13.01.2021 Views

İstanbul Sanat Dergisi/ Sayı 2

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Yıl: 1 | Sayı: 2 | Ocak-Şubat-Mart 2021 | Fiyatı: 20 TL

KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ

Özgürlüğümüzün olmazsa olmazı

SANAT KARANTİNADA


Detaylı bilgi www.teknosa.com/hizli-teslimat adresinde.



4

7

13 24

İÇİNDEKİLER

8

20 22 26

38

İçindekiler

28

7

8

9

12-18

Ekrem İmamoğlu:

Sanat için özgürlük mecburiyetini

İstanbul’a hâkim kılmalıyız

6 binden fazla eser gün ışığına kavuştu

Müzeler eserlerini sanal ortama taşıdı

Sergiler

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

19

20-21

22-23

24-25

26-27

28-35

Ressam Işıl Savaşer

Sürrealizm: Gerçeküstücülük

Sunay Akın:

Oyuncaklar üretildiği dönemlerin

tanığıdır

İlk portre çalışmalarını başlatan

Manas Ailesi

M. Özalp Birol:

Sanat bu kaotik dönemde

psikolojimize iyi geliyor

Bakır tellere elleriyle hayat veren heykeltıraş:

Zeynep Koçan

Hayata açılan kapı:

Pandemide Sanat


50 64

5

40

46

58

68

İÇİNDEKİLER

52

54

66

72

48

37

Alternatif bir karantina düşüncesi:

DISKO-19

64-65

Fransa’nın tükenmeyen çığlığı:

Jacques Tardi

38-39

40-41

46-47

48-49

50-51

52-53

54-55

58-59

Doğu ile Batı’yı sentezleyen resimleriyle

Wendy Yeo

Ülkemizdeki en uzun soluklu

sanat galerisinin yaratıcısı;

Yahşi Baraz

Kariye Müzesi’nin gölgesinde bir mabet:

Taner Alakuş Minyatür Atölyesi

Ressam Mehmet Babat:

İnşaat değil, resim yapıyorum!

Ebru Özgüz Çelik

Toplumsal gerçekçilik

Oyuncu Serpil Tamur:

Dostlarımın aldığı masklar

paha biçilemez

Fotoğrafçı Ayten Alpün:

Fotoğrafçılık mızmızlara göre değildir

Dr. Dilara Dolu Köksal:

Sanatçı olmak ya da doğmak,

işte bütün mesele bu!

66-67

68-69

72

73

74-75

76-77

Arkas Sanat Merkezi Direktörü Müjde Unustası:

Genç neslin koleksiyon merakı

çok değerli

İstanbul Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü

Kubilay Karslıoğlu’ndan

Devlet Tiyatroları’nın ‘yeni normali’

Keman virtüözü Hande Küden’den

büyük başarı

Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası

Birincisi bir Türk;

Malik Derin Küçümen

Sanatın iyileştirici gücü, yeni çıkan

sanat kitaplarında!

Yeni Çıkanlar

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


6

EDİTÖR

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Özgürlüğün anlamı…

İstanbul Sanat Dergisi’nin ikinci sayısını her şeye rağmen siz değerli okurlarımızla

buluşturabilmiş olmanın heyecanı ve buruk sevinci içindeyiz. Heyecanımızın kaynağı,

yoğun bir çalışma sonucunda ortaya çıkan tüm sayfaları gözden geçirdiğimizde

beğendiğimiz bir sayı olması. Buruk sevincimizin nedenini ise, derginin basılı

yerine online olarak yayınlanması konusunda gelen ekonomik baskılar ve sonrasında yapılan

oylama sonucunda alınan “basılı yayın” kararı olarak açıklayabiliriz.

Evet, ülkemizde ve Dünya’nın pek çok ülkesinde popüler yayınlar, yaşanan pandemi

sürecinde ya yayınlarını durdurdu ya da online olarak sürdürme kararı aldılar. Biz ise

basılı olarak karşınıza çıkma ve bunu sürdürme kararı aldık. Üstelik malzeme ve içerik

kalitesinden taviz vermeden…

Sanat ve karantina

“Özgürlüğün Olmazsa Olmazı Sanat Karantinada” başlığı ile kapak konusu yaptığımız

İstanbul Sanat Dergisi’nin bu sayısında, salgının sanata olan etkilerini sayfalarımıza

taşıdık. Sanatçılarımıza sorduk, düşüncelerini aldık. Salgın sürecinin ilk günlerinde

üretim için uygun konu, zaman ve alan yaratıldığını düşünen pek çok sanatçı, tam

başlayacakları sırada bir şeyi unuttuklarının farkına vardılar: Özgürlük… Sanatçıların

hiçbir zaman vazgeçemediği, sanatçı kimliklerinin temeli olarak nitelendirilebilecek

“özgürlük” kavramının ne denli önemli ve anlamlı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.

Fuara niyet, Çukurcuma’ya dönüş, salgına kısmet

Dergiyi hazırlamaya başladığımızda şubat ayında düzenlenecek olan İstanbul Sanat ve

Antika Fuarı’nı kapak konusu yapacaktık. Ancak fuar, son anda mayıs ayına ertelenmek

zorunda kaldı. Bunun üzerine son yıllarda özellikle yurt dışında öne çıkmaya başlayan

Çukurcuma’yı kapak konusu yapmaya karar verdik. Çekimler için gittiğimiz bölgedeki

sakinliği ve mekânlardan yansıyan umutsuzluğu görünce “Eyvah, sanat karantinada!”

dedik. Bu durum, elinizde olan derginin kapak konusunu oluşturdu.

Görseller konuşuyor

Bize göre sanat alanında esas üretim, bir şekilde bu süreci atlattıktan sonra ortaya

çıkacak. Bunun ipuçlarını da salgını betimleyen çalışmalarda görmek mümkün.

Biz bu derginin kapak görseli için üç sanatçımızdan destek aldık. Ana kapak olarak

kullandığımız Hamlet’in “Olmak ya da olmamak” dediği, bir anlamda özgürlüğün

olmazsa olmazını betimleyen çalışmayı değerli karikatüristlerimizden Öznur Kalender

yaptı. Sanatın çatısı kabul ettiğimiz müzelerin, galerilerin kapanmasını Yayın Kurulu

Üyemiz Ressam Işıl Savaşer görselleştirirken; Ankaralı ressamlarımızdan Mehmet Babat,

bütün Dünya’da sembol olan “Mona Lisa” tablosuna maske giydirdi.

Hayat devam edecek, sanat devam edecek, maalesef salgınlar da devam edecek.

Ancak sanat her zaman kazanacak, hep var olacak. Sanatsız kalmayın...

Kadir Toprakkaya

YAYINCI

K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri

İMTİYAZ SAHİBİ

Fatma Canan Toprakkaya

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Kadir Toprakkaya

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Av. İrem Toprakkaya

YAYIN KOORDİNATÖRÜ

Pınar Baltacı

HABER MÜDÜRÜ

Cenay Toprakkaya

EDİTÖRLER

Pınar Baltacı, Sedef Turan, Nil Özer, Derya Ülkar, Gürer Mut

GÖRSEL YÖNETMEN

Kubilay Şenyiğit

KAPAK İLLÜSTRASYONU

Öznur Kalender

DANIŞMA KURULU

Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp,

Prof. Dr. Marcus Graf, Bülent Turan, Işıl Savaşer,

Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Dr. Dilara Dolu Köksal

REKLAM YÖNETMENİ

Pınar Korkut

RENK AYRIMI / BASKI

Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.

Sertifika No: 45604

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul

Tel: (0216) 470 44 70

www.egebasim.com.tr

YAYIN TÜRÜ

Ulusal Süreli Yayın

DAĞITIM

Arıksoy Basın Yayın Dağıtım

İSTANBUL SANAT DERGİSİ

Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik

olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.

Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına aittir.

Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat Dergisi’nde

yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı yapmak, paylaşmak

ancak kaynak gösterilmek kaydıyla mümkündür.

ABONELİK

İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için

0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.

İLETİŞİM

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6

Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05

info@istanbulsanatdergisi.com

www.istanbulsanatdergisi.com

ISSN: 2718-0476

Ocak - Şubat - Mart 2021

Yıl: 1 Sayı: 2 Fiyat: 20 TL

Basım Tarihi: 9 Ocak 2021


Yazar

Pınar Baltacı

Ekrem İmamoğlu:

Sanat için özgürlük mecburiyetini

İstanbul’a hâkim kılmalıyız

7

AKTÜEL

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Çağdaş İstanbul

Vakfı iş birliğiyle İstanbul’un adını sanatla tüm dünyaya

duyurmayı hedefleyen “İstanbul the Lights”

projesine dair düzenlenen basın toplantısında konuşan

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, sanat için özgürlük

kavramının hayati bir anlamı olduğunun altını çizerken, özgürlüğün

sanatçı için su ve oksijen kadar gerekli olduğunu

şu sözlerle vurguladı:

“Sesi kısılan bir sanat, sanatçı

ya da gözleri bağlanan,

bir kalıba hapsedilen,

yaratıcı olması kısıtlanan

bir ortam, sanat adına

bize istediğimiz atmosferi

yaşatamaz. Sanatın gelişmesi

için İstanbul’un bu

atmosferini değiştirmek ve

özgürlük mecburiyetini bu

kente hâkim kılmak arzusundayız.”

“İstanbul, tüm dünyaya kuvvetli

mesajlar veren bir kent”

İstanbul’un tarih boyunca yakın coğrafyasına ve tüm dünyaya

kuvvetli mesajlar verdiğinin altını çizen İmamoğlu; “İstanbul

birçok alanda dünyaya istikamet çizebilecek önemli

bir kent. Kentin her anında, her ortamında çok değerli izler

ortaya koyan bu çalışma, hem sanatçısıyla hem estetik

kurgusuyla hem de çok keyifli görselleriyle bu alanda sıkı

bir istikamete sebep oldu” diye konuştu. 50’nin üzerinde

yerli sanatçının eserlerinin yeni nesil uyarlamalarla kentin

parklarına, meydanlarına ve bilgi ekranlarına apayrı güzellikler

kattığını vurgulayan Başkan İmamoğlu, projeyle ilgili

“Arttırılmış gerçeklik tekniğiyle üretilmiş eserleri mobil cihazlarla

da deneyimlemiş olmak, aslında teknolojiyle iç içe

bir kent vurgumuzu da destekleyecek bir sanatsal çalışma.

Şehrimizde 59 kamusal alanda ve 52 farklı şehir ekranında

bu çalışmalar yer buldu” bilgilerini paylaştı.

“İstanbul’un gerçek kabiliyetinden

uzak yıllar geçirdiğini düşünüyoruz”

“Pandemide, bir nevi hayatın donduğu bir ortamda İstanbul’un

sanatla dünyaya mesaj veriyor olmasının, bizim için

tam da olmamız gereken noktanın bir karşılığı olduğunun

altını çizmek isterim. Çünkü sanatsal anlamda, bu zor koşullarda

bile üreten bir kent olmak bizim için çok kıymetli”

ifadelerini kullanan İmamoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

“Sanatta çok yol almayı hedefleyen bir yönetimiz. Çünkü,

İstanbul’un gerçek kabiliyetinden uzak yıllar geçirdiğini düşünüyoruz.

Bu anlamda, bu kuraklığa ve yoksunluğa hep

beraber son vermeliyiz.

Özgürlük, sanat için hayati bir kavram

Sanat için özgürlük kavramı hayati bir önem taşıyor. Özgürlük

olmadığı zaman, sanatın ifade biçimi ve sanatçının varlığının

devamı gerçekten mümkün olmuyor. Özgürlük, sanat

ve sanatçı için su ve oksijen gibi bir şey. O manada sanatçı,

bir kişi ya da bir kesime bağlı bir şekilde dünyaya bakmak

zorunda olan bir kişi değil. Tam aksine, çok özgürlük ister.

Bir laf vardır, ‘Sanat demokrasiyi sever’ diye. Bu sözü çok seviyoruz

ama bir adım daha ileri taşımak istiyoruz. ‘Sanat demokrasisiz

yaşayamaz’ diye bu sözü tamamlamak isterim.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


8

AKTÜEL

6 binden fazla eser

gün ışığına kavuştu

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2020’de gerçekleştirilen

kazı ve araştırma çalışmalarıyla bulunan 6

binden fazla eserin müze envanterlerine girdiğini

bildirdi. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya

göre, Türkiye’de yeni tip koronavirüs salgını sürecinde

yapılan arkeolojik çalışmalarda binlerce esere ulaşıldı.

Myra kazılarındaki 2

bin 200 yıllık pişmiş

toprak buluntulardan

Laodikeia’daki 20 asırlık

portreye, Yeşilova

Höyüğü kazılarındaki

8 bin yıllık figürinden

Kültepe-Kaniş’ten çıkarılan

4 bin 300 yıllık

mermer idollere kadar

binlerce eser, bu yıl

gün ışığına kavuşturuldu.

Medeniyetlerin

beşiği Anadolu’da 118

Türk ve 21 yabancı

kazı yapıldı. Müze

Müdürlükleri başkanlığındaki

44 çalışma

ile arkeolojik kazıların toplam rakamı 183 oldu. Türkiye’nin

denizlerinde ise 5 sualtı kazısı yapıldı. Yerli ve yabancı bilim

insanları ile Müze Müdürlüklerinin başkanlığında gerçekleştirilen

arkeolojik yüzey araştırması, jeofizik-jeoradar ve

temizlik çalışmalarıyla birlikte bu yıl toplam arkeolojik faaliyet

sayısı 502 oldu.

Kazılara 40 milyonu aşkın ödenek

Türkiye’de bu yıl gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarına,

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce 25

milyon 457 bin 518 lira ve Türk Tarih Kurumu Başkanlığınca

da 15 milyon 143 bin 656 lira 73 kuruş ödenek aktarıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl kazı çalışmalarına 40 milyon

601 bin 174 lira 73 kuruş ödenek sağladı. Bakanlığın

izinleriyle bilim heyetleri tarafından gerçekleştirilen kazı ve

araştırma çalışmalarında toplam 1891, Müze Müdürlükleri

başkanlığında gerçekleştirilen kurtarma kazıları ve sondaj

gibi çalışmalarda 4 bin 546 envanterlik eser müzelere kazandırıldı.

Bu yıl müzelerde yerini alan toplam envanterlik

eser sayısı da 6 bin 437 oldu.

En fazla eser, kurtarma kazılarında bulundu

Kütahya ve Diyarbakır Müzeleri, kazı çalışmalarından elde

edilen envanterlik eser sayısı bakımından bu yıl ilk iki müze

olarak kayıtlara geçti. Kütahya Seyitömer Höyüğü’nde Kütahya

Müzesi Müdürlüğü başkanlığında gerçekleştirilen

kurtarma kazısı çalışmalarından 2 bin 569 eser, Kütahya

Müzesi envanterine kaydedildi. Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü

başkanlığında Ambar Barajı etki alanında yapılan

kurtarma kazılarında ise 850 eser, Diyarbakır Müzesi envanterine

alındı. Bilim heyetleri tarafından yürütülen kazı

çalışmaları kapsamında da en fazla envanterlik eser, 190 ile

Hatay ili Hipodrom ve çevresinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarından

elde edildi. Sıralama, 165 eser ile Çanakkale

ili Parion Antik Kenti kazıları, 97 eser ile Sinop ili Balatlar

Kilisesi kazısı ve 66 eser ile İzmir Yeşilova Höyüğü kazısı

olarak devam etti.


Müzeler eserlerini

sanal ortama taşıdı

9

AKTÜEL

Salgın dönemi, dijital dönüşümün deneyimlendiği

yeni bir müzecilik anlayışının önünü açtı. Mart

ayından itibaren Türkiye’de de etkisini göstermeye

başlayan yeni tip koronavirüs tedbirleri dolayısıyla

kapanan önemli müzeler, eserlerini sanal ortama taşıdı.

Tüm dünyayı etkileyen salgına yönelik alınan tedbirler dolayısıyla

okul, kütüphane, sinema ve tiyatrolar gibi geçici süreyle

kapılarını kapatan müzeler, süreçten en çok etkilenen kurumlar

arasında yer aldı. Salgın dönemi, dijital dönüşümün

deneyimlendiği yeni müzecilik anlayışına yol açtı. Eserlerini

sanal ortama taşıyarak kapılarını 24 saat açan müzeler, evlerinde

kalan sanatseverlerin ulusal ve uluslararası birçok müzeyi

dijital ortamda ziyaret etmesine imkân sağladı.

Sanalmuze.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz

Yüz yüze iletişimin hâlen pek tavsiye edilmemesi ve sosyal

mesafenin korunması gerekliliği, sanal ortamda 360 derece

bakış açısıyla gezilebilen müzelere ilgiyi arttırdı. Dijital

dönüşümün deneyimlendiği yeni müzecilik anlayışına yol

açan salgın döneminde birçok müze ve ören yeri, Kültür

ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel

Müdürlüğü tarafından hazırlanan “sanalmuze.gov.tr” adresinden

tarih meraklılarının beğenisine sunuldu.

Çeşitli müzeler sanatseverlerin

ziyaretine açıldı

Sanal müzeler içerisinde İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri

Müzesi ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Ankara’da Kurtuluş

Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesi, Anadolu Medeniyetler

Müzesi ve Etnografya Müzesi, İzmir’de Efes Müzesi ve Atatürk

Müzesi, Çanakkale’de Troya Müzesi, Samsun’da Gazi

Müzesi, Çorum’da Boğazköy Müzesi ve Çorum Müzesi, Gaziantep’te

Arkeoloji Müzesi ve Zeugma Müzesi, Aksaray’da

Ihlara Vadisi, Nevşehir’de Göreme Açıkhava Müzesi, Şanlıurfa,

Antalya, Adana, Van ve Uşak Müzeleriyle Hatay ve Mersin

Arkeoloji Müzeleri ziyaret edilebiliyor. Ayrıca; Göbeklitepe,

Hattuşa, Nemrut, Hierapolis (Pamukkale), Denizli Laodikeia,

Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı, Assos ve İzmir Efes Ören

Yerleri de sanal ziyarete açık olarak gezilebiliyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


10

Galeri Binyıl’dan çevrimiçi

sanat galerisi

AKTÜEL

Galeri Binyıl, 21. yılında Dünya’dan ve Türkiye’den

farklı sanat disiplinleri sanatçılarına açık ve uluslararası

gezilebilen www.binyilart.com çevrimiçi

sanat galerisini açarak; “Muhteşem Çevrimiçi Renk Dünyasında

Kendinize Sanatla Yer Bulun”, “En İyi Hediye Sanat

Eseridir”, “En İyi Yatırım Sanattır” sloganlarıyla sanatseverlere

çağrıda bulundu. Çevrimiçi bilyilart.com, genç-usta

ayrımı yapmadan tüm sanat dallarından sanatçıların katılımına

açık.

Uluslararası bir galeri

Sanatseverler, site ana sayfasından telefon, WhatsApp ile

iletişime geçiyor ve YouTube video kanalına ulaşıyorlar. Kolay

gezilebilmesiyle dikkat çeken sitenin içinden eventlere

de ulaşılabiliyor. “Hakkımızda” bölümünden www.galeribinyil.com.tr

ana web sitesine geçiliyor ve galerinin sosyal

medya hesaplarından takip edilebiliyor. Siteyi gezenler,

Türkçe ve İngilizce dillerini aynı sayfada bulabiliyor. Galeri

Binyıl; resim, heykel, fotoğraf, baskı, tasarım, seramik,

tekstil gibi pek çok alandan sanat eserlerini, uluslararası bir

galeri olarak sanatseverlerle buluşturuyor.

“ Fotoğraflar ve Haberleriyle

İstanbul Hafızası” yayımlandı

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

İBB Kültür Daire Başkanlığı Basın Yayın Müdürlüğünce,

şehrin sosyo-kültürel hayatına ve görsel hafızasına

katkı sunan “Fotoğraflar ve Haberleriyle İstanbul

Hafızası” isimli kitap yayımlandı. İki ciltten oluşan kitap,

Cumhuriyet’in ilk yıllarından İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine

kadar geçen yirmi yıllık süreçte, her bakımdan çehresi

başkalaşan eski başkent İstanbul’un geçirdiği değişimlere

tanıklık ediyor.

Dönemin İstanbul’una ait toplumsal olaylar ve mekânlar,

fotoğraf ve haber metinleriyle anlatıyor. Cumhuriyet’in

ilânının ardından uygulanmaya başlanan değişimin vatandaş

üzerinde bıraktığı etki ve izlere dair ilginç veriler

sunan kitap; İstanbul’da yaşanan toplumsal olayları, şehrin

önemli karakterleri eğlence mekânlarını, bir bölümü

kaybolan meslekleri, mimari eserleri fotoğraf ve haber

metinleriyle de aktarıyor.

Toplumsal değişime dair belgeler

O yıllarda yayımlanan gazete ve dergiler için fotoğraflar çeken

usta foto muhabirleri Hilmi Şahenk, Namık Görgüç, Cemal

Göral, Ali Ersan, Faik Şenol Selahattin Giz ve Jean Weinberg’in

kitapta yer alan fotoğrafları, toplumsal değişimlere

dair yoruma ve analize açık önemli birer belge değeri taşıyor.


Kybele heykeli ziyaretçilerini

ağırlamaya başladı

Yaklaşık 60 yılın ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı

tarafından Türkiye’ye geri getirilen 1700 yıllık

Kybele heykeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde

meraklılarıyla buluştu.

Tarih öncesi dönemlerde bolluğun ve bereketin sembolü,

koruyucusu olduğuna inanılan Kybele heykeli, ziyaretçilerini

ağırlamaya başladı. Yaklaşık 60 yılın ardından Kültür ve

Turizm Bakanlığı tarafından

Türkiye’ye geri getirilen heykel,

geçici mekânı olan İstanbul

Arkeoloji Müzeleri’nde

meraklılarıyla buluştu. Türkiye’den

kaçak yollarla 1960’lı yıllarda İsrail’e götürülerek satılan

ve on binlerce kilometre yolculuğun ardından ABD’den

ana vatanına ulaştırılan Kybele, uzmanlarca M.S. 3. yüzyıla

tarihlendiriliyor.

11

AKTÜEL

Doğa ve hayvanlar üzerindeki hakimiyeti sembolize ediyor

Prehistorik dönemlerden itibaren Akdeniz havzasında,

özellikle Anadolu’da “ana tanrıça” olarak tapınılan 1700

yıllık Kybele’nin iki yanındaki aslanlar, doğa ve hayvanlar

üzerindeki hakimiyetini sembolize ediyor. Sideropolisli

Asklepiades’in Oniki Tanrı Ana’ya sunduğu bir adak heykeli

olarak tarihte bilinen Kybele’nin yazıt bölümünde, “Hermeios’un

oğlu Sideropolisli Asklepiades, adağı Oniki Tanrı

Ana’ya dikti” ifadesi yer alıyor. Kybele heykeli, daha sonra

Afyonkarahisar’a yeni yapılacak müzeye taşınacak.

Kundura Sahne’den

sağlık çalışanlarına özel atölye

Beykoz Kundura’nın 2021 baharında açılacak performans

ve tiyatro sahnesi Kundura Sahne, seyircisiyle

çevrimiçinde buluşmaya devam ediyor. Kundura

Sahne’nin son programında, “İçinde Yaşadığım Mekân: Beden”

adlı somatik farkındalık ve dans atölyesi düzenlendi.

Ödüllü dans sanatçısı Tuğçe Ulugün Tuna’nın tasarladığı

ve pandemi sürecinin yorgun tanıkları sağlık çalışanlarına

yönelik yapılan atölye; dansın dönüştürücü, kuvvetlendirici

ve rahatlatıcı doğasından beslenerek, iyileşmeye yönelik bir

beden çalışması sundu.

“İçinde Yaşadığım Mekân: Beden”

Küresel pandemi sürecinde sınırlanan mekânsal ve bedensel

algımıza yeniden bakmamızı ve beden aracılığıyla fiziksel

farkındalığımızı iyileştirmeyi amaçlayan “İçinde Yaşadığım

Mekân: Beden” atölyesi, bu sürecin en ağır etkilerini

yaşayan sağlık çalışanlarının zorlu çalışma koşullarında

ihmal ettikleri bedenlerine yeniden dönüp bakmalarına

olanak sağlarken; dansın dönüştürücü, kuvvetlendirici ve

rahatlatıcı doğasından beslenerek, katılımcıların iyileşmelerine

yönelik bir beden çalışması da sunuyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


12

SERGİLER

Rezan Has Müzesi’nden

“Gündelik Yaşamın Arkeolojisi”

Rezan Has Müzesi, “Gündelik Yaşamın

Arkeolojisi” sergisine 21 Ekim 2020 -

31 Mayıs 2021 tarihleri arasında ev sahipliği

yapıyor. Gündelik yaşamın M.Ö. 6.500 –

M.S. 1.300 yıllarını kapsayan 9 bin yıllık

geçmişine odaklanan sergide, yaklaşık 400

eser yer alıyor.

Rezan Has Müzesi’nin

ziyaretçileri

9 bin

yıllık bir serüvene

götüren,

günlük hayatın

parçalarını bir araya

getirerek antik dönemde

bir gün geçirmiş

gibi hissettirecek

olan “Gündelik

Yaşamın Arkeolojisi”

sergisi,

Anadolu’yu oluşturan

ve kültürümüzde, geleneğimizde

iz bırakan, bizi biz yapan uygarlıkların

sıradan günlerine de kapı

aralıyor. Sergide, Anadolu uygarlıklarının

inişli çıkışlı yaşam serüvenlerine

ve farklılıklarına rağmen temelde

bu coğrafyada oluşan hafızanın gündelik

yaşama etkisi, yemek pişirilen,

su, şarap, zeytinyağı konulan, içinden

yemek yenilip, içeceklerin servis

edildiği kaplara, mezarlara armağan

olarak bırakılan eşyalara ve tanrılara

sunulan adaklara değin, gündelik

yaşam çok geniş bir yelpazede inceleniyor.

Sergi, 31 Mayıs 2021 tarihine

kadar ziyaret edilebilir.

“Ehlileşmek” üzerine bir yolculuk

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Oganaki’nin ilk kişisel sergisi “Fısıldayan

Kutular”, Piramid Sanat’ın ev sahipliğinde

sanatseverleri ağırlamaya başladı.

“Fısıldayan Kutular”, sanatçıyı “ehlileşmek”

üzerine bir yolculuğa çıkarıyor. Dioramaların

incelikli detayları, eserlerin ihtiyacı olan zaman,

sanatçının aceleci ve sabırsız kişiliğini

dönüştürmek için hayatına giriyor. Fısıldayan

Kutular, sanatçı için bir meydan okumayken;

izleyici için derinlere attığımız anıları

tetikleyecek, bir yandan da inanılmaz

keyif verecek bir sergi. Bu üç boyutlu

büyülü işler izleyiciyi kâh bir berber

dükkânına, kâh bir kütüphaneye, kâh

bir benzin istasyonuna, kâh bir araba

tamirhanesine, kâh bir sanatçı atölyesine

çekiyor.

Serginin küratörü Bedri Baykam,

katalog yazısında Oganaki’nin eser-

leriyle ilk karşılaşma anını anlattığı

cümlelerinde, aynı zamanda vuruculuklarının

da sosyal kodlarımızı aştığını

belirtiyor. Piramid Sanat, bu sergisi

için önsözünü Bedri Baykam’ın,

giriş sunumunu Selçuk Altun’un yazdığı,

bütün eserleri kapsayan geniş

içerikli bir katalog yayımlıyor. “Fısıldayan

Kutular”, 31 Ocak 2021 tarihine

kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.


Sadberk Hanım Müzesi 40. kuruluş yıldönümünü

“ Motif ” ile kutluyor

13

SERGİLER

Sadberk Hanım Müzesi, 40. kuruluş yıldönümü

olan 2020 yılında Türkiye’nin ilk

özel müzesi olma sıfatını haklı bir gururla

ve sorumluluk bilinciyle taşırken, bu

anlamlı yıldönümünü esin verici bir sergi ve ona

eşlik eden bir katalogla kutluyor. “Motif” başlığıyla

kurgulanan sergi ve yayın projesi, müzenin belirli

bir eser grubunu sunmuyor; aslında bütün müzeyi

eserleriyle birlikte panoramik bir çeşitlilik içinde görünür

kılıyor ve çok farklı coğrafyalarda birbirleriyle

karşılaşmış farklı kültürlerin tarihsel motiflerini bir

araya getiriyor. Bugüne kadar hazırlanan her sergi,

müze koleksiyonlarının kuvvetli yönlerini göz önüne

serdi. Yıldönümü projesi ise eserleri bu defa motifler

yoluyla birbirine bağlıyor ve nispeten küçük

ama Sadberk Hanım Müzesi’nin aslında ne kadar

zengin olduğunu anlatıyor.

Sergide, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu’nda

yer alan 466 eserden seçilmiş 500’e yakın motife göz

gezdirirken, Anadolu merkez olmak üzere Türkiye’nin

Doğu ve Batı’yla ne kadar bütünleşik olduğu

çok iyi anlaşılıyor. Motifler,

genelden özele giden bir sıralamayla

beş konu altında

toplanıyor:

Dünya ve Evren Algısı (Yaşam

ve Güç), Doğa Sahneleri ve

Bitkiler Dünyası (Doğa), İnsanın

Kendi İmgesini ve Hayvan

Figürlerini Sanata Aktarması

(Figürlü Bezeme), Büyük ve

Görkemli Bir Sistemin Kurallarının

Sanat Yoluyla Tekrarı

(Düzen ve Uyum), İnsanın

Mekânlar Kurarak Çevresini

Şekillendirmesi (Mekân)...

Projenin en önemli başarılarından

biri, ortalama dikkatten

kaçabilecek yüzlerce

motifi görünür hâle getirmek

oldu. Sergi, her yaştan ve her

meslekten izleyiciyi, tarihsel

motiflerin anlattıklarıyla

entelektüel bir bağ kurmaya

davet ediyor; sanat ve biçimler

dünyasına dair yeni bir

görsel palet ve zihinsel alıştırma

olanağı sunuyor. Arçelik

Türkiye ve KoçSistem’in

teknoloji sponsorları olarak

destek verdiği “Motif” sergisi,

31 Ekim 2021 tarihine kadar

çarşamba günleri hariç her

gün 10.00-17.00 saatleri arasında

ziyaretçilerini bekliyor.

MÂZİYİ KORUMAK:

SADBERK HANIM

MÜZESİ’NDEN

BİR SEÇKİ

Kuruluşunun 40. yılını kutlayan

Sadberk Hanım Müzesi’ne

bir destek de “Mâziyi

Korumak” sergisiyle

Meşher’den geldi. Seçkiyi Beyoğlu’na

taşıyan Meşher’deki

serginin küratörlüğünü, müzenin

müdürü ve sanat tarihçisi

Hülya Bilgi üstleniyor.

Sergi, arkeoloji ve Türk-İslam

sanatı koleksiyonlarından

derlenen 200’ü aşkın çarpıcı

örnekle ziyaretçileri Anadolu’nun

uygarlıklar tarihinde

bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Türkiye’nin ilk özel

müzesi olan Sadberk Hanım

Müzesi’nin kırk yıllık tarihinde

gelişen ve zenginleşen

kültürel birikiminin geniş

kitleler ile buluşturulması

amacıyla gerçekleştirilen sergide,

M.Ö. 6. bin yıldan 20.

yüzyıla uzanan geniş bir zaman

diliminin öyküsü, özenle

kurgulanmış bir seçkiyle

anlatılıyor. Sergi, 1 Ağustos

2021 tarihine kadar ziyaret

edilebilir.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


14

SERGİLER

Şakir Eczacıbaşı’nın “Seçilmiş Anlar”ı

İstanbul Modern, iş insanı ve fotoğraf sanatçısı

Şakir Eczacıbaşı’nın aramızdan ayrılışının 10.

yıldönümünde “Seçilmiş Anlar” adlı sergiyi sanatseverlerle

buluşturuyor. “Seçilmiş Anlar”, Eczacıbaşı’nın

fotoğrafçılık kariyerine başladığı 1960’lı yıllarda

çektiği izlenimci fotoğraflarının yanı sıra 1980’li

yıllardan itibaren fotoğrafın teknik imkânlarını kendine

özgü bir yaklaşımla yorumladığı çalışmalarını

sergiliyor.

Eczacıbaşı Topluluğu’nun sponsorluğunda gerçekleşen

sergi, Şakir Eczacıbaşı’nın “Doğal hâlde olduğumuz

yerler” olarak tarif ettiği sokakları ve binlerce

yıldır birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Anadolu

coğrafyasının çok katmanlı yapısını yansıtıyor. Sanatçının

insan merkezli çalışmaları ile kültür-sanat

alanında döneminin önemli aktörlerinin portrelerine

yer veren sergi, aynı zamanda

sanatçının “evrensel bir

iletişim arama” arzusunu da

gözler önüne seriyor. Sanatçının,

İstanbul Modern Sanat

Müzesi Fotoğraf Koleksiyonu’ndaki

pek çok çalışmasının

yanı sıra Dr. Nejat F. Eczacıbaşı

Vakfı’na bağışladığı fotoğraf

koleksiyonundan bir seçkinin

yer aldığı sergide, 300’ü aşkın

fotoğraf bulunuyor. Eczacıbaşı

Topluluğu’nun sponsorluğunda,

küratörlüğünü Bülent

Erkmen’in üstlendiği sergi, 31

Mart 2021 tarihine kadar ziyaret

edilebilecek.

Varoluş ve birliktelik olasılıkları için bir alan;

“MÜSTESNA KADAVRA”

Galeri Nev İstanbul’da açılan grup sergisi “Müstesna

Kadavra”, adını 20. yüzyılda sürrealist

sanatçıların oynadığı kolektif çizim oyunu “Le Cadavre

Exquis”ten alıyor. Ani Çelik Arevyan, Kerem

Ozan Bayraktar, Nermin Er, Tayfun Erdoğmuş, Ali

Kazma, Ekin Saçlıoğlu, Hale Tenger, Nazif Topçuoğlu

ve Nergiz Yeşil’in üretimlerinin yer aldığı serginin

küratörlüğünü Gizem Gedik üstleniyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Tıbbi terminolojide bedensel atığın

işlev kazanmasını ve bir bilgi nesnesine

dönüşmesini ifade eden kadavra,

sergide doğa kökenli nesnelerin

farklı amaçlarla bir araya gelişinin

veya temsil edilişinin birer metaforu

olarak karşımıza çıkıyor. Galeri Nev

İstanbul’da farklı sanat pratiklerine

sahip dokuz sanatçının işlerini bir

araya getiren “Müstesna Kadavra”;

hareket ile durağanlık, yaşam ile

ölüm, organik ile inorganik, gerçek

ile temsil, parçalanma ve bütünlenme

gibi ikiliklerin ötesinde, başka

varoluş ve birliktelik olasılıkları için

düşünsel ve fiziksel bir imkân alanı

sunuyor. Sergi, 13 Şubat 2021 tarihine

kadar gezilebilir.


15

SERGİLER

Türkiye’nin tiyatro arşivinde

tarihi bir yolculuk...

Kulis: bir tiyatro belleği,

Hagop ayvaz”

Hrant Dink Vakfı öncülüğünde Türkiye Tiyatro

Vakfı ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılılık

iş birliğiyle hazırlanan “Kulis: Bir Tiyatro Belleği,

Hagop Ayvaz” sergisi, 1911-2006 yılları

arasında yaşamış İstanbullu tiyatro sanatçısı ve yayıncı Hagop

Ayvaz’ın kişisel çabalarıyla oluşturduğu tiyatro arşivinden

yola çıkarak; toplumsal bellek, kimlik ve mekân bağlamında

Türkiye’nin tiyatro tarihine odaklanıyor.

Türkiye’nin tiyatro geçmişine yeniden bakın

Ayvaz’ın arşivindeki fotoğraflar, afişler, dergiler, oyun

metinleri içeren kitaplar ve defterlerden bir seçki sunan

“Kulis: Bir Tiyatro Belleği, Hagop Ayvaz”, üç ana bölümden

oluşuyor. İlk bölüm, tiyatro tutkusu ilk gençlik yıllarına

dayanan Hagop Ayvaz’ın figüranlıktan yönetmenliğe,

köşe yazarlığından yayıncılığa uzanan yaşamı paralelinde,

İstanbul’da Ermenice tiyatro üretimi ve etkinliklerini

mercek altına alıyor. İkinci bölümde, Ayvaz’ın 1946-1996

arasında kesintisiz olarak yayımladığı Kulis Dergisi’nin

Türkiye sınırlarını aşan etkileri, dönemin sanat ve siyaset

gündemi ekseninde, bir zaman çizelgesi eşliğinde ele

alınıyor. Son bölüm ise, Osmanlı ve Türkiye tiyatro tarihinde

mihenk taşı olmuş sanatçılar, topluluklar, oyunlar

ve mekânlara odaklanıyor ve ziyaretçiyi bunlar arasındaki

bağlantıları keşfederek, Türkiye’nin tiyatro geçmişine yeniden

bakmaya davet ediyor.

Yapı Kredi Yayınları tarafından aynı adla İngilizce-Türkçe

kataloğu da hazırlanan sergi, Hagop Ayvaz’ın bir anlamda

“kulis”ine davet niteliğinde olmanın yanı sıra Türkiye’nin

tiyatro tarihini çoğulcu bir perspektifle incelemek için imkânlar

sunuyor. Kültür ve sanatın toplumların bir arada

yaşama kültürlerindeki yerini ve önemini, inançla kurulan,

emek, özveri ve dayanışmayla varolan “kulis”lerini hatırlamayı

öneriyor. Sergi, 21 Şubat 2021 tarihine kadar Yapı

Kredi Kültür Sanat’ta ziyaret edilebilir.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


16

SERGİLER

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Selma Gürbüz, “Dünya Diye

Bir Yer” ile İstanbul Modern’de

İstanbul Modern, Selma Gürbüz‘ün zamandan ve mekândan bağımsız;

masallar, mitler, söylencelerle örülü, incelikle işlenmiş

yapıtlarını Türkiye’de bir müze çatısı altında ilk defa 5 Kasım’da izleyiciyle

buluşturdu. “Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” adlı sergi,

sanatçının 35 yıllık sanat pratiğini ve kendine özgü imge dünyasını

görünür kılıyor.

Sergi, sanatçının ilk kez gerçekleştirdiği dijital çalışmaları da dahil

olmak üzere daha önce sergilenmemiş yapıtlarını odağına alıyor.

Gürbüz’ün resim, yerleştirme, desen, video ve heykel gibi farklı ifade

araçlarıyla ortaya koyduğu 100den fazla yapıt sergide yer alıyor.

“Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” sergisi, 31 Mart 2021 tarihine

kadar İstanbul Modern’de görülebilir.

Sanatçılar maskeyi farklı

açılardan sorguluyor

Baksı Müzesi, 20 sanatçı ve tasarımcının “maske” yorumlarını

bir araya getiren “Maske/Çağrışımlar” sergisine ev sahipliği

yapıyor. Sergiye katılan sanatçı ve tasarımcılar; fotoğraftan performansa,

kefen bezinden Lego’ya, tuvalden mobilyaya, bireyin yabancılaşmasından

sistem karşısındaki açmazlarına, sayısız nesne,

malzeme ve düşünce etrafında maskeyi farklı açılardan sorguluyor.

Beklenmedik bir biçimde günlük yaşantımızı kontrol altına alan,

hayatımızın merkezine taşınan maskeler, bu kez sanatçı ve tasarımcıların

yorumlarına konu ediliyor, yarattığı farklı çağrışımlarla

ele alınıyor. “Maske/Çağrışımlar” sergisi, 15 Mayıs 2021 tarihine

kadar hem Baksı Müzesi’nin çatısı altında hem de Baksı Müzesi’nin

web sitesinde ziyaret edilebilecek.

Mutlak doğru ve

güzel olmadan bir dünya

nasıl mümkün

olur?

Mixer, Hilal Polat’ın kendi kurgusal mitolojisinden

hareketle hikâyeleştirdiği ve

deneyimsel bir mekâna dönüştürdüğü “Arzu

Kadar Kadim” başlıklı sergiyi sanatseverlerle

buluşturdu. Sergi, sanatçının farklı alanlardaki

pratik ve deneyimlerini hayal gücü ile

birleştirdiği ve kendi düşünsel meseleleri ekseninde

yorumlayarak sanatsal pratiği ile bütünleştirdiği

bir yapıyı izleyiciye sunuyor.

Doğanın ve insanın varoluşsal durumunun

belirli normlara indirgenen anlamlarına karşı

güçlü bir başkaldırı niteliğindeki sergi, temsiller

aracılığıyla izleyicinin şu soruyu sormasını

amaçlıyor: Mutlak doğru ve güzel olmadan

bir dünya nasıl mümkün olur? Hilal Polat’ın

Mixer galeri alanını bir anlatı mekânına dönüştürdüğü

sergisi, 6 Şubat 2021 tarihine kadar

12.00-18.00 saatleri arasında görülebilir.


17

SERGİLER

Korunma

ihtiyacından doğan

bir sır; “Laki”

Martch Art Project, Alp Sime’nin yedinci kişisel sergisi

Laki’ye ev sahipliği yapıyor. Sergi; gizlilik politikası,

utanç ve travma, bastırmak ve bastırılmak gibi kavramlara

odaklanıyor.

‘Laki’ kelimesi, kökeni 17. yüzyıla kadar uzanan, korunma

ihtiyacından doğan ve sır bir dil olan Lubunca ailesinden

geliyor. Sanatçı, dilin kullanım amacından yola çıkarak,

“Laki”nin anlamının da “sır” olarak kalmasını istiyor. 1 Aralık’ta

açılan, Alp Sime’nin çoğunlukla son dönem üretimlerini

kapsayan “Laki” sergisi, 16 Ocak 2021 tarihine kadar

Martch Art Project’te izlenebilir.

Bir yok-oluş deneyimi;

“Metanoia”

Labirent Sanat, “Metanoia” isimli grup sergisini izleyici

karşısına çıkarıyor. Aslıhan Kaplan Bayrak, Nermin Ülker

ve Serdar Oruç’un eserlerinin yer aldığı sergi, Labirent Sanat’ın

Tepebaşı’ndaki yeni mekânında ziyaretçilerini ağırlıyor.

Jung’a göre metanoia, ruhun (psyche) dayanılmaz bir çatışmadan

sonra kendini eritmesi ve daha uyumlayıcı (adaptive)

bir formda yeniden şekillendirmesi, kendini yeniden

doğurmasıdır. Bu bakış açısı pandemi süreciyle değerlendirildiğinde,

Covid-19 salgını sebebiyle yaşanılan kapanma

süreci geriye dönüp bakma, bireysel yönelimlerin, yatırım

ve tüketim alışkanlıkların, yaşam tarzının, arzuların, tutkuların,

doğaya verilen tahribatın, başkalarına karşı tutumların

sorgulandığı ve bilinç değişikliği için bir fırsat olarak görülebilir.

Böylesi bir tıkanma anında Jung, odak noktamızı

kayba açık dış dünya yerine iç dünyamıza yönlendirmenin

daha doğru bir yöntem olduğunu vurgular. Yeniden doğuşu

hatırlatan “Metanoia” sergisi; Aslıhan Kaplan Bayrak,

Nermin Ülker ve Serdar Oruç’un son dönem yapıtlarını,

üretimlerine yön veren kendilik pratikleri üzerinden izlemenize

olanak tanıyor. Sergi, 16 Ocak 2021 tarihine kadar

Labirent Sanat’ta görülebilir.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


18

SERGİLER

MAJİ Art Gallery’den ‘Katmanlar’

MAJİ Art Gallery, pandemi döneminin beraberinde

getirdiği hassasiyetlere uyarak ve bu sürece

sanatla nefes aldırmak üzere tüm sanatseverleri

bir serüvene davet ediyor. Gülveli Kaya’nın MAJİ

Art Gallery’de açılan “Katmanlar” sergisi, sanatçının

kariyerindeki üretimleri içinde bir taç noktasının

alarmını veriyor.

Katmanlı dokular, renk ve boya yoğunlukları, devinimin

gücünün sezildiği yüzeyler ve bunların

yanında muğlak yüzlerin içe işleyen net bakışları...

Tüm bu çoğulcu yapının içinde uzaktan uzağa izlenen

ve izleyen yüzler… Gülveli Kaya’nın sanatsal

pratiği içinde figürler ve boya arasındaki çok boyutlu

plastik yaklaşımı, tuval

yüzeyinde bir doku ihtişamı

içinde izleniyor. Kare ya da

yuvarlak formlarda sergide

izlenen tuvaller bir başlangıç

sunarak, yeni bir yolun izlerinin

de sinyalini verirken,

Kaya’nın tüm sanatçılık kariyeri

boyunca ürettiği yapıtların

izleri, bu son serisinde

de ince yaklaşımlarla dikkatli

izleyiciye sunuluyor. Sergi,

30 Ocak 2021 tarihine kadar

izlenebilecek.

LeadersCXO Kurucu Başkanı Cenk Dağcı, MAJİ Art Gallery Sahibi Gaye Donay, Sanatçı Gülveli Kaya,

Stone Yönetim Kurulu Başkanı Zuhal Mansfield, Askon Antalya Başkanı Cahit Urfan.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Reha ve Perincan Yalnızcık’tan

“VAROLUŞA SAYGI”

Doğaya, insana ve sanata karşı örnek bir duruş

sergileyen baba-kız ressamlarımızdan Reha ve

Perincan Yalnızcık, “Varoluşa Saygı” adını verdikleri

yeni sergileriyle pek de iyi geçirmediğimiz 2020 yılına

gönderme yaptılar. Reha Yalnızcık’ın son dönem

çalışmalarından oluşan eserleri ile kızı Perincan Yalnızcık’ın

eserleri, aynı çatı altına sergilendi. Sergiye,

Kızıltoprak Fular’t Sanat Evi ev sahipliği yaptı.

Kırk yıl önce açtığı ilk sergisinden günümüze çalışmalarının

çoğunda mesajlar gönderen Reha Yalnızcık’ın,

son dönem eserlerinden oluşan doğa yorumlarında

da zaman zaman ironik göndermeler yer

alıyor. Perincan Yalnızcık ise bir seride farklılıkları

tek çatı altında toplarken, bir başka seride aynı çatı

altına sıkışmak zorunda kalan kültür-süzlükten

bahsediyor. Baba-kızın en önemli ortak özelliklerinden

biri, yaptıkları işleri ibadet eder gibi saygı içinde

üretmeleri.


Yazar

Ressam Işıl Savaşer

Sürrealizm:

Gerçeküstücülük

19

SANAT AKIMLARI

Herlequin Karnavalı - Joan Miro (1925)

Andre Masson (1938)

Gerçeküstücülük, Avrupa’da 1920’li yıllarda Dada’nın

etkilerinden doğan bir akımdır. 1924’te

Andre Breton’un Gerçeküstücülük Manifestosu’nun

yayımlanması ile başlamıştır. Gerçeküstücülük

de Dada gibi sanatın geleneksel biçimlerine ve burjuva

değer yargılarına karşı olup, politiktir. Gerçeküstücü

sanatçılar, psikanalizden derin etkilenmiş, kültürü bilinçli

akıl ve mantıktan özgürleştirip, bilinçdışı zihnin dünyasına

varmayı hedeflemişlerdir.

Sürrealist sanatçıların rüyalara, bilinçaltına, aklın ve görünen

gerçekliğin ötesine giden arayışları, ahlak olarak iflas ettiğini

düşündükleri toplumsal ve kültürel yapıyı aşabilme çabasıdır.

Sanatçılar, toplumsal başkaldırıları sanatsal zeminin ötesine

taşımak istemişler ve bu isyanlarını rüyalarının bilinçaltının

derinliklerinde aramışlardır. Freud’un “Rüyaların Yorumu”

(1900) ve “Gündelik Hayatın Psikopatolojisi” (1901) gibi ünlü

eserleri, sanatçılar arasında ilgi uyandırmıştır.

Belleğin Azmi - Salvador Dali (1931)

Gerçeküstücü sanatçılar için bilincin ötesine uzanmak,

kaygıların gerçek kaynağına inmek, sanatsal yaratımın bir

uzantısı olmuştur. Sigmund Freud, nevrozların bilinçten

bilinçdışına baskılanan istekler ve anılardan kaynaklandığını,

rüya analizi ve serbest çağrışım gibi tekniklerin bunları

serbest bırakabileceğini vurgulamıştır. Rüyalara yönelik ilgilerinin

görsellik kazanmasında gerçeküstücülerin Freud’a

yönelik ilgisi; ünlü ruhbilimcinin rüyalar, cinsellik ve bilinçaltı

konularındaki görüşlerinin popülerlik kazanmasında

etkili olmuştur.

Gerçeküstücü sanatçılar, resmin temelde ruhsal bir etkinlik

olduğunu savunmuşlardır. Pek çok gerçeküstücü sanatçı,

Freud’un tariflediği bilinçaltını eserlerinde görselleştirmişlerdir.

İnsanın uygarlık serüveninde aklın boyunduruğunu

sorgulayan Dada gibi gerçeküstücülük de sanatsal yaratımını

ruhsal otomatizmden almış ve doğal doğaçlamaya hedeflemiştir.

Düşsel olanla gerçeğin birbirine karışması durumu

söz konusudur.

Fransız Andre Masson, tuvallerine kum dökerek, İspanyol

sanatçı Juan Miro, içgüdüsel olarak parlak biyomorfik

formlar çalışmıştır. Ernst, Belçikalı Rene Magritte, İtalyan

sanatçı Giorgio de Chirico, fantezi ve gerçeklik arasındaki

eserlerinde baskılanan duygular ve anılar üzerinde yoğun

çalışmalar yapmışlardır. Salvador Dali, yapıtlarında alakasız

şeylerin bir arada durduğu nesnelerle halüsinasyon sahneleri

üretmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçeküstücülerden

Breton, Ernst ve Masson, New York’ta sanatsal

çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Amerika’da savaş sonrası etkili

olacak soyut dışavurumculuk ve pop sanat gibi akımlara

yönelen sanatçılar üzerinde de etkili olmuşlardır.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Kaynakça:

• Antmen A., 20.yy’da Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 2013, İst.

• Öndin N., Modern Sanat, Hayalperest Yayınevi, 2019, İst.

• Turani A., Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitabevi, 2013, İst.

• Phillips S., Modern Sanatı Anlamak, Yem Yayıncılık. İst.

• Eroğlu Ö., Modern Sanat. Tekhne Yayınları, 2014, İst.


20

Yazar

Ayşe Kaynarcalı

KENT MÜZESİ

Sunay Akın:

Oyuncaklar üretildiği

dönemlerin tanığıdır

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Yıllardır derin hayranlık duyduğum Türk şair,

araştırmacı-yazar, tiyatro oyuncusu ve müzeci

Sunay Akın’la tanışmamız yaklaşık üç yıl öncesine

dayanıyor. 1700’lü yıllardan günümüze

oyuncak tarihinin en gözde örneklerinin sergilendiği İstanbul

Oyuncak Müzesi’nde bir araya gelmiş ve “Sanatla Randevu”

projelerimizi paylaşmıştık.

Türkiye’de ilk Oyuncak Müzesi’ni kuran ve müzecilik anlamında

büyük değer yaratan üstad ile gerçekleştirdiğimiz

röportajda onu daha yakından tanıyıp, çalışkanlığı ve azmi

için bir kez daha hayran olacaksınız. Bu değerli sohbet için

sevgili Sunay Akın’a teşekkür ediyorum.

“Bir ülkenin geleceği, o ülkedeki politikacıların vaatlerinde

değil, çocukların hayallerindedir” diyor ve 23 Nisan

2005’te ailenizden kalan tarihi köşkten feragat ederek,

Türkiye’nin ilk Oyuncak Müzesi’ni hayata geçiriyorsunuz.

Müze kurma fikri nereden doğdu, nasıl başladı? Oyuncak

Müzesi’nin dünyadaki benzerlerinden farkı nedir?

Almanya’nın Nürnberg kentinde ziyaret etmiştim ilk oyuncak

müzesini. Oyuncak konulu bir kitap yazmaya karar ver-

dim ve yaklaşık beş yıl oyuncak-sanat ilişkisinde araştırmalar

yaptım. Bu arada oyuncak tarihini öğrendim, dünyadaki

diğer oyuncak müzelerini gezdim. Ve ortaya “Kırdığımız

Oyuncaklar” adlı kitabım çıktı.

Oyuncak müzelerini gezerken gıpta ettim, imrendim.

“Kıskandım” demiyorum, çünkü ben kıskanmam. Kıskançlık,

kendine güveni olmayan insanların işidir. Ama ben

imrenirim, gıpta ederim. Oyuncak müzelerini gezerken,

neden benim ülkem bu bilgi birikiminden, insanlık tarihinin

bu hafızasından yoksun diye hayıflandım. Sonunda bir

oyuncak müzesi kurmaya karar verdim. Sahne oyunlarım

dolu dolu geçiyor ve kitaplarım baskı üstüne baskı yapıyordu;

para kazanıyordum açıkçası. Tuttum, o paralarla her

kuruşu alın terimin hakkı olan sanatçı teliflerimle oyuncak

tarihinin en değerli örneklerini almaya başladım. Ne de olsa

hangi oyuncağın müze değeri taşıdığını, hangisinin taşımadığını

biliyordum.

2005 yılında kurduğum İstanbul Oyuncak Müzesi’ni benzerlerinden

farklı kılan, öncelikle sergilenen eserlerdir.

Bu konuda en özgün ve en değerli eserleri sunuyoruz


Gidip gördüğünüz ülkelerde en çok etkilendiğiniz

müzeler hangileri?

O kadar çok ki… Müzelerden dışarı çıkmam ben. Orada

yaşarım, kahvemi orada içer, kitabımı müzelerde okurum.

Antikacılar, sahaflar da en çok sevdiğim mekânlardır. Birini

söylemem gerekirse, Nürnberg Oyuncak Müzesi’nin adını

verebilirim. 1990’ların başında ziyaret etmiştim ilk kez.

O kadar çok etkilenmiştim ki, bir hafta sonra yeniden gitmiştim

Nürnberg’e. Oyuncağın, tarihi mimarinin, modanın,

sanayi devriminin, uzayın fethinin tarihidir. Hiçbir

müze, bir oyuncak müzesi kadar uygarlığın tarihini bir araya

getiremez. Çünkü oyuncak, üretildiği dönemin tanığıdır.

21

KENT MÜZESİ

ziyaretçilerimize. Sonra sergilenme biçimi... Sahne tasarım sanatçılarıyla

kurguladık müzeyi. Ayhan Doğan ile iki yıla yakın bir çalışmanın

sonunda doğdu. Bir şair ve bir sahne tasarım sanatçısının

hayallerini birleştirmesiyle oluşan bir sergi dili var müzenin,

bu özelliğiyle de bir farkındalık oluşturuyor.

Sayenizde pek çok müzemiz oldu. Oyuncak Müzesi dışında Masal

Müzesi (Kartal), Oyun Müzesi (Ataşehir) ve Okul Müzesi’nin

(Ataşehir Enstitü Koleji) kapılarını açtınız. Ayrıca Gaziantep’te,

Antalya’da ve Samsun’da Oyuncak Müzeleri ile Barış Manço

Müzesi’ni kurdunuz. Özel müzelerin kurulması ve yaşatılması,

oldukça emek isteyen bir süreç. Zorluklar yaşadınız mı?

Zorluklar elbette yaşadım ama şikâyetçi değilim. Özel müzecilik

konusunda ülkemde bir kar makinesi gibi yol açmaya çalıştığımı

biliyorum. Zorlukların ne olduğunu anlatmak istemiyorum; sorunları

çok iyi biliyor ve bilginin ışığıyla çözmeye, daha doğrusu çözüm

üretmeye çalışıyorum. Elinde ışık taşıyan, karanlığın üstüne yürüsün.

Çünkü karanlık dediğimiz yer, birileri ışığı oraya taşımadığı

için vardır.

“Müzeler toplumun hafızasıdır. Bunu anlayamayan bir ülke,

bilin ki Alzheimer olmuştur. Bu hastalığa yakalanan bir ülke,

nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilemez. Türkiye,

Alzheimer olma yolundadır’” diyorsunuz. Alzheimer

olmamamız için farklı müze projeleriniz var mı?

Çok var. Kültür politikası konusunda ülkemde ne yapılması gerektiğini

biliyorum. Hayvan sevgisi ve doğa korumacılığını içeren bir

müze kurmak için 10 yılı aşkın bir süredir çalışıyorum. Bir “Kedi Müzesi”

kazandırıyorum ülkeme. Masal, çizgi roman, oyun ve oyuncak

tarihindeki kediler, ilk kez bir müzenin çatısı altında buluşacak.

Müzenin içinde ayrıca bir müze daha olacak: “Nuh’un Gemisi Müzesi”

Sanat ve oyuncak konulu bir müze için de belge ve bilgi topluyorum.

Çocukların hayatında sanat, oyun ve oyuncak kültürüyle

nasıl bir yer edinmiş? Bu sorunun yanıtını hafızaya kaydedecek ve

benzeri olmayan bir müze olacak “Sanatın Oyuncakları Müzesi”.

Unutmadan bir de çevre duyarlılığı, ekoloji konusunda bir müze

üzerinde çalışıyorum. O da “Kardan Adam Müzesi” olacak. Dedim

ya, yüzlerce müze gezdim ben. Araştırmalarda, incelemelerde bulundum.

Sadece ülkem için değil, bu alanda dünyada eşsiz ve yeni

olabilecek müze içeriklerini düşünüyor ve hayata kazandırmak istiyorum.

Daha da çok müze hayalim var.

Birçok okulda, sivil toplum örgütlerinde ve hatta

hapistanelerde söyleşiler yapıyorsunuz. Dinleyicilerin

anlattıklarınıza yaklaşımı ve tepkisi nasıl oluyor?

Ne yazık ki bu tür davetlere zaman olarak yetişemiyorum.

Gitmek çok istiyorum ama 100 tane olsam, yine de pek

çoğunu geri çevirmek zorunda kalırım. Oysa hayır demeyi

hiç sevmem, gitmek isterim ama davetlerin çokluğu bunu

olanaksız kılıyor. Hapishanelerden gelen davetleri ayrı tutuyor

ve gerekirse davet ettikleri günde bir başka programım

varsa erteliyorum. Çünkü dedim ya, bilginin ışığını sanatın

gücüyle karanlığa taşımam beni çok mutlu ediyor. Sanırım

bu yoğunluk, dinleyicilerin anlattıklarıma tepkisini de somut

olarak ele veriyor.

Corona günlerinde hepimiz farklı dönüşümler,

farkındalıklar yaşadık. Sizdeki etkisini merak ediyoruz?

Dünyanın neresinde olursa olsun, kaybettiğimiz insanlar

için çok üzüldüm. Ve her zaman takdir ettiğim, değerini

bildiğim sağlık çalışanlarımıza hayran oldum. Onlara çok

şey borçluyuz. Hep derim; hayatın zenginliği hisse senetlerinde

değil, hissi senetlerdedir. Sanırım bu gerçek daha da

ışıldadı.

Pandemi sonrası yurt dışı kısıtları kalktığında

ilk gitmek istediğiniz yer neresi olacak?

Değil saatlerce, günlerce içinden çıkamayacağım müzeleri,

kitapçıları, antikacıları ve sahaflarıyla Paris…

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


22

Yazar

Mayda Saris

sarismayda@gmail.com

İlk portre

çalışmalarını başlatan

Manas Ailesi

Rupen Manas,

Sultan Abdülmecid,

1850, İsveç

Drottningholm

Şatosu.

Rupen Manas,

Sultan Abdülmecid’in

kızı Fatma Sultan,

Topkapı Sarayı Müzesi

Kütüphanesi.

Manas ailesinin üyeleri, yaklaşık iki yüzyıl boyunca kimi zaman

ressam kimi zaman da devlet memuru olarak Osmanlı

Sarayı’nda bulunmuşlardır.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Yüzyıllardan beri bu topraklarda üreten, yaratan

ve paylaşan Ermeni ressamların sanatında İstanbul

ve Anadolu’nun çok özel bir yeri olduğu

hemen fark edilir. Osmanlı İmparatorluğu’na

baktığımızda Ermenilerin müzik, resim, mimari, edebiyat

ve sanatın her dalında önemli isimler yetiştirdiğini görürüz.

Hristiyan olmaları nedeniyle İslam’ın resim yasağından etkilenmeyen

Ermeni ressamlar, kiliseler için betimledikleri

dinsel resimlerin yanı sıra çok sayıda saray, malikane süslediler

ve Osmanlı resim sanatında ilk portre çalışmalarını

gerçekleştirerek, tuval üzerine yağlıboya dönemini başlattılar.

Kökeni Kayseri ya da Kapadokya Ermenilerine dayanan

Osmanlı resim sanatında ilk portre çalışmaları, Manas ailesi

tarafından başlatılmıştır. Bu geniş sülalenin en eski üyesi

Parseh Manas, III. Ahmed’in (1703-1730) portrecisiydi.

Oğlu Rafael Manas (1710’lar-1780), İtalya’da eğitim gördükten

sonra İstanbul’a dönerek Sultan I. Mahmud (1730-

1754), III. Osman (1754-1757) ve III. Mustafa (1757-1773)

döneminde saray ressamlığı yapmıştır. Resimlerinde Batı,

özellikle de İtalyan etkisi belirgin olan Rafael Manas’ın fildişi

üzerine işlediği minyatürler gerçek şaheserlerdir. Rafael,

döneminin yeni arayışlarını yakından izlemiş, Osmanlı resim

sanatında tuval üzerine yağlıboya döneminin başlatıcısı

olmuştur.

Çoğunlukla tek kadın figürleri ya da anne-çocuk kompozisyonları

işleyen sanatçı, Osmanlı başkentinin günlük yaşamına

tanıklık etmiştir. Rafael’i, resimde Batılılaşma sürecini

başlatan sanatçı olarak anmak yanlış sayılmaz. ‘Anne

ve Çocuk’ adlı tablosunda annenin giysileri, I. Mahmud döneminin

kadın giyimini yansıtır. Genç kadının yüzündeki

mağrur ve sevecen ifade başarıyla yansıtılmıştır. Yarattığı


değerli sanat yapıtlarıyla büyük üne

kavuşan sanatçı, ad benzerliğinden

yola çıkılarak Rönesans’ın usta ressamının

adıyla, Rafaello diye anılmıştır.

Ölümünden sonra Rafael

Manas’ın atölyesine giden İtalyan

Abba Todori, sanatçının ‘Afrodit’,

‘Tepside Karpuz Sunan Kız’ adlı

tuvallerine hayran kalmıştır. Dört

resmi Topkapı Sarayı’nda yer alan

Rafael’in betimlediği dinsel içerikli

resimleri ise İstanbul’daki Ermeni

kiliselerini süslemektedir.

Osmanlı Sarayı’ndaki çalışmalarını

1900’lü yıllara dek aralıksız

sürdüren Manas ailesinin üyeleri,

ressamlıklarının yanı sıra aynı zamanda

diplomatlık görevlerini de

sürdürüyorlardı. Örneğin Zenop

Manas, bir dönem Osmanlı Devleti’nin

Viyana Konsolosluğu’nda

çevirmen sekreter olarak çalışmıştır.

Zenop Manas’ın bilinen tek

portresi, Avrupalı bir ressama aittir.

Bu portre, Atina’da özel bir koleksiyonda

yer almaktadır. Osmanlı

Devleti’nin Paris Konsolosluğu’nun

birinci sekreteri olan Sebuh Manas

(1816-1889), resim eğitimini İtalya’da tamamlamış, Abdülmecid

(1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde

saray ressamlığı yapmıştır. Sanatçı, birçok minyatüre

imza atmıştır.

Saray nakkaşlarından Maksut Manas, II.Mahmud (1808-

1839) döneminde resim eğitimi almak üzere Avrupa’ya

gönderilmiştir. Paris’te diplomatik görevini sürdürdüğü

yıllarda, Çırağan Sarayı’ndan Sebuh Manas’a ulaşan bir

mektupta (1854), Abdülmecid’in sanatçıdan duyduğu hoşnutluk

belirtilmiş, minyatür ve portreleri dikkate alınarak

onurlandırıldığı vurgulanmıştır. Manas ailesinin en ünlülerinden

biri de resim eğitimini İtalya’da alan Rupen Manas’tır.

(1810-1815 tarihleri arasında İstanbul’da doğup,

1875’ten sonra İstanbul’da öldüğü sanılmaktadır)

Rupen Manas, Sultan Abdülmecid dönemini saray ressamıydı.

Paris, Berlin ve Viyana konsoloslukları için birer

tasvir-i hümayun (padişah portresi) betimleyen Rupen Manas’ın

günümüze ulaşan en önemli minyatür örneği, Sultan

Abdülmecid’in 10 yaşındaki kızı Fatma Sultan’ı klasik saray

giysileri içinde betimlediği resimdir (1850). Bu çalışmanın,

kadın portresinin günah sayıldığı bir dönemde resmedilmiş

olması, yapıta ayrı bir anlam katmaktadır. Manas ailesinin

sanatçı üyelerinin yapıtları, İstanbul’daki çeşitli müzelerde

yer almaktadır. Ailenin köklü ressamlık geleneğinde tek istisna,

İtalya’da müzik eğitimi almış; ardından besteci, koro

şefi ve konservatuar hocalığı yapmış olan Edgar Manas’tır

(1875-1964).

23

KONUK YAZAR

Rafael Manas, Anne ve Çocuğu, 1746, özel koleksiyon.

Rafael Manas, Hamamda Anne Kız, özel koleksiyon.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Kaynak:

• MaydaSaris, “Başlangıcından GünümüzeErmeni Resim Sanatı, 2003, Agos Yayınları, İstanbul.”


24

Yazar

Nil Özer

MÜZE

“ Sanat bu kaotik dönemde

psikolojimize iyi geliyor”

Suna ve İnan Kıraç ile yollarınız nasıl kesişti?

Suna Kıraç’la 1999 yılında tanıştık. Kayınvalidem Bilge

Emeç, Suna Kıraç’ın Amerikan Kız Koleji’nden, 1950’lerden

dönem arkadaşıydı. Biz Mehveş’le flört etmeye başlayınca

Suna Kıraç, önce beni tanıyan çeşitli Koç yöneticileriyle görüşerek

nasıl bir insan olduğuma dair bilgi almış, daha sonra

da yüz yüze konuşarak beni tanımak istemişti. Kısa süre

içinde Suna Hanım’ın yalnızca arkadaşlarına değil, onların

çocuklarına ve hatta torunlarına bile sahip çıkacak kadar geniş

sorumluluk duygusuna sahip, son derece vefalı, sıradışı

bir insan olduğunu öğrenecektim.

2005 yılında açılan Pera Müzesi’nin sanata katkıları

saymakla bitmez. Müzede sergilenecek koleksiyonların

sanatseverlerle buluşmasını sağlamanın kriterleri nelerdir?

Öncelikli olarak, nitelik ve bütçe diyebilirim. Pera Müzesi

içerisinde pandemiden önce müzik dinletileri çok ilgi görüyordu.

Önümüzdeki günlerde yeniden ziyaretçilerle buluşacak mı?

Elbette, Covid-19 salgını biter bitmez Türk müziği, deneysel-elektronik

müzik ve klâsik müzik etkinliklerimize kaldığımız

yerden devam edeceğiz.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

2005 yılında sanatseverlere kapılarını açan, günümüze

kadar düzenlediği birbirinden ilgi çeken

etkinlikleriyle kültür ve sanat dünyasına farklı bir

soluk getiren Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi,

Covid-19 salgını sürecinde de etkinlik programlarına

devam ediyor. Geçtiğimiz 15 Eylül’de yaşamını yitiren Suna

Kıraç’ın ‘Ömründen Uzun İdeallerini’ gerçekleştirmeyi hedefleyen

Pera Müzesi’nin programını ve çalışmalarını, Suna

ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü

M. Özalp Birol, İstanbul Sanat Dergisi için anlattı.

Eğitim ve kültür-sanata yaptığı katkılarıyla

sanatseverlerin gönlünden hiç kopmayacak, 15 Eylül’de

kaybettiğimiz Suna Kıraç hanımefendiyi bir kez daha

saygıyla anıyorum. Bu büyük kayıp için duygularınızı

öğrenebilir miyim?

Suna Kıraç, kendisini tanıma ayrıcalığına erişen ya da yaşamına

dokunduğu hemen herkesin kişisel tarihinde derin

izler bırakmış özel, örnek ve değerli bir insandı. Aramızdan

fiziken ayrıldı ama ömründen uzun idealleriyle insanımızın

gönlünde yaşayacaktır.

Türkiye’de gerçekleşen sanat etkinliklerini, ilgiyi,

müze kültürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu alan, 2000’li yıllarda özel sanat müzelerinin açılmasıyla

ciddi bir ivme kazandı. İnsanımız, müzelere ve düzenledikleri

etkinliklere büyük ilgi göstermeye başladı. Ülkemize

birinci sınıf sanat eserleri gelmeye başladı. Devlet müze-


leri de sergileme olanaklarını ve yaklaşımlarını geliştirdi.

2000’lerin ilk yılları, özel müzecilik alanındaki girişimlerin

altın yıllarıydı. Geride bıraktığımız 20 yıllık dönemde Elgiz

Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Modern, Pera Müzesi,

Rezzan Has Müzesi, CerModern, Arkas Sanat Merkezi,

Erimtan Müzesi, Müze Evliyagil, Odunpazarı Modern

Müze, Meşher, Arter gibi müzelerin, sanat platformlarının

açılması ve bu girişimlerin geçtiğimiz 10 yıl içinde yavaş yavaş

İstanbul dışına yayılması, elbette önemli ve sevindiricidir.

Her ne kadar Covid-19 salgını bu ivmeyi yavaşlattıysa

da bu süreçte fiziksel erişim kısıtlanınca müzeler kamuyu

dijital çözümlerle kucaklamaya, daha sonra da melez çözümler

geliştirmeye başladı. Şu an böyle bir dönemdeyiz.

Dijital çözümlerin bu süreçte kazandığı önemin ve ağırlığın

salgın sonrasında da süreceği görüşündeyim.

Pera Müzesi’yle ilgili hayalleriniz nelerdi?

Bugüne kadar hepsini gerçekleştirebildiniz mi?

Burada benim hayallerimden ziyade Suna Kıraç’ın ‘Ömründen

Uzun İdealleri’ ve kurucularımızla birlikte koyduğumuz

vizyon önemlidir. Bu idealleri gerçekleştirebilmek için hep

birlikte hayal kurmak şart elbette. Pera Müzesi, Haziran

2005’te açıldı. 15 yılı geride bıraktı ve bugüne kadar gerçekleştirdiği

etkinliklerle dünyada tanınan, saygın ve ülkemizin

önde gelen sanat kurumlarından biri hâline geldi.

Bir taraftan vakıf koleksiyonlarını, diğer taraftan da dünya

sanatının Rembrandt, Picasso, Miro, Chagall, Goya, Frida

Kahlo, Diego Rivera, Fernando Botero, Alberto Giacometti,

Giorgio de Chirico gibi dev isimlerinin yapıtlarını ülkemiz

sanatseverleriyle buluşturan Pera Müzesi; sergileri, yayınları,

öğrenme programları, bilimsel sözlü etkinlikleri, film

gösterimleri, müzik programları gibi çalışmalarıyla çok yönlü

bir kültür-sanat platformu olarak kamuya hizmet veriyor

ve toplumun farklı kesimlerini kültür-sanat yoluyla bir araya

getirmeye devam ediyor.

Sanatta hangi dönem sizin ilginizi çekiyor?

Beni özellikle cezbeden dönem, geçmişi 65 bin yıla kadar

uzadığı söylenen, dolayısıyla Neadertal duvar resimlerini de

içeren eski mağara resimlerinin yapıldığı dönemler. Bu dönemlerde

yapılan, örneğin İspanya’daki La Pasiega ve Altamira

ya da Fransa’daki Lascaux ve Chauvet mağaralarındaki

resimler beni büyülüyor.

“Sanat ömrü uzatır” cümlesi pandemi döneminde

çok kıymetli oldu. Daha doğrusu kıymetini anladık.

Sizin için nasıl geçiyor bu dönem?

Sanat ömrü uzatır mı bilemiyorum ama sanatla insanın

iyi olma hâli arasındaki bağlantının bilimsel araştırmalara

dayanan bir bulgu olduğunu söyleyebilirim. Kültür-sanat

etkinlikleri, bu kaotik dönemde kırılan, yaralanan psikolojimizi

önemli ölçüde tedavi ediyor. Biz şanslıyız, işimiz gereği

bu iyileştirici alanın içindeyiz.

Pera Müzesi’nde yeni dijital etkinlikler olacak mı?

Elbette biz gerek Pera Müzesi gerekse İstanbul Araştırmaları

Enstitüsü olarak şanslıydık, salgın dönemine oldukça hazırlıklı

girdik. Kuruluşumuzdan bu yana çok önem verdiğimiz

dijital arşivimiz, web tabanlı çalışmalarımız, 2008 yılında

sosyal medya ve kamusal erişim programları için bir birim

oluşturmamız, 2012’de Google Arts & Culture’ın davetiyle

başladığımız iş birliği, 2019 yılında başlattığımız “Osman

Hamdi Bey’in Dünyasına Yolculuk” sanal gerçeklik deneyimi

ve son 10 yıldır çeşitli sergilerimizde kullandığımız ‘hologram’,

‘mapping’, ‘game’ ve ‘sanal gerçeklik’ uygulamaları, bizi

içinde bulunduğumuz bu zor dönemde güçlü ve avantajlı kıldı.

Dijital dünyanın dinamiklerini anlamaya ve kendimizi bu

alanda geliştirmeye devam ediyoruz, edeceğiz.

“Pera, müzeden daha çok bir platformdur” diyorsunuz.

Biraz açabilir misiniz? Özellikle Güzel Sanatlar’da

okuyan, mezun olan gençlere olanak sunuyor musunuz?

Açayım; Pera Müzesi birbirinden farklı sergileriyle, öğrenme,

film ve müzik programlarıyla, sözlü etkinlikleriyle birbirinden

farklı insan gruplarını bir araya getiren ve bu insanların

huzur içinde birbirleriyle diyalog kurabildiği, kendine

özgü duruşu olan nitelikli bir platform. Müze olarak, kültür

ve sanat eğitimi veren tüm kurumlara eşit yakınlıktayız.

Ayrıca açıldığımız tarihten günümüze, diğer sergilerimizin

yanında genç sanatçıları destekleyen sergi programlarını

hayata geçirdiğimizi, genç sanatçılara ve sanat eğitimi veren

kurumlara daima destek verdiğimizi ifade etmek isterim.

Bundan sonraki dönemde Pera Müzesi’nin hedefleri

neler? Özellikle neler yapmak istiyorsunuz?

Öncelikle Covid-19 salgını sürecinde etkinlik programlarımızdan

ve insan gücümüzden ödün vermeden yolumuza

devam etmek, daha sonra da ekonominin düzelmesine bağlı

olarak, kendi sorumluluk alanımızda Suna Kıraç’ın ‘Ömründen

Uzun İdeallerini’ gerçekleştirmeye devam etmek.

25

MÜZE

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


Yazar

Pınar Baltacı

26

HEYKEL

Bakır tellere elleriyle hayat veren heykeltıraş;

Zeynep Koçan

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Çağdaş heykel sanatçısı Zeynep Koçan’ın sanatı değil

ama ‘hayal etme gücü’ çocukluğundan geliyor.

Küçük bir çocukken geleceğine yön veren hayal

gücünü yıllar sonra dahi aynı heyecan ve sınırsızlıkla

eserlerine yansıtan sanatçı, çalışmalarında başta bakır,

tel ve çamur olmak üzere çeşitli malzemeler kullanıyor.

Kadir Has Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü

mezunu olan Zeynep Koçan, bugünlerde üretimlerini Florya’daki

atölyesinde sürdürüyor. Daha küçük yaşlarda evindeki

malzemeleri kullanarak kendi oyuncaklarını yapan

başarılı sanatçı, bugün hâlâ resim veya heykel yaparken iç

dünyasına döndüğünde çocukluğu ile karşılaştığını şu sözlerle

anlatıyor: “Üretimlerimi hayata geçirirken iç dünyama

döndüğümde zihnimde çocukluğumdan imgelerle karşılaştığımı

ve hatta o zamanki duygularımı yeniden yaşadığımı

hissediyorum. Hatta arada o duygularla kendimi yüzümde

çocukça bir gülümsemeyle yakaladığım anlar dahi oluyor.

Bugünkü sanatımın, çocukluğumdan gelen imge ve hayallerimin

somutlaşmış hâli olduğunu söyleyebilirim.”

“Duyguları anlamaya önem veriyorum”

Kadir Has Üniversitesi’nde aldığı akademik eğitimin ardından

animasyon ve tasarım yapmaya başlayan Koçan;

“Ürettiğim şeye dokunmak, boşluktaki varlığını ve mekâna

kattığı duyguyu hissetmek, geçmişten tanıdığım bir duyguydu.

Katıldığım tasarım yarışması ve Berlin Humbolt

Üniversitesi ile birlikte geliştirdiğimiz proje, beni heykel

sanatına daha çok yakınlaştırdı. Uygulamalı eğitimimi okuldan

sonra da devam ettirdim. Uluslararası alanda önemli

sanatçıların atölyelerinde eğitim ve sanat workshoplarına

katılmam, bana farklı disiplinler ve bakış açıları sağladı.

Evliliğimle eşimin desteği, sanatla olan ilişkimi önemli bir

noktaya taşımış oldu” diyerek, heykellerindeki ana temayı

şöyle özetliyor:


“Kendi duygularımı ve etkileşim içinde olduğum kişilerin duygularını

anlamaya önem veriyorum. Bu sebeple her başlangıç,

bir duygu durumu sonrası ortaya çıkıyor. Belki de üretmek

istememin altında yatan en belirgin sebep, tüm kadınların

tanıdığı bir duygu diyebilirim. Biz kadınlar sevincimizi, heyecanlarımızı

ve tüm duygularımızı coşkuyla dışa vurmaktan

çekindik çoğu zaman. Toplumun kadınların kimlikleri üzerinden

yarattığı rollerin temelinde algılarımız ve toplumsal

kodlamalar olduğu için... Bu yüzden de insanlık, son yüzyılda

teknoloji ve uygarlık adına çok yol katetmesine rağmen

kadın hâlen toplumda hakettiği yeri alamadı. Diğer taraftan

tüm adaletsizlik, açlık, savaş ve dünyada yaşanılan birçok sorunsal,

beni üretmeye ve üreterek varolan kadınlar olduğunu

görünür kılmaya yöneltti. Genel olarak dünyanın gidişatına

olumlu yönde katkısı olan kişiler; büyük bir devrimci, aktivist,

sporcu, müzisyen, kendi alanında yeni bir bakış açısı getiren,

farkındalık yaratan, inandığı değerler uğruna emek veren ve

üreten insanlar da üretmek adına beni heveslendiriyor.”

Çalışmaları ağırlıklı olarak bakır tel

heykellerden oluşuyor

Röportajımızdaki görsellerden de anlayacağınız üzere Koçan,

heykellerinde birden fazla malzeme ve teknik kullanıyor:

“Çok çeşitli malzemelerle çalışıyorum; çamur, polyester,

epoksi, bronz, alüminyum... Malzemeyi, yapacağım çalışmanın

duygusuyla uyumuna bakarak tercih ediyorum. Dünyada

bakır tel ile çalışan başka bir sanatçı daha bilmiyorum. Bakır

tel heykellerim, telleri pense ve tornavida gibi el aletleri ile

eğip bükerek yaptığım, ciddi bir el işçiliği ve sabrın ürünü. Bu

spontan çalışmada malzemenin davranışını tanımanız, esneme

ve denge unsurlarını da hesaba katmanız gerekiyor.

Dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyet

gösteren Madrid merkezli bir sanat

galerisi ile yakın zamanda kontrat

imzalayan sanatçı, bugünlerde

International Contemporary Art

Fair Lüxemburg 2021 için yoğun bir

çalışma içerisinde.

27

HEYKEL

“Sanat daha önce hiç görmemişiz gibi

görmemizi sağlar”

Zeynep Koçan, ellerinin sanatla buluştuğu anları ise adeta

yaşayarak anlatıyor: “Kafamda birçok imge belirip kayboluyor.

İmgeler, duygular, kavramlar aklımda belirirken, ellerim

malzemeyle buluştuğunda keyifle üretmeye başlıyorum.

Nereye varacağımı kendim de öngöremediğim birçok

deneme yanılmayla, bazen beyhude bir çaba içinde olduğumu

hissetsem de macera hep devam ediyor. Roden’in söylediği

gibi; ‘Deneyimden bilgece yararlanırsanız, hiçbir şey

zaman kaybı değildir.’ Tüm bu etkileşim içinde ortaya çıkan

her duygumu, hafızamda görünüp kaybolan tüm imgeleri

görünür kılmak adına elimdeki malzeme vasıtasıyla somutlaştırıyorum.

Aynı zamanda o anı eserimin her hücresine

sıkıştırıp, eserin hafızasını oluşturduğumu düşünüyorum.

Geçenlerde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu; ‘Sanat görmemizi

sağlar. Çok tanıdık bir şey dahi olsa, sanki daha

önce hiç görmemişiz gibi görmemizi.”

Hava ile malzemenin buluştuğu tel heykellerimde boşlukta

süzülme hissini yaratmaya çalışıyorum. Aslında bakır

tel heykellerimle elde ettiğim başarılarım da var. Berlin’de

2017’de ‘The Best Modern and Contemporary Artists’ sergisinde

3 bin 500 sanatçı arasından ‘Gelecek Vaat Eden 50

VIP Sanatçı’ arasına seçildim. Hatta 2016’da Palermo, İtalya’da

50 VIP sanatçı arasına girerek, Jose Van Roy Dali’nin

elinden ödülümü almıştım. Tel heykelin benzeri olamayan,

yenilikçi bir çalışma olması sebebiyle verildi bu ödüller.

2017’de İstanbul Contemporary Art’a yine bir bakır tel çalışmamla

katıldım. Avrupa’daki kadar olmasa da çok ilgi gördü

burada da. O zamandan beri aslında bakır tel heykellerimi

yapma tekniğimle ilgili çok yol kat ettiğimi eklemeliyim.

Başka yeni heykel malzeme ve tekniklerini uygulamaya devam

etsem de çalışmalarıma ağırlıklı bakır tel heykel üzerine

yoğunlaşarak devam edeceğim.”

“İstanbul’da sanat yapmak insana

bilgelik veriyor”

İstanbullu bir sanatçı olan Zeynep Koçan’a, sanatsal anlamda

bir hayli zengin olan şehrimizi soruyorum. Çalışmaları

için İstanbul’un farklı semtlerini gezme olağı bulan sanatçı,

tecrübelerinden yola çıkarak şu çıkarımlarda bulunuyor:

“İstanbul, büyüklüğü ve kozmopolitliği ile sanatın bu özelliklerine

hizmet edecek toplumsal ve bireysel ortam sunmakta

çok cömert. Çalışmalarım için farklı semtlerdeki sanayi

sitelerinde işinin erbabı ustalarla irtibatım oluyor. Bu

kozmopolit zenginliğe, sosyo-kültürel çerçevesi, duygu ve

algı dünyası ve hatta etnik ve tarihi altyapısına, bu kişilerle

temasım ve iş birliğim sırasında o kadar çok rastlıyorum

ki. Buna bir de İstanbul’un tarihi dokusunu da eklerseniz,

İstanbul’da sanat yapmanın insana bilgelik veren keyifli bir

tecrübe olduğunu söylemek istiyorum.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


28

Yazarlar

Pınar Baltacı & Nil Özer & Gürer Mut

KAPAK

Özgürlüğümüzün olmazsa olmazı

SANAT KARANTİNADA

Sanat dünyasının başarılı sanatçı ve küratörleri, pandemi

sürecini İstanbul Sanat Dergisi okuyucuları için anlattı.

Pandemi koşullarında yaşamaya başladığımız bugünler,

sanat üretimleri açısından da hayli önemli bir eşik...

21. yüzyılın ilk çeyreğini yıllar sonra kayıtlara

geçecek, tarih kitaplarında ‘yeni

normal’ düzen olarak tanımlanacak bir

süreçle karşıladık. İçerisinde olduğumuz

bu yeni dünya düzeni, yeryüzünü

yeniden tanımlamamızı ve bambaşka bir normali

kabul edip, yolumuza devam etmemizi emrediyor

adeta. ‘Yaşam’ evlerimizde temelleniyor, sokaklar

yasakların arasında birer soluklanma alanı olarak

çıkıyor karşımıza. Bir diğer soluklanma durağı ise

kuşkusuz ‘sanat’... Ruhumuzu beslemek, nefes almak,

düşünmek ve üretmek için belki de tek çıkış

yolu ‘sanat’…

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Daha önce deneyimlemediğimiz bu sürecin her alana

olduğu gibi sanata da rasyonel etkileri olduğu kaçınılmaz

bir son... Zor zamanların sığınağı olan sanat,

bu dönemlerde de ellerimizden tuttu adeta. O çok

sevdiğimiz oyunların dijital gösterimleri, filmler, diziler

kapalı kapılar ardındaki dünyamıza yeniden yaşamsal

fonsiyonlar katarken, sanatçılar üretmekten

hiç vazgeçmedi. Evlerin duvarları renklendi, tuvaller

salonlara taşındı, kameralar evin çeşitli noktalarına

konuşlandı; birçok sanat fuarı, müzayede ve sanat

etkinlikleri, dijital platformlarda gerçekleştirilmeye

devam etti. Ve evlerden hayata yepyeni bir kapı açıldı.

Pandemi koşullarının devam ettiği bugünlerde,

süreci sanatın baş aktörlerine sorduk.


29

KAPAK

Işıl Savaşer

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


30

KAPAK

Mehmet Babat

İKSV’den

‘Pandemi’ Raporu

İKSV Kültür Politikaları

Çalışmaları Direktörü

Özlem Ece Aydınlık.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Geçtiğimiz mart ayından bu yana süren karantina

koşullarını değerlendiren İKSV, kültür politikaları

çalışmaları kapsamında “Pandemi Sırasında Kültür

Sanatın Birleştirici Gücü ve Alanın İhtiyaçları” başlıklı bir

politika metni yayımladı. Koronavirüs salgını koşullarında

kültür sanatın toplumsal rolünü vurgulayan metinde, farklı

ülkelerde yaratıcı sektörleri destekleyen tedbirler özetleniyor,

Türkiye’de kültürel alanda kamu desteğine ilişkin mevcut

durum değerlendiriliyor ve öneriler sunuluyor. (12)

İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece

Aydınlık, raporla ilgili şunları söyledi: “Ülkelerin kültür

yönetimi modelleri uyarınca geliştirilen politikalar ve ekonomik

imkânlar doğrultusundaki destek paketleri, bir yandan

kültür sanat alanının güç kaybetmemesini sağlarken,

diğer yandan hayatını evinden sürdüren milyonlarca insana

şifa olacak yaratıcı programların farklı şekillerde devam

etmesine aracılık ediyor.

Türkiye’de de oldukça

kırılgan bir yapıya sahip

olan sanat dünyasının

geri dönülemez bir yara

almadan faaliyetlerine

devam edebilmesi için

kamu, sivil toplum ve

özel sektörün el ele vererek

geliştireceği, kapsamlı

ve uzun vadeli bir

destek modelinin hızla

hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Alana özgü ihtiyaçları

gözeten, odaklı ve tüm disiplinleri kapsayıcı bir destek

mekanizması oluşturulmasının, kültür sanatın sağaltıcı,

kapsayıcı ve dönüştürücü gücünü görünür kılmada ve geniş

kitlelere ulaştırmada büyük bir etkisi olacaktır.”


Ahmet Güneştekin (Ressam):

Sanata olan ilgi yükseldi

31

Türkiye’yi uluslararası alanlarda başarı

ile temsil eden sanatçı Ahmet

Güneştekin; “Yaşamak zorunda bırakıldığımız

Covid-19 salgını sürecinin

sanat adına olumlu tarafları da olduğunu

düşünenlerdenim” dedi. Sözlerini

“İnsanlar evlerine kapanmak

zorunda kaldıklarında, duvarlarının

sanat eserleriyle daha da anlamlı

olabileceğini düşündüler” diyerek

sürdüren Güneştekin, böylece sanata

olan ilgide yükselme, sanatçılar

tarafında ise üretmek için zaman ve

alan fırsatı da yaratılmış olduğu görüşünde.

“Umut yine yıkımın

başladığı yerden çıkıyor”

Batman’da kuracağı Çağdaş Sanatlar

Müzesi’nin vakıf çalışmalarını

tamamlayan Güneştekin, 29 Mayıs

2021 tarihinde Diyarbakır Keçiburcu’nda

açacağı serginin hazırlıklarını

pandemiye rağmen sürdüreceğini

belirterek şunları söyledi: “Yüzler,

renkler ve zaman değişiyor; tarihin

çöküntüsü, yıkımı olduğu yerde duruyor.

Ancak sözden, farklılıklardan

korkulmayan bir yaşam ve gelecek

için umut yine yıkımın başladığı

yerden çıkıyor, insandan…”

KAPAK

Beral Madra (Yazar – Küratör - Sanat Eleştirmeni):

Sanat alanındaki yaratıcılık, virüs

karşısındaki en dirençli alandır

Sanat eleştirmeni, yazar ve çağdaş sanat küratörü Beral

Madra, dergimize pandemi sürecine dair dikkat çekici açıklamalarda

bulundu. Bu süreçte insanlığın önüne “ölmek ve

yaşamak” şeklinde iki farklı seçeneğin sunulduğunu ifade

eden Madra; “Modernizmin en önemli aracı ütopyaydı. Ancak

ütopya, Hiroşima’dan itibaren yok olmuştu. 1980’lerden

başlayarak da heterotopya ve distopyaya dönüştü. İnsan,

20. yüzyıl felaketlerinden hiç ders almadı; şimdi büyük

bir karar aşamasında... Ya bu hiç de kısa sürmeyecek ve

büyük krizden bir ders çıkarıp, mevcut düzeni iyileştirmeye

yönelecek ya da yine akıllanmayacak ve bu virüs belasını

yaratan bütün koşullarla yaşamayı seçecek ve buna benzer

felaketlerle boğuşacak” şeklinde konuştu.

“Türkiye koşullarında sanatçı yalnızdır”

Kapitalist düzen içinde önemli bir alana sahip olan kültür ve

sanat sanayisinin şu anki koşullardan çok olumsuz etkilendiğinin

altını çizen Beral Madra, şu açıklamalarda bulundu:

“Geleneksel olarak kültür başkentleri olarak bilinen bütün

ülkelerin söz konusu kültür ve sanat kurumları-kamusal

veya özel- kapalı ya da kısıtlı programlarla açılabiliyor. Çevrimiçi

üretim ve etkinliklerle sürecin olumsuzluğu yumuşatılıyor.

Kültür ve sanat sanayisinin asıl üreticilerinin durumu

da buna koşut olarak etkileniyor ve etkilenecek. Burada

ülkelerin sistemleri arasında büyük farklar olduğunu belirtelim;

Viyana’nın batısında durum başka, doğusunda başka!

Türkiye koşullarında sanat ve kültür sistemi modernist

kalıntılardan henüz kurtulamadan ve post-modernizmin

‘her şey geçerli’

üretimini sürdürürken,

yeni

koşullarda çok

daha zor sorunlarla

karşılaşacak.

Kamusal yatırım

ve destek siyasal

çıkarlarla yönlendiriliyor;

özel yatırım

ve destek de

henüz Viyana’nın batısındaki koşullara ulaşmadı. Türkiye

siyaset alanı ve geniş kitlesi, ‘sanatçı’ kimdir ve ne yaparı

henüz günümüze özgü söylemler bağlamında anlamış değil.

Medyanın eğlence sistemindeki oyuncu ve yorumcuları

‘sanatçı’ olarak benimsiyor. Eğlence ve turizm sektörünü,

kültür sanayisinin başına yerleştiriyor. Türkiye koşullarında

‘sanatçı’ yalnızdır, dolayısıyla karantinadaki yalnızlığa

yabancı değildir. Biz yine de yaratıcılık her zaman koşulları

üretime dönüştürür diyerek umutlanalım.

Şimdi yaratıcı insanlara güvenme zamanı

Önerim, kültür ve sanat sanayisinin üretici kitlesi ve üretimi

topluma sunan uzman kitlesinin derhal mevcut örgütlerine

sahip çıkmaları ya da yeniden örgütlenmeleridir. Şimdi

yaratıcı insanlara güvenmek zamanı; yeni koşullar için onlar

yeni çözümler bulacak. Görsel sanat alanındaki yaratıcılık,

koronavirüs karşısındaki en dirençli alandır.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


32

KAPAK

Orhan Benli (Ressam):

Bu kaosta sanatçıya

kim sahip çıkacak?

“Doğallığına inanmadığım bu salgın, öncelikli olarak psikolojimi

etkiledi. Resmin olumsuz giden dolaşım süreci ister

istemez daha da kötüye giderek, üretimde sıkıntıların

yaşanmasına neden oldu. Belli yaş grubunun evde kalma

zorunluluğu, yürüyüş ve fiziksel aktiviteler yapamamam,

beni atölyeden uzak tuttu. Bu da sanat üretimimi olumsuz

etkiledi. Bu durum beni gerginleştirdi. Açıkçası, bundan 10

ay önce yetkililer gerekli tedbirleri alsaydı ve önlemleri sıkılaştırsaydı,

salgın bu derece tehlikeli bir noktaya evrilmeyecekti;

belki de bitme noktasına gelecekti. Türkiye’de birçok

müzisyen bu süreçte mağdur oldu, tiyatrolar kapanmak zorunda

kaldı.

leri de oldukça zor. Bu yozluk denizinde yüzenlere karşı

Mevlana’nın şu değerli sözünü hatırlatmak istiyorum; ya

olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!”

Sanat çevrelerinde ortaya koyduğu ürünle günlük, haftalık

yaşayan insanlar, kurumlar var. Bu unsurlara kim destek

verecek? Kültür ve Turizm Bakanlığı ne güne duruyor? Anlı

şanlı meslek kuruluşumuz olan Uluslararası Plâstik Sanatçılar

Derneği (UPSD) ne iş yapar? Bu kuruluşlar, sanatçıların

zor günlerinde onlara el uzattı mı, katkı sundu mu? Erk’i

elinde bulunduranların sanata ve sanatçıya sahip çıkacak

vizyonları olmadığı gibi buraya dair perspektif geliştirme-

Hülya Küpçüoğlu (Ressam - Sanat Eleştirmeni):

Sanatçılar üretmeye devam ediyor

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

“Salgın dönemi ile birlikte sanatçılar için zorlu bir süreç başladı.

Mesela resim yapan ya da atölyelerinde ders verip, para

kazanan sanatçıların öğrencileri, salgın sebebiyle gelemedi.

Galeriler kapandığı için resim de satamadılar. İlk şok atlatıldıktan

sonra online olarak düzenlenen sergiler ve müzayedeler,

salgın döneminde satışları hareketlendirdi. Pek çok

sanatçıya para kazandırdı. Kazandırdı ama fiyatları da düşürdü.

Sorulması gereken en önemli soru şu; bu satışlar ne

kadar sürer? İzleyip göreceğiz. Çünkü zaten Türkiye’de belli

sayıda sanatın alıcısı var.

Pandemi sürecinin etkileri devam ediyor. Hâlâ zor şartlarda

olan ve destek bekleyen sanatçılar var. Biliyorum ki bazı

arkadaşlarımız devletten destek alabilmek için başvurular

yapıyor ya da bazı özel kurumların desteklerinden faydalanmak

istiyor. Bu süreçte sanki sanat yapmak ikinci planda

kaldı gibi düşünülebilir ama etraftan gözlemlediğim kadarıyla

çoğu sanatçı, sanat üretmeye de devam ediyor. Sanat

yapmak elbette sanatçının işi ama belki her şey normalmiş

gibi davranmak, üretmek, salgının travmatik sonuçlarıyla

baş edebilme ve atlatılabilmesinde sanatçılara bir çıkış yolu

da sağlıyordur. Kim bilir?”


Seçil Erel (Ressam):

Yaşamın sonsuz olasılıklarına

daha fazla inanalım

“Tüm dünya adına sıradışı bir sene oldu. Çok şey öğrendik, değiştik.

Yaratıcı zekanın ve esnekliğin önemini, sanatın aslında

bir lüks olmadığını, kişisel gelişimle ne kadar paralel olduğunu

gözlemlediğim bir yıl oldu. Bu nedenle de kişisel çalışmalarıma

ek olarak, ekiplerle ve fayda sağlamak hedefiyle hareket

ettim. 2017’den beri Londra’da ev, atölye olarak yaşıyorum.

Bir masanın etrafında bir yığın proje geliştirip, aktif bir süreç

geçirdim. Ben zorlu koşullarda alternatif olasılıkları görmeye

çalışıp, değişime kolay adapte olabilen esnek birisiyim. Bu

sayede kendimi motive edip, hem kendime hem de etrafıma

nasıl fayda sağlayabilirim sorusuyla güne başlıyorum.

sini hayata geçirdim. Bu sene öğrendiğim en önemli şey,

yaşamın sonsuz olasılıklarına daha fazla inanmak, geleceği

koşulsuz kucaklamak, daha fazla kendim gibi olmak, her

koşulda güzel detaylara odaklamak ve daha fazla şükretmek

oldu. Bütün bunlar, karantina günlerinde bütünün bir parçası

olduğunu hissetmeme çok yardımcı oldu.”

33

KAPAK

İlk hafta itibariyle Londra ve İstanbul’daki tüm projelerim

iptal oldu. Maddi ve manevi olarak gerçekten zorlandığım

bir andı. Sekiz yaşında kızımla Londra’da tek başıma kaldığımda;

“Evim neresi, ben ne yapıyorum, ne yapmayı seviyorum

ve nasıl” gibi sorularla boğuşurken buldum kendimi.

Fakat bir noktadan sonra, bunu yeniden başlamak için bir

fırsata çevirmeliyim diye düşündüm. Kişisel çalışmalarım

hâlihazırda değişim geçiriyordu. İçsel yolculuğuma daha

fazla odaklanarak ürettiğim “Universal Fragments” seri-

Burcu Yılmaz (İllüstratör - Editör):

Evden çıkamamak ruhumu,

bedenimi, yaratıcılığımı hırpaladı

“Salgının beni en çok etkileyen kısmı, 14 Mart-1 Haziran

dönemiydi. Pek de iyi olmayan bir hâlde kapandığım evden,

intihar düşüncesiyle çıktım. Bu dönemi ailemle geçirdiğim

için Rilke’nin ‘Aile, kendini yok etmenin tepe noktasıdır’

düşüncesini hakkıyla anladım. Evden neredeyse hiç çıkmadığım

iki buçuk ayda yapabildiğim tek şey kitap okumak ve

yegâne eğlencem de okuduğum kitapların listesini yapmak

oldu. O listeye baktıkça kendimi işe yaramış hissederim belki

diye… Günlük dışında ne yazdım ne çizdim. İkinci aya

girerken yemek yemek bile manasız gelmeye başladı.

Evden çalışan birinin sokağa çıktığı anlar, her gün dışarıda

olanlara nazaran biraz daha önemlidir. Ve benim için o anlar,

bir anlamda Orta Çağ’ın karnaval günleri gibiydi. On yıldır

evden çalışsam da -ki bunun nedeni hareket özgürlüğümü

koruma çabamdı- evden çıkamamak, evden çıkmamak zorunda

olmak ruhumu, bedenimi, yaratıcılığımı hırpaladı.

Seyahat yasağının kalkmasıyla evden çıktım ve bir daha da

geri dönmedim. Kontrolü elden bırakmadım ama kendimi kilit

altında tutmuyorum artık ve neyse ki tekrar yaratabiliyor,

çalışıyorum -düzenli terapist seanslarının da bunda etkisi var

tabii. Bu dönemin geçmesini ölü numarası yaparak beklediğimi

biliyorum. Öte yandan, salgın geçtiğinde “Hayat işte asıl

o zaman başlayacak!”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


34

KAPAK

İpek Tuzcuoğlu (Oyuncu – Sunucu):

Yeni bir düzen, yeni bir

yaşam sistemi

“Pandemi sürecindeki gözlemim şu ki; maske takan, hijyene

dikkat eden, sosyal mesafeyi ciddiye alan, birbirlerinin hayatına

özen gösteren kişiler, oldukça vicdanlı ve merhametli

kişiler… Diğer önemli olan husus ise dünyanın doğal düzenini,

ritmini nasıl mahvettiysek, evlere kapandığımız süre

için de adeta doğa ve yaşayan tüm canlılar nefes aldı, arındı.

İnsanoğlu evlere hapsoldu, doğa kendine geldi.

Bu sürecin en başından itibaren çalıştım diyebilirim. En yoğun

dönemleri Ankara’da geçirdim. TRT 1’de ‘Sağlıklı Mutfak

isimli günlük bir program yaptım ve ara vermeden TV

dizisine başladım. Süreçte oldukça zorlandım tabii ki. Yeni

bir düzen, yeni bir yaşam sistemi… Maskeler, el temizliği,

sosyal mesafe benim için hâlâ üst düzeyde devam ediyor.

Gönüllü pandemi polisi gibi geziyorum açıkçası. Ne yazık ki

birçok kişinin hâlâ vurdumduymazlığı, lakaytlığı, akılsızlığı

devam etmekte… Zaten vaka artışlarından durumun bu düzeyde

ilerlediğini hep birlikte görüyoruz.”

Tilbe Saran (Oyuncu):

Online konserlere, tiyatrolara,

sinemalara gidin

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

“Bu dönem; başımı sokacak bir evim, sığınacak dostlarım,

okşayacak kedim ve köpeğim, nefes alacak bahçem ve evden

yapabileceğim işler olmasına şükürler ederek geçiyor.

Gencecik öğrencilerimi, harika meslektaşlarımı ve bizler

için gecesini gündüzüne katan sağlıkçıları düşünüp, umutsuz

olmaya hakkımız yok diyorum. Fırsat buldukça doğaya

çıkın, ağaçlara sarılın, denize bakın, bir sokak hayvanı evlat

edinin, bir çocuğu mutlu edin, saksıda zeytin yetiştirin,

kendinizi iyi hissettiğiniz

işlerle uğraşın. Size

iyi gelen dostlar ve aile

bireyleriyle uzaktan da

olsa buluşun ama yalnız

kalabileceğiniz zamanlar

da yaratın. Ertelediğiniz

meraklarınızı gerçekleştirmek

için çabalayın; online

konserlere, tiyatrolara,

sinemalara gidin. Yeni bir

dil öğrenin, hayal kurun...”


Süheyla Yengi (Şan Öğretmeni - Vokal Koçu):

Biz sanatla ilgilenenler daima

üretkenlik içindeyizdir

“Aslında karnındaki bebeğin cinsiyetini, gözlerini,

gülüşünü, hislerini merak eden bir anne gibi doğurgan

bir bekleyişteyim bu dönemde. Hoş, yalnız

böyle zamanlarda değil, biz sanatla ilgilenenler zaten

yığınlar arasında, kasırgalar ortasında veya en

gündelik telaşlar arasında bile ruhumuzun köklerinden

beslenen, daima tek başınalık ve üretkenlik içindeyizdir.

Kendimizi dinleyerek, başkaları ve kâinatı

duyarız. Dışarda söylenen ve görünen ne olursa olsun,

iç sesimizin fısıltılarına inanır ve onun şarkılarını

yazarız. O yüzden belki diğer zamanlara kıyasla

daha çok kendimle baş başa kalarak ama hep üreterek

ve bu sürecin insana, hayata dair doğuracağı

hisleri merakla bekleyerek kendimi, sesleri, tabiatı,

kâinatı dinledim. Umutluyum; çünkü her mahrum

kalış, ardından insana kıymet biliş getirir.”

35

KAPAK

Soner Arica (Müzisyen):

Uzayan süreyle beraber

sektörün sorunları da büyüdü

“Pandemi başlangıcında belki biraz şaşkındık

ve uzun sürmeyeceğini düşünüyorduk.

Bu sebepten kısmen kısa bir süre yaptıklarımı

ve yapacaklarımı gözlemleme, değerlendirme

zamanı olarak geçti benim için. Yeni

şarkılar yazdım, klip projeleri tasarladım ve

hatta “Piano & Live” adında bir proje albümü

bile yaptım. Teknoloji sayesinde hepimiz

evlerimizden çalışarak şarkıyı tamamlayabilecek

hâle geldik, fakat bu benim hiç mutlu

olmadığım bir çalışma şekli…

Uzayan süreyle ve de belirsizlikle sektörün

sıkıntıları da büyüdü ki şu anda üretim ve

icra etmek için gerekli konfor ve moral alanlarımız

ne yazık ki olması gerektiği gibi değil.

Hepimiz çok etkilendik. Özellikle kazançları

günlük performanslarının karşılığı olarak

gerçekleşen büyük bir kitle, çok ama çok

zor durumda... Online performans çareleri

aranıyor… Zorunlu olarak dijital konser ben

de yapacağım ama ruhum pek onaylamıyor.

Elbette bu süreç sonunda tamamlanacak ve

yüz yüze konserlerimizi yapabildiğimiz günler

geri gelecek.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02



37

AKTÜEL

Alternatif bir karantina düşüncesi

DISKO-19

Sanatı odağına alan tanışmalara ve buluşmalara

olanak sağlayan bir oluşum olan I ME CE’nin sanat

yönetiminde; sanatçılar Elçin Arpaçay, Merve

Heper ve Emine Sandal tarafından karantinanın

tüm kısıtlayıcı etkilerini yok edecek bir mizansen hayal edildi

ve ortaya “DISKO-19” çıktı.

Dansa kavuşmanın farklı bir yansıması

Üç sanatçının üç aylık çalışma sürecinde, dijital ortamda bir

araya getirilmesiyle illüstrasyon, kolaj, çizim gibi yöntemlerin

bir arada olduğu DISKO-19 çalışması, eylül ayındaki

sergiden sonra şimdi eşarp, şal, fular olarak sanatseverlerle

buluşuyor. DISKO-19, pandemi ve kısıtlamalar söz konusuyken

özlem duyduğumuz eğlence, buluşma, dans ve diskoya

kavuşmanın farklı bir yansıması.

I ME CE hakkında

Kendini “bir olay ve bir deney” olarak tanımlayan I ME

CE, Esra Önel ve Mina Gürsel Tabanlıoğlu’nun yürüttüğü

bir sanat oluşumu. 2019’da “I ME CE 1.0.” adlı 40 kişilik

disiplinlerarası bir grup sergisiyle hayata geçen oluşum; üretim

sürecinde gözlem, sürdürülebilirlik ve bir aradalığı öne

çıkarmayı amaçlıyor. Ayrıca, atölye ve sergi etkinliklerinde

atıl alanları değerlendirmeyi şart koşarken, sanatın her

alanda demokratikleşmesini görev ediniyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


38

ÖZEL RÖPORTAJ

Röportaj

Ebru Özgüz Çelik

Çeviri

Gürer Mut

Doğu ile Batı’yı sentezleyen resimleriyle

WENDY YEO

Hong Kong asıllı İngiliz ressam, İstanbul Sanat

Dergisi’nin konuğu oldu. Birçok kez ziyaret

ettiği İstanbul’da resimlerini de sergileme

imkânı bulan Yeo, sanatının yanısıra ülkemize

dair izlenimlerini sınırlar aşan sohbetimizde İstanbullu

sanatseverlerle paylaştı.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Wendy Yeo

kimdir, sanat ve sanatçı olma yolculuğunuz nasıl başladı?

Hong Konglu bir sanatçıyım. 18 yaşında Londra’da University

College’e bağlı Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim

almak için İngiltere’ye yerleştim. Okuduğum dönemde

birçok yarışmadan ödüller kazandım ve lisansüstü eğitimimi

yine Londra’da tamamladım. İngiltere Sanat Konseyi

Ödülü’nü kazanarak, Paris’teki Atelier 17 stüdyosunda

eğitim aldım. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde, ABD ve Hong

Kong’da kişisel sergilerim oldu. Birçok karma sergiye katıldım.

Eserlerimin bir kısmı, müzeler ve üniversiteler dahil

olmak üzere çeşitli koleksiyonlarda yer alıyor.

Kendi kültürünüzü ve sanatınızı Batılı resim anlayışıyla

birleştiriyorsunuz. Sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz,

çalışmalarınızın felsefesi nedir?

Hong Kong’da gençlik dönemimde bana Çin resim fırçalarıyla

emici kâğıtlara mürekkep ve suluboya kullanılarak

yapılan Çin geleneksel resim sanatını ve kaligrafiyi öğreten

öğretmenlerim oldu. Çin’in geleneksel sanat formlarını o

dönem öğrendim. Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim

gördüğüm dönemde ise Batı sanatını ve tekniklerini öğrendim.

Resimlerimde hızlı fırça darbeleriyle ve yüzeyde büyük

boşluklar bırakılarak yapılan Doğu sanatıyla, Batı sanatının

bireysel ifade tarzını birleştiriyorum.

Çalışmalarınızda nelerden ilham aldığınızı

öğrenebilir miyiz?

Fırsat buldukça hem yurt içinde hem de yurt dışında zaman

geçiriyor ve günün her saati eskizler yapıyorum. Yılın birkaç

ayını Wales’te geçiriyorum. Doğa, benim temel ilham kaynağım.

Doğanın bize sunduğu sınırsız renkler ve yansımalar,

resimlerinin ana kaynağı.

Eserlerinizi dünya çapında hangi koleksiyonlarda

görebiliriz?

Çeşitli müzelerde ve devlet koleksiyonlarında çalışmalarım

bulunuyor. University College London Sanat Müzesi, Ashmolean

Müzesi (Oxford), Wolfson College (Oxford), Hong

Kong Sanat Müzesi, Hong Kong Üniversitesi Müzesi ve Sa-


39

ÖZEL RÖPORTAJ

mevsimler ve gece-gündüz üzerine çalışıyorum; doğadaki

hareket ve döngülerle ilgileniyorum. Deniz kenarında

olan ve denizle bütünleşen şehirler gerçekten çok ilgimi

çekiyor. Örneğin; Londra, New York, İstanbul ve Hong

Kong’un suyun üzerindeki yansımaları beni büyülüyor.

nat Galerisi ve Güney Kore’deki Yu Kyung Sanat Müzesi’nde (Geoje)

çeşitli çalışmalarım bulunuyor. Bunun haricinde İngiltere, ABD,

Hong Kong ve Pekin’deki diğer çeşitli devlet koleksiyonlarında çalışmalarım

sergileniyor.

Birkaç kez Türkiye’ye geldiğinizi ve sergiler açtığınızı biliyoruz.

Türkiye’de size en çok ne ilham verdi?

Türkiye’yi birkaç kez ziyaret ettim. Gerek kırsal kesimlerini gerekse

büyük şehirlerini, özellikle İstanbul’u dolaşma fırsatı yakaladım.

Türkiye’nin çok güzel bir ülke olduğunu düşünüyorum.

Geleneksel mimarisi ve camileriyle gerçekten ilham verici bir yer.

İnsanlarını çok cana yakın ve yardımsever buldum. Çalışmalarımı

Teksin Sanat Galerisi’nde sergilemekten ise çok keyif aldığımı

söyleyebilirim. Şu an çalışmalarımda şelaleler, dalgalar, gelgitler,

Türk ressamların eserlerini üzerine neler söylemek

istersiniz? Türkiye’deki resim sanatını nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Türk sanatçıların çalışmalarını incelemekten gerçekten

zevk alıyorum. Eserlerinde birçok soyut unsuru bir araya

getiriyor ve yeniliğe yer veriyorlar ki bu da çok hoşuma gidiyor.

İstanbul’da sergiler düzenlemek ve beni kabul ettiklerini

hissetmek mutluluk vericiydi.

Dünya çapında deneyimli bir sanatçı olarak,

genç sanatçılara neler önerirsiniz?

Genç sanatçılara doğayı ve şehrin görsel dokusunu özümsemelerini,

belleklerinde canlandırmalarını ve hızlıca eskizlerini

çıkartmalarını öneriyorum. Özellikle genç sanatçıların

fırsat ve imkân buldukça seyahat etmeleri gerekir. Dünyanın

pek çok köşesindeki dağların, göllerin ve kentlerin kendine

has renkleri olduğunu ve tüm bu renklerin çok ilham

verici olduğunu söyleyebilirim. Bence en önemli şey, genç

bir sanatçının kendi tarzını geliştirmesi, özgün olması...

Elbette bunu yaparken sıklıkla sergileri, sanat müzelerini

ziyaret etmeleri ve büyük sanatçıların çalışmalarını incelemeleri

oldukça önemlidir.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


40

Yazar

Pınar Baltacı

SANAT GALERİSİ

Ülkemizdeki en uzun soluklu

sanat galerisinin yaratıcısı;

Yahşi Baraz

Aklımda Amerika’daki deneyimlerimi burada da hayata

geçirmek vardı, ancak ne yazık ki karşılaştığım manzara

düşündüğüm gibi değildi. Çünkü bir kere toplum hazır

değildi. Belli bir birikimle dönmüştüm ama topluma mâl

edemedim. Mesela en basitinden, sanat çevrelerinde avangart

sanata hazır olmama durumunu gördüm. Çeşitli sanat

akımlarını inceleme fırsatı bulmuştum, ancak ülkemde sadece

oryantalist ve klasik resim sanatı meraklısı bir grupla

karşılaşmıştım.”

“Çağdaş ve modern sanatı destekledik”

Yeni, çağdaş ve güncel sanatın tanıtılma ve satılma sürecinin

1985 yıllarından sonra olduğunu ifade eden Yahşi

Baraz, sözlerini şöyle sürdürüyor: “1990’lı yıllardan önce

de üreten sanatçılar vardı, fakat satış yapamıyorlardı. Zeki

Faik İzer, Sabri Berkel, Nejad Devrim, Erol Akyavaş, Burhan

Doğançay, Adnan Çoker, Fahrelnisa Zeid, Ömer Uluç gibi

isimler, o dönem çağdaş sanat alanında üretim yapan örnek

sanatçılardan. Bu isimlerin eserleri, ne yazık ki ölümlerinin

ardından değer buldu. Düşünün, o dönemler Batıdaki her

ekolün bir alıcısı vardı, ancak bizde daha yerleşmiş bir sanat

anlayışı hâkimdi. Ben gelir gelmez güncel, modern ve

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Türkiye’nin en uzun soluklu sanat galerisini

1970’li yıllarda hayata geçiren ve her daim

Türkiye’de çağdaş sanat alanında yenilikleri

destekleten Yahşi Baraz ile Şişli’deki galerisinde

buluştuk. Ailesinden kendisine kalan 100 yıllık Baraz

Apartmanı’nı uzun yıllardır galeri olarak kullanan Yahşi Baraz

ile sanatın ülkemizdeki son 50 yılını konuştuk.

Yahşi Baraz Sanat Galerisi öncesinde İstanbul’da irili ufaklı

galerilerin açıldığı biliniyor; ancak en uzun soluklusu,

henüz 20’li yaşlarında Amerika’daki sanatı deneyimleme

imkânı bulan Yahşi Baraz’a ait. Türkiye’ye döndüğünde oryantalist

ve klasik resim sanatı meraklılarıyla karşı karşıya

kalan Baraz, Amerika’daki deneyimlerini ve Türkiye’de karşılaştığı

manzarayı şöyle anlatıyor:

“Amerika ve Türkiye’de iki farklı kültür vardı o dönemler.

Esasında çok da normal bu farklılık... Biri Ortadoğu ülkesi,

diğeri dünyanın en gelişmiş ülkelerden bir tanesi... Oraya

ilk gittiğimde büyük bir kültür şoku yaşadım. Sayısız müze,

galeriler, dünya çapında koleksiyoncular... Avrupa’dan toplanmış

çok özel eserler de Amerika’da sergileniyordu. Hepsi

halkın görüşüne sunuluyor, binlerce insan bu alanları

ziyaret ediyordu. Türkiye’ye döner dönmez galeriyi açtım.


çağdaş sanatçıları desteklemeye ve onlarla bir pazar oluşturmaya

başladım. Aydın Cumalı, Ertan Mescen, Rabia Çapan

ve ben, bu doğrultuda galericilik anlayışını benimsedik.”

“Türkiye’de galericilik ve koleksiyonculukta

büyük değişimler olmadı”

Ülkemizde galericilik ve koleksiyonculuğun gelişimini yorumlayan

Yahşi Baraz’a göre; “Her ülkenin tüm şehirlerinde

müzeler, kültür merkezleri ve entelektüel grubu vardır.

Bizde sermayede sanat anlamında homojen bir dağıtım yapılamadı.

Sanatsal mekânlar Ankara, İstanbul ve İzmir gibi

şehirlerde toplandı sadece. Ama en çok İstanbul tabii ki...

Geçen yıllarda ne yazık ki galeriler açılmadı ve büyük kültür

yatırımları yapılmadı.”

41

SANAT GALERİSİ

“Bizde müze var ama eser alınmıyor”

“Peki ya koleksiyonculuk süreci nasıl gelişti?” diye soruyorum:

“Koleksiyonculuk esasında sanatı tetikleyen bir kavram.

Sanat üretilir ve bu ödüllendirilir. Bizim öncelikle netleştirmemiz

gereken başka bir konu var. Türkiye kapitalist

bir toplum mu, yoksa sosyalist mi? Sosyalist toplumlarda

sanatçılar devlet desteği görür. Devlet atölye verir, maaş

verir, kitaplarını basar. Kapitalist toplumlarda da müzeler

açılır ve o müzeler en büyük alıcı olur. Bizde müze var ama

eser alınmıyor. Büyük bir handikap... Geçen zamanda son

yıllarda da ne yazık ki tüm çabalarımıza rağmen bu alanlarda

çok büyük gelişmeler olmadı.

İş insanları ve sanatçılar arasında

köprü görevi gördüm

Ben galericilik süresince sanatçılar ve iş insanları arasında

bir köprü vazifesi gördüm. 1970 yıllardan itibaren iş insanlarına

sanat aşkı aşılamaya başladım. Böylelikle sanat

koleksiyoncuları oluşturdum ve bayraktarlık yaptılar. Gelir

düzeyi yüksek insanlar arasında bir etkileşim oldu ve prestij

hâline geldi. Kimlere satmadım ki resimler? Ali Koçman,

o zamanlar TÜSİAD Başkanı idi. Kendisine çok fazla tablo

satmıştım. Koçman’ın ölümünden sonra Sabancı Grubu,

tüm o eserleri aldı ve müzelerinde sergilemeye başladılar.

Hâlâ Sabancı Müzesi’nde... Bankacı Erol Aksoy, Mustafa

Taviloğlu, Halil Bezmen, Can Has, Mustafa Taviloğlu, Barbaros

Çağa, Cengiz Çetindoğan ve Bülent Eczacıbaşı’na tablolar

sattım. Hepsi sanatın gelişmesi için büyük katkı sundular.

Özellikle Bülent Eczacıbaşı, hem şahsı ve vakfı adına

hem de İstanbul Modern Müzesi adına eserler alıyordu.”

İstanbul Modern’in yeni mimarı;

Renzo Piano

Bu noktada, İstanbul için önemli sanat alanlarından İstanbul

Modern Müzesi’ni soruyorum: “İstanbul Modern biliyorsunuz

Karaköy’den Beyoğlu’na taşındı. Her daim sanat

açısından önemli bir merkezdi, hâlâ da öyle devam ediyor.

Sizlerin nesli de birçok sanatçıyı orada tanımıştır. Karaköy’de

İstanbul Modern’in yeni binası da yapılmaya başlandı.

İstanbul Modern’in yeni binası için seçilen mimarın ismi

Renzo Piano olarak duyuruldu biliyorsunuz. ‘Müze mimarı’

olarak uluslararası bir üne sahip olan Piano, heyecan verici

bir seçim. Ve inanıyorum ki bölgede tekrar bir canlanma

sağlanacaktır.”

Ailesinde sanatçı olmadığını, fakat babasının edebiyat dünyasıyla

yakından ilişkili bir koleksiyoner olduğunu ifade eden

Yahşi Baraz, ailesine ve hâlâ ayakta duran Baraz Apartmanı’na

dair şu bilgileri aktarıyor: “Babam eski yazı, halı, kilim, bakır

gibi eşyaları kapsayan etnografik eserler toplayan bir koleksiyoncuydu.

Osmanlı kültürü ve Selçuklu dönemiyle alakalı kitapları

da toplar, Türkoloji ve Mongoloji konusu ile yakından

ilgilenirdi. Ben, dedemin 1924 yılında satın aldığı bu binada

doğdum. Burayı bir İtalyan sefiri yaptırmış, ancak bir haftalığına

ülkesine gidip orada hayatını kaybedince devlet tarafından

sahiplenilmiş. Dedem de devletten almış binayı. 1975

yılında Amerika’dan döndükten sonra burayı sanat galerisine

çevirdim ve çalışmalarımı hâlâ aynı işlevde sürdürüyorum.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


Metin Tütün’den

retrospektif fotoğraf kitabı

Sanatçının ilk sergisi “GÖLGELER ÇEKİLDİĞİNDE”den “THE BLUES”a,

oradan “SU”ya ve bambaşka arayışlara uzanan bir fotoğraf serüveni…

Kadın bedeninde ışıkla gölgenin sessiz dansı, bazen siyah/beyaz

bazen mavi dünyalara bir yolculuk daveti…

Serüvene bazen heykelleri eşlik ediyor...

Kuşdili Caddesi, Misk-i Amber Sokak No: 44/6 Kadıköy - İstanbul Tel: 0532 266 82 43

www.kiletisimyayinlari.com

K-İLETİŞİM YAYINLARI



44

GALERİ

Yazar

Nil Özer

“ Sanat lüks değil,

temel bir ihtiyaçtır”

“Artsonline Web Gallery” projesini hayata geçiren,

pandemi döneminde sanatçıların yüreğine su serpen

ünlü ressam Hakan Sarıhan: “Sanat bir lüks değildir,

temel ihtiyaçtır. Nefes almak gibi, göz kırpmak gibi…”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Bütün sanatçıların davetli olduğu, görsel sanatların

tüm branşları için açık çağrılı “50 Sanatçı,

50 Eser” ve bunun gibi proje sergi etkinlikleri

düzenleyerek genç sanatçıları destekleyip, hedeflerine

giden yolda bir köprü olmayı sürdürmeyi amaçlayan

Artsonline Web Gallery’nin kurucusu Ressam Hakan

Sarıhan, dergimize projelerini anlattı.

İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı dönemde Artsonline

Web Gallery’nin sanat adına bir nefes olduğunu

düşünüyorum. Nasıl karar verdiniz?

Bu güzel söyleşi için öncelikle ben size teşekkür etmek istiyorum.

Aynı zamanda sizleri de kutlamak isterim, böylesi

çarkların çok yavaşladığı bir dönemde bir sanat dergisini çıkarıyor

olmak ve bunu sürdürmek çok zor çünkü. O nedenle

büyük özveri söz konusu, sizlere sanat adına ve kendi adıma

gönülden teşekkür ediyorum.

Artsonline Web Gallery Projesi, 2020’de Covid-19 pandemisinin

başladığı zamanlarda sergilerimin ertelenmesi ve iptalleri

üzerine, kişisel web sitemde bunları sergileme fikrinden

temel buldu. 22 Mayıs’ta “Yolculuk/Voyage” isimli ilk online

kişisel sergimi www.hakansarihan.com.tr’de açtım. Bu fikir

çevremde ilgi görünce, talepler gelmeye başlayınca Doruk

Web Tasarım’ın kurucusu arkadaşım Serkan Ergün ile kolları

sıvayıp, sanat bağını kesintisiz devam ettirmek ve her an

ulaşılabilir kılmak adına, benim sitemden bağımsız 7/24 bir

sergi sitesi tasarlamaya karar verdik. Kısa zamanda bitirip,

12 Haziran’da “N.Göksun Say Sergisi” ile başlamış olduk. Galerimiz

çok beğenilip, göğsümüzü kabartan övgüler aldıkça,

buna layık olmak adına daha iyi ve daha farklı işlevleri de olan

bir tasarım yapmaya karar verdik. 1 Ekim’de yine benim “Saygı

Duruşu” isimli online kişisel sergimle yeni açılışımızı yaptık.

Tüm bu süreç boyunca 28 sergi açmışız ve bunların 21

tanesi değerli sanatçılarımızın kişisel sergileri. Çok teşekkür

ediyoruz bu güven ve ilgiye. Arzu eden okurlarımız, galerimize

www.artsonlinegallery.com adresinden ulaşabilir.

Sanatseverlerden nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Bu girişimimizin kısa zamanda gördüğü ilgiden çok memnunuz.

Bu alanda bir açığı kapattığımızı görüyoruz. Bugüne

kadar açtığımız sergilerden bunu görebiliyoruz ve fakat emin,

dikkatli adımlarla kendimizi sürekli geliştirmeyi ve yenilemeyi

sürdürüyoruz. Artsonline olarak yılda iki kez, bütün

sanatçıların davetli olduğu, görsel sanatların tüm branşları

için açık çağrılı “50 Sanatçı, 50 Eser” ve bunun gibi proje sergi

etkinlikleri düzenleyerek genç sanatçılarımızı destekleyecek,

hedeflerine giden yolda bir köprü olmayı sürdüreceğiz.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1959’da Ordu Fatsa’da doğdum. 1976’da şimdiki adı

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan


İDGSA Y. Dekoratif Sanatlar/Grafik Bölümü’ne girdim,

1982’de yüksek lisans derecesiyle mezun oldum. Öğrenmeye

çok meraklıydım. O kesmedi, pratik de yapmak istedim

ve okul yıllarında part time olarak Milliyet Gazetesi, Yüksel

Ertan Atölyesi ve Fon Grafik’te çalıştım, deneyim kazandım.

Mezuniyetle birlikte babam ve meslektaşım Ünal

Sarıhan ile İstanbul’da kurduğumuz ARMA Tanıtım Ajansı

ile 14 yıl kadar pek çok şirkete grafik tasarım ve halkla

ilişkiler alanında hizmet verdik. Meslek hayatım süresinde

birçok sergi ve yarışmalara katıldım, ödüller aldım. Reklam

veren tarafında Kristal Elma kazanan reklam kampanyalarını

yönettim. 2019 sonunda çocukluğumdan beri bağımı

koparmadığım İzmir’e döndük. Bu yeni ortam ve pandemi,

Artsonline Web Art Gallery’yi doğurdu. Sergiler yanında galerinin

tabii ki tasarım ve tanıtım işlerini de yürütüyorum.

45

GALERİ

Resimlerinizin konusu nedir?

Tabii çalışmalarımda içinde yaşadığım, tanıklık ettiğim dönemin

sosyo-kültürel ikliminden etkileniyorum ben de herkes

gibi. Bunların zihinsel ve entelektüel dünyamda oluşturduğu

titreşimleri, kavramsal bir anlayışla yansıtmaya

çalışıyorum. Israrla kullandığım kare formatın dengesi içindeki

merkezi kompozisyonlarda, çok katmanlı, çok renkli

ve enerjik bir kurguyla bunları izleyenlere yansıtabilmeye

gayret ediyorum.

Artsonline’a katılmak için şartlarınız neler?

Bizimle beraber olmanın yegâne koşulu, altını çizerek söylüyorum;

“bu işe baş koymak, gönül vermek ve kolektif bir

bilinçle destek olmaktır”. Burası kâr amacı güden bir yapı

değildir. Tabii ki giderlerin karşılanması ve sitenin sürekliliğini

sağlayacak bir girdi oluşması gerekir. Onu da sergi katılım

payı ve katalog vs gibi ürettiğimiz ürünlerin satışlarının

minik gelirleriyle yapabiliyoruz. Önemli olan, sistemin

ayakta kalmasını sağlayacak bir akar oluşturmak. Bu yönde

projelere açığız ve bekliyoruz. Sergi açmak isteyen, sergilerimize

katılmak isteyen değerli sanatçı dostlarımızdan tek

beklentimiz, söylediklerime ek olarak ürettikleri kaliteli işleri

burada sergileyip, tüm dünyaya izlerini bırakmalarıdır.

Genç sanatçılar için bence müthiş bir alan olmuş.

Çalışmalarını gösterecek bir mecra bulmak için

zorlanırken, galiba siz imdatlarına yetiştiniz.

Genç arkadaşlarımız hiç çekinmeden arasınlar; neler yapabileceğimizi

konuşalım, projelerini destekleyelim. Kendi

kendilerine bir girişim yapmadan, oturdukları yerde keşfedilmeyi

bekleyerek hayata, sanata küseceklerine bu olanaktan

yararlansınlar, iletişime geçsinler.

Hangi sanatçılardan etkilendiniz ve etkileniyorsunuz?

İlk önce babamdan etkilendim doğal olarak. Sonra ansiklopedilerde

gördüğüm büyük ressamlar, yarışma jürilerinde

tanıdığım üstatlar, akademide Mesut Manioğlu, Emin Barın,

Süleyman Saim Tekcan, Ahmet Öner Gezgin gibi hocalarım

beni etkiledi. Sonrasında teknoloji, erişim kolaylığı

ve seyahat imkânlarının artması ile bu etkilenmeler çoğaldı.

Hedefleriniz neler? Yeni çalışmalarınız var mı?

Benim projelerim hiç bitmez. Şimdilik Artsonline Web Art

Gallery’yi işletmek, geliştirmek, ArtShop gibi, ArtPano,

Söyleşi Odası gibi tasarladığımız eklentileri devreye almak

için uğraşıyorum. Sanatsal çalışmalarım da öte yandan hep

devam ediyor. Daha birçok solo sergi projem var yapacak.

Bunlar zaten bir ömre yetmeyecek şeyler. Tanrı sağlık verdiği

sürece üretmeye ve paylaşmaya devam edeceğim.

Son olarak, sanatseverlere mesajınız nedir?

Bu noktada sanatseverlere mesajım, sanatçıların yaşamasına

ve üretmelerine kaynak olacak girişimlerde bulunmaları,

bulunanları desteklemeleri olacaktır. Sanat bir lüks değildir.

Nefes almak gibi, göz kırpmak gibi farkında olmadığımız bir

temel ihtiyaçtır. Bu alanın yaşatılması hepimiz için yaşamsal

bir durumdur, bunun farkına varılması gerekiyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


46

MİNYATÜR

Yazar

Serap Gürses

Kariye Müzesi’nin gölgesinde bir mabet;

Taner Alakuş Minyatür Atölyesi

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Her sayımızda sanatın farklı dallarına mercek

tutarken, bu kez geleneksel sanatlarımızdan

minyatürü ele alalım istedik. Bu amaçla hâlen

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde

öğretim görevlisi olan ve tüm ömrünü aşkla bu sanata adamış,

sayısız sergi açmış kıymetli Üstat Taner Alakuş’la bir

söyleşi yaptım. Corona salgını giderek etkisini arttırırken,

gelecek muhtemel yasakları da hesaba katarak, yağmurlu bir

sonbahar sabahı Taner Bey’in “Mabedim” dediği minyatür

atölyesini ziyaret ettim. Fatih’te Kariye Müzesi ya da yeni statüsüyle

camiinin bir sokak ötesinde bulunan atölye, iki katlı

geleneksel bir ahşap evin restore edilmesiyle oluşturulmuş.

İçeriye adım atar atmaz beni atölyenin kedisi Fındık ve köpeği

Suşi neşeyle karşılıyor. Öğrencilerin ders aldığı dersliğin

camları; pembe-mor sıklamenlerin çılgınca açtığı, asma

çardağı, nar ağacı ve envai çeşit bitkinin göz okşadığı bir avlu

bahçeye bakıyor. Mutfakta fokur fokur kaynayan çaydanlık,

diğer tarafta mis gibi filtre kahvenin kokusu, burada minyatür

dersi almanın ne kadar keyifli olduğunu ispatlar gibi...

Tüm duvarları hocamızın ve öğrencilerinin minyatür eserleriyle

çevrili bu atölye; insan, hayvan, bitki gibi doğanın tüm

bileşenlerini barışçıl bir şekilde bünyesinde kaynaştırmış,

sıcacık ve dingin bir yuva adeta... Bu tarihi ve mistik havayı

soluyarak Taner Alakuş’un eserlerini verdiği, Kariye’ye bakan

üst kattaki odasında sohbetimize başlıyoruz.

Minyatür sanatı hakkında hepimizin az çok fikri var.

Ancak okurlarımızı daha detaylı bilgilendirmek adına

bizi minyatür sanatının ortaya çıkışı hakkında

aydınlatır mısınız?

Minyatür sanatı M.Ö. 7. yüzyıldan günümüze gelmiş rafine

bir sanat. Mani rahiplerinin kendi dini öğretilerini daha

rahat anlatabilmeleri için duvarlara çizdiği resimlerle başlamış

bu hikâye. Sonra kitaplar hâline getirilmiş bunlar. Mani

çok iyi resim yapan rahiplerden bir grup oluşturmuş, bunlarla

kendi öğretilerini kitapçıklar hâline getirip, insanlara

dinini yaymış. Bu şekilde ilk minyatür örneklerini görüyoruz.

Oradan günümüze Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları,

Osmanlılar, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sine kadar


devam eden bir sanat. Çok hafif duraksamalar olmuş, çok

top noktalara çıkmış, çok diplere vurmuş ama her dönemde

kendi içerisinde bir şekilde, bir öğreti şeklini alarak günümüze

gelmiş bir sanat.

Ülkemizin yetiştirdiği en değerli minyatür üstatlarından

birisiniz. Genelde insanlar iki şekilde meslek sahibi olur:

Ya çocukluğundan beri tutkusu olan şeyin peşinden gider

ve onu mesleği hâline getirir ya da hasbelkader içine

düştüğü mesleği benimser ve o yolda ilerler.

Sizin hikâyeniz nasıl şekillendi?

Türkiye’deki eğitim sisteminin çarpıklığından diyebilirim...

Bu söylediğiniz şeyler, aslında olması gereken şeyler. Çocukluğunuzda

bir yeteneğiniz vardır, aileniz sizi keşfeder

ve o yolda sizi yönlendirir. Son dönemlerdeki aileler böyle

ama benim annem babam böyle değildi. Beni kendi hâlime

bırakmaları benim içselleşmeme sebep oldu. Ben kendimin

farkına vardım. Önce arıyorum ama bilmiyorum. Bilinçsiz

çocuk var. Mesela, “Meslek lisesine gideceğim” dedim. Meleke,

bir arayış var orada. Meslek lisesinde metal işleri bölümüne

girdim. Arıyorum işte... Onu yaparken karikatürler

çiziyorum ama yine farkında değilim. Evdekiler bir kaynakçı

ya da bir demir ustası olacağımı zannediyordu. Sonra Akademi’ye

girmeye karar verdiğimi söyledim. Mimar Sinan

Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne sınavsız girdim. Yani bunda

herhalde bir şeyler varmış ki… Çünkü hiç altyapı bilmiyorum,

biliyorsunuz Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerken

bazı altyapılar ararlar; işte ışıklar, gölgeler, taramalar, çizgiler,

vs… Bir müfredattan geçenleri tercih ederler. Fakat

demekki orada bir ışık gördüler ki beni tercih ettiler. Çok da

mutluyum. Her zaman söylüyorum, ben mutlu azınlık içerisinde

yaşayan bir insanım. Herhalde Türkiye’nin yüzde 70’i

mutsuz çoğunluk diye düşünüyorum. Ben bu yüzde 30’luk

mutlu azınlık içerisindeyim.

Burada tarihi Kariye Mahallesi

içinde bir minyatür atölyesi

kurarak adeta kendi küçük

cennetinizi oluşturmuşsunuz.

Taner Alakuş Minyatür

Atölyesi’nin sizin için anlamı

ve eser yaratımlarınıza olan

katkısı nedir?

Çok net söyleyebilirim ki hayatımın

merkezinde. Ben buraya

“Mabedim” diyorum. Mabed

kelimesini açarsanız her anlama

gelir. İbadet ettiğiniz yer... Bu da

bir ibadet şekli aslında. Üniversite

yıllarında buraya çay içmeye gelirdik. O zamanlar Çelik

Gülersoy’un güzel bir kafeteryası vardı. Hep bu coğrafyada

ya da Ortaköy’de bir atölyemiz olsun isterdik. Tabi evlendik,

yıllar geçti. Sonra bir akşam böyle bir atölye arıyorum. Kariye’de

bir atölye, satılık… Çok inanmam ama doğru galiba.

Doğru enerjiyi evrene gönderdiğinizde sahip oluyorsunuz.

Bu mekânı gördüğümde çok beğendim ama ekonomik olarak

gücüm yetmedi. Ev sahibimle dört-beş defa Beyoğlu’nda

buluştuk. Önce çetin pazarlıklar, sonra bir orta noktaya geldik.

Benim alabileceğim bir fiyata verdi adam birden. Dedi

ki; “Annem sanata çok düşkün. Bir tane eserinizi hediye

ederseniz, size bu evi vermemi istiyor. Bu ev bir sanatçının

olmalı dedi.” O şekilde anlaştık. Bu atölye bizim oldu ama

tabi çok tadilat geçirdi. Eski görünüşü ile bugünkü görünüşü

arasında çok fark var. Çünkü ben her zaman atölyeye özel

bir dokunuş yapıyorum. Herhalde atölyeye ruhumu yavaş

yavaş taşıyorum diye düşünüyorum. Bu sadece benim ona

vermem değil, onun da bana katkıları çok fazladır.

Üsküdar Nevmekan’da kendi yetiştirdiğiniz

öğrencilerinizle beraber gerçekleştirdiğiniz “Duruş/

Attitude” sergisini ziyaret etmiştim. Uzun yıllardır

bir yandan eser verirken, diğer yandan öğrenci

yetiştiriyorsunuz. Şu noktada hangisi daha ağır basıyor?

Üretmek mi, öğretmek mi?

Öğretirken, öğrenmek… Ben artık belli bir yaşa geldim.

Hani şöyle yaparlar ya, insan gençken çok heyecanlı olur

ama yaşlandığında bilge olur; ben gençlerle çalışarak ikisini

bir arada götürüyorum. Ve onlardan inanın şu dönemin sanatını

öğreniyorum. Ben onlara öğretirken çok metodik ve

çok kurallı öğretmiyorum. Her biriyle butik ilgileniyorum

ve serbest bırakıyorum. O zaman onlar kendi fikirlerini de

bana özgürce anlatabiliyor ve çaktırmadan ben de onlardan

öğreniyorum. Ben bildiğim bütün teknikleri sonuna kadar

öğretiyorum, onlar da bugünkü gençlerin görüş açısını ve

bakış açısını bana öğretiyorlar. Aslında bugünkü “çağdaş”

dediğimiz minyatürü onlar sayesinde yakaladım diyebilirim.

Çok tazeleniyorum. Bir söz vardır ya “Kuyudan su verdikçe

dolar.” Ben korkusuzca bildiğim herşeyi sonuna kadar

öğretiyorum, çünkü benim de öğrenmemin bir sınırı yok.

Ben de öğreniyorum. O yüzden bizim sergilerimizi heyecanla

bekleyen çok fazla insan oluyor. Çünkü her sergi, sanki

yeni bir lisan gibi oluyor. Yani biz her sergide yeni bir ifade

biçimi ortaya koyuyoruz.

Minyatür sanatının kitaplar ve tablolar dışında farklı

kullanım alanları neler? Sıradışı projeleriniz var mı?

Var, örneğin mimaride var. Yeni Meclis binasına 12 tane

pano yaptık. Benim yaptığım 7 metrekarelik bir Osmanlı

kalyonu var, Meclis’in girişinde. Mimari ögelerde inanılmaz

keyifli şeyler çıkıyor.

Eserlerinizdeki kompozisyonların hepsini siz mi

oluşturuyorsunuz?

Diyaloglarla oluyor genelde. Her kişi zaten bence bir hazine.

Önce fikirleriyle geliyorlar, ben de tecrübelerimi katıyorum.

Kısacası, beyin fırtınası yapıyoruz. Ben her zaman söylerim;

“Leke lekeyi, figür figürü, boya boyayı çağırır” diye… Mesela

bir kompozisyonu yaparken bir kelleden başlıyorum.

Ondan sonrası kendiliğinden geliyor yani. Hiçbir hayal kurmuyorum.

Onu bitirirken gözümde başka lekeler oluşuyor.

Leke lekeyi çağırıyor.

47

MİNYATÜR

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


48

RESİM

Yazar

Vecdi Uzun

Ressam Mehmet Babat:

İnşaat değil,

resim yapıyorum!

sanatlar lisesi sınavına girdim ve kazandım. Ardından,

Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği

Anabilim Dalı’nın yetenek sınavını kazandım. Asıl sanat

yaşamım ise okul bitince ivme kazandı. Bir tema etrafında

resim yapma sürecim üniversite 2. sınıfta başlamıştı.

Belli aralıklarla inşaat alanlarına gidip, yazları çalışarak

o süreci iyice benimsemiş oldum. Okul bittikten sonra

2014 yılında katıldığım Portakal Çiçeği Uluslararası Sanat

Çalıştayı’na, liseden Yeşim Savaş hocamın önerisi üzerine

davet aldım. Yeni mezun bir öğrenci için dönüm noktalarından

biriydi. Sonrasında İzmir İş sanat Galerisi’nde

kişisel sergi, Peker Sanat Ödülleri’nde Mansiyon Ödülü,

ardından Şefik Bursalı Resim Yarışmaları’ndan Mansiyon

ve Başarı Ödülü kazandım. Önemli dönüm noktalarından

biri de buydu. Bu sürece kadar üç kişisel sergi, uluslararası

çalıştay karma sergi, İtalya’da fuar ödülü gibi birçok projede

yer aldım. Çalışmalarıma hâlâ Ankara’daki atölyemde

devam ediyorum.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Ressam Mehmet Babat, Gazi Üniversitesi Resim

Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmasının

ardından tek bir temadaki resim çalışmalarını

hızlandırmış. Günümüzde tüm şehirleri kuşatan

inşaatlara dikkat çekmek adına resimlerinde inşaat temasını

öne çıkaran genç ressam, çalışmalarını Ankara’daki atölyesinde

sürdürüyor.

Mehmet Babat’ı ve sanat yolculuğunu önemli

köşe taşlarıyla anlatır mısınız?

1989 yılında Van’da doğdum. 2000 yılında Yalova’ya taşındık.

Katıldığım yarışmalarda okullar arası ödüller alınca

dikkat çektim ve ailem de destek oldu.Ortaokuldaki

resim öğretmenim Aytekin Saltabaş, beni güzel sanatlar

lisesine hazırlamaya başladı. Ortaokul bitince güzel


Sanat anlayışınızı ve resminizi anlatır mısınız?

İnşaat değil, resim yapıyorum. Neredeyse şehrin herhangi

bir noktasında kafamızı kaldırdığımızda bir şantiye alanını

görmemek mümkün değildir. Yükselen beton bloklar, kule

vinçler görürüz. Bunlara uzaktan baktığımızda görüntü

daha da korkunçlaşıyor ve insansız beton yığıntıları hâline

geliyor. Resimlerimde insan figürü yok ama kompozisyonlar

hareketli. İskeleler kurulmuş, vinçler çalışıyor; metal,

ahşap, toprak inşaat malzemeleri yığılmış. Bunlar orada birilerinin

olduğunu söyler izleyiciye. Bazı resimlerimde kullandığım

şantiye alanında uçurtma uçuran çocuk figürü, betonlaşmaya

ve yeşil alanların talan edilmesine eleştirimdir.

Resimlerinizde hangi teknikleri kullanıyorsunuz?

Resimlerde farklı disiplinleri bir arada kullanıyorum, yağlı

ve akrilik boya ile birlikte ipek baskı tekniğine de yer veriyorum.

Hatta iskele ve vinçleri tamamen üç boyutlu yapıyorum.

Kırmızı ve mavi renkleri çok kullanıyorum. Grilerin

içinde mavi ve kırmızıyı görünce heyecanlanıyorum. İnsanın

değiştiği bir yerde etrafındaki şeyler de değişim içindedir

şüphesiz. Kentler; mekân ve olaylarla birlikte insanlar

tarafından inşa edilmektedir. Belirlenmiş yerel bir çevrede,

o çevrenin tarihsel ve coğrafik konumuna uyum sağlama çabası

güden ve üretim-tüketim ilişkileri, iletişim olanakları,

toplumsal hareketler gibi birçok etkenlerle yoğrulan bir oluşumdur

kent. Sanat disiplinlerinden resim ile tüm bunların

kaydını tutuyorum.

Ülkemiz deprem kuşağında yer almakta olup, son

dönemde depremin acı yaralarını hissettik. Resimlerinde

inşaatı vurgulayan bir sanatçı olarak bu sorunu nasıl

yorumlarsınız?

Aslında kent, inşaatları yapmam, her sanatçının bir teması

olması lazım diye değil; gerçekten içinde bulunduğum, malzemesini

bildiğim, baya inceleme fırsatı bulduğum bir konu.

Bu süreci yaşarken yani inşaatta çalışırken malzemeyi, uygulama

şeklini biliyorum az çok. Genellemek elbette doğru

olmaz ama şunu çok iyi biliyoruz ki doğru bir yapılaşma yapılmıyor

Türkiye’nin çoğu yerinde. Kentsel dönüşüm değil,

rantsal dönüşüm yapılıyor.

49

RESİM

Sanatta özgünlük konusu hakkındaki düşünceniz nedir?

Özgünlüğü “tek” ve “biricik” olan, alanındaki diğerlerinden

farklı ve ilk kez yapılmış olan diye tanımlayabilirim. Resmin

hatta sanatın başta gelen olmazsa olmazıdır özgünlük. Özgün

sanat eseri üretmek, sanatın her alanının ortak derdi.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki hiç kimseye ve hiçbir

şeye benzemeyen bir “orijinalite”, sanat alanında mümkün

değil. Sanatçılar, yaşadıkları ve sosyal etkileşim sürecine girdikleri

toplumlardan beslenirler. Özgünlük, bu anlamda bir

tarihsellik ve süreklilik içinde üretilir. Büyük sanat yapıtları,

tekil ve yalnız doğumların ürünü değildir; bunlar uzun yıllar

süren ortak düşünmenin, beraberce düşünen insanların

ürünüdür. Dolayısıyla, etkileşim ve birbirinden beslenme

muhakkak olacaktır.

Yöneticisi olduğunuz “Yeni Nesil Sanat Topluluğu”

hakkında bilgi verir misiniz?

Başta sanat olmak üzere,“Türkiye’de ihtiyaç duyulan tüm

değişimleri yapacak olan gençlerdir” düşüncesiyle yola çıktık.

Hem benim hem de yeni nesilin serüvenini anlatmak

istiyorum. 2012 yılında ”Ankara Buluşmaları” diye yine

gençlerden oluşan karma sergiler yapıyordum. İki yıl sürdü

bu süreç. Birçok sergi yaptık, güzel dönüşler de aldık. Yine

derdimiz, genç sanatçıların bir yerlere ya da kişilere bağımlı

olmadan kendini gösterme ve sergi imkânı bulmasıydı. O

sürede Raf Dergisi’nde bir söyleşim yayınlandı ve daha önce

aynı dergide yazan gençlerle biraraya gelerek,“Raftaki Gençler”

isimli bir sergi yaptık. Böylelikle “Yeni Nesil Sanat”ın

temelleri atıldı. Çalışmalarımız sergiler, fuarlar ve çalıştaylarla

sürüyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


50

Yazar

Ebru Özgüz Çelik

SANAT AKIMLARI

Toplumsal

Gerçekçilik

Toplumsal Gerçekçilik veya Sosyal Realizm terimi, 19. ve 20. yüzyıllarda

sanatta; siyasal ya da toplumsal içerikli konuları, gerçekçi bir biçimde

yansıtan eğilimler için kullanılmıştır.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Sosyal Gerçekçilik, sanatta bir partiye ve parti politikasına

bağlı kalmadan, sosyal sorunları sanatçısının

gerçekçi anlayışına bırakarak betimleme

anlayışıdır. Politik tutumu ve toplum eleştirisini,

genel toplumsallık anlayışı içinde ele alarak işler. Bu yanıyla

Sosyalist Realizm’den ayrılır. Sosyalist Realizm’de siyasi egemen

olan parti hedefleri doğrultusundaki çalışmalar öne

çıkarılıp desteklenirken, geniş anlamdaki Sosyal Realizm’de

toplumsal çerçeve içindeki bireysel anlatımlar öne çıkar.

I. ve II. Dünya Savaşlarının toplumsal yaşamda ve kültürel

değerlerde yarattığı çöküntü, bazı sanatçıların siyasal

düşüncelerini toplumsal bir bağlam içinde anlatmaya yönelmelerine

neden olmuştur. Bu tutumu fazlasıyla benimseyenler,

sanatı siyasal bir silah ya da siyasal ideolojilerin

bir propaganda aracı olarak kullanmaya yönelmişler ve böylece

belli bir davaya adanmış sanat düşüncesi ve örnekleri

doğmuştur. Almanya’da 1920’lerde gelişen Yeni Nesnelcilik

akımı doğrultusundaki yapıtlar ile Picasso’nun Guernica’sı

ve Kokoschka’nın savaşı yeren resimleri, toplumsal içerikli

resmin Avrupa’daki örnekleri arasında gösterilebilir.

1942 yılı, İkinci Dünya Savaşı’nın kritik dönemidir. Sovyet

Birliği doğuda Nazilerle savaşırken, İngiliz ve Amerikan hükümetlerine

Batı Avrupa’da ikinci bir cephe kurmaları için

tekrar eden çağrılar vardır. Bu resimde Kokoschka, hükümetlerin

bu çağrıya geç kalışlarına tepki olarak Soho’da Cafe

de Paris’te, İngiliz savaş liderleri Winston Churchill ve Genral

Montgomery’i çay içerken resmeder. Ortadaki figür Marianne

ise, Fransız ulusal kişiliğini temsil eden karakterdir.

Toplumsal gerçekçilik anlayışı, II. Dünya Savaşı sonrası

İtalya’da verimli bir ortam bulmuştur. 1945’te yayınlanan

Manifesto del Realismi (Gerçekçilik Bildirgesi) çevresinde

birleşen ressamlar arasında farklı tarzda resim yapan ressamların

tümü yer almıştır. Benzer bir deneyin özgün bir

verime dönüştürüldüğü tek ülke Meksika’dır. Meksika Devrimi

ardından 1920’lerde başa gelen demokratik hükümetlerin

uygulamaya koydukları sanat ve kültür programları

yeni bir milliyetçilik bilinciyle özgür bir ortamda gerçekleştirildiği

için bugün Meksikalı dörtler olarak bilinen Rivera,

Orozco, Siquerios ve Tamayo gibi sanatçılar, büyük boyutlu

duvar resimlerinde toplumsal gerçekçiliğin en yetkin örneklerini

vermişlerdir.

Bu resimde Rivera, 1920 ve 30’larda yaşadığı Meksika hakkındaki

izlenimlerini yansıtır. Bu yıllarda Meksika, keskin

bir sosyal değişim ve Marksist bir devrim yaşamaktadır.

Resimde, grevdeki işçiler dominant sınıfı oluşturmaktadır

ve Marksist öğretileri birbirleriyle paylaşmaktadırlar. Toplumsal

gerçekçiliğin geçerli olduğu sosyalist ülkelerde sanat

alanındaki girişimler, halkın anlayabileceği ve onları eğlen-

Oskar Kokoschka, Marianne-Maquis, 1942.

Cheery Workers Share The Teaching of Karl Marx, Rivera.


dirirken eğiten bir sanat biçiminin yaratılmasına yönelik bir

uygulamaya konu olmuş, Batı’daki toplumsal gerçekçi sanat

anlayışından ayırt edilmesi amacıyla Toplumcu Gerçekçilik

(Sosyalist Realizm) adıyla anılmıştır.

Günümüzde sosyal gerçekçi üretimler

Toplumcu Gerçekçiliğin tanımı ve tarihsel gelişimine bu şekilde

bir özet bakıştan sonra, güncel sanat ortamında sosyal

gerçekçi anlayışla üretim yapan sanatçılardan birkaç örneğe

yer verelim:

Claes Oldenburg

İsveç asıllı ABD’li heykeltıraş, pop art akımı içerisinde gerçekleştirdiği

yumuşak heykellerle tanınır. Pop art sanatçılar

gibi tüketim ürünlerine ve günlük olağan nesnelere ilgi duymuş,

bunları büyük boyutlu heykellere dönüştürmüştür.

Genellikle patiska ya da branda gibi bezleri kâğıt ve paçavralarla

doldurup, nesnenin biçimini verdikten sonra alçıya

batırmış ve sentetik boyalarla renklendirmiştir. Yumuşak

heykeller adını verdiği bu yapıtları, 1970’lerde Soft Art’a

(Yumuşak Sanat) öncülük etmiştir.

dondurma, gelişmiş Batı dünyasının aşırıya kaçan hâline ve

bir yandan görgüsüzlüğüne bir eleştiri yapıyor. Diğer pop

sanatçıları gibi konularını günlük kullanım objelerinden

seçen Oldenburg’un bu işinde, aynı zamanda alışveriş merkezinin

tepesine yerleştirilmiş olması bir yandan tüketime

teşvik ederken, diğer yandan eğlenceli bir durum yaratması

da söz konusu.

Bu fotoğraftaki model, Batı’da çalışan bir İranlı olan sanatçının

kendisidir. Kara çarşaf giymektedir ve peçenin yerini

alan bir Arapça metinle kaplıdır. Önünde duran tüfekle, bakışlarını

doğrudan izleyiciye dikmiştir. Gördüğümüz herşey

etnik kimlik ve cinsiyete referansta bulunur ama dini inanç

ve örtülü şiddet anlamları da çıkarılabilir.

Birçok Batılı için İslam dünyasındaki cinsiyet rollerine ilişkin

algı, kadınların uğradığı baskı ve teslimiyete ilişkin bir

yorum getirilmesine neden olabilir; silah ve olası terörizm

iması, radikal İslami köktenciliğin stereotiplerini oluşturabilir.

Ancak bu okumalar basın, politika, edebiyat, reklamcılık

ve dilin pekiştirdiği bir Avrupa söylemine mi dayalıdır?

Aslında Neshat’ın görüntüsü, bu okumaların her ikisini de

destekler ve her ikisiyle de çelişir. Arapça bir yazı, bir Batılı

için İslam göstergesidir ama aslında çarşaf giymekle ilgili

farklı görüşler sunan bir İran feminist şiiridir. Keza, bu kıyafetle

ilgili basmakalıp Batılı görüş, bunun ‘iktidar kurumları’

tarafından –erkekler ve din- kurumsallaştırılan kadın itaatinin

bir göstergesi olduğudur. Bu kurumların içinde bu kıyafet

kadınlara özgürlük sağlarken, kadınlar çarşafsız kamusal

hayata giremezler. Feminist söylem göz önünde bulundurulduğunda

silah, radikal İslami köktenciliğin işareti olmak

yerine ataerkil ‘iktidar kurumu’na karşı çıkan feminist bir

sembol olabilir (Whitham, G. Ve Pooke, G. (2013).

51

SANAT AKIMLARI

Köln’de bir alışveriş merkezinin tepesine yerleştirilmiş bu

heykel, kocaman bir dondurma külahı. Heykelin formuna

baktığımızda ters durduğu zaman mimariye katılan sivri

form, Köln’ün gotik yapıdaki konik kilise kuleleriyle dolu

görünümüne benzer bir katılım sağlaması amacıyla bu şekilde

yerleştirilmiş. Düşmekte olan ve eriyen bu kocaman Shirin Neshat, Rebellious Silence, 1994.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


52

KOLEKSİYON

Yazar

Nil Özer

Oyuncu Serpil Tamur:

Dostlarımın aldığı masklar

paha biçilemez

1969 yılından bu yana duvar maskları koleksiyonu yapan, “Bir Zamanlar

Çukurova” dizisinin Haminne’si usta oyuncu Serpil Tamur: “Masklarımın

hepsi özel ve güzel. Ancak dostlarımın benim için aldığı masklar çok kıymetli.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Rol aldığı dizi ve tiyatro oyunlarında gösterdiği performanslarıyla

dikkatleri üzerine çeken, tiyatro yönetmenliğinin

yanı sıra ve üniversitede gençlere ders veren

duayen oyuncu Serpil Tamur, bu kez koleksiyoner

kimliğiyle karşımıza çıkıyor. “Bir Zamanlar Çukurova” dizisi için

Adana’da bulunan Tamur, İstanbul Sanat Dergisi için sorularımızı

yanıtladı.

Koleksiyon merakınız çok ilgi çekici... Mask biriktirmek

nereden aklınıza geldi?

1969 yılında “Damdaki Kemancı” oyunuyla Atina’ya gitmiştik. Turne

zamanında Atina’da çarşıda gezerken masklar dikkatimi çekti.

1969 yılında ilk yaptığım mask alışverişi, bugünkü koleksiyonumun

mayası oldu, ilkleri oldu. Onların yeri daima ayrıdır.

“SAYILARINI İNANIN BİLMİYORUM”

Maskların en belirgin özelliği nedir? Kaç tane mask var?

Masklarım evet çok özel, çok güzeller ancak en belirgin

özelliği, manevi değerinin yüksek olması. Benim aldıklarımın


yanı sıra yurt dışına giden arkadaşlarımın beni düşünerek

getirmeleri çok kıymetli. Mesela, kızımın arkadaşı Meksika’ya

gitmişti, ben söylemeden oradan bana mask getirdi. Sayısını

bilmediğim masklarımın bir kısmı Bodrum’daki evimde duruyor.

Bu dönemde yurt dışına çıkamadığımız için maalesef mask

alamıyorum.

“KALEM KOLEKSİYONU DA YAPIYORUM”

Mask dışında farklı objeler de ilginizi çekiyor mu?

Evet, bir de kalem koleksiyonum var. Yine yurt dışına gittiğimde

değişik kırtasiyelerden, kaldığım otellerden aldığım çok güzel bir

kalem koleksiyonum var. Onu nereye kadar götürürüm bilemiyorum,

ancak masklarım ben ölünceye kadar benimle birlikte olacak.

Daha sonra küçük kızım alacak evine.

“YILLAR ÇOK ÇABUK GEÇTİ”

Bugüne kadar birçok başarılı projeye imza attınız. Tiyatro

sahnesinde seyircinizle buluştunuz, öğrenci yetiştirdiniz, çeşitli

oyunlar sahneye koydunuz, dizilerle evlerimize konuk oldunuz,

sanatseverlerin kalbine dokundunuz. 57 yıllık sanat hayatınızı

nasıl özetlersiniz?

Dile kolay, 57 yıl… Ancak o kadar çabuk geçti ki anlatamam. Göz

açıp kapanıncaya kadar... 1963 yılında konservatuarı bitirip, Devlet

Tiyatroları’na katıldım. 46 yıl 8 ay hizmet verdim. Daha sonra

emekli oldum. Ancak köşeme çekilmedim, daha çok çalışmaya başladım.

2 oyun sahneye koydum, 3 oyunda da oynadım. 3 yıldır da

“Bir Zamanlar Çukurova” projesindeyim. 6-7 yıldır üniversitede hocalık

yaptım. Yetiştirdiğim öğrencilerim var. Fonotik değil ama diksiyon

hocalığı yaptım. Hocalık çok güzel bir deneyim oldu benim

için. Yılların birikimini başkalarına tekrar aktarıyorsunuz. Bugün

hâlâ mesajlaştığım öğrencilerim var. Yıllar dolu dolu geçti, geçiyor.

Şimdi pandemiden dolayı kısıtlı her şey. Bitsin, yeniden eski tempoma

döneceğim.

Bu kadar proje ve oyunda yer aldıktan sonra, canlandırmak

istediğiniz bir rol kaldı mı diye sorsam?

Benim şu anda oynamak istediğim bir rol yok. Oyun yelpazem

çok geniştir.

“GENÇ OYUNCULARIMIZ

ÇOK DONANIMLI”

Yeni nesil oyuncuları nasıl buluyorsunuz?

Benim bilinmeyen bir yönüm daha var. Yaklaşık 8 yıl Afife

Jale, 5 yıl Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde jüri üyeliği yaptım.

Bu nedenle, İstanbul’daki bütün oyunları izledim. Bu

vesileyle genç oyuncularımızı da tanıma imkânına sahip oldum.

Bence çok donanımlı, temeli sağlam, harika genç oyuncularımız

var. Takdir ediyor, hepsini ayakta alkışlıyorum.

Uzun süredir “Bir Zamanlar Çukurova” çekimleri için

Adana’dasınız. Günleriniz nasıl geçiyor?

Adana’da çok mutlu günler geçirdik. 2 yıl benim için inanılmazdı.

Eşim de gelmişti, bütün yakın illeri ve tarihi yerleri

gezdik. Ancak pandemiyle birlikte hayatım otel odası, otel

bahçesi ve set arasında geçmeye başladı. Yapım ekibimiz

çok sıkı önlemler alıyor. Herkes gibi biz de zor günler geçiriyoruz.

Allah’tan kendime yeten bir insanım. Burada kendimi

oyalayacak uğraşlar buluyorum. Bir yandan hayatımı

kaleme aldım, yazmaya çalışıyorum.

“HAMİNNE, HAYATIMDA YEPYENİ BİR

PENCERE AÇTI”

Müthiş bir oyunculuk performansı gösterdiğiniz

‘Haminne’ karakterinin sanat hayatınızda nasıl bir

yeri olacak?

Hiç unutamayacağım bir karakter olacağını biliyorum. Haminne’yi

çok seviyorum. O benim canım. Haminne’yle buluşacağım

zaman ayaklarım yerden kesiliyor. Haminne’yi

okuduğum zaman eşime “Ben bu rolü oynamak istiyorum”

dedim. Bu rol, gerçekten zor bir rol... Bilmediğimiz, tanımadığımız

bir süreç var. Hazırlık aşamasında da titizlikle

çalıştım. Alzheimer merkezlerine gittim, oynadığım rolün

tam karşılığı bir hastamızla uzun süre vakit geçirdim. Birlikte

yemek yedik, şarkılar söyledik. Hayatımın en anlamlı,

farklı, en heyecanlı dönemiydi. Bu rolü bana teklif eden yapım

şirketimiz TİMS&B Prodüksiyon’a çok teşekkür ediyorum.

Sözle anlatmak mümkün değil, oyunculuk hayatımda

yepyeni bir pencere açtı. Bizi ilgiyle izleyen seyircilerimize

sonsuz sevgilerimi gönderiyor, sevgiyle kucaklıyorum. Şimdi

isterim ki tiyatroda da çokfarklı bir rolle sanatseverlerin

karşısına çıkayım.

“MERKEZLERİ ZİYARET ETMEK

İSTİYORUM”

Alzheimer hastaları için bir şeyler yapmak ister misiniz?

Ailelerine bir mesajınız var mı?

Muhakkak bir şeyler yapmak isterim. CKM’de bir söyleşiye

katılmıştım. İstanbul’a döndükten sonra merkezleri ziyaret

etmek, onlarla birlikte vakit geçirmek istiyorum. Çok zor bir

süreç... Özellikle aileleri için çok zor. Aileler sadece sevgi,

ilgi, şefkat göstersinler. Sevgi her şeyin başı...

“Bir Zamanlar Çukurova” dizisinden sonra neler yapmak

istiyorsunuz?

Tiyatroda da farklı bir rolle sanatseverlerin karşısına çıkmayı

çok isterim. Bir oyun var. Yavaş yavaş başladık çalışmalara.

Umarım salgın biter, eski aktif günlerimize, seyircimize

kavuşuruz.

53

KOLEKSİYON

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


54

FOTOĞRAF

Yazar

Nil Özer

“ Fotoğrafçılık mızmızlara

göre değildir”

Ünlü fotoğraf sanatçısı Ayten Alpün:

“İyi bir fotoğrafçı olmak için, okul bitirdikten

sonra muhakkak asistanlık yapmak gerekir.

Fotoğrafçılık mızmızlara göre değildir. Yeri

geldiğinde gece gündüz çalışmanın yanında

temizlik yapmak, boya taşımak demektir.”

14 yaşında fotoğrafçı olmayı kafasına koyan Ayten

Alpün, Türkiye’nin en iyi fotoğraf sanatçılarından

biri. 30 yıl önce İsveç’ten İstanbul’a gelerek yepyeni

bir hayatı kucaklayan Alpün, kendisi gibi usta

fotoğraf sanatçısı Tamer Yılmaz’la bir hayatı paylaşıyor.

1999 yılında birlikte kurdukları profesyonel fotoğraf stüdyosu

Fabrika’da müşterilerine yaratıcı çözümler sunan çift,

çalışmalarına büyük bir titizlikle devam ediyor.

Türkiye’nin en iyi sanatçılarına verdirdiği kreatif pozlarla

adından söz ettiren Ayten Alpün, ayrıca çok iyi bir şef.

YouTube kanalında takipçilerine eğlenceli sohbetlerinin

yanı sıra farklı yemek tarifleri de gösteren usta fotoğrafçı

Alpün ile İstanbul Sanat Dergisi için keyifli bir söyleyişi

gerçekleştirdik.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Fotoğrafçılık mesleğini neden seçtiniz? İsim ve olaylar

etkili oldu mu?

6. sınıfta okulda 2 haftalık stajımız vardı. Annem bir moda

fotoğrafçısının yanında yer ayarladı ve ben büyülendim.

14 yaşında hedefimi koydum.

“10 SENE SONRA ‘BURASI EVİM’ DEDİM”

İsveç’ten İstanbul’a geliyorsunuz... Kaç yıl oldu? Zor yıllar

mıydı, yoksa şansınız hep size güldü mü?

İsveç’ten 1990 yılında geldim, yani 30 yıl olmuş. Türkiye

ve İsveç çok zıt iki ülke olduğu için pek de kolay olmadı.

Buradaki insanların söylediklerini ve davranışlarını deşifre

edebilmek epey bir zaman aldı. Ancak 10 sene sonra “Evet,

burası benim evim” diyebildim. Artık başka yerde yaşamayı

düşünemiyorum. (Gülüyor)

Türkiye’nin önemli fotoğraf sanatçılarından birisiniz.

Başarınızın sırrı nedir?

Ben şanslılardanım, çok sevdiğim bir şeyi meslek olarak yapabildim.

İşini severek yapan herkes, bence kendi çapında

başarılı olur.

Eşiniz, fotoğraf sanatçısı Tamer Yılmaz’la birlikte

çalışmalarınız var mı? Birbirinizi destekler ya da

eleştiri misiniz?

Tamer’le aynı çekimde yer almadık. İş ortağıyız ama herkes

kendi çekimini yapar. Aynı işi yapmanın ve mekânı paylaşmanın

hem iyi hem zor yanları var. Birbirimizi hem eleştiririz

hem destekleriz. Güzel bir şey bence, birbirimize daha

anlayışlıyız. Çünkü saati, günü, hafta sonu, bayram seyranı

olmayan bu işi yapan biri ile yaşamak kolay değil.


çalışmak demek. Çok isteyen, asistan olabilmek için bile fotoğrafçının

paspasında yatar, girmek için fırsat kollar. Kapıdan

giremez ise bacadan girmeyi dener. Mızmızlara göre

değildir. (Gülüyor) Yeri geldiğinde temizlik yapmak, boya

taşımak demektir.

55

“ÇOK İYİ MODA FOTOĞRAFÇILARI VAR”

Türkiye’de fotoğraf sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat olarak değerlendiremem, çünkü bizim çektiğimiz

fotoğraflar sanat değil. Ancak moda fotoğrafı olarak ülkemizde

bu işi çok iyi yapan fotoğrafçılarımız var. Düşük

bütçelerle ve zor şartlar altında iyi iş çıkartmayı öğrendik

zaman içinde.

“TAMER’LE EN GÜZEL DÖNEMDE ÇALIŞTIK”

Moda fotoğrafçısı olmanın güçlükleri neler?

Özellikle ünlü isimlerle çalışmak zor mu?

Mesleğimizin çok güzel yanları var. Yeni insanlarla tanışmak

ve farklı yerlere gitmek gibi... Eskiden çok gezerdik,

son birkaç yıldır ülkemizin düşen ekonomisi ile maalesef

çok azaldı. Tamer (Yılmaz) ve ben gerçekten bu işin en güzel

döneminde fotoğraflarımızı çektik. Her türlü sanatçılarla

çalışma fırsatımız oldu. Genelde işler sorunsuz geçer, arada

bizi zorlayan kişiler de olmuştur.

“NELER İSTEDİĞİNİZİ GÜZELCE

ANLATMAK”

Modelinizi nasıl motive edersiniz?

Karşınızdaki insan ile iletişim içinde olmak çok önemlidir.

Bunu biraz açarsam; el vermek, neler istediğinizi güzelce

anlatabilmek, destek olmak ve fotoğrafını çekeceğimiz kişinin

kendisini güvende hissettirmeyi sayabilirim.

Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla renkli ve şahane

bir enerjiniz var. Fotoğraf çekerken de böyle misiniz?

Teşekkür ederim. Genelde çalışmak beni çok mutlu ettiği

için, sette de neşem yerinde olur.

Çok değişik ve güzel yemekler yapıyorsunuz. YouTube

kanalınız Ayten Alpün’ü de merakla takip ediyorum...

Yemek yapma merakım, Türkiye’ye taşındıktan sonra oldu.

İsveç mutfağından özlediğim yemekler, ekmekler oldu tabii.

Bulamayınca yapmaya başladım. Kanalımda sevdiğim

yemekleri paylaşıyorum. Her zaman söylerim, Türk insanı

Türk yemeklerini o kadar çok seviyor ki başka mutfakla çok

ilgilenmiyor. Benim paylaştıklarım insanların çok da merak

ettikleri türden değil. (Gülüyor) Çünkü, Türk mutfağı

yapmıyorum. Daha çok Uzak Doğu lezzetlerini tercih ediyorum,

çok sevdiğimden dolayı. Mesela Hint, Thai, Çin, Japon

mutfaklarından örnekler yapıyorum. Bazı İsveç tatları paylaştım.

Hatta düşündüm ki 1600’lerin sonunda İsveç 12.

Kralı Karl’ın Türkiye’den İsveç’e götürdüğü ve sonra meşhur

“Swedish Meatball” olan köfte tarifini de paylaşsam diye.

“PANDEMİ DÖNEMİNDE ZAMAN

HIZLI GEÇİYOR”

Anne, fotoğraf sanatçısı ve iyi bir şefsiniz. Özellikle

pandemi döneminde günleriniz nasıl geçiyor?

Pandemide günlerin nasıl geçtiğini gerçekten anlamıyorum.

Sabah uyanıp, gözümü açıp kapayana kadar öğlen saat 2

oluyor, sonra akşam üstü 5, sonra uyuma zamanı...

İleride neler yapmak istiyorsunuz?

Şu anda sadece bu dönemi sağlam geçirmek, atlatmak...

Sonra bakarız…

FOTOĞRAF

Moda dışında hangi kareler objektifinizde hayat buluyor?

Benim için fotoğraf çekmek o kadar hayatımın bir parçası

ki... O yüzden Instagram’ı çok severek kullanırdım, şimdi o

platform ne yazık ki çok değişti. Ama YouTube’daki yemek

kanalım “Ayten Alpün” için yemek fotoğrafları çekiyorum.

Yani esasında gözüme çarpan birçok şeyi çekiyorum.

Bugüne kadar birçok ünlü isimle çalıştınız. Aklınızda hâlâ

çekmek istediğiniz, ancak bir türlü denk gelmeyen isim

var mı?

Gerçekten birçok insan ile çalıştık. Müzisyenler, oyuncular...

Ama keşke şu insan ile de çalışsam dediğim kimse aklıma

gelmiyor.

Fotoğrafçılık mesleğine ilgi duyanlara neler önerirsiniz?

İlgi duyanlar değil de bu işi gerçekten isteyenlere, bu iş

dışardan göründüğü gibi şen şakrak değil. Fotoğrafçılık

okumuş birinin piyasada iş yapabilmek için üstüne 4 sene

asistanlık yapması lazım. O da zaman zaman gece gündüz

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


Kadıköy’ün Yakın Tarihine Işık Tutan

KADIKÖY’DE ZAMAN

YAYIMLANDI

Kadıköy’ün tarihsel mekanlarında yepyeni bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Yazar Arif Atılgan’ın yeni kitabı “Kadıköy’de Zaman” ile her gün sokaklarında

dolaştığınız Kadıköy’ü yeniden keşfedeceksiniz.

Yazar ve mimar Arif Atılgan’ın yeni kitabı K-İletişim Yayınları’ndan çıktı.

“Kadıköylü, yıllardır Kadıköy’e geldiğinde kendisini köyündeymiş gibi hisseder”

sözleriyle raflarda yerini alan kitapta, Kadıköy’ün binaları ve bugünlere taşınan

kültürel değerleri birbirinden ilginç hikâyelerle anlatılıyor.

“Kadıköy’de Zaman” kitabı

Remzi, Nezih, Gergedan, Penguen, Mephisto ve Tarihçi Kitabevlerinde…

Ayrıca, 0532 266 82 43 nolu telefondan istekte bulunabilirsiniz.



58

PERSPEKTİF

Yazar

Dr. Dilara Dolu Köksal

Sanatçı olmak

ya da doğmak,

işte bütün mesele bu!

Amatör bir sanat izleyicisi olarak aklıma bir soru

takıldı; “Bir sanatçının ortaya koyduğu yapıtta

ne kadar yetenekli olduğunu göstermesi mi

önemlidir, yoksa duygu dünyasını mı?” Açıkça

belirtmem gerekirse, aslında sorumun çıkış noktası şuydu:

Bir izleyici olarak bazı yapıtlardan olağanüstü bir zevk

alırken, bazılarını neden hiç beğenmiyorum? Hatta kafamda

deli düşüncelerle “Ben de yapabilirim” iddialarında

bulunuyor ya da kısaca “Bu ne?” diye soruyorum kendime.

Şimdi lütfen dürüst olalım, eminim herkes düşünmüştür.

Bundan çok eminim, çünkü birkaç sene önce Jean-Michel

Basquiat sergisini gezerken, yedi göbek sanatsever İtalyan

bir arkadaşımın neredeyse yüzünü tabloya yapıştırıp, birdenbire

püsküre püsküre gülüşüne şahit oldum. O sessizlikte

kahkahası tam bir soğuk duş etkisi yaratmıştı. İtalyanlar,

neyse ki çok seviliyorsunuz.

Peki ama mesele sadece çizebilmek mi? Konuyu biraz kurcaladıktan

sonra fark ettim ki kendime sorduğum soru yanlışmış.

Çünkü duygusallık olarak tanımladığım şey aslında

yaratıcılık. Duygusallık, yaratıcılığın izleyicide uyandırdığı

şey değil midir? Botti’nin bir makalesinde okumuştum,

Csikszentmihalyi’den şöyle bir alıntı yapmıştı: “Sanat, bir

tabloda ya da bir performansta fiziksel olarak ortaya çıkan

bir şey değil, insan zihninde uyanan bir formdur.” Dolayısıyla

soruyu tekrar formüle ediyorum; “Sanatçının yaratıcılığı

mı önemlidir, yoksa yeteneği mi?”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Elbette ki bir sanatçıdan, yaratım için gerekli hayal gücünü

kullanabilme yeteneğine, yani yaratıcı kabiliyete sahip

olmasını bekleriz. Ancak bizleri etkileyen asıl şey, sanatçının

yaratıcı kabiliyetini, sanatsal kabiliyete dönüştürebilme

gücü sanırım. Yani sanatsal yaratıcılığı...

Yani yaratıcılığını resim, çizim, heykel, müzik gibi sanatsal

bir çalışma ile ifade edebilmesi; bir yapı, bir form

oluşturabilmesi. Peki ama yaratıcılığa ya da yaratma

becerisine/kabiliyetine sahip her kişi, sanatsal kabiliyete

de sahip olabiliyor mu? Aslında kabiliyet

dediğimiz “şey”, doğal olarak var olabileceği gibi

çalışarak da elde edilebilir bir “şey”dir. Kabiliyet,

doğal olarak yapabildiklerimiz (doğal

yetenek) ile çalışarak yapabilmeyi becerdiklerimiz

olarak ayrı ayrı ya da bir bütün

olarak tanımlanabilir.


Öte yandan, aynı çalışmanın ortaya koyduğu bir başka mesele

daha var. Her iki grubun da TTCT-F skorlarının, beyinlerinin

gri madde hacimleri (volüm) ile belirgin şekilde

ilişkili olduğu. Tam olarak sol medial frontal girus ve sol

frontal singulat korteks... Bu kısım çok fazla nöroanatomi

tanımı içerdiği için açıklamadan öylece bırakmak istiyorum.

Tıp doktorlarına saygılar! Ancak beynin ön (frontal) loblarının

konumuzla alakalı işlevlerinden bahsedecek olursak;

yaratıcılık, problem çözme, karar verme, planlama, yürütme,

basamaklı düşünme, sıraya koyma, yargılama, istenç,

içgörü, hayalinde canlandırma gibi bilişsel işlevlerin sorumluluğunu

yürüttüğünü de eklemek isterim. Sonuç olarak

bu konuda yapılan istatistiki analizler, TTCT-F skorlarının

sanat alanında eğitim görenlerin beyinlerine ait yukarıda

bahsi geçen bölümleri ile kayda değer şekilde pozitif bir ilişki

gösterirken, sanat dışı alandakilerde bu ilişkinin negatif

olduğunu gösteriyor.

59

PERSPEKTİF

Ve araştırmacıların son sözü: “Profesyonel olarak alınan

sanat eğitimleri/sanat programları, bireylerin yaratıcılık

becerilerini interkortikal bağlantılarını geliştirerek yükseltebileceğini

gösteriyor.”

Lorenzo Bernini

Sanatsal kabiliyeti bir anlamda yaratıcılığa dönüştürebilme yeteneği

bize bahşedilmedi ise daha fazla çalışarak, defalarca tekrar ederek

ve deneyerek elde edebilmek mümkün gibi. Elimizi, gözümüzü,

hafızamızı ya da kısacası aslında beynimizi eğitebiliriz. Nesneleri

olduğu gibi anlayabilmek, onları gerçek boyutlarıyla, renkleriyle,

açılarıyla ve çevreleriyle olan ilişkileriyle görebilmek ve hafızada

tutabilmek için daha fazla pratik yapmak şart. En azından bu konuyla

ilgili çalışan bilim insanları böyle söylüyor. Elbette ki sanatsal

yaratıcılık için gerekli en temel itkiye, yani “yaratma ihtiyacına”

sahipsek.

Peki ama yaratıcı kabiliyete çalışarak ulaşmak mümkün mü? Yaratıcılık

tek başına sanatsal bir yapı oluşturmak için yeterli mi? Beynimizin

gri ve beyaz alanları bize biraz ipucu veriyor gibi... Biçimsel

yaratıcılığa odaklanan ve yaratıcılık mekanizmasındaki farklılıkları

ortaya koymak adına Voksel Bazlı Morfometri (beyin anatomisindeki

merkezi farklılıkları ortaya koyan nörolojik görüntüleme) yöntemini

kullanarak, Torrance Yaratıcı Düşünce Testi-F (TTCT-F) ile

sanat eğitimi alan öğrencilerle almayanlar üzerinde yapılan akademik

bir çalışmanın bulgularından bahsetmek istiyorum. Yapılan bu

araştırmada, sanat eğitimi alan öğrencilerin TTCT-F skorlarının,

almayanlara göre belirgin şekilde yüksek olduğu gözlemlenmiş. Bunun

nedeni ise, bu öğrencilerin yaratıcı aktiviteler için daha fazla

pratik yapma olanağına ve çalışma süresine sahip olmaları. Yani

profesyonel anlamda alınan sanat eğitimleri ile biçimsel yaratıcılık,

bir derecede pozitif yönlü ilişkili.

Benim konuyla ilgili okuduklarımdan yaptığım genel çıkarım

ise şu: Önemli olan sanatçının ne kadar veya ne konuda

kabiliyetli olduğu değil, yaratmayı ne kadar çok istediği ve

bu konuda ne kadar çalıştığı. Yazının tam da bu kısmında,

zamanında doktora tezim için yaptığım araştırmanın bir

bölümünden de bahsetmek uygun olur gibi düşünüyorum.

İtalya’da kalırken sanat galerileri, sanatçı galerileri ve sanat

eleştirmenleriyle görüşmeler yapma fırsatım olmuştu. Onlara

sanat piyasalarını, sanatçı-galeri-eleştirmen ilişkilerini

ve bir galerinin bir sanatçı ile çalışmaya nasıl karar verdiğini,

sanatçının ve sanat yapıtının değerini nasıl belirlediklerini

sormuştum. Bu görüşmelerden edindiğim bilgilerden bir

genelleme yaparak söylüyorum; sanatçı galerileri, yani bizzat

sanatçıların bir araya gelerek açtıkları galeriler, sanatçı

ve sanat yapıtlarının değerini belirleyen temel unsurları öncelik

sırasına göre aldığı eğitim, gittiği okul, birlikte çalıştığı

isimler, katıldığı sergiler, yaratıcılık, kabiliyet, kendisinde

oluşturduğu hisler, kullandığı malzeme, bir galeri tarafından

temsil edilip edilmediği şeklinde sıralarken; sanat galerilerinin

genel olarak yaptığı sıralama sanatçının daha önce

katıldığı sergiler, yapıtta kullanılan malzemeler, yapıtın boyutu,

sanatçının daha önce kim tarafından temsil edildiği,

önceki satışları ve eğitimi/kiminle çalıştığı vb. şeklindeydi.

Sanırım bazen, bazı sanat galerileri için ağ etkisinin önemi,

diğer pek çok unsurdan daha önemli hâle gelebiliyor.

Yalnız şunu da söylemek gerekir ki, bir Gian Lorenzo Bernini

olmak çok da kolay olmasa gerek. Bir insan ömrü boyunca

çalışmak, Bernini olmaya yeter mi? Son derece şüpheli!

Zira kendisi “Il Ratto di Proserpina (Proserpina’nın Kaçırılışı)”

yapıtını henüz yirmi üç yaşındayken tamamlamış.

Ve son olarak yazmadan edemedim, koleksiyonerler için

esprili bir öneri geldi aklıma. Acaba satın almak istedikleri

eserlerin yanında, bir de sanatçı beyinlerin gri madde hacimlerini

gösteren tomografik görüntülemelerini mi isteseler?

NöroSanat-ÇI bağlamında...

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


Yazar

Pınar Baltacı

60

RÖPORTAJ

Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz:

AKM ülkemizin parlayan

yıldızı olacak

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Kültür-sanat açısından ülkemizin en zengin şehirlerinden

olan İstanbul’u, Kültür ve Turizm

Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz ile konuştuk.

Pandemi sürecinde Bakanlığın aldığı

önlemlere değinen Yavuz, İstanbul’a yeni bir vizyon katacak

Atatürk Kültür Merkezi Projesi’ni de detaylandırarak, önümüzdeki

dönem çalışmalarını anlattı.

İstanbul, kültür-sanat açısından zengin bir şehir...

Köklü tarihi ve hepsi birer sanat eseri olan yapıları

bunun en açık örneği... Siz tüm bu zenginlikleri nasıl

anlatırsınız? Bununla beraber içerisinde bulunduğumuz

pandemi sürecinin sanatsal faaliyetler üzerindeki etkisini

yorumlamanızı isteyeceğim...

İstanbul’u anlatmaya ne ciltlerce kitap yeter ne de sayısız

şiir, şarkı, resim, fotoğraf, film... İstanbul’un kendisi sürekli

oluş hâlinde bir sanat eseri gibi gelir bana. Her bir sokağı,

her bir yapısı, yıllar içinde biriken tecrübelerin izlerini

yansıtır ve İstanbul tek kelimeyle büyüleyicidir. İstanbul,

ülkemizde kültür-sanatın kalbi olduğu gibi beynidir de aynı

zamanda. İstanbul, yerel ve uluslararası düzeyde sayısız

kültür sanat etkinliğine ev sahipliği yapan bir dünya kenti...

24 saat canlı sosyal hayatı, mimari şaheserleri, çok sayıda

sinema ve tiyatrosu, kütüphaneleri, galeri ve kültür merkezleri,

her disiplinden sayısız sanatçısı ve sanata meraklı kent

halkı ile hepimizin gözbebeği...

Küresel salgına ve etkilerine gelecek olursak, bütün sektörler

gibi kültür-sanat sektörlerini de olumsuz etkiledi hâliyle. Salgınla

mücadele etmek için getirilen kısıtlamalar, doğal olarak

kültür-sanat etkinliklerine büyük oranda sekte vurdu. Konserler,

sergiler, temsiller ertelenmek ya da iptal edilmek zorunda

kalındı. Bu süreçte her alanda olduğu gibi kültür-sanat alanında

da sanal dünyanın olanaklarından daha yoğun biçimde

yararlanmaya başladı sanatçılar. Pek çok yeni ifade imkânları

ve izleyiciye ulaşma yöntemleri kullanılmaya başlandı. Sanal

ortamlar, sanal ifade biçimleri zaten önemli bir atılım içindeydi.

Küresel salgın, bu atılımın hızını daha da ivmelendirdi.

Salgının başından bu yana biz de Bakanlık olarak halkımızın

sanatla ve kültürle iç içe olabilmesini, sanatın iyileştirici gücünden

yararlanabilmesini temin etmek için kültür, sanat ve spor

dünyamızdan önde gelen isimlerle “Evde Kal” kampanyası düzenledik.

“Sanat Cepte, Kitapla Kal, Sanat Heyecanı Evimizde,

Uzak Ama Birlikte, Hayat Eve Sığar” sloganlarıyla Bakanlığımız

kültür-sanat kurumları, etkinliklerini sanal ortamda çevrimiçi

olarak halkımıza sundu. YouTube kanalımızdan operalar, konserler,

yetişkin ve çocuklara yönelik tiyatro oyunları paylaştık.

TRT’de arşiv konserlerimiz ve temsillerimiz yayınlandı. Ayrıca,

Etkin Kütüphane programıyla halkımızla buluşmaya devam

ediyoruz. Müzelerimiz koleksiyonlarını sanalmuze.gov.tr adresinden

paylaşıyor. Bu sayede, fiziki ortamda sanattan uzak

kalmanın sıkıntısını gerek İstanbullular gerek bütün Türkiye

için bir nebze olsun azaltmaya çalıştık.


Geçen süreçte İstanbul’un kültür-sanat dünyasında

neler değişti? Elbette tüm bunlara ek olarak, Kültür

ve Turizm Bakanlığı olarak ne tür önlemler aldığınızı

öğrenmek isteriz...

Biliyorsunuz, mart ayından itibaren küresel salgının etkileriyle

baş edebilmek için çeşitli önlem paketleri uygulanıyor.

Biz de Bakanlık olarak girişimlerde bulunarak, kültür-sanat

dünyasının da yayınlanan tebliğlerin kapsamına alınıp, getirilen

avantajlardan yararlanmalarını sağladık. Böylece özel

tiyatro, müzik, yayıncılık gibi sanatsal hizmet sektörlerinde

faaliyette bulunan kültür sektörünün önemli paydaşlarının

mücbir sebep hâlinde olduğu kabul edildi. Konser, fuar ve

lunapark giriş ücretlerinin KDV oranları yılsonuna kadar

yüzde 8’e; sinema, tiyatro, opera, operet, bale, müze giriş

ücretlerinin KDV oranları yılsonuna kadar yüzde 1’e indirildi.

İş yeri kira stopajı yüzde 20’den yüzde 10’a indirilerek,

kiracı olarak faaliyetlerini yürüten tüm sektör paydaşlarına

destek sağlandı.

Bunların yanı sıra sanat faaliyetlerinin salgın döneminde de

sürdürülebilmesi ve vatandaşlarımızı sanatla buluşturabilmek

için 209 projeye yaklaşık 44 milyon TL destek sağladık.

Yine eser sahibi ve sanatçıları temsil eden meslek birliklerine

2020 yılı giderleri desteklerimizi iki katına çıkarttık.

48. İstanbul Müzik Festivali, Roman Müzisyenler Büyük

Türkiye Orkestrası - Müzik Hayattır gibi projeler de desteklenerek,

bu süreçte müzisyenlerin faaliyetlerini sürdürmesini

amaçladık. Bakanlık olarak gerek etkinlik destekleriyle

gerek proje destekleriyle, gerekse ödüllü yarışmalarla tiyatrolarımızın,

sinemamızın, müzik sektörümüzün, yayıncılığımızın,

görsel sanatlarımızın, gelenekli sanatlarımızın

ve her tür sanatımızın her zaman arkasındayız. Ancak bu

süreçte desteğimizi daha da artırdık. Örneğin, 2019-2020

sanat sezonu için özel tiyatrolarımıza ayırdığımız 6 milyon

100 bin TL desteği, 2020-2021 sezonunu kapsayan dönemde

küresel salgın koşullarını da göz önüne alarak yaklaşık üç

buçuk kat artırdık ve 21,5 milyon TL’ye çıkardık. Geliştirdiğimiz

Dijital Tiyatro Kütüphanesi Projesi ile 467 tiyatro

oyununun dijitalleştirilmesi için özel tiyatrolara 9,5 milyon

TL tutarında destek sağladık.

Kültür merkezlerine destek vermemize imkân sağlayan bir

yönetmeliğimiz var. Belli kıstasları yerine getiren kültür

sanat girişimleri, Kültür Yatırım ve Girişim Belgesi almaya

hak kazanıyor ve bu sayede çeşitli teşvikler kullanabiliyorlar.

Biz bu süreçte söz konusu yönetmelikte değişiklik yaparak,

salonu olan özel tiyatroların da bu teşvikten yararlanmasını

kolaylaştırdık. Bunlara ilaveten, Bakanlığımıza ait

kültür merkezlerimizi ve devlet tiyatrolarımızın salonlarını,

özel tiyatrolarımızın kullanımına sunduk. Özel tiyatroların

dijital kayıt oluşturarak etkinliklerini çevrimiçi ya da dijital

platformlardan yayınlamalarını sağlayacak yeni bir Dijital

Tiyatro Arşivi Projesi de geliştirdik. Sinema sektöründe ise

2020 yılında 234 projeye 46,5 milyon TL destek sağladık.

Böylece 2019 yılı ile karşılaştırıldığında sektöre verdiğimiz

desteği yüzde 22 oranında artırmış olduk. 2020 yılında 9’u

yurt dışı, 67’si yurt içi olmak üzere toplam 76 sinema etkinliğini

24,7 milyon TL ile destekledik. Bu desteğin 18,2

milyon TL’lik kısmını doğrudan sinema alanında faaliyet

gösteren meslek birliklerine ve kuruluşlarına verdik. Bunlar

dışında çeşitli kültür-sanat projelerinin yürütülmesine yönelik

olarak bu yıl 209 projeye toplam 60 milyon TL destek

sağladık. Bu projelerde yapılan ödemelerin yaklaşık yüzde

50’sini sanatçı/yazar/oyuncu/yönetmen gibi yaratıcı katkı

sunan kişilere yapılan telif kaşe ödemeleri oluşturuyor.

Kendi bünyemizdeki sanatçılarımızı da elbette düşündük.

Bakanlığımızda uzun yıllardır yevmiyeli statüde görev yapan

2 bin 944 kişiyi sözleşmeli statüye geçirdik. Bu sayede

bu arkadaşlarımızın özlük haklarında çok önemli bir iyileştirme

sağlandığı gibi maaşlarında yaklaşık yüzde 50 artış ve

yıllık izin hakkı getirilmiş oldu. Küresel salgın döneminde

onları yasal güvence altına alarak, sosyal ve ekonomik anlamda

yüz yüze kalacakları olası sıkıntıları önlemiş olduk.

Yeni AKM Projesi’nde hangi aşamaya gelindi? Bu yeni

projede İstanbulluları ne gibi sürprizler bekliyor?

İstanbul ve hatta tüm Türkiye, heyecanla Atatürk Kültür

Merkezi’ni (AKM) bekliyor. Projemizde hızla sona yaklaşıyoruz,

2021 yılında kapılarını sevenlerine açacak. Yeni

AKM, çok gelişmiş teknik imkânlarla donanacak. İstanbul’umuzu

dünya çapında öncü bir kültür-sanat şehri kılma

hedefimizde önemli bir rol üstlenecek ve uluslararası

kültür-sanat camiasında ülkemizin parlayan yıldızı olacak.

İstanbul, çok sayıda uluslararası etkinliğe sahne olmakla

birlikte kültür-sanat alanındaki potansiyeli daha fazla

aslında. Yeni AKM, bu potansiyeli hayata geçirmemizin

anahtarı olacak.

61

RÖPORTAJ

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


62

önemli bir turizm yatırımı... Ayrıca açık hava sergileri, konserler,

yerleştirmeler için çok uygun bir mekân olacak. Sergi

mekânı olarak kullanılan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne

bağlı Tophane-i Amire de bu bölgede yer alıyor.

RÖPORTAJ

AKM, dünyadaki benzerleri gibi sanatı besleyen, çoğaltan

ve şehrin her kesiminden ziyaretçiyi zengin içeriklerle buluşturan

bir yapı olacak. Daha önce opera, bale ve tiyatro

deneyimi yaşamamış olanları da bu sanat dallarıyla tanıştırmak,

izleyici sadakati oluşturmak, sanatı çocuk ve gençlerimizin

yaşamlarının olmazsa olmazı kılmak amacıyla

programlar yürütülecek burada. Yeni sanat için de uygun

bir ortam sunmasını hedefliyoruz. Hedeflerimizden biri de

daha çok insanın sanata erişimini ve katılımını sağlamak.

Bütün bu iddialı hedeflere ulaşmak için de yeni bir kurumsal

yapı kurguluyoruz. Bakanlığımızın sanat kurumları,

AKM’nin yerleşik sanat kurumları olacak. Bunun dışında

dış ve ortak yapımlara, festivallere de açık olacak.

Güzergâhın ikinci durağı, İstanbul’un hem yakın hem uzak

tarihinde önemli bir kültür havzası olan Galata Kulesi...

Restore ederek, İstanbul’un cazibe merkezlerinin yukarıdan

izlenebildiği, aynı zamanda bu merkezlerin tanıtıldığı

bir müzeye dönüştürdüğümüz Galata Kulesi, İstanbul’u yakından

tanımak isteyen turistler için iyi bir başlangıç noktası

olacak. Müzede, yaklaşık 16 yüzyıl boyunca başkentlik

yapan İstanbul’un tüm dönemlerini yansıtan eserler sergileniyor.

Kulenin üst katı, İstanbul’un en güzel panoramik

manzaralarından birine sahip... Kulenin dışındaki Galata

Meydanı, Bakanlığımız sanat kurumlarının etkinliklerine

sahne olacak ve bu bölgenin kültürel canlılığına katkıda bulunacak.

Buradan kısa bir yürüyüşle İstanbul’un ilk mevlevihanesi

ve Beyoğlu’ndaki en önemli Osmanlı eseri olan Galata

Mevlevihanesi Müzesi’ne ulaşıyoruz. Mevlevihane’nin

yanındaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ni de bu sene

yenileyerek açtık. Merkezde 97 kişilik bir cep sineması, 110

kişilik tiyatro salonu ve galeriler bulunuyor. Sinemada çocuk

filmleriyle kısa metrajlı sanat filmlerine ağırlık vereceğiz.

Galerilerde Bakanlığımızın sergileri yer alacak, ayrıca

isteyen sanatçılara ve galerilere de tahsis ediyoruz.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Biraz da fiziki yapısından bahsedersek, yaklaşık 100 hektar

kapalı alanda 2038 kişilik opera salonu ve 805 kişilik tiyatro

salonunun yanı sıra müzik sergisi ve stüdyosu, sanat ve

müzik kütüphanesi, çocuk sanat merkezi, sanat galerisi, çok

amaçlı salon, tasarım dükkânı, restoran, kitapçı ve kafelerin

yer aldığı bir kültür sokağı olacak. Çocuk yaşlardan itibaren

kültür-sanatla iç içe yetişen bireyler daha mutlu, daha yaratıcı,

çevre bilinci daha yüksek, toplumsal dayanışmaya ve sorumluluk

almaya daha yatkın oluyorlar. Biz herkesin sanata

ve kültüre eşit erişimini ve isterse katılımını bir hak olarak

görüyoruz. Bu da ancak buna uygun ortamlarla mümkün.

İşte AKM de bunlardan biri, hatta en önemlisi olacak.

AKM Projesi’nin tamamlanmasının ardından Beyoğlu ve

çevresini bütünsel olarak düşündüğümüzde, Galataport

Projesi’nin de bu bütünün bir parçası olarak kabul

edersek, kültür-sanat anlamında ne gibi hareketlenmeler

olacak? Siz genel çerçevede bu bölgedeki yenilikleri nasıl

anlatırsınız? Öngörülerinizi alabilir miyiz?

Bakanlığımız yeni cazibe alanları oluşturma konusunda stratejik

bir yaklaşım sergiliyor. Beyoğlu, İstanbul için hep özel

olmuştur, hep kültür ve sanatla anılmıştır. Birtakım talihsiz

gelişmeler, son yıllarda eski pırıltısını yitirmesine yol açmıştı.

Ancak şimdi eskisinden de canlı bir biçimde geri dönüyor

Beyoğlu. Biz de Bakanlık olarak iyi planlanmış bir projeyle bu

canlanmaya önemli bir katkıda bulunuyoruz. Galataport’tan

başlayıp, Taksim’e uzanacak olan Beyoğlu Kültür Yolu Projesi’nin

İstanbul için, küresel salgın sonrasında da kültür

ekonomisinin canlandırılması açısından önemli bir işlev

göreceğine inanıyorum. Kültür Yolu’nun başlangıç noktası

olan Galataport; Nusretiye Camii, Tophane Köşkü, Tophane

Çeşmesi ve Kılıç Ali Paşa Camii gibi simge yapıların arasında,

Tarihi Yarımada manzarasıyla benzersiz bir konumda. Çok

İstiklal Caddesi’nden Taksim’e yürüyüşümüze devam edersek,

sırada tarihi Atlas Pasajı’nda yer alan ve İstanbul’un marka

kimliğine önemli bir katkı verecek olan İstanbul Sinema

Müzesi var. Müzede, Türk sinemasının 106 yıllık tarihi sergilenecek.

Fiziki sergilemenin yanı sıra etkileşimli dijital uygulamalar

yer alacak. Tarihi Atlas Sineması da yenilendi, burası

sinemamızın ön gösterim ve ilk gösterimlere ev sahipliği yapacak.

Emek Sineması da güzergâhtaki önemli duraklardan

biri... İstiklal şairimizin son yılarını geçirdiği Mısır Apartmanı’nda

da Mehmet Akif Ersoy Müze Evi’ni açıyoruz. Taksim’e

geldiğimizde Taksim Camii Kültür Merkezi ve nihayet hepimizin

özlemle beklediği ve sanatın kalbinin atacağı AKM ile

güzergâhı sonlandırıyoruz. Beyoğlu Kültür Yolu’nda yer alan

kültür noktalarının yalnızca Beyoğlu’nu ihya etmekle kalmayacağına,

yakın çevresi ve bütün İstanbul kültür-sanat hayatı

için bir itici güç oluşturacağına eminim. Biz Bakanlık olarak

her çeşit sanat üretimini, eğitimini ve kültür girişimciliğini

destekliyor, sanatçılarımızın yanında yer alıyoruz. Kültür etkinliklerine

erişimi kolaylaştırıyor, sanatçılarımıza eserlerini

üretip sergileyebilecekleri mekânlar sağlıyoruz. Kültür merkezlerimizi,

şehir yaşantısındaki iş ve ev döngüsünü kıran

“üçüncü mekânlar” olarak kurguluyoruz.

İstanbul’daki çoğu müze ve sanat merkezinin genellikle

Avrupa yakasında toplandığını görmekteyiz. Anadolu

yakası ile ilgili düşünceleriniz neler? Özellikle Kadıköy,

sanatsal faaliyetlerin yoğun şekilde sürdüğü bir ilçe...

Kadıköy Süreyya Operası’nda Bakanlığımız Opera ve Balesi

temsilleriyle yer alıyor. Üsküdar Tekel Sahnemiz başta

olmak üzere Kadıköy’de bulunan çeşitli sahnelerde Devlet

Tiyatrolarımız sanatseverlerimizi ağırlıyor. Ayrıca, Bakanlık

olarak destek verdiğimiz özel tiyatrolarımızın birçoğu da

Anadolu yakasında faaliyetlerine devam ediyor.


63

AKTÜEL

Yazar

Nil Özer

İstanbul Sanat ve Antika Fuarı

mayıs ayına ertelendi

20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasına

ertelenen IAAF (İstanbul Sanat ve

Antika Fuarı)’nı sanat tutkunlarıyla

buluşturacak Demos Fuarcılık’ın Genel

Müdürü Hüseyin Aslan; “Erteleme

kararını katılımcılarımıza bizzat

sorduk, fikir ve destek aldık” dedi.

Demos Fuarcılık tarafından Şubat 2021’de ikincisi

planlanan IAAF (İstanbul Sanat ve Antika

Fuarı), Covid-19’a karşı alınan önlemler kapsamında

mayıs ayına ertelendi. İstanbul Sanat

ve Antika Fuarı’nı sanatseverlerle buluşturan Demos Fuarcılık’ın

Genel Müdürü Hüseyin Aslan; “İstanbul Kongre

Merkezi’nde gerçekleşecek IAAF, pandeminin yarattığı etki

ve belirsizlik nedeniyle 20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasına

alındı. Bu kararı, devletin yetkili kurumları ve danışma kurulumuzun

bazı üyeleri ile yaptığımız görüşmeler sonucunda

verdik. Sizlerin de bildiği gibi şu anda tüm dünyada virüse

karşı aşılama süreci başlıyor. Bu aşılamanın yaratacağı etki ve

alınan ciddi önlemlerle mayıs ayına kadar salgının üstesinden

gelineceği, en azından bu konuda bir rahatlama sağlanacağı

otoriteler tarafından söyleniyor. Bu nedenle, biz de fuarımızı

ileri bir tarihe erteledik” açıklamasında bulundu.

“Ziyaretçi sayımızda artış olacak”

Erteleme kararını katılımcılarına bizzat sorduklarını, fikir ve

destek aldıklarını belirten Hüseyin Aslan; “Havaların düzelmesi,

aşı çalışmaları ve alınan önlemlerle Covid-19’un çok zayıflayacak

olması sebebiyle ziyaretçi sayımızda artış olacağını

düşünüyoruz. Biz yine de pandemi şartlarını yerine getirmeye

devam edeceğiz. Fuarda herkes maske ile dolaşacak, belirli noktalarda

hijyen ünitelerimiz olacak. Ayrıca geceleri son teknolojiyi

kullanarak dezenfeksiyon yapacağız. Kısacası, fuarımızın iyi

ve başarılı geçmesi için her türlü önlemi şimdiden aldık” dedi.

“Dijital olarak hizmet veriyoruz”

Koleksiyonerler için projeler üretmeye devam eden Demos

Fuarcılık, hayata geçirdikleri “IAAF ONLINE” ile sanatseverlerin

gönlünü bir kez daha fethetti. Günde ortalama 2

bin kişi tarafından gezilen IAAF ONLINE (İstanbul Sanat

ve Antika Fuarı) hakkında bilgi veren Demos Fuarcılık

Genel Müdürü Hüseyin Aslan; “Dünyanın herhangi bir

yerinden birisi siteye girip, eser satın alabiliyor ve biz bu

satışlardan hiç komisyon almıyoruz. Satın almak isteyenle

sanatçı ya da galericiyi buluşturup, aradan çekiliyoruz.

Bunların haricinde online bölümümüzde sanatla ilgili bilgilendirici

teorik yazılar da var. Kısacası IAAF, büyüyen bir

marka değeri olarak tüm yıla yayılan bir yapı içine girdi”

diye konuştu.

“Antika ve sanatı ayıracağız”

Mayıs ayında gerçekleşmesi planlanan IAAF’nın geçtiğimiz

yıla göre daha yenilenmiş, daha etkileyici, hayata

dokunan bir fuar olacağının altını çizen Aslan; “Geçen

seneki gibi antika ve sanatı ayıracağız. Yani izleyiciye yarattığımız

özel alanlarda, ilgisine göre bir sunum yapmış

olacağız. Bunun haricinde, normal stant alanları dışında

video art, heykel, tasarım, klasik araba proje sergilerimiz,

performans ve konserlerimiz, ayrıca eğitim projelerimiz

ve konferanslarımız olacak. Profesyonel bir kadro ile çok

enerjik, çağın yapısına uygun, güzel bir fuar hazırlıyoruz”

ifadelerini kullandı.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


64

DOKUZUNCU SANAT

Yazar

Gürer Mut

Fransa’nın tükenmeyen çığlığı:

JACQUES TARDI

Fransız grafik roman sanatının en büyük

temsilcilerinden olan Jacques Tardi, Fransa

tarihinin tüm dönemlerini içselleştirip,

görsel bütünlüğe kavuşturmuş bir isim.

Onun çalışmaları, grafik romanı popüler

kültürün eğlence aracı olmanın ötesine

taşıyarak “tavır” alan, sözünü sakınmayan

bir üsluba büründürdü. Sıradan insanın

tükenmeyen çığlığının hikâyesini anlattı.

Jacques Tardi

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Dokuzuncu sanat olarak literatürdeki yerini alan

çizgi romanın on yıllardır sanat olup olmadığı

üzerine hummalı bir tartışma sürüyor. Kimileri

tarafından çizgi roman, estetik kültürün

uzantısı değil, kitle kültürünün değersiz bir ürünü olarak

yansıtılıyor.

Dünyanın pek çok yerinde sadece süper kahramanlarla, mizahla

veya çocuk edebiyatının bir uzantısı olarak karşılanan

çizgi roman, Pop Art istisnası dışında, sanat tarihiyle büyük

ölçüde kavgalı. Hâlbuki çizgi roman, insanın somut ve yalın

anlatısıdır. Toplumların yakın ve uzak tarihlerinden, normal

bir insanın günlük yaşam pratiklerine kadar uzanan bir

doğrultuda gezinir; hayal gücünü, sarsıcı tarihsel gerçekliği,

yazınsal ve görsel bütünlükte bir araya getirmeyi başarır.

Sanatın dokuzuncu kolu da elbette değişime uğradı, bir tür eril

anlatı olan ve kahraman kültüyle iç içe geçen çizgi romanın yerini

grafik roman aldı. Grafik roman; naifliğin, çoğulculuğun,

edebiyatın ve en önemlisi insanlığa karşı olan güçleri hedefine

koydu, muhalif bir haykırışa büründü. Elbette bu dönüşüm

kendiliğinden gelmedi. Birçok sanatçı bu değişimi olgunlaştırdı

ve ekoller oluşturdu. Bunlar arasında Fransız çizgi roman

sanatçısı Jacques Tardi ise apayrı bir yerde duruyor.

RADİKAL BİR SAVAŞ KARŞITI

Çok yönlü bir sanatçı olan Tardi, 20. yüzyılın ilk yarısında

baş gösteren savaşlara, Paris’in kenar mahallelerine, yer

altı dünyasına eğildi; Paris Komünü’nü anlattığı dört ciltlik

çalışması ile tarihe not düştü. Her fırsatta radikal bir savaş

karşıtı olduğunu söyleyen ve her türden milliyetçilikten ızdırap

duyduğunu belirten Jacques Tardi’nin çalışmalarını

incelediğinizde, onun ajitasyona saplanmadığını görürsünüz.

Okurunu cevapların peşinde koşturmak yerine, yaşanan

tarihsel kırılmalara ilişkin sorular sormaya yöneltir.

Fransız sanatçının birçok önemli çalışmasının içinden Adèle

Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları 1-2-3 (2010), Halkın

Çığlığı, Paris Komünü 1-2 (2010), 1914-1918 Siperdeydik

(2011), Tolbiak Köprüsünde Hava Puslu (2012), İstasyon

Sokağı No:120 (2017), Stalag IIB Kampında Savaş Esiri

(2017) ve Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya Dönüşüm

(2018) dilimize kazandırılan çalışmalarından.

‘SAVAŞTA ÖLÜM ÇIĞLIĞINDAN BAŞKA

HİÇBİR ŞEY YOK’

Özellikle Tardi’nin 1914-1918 Siperlerdeydik ve Halkın Çığlığı,

küresel boyutta büyük beğeni toplayan ve ön plana çıkan

çalışmaları oldu. Fransız sanatçının açtığı yol, birçok sanatçıya

ilham verdi. Kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt olan


1914-1918 Siperdeydik’te Fransız yazar, birinci paylaşım

savaşının resmi tarih anlatısının dışına çıktı. Kahramanlık

öykülerinin yerini ölümü bekleyen askerler, emre itaatsizlik

edenler, kaçanlar ve korkanlar aldı. İlk defa bir grafik roman,

siperlerin gerisinde yaşanan gündelik dertlere, endişeli bekleyişe

yüzünü döndü. Jacques Tardi’nin kitabının başında savaşa

dair yaptığı değerlendirmesi ise oldukça çarpıcıydı: “Adına

savaş denen bu iğrenç toplu macerada, ne bir kahraman ne

de bir ana karakter bulunmakta. Sahipsiz ve bitimsiz bir ölüm

çığlığından başka hiçbir şey yok.” Belki de bu nedenle Tardi,

2013 yılında kendisine verilen ve Fransa’nın en yüksek sivil

nişanı olan Légion d’honneur’u herhangi bir gücün iradesi

altında kalmamak için geri çevirdiğini açıklamıştı.

İKİNCİ SAVAŞIN TRAVMALARI

Bunların ötesinde Jacques Tardi’nin diğer karakteristik

çalışmaları ise Adèle Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları

serisi ve dedektif Nestor Burma’nın Türkçeye çevrilen

az sayıdaki macera serisinin ilk iki kitabı Tolbiak Köprüsünde

Hava Puslu, İstasyon Sokağı No:120... 1975’te yaratılan

Adèle Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları, kadın

kahramanların çizgi romanlarda yer almadığı bir dünyada

büyük bir ilgi uyandırdı. Nestor Burma’nın maceraları da

başlı başına Fransız polisiyesinin bağrından kopmuştu.

Polisiye yazarı Leo Malet’ile girişilen ortak çalışma, Fransız

kara polisiyesinin en güzel örneklerinden. Öyle anlar

geliyor ki, bir yerden Jean Gabin’in belireceğini düşünüyorsunuz.

65

DOKUZUNCU SANAT

KADERLERİNİ KENDİ ELLERİNE ALAN

SIRADAN İNSANLARIN HİKÂYESİ

2001-2004 yılları arasında Jean Vautrin ile Halkın Çığlığı’na

imza atan Jacques Tardi, benzeri görülmemiş bir çalışmayı

ortaya çıkarttı. 1871 baharında Paris’te patlayan ve iki ay

süren fırtınayı yansıtan Halkın Çığlığı, kuru bir çizgi-belgesel

değil; halkın tarihsel belleğini, kültürünü ve folklorunu

estetik görsellikle tazeleyen bir çalışma oldu. Paris Komünü’nün

başlangıç tarihine denk düşen hikâyede Vautrin ve

Tardi; umutları, coşkuları, hayal kırıklıkları ve acılarıyla bir

döneme tanıklık etti. Paris’in yoksul, pis mahallelerinden,

batakhanelerden, atölyelerden, genelevlerden fırlayan karakterlerin

yarattığı o devasa gücün, insanlığın ortak kaderi

için giriştiği mücadeleydi bu.

Jacques Tardi, bu büyük senfoninin sıradan insanlarına

saygı ve minnet duyuyor adeta. Özgürlük ve eşitlik sloganını

temsil eden, göğüsleri açık, ayakları çıplak ve ellerinde

bayraklarıyla yollara çıkan Marianne silüetlerinin kâğıda

yansıdığı o anlarda, St. Germain Bulvarı’nda bir barikatın

içindeydik artık. Versailles askerlerinin saldırıya geçtiği

anlarda ise sirkte insanları eğlendiren cüce Matmazel Palmir’in

kafasında Frigya külahı, belinde revolver tabancasıyla

cepheye koştuğuna şahit oluyoruz; “Komünün bütün

evlatlarına ihtiyacı var! En küçüklerine bile!” O andan sonra

cüce Palmir, Fransa’nın ulusal sembolü Marianne’nin yerini

çoktan almıştır artık. Dedik ya Halkın Çığlığı sıradan insanların

hikâyesi diye; Vautrin ve Tardi, sıradan insanı idealize

etmeden, onun tüm varoluşlarına tanıklık etmemizi istiyor.

Çıkarcı, bencil, lümpen hâllerini görmemizi istercesine, karakterleri

yalın bir şekilde sunuyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda esir şehrin bunaltıcı ve tehlikeli

atmosferi içinde geçen Burma’nın hikâyeleri, sinema

perdelerine de yansıdı. Tardi, İkinci Dünya Savaşı’nda

yaşananları anlattığı çalışmalarda ise bambaşka bir ruh

hâline büründü. Esir düşmenin ve esir kamplarının ne

demek olduğunu tarihi belgelerden değil, babasının yaşadıklarından

bilen Jacques Tardi; Stalag IIB Kampında

Savaş Esiri, Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya

Dönüşüm ve hâlihazırda Türkçeye çevrilmemiş olan serinin

üçüncü kitabı Savaştan Sonra’da babasının anılarına

yer veriyor.

FRANSIZ KÜLTÜR TARİHİNİN

GÖRSEL BELLEĞİ

Tardi’nin çalışmalarını bir araya getirdiğimizde ortaya Fransa’nın

kültür hayatı, tarihi ve insan ilişkileri ortaya çıkıyor.

Bu anlamıyla Jacques Tardi, Fransa tarihinin tüm dönemlerini

içselleştirip, görsel bütünlüğe kavuşturmuş bir isim. Çalışmaları

sadece Avrupa sanatını değil, tüm dünyada sayısız

sanatçıyı etkilemiş; grafik romanı kahramanlık kültüründen

kopartarak, sıradan insanın dertlerinin peşine düşmüş

bir isim. Çalışmalarında melankolik bir hava estiren Tardi,

Türkçeye çevrilmemiş birçok kitabında çelişkilerin peşinde

koşmuş. New York Mon Amour’da metropol kültürünün

birey üzerindeki yıpratıcılığını sorun edinmiş, 1968-2008...

N’effacez pas nos traces!’te ise Mayıs 68’i bestelerin içinden

çıkartmış. Son olarak denilebilir ki, Tardi her koşulda

kendi ruhunu toplumsal paradigmanın içinde arayan, keşfe

çıkmış bir sanatçı olmuş. Grafik romanla sosyal tarihi ve

edebiyatı buluşturmasının yanı sıra dokuzuncu sanata yönelik

bakış açılarını değiştirmeye, potansiyelini göstermeye

kendisini adamış.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


66

SANAT MERKEZİ

Yazar

Nil Özer

“ Genç neslin koleksiyon

merakı çok değerli”

Başta İzmir olmak üzere, ülkemizin sanatsal ve kültürel

hayatına katkı sağlayabilmeyi, İzmir’in kültürel kimliğini

uluslararası sanat ortamı ile paylaşmayı ve yediden

yetmişe herkese sanatı sevdirmeyi hedefleyen Arkas

Holding, çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor. Türkiye’nin tanınmış

koleksiyonerlerin başında gelen Arkas Holding Yönetim

Kurulu Başkanı Lucien Arkas’ın katkılarıyla sanatseverlerin hizmetine

sunulan Alsancak Arkas Sanat Merkezi, Bornova Arkas Deniz

Tarihi Merkezi ve Eylül 2020’de açılan Arkas Sanat Urla hakkında

merak ettiğimiz soruları, Arkas Sanat Merkezi Direktörü Müjde

Unustası yanıtladı.

Sanatseverlerin övgüyle bahsettiği Arkas Sanat Merkezi’nde

bugüne kadar hangi aktiviteler ve sergiler gerçekleşti?

Bundan sonraki etkinlikler neler olacak?

2011 yılında açılan Arkas Sanat Merkezi, yılda iki tematik serginin

yer aldığı bir sanat mekânı. Hem Türkiye’den hem de Louvre,

British Museum, Rijksmuseum, Musée Picasso gibi yurt dışından

önemli kurumlarla gerçekleştirdiğimiz iş birlikleriyle şu ana kadar

21 sergiye ev sahipliği yaptık. Düzenlediğimiz sergiler paralelinde

konferans, atölye çalışması gibi pek çok etkinlik de gerçekleştirdik.

Pandemi sebebiyle Arkas Sanat Merkezi’nde yüz yüze gerçekleşen

etkinliklere ve çocuk atölyelerine bir süreliğine ara verdik, ancak

sergi etkinliklerimizi sosyal medya platformlarından izleyicilerimize

ulaştırmaya devam ediyoruz.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Kaç adet sanat merkeziniz sanatseverler için hizmet veriyor?

Şu anda İzmir’de üç farklı sanat mekânımız faaliyet gösteriyor. Yine

İzmir’de hayata geçireceğimiz yeni projelerimiz için de çalışmalarımızı

sürdürüyoruz. Alsancak’ta yer alan Arkas Sanat Merkezi, uzun

yıllar Fransa Konsolosluğu olarak kullanılmış tarihi binanın restore

edilmesinin ardından Kasım 2011’de kapılarını açtı. Bornova’da bulunan

Arkas Deniz Tarihi Merkezi, geçmişi 1800’lere kadar uzanan

binasında, denizcilik tarihini ve denizcilik sektöründeki gelişimi

göstermek amacıyla 2012 yılında açıldı. Son olarak, Urla’da Eylül

2020’de hizmete giren Arkas Sanat Urla ise farklı alanlara odaklanan

Arkas Koleksiyonu’na bütüncül bir bakış açısı sunarak; resim,

heykel, halı, zırh gibi sanat ve zanaatın farklı alanlarından önemli

örnekleri buluşturuyor. 19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başında Paris

ve çevresinde bir araya gelen ve Batı sanatının modern çağını başlatan

çok önemli ressam ve heykeltıraşların eserlerinin yanı sıra 16.

yüzyıl Osmanlı halıları, 16-17. yüzyıla tarihlenen Avrupa hanedanlarına

ait zırh ve silah koleksiyonu, Rönesans dönemi duvar halıları

ile Türkiye’de eşi benzeri olmayan bir eser seçkisini ziyaretçilere

sunuyoruz. Bahsettiğim tüm mekânlar ücretsiz olarak ziyaret edilebilmekte

ve düzenlenen etkinlikler de yine aynı şekilde ücretsiz.


Pandemi döneminde her kesim gibi sanat alanı da zor günler

geçiriyor. Karantina günleri için sanatseverleri keyiflendirecek

etkinlikleriniz olacak mı?

Sosyal medya hesaplarımız üzerinden ziyaretçilerimizle güncel sergi

paralelinde hem fotoğraf hem video içerikleri paylaşıyoruz. ‘Arkas

Sanat Merkezi’ sosyal medya hesaplarını takip eden sanatseverler

içeriklerimize ulaşabilir. Özellikle pandemi sürecinde sosyal medyada

sanatseverlerle etkileşimimiz arttı. Sanata erişimi kolaylaştırarak,

2011 yılından bu yana gerçekleştirdiğimiz sergilerin tamamını web

sitemizde sanal gezinti ile ziyaretçilerimize açtık. www.arkassanatmerkezi.com

üzerinde yer alan ‘Sanal Gezinti’ sekmesinden güncel

ve geçmiş sergileri üç boyutlu tur ile gezmek mümkün.

Çocuklarımızı da unutmuyorsunuz…

Evet, güncel sergilere paralel olarak düzenlenen çocuk atölyelerini

çevrimiçi atölyelere dönüştürerek, minik sanatseverlerle buluşturmaya

devam ediyoruz. Her cumartesi-pazar, sosyal medya hesaplarımız

üzerinden paylaştığımız ücretsiz etkinliklerle çocukların evde

basit malzemelerle yaratıcılıklarını geliştirip, keyifli vakit geçirmelerine

olanak sağlıyoruz. En çok önemsediğimiz ziyaretçi grubumuzu

oluşturan okul grupları için de “Okullar gelemiyorsa biz onlara

gidelim” mottosu ile yine çevrimiçi etkinlikler ve indirilebilir okul

kitapçıkları hazırladık.

Okul kitapçıklarında bulunan sanal gezinti linki üzerinden öğretmenler,

öğrencileriyle güncel ve geçmiş sergilerimizi gezerken aynı

zamanda ilk, orta ve lise seviyesine uygun hazırlanmış metinler

eşliğinde keyifli bir sergi turu yapılabiliyorlar. Ardından yine okul

kitapçığında bulunan soru-cevap bölümü ile araştırma konuları ve

örnek aktivitelerle etkinlik, öğrencilerin etkin katılımı ile tamamlanıyor.

Bu şekilde hem İzmir’den hem de İzmir dışından bizimle

iletişim kuran pek çok okula mail ortamında okul kitapçıklarımızı

ulaştırdık. Buradan da tekrar duyurmak isterim, uzaktan eğitim

sürecinde etkinliklerimizi gerçekleştirmek isteyen eğitimcilerimiz

bizimle iletişim kurabilir. İçeriklerimizi onlarla paylaşmaktan mutluluk

duyarız. Çevrimiçi etkinliklerimize ve takipçilerimizin sanatla

kalmalarını destekleyici içerikler paylaşmaya devam edeceğiz.

Müjde Hanım, kaç yıldır Arkas Ailesi’yle birliktesiniz. Arkas

Sanat Direktörü olarak sanata olan ilginiz ne zaman başladı?

Benim Arkas Ailesi’nde dokuzuncu senem. Sanata ilgim hep vardı.

Küçükken resim yapmayı çok severdim ve büyüdüğümde ressam

olmayı hayal ederdim. Evdeki kütüphanemizdeki sanat kitaplarını

ilgi ile incelerdim. Ailece çokça da müze gezerdik. Sanat sevgisi

küçük yaşlarda insanın içine işliyor. İnsan gördükçe kendini daha

aşina hissediyor ve kendini bildikçe gördükleri hakkında daha çok

şey öğrenmek istiyor. Ortaokul yıllarımdan itibaren sanat tarihine

yöneldim. İleride sanat tarihi ve müzecilik alanında kariyer yapmaya

o yaşlarda karar verdim. Resimle ilişkim hep devam etti, son yıllarda

pek vakit ayıramasam da. Sanat tarihi çok geniş bir alan... Ben

20. yüzyıl başı Avrupalı avangart sanatçıları çok seviyorum. Henri

Matisse’e çocukluğumdan beri hayranım. Bir gün umarım sergisini

yapmak kısmet olur. Ayrıca Anadolu halıları, lise yıllarımdan beri

büyük ilgi ve sevgi duyduğum bir alan.

Kaç kişilik bir ekibiniz var. Projelere en son Sayın Lucien Arkas mı

karar veriyor, yoksa planladığınız her çalışmanızı destekler mi?

Arkas Sanat olarak; koleksiyonun konservasyonu, yeni eserlerle

desteklenmesi, paylaşılması, sergilerin hazırlanması, mekânların

ziyaretçilerle buluşturulması, etkinliklerin ve çocuk atölyelerinin

hazırlanması gibi pek çok farklı alanda, konusunda yetkin kişilerden

oluşan bir ekibimiz var. Hayata geçirdiğimiz projeler, bu ekibin

her bir bireyinin özenli çalışması sonucunda sanatseverlerle buluşuyor.

Elbette Sayın Lucien Arkas’ın hem Arkas Koleksiyonu’nun

geliştirilmesinde hem de gerçekleşen sergilerdeki rolü büyük. Sanatı

geniş kitlelerle paylaşma tutkusu ve sahip olduğu vizyonu doğrultusunda

çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Müjde Hanım, siz de koleksiyoner misiniz? Arıca Türkiye’de

koleksiyonerlik için neler söylemek istersiniz?

Sanata olan ilgim ve kariyerimde geldiğim nokta itibariyle elbette

dönem dönem beğenip aldığım sanat eserleri oluyor, fakat kendimi

koleksiyoner olarak tarif edemem. Türkiye’de son yıllarda sanat

eserlerine ve koleksiyonerliğe karşı artan bir ilgi var. Ancak her

sanata ilgisi olan ve sanat eseri satın alan kişi koleksiyoner değildir.

Koleksiyonerlik, ciddiyetle yapılması gereken, bilgi birikimi ve

kendi içinde bütüncül ve anlamlı olma gayesiyle istikrar gerektiren

bir alan. Türkiye’de çok kıymetli koleksiyonerler var. Genç nesilde

de yaygınlaşan koleksiyon yapma arzusu ve eğilimini de oldukça

önemsiyorum. Sanata olan tutkularını ve bir araya getirdikleri

eserleri geniş kitlelere ulaştırma misyonuna sahip koleksiyonerlerin,

koleksiyonlarında yer alan eserleri sanat mekânları ve sergiler

aracılığıyla daha geniş kitlelerle paylaşmaları ile Türkiye’deki sanat

ortamına yaptıkları katkılarının çok değerli olduğunu düşünüyorum

ve bunun artarak devam etmesini diliyorum.

Arkas Sanat Merkezi’nin bundan sonraki hedefleri nelerdir?

Arkas Sanat Merkezi’nde, açıldığımız günden bu yana Arkas Koleksiyonu’ndan

eserlerin yanı sıra hem ulusal hem de uluslararası

kurum ve kuruluşlarla yaptığımız iş birlikleriyle farklı dönemlere

ışık tutan tematik sergiler hazırlamaya devam edeceğiz. Sanatın

farklı alanlarından önemli sanatçıların eserlerini her yaştan sanatseverle

buluşturma ve sanatı herkesin hayatının vazgeçilmez

bir parçası kılma hedefiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bir

sonraki projemiz, Arkas Koleksiyonu’ndan derlenmiş eserlerden

oluşan bir koleksiyon sergisi olacak. Pandemi sürecini en kısa zamanda

atlatıp, sağlıklı ve sanat dolu günlerde ziyaretçilerimizle

buluşmayı diliyorum.

67

SANAT MERKEZİ

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


68

TİYATRO

Yazar

Pınar Baltacı

İstanbul Devlet Tiyatrosu

Genel Müdürü Kubilay Karslıoğlu’ndan

Devlet Tiyatroları’nın

‘yeni normali’

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

1985 yılından bu yana Devlet Tiyatroları’nda sayısız

oyunla karşımıza çıkan büyük aktör Kubilay

Karslıoğlu, mesleğini İstanbul Devlet Tiyatrosu

Genel Müdürü olarak sürdürüyor. Sanat açısından

her daim zengin bir şehir olan İstanbul’da böyle önemli

bir görevi üstlenmek zor gibi görünse de Karslıoğlu hâlinden

oldukça memnun. Sanata ve oyunculuğa aşık olan aktörün

hayatından kesitler ışığında Devlet Tiyatroları’nı ve

İstanbul’u konuştuk. Hem zaten bu ikisini birbirinden ayırabilmek

ne mümkün...

Devlet Tiyatroları’nda geçen bir ömür sizinki...

Nasıl başladı yolculuğunuz?

1980 yılında o zamanlar Ege Üniversitesi olan, şimdilerin

9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk

Bölümü’ne girdim. 1985 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda

göreve başladım. Ardından yaklaşık 6 yıl Bursa Devlet

Tiyatrosu’nda görev yaptım. 1995 yılında İstanbul Devlet

Tiyatrosu’na tayinimin çıkmasıyla buradan hiç ayrılmadım.

Tüm bu süreçler bana çok şey kazandırdı. Türkiye’nin en

ücra köşelerine kadar sanatı taşımak çok önemli bir görev...

Çünkü biz sadece bir tiyatro grubu değiliz, biz Türkiye’nin

her yerine sanat götüren en büyük kurumlardan biriyiz. Şu

an dönüp baktığımda sanırım en fazla 10 il kalmıştır gitmediğim.

Yurdun tüm kasabalarına ve köylerine oyunlarla

gittik, oradaki insanları sanatla tanıştırdık. Tek oyun içerisinde

hep beraber güldük ve ağladık. Aynı havayı soluduk,

aynı ortamları paylaştık. Bu herkes için olağanüstü bir deneyimdi.

Devlet Tiyatroları, bugün 70 sahnede perde açan

oldukça büyük bir kurum. Bu kurum içerisinde yer aldığım

için çok mutluyum. Çünkü oyunculuk benim için bir meslek

değil, yaşam biçimi...

Kubilay Bey, pandemi sürecini tiyatrolar açısından

yorumlamanızı isteyeceğim. En çok etkilenen

alanlardan olan tiyatroda bu dönemde neler

yaşandı?

Pandemi süreci sadece bizim için değil, tüm

dünyadaki sanat faaliyetleri ve tiyatrolar için

oldukça zor geçiyor. Çünkü sanatsal etkinliklerin

büyük çoğunluğu, kalabalık alanlarda ve

büyük salonlarda gerçekleştiriliyor. Hâl böyle

olunca, bu kötü hastalığın artışını engellemek

adına bazı kısıtlamalar getirildi. Bu doğal süreçte

Devlet Tiyatroları açısından üretememekten

dolayı zorlu bir dönem geçirilirken,

özel tiyatrolarda çok daha büyük

sıkıntılar yaşanıyor. Yine de bu

süreci olumluya çevirebilmek

adına çalışmalar geliştirmemiz

gerektiğini düşünüyorum.

Hatta belki bu

dönemden çıktığımızda

yeni akımlar bile

doğabilir. Çünkü

tarihte bu denli

zorlu dönemlerin

ardından


hep sanatta büyük patlamalar oldu. Orta Çağ karanlığının

ardından Rönesans dönemi patlak vermiş, veba salgınından

sonra en iyi oyunlar yazılmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra

sanat bambaşka bir noktaya evrilmiştir. Elbette oldukça

sıkıntılı ve yaşanmaması gereken bir zaman dilimindeyiz

ama yine de umudumuzu koruyalım. Dünya üzerinde kapanılan

evlerden yeni yeni üretimler gelmeye başlıyor. Yeniden

keşfetmeye başlıyoruz.

Pandemi sürecinde iptal edilen tiyatro oyunları,

online olarak gösterime giriyor. Bu gelişmeleri nasıl

değerlendiriyorsunuz? Online olması tiyatronun ruhuna

aykırı mı yoksa bu çağımızın gerekliliği mi?

Tiyatro elbette canlı bir performanstır ve asla seyircisiz olmaz.

En basit hâliyle, bir seyirci ve oyuncunun buluşması

anlamına gelir tiyatro... Ancak böyle bir dönemde alternatif

yaratılmasına da olumlu bakıyorum. Normalde oyunlar oynanırken

mutlaka kayıt altına alınır. Bu kayıtlar, gelecekte

birileri oyunlarla ilgili bilgi almak ister diye arşivlenir. Şimdiki

süreçte oldukça işimize yaradı bu arşivler. Ancak tabii

canlı izlemek kadar büyük bir tat ve haz vermiyor. Oyunlar

hakkında genel bilgi edinebilir, pandemi sürecinin ardından

canlı izlemek için bir ön bilgiye sahip olabiliriz bana kalırsa.

Tiyatro, özü itibariyle seyircisiz olamaz. Geçmişi 3 bin yıl

öncesine dayanan bir sanattan bahsediyoruz.

Devlet Tiyatroları’nın yeni dönem oyunlarını anlatır

mısınız? Bu sezon ne gibi yenilikler yer aldı?

Pandemi süreci, Devlet Tiyatroları olarak repertuvar anlayışımızı

yeni bir bakış açısıyla ele almamızı sağladı. Çünkü

kalabalık oyunları ve büyük prodüksüyonları düşünürken,

bütün dünyada olduğu gibi daha az kadrolu; bir, iki, en fazla

üç-dört kişilik oyunlara yöneldik. Kalabalık oyun projelerimizi

biraz ötelemek durumunda kaldık

sonları bir gün perde açabiliyorduk. ‘’Oda’ ve ‘Aziz Nesin’ sahneleri

ise güzel salonlardı, ancak depodan bozma alanlardı.

Yeni projede yaklaşık 820 kişilik bir ayrı salonumuz var. AKM

oldukça iyi bir kültür adası projesine dönüşmüş durumda.

Sinema ve sergi salonlarıyla, kafeleriyle, ayrı tiyatro ve opera

binası ile şehre farklı anlamda bir vizyon kazandıracak. Tamamlanmasını

büyük bir heyecanla bekliyorum.

Özellikle Aziz Nesin Sahnesi’nde deneysel çalışmalar

yapılıyordu. Bu bağlamda alternatif sahneler hangileri

olacak?

AKM’nin bu yeni hâliyle birlikte Aziz Nesin Sahnesi de doğal

olarak yok oldu. Fakat onun yerine yine deneysel işlerin

yapılabileceği Taksim’deki Garibaldi Sahnesi hayata geçirildi.

Bunun yanında, deneysel yenilikçi işlere yönelik iki ayrı

sahnemiz daha var. Bunlardan biri, dijital sahneye dönüştürdüğümüz

Üsküdar’daki ve Mecidiyeköy’deki Stüdyo Sahneler...

Ayrıca yine İstiklal Caddesi üzerindeki Tarık Zafer

Tunaya Kültür Merkezi içerisinde de 100 kişilik bir cep

sahnemiz olacak. Bu haberlerle birlikte Beyoğlu’nun eski

günlerine döneceğine olan inancımı da paylaşmak isterim.

69

TİYATRO

Tiyatronun ‘İstanbul’ hâlini de sormak istiyorum.

Pandemiden önce bazı yeni sahneler açılmıştı. Sizce bu

sayılar yeterli mi? Şehrin tüm semtlerine ulaşabilmek

adına neler yapılabilir?

Evet doğru, pandemi öncesinde İstanbul’un pek çok yerine

yeni tiyatrolar açıldı. İstanbul Devlet Tiyatrosu olarak bizler

de Zeytinburnu Sahnesi, İstiklal Caddesi üzerindeki Garibaldi

Sahnesi ve Mecidiyeköy’de yeni sahneler ile birlikte

toplamda beş yeni sahne açtık. Tabii ki 20 milyonluk bir şehir

için bu sahneler yeterli olmayacaktır. Yenilerini açmayı

ve tüm semtlere ulaşabilmeyi bizler de çok istiyoruz. Ancak

bu anlamda gerekli teknik, idari ve sanatçı personelimizde

artış olması gerekiyor. Özellikle teknik personel anlamında

yetersizliğimiz var. Bunun yanında, düzenli olarak belediye

sahnelerini ziyaret ediyoruz. Ancak yine de sanatın yaygınlaştırılması

açısından hemen her semtte birer tiyatro olması

şart. Bu bağlamda elimizden geleni yapıyoruz.

Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’nin yıkımından önce

Devlet Tiyaroları’na ait Büyük Salon, Oda Sahnesi ve

Aziz Nesin Sahnesi bulunuyordu. Yeni projede sahnelerde

bir değişiklik olacak mı?

Atatürk Kültür Merkezi (AKM), çok büyük ve heyecan verici

bir proje. Eskiden tiyatro, opera ve bale tek bir bina içerisinde

yer alırken, şimdi ayrı ayrı binalarımız var. Bence en önemli

noktalardan bir tanesi bu... Örneğin, biz AKM Büyük Salon’u

opera ve bale ile birlikte ortak kullandığımız için sadece hafta

“Üsküdar’da biri Tekel, diğeri Stüdyo Sahne olmak üzere

hâlihazırda iki farklı sahnemiz var. Tekel Sahnesi’nde oyunlarımız

devam ederken, Stüdyo Sahne’yi de dijital sahneye

çevirdik ve özel tiyatroların kullanımına açtık. Bizim sağladığımız

kamera, ses, ışık sistemini kullanarak, özel tiyatrolar

kendi oyunlarını çekebilecek. Üstelik kurgusunu da biz

üstleneceğiz. Sanıyorum dünyadaki ilk dijital sahne olacak.

Seyirciler, bir ücret karşılığında dijital platformlarda oyunları

izleyebilecek. Özel tiyatrolara gelir sağlayabilmek adına

önemli bir hamle olduğunu düşünüyoruz.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


70

Yazar

Derya Ülkar

MÜZİK

Serenad Bağcan:

Müzik sadece eğlenmek için değildir,

müziğin birleştirici bir yönü var

Etkileyici vokalinde hem ailesinden gelen Türk

Halk Müziği geleneklerini hem de eğitimini aldığı

Klasik Batı Müziği’ni sentezlemiş özgün bir

isim Serenad Bağcan... İçinde bulunduğumuz

pandemi döneminde çalışmalarına devam eden sanatçı, son

olarak geçtiğimiz aylarda piyanist ve besteci Fazıl Say ile birlikte

hayata geçirdikleri “Şu Dünyanın Sırrı” isimli albümle

dinleyici karşısına çıktı.

Pandemi döneminde stüdyo çalışması yapmanın kendisine

iyi geldiğini söyleyen Bağcan; “Tüm bu olan bitenin içinde

kendimi sorgularken Fazıl Say ile bu projeye başlamak ve

albüm isminin ‘Şu Dünyanın Sırrı’ olması da benim için

çok manidardır” dedi. Say’ın Türk edebiyatının unutulmaz

şair ve yazarlarının şiirlerini bestelediği şarkı albümlerinin

dördüncüsü olan Şu Dünyanın Sırrı’nda; Yunus Emre, Pir

Sultan Abdal, Sabahattin Ali, Kaygusuz Abdal, Aziz Nesin,

Metin Altıok ve Ömer Hayyam şiirleri yer alıyor. Şan ve piyanonun

başrolde olduğu albüm, 8 parçadan oluşuyor.

Müziğin sadece eğlenmek için olmadığını, böyle zamanlarda

en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin müzik olduğunu söyleyen

Serenad Bağcan’la hem pandemi dönemindeki müzik

sektörünü hem de Fazıl Say’la son çalışması “Şu Dünyanın

Sırrı” albümünü konuştuk.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Fazıl Say’la birlikte çalıştığınız son albüm “Şu Dünyanın

Sırrı”, içinde bulunduğumuz pandemi döneminde kaydedildi

ve yine pandemi döneminde yayınlandı. Böyle bir dönemde

yeni bir şeyler yayınlıyor olmak size nasıl hissettirdi?

Çok değişik bir dönemden geçiyoruz. Dünyamız ve üzerinde

yaşayan bizlerin kurduğu düzenler değişiyor. Tüm bu olan

bitenin içinde kendimi sorgularken Fazıl Say ile bu projeye

başlamak ve albüm isminin “Şu Dünyanın Sırrı” olması da

benim için çok manidardır. Bu dönemde konser veremesek

de stüdyo çalışması yapmak bana iyi geldi ve mutlu oldum.

Tüm müzisyenler, sahne emekçileri gibi siz de işinizden,

sahnelerden uzak kaldınız. Nasıl geçiyor günleriniz?

Aslında biz müzisyenler, bu duruma en alışık olan insanlarız.

Çünkü ülkede moral bozucu ya da kötü olarak adlandırdığımız

bir şey olduğunda, ilk vurulan sektördür müzik sektörü.

Oysa ki bu gibi zamanlarda en ihtiyaç duyduğumuz

şeydir o. Sadece eğlenmek için değildir, birleştirici ve sağaltıcı

yönü de vardır müziğin. Sorunuzun yanıtına gelince; ha-


zır zaman bulmuşken yeni dünyanın yarattığı yeni mesleklerden,

benim de işime yarayacak olan bir tanesini seçtim, ikinci üniversitemi

okuyorum. Eğitim kurumlarımızdan gelen istekler üzerine

öğrenciler ile online buluşmalara katılıyorum. Röportajlar ve bazen

de radyo, televizyon ve YouTube programlarına konuk oluyorum.

Gelecekte yapacaklarım için de proje hazırlıyorum.

Müzik sektörü çalışanları, bu dönemde en çok zorlanan

kesimlerden biri oldu. En çok da özellikle salgının ilk

dönemlerinde yetkililer tarafından müziğin hiç anılmaması çok

tepki çekti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu durum ülkemizde, sanatın eğlence ile nasıl karıştırıldığının bir

göstergesidir bence. Ayrıca karar vericilerin, bir enstrüman çalmamış

veya çalmaya yeltenmemiş olması ve onu çalmak için verilen

çaba ve emeğin değerini bilmiyor olması, saatlerce şarkı söyleyen

birinin ne kadar efor harcadığını, hem fiziksel hem mental olarak

yüksek bir konsantrasyon ve performans gerektirdiğini bilmiyor

olması ile açıklanabilir diye düşünüyorum. Sanatı hayatının içerisine

sokamamış, bir tabloya saatlerce bakmanın keyfini sürememiş,

müziği dinlerken ayakları yerden kesilmemiş insanların karar verirken

de bu gibi hatalar yapmaları çok muhtemel değil mi sizce de?

Fazıl Say, bir röportajında sizin için “Fazıl Say müziğinin

yorumcusudur” diyor. Sizin müzikal kariyerinizde büyük

etkisi olan bir isim diyebiliriz sanırım…

Elbette… Beni geniş kitlelere tanıtan, ismimin ve sesimin

tanınır olmasını sağlayan Fazıl Say’dır. “Müziğimin yorumcusudur”

cümlesi ise bir yorumcu için nirvanadır diyebiliriz.

Sadece anne baba değil, üç kuşak tüm aileniz müzisyen...

Meslek seçimi yaparken “Zaten yapmam gereken bu” diye

mi düşündünüz yoksa başka bir meslek de düşünüyor

muydunuz?

Şöyle bir gerçeğimiz var ki, bizim ailemizde müzik çocukluktan

itibaren hobi olarak başlar. Bu yüzden hepimiz branşlaşacağımızı

zannettiğimiz üniversiteleri okur, sonrasında

da hobimiz olan müziği meslek ediniriz. Örneğin ben Eczacılık

Fakültesi mezunu olmama karşın, Devlet Çoksesli

Korosu’nda sanatçıydım.

Aileniz vasıtasıyla edindiğiniz tecrübelerin yanı sıra

bir yandan halanız Selda Bağcan’ın Türk Halk Müziği

temsilcisi olması, diğer yandan Klasik Batı Müziği eğitimi

almanız... Bu farklı tarzların şu anki yorumunuza etkisi

nasıl oldu?

Bence farkında olmadan bütün bu bileşenlerin sentezini yapıp,

bir üslup geliştirmişim. Üzerine empati yeteneğimi de

biraz serpiştirince, böyle bir yorum çıkmış.

İlk solo albümünüzü 2019 yılında yayınlamış ve

babanızın bestelerini seslendirmiştiniz. Her müzisyenin

yaşayabileceği bir deneyim değildir. Siz neler hissettiniz

bu parçaları söylerken?

Gerçekten az rastlanır bir durum bu… Ben şarkıları seçerken

de söylerken de çok büyük mutluluk ve duygusallık yaşadım.

Her bir şarkıya babamın verdiği emek ve duyguya şahit olmuş

biri olarak, yorumlamak da çok basit oldu benim için.

71

MÜZİK

Fazıl Say, albümle ilgili “Bu albüm sadece şair hatırlatmak için

yapılan bir albüm değil, biraz da felsefe hatırlatmak için yapılan

bir albümdü” diyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce bilinebilir mi

dünyanın sırrı?

Sevgili Fazıl Say çok doğru söylemiş. Albümü dinleyen çoğu kişi,

bu soruyu kendine soruyordur eminim. Çünkü ben de kendime

sordum. Herkesin dünyasının sırrının farklı olabileceğine kanaat

getirdim. “SIR” dediğimiz şey, öyle kocaman kocaman anlamlar

yüklediğimiz şeyler de olmayabilir.

Albümde sizin için öne çıkan bir eser var mı? Söylemesi zor

parçalar olduğu da biliniyor, sizin için nasıl bir tecrübeydi?

“Şu Dünyanın Sırrı” albümünde stüdyo aşamasına kadar beni en

çok zorlayan iki şarkı vardı; Sabahattin Ali’nin “Ruhumun Dalgaları”

ve Metin Altıok’un “Kendinin Avcısı”... Her iki şarkıyı da stüdyoda

kayıt esnasında içimden geleni yapmaya cesaret göstererek

söyledim, aslında öyle çalışmamıştım. Kaygusuz Abdal’ın “Ergene

Köprüsü” ve Pir Sultan Abdal’ın “Dönen Dönsün”ünü de yabana

atmamak lazım. Aslında konservatuar mezuniyet zorunlu şarkıları

gibi hepsi… Yani sınırları zorlayan, çok çalışılması gereken, iyi yorum

isteyen ve herkesin söyleyemeyeceği şarkılar.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


72

MÜZİK

Yazar

Nil Özer

Keman virtüözü

Hande Küden’den

büyük başarı

Berlin Filarmoni Orkestrası’na kabul edilen

keman virtüözü Hande Küden: “Yaklaşık bir

senedir deneme süresindeydim. 13 yaşından beri

hayalini kurduğum bir hedefti benim için.”

Çalışmanın karşılığını aldınız. Bu başarıyı yakalayana

kadar nasıl bir süreç geçirdiniz?

Çok disiplinli bir çalışma ve verdiğim emekler sonucu bu

noktaya geldim. Etrafımda bana yardımcı olan insanlara,

hocalarıma çok şey borçluyum. Ancak ben de bu kadar araştırıp

emek vermeseydim, Berlin Filarmoni Orkestrası’na

gelemeyebilirdim. Bu başarının altında hocalarım, ailem ve

benim verdiğim emek yatmaktadır.

9 yaşında kemanla tanışıyorsunuz. Kimler teşvik etti?

Neden keman?

Çukurova Devlet Senfoni Çocuk Korosu’nda söylerken Senfoni

Orkestrası ile beraber yaptığımız bir konserde izlediğim

kemancıdan etkilenerek, ben de kemana başlamak istedim.

İçimden gelen bir istekti, kimse beni yönlendirmedi.

Kariyerinizde sadece keman yok, solistlik ve orkestra

şefliği de var sanırım. Biraz bahseder misiniz?

Orkestra şefliği yapmıyorum. Alman Senfoni Orkestrası’nda

başkemancı yardımcısıydım. Bir de viyola çalıyorum.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

138 yıllık köklü bir geçmişe sahip Berlin Filarmoni

Orkestrası’nın keman kadrosuna dâhil olan

keman virtüözü Hande Küden’in mutluluğunu,

İstanbul Sanat Dergisi olarak paylaşmak istedik.

Sorularımızı yanıtlayan Küden’in başarı hikâyesi, 9 yaşında

Çukurova Devlet Senfoni Çocuk Korosu’nda söylerken,

konserde izlediği bir kemancıdan etkilenmesiyle başlıyor.

Çok çalışarak hedeflerine adım adım ilerleyen sanatçı Hande

Küden’in hikâyesini sizin için kaleme aldık.

Berlin Filarmoni Orkestrası’na kabul edilen Türkiye’den

ilk isim oldunuz. Biz çok mutlu olduk. Bu başarı için sizin

duygularınızı öğrenebilir miyim?

Yaklaşık bir senedir deneme süresindeydim. İlk önce bu süreci

başarıyla atlattığım için çok mutlu oldum. 13 yaşından

beri hayalini kurduğum bir hedefti benim için.

Günde kaç saat keman çalıyorsunuz?

Yaklaşık olarak 1 ile 3 saat çalışıyorum. Küçükken çok daha

fazla çalışıyordum, ancak olgunlaştıktan sonra artık eskisi

kadar çalışmam gerekmediğini fark ettim. Kısa ve öz tutmaya

çalışıyorum. Bazen saatlerce yapılan çalışma yerine

daha bilinçli bir şekilde yapılan 30 dakikalık bir çalışma bile

yeterli oluyor.

Keman dışında hangi sanat dallarına ilgi duyuyorsunuz?

Resim yapmaya başladım son zamanlarda, ancak o da çok

büyük bir emek istiyor. O konuda iyi olduğum söylenemez.

Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

Hayalimdeki orkestrada kalmak ve belki ileride Berlin Filarmoni’de

başkemancılık sınavını yapmak istiyorum. Ama ilk

önce önümüzdeki birkaç sene Berlin Filarmoni’de 1. kemanlarda

çalmanın keyfini çıkarmak istiyorum.


Yazar

Sedef Turan

73

Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası

Birincisi bir Türk;

Malik Derin Küçümen

DANS

Genç yetenek Malik Derin Küçümen, 2018 yılında

“Crossover Istanbul” isimli festivalde ilk defa

dans yarışmasına katıldı ve üçüncü olarak adını

duyurdu. Bu sonuç daha çok çalışmak için motive

edince, aynı yıl Bulgaristan’da düzenlenen Balkan Lindy

Hop Şampiyonası’nda iki farklı kategoride birincilik ve ikincilik

aldı. Sonrasında, 2019 yılında İsveç’te yapılan,‘Lindy

Hop’ ve ‘Otantik Caz’ dans kültürünün en köklü etkinliği

sayılan Herrang Dans Kampı’ndaki yarışmada partneri Deniz

Ünligil ile birinci oldular. 2020 Uluslararası Lindy Hop

Şampiyonası’nda da birincilik elde etti. Artık dans, hobiden

öte bir yerdeydi.

Malik Derin Küçümen, sanatçı bir aileden geliyor. Dedesi

ünlü tiyatrocu, yönetmen ve yazar Zihni Küçümen... Halası

Oya Küçümen ve eniştesi Bora Ebeoğlu’nu ise Oya &

Bora olarak tanır, 90’lı yıllarda televizyonda sık sık izlerdik.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Klasik Gitar

Bölümü’nde öğretim görevlisi bulunan babası Cem Küçümen

ve göz cerrahı olup, aynı zamanda başarılı bir piyanist

olan, fakat bunu daha çok ailesiyle paylaşan annesi Prof. Dr.

Beril Küçümen, oğullarına sanat sevgisini aşılayan kişiler.

Ailesinde sadece sanatçılar değil, bilim insanları da var. Anneannesi

Prof. Dr. Cazibe Sayar ve dedesi Ord. Prof. Malik

Sayar, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi

Maden Fakültesi tarihinde çok önemli yerleri olan jeologlar.

Bilim ve sanat kariyer adımları

Dans kariyerini sorduğumuz Malik Derin Küçümen, dergimize

şunları aktardı: “Alman Lisesi, hayatımdaki dönüm

noktası oldu diyebilirim. Aldığım eğitim ve vizyonun yanı

sıra Alman Lisesi’nin adeta konservatuar ciddiyetinde bir

modern dans kulübü vardı. Ben de dansa bu kulüpte başladım

ve hiç bırakmadım. Liseden sonra dans ve sahne çalışmalarımı

devam ettirmek için İstanbul Üniversitesi’nde

yarı zamanlı Müzikal Tiyatro Bölümü’ne girdim. Aynı zamanda

Alman Lisesi’nin verdiği fen eğitimi doğrultusunda

bir kimyager olup, akademik kariyer yapma hayallerim

vardı. Bu yüzden çok isteyerek İTÜ Kimya Bölümü’ne girdim

ve iyi bir derece ile bitirdim. Gel gelelim, her ikisini de

çok sevdiğim bilim ve sanat kariyer adımlarının sonunda

ağır basan taraf sanat oldu. İTÜ’de başladığım kimya yüksek

lisansını bırakıp, ‘Otantik Caz Danslar’ çalışmalarıma

vakit ayırmak istedim. Bir senenin ardından dans ve müzik

çalışmalarımı akademikleştirmek ve özellikle caz müzik

kültürü üzerine akademik çalışmalar yapabilmek için

Okan Üniversitesi Konservatuarı Müzik Bölümü’nde yüksek

lisansa başladım.”

Lındy Hop Dans

Küçümen, çoğumuza yabancı gelen bu dans türü hakkında

ise şu bilgileri verdi: “Lisedeki modern dans ve bale disiplinleri,

fiziksellik ve harcadığım efor açısından beni çok tatmin

ediyordu. Bana bir dansçı

altyapısı sağladı. Müzikal

tiyatro da dansı müzik

ve tiyatro ile birleştirmemi

sağlayan yepyeni bir ufuk

oldu. Çok daha fazla sahneye

çıktım ama en büyük tutkum

olan danstan biraz uzaklaştım.

2017 yılında ‘Lindy Hop’ ile

tanıştım. Lindy Hop, 1930’lu

yıllarda altın çağını yaşayan,

‘Big Band’ adı verilen kalabalık

caz orkestralarının yaptığı müzik

eşliğinde eşli gerçekleştirilen bir

swing dansı. Özellikle o yıllarda Harlem,

New York’taki balo salonlarının arasından

en meşhuru olan ‘Savoy’ balo salonunda çoğunlukla

Afro-Amerikan kökenli gençler tarafından

icra edilen, hem sosyal hem performatif bir dans.

Lindy Hop, bana çocukluğumdan beri hoş gelen ‘big

band’, ‘boogie’ ve ‘blues’ gibi caz müzikleri ile dans

etmenin kapısı araladı. Bu sayede ardından ‘otantik

solo caz’ ve aslında step dans olarak bildiğimiz

‘tap dance’ ile de ilgilenmeye ve çalışmaya başladım.

Son olarak kazanmış olduğum 2020

Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası’ndaki

birincilik de bu şekilde gerçekleşti.”

“Sonucu öğrendiğinde önce aileme

sarıldım, sonra Türk bayrağına. Üç

yıldır yoğun çalışmalarımın, emeklerimin,

maddi manevi yatırımlarımın

karşılığını almak, paha biçilemez

bir sonuç. Bu uluslararası yarışmada

birinci olmam, bana çok çalışma

ve azimle neler başarabileceğini kanıtladı.

Ertesi sabah kendimi yine

dans salonunda pratik yaparken ve

gelecek için hazırlanırken buldum.

Pandemi depresifliğinden bu sonuç

ile kurtuldum diyebilirim. Dans gerçekten

de iyileştirici bir sanat.”

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


74

KİTAP

Yazar

Derya Ülkar

Sanatın iyileştirici gücü,

yeni çıkan sanat

kitaplarında!

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Salgının yaşam biçimimizi değiştirdiği yeni dünya

düzeninde, birçoğumuzun işlerini evden yapmaya

başladığı bir yılı geride bırakıyoruz. Bir yandan

stres, diğer yandan kaygı ve endişe etrafımızı sararken,

pandeminin açtığı duygusal boşluklarda yine en çok

sanata sığındık. Gerek evlerimizden sanal müzeleri gezdik,

gerekse online yayınlanan tiyatro ve konserlerle bir nebze

de olsun rahatlamaya çalıştık.

Online olarak gezilebilen sergiler, film gösterimleri, gerçekleştirilen

söyleşilerin yanı sıra belki de en çok sanatı kitaplardan

okumak hepimize iyi geldi. Bu dönemde hem sanatın

iyileştirici gücüne hem de kitapların sakinleştirici etkisine

çoğunlukla sanat kitaplarında rastladık. Vaktimizin çoğunu

evlerimizde geçirdiğimiz şu günlerde en yakın dostlarımız

olan kitaplar, hız kesmeden yayımlanmaya devam ediyor.

Biz de 2020 yılının son üç ayında yayımlanan sanat kitaplarını,

İstanbul Sanat Dergisi okurları için derledik.

DİSİPLİNLERARASI BİR BAKIŞLA

SANAT YAZILARI

Yazar: Hilmi Yavuz, Önay Sözer, Aydın Afacan, Funda

Civelekoğlu, Güneş Sezen, Toros Güneş Esgün, Ateş Uslu,

Ali Akay, Erkin Kıryaman, Serdar Tekin, Fatma Sıla Sandal,

Ulaş Bager Aldemir.

Yayınevi: Pinhan Yayıncılık

“Disiplinlerarası Bir Bakışla

Sanat Yazıları”, yayımlanan

kolektif bir çalışmanın ürünü.

Kitabın arka kapağında şu

sözlerine yer veriliyor: “Evet,

sanatı düşünmek sanatı kurtarmaktır.

Elinizdeki bu eser,

bazı sanat dallarına ve bazı

sanat yapıtlarına ihtimam

göstererek, sanata yeniden

yaklaşmayı teklif eder. Sanat,

bizi bakmakla yükümlü kılar

çünkü.”

GÜNLÜK RİTÜELLER 2: YARATICI

KADINLAR NASIL ÇALIŞIYOR?

Yazar: Mason Currey

Çevirmen: Bülent O. Doğan

Yayınevi: Kolektif Kitap

Günlük alışkanlıklarımızın yaratıcı

süreç üzerindeki etkisini incelediği

kitabı Günlük Ritüeller’de

Mozart’tan Çaykovski’ye, Kant’tan

Descartes’a, Kafka’dan Flannery

O’Connor’a, Picasso’dan Vincent van

Gogh’a, Albert Einstein’dan Nikola

Tesla’ya, Agatha Christie’den Isaac

Asimov’a tarihin akışına yön veren

pek çok insanın gündelik hayatına

göz atarak, onların deneyimlediği yaratım

sürecini inceleme fırsatı sunan

Mason Currey, Günlük Ritüeller 2’de bu kez yaratıcı kadınların

nasıl çalıştığını inceliyor.

FAHRELNİSSA ZEİD SÖZLÜĞÜ

Yazar: Necmi Sönmez

Yayınevi: Doğan Kitap

Gerek sıradışı yaşamı gerekse giriştiği

beklenmeyen deneyleriyle

ardında iz bırakan yaratıcı ressam

Fahrelnissa Zeid; Necmi Sönmez’in

kaleme aldığı, Doğan Kitap etiketiyle

yayımlanan “Fahrelnissa Zeid Sözlüğü”

kitabıyla yeniden hayat buluyor.

1945-1990 yılları arasında İstanbul,

Londra, Paris ve Amman sanat ortamlarında

bulunan Zeid’in çalışmaları

20. yüzyılın tamamına yayılan

sosyal, kültürel ve politik gelişmelerden

etkilendiği için farklı kültürlerin,

coğrafyaların, dillerin izlerini günümüze

taşıyor.


HAZ/CIZZZ

Yazar: Bige Örer, İz Öztat

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

75

İz Öztat’ın sanatsal araştırma

ve üretim sürecinde küratör,

direktör Bige Örer ile yazışmalarının

yer aldığı “Haz/

Cızzz”, sanatçının geçtiğimiz

yılın kasım ayında gerçekleşen,

kamusal alandaki eylemliliğin

engellendiği, başka bir

deyişle askıya alındığı güncel

bağlamı özne ve iktidar ilişkisi

ekseninde tartışmaya

sunan “Askıda” isimli sergisi

sonrasında gerçekleştirdikleri

söyleşiden oluşuyor.

RESSAMIN RESİM TEKNİKLERİ

Yazar: Kolektif

Çevirmen: Ahmet Fethi Yıldırım

Yayınevi: Alfa Yayınları

KİTAP

RAFFAELLO - 500 GÖRSEL EŞLİĞİNDE

YAŞAMI VE ESERLERİ

Yazar: Susie Hodge

Çevirmen: Selin Dingiloğlu

Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları

İş Bankası Kültür Yayınları’nın “500 Görsel Eşliğinde Yaşamı

ve Eserleri” serisine son eklenen kitap; İtalyan ressam,

mimar ve tasarımcı Raffaello hakkında yazılan bu kitap

oldu. Kitap; sanat tarihi, pratik sanat, tarih, tasarım, bilim,

din ve biyografi gibi türler içinde hem çocuklar hem de

yetişkinler için 100’den fazla kitap, birçok makale ve web

kaynağı yazan İngiliz yazar Susie Hodge tarafından yazılmış

kapsamlı bir inceleme.

Alfa Yayınları tarafından Ahmet Fethi Yıldırım çevirisiyle

yayımlanan “Ressamın Resim Teknikleri” kitabında, profesyonel

ressamlardan atölyeler sunuluyor. Resim yapmayı

denemek isteyen veya resme ilgisi olup; suluboya, akrilik

boya ya da yağlıboya mı yapmak istediğine karar veremeyip,

tekniklerle ilgili bilgi sahibi olmak isteyenler için bir başvuru

kitabı.

YAPI(T)SÖKÜM

Yazar: Yalın Alpay

Yayınevi: Destek Yayınları

Sanat yazıları okumayı sevenler için bir kitap da Destek Yayınları

tarafından yayımlanan, Yalın Alpay imzalı “Yapı(t)

söküm” oldu. Alpay’ın resim, heykel, klasik müzik, edebiyat,

çizgi roman ve sinema yazılarından oluşan Yapı(t)söküm;

sanat eserlerinin işaret ettiği, vurguladığı, indirgediği, soyutladığı,

örttüğü, betimlediği, kavramsallaştırdığı bileşenleri

yalınlıkla deşifre ediyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02


76

Kültür Sanat Ajandası

YENİ ÇIKANLAR

2021 yılına sanat dünyasının yenilikleri ile ‘merhaba’ demeye ne dersiniz?

Yeni çıkan kitap, albüm ve filmleri değerlendirmenin tam zamanı!

KİTAPLAR

Zülfü Livaneli’den

‘Sevdalım Hayat’

Edebiyatçı, sanatçı

ve fikir insanı Zülfü

Livaneli’nin sanat ve

siyaset hayatını kronolojik

bir sıralamayla

anlattığı kitabı ‘Sevdalım

Hayat’, gözden geçirilmiş

yeni basımı ve

özel fotoğraf arşiviyle

raflarda yerini aldı.

Kitap, okumaya müptela

bir çocuğun, milyonların

tanıdığı bir

sanatçıya ve siyasetçiye

dönüşme sürecine,

yakın tarihin politik ve

kültürel atmosferine

ışık tutuyor.

Belleğin çürüyüşüne ve

zamana; ‘Kutu’

Zamanın akışını gerçekten tersine çevirebilir miyiz?

Bedenimizin ve belleğimizin yitirdiği bir mutluluğun

parçalarını yeniden birleştirebilir miyiz? Çağdaş

Fransız edebiyatının güçlü kalemlerinden Nathalie

Le Gendre, belleğin çürüyüşüne ve zamana meydan

okuyan bir anlatıyı ‘Kutu’ romanı ile sunuyor.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Pandemi koşullarında

‘Evde 99 Oyun’

Türkiye Hafıza Olimpiyatları’nda Hızlı Okuma ve Anlama

Kategorisi 2009 Yılı Türkiye Birincisi, 25 yıllık sınıf öğretmeni

Mehmet Çamlıbel, dijitalleşen dünyanın çocuklar

üzerinde olumsuz etkilerini göz önünde bulundurarak,

pandemi koşullarına uygun ‘Evde 99 Oyun’ isimli kitabı

kaleme aldı. Çocukların aileleriyle, arkadaşlarıyla ya da tek

başlarına oynayabileceği oyunların yer aldığı kitap, Tara Kitap

tarafından yayımlandı.


ALBÜMLER

Eda Baba’dan

yeni cover albüm

Alternatif müziğin direk taşlarından

Eda Baba, ipek gibi

sesiyle seslendirdiği birbirinden

başarılı şarkılarla

karşımıza çıkıyor yeni

albümünde. Albümün

tamamı cover çalışmalarından

oluşuyor.

VİZYONDAKİLER

9 Kere

Leyla

Ezel Akay’ın yönettiği

ve senaryo ekibinde yer

aldığı ‘9 Kere Leyla’ filminin

başrollerini Demet

Akbağ, Haluk Bilginer,

Elçin Sangu, Fırat Tanış

ve Alican Yücesoy paylaşıyor.

77

YENİ ÇIKANLAR

Hayko Cepkin’den

‘Karantina Günlüğü’

Hayko Cepkin, geçirdiğimiz uzun karantina dönemi boyunca

boş durmayarak, 2005 yılından bu yana yayınladığı

bestelerinden 22 adet özel eserini neyzen Burak Malçok ile

YouTube’dan yeniden yayınladı. Sanatçı, bu çalışmalarını

‘Karantina Günlüğü’ isimli bir albüm hâline de getirerek,

dijital platformlardan hayranlarına sundu.

Bir

Başkadır

Yönetmeniği Berkun Oya,

başrollerini ise Öykü Karayel,

Fatih Artman, Funda

Eryiğit gibi isimlerin

paylaştığı ‘Bir Başkadır’,

birbirlerinden oldukça

farklı karakterlerde olan

ve bambaşka hayatlar

yaşayan bir grup insanın

yollarının kesişmesiyle

değişen yaşamlarını konu

eden bir Türk dizisi.

Ezginin

Günlüğü’nden

‘40 Yıllık

Şarkılar’

40. yılını deviren Ezginin Günlüğü,

geçtiğimiz aylarda ‘40 Yıllık Şarkılar’

albümüyle dinleyicisiyle buluştu.

Pinhani’den Eda Baba’ya, Can Bonomo’dan

Melek Mosso’ya kadar 20

müzisyen, grubun en sevilen 20 şarkısını

bu özel albümde seslendirdi.

Midnight at the Magnolia

Romantik komedi türünde bir Kanada filmi olan ‘Midnight

at the Magnolia’, Netflix Türkiye tarafından yayınlanıyor.

Filmin yönetmenliğini Max Mc Guire üstlenirken, senaryosunu

Carley Smale kaleme aldı.

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02



Siz de geç kalmadan evinizin,

fabrikanızın, iş yerinizin deprem raporunu alın.

UYKULARINIZ KAÇMASIN.

DEPREM-ARAŞTIRMA-TESPİT

www.darteskentseldonusum.com

V

HEMEN ARAYIN

0216 550 91 71

Dartes Mühendislik; T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslı olan, binaların deprem risk raporları konusunda hizmet veren uzman bir kuruluştur.


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!