13.01.2021 Views

İstanbul Sanat Dergisi/ Sayı 2

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

devam eden bir sanat. Çok hafif duraksamalar olmuş, çok

top noktalara çıkmış, çok diplere vurmuş ama her dönemde

kendi içerisinde bir şekilde, bir öğreti şeklini alarak günümüze

gelmiş bir sanat.

Ülkemizin yetiştirdiği en değerli minyatür üstatlarından

birisiniz. Genelde insanlar iki şekilde meslek sahibi olur:

Ya çocukluğundan beri tutkusu olan şeyin peşinden gider

ve onu mesleği hâline getirir ya da hasbelkader içine

düştüğü mesleği benimser ve o yolda ilerler.

Sizin hikâyeniz nasıl şekillendi?

Türkiye’deki eğitim sisteminin çarpıklığından diyebilirim...

Bu söylediğiniz şeyler, aslında olması gereken şeyler. Çocukluğunuzda

bir yeteneğiniz vardır, aileniz sizi keşfeder

ve o yolda sizi yönlendirir. Son dönemlerdeki aileler böyle

ama benim annem babam böyle değildi. Beni kendi hâlime

bırakmaları benim içselleşmeme sebep oldu. Ben kendimin

farkına vardım. Önce arıyorum ama bilmiyorum. Bilinçsiz

çocuk var. Mesela, “Meslek lisesine gideceğim” dedim. Meleke,

bir arayış var orada. Meslek lisesinde metal işleri bölümüne

girdim. Arıyorum işte... Onu yaparken karikatürler

çiziyorum ama yine farkında değilim. Evdekiler bir kaynakçı

ya da bir demir ustası olacağımı zannediyordu. Sonra Akademi’ye

girmeye karar verdiğimi söyledim. Mimar Sinan

Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne sınavsız girdim. Yani bunda

herhalde bir şeyler varmış ki… Çünkü hiç altyapı bilmiyorum,

biliyorsunuz Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerken

bazı altyapılar ararlar; işte ışıklar, gölgeler, taramalar, çizgiler,

vs… Bir müfredattan geçenleri tercih ederler. Fakat

demekki orada bir ışık gördüler ki beni tercih ettiler. Çok da

mutluyum. Her zaman söylüyorum, ben mutlu azınlık içerisinde

yaşayan bir insanım. Herhalde Türkiye’nin yüzde 70’i

mutsuz çoğunluk diye düşünüyorum. Ben bu yüzde 30’luk

mutlu azınlık içerisindeyim.

Burada tarihi Kariye Mahallesi

içinde bir minyatür atölyesi

kurarak adeta kendi küçük

cennetinizi oluşturmuşsunuz.

Taner Alakuş Minyatür

Atölyesi’nin sizin için anlamı

ve eser yaratımlarınıza olan

katkısı nedir?

Çok net söyleyebilirim ki hayatımın

merkezinde. Ben buraya

“Mabedim” diyorum. Mabed

kelimesini açarsanız her anlama

gelir. İbadet ettiğiniz yer... Bu da

bir ibadet şekli aslında. Üniversite

yıllarında buraya çay içmeye gelirdik. O zamanlar Çelik

Gülersoy’un güzel bir kafeteryası vardı. Hep bu coğrafyada

ya da Ortaköy’de bir atölyemiz olsun isterdik. Tabi evlendik,

yıllar geçti. Sonra bir akşam böyle bir atölye arıyorum. Kariye’de

bir atölye, satılık… Çok inanmam ama doğru galiba.

Doğru enerjiyi evrene gönderdiğinizde sahip oluyorsunuz.

Bu mekânı gördüğümde çok beğendim ama ekonomik olarak

gücüm yetmedi. Ev sahibimle dört-beş defa Beyoğlu’nda

buluştuk. Önce çetin pazarlıklar, sonra bir orta noktaya geldik.

Benim alabileceğim bir fiyata verdi adam birden. Dedi

ki; “Annem sanata çok düşkün. Bir tane eserinizi hediye

ederseniz, size bu evi vermemi istiyor. Bu ev bir sanatçının

olmalı dedi.” O şekilde anlaştık. Bu atölye bizim oldu ama

tabi çok tadilat geçirdi. Eski görünüşü ile bugünkü görünüşü

arasında çok fark var. Çünkü ben her zaman atölyeye özel

bir dokunuş yapıyorum. Herhalde atölyeye ruhumu yavaş

yavaş taşıyorum diye düşünüyorum. Bu sadece benim ona

vermem değil, onun da bana katkıları çok fazladır.

Üsküdar Nevmekan’da kendi yetiştirdiğiniz

öğrencilerinizle beraber gerçekleştirdiğiniz “Duruş/

Attitude” sergisini ziyaret etmiştim. Uzun yıllardır

bir yandan eser verirken, diğer yandan öğrenci

yetiştiriyorsunuz. Şu noktada hangisi daha ağır basıyor?

Üretmek mi, öğretmek mi?

Öğretirken, öğrenmek… Ben artık belli bir yaşa geldim.

Hani şöyle yaparlar ya, insan gençken çok heyecanlı olur

ama yaşlandığında bilge olur; ben gençlerle çalışarak ikisini

bir arada götürüyorum. Ve onlardan inanın şu dönemin sanatını

öğreniyorum. Ben onlara öğretirken çok metodik ve

çok kurallı öğretmiyorum. Her biriyle butik ilgileniyorum

ve serbest bırakıyorum. O zaman onlar kendi fikirlerini de

bana özgürce anlatabiliyor ve çaktırmadan ben de onlardan

öğreniyorum. Ben bildiğim bütün teknikleri sonuna kadar

öğretiyorum, onlar da bugünkü gençlerin görüş açısını ve

bakış açısını bana öğretiyorlar. Aslında bugünkü “çağdaş”

dediğimiz minyatürü onlar sayesinde yakaladım diyebilirim.

Çok tazeleniyorum. Bir söz vardır ya “Kuyudan su verdikçe

dolar.” Ben korkusuzca bildiğim herşeyi sonuna kadar

öğretiyorum, çünkü benim de öğrenmemin bir sınırı yok.

Ben de öğreniyorum. O yüzden bizim sergilerimizi heyecanla

bekleyen çok fazla insan oluyor. Çünkü her sergi, sanki

yeni bir lisan gibi oluyor. Yani biz her sergide yeni bir ifade

biçimi ortaya koyuyoruz.

Minyatür sanatının kitaplar ve tablolar dışında farklı

kullanım alanları neler? Sıradışı projeleriniz var mı?

Var, örneğin mimaride var. Yeni Meclis binasına 12 tane

pano yaptık. Benim yaptığım 7 metrekarelik bir Osmanlı

kalyonu var, Meclis’in girişinde. Mimari ögelerde inanılmaz

keyifli şeyler çıkıyor.

Eserlerinizdeki kompozisyonların hepsini siz mi

oluşturuyorsunuz?

Diyaloglarla oluyor genelde. Her kişi zaten bence bir hazine.

Önce fikirleriyle geliyorlar, ben de tecrübelerimi katıyorum.

Kısacası, beyin fırtınası yapıyoruz. Ben her zaman söylerim;

“Leke lekeyi, figür figürü, boya boyayı çağırır” diye… Mesela

bir kompozisyonu yaparken bir kelleden başlıyorum.

Ondan sonrası kendiliğinden geliyor yani. Hiçbir hayal kurmuyorum.

Onu bitirirken gözümde başka lekeler oluşuyor.

Leke lekeyi çağırıyor.

47

MİNYATÜR

İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!