Famiglia Cristiana dergisi, Berlusconihükümetinin uygulamalarına ad koydu: “Faşizm yenidendoğuyor”!Avusturya… Erken seçim sandığından aşırısağ çıktı. Özgürlük Partisi yedi puan artışla yüzde 18oranında oy alırken, Haider’in partisi de oylarını üçekatlayıp yüzde 11’e ulaştı!İsviçre…Milliyetçiler, minare inşaatınınyasaklanmasının halkoyuna sunulması için gerekliimzayı topladı. Oluşturulan girişim komitesinineşbaşkanı Ulrich Schlueer, referandum için gereken 100bin imzayı geçtiklerini ve 103 bin imza topladıklarınıaçıkladı!İspanya… José Luis Rodriguez Zapaterohükümeti, 2.2 milyon yasal göçmeni ülkelerineyollamak için teşvik paketi hazırladı!Almanya… Medya haberlerine göre aşırısağcılar askeri derneklerde aktif olarak çalışıyor…Aralarında 31 general ile 100 albayın da olduğubu subaylar, şimdiki Alman ordusunun temelinioluşturmuştu. Federal Almanya Cumhuriyeti’ninBatılı müttefikleri ve dönemin Başbakanı KonradAdenauer ise Alman ordusunun kısa sürede 500 binaskere başka türlü ulaşamayacağını düşünerek bazıNazi subaylarını aklama yoluna gitmişlerdi!Alman vatandaşı olmak isteyen yabancılar1 Eylül 2008’den itibaren yeni vatandaşlık sınavınatabi tutulmaya başlandı. Sınavda rasgele sorulacak33 soru arasından en az 17’sini doğru bilenler sınavıkazanmış olacak. Ancak… Almanların çoğu, vatandaşolmak isteyen yabancılar için 1 Eylül 2008’denitibaren uygulanacak sınavdan “çaktı”. Medyanınsokak anketlerinde halkın çoğu, sorulara doğru yanıtveremedi!İngiltere… Londra Belediye Başkanı BorisJohnson, Metropolitan Polis Teşkilâtı içindeki azınlıkmensubu polislerin ırkçılığa maruz kaldığını açıkladı!İsveç… Stockholm’ün 250 kilometrekuzeyindeki Strömsund’da bir apartmanın alt katındabulunan mescit yakıldı!Amerika… Halkın yarısına yakın bir bölümü,ırklar arası ilişkilerin kötü olduğunu düşünüyor. Yeniyayımlanan bir araştırma, her 10 Amerikalıdan 3’ünün,ırkçı önyargılarını kabul ettiğini gösteriyor!ABD’de Kansas Üniversitesi’nde yapılan biraraştırmaya göre, çocukların siyasetteki ırk ve cinsiyetayrımcılığı konusundaki önyargıların farkında olduğuortaya çıktı!Evet, somut örneklerdeki ırkçı/ayrımcılığın,krizle faşizme tahvil olması gündemdeki soru(n)lardanbirisidir…KRİZ VE TETİKLEYİCİLERİ4-) Bu Krizin patlamasına yol açan en esaslıfaktörün, “Irak ve Afganistan işgalleri” olduğuna dairgörüşlere katılıyor musunuz?Krizin nedeni kapitalist üretimin anarşikyapısına mündemiçken, Afganistan ve Irak işgalleriyle buülkelerdeki işgal karşıtı militan direnişler krizi tetikleyen,ağırlaştıran faktörlerden birisi olmuştur.Örneğin Kanada’da muhalifleri tarafındanABD Başkanı George Bush’un “kopyası” olmaklasuçlanan Başbakan Stephen Harper’in, muhalefetteolduğu sırada, ülkesinin Irak’a asker göndererekABD’nin Irak Savaşı’na destek vermesini istemesinin“hata” olduğunu dillendirdiği; ya da Burak Çınar’ın“ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından bu ülkedeki35


hedefleri tutmadı,” diye betimlediği güncel açmazla yüzyüze olan ABD hegemonyası ekonomik alanla sınırlıdeğildir. Saddam’ın devrilerek Irak’ın işgal edilmesi,dünyaya nizam vermeyi kafasına koyan ABD’nin veortaklarının en çarpıcı müdahalesiydi…Bu bağlamda da Irak’ın işgali, hem bir başlangıçhem bir sondu. Vietnam’da 40 yıl önce olduğu gibiABD küçük ve yoksul bir ülkedeki direnişle başaçıkamadı. Siyasi olarak, ekonomik olarak, askeri olarakbüyük sorunlarla yüz yüze geldi.Bu noktaya ulaşılmasında elbetteAfganistan’daki işgal karşıtı direnişin rolü “es”geçilmemeli!“Yorumsuz” olarak gazete sayfalarına yansıyanhaberleri aktartıyorum:* Financial Times: “NATO Afganistan’dakazanmıyor; ülke bir kez daha, neredeyse sınırsızuyuşturucu geliriyle varlığını sürdüren çökmüş birdevlet ve küresel cihatçılar için bir sığınak hâlinegelme tehlikesiyle karşı karşıya”![16]* Ceyda Karan: “ABD liderliğindekiuluslararası güçler Afganistan’da Taliban’a karşı yediyıldır savaş veriyor ama bu savaşı hiç bir zamankazanamayacaklar”![17]* The New York Times: “NATO’nunAfganistan’da uğradığı saldırılar bu hızla artarsa savaşkaybedilecek. Batı yanlısı Afgan hükümetinin merkezigiderek kuşatılıyor”![18]* Kuds ül Arabi: “Taliban Afganistan’dagiderek daha fazla güçleniyor. Terörle savaşınMüslümanlara karşı olduğu algısı değişmezse BatıKâbil’i kaybedecek”![19]* The Guardian: “Afganistan’daki savaş hiç dekazanılmaya yakın durmuyor. Taliban’la konuşmayıda içeren sarih bir karşı-isyan stratejisi ve merkezineyardımı koyan bir operasyon olmazsa, Afganistanpekâla Irak’ın yolundan gidebilir”![20]* Afganistan’da 2001 sonundaki ABD işgalinerağmen dirilen Taliban karşısında, Britanya’nın enüst düzey askeri yetkilisi Tuğgeneral Mark Carleton-Smith pes etti… Carleton-Smith, kesin askerizaferin mümkün olmadığı vurgusuyla,“Bu savaşıkazanamayacağız” dedi![21]* Ve nihayet Afganistan’da Taliban’ın dirilerekülkenin yarısını ele geçirmesinin ardından hükmüsadece Kâbil’de geçen Devlet Başkanı Hamid Karzai,barış için Suudi kralından ricacı oldu![22]Yani Afganistan’da da işler Irak’taki üzere,ABD emperyalizminin öngörmediği direniş gerçeğininsarsıcılığıyla yüz yüzedir…ABD emperyalizminin (NATO’suyla)Afganistan’da yaşadığı açmaz, işgalin Pakistan’ataşınmasını devreye sokmuştur!Örneğin, Simon Tisdall’ın, “Bush’un ABDözel kuvvetlerine Pakistan içinde saldırı düzenlemeemri üzerine Afganistan’daki savaşın bu ülkeye desıçraması, parçalayıcı bir iç savaş tehlikesi yaratır,”[23]ya da ‘The Boston Globe’un, “Taliban’ı Pakistan’davurmak da bumerang etkisi yaratır,”[24] uyarılarınakarşın; ‘The Washington Post’un, “ABD ve NATO’nunTaliban saldırılarının arttığı Afganistan’da askerartırmasının anlamı yok. Zira, militanların üslendiğiyer Pakistan’dır,”[25] vurgusuyla hedef gösterdiğikoşullarda, Saad Muhyu tabloyu şöyle resmediyor:“Bush yönetiminin Afganistan’ı kurtarmak içinPakistan topraklarında operasyon düzenlemeyekalkışması, bu ülkedeki köktenciler için bir hediye.ABD tavuk kızartırken bütün evi yakan bir adam gibidavranıyor”![26]Yani Bush yönetimi 11 Eylül’ün yedinciyıldönümünde Afganistan’daki savaşı Pakistan’ataşıyor. ‘New York Times’, Bush’un özel kuvvetlerePakistan içinde kara operasyonu düzenleme emriverdiğini duyurdu. Mullen, Pakistan’ı kapsayan yenistrateji uyguladıklarını söyledi!Bush ve Oramiral Mullen, Afganistan’ınkomşusunu yeni cephe olarak gösterirken;Afganistan’daki “terörle savaşı” kazanamadıklarınıitiraf eden ABD Genelkurmay Başkanı, Pakistansınırında yeni bir strateji geliştirdiklerini kaydetti.Bush’un Pakistan’da kara operasyonları yapılması içinemir verdiği belirtildi.Bunlar da böyle olunca: ABD’ninAfganistan’daki savaşını Pakistan’a taşıma çabalarıylaİslâmabad-Washington hattı gerilmişken sonundaAmerikan güçlerinin sınırötesi operasyonları çatışmayadönüştü.Bush’un Afganistan’daki savaşı komşuPakistan’a yayacak şekilde Amerikan ordusuna bu ülkehükümetinden habersiz operasyon yapma talimatınınardından, iki taraf karşı karşıya gelirken; Afganistan’danPakistan’a girmeye çalışan Amerikan helikopterleri,ateş açılınca geri çekildi…Tam da bu noktada Müşerref ’in yerine AsıfAli Zerdari oturtuldu.“Hiçbir siyasi başarısına tanık olunmayan veyolsuzlukla anılan Pakistan devlet başkanı Zerdari’ninmisyonu demokrasiyi güçlendirmek değil, ABD’yeyardım etmek...”Yani ABD’nin Afganistan’daki savaşı aşiretbölgeleri nedeniyle Pakistan’a yayma kararıylaİslâmabad’daki tablo değişiyor. Devlet Başkanlığı’naABD yanlısı Zerdari’nin seçilmesiyle Bush yönetimininstrateji değişikliği önündeki en büyük engeli teşkil edenPakistan ordusu ve ‘devlet içinde devlet’ diye anılanünlü istihbarat servesi ISI’de değişikliğe gidiliyor!36


Yani Pakistan, ABD’nin “yeni” müdahale alanıoluyor!“Lübnan, Irak ve Afganistan olmak üzerebölgenin pek çok yerinde denenen ve henüz tatminedici bir sonuç vermeyen yapılandırma çalışmalarışimdilik Pakistan’a kaymış görünüyor. Pakistan’ınistikrara kavuşması, Amerikan seçimleri bağlamındayeni bir yönetimin işbaşına gelmesi ve farklı bir süreçbaşlatmasıyla yakından ilgili…Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Saud elFaysal’ın ‘ABD’nin dünyanın herhangi bir yerindeyaşamış olduğu sorunu çözmeye çalışırken ikisorun birden yaratıyor’ sözü Amerikan yönetimininbaşta Pakistan olmak üzere tüm kriz bölgelerindeiçinde bulunduğu çıkmazı açık bir şekildeözetlemektedir.”[27]Mevcut krizle bu eğilim, ya da çıkmaz/ açmazdaha da güçlenecek!Ayrıca şurası da unutulmamalıdır ki uluslararasıkriz, ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan Amerikanhegemonyasına tepki sürecini de bir anda hızlandırdı.Zaten XXI. yüzyılın başından beri, Batılıülkelerin kendi insan hakları algılayışlarını diğerülkelere de empoze etme çabaları ve demokrasiyigüvenliğin ve refahın en iyi garantisi olarak göstermeçabaları tartışılmaya başlanmıştı. Gelişmekteolan ülkeler özellikle de Asya ülkeleri farklı birmodernleşme stili uygulamaya başlamışlardı. BaştaAfrika ülkeleri olmak üzere üçüncü dünya ülkeleriküreselleşmenin kendilerine uğramadığını, kalkınmaiçin verilen sözlerin yerine getirilmediğini sıklıkladile getiriyorlardı. Küreselleşmenin nimetlerinden enfazla yararlanan Çin, Rusya ile ittifak yaparak oyununkurallarının yalnız Batı tarafından oluşturulmasınaitiraz etmeye başlamıştı. Finans krizinin en çoketkilediği Wall Street’e birkaç kilometre uzaktaki BMGenel Merkezi’nde düzenlenen 63. genel kurul açılışoturumunda seslendirilen düşünceler ise çok kutuplubir dünyanın yeniden doğmaya başladığının işaretioldu.Almanya Başbakanı Angela Merkel, ABDyönetimini, “kredilendirme ve kredi ticareti ile ilgiliuluslararası kuralları yasalaştırmayı uzun süre ihmaletmekle suçladı.Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lulada Silva ise üstüne basa basa uluslararası finanskurumlarını yeniden inşa etme zamanı geldiğinisöyledi, “Bu kurumların artık spekülasyon anarşisiniönleyecek ne otoriteleri var, ne de araçları,” dedi,“Madem bu kriz küresel nitelik taşıyor, çözümü deküresel olmalı, önlemler dayatma olmadan çok taraflıve meşru çerçevede belirlenmeli,” diye ekledi.AB Dönem Başkanı sıfatıyla FransaCumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise “Gelin, buçılgın sistemin yerine düzgün ve düzene sokulmuşbir kapitalizm yaratalım. Gelin, daha yüksek ücretler,daha yüklü primler için halkın tasarruflarını tehlikeyeatan mali şirketlerin yöneticilerini cezalandıralım.Gelin, finansal kapitalizme ahlâk kazandıralım,” diyekonuştu.Peki dünya nasıl bir çok kutuplu düzene doğrugidiyor?Bakın bu konuda ‘Le Monde’ gazetesinin 25Eylül 2008 tarihli başyazısı ne diyor: “Çok kutuplubu dünya ne yazık ki henüz düzen vaat etmiyor,aksine anarşik bir yapısı var. Hemen hemen hiçbiruluslararası kurum görevini layıkıyla yapamıyor. DünyaBankası, İMF ve DTÖ gibi kurumların işlevselliğisorgulanıyor. Buna karşılık ikili ittifaklar gündemegeliyor. Rusya Latin Amerika ülkeleri ile, Çin iseAfrika ülkeleri ile yeni ortaklıklar yeni işbirliklerioluşturmaya çalışıyor. Hemen hemen herkes kendiyeni kurallarını oluşturmaya çalışıyor. Şurası kesin ki,var olan düzensizlik ortamından yeni dengeler ortayaçıkıyor...”Çıkacak da…“NASIL”I MEÇHUL “ÇOK KUTUPLU”BİR DÜNYAYA DOĞRU!5-) Kriz, AB ile ABD arasında ne gibi siyasetdeğişikliğine yol açabilir?Samir Amin’in, “Kapitalist yayılmanın ortayaçıkardığı yıkıcılık, onun yapıcı-yaratıcı sonuçlarınınönüne geçmiş durumda,” diye formüle ettiğikoordinatlarda, uluslararası ilişkiler de dahil olmaküzere kriz her şeyi ayrıştırarak, yeniden saflaştırıyor…Örneği birleşemeyen AB, iç çelişkilerleçatırdıyor…Bu konuda ‘Le Monde’, “Dünyanın en büyükekonomik gücü olan Avrupa krizde dağınık hareketederek kötü bir tablo çiziyor,”[28] derken ‘The Guardian’da ekliyor: “Finans krizi hükümetleri eski kurallarıbırakıp müdahaleye zorlarken, AB’nin Hindistan veÇin’i de kapsayan yeni sistem çağrısı mantıklı”![29]AB’nin söz konusu yönelişi, ABD’yi“öteleyerek”, tartışmaya açan bir tutum olmasıbağlamında önemlidir…Bu arada, “Rusya ve Çin yükselirken LatinAmerika’nın da giderek ‘bağımsızlaşması’nın tekkutuplu Amerikan dünyasının değişmekte olduğunungöstergesi”[30] olduğuna dikkat çeken Ahmed Amrabide haksız sayılmaz…Kriz ABD merkezli “YDD”yi geride bırakırken,çok kutuplu bir çelişki(ler) dünyasına yöneliyor…37


Zaten bir süredir de, somut verilerin anlattığı buydu,böyleydi, şöyle ki:Dünya ihraç pazarlarının yüzde 56’sına sahipolan Kuzey Amerika ve Avrupa, üretimlerinin yüzde70’ini kendi “iç pazarlarında” satıyor. Gelişmiş KuzeyAmerika ve Avrupa’nın ihtiyaç duydukları enerji vehammadde Ortadoğu, Kafkasya ve Afrika’da... Asyaise yükselen üretici güç ve onun da hammaddeyeihtiyacı var.Dünya Ticaret Örgütü 2006 verilerine göre,12 trilyon dolara yaklaşan dünya ticaretinin coğrafidağılımında, gelişmiş Avrupa’nın yüzde 42, KuzeyAmerika’nın da yüzde 14 dolayında olmak üzeretoplam yüzde 56 payı olduğu görülüyor. Kalan pazarınyüzde 28’e yakını Asya’ya ait, G. Amerika ve BDTtoplamda yüzde 3.6’lık pay alıyorlar ve Ortadoğuyüzde 5.5, Afrika yüzde 3.1 paya sahip…Özellikle 1990 sonrası dünya ihraçpazarlarındaki genişleme olağanüstü boyutlaraulaştı. Kısa adı WTO (DTÖ) olan Dünya TicaretÖrgütü’nün verilerine göre, küreselleşme rüzgârınınhızlanması öncesinde, örneğin 1983’te henüz 2 trilyondoları bulmayan dünya mal ticareti, 1993’e gelindiğindeyüzde 100 artışla 3.7 trilyon dolara yaklaştı. Sonraki10 yılda yani 1993’ten 2003’e kadar ise yine yüzde 100artarak 73 trilyon doları aştı. 2003-2006 dönemininartışı ise olağanüstüydü ve yüzde 60 artışla dünyapazarı 11.8 trilyon dolara ulaştı.1990 sonrasının dünya kapitalizminin buenine ve boyuna, derinliğine büyümesinde birçoketken rol oynadı. “Duvarın yıkılması” ve içe dönükVarşova Paktı bloğunun (Eski SSCB ve Doğu Avrupa)dünya pazarlarına entegre olması bu etkenlerinen önemlilerinden biriyken, Asya’da Çin’in dünyakapitalizmine kendine özgü entegrasyonu, bunudiğer Asya ülkeleri ve Hindistan’ın izlemesi, her yılyüzde 10’ları bulan büyüme oranlarına ulaşması, malticaretine de olağanüstü bir ivme kazandırdı…Tüm bunların yanı başında bölgeler arasındaeksen kayması ya da güç dağılımının değişimi, çokulusluşirketlerin (ÇUŞ) ülkesel dağılımında da gözleniyordu.Özellikle ABD’de başgösteren ve tüm dünyada farklıağırlıklarda hissedilen global kriz, dağılımın ülkeselboyutunu etkilemeye yetti ve sadece 2007 yılında‘Financial Times’ın belirlediği 500 devin ait olduklarıülke dağılımı ciddi bir değişim gösterdi. Türkiye’den,potansiyeli olmasına karşın Koç Grubu’nun bilegiremediği dünyanın ilk 500 firması sıralamasında,global krizi en derinden yaşayan ABD önemliperformans kaybına uğradı. 2007 Mart döneminde500 firmanın 210’u Kuzey Amerika menşeli iken2008 Mart’ında bu sayının 196’ya düştüğü görüldü.Bu bölgede ABD’li ÇUŞ’ların (çokuluslu şirketler)sayısı 183’ten 168’e indi ve ABD şirketleri ilk 5’tekiyerlerini koruyamadılar.FT-500 içinde AB üyesi 8 ülkenin firmasayısı 2007’nin ilk çeyreğinde 134 iken 2008’in ilkçeyreğinde 130’a düştü. Bir yılda İngiltere, ilk 500’e 4firma daha az sokabildi.Amerika ve Avrupa’daki performans düşüşünekarşılık Asyalı ÇUŞ sayısı 55’ten 95’e çıkarak patlamayaptı. Asya’da, Japonya 10 firma kayba uğrarken Çin,ÇUŞ sayısını 12’den 38’e çıkararak tüm dikkatleriüzerine topladı. Rusya da firma sayısını 8’den 13’eçıkardı. Hindistan’ın ilk 500 içindeki firma sayısı 8’den13’e çıktı. Dünyanın en büyük 500 firma sıralamasındailk 5, bir yılda değişti. ABD orijinli Exxon Mobilşirket değer olarak kayba uğramasına rağmen ilk sırayıkorudu, ancak ABD şirketleri yerlerini Çin, Rusya veBrezilya gibi yeni emperyal güçlerin firmalarına terketti. 2007’de sıralamada ilk 5’e giren GE, Microsoft,Shell ve AT&T’nin yerini Asya’dan Petro China,Gazprom, Petrobas Brazil ve China Mobile aldı…Bu eşitsiz gelişim tablosundaki ana figürüSeumas Milne, “ABD’nin tek kutuplu günleri bitti,”[31]diye ifade ederken; yeni emperyal güç denklemindeAB’cilik, ABD’cilik, Rusya’cılık “senaryoları” şimdidentedavüle girmiş görünüyor..Kishore Mahbubani’nin, “AB’nin dünyadakikonumuna dair paradoks, birliğin hem bir dev hem debir cüce olması,”[32] saptamasının göz ardı edilmemesigerekirken; tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğruseyreden dünya siyaseti, her tür ekonomik ve politikkurumu da etkileyecek. IMF’den Dünya Bankası,Dünya Ticaret Örgütü’ne, NATO’sundan AB’sinekadar tüm kurumlarda yeni emperyal güç denklemininağırlığı hissedilecek.Rusya-Gürcistan savaşı dünya açısındanönemli bir kilometretaşı. Yaygın görüş; dünya, biryanında ABD ve AB’nin diğer yanında ise Rusya, Çinve İran’ın yer aldığı yeni bir “iki kutuplu dünya düzeni”ile karşı karşıya... Ne kadar doğru?Önümüzdeki fotoğrafı “iki kutupluluk”açıklamıyor. Rusya-Gürcistan gerilimi, ABD’yedünyaya hükmetme kapasitesinin sınırlı ve zayıflamaktaolduğunu ve dünyanın tek ve mutlak belirleyici gücüolmadığını hatırlattı.Yeni olan şu: Rusya sahneye çıktı ve küreselmüdahaleci bir güç olduğunu ilan etti. Diyebiliriz ki,bugün AB-Rusya çelişkisinin ve AB-ABD işbirliğininkarakteri değişmiştir. AB, ABD ve Rusya, artık çeşitlidüzeylerde “hem hasım, hem hısım” ilişkisi olanemperyal güçler...Ahmed Amrabi’nin, “ABD’nin teröre yönelikevrensel savaşı ne zaman sona erecek? Bu soruyanıtlanamıyor. Çünkü belirli bir mekân ve zamanla38


sınırlanmış değil,”[33] uyarısına; Richard Haass’ın,“Amerikan hâkimiyetinin yerini ne alacak?”[34]sorusunun eşlik ettiği verili tablo nasıl okunmalı” mı?“Sonuç olarak, bugün, ‘iki kutuplu’, ‘soğuksavaş’ gibi, kampları belli, ittifakları sağlam bir dünyaşekillenmiyor. Büyük güçler arasında giderek kızışanrekabette etnik ayrılıkçılıkları kışkırtarak rakibinizayıflatma stratejilerinin kolaylıkla demokratikleştirmefantezilerine sarılarak devreye sokulabildiği, küçükdevletlerin büyüklerini hedef alan provokasyonlardakolaylıkla harcanabildiği bir dünya söz konusu”dur[35]artık karşımızda olan…Bu tabloda da ABD her şeye karşın teröristkovboyluktan kolay kolay vazgeçmeyecektir!Nasıl mı?ABD Savunma Bakanı Robert Gates, yenistrateji belgesini açıklarken, Irak ve Afganistan’danöğrendikleri dersler ışığında, konvansiyonel savaşdonanımı yerine “sıradışı ve asimetrik” savaşa yönelikhazırlıklarını arttırmaları gerektiğini söyledi!Gelecek “belirsizlikleri”yle büyük çatışmalaragebedir!MANİFESTO’NUNYENİDEN!SOSYALİZMİ:6-) Krizin kaynaklandığı sistemse, bu sistemekarşı bir alternatifiniz var mı?Ona ne şüphe… Elbette, Manifesto’nunsosyalizmi…Metin Cengiz’in ifadesiyle, “Dün olduğu gibibugün de Marksizm, her türlü düşüncenin, felsefenin,ideolojinin kendisine çekidüzen verdiği bir mihenktaşıdır…Şurası gerçek ki, düşmanlarına göre de, dünyadurdukça Marksizm’in söyleyeceği çok şey vardır…”[36]Kolay mı?‘Komünist Partisi Manifestosu’ sadece karnıaçlara değil, aynı zamanda mutsuzluk içinde çırpınangözü açlara da yaşanılacak bir dünya sunmaktadır…Manifesto’nun “Proleterlerin zincirlerindenbaşka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Oysa kazanacaklarıkoskoca bir dünya vardır” cümlesi, tam da bu enerjiyeişarete etmektedir. Bu, basit bir “kölelikten kurtulma”değil, fakat insanlığın uçsuz bucaksız özgürlüğününve yaratıcılığının harekete geçirilmesi olayıdır. Marx’ıve Komünist Partisi Manifesto’sunu bugün hâlâgündemde tutan tılısım nedir? Var mıdır insanlıktarihinin bu kadar kısa süre içinde bu derece etkiliolmuş bir başka düşün adamı ve manifestosu?Marx’ın esas başarısının sadece sömürününifadesi olan artı-değeri keşfetmesi olarak düşünülür.Hâlbuki Marx’ın asıl keşfi, çıplak emeğinden başkahiçbir şeyi olmayan proletaryanın, kapitalist düzeniönünde sonunda yıkmak zorunda kalacağı ve kendisiniözgürleştirirken aynı zamanda bütün insanlığı dakurtuluşa götüreceği fikridir. Bu buluş, sosyolojininbütün tarihini de altüst eder.Bilim insanları Marx’tan önce de sınıflarınvarlığını keşfetmişlerdi; emek, kâr ve sömürü debiliniyordu; bilinmeyen, işçi sınıfının kendisinikurtarırken bütün insanlığı da kurtaracak olgunluğave misyona sahip olduğuydu. İşte bu buluş, düşünselanlamda olağanüstü bir devrimdi ve bu açıdan sosyalbilimlerin de doruğuydu. Çünkü bu saptama, aynızamanda yeni bir dünyanın kuruluşuna da işaretediyordu. Devrimler sadece yıkmak değildir, aynızamanda topluma, insanlığa ve içinde yaşadığımızçevreye yeni bir dünya sunmasıdır. Bu açıdanManifesto, sadece bugünü eleştirmekle kalmaz aynızamandan geleceğe de işaret eder. Hem bugünü tarifederek uyarır, hem de insanlığa geleceğin ‘özgürlüklerdünyası’nı sunar.Manifesto’nun her cümlesi, insanlık tarihininköklerinden gelen bir gelenekten filizlenir. Sınıfsıztoplum ideali, toplumların sınıflara bölünmesiyle birliktedüşlerde boy veren bir ütopyaydı. Kökleri ta Sümer’e,Orta Asya komüncülüğüne, Mazdek[37] öğretisine,antikçağ komünizmine, ortaçağ ütopyacılığına veütopik sosyalizme kadar uzanır. Bugün yaşadığımızçağda sömürüye, baskıya, zulme, aşağılamaya veeşitsizliğe karşı çıkan her insanın ilk başvuru kaynağıMarx ve onun Komünist Manifesto’sunda dile gelenöğretisidir. Bugün devrimci ve ilericilik adına neyapılıyorsa; insanlık, doğa ve gelişmeden yana ne varsa,istisnasız hepsinin kökeninde gene Marx’ın enginöğretisinin izleri vardır. Ezilenlerin pratiği, ancakKomünist Partisi Manifestosu’nda dile gelen öğretisayesinde yolunu bulabilmektedir; bu arada öğretide ezilenlerin sınırsız enerjisinde maddi bir gücedönüşmektedir.Marx kapitalizmin gelişimini, diyalektiğebaşvurarak, kendi içindeki zıtlıklarıyla açıklar.“Burjuvazi, üretim araçlarını, dolayısıyla üretimilişkilerini ve bunlarla birlikte toplumun bütünilişkilerini sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz...Üretimin durmadan altüst olması, bütün toplumsalkoşulların aralıksız sarsılması ve sonu gelmez birbelirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını daha öncekibütün çağlardan ayırır. Bütün kemikleşmiş, donmuşilişkiler, arkaları sıra gelen eski ve saygıdeğer düşünceve görüşlerle birlikte silinip gidiyor, yeni oluşanlarsadaha kemikleşmeye fırsat bulmadan eskiyor. Yerleşmiş,kurumlaşmış ne varsa buharlaşıyor, kutsal olan her39


şey ayaklar altına alınıyor ve sonunda insanlar, sosyaldurumlarına ve karşılıklı ilişkilerine, soğukkanlılıklave mantıkla bakmak zorunda kalıyorlar.”Marx sanki içinde bulunduğumuz bugünütarif etmektedir. Bugün de her şey olağanüstü akışkanhâle gelmemiş midir? Kapitalizm her şeyi henüztükenmeden eskitmemek midir? Araba, ev eşyası,giysi, kültür ve sanat ürünleri ve hatta aşk bile! İnsanlıktüketim hastalığıyla sadece eşyayı değil, aynı zamandainsan ilişkilerini de hoyratça tüketmektedir. Henüzeskimeden tahtını yeni olana ve sadece yeni olduğuiçin, kaptırmayan hiçbir şey yok gibidir. Her şey, bizde dahil, eşyaya dönüşmüyor muyuz? Çevremiz sürekli‘şeyleşmiyor’ mu? Kapitalizmin tüketim budalalığıdoğayı tüketmiştir!Kapitalist vahşetin yarattığı yıkımı en netçizgileriyle resmeden Karl Marx ile Friedrich Engels,insan(lar)a onun nasıl aşılacağının yolunu da ‘KomünistPartisi Manifestosu’yla işaret eder…1848 tarihli ‘Komünist Partisi Manifestosu’,bütün insanlık tarihine, üretim ilişkileri ve sınıfmücadeleleri gözüyle bakarak tarihten toplumbilime,felsefeden ekonomiye bütün bilimlere yeni bir bakışaçısı getirdi.Manifesto, yalnızca bilimsel bir yenilikdeğildir, insanlığın sonraki gelişim yönü üstüne deöngörülerde bulunuyordu. Buna göre kapitalizmçağının temel çelişkisi emek-sermaye karşıtlığıydı.Bunun sonucu olarak da çalışanlar yükselen sınıfolarak üretim araçlarını ele geçirdiklerinde yeryüzündesınıf çatışmalarının bitip “herkesin yeteneği ölçüsündeçalışıp, ihtiyacı kadarını alacağı” bir sonsuz barış veadalet dönemi başlayacaktı.Günümüze dönersek, kapitalizm yüz altmışyıl önce yalnızca çalışanları sömürüyordu. Temelçelişki de çalışanlarla sermaye arasındaydı. Bugünkapitalizm yalnız insanları değil, üzerinde yaşadığımızdoğayı, bütün yerküreyi sömürüyor. Gelişen teknolojiolanaklarını da sonuna kadar kullanarak yeraltında veyerüstünde ne varsa, her şeyi sömürüyor. Dünyanıngeleceği, insanlığın geleceği umurunda değil. Tekderdi dünya egemenliğini, dünyayı yok edene kadarsürdürebilmek.Kendi ülkesindeki çalışanlarını, sunduğu ortasınıf hayatı ile sustururken dünyanın uzak köşelerindesadaka düzeyindeki ücretlerle yoksul halklarıacımasızca sömürüyor. Bilgisayar tuşlarıyla milyarlarcadoları bir anda bir ülkeden ötekine taşıyıp, bir ülkeyibatırıp binlerce kişiyi işsiz bırakırken bir başka ülkeyiihya edebiliyor. Bu olanakları bütün dünya uluslarınıntepesinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyor.Böyle bir dünya ne kadar kalıcı olabilir?Manifesto, bunun cevabını verebildiği içinbugün de güncel. Üstelik iletişim olanaklarıyla daha dabilgili olması gerekirken sersemlemiş, bilinci bulanmışinsanlığın geleceği için hâlâ yolgösterici olduğu içingünceldir.Kaldı ki Yıldırım Türker’in de işaret ettiğiüzere, “Kapitalizmin, Marx’ın 160 yıl önce yazmışolduğu kaderinden kurtulamayıp tökezledikçe hâlâbir hortlaktan korkar gibi Marx’dan korkması,Manifesto’nun hâlâ güçlü, hâlâ okunaklı olduğununaçık kanıtı değil mi?..Aradan geçen birbuçuk yüzyıl sonra Marx’ınhayaletinin -ya da birden fazla olduğunu iddia edenDerrida’ya selamla hayaletlerinin- karşısına geçiponlara kulak vermemiz gerekiyor. Tam da şu sırada.Kapitalizmin hoyratça vites değiştirdiği şu uğursuzdönemde.Bunun için Marksist olmak gerekmiyor. Hemde hiç şart değil. Ama sürekli bir değişimi, dönüşümüöngören ve kendisi de farklı okumalara sonsuza dek açıkbir metin olarak okumak gerekiyor Marx’ı. Değil mi kiDerrida’nın sözleriyle, ‘yeni bir dünya düzensizliğininyeni-kapitalizmini ve yeni-liberalizmini yerleştirmeyeyeltendiği şu anda, hiçbir yadsıma Marx’ın hayaletlerinibaşımızdan atmayı başaramıyor’...”[38]ZIRH İÇİNDEKİ ÖLÜ: “AVRUPAMERKEZCİ” SÖMÜRGECİLİK7-) Yaşadığımız günler, “Avrupa Merkezcilik”inkaderini nasıl belirleyecek? Avrupa Merkezcilik nihaîolarak iflâs etti mi?“Avrupa Merkezcilik”, sömürgeciliktir!Sömürgecilik kendiliğinden, nihayete ermez,insanların başkaldırılarıyla dünya değiştirilerek nihayeteerdirtilir…Bu da elbette “kolay değil”, ve de zamanalacaktır…Ama bana tarihsel eğilimi soruyorsanız, yanıtımçok açık: “Avrupa Merkezci” sömürgecilik zırh içindekiölüdür; insan(lık)ın tanık olduğu en zalim düşmandır!Buna rağmen bir Doğan Grubu kalemşörü İsmetBerkan bakın ne diyor:“Bugünlerde Türkiye’de bolca lafazanlığı yapılanbaşka bir şey, kapitalizmin çöktüğü…Bunu söyleyenlerin kapitalizmden neyikastettikleri tam olarak anlaşılamıyor ama piyasaekonomisi… sentetik bir sistem değil ki ortadan ansızınkaybolsun.Piyasa ekonomisi, insan doğasıyla ilgili, kökeniniinsanın doğasında ve hırslarında, hayatta kalmaiçgüdüsünde bulan bir ‘doğal’ sistem…”[39]İsmet Berkan’ın, “doğal sistemi”ne ilişkin40


verileri sıralayıp, altını çize çize ilerleyelim; bakalım“serbest piyasa”nın eseri olan bu “doğallık” onun suratınıkızartacak mı?!“Kredi köpüğüne yol açan “aşırı üretim/ talepyetersizliği sorununun ve bunu tetikleyen “kâr oranlarıdüşme eğiliminin yarattığı basınçla, yeni piyasalara,doğal kaynaklara, ucuz emek depolarına ulaşmanınöneminin arttığını, bu bağlamda klasik sömürgeciliğingeri gelmekte olduğu”[40] kesitte “Avrupa Merkezci”sömürgecilik, krizin yarattığı yıkım yanında, büyü(tül)yen açlığın da mimarıdır!Örnek şu “bioyakıtlar” konusu…Avrupa Birliği, yenilenebilir enerji kaynaklarıarasında gördüğü biyoyakıtların 2020’ye kadar pazardayüzde 10 paya sahip olmasını hedefliyor. Biyodizeldaha çok iş makinelerinde kullanılıyor.2002’den 2008 yılının şubat ayına kadar geçensürede gıda fiyatları yüzde 140 yükseldi. DünyaBankası raporuna göre yüksek enerji ve gübre fiyatlarıbu artışın yüzde 15’ini oluştururken, biyoyakıtlar yüzde75’inden sorumlu…Artan fiyatlar bir kısmımızı otomobilimizindeposunu doldurma konusunda kaygılandırırkenöteki dünyada (yanlış anlamayın, öbür dünya değilbu, dünyada ikinci sınıf yaşam öngörülen diğer dünya,ötekiler yani) yüzbinlerce insan açlık tehlikesi ile karşıkarşıya. Dikkat edin, bunu söyleyen sosyalist ya dakomünist biri değil. Dünya Bankası Başkanı RobertZoellick, 2007 yılında ABD ve Avrupa’da benzinfiyatlarına odaklanıldığını belirterek “Bazıları yakıtdepolarını doldurma konusunda kaygılıyken dünyagenelinde diğer bazıları da midelerini doldurmayaçalışıyor” dedi. Bizim bir atasözümüz bunu çok iyiözetliyor: “Koyun can derdinde kasap et derdinde!”Konuyla bağıntılı çok önemli bir şeydaha: “Dünyanın bir bölümünde gıda sıkıntısıbaşgöstermişken, insan Reagan döneminde çıkarılanve ‘savaştaki bir dünyada gıda silahtır’ ifadesini içerenSanta Fe belgesini hatırlıyor. Anımsanacağı üzereABD, Nikaragua, Küba ve Irak’a uzanan bölgede açbırakmayı savaş stratejisi olanak kullanmıştı…Dünyanın büyük kısmı gıda sıkıntısındanve gıda fiyatlarındaki küresel artıştan artık haberdarolduğuna göre, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın1980’lerde Orta Amerika’daki reform hareketlerinekarşı yürüttüğü gizli savaşlara (Düşük YoğunlukluÇatışmalara) dair bir belgeyi hatırlatmak istiyorum.‘Uluslararası ilişkilerde barış değil, savaş normdur’sözleriyle başlayan ve gizli savaşlara yol gösterenSanta Fe Komitesi’nin ‘1980’li Yıllar için Yeni İnter-Amerikan Siyaseti’ belgesini bilenler azdır. Burada‘Savaştaki bir dünyada gıda silahtır’ denildiğinin veABD’nin batı yarımküredeki gıda üretimi ve ticaretinidenetleyerek, bunu bir manivela ya da siyasi silah olarakkullandığının bilincinde olanlarsa daha da azdır.Zamanın başlangıcından beri gıda, yadenetlemek ya da insanları boyun eğene kadar açbırakmak için silah olarak kullanılageldi. Amerikakıtası da bundan muaf değil. İlk Avrupalı sömürgecileryerlilerin ekinleri yaktılar, soyu tükenene kadaravladıkları yabani hayvanlar gibi diğer besinkaynaklarını yok ettiler. Amerikan Devrimi ve İçSavaşı sırasında çiftlikleri ve kırsalı yağmalamakorduların yaygın uygulamasıydı. Sivil halkın sakladığıgıda, tahıl, pamuk ve diğer malların konulduğu tümdepoların ateşe verildiği Atlanta saldırısı bunun pekçok örneğinden biridir.ABD hükümeti anlaşmalarla (idari emirlerle)madencileri, çiftlik sahiplerini ve çiftçileri Batı’yagitmeleri konusunda cesaretlendirdi. Bunun sonucundatopraklarının gasbına direnen ova kızılderilileriylekarşı karşıya gelindi. ABD hükümeti, KızılderiliBürosu ve Amerikan ordusu, büyük buffalo sürülerininyok edilmesi için sistematik bir siyaseti uygulamayabaşladı. Göçebe ova kızılderilileri gıda, barınak, giysi,araç-gereç ve silahları için buffalolara bağımlıydı.Buffalo ayrıca kültürlerinin ve dini törenlerinin önemlibir unsuruydu. 1800’lerin sonlarına kadar yaklaşık 30milyon buffalo öldürüldü. Ova kızılderilileri hükümetingıda yardımına bağımlı olarak kendilerine ayrılanbölgede yaşayabilir ya da hiçbir yiyeceğin olmadığıovalarda yaşamak için kaçarak, açlıktan ölebilirdi.Filipin ayaklanmasını bastırmak için Amerikanbirlikleri 1898 İspanya-Amerika Savaşı’nda ekinleriyaktı. Bir gazete sadece bir bölgede ‘300 bin kişiden 100bininin açlıktan öldüğünü’ yazmıştı. Başkan HowardTaft’ın Dolar Diplomasisi’yse, ABD tekellerininLatin Amerika’da toprak ve kaynak denetiminisağlayıp, işçileri sömürebilmesi için ABD ordusunukullandığı bir hileydi. 1920’lerin ortasındaki vesonundaki bunalım gıdayı özelleştirmenin yanlışlığınıgösterdi. Bu dönemde çiftçiler umutsuz bir çabaylafiyatları yükseltmek için ekinlerini yok ederken,ekmek isyanları ve açların yürüyüşü olağan manzarahâline geldi. Etrafta ‘Zengin Çiftçileri Silahsızlandırama İşçileri Silahlandır’ veya ‘Açları Besle, ZenginleriVergilendir’ sloganları görünüyordu.1980’lerde Guatemala’nın El Quiche bölgesineyaptığım ziyareti hâlâ hatırlıyorum. Maya çiftçiler,yardım görevlisi işçiler, rahipler ve rahibelerle birliktetoprak ve eşitlik için savaşan Guatemalalı gerillalarakatılmıştı. ABD’den silah sağlayan Guatemalahükümeti yüzlerce Maya köyüne karşı toprakları küledöndürme siyaseti uyguladı. Dağlık bölgelere kaçanlarordu tarafından sarıldı ve gıda tedarikleri kesildi.‘Silahlar ve Fasulyeler’ adlı harekât açlık içindeki kalan


yerlileri dağlardan indirip, ‘model köylere’ yerleşmeyezorladı. Vietnam’daki ‘stratejik köyleri’ çağrıştıran sözkonusu model köylere girdikten sonra Guatemalalılarhükümetin inşaat projelerinde çalıştırıldı.Yetersiz beslenmenin yaygın bir sorun olduğuGuatemala’nın yamaçları da mülteci kamplarıyladoldu. Devasa borcunu ödemek için hükümet yerlilerintoprağını gasp edip, ticari çiftlikler ve hükümetdenetimindeki çiftçilik koperatifleri kurdu. ‘Mısırİnsanları’ denilen Mayalar ABD gibi sanayileşmişülkelere ihraç edilen bezelye, ahududu, ananas veçilek yetiştirmeye zorlandı. Uluslararası Para Fonu veDünya Bankası da Guatemala’nın 20. yüzyılın ‘gelişen’pazarlarında yer alması için kapitalist reformlardayattı.Santa Fe Belgesi ayrıca Sovyetler Birliği’ne karşısavaşında Orta Amerika’nın ABD’nin yumuşak karnıolduğunu belirtiyor ve ‘hiçbir şey zaferin yerini tutamaz’diye iddia ediyordu. Böylelikle ABD, Nikaragua’nunbalıkçı filolarının bombalanmasına ve çiftliklerinyanında gıda malzemelerine de saldıran Kontralarınfinanse edilmesine onay verdi. 1990’daki seçimde bazıNikaragualılar mideleriyle oy verdiklerini söylüyordu.Küba’ya karşı uygulanan ambargo, 1990’larda Irak’taonbinlerce çocuğun ölümüne yol açan ağır ekonomikyaptırımlar (ABD’nin Irak’ın bazı bölgelerinde belligrupları teslim olmaya zorlamak için yine gıdayısilah olarak kullandığına dair kanıtlar mevcut) veMeksika’daki Mayaları isyana sevk eden 1994 tarihliKuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması, ABD’ninyardımsever imparatorluk imajını çürütüyor.Gıdayı silah olarak kullananlar sadeceZimbabwe Devlet Başkanı Mugabe’yle Birmanya’dakiaskeri cunta değil. ‘Düşük Yoğunluklu Savaşlar’,uluslararası ticari engeller ve yaptırımlar, şirketpolitikaları ve bağlayıcı borçlarla Reagan ve oğulBush’un yönetimindeki yeni muhafazakârlar daaynısını yapıyor.First Lady Laura Bush çok doğru olarak gıdafiyatlarındaki ani artışa ilişkin daha fazla şey yapılmasıiçin dünyaya çağrı yaparken, kendi ülkesinin tarihineve gıda arzı üzerindeki etkisine dair daha fazla şeyöğrenmek isteyebilir.İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde‘Herkesin uygun sağlık koşullarındaki bir hayatstandardına hakkı vardır... gıda buna dahildir’ deniliyor.Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar UluslararasıAnlaşması’ndaysa şu ifadeler kullanılıyor: ‘... herkesinaçlık çekmemeye yönelik temel hakkı için dünya gıdaarzının ihtiyaca göre adil dağılımının sağlanmasıamacıyla bireysel ve uluslararası işbirliğiyle önlemleralınmalı ki, gıda üretimi, muhafazası ve dağıtımınadair özel programlar ve geliştirilmiş metodlar bunadahildir’. 1974 tarihli Dünya Gıda KonferansıGenel Oturumu 3180 sayılı kararında da ‘Fiziki vezihinsel melekelerini tam olarak geliştirip, korumalarıiçin her erkek, kadın ve çocuğun açlık ve yetersizbeslenme çekmeme yönünde yadsınamaz hakkı vardır’deniliyor.Gıda hakkında kafa yorulacak bazı noktalarşunlar: Gıda, doğal bir hak olarak mı görülmeli? Gıdayokluğunda gerçek bir demokrasi ve özgürlük olabilirmi? Gıdanın siyasi ve askeri bir silah olarak kullanılmasıterör değil midir? Neticede BM Genel Sekreteri BanKi-Moon, dünya gıda krizini tartışırken ‘Açlık, uğrunamücadele ettiğimiz her şeyi boşa çıkartıyor’ dediğindebelki de haklıydı. Özellikle de bu açlık, gıdanın silaholarak kullanılmasından kaynaklanıyorsa…”[41]Bunları hep “Avrupa Merkezci” sömürgecilikyaptı ve hâlâ da yapıyor!BM Gıda Hakkı Raportörü İsviçreli JeanZiegler’in, “Küreselleşmenin her bir günü terör demektir.Dünyada her 7 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor. Bu birkader değildir, fakat emperyal bir saldırıdır. Bu saçma veölümcül düzenin tek nedeni de küçük bir azınlığın süreklisınırsız kâr peşinde koşmasıdır ve bütün bunların birnumaralı sorumlusu ise Amerikan imparatorluğudur,” diyeisyan ettiği koşullarda birinci örnek; kapitalist sisteminXXI. yüzyılda kendini “aynen” tekrar ediyor olmasınailişkindir: Köleliğin meşru olduğu dönemlerde güçlüolanlar bir bölge veya ülkeyi işgal edip o bölge insanınıtarlalarda, madenlerde, çeşitli yerlerde üretim alanındaçalıştırıyorlardı. Bugün kölelik sisteminin meşru olduğudönemde yapılan baskıcı ve sömürücü çalışma sistemi, aynıyöntemlerle başka bir ad altında kendini tekrar ediyor!İkincisi de küresel(leştirilen) açlığın zenginlerinziyafet sofrasını oluşturduğudur…Bunun da örneği şu: Açlık ve gıda krizineodaklanan G8 liderleri, sadece akşam birbirinden pahalıve hazmı zor 19 yemeği mideye indirdi. Zirvenin 566milyon dolarlık masrafıyla tüm Afrika’da sıtmaylamücadele edilebilirdi…Ekonomisi en gelişmiş sekiz ülkenin (G8)liderlerinin Japonya’da yiyip içtikleri bile, küreselısınma, artan petrol ve gıda fiyatları, açlık veyoksullukla mücadele gündemiyle yapılan zirveninikiyüzlülüğünü gözler önüne sermeye yetti. Menüdekibirbirinden pahalı ve hazmı zor yemekler, İngilterebasınına “Gıda kıtlığını konuşup sekiz koldan ziyafetçektiler”, “Ölümcül yemek”, “G8 liderleri, havyarve deniz kestanesi üzerine gıda krizini düşündü”başlıklarını attırdı. Zira İngiltere Başbakanı GordonBrown zirveden halkına “gıda israfına son” çağrısıyapmıştı. Oysa Japonya’nın zirveye harcadığı toplam60 milyar yenle (566 milyon dolar) Afrikalılarınsıtmaya yakalanmasını önleyebilecek 100 milyon42


cibinlik alınacağı hesaplanıyor.7 Temmuz 2008 akşamı liderlerin tabaklarındangelip geçen 19 çeşit yemeğin bazısı şöyle: Meze olarakmısır doldurulmuş hayvar, tütsülenmiş somon, “acısürpriz” tarzı deniz kestanesi, sıcak soğanlı turta, kışzambağı soğanı... İkinci turda yosun aromalı soğukKyoto bifteği şabu-şabu, susam kremalı kuşkonmaz,avokado, jöleli soya sosu ve şiso otu eşliğinde dilimlenmişyağlı ton balığı, yine böyle karmaşık sosların eşlikettiği haşlanmış deniztarağı, karides, ızgarada pişipdulavratotu sapına sarılmış yılanbalığı, soya soslu veşekerli kızartılmış kayabalığı... Üçüncü turda tüylüyengeçten “Kegani” koyu çorbası ile tuzda kavrulupsoslanmış Japonya’ya özgü bir kaya balığı türü... Anayemek olarak aromatik otlar ve hardalla pişirilmişhâlde sütle beslenmiş “şiranuka” kuzusu, kuzu kebabı,kuzu eti suyuyla pişirilmiş mantar türleri. Ayrıca çoközel peynirlerden bir seçki sunulurken, son olarak “G8fantazi tatlısı” ile şekerleştirilmiş meyve ve sebzelerlegetirilen kahve servis edildi. İçki listesinde de sakininyanısıra Le Reve grand cru şampanyası ile CortonCharlemagne 2005, Chateau Latour burgundy, RidgeCalifornia Monte Bello 1997, Macar kökenli TokajiEssencia 1999 şarapları vardı. 8 Temmuz 2008’de deliderler dev yengeç, kilosu 100 dolara langusta gibilezzetleri mideye indirdi.Bir kadının günde ortalama 1940, erkeğin2550 kaloriye ihtiyaç duyduğunu, zirvede sadece öğleyemeğinin 1622 kalori, akşam yemeğinin ise bununkatları olduğunu, günlük protein ve yağ alımının ikikatını içerdiğini aktaran Times, bu kadar tıkınmanınüzerine liderlerin dünya meselelerini konuşacakhâlleri kalamayacağını belirtti. 7 Temmuz 2008 günüemeklilikten geri çağrılan, Michelin yıldızı kazanmışilk Japon şef Kutsuhiro Nakaruma, 8 Temmuz 200’deMichelin’in üç yıldız verdiği Fransız şef Michel Brasyemekleri pişirdi. Aşçıbaşılara masraflar için açık çekverildi. Sadece zirvenin medya merkezi 48, fibreoptikkabloları 86 milyon dolara mal oldu. Başkanlık suitlerigecesi 14 bin dolar olan Windsor Otel’in yenilenmesi,liderlerin ikamet ve gidiş gelişi, 21 bin polisin teyakkuzhâli, uçak ve sahil korumanın devriye masrafları dacabası... Oysa Brown gıda harcamalarında haftada 16dolar, yılda 832 dolarlık tasarruftan söz ediyordu.Büyük tıkınmadan, 2007 yılındaki bildirininbir benzeri çıktı. G8 ülkeleri küresel ısınmaya yol açansera gazları salımının bugünkü değerleri üzerinden2050’ye dek yüzde 50 oranında azaltılmasını kabulederken, ne azaltıma başlayacakları tarihi belirledi,ne de orta vadeli (2020 için) hedef koydu. ABDBaşkanı George W. Bush harekete geçmek için Çinile Hindistan’ın da aynısını yapması şartını tekrarladı.Çevre örgütleri bildiriyi “acıklı” diye niteledi!Bu vahametin ardından bununla bağıntılıüçüncü örnek de şu:Joseph Stiglitz, ‘Frankfurter AllgemeineZeitung’a yaptığı açıklamada, 1930’lardaki büyükdepresyona benzeyen bir süreçten geçildiğinivurgulayıp, Bush hükümetinin yaptığı büyük hatalarınceremesini vergi yükümlülerinin sırtlandığına dikkatçekerken, “900 milyar doları aşkın bir yük var. Amabenim beklentim, bu zararın 2 trilyon doların üzerindeolacağı şeklindedir. Hasta çocuklar için birkaç milyardolar bulamayan ama AIG için 85 milyar dolar bulan,ne biçim bir toplum bu?” diye sormaktadır!Ve nihayet bir dördüncü örnek de şöyle:Brüksel’de dilenciler ve evsizler çoğaldı, EkonomiDairesi verilerine göre, Brüksel’de yaşayan en yoksulyüzde 10 nüfusun tüm gelir içindeki payı yarı yarıyaazalırken en zengin yüzde 10’un payı yüzde 29’danyüzde 34 çıktı.Brüksel’de yoksullarla zenginler arasındakiuçurumun gittikçe açıldığını ve bunun Brüksel kentive geleceği için gerçek bir tehlike oluşturduğunusöyledi.2007 yılında Brüksel’de 32 evsizinyaşamını yitirdiğini açıkladı. Evsizlerin çoğununhastalandıklarında iyi bakılmamaları nedeniyle öldüğüortaya çıktı. 32 evsizden 13’ünün sokakta yaşamınıyitirdiği ifade edildi…Alın size “Avrupa Merkezci Uygarlık”tankareler!“Avrupa Merkezci” sömürgeciliğe mündemiçörnekler çoğaltılabilirse de, en iyisi burada durup,“küreselleşme” dedikleri yıkıma ilişkin yekpare bir saptamayapmak daha doğru olur…Şu neo-liberallerce göklere çıkartılan“küreselleşme” nasıl bir şeydir?Aynen şöyledir: “Üretim ve tüketimkozmopolit bir karakter alır. Sanayilerin dayandıklarıulusal zemin kayar. Yeni sanayiler ortaya çıkar. Busanayiler artık sadece yerli hammaddeleri değil,dünyanın en ücra yerlerinden getirilen hammaddeleriişlerler. Faaliyetleri için sınır tanımadan hareketetme kabiliyetine kavuşurlar. Ortaya çıkan engellerkolayca, kimi zaman da zorbalıkla yıkılır. Üretilenlerise yalnızca üretildikleri yerlerde değil, yerkürenin heryerinde tüketilir.Bütün bu anlatılanlar yalnızca maddi üretimdedeğil, düşünsel üretimde de böyledir. Tek tek ülkelerindüşünsel üretimleri artık ortak mal hâline gelir. Ulusaltek yanlılık ve dargörüşlülük artık olanaksızlaşır. İletişimaraçları öylesine hızla gelişir ki, tüm uluslar, hatta enbarbar olanlar bile ‘uygarlığın’ içine çekilirler.”Manifesto’da Karl Marx küreselleşmeyi böyleanlatır.43


160 yıl önce yapılan bu tanımlama esasıbakımından tamdır.Eksiği yoktur. Anlatılan hikâye, bizim bugünartık iliklerimizde hissettiğimiz ve bu nedenle dedaha kolay kavrayabileceğimiz, anlayabileceğimiz birhikâyedir.“De te fabula narratur” dedikleri budur.Hikâyenin hiç kuşku yok yeniden gözdengeçirilmesi, yaratılan bu küresel dünyanın, bunalımlarınüstesinden nasıl geldiğinin ya da gelebileceğinin deanlatılması gerekir. O da yapılmıştır.Manifesto, küresel sistem açısından çare,“üretici güçler kitlesinin bir bölümünün zorlayıkılması, diğer yandan yeni pazarların fethedilmesi,eski pazarların yeni yöntemlerle daha yoğun biçimdesömürülmesidir” diye tanımlar yeni durumu.Bütün bunların olabilmesinin, yapılabilmesininsomut sonucu belirsizliğin, hareketliliğin artması,sabit, donmuş ilişkiler ağının dağılması, eski saygınönyargıların, görüşlerin süpürülüp gitmesi, yeni oluşanyargıların ise daha gün batmadan eskimesidir.Kısaca “katı olan her şey buharlaşıyor” diyeyazar Manifesto.Hikâye burada bitmez.Hem hikâye burada bitmez, hem de bütünbu anlatılanlar, yine Manifesto’da çok açık ve netanlatılmış olan sömürü düzenini gözlerden gizlemeamacını gütmemektedir. Tam tersi içindir. Hikâyenintamamlayıcı parçası, çarpıcı sonu şöyledir:Maddi üretim alanında gerçekleştirilendönüştürücü faaliyet, toplumsal ilişkilerde kendinigiderek daha az gösterir. Siyasal kurumlarda, kültürelfaaliyetin gerçekleşme biçimlerinde, kısaca pekçok kişinin sanki gerileyen o değilmiş gibi övgüylesöz ettiği “demokraside” açık bir çökme, gerilemegörülür. Zorbalığın daha fazla gündeme gelmesi,toplumun ince yöntemlerle güdülmesi, “yönetişim”saçmalıklarının, “sivil toplum” aldatmacalarının basıneliyle pohpohlanması tüm bu gerilemenin aracı olur.Küreyi daha büyük bir hızla sonraki dönemehazır hâle getiren egemen ve denetlenmesi artıkimkânsızlaşan küresel güç, aynı hızla kendinikorumanın yolunun demokrasiyi toplumsal olmaktançıkarmak olduğunun, bu yolun hızla kapatılmasıgerektiğinin de bilincine varmıştır.1 Mayıs’lara duyulan öfkenin, devrimci olanıpazara çıkarma, satışa sunma becerisinin, çevrilenbinbir türlü dümenin nedeni budur.Bütün mesele, gerçeğin karmaşık olduğunuanlamak, ama o karmaşıklığın içindeki açık ve netsaflaşmayı görebilmektedir: “Uygarlıkla” “toplumsalinsanlık” arasında ortaya çıkan ve genişleyen açı,“uygarlığı” hem toplum hem çevre için giderek dahadayanılmaz bir felakete çevirmektedir. Yapılacak iş“toplumsal insanlığı” tıpkı Feuerbach Üzerine Tezler’in10.’sunda olduğu gibi bilince çıkartmaktır.Ve sonra 11. Tez’e gelirsiniz:Yorumlamakla yetinmemek gerekir. Asıl olandeğiştirmektir…Değiştirmektir! Çünkü mevcut dünya “AvrupaMerkezci” sömürgeciliğin en üst aşamasına denk düşen“küreselleşme”yle topyekûn bir vahşeti yaşamaktadır!İşte bunun yorum bile gerektirmeyenverileri...ABD’de üst düzey şirket yöneticileriningelirleri ile bir işçinin aldığı ücret arasındaki farkyaklaşık 500’e 1 oranındadır. Daha “küresel” bir rakamverelim. Dünya nüfusunun en üst yüzde 20’lik dilimi,en alttaki yüzde 20’lik dilimden 150 misli daha fazlagelir elde ediyor!Merrill Lynch’in 2008 raporuna göre,dünyanın en zenginlerinin sayısı 2007 sonunda 10milyonu aşmış. Artık dünyada 10 milyondan fazladolar milyoneri var... Bu en zenginlerin toplam servetide 1986 da 7.200 milyar dolardan 1997 de 17.400dolara, 2007 de de 40.700 milyar dolara yükselmiş.Ne büyük başarı...Bu arada ortalama servetlerinin değeri deilk defa 4 milyon doların üstüne çıkmış... Sadece enzenginlerin sayısı artmıyor zenginlikleri de artıyor...Velhasıl küreselleşme kazandırıyor... Türkiye ‘yükselenpiyasa’ olarak bu sürecin dışında değil!Yine Merrill Lynch’in verdiği rakamlara göre:“Türkiye’de toplam varlığı 1 milyon doların üstündebulunan yüksek ve ultra yüksek varlıklı kişi sayısı2006’da 42 bin iken, 2007 yılında bu rakamın 8 binkişi artarak 50 bini aştığı belirtildi.” Türkiye milyonersayısını artırmakla da kalmıyor yüzde 17.5’lik oranladünya ortalamasından 3 kat daha hızlı artırıyor...Dünyanın en zengin 10 milyonu dünyanüfusunun sadece binde onbeşini [yüzde 0.15]oluşturuyor...Kapitalist üretim aynı anda zenginlik veyoksulluk üretmeden varolamaz…Dünyadaki açlıkla mücadele ettiğinisöyleyen Dünya Bankası’nın açıkladığı son rakamlarsöylediklerimizi bir kere daha doğrular nitelikte.Bankanın 9 Eylül 2008 tarihli raporunda 2005 deüç milyar 140 milyon insanın günde 2.5 dolardan azgelirle “yaşadığı”, bu nüfusun yüzde 44’ünün de günde1.25 doların altında gelire sahip olduğu belirtiliyor.Yüzde 85’i beş yaşın altında çocuk olmaküzere her gün 30 binden fazla insan, açlıktan, yetersizbeslenmeden, sıradan bulaşıcı hastalıklardan, vb.ölüyor!Dünya Tarım Örgütü de 820 milyon insanın44


yetersiz beslendiğini açıkladı...1.1 milyar insanın içme suyu sorunu var veyaiçtiği su sağlığa uygun değil. 2.4 milyar insan da“yeterli” sağlık bakımından yoksun...Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafındanyapılan bir araştırmada, “sosyal çevrenin insan sağlığıüzerinde genetik özelliklerden çok daha fazla etkidebulunduğu” sonucuna varıldı.Raporda şu örnekler sıralandı:Afrika’daki Lesoto Krallığı’nda doğan bir kızçocuğu, Japonya’daki bir yaşıtından ortalama 42 yıldaha az yaşıyor…İsveç’te kadınların hamilelik ve doğum sırasındaölme oranı 17 bin 400’de birken Afganistan’da her 8hamileden biri çocuğunu göremeden ölüyor…İskoçya’nın banliyölerinden Calton’da doğançocuklar, yakınlardaki nezih semt Lenzie’de doğanlaragöre ortalama 28 yıl daha az yaşıyor…Bunun yanında dünyada insan sağlığını ençok tehdit eden sorunlar sıralamasında savaş, trafikkazaları, cinayetler ve intiharlar gibi şiddetin yarattığısağlık sorunları ikinci sıradadır. Günümüzün (uygar!)dünyasında çatışmalar sonucu arındırma sistemlerininharap olması, savaşa bağlı yerinden olma, toplu yaşam,salgın hastalıklar gibi nedenler sivil kayıpları yüzde10’lardan yüzde 90’lara tırmandırmıştır.UNICEF’in 1995 yılı raporu 1985-1995yılları arasında 2 milyon çocuğun çatışmalardaöldüğünü, 4-5 milyon çocuğun sakat kaldığını, 12milyon çocuğun evsiz, 10 milyon çocuğun psikolojiksarsıntıya uğradığını ortaya koymaktadır.UNICEF’in karşılaştırmaları insanlık içingerçekten büyük bir hayal kırıklığıdır. Örneğin Çin,Rusya’dan aldığı 25 savaş uçağı yerine 140 milyonvatandaşına 1 yıl yetecek sağlıklı su sağlayabilirdi.Hindistan, Rusya’ya sipariş ettiği 20 MİG-29 savaş uçağına harcadığı para ile 15 milyon kızçocuğunun temel eğimini sağlayabilirdi.Güney Kore, ABD’ye ısmarladığı 28 füzemermisi yerine 120.000 aşısız çocuğu aşılatabilir ve3.5 milyon vatandaşına sağlıklı su sağlayabilirdi.Nijerya, İngiltere’den aldığı 80 tankın maliyetiile 2 milyon aşısız çocuğu aşılayabilir, 17 milyon çifteaile planlaması hizmeti verebilirdi.Pakistan, Fransa’ya ısmarladığı 40 Mirage2000E avcı uçağı yerine, sağlıklı suya ulaşamayan 55milyon insanın iki yıllık su ihtiyacını karşılayabilir, 20milyon çifte aile planlaması hizmeti verebilir, sağlıkhizmetine ulaşamayan 13 milyon vatandaşına temelilaçları sağlayabilir ve ilkokula gidemeyen 12 milyonçocuğun temel eğitimini karşılayabilirdi.[42]Kanser araştırmaları için milyarlarca dolarpara harcayan ABD’nin, Vietnam savaşında 14 milyonton patlayıcı kullanması ne inanılmaz bir çelişkidir.İnsanlığın kendi yarattığı şiddet ve savaşlar ile kenditürünü böylesine acımasızca yok etmesinin anlaşılabilir,insani bir açıklaması yoktur!“Avrupa Merkezcilik” sömürgecilik tarihsel olaraktükenmiştir!Mevcut kriz de bunun somut verilerindenbirisidir. Kriz koşullarında durum tam da böyleyken;sıkça telaffuz edilen iki sorudan biri “Kapitalizm Çöküyormu?”; diğeri de “İyi de “İyi de Krizle Ne Olacak?”dır…Birinci, soruyla başlarsak; liberal AtillaYayla’nın, “Kapitalizm çöküyor mu?” sorusuna yanıtı,“elbette” negatiftir!Bunda şaşırtıcı bir şey yok; tıpkı DoğanGrubu yazarı “Prof. Dr.” Türker Alkan’ın, “Kapitalizmsona erer mi? Mümkün değil. Kapitalizm (yaşananbunalıma rağmen) altın çağını yaşıyor ve görünüşegöre bu şimdilik devam edecektir,” demesi gibi…Ancak “ne idüğü belli” bu fantezilerle“uğraşmak” gereksiz bir zaman kaybından başka birşey değildir!Görüldüğü gibi, kapitalizmin krizlerin insan(lık)ın açlık ve trajedilerine yol açarken, kapitalizmin bukrizleri “aşıp”/ “bastırarak” ertelemesi de, insan(lık)ınaçlık ve trajedilerini daha da büyütmekte, yeni emperyalistpaylaşım ve tepişmelere kapı açmakta, insan(lık)ın başınafaşizm, ırkçılık, ayrımcılık, milliyetçilik, saldırganlık vesavaş illetini bela etmektedir!Bir an anımsayın: Çok değil, bir süre öncetüm dünya gıda kriziyle boğuşuyordu. Pirincindenbuğdayına kadar temel tarım ürünleri fiyatları rekorseviyelere ulaşırken, ihracatçı ülkeler, “Stoklarımıztükendi, sadece kendimize yetecek kadar ürünümüzkaldı” feryatları ile çalkalanıyordu. Küresel borsalardaağzı yanan büyük fonlar da çareyi emtia piyasalarındabulunca, gıda krizi daha da içinden çıkılmaz bir hâlaldı. Birleşmiş Milletler’den Dünya Bankası na,IMF’sinden Uluslararası Gıda Örgütü’ne kadartüm kesimler, “Acil önlem alınmazsa açlık yüzündenmilyonlar ölebilir” uyarısı yapıyordu.Ancak aradan sadece birkaç ay geçti; ortada negıda krizi kaldı ne de rekor fiyatlar. Özellikle pirinçtekispekülasyonların odağında yer alan Chicago EmtiaBorsası’nda fiyatlar yüzde 20 düştü. “Gıda stoklarıtükendi” tezlerine karşın son açıklanan verilere görebuğday ve pirinç gibi ürünlerde üretim rekorlarıyaşanıyor. Örneğin Hindistan’da 9 Temmuz 2008’deaçıklanan resmi verilere göre bir yıldaki pirinç üretimi100 milyon tona dayanarak (96.4 milyon ton) rekorseviyeye çıktı. 2008’in Ocak ile Mayıs ayları arasındapirinç fiyatlarında yüzde 70’e varan artışlar yaşanmasınakarşın son iki ayda bu rekor fiyatlardan eser kalmadı.Örnekte de görüldüğü üzere, kapitalist sistem45


tarihsel olarak ölmüştür, ve pratik olarak da sürdürülemezbir yıkım ve yok oluştur…İkinci, “İyi de Krizle Ne Olacak mı?” sorusunagelince; David Leonhardt’ın, “Çözüm bankakurtarmakta değil. Sorunun temeli ele alınmadı,”[43]dediği koşullarda, “Bu tedbirler krizi aşmaya yetmez!Hâlâ ortada dünya ekonomisinin 10 katı büyüklüğündebir kredi, döviz, faiz türevleri köpüğü var. Krizin geridekalması için bunun yüzde kaçının tasfiye edilmesi gerekir,bu tasfiye ne gibi riskler içerir, ben bilmiyorum; aslındabilen de yok.[44] Diğer taraftan, ‘küreselleşme’ ya da enazından önceki 5 yılın ‘refahı’ bu köpüğün üzerindegerçekleşti. Bu köpük sönerken oluşan sorunlar, beş yılönce olduğu gibi piyasalara para basarak köpük korunarakçözülecek gibi değil. Bu pisliği üreten yozlaşmış bankalarıkurtarmak da çözüm değil.Diğer taraftan, bu köpük sönmeye devam ettikçe,sanayinin bu köpük sayesinde çalışan üretim kapasitesine,refahı bu köpüğü oluşturan kredilere dayanmış tüketiciyene olacak... Ekonomik daralmanın, reel sektörün malipiyasalar üzerindeki etkisi ne olacak? Temizlenmesigereken pislik çok büyük, tüm mali sistemin içi çürümüşdurumda. Bu yüzden, ne yazık ki, daha uzun bir süre,tünelin ucunda bir ışık gördüğümüzde, bu büyük birolasılıkla, üzerimize gelmekte olan bir trenin ışığıolacak”![45]Bu somut temelinde ilk “ara sonuçlar” ile“yapılması gerekenler”e gelince; dünya için yeni birdönem açılıyor. İflas eden tek tek bankalar değil,kapitalizmin sinir merkezlerinde finans sistemiçöküyor.Artık, sadece demokrasi sorunlarıylasınırlamayız, sınıf mücadelesinin bittiği, devrimhedefinin nihayete erdiği masallarına primveremeyiz…Nihayet, en yetkili ağızlardan itiraf edildiğigibi, 1929 türü bir krizle karşı karşıyayız. Bu dünyanınpozitif (yani emekten yana olduğu kadar), negatif(sermaye ve ezenlerden yana) olarak değiştirilmesiimkânına kapı açan bir zemindir. Soru(n) kapıyı kiminaçacağındadır!Krizle bir kez daha iflas eden sürdürülemezkapitalist model dünya üzerinde bugüne kadargörülmemiş boyutta, inanılmaz bir adaletsizlik veeşitsizliğe yol açtı. Bunlar yetmemiş gibi şimdi dedünyanın kaynaklarını yok ediyor. Artık kapitalizmbütün insanlık ile doğanın baş düşmanıdır.Üretimden oluşan zenginlik kesinlikletopluma dağıtılmadığı ve kapitalist sınıfın sadecekendi çıkarlarına hizmet ettiği için bu duruma gelindi.Kapitalizmin ürettiği zenginliği toplum ve kamuyararına kullanılmasına hizmet ettiği sözünün birefsane ve tam bir safsata olduğu XXI. yüzyılda çok netbir şekilde ortaya çıktı. Ortadaki tablodan sonra tekbir söz kalıyor: “Kapitalizmin canı cehenneme!”Bu sözü söylemekten korkmayın, korkmayalım,korkulmasın…VAROŞTAN MERKEZE, YERELDENBÖLGESELE ORADAN DA KÜRESELE8-) Krize karşı alternatif küresel mi, yerel miolmalıdır?XXI. yüzyılda ancak “aşırı budalalık”,yani “tüketiyorum öyleyse varım” salaklığı, veyayabancılaşması kapitalizmi insanlığın geleceği içinbir seçenek saymaya götürebilirdi; ancak kriz vebaşkaldıran insan(lık) buna izin vermedi…Bunu sevgili hocam İzzettin Önder, “Krizkalbimize su serpti… ABD’de başlayan kriz beni çokrahatlattı, tabii ki binlerce insan işsizliğe ve yoksulluğaitileceğinden değil, ama sistemin makyajınıneridiğinden dolayı,”[46] diye betimliyor…Kapitalizmin makyajını silerek, gerçek yüzünükitlelere deşifre eden kriz koşullarında mücadele varoştanmerkeze, yerelden bölgesele oradan da küresele yönelmekzorundadır…Hayır ne “yerel”i “küresel”in ne de “küresel”i“yerel”in karşıtıymış gibi sunmamak/ koymamak gerek…Varoşta olmayan bir şey merkezde olmayacağı gibi,yerelde olmayan da bölgesel ve küresel planda olamaz…Yeri geldi Hasan Bülent Kahraman’dan nakille,“Türkiye’nin kaderini varoşlar tayin ediyor”;[47] E.Ahmet Tonak’ın ifadesiyle de, “Sosyal patlamalar artıkdünya varoşlarında yaşanacak”![48]Kriz koşullarında mücadeleyi bu perspektiftenele almak en doğru olandır.LATİN AMERİKA…9-) Eşiniz, yazar- Sibel Özbudun Hanımlagerçekleştirdiğiniz son Latin Amerika gezisinde,insanların, ABD’nin içinde bulunduğu bu nasıl birtepki gösterdiklerini anlatabilir misiniz?Latin Amerika coğrafyası, yerelden bölgeselikucaklayan bir direniş coğrafyası olması hasebiyleküresel direniş için önemli bir mevzidir…Ahmed Amrabi’nin de belirttiği gibi, “LatinAmerika ülkelerinde, Amerikan hegemonyasındankurtulmak ve yerli milyarderlerin ortaya çıkmasıylabirlikte sıkıntıları genişletmekten başka işe yaramayan‘serbest pazar ekonomisi’ düşüncesini ortadankaldırmak amacıyla yeni bir bağımsızlık eğilimiyükseliyor. Şu ana dek Venezüella, Nikaragua, Bolivya,46


Ekvador ve Paraguay kurtulmuş durumda.Kolombiya’da da silahlı devrimci mücadele var.Venezüella Rusya’yla deniz tatbikatlarına katılmayahazırlanıyor. Bu nedenle gelecekteki 10 yıl ABD’ninkendi arka bahçesiyle uğraşacağı bir dönem olabilir.Bu durum, ABD’nin Irak ve Afganistan’daki kanlısayfasının dürülmesini hızlandırabilir.”[49]Özellikle Fidel Castro’nun açtığı yoldanVenezüella, Bolivya, Kolombiya ve Ekvador’dakimücadeleler ABD emperyalizmine karşı yeni mevzilerkazanmaktadır!Örneğin Angel Guerra Cabrera’nın da işaretettiği gibi, “Ekvador’da yapılan referandumla yenianayasanın ezici bir çoğunlukla kabul edilmesi, LatinAmerika ve Karayibler’deki halk gücünü gösteren birkanıt. Bu güç, emperyal hâkimiyete ve yerel elitlerekarşı politik yollarla peş peşe darbeler indirmekte.Kuşkusuz öncelikle bu, Ekvador halkının ve BaşkanCorrea’nın zaferidir. Halkın büyük çoğunluğu BaşkanCorrea’ya güvenini yeniden göstermiştir.Emperyal hâkimiyete ve yerel elitlere karşıpolitik yollarla peş peşe darbe indiren halk gücünügösterdi.Geçmişteki toplumsal kavgaların yarattığıortak bilinç ve deneyim olmasaydı Washington desteklioligarşinin, toprak sahiplerinin, sağın ve kiliseninçılgınca yürüttüğü medyatik kampanyaya karşı böylebir zafer kazanılamazdı. Bu hükümetin aldığı önlemlernedeniyle ayrıcalıklı durumlarını kaybedenler onlardı.Yeni anayasal düzen, onların yönetimine, yağmacıkurumlarına, bağımlılığa, ayrımcılığa ve ırkçılığa sonverecektir.”[50]Evet Ekvador’da 28 Eylül 2008 günü yapılanyeni anayasa referandumunda, Devlet Başkanı RafaelCorrea hükümetinin yeni anayasa projesi kabul edildi.Sonucu “yurttaş devriminin” teyidi olarak yorumlayanCorrea, zaferi “tarihi” olarak niteledi.Bununla birlikte Ekvador’un halkçı lideriRafael Correa’nın “yurttaş devrimi” olarak sunduğuanayasa reformunun referandumda kabul görmesindencesaret alan Ekvadorlu topraksız köylüler, boş arazileriişgal etmeye başlarken; Yeni anayasa, ülkedeki bütünyabancı askeri üslerin kapatılmasını da öngörüyor.Bu da ABD’nin, liman kenti Manta’da, uyuşturucuyakarşı yürüttüğü operasyonlar için yaklaşık 10 yıldırkullandığı hava üssünü terk etmesi demek oluyor!Ekvador’un yanında; Morales’in kamulaştırmaçabalarından rahatsız olan ABD işbirlikçisi zenginlergeniş özerklik peşinde olduğu Bolivya da emperyalizmedarbe indiren bir değişimi yaşıyor.Martin Suso’nun ifadesiyle de, “ÇoğunlukMorales’i desteklerken çıkarları zedelenen sağınzorbalığı artıyor…Bu değişim sürecinde neler olacağını bilmekzor. Görünen o ki yerel sağ çatışma yolunu seçti. Bir kezdaha anlaşıldı ki projeleri ülke için değil. Umutsuzlukonları körleştirmiş. Kendilerine ne bölgesel ve ne deuluslararası bir destek bulabildiler. Geriye ülkeyi yakıpyıkmak kaldı…”[51]Ancak bunların hiçbiri Morales’i, emperyalizmekarşı mücadeleden vazgeçirmiyor!Bush yönetimi yetkililerinin değmegangsterlerle mafya babalarını “solda sıfırbıraktığı”ndan söz eden Venezüella Devlet BaşkanıHugo Chávez, “Bu katillerin yanında Don Corleoneve Al Capone kundak bebeği kalır,” derken; BM GenelKurulu kürsüsünden “şeytan” olarak nitelediği Bushhakkında, “Elinde ustura olan bir maymundan dahatehlikeli” demektedir.Ülkesinin nükleer program geliştirmesikonusunda Rusya’nın yardım teklifine sıcakbaktıklarını açıklayan Chávez, Beyaz Saray’ın ‘gizlinükleer tesis’ dediği İran’la ortak kurulan fabrikadaüretilen ilk bisiklete binip “İşte atom bombası” diyerekABD Başkanı George W. Bush’la dalgasını geçecekkadar ciddi bir ABD karşıtıdır…Ve bunların tümü, çeşitli biçimlerde LatinAmerika’nın dört bucağına yansımaktadır…14 Ekim 2008 07:37:25, Ankara.N O T L A R[*] Baran Dergisi, No:93, 16 Ekim 2008-42…[1] Thomas Mann.[2] Nicholas F. Brady-Eugene A. Ludwig-Paul A.Volcker, “ABD’ye Güven Veren Yeni Mekanizma Gerek”, TheWall Street Journal, 17 Eylül 2008.[3] Financial Times,15 Temmuz 2008.[4] Alper Akalın, “Krizin Çözümü Sosyalizm SosluKapitalizmde Değil”, Taraf, 28 Eylül 2008, s.14.[5] Bilal Sambur, “Tehlikede Olan Piyasa EkonomisiDeğil Özgürlüğümüzdür”, Taraf, 10 Ekim 2008, s.15.[6] Örsan K. Öymen, “Kriz Kapitalizmin Kendisidir”,Radikal, 8 Ekim 2008, s.11.[7] Kaynak: Orhangazi, Özgür (2008) Financializationand the US Economy, Edward-Elgar Publications.[8] Erinç Yeldan, “Kapitalizmin Yeniden Finansallaşmasıve 2007 Krizi”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2008, s.13.[9] “Finans Kuralları Değişti”, Financial Times, 17Eylül 2008.[10] CNN, 16 Eylül 2008.[11] BBC, 19 Eylül 2008.47


[12] Mustafa Kemal Coşkun, “Evet, Karl MarxHaklıydı!”, Radikal, 3 Ekim 2008, s.11.[13] Ergin Yıldızoğlu, “Büyük Bir Haksızlık Yapılıyor...”,Cumhuriyet, 17 Eylül 2008, s.4.[14] “Romanları Fişleyen İtalya Önyargıları Ateşliyor”,Financial Times, 19 Ağustos 2008.[15] Giulia Lagana, “Berlusconi İtalya’yı Kendi ÇiftliğiGibi Yönetiyor”, The Guardian, 24 Haziran 2008.[16] “NATO Afgan Sınavını Geçmekte Zorlanıyor”,Financial Times, 3 Şubat 2008.[17] Ceyda Karan, “Afganistan Samimiyetsizliği”,Radikal, 24 Mart 2008, s.10.[18] “Kâbil Kuşatma Altında”, The New York Times, 21Ağustos 2008.[19] “Kâbil Kaybedilmek Üzere”, Kuds ül Arabi, 23Ağustos 2008.[20] “Afganistan Her An Irak’a Benzeyebilir”, TheGuardian, 28 Nisan 2008.[21] “Britanyalı Komutandan Afgan İtirafı”, Radikal, 6Ekim 2008, s.11.[22] “Karzai Taliban’la Barış İçin Ricacı”, Radikal, 1Ekim 2008, s.9.[23] Simon Tisdall, “Bush Giderayak Pakistan’aDadandı”, The Guardian, 23 Eylül 2008.[24] “Başkan Adayları Afganistan StratejileriniGeliştirmeli”, The Boston Globe, 11 Eylül 2008.[25] “Afganistan’da Yanlış Yoldayız”, The WashingtonPost, 6 Temmuz 2008.[26] Saad Muhyu, “ABD Afganistan’ı KurtarayımDerken Pakistan’ı Yakacak”, El Haliç, 25 Eylül 2008.[27] Samir Sahla, “ABD’nin Pakistan’daki HayalKırıklığı”, Radikal, 29 Eylül 2008, s.11.[28] “Paris-Berlin Anlaşmazlığı Finans Krizinde AB’yiYavaşlattı”, Le Monde, 3 Ekim 2008.[29] “Yeni Bretton-Woods Lazım”, The Guardian, 6Ekim 2008.[30] Ahmed Amrabi, “Fukuyama ‘Tarihin Sonu’nu İlanEtmekte Aceleci Davrandı”, Beyan, 24 Eylül 2008.[31] Seumas Milne, “Tek Kutuplu Amerikan DüzeniÇöktü”, The Guardian, 28 Ağustos 2008.[32] Kishore Mahbubani, “Avrupa Dünyaya Cüce GibiGörünüyor”, Financial Times, 22 Mayıs 2008.[33] Ahmed Amrabi, “Terörle Savaş Amacından Saptı”,Beyan, 24 Ağustos 2008.[34] Richard Haass, “Amerikan Hâkimiyetinin YeriniNe Alacak?”, Financial Times, 15 Nisan 2008.[35] Ergin Yıldızoğlu, “En Yeni (Şimdilik) DünyaDüzeni”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2008, s.12.[36] Metin Cengiz, “Marksist Sanat Anlayışı veDevrimci Kırımı”, Varlık, No:2008/06-1209, Haziran 2008,s.51.[37] “Mazdek, ‘mal insanlar arasında ortaktır’ diyordu.Çünkü insanlar, Tanrı’nın kulları ve Adem’in çocuklarıdır. Herbiri ihtiyacına göre ötekinin malını kullanmalı ve hiç kimsebu haktan yoksun kalmamalıdır. Herkes malca eşit olmalıdır.Mazdek’in bu sözleri üzerine herkes malını ortaklığa koymuştu.”(Nizamülmülk.)[38] Yıldırım Türker, “Hâlâ En Korkunç Hayalet”,Radikal İki, 7 Eylül 2008, s.3.[39] İsmet Berkan, “Kapitalizm Çöküyormuş”, Radikal,12 Ekim 2008, s.3.[40] Ergin Yıldızoğlu, “İki ‘Paketin’ Hikâyesi”,Cumhuriyet, 1 Ekim 2008, s.4.[41] Dallas Darling, “Gıda Silah Olarak Kullanılınca...”,Middle East Online internet sitesi, 20 Haziran 2008.[42] United Nations Development Program, HumanDevelopment Report, 1994.[43] David Leonhardt, “Çözüm Banka KurtarmaktaDeğil”, The New York Times, 17 Eylül 2008.[44] Schwartz, International Herald Tribune, 19 Eylül2008.[45] Ergin Yıldızoğlu, “Piyasalar ‘Köşeyi’ Döndü mü?”,Cumhuriyet, 22 Eylül 2008, s.12.[46] İzzettin Önder, “Kriz Kalbimize Su Serpti!”,Evrensel, 12 Ekim 2008, s.7.[47] Hasan Bülent Kahraman, “Cumhuriyeti Kuranlarada ‘Baldırı Çıplak’ Diyorlardı”, Sabah, 29 Eylül 2008, s.11.[48] E. Ahmet Tonak, “Sosyal Patlamalar Artık DünyaVaroşlarında Yaşanacak”, Mesele, No:21, Eylül 2008, s.46-50.[49] Ahmed Amrabi, “Fukuyama ‘Tarihin Sonu’nu İlanEtmekte Aceleci Davrandı”, Beyan, 24 Eylül 2008.[50] Angel Guerra Cabrera, “Latin Ülkeleri ve YeniSeçenekler”, La Jornada, 2 Ekim 2008.[51] Martin Suso, “Kaos İçindeki Bolivya”, Alaiamlatina,Latin Amerika Haber Ajansı, 8 Eylül 2008.48


EZLN’İN “BİRİNCİ DÜNYA SAYGIN ÖFKE FESTİVALİ”NDENNOTLAR…Sibel ÖZBUDUN“Denemekten vazgeçene kadarkaybetmiş sayılmazsınız.” [1]“Dünyada bizim için bir yer yoksa, o zamanbaşka bir dünya yapılmalıdır.Öfkemizden ibaret gereç ve saygınlığımızdanibaret malzemeyle.Hâlâ birbirimizle buluşmalı, birbirimizi dahaiyi tanımalıyız.Eksik olan, gelecektedir….”Meksika Güneydoğusu dağlarından gelen,Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu Yerli DevrimciGizli Komitesi-Genel Komutası, Komutan YardımcısıMarcos imzalı Eylül 2008 tarihli çağrıda böyledeniyordu.Bize de sırt çantalarımızı toplayıp bir kez dahayollara revan olmak düştü.“Başka bir Dünya, Başka bir Yol, Aşağıyave Sola” teması çerçevesinde düzenlenen “BirinciDünya Saygın Öfke Festivali”nde “kutlanacak”şey çoktu: Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nunyirmibeşinci doğum yıldönümü, unutuluşa karşıisyanın başlamasının onbeşinci yıldönümü (demek kiyüzü maskeli Maya yerlilerinin “Ya Basta” çağrısıyladağlardan inip Meksika’nın Chiapas eyaletinde SanCristobal de las Casas kentini basmasının üzerinden49onbeş yıl geçmiş… inanılır gibi değil…); iyi hükümetkonseylerinin beşinci yıldönümü; Öteki Kampanya veZ’inci Enternasyonal’in ise üçüncü yılı…Festival, “taban destek cemaatleri”nden2000 kadar temsilcinin, Oventic’deki İnsanlık İçinDireniş ve Başkaldırı caracol’unda[2] toplanmasıylabaşlayacaktı. 1994’deki San Cristobal de las Casasişgalinin önderlerinden komutanlar David ve Javier’inev sahipliğindeki kutlamalarda ateşler yakıldı, danslaredildi, komutanların konuşmaları dinlendi…Ama bu kez, altı yıl öncesindeki ziyaretimizdetanığı olduğumuz iklim, bir hayli değişmiş… Havadabir durgunluk, bir burukluk, neredeyse bir düşkırıklığı… Nedenini anlamakta gecikmeyeceğiz.Chiapas’ı son ziyaret ettiğimiz 2004’de, yeni kurulmuşolan beş caracol’un coşkusu, heyecanı hâkimdi ortama.Yüzleri maskeli, gencecik, kadınlı erkekli Tzotzil,Tzetzal… yerlileri ilk defa kendi yazgılarını elealmanın coşkusuyla, tutkusuyla kendilerini yönetmeyesoyunmuşlardı. Zapatista ayaklanmasından sonraMeksika hükümeti isyancı yerlilerle once imzaladığıSan Andres antlaşmasını hemen ardından askıyaalmış, bunun üzerine isyancı komünler, de facto bir


özerkliği hayata geçirmek üzere kolları sıvamıştı.EZLN sivil alanın önünü açabilmek için silahlıunsurları köylerden çekmişti; bundan böyle üç-dörtisyancı komün caracol’lar hâlinde birleşerek özyönetimuygulayacaklardı. 2004’deki ziyaretimizde beş adetcaracol oluşturulmuştu bile. “Caracol’lerin sayısı kaçaçıktı?” diye soruyorum, Meksika’nın kuzeyindengelen sendikacıya. “Hiç değişmedi. Beşte kaldı,” diyeyanıtlıyor.Daha vahimgelişmeleri, toplantılarıizledikçe öğreneceğiz. “Negibi” mi? Örneğin isyancıcemaatlerde çözülmelerinyaşandığını… 2004 yılındaLa Realidad’da 400, 2008başındaysa Polho’da200 kadar ailenin, tıbbîhizmet ve besin gibi temelihtiyaç maddelerinink a r ş ı l a n m a m a s ınedeniyle, kendilerinefederal hükümetinToplumsal KalkınmaBakanlığı’ndan ikiayda bir 43 dolarödenmesi ve köylerinebir okul ile bir hastaneyapılması karşılığındaZ a p a t i s t a l a r ’ d a nayrıldıklarını[3] … PRI(Kurumsal DevrimPartisi) ve PAN (MillîHareket Partisi) gibisağ partilerle bağlantılıcemaatlerin yanısıra,geçen seçimleri DevletBaşkanı Lopez Calderonkarşısında kılpayı farklayitiren sosyal demokratLópez Obrador’un PRD’sinebağlı köylülerin Zapatistacemaatlerine saldırılardüzenlemeye başladığını[4] …“Gayretle ve zorlukları aşarak adımlaratabildik,” diyor Komutan David; özeleştirel bir tonda.“Ama bunlar halklarımızın sorunlarını ve büyükgereksinimlerini çözümlemede yeterli değil… açlık,yoksulluk ve hastalıklar günden güne artıyor.”[5]Daha fazlasını öğrenmek için toplantılarıbeklemeli.2 Ocak sabahı kahvemizi içip yola koyuluyoruz.San Cristobal de las Casas’ın, rengarenk, tek katlıevler, birbirini dik kesen sokaklar, gotik kiliseler,şık restoranlar ile bezeli (ve ne yalan söylemeli, songördüğümüzden bu yana bir hayli turistikleşmiş- zorlukla bir otel bulabildik) kolonyal merkeziniarkamızda bırakıp bizi CIDECI/Unitierra’yaulaştıracak colectivo’ların (minibus-dolmuş) kalktığımercado’ya (pazar yeri) doğru yol alırken yaşamıngerçeklerine, yani yoksulların, koyu tenlilerin, yerlilerinülkesine daha bir yaklaşıyoruz. Kilise meydanındakiyerli el sanatları pazarınıZapatista’lardan Filistin’le DayanışmaYazılamalarıgeçip dosdoğrudevam ediyoruz; buşamata, bu kargaşa,bu koku bulamacı…yanılıyor olamayız;mercado’dayız.CIDECI/Unitierra,[6] kurucusu,kurtuluş teologu DonRaymundo’nun bizedaha önce de söylediğiüzere, taşınmış. SanJuan Chamula köyünegiden yol üzerindetozlu patikalardangeçerek ulaşılan birvaroşun (Colonia NuevaMaravilla) kıyısındaormanlık bir alandasatın alınmış geniş birarazi üzerine kurulmuşyeni kampüs. Ve yineher şeyi öğrenciler imaletmişler: barakaları,mobilyayı, kap-kacağı.Toplantının düzeninisağlamak, dünyanındört bucağından gelmişkonukları ağırlamakiçin canla başlakoşturuyorlar…“Digna Rabia/Saygın Öfke” BirinciDünya Festivali, 2-5 Ocak arası dört gün sürecek.Toplantılar, her biri kampüsün merkezi alanındakiçadır biçimli geniş toplantı salonunda yapılacak dokuzoturum hâlinde düzenlenmiş. Oturumlardan her biri“Başka bir dünya, başka bir siyaset” teması altındaözgül bir başlığa ayrılmış: İletişim, Kültür, Cinsellik,Kent, Tarih vb…Toplantı salonu geniş: yaklaşık 800-900 kişilik.Başlangıç saati 11.00’e doğru, oturacak yer bulmak biryana, ayakta duracak yer kalmadı. Salonda dünyanın50


dört bucağından (abartı değil; iki dakika arayla birJapon, bir Kanadalı, bir Malezyalı bir de Surinamlı’ylatanıştık…) bin beşyüz kadar izleyici olmalı. Ayrıca,konuşmaların canlı yayından izlenebildiği birbaşka salon daha var; orada kaç kişi bulunuyor,bilmiyorum…Konuşmacılar yerlerini aldılar. İlk oturumda“Öteki Kampanya”ya destek veren örgütlerintemsilcileri söz alacak. İtalyan Ya Basta’sı, İspanyolsendikal örgüt CGT, Fransız Mücadele Eden ChiapasHalklarıyla Dayanışma Komitesi, ABD Barrio İçinAdalet, Arjantin İşsizler Hareketi, Yunanistan’danAlana Dergisi; Peru’dan Hugo Blanco, Meksika’danUNOPII ve UNIOS… Her oturumda, bir dearalarında Marcos’un da bulunduğu bir EZLN heyetiyer alıyor; bir komutan moderatörlüğü üstlenirkenMarcos da her oturumda bir tebliğ sunuyor. Amaen güzeli, aralarında iki küçük EZLN “gerillası” var:Lupita ile Tonita. Kar maskeleriyle her oturumda öncekemal-i ciddiyetle oturup konuşmaları dinliyorlar;ama bir süre sonra sıkılıp kendi aralarında oynamayabaşlıyorlar. Görülecek şey… Tabii en fazla ilgiyi,Marcos’un konuşması görüyor.Devrimci internet sitelerine de düşen, Filistin’ledayanışma konuşmasını ilk gün yaptı Marcos. Yanı sıra,Meksika hükümetinin ABD destekli “uyuşturucuyakarşı savaş” programının nasıl muhalefet hareketlerinibastırma/sindirme operasyonuna dönüştüğünedeğindi… Ve, Yunanlı gençlere teşekkürlerini gönderdi,“sizlerden öğreniyoruz,” diyerek.[7]Aralarda dışarı çıkıyoruz: tam bir curcuna.Afiş, kitap, yiyecek, içecek, tişört, el sanatları standları;yol boyunca dizilmiş, panço, başlık, Marcos bebeğisatmaya çalışan yerliler; olabilecek her duvarı donatanyazı ve afişler (Birini aktarayım: “Merry Crisis andHappy New Fear” /Mutlu Krizler, Mutlu Yeni Korku”yazıyordu boylu boyunca bir panoda, yeni yıl kutlamamesajı olarak…), gitar çalan, danseden gruplar, öpüşen,sevişen genç çiftler…Hava kararmadan dönmeli…İkinci gün, söz, genellikle sol hükümetlerceyönetilen, ve/fakat yönetimlere muhalif, EZLN’yeyakın duran Latin Amerikalı (Uruguay, Bolivya,Nikaragua…) entelektüellerindi. İlk sözü Uruguay’lıgazeteci Raúl Zibechi alarak Latin Amerika’da 1970’liyıllardan itibaren boy veren ve günümüzde kıtasoluna damgasını vuran “toplumsal hareketler”in birdökümünü yaptı: Yerli hareketleri, topraksızlar, işsizler,köylüler, öğrenciler… Zibechi’ye göre kıtadaki siyasaliklimi değiştiren bu hareketlerin beş ortak özelliğivardı:Toprakların geri kazanılmasını hedeflemeleri;Siyasal partilerden, hükümetlerden, kilisedenvb. özerk olmaları;Cemaat temeline dayalı kolektif hareketleroluşları;“Sosyal” olarak nitelenmelerine karşın,aslında siyasal, ya da toplumsal-siyasal bir karaktertaşımaları;Kentli olsunlar, kırsal olsunlar, ortakkarakteristikleri taşımaları.Zibechi, bu hareketlerin cemaatleri/kolektiflerigüçlendirmeyi hedefledikleri, kapitalist-olmayanyolları denedikleri, maddi ve simgesel kullanım değeriüretimine, değişim değeri üretiminden daha fazlaönem verdikleri, farklı bir adalet arayışını ön planaçıkardıkları, kolektif karar alma ilkesine dayandıklarıve kadınların bünyelerinde etkin bir rol oynadığınadikkat çekerek “yeni bir dünya mücadelesi”ni temsilettiklerini vurguladı. Zibechi’ye göre bu mücadele,iktidarların hiyerarşik-merkezî olmadığı bir diziliminbiçimlenişine sahne olmaktaydı: her katılımcının aynızamanda yönetmeyi de öğreneceği bir yeni dizilim…Zibechi’den sonra söz alan Bolivyalı OscarOlivera, Cochabamba’daki su mücadelesi ile bumücadele içerisinde boy veren yeni örgütlenmetiplerini anlatırken, Nikaragualı eski FSLN komutanı-şimdilerde Daniel Ortega’ya muhalif RESCATEhareketi yöneticisi Sandinist milletvekili MónicaBaltodano ise, Nikaragua’da Ortega hükümetindekiçürümeye dikkat çekti.Özerk Meksika Ulusal Üniversitesi(UNAM)’nde hoca Adolfo Gilly’nin, üniversitedeChe Guevara sınıfını işgal eden öğrencilerininprotestolarıyla sık sık kesilen konuşmasının (buprotestolar ancak Komutan Tacho’nun müdahalesiylesona erdi ve -ne ilginçtir ki, öğrencilere kürsüdensöz verilmedi…- ardından bir kez daha Marcos aldısözü. Bilmeceler, fıkralar, anekdotlarla süslü uzunkonuşmasından en çok son cümle çarpacaktı bizi:“Şimdi, Lenin’in Devlet ve İhtilali’ni son satırınıhatırlamaya her zamankinden çok muhtacız…”Oturumlar birbirini izledi. İletişim, kültür,toplumsal cinsiyet, seks işçileri, tarih…Meksika’dan (Luis Villoro, Jean Robert,Gustavo Esteva, Italia Méndez, Norma Jimenez,Carlos Aguirre Rojas, Sylvia Marcos), Bask ülkesine( Joxe Iriarte), ABD’den (Michel Hardt) Arjantin’e(Walter Mignolo) pek çok kişi, pek çok örgüt(Meksika Cinsel İşçiler Ağı, Via Campesina Uluslararası Koordinasyon Komitesi, Guatemala Ulusal Yerlive Köylü Koordinasyonu, Şili Kırsal ve Yerli Ulusalkadınlar Derneği, ABD Sınırdaki Tarım EmekçileriSendikası, Meksika Ulusal Yerli Kongresi…) katıldıFestival bünyesindeki toplantılara.[8] Saatler, saatlerboyu konuşuldu… Aktarması olanaksız…51


* * *Ama kimi izlenimleri, giderek kaygılarıkaydetmek, mümkün ve gerekli.Neo-liberalizme karşı ilk çıkışlarıyla yüzümaskeli Zapatistalar, “Elveda Proleterya, elvedabaşkaldırı” edebiyatının her yanı sardığı koşullardahepimizin yüreğine su serpmiş, neo-liberalizminezici, hiçleştirici, yok edici koşullarında da ezilenlerinbaşkaldırısının, “başka bir dünya” talebinin mümkünolduğunu somutlamıştı. Dahası, unutulmuşluğunderinlerinden, Lacandone ormanlarından apansızsüzülüp geliveren bir halk, Mayalar, kültürel ve sınıfsaltaleplerin pekâla kaynaştırılabileceğini sesleniyorduhepimize, “sınıf bitti, kimlik verelim”ciliğin postmodernaçmazında… “Ya Basta!”ları bir anda dört bir yandaneo-liberal küreselleşme karşıtı hareketlerin ana şiarıhâline gelivermişti.Evet, “Yeni Sol”cuydu kar maskeliler, amadünyayı dönüştürme çağrıları, devrim kararlılıklarıson derece sahiciydi.Meksika ordusuyla kısa süren çatışmalar,Meksika içinden ve dışından yoğun destek, Yeryüzürenkleri Yürüyüşü, barış görüşmeleri, San Andresanlaşması, Meksika hükümetinin anlaşmayı tek taraflıaskıya alması sonucu isyancı cemaatlerin yürürlüğesoktuğu fiilî özerklik, Lacandone Ormanları’ndanbirbiri ardı sıra yayınlanan Deklarasyonlar, caracolles(ya da İyi Yönetim Cuntaları)’nın kuruluşu… Ve derinbir suskunluk.EZLN 2006 Meksika seçimleri öncesinde,“Öteki Kampanya” ile bir kez daha su yüzüne çıktı. Tümkurumsal partilerle bağını kopartmış bir muhalefetiörmek için. Ancak Meksika’lı muhaliflerin veemekçilerin büyük umutlar bağladığı, sosyal-demokratLópez Obrador’un partisine destek vermemeklekalmayıp, seçimleri boykot çağrısı yapması, özellikleObrador’un Calderon karşısında şaibeli seçimlerikılpayı farkla kaybettiğinin ortaya çıkmasından sonra,Meksika solu ve emekçiler nezdinde büyük bir itibaryitimine yol açacaktı.Uluslar arası ilgi de -birkaç ısrarlı ve sadıkdestekçi dışında- yavaş yavaş yitmekteydi. EZLNve “enigmatik” lideri Subcommandante’nin her türlüiktidara karşı koşulsuz muhalefetleri, Latin Amerika’nınsol rejimlerinin (örneğin Venezüella, Bolivya, Küba)“kayıtsızlığı”nı getirmekteydi beraberinde…Bu tecrit, Meksika toplumunun en yoksulları veen dışlanmışları olan Maya yerlileri arasında çalışmanıniktisadî-toplumsal baskılarıyla eklemlendiğinde, ortayaaşılması zor güçlükler çıkıyordu. Chiapas ormanlarınınderinliklerinde birkaç isyancı köy, kendilerine karşıdüşmanca duygular besleyen, ya da en iyi ihtimallekayıtsız bir kırsal okyanusta, Meksika ordusuylaçevrelenmiş bir vaziyette, özyönetim uygulamayaçalışmaktaydı: kendi tarımlarını yapıp, kendi ürünlerini“adil ticaret” ilkeleri çerçevesinde Batılı STÖ’lerepazarlayarak, kooperatiflerini işletmeye çabalayarak,kendi okullarını, kendi hastanelerini kurup kendipersonellerini yetiştirerek… ve bu arada hiç de eksikolmayan tacizlerle, saldırılarla, sabotajlarla baş etmeyeçalışarak…Üstüne üstlük, o güne dek bölge insanlarına“ifrazat” gözüyle bakan Meksika hükümeti, keseninağzını açmış, bölgesel kalkınmaya yönelik çalışmalarahız vermişti. Yol boyu gördüğümüz altyapı,elektrifikasyon çalışmaları, hastane-okul inşaatlarıbir yana, cemaatleri rüşvetle kandırarak kendi yanınaçekmeye çabalıyordu yetkili merciler… Ve isyancıaileler, açlığa, salgın hastalıklara yenik düşerek safdeğiştirmeye başlamışlardı…Ve La Jornada gibi EZLN’ye başından beridestek veren sol yayın organlarında dahi, acı eleştirilerboy gösteriyordu artık…Marcos’un narsistliğinden,sekterliğinden dem vuran, Subcommandante’yiantistalinist geçinip Stalinist yöntemlere primvermekle, gençlerin, emekçilerin mücadelelerineyabancılaşmakla suçlayan bu yazılara göre “SaygınÖfke Festivali”, “oy ve şöhret peşindeki birkaçAvrupalı siyasinin katıldığı bir gösteri”den ibaretti,ve olsa olsa “uzun edebî yapıtları Chiapas’lı, ya dagezegenin herhangi bir bölgesinde yaşayan yerlileriçin hiçbir şekilde anlaşılmaz olan Marcos’un narsizmve lafazanlığının festivali”ydi. EZLN, içine düştüğütecridi kırmak için mutlaka bir özeleştiri vermeliydi…[9]* * *Saygın Öfke Festivali’nin giderek zeminyitirmekte olan EZLN’yi (ve Zapatist cemaatleri)biraz ferahlatacak olan ulusal ve uluslar arası desteğiyeniden sağlayıp sağlamayacağını bilmiyorum.52


Bildiğim bir şey, Festival’in gerçekleştiği kampüsün300 metre uzağındaki varoşta yaşayan bezgin,umutsuz yerlilerin, ellerini uzatsalar dokunacaklarıkadar yakınlarına gelmiş kar maskelilerin, efsaneviSubcommandante Marcos’un, Komutan Tacho’nun,Hortensia’nın, David’in, Miriam’ın, Severeo’nun,Hiermo’nun… yakınlığından hiç de etkilenmiş,umutlanmış gözükmemeleriydi. Dört gün boyuncatozlu sokaklarını arşınlayan eksantrik yabancılaraboş gözlerle bakıp, işlerine güçlerine devam ettileryalnızca…Belki umut, şimdiye dek “İktidar” perspektifi ile“sosyal hareketler” arasına sahte bir zıtlık yerleştirerekbirincisini lanetleyip ikinciyi fetişleştiren “Yeni Sol”yaklaşımdan vazgeçmektedir…Sahi ne der Lenin, Marcos’un hatırlanmasınısalık verdiği, Devlet ve İhtilal’in son satırlarında?“Bundan dolayı II. Enternasyonal’in, resmîtemsilcilerinin büyük çoğunluğu bakımından, boydanboya oportünizme battığı sonucunu çıkartmaktahaklıyız. Komün deneyi yalnızca unutulmaklakalmamış, ayrıca bozulmuştur da. İşçi yığınlarına,harekete geçmek, eski devlet makinesini parçalayıponun yerine bir yenisini koymak, ve böylece,kendi siyasal egemenliklerini toplumun sosyalistdönüşümünün temeli yapmak gerekeceği anınyaklaştığı inancını aşılamak yerine, bunun tam tersitelkin ediliyor, ve ‘iktidarın fethi’ oportünizme binlercegedik açık kalacak biçimde sunulmuş oluyordu…”[10]18 Ocak <strong>2009</strong> 11:59:06N O T L A R[1] Mike Dikta.[2] Caracol: Birkaç Zapatista kırsal cemaatin birleşerekoluşturduğu ortak yerel yönetime verilen ad. Maya yerlilerinineski zamanlarda deniz salyangozu (caracol) aracılığıyla birbirleriylehaberleşmelerinden esinlenerek bu adla anılmakta. Ayrıntılı bilgiiçin bkz. A. Aubry ve Eva, “EZLN’nin Örgütlenişinde Caracoles”,”, S. Özbudun vd. Latin Amerika Yerlileri, İstanbul: AnahtarKitaplar, 2006: 357-364; S. Özbudun, T. Demirer, “KuzeydenGüneye Orta Amerika’dan Yol Boyu Notları”, S. Özbudun, C.Sarı, T. Demirer, Latin Amerika Başkaldırıyor, Ankara: ÜtopyaYayınları, 2005: 13-118.[3] Bkz. http://vivirlatino.com/2008/02/13/ezln-losing-groundin-chiapas-stronghold.php[4] Bkz. Hermann Bellinghausen, “Tensión en caracolpor arribo de 220 integrantes de la Orcao”, La Jornada, 10 Ocak<strong>2009</strong>, s. 12.[5] Komutanların konuşma metinleri için bkz.Hermann Bellinghausen, “El mal gobierno ha dedicado 15 aňosa golpearnos, no a darnos justicia: EZLN”, La Jornada, 2 Ocak<strong>2009</strong>, s.9.[6] CIDECI/Unitierra için bkz. S. Özbudun, “ ‘BenimÜniversitelerim’: Chiapas’da Bir Maya Okulu”, S. Özbudun vd.Latin Amerika Yerlileri, İstanbul: Anahtar Kitaplar, 2006: 316-320.[7] Bu konuşmanın geniş bir özeti için bkz. HermannBellinghausen, “El crimen organizado dirige la fuerza del Estado,seňala el subcommandante Marcos”, La Jornada, 3 Ocak <strong>2009</strong>, s.9.[8] Ayrıntılar için bkz. Hermann Bellinghausen,“Movimientos sociales, único camino que puede savlar a lospueblos: Raúl Zibechi”, La Jornada, 8 Ocak <strong>2009</strong>, s. 12.[9] Guillermo Almeyra, “A 15 Aňos de levantamientozapatista”, La Jornada, 11 Ocak <strong>2009</strong>.[10] V. I. Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizmyayınları, Ankara, 1978.53


ŞOFOR MAHALLİNDEN ULAŞIM POLİTİKASI TEK SEÇENEK Mİ?Eser AtakŞehir PlancısıAnkara Ü. Sosyal Çevre Bilimleri Doktora ÖğrencisiAğustos 2008Üç dönemdir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapanMelih Gökçek yönetimi tarafından Ankara’nın yollarıve kavşakları 14 yıldır kazılıyor. Kazılma gerekçesikatlı kavşak yapılması ve yolların genişletilmesi… Biribitiyor, bir diğeri başlıyor. Bu inşaatlar, artık Ankara’nınneredeyse değişmez bir parçası haline geldi. AnkaraBüyükşehir Belediyesi yönetimi, her yıl bütçesininönemli bölümünü bu işlere harcıyor. Kent içi ulaşımsorununun ‘tek çözümü’nün katlı kavşak yapımı ve yolgenişletmeleri olduğu, bu kavşakların “ne kadar gerekliolduğu” kentlilere anlatılıyor.Acaba uygulanan bu yaklaşım kent içi ulaşımsorununa gerçekten çözüm getiriyor mu, yoksa sorunuağırlaştırarak öteliyor mu? Kavşak ve yol yapımı kentyaşamında ne gibi etkilere neden oluyor? Sürdürülebilirulaşım politikası yaklaşımındaki çözümlerle, yeğlenenbu politikalar örtüşüyor mu? Bu yazıda, Ankara’dauygulanan taşıt odaklı ulaşım politikalarının etkileri vetek seçenek olup olmadığı yukarıdaki sorular eksenindetartışılmaya çalışılacak.“Trafiği akıtmak”14 yıldır iktidarda olan Belediye yönetimince kentiçi ulaşıma bütünlüklü bir bakış açısıyla yaklaşıldığınısöylemek çok güç. Belediye yönetimi, kent içi ulaşımsorununu ‘trafiğin durdurulmaması’ ya da diğer birdeyişle, ‘trafiğin akıtılması’ olarak görüyor. “Eğerışıklı kavşaklarda taşıtlar durdurulmazsa trafik akacakve sorun kalmayacak” anlayışı, Belediye’nin tekulaşım politikası olarak yıllardır uygulanıyor. Trafiğirahatlatmanın ‘tek çözümünün’ katlı kavşak yapılmasıve yolların genişletilmesi olduğu iddia ediliyor. İktidarageldikleri ilk yıllarda, “15-20 köprülü kavşak yapılıncaAnkara’nın trafik sorununun çözüleceğini” savunanBelediye yönetimince, 50 katlı kavşak yapıldıktan sonrabile, “sorunun tamamen çözülmesi için 50 köprülükavşak daha yapılması gerekir” denilebiliyor.Resim 1. Sabah Gazetesi- 16.10.2003Kentin yaşanabilirliğini önemseyen kentlerdeotomobil merkezli ulaşım politikalarının terkedilmişyaklaşımlar olduğu bilinmesine rağmen, Ankara’daısrarla bu politikalar uygulanmaya devam ediyor.Belediye yönetimince kentsel ulaşım konusu, salt“trafiğin akıtılması” gibi sığ bir düzeyde tartışılıyor.Metropol Başkentin ulaşım politikası, sadece ‘şoförmahali’ içinden bir bakışla belirleniyor. Sınırlı kamukaynakları, sadece bireysel ulaşım (otomobil ulaşımı)talebi için harcanıp, toplu taşıma sistemlerinin hızı,konforu ve yaygınlığının artırılması için yatırımlaryapılmıyor. Trafiğin ikinci önemli unsuru olan yayaulaşımı ve yaya hakları ise tamamen görmezdengeliniyor. Hatta yayalar, trafiği aksatan unsurlar olarakgörülüyor.Katlı kavşaklar çözüm mü?Otomobil öncelikli ulaşım politikasının mekânayansıyan unsuru olan köprülü kavşaklar ve yolgenişletmeleri çok kısa vadede ve noktasal çözümyaratıyor. Hemzemin bir kavşak, katlı kavşağadönüştürüldükten sonra o yol kesiminden birimzamanda geçen taşıt sayısı, yani yolun kapasitesi artıyor.Ancak bu, sadece belirli bir süre rahatlama yaratıyor.Daha serbest akımın sağlandığı bu yola trafik talebi54


artıyor ve yeni gelen trafikle kısa süre sonra diğeryol kesimleri ve kavşakların daha fazla tıkanmasınaneden oluyor. Bu bir kısır döngü yaratıyor ve ulaşımaltyapısında sürekli yeni yol ve kavşaklara ihtiyaçduyulmasına yol açıyor. Bu yaklaşımlar orta ve uzunvadede kentte otomobil kullanımını artırdığındantüm bu yatırımlara rağmen trafik sorunu çözülemiyor.Kentte binlerce yol kesişimi var ve bu anlayışla herkesişimi katlı kavşağa dönüştürmek ya da yollarıgenişletmek gerekli ki, bu hem teorik, hem de pratikolarak mümkün değil... Bu şekilde trafik sorunuçözülmediği gibi, kent mekânı ve yaşamında önemlisorunlar ortaya çıkıyor.yaralanmalı yaya “kaza!”ları (cinayetleri)büyük boyutlara ulaşıyor. Öte yandan, kentiçindeki yollar taşıt ulaşımı için genişletilirkenyaya kaldırımları daraltılıyor ya da yok ediliyor.Kentte yayaların kullandığı ulaşım ve gezintimekânı olan yaya kaldırımları ve promenatlarıtaşıtların hareketi için sürekli kırpılıyor.Resim 2. Kuğulu taşıt alt geçitleri nedeniyle Ankara Atatürk Bulvarınınkaldırımlarının ortadan kaldırılması (Kişisel belgelik, 2007)Şekil 1. Taşıt trafiğini veri alan ulaşım politikasıTaşıt odaklı yaklaşımların acı faturasıOtomobil merkezli ulaşım politikaları, trafiğe çözümolmamasının yanında yaya hareketi ve güvenliği, kentselmekân dokusuna etkisi, yüksek enerji tüketimi, fosilyakıt kullanımının çevresel sonuçları, trafik güvenliğive kamu kaynaklarının kullanımı bakımından telafisiçok zor kayıp ve zararlara neden oluyor.• Öncelikle katlı kavşaklar sonucu en yakıcızararı gören kesim yayalar oluyor. Dahaönceki durumda ışıklı hemzemin geçitleryoluyla karşıdan karşıya geçme olanağı olanyayaların, yapılan katlı kavşakların yol açtığıkesintisiz akım nedeniyle hareketleri büyükölçüde kısıtlanıyor. Hemzemin/ışıklı geçitler“taşıtların akması” için kaldırıldığından,yayaların karşıdan karşıya geçmeleri tehlikelive çok güç duruma geliyor, can güvenliğiortadan kalkıyor. Hatta bazı yol kesimlerindetrafiğin hızlandırılmasına rağmen, yaya geçişiiçin hiçbir tedbir alınmadığından ölüm veResim 3. Ankara’da örneklerinin sıkça görüldüğü üstgeçitlerdenbiri (Kişisel belgelik, 2006)• Taşıt odaklı ulaşım politikalarının gerektirdiğikatlı kavşak, alt-üst geçit, yeni yollar, vb. ulaşımaltyapıları nedeniyle kentin dokusu bozuluyor,kent mekânı yol ve kavşakların hâkimiyetinegiriyor. Kent, sadece içinden geçilip gidilen birköprü altı ve otoyola dönüşüyor.55


• Bireysel ulaşımı özendiren bu yaklaşımlarsonucu otomobil kullanımı artıyor, dolayısıylakentteki benzin tüketimi ve enerji kullanımıyükseliyor. Bireylerin ulaşım maliyeti artarken,Ankara ve ülke daha fazla petrole, yani dışabağımlı duruma geliyor.• Motorlu araç kullanımının artışı, trafikkaynaklı hava kirliliğinin de ciddi biçimdeartmasına yol açıyor. Egzost gazlarında bulunanKarbonmonoksit (CO), Azotoksitler (NOx)ve Sülfüroksitler (SOx) insanlarda yıllar içindepek çok hastalığa ve bunun yol açtığı kayıplarıda beraberinde getiriyor. Ayrıca, taşıtlardankaynaklı karbon gazları küresel ısınmaya olanetkileri ve asit yağmurları ile tüm dünyayıtehdit ediyor.• Sinyalizasyonlu hız denetimi ortadan kalktığıve trafik durmadığı için aşırı hızlanan trafik,ölümlü ve yaralanmalı kazaları artırıyor.• Yapılan bu kavşaklar, tüm sosyo-mekansal veçevresel zararlarının ötesinde, kısıtlı kamukaynaklarının tam bir israfı anlamını taşıyor.Yurttaşların vergilerle yarattığı trilyonlarcaliralık kamu kaynağı, çağdaş ulaşımplanlamasının tüm ilkelerine aykırı biçimde,savurganca ve keyfi biçimde harcanıyor.Resim 4. Yayalar, otomobil öncelikli ulaşım politikaları sonucuartan kazalara en fazla maruz kalan kesimi oluşturuyor. HürriyetGazetesi (19.11.2005)56Ulaşımda Sürdürülebilir ve Çağdaş ÇözümNe?Bireysel bir ulaşım aracı olan otomobillerin yoğunolarak ulaşım sisteminde kullanılmasının kentlerdetrafik sorunu yaratan temel unsur olduğu, sürdürülebilirulaşımı savunan geniş bir kesim tarafından uzun süredirkabul edilen bir gerçeklik haline geldi. Otomobillerinve bu ulaşım türüne ilişkin yapılan altyapınıngiderek kentleri öldürmesi, insan ilişkilerini tahripettiğinin fark edilmesi, trafik kaynaklı emisyonlarınhava kalitesinin düşmesine ve sera gazı miktarınınartmasına ciddi katkı yapmasının belirlenmesi; kazalar,enerji tüketimi, zaman kayıpları, yapılan yatırımlar,vb. ile otomobil merkezli ulaşım sisteminin bireyselve toplumsal açılardan önemli maliyetler yarattığınınortaya konulması, kentlerde taşıt odaklı bir ulaşımsisteminin ne derece doğru olduğunun sorgulanmasınayol açtı. Sonuçta, sürdürülebilir bir kent ve kent yaşamıiçin otomobillerin kent içi ulaşımda olabildiğince azkullanılması gerekliliği genel kabul gören bir yaklaşım


oldu.Buradan hareketle, kentlerde otomobil kullanımınıazaltmaya dönük verilen yanıtları iki aşamalıele almak mümkün… Birincisi, kent planlamaile verilen arazi kullanım kararları, ikincisi iseulaşım sisteminde benimsenen ulaşım politikasıyaklaşımları… Kent planlama ile verilen arazi kullanımkararlarının, sürdürülebilir bir kent ve ulaşım sistemitasarlanmasında temel çıkış noktasını oluşturmasıgerekliliği artık fark edilmiş durumda… Buyaklaşımda, kentsel arazi kullanım kararları ile farklıişlevsel bölgeler arasındaki uzaklıkların azaltılması(toplu kent/compact city) ve karma arazi kullanımı(mixed land use), kent planlamadaki yeni vurguhaline geldi. Bu yolla; iş, eğitim, eğlence, vb. amaçlıolarak kişilerin hareketlilik talebinin en düşük düzeyeçekilmesi, kent içinde motorlu araçlarla bağımlılığınazaltılması amaçlanıyor. Bu uygulamalarla eş zamanlıolarak yaya ve bisiklet yol ağı sisteminin iyileştirilmesiile yolculukların çevreci ulaşım türlerine kaymasıhedefleniyor. Bahsedilen yaklaşım, şimdiye dekotomobilin varlığına güvenerek parçalanan kentseldokunun yeniden bütünleştirilmesini ve kentselsistemin tekrar dönüşümünü içermesi bakımındandaha uzun soluklu ve köklü değişimleri içeriyor. Bupolitikanın uygulanmasının önündeki en ciddi engelise küresel kapitalizmin etkilerinden kaynaklanıyor.Kapitalist sistem ve onun dayattığı tüketim kalıplarıve kültürel kodlar, otomobil sahibi olma, kullanmave kent dışına doğru (‘yeni yaşam tarzlarına yönelik’)yerleşim isteklerine yol açarak otomobil odaklı kentselyayılmanın hızını pek çok dünya kentinde artırıyor.İkinci politika, ulaşım talebinin otomobildentoplu ulaşım ve motorsuz türlere kayması yönündeuygulanacak ulaşım politikası yaklaşımları… Buyaklaşım kentlerin mevcut ulaşım sistemi ve talebineyönelik müdahaleleri içerdiğinden daha kısa erimdeuygulanma olanağına sahip... Öncelikle ulaşımaltyapısında kent merkezine erişim amaçlı olarakyolların genişletilmesi ve katlı kavşak yapılmasıtamamen terk ediliyor. Çünkü yapılan her kavşağınve yolun, trafikteki araç sayısını artırmaktan başkaişe yaramadığı, günlük yolculuklarda yoğun otomobilkullanımına yol açarak kentleri giderek yaşanmazkıldığı görüldü. Kentlerde otomobilleri taşımanındeğil, insanları taşımanın yaşanabilir bir yerleşimiçin gerekli olduğu anlaşıldı. Ayrıca, kent içi trafiğinmutlaka belli aralıklarla durması gerektiği, bunun hemöndeki trafiğin rahatlaması ve yan yollardan katılımınsağlanması, hem hız denetimi, hem de yayaların geçişiiçin olmazsa olmaz bir gereklilik olduğu fark edildi.Bu yaklaşımda farklı ulaşım türlerine dönük özendirmeve kaçındırma stratejileri önem taşıyor. Öncelikle kentmerkezine doğru olan otomobil yolculuklarını azaltmakiçin taşıt trafiği şeritlerinde yaya ve toplu taşıma lehinedaraltma, merkezde otopark arzını sınırlandırma veotopark ücretini yükseltme, bazı yolları ücretli halegetirme, trafiğe kapalı alanlar oluşturma yönündeotomobil ulaşımında kapasite kısıtlayıcı önlemleruygulanıyor.Bunun yanı sıra ve eş zamanlı olarak toplu taşımasistemlerinin tercih edilir hale getirilmesi için stratejilerizleniyor. Ulaşımda çağdaş ve sürdürülebilir sistemleroluşturulmasında pahalı raylı sistemler tek çözümdeğil… Özel otobüs yolları ve şeritleri oluşturulması,trafik ışıklarında otobüslere öncelik, bilet sistemindebütünleştirme, park et – devam et sistemi gibi önlemlerözellikle gelişmekte olan ülkeler için daha esnek veucuz bir seçenek haline gelebiliyor. Örneğin, Curitiba(Brezilya), Bogota (Kolombiya) gibi gelişmekteolan ve bütçesi sınırlı olan bazı ülkeler, hızlı otobüsyolları ve bisiklet yol ağı oluşturarak kent içi ulaşımdaönemli başarılara imza atıyor. Konforlu otobüsler,özel yol ve platformlarla desteklenerek mevcut trafiksürtünmesinden kurtarılıyor ve hızları artırılıyor. Trafikışıklarında otobüslere öncelik veriliyor. Toplutaşımasistemi birbiriyle bütünleştiriliyor ve aktarma kolaylığısağlanıyor.Resim 5. Hızlı otobüs yolu, Bogota kenti (Kolombiya)Kaynak: Sustainable Transport: A sourcebook for policy-makersin developing cities, www.itdp.org, 200657


Diğer yandan yaya ulaşımının desteklenmesi içinkentlerin merkezi bölgeleri yaya mekânı ve meydanlarıolarak düzenleniyor. Kentte güvenli ve yeterlisıklıkta yaya geçidi yapılıyor. Bu geçitler engellilerde dâhil olmak üzere herkesin kolaylıkla geçebilmesiiçin düzayak ve ışıklı hemzemin geçitler olarakdüzenlenirken, kentin iç kesimlerinde üst-alt geçitlerkesinlikle tercih edilmiyor.Bisiklet ulaşımına dönük yatırımlar da sürdürülebilirulaşımın olmazsa olmazını oluşturuyor. Özellikle kısave orta mesafelerde (5-6 km) bisiklet çok etkili birulaşım aracı olarak iş görüyor. Çok az yer kaplaması,fosil yakıt tüketmemesi, sağlığa yararlı olması, sessiz veçevreci olması gibi yararlarının gün yüzüne çıkmasıyla,yüz yıl bir kenara bıraktıktan sonra insanlar bisikletinüstünlüğünü tekrar fark etmeye başlıyor.kaçınılmaz bir gereklilik... Öte yandan, yayalarıntrafiğin temel bir unsuru olarak kabul edilmesi, yayaulaşımı ve yaya güvenliği ilkelerinin yaşama geçirilmesison derece acil bir konu... Katlı kavşak yapımına sonverilmesi, hatta yapılmış olan pek çok katlı kavşağınyıkılarak eski haline getirilmesi gerekiyor. Kavşaklariçin, trafik planlamasının yöntemleri olan sinyalizasyon,faz ayarlamaları, ada düzenlemeleri gibi basit, ancak biro kadar etkili ve ucuz yöntemlerin devreye sokulmasıda diğer bir önemli konu olarak yerini koruyor.Çağdaş ve kentin yaşanabilirliğini önemseyen buyaklaşımlar aslında Belediye Yönetimi tarafından dabiliniyor, Belediyenin hazırlattığı ulaşım raporlarında dabunlar öneriliyor. Ancak siyasal bir tercihin sonucundabu politikalar uygulanmıyor. Sürdürülebilir kentselulaşım politikalarının dışlanmasının siyasal, ideolojikve ahlaki arka planları ayrı bir tartışma konusu olabilir.Ancak, bu temel ideolojik tercihin bir sonucu olarak,yerel yöneticilerin kente bakışı, kenti algılama biçimiile kenti değişim değeri odaklı yönetme yaklaşımının,diğer önemli kentsel sorunlarda olduğu gibi busorunun da kaynağı olduğu söylenebilir. Bu tercihindeğişmesi ve otomobil öncelikli ulaşım politikalarınıntek seçenek olmadığının anlaşılması, kente yaşamalanı olarak bakan ve faydacı yaklaşımlardan uzakkent yönetimleriyle ve tabiî ki bunu isteyen bir kentlitoplumuyla olanaklı…Resim 6. Bisiklet şeridi(Kaynak: www.chicagobikes.org)kaynaklar:Hürriyet Gazetesi, 19.11.2005Sabah Gazetesi, 16.10.2003www.chicagobikes.orgwww.itdp.org, 2006, Sustainable Transport: A sourcebook forpolicy-makers in developing cities, e-yayın.Görüldüğü gibi tüm bu politikaların amacı, dahayaşanabilir bir kent için otomobil kullanımınıazaltmak… Ankara’da ise günümüzde uygulananotomobil odaklı ulaşım politikaları, kentin yaşanabilirve sürdürülebilirliğinin önünde ciddi bir engeloluşturuyor.Ne yapılmalı?Ankara’nın kent içi ulaşımında temel politika,toplu taşıma ve insan önceliği olarak belirlenmeli,toplu taşıma sistemlerinin hızının ve konforununartırılarak iyileştirilmesi ve yukarıda anılan yenilikçidüzenlemelerin yapılması için adım atılmalı... Bu,Ankara’nın ulaşım altyapısının verimli kullanılması vesınırlı kamu kaynakları göz önünde bulundurulduğunda58


TÜRKİYEDE VE DÜNYADA KÜRESEL BUNGUNLIĞUNNEDENLERİBenim izleyebildiğim kadarıyla, Dünya’da ve ülkemizdeyaşanmakta olan iktisadi bungunluğun nedenleri olarakileri sürülen gerekçeler gerçeği yeterince kapsamamak tadır.Bu nedenle alınmakta olan önlemler beklenen sonucuvermemektedir. Bu olgunun sonucudur ki ; yeni yenipaketler uygulamaya getirilmektedir. İngiltere’deki uygulamave beklentiler, duruma ilişkin açık bir örnektir.Genel olarak, bungunluğun finansal olduğu kabul edilmekteve esas itibariyle, finans kurumlarının ve büyük üreticifirmaların nakit açıklarını , çeşitli biçimlerde kapatmayayönelik parasal önlemler düşünülmekte, önerilmekte veuygulamaya konulmaya çalışılmaktadır.Oysa ki, bana göre, bungunluğun gerçek nedeni: başta 1.3milyar nüfuslu Çin ile çevresindeki kalabalık fakat gelir vepek doğal olarak yaşam düzeyi düşük ülkelerin, çoğu kezkaliteyi bile ihmal ettirebilen düşük maliyetli üretimlerinin,başta ABD ve AB olmak üzere, dünya pazarlarını işgal ederekyerel üretimleri boğmasıdır.Uzakdoğu ülkelerinin, çoğu, batılı firmalarının doğrudanveya dolaylı desteği ile gerçekleştirilen çok ucuz ürünlerdenoluşan üretimi ve ihracatı karşısında, batılı devletlerinyerel üretimi hızla daralmaya, hatta, tümüyle yok olmayabaşlamıştır.Yerli üretim öncesinde, sırasında ve sonrasında yer almaktaolan mal ve hizmet üretimleri de, zorunlu olarak, aynı kaderipaylaşmıştır.ip sermaye olduğunu ileri sürer. Üretimlerini, kendiülkelerindeki işçinin, bir saatlik işçilik bedeli olarakyetersiz gördüğü ücretle, neredeyse bir ay çalışmaya güleoynaya razı ülkelere kaydıran yerel sermaye de kendi ulusalüretim firmalarının dayanılmaz rakibi olmuştur. Ancak, buuygulamanın yaygınlaşmasıyla, bir süre sonra, yerel üreticilerinbir bölümü, sürecin ilk aşaması olarak: çalışma sürelerinikısmak, çalışma günlerini azaltmak, ücretlerde indirimyapmak gibi önlemlerle direnmeye çalışırken; pek çoğu,doğrudan,eleman azaltmak veya üretimi durdurmak zorundakalmışlardır.Düşük maliyetli üretim de işlem hacminin genişletilmemesidurumunda, ulusal ekonomi açısından tümüyle sakıncasız birhal değildir. Bu, para hacminin, ona bağlı ulusal gelirin, sonuçolarak tüketimin azalması demektir.Bir bölümüne yukarıda değindiğimiz: olgular, gelişmelerve sonuçları, ülkelerinin tüketicisi olan mal ve hizmetüreticilerinin gelirlerinin, pek doğal olarak da harcamalarınındüşmesi demektir ve bu, üretimi sınırlayıcı bir diğer, hattatemel baskı unsurudur.Başlangıçta, harcamalardaki marjinal kalemlerin terki ileoluşacak davranış değişikliğinin, öncesinde veya sonrasında,eski birikimlerin kullanımı ile desteklenmesi, sürecin doğalbir aşamasıdır.Finans kurumlarına olan eski veya yeni borçlanmalardaödemelerin aksaması, bu gelişimin yaratıcısı olarak görülmekgerekir. Çürük finansmanlar, sanal teminatlara dayalı şişirilmişfon kullanımları da eklenince, en kırılgan iktisadi faaliyetalanı kabul edilen finans sektörü , en erken imdat isteyenkesim olmuştur.Bunun sonucunda , daha şimdiden, bu sektörde ve baştaotomotiv sanayi olmak üzere pek çok sayıdaki diğerlerinde,birleşmeler,tasfiyeler, kütleler halinde eleman çıkarmalar hızlagündeme gelmiştir.Türkiye’de ise: yılların artarak gelişen bütçe ve cari açıkbirikimleri, ucuz mal ithalinin etkilerine eklenmektedir.İthalata bağlı iktisadi faaliyetlerin yarattığı ekonomik gelişme,yerli üretimin tökezlemesinin ve hatta kapaklanmasınınetkilerinin vurucu bir şekilde ortaya çıkışını bir ölçüdegeciktirmiştir.Uzak doğulu işçinin ücretinin ve yaşam seviyesinin batıyamakul bir düzeyde yaklaşmasına kadar, ülkemizdeki ve batıdünyasındaki iktisadi bungunluğun sürmesi, bana göre,gelişmelerin doğal sonucudur. Bu sürecin, kaç “birkaç sene”süreceğini bilebilmek, seçeneklerin çokluğu nedeniyle dehayli güçtür. Nitekim, 2007’in son dönemlerinde, 2008’in,ilk, ikinci çeyreklerinden söz edilirken; “bungunluğun” sonaermesinde, şimdilerde 2010’lu yıllardan söz edilmektedir.Üzerinde yeterince durulmayan, hatta enflasyona etkisiaçısından kimilerince memnuniyetle karşılanan bir olguda ticaret ve üretimdeki daralmanın, zamanla, maliyetleri,dolayısıyla enflasyonu tetiklemesinin kaçınılmazlığıdır.Olasıdır ki, her iktisadi doktrin gibi, liberalizm deküreselleşme ile olumlu etkilerinin doruklarına ulaşmış;ancak, zaman içinde, sağladığı yararlar yanında, bizatihikendisini kemiren olguları yaratarak, geçerliliğini yitirmeyebaşlamıştır. Bu durumda, çok uzak olmayan bir gelecekte,insanlığı yönlendiren dönemsel devinimler gereği, ticaretteve üretimde, ulusal sınırlarda yeniden duvarlar oluşturulmasışaşırtıcı bir önlem olarak görülmeyecektir.22 Ocak <strong>2009</strong>Yüksel Çetiner - ycetiner39@gmail.comİstanbul,


GALATLAR DÖNEMİNDE ANKARA (ıv)Mehmet ÖZER… Helenistik krallar, “Galat” adının yarattığı korku veyenilmez Galat savaşçılarının amansız silahları olmadanhiçbir şeyin ne krallıklarını garanti altına alabileceğine, ne dekaybedilen bir şeyin tekrar kazanabileceğine inanıyorlardı.Galatlar, Avrupa’nın İspanya, Fransave Almanya’nın batı bölgelerinde yaşayan halktopluluğudur. Eski yazıtlarda Galatia (Galatlar),Galli (Galler), Kelteo (Keltler) olarak anılır. Galatia,Yunanca ve Latincede Galatlar’’ın yaşadığı yeranlamında kullanılmıştır. Pausanias’a göre, KeltlerAvrupa’nın kuzeydoğusunda, büyük denizinkıyılarında, topraklarından Eridanos Irmağı geçen,gemiyle gidilmeyecek kadar uzak bir bölgedeotururlardı. Platon, Keltleri savaşçı ve haddinden fazlaşarap içen halklar olarak tanımlamıştı.Aristoteles,Keltlerin çocuklarına geleneksel olarak verdiklerieğitim ve yasalar uyarınca, bebeklikten itibaren onlarıçok az giydirerek soğuğa alıştırdıklarını ve her zamansavaş için büyük sayıda askeri kuvvet bulundurdukları,korkusuz ve katı disiplinli olduklarını söylemektedir.(Antik çağ Anadolusu’nun Savaşçı Kavmi Galatlar-Murat Arslan)M.Ö. 280 yıllarında Balkan yarımadasını istilaeden Galatlar Roma’yı yenerek aşağı Tuna illeriniele geçirdiler. Üç kola ayrılan Galatların, birinci koluMakedonya’yı istila etti. İkinci kolu Yunanistan’adoğru yürüyüşünü sürdürdü. Üçüncü kolu (M.Ö.278-277) boğazlardan Anadolu’ya geçerek, Sakarya veKızılırmak nehirleri arasındaki bölgeye üç ayrı kabileolarak yerleştiler. TOLİSTOBOGİ’ler yukarı Sakaryabölgesi olan Gordion (Ankara-Polatlı) Yassı Höyükve Pessinus’u (Eskişehir-Sivrihisar – Ballıhisar) yurttuttular.TEKTOSAGLAR Ankara ve Çankırıbölgesine, TROKMİLER Kızılırmak bölgesindeTavium’a (Yozgat – Büyüknefes Köyü) yerleştiler.Yüzyıllarca bu bölgelerde yaşayan Galatların M.S. 7.yüzyılda varlıklarını tamamen silinmiştir.Galatlar yaşadıkları dönemde üç büyük şehir inşaetmişlerdir. Pessinus bölgesinde oturan Tolistoboglariçin Pessinus dinsel bir merkezdi. Kybele rahiplerininyarısı Frigler’den, diğer yarısı Galatlardan seçiliyordu.Trokmilerin Tavion Şehri önemli bir ticaret merkezikonumundadır. Tektosagların başkenti Ankyra’dır veen önemli merkezdir. Hacı Bayram Camisinin yanındabulunan tapınak Galatların tanrılaştırıldığı İmparatorAugustus adına Galatlar tarafından yapılmıştır.Kentin bugünkü adına ilişkin ilk bilgileri60


Roma döneminde basılan sikkelerde görmekteyiz.Yazar Stephanos, Byzantinos “Coğrafya” adlı kitabındakentin Galatlar tarafından kurulduğunu söylemektedir.Kentin adı Yunanca “ANKYPA” Latince “ANCYPA”dıradına Galat Kralı Pylamenes tarafından yapılmıştır.Augustus Roma İmparatorları içinde tanrılaştırılan veve gemi çabası anlamına gelmektedir.Stephanos’un Byzantinos’un aktardığı bilgilerigöre, Galatlar Mısır istilasına karşı Pontus KralıMithradates (302-265) İttifak kurmuşlardır. İstilayakarşı Pontus’ların yanında savaşan Galat’lar savaşınkazanılmasındaki başarıları nedeniyle ödüllendirilmişve Mısır donanması amiral gemisinin çapasını hediyeolarak almışlardır. Çapa Ankyra da Men tapınağınasunulmuş, bundan sonra ANKYRA adı daha sıkça anılırolmuş ve sikkelere de ANKYRA adı yazılmıştır.Yazar Pausanios’a göre kentin kurucusuGalatlar değil Frig Kralı Gardios’un oğlu KralMidas’tır. Başka kaynaklarda ise, Ankara ismininküçük Asya’nın en eski tanrısı olan Men’in adındangeldiğini yazmaktadır.tapınılan tek imparatordur.Tapınağın giriş ve güney duvarlarınaAugustus’un yaşadığı dönemdeki askeri ve siyasi zaferleri,olayları, kahramanlıklarını anlatan vasiyetnamesi (DesGastae Divi Augusti) Latince ve Yunanca olarakyazılmıştır. Augustus Tapınağı, Bizans dönemindeeklemelerle kiliseye dönüştürülmüş 15.yy’da Osmanlıİmparatorluğu döneminde ise tapınağın hemen yanınaHacı Bayram Camisi yapılmıştır. Augustus Tapınağıyıkılmadan yanında cami yapılması hoşgörünün birifadesi olarak değerlendirilmiştir.AUGUSTUS TAPINAĞIAugustus Tapınağı Hacı Bayram Camiininbitişiğindedir. Tapınak, Friglerin ay tanrısı Men veAna tanrıça Kybele’ye adanan bir tapınak üzerine İ.Ö.25-50 yıllarında yapıldığı bilinmektedir. Ölümündensonra tanrılaştırılan Roma İmparatoru Augustus61


şiir seçkisi / Ankara için yazılan şiirlerNAZIM HİKMETMEMLEKETİMDEN İNSANMANZARALARITiren yaklaşıyordu ki Etimesut'abirdenbire telsiz istasyonununantenlerisolda çıplak tepelerin arasından(fırlıyormuş gibi yukarı, atlıyormuşgibi ileri)telleri ve potrelleriyle yükseldiler.Onlar bu kibirli, kısır toprağınortasındaİnsan soyunun emeği, aklı ve ümidigibi güzeldiler.Etimesut'da durdu tiren.Etimesut bir numune köyüdür galiba.Ve bundan dolayınumune mekteplerinden kanaviçeörneklerine kadarbütün numune örnek ve modellergibi yalancı ve ölüydü.Muharrir mahkum Halil'in böyledüşünmesine rağmentesviyeci mahkum Fuat beğendiEtimesut'u.Kalktı tiren.Sağda bozkır ağaçlanmıştı.Akasyaydı çoğu.Korkak, kuşkulu ve tereddütlüydüler.Halbuki cesurdur akasyalarve kanaatkârlıkta geçtikleri haldedeveleribu toprakta tutunabilmek içinAnkara'da bir müteahhit kadar parayemişti herbiri.Mahkum Halil'in böyle düşünmesinerağmenMahkum Fuat memnunduakasyalardan.Çiftlik kümeslerini geçmişti taksileriçoktan.Etlik bağları gözüküyordu karşıda,solda.Dipte, ilerde Ankara Kalesi.Bu bahar sabahında, asfalt yolda,serin bir su fısıltısı gibiydi lastiklerinsesi.Yumuşak bir şarkı mırıldanıyordumotor.Şoförün emrinde makina,(insanın emrinde hiçbir havyanınolmadığı kadar)makina bir cep saati rahatlığıylaişliyor.Üzerlerine doğru gelip tekerleklerinaltından kaçan asfalta bakıyorşoför, yürekte ışıklı halkalargenişliyor, genişliyor.Ipodrom'a yaklaştılar.../..İpodrom'un yanından geçiliyor.Ve yepyeni bir şehir karşıdadır:kibirli ve muzafferinkâr ederek varoşlarınıbozkırın ortasında başıboş bir israfla62


payda oluveren.Geçiliyor stadyomun yanından:burası hazır elbise gibi bir tuhaf yeni,bir tuhaf ütülüve şehre değil decamekânda bir mankene giydirilmişgibi duruyor.(Kitap 2 Bölüm VIII)Haydarpaşa'dan 15:45'de kalkankatar girdi sessizce Ankara Garı'na.Saat sekizi çeyrek geçiyordu (beşdakika rötar).Ankara Gan'na bahar:İstasyon polisinde artan gizli birtelaş,üçüncü mevki bekleme salonundaköylü yapı işçileriyleve büfesinde göbekli bir marulabenzeyen İstanbul hasretiyle gelir.Ankara Garı temizdir, rahattır vebilhassa yenidir.Fakat mermerlerinin aydınlığınarağmenanlatılması öyle zor (yahut öylekolay) bir şey vardır ki rüzgârındabağrışılmaz, koşuşulmaz, yükseksesle gülüşülmez Ankara Gan'nda.O kadar kikalkacak tirenlerini ses-büyütenlerlehaykırdığı zamanboş bulunursa insanşaşırır, başka bir dünyadansesleniyorlarmış gibi.Mahkumlar indi tirendenbavulları ve jandarmalarıyla.Kelepçeleri vurulmuştu yine.Yürüdüler ilgi uyandırmadan,(yahut uyanan ilgiler belirtilmedi).Yalnız, bir kadın bir kadına:" - Bunlar Alaman casusu," dedi,-(sarışındı Süleyman).Mahkumlar yola koyuldularjandarma merkezine doğru(aktarma tirenlerini ordabekleyecekler).Bir köylü hamal taşıyordubavullarını.Issızdı caddeler:belki erkenbelki geçbelki ölü bir saat,belki duvarların arkasına çekilmişhayat.Yığın yığınkat katmermerbetonve asfalt.Ve heykelve heykelve heykel,insan yok fakat.Ve sonra bozkır:en beklenmedik yerdeve herşeye rağmenşehrin içine kadar giren,ve sonra derhal toprağınsonsuzluğu...63


fotoğrafın diliyle: Mülkiye64

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!