sonraki Şia denir. Şia-i Ula, Halifelik konusunda Ömer'den sonra Ali'nin Osman'a yeğlenmesini dileyenlerinoluşturdukları siyasal akımı dilegetirir. Hemen bütün ashab ve tabiin bu görüşteydi. Bunlar bizzat Ali'ninMüslümanların en hayırlısı önce Ebu Bekir, sonra Ömer'dir sözüne uyarak Ebu Bekir'le Ömer'in halifeliklerinionaylamışlar, ne var ki ondan sonra Osman'ın değil Ali'nin halife olması gerektiğini ilerisürmüşlerdir. Bu sav, ilkinbir ehl-i sünnet savıydı. Ama zamanla Ali'yi tanrılaştıracak kadar aşırı bir Ali'cilik güdülmeye başladığındanKur'an ve hadislerin açık anlamlarına bağlı kalanlar elil-i sünnet adını alarak şia adını bırakmışlardır. Dr. R. Dozy,İslam Tarihi adlı değerli ve ünlü yapıtında şöyle demektedir: Başlangıçta Hariciler de Ali'nin taraftarı idiler.Şiiler de böyle olmakla beraber iki partinin düşünceleri çok çelişikti.Politikada Haricilerin düşünceleri kendilerini demokratlığa götürdüğü halde Şiilerin bencil düşüncelerimutlakiyetçi bir yönetime ve ezici bir istibdada götürüyordu. Her ne kadar bu iki parti çoğunlukla kişisel bir amacaulaşmak için çabalayan başkanlarının yönetimi altında bulunuyorlarsa da Şiiler gene yüreklerinin derinliğinde birİran mezhebi taşıyorlardı. Özgürlüğü seven Arap ırkıyla tutsaklığa alışmış İran ırkı arasındaki ayrım, işte buradaortaya çıkıyordu. Peygamber'e bir halife (halef) seçmek, İranlılar için alışılmamış ve anlaşılmaz bir şeydi. Onlar,devlet başkanlığı için ancak soydan geçme (veraset) kuralını tanıyorlardı. Mademki Peygamber erkek çocukbırakmadan ölmüştü, damadı Ali onun doğal mirasçısıydı. Bundan ötürü Ali'den önce halife olan Ebu Bekir, Ömerve Osman; Ali'nin hakkını elinden almış olan birer zorbaydılar. Ayrıca hükümet ve Araplarla onların zenginilklerinekarşı duydukları kin de bu düşüncelerini güçlendiriyordu. Bir de hükümdarlarını tanrı soyu olarak görmeye alışmışoldukları için bu puta tapma geleneğini Ali'nin ve onun soyundan gelenlerin üstüne aktardılar (Dr. R. Dozy, Tarih-iİslamiyet, Abdullah Cevdet çevirisi, Mısır 1908, c. I, s. 281 vd.). Dozy'nin bu doğru savına şu da eklenebilir: Yeniplatonculuktantüreyen vahdet-i vücut (Varlık birliği) felsefesi, değil Ali'nin, Yezidilikte olduğu gibi şeytan'ın biletanrı sayılmasına yeterdi.Tarikat deyimi, yol anlamına gelen Arapça tarik sözcüğünden türetilmiştir: Tasavvuf terminolojisinde tanrıyakavuşma yolu olarak tanımlanır. İslam dini açısından tanrılık bilgiyi elde etmenin tek yol'u Kuran ve hadis'lerdir,eş deyişle Tarikat-ı Muhammediyye (Peygamber Muhammed'in yolu)'dir, başkaca hiçbir yorum gerekmez. Ne varki tasavvufçular bu düşünceye katılmazlar, onlara göre dinin açık (Ar. zahir) anlamları bilgisizler içindir (ki bubilgisizler o çağın Arap dünyasında yüzde doksan dokuzdur) ve bilgili ya da bilgiye yetenekli kişiler için gizli (Ar.zatın) anlamları vardır ki ancak büyük çapta bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Yorum kapıları bugerekçeyle açılınca, çeşitli bilgilere göre çeşitli yorumların meydana gelmesi ve bu yüzden çeşitli tarikat'larınoluşması doğaldır: Şeriat'dan hakikat'a marifet'le geçilmektedir. Çeşitli ustalar çeşitli marifet'lergösterdiklerinden tutulacak yol'lar da doğal olarak çoğalmıştır. Dinler, insan mutluluğunu sağlamak amacıyla,anlaşmazlıkları giderecek; kötülükleri önleyecek, ölüm korkusunu yenecek sözler getirdiler. Bu sözlerin açıkanlamları vardı. Ama insan aklı geliştikçe, bu açık anlamlar, mutluluğu sağlamaya yetmediler. Bu sözlerin açıkanlamlarının ardında, gizlenmiş anlamları yok muydu?.. Var olan, gelişen insan aklıydı. Açık anlamların yetmezliğivardı. Kalıpları parçalama tutkusu vardı. Özgür düşünceye susayış vardı. Mutluluğu elde etme çabası vardı. Bugüzelim dünyada gereği gibi yaşamak bilinci vardı.Yeni anlamlar yaratılması gerekiyordu. Açık (zahiri) anlamlardan gizli (batıni) anlamlar var edildi. Zahirilikyetmeyince, Batıniliğe gidilecekti elbet. Kestane, dalında duruyordu. Meyveyi elde edebilmek için meyveyigizleyen zarı soymak gerekirdi. Amaç, kestaneyi yiyebilmekti. Kestane bu güzelim dünyada, dalında bırakılamazdı.Oysa, yeşil kabuğu parçalamak sanıldığı kadar kolay bir iş değildi. Yeşil kabuğu parçalamaya kalkışanlarıasıyorlar, derilerini yüzüyorlar, öldürüyorlardı. Gizliliği araştıranlar, gizlenmeliydiler. Mansur gibi asılmak, Nesimigibi derisi yüzülmek düpedüz budalalıktı. Anlaşılır'a varabilmek için anlaşılmaz olmaktan başka çıkar bir yolyoktu. Açık seçiğin yerini, bu açık seçikliği gizlemek amacıyla semboller aldı.İslam düşüncesinde mezhepler bu zorunluktan doğdular. Ortodoks Müslümanlığın karşısına, Martin Lutherdensekiz yüzyıl önce, Protestan Müslümanlık çıkıyordu. Yunanca'da akıl anlamına gelen logos, Araplaşarak kelamolmuştu, Yunancada bilgi anlamına gelen sophos da tasavvuf. Felsefe, İslam statüsüne Ebu Hanife'yle (699-767)girdi. Türk soyundan gelen bu İslam imamı, logos'u da, sophos'u da gereği gibi kullanıyordu. İslamlık, birinciyüzyılını henüz bitirmişti. Ebu Hanife, akla uygun olmayan hiçbir kuralın uygulanamayacağını söylüyordu.Tutulacak yolu nakil değil, akıl gösterecekti. Şu din büyüğü böyle dedi; bu din büyüğü böyle yaptı diye akla uygunolmayan kurallara boyun eğmek gerekmezdi. Akla uygunluğu da, tartışmalar sonucunda, çoğunluğun oyubelirtecekti.Akılcılık yolu, Cebriye'yi, Kaderiye'yi, Mutezile'yi doğurdu. Soru şuydu: Yaptıklarımı ben mi yapıyorum, Tanrımı yaptırıyor?.. Cebriye' ye göre, yaptıklarımızı biz yapıyorduk, Kaderiye'ye göre Tanrı yaptırıyordu. Cebriyecilersoruyorlardı: Öyleyse neden biz sorumlu olalım?.. Mutezile de Cebriye'yle birleşerek şöyle diyordu: İman<strong>kitap</strong>taysa akıl da insandadır. Kader diye bir şey yoktur. Tanrı benim işime karışmaz, ne ceza verir ne armağan.Kitap da Tanrı sözü değil, kul sözüdür. Viii'nci yüzyılda Vasıl bin Ata ( ? -748) ve onu izleyenlerin meydanagetirdiği Mutezile (Fr. Motazalites) akımı, İslam felsefesinde usçuluğu ve usaaykırı bulunan dinsel inançlara karşı
çıkmayı gerçekleştirmiştir. Ünlü gizemci Hasan Basri'nin öğrencisi olan Vasıl bin Ata, büyük suçlu (Ar. Mürtekibikebir) konusunda öğretmeniyle anlaşamayarak ondan ayrılmış ve bundan ötürü onun ve izleyicilerinin öğretisineArapça ayrılma anlamındaki itizal sözcüğünden türetilen ehli sünnetten ayrılanlar anlamında mutezile denmiştir.Budavranış, İslam dünyasında, dogmatik çelişkilere karşı insan usunun ilk şahlanışıdır. Vasıl bin Ata'nın başkaldırdığısorun şuydu: Mademki ceza ölümden sonra verilecek, demek ki cezayı ruh çekecektir. Mademki ruh ölümsüzdür,öyleyse nasıl yanıp kül olacak? Mutezileciliğin temel fesefesi bu çok haklı sorudan türemiştir. Cahiz ( ? - 868),Muammer ibni Abbad, Ebül Hüseyin Basri, El Nusaybini, Hişam vb. gibi düşünürler yetiştiren mutezile akımı Basramutezilesi (Ar. Mutezilei Basriyye, Fr. Ecole dissideute de Bassora) adıyla anılır. Başlıca sorunları kader, ceza,tanrının nitelikleri konularıdır. Mutezileciler kaderi yadsırlar, onlara göre kul kendi eylemlerinin yaratıcısıdır.Böyle olmasaydı, tanrıca belirlenen eylemlerinden sorumlu olamazdı. Eğer kader varsa ve insana bütüneylemlerinitanrı yaptırıyorsa neden kendi yaptırdığını gene kendisi cezalandırıyor? Mutezileciler bir bakıma, aklın almadığınıaklın aldığına indirgeyerek İslam dinini güçlendirmeye alışmışlardır. Bu açıdan İslam felsefesinde akılcılaranlamında Arapça Akliyyun adıyla da anılırlar. Cennet, cehennem, vahiy vb. gibi Kuran'da bulunan bütün usdışıtasarımları da yadsımışlardır. Özellikle Cahiz, bilginin ilk koşulu şüphedir, diyecek kadar ileri gitmiş vebilimseleşmiştir. İslam felsefesinin ilk Kelamcılar'ı da mutezilecilerdir. İslam felsefesinde insan usununyadırgamayacağı bütün tezler mutezilecilerce ilerisürülmüştür. Bu açıdan da mutezileciler, İslam felsefesindeözgürfelsefeyi gerçekleştiren ilk ve tek felsefe akımıdır. Mutezileciler, tanrının nitelikletini de yadsırlar ve tanrının zat(öz)'ını sıfat (nitelik)'ından ayırırlar. Onlara göre tanrıya insansal nitelikler yakıştırmak; onu öc alıcı, cezalandırıcı,armağan verici saymak tanrılık düşünceye aykırıdır. Kuran da tanrı kelam (söz)ı değil kul kelamıdır ve mahluk(sonradan meydana getirilmiş)'tur. Mucize (tansık) diye bir şey yoktur, evrende usdışı hiçbir olgu gerçekleşemez.Sünnilerce sapkınlık sayılan Mutezile düşünceleri beş ilkede toplanabilir: 1- İnsan, eylemini kendisi yaratır.Özgürdür ve kadere bağlı değildir. Böyle olmasaydı kendi eyleminden sorumlu olmaması gerekirdi. Tanrıcacezalandırılması da onun kendi eylemini kendisinin yarattığına en büyük kanıttır. Yoksa tanrılık ceza, tanrılıktüzeye (adalete) aykırı olurdu. Bu düşünceden ötürü Mutezile'ye Ashap al- Adl (Adaletçiler) da denir. Oysa kaza vekader'e inanmak İslamlığın baş koşullarından biridir. Mutecileciler bu düşünceleriyle açıkça Kuran'a karşıçıkmaktadırlar. Kader inancını yadsımaları nedeniyle onlara Kaderiyye de denmiştir. 2- Tanrının kendisindenayrı nitelikleri yoktur. Nitelik (sıfat) öz (zat)'den ayrı ve bağımsızdır, bundan ötürüdür ki, tanrının özünde ya daözüne eklenen nitelikler kabul etmek birçok tanrıların varlığını kabul etmek demektir. Tanrı nitelikleriniyadsıdıklarından ve tanrıyı böylesine bir birlikte tasarladıklarından ötürü Mutezile'ye Ehl-i Tevhid (Birlikçiler) dedenir. Mutezileciler bu düşünceleriyle de açıkça Kuran'a karşı çıkmaktadırlar, çünkü bizzat tanrı sözlerine görenitelik ve öz birbirinin aynıdır ve tanrının nitelikleri vardır. Birbirine pek benzeyen her iki düşünce arasındakiayrılık şuradadır: Sünnet ehline göre tanrı bilgindir ve bilgisi vardır.Mutezile'ye göre tanrı bilgindir ama, bilgisi olduğundan ötürü değil. Bunun gibi, tanrı her şeyi görür ama, görmeniteliği olduğundan değil. Tanrı demek, her şey demektir. Ona ayrıca nitelikler yüklemek gerekmez. Görüldüğü gibiher iki, düşünce de birlik (tevhid)'çidir. Mutezileciler bu savlarıyla İslamın tevhid anlayışına karşı çıkmaktadırlar,tevhid'in kendi anlayışlarında olduğu gibi anlaşılmasını ilerisürmektedirler. Ehli sünnet de tevhidcidir, çünkütanrının özüyle nitelikleri birbirinden ayrılamaz der, bütün nitelikler tanrının zatında birliğe ulaşır. Ne var kisünniler niteliklerin varlığını kabul eder, Mutezile yadsır. 3- Mutezile'nin üçüncü ana ilkesi ayrılık (İtizal)'a nedenolan büyük günah sorunu üstündedir. Eşdeyişle Mutezileciler bu sorun üstündeki ayrılıklarından ötürü Mutezileadını almışlardır. Mutezile'ye göre inanlı (Mü'min)'yla inansız (Kafir) arasında bir rütbe daha vardır ki o dakabahatli (Fasık)'dir. Büyük günah işleyenler ne kafir, ne de mümindirler, ancak fasıktırlar. Ölmeden önce tövbeederlerse mü'min olurlar, etmezlerse kafir olurlar. Mutezileciler, sünni anlayışına aykırı olan bu duruma ortaderece (Ar. Menzile beyn al-menzileteyn) derler. 4- Mutezile'nin tia'd val-vaid adını verdiği dördüncü ilke,birinci ve üçüncü ilkeleriyle ilgilidir. Bu ilkeye göre kötülerin cezalandırılması ve iyilerin armağanlandırılmasıtanrı için zorunlu (vacip)'dur. Bağışlama (şefaat) ancak tanrının haklarıyla ilgili (Hak-ullaha müteallik) tapımalanında olabilir. Yoksa kulların kendi yarattıkları eylemlerinden ötürü tanrıca bağışlanmaları tanrının adaletineaykırı olur. Tanrının yasakladığı bir eylemi yapanın gene tanrıca bağışlanabileceğine inanmak usaaykırıdır. 5-Mutezilecilerin beşinci ilkesi, iyi şeylerin yapılması ve kötü şeylerin yapılmaması (Ar., Emr bi'1-maruf va'n-nehyani'1 münker) zorunluğunu ilerisürer. Bir bakıma ehli sünnet de bu düşüncededir ama, iyinin ve kötünün Kuran'daaçıklanmış olmasını, eşdeyişle Kuran'da yasaklanan ve izin verilen şeylerle sınırlı olmasını şart koşar. Mutezileysebu konuda usun ölçütlüğünü kabul eder, eşdeyişle Mutezile'ye göre, iyiyi ve kötüyü us ayırır. Bu beş ilkenindışında Mutezileciler İslamlığın temel ilkelerine iki aykırı görüş daha ilerisürmüşlerdir: Tanrının ötedünyada gözlegörülemeyeceği ve tanrının söz (kelam), buyruk (emir) ve yasaklarının (nehiy) yaratılmış (mahluk) olduğu.Mutezilecilik çeşitli Abbasi halifeleri ve özellikle halife Ma'mun tarafından korunmuştur. Us'a dayananMutezileciliğin karşısına bir zaman sonra inan'a dayanan gerici Eş'arilik dikilmişse de usçuluk akımınıngizemcilikte gizlenerek sürüpgitmesine engel olunamamıştır.
- Page 2 and 3:
ORHAN HANÇERLİOĞLUDört Bin Yıl
- Page 4 and 5:
Ölüler KitabıEvren-TanrıAydınl
- Page 6 and 7:
Aydınlık, Ama Kaç Mumluk?Sakal B
- Page 8 and 9:
nesne başka nesneleri yansıtır v
- Page 10 and 11:
Ama gene de karşılanması gereken
- Page 12 and 13:
ürünüdür de.Ancak iş, gittikç
- Page 14 and 15:
kendi organlarının işini doğaya
- Page 16 and 17:
Volney'e göre, bütün bu basamakl
- Page 18 and 19:
çağırır. Bu kaynak, birinci kay
- Page 20 and 21:
tükenecektir. Büyük boşluk, ine
- Page 22 and 23:
Kimsenin dostu ve konuğu kalmadı
- Page 24 and 25:
mitolojik kalıntıların en ilginc
- Page 26 and 27:
EVREN-TANRI. İlk din kitabı, İ.
- Page 28 and 29:
tarafından yenilen atalarınızın
- Page 30 and 31:
hayallere sürükleyen ve her türl
- Page 32 and 33:
olduğunu gördü (İbid, 9-103). G
- Page 34 and 35:
kızkardeşleri, sevgilisinin bir e
- Page 36 and 37: felsefede ölçü, bilimde ölçü,
- Page 38 and 39: aşında bilim tekniği meselesi ge
- Page 40 and 41: derecede yüzünü göstererek öğ
- Page 42 and 43: Klazomen'li Anaksagoras (İ.Ö. 500
- Page 44 and 45: İyinin ya da kötünün sayısı,
- Page 46 and 47: arasında ve zevkli bir ömür sür
- Page 48 and 49: oyundan, görevinden vb. eşdeyişl
- Page 50 and 51: Platon'un örnek devleti üç sın
- Page 52 and 53: Bunun da en kısa yolu, eğriliği
- Page 54 and 55: zorunsuz olarak seyredişidir. Yuna
- Page 56 and 57: gerçeğe yaklaşmaktadır. Bununla
- Page 58 and 59: erişmek yollarını aramak olmalı
- Page 60 and 61: sağlamak üzere, yoksulluk ölçü
- Page 62 and 63: ki kimseyi kötülemez, kimseyi öv
- Page 64 and 65: ölümlü erişememiştir. Bilgelik
- Page 66 and 67: Unutulmamalıdır ki, bütün bu d
- Page 68 and 69: yasaklamışlardır. Çünkü büy
- Page 70 and 71: evresi, ikincisine Aristotelesçi H
- Page 72 and 73: İnsan zekası, yüzyıllar boyunca
- Page 74 and 75: BÜTÜN BUNLAR YETMEYİNCE. Ne var
- Page 76 and 77: Ganimet (savaşta ele geçirilen he
- Page 78 and 79: karışık, açık seçik olmayan s
- Page 80 and 81: insanı tanrının bağışı kurta
- Page 82 and 83: Bu bitmişlikte, bu durmuşlukta ek
- Page 84 and 85: 7- Toplumsal yaşayışın doğal k
- Page 88 and 89: Tasavvuf (sophos), bu düşünce ak
- Page 90 and 91: 2- İmamın her yaptığı gerçekt
- Page 92 and 93: Xi'nci yüzyılın sonlarına doğr
- Page 94 and 95: koyarsa öldürüleceğini bilir. G
- Page 96 and 97: Artık Melamilik, Arap ve Acem dü
- Page 98 and 99: Dante, Petrarca, Boccacio yeniden d
- Page 100 and 101: onu ozan-düşünür olarak nitelen
- Page 102 and 103: yeniden doğurtulmaktadır. Yeniden
- Page 104 and 105: yoksulunun bile giymekten utanacağ
- Page 106 and 107: temsilcisi vardır: More, Bacon, Ca
- Page 108 and 109: Japonya'ya doğru yola çıktık di
- Page 110 and 111: olaya önemsememesinden yararlanan
- Page 112 and 113: yaşamak.2- İşlerimde kanılara v
- Page 114 and 115: istediğim de bu değil. Ben, sadec
- Page 116 and 117: korumak çabası, erdemin ilk ve bi
- Page 118 and 119: Spinoza, ünlü yapıtının beşin
- Page 120 and 121: derecedeki hayvanların, yukarı de
- Page 122 and 123: direnmek istiyor: Ama bu sözleri d
- Page 124 and 125: İnsanlardan çok az şey istediği
- Page 126 and 127: Antikçağ aydınlanmasının başk
- Page 128 and 129: Bir başka Fransız düşünürü,
- Page 130 and 131: tasarımlar kurma gücüne sahip ol
- Page 132 and 133: akılsızlıktır. Ruhu maddeden ay
- Page 134 and 135: payınıza ya ırgatlık, ya da day
- Page 136 and 137:
asıl bu nimetlerdir.Rousseau, yap
- Page 138 and 139:
SAKAL BIRAKMA ÖZGÜRLÜĞÜ. İnsa
- Page 140 and 141:
ir nitelik olduğunu ilerisürüyor
- Page 142 and 143:
sevdikleri şeylere yaklaşır ve s
- Page 144 and 145:
duyurursa hoş ve ancak bu isteği
- Page 146 and 147:
on, Goldoni elli iki yaşındaydı,
- Page 148 and 149:
söylenmiştir. Condillac da Traite
- Page 150 and 151:
Özgürlükle zorunluk (hürriyetle
- Page 152 and 153:
evrende evrenselleşen (objektifle
- Page 154 and 155:
söyleyebilmenin çabası içindedi
- Page 156 and 157:
ve sanatın, dinin, felsefenin özg
- Page 158 and 159:
geneller'dir ve bundan ötürü de
- Page 160 and 161:
Aristoteles, Kant, Descartes vb. gi
- Page 162 and 163:
1849 yılında doğacak olan bir b
- Page 164 and 165:
söylerse bahsi kaybedecektir.Tanr
- Page 166 and 167:
çerçevesi içine kapanarak bir ö
- Page 168 and 169:
toplum düzeni'yle (Fr. Ordre) somu
- Page 170 and 171:
ir hayli şaşkınlık uyandıran b
- Page 172 and 173:
gerektiğini bilmektedir. Erdeme uy
- Page 174 and 175:
Raskolnikov kendisini güçsüzlük
- Page 176 and 177:
Ondokuzuncu yüzyıl başlarken, Fr
- Page 178 and 179:
aldattıklarını kanıtlamaya çal
- Page 180 and 181:
iri Buridanus, öteki Oresmius'tur.
- Page 182 and 183:
1. Tek üretici güç toprak, tek
- Page 184 and 185:
savaş da anamalcılığın suçu d
- Page 186 and 187:
(vahşet), çobanlık çağı, tar
- Page 188 and 189:
çalıştıkları sistem ancak topt
- Page 190 and 191:
tutkuların bir yana bırakılıp p
- Page 192 and 193:
süreçlerin hiçbiri metafizik yö
- Page 194 and 195:
toplumda ve bilinçte) geçerlidir:
- Page 196 and 197:
ne var ki son çözümlemede geliş
- Page 198 and 199:
içinde oldukları ve bu bağlantı
- Page 200 and 201:
olmalıdır. Pek romantik olan bu k
- Page 202 and 203:
zorundasınız, anlamına). Nerede
- Page 204 and 205:
Albert Birot' ya göre, gittikçe e
- Page 206 and 207:
kapının öbür kanadını nasıl
- Page 208 and 209:
Görüldüğü gibi, Tanrıtanımaz
- Page 210 and 211:
Her iki hekimin de demek istediği
- Page 212 and 213:
da hiçbir anlamı yok demektir.Her
- Page 214 and 215:
Varoluşçuların bu düşünceleri
- Page 216 and 217:
Varoluşçuluğun sorumluluk duygus
- Page 218 and 219:
ırakmakla varılamaz. Hayır, her
- Page 220 and 221:
asamak ya da basamaklardan bağıms
- Page 222 and 223:
yitireceği yolundaki ünlü varsay
- Page 224 and 225:
ilimin tüm dışında ve metafizi
- Page 226 and 227:
yıldan beri hesaplar bir hayli de
- Page 228 and 229:
Bu, bir töresel (ahlaki) güç de
- Page 230 and 231:
tanıtlamaya uğraşır. Ona göre
- Page 232 and 233:
gerginlik (Fr. Tension) vb. gibi pe
- Page 234 and 235:
görmezlikten gelip, onun idealist
- Page 236 and 237:
açıklayabileceğini sezdirmişti.
- Page 238 and 239:
etkenin, maddi ya da gayrı maddi o
- Page 240 and 241:
8- Herkesin bize tekme attığını
- Page 242 and 243:
Bireyin önemsizliğini belirten bu
- Page 244 and 245:
ve saatlerimiz küçük kervanımı
- Page 246:
doğumu var. İlk bilimsel evrendo