11.07.2015 Views

o_001081_2012-06-01-222034_e-kitap-arsivi

o_001081_2012-06-01-222034_e-kitap-arsivi

o_001081_2012-06-01-222034_e-kitap-arsivi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ürünüdür de.Ancak iş, gittikçe yeni hareketlere uyma, bu yoldan geliştirilmiş kasların, bağ organlarının, daha uzun dönemleriçinde kemiklerin kalıtsal yoldan geçmesi bu kalıtsal inceliğin yeni, gittikçe daha karmaşık hareketlere gittikçeyenilenen biçimde uygulanması, insan elini Rafael'in tablolarını, Thorwaldsen'in heykellerini ve Paganini'ninmüziğini yaratabilecek bir mükemmellik düzeyine kadar getirmiştir. Ama el tek başına değildi. O, son derecekarmaşık bir tüm organizmanın ancak tek bir organıydı. Elin yararlandığı şeyden bütün beden de yararlandı, hemdeiki yoldan. Önce, Darwin'in dediği gibi, büyüme korelasyonu yasasından yararlandı. Bu yasaya göre, bir organikvarlığın ayrı parçalarının belli biçimleri, görünüşte onlarla bağıntısı olmayan başka parçaların belli biçimleriyle herzaman bağıntılıdır. Böylece, çekirdeksiz kırmızı kan hücrelerine sahip ve kafanın iki eklemle (kondil) kaburganınilk kemiğine bağlandığı bütün hayvanlarda hiç eksiksiz; yavruları emzirmek için süt bezeleri de vardır. Bunun gibi,memeli hayvanlarda çatal tırnaklar kural olarak geviş getirmek için kırkbayır ile bağıntılıdır. Belli biçimlerdekideğişmeler, aradaki bağıntıyı açıklayabilecek durumda olmamıza rağmen, öteki beden kısımlarının biçiminde dedeğişmelere sebep olur. Gözleri mavi olan tamamen beyaz kediler her zaman ya da hemen her zaman sağırdır.İnsanelinin gittikçe gelişmesi ve buna paralel olarak ayağın dik yürüyüşe uyması, hiç şüphesiz böyle bir korelasyonyoluyla organizmanın öteki kısımları üzerinde de etkisini göstermiştir. Elin gelişmesinin dolaysız, belirlenebilecekbiçimde geri kalan organizmaya yaptığı etki çok daha önemlidir. Daha önce değinildiği üzere, bizim maymunecdadımız sürü halindeydi, bütün hayvanların en toplumsalı olan insanın, toplumsal olmayan bir önceki ecdattançıkışını aramanın imkansızlığı açıktır. Elin gelişmesiyle, işle başlayan doğa üzerindeki egemenlik her yeniilerlemede insanın görüş açısını genişletti. İnsan, doğadaki maddelerde sürekli olarak yeni, o güne kadarbilinmeyenözellikler keşfetti. Öte yandan işin gelişmesi, karşılıklı destekleme, ortaklaşa etkinlik hallerini çoğaltma ve buortaklaşa etkinliğin her birey için sağladığı yararın bilincine varma yoluyla toplum üyelerinin birbirine gittikçeyaklaşmasına zorunlu olarak yardım ediyordu. Kısacası, oluşan insanlar, birbirlerine söyleyecek bir şeylerininbulunduğu noktaya eriştiler. İhtiyaç, kendine bir organ yarattı. Maymunun gelişmemiş gırtlağı, durmadan dahagelişmiş modülasyon elde etmek için yapılan modülasyon yoluyla yavaş, ama sağlam biçimde değişti ve ağızorganları yavaş yavaş birbiri ardından ahenkli harfleri söylemesini öğrendi... Önce iş, sonra onunla birlikte dil, birmaymunun beynini etkileyen en önemli iki dürtü bunlardır ve bu etki altında maymun beyni, bütün benzerliğinerağmen çok daha büyük ve çok daha üstün bir insan beynine doğru gelişmiştir (İbid, Ankara 1970, Arif Gelençevirisi).Görüldüğü gibi, insan usunun, ne kökeninin ne de özünün, sadece doğal ve yaşambilimsel (tabii ve biyolojik)etkenlerle açıklanamayacağı açıktır. Usun ve bilincin özü, ancak toplumsal (içtimai, sosyal) karakteriylekavranabilir. İnsan toplumu olmaksızın insan usu, insan bilinci ve insan düşüncesi de olamazdı. A. Spirkin ve O.Yakhot, Diyalektik ve Tarihi Materyalizm adlı yapıtlarında bu konuda şu somut örneği verirler: Hepimizormanlarda hayvanlar tarafından yetiştirilen ve sonradan insanlar tarafından bulunan çocukların öyküleriniduymuşuzdur. Bu tür olayların en heyecanlısı 1920 yılında Hindistan'da ortaya çıkanıdır. Öksüzler evinin başkanıolan Mr. Singh, birtakım garip varlıkların kurtlarla birlikte bir mağarada yaşadıklarını duyar. Halk bunların hayaletolduklarını söylemektedir, fakat daha sonra bunların iki küçük kız çocuğu oldukları anlaşılır. Bu çocuklar kurtlarınelinden alınır ve öteki çocuklarla birlikte yetiştirilmek üzere öksüzler evine getirilir. Ancak kızlar çevreleri içinbüyük bir dert kaynağı olurlar. Çünkü, bir insandan doğmuş olmalarına rağmen; iki küçük hayvan gibidavranmaktadırlar. Hayvanların arasında geçen yaşamları yalnız davranışlarını değil, aynı zamanda bedenselyapılarını da etkilemiştir. İnsanların önemli özelliklerinden biri olan dik yürüme bu çocuklarca bilinmemektedir.Ayrıca insan bilincine ve düşünme yeteneğine veya insanca duygulara, heyecanlara sahip oldukları yolunda dahiçbir belirti yoktur. Alacakaranlıkta yaşarlar, gündüzleri uyur, gece olunca hareketlilik gösterirler. Yıllar geçer.Zamanla, büyük çabalar sonucunda, fakat yavaş yavaş, insanca özellikler belirmeye başlar. İlk sözcükler söylenir.Çevrelerinde olup bitenleri kavradıklarını gösteren insanca kavrayışın ilk belirtileri ortaya çıkar. Başlangıçkavramları biçimlenir ve küçük hayvanlar insana dönüşmeye başlarlar. Ne yazık ki büyüyemeden ölürler. Bugerçekler bize neyi anlatır? İlkin bilincin doğal yaşambilimsel kaynağı kuramının tamamen yanlış olduğunugösterir.Kaba ya da bilimsel olmayan özdekçiler (maddeciler) insanın, doğanın çocuğu olduğunu ileri sürerlerdi. Buiddiada,bilincin kaynağının doğaüstü olduğu yolundaki idealist ve teolojik iddialarla çeliştiği ölçüde gerçeklik payı vardı.Fakat, insan bilincinin yalnız doğal temelini vurgulayan metafizik özdekçilik de tümüyle doğru değildir. Bu gerçek,kurtlardan kurtarılan çocuklar olayında hiç kuşku bırakmayacak bir biçimde kanıtlanmıştır. Bilinç, örneğinellerimiz, kanımız, gözlerimiz ve saçımızda sözkonusu olduğu gibi doğanın basit bir ürünü değildir. Bilincin ortayaçıkabilmesi ve görevini yapabilmesi için, doğal yaşambilimsel temelinin yanısıra, toplumsal koşullar (toplumsalyaşam ve insan toplumu) da gereklidir. İnsan bilinci karakteri itibariyle toplumsaldır. İnsanın toplumsal

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!