Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Yıl: 1 | Sayı: 2 | Ocak-Şubat-Mart 2021 | Fiyatı: 20 TL
KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ
Özgürlüğümüzün olmazsa olmazı
SANAT KARANTİNADA
Detaylı bilgi www.teknosa.com/hizli-teslimat adresinde.
4
7
13 24
İÇİNDEKİLER
8
20 22 26
38
İçindekiler
28
7
8
9
12-18
Ekrem İmamoğlu:
Sanat için özgürlük mecburiyetini
İstanbul’a hâkim kılmalıyız
6 binden fazla eser gün ışığına kavuştu
Müzeler eserlerini sanal ortama taşıdı
Sergiler
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
19
20-21
22-23
24-25
26-27
28-35
Ressam Işıl Savaşer
Sürrealizm: Gerçeküstücülük
Sunay Akın:
Oyuncaklar üretildiği dönemlerin
tanığıdır
İlk portre çalışmalarını başlatan
Manas Ailesi
M. Özalp Birol:
Sanat bu kaotik dönemde
psikolojimize iyi geliyor
Bakır tellere elleriyle hayat veren heykeltıraş:
Zeynep Koçan
Hayata açılan kapı:
Pandemide Sanat
50 64
5
40
46
58
68
İÇİNDEKİLER
52
54
66
72
48
37
Alternatif bir karantina düşüncesi:
DISKO-19
64-65
Fransa’nın tükenmeyen çığlığı:
Jacques Tardi
38-39
40-41
46-47
48-49
50-51
52-53
54-55
58-59
Doğu ile Batı’yı sentezleyen resimleriyle
Wendy Yeo
Ülkemizdeki en uzun soluklu
sanat galerisinin yaratıcısı;
Yahşi Baraz
Kariye Müzesi’nin gölgesinde bir mabet:
Taner Alakuş Minyatür Atölyesi
Ressam Mehmet Babat:
İnşaat değil, resim yapıyorum!
Ebru Özgüz Çelik
Toplumsal gerçekçilik
Oyuncu Serpil Tamur:
Dostlarımın aldığı masklar
paha biçilemez
Fotoğrafçı Ayten Alpün:
Fotoğrafçılık mızmızlara göre değildir
Dr. Dilara Dolu Köksal:
Sanatçı olmak ya da doğmak,
işte bütün mesele bu!
66-67
68-69
72
73
74-75
76-77
Arkas Sanat Merkezi Direktörü Müjde Unustası:
Genç neslin koleksiyon merakı
çok değerli
İstanbul Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü
Kubilay Karslıoğlu’ndan
Devlet Tiyatroları’nın ‘yeni normali’
Keman virtüözü Hande Küden’den
büyük başarı
Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası
Birincisi bir Türk;
Malik Derin Küçümen
Sanatın iyileştirici gücü, yeni çıkan
sanat kitaplarında!
Yeni Çıkanlar
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
6
EDİTÖR
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Özgürlüğün anlamı…
İstanbul Sanat Dergisi’nin ikinci sayısını her şeye rağmen siz değerli okurlarımızla
buluşturabilmiş olmanın heyecanı ve buruk sevinci içindeyiz. Heyecanımızın kaynağı,
yoğun bir çalışma sonucunda ortaya çıkan tüm sayfaları gözden geçirdiğimizde
beğendiğimiz bir sayı olması. Buruk sevincimizin nedenini ise, derginin basılı
yerine online olarak yayınlanması konusunda gelen ekonomik baskılar ve sonrasında yapılan
oylama sonucunda alınan “basılı yayın” kararı olarak açıklayabiliriz.
Evet, ülkemizde ve Dünya’nın pek çok ülkesinde popüler yayınlar, yaşanan pandemi
sürecinde ya yayınlarını durdurdu ya da online olarak sürdürme kararı aldılar. Biz ise
basılı olarak karşınıza çıkma ve bunu sürdürme kararı aldık. Üstelik malzeme ve içerik
kalitesinden taviz vermeden…
Sanat ve karantina
“Özgürlüğün Olmazsa Olmazı Sanat Karantinada” başlığı ile kapak konusu yaptığımız
İstanbul Sanat Dergisi’nin bu sayısında, salgının sanata olan etkilerini sayfalarımıza
taşıdık. Sanatçılarımıza sorduk, düşüncelerini aldık. Salgın sürecinin ilk günlerinde
üretim için uygun konu, zaman ve alan yaratıldığını düşünen pek çok sanatçı, tam
başlayacakları sırada bir şeyi unuttuklarının farkına vardılar: Özgürlük… Sanatçıların
hiçbir zaman vazgeçemediği, sanatçı kimliklerinin temeli olarak nitelendirilebilecek
“özgürlük” kavramının ne denli önemli ve anlamlı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Fuara niyet, Çukurcuma’ya dönüş, salgına kısmet
Dergiyi hazırlamaya başladığımızda şubat ayında düzenlenecek olan İstanbul Sanat ve
Antika Fuarı’nı kapak konusu yapacaktık. Ancak fuar, son anda mayıs ayına ertelenmek
zorunda kaldı. Bunun üzerine son yıllarda özellikle yurt dışında öne çıkmaya başlayan
Çukurcuma’yı kapak konusu yapmaya karar verdik. Çekimler için gittiğimiz bölgedeki
sakinliği ve mekânlardan yansıyan umutsuzluğu görünce “Eyvah, sanat karantinada!”
dedik. Bu durum, elinizde olan derginin kapak konusunu oluşturdu.
Görseller konuşuyor
Bize göre sanat alanında esas üretim, bir şekilde bu süreci atlattıktan sonra ortaya
çıkacak. Bunun ipuçlarını da salgını betimleyen çalışmalarda görmek mümkün.
Biz bu derginin kapak görseli için üç sanatçımızdan destek aldık. Ana kapak olarak
kullandığımız Hamlet’in “Olmak ya da olmamak” dediği, bir anlamda özgürlüğün
olmazsa olmazını betimleyen çalışmayı değerli karikatüristlerimizden Öznur Kalender
yaptı. Sanatın çatısı kabul ettiğimiz müzelerin, galerilerin kapanmasını Yayın Kurulu
Üyemiz Ressam Işıl Savaşer görselleştirirken; Ankaralı ressamlarımızdan Mehmet Babat,
bütün Dünya’da sembol olan “Mona Lisa” tablosuna maske giydirdi.
Hayat devam edecek, sanat devam edecek, maalesef salgınlar da devam edecek.
Ancak sanat her zaman kazanacak, hep var olacak. Sanatsız kalmayın...
Kadir Toprakkaya
YAYINCI
K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri
İMTİYAZ SAHİBİ
Fatma Canan Toprakkaya
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Kadir Toprakkaya
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Av. İrem Toprakkaya
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Pınar Baltacı
HABER MÜDÜRÜ
Cenay Toprakkaya
EDİTÖRLER
Pınar Baltacı, Sedef Turan, Nil Özer, Derya Ülkar, Gürer Mut
GÖRSEL YÖNETMEN
Kubilay Şenyiğit
KAPAK İLLÜSTRASYONU
Öznur Kalender
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp,
Prof. Dr. Marcus Graf, Bülent Turan, Işıl Savaşer,
Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Dr. Dilara Dolu Köksal
REKLAM YÖNETMENİ
Pınar Korkut
RENK AYRIMI / BASKI
Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.
Sertifika No: 45604
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
YAYIN TÜRÜ
Ulusal Süreli Yayın
DAĞITIM
Arıksoy Basın Yayın Dağıtım
İSTANBUL SANAT DERGİSİ
Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik
olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.
Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına aittir.
Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat Dergisi’nde
yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı yapmak, paylaşmak
ancak kaynak gösterilmek kaydıyla mümkündür.
ABONELİK
İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için
0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.
İLETİŞİM
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6
Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05
info@istanbulsanatdergisi.com
www.istanbulsanatdergisi.com
ISSN: 2718-0476
Ocak - Şubat - Mart 2021
Yıl: 1 Sayı: 2 Fiyat: 20 TL
Basım Tarihi: 9 Ocak 2021
Yazar
Pınar Baltacı
Ekrem İmamoğlu:
Sanat için özgürlük mecburiyetini
İstanbul’a hâkim kılmalıyız
7
AKTÜEL
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Çağdaş İstanbul
Vakfı iş birliğiyle İstanbul’un adını sanatla tüm dünyaya
duyurmayı hedefleyen “İstanbul the Lights”
projesine dair düzenlenen basın toplantısında konuşan
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, sanat için özgürlük
kavramının hayati bir anlamı olduğunun altını çizerken, özgürlüğün
sanatçı için su ve oksijen kadar gerekli olduğunu
şu sözlerle vurguladı:
“Sesi kısılan bir sanat, sanatçı
ya da gözleri bağlanan,
bir kalıba hapsedilen,
yaratıcı olması kısıtlanan
bir ortam, sanat adına
bize istediğimiz atmosferi
yaşatamaz. Sanatın gelişmesi
için İstanbul’un bu
atmosferini değiştirmek ve
özgürlük mecburiyetini bu
kente hâkim kılmak arzusundayız.”
“İstanbul, tüm dünyaya kuvvetli
mesajlar veren bir kent”
İstanbul’un tarih boyunca yakın coğrafyasına ve tüm dünyaya
kuvvetli mesajlar verdiğinin altını çizen İmamoğlu; “İstanbul
birçok alanda dünyaya istikamet çizebilecek önemli
bir kent. Kentin her anında, her ortamında çok değerli izler
ortaya koyan bu çalışma, hem sanatçısıyla hem estetik
kurgusuyla hem de çok keyifli görselleriyle bu alanda sıkı
bir istikamete sebep oldu” diye konuştu. 50’nin üzerinde
yerli sanatçının eserlerinin yeni nesil uyarlamalarla kentin
parklarına, meydanlarına ve bilgi ekranlarına apayrı güzellikler
kattığını vurgulayan Başkan İmamoğlu, projeyle ilgili
“Arttırılmış gerçeklik tekniğiyle üretilmiş eserleri mobil cihazlarla
da deneyimlemiş olmak, aslında teknolojiyle iç içe
bir kent vurgumuzu da destekleyecek bir sanatsal çalışma.
Şehrimizde 59 kamusal alanda ve 52 farklı şehir ekranında
bu çalışmalar yer buldu” bilgilerini paylaştı.
“İstanbul’un gerçek kabiliyetinden
uzak yıllar geçirdiğini düşünüyoruz”
“Pandemide, bir nevi hayatın donduğu bir ortamda İstanbul’un
sanatla dünyaya mesaj veriyor olmasının, bizim için
tam da olmamız gereken noktanın bir karşılığı olduğunun
altını çizmek isterim. Çünkü sanatsal anlamda, bu zor koşullarda
bile üreten bir kent olmak bizim için çok kıymetli”
ifadelerini kullanan İmamoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Sanatta çok yol almayı hedefleyen bir yönetimiz. Çünkü,
İstanbul’un gerçek kabiliyetinden uzak yıllar geçirdiğini düşünüyoruz.
Bu anlamda, bu kuraklığa ve yoksunluğa hep
beraber son vermeliyiz.
Özgürlük, sanat için hayati bir kavram
Sanat için özgürlük kavramı hayati bir önem taşıyor. Özgürlük
olmadığı zaman, sanatın ifade biçimi ve sanatçının varlığının
devamı gerçekten mümkün olmuyor. Özgürlük, sanat
ve sanatçı için su ve oksijen gibi bir şey. O manada sanatçı,
bir kişi ya da bir kesime bağlı bir şekilde dünyaya bakmak
zorunda olan bir kişi değil. Tam aksine, çok özgürlük ister.
Bir laf vardır, ‘Sanat demokrasiyi sever’ diye. Bu sözü çok seviyoruz
ama bir adım daha ileri taşımak istiyoruz. ‘Sanat demokrasisiz
yaşayamaz’ diye bu sözü tamamlamak isterim.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
8
AKTÜEL
6 binden fazla eser
gün ışığına kavuştu
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2020’de gerçekleştirilen
kazı ve araştırma çalışmalarıyla bulunan 6
binden fazla eserin müze envanterlerine girdiğini
bildirdi. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamaya
göre, Türkiye’de yeni tip koronavirüs salgını sürecinde
yapılan arkeolojik çalışmalarda binlerce esere ulaşıldı.
Myra kazılarındaki 2
bin 200 yıllık pişmiş
toprak buluntulardan
Laodikeia’daki 20 asırlık
portreye, Yeşilova
Höyüğü kazılarındaki
8 bin yıllık figürinden
Kültepe-Kaniş’ten çıkarılan
4 bin 300 yıllık
mermer idollere kadar
binlerce eser, bu yıl
gün ışığına kavuşturuldu.
Medeniyetlerin
beşiği Anadolu’da 118
Türk ve 21 yabancı
kazı yapıldı. Müze
Müdürlükleri başkanlığındaki
44 çalışma
ile arkeolojik kazıların toplam rakamı 183 oldu. Türkiye’nin
denizlerinde ise 5 sualtı kazısı yapıldı. Yerli ve yabancı bilim
insanları ile Müze Müdürlüklerinin başkanlığında gerçekleştirilen
arkeolojik yüzey araştırması, jeofizik-jeoradar ve
temizlik çalışmalarıyla birlikte bu yıl toplam arkeolojik faaliyet
sayısı 502 oldu.
Kazılara 40 milyonu aşkın ödenek
Türkiye’de bu yıl gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarına,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce 25
milyon 457 bin 518 lira ve Türk Tarih Kurumu Başkanlığınca
da 15 milyon 143 bin 656 lira 73 kuruş ödenek aktarıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl kazı çalışmalarına 40 milyon
601 bin 174 lira 73 kuruş ödenek sağladı. Bakanlığın
izinleriyle bilim heyetleri tarafından gerçekleştirilen kazı ve
araştırma çalışmalarında toplam 1891, Müze Müdürlükleri
başkanlığında gerçekleştirilen kurtarma kazıları ve sondaj
gibi çalışmalarda 4 bin 546 envanterlik eser müzelere kazandırıldı.
Bu yıl müzelerde yerini alan toplam envanterlik
eser sayısı da 6 bin 437 oldu.
En fazla eser, kurtarma kazılarında bulundu
Kütahya ve Diyarbakır Müzeleri, kazı çalışmalarından elde
edilen envanterlik eser sayısı bakımından bu yıl ilk iki müze
olarak kayıtlara geçti. Kütahya Seyitömer Höyüğü’nde Kütahya
Müzesi Müdürlüğü başkanlığında gerçekleştirilen
kurtarma kazısı çalışmalarından 2 bin 569 eser, Kütahya
Müzesi envanterine kaydedildi. Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü
başkanlığında Ambar Barajı etki alanında yapılan
kurtarma kazılarında ise 850 eser, Diyarbakır Müzesi envanterine
alındı. Bilim heyetleri tarafından yürütülen kazı
çalışmaları kapsamında da en fazla envanterlik eser, 190 ile
Hatay ili Hipodrom ve çevresinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarından
elde edildi. Sıralama, 165 eser ile Çanakkale
ili Parion Antik Kenti kazıları, 97 eser ile Sinop ili Balatlar
Kilisesi kazısı ve 66 eser ile İzmir Yeşilova Höyüğü kazısı
olarak devam etti.
Müzeler eserlerini
sanal ortama taşıdı
9
AKTÜEL
Salgın dönemi, dijital dönüşümün deneyimlendiği
yeni bir müzecilik anlayışının önünü açtı. Mart
ayından itibaren Türkiye’de de etkisini göstermeye
başlayan yeni tip koronavirüs tedbirleri dolayısıyla
kapanan önemli müzeler, eserlerini sanal ortama taşıdı.
Tüm dünyayı etkileyen salgına yönelik alınan tedbirler dolayısıyla
okul, kütüphane, sinema ve tiyatrolar gibi geçici süreyle
kapılarını kapatan müzeler, süreçten en çok etkilenen kurumlar
arasında yer aldı. Salgın dönemi, dijital dönüşümün
deneyimlendiği yeni müzecilik anlayışına yol açtı. Eserlerini
sanal ortama taşıyarak kapılarını 24 saat açan müzeler, evlerinde
kalan sanatseverlerin ulusal ve uluslararası birçok müzeyi
dijital ortamda ziyaret etmesine imkân sağladı.
Sanalmuze.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz
Yüz yüze iletişimin hâlen pek tavsiye edilmemesi ve sosyal
mesafenin korunması gerekliliği, sanal ortamda 360 derece
bakış açısıyla gezilebilen müzelere ilgiyi arttırdı. Dijital
dönüşümün deneyimlendiği yeni müzecilik anlayışına yol
açan salgın döneminde birçok müze ve ören yeri, Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü tarafından hazırlanan “sanalmuze.gov.tr” adresinden
tarih meraklılarının beğenisine sunuldu.
Çeşitli müzeler sanatseverlerin
ziyaretine açıldı
Sanal müzeler içerisinde İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri
Müzesi ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Ankara’da Kurtuluş
Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesi, Anadolu Medeniyetler
Müzesi ve Etnografya Müzesi, İzmir’de Efes Müzesi ve Atatürk
Müzesi, Çanakkale’de Troya Müzesi, Samsun’da Gazi
Müzesi, Çorum’da Boğazköy Müzesi ve Çorum Müzesi, Gaziantep’te
Arkeoloji Müzesi ve Zeugma Müzesi, Aksaray’da
Ihlara Vadisi, Nevşehir’de Göreme Açıkhava Müzesi, Şanlıurfa,
Antalya, Adana, Van ve Uşak Müzeleriyle Hatay ve Mersin
Arkeoloji Müzeleri ziyaret edilebiliyor. Ayrıca; Göbeklitepe,
Hattuşa, Nemrut, Hierapolis (Pamukkale), Denizli Laodikeia,
Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı, Assos ve İzmir Efes Ören
Yerleri de sanal ziyarete açık olarak gezilebiliyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
10
Galeri Binyıl’dan çevrimiçi
sanat galerisi
AKTÜEL
Galeri Binyıl, 21. yılında Dünya’dan ve Türkiye’den
farklı sanat disiplinleri sanatçılarına açık ve uluslararası
gezilebilen www.binyilart.com çevrimiçi
sanat galerisini açarak; “Muhteşem Çevrimiçi Renk Dünyasında
Kendinize Sanatla Yer Bulun”, “En İyi Hediye Sanat
Eseridir”, “En İyi Yatırım Sanattır” sloganlarıyla sanatseverlere
çağrıda bulundu. Çevrimiçi bilyilart.com, genç-usta
ayrımı yapmadan tüm sanat dallarından sanatçıların katılımına
açık.
Uluslararası bir galeri
Sanatseverler, site ana sayfasından telefon, WhatsApp ile
iletişime geçiyor ve YouTube video kanalına ulaşıyorlar. Kolay
gezilebilmesiyle dikkat çeken sitenin içinden eventlere
de ulaşılabiliyor. “Hakkımızda” bölümünden www.galeribinyil.com.tr
ana web sitesine geçiliyor ve galerinin sosyal
medya hesaplarından takip edilebiliyor. Siteyi gezenler,
Türkçe ve İngilizce dillerini aynı sayfada bulabiliyor. Galeri
Binyıl; resim, heykel, fotoğraf, baskı, tasarım, seramik,
tekstil gibi pek çok alandan sanat eserlerini, uluslararası bir
galeri olarak sanatseverlerle buluşturuyor.
“ Fotoğraflar ve Haberleriyle
İstanbul Hafızası” yayımlandı
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
İBB Kültür Daire Başkanlığı Basın Yayın Müdürlüğünce,
şehrin sosyo-kültürel hayatına ve görsel hafızasına
katkı sunan “Fotoğraflar ve Haberleriyle İstanbul
Hafızası” isimli kitap yayımlandı. İki ciltten oluşan kitap,
Cumhuriyet’in ilk yıllarından İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine
kadar geçen yirmi yıllık süreçte, her bakımdan çehresi
başkalaşan eski başkent İstanbul’un geçirdiği değişimlere
tanıklık ediyor.
Dönemin İstanbul’una ait toplumsal olaylar ve mekânlar,
fotoğraf ve haber metinleriyle anlatıyor. Cumhuriyet’in
ilânının ardından uygulanmaya başlanan değişimin vatandaş
üzerinde bıraktığı etki ve izlere dair ilginç veriler
sunan kitap; İstanbul’da yaşanan toplumsal olayları, şehrin
önemli karakterleri eğlence mekânlarını, bir bölümü
kaybolan meslekleri, mimari eserleri fotoğraf ve haber
metinleriyle de aktarıyor.
Toplumsal değişime dair belgeler
O yıllarda yayımlanan gazete ve dergiler için fotoğraflar çeken
usta foto muhabirleri Hilmi Şahenk, Namık Görgüç, Cemal
Göral, Ali Ersan, Faik Şenol Selahattin Giz ve Jean Weinberg’in
kitapta yer alan fotoğrafları, toplumsal değişimlere
dair yoruma ve analize açık önemli birer belge değeri taşıyor.
Kybele heykeli ziyaretçilerini
ağırlamaya başladı
Yaklaşık 60 yılın ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından Türkiye’ye geri getirilen 1700 yıllık
Kybele heykeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde
meraklılarıyla buluştu.
Tarih öncesi dönemlerde bolluğun ve bereketin sembolü,
koruyucusu olduğuna inanılan Kybele heykeli, ziyaretçilerini
ağırlamaya başladı. Yaklaşık 60 yılın ardından Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından
Türkiye’ye geri getirilen heykel,
geçici mekânı olan İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nde
meraklılarıyla buluştu. Türkiye’den
kaçak yollarla 1960’lı yıllarda İsrail’e götürülerek satılan
ve on binlerce kilometre yolculuğun ardından ABD’den
ana vatanına ulaştırılan Kybele, uzmanlarca M.S. 3. yüzyıla
tarihlendiriliyor.
11
AKTÜEL
Doğa ve hayvanlar üzerindeki hakimiyeti sembolize ediyor
Prehistorik dönemlerden itibaren Akdeniz havzasında,
özellikle Anadolu’da “ana tanrıça” olarak tapınılan 1700
yıllık Kybele’nin iki yanındaki aslanlar, doğa ve hayvanlar
üzerindeki hakimiyetini sembolize ediyor. Sideropolisli
Asklepiades’in Oniki Tanrı Ana’ya sunduğu bir adak heykeli
olarak tarihte bilinen Kybele’nin yazıt bölümünde, “Hermeios’un
oğlu Sideropolisli Asklepiades, adağı Oniki Tanrı
Ana’ya dikti” ifadesi yer alıyor. Kybele heykeli, daha sonra
Afyonkarahisar’a yeni yapılacak müzeye taşınacak.
Kundura Sahne’den
sağlık çalışanlarına özel atölye
Beykoz Kundura’nın 2021 baharında açılacak performans
ve tiyatro sahnesi Kundura Sahne, seyircisiyle
çevrimiçinde buluşmaya devam ediyor. Kundura
Sahne’nin son programında, “İçinde Yaşadığım Mekân: Beden”
adlı somatik farkındalık ve dans atölyesi düzenlendi.
Ödüllü dans sanatçısı Tuğçe Ulugün Tuna’nın tasarladığı
ve pandemi sürecinin yorgun tanıkları sağlık çalışanlarına
yönelik yapılan atölye; dansın dönüştürücü, kuvvetlendirici
ve rahatlatıcı doğasından beslenerek, iyileşmeye yönelik bir
beden çalışması sundu.
“İçinde Yaşadığım Mekân: Beden”
Küresel pandemi sürecinde sınırlanan mekânsal ve bedensel
algımıza yeniden bakmamızı ve beden aracılığıyla fiziksel
farkındalığımızı iyileştirmeyi amaçlayan “İçinde Yaşadığım
Mekân: Beden” atölyesi, bu sürecin en ağır etkilerini
yaşayan sağlık çalışanlarının zorlu çalışma koşullarında
ihmal ettikleri bedenlerine yeniden dönüp bakmalarına
olanak sağlarken; dansın dönüştürücü, kuvvetlendirici ve
rahatlatıcı doğasından beslenerek, katılımcıların iyileşmelerine
yönelik bir beden çalışması da sunuyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
12
SERGİLER
Rezan Has Müzesi’nden
“Gündelik Yaşamın Arkeolojisi”
Rezan Has Müzesi, “Gündelik Yaşamın
Arkeolojisi” sergisine 21 Ekim 2020 -
31 Mayıs 2021 tarihleri arasında ev sahipliği
yapıyor. Gündelik yaşamın M.Ö. 6.500 –
M.S. 1.300 yıllarını kapsayan 9 bin yıllık
geçmişine odaklanan sergide, yaklaşık 400
eser yer alıyor.
Rezan Has Müzesi’nin
ziyaretçileri
9 bin
yıllık bir serüvene
götüren,
günlük hayatın
parçalarını bir araya
getirerek antik dönemde
bir gün geçirmiş
gibi hissettirecek
olan “Gündelik
Yaşamın Arkeolojisi”
sergisi,
Anadolu’yu oluşturan
ve kültürümüzde, geleneğimizde
iz bırakan, bizi biz yapan uygarlıkların
sıradan günlerine de kapı
aralıyor. Sergide, Anadolu uygarlıklarının
inişli çıkışlı yaşam serüvenlerine
ve farklılıklarına rağmen temelde
bu coğrafyada oluşan hafızanın gündelik
yaşama etkisi, yemek pişirilen,
su, şarap, zeytinyağı konulan, içinden
yemek yenilip, içeceklerin servis
edildiği kaplara, mezarlara armağan
olarak bırakılan eşyalara ve tanrılara
sunulan adaklara değin, gündelik
yaşam çok geniş bir yelpazede inceleniyor.
Sergi, 31 Mayıs 2021 tarihine
kadar ziyaret edilebilir.
“Ehlileşmek” üzerine bir yolculuk
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Oganaki’nin ilk kişisel sergisi “Fısıldayan
Kutular”, Piramid Sanat’ın ev sahipliğinde
sanatseverleri ağırlamaya başladı.
“Fısıldayan Kutular”, sanatçıyı “ehlileşmek”
üzerine bir yolculuğa çıkarıyor. Dioramaların
incelikli detayları, eserlerin ihtiyacı olan zaman,
sanatçının aceleci ve sabırsız kişiliğini
dönüştürmek için hayatına giriyor. Fısıldayan
Kutular, sanatçı için bir meydan okumayken;
izleyici için derinlere attığımız anıları
tetikleyecek, bir yandan da inanılmaz
keyif verecek bir sergi. Bu üç boyutlu
büyülü işler izleyiciyi kâh bir berber
dükkânına, kâh bir kütüphaneye, kâh
bir benzin istasyonuna, kâh bir araba
tamirhanesine, kâh bir sanatçı atölyesine
çekiyor.
Serginin küratörü Bedri Baykam,
katalog yazısında Oganaki’nin eser-
leriyle ilk karşılaşma anını anlattığı
cümlelerinde, aynı zamanda vuruculuklarının
da sosyal kodlarımızı aştığını
belirtiyor. Piramid Sanat, bu sergisi
için önsözünü Bedri Baykam’ın,
giriş sunumunu Selçuk Altun’un yazdığı,
bütün eserleri kapsayan geniş
içerikli bir katalog yayımlıyor. “Fısıldayan
Kutular”, 31 Ocak 2021 tarihine
kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.
Sadberk Hanım Müzesi 40. kuruluş yıldönümünü
“ Motif ” ile kutluyor
13
SERGİLER
Sadberk Hanım Müzesi, 40. kuruluş yıldönümü
olan 2020 yılında Türkiye’nin ilk
özel müzesi olma sıfatını haklı bir gururla
ve sorumluluk bilinciyle taşırken, bu
anlamlı yıldönümünü esin verici bir sergi ve ona
eşlik eden bir katalogla kutluyor. “Motif” başlığıyla
kurgulanan sergi ve yayın projesi, müzenin belirli
bir eser grubunu sunmuyor; aslında bütün müzeyi
eserleriyle birlikte panoramik bir çeşitlilik içinde görünür
kılıyor ve çok farklı coğrafyalarda birbirleriyle
karşılaşmış farklı kültürlerin tarihsel motiflerini bir
araya getiriyor. Bugüne kadar hazırlanan her sergi,
müze koleksiyonlarının kuvvetli yönlerini göz önüne
serdi. Yıldönümü projesi ise eserleri bu defa motifler
yoluyla birbirine bağlıyor ve nispeten küçük
ama Sadberk Hanım Müzesi’nin aslında ne kadar
zengin olduğunu anlatıyor.
Sergide, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu’nda
yer alan 466 eserden seçilmiş 500’e yakın motife göz
gezdirirken, Anadolu merkez olmak üzere Türkiye’nin
Doğu ve Batı’yla ne kadar bütünleşik olduğu
çok iyi anlaşılıyor. Motifler,
genelden özele giden bir sıralamayla
beş konu altında
toplanıyor:
Dünya ve Evren Algısı (Yaşam
ve Güç), Doğa Sahneleri ve
Bitkiler Dünyası (Doğa), İnsanın
Kendi İmgesini ve Hayvan
Figürlerini Sanata Aktarması
(Figürlü Bezeme), Büyük ve
Görkemli Bir Sistemin Kurallarının
Sanat Yoluyla Tekrarı
(Düzen ve Uyum), İnsanın
Mekânlar Kurarak Çevresini
Şekillendirmesi (Mekân)...
Projenin en önemli başarılarından
biri, ortalama dikkatten
kaçabilecek yüzlerce
motifi görünür hâle getirmek
oldu. Sergi, her yaştan ve her
meslekten izleyiciyi, tarihsel
motiflerin anlattıklarıyla
entelektüel bir bağ kurmaya
davet ediyor; sanat ve biçimler
dünyasına dair yeni bir
görsel palet ve zihinsel alıştırma
olanağı sunuyor. Arçelik
Türkiye ve KoçSistem’in
teknoloji sponsorları olarak
destek verdiği “Motif” sergisi,
31 Ekim 2021 tarihine kadar
çarşamba günleri hariç her
gün 10.00-17.00 saatleri arasında
ziyaretçilerini bekliyor.
MÂZİYİ KORUMAK:
SADBERK HANIM
MÜZESİ’NDEN
BİR SEÇKİ
Kuruluşunun 40. yılını kutlayan
Sadberk Hanım Müzesi’ne
bir destek de “Mâziyi
Korumak” sergisiyle
Meşher’den geldi. Seçkiyi Beyoğlu’na
taşıyan Meşher’deki
serginin küratörlüğünü, müzenin
müdürü ve sanat tarihçisi
Hülya Bilgi üstleniyor.
Sergi, arkeoloji ve Türk-İslam
sanatı koleksiyonlarından
derlenen 200’ü aşkın çarpıcı
örnekle ziyaretçileri Anadolu’nun
uygarlıklar tarihinde
bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Türkiye’nin ilk özel
müzesi olan Sadberk Hanım
Müzesi’nin kırk yıllık tarihinde
gelişen ve zenginleşen
kültürel birikiminin geniş
kitleler ile buluşturulması
amacıyla gerçekleştirilen sergide,
M.Ö. 6. bin yıldan 20.
yüzyıla uzanan geniş bir zaman
diliminin öyküsü, özenle
kurgulanmış bir seçkiyle
anlatılıyor. Sergi, 1 Ağustos
2021 tarihine kadar ziyaret
edilebilir.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
14
SERGİLER
Şakir Eczacıbaşı’nın “Seçilmiş Anlar”ı
İstanbul Modern, iş insanı ve fotoğraf sanatçısı
Şakir Eczacıbaşı’nın aramızdan ayrılışının 10.
yıldönümünde “Seçilmiş Anlar” adlı sergiyi sanatseverlerle
buluşturuyor. “Seçilmiş Anlar”, Eczacıbaşı’nın
fotoğrafçılık kariyerine başladığı 1960’lı yıllarda
çektiği izlenimci fotoğraflarının yanı sıra 1980’li
yıllardan itibaren fotoğrafın teknik imkânlarını kendine
özgü bir yaklaşımla yorumladığı çalışmalarını
sergiliyor.
Eczacıbaşı Topluluğu’nun sponsorluğunda gerçekleşen
sergi, Şakir Eczacıbaşı’nın “Doğal hâlde olduğumuz
yerler” olarak tarif ettiği sokakları ve binlerce
yıldır birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Anadolu
coğrafyasının çok katmanlı yapısını yansıtıyor. Sanatçının
insan merkezli çalışmaları ile kültür-sanat
alanında döneminin önemli aktörlerinin portrelerine
yer veren sergi, aynı zamanda
sanatçının “evrensel bir
iletişim arama” arzusunu da
gözler önüne seriyor. Sanatçının,
İstanbul Modern Sanat
Müzesi Fotoğraf Koleksiyonu’ndaki
pek çok çalışmasının
yanı sıra Dr. Nejat F. Eczacıbaşı
Vakfı’na bağışladığı fotoğraf
koleksiyonundan bir seçkinin
yer aldığı sergide, 300’ü aşkın
fotoğraf bulunuyor. Eczacıbaşı
Topluluğu’nun sponsorluğunda,
küratörlüğünü Bülent
Erkmen’in üstlendiği sergi, 31
Mart 2021 tarihine kadar ziyaret
edilebilecek.
Varoluş ve birliktelik olasılıkları için bir alan;
“MÜSTESNA KADAVRA”
Galeri Nev İstanbul’da açılan grup sergisi “Müstesna
Kadavra”, adını 20. yüzyılda sürrealist
sanatçıların oynadığı kolektif çizim oyunu “Le Cadavre
Exquis”ten alıyor. Ani Çelik Arevyan, Kerem
Ozan Bayraktar, Nermin Er, Tayfun Erdoğmuş, Ali
Kazma, Ekin Saçlıoğlu, Hale Tenger, Nazif Topçuoğlu
ve Nergiz Yeşil’in üretimlerinin yer aldığı serginin
küratörlüğünü Gizem Gedik üstleniyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Tıbbi terminolojide bedensel atığın
işlev kazanmasını ve bir bilgi nesnesine
dönüşmesini ifade eden kadavra,
sergide doğa kökenli nesnelerin
farklı amaçlarla bir araya gelişinin
veya temsil edilişinin birer metaforu
olarak karşımıza çıkıyor. Galeri Nev
İstanbul’da farklı sanat pratiklerine
sahip dokuz sanatçının işlerini bir
araya getiren “Müstesna Kadavra”;
hareket ile durağanlık, yaşam ile
ölüm, organik ile inorganik, gerçek
ile temsil, parçalanma ve bütünlenme
gibi ikiliklerin ötesinde, başka
varoluş ve birliktelik olasılıkları için
düşünsel ve fiziksel bir imkân alanı
sunuyor. Sergi, 13 Şubat 2021 tarihine
kadar gezilebilir.
15
SERGİLER
“
Türkiye’nin tiyatro arşivinde
tarihi bir yolculuk...
Kulis: bir tiyatro belleği,
Hagop ayvaz”
Hrant Dink Vakfı öncülüğünde Türkiye Tiyatro
Vakfı ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılılık
iş birliğiyle hazırlanan “Kulis: Bir Tiyatro Belleği,
Hagop Ayvaz” sergisi, 1911-2006 yılları
arasında yaşamış İstanbullu tiyatro sanatçısı ve yayıncı Hagop
Ayvaz’ın kişisel çabalarıyla oluşturduğu tiyatro arşivinden
yola çıkarak; toplumsal bellek, kimlik ve mekân bağlamında
Türkiye’nin tiyatro tarihine odaklanıyor.
Türkiye’nin tiyatro geçmişine yeniden bakın
Ayvaz’ın arşivindeki fotoğraflar, afişler, dergiler, oyun
metinleri içeren kitaplar ve defterlerden bir seçki sunan
“Kulis: Bir Tiyatro Belleği, Hagop Ayvaz”, üç ana bölümden
oluşuyor. İlk bölüm, tiyatro tutkusu ilk gençlik yıllarına
dayanan Hagop Ayvaz’ın figüranlıktan yönetmenliğe,
köşe yazarlığından yayıncılığa uzanan yaşamı paralelinde,
İstanbul’da Ermenice tiyatro üretimi ve etkinliklerini
mercek altına alıyor. İkinci bölümde, Ayvaz’ın 1946-1996
arasında kesintisiz olarak yayımladığı Kulis Dergisi’nin
Türkiye sınırlarını aşan etkileri, dönemin sanat ve siyaset
gündemi ekseninde, bir zaman çizelgesi eşliğinde ele
alınıyor. Son bölüm ise, Osmanlı ve Türkiye tiyatro tarihinde
mihenk taşı olmuş sanatçılar, topluluklar, oyunlar
ve mekânlara odaklanıyor ve ziyaretçiyi bunlar arasındaki
bağlantıları keşfederek, Türkiye’nin tiyatro geçmişine yeniden
bakmaya davet ediyor.
Yapı Kredi Yayınları tarafından aynı adla İngilizce-Türkçe
kataloğu da hazırlanan sergi, Hagop Ayvaz’ın bir anlamda
“kulis”ine davet niteliğinde olmanın yanı sıra Türkiye’nin
tiyatro tarihini çoğulcu bir perspektifle incelemek için imkânlar
sunuyor. Kültür ve sanatın toplumların bir arada
yaşama kültürlerindeki yerini ve önemini, inançla kurulan,
emek, özveri ve dayanışmayla varolan “kulis”lerini hatırlamayı
öneriyor. Sergi, 21 Şubat 2021 tarihine kadar Yapı
Kredi Kültür Sanat’ta ziyaret edilebilir.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
16
SERGİLER
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Selma Gürbüz, “Dünya Diye
Bir Yer” ile İstanbul Modern’de
İstanbul Modern, Selma Gürbüz‘ün zamandan ve mekândan bağımsız;
masallar, mitler, söylencelerle örülü, incelikle işlenmiş
yapıtlarını Türkiye’de bir müze çatısı altında ilk defa 5 Kasım’da izleyiciyle
buluşturdu. “Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” adlı sergi,
sanatçının 35 yıllık sanat pratiğini ve kendine özgü imge dünyasını
görünür kılıyor.
Sergi, sanatçının ilk kez gerçekleştirdiği dijital çalışmaları da dahil
olmak üzere daha önce sergilenmemiş yapıtlarını odağına alıyor.
Gürbüz’ün resim, yerleştirme, desen, video ve heykel gibi farklı ifade
araçlarıyla ortaya koyduğu 100den fazla yapıt sergide yer alıyor.
“Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” sergisi, 31 Mart 2021 tarihine
kadar İstanbul Modern’de görülebilir.
Sanatçılar maskeyi farklı
açılardan sorguluyor
Baksı Müzesi, 20 sanatçı ve tasarımcının “maske” yorumlarını
bir araya getiren “Maske/Çağrışımlar” sergisine ev sahipliği
yapıyor. Sergiye katılan sanatçı ve tasarımcılar; fotoğraftan performansa,
kefen bezinden Lego’ya, tuvalden mobilyaya, bireyin yabancılaşmasından
sistem karşısındaki açmazlarına, sayısız nesne,
malzeme ve düşünce etrafında maskeyi farklı açılardan sorguluyor.
Beklenmedik bir biçimde günlük yaşantımızı kontrol altına alan,
hayatımızın merkezine taşınan maskeler, bu kez sanatçı ve tasarımcıların
yorumlarına konu ediliyor, yarattığı farklı çağrışımlarla
ele alınıyor. “Maske/Çağrışımlar” sergisi, 15 Mayıs 2021 tarihine
kadar hem Baksı Müzesi’nin çatısı altında hem de Baksı Müzesi’nin
web sitesinde ziyaret edilebilecek.
Mutlak doğru ve
güzel olmadan bir dünya
nasıl mümkün
olur?
Mixer, Hilal Polat’ın kendi kurgusal mitolojisinden
hareketle hikâyeleştirdiği ve
deneyimsel bir mekâna dönüştürdüğü “Arzu
Kadar Kadim” başlıklı sergiyi sanatseverlerle
buluşturdu. Sergi, sanatçının farklı alanlardaki
pratik ve deneyimlerini hayal gücü ile
birleştirdiği ve kendi düşünsel meseleleri ekseninde
yorumlayarak sanatsal pratiği ile bütünleştirdiği
bir yapıyı izleyiciye sunuyor.
Doğanın ve insanın varoluşsal durumunun
belirli normlara indirgenen anlamlarına karşı
güçlü bir başkaldırı niteliğindeki sergi, temsiller
aracılığıyla izleyicinin şu soruyu sormasını
amaçlıyor: Mutlak doğru ve güzel olmadan
bir dünya nasıl mümkün olur? Hilal Polat’ın
Mixer galeri alanını bir anlatı mekânına dönüştürdüğü
sergisi, 6 Şubat 2021 tarihine kadar
12.00-18.00 saatleri arasında görülebilir.
17
SERGİLER
Korunma
ihtiyacından doğan
bir sır; “Laki”
Martch Art Project, Alp Sime’nin yedinci kişisel sergisi
Laki’ye ev sahipliği yapıyor. Sergi; gizlilik politikası,
utanç ve travma, bastırmak ve bastırılmak gibi kavramlara
odaklanıyor.
‘Laki’ kelimesi, kökeni 17. yüzyıla kadar uzanan, korunma
ihtiyacından doğan ve sır bir dil olan Lubunca ailesinden
geliyor. Sanatçı, dilin kullanım amacından yola çıkarak,
“Laki”nin anlamının da “sır” olarak kalmasını istiyor. 1 Aralık’ta
açılan, Alp Sime’nin çoğunlukla son dönem üretimlerini
kapsayan “Laki” sergisi, 16 Ocak 2021 tarihine kadar
Martch Art Project’te izlenebilir.
Bir yok-oluş deneyimi;
“Metanoia”
Labirent Sanat, “Metanoia” isimli grup sergisini izleyici
karşısına çıkarıyor. Aslıhan Kaplan Bayrak, Nermin Ülker
ve Serdar Oruç’un eserlerinin yer aldığı sergi, Labirent Sanat’ın
Tepebaşı’ndaki yeni mekânında ziyaretçilerini ağırlıyor.
Jung’a göre metanoia, ruhun (psyche) dayanılmaz bir çatışmadan
sonra kendini eritmesi ve daha uyumlayıcı (adaptive)
bir formda yeniden şekillendirmesi, kendini yeniden
doğurmasıdır. Bu bakış açısı pandemi süreciyle değerlendirildiğinde,
Covid-19 salgını sebebiyle yaşanılan kapanma
süreci geriye dönüp bakma, bireysel yönelimlerin, yatırım
ve tüketim alışkanlıkların, yaşam tarzının, arzuların, tutkuların,
doğaya verilen tahribatın, başkalarına karşı tutumların
sorgulandığı ve bilinç değişikliği için bir fırsat olarak görülebilir.
Böylesi bir tıkanma anında Jung, odak noktamızı
kayba açık dış dünya yerine iç dünyamıza yönlendirmenin
daha doğru bir yöntem olduğunu vurgular. Yeniden doğuşu
hatırlatan “Metanoia” sergisi; Aslıhan Kaplan Bayrak,
Nermin Ülker ve Serdar Oruç’un son dönem yapıtlarını,
üretimlerine yön veren kendilik pratikleri üzerinden izlemenize
olanak tanıyor. Sergi, 16 Ocak 2021 tarihine kadar
Labirent Sanat’ta görülebilir.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
18
SERGİLER
MAJİ Art Gallery’den ‘Katmanlar’
MAJİ Art Gallery, pandemi döneminin beraberinde
getirdiği hassasiyetlere uyarak ve bu sürece
sanatla nefes aldırmak üzere tüm sanatseverleri
bir serüvene davet ediyor. Gülveli Kaya’nın MAJİ
Art Gallery’de açılan “Katmanlar” sergisi, sanatçının
kariyerindeki üretimleri içinde bir taç noktasının
alarmını veriyor.
Katmanlı dokular, renk ve boya yoğunlukları, devinimin
gücünün sezildiği yüzeyler ve bunların
yanında muğlak yüzlerin içe işleyen net bakışları...
Tüm bu çoğulcu yapının içinde uzaktan uzağa izlenen
ve izleyen yüzler… Gülveli Kaya’nın sanatsal
pratiği içinde figürler ve boya arasındaki çok boyutlu
plastik yaklaşımı, tuval
yüzeyinde bir doku ihtişamı
içinde izleniyor. Kare ya da
yuvarlak formlarda sergide
izlenen tuvaller bir başlangıç
sunarak, yeni bir yolun izlerinin
de sinyalini verirken,
Kaya’nın tüm sanatçılık kariyeri
boyunca ürettiği yapıtların
izleri, bu son serisinde
de ince yaklaşımlarla dikkatli
izleyiciye sunuluyor. Sergi,
30 Ocak 2021 tarihine kadar
izlenebilecek.
LeadersCXO Kurucu Başkanı Cenk Dağcı, MAJİ Art Gallery Sahibi Gaye Donay, Sanatçı Gülveli Kaya,
Stone Yönetim Kurulu Başkanı Zuhal Mansfield, Askon Antalya Başkanı Cahit Urfan.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Reha ve Perincan Yalnızcık’tan
“VAROLUŞA SAYGI”
Doğaya, insana ve sanata karşı örnek bir duruş
sergileyen baba-kız ressamlarımızdan Reha ve
Perincan Yalnızcık, “Varoluşa Saygı” adını verdikleri
yeni sergileriyle pek de iyi geçirmediğimiz 2020 yılına
gönderme yaptılar. Reha Yalnızcık’ın son dönem
çalışmalarından oluşan eserleri ile kızı Perincan Yalnızcık’ın
eserleri, aynı çatı altına sergilendi. Sergiye,
Kızıltoprak Fular’t Sanat Evi ev sahipliği yaptı.
Kırk yıl önce açtığı ilk sergisinden günümüze çalışmalarının
çoğunda mesajlar gönderen Reha Yalnızcık’ın,
son dönem eserlerinden oluşan doğa yorumlarında
da zaman zaman ironik göndermeler yer
alıyor. Perincan Yalnızcık ise bir seride farklılıkları
tek çatı altında toplarken, bir başka seride aynı çatı
altına sıkışmak zorunda kalan kültür-süzlükten
bahsediyor. Baba-kızın en önemli ortak özelliklerinden
biri, yaptıkları işleri ibadet eder gibi saygı içinde
üretmeleri.
Yazar
Ressam Işıl Savaşer
Sürrealizm:
Gerçeküstücülük
19
SANAT AKIMLARI
Herlequin Karnavalı - Joan Miro (1925)
Andre Masson (1938)
Gerçeküstücülük, Avrupa’da 1920’li yıllarda Dada’nın
etkilerinden doğan bir akımdır. 1924’te
Andre Breton’un Gerçeküstücülük Manifestosu’nun
yayımlanması ile başlamıştır. Gerçeküstücülük
de Dada gibi sanatın geleneksel biçimlerine ve burjuva
değer yargılarına karşı olup, politiktir. Gerçeküstücü
sanatçılar, psikanalizden derin etkilenmiş, kültürü bilinçli
akıl ve mantıktan özgürleştirip, bilinçdışı zihnin dünyasına
varmayı hedeflemişlerdir.
Sürrealist sanatçıların rüyalara, bilinçaltına, aklın ve görünen
gerçekliğin ötesine giden arayışları, ahlak olarak iflas ettiğini
düşündükleri toplumsal ve kültürel yapıyı aşabilme çabasıdır.
Sanatçılar, toplumsal başkaldırıları sanatsal zeminin ötesine
taşımak istemişler ve bu isyanlarını rüyalarının bilinçaltının
derinliklerinde aramışlardır. Freud’un “Rüyaların Yorumu”
(1900) ve “Gündelik Hayatın Psikopatolojisi” (1901) gibi ünlü
eserleri, sanatçılar arasında ilgi uyandırmıştır.
Belleğin Azmi - Salvador Dali (1931)
Gerçeküstücü sanatçılar için bilincin ötesine uzanmak,
kaygıların gerçek kaynağına inmek, sanatsal yaratımın bir
uzantısı olmuştur. Sigmund Freud, nevrozların bilinçten
bilinçdışına baskılanan istekler ve anılardan kaynaklandığını,
rüya analizi ve serbest çağrışım gibi tekniklerin bunları
serbest bırakabileceğini vurgulamıştır. Rüyalara yönelik ilgilerinin
görsellik kazanmasında gerçeküstücülerin Freud’a
yönelik ilgisi; ünlü ruhbilimcinin rüyalar, cinsellik ve bilinçaltı
konularındaki görüşlerinin popülerlik kazanmasında
etkili olmuştur.
Gerçeküstücü sanatçılar, resmin temelde ruhsal bir etkinlik
olduğunu savunmuşlardır. Pek çok gerçeküstücü sanatçı,
Freud’un tariflediği bilinçaltını eserlerinde görselleştirmişlerdir.
İnsanın uygarlık serüveninde aklın boyunduruğunu
sorgulayan Dada gibi gerçeküstücülük de sanatsal yaratımını
ruhsal otomatizmden almış ve doğal doğaçlamaya hedeflemiştir.
Düşsel olanla gerçeğin birbirine karışması durumu
söz konusudur.
Fransız Andre Masson, tuvallerine kum dökerek, İspanyol
sanatçı Juan Miro, içgüdüsel olarak parlak biyomorfik
formlar çalışmıştır. Ernst, Belçikalı Rene Magritte, İtalyan
sanatçı Giorgio de Chirico, fantezi ve gerçeklik arasındaki
eserlerinde baskılanan duygular ve anılar üzerinde yoğun
çalışmalar yapmışlardır. Salvador Dali, yapıtlarında alakasız
şeylerin bir arada durduğu nesnelerle halüsinasyon sahneleri
üretmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçeküstücülerden
Breton, Ernst ve Masson, New York’ta sanatsal
çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Amerika’da savaş sonrası etkili
olacak soyut dışavurumculuk ve pop sanat gibi akımlara
yönelen sanatçılar üzerinde de etkili olmuşlardır.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kaynakça:
• Antmen A., 20.yy’da Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, 2013, İst.
• Öndin N., Modern Sanat, Hayalperest Yayınevi, 2019, İst.
• Turani A., Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitabevi, 2013, İst.
• Phillips S., Modern Sanatı Anlamak, Yem Yayıncılık. İst.
• Eroğlu Ö., Modern Sanat. Tekhne Yayınları, 2014, İst.
20
Yazar
Ayşe Kaynarcalı
KENT MÜZESİ
Sunay Akın:
Oyuncaklar üretildiği
dönemlerin tanığıdır
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Yıllardır derin hayranlık duyduğum Türk şair,
araştırmacı-yazar, tiyatro oyuncusu ve müzeci
Sunay Akın’la tanışmamız yaklaşık üç yıl öncesine
dayanıyor. 1700’lü yıllardan günümüze
oyuncak tarihinin en gözde örneklerinin sergilendiği İstanbul
Oyuncak Müzesi’nde bir araya gelmiş ve “Sanatla Randevu”
projelerimizi paylaşmıştık.
Türkiye’de ilk Oyuncak Müzesi’ni kuran ve müzecilik anlamında
büyük değer yaratan üstad ile gerçekleştirdiğimiz
röportajda onu daha yakından tanıyıp, çalışkanlığı ve azmi
için bir kez daha hayran olacaksınız. Bu değerli sohbet için
sevgili Sunay Akın’a teşekkür ediyorum.
“Bir ülkenin geleceği, o ülkedeki politikacıların vaatlerinde
değil, çocukların hayallerindedir” diyor ve 23 Nisan
2005’te ailenizden kalan tarihi köşkten feragat ederek,
Türkiye’nin ilk Oyuncak Müzesi’ni hayata geçiriyorsunuz.
Müze kurma fikri nereden doğdu, nasıl başladı? Oyuncak
Müzesi’nin dünyadaki benzerlerinden farkı nedir?
Almanya’nın Nürnberg kentinde ziyaret etmiştim ilk oyuncak
müzesini. Oyuncak konulu bir kitap yazmaya karar ver-
dim ve yaklaşık beş yıl oyuncak-sanat ilişkisinde araştırmalar
yaptım. Bu arada oyuncak tarihini öğrendim, dünyadaki
diğer oyuncak müzelerini gezdim. Ve ortaya “Kırdığımız
Oyuncaklar” adlı kitabım çıktı.
Oyuncak müzelerini gezerken gıpta ettim, imrendim.
“Kıskandım” demiyorum, çünkü ben kıskanmam. Kıskançlık,
kendine güveni olmayan insanların işidir. Ama ben
imrenirim, gıpta ederim. Oyuncak müzelerini gezerken,
neden benim ülkem bu bilgi birikiminden, insanlık tarihinin
bu hafızasından yoksun diye hayıflandım. Sonunda bir
oyuncak müzesi kurmaya karar verdim. Sahne oyunlarım
dolu dolu geçiyor ve kitaplarım baskı üstüne baskı yapıyordu;
para kazanıyordum açıkçası. Tuttum, o paralarla her
kuruşu alın terimin hakkı olan sanatçı teliflerimle oyuncak
tarihinin en değerli örneklerini almaya başladım. Ne de olsa
hangi oyuncağın müze değeri taşıdığını, hangisinin taşımadığını
biliyordum.
2005 yılında kurduğum İstanbul Oyuncak Müzesi’ni benzerlerinden
farklı kılan, öncelikle sergilenen eserlerdir.
Bu konuda en özgün ve en değerli eserleri sunuyoruz
Gidip gördüğünüz ülkelerde en çok etkilendiğiniz
müzeler hangileri?
O kadar çok ki… Müzelerden dışarı çıkmam ben. Orada
yaşarım, kahvemi orada içer, kitabımı müzelerde okurum.
Antikacılar, sahaflar da en çok sevdiğim mekânlardır. Birini
söylemem gerekirse, Nürnberg Oyuncak Müzesi’nin adını
verebilirim. 1990’ların başında ziyaret etmiştim ilk kez.
O kadar çok etkilenmiştim ki, bir hafta sonra yeniden gitmiştim
Nürnberg’e. Oyuncağın, tarihi mimarinin, modanın,
sanayi devriminin, uzayın fethinin tarihidir. Hiçbir
müze, bir oyuncak müzesi kadar uygarlığın tarihini bir araya
getiremez. Çünkü oyuncak, üretildiği dönemin tanığıdır.
21
KENT MÜZESİ
ziyaretçilerimize. Sonra sergilenme biçimi... Sahne tasarım sanatçılarıyla
kurguladık müzeyi. Ayhan Doğan ile iki yıla yakın bir çalışmanın
sonunda doğdu. Bir şair ve bir sahne tasarım sanatçısının
hayallerini birleştirmesiyle oluşan bir sergi dili var müzenin,
bu özelliğiyle de bir farkındalık oluşturuyor.
Sayenizde pek çok müzemiz oldu. Oyuncak Müzesi dışında Masal
Müzesi (Kartal), Oyun Müzesi (Ataşehir) ve Okul Müzesi’nin
(Ataşehir Enstitü Koleji) kapılarını açtınız. Ayrıca Gaziantep’te,
Antalya’da ve Samsun’da Oyuncak Müzeleri ile Barış Manço
Müzesi’ni kurdunuz. Özel müzelerin kurulması ve yaşatılması,
oldukça emek isteyen bir süreç. Zorluklar yaşadınız mı?
Zorluklar elbette yaşadım ama şikâyetçi değilim. Özel müzecilik
konusunda ülkemde bir kar makinesi gibi yol açmaya çalıştığımı
biliyorum. Zorlukların ne olduğunu anlatmak istemiyorum; sorunları
çok iyi biliyor ve bilginin ışığıyla çözmeye, daha doğrusu çözüm
üretmeye çalışıyorum. Elinde ışık taşıyan, karanlığın üstüne yürüsün.
Çünkü karanlık dediğimiz yer, birileri ışığı oraya taşımadığı
için vardır.
“Müzeler toplumun hafızasıdır. Bunu anlayamayan bir ülke,
bilin ki Alzheimer olmuştur. Bu hastalığa yakalanan bir ülke,
nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilemez. Türkiye,
Alzheimer olma yolundadır’” diyorsunuz. Alzheimer
olmamamız için farklı müze projeleriniz var mı?
Çok var. Kültür politikası konusunda ülkemde ne yapılması gerektiğini
biliyorum. Hayvan sevgisi ve doğa korumacılığını içeren bir
müze kurmak için 10 yılı aşkın bir süredir çalışıyorum. Bir “Kedi Müzesi”
kazandırıyorum ülkeme. Masal, çizgi roman, oyun ve oyuncak
tarihindeki kediler, ilk kez bir müzenin çatısı altında buluşacak.
Müzenin içinde ayrıca bir müze daha olacak: “Nuh’un Gemisi Müzesi”
Sanat ve oyuncak konulu bir müze için de belge ve bilgi topluyorum.
Çocukların hayatında sanat, oyun ve oyuncak kültürüyle
nasıl bir yer edinmiş? Bu sorunun yanıtını hafızaya kaydedecek ve
benzeri olmayan bir müze olacak “Sanatın Oyuncakları Müzesi”.
Unutmadan bir de çevre duyarlılığı, ekoloji konusunda bir müze
üzerinde çalışıyorum. O da “Kardan Adam Müzesi” olacak. Dedim
ya, yüzlerce müze gezdim ben. Araştırmalarda, incelemelerde bulundum.
Sadece ülkem için değil, bu alanda dünyada eşsiz ve yeni
olabilecek müze içeriklerini düşünüyor ve hayata kazandırmak istiyorum.
Daha da çok müze hayalim var.
Birçok okulda, sivil toplum örgütlerinde ve hatta
hapistanelerde söyleşiler yapıyorsunuz. Dinleyicilerin
anlattıklarınıza yaklaşımı ve tepkisi nasıl oluyor?
Ne yazık ki bu tür davetlere zaman olarak yetişemiyorum.
Gitmek çok istiyorum ama 100 tane olsam, yine de pek
çoğunu geri çevirmek zorunda kalırım. Oysa hayır demeyi
hiç sevmem, gitmek isterim ama davetlerin çokluğu bunu
olanaksız kılıyor. Hapishanelerden gelen davetleri ayrı tutuyor
ve gerekirse davet ettikleri günde bir başka programım
varsa erteliyorum. Çünkü dedim ya, bilginin ışığını sanatın
gücüyle karanlığa taşımam beni çok mutlu ediyor. Sanırım
bu yoğunluk, dinleyicilerin anlattıklarıma tepkisini de somut
olarak ele veriyor.
Corona günlerinde hepimiz farklı dönüşümler,
farkındalıklar yaşadık. Sizdeki etkisini merak ediyoruz?
Dünyanın neresinde olursa olsun, kaybettiğimiz insanlar
için çok üzüldüm. Ve her zaman takdir ettiğim, değerini
bildiğim sağlık çalışanlarımıza hayran oldum. Onlara çok
şey borçluyuz. Hep derim; hayatın zenginliği hisse senetlerinde
değil, hissi senetlerdedir. Sanırım bu gerçek daha da
ışıldadı.
Pandemi sonrası yurt dışı kısıtları kalktığında
ilk gitmek istediğiniz yer neresi olacak?
Değil saatlerce, günlerce içinden çıkamayacağım müzeleri,
kitapçıları, antikacıları ve sahaflarıyla Paris…
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
22
Yazar
Mayda Saris
sarismayda@gmail.com
İlk portre
çalışmalarını başlatan
Manas Ailesi
Rupen Manas,
Sultan Abdülmecid,
1850, İsveç
Drottningholm
Şatosu.
Rupen Manas,
Sultan Abdülmecid’in
kızı Fatma Sultan,
Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi.
Manas ailesinin üyeleri, yaklaşık iki yüzyıl boyunca kimi zaman
ressam kimi zaman da devlet memuru olarak Osmanlı
Sarayı’nda bulunmuşlardır.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Yüzyıllardan beri bu topraklarda üreten, yaratan
ve paylaşan Ermeni ressamların sanatında İstanbul
ve Anadolu’nun çok özel bir yeri olduğu
hemen fark edilir. Osmanlı İmparatorluğu’na
baktığımızda Ermenilerin müzik, resim, mimari, edebiyat
ve sanatın her dalında önemli isimler yetiştirdiğini görürüz.
Hristiyan olmaları nedeniyle İslam’ın resim yasağından etkilenmeyen
Ermeni ressamlar, kiliseler için betimledikleri
dinsel resimlerin yanı sıra çok sayıda saray, malikane süslediler
ve Osmanlı resim sanatında ilk portre çalışmalarını
gerçekleştirerek, tuval üzerine yağlıboya dönemini başlattılar.
Kökeni Kayseri ya da Kapadokya Ermenilerine dayanan
Osmanlı resim sanatında ilk portre çalışmaları, Manas ailesi
tarafından başlatılmıştır. Bu geniş sülalenin en eski üyesi
Parseh Manas, III. Ahmed’in (1703-1730) portrecisiydi.
Oğlu Rafael Manas (1710’lar-1780), İtalya’da eğitim gördükten
sonra İstanbul’a dönerek Sultan I. Mahmud (1730-
1754), III. Osman (1754-1757) ve III. Mustafa (1757-1773)
döneminde saray ressamlığı yapmıştır. Resimlerinde Batı,
özellikle de İtalyan etkisi belirgin olan Rafael Manas’ın fildişi
üzerine işlediği minyatürler gerçek şaheserlerdir. Rafael,
döneminin yeni arayışlarını yakından izlemiş, Osmanlı resim
sanatında tuval üzerine yağlıboya döneminin başlatıcısı
olmuştur.
Çoğunlukla tek kadın figürleri ya da anne-çocuk kompozisyonları
işleyen sanatçı, Osmanlı başkentinin günlük yaşamına
tanıklık etmiştir. Rafael’i, resimde Batılılaşma sürecini
başlatan sanatçı olarak anmak yanlış sayılmaz. ‘Anne
ve Çocuk’ adlı tablosunda annenin giysileri, I. Mahmud döneminin
kadın giyimini yansıtır. Genç kadının yüzündeki
mağrur ve sevecen ifade başarıyla yansıtılmıştır. Yarattığı
değerli sanat yapıtlarıyla büyük üne
kavuşan sanatçı, ad benzerliğinden
yola çıkılarak Rönesans’ın usta ressamının
adıyla, Rafaello diye anılmıştır.
Ölümünden sonra Rafael
Manas’ın atölyesine giden İtalyan
Abba Todori, sanatçının ‘Afrodit’,
‘Tepside Karpuz Sunan Kız’ adlı
tuvallerine hayran kalmıştır. Dört
resmi Topkapı Sarayı’nda yer alan
Rafael’in betimlediği dinsel içerikli
resimleri ise İstanbul’daki Ermeni
kiliselerini süslemektedir.
Osmanlı Sarayı’ndaki çalışmalarını
1900’lü yıllara dek aralıksız
sürdüren Manas ailesinin üyeleri,
ressamlıklarının yanı sıra aynı zamanda
diplomatlık görevlerini de
sürdürüyorlardı. Örneğin Zenop
Manas, bir dönem Osmanlı Devleti’nin
Viyana Konsolosluğu’nda
çevirmen sekreter olarak çalışmıştır.
Zenop Manas’ın bilinen tek
portresi, Avrupalı bir ressama aittir.
Bu portre, Atina’da özel bir koleksiyonda
yer almaktadır. Osmanlı
Devleti’nin Paris Konsolosluğu’nun
birinci sekreteri olan Sebuh Manas
(1816-1889), resim eğitimini İtalya’da tamamlamış, Abdülmecid
(1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde
saray ressamlığı yapmıştır. Sanatçı, birçok minyatüre
imza atmıştır.
Saray nakkaşlarından Maksut Manas, II.Mahmud (1808-
1839) döneminde resim eğitimi almak üzere Avrupa’ya
gönderilmiştir. Paris’te diplomatik görevini sürdürdüğü
yıllarda, Çırağan Sarayı’ndan Sebuh Manas’a ulaşan bir
mektupta (1854), Abdülmecid’in sanatçıdan duyduğu hoşnutluk
belirtilmiş, minyatür ve portreleri dikkate alınarak
onurlandırıldığı vurgulanmıştır. Manas ailesinin en ünlülerinden
biri de resim eğitimini İtalya’da alan Rupen Manas’tır.
(1810-1815 tarihleri arasında İstanbul’da doğup,
1875’ten sonra İstanbul’da öldüğü sanılmaktadır)
Rupen Manas, Sultan Abdülmecid dönemini saray ressamıydı.
Paris, Berlin ve Viyana konsoloslukları için birer
tasvir-i hümayun (padişah portresi) betimleyen Rupen Manas’ın
günümüze ulaşan en önemli minyatür örneği, Sultan
Abdülmecid’in 10 yaşındaki kızı Fatma Sultan’ı klasik saray
giysileri içinde betimlediği resimdir (1850). Bu çalışmanın,
kadın portresinin günah sayıldığı bir dönemde resmedilmiş
olması, yapıta ayrı bir anlam katmaktadır. Manas ailesinin
sanatçı üyelerinin yapıtları, İstanbul’daki çeşitli müzelerde
yer almaktadır. Ailenin köklü ressamlık geleneğinde tek istisna,
İtalya’da müzik eğitimi almış; ardından besteci, koro
şefi ve konservatuar hocalığı yapmış olan Edgar Manas’tır
(1875-1964).
23
KONUK YAZAR
Rafael Manas, Anne ve Çocuğu, 1746, özel koleksiyon.
Rafael Manas, Hamamda Anne Kız, özel koleksiyon.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kaynak:
• MaydaSaris, “Başlangıcından GünümüzeErmeni Resim Sanatı, 2003, Agos Yayınları, İstanbul.”
24
Yazar
Nil Özer
MÜZE
“ Sanat bu kaotik dönemde
psikolojimize iyi geliyor”
Suna ve İnan Kıraç ile yollarınız nasıl kesişti?
Suna Kıraç’la 1999 yılında tanıştık. Kayınvalidem Bilge
Emeç, Suna Kıraç’ın Amerikan Kız Koleji’nden, 1950’lerden
dönem arkadaşıydı. Biz Mehveş’le flört etmeye başlayınca
Suna Kıraç, önce beni tanıyan çeşitli Koç yöneticileriyle görüşerek
nasıl bir insan olduğuma dair bilgi almış, daha sonra
da yüz yüze konuşarak beni tanımak istemişti. Kısa süre
içinde Suna Hanım’ın yalnızca arkadaşlarına değil, onların
çocuklarına ve hatta torunlarına bile sahip çıkacak kadar geniş
sorumluluk duygusuna sahip, son derece vefalı, sıradışı
bir insan olduğunu öğrenecektim.
2005 yılında açılan Pera Müzesi’nin sanata katkıları
saymakla bitmez. Müzede sergilenecek koleksiyonların
sanatseverlerle buluşmasını sağlamanın kriterleri nelerdir?
Öncelikli olarak, nitelik ve bütçe diyebilirim. Pera Müzesi
içerisinde pandemiden önce müzik dinletileri çok ilgi görüyordu.
Önümüzdeki günlerde yeniden ziyaretçilerle buluşacak mı?
Elbette, Covid-19 salgını biter bitmez Türk müziği, deneysel-elektronik
müzik ve klâsik müzik etkinliklerimize kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
2005 yılında sanatseverlere kapılarını açan, günümüze
kadar düzenlediği birbirinden ilgi çeken
etkinlikleriyle kültür ve sanat dünyasına farklı bir
soluk getiren Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi,
Covid-19 salgını sürecinde de etkinlik programlarına
devam ediyor. Geçtiğimiz 15 Eylül’de yaşamını yitiren Suna
Kıraç’ın ‘Ömründen Uzun İdeallerini’ gerçekleştirmeyi hedefleyen
Pera Müzesi’nin programını ve çalışmalarını, Suna
ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü
M. Özalp Birol, İstanbul Sanat Dergisi için anlattı.
Eğitim ve kültür-sanata yaptığı katkılarıyla
sanatseverlerin gönlünden hiç kopmayacak, 15 Eylül’de
kaybettiğimiz Suna Kıraç hanımefendiyi bir kez daha
saygıyla anıyorum. Bu büyük kayıp için duygularınızı
öğrenebilir miyim?
Suna Kıraç, kendisini tanıma ayrıcalığına erişen ya da yaşamına
dokunduğu hemen herkesin kişisel tarihinde derin
izler bırakmış özel, örnek ve değerli bir insandı. Aramızdan
fiziken ayrıldı ama ömründen uzun idealleriyle insanımızın
gönlünde yaşayacaktır.
Türkiye’de gerçekleşen sanat etkinliklerini, ilgiyi,
müze kültürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu alan, 2000’li yıllarda özel sanat müzelerinin açılmasıyla
ciddi bir ivme kazandı. İnsanımız, müzelere ve düzenledikleri
etkinliklere büyük ilgi göstermeye başladı. Ülkemize
birinci sınıf sanat eserleri gelmeye başladı. Devlet müze-
leri de sergileme olanaklarını ve yaklaşımlarını geliştirdi.
2000’lerin ilk yılları, özel müzecilik alanındaki girişimlerin
altın yıllarıydı. Geride bıraktığımız 20 yıllık dönemde Elgiz
Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Modern, Pera Müzesi,
Rezzan Has Müzesi, CerModern, Arkas Sanat Merkezi,
Erimtan Müzesi, Müze Evliyagil, Odunpazarı Modern
Müze, Meşher, Arter gibi müzelerin, sanat platformlarının
açılması ve bu girişimlerin geçtiğimiz 10 yıl içinde yavaş yavaş
İstanbul dışına yayılması, elbette önemli ve sevindiricidir.
Her ne kadar Covid-19 salgını bu ivmeyi yavaşlattıysa
da bu süreçte fiziksel erişim kısıtlanınca müzeler kamuyu
dijital çözümlerle kucaklamaya, daha sonra da melez çözümler
geliştirmeye başladı. Şu an böyle bir dönemdeyiz.
Dijital çözümlerin bu süreçte kazandığı önemin ve ağırlığın
salgın sonrasında da süreceği görüşündeyim.
Pera Müzesi’yle ilgili hayalleriniz nelerdi?
Bugüne kadar hepsini gerçekleştirebildiniz mi?
Burada benim hayallerimden ziyade Suna Kıraç’ın ‘Ömründen
Uzun İdealleri’ ve kurucularımızla birlikte koyduğumuz
vizyon önemlidir. Bu idealleri gerçekleştirebilmek için hep
birlikte hayal kurmak şart elbette. Pera Müzesi, Haziran
2005’te açıldı. 15 yılı geride bıraktı ve bugüne kadar gerçekleştirdiği
etkinliklerle dünyada tanınan, saygın ve ülkemizin
önde gelen sanat kurumlarından biri hâline geldi.
Bir taraftan vakıf koleksiyonlarını, diğer taraftan da dünya
sanatının Rembrandt, Picasso, Miro, Chagall, Goya, Frida
Kahlo, Diego Rivera, Fernando Botero, Alberto Giacometti,
Giorgio de Chirico gibi dev isimlerinin yapıtlarını ülkemiz
sanatseverleriyle buluşturan Pera Müzesi; sergileri, yayınları,
öğrenme programları, bilimsel sözlü etkinlikleri, film
gösterimleri, müzik programları gibi çalışmalarıyla çok yönlü
bir kültür-sanat platformu olarak kamuya hizmet veriyor
ve toplumun farklı kesimlerini kültür-sanat yoluyla bir araya
getirmeye devam ediyor.
Sanatta hangi dönem sizin ilginizi çekiyor?
Beni özellikle cezbeden dönem, geçmişi 65 bin yıla kadar
uzadığı söylenen, dolayısıyla Neadertal duvar resimlerini de
içeren eski mağara resimlerinin yapıldığı dönemler. Bu dönemlerde
yapılan, örneğin İspanya’daki La Pasiega ve Altamira
ya da Fransa’daki Lascaux ve Chauvet mağaralarındaki
resimler beni büyülüyor.
“Sanat ömrü uzatır” cümlesi pandemi döneminde
çok kıymetli oldu. Daha doğrusu kıymetini anladık.
Sizin için nasıl geçiyor bu dönem?
Sanat ömrü uzatır mı bilemiyorum ama sanatla insanın
iyi olma hâli arasındaki bağlantının bilimsel araştırmalara
dayanan bir bulgu olduğunu söyleyebilirim. Kültür-sanat
etkinlikleri, bu kaotik dönemde kırılan, yaralanan psikolojimizi
önemli ölçüde tedavi ediyor. Biz şanslıyız, işimiz gereği
bu iyileştirici alanın içindeyiz.
Pera Müzesi’nde yeni dijital etkinlikler olacak mı?
Elbette biz gerek Pera Müzesi gerekse İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü olarak şanslıydık, salgın dönemine oldukça hazırlıklı
girdik. Kuruluşumuzdan bu yana çok önem verdiğimiz
dijital arşivimiz, web tabanlı çalışmalarımız, 2008 yılında
sosyal medya ve kamusal erişim programları için bir birim
oluşturmamız, 2012’de Google Arts & Culture’ın davetiyle
başladığımız iş birliği, 2019 yılında başlattığımız “Osman
Hamdi Bey’in Dünyasına Yolculuk” sanal gerçeklik deneyimi
ve son 10 yıldır çeşitli sergilerimizde kullandığımız ‘hologram’,
‘mapping’, ‘game’ ve ‘sanal gerçeklik’ uygulamaları, bizi
içinde bulunduğumuz bu zor dönemde güçlü ve avantajlı kıldı.
Dijital dünyanın dinamiklerini anlamaya ve kendimizi bu
alanda geliştirmeye devam ediyoruz, edeceğiz.
“Pera, müzeden daha çok bir platformdur” diyorsunuz.
Biraz açabilir misiniz? Özellikle Güzel Sanatlar’da
okuyan, mezun olan gençlere olanak sunuyor musunuz?
Açayım; Pera Müzesi birbirinden farklı sergileriyle, öğrenme,
film ve müzik programlarıyla, sözlü etkinlikleriyle birbirinden
farklı insan gruplarını bir araya getiren ve bu insanların
huzur içinde birbirleriyle diyalog kurabildiği, kendine
özgü duruşu olan nitelikli bir platform. Müze olarak, kültür
ve sanat eğitimi veren tüm kurumlara eşit yakınlıktayız.
Ayrıca açıldığımız tarihten günümüze, diğer sergilerimizin
yanında genç sanatçıları destekleyen sergi programlarını
hayata geçirdiğimizi, genç sanatçılara ve sanat eğitimi veren
kurumlara daima destek verdiğimizi ifade etmek isterim.
Bundan sonraki dönemde Pera Müzesi’nin hedefleri
neler? Özellikle neler yapmak istiyorsunuz?
Öncelikle Covid-19 salgını sürecinde etkinlik programlarımızdan
ve insan gücümüzden ödün vermeden yolumuza
devam etmek, daha sonra da ekonominin düzelmesine bağlı
olarak, kendi sorumluluk alanımızda Suna Kıraç’ın ‘Ömründen
Uzun İdeallerini’ gerçekleştirmeye devam etmek.
25
MÜZE
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Yazar
Pınar Baltacı
26
HEYKEL
Bakır tellere elleriyle hayat veren heykeltıraş;
Zeynep Koçan
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Çağdaş heykel sanatçısı Zeynep Koçan’ın sanatı değil
ama ‘hayal etme gücü’ çocukluğundan geliyor.
Küçük bir çocukken geleceğine yön veren hayal
gücünü yıllar sonra dahi aynı heyecan ve sınırsızlıkla
eserlerine yansıtan sanatçı, çalışmalarında başta bakır,
tel ve çamur olmak üzere çeşitli malzemeler kullanıyor.
Kadir Has Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü
mezunu olan Zeynep Koçan, bugünlerde üretimlerini Florya’daki
atölyesinde sürdürüyor. Daha küçük yaşlarda evindeki
malzemeleri kullanarak kendi oyuncaklarını yapan
başarılı sanatçı, bugün hâlâ resim veya heykel yaparken iç
dünyasına döndüğünde çocukluğu ile karşılaştığını şu sözlerle
anlatıyor: “Üretimlerimi hayata geçirirken iç dünyama
döndüğümde zihnimde çocukluğumdan imgelerle karşılaştığımı
ve hatta o zamanki duygularımı yeniden yaşadığımı
hissediyorum. Hatta arada o duygularla kendimi yüzümde
çocukça bir gülümsemeyle yakaladığım anlar dahi oluyor.
Bugünkü sanatımın, çocukluğumdan gelen imge ve hayallerimin
somutlaşmış hâli olduğunu söyleyebilirim.”
“Duyguları anlamaya önem veriyorum”
Kadir Has Üniversitesi’nde aldığı akademik eğitimin ardından
animasyon ve tasarım yapmaya başlayan Koçan;
“Ürettiğim şeye dokunmak, boşluktaki varlığını ve mekâna
kattığı duyguyu hissetmek, geçmişten tanıdığım bir duyguydu.
Katıldığım tasarım yarışması ve Berlin Humbolt
Üniversitesi ile birlikte geliştirdiğimiz proje, beni heykel
sanatına daha çok yakınlaştırdı. Uygulamalı eğitimimi okuldan
sonra da devam ettirdim. Uluslararası alanda önemli
sanatçıların atölyelerinde eğitim ve sanat workshoplarına
katılmam, bana farklı disiplinler ve bakış açıları sağladı.
Evliliğimle eşimin desteği, sanatla olan ilişkimi önemli bir
noktaya taşımış oldu” diyerek, heykellerindeki ana temayı
şöyle özetliyor:
“Kendi duygularımı ve etkileşim içinde olduğum kişilerin duygularını
anlamaya önem veriyorum. Bu sebeple her başlangıç,
bir duygu durumu sonrası ortaya çıkıyor. Belki de üretmek
istememin altında yatan en belirgin sebep, tüm kadınların
tanıdığı bir duygu diyebilirim. Biz kadınlar sevincimizi, heyecanlarımızı
ve tüm duygularımızı coşkuyla dışa vurmaktan
çekindik çoğu zaman. Toplumun kadınların kimlikleri üzerinden
yarattığı rollerin temelinde algılarımız ve toplumsal
kodlamalar olduğu için... Bu yüzden de insanlık, son yüzyılda
teknoloji ve uygarlık adına çok yol katetmesine rağmen
kadın hâlen toplumda hakettiği yeri alamadı. Diğer taraftan
tüm adaletsizlik, açlık, savaş ve dünyada yaşanılan birçok sorunsal,
beni üretmeye ve üreterek varolan kadınlar olduğunu
görünür kılmaya yöneltti. Genel olarak dünyanın gidişatına
olumlu yönde katkısı olan kişiler; büyük bir devrimci, aktivist,
sporcu, müzisyen, kendi alanında yeni bir bakış açısı getiren,
farkındalık yaratan, inandığı değerler uğruna emek veren ve
üreten insanlar da üretmek adına beni heveslendiriyor.”
Çalışmaları ağırlıklı olarak bakır tel
heykellerden oluşuyor
Röportajımızdaki görsellerden de anlayacağınız üzere Koçan,
heykellerinde birden fazla malzeme ve teknik kullanıyor:
“Çok çeşitli malzemelerle çalışıyorum; çamur, polyester,
epoksi, bronz, alüminyum... Malzemeyi, yapacağım çalışmanın
duygusuyla uyumuna bakarak tercih ediyorum. Dünyada
bakır tel ile çalışan başka bir sanatçı daha bilmiyorum. Bakır
tel heykellerim, telleri pense ve tornavida gibi el aletleri ile
eğip bükerek yaptığım, ciddi bir el işçiliği ve sabrın ürünü. Bu
spontan çalışmada malzemenin davranışını tanımanız, esneme
ve denge unsurlarını da hesaba katmanız gerekiyor.
Dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyet
gösteren Madrid merkezli bir sanat
galerisi ile yakın zamanda kontrat
imzalayan sanatçı, bugünlerde
International Contemporary Art
Fair Lüxemburg 2021 için yoğun bir
çalışma içerisinde.
27
HEYKEL
“Sanat daha önce hiç görmemişiz gibi
görmemizi sağlar”
Zeynep Koçan, ellerinin sanatla buluştuğu anları ise adeta
yaşayarak anlatıyor: “Kafamda birçok imge belirip kayboluyor.
İmgeler, duygular, kavramlar aklımda belirirken, ellerim
malzemeyle buluştuğunda keyifle üretmeye başlıyorum.
Nereye varacağımı kendim de öngöremediğim birçok
deneme yanılmayla, bazen beyhude bir çaba içinde olduğumu
hissetsem de macera hep devam ediyor. Roden’in söylediği
gibi; ‘Deneyimden bilgece yararlanırsanız, hiçbir şey
zaman kaybı değildir.’ Tüm bu etkileşim içinde ortaya çıkan
her duygumu, hafızamda görünüp kaybolan tüm imgeleri
görünür kılmak adına elimdeki malzeme vasıtasıyla somutlaştırıyorum.
Aynı zamanda o anı eserimin her hücresine
sıkıştırıp, eserin hafızasını oluşturduğumu düşünüyorum.
Geçenlerde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu; ‘Sanat görmemizi
sağlar. Çok tanıdık bir şey dahi olsa, sanki daha
önce hiç görmemişiz gibi görmemizi.”
Hava ile malzemenin buluştuğu tel heykellerimde boşlukta
süzülme hissini yaratmaya çalışıyorum. Aslında bakır
tel heykellerimle elde ettiğim başarılarım da var. Berlin’de
2017’de ‘The Best Modern and Contemporary Artists’ sergisinde
3 bin 500 sanatçı arasından ‘Gelecek Vaat Eden 50
VIP Sanatçı’ arasına seçildim. Hatta 2016’da Palermo, İtalya’da
50 VIP sanatçı arasına girerek, Jose Van Roy Dali’nin
elinden ödülümü almıştım. Tel heykelin benzeri olamayan,
yenilikçi bir çalışma olması sebebiyle verildi bu ödüller.
2017’de İstanbul Contemporary Art’a yine bir bakır tel çalışmamla
katıldım. Avrupa’daki kadar olmasa da çok ilgi gördü
burada da. O zamandan beri aslında bakır tel heykellerimi
yapma tekniğimle ilgili çok yol kat ettiğimi eklemeliyim.
Başka yeni heykel malzeme ve tekniklerini uygulamaya devam
etsem de çalışmalarıma ağırlıklı bakır tel heykel üzerine
yoğunlaşarak devam edeceğim.”
“İstanbul’da sanat yapmak insana
bilgelik veriyor”
İstanbullu bir sanatçı olan Zeynep Koçan’a, sanatsal anlamda
bir hayli zengin olan şehrimizi soruyorum. Çalışmaları
için İstanbul’un farklı semtlerini gezme olağı bulan sanatçı,
tecrübelerinden yola çıkarak şu çıkarımlarda bulunuyor:
“İstanbul, büyüklüğü ve kozmopolitliği ile sanatın bu özelliklerine
hizmet edecek toplumsal ve bireysel ortam sunmakta
çok cömert. Çalışmalarım için farklı semtlerdeki sanayi
sitelerinde işinin erbabı ustalarla irtibatım oluyor. Bu
kozmopolit zenginliğe, sosyo-kültürel çerçevesi, duygu ve
algı dünyası ve hatta etnik ve tarihi altyapısına, bu kişilerle
temasım ve iş birliğim sırasında o kadar çok rastlıyorum
ki. Buna bir de İstanbul’un tarihi dokusunu da eklerseniz,
İstanbul’da sanat yapmanın insana bilgelik veren keyifli bir
tecrübe olduğunu söylemek istiyorum.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
28
Yazarlar
Pınar Baltacı & Nil Özer & Gürer Mut
KAPAK
Özgürlüğümüzün olmazsa olmazı
SANAT KARANTİNADA
Sanat dünyasının başarılı sanatçı ve küratörleri, pandemi
sürecini İstanbul Sanat Dergisi okuyucuları için anlattı.
Pandemi koşullarında yaşamaya başladığımız bugünler,
sanat üretimleri açısından da hayli önemli bir eşik...
21. yüzyılın ilk çeyreğini yıllar sonra kayıtlara
geçecek, tarih kitaplarında ‘yeni
normal’ düzen olarak tanımlanacak bir
süreçle karşıladık. İçerisinde olduğumuz
bu yeni dünya düzeni, yeryüzünü
yeniden tanımlamamızı ve bambaşka bir normali
kabul edip, yolumuza devam etmemizi emrediyor
adeta. ‘Yaşam’ evlerimizde temelleniyor, sokaklar
yasakların arasında birer soluklanma alanı olarak
çıkıyor karşımıza. Bir diğer soluklanma durağı ise
kuşkusuz ‘sanat’... Ruhumuzu beslemek, nefes almak,
düşünmek ve üretmek için belki de tek çıkış
yolu ‘sanat’…
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Daha önce deneyimlemediğimiz bu sürecin her alana
olduğu gibi sanata da rasyonel etkileri olduğu kaçınılmaz
bir son... Zor zamanların sığınağı olan sanat,
bu dönemlerde de ellerimizden tuttu adeta. O çok
sevdiğimiz oyunların dijital gösterimleri, filmler, diziler
kapalı kapılar ardındaki dünyamıza yeniden yaşamsal
fonsiyonlar katarken, sanatçılar üretmekten
hiç vazgeçmedi. Evlerin duvarları renklendi, tuvaller
salonlara taşındı, kameralar evin çeşitli noktalarına
konuşlandı; birçok sanat fuarı, müzayede ve sanat
etkinlikleri, dijital platformlarda gerçekleştirilmeye
devam etti. Ve evlerden hayata yepyeni bir kapı açıldı.
Pandemi koşullarının devam ettiği bugünlerde,
süreci sanatın baş aktörlerine sorduk.
29
KAPAK
Işıl Savaşer
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
30
KAPAK
Mehmet Babat
İKSV’den
‘Pandemi’ Raporu
İKSV Kültür Politikaları
Çalışmaları Direktörü
Özlem Ece Aydınlık.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Geçtiğimiz mart ayından bu yana süren karantina
koşullarını değerlendiren İKSV, kültür politikaları
çalışmaları kapsamında “Pandemi Sırasında Kültür
Sanatın Birleştirici Gücü ve Alanın İhtiyaçları” başlıklı bir
politika metni yayımladı. Koronavirüs salgını koşullarında
kültür sanatın toplumsal rolünü vurgulayan metinde, farklı
ülkelerde yaratıcı sektörleri destekleyen tedbirler özetleniyor,
Türkiye’de kültürel alanda kamu desteğine ilişkin mevcut
durum değerlendiriliyor ve öneriler sunuluyor. (12)
İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece
Aydınlık, raporla ilgili şunları söyledi: “Ülkelerin kültür
yönetimi modelleri uyarınca geliştirilen politikalar ve ekonomik
imkânlar doğrultusundaki destek paketleri, bir yandan
kültür sanat alanının güç kaybetmemesini sağlarken,
diğer yandan hayatını evinden sürdüren milyonlarca insana
şifa olacak yaratıcı programların farklı şekillerde devam
etmesine aracılık ediyor.
Türkiye’de de oldukça
kırılgan bir yapıya sahip
olan sanat dünyasının
geri dönülemez bir yara
almadan faaliyetlerine
devam edebilmesi için
kamu, sivil toplum ve
özel sektörün el ele vererek
geliştireceği, kapsamlı
ve uzun vadeli bir
destek modelinin hızla
hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Alana özgü ihtiyaçları
gözeten, odaklı ve tüm disiplinleri kapsayıcı bir destek
mekanizması oluşturulmasının, kültür sanatın sağaltıcı,
kapsayıcı ve dönüştürücü gücünü görünür kılmada ve geniş
kitlelere ulaştırmada büyük bir etkisi olacaktır.”
Ahmet Güneştekin (Ressam):
Sanata olan ilgi yükseldi
31
Türkiye’yi uluslararası alanlarda başarı
ile temsil eden sanatçı Ahmet
Güneştekin; “Yaşamak zorunda bırakıldığımız
Covid-19 salgını sürecinin
sanat adına olumlu tarafları da olduğunu
düşünenlerdenim” dedi. Sözlerini
“İnsanlar evlerine kapanmak
zorunda kaldıklarında, duvarlarının
sanat eserleriyle daha da anlamlı
olabileceğini düşündüler” diyerek
sürdüren Güneştekin, böylece sanata
olan ilgide yükselme, sanatçılar
tarafında ise üretmek için zaman ve
alan fırsatı da yaratılmış olduğu görüşünde.
“Umut yine yıkımın
başladığı yerden çıkıyor”
Batman’da kuracağı Çağdaş Sanatlar
Müzesi’nin vakıf çalışmalarını
tamamlayan Güneştekin, 29 Mayıs
2021 tarihinde Diyarbakır Keçiburcu’nda
açacağı serginin hazırlıklarını
pandemiye rağmen sürdüreceğini
belirterek şunları söyledi: “Yüzler,
renkler ve zaman değişiyor; tarihin
çöküntüsü, yıkımı olduğu yerde duruyor.
Ancak sözden, farklılıklardan
korkulmayan bir yaşam ve gelecek
için umut yine yıkımın başladığı
yerden çıkıyor, insandan…”
KAPAK
Beral Madra (Yazar – Küratör - Sanat Eleştirmeni):
Sanat alanındaki yaratıcılık, virüs
karşısındaki en dirençli alandır
Sanat eleştirmeni, yazar ve çağdaş sanat küratörü Beral
Madra, dergimize pandemi sürecine dair dikkat çekici açıklamalarda
bulundu. Bu süreçte insanlığın önüne “ölmek ve
yaşamak” şeklinde iki farklı seçeneğin sunulduğunu ifade
eden Madra; “Modernizmin en önemli aracı ütopyaydı. Ancak
ütopya, Hiroşima’dan itibaren yok olmuştu. 1980’lerden
başlayarak da heterotopya ve distopyaya dönüştü. İnsan,
20. yüzyıl felaketlerinden hiç ders almadı; şimdi büyük
bir karar aşamasında... Ya bu hiç de kısa sürmeyecek ve
büyük krizden bir ders çıkarıp, mevcut düzeni iyileştirmeye
yönelecek ya da yine akıllanmayacak ve bu virüs belasını
yaratan bütün koşullarla yaşamayı seçecek ve buna benzer
felaketlerle boğuşacak” şeklinde konuştu.
“Türkiye koşullarında sanatçı yalnızdır”
Kapitalist düzen içinde önemli bir alana sahip olan kültür ve
sanat sanayisinin şu anki koşullardan çok olumsuz etkilendiğinin
altını çizen Beral Madra, şu açıklamalarda bulundu:
“Geleneksel olarak kültür başkentleri olarak bilinen bütün
ülkelerin söz konusu kültür ve sanat kurumları-kamusal
veya özel- kapalı ya da kısıtlı programlarla açılabiliyor. Çevrimiçi
üretim ve etkinliklerle sürecin olumsuzluğu yumuşatılıyor.
Kültür ve sanat sanayisinin asıl üreticilerinin durumu
da buna koşut olarak etkileniyor ve etkilenecek. Burada
ülkelerin sistemleri arasında büyük farklar olduğunu belirtelim;
Viyana’nın batısında durum başka, doğusunda başka!
Türkiye koşullarında sanat ve kültür sistemi modernist
kalıntılardan henüz kurtulamadan ve post-modernizmin
‘her şey geçerli’
üretimini sürdürürken,
yeni
koşullarda çok
daha zor sorunlarla
karşılaşacak.
Kamusal yatırım
ve destek siyasal
çıkarlarla yönlendiriliyor;
özel yatırım
ve destek de
henüz Viyana’nın batısındaki koşullara ulaşmadı. Türkiye
siyaset alanı ve geniş kitlesi, ‘sanatçı’ kimdir ve ne yaparı
henüz günümüze özgü söylemler bağlamında anlamış değil.
Medyanın eğlence sistemindeki oyuncu ve yorumcuları
‘sanatçı’ olarak benimsiyor. Eğlence ve turizm sektörünü,
kültür sanayisinin başına yerleştiriyor. Türkiye koşullarında
‘sanatçı’ yalnızdır, dolayısıyla karantinadaki yalnızlığa
yabancı değildir. Biz yine de yaratıcılık her zaman koşulları
üretime dönüştürür diyerek umutlanalım.
Şimdi yaratıcı insanlara güvenme zamanı
Önerim, kültür ve sanat sanayisinin üretici kitlesi ve üretimi
topluma sunan uzman kitlesinin derhal mevcut örgütlerine
sahip çıkmaları ya da yeniden örgütlenmeleridir. Şimdi
yaratıcı insanlara güvenmek zamanı; yeni koşullar için onlar
yeni çözümler bulacak. Görsel sanat alanındaki yaratıcılık,
koronavirüs karşısındaki en dirençli alandır.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
32
KAPAK
Orhan Benli (Ressam):
Bu kaosta sanatçıya
kim sahip çıkacak?
“Doğallığına inanmadığım bu salgın, öncelikli olarak psikolojimi
etkiledi. Resmin olumsuz giden dolaşım süreci ister
istemez daha da kötüye giderek, üretimde sıkıntıların
yaşanmasına neden oldu. Belli yaş grubunun evde kalma
zorunluluğu, yürüyüş ve fiziksel aktiviteler yapamamam,
beni atölyeden uzak tuttu. Bu da sanat üretimimi olumsuz
etkiledi. Bu durum beni gerginleştirdi. Açıkçası, bundan 10
ay önce yetkililer gerekli tedbirleri alsaydı ve önlemleri sıkılaştırsaydı,
salgın bu derece tehlikeli bir noktaya evrilmeyecekti;
belki de bitme noktasına gelecekti. Türkiye’de birçok
müzisyen bu süreçte mağdur oldu, tiyatrolar kapanmak zorunda
kaldı.
leri de oldukça zor. Bu yozluk denizinde yüzenlere karşı
Mevlana’nın şu değerli sözünü hatırlatmak istiyorum; ya
olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!”
Sanat çevrelerinde ortaya koyduğu ürünle günlük, haftalık
yaşayan insanlar, kurumlar var. Bu unsurlara kim destek
verecek? Kültür ve Turizm Bakanlığı ne güne duruyor? Anlı
şanlı meslek kuruluşumuz olan Uluslararası Plâstik Sanatçılar
Derneği (UPSD) ne iş yapar? Bu kuruluşlar, sanatçıların
zor günlerinde onlara el uzattı mı, katkı sundu mu? Erk’i
elinde bulunduranların sanata ve sanatçıya sahip çıkacak
vizyonları olmadığı gibi buraya dair perspektif geliştirme-
Hülya Küpçüoğlu (Ressam - Sanat Eleştirmeni):
Sanatçılar üretmeye devam ediyor
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
“Salgın dönemi ile birlikte sanatçılar için zorlu bir süreç başladı.
Mesela resim yapan ya da atölyelerinde ders verip, para
kazanan sanatçıların öğrencileri, salgın sebebiyle gelemedi.
Galeriler kapandığı için resim de satamadılar. İlk şok atlatıldıktan
sonra online olarak düzenlenen sergiler ve müzayedeler,
salgın döneminde satışları hareketlendirdi. Pek çok
sanatçıya para kazandırdı. Kazandırdı ama fiyatları da düşürdü.
Sorulması gereken en önemli soru şu; bu satışlar ne
kadar sürer? İzleyip göreceğiz. Çünkü zaten Türkiye’de belli
sayıda sanatın alıcısı var.
Pandemi sürecinin etkileri devam ediyor. Hâlâ zor şartlarda
olan ve destek bekleyen sanatçılar var. Biliyorum ki bazı
arkadaşlarımız devletten destek alabilmek için başvurular
yapıyor ya da bazı özel kurumların desteklerinden faydalanmak
istiyor. Bu süreçte sanki sanat yapmak ikinci planda
kaldı gibi düşünülebilir ama etraftan gözlemlediğim kadarıyla
çoğu sanatçı, sanat üretmeye de devam ediyor. Sanat
yapmak elbette sanatçının işi ama belki her şey normalmiş
gibi davranmak, üretmek, salgının travmatik sonuçlarıyla
baş edebilme ve atlatılabilmesinde sanatçılara bir çıkış yolu
da sağlıyordur. Kim bilir?”
Seçil Erel (Ressam):
Yaşamın sonsuz olasılıklarına
daha fazla inanalım
“Tüm dünya adına sıradışı bir sene oldu. Çok şey öğrendik, değiştik.
Yaratıcı zekanın ve esnekliğin önemini, sanatın aslında
bir lüks olmadığını, kişisel gelişimle ne kadar paralel olduğunu
gözlemlediğim bir yıl oldu. Bu nedenle de kişisel çalışmalarıma
ek olarak, ekiplerle ve fayda sağlamak hedefiyle hareket
ettim. 2017’den beri Londra’da ev, atölye olarak yaşıyorum.
Bir masanın etrafında bir yığın proje geliştirip, aktif bir süreç
geçirdim. Ben zorlu koşullarda alternatif olasılıkları görmeye
çalışıp, değişime kolay adapte olabilen esnek birisiyim. Bu
sayede kendimi motive edip, hem kendime hem de etrafıma
nasıl fayda sağlayabilirim sorusuyla güne başlıyorum.
sini hayata geçirdim. Bu sene öğrendiğim en önemli şey,
yaşamın sonsuz olasılıklarına daha fazla inanmak, geleceği
koşulsuz kucaklamak, daha fazla kendim gibi olmak, her
koşulda güzel detaylara odaklamak ve daha fazla şükretmek
oldu. Bütün bunlar, karantina günlerinde bütünün bir parçası
olduğunu hissetmeme çok yardımcı oldu.”
33
KAPAK
İlk hafta itibariyle Londra ve İstanbul’daki tüm projelerim
iptal oldu. Maddi ve manevi olarak gerçekten zorlandığım
bir andı. Sekiz yaşında kızımla Londra’da tek başıma kaldığımda;
“Evim neresi, ben ne yapıyorum, ne yapmayı seviyorum
ve nasıl” gibi sorularla boğuşurken buldum kendimi.
Fakat bir noktadan sonra, bunu yeniden başlamak için bir
fırsata çevirmeliyim diye düşündüm. Kişisel çalışmalarım
hâlihazırda değişim geçiriyordu. İçsel yolculuğuma daha
fazla odaklanarak ürettiğim “Universal Fragments” seri-
Burcu Yılmaz (İllüstratör - Editör):
Evden çıkamamak ruhumu,
bedenimi, yaratıcılığımı hırpaladı
“Salgının beni en çok etkileyen kısmı, 14 Mart-1 Haziran
dönemiydi. Pek de iyi olmayan bir hâlde kapandığım evden,
intihar düşüncesiyle çıktım. Bu dönemi ailemle geçirdiğim
için Rilke’nin ‘Aile, kendini yok etmenin tepe noktasıdır’
düşüncesini hakkıyla anladım. Evden neredeyse hiç çıkmadığım
iki buçuk ayda yapabildiğim tek şey kitap okumak ve
yegâne eğlencem de okuduğum kitapların listesini yapmak
oldu. O listeye baktıkça kendimi işe yaramış hissederim belki
diye… Günlük dışında ne yazdım ne çizdim. İkinci aya
girerken yemek yemek bile manasız gelmeye başladı.
Evden çalışan birinin sokağa çıktığı anlar, her gün dışarıda
olanlara nazaran biraz daha önemlidir. Ve benim için o anlar,
bir anlamda Orta Çağ’ın karnaval günleri gibiydi. On yıldır
evden çalışsam da -ki bunun nedeni hareket özgürlüğümü
koruma çabamdı- evden çıkamamak, evden çıkmamak zorunda
olmak ruhumu, bedenimi, yaratıcılığımı hırpaladı.
Seyahat yasağının kalkmasıyla evden çıktım ve bir daha da
geri dönmedim. Kontrolü elden bırakmadım ama kendimi kilit
altında tutmuyorum artık ve neyse ki tekrar yaratabiliyor,
çalışıyorum -düzenli terapist seanslarının da bunda etkisi var
tabii. Bu dönemin geçmesini ölü numarası yaparak beklediğimi
biliyorum. Öte yandan, salgın geçtiğinde “Hayat işte asıl
o zaman başlayacak!”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
34
KAPAK
İpek Tuzcuoğlu (Oyuncu – Sunucu):
Yeni bir düzen, yeni bir
yaşam sistemi
“Pandemi sürecindeki gözlemim şu ki; maske takan, hijyene
dikkat eden, sosyal mesafeyi ciddiye alan, birbirlerinin hayatına
özen gösteren kişiler, oldukça vicdanlı ve merhametli
kişiler… Diğer önemli olan husus ise dünyanın doğal düzenini,
ritmini nasıl mahvettiysek, evlere kapandığımız süre
için de adeta doğa ve yaşayan tüm canlılar nefes aldı, arındı.
İnsanoğlu evlere hapsoldu, doğa kendine geldi.
Bu sürecin en başından itibaren çalıştım diyebilirim. En yoğun
dönemleri Ankara’da geçirdim. TRT 1’de ‘Sağlıklı Mutfak
isimli günlük bir program yaptım ve ara vermeden TV
dizisine başladım. Süreçte oldukça zorlandım tabii ki. Yeni
bir düzen, yeni bir yaşam sistemi… Maskeler, el temizliği,
sosyal mesafe benim için hâlâ üst düzeyde devam ediyor.
Gönüllü pandemi polisi gibi geziyorum açıkçası. Ne yazık ki
birçok kişinin hâlâ vurdumduymazlığı, lakaytlığı, akılsızlığı
devam etmekte… Zaten vaka artışlarından durumun bu düzeyde
ilerlediğini hep birlikte görüyoruz.”
Tilbe Saran (Oyuncu):
Online konserlere, tiyatrolara,
sinemalara gidin
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
“Bu dönem; başımı sokacak bir evim, sığınacak dostlarım,
okşayacak kedim ve köpeğim, nefes alacak bahçem ve evden
yapabileceğim işler olmasına şükürler ederek geçiyor.
Gencecik öğrencilerimi, harika meslektaşlarımı ve bizler
için gecesini gündüzüne katan sağlıkçıları düşünüp, umutsuz
olmaya hakkımız yok diyorum. Fırsat buldukça doğaya
çıkın, ağaçlara sarılın, denize bakın, bir sokak hayvanı evlat
edinin, bir çocuğu mutlu edin, saksıda zeytin yetiştirin,
kendinizi iyi hissettiğiniz
işlerle uğraşın. Size
iyi gelen dostlar ve aile
bireyleriyle uzaktan da
olsa buluşun ama yalnız
kalabileceğiniz zamanlar
da yaratın. Ertelediğiniz
meraklarınızı gerçekleştirmek
için çabalayın; online
konserlere, tiyatrolara,
sinemalara gidin. Yeni bir
dil öğrenin, hayal kurun...”
Süheyla Yengi (Şan Öğretmeni - Vokal Koçu):
Biz sanatla ilgilenenler daima
üretkenlik içindeyizdir
“Aslında karnındaki bebeğin cinsiyetini, gözlerini,
gülüşünü, hislerini merak eden bir anne gibi doğurgan
bir bekleyişteyim bu dönemde. Hoş, yalnız
böyle zamanlarda değil, biz sanatla ilgilenenler zaten
yığınlar arasında, kasırgalar ortasında veya en
gündelik telaşlar arasında bile ruhumuzun köklerinden
beslenen, daima tek başınalık ve üretkenlik içindeyizdir.
Kendimizi dinleyerek, başkaları ve kâinatı
duyarız. Dışarda söylenen ve görünen ne olursa olsun,
iç sesimizin fısıltılarına inanır ve onun şarkılarını
yazarız. O yüzden belki diğer zamanlara kıyasla
daha çok kendimle baş başa kalarak ama hep üreterek
ve bu sürecin insana, hayata dair doğuracağı
hisleri merakla bekleyerek kendimi, sesleri, tabiatı,
kâinatı dinledim. Umutluyum; çünkü her mahrum
kalış, ardından insana kıymet biliş getirir.”
35
KAPAK
Soner Arica (Müzisyen):
Uzayan süreyle beraber
sektörün sorunları da büyüdü
“Pandemi başlangıcında belki biraz şaşkındık
ve uzun sürmeyeceğini düşünüyorduk.
Bu sebepten kısmen kısa bir süre yaptıklarımı
ve yapacaklarımı gözlemleme, değerlendirme
zamanı olarak geçti benim için. Yeni
şarkılar yazdım, klip projeleri tasarladım ve
hatta “Piano & Live” adında bir proje albümü
bile yaptım. Teknoloji sayesinde hepimiz
evlerimizden çalışarak şarkıyı tamamlayabilecek
hâle geldik, fakat bu benim hiç mutlu
olmadığım bir çalışma şekli…
Uzayan süreyle ve de belirsizlikle sektörün
sıkıntıları da büyüdü ki şu anda üretim ve
icra etmek için gerekli konfor ve moral alanlarımız
ne yazık ki olması gerektiği gibi değil.
Hepimiz çok etkilendik. Özellikle kazançları
günlük performanslarının karşılığı olarak
gerçekleşen büyük bir kitle, çok ama çok
zor durumda... Online performans çareleri
aranıyor… Zorunlu olarak dijital konser ben
de yapacağım ama ruhum pek onaylamıyor.
Elbette bu süreç sonunda tamamlanacak ve
yüz yüze konserlerimizi yapabildiğimiz günler
geri gelecek.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
37
AKTÜEL
Alternatif bir karantina düşüncesi
DISKO-19
Sanatı odağına alan tanışmalara ve buluşmalara
olanak sağlayan bir oluşum olan I ME CE’nin sanat
yönetiminde; sanatçılar Elçin Arpaçay, Merve
Heper ve Emine Sandal tarafından karantinanın
tüm kısıtlayıcı etkilerini yok edecek bir mizansen hayal edildi
ve ortaya “DISKO-19” çıktı.
Dansa kavuşmanın farklı bir yansıması
Üç sanatçının üç aylık çalışma sürecinde, dijital ortamda bir
araya getirilmesiyle illüstrasyon, kolaj, çizim gibi yöntemlerin
bir arada olduğu DISKO-19 çalışması, eylül ayındaki
sergiden sonra şimdi eşarp, şal, fular olarak sanatseverlerle
buluşuyor. DISKO-19, pandemi ve kısıtlamalar söz konusuyken
özlem duyduğumuz eğlence, buluşma, dans ve diskoya
kavuşmanın farklı bir yansıması.
I ME CE hakkında
Kendini “bir olay ve bir deney” olarak tanımlayan I ME
CE, Esra Önel ve Mina Gürsel Tabanlıoğlu’nun yürüttüğü
bir sanat oluşumu. 2019’da “I ME CE 1.0.” adlı 40 kişilik
disiplinlerarası bir grup sergisiyle hayata geçen oluşum; üretim
sürecinde gözlem, sürdürülebilirlik ve bir aradalığı öne
çıkarmayı amaçlıyor. Ayrıca, atölye ve sergi etkinliklerinde
atıl alanları değerlendirmeyi şart koşarken, sanatın her
alanda demokratikleşmesini görev ediniyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
38
ÖZEL RÖPORTAJ
Röportaj
Ebru Özgüz Çelik
Çeviri
Gürer Mut
Doğu ile Batı’yı sentezleyen resimleriyle
WENDY YEO
Hong Kong asıllı İngiliz ressam, İstanbul Sanat
Dergisi’nin konuğu oldu. Birçok kez ziyaret
ettiği İstanbul’da resimlerini de sergileme
imkânı bulan Yeo, sanatının yanısıra ülkemize
dair izlenimlerini sınırlar aşan sohbetimizde İstanbullu
sanatseverlerle paylaştı.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Wendy Yeo
kimdir, sanat ve sanatçı olma yolculuğunuz nasıl başladı?
Hong Konglu bir sanatçıyım. 18 yaşında Londra’da University
College’e bağlı Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim
almak için İngiltere’ye yerleştim. Okuduğum dönemde
birçok yarışmadan ödüller kazandım ve lisansüstü eğitimimi
yine Londra’da tamamladım. İngiltere Sanat Konseyi
Ödülü’nü kazanarak, Paris’teki Atelier 17 stüdyosunda
eğitim aldım. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde, ABD ve Hong
Kong’da kişisel sergilerim oldu. Birçok karma sergiye katıldım.
Eserlerimin bir kısmı, müzeler ve üniversiteler dahil
olmak üzere çeşitli koleksiyonlarda yer alıyor.
Kendi kültürünüzü ve sanatınızı Batılı resim anlayışıyla
birleştiriyorsunuz. Sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz,
çalışmalarınızın felsefesi nedir?
Hong Kong’da gençlik dönemimde bana Çin resim fırçalarıyla
emici kâğıtlara mürekkep ve suluboya kullanılarak
yapılan Çin geleneksel resim sanatını ve kaligrafiyi öğreten
öğretmenlerim oldu. Çin’in geleneksel sanat formlarını o
dönem öğrendim. Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim
gördüğüm dönemde ise Batı sanatını ve tekniklerini öğrendim.
Resimlerimde hızlı fırça darbeleriyle ve yüzeyde büyük
boşluklar bırakılarak yapılan Doğu sanatıyla, Batı sanatının
bireysel ifade tarzını birleştiriyorum.
Çalışmalarınızda nelerden ilham aldığınızı
öğrenebilir miyiz?
Fırsat buldukça hem yurt içinde hem de yurt dışında zaman
geçiriyor ve günün her saati eskizler yapıyorum. Yılın birkaç
ayını Wales’te geçiriyorum. Doğa, benim temel ilham kaynağım.
Doğanın bize sunduğu sınırsız renkler ve yansımalar,
resimlerinin ana kaynağı.
Eserlerinizi dünya çapında hangi koleksiyonlarda
görebiliriz?
Çeşitli müzelerde ve devlet koleksiyonlarında çalışmalarım
bulunuyor. University College London Sanat Müzesi, Ashmolean
Müzesi (Oxford), Wolfson College (Oxford), Hong
Kong Sanat Müzesi, Hong Kong Üniversitesi Müzesi ve Sa-
39
ÖZEL RÖPORTAJ
mevsimler ve gece-gündüz üzerine çalışıyorum; doğadaki
hareket ve döngülerle ilgileniyorum. Deniz kenarında
olan ve denizle bütünleşen şehirler gerçekten çok ilgimi
çekiyor. Örneğin; Londra, New York, İstanbul ve Hong
Kong’un suyun üzerindeki yansımaları beni büyülüyor.
nat Galerisi ve Güney Kore’deki Yu Kyung Sanat Müzesi’nde (Geoje)
çeşitli çalışmalarım bulunuyor. Bunun haricinde İngiltere, ABD,
Hong Kong ve Pekin’deki diğer çeşitli devlet koleksiyonlarında çalışmalarım
sergileniyor.
Birkaç kez Türkiye’ye geldiğinizi ve sergiler açtığınızı biliyoruz.
Türkiye’de size en çok ne ilham verdi?
Türkiye’yi birkaç kez ziyaret ettim. Gerek kırsal kesimlerini gerekse
büyük şehirlerini, özellikle İstanbul’u dolaşma fırsatı yakaladım.
Türkiye’nin çok güzel bir ülke olduğunu düşünüyorum.
Geleneksel mimarisi ve camileriyle gerçekten ilham verici bir yer.
İnsanlarını çok cana yakın ve yardımsever buldum. Çalışmalarımı
Teksin Sanat Galerisi’nde sergilemekten ise çok keyif aldığımı
söyleyebilirim. Şu an çalışmalarımda şelaleler, dalgalar, gelgitler,
Türk ressamların eserlerini üzerine neler söylemek
istersiniz? Türkiye’deki resim sanatını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Türk sanatçıların çalışmalarını incelemekten gerçekten
zevk alıyorum. Eserlerinde birçok soyut unsuru bir araya
getiriyor ve yeniliğe yer veriyorlar ki bu da çok hoşuma gidiyor.
İstanbul’da sergiler düzenlemek ve beni kabul ettiklerini
hissetmek mutluluk vericiydi.
Dünya çapında deneyimli bir sanatçı olarak,
genç sanatçılara neler önerirsiniz?
Genç sanatçılara doğayı ve şehrin görsel dokusunu özümsemelerini,
belleklerinde canlandırmalarını ve hızlıca eskizlerini
çıkartmalarını öneriyorum. Özellikle genç sanatçıların
fırsat ve imkân buldukça seyahat etmeleri gerekir. Dünyanın
pek çok köşesindeki dağların, göllerin ve kentlerin kendine
has renkleri olduğunu ve tüm bu renklerin çok ilham
verici olduğunu söyleyebilirim. Bence en önemli şey, genç
bir sanatçının kendi tarzını geliştirmesi, özgün olması...
Elbette bunu yaparken sıklıkla sergileri, sanat müzelerini
ziyaret etmeleri ve büyük sanatçıların çalışmalarını incelemeleri
oldukça önemlidir.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
40
Yazar
Pınar Baltacı
SANAT GALERİSİ
Ülkemizdeki en uzun soluklu
sanat galerisinin yaratıcısı;
Yahşi Baraz
Aklımda Amerika’daki deneyimlerimi burada da hayata
geçirmek vardı, ancak ne yazık ki karşılaştığım manzara
düşündüğüm gibi değildi. Çünkü bir kere toplum hazır
değildi. Belli bir birikimle dönmüştüm ama topluma mâl
edemedim. Mesela en basitinden, sanat çevrelerinde avangart
sanata hazır olmama durumunu gördüm. Çeşitli sanat
akımlarını inceleme fırsatı bulmuştum, ancak ülkemde sadece
oryantalist ve klasik resim sanatı meraklısı bir grupla
karşılaşmıştım.”
“Çağdaş ve modern sanatı destekledik”
Yeni, çağdaş ve güncel sanatın tanıtılma ve satılma sürecinin
1985 yıllarından sonra olduğunu ifade eden Yahşi
Baraz, sözlerini şöyle sürdürüyor: “1990’lı yıllardan önce
de üreten sanatçılar vardı, fakat satış yapamıyorlardı. Zeki
Faik İzer, Sabri Berkel, Nejad Devrim, Erol Akyavaş, Burhan
Doğançay, Adnan Çoker, Fahrelnisa Zeid, Ömer Uluç gibi
isimler, o dönem çağdaş sanat alanında üretim yapan örnek
sanatçılardan. Bu isimlerin eserleri, ne yazık ki ölümlerinin
ardından değer buldu. Düşünün, o dönemler Batıdaki her
ekolün bir alıcısı vardı, ancak bizde daha yerleşmiş bir sanat
anlayışı hâkimdi. Ben gelir gelmez güncel, modern ve
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Türkiye’nin en uzun soluklu sanat galerisini
1970’li yıllarda hayata geçiren ve her daim
Türkiye’de çağdaş sanat alanında yenilikleri
destekleten Yahşi Baraz ile Şişli’deki galerisinde
buluştuk. Ailesinden kendisine kalan 100 yıllık Baraz
Apartmanı’nı uzun yıllardır galeri olarak kullanan Yahşi Baraz
ile sanatın ülkemizdeki son 50 yılını konuştuk.
Yahşi Baraz Sanat Galerisi öncesinde İstanbul’da irili ufaklı
galerilerin açıldığı biliniyor; ancak en uzun soluklusu,
henüz 20’li yaşlarında Amerika’daki sanatı deneyimleme
imkânı bulan Yahşi Baraz’a ait. Türkiye’ye döndüğünde oryantalist
ve klasik resim sanatı meraklılarıyla karşı karşıya
kalan Baraz, Amerika’daki deneyimlerini ve Türkiye’de karşılaştığı
manzarayı şöyle anlatıyor:
“Amerika ve Türkiye’de iki farklı kültür vardı o dönemler.
Esasında çok da normal bu farklılık... Biri Ortadoğu ülkesi,
diğeri dünyanın en gelişmiş ülkelerden bir tanesi... Oraya
ilk gittiğimde büyük bir kültür şoku yaşadım. Sayısız müze,
galeriler, dünya çapında koleksiyoncular... Avrupa’dan toplanmış
çok özel eserler de Amerika’da sergileniyordu. Hepsi
halkın görüşüne sunuluyor, binlerce insan bu alanları
ziyaret ediyordu. Türkiye’ye döner dönmez galeriyi açtım.
çağdaş sanatçıları desteklemeye ve onlarla bir pazar oluşturmaya
başladım. Aydın Cumalı, Ertan Mescen, Rabia Çapan
ve ben, bu doğrultuda galericilik anlayışını benimsedik.”
“Türkiye’de galericilik ve koleksiyonculukta
büyük değişimler olmadı”
Ülkemizde galericilik ve koleksiyonculuğun gelişimini yorumlayan
Yahşi Baraz’a göre; “Her ülkenin tüm şehirlerinde
müzeler, kültür merkezleri ve entelektüel grubu vardır.
Bizde sermayede sanat anlamında homojen bir dağıtım yapılamadı.
Sanatsal mekânlar Ankara, İstanbul ve İzmir gibi
şehirlerde toplandı sadece. Ama en çok İstanbul tabii ki...
Geçen yıllarda ne yazık ki galeriler açılmadı ve büyük kültür
yatırımları yapılmadı.”
41
SANAT GALERİSİ
“Bizde müze var ama eser alınmıyor”
“Peki ya koleksiyonculuk süreci nasıl gelişti?” diye soruyorum:
“Koleksiyonculuk esasında sanatı tetikleyen bir kavram.
Sanat üretilir ve bu ödüllendirilir. Bizim öncelikle netleştirmemiz
gereken başka bir konu var. Türkiye kapitalist
bir toplum mu, yoksa sosyalist mi? Sosyalist toplumlarda
sanatçılar devlet desteği görür. Devlet atölye verir, maaş
verir, kitaplarını basar. Kapitalist toplumlarda da müzeler
açılır ve o müzeler en büyük alıcı olur. Bizde müze var ama
eser alınmıyor. Büyük bir handikap... Geçen zamanda son
yıllarda da ne yazık ki tüm çabalarımıza rağmen bu alanlarda
çok büyük gelişmeler olmadı.
İş insanları ve sanatçılar arasında
köprü görevi gördüm
Ben galericilik süresince sanatçılar ve iş insanları arasında
bir köprü vazifesi gördüm. 1970 yıllardan itibaren iş insanlarına
sanat aşkı aşılamaya başladım. Böylelikle sanat
koleksiyoncuları oluşturdum ve bayraktarlık yaptılar. Gelir
düzeyi yüksek insanlar arasında bir etkileşim oldu ve prestij
hâline geldi. Kimlere satmadım ki resimler? Ali Koçman,
o zamanlar TÜSİAD Başkanı idi. Kendisine çok fazla tablo
satmıştım. Koçman’ın ölümünden sonra Sabancı Grubu,
tüm o eserleri aldı ve müzelerinde sergilemeye başladılar.
Hâlâ Sabancı Müzesi’nde... Bankacı Erol Aksoy, Mustafa
Taviloğlu, Halil Bezmen, Can Has, Mustafa Taviloğlu, Barbaros
Çağa, Cengiz Çetindoğan ve Bülent Eczacıbaşı’na tablolar
sattım. Hepsi sanatın gelişmesi için büyük katkı sundular.
Özellikle Bülent Eczacıbaşı, hem şahsı ve vakfı adına
hem de İstanbul Modern Müzesi adına eserler alıyordu.”
İstanbul Modern’in yeni mimarı;
Renzo Piano
Bu noktada, İstanbul için önemli sanat alanlarından İstanbul
Modern Müzesi’ni soruyorum: “İstanbul Modern biliyorsunuz
Karaköy’den Beyoğlu’na taşındı. Her daim sanat
açısından önemli bir merkezdi, hâlâ da öyle devam ediyor.
Sizlerin nesli de birçok sanatçıyı orada tanımıştır. Karaköy’de
İstanbul Modern’in yeni binası da yapılmaya başlandı.
İstanbul Modern’in yeni binası için seçilen mimarın ismi
Renzo Piano olarak duyuruldu biliyorsunuz. ‘Müze mimarı’
olarak uluslararası bir üne sahip olan Piano, heyecan verici
bir seçim. Ve inanıyorum ki bölgede tekrar bir canlanma
sağlanacaktır.”
Ailesinde sanatçı olmadığını, fakat babasının edebiyat dünyasıyla
yakından ilişkili bir koleksiyoner olduğunu ifade eden
Yahşi Baraz, ailesine ve hâlâ ayakta duran Baraz Apartmanı’na
dair şu bilgileri aktarıyor: “Babam eski yazı, halı, kilim, bakır
gibi eşyaları kapsayan etnografik eserler toplayan bir koleksiyoncuydu.
Osmanlı kültürü ve Selçuklu dönemiyle alakalı kitapları
da toplar, Türkoloji ve Mongoloji konusu ile yakından
ilgilenirdi. Ben, dedemin 1924 yılında satın aldığı bu binada
doğdum. Burayı bir İtalyan sefiri yaptırmış, ancak bir haftalığına
ülkesine gidip orada hayatını kaybedince devlet tarafından
sahiplenilmiş. Dedem de devletten almış binayı. 1975
yılında Amerika’dan döndükten sonra burayı sanat galerisine
çevirdim ve çalışmalarımı hâlâ aynı işlevde sürdürüyorum.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Metin Tütün’den
retrospektif fotoğraf kitabı
Sanatçının ilk sergisi “GÖLGELER ÇEKİLDİĞİNDE”den “THE BLUES”a,
oradan “SU”ya ve bambaşka arayışlara uzanan bir fotoğraf serüveni…
Kadın bedeninde ışıkla gölgenin sessiz dansı, bazen siyah/beyaz
bazen mavi dünyalara bir yolculuk daveti…
Serüvene bazen heykelleri eşlik ediyor...
Kuşdili Caddesi, Misk-i Amber Sokak No: 44/6 Kadıköy - İstanbul Tel: 0532 266 82 43
www.kiletisimyayinlari.com
K-İLETİŞİM YAYINLARI
44
GALERİ
Yazar
Nil Özer
“ Sanat lüks değil,
temel bir ihtiyaçtır”
“Artsonline Web Gallery” projesini hayata geçiren,
pandemi döneminde sanatçıların yüreğine su serpen
ünlü ressam Hakan Sarıhan: “Sanat bir lüks değildir,
temel ihtiyaçtır. Nefes almak gibi, göz kırpmak gibi…”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Bütün sanatçıların davetli olduğu, görsel sanatların
tüm branşları için açık çağrılı “50 Sanatçı,
50 Eser” ve bunun gibi proje sergi etkinlikleri
düzenleyerek genç sanatçıları destekleyip, hedeflerine
giden yolda bir köprü olmayı sürdürmeyi amaçlayan
Artsonline Web Gallery’nin kurucusu Ressam Hakan
Sarıhan, dergimize projelerini anlattı.
İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı dönemde Artsonline
Web Gallery’nin sanat adına bir nefes olduğunu
düşünüyorum. Nasıl karar verdiniz?
Bu güzel söyleşi için öncelikle ben size teşekkür etmek istiyorum.
Aynı zamanda sizleri de kutlamak isterim, böylesi
çarkların çok yavaşladığı bir dönemde bir sanat dergisini çıkarıyor
olmak ve bunu sürdürmek çok zor çünkü. O nedenle
büyük özveri söz konusu, sizlere sanat adına ve kendi adıma
gönülden teşekkür ediyorum.
Artsonline Web Gallery Projesi, 2020’de Covid-19 pandemisinin
başladığı zamanlarda sergilerimin ertelenmesi ve iptalleri
üzerine, kişisel web sitemde bunları sergileme fikrinden
temel buldu. 22 Mayıs’ta “Yolculuk/Voyage” isimli ilk online
kişisel sergimi www.hakansarihan.com.tr’de açtım. Bu fikir
çevremde ilgi görünce, talepler gelmeye başlayınca Doruk
Web Tasarım’ın kurucusu arkadaşım Serkan Ergün ile kolları
sıvayıp, sanat bağını kesintisiz devam ettirmek ve her an
ulaşılabilir kılmak adına, benim sitemden bağımsız 7/24 bir
sergi sitesi tasarlamaya karar verdik. Kısa zamanda bitirip,
12 Haziran’da “N.Göksun Say Sergisi” ile başlamış olduk. Galerimiz
çok beğenilip, göğsümüzü kabartan övgüler aldıkça,
buna layık olmak adına daha iyi ve daha farklı işlevleri de olan
bir tasarım yapmaya karar verdik. 1 Ekim’de yine benim “Saygı
Duruşu” isimli online kişisel sergimle yeni açılışımızı yaptık.
Tüm bu süreç boyunca 28 sergi açmışız ve bunların 21
tanesi değerli sanatçılarımızın kişisel sergileri. Çok teşekkür
ediyoruz bu güven ve ilgiye. Arzu eden okurlarımız, galerimize
www.artsonlinegallery.com adresinden ulaşabilir.
Sanatseverlerden nasıl dönüşler alıyorsunuz?
Bu girişimimizin kısa zamanda gördüğü ilgiden çok memnunuz.
Bu alanda bir açığı kapattığımızı görüyoruz. Bugüne
kadar açtığımız sergilerden bunu görebiliyoruz ve fakat emin,
dikkatli adımlarla kendimizi sürekli geliştirmeyi ve yenilemeyi
sürdürüyoruz. Artsonline olarak yılda iki kez, bütün
sanatçıların davetli olduğu, görsel sanatların tüm branşları
için açık çağrılı “50 Sanatçı, 50 Eser” ve bunun gibi proje sergi
etkinlikleri düzenleyerek genç sanatçılarımızı destekleyecek,
hedeflerine giden yolda bir köprü olmayı sürdüreceğiz.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1959’da Ordu Fatsa’da doğdum. 1976’da şimdiki adı
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan
İDGSA Y. Dekoratif Sanatlar/Grafik Bölümü’ne girdim,
1982’de yüksek lisans derecesiyle mezun oldum. Öğrenmeye
çok meraklıydım. O kesmedi, pratik de yapmak istedim
ve okul yıllarında part time olarak Milliyet Gazetesi, Yüksel
Ertan Atölyesi ve Fon Grafik’te çalıştım, deneyim kazandım.
Mezuniyetle birlikte babam ve meslektaşım Ünal
Sarıhan ile İstanbul’da kurduğumuz ARMA Tanıtım Ajansı
ile 14 yıl kadar pek çok şirkete grafik tasarım ve halkla
ilişkiler alanında hizmet verdik. Meslek hayatım süresinde
birçok sergi ve yarışmalara katıldım, ödüller aldım. Reklam
veren tarafında Kristal Elma kazanan reklam kampanyalarını
yönettim. 2019 sonunda çocukluğumdan beri bağımı
koparmadığım İzmir’e döndük. Bu yeni ortam ve pandemi,
Artsonline Web Art Gallery’yi doğurdu. Sergiler yanında galerinin
tabii ki tasarım ve tanıtım işlerini de yürütüyorum.
45
GALERİ
Resimlerinizin konusu nedir?
Tabii çalışmalarımda içinde yaşadığım, tanıklık ettiğim dönemin
sosyo-kültürel ikliminden etkileniyorum ben de herkes
gibi. Bunların zihinsel ve entelektüel dünyamda oluşturduğu
titreşimleri, kavramsal bir anlayışla yansıtmaya
çalışıyorum. Israrla kullandığım kare formatın dengesi içindeki
merkezi kompozisyonlarda, çok katmanlı, çok renkli
ve enerjik bir kurguyla bunları izleyenlere yansıtabilmeye
gayret ediyorum.
Artsonline’a katılmak için şartlarınız neler?
Bizimle beraber olmanın yegâne koşulu, altını çizerek söylüyorum;
“bu işe baş koymak, gönül vermek ve kolektif bir
bilinçle destek olmaktır”. Burası kâr amacı güden bir yapı
değildir. Tabii ki giderlerin karşılanması ve sitenin sürekliliğini
sağlayacak bir girdi oluşması gerekir. Onu da sergi katılım
payı ve katalog vs gibi ürettiğimiz ürünlerin satışlarının
minik gelirleriyle yapabiliyoruz. Önemli olan, sistemin
ayakta kalmasını sağlayacak bir akar oluşturmak. Bu yönde
projelere açığız ve bekliyoruz. Sergi açmak isteyen, sergilerimize
katılmak isteyen değerli sanatçı dostlarımızdan tek
beklentimiz, söylediklerime ek olarak ürettikleri kaliteli işleri
burada sergileyip, tüm dünyaya izlerini bırakmalarıdır.
Genç sanatçılar için bence müthiş bir alan olmuş.
Çalışmalarını gösterecek bir mecra bulmak için
zorlanırken, galiba siz imdatlarına yetiştiniz.
Genç arkadaşlarımız hiç çekinmeden arasınlar; neler yapabileceğimizi
konuşalım, projelerini destekleyelim. Kendi
kendilerine bir girişim yapmadan, oturdukları yerde keşfedilmeyi
bekleyerek hayata, sanata küseceklerine bu olanaktan
yararlansınlar, iletişime geçsinler.
Hangi sanatçılardan etkilendiniz ve etkileniyorsunuz?
İlk önce babamdan etkilendim doğal olarak. Sonra ansiklopedilerde
gördüğüm büyük ressamlar, yarışma jürilerinde
tanıdığım üstatlar, akademide Mesut Manioğlu, Emin Barın,
Süleyman Saim Tekcan, Ahmet Öner Gezgin gibi hocalarım
beni etkiledi. Sonrasında teknoloji, erişim kolaylığı
ve seyahat imkânlarının artması ile bu etkilenmeler çoğaldı.
Hedefleriniz neler? Yeni çalışmalarınız var mı?
Benim projelerim hiç bitmez. Şimdilik Artsonline Web Art
Gallery’yi işletmek, geliştirmek, ArtShop gibi, ArtPano,
Söyleşi Odası gibi tasarladığımız eklentileri devreye almak
için uğraşıyorum. Sanatsal çalışmalarım da öte yandan hep
devam ediyor. Daha birçok solo sergi projem var yapacak.
Bunlar zaten bir ömre yetmeyecek şeyler. Tanrı sağlık verdiği
sürece üretmeye ve paylaşmaya devam edeceğim.
Son olarak, sanatseverlere mesajınız nedir?
Bu noktada sanatseverlere mesajım, sanatçıların yaşamasına
ve üretmelerine kaynak olacak girişimlerde bulunmaları,
bulunanları desteklemeleri olacaktır. Sanat bir lüks değildir.
Nefes almak gibi, göz kırpmak gibi farkında olmadığımız bir
temel ihtiyaçtır. Bu alanın yaşatılması hepimiz için yaşamsal
bir durumdur, bunun farkına varılması gerekiyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
46
MİNYATÜR
Yazar
Serap Gürses
Kariye Müzesi’nin gölgesinde bir mabet;
Taner Alakuş Minyatür Atölyesi
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Her sayımızda sanatın farklı dallarına mercek
tutarken, bu kez geleneksel sanatlarımızdan
minyatürü ele alalım istedik. Bu amaçla hâlen
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde
öğretim görevlisi olan ve tüm ömrünü aşkla bu sanata adamış,
sayısız sergi açmış kıymetli Üstat Taner Alakuş’la bir
söyleşi yaptım. Corona salgını giderek etkisini arttırırken,
gelecek muhtemel yasakları da hesaba katarak, yağmurlu bir
sonbahar sabahı Taner Bey’in “Mabedim” dediği minyatür
atölyesini ziyaret ettim. Fatih’te Kariye Müzesi ya da yeni statüsüyle
camiinin bir sokak ötesinde bulunan atölye, iki katlı
geleneksel bir ahşap evin restore edilmesiyle oluşturulmuş.
İçeriye adım atar atmaz beni atölyenin kedisi Fındık ve köpeği
Suşi neşeyle karşılıyor. Öğrencilerin ders aldığı dersliğin
camları; pembe-mor sıklamenlerin çılgınca açtığı, asma
çardağı, nar ağacı ve envai çeşit bitkinin göz okşadığı bir avlu
bahçeye bakıyor. Mutfakta fokur fokur kaynayan çaydanlık,
diğer tarafta mis gibi filtre kahvenin kokusu, burada minyatür
dersi almanın ne kadar keyifli olduğunu ispatlar gibi...
Tüm duvarları hocamızın ve öğrencilerinin minyatür eserleriyle
çevrili bu atölye; insan, hayvan, bitki gibi doğanın tüm
bileşenlerini barışçıl bir şekilde bünyesinde kaynaştırmış,
sıcacık ve dingin bir yuva adeta... Bu tarihi ve mistik havayı
soluyarak Taner Alakuş’un eserlerini verdiği, Kariye’ye bakan
üst kattaki odasında sohbetimize başlıyoruz.
Minyatür sanatı hakkında hepimizin az çok fikri var.
Ancak okurlarımızı daha detaylı bilgilendirmek adına
bizi minyatür sanatının ortaya çıkışı hakkında
aydınlatır mısınız?
Minyatür sanatı M.Ö. 7. yüzyıldan günümüze gelmiş rafine
bir sanat. Mani rahiplerinin kendi dini öğretilerini daha
rahat anlatabilmeleri için duvarlara çizdiği resimlerle başlamış
bu hikâye. Sonra kitaplar hâline getirilmiş bunlar. Mani
çok iyi resim yapan rahiplerden bir grup oluşturmuş, bunlarla
kendi öğretilerini kitapçıklar hâline getirip, insanlara
dinini yaymış. Bu şekilde ilk minyatür örneklerini görüyoruz.
Oradan günümüze Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları,
Osmanlılar, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sine kadar
devam eden bir sanat. Çok hafif duraksamalar olmuş, çok
top noktalara çıkmış, çok diplere vurmuş ama her dönemde
kendi içerisinde bir şekilde, bir öğreti şeklini alarak günümüze
gelmiş bir sanat.
Ülkemizin yetiştirdiği en değerli minyatür üstatlarından
birisiniz. Genelde insanlar iki şekilde meslek sahibi olur:
Ya çocukluğundan beri tutkusu olan şeyin peşinden gider
ve onu mesleği hâline getirir ya da hasbelkader içine
düştüğü mesleği benimser ve o yolda ilerler.
Sizin hikâyeniz nasıl şekillendi?
Türkiye’deki eğitim sisteminin çarpıklığından diyebilirim...
Bu söylediğiniz şeyler, aslında olması gereken şeyler. Çocukluğunuzda
bir yeteneğiniz vardır, aileniz sizi keşfeder
ve o yolda sizi yönlendirir. Son dönemlerdeki aileler böyle
ama benim annem babam böyle değildi. Beni kendi hâlime
bırakmaları benim içselleşmeme sebep oldu. Ben kendimin
farkına vardım. Önce arıyorum ama bilmiyorum. Bilinçsiz
çocuk var. Mesela, “Meslek lisesine gideceğim” dedim. Meleke,
bir arayış var orada. Meslek lisesinde metal işleri bölümüne
girdim. Arıyorum işte... Onu yaparken karikatürler
çiziyorum ama yine farkında değilim. Evdekiler bir kaynakçı
ya da bir demir ustası olacağımı zannediyordu. Sonra Akademi’ye
girmeye karar verdiğimi söyledim. Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne sınavsız girdim. Yani bunda
herhalde bir şeyler varmış ki… Çünkü hiç altyapı bilmiyorum,
biliyorsunuz Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerken
bazı altyapılar ararlar; işte ışıklar, gölgeler, taramalar, çizgiler,
vs… Bir müfredattan geçenleri tercih ederler. Fakat
demekki orada bir ışık gördüler ki beni tercih ettiler. Çok da
mutluyum. Her zaman söylüyorum, ben mutlu azınlık içerisinde
yaşayan bir insanım. Herhalde Türkiye’nin yüzde 70’i
mutsuz çoğunluk diye düşünüyorum. Ben bu yüzde 30’luk
mutlu azınlık içerisindeyim.
Burada tarihi Kariye Mahallesi
içinde bir minyatür atölyesi
kurarak adeta kendi küçük
cennetinizi oluşturmuşsunuz.
Taner Alakuş Minyatür
Atölyesi’nin sizin için anlamı
ve eser yaratımlarınıza olan
katkısı nedir?
Çok net söyleyebilirim ki hayatımın
merkezinde. Ben buraya
“Mabedim” diyorum. Mabed
kelimesini açarsanız her anlama
gelir. İbadet ettiğiniz yer... Bu da
bir ibadet şekli aslında. Üniversite
yıllarında buraya çay içmeye gelirdik. O zamanlar Çelik
Gülersoy’un güzel bir kafeteryası vardı. Hep bu coğrafyada
ya da Ortaköy’de bir atölyemiz olsun isterdik. Tabi evlendik,
yıllar geçti. Sonra bir akşam böyle bir atölye arıyorum. Kariye’de
bir atölye, satılık… Çok inanmam ama doğru galiba.
Doğru enerjiyi evrene gönderdiğinizde sahip oluyorsunuz.
Bu mekânı gördüğümde çok beğendim ama ekonomik olarak
gücüm yetmedi. Ev sahibimle dört-beş defa Beyoğlu’nda
buluştuk. Önce çetin pazarlıklar, sonra bir orta noktaya geldik.
Benim alabileceğim bir fiyata verdi adam birden. Dedi
ki; “Annem sanata çok düşkün. Bir tane eserinizi hediye
ederseniz, size bu evi vermemi istiyor. Bu ev bir sanatçının
olmalı dedi.” O şekilde anlaştık. Bu atölye bizim oldu ama
tabi çok tadilat geçirdi. Eski görünüşü ile bugünkü görünüşü
arasında çok fark var. Çünkü ben her zaman atölyeye özel
bir dokunuş yapıyorum. Herhalde atölyeye ruhumu yavaş
yavaş taşıyorum diye düşünüyorum. Bu sadece benim ona
vermem değil, onun da bana katkıları çok fazladır.
Üsküdar Nevmekan’da kendi yetiştirdiğiniz
öğrencilerinizle beraber gerçekleştirdiğiniz “Duruş/
Attitude” sergisini ziyaret etmiştim. Uzun yıllardır
bir yandan eser verirken, diğer yandan öğrenci
yetiştiriyorsunuz. Şu noktada hangisi daha ağır basıyor?
Üretmek mi, öğretmek mi?
Öğretirken, öğrenmek… Ben artık belli bir yaşa geldim.
Hani şöyle yaparlar ya, insan gençken çok heyecanlı olur
ama yaşlandığında bilge olur; ben gençlerle çalışarak ikisini
bir arada götürüyorum. Ve onlardan inanın şu dönemin sanatını
öğreniyorum. Ben onlara öğretirken çok metodik ve
çok kurallı öğretmiyorum. Her biriyle butik ilgileniyorum
ve serbest bırakıyorum. O zaman onlar kendi fikirlerini de
bana özgürce anlatabiliyor ve çaktırmadan ben de onlardan
öğreniyorum. Ben bildiğim bütün teknikleri sonuna kadar
öğretiyorum, onlar da bugünkü gençlerin görüş açısını ve
bakış açısını bana öğretiyorlar. Aslında bugünkü “çağdaş”
dediğimiz minyatürü onlar sayesinde yakaladım diyebilirim.
Çok tazeleniyorum. Bir söz vardır ya “Kuyudan su verdikçe
dolar.” Ben korkusuzca bildiğim herşeyi sonuna kadar
öğretiyorum, çünkü benim de öğrenmemin bir sınırı yok.
Ben de öğreniyorum. O yüzden bizim sergilerimizi heyecanla
bekleyen çok fazla insan oluyor. Çünkü her sergi, sanki
yeni bir lisan gibi oluyor. Yani biz her sergide yeni bir ifade
biçimi ortaya koyuyoruz.
Minyatür sanatının kitaplar ve tablolar dışında farklı
kullanım alanları neler? Sıradışı projeleriniz var mı?
Var, örneğin mimaride var. Yeni Meclis binasına 12 tane
pano yaptık. Benim yaptığım 7 metrekarelik bir Osmanlı
kalyonu var, Meclis’in girişinde. Mimari ögelerde inanılmaz
keyifli şeyler çıkıyor.
Eserlerinizdeki kompozisyonların hepsini siz mi
oluşturuyorsunuz?
Diyaloglarla oluyor genelde. Her kişi zaten bence bir hazine.
Önce fikirleriyle geliyorlar, ben de tecrübelerimi katıyorum.
Kısacası, beyin fırtınası yapıyoruz. Ben her zaman söylerim;
“Leke lekeyi, figür figürü, boya boyayı çağırır” diye… Mesela
bir kompozisyonu yaparken bir kelleden başlıyorum.
Ondan sonrası kendiliğinden geliyor yani. Hiçbir hayal kurmuyorum.
Onu bitirirken gözümde başka lekeler oluşuyor.
Leke lekeyi çağırıyor.
47
MİNYATÜR
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
48
RESİM
Yazar
Vecdi Uzun
Ressam Mehmet Babat:
İnşaat değil,
resim yapıyorum!
sanatlar lisesi sınavına girdim ve kazandım. Ardından,
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği
Anabilim Dalı’nın yetenek sınavını kazandım. Asıl sanat
yaşamım ise okul bitince ivme kazandı. Bir tema etrafında
resim yapma sürecim üniversite 2. sınıfta başlamıştı.
Belli aralıklarla inşaat alanlarına gidip, yazları çalışarak
o süreci iyice benimsemiş oldum. Okul bittikten sonra
2014 yılında katıldığım Portakal Çiçeği Uluslararası Sanat
Çalıştayı’na, liseden Yeşim Savaş hocamın önerisi üzerine
davet aldım. Yeni mezun bir öğrenci için dönüm noktalarından
biriydi. Sonrasında İzmir İş sanat Galerisi’nde
kişisel sergi, Peker Sanat Ödülleri’nde Mansiyon Ödülü,
ardından Şefik Bursalı Resim Yarışmaları’ndan Mansiyon
ve Başarı Ödülü kazandım. Önemli dönüm noktalarından
biri de buydu. Bu sürece kadar üç kişisel sergi, uluslararası
çalıştay karma sergi, İtalya’da fuar ödülü gibi birçok projede
yer aldım. Çalışmalarıma hâlâ Ankara’daki atölyemde
devam ediyorum.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Ressam Mehmet Babat, Gazi Üniversitesi Resim
Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmasının
ardından tek bir temadaki resim çalışmalarını
hızlandırmış. Günümüzde tüm şehirleri kuşatan
inşaatlara dikkat çekmek adına resimlerinde inşaat temasını
öne çıkaran genç ressam, çalışmalarını Ankara’daki atölyesinde
sürdürüyor.
Mehmet Babat’ı ve sanat yolculuğunu önemli
köşe taşlarıyla anlatır mısınız?
1989 yılında Van’da doğdum. 2000 yılında Yalova’ya taşındık.
Katıldığım yarışmalarda okullar arası ödüller alınca
dikkat çektim ve ailem de destek oldu.Ortaokuldaki
resim öğretmenim Aytekin Saltabaş, beni güzel sanatlar
lisesine hazırlamaya başladı. Ortaokul bitince güzel
Sanat anlayışınızı ve resminizi anlatır mısınız?
İnşaat değil, resim yapıyorum. Neredeyse şehrin herhangi
bir noktasında kafamızı kaldırdığımızda bir şantiye alanını
görmemek mümkün değildir. Yükselen beton bloklar, kule
vinçler görürüz. Bunlara uzaktan baktığımızda görüntü
daha da korkunçlaşıyor ve insansız beton yığıntıları hâline
geliyor. Resimlerimde insan figürü yok ama kompozisyonlar
hareketli. İskeleler kurulmuş, vinçler çalışıyor; metal,
ahşap, toprak inşaat malzemeleri yığılmış. Bunlar orada birilerinin
olduğunu söyler izleyiciye. Bazı resimlerimde kullandığım
şantiye alanında uçurtma uçuran çocuk figürü, betonlaşmaya
ve yeşil alanların talan edilmesine eleştirimdir.
Resimlerinizde hangi teknikleri kullanıyorsunuz?
Resimlerde farklı disiplinleri bir arada kullanıyorum, yağlı
ve akrilik boya ile birlikte ipek baskı tekniğine de yer veriyorum.
Hatta iskele ve vinçleri tamamen üç boyutlu yapıyorum.
Kırmızı ve mavi renkleri çok kullanıyorum. Grilerin
içinde mavi ve kırmızıyı görünce heyecanlanıyorum. İnsanın
değiştiği bir yerde etrafındaki şeyler de değişim içindedir
şüphesiz. Kentler; mekân ve olaylarla birlikte insanlar
tarafından inşa edilmektedir. Belirlenmiş yerel bir çevrede,
o çevrenin tarihsel ve coğrafik konumuna uyum sağlama çabası
güden ve üretim-tüketim ilişkileri, iletişim olanakları,
toplumsal hareketler gibi birçok etkenlerle yoğrulan bir oluşumdur
kent. Sanat disiplinlerinden resim ile tüm bunların
kaydını tutuyorum.
Ülkemiz deprem kuşağında yer almakta olup, son
dönemde depremin acı yaralarını hissettik. Resimlerinde
inşaatı vurgulayan bir sanatçı olarak bu sorunu nasıl
yorumlarsınız?
Aslında kent, inşaatları yapmam, her sanatçının bir teması
olması lazım diye değil; gerçekten içinde bulunduğum, malzemesini
bildiğim, baya inceleme fırsatı bulduğum bir konu.
Bu süreci yaşarken yani inşaatta çalışırken malzemeyi, uygulama
şeklini biliyorum az çok. Genellemek elbette doğru
olmaz ama şunu çok iyi biliyoruz ki doğru bir yapılaşma yapılmıyor
Türkiye’nin çoğu yerinde. Kentsel dönüşüm değil,
rantsal dönüşüm yapılıyor.
49
RESİM
Sanatta özgünlük konusu hakkındaki düşünceniz nedir?
Özgünlüğü “tek” ve “biricik” olan, alanındaki diğerlerinden
farklı ve ilk kez yapılmış olan diye tanımlayabilirim. Resmin
hatta sanatın başta gelen olmazsa olmazıdır özgünlük. Özgün
sanat eseri üretmek, sanatın her alanının ortak derdi.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki hiç kimseye ve hiçbir
şeye benzemeyen bir “orijinalite”, sanat alanında mümkün
değil. Sanatçılar, yaşadıkları ve sosyal etkileşim sürecine girdikleri
toplumlardan beslenirler. Özgünlük, bu anlamda bir
tarihsellik ve süreklilik içinde üretilir. Büyük sanat yapıtları,
tekil ve yalnız doğumların ürünü değildir; bunlar uzun yıllar
süren ortak düşünmenin, beraberce düşünen insanların
ürünüdür. Dolayısıyla, etkileşim ve birbirinden beslenme
muhakkak olacaktır.
Yöneticisi olduğunuz “Yeni Nesil Sanat Topluluğu”
hakkında bilgi verir misiniz?
Başta sanat olmak üzere,“Türkiye’de ihtiyaç duyulan tüm
değişimleri yapacak olan gençlerdir” düşüncesiyle yola çıktık.
Hem benim hem de yeni nesilin serüvenini anlatmak
istiyorum. 2012 yılında ”Ankara Buluşmaları” diye yine
gençlerden oluşan karma sergiler yapıyordum. İki yıl sürdü
bu süreç. Birçok sergi yaptık, güzel dönüşler de aldık. Yine
derdimiz, genç sanatçıların bir yerlere ya da kişilere bağımlı
olmadan kendini gösterme ve sergi imkânı bulmasıydı. O
sürede Raf Dergisi’nde bir söyleşim yayınlandı ve daha önce
aynı dergide yazan gençlerle biraraya gelerek,“Raftaki Gençler”
isimli bir sergi yaptık. Böylelikle “Yeni Nesil Sanat”ın
temelleri atıldı. Çalışmalarımız sergiler, fuarlar ve çalıştaylarla
sürüyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
50
Yazar
Ebru Özgüz Çelik
SANAT AKIMLARI
Toplumsal
Gerçekçilik
Toplumsal Gerçekçilik veya Sosyal Realizm terimi, 19. ve 20. yüzyıllarda
sanatta; siyasal ya da toplumsal içerikli konuları, gerçekçi bir biçimde
yansıtan eğilimler için kullanılmıştır.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Sosyal Gerçekçilik, sanatta bir partiye ve parti politikasına
bağlı kalmadan, sosyal sorunları sanatçısının
gerçekçi anlayışına bırakarak betimleme
anlayışıdır. Politik tutumu ve toplum eleştirisini,
genel toplumsallık anlayışı içinde ele alarak işler. Bu yanıyla
Sosyalist Realizm’den ayrılır. Sosyalist Realizm’de siyasi egemen
olan parti hedefleri doğrultusundaki çalışmalar öne
çıkarılıp desteklenirken, geniş anlamdaki Sosyal Realizm’de
toplumsal çerçeve içindeki bireysel anlatımlar öne çıkar.
I. ve II. Dünya Savaşlarının toplumsal yaşamda ve kültürel
değerlerde yarattığı çöküntü, bazı sanatçıların siyasal
düşüncelerini toplumsal bir bağlam içinde anlatmaya yönelmelerine
neden olmuştur. Bu tutumu fazlasıyla benimseyenler,
sanatı siyasal bir silah ya da siyasal ideolojilerin
bir propaganda aracı olarak kullanmaya yönelmişler ve böylece
belli bir davaya adanmış sanat düşüncesi ve örnekleri
doğmuştur. Almanya’da 1920’lerde gelişen Yeni Nesnelcilik
akımı doğrultusundaki yapıtlar ile Picasso’nun Guernica’sı
ve Kokoschka’nın savaşı yeren resimleri, toplumsal içerikli
resmin Avrupa’daki örnekleri arasında gösterilebilir.
1942 yılı, İkinci Dünya Savaşı’nın kritik dönemidir. Sovyet
Birliği doğuda Nazilerle savaşırken, İngiliz ve Amerikan hükümetlerine
Batı Avrupa’da ikinci bir cephe kurmaları için
tekrar eden çağrılar vardır. Bu resimde Kokoschka, hükümetlerin
bu çağrıya geç kalışlarına tepki olarak Soho’da Cafe
de Paris’te, İngiliz savaş liderleri Winston Churchill ve Genral
Montgomery’i çay içerken resmeder. Ortadaki figür Marianne
ise, Fransız ulusal kişiliğini temsil eden karakterdir.
Toplumsal gerçekçilik anlayışı, II. Dünya Savaşı sonrası
İtalya’da verimli bir ortam bulmuştur. 1945’te yayınlanan
Manifesto del Realismi (Gerçekçilik Bildirgesi) çevresinde
birleşen ressamlar arasında farklı tarzda resim yapan ressamların
tümü yer almıştır. Benzer bir deneyin özgün bir
verime dönüştürüldüğü tek ülke Meksika’dır. Meksika Devrimi
ardından 1920’lerde başa gelen demokratik hükümetlerin
uygulamaya koydukları sanat ve kültür programları
yeni bir milliyetçilik bilinciyle özgür bir ortamda gerçekleştirildiği
için bugün Meksikalı dörtler olarak bilinen Rivera,
Orozco, Siquerios ve Tamayo gibi sanatçılar, büyük boyutlu
duvar resimlerinde toplumsal gerçekçiliğin en yetkin örneklerini
vermişlerdir.
Bu resimde Rivera, 1920 ve 30’larda yaşadığı Meksika hakkındaki
izlenimlerini yansıtır. Bu yıllarda Meksika, keskin
bir sosyal değişim ve Marksist bir devrim yaşamaktadır.
Resimde, grevdeki işçiler dominant sınıfı oluşturmaktadır
ve Marksist öğretileri birbirleriyle paylaşmaktadırlar. Toplumsal
gerçekçiliğin geçerli olduğu sosyalist ülkelerde sanat
alanındaki girişimler, halkın anlayabileceği ve onları eğlen-
Oskar Kokoschka, Marianne-Maquis, 1942.
Cheery Workers Share The Teaching of Karl Marx, Rivera.
dirirken eğiten bir sanat biçiminin yaratılmasına yönelik bir
uygulamaya konu olmuş, Batı’daki toplumsal gerçekçi sanat
anlayışından ayırt edilmesi amacıyla Toplumcu Gerçekçilik
(Sosyalist Realizm) adıyla anılmıştır.
Günümüzde sosyal gerçekçi üretimler
Toplumcu Gerçekçiliğin tanımı ve tarihsel gelişimine bu şekilde
bir özet bakıştan sonra, güncel sanat ortamında sosyal
gerçekçi anlayışla üretim yapan sanatçılardan birkaç örneğe
yer verelim:
Claes Oldenburg
İsveç asıllı ABD’li heykeltıraş, pop art akımı içerisinde gerçekleştirdiği
yumuşak heykellerle tanınır. Pop art sanatçılar
gibi tüketim ürünlerine ve günlük olağan nesnelere ilgi duymuş,
bunları büyük boyutlu heykellere dönüştürmüştür.
Genellikle patiska ya da branda gibi bezleri kâğıt ve paçavralarla
doldurup, nesnenin biçimini verdikten sonra alçıya
batırmış ve sentetik boyalarla renklendirmiştir. Yumuşak
heykeller adını verdiği bu yapıtları, 1970’lerde Soft Art’a
(Yumuşak Sanat) öncülük etmiştir.
dondurma, gelişmiş Batı dünyasının aşırıya kaçan hâline ve
bir yandan görgüsüzlüğüne bir eleştiri yapıyor. Diğer pop
sanatçıları gibi konularını günlük kullanım objelerinden
seçen Oldenburg’un bu işinde, aynı zamanda alışveriş merkezinin
tepesine yerleştirilmiş olması bir yandan tüketime
teşvik ederken, diğer yandan eğlenceli bir durum yaratması
da söz konusu.
Bu fotoğraftaki model, Batı’da çalışan bir İranlı olan sanatçının
kendisidir. Kara çarşaf giymektedir ve peçenin yerini
alan bir Arapça metinle kaplıdır. Önünde duran tüfekle, bakışlarını
doğrudan izleyiciye dikmiştir. Gördüğümüz herşey
etnik kimlik ve cinsiyete referansta bulunur ama dini inanç
ve örtülü şiddet anlamları da çıkarılabilir.
Birçok Batılı için İslam dünyasındaki cinsiyet rollerine ilişkin
algı, kadınların uğradığı baskı ve teslimiyete ilişkin bir
yorum getirilmesine neden olabilir; silah ve olası terörizm
iması, radikal İslami köktenciliğin stereotiplerini oluşturabilir.
Ancak bu okumalar basın, politika, edebiyat, reklamcılık
ve dilin pekiştirdiği bir Avrupa söylemine mi dayalıdır?
Aslında Neshat’ın görüntüsü, bu okumaların her ikisini de
destekler ve her ikisiyle de çelişir. Arapça bir yazı, bir Batılı
için İslam göstergesidir ama aslında çarşaf giymekle ilgili
farklı görüşler sunan bir İran feminist şiiridir. Keza, bu kıyafetle
ilgili basmakalıp Batılı görüş, bunun ‘iktidar kurumları’
tarafından –erkekler ve din- kurumsallaştırılan kadın itaatinin
bir göstergesi olduğudur. Bu kurumların içinde bu kıyafet
kadınlara özgürlük sağlarken, kadınlar çarşafsız kamusal
hayata giremezler. Feminist söylem göz önünde bulundurulduğunda
silah, radikal İslami köktenciliğin işareti olmak
yerine ataerkil ‘iktidar kurumu’na karşı çıkan feminist bir
sembol olabilir (Whitham, G. Ve Pooke, G. (2013).
51
SANAT AKIMLARI
Köln’de bir alışveriş merkezinin tepesine yerleştirilmiş bu
heykel, kocaman bir dondurma külahı. Heykelin formuna
baktığımızda ters durduğu zaman mimariye katılan sivri
form, Köln’ün gotik yapıdaki konik kilise kuleleriyle dolu
görünümüne benzer bir katılım sağlaması amacıyla bu şekilde
yerleştirilmiş. Düşmekte olan ve eriyen bu kocaman Shirin Neshat, Rebellious Silence, 1994.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
52
KOLEKSİYON
Yazar
Nil Özer
Oyuncu Serpil Tamur:
Dostlarımın aldığı masklar
paha biçilemez
1969 yılından bu yana duvar maskları koleksiyonu yapan, “Bir Zamanlar
Çukurova” dizisinin Haminne’si usta oyuncu Serpil Tamur: “Masklarımın
hepsi özel ve güzel. Ancak dostlarımın benim için aldığı masklar çok kıymetli.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Rol aldığı dizi ve tiyatro oyunlarında gösterdiği performanslarıyla
dikkatleri üzerine çeken, tiyatro yönetmenliğinin
yanı sıra ve üniversitede gençlere ders veren
duayen oyuncu Serpil Tamur, bu kez koleksiyoner
kimliğiyle karşımıza çıkıyor. “Bir Zamanlar Çukurova” dizisi için
Adana’da bulunan Tamur, İstanbul Sanat Dergisi için sorularımızı
yanıtladı.
Koleksiyon merakınız çok ilgi çekici... Mask biriktirmek
nereden aklınıza geldi?
1969 yılında “Damdaki Kemancı” oyunuyla Atina’ya gitmiştik. Turne
zamanında Atina’da çarşıda gezerken masklar dikkatimi çekti.
1969 yılında ilk yaptığım mask alışverişi, bugünkü koleksiyonumun
mayası oldu, ilkleri oldu. Onların yeri daima ayrıdır.
“SAYILARINI İNANIN BİLMİYORUM”
Maskların en belirgin özelliği nedir? Kaç tane mask var?
Masklarım evet çok özel, çok güzeller ancak en belirgin
özelliği, manevi değerinin yüksek olması. Benim aldıklarımın
yanı sıra yurt dışına giden arkadaşlarımın beni düşünerek
getirmeleri çok kıymetli. Mesela, kızımın arkadaşı Meksika’ya
gitmişti, ben söylemeden oradan bana mask getirdi. Sayısını
bilmediğim masklarımın bir kısmı Bodrum’daki evimde duruyor.
Bu dönemde yurt dışına çıkamadığımız için maalesef mask
alamıyorum.
“KALEM KOLEKSİYONU DA YAPIYORUM”
Mask dışında farklı objeler de ilginizi çekiyor mu?
Evet, bir de kalem koleksiyonum var. Yine yurt dışına gittiğimde
değişik kırtasiyelerden, kaldığım otellerden aldığım çok güzel bir
kalem koleksiyonum var. Onu nereye kadar götürürüm bilemiyorum,
ancak masklarım ben ölünceye kadar benimle birlikte olacak.
Daha sonra küçük kızım alacak evine.
“YILLAR ÇOK ÇABUK GEÇTİ”
Bugüne kadar birçok başarılı projeye imza attınız. Tiyatro
sahnesinde seyircinizle buluştunuz, öğrenci yetiştirdiniz, çeşitli
oyunlar sahneye koydunuz, dizilerle evlerimize konuk oldunuz,
sanatseverlerin kalbine dokundunuz. 57 yıllık sanat hayatınızı
nasıl özetlersiniz?
Dile kolay, 57 yıl… Ancak o kadar çabuk geçti ki anlatamam. Göz
açıp kapanıncaya kadar... 1963 yılında konservatuarı bitirip, Devlet
Tiyatroları’na katıldım. 46 yıl 8 ay hizmet verdim. Daha sonra
emekli oldum. Ancak köşeme çekilmedim, daha çok çalışmaya başladım.
2 oyun sahneye koydum, 3 oyunda da oynadım. 3 yıldır da
“Bir Zamanlar Çukurova” projesindeyim. 6-7 yıldır üniversitede hocalık
yaptım. Yetiştirdiğim öğrencilerim var. Fonotik değil ama diksiyon
hocalığı yaptım. Hocalık çok güzel bir deneyim oldu benim
için. Yılların birikimini başkalarına tekrar aktarıyorsunuz. Bugün
hâlâ mesajlaştığım öğrencilerim var. Yıllar dolu dolu geçti, geçiyor.
Şimdi pandemiden dolayı kısıtlı her şey. Bitsin, yeniden eski tempoma
döneceğim.
Bu kadar proje ve oyunda yer aldıktan sonra, canlandırmak
istediğiniz bir rol kaldı mı diye sorsam?
Benim şu anda oynamak istediğim bir rol yok. Oyun yelpazem
çok geniştir.
“GENÇ OYUNCULARIMIZ
ÇOK DONANIMLI”
Yeni nesil oyuncuları nasıl buluyorsunuz?
Benim bilinmeyen bir yönüm daha var. Yaklaşık 8 yıl Afife
Jale, 5 yıl Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde jüri üyeliği yaptım.
Bu nedenle, İstanbul’daki bütün oyunları izledim. Bu
vesileyle genç oyuncularımızı da tanıma imkânına sahip oldum.
Bence çok donanımlı, temeli sağlam, harika genç oyuncularımız
var. Takdir ediyor, hepsini ayakta alkışlıyorum.
Uzun süredir “Bir Zamanlar Çukurova” çekimleri için
Adana’dasınız. Günleriniz nasıl geçiyor?
Adana’da çok mutlu günler geçirdik. 2 yıl benim için inanılmazdı.
Eşim de gelmişti, bütün yakın illeri ve tarihi yerleri
gezdik. Ancak pandemiyle birlikte hayatım otel odası, otel
bahçesi ve set arasında geçmeye başladı. Yapım ekibimiz
çok sıkı önlemler alıyor. Herkes gibi biz de zor günler geçiriyoruz.
Allah’tan kendime yeten bir insanım. Burada kendimi
oyalayacak uğraşlar buluyorum. Bir yandan hayatımı
kaleme aldım, yazmaya çalışıyorum.
“HAMİNNE, HAYATIMDA YEPYENİ BİR
PENCERE AÇTI”
Müthiş bir oyunculuk performansı gösterdiğiniz
‘Haminne’ karakterinin sanat hayatınızda nasıl bir
yeri olacak?
Hiç unutamayacağım bir karakter olacağını biliyorum. Haminne’yi
çok seviyorum. O benim canım. Haminne’yle buluşacağım
zaman ayaklarım yerden kesiliyor. Haminne’yi
okuduğum zaman eşime “Ben bu rolü oynamak istiyorum”
dedim. Bu rol, gerçekten zor bir rol... Bilmediğimiz, tanımadığımız
bir süreç var. Hazırlık aşamasında da titizlikle
çalıştım. Alzheimer merkezlerine gittim, oynadığım rolün
tam karşılığı bir hastamızla uzun süre vakit geçirdim. Birlikte
yemek yedik, şarkılar söyledik. Hayatımın en anlamlı,
farklı, en heyecanlı dönemiydi. Bu rolü bana teklif eden yapım
şirketimiz TİMS&B Prodüksiyon’a çok teşekkür ediyorum.
Sözle anlatmak mümkün değil, oyunculuk hayatımda
yepyeni bir pencere açtı. Bizi ilgiyle izleyen seyircilerimize
sonsuz sevgilerimi gönderiyor, sevgiyle kucaklıyorum. Şimdi
isterim ki tiyatroda da çokfarklı bir rolle sanatseverlerin
karşısına çıkayım.
“MERKEZLERİ ZİYARET ETMEK
İSTİYORUM”
Alzheimer hastaları için bir şeyler yapmak ister misiniz?
Ailelerine bir mesajınız var mı?
Muhakkak bir şeyler yapmak isterim. CKM’de bir söyleşiye
katılmıştım. İstanbul’a döndükten sonra merkezleri ziyaret
etmek, onlarla birlikte vakit geçirmek istiyorum. Çok zor bir
süreç... Özellikle aileleri için çok zor. Aileler sadece sevgi,
ilgi, şefkat göstersinler. Sevgi her şeyin başı...
“Bir Zamanlar Çukurova” dizisinden sonra neler yapmak
istiyorsunuz?
Tiyatroda da farklı bir rolle sanatseverlerin karşısına çıkmayı
çok isterim. Bir oyun var. Yavaş yavaş başladık çalışmalara.
Umarım salgın biter, eski aktif günlerimize, seyircimize
kavuşuruz.
53
KOLEKSİYON
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
54
FOTOĞRAF
Yazar
Nil Özer
“ Fotoğrafçılık mızmızlara
göre değildir”
Ünlü fotoğraf sanatçısı Ayten Alpün:
“İyi bir fotoğrafçı olmak için, okul bitirdikten
sonra muhakkak asistanlık yapmak gerekir.
Fotoğrafçılık mızmızlara göre değildir. Yeri
geldiğinde gece gündüz çalışmanın yanında
temizlik yapmak, boya taşımak demektir.”
14 yaşında fotoğrafçı olmayı kafasına koyan Ayten
Alpün, Türkiye’nin en iyi fotoğraf sanatçılarından
biri. 30 yıl önce İsveç’ten İstanbul’a gelerek yepyeni
bir hayatı kucaklayan Alpün, kendisi gibi usta
fotoğraf sanatçısı Tamer Yılmaz’la bir hayatı paylaşıyor.
1999 yılında birlikte kurdukları profesyonel fotoğraf stüdyosu
Fabrika’da müşterilerine yaratıcı çözümler sunan çift,
çalışmalarına büyük bir titizlikle devam ediyor.
Türkiye’nin en iyi sanatçılarına verdirdiği kreatif pozlarla
adından söz ettiren Ayten Alpün, ayrıca çok iyi bir şef.
YouTube kanalında takipçilerine eğlenceli sohbetlerinin
yanı sıra farklı yemek tarifleri de gösteren usta fotoğrafçı
Alpün ile İstanbul Sanat Dergisi için keyifli bir söyleyişi
gerçekleştirdik.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Fotoğrafçılık mesleğini neden seçtiniz? İsim ve olaylar
etkili oldu mu?
6. sınıfta okulda 2 haftalık stajımız vardı. Annem bir moda
fotoğrafçısının yanında yer ayarladı ve ben büyülendim.
14 yaşında hedefimi koydum.
“10 SENE SONRA ‘BURASI EVİM’ DEDİM”
İsveç’ten İstanbul’a geliyorsunuz... Kaç yıl oldu? Zor yıllar
mıydı, yoksa şansınız hep size güldü mü?
İsveç’ten 1990 yılında geldim, yani 30 yıl olmuş. Türkiye
ve İsveç çok zıt iki ülke olduğu için pek de kolay olmadı.
Buradaki insanların söylediklerini ve davranışlarını deşifre
edebilmek epey bir zaman aldı. Ancak 10 sene sonra “Evet,
burası benim evim” diyebildim. Artık başka yerde yaşamayı
düşünemiyorum. (Gülüyor)
Türkiye’nin önemli fotoğraf sanatçılarından birisiniz.
Başarınızın sırrı nedir?
Ben şanslılardanım, çok sevdiğim bir şeyi meslek olarak yapabildim.
İşini severek yapan herkes, bence kendi çapında
başarılı olur.
Eşiniz, fotoğraf sanatçısı Tamer Yılmaz’la birlikte
çalışmalarınız var mı? Birbirinizi destekler ya da
eleştiri misiniz?
Tamer’le aynı çekimde yer almadık. İş ortağıyız ama herkes
kendi çekimini yapar. Aynı işi yapmanın ve mekânı paylaşmanın
hem iyi hem zor yanları var. Birbirimizi hem eleştiririz
hem destekleriz. Güzel bir şey bence, birbirimize daha
anlayışlıyız. Çünkü saati, günü, hafta sonu, bayram seyranı
olmayan bu işi yapan biri ile yaşamak kolay değil.
çalışmak demek. Çok isteyen, asistan olabilmek için bile fotoğrafçının
paspasında yatar, girmek için fırsat kollar. Kapıdan
giremez ise bacadan girmeyi dener. Mızmızlara göre
değildir. (Gülüyor) Yeri geldiğinde temizlik yapmak, boya
taşımak demektir.
55
“ÇOK İYİ MODA FOTOĞRAFÇILARI VAR”
Türkiye’de fotoğraf sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanat olarak değerlendiremem, çünkü bizim çektiğimiz
fotoğraflar sanat değil. Ancak moda fotoğrafı olarak ülkemizde
bu işi çok iyi yapan fotoğrafçılarımız var. Düşük
bütçelerle ve zor şartlar altında iyi iş çıkartmayı öğrendik
zaman içinde.
“TAMER’LE EN GÜZEL DÖNEMDE ÇALIŞTIK”
Moda fotoğrafçısı olmanın güçlükleri neler?
Özellikle ünlü isimlerle çalışmak zor mu?
Mesleğimizin çok güzel yanları var. Yeni insanlarla tanışmak
ve farklı yerlere gitmek gibi... Eskiden çok gezerdik,
son birkaç yıldır ülkemizin düşen ekonomisi ile maalesef
çok azaldı. Tamer (Yılmaz) ve ben gerçekten bu işin en güzel
döneminde fotoğraflarımızı çektik. Her türlü sanatçılarla
çalışma fırsatımız oldu. Genelde işler sorunsuz geçer, arada
bizi zorlayan kişiler de olmuştur.
“NELER İSTEDİĞİNİZİ GÜZELCE
ANLATMAK”
Modelinizi nasıl motive edersiniz?
Karşınızdaki insan ile iletişim içinde olmak çok önemlidir.
Bunu biraz açarsam; el vermek, neler istediğinizi güzelce
anlatabilmek, destek olmak ve fotoğrafını çekeceğimiz kişinin
kendisini güvende hissettirmeyi sayabilirim.
Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla renkli ve şahane
bir enerjiniz var. Fotoğraf çekerken de böyle misiniz?
Teşekkür ederim. Genelde çalışmak beni çok mutlu ettiği
için, sette de neşem yerinde olur.
Çok değişik ve güzel yemekler yapıyorsunuz. YouTube
kanalınız Ayten Alpün’ü de merakla takip ediyorum...
Yemek yapma merakım, Türkiye’ye taşındıktan sonra oldu.
İsveç mutfağından özlediğim yemekler, ekmekler oldu tabii.
Bulamayınca yapmaya başladım. Kanalımda sevdiğim
yemekleri paylaşıyorum. Her zaman söylerim, Türk insanı
Türk yemeklerini o kadar çok seviyor ki başka mutfakla çok
ilgilenmiyor. Benim paylaştıklarım insanların çok da merak
ettikleri türden değil. (Gülüyor) Çünkü, Türk mutfağı
yapmıyorum. Daha çok Uzak Doğu lezzetlerini tercih ediyorum,
çok sevdiğimden dolayı. Mesela Hint, Thai, Çin, Japon
mutfaklarından örnekler yapıyorum. Bazı İsveç tatları paylaştım.
Hatta düşündüm ki 1600’lerin sonunda İsveç 12.
Kralı Karl’ın Türkiye’den İsveç’e götürdüğü ve sonra meşhur
“Swedish Meatball” olan köfte tarifini de paylaşsam diye.
“PANDEMİ DÖNEMİNDE ZAMAN
HIZLI GEÇİYOR”
Anne, fotoğraf sanatçısı ve iyi bir şefsiniz. Özellikle
pandemi döneminde günleriniz nasıl geçiyor?
Pandemide günlerin nasıl geçtiğini gerçekten anlamıyorum.
Sabah uyanıp, gözümü açıp kapayana kadar öğlen saat 2
oluyor, sonra akşam üstü 5, sonra uyuma zamanı...
İleride neler yapmak istiyorsunuz?
Şu anda sadece bu dönemi sağlam geçirmek, atlatmak...
Sonra bakarız…
FOTOĞRAF
Moda dışında hangi kareler objektifinizde hayat buluyor?
Benim için fotoğraf çekmek o kadar hayatımın bir parçası
ki... O yüzden Instagram’ı çok severek kullanırdım, şimdi o
platform ne yazık ki çok değişti. Ama YouTube’daki yemek
kanalım “Ayten Alpün” için yemek fotoğrafları çekiyorum.
Yani esasında gözüme çarpan birçok şeyi çekiyorum.
Bugüne kadar birçok ünlü isimle çalıştınız. Aklınızda hâlâ
çekmek istediğiniz, ancak bir türlü denk gelmeyen isim
var mı?
Gerçekten birçok insan ile çalıştık. Müzisyenler, oyuncular...
Ama keşke şu insan ile de çalışsam dediğim kimse aklıma
gelmiyor.
Fotoğrafçılık mesleğine ilgi duyanlara neler önerirsiniz?
İlgi duyanlar değil de bu işi gerçekten isteyenlere, bu iş
dışardan göründüğü gibi şen şakrak değil. Fotoğrafçılık
okumuş birinin piyasada iş yapabilmek için üstüne 4 sene
asistanlık yapması lazım. O da zaman zaman gece gündüz
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kadıköy’ün Yakın Tarihine Işık Tutan
KADIKÖY’DE ZAMAN
YAYIMLANDI
Kadıköy’ün tarihsel mekanlarında yepyeni bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?
Yazar Arif Atılgan’ın yeni kitabı “Kadıköy’de Zaman” ile her gün sokaklarında
dolaştığınız Kadıköy’ü yeniden keşfedeceksiniz.
Yazar ve mimar Arif Atılgan’ın yeni kitabı K-İletişim Yayınları’ndan çıktı.
“Kadıköylü, yıllardır Kadıköy’e geldiğinde kendisini köyündeymiş gibi hisseder”
sözleriyle raflarda yerini alan kitapta, Kadıköy’ün binaları ve bugünlere taşınan
kültürel değerleri birbirinden ilginç hikâyelerle anlatılıyor.
“Kadıköy’de Zaman” kitabı
Remzi, Nezih, Gergedan, Penguen, Mephisto ve Tarihçi Kitabevlerinde…
Ayrıca, 0532 266 82 43 nolu telefondan istekte bulunabilirsiniz.
58
PERSPEKTİF
Yazar
Dr. Dilara Dolu Köksal
Sanatçı olmak
ya da doğmak,
işte bütün mesele bu!
Amatör bir sanat izleyicisi olarak aklıma bir soru
takıldı; “Bir sanatçının ortaya koyduğu yapıtta
ne kadar yetenekli olduğunu göstermesi mi
önemlidir, yoksa duygu dünyasını mı?” Açıkça
belirtmem gerekirse, aslında sorumun çıkış noktası şuydu:
Bir izleyici olarak bazı yapıtlardan olağanüstü bir zevk
alırken, bazılarını neden hiç beğenmiyorum? Hatta kafamda
deli düşüncelerle “Ben de yapabilirim” iddialarında
bulunuyor ya da kısaca “Bu ne?” diye soruyorum kendime.
Şimdi lütfen dürüst olalım, eminim herkes düşünmüştür.
Bundan çok eminim, çünkü birkaç sene önce Jean-Michel
Basquiat sergisini gezerken, yedi göbek sanatsever İtalyan
bir arkadaşımın neredeyse yüzünü tabloya yapıştırıp, birdenbire
püsküre püsküre gülüşüne şahit oldum. O sessizlikte
kahkahası tam bir soğuk duş etkisi yaratmıştı. İtalyanlar,
neyse ki çok seviliyorsunuz.
Peki ama mesele sadece çizebilmek mi? Konuyu biraz kurcaladıktan
sonra fark ettim ki kendime sorduğum soru yanlışmış.
Çünkü duygusallık olarak tanımladığım şey aslında
yaratıcılık. Duygusallık, yaratıcılığın izleyicide uyandırdığı
şey değil midir? Botti’nin bir makalesinde okumuştum,
Csikszentmihalyi’den şöyle bir alıntı yapmıştı: “Sanat, bir
tabloda ya da bir performansta fiziksel olarak ortaya çıkan
bir şey değil, insan zihninde uyanan bir formdur.” Dolayısıyla
soruyu tekrar formüle ediyorum; “Sanatçının yaratıcılığı
mı önemlidir, yoksa yeteneği mi?”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Elbette ki bir sanatçıdan, yaratım için gerekli hayal gücünü
kullanabilme yeteneğine, yani yaratıcı kabiliyete sahip
olmasını bekleriz. Ancak bizleri etkileyen asıl şey, sanatçının
yaratıcı kabiliyetini, sanatsal kabiliyete dönüştürebilme
gücü sanırım. Yani sanatsal yaratıcılığı...
Yani yaratıcılığını resim, çizim, heykel, müzik gibi sanatsal
bir çalışma ile ifade edebilmesi; bir yapı, bir form
oluşturabilmesi. Peki ama yaratıcılığa ya da yaratma
becerisine/kabiliyetine sahip her kişi, sanatsal kabiliyete
de sahip olabiliyor mu? Aslında kabiliyet
dediğimiz “şey”, doğal olarak var olabileceği gibi
çalışarak da elde edilebilir bir “şey”dir. Kabiliyet,
doğal olarak yapabildiklerimiz (doğal
yetenek) ile çalışarak yapabilmeyi becerdiklerimiz
olarak ayrı ayrı ya da bir bütün
olarak tanımlanabilir.
Öte yandan, aynı çalışmanın ortaya koyduğu bir başka mesele
daha var. Her iki grubun da TTCT-F skorlarının, beyinlerinin
gri madde hacimleri (volüm) ile belirgin şekilde
ilişkili olduğu. Tam olarak sol medial frontal girus ve sol
frontal singulat korteks... Bu kısım çok fazla nöroanatomi
tanımı içerdiği için açıklamadan öylece bırakmak istiyorum.
Tıp doktorlarına saygılar! Ancak beynin ön (frontal) loblarının
konumuzla alakalı işlevlerinden bahsedecek olursak;
yaratıcılık, problem çözme, karar verme, planlama, yürütme,
basamaklı düşünme, sıraya koyma, yargılama, istenç,
içgörü, hayalinde canlandırma gibi bilişsel işlevlerin sorumluluğunu
yürüttüğünü de eklemek isterim. Sonuç olarak
bu konuda yapılan istatistiki analizler, TTCT-F skorlarının
sanat alanında eğitim görenlerin beyinlerine ait yukarıda
bahsi geçen bölümleri ile kayda değer şekilde pozitif bir ilişki
gösterirken, sanat dışı alandakilerde bu ilişkinin negatif
olduğunu gösteriyor.
59
PERSPEKTİF
Ve araştırmacıların son sözü: “Profesyonel olarak alınan
sanat eğitimleri/sanat programları, bireylerin yaratıcılık
becerilerini interkortikal bağlantılarını geliştirerek yükseltebileceğini
gösteriyor.”
Lorenzo Bernini
Sanatsal kabiliyeti bir anlamda yaratıcılığa dönüştürebilme yeteneği
bize bahşedilmedi ise daha fazla çalışarak, defalarca tekrar ederek
ve deneyerek elde edebilmek mümkün gibi. Elimizi, gözümüzü,
hafızamızı ya da kısacası aslında beynimizi eğitebiliriz. Nesneleri
olduğu gibi anlayabilmek, onları gerçek boyutlarıyla, renkleriyle,
açılarıyla ve çevreleriyle olan ilişkileriyle görebilmek ve hafızada
tutabilmek için daha fazla pratik yapmak şart. En azından bu konuyla
ilgili çalışan bilim insanları böyle söylüyor. Elbette ki sanatsal
yaratıcılık için gerekli en temel itkiye, yani “yaratma ihtiyacına”
sahipsek.
Peki ama yaratıcı kabiliyete çalışarak ulaşmak mümkün mü? Yaratıcılık
tek başına sanatsal bir yapı oluşturmak için yeterli mi? Beynimizin
gri ve beyaz alanları bize biraz ipucu veriyor gibi... Biçimsel
yaratıcılığa odaklanan ve yaratıcılık mekanizmasındaki farklılıkları
ortaya koymak adına Voksel Bazlı Morfometri (beyin anatomisindeki
merkezi farklılıkları ortaya koyan nörolojik görüntüleme) yöntemini
kullanarak, Torrance Yaratıcı Düşünce Testi-F (TTCT-F) ile
sanat eğitimi alan öğrencilerle almayanlar üzerinde yapılan akademik
bir çalışmanın bulgularından bahsetmek istiyorum. Yapılan bu
araştırmada, sanat eğitimi alan öğrencilerin TTCT-F skorlarının,
almayanlara göre belirgin şekilde yüksek olduğu gözlemlenmiş. Bunun
nedeni ise, bu öğrencilerin yaratıcı aktiviteler için daha fazla
pratik yapma olanağına ve çalışma süresine sahip olmaları. Yani
profesyonel anlamda alınan sanat eğitimleri ile biçimsel yaratıcılık,
bir derecede pozitif yönlü ilişkili.
Benim konuyla ilgili okuduklarımdan yaptığım genel çıkarım
ise şu: Önemli olan sanatçının ne kadar veya ne konuda
kabiliyetli olduğu değil, yaratmayı ne kadar çok istediği ve
bu konuda ne kadar çalıştığı. Yazının tam da bu kısmında,
zamanında doktora tezim için yaptığım araştırmanın bir
bölümünden de bahsetmek uygun olur gibi düşünüyorum.
İtalya’da kalırken sanat galerileri, sanatçı galerileri ve sanat
eleştirmenleriyle görüşmeler yapma fırsatım olmuştu. Onlara
sanat piyasalarını, sanatçı-galeri-eleştirmen ilişkilerini
ve bir galerinin bir sanatçı ile çalışmaya nasıl karar verdiğini,
sanatçının ve sanat yapıtının değerini nasıl belirlediklerini
sormuştum. Bu görüşmelerden edindiğim bilgilerden bir
genelleme yaparak söylüyorum; sanatçı galerileri, yani bizzat
sanatçıların bir araya gelerek açtıkları galeriler, sanatçı
ve sanat yapıtlarının değerini belirleyen temel unsurları öncelik
sırasına göre aldığı eğitim, gittiği okul, birlikte çalıştığı
isimler, katıldığı sergiler, yaratıcılık, kabiliyet, kendisinde
oluşturduğu hisler, kullandığı malzeme, bir galeri tarafından
temsil edilip edilmediği şeklinde sıralarken; sanat galerilerinin
genel olarak yaptığı sıralama sanatçının daha önce
katıldığı sergiler, yapıtta kullanılan malzemeler, yapıtın boyutu,
sanatçının daha önce kim tarafından temsil edildiği,
önceki satışları ve eğitimi/kiminle çalıştığı vb. şeklindeydi.
Sanırım bazen, bazı sanat galerileri için ağ etkisinin önemi,
diğer pek çok unsurdan daha önemli hâle gelebiliyor.
Yalnız şunu da söylemek gerekir ki, bir Gian Lorenzo Bernini
olmak çok da kolay olmasa gerek. Bir insan ömrü boyunca
çalışmak, Bernini olmaya yeter mi? Son derece şüpheli!
Zira kendisi “Il Ratto di Proserpina (Proserpina’nın Kaçırılışı)”
yapıtını henüz yirmi üç yaşındayken tamamlamış.
Ve son olarak yazmadan edemedim, koleksiyonerler için
esprili bir öneri geldi aklıma. Acaba satın almak istedikleri
eserlerin yanında, bir de sanatçı beyinlerin gri madde hacimlerini
gösteren tomografik görüntülemelerini mi isteseler?
NöroSanat-ÇI bağlamında...
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Yazar
Pınar Baltacı
60
RÖPORTAJ
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz:
AKM ülkemizin parlayan
yıldızı olacak
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kültür-sanat açısından ülkemizin en zengin şehirlerinden
olan İstanbul’u, Kültür ve Turizm
Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz ile konuştuk.
Pandemi sürecinde Bakanlığın aldığı
önlemlere değinen Yavuz, İstanbul’a yeni bir vizyon katacak
Atatürk Kültür Merkezi Projesi’ni de detaylandırarak, önümüzdeki
dönem çalışmalarını anlattı.
İstanbul, kültür-sanat açısından zengin bir şehir...
Köklü tarihi ve hepsi birer sanat eseri olan yapıları
bunun en açık örneği... Siz tüm bu zenginlikleri nasıl
anlatırsınız? Bununla beraber içerisinde bulunduğumuz
pandemi sürecinin sanatsal faaliyetler üzerindeki etkisini
yorumlamanızı isteyeceğim...
İstanbul’u anlatmaya ne ciltlerce kitap yeter ne de sayısız
şiir, şarkı, resim, fotoğraf, film... İstanbul’un kendisi sürekli
oluş hâlinde bir sanat eseri gibi gelir bana. Her bir sokağı,
her bir yapısı, yıllar içinde biriken tecrübelerin izlerini
yansıtır ve İstanbul tek kelimeyle büyüleyicidir. İstanbul,
ülkemizde kültür-sanatın kalbi olduğu gibi beynidir de aynı
zamanda. İstanbul, yerel ve uluslararası düzeyde sayısız
kültür sanat etkinliğine ev sahipliği yapan bir dünya kenti...
24 saat canlı sosyal hayatı, mimari şaheserleri, çok sayıda
sinema ve tiyatrosu, kütüphaneleri, galeri ve kültür merkezleri,
her disiplinden sayısız sanatçısı ve sanata meraklı kent
halkı ile hepimizin gözbebeği...
Küresel salgına ve etkilerine gelecek olursak, bütün sektörler
gibi kültür-sanat sektörlerini de olumsuz etkiledi hâliyle. Salgınla
mücadele etmek için getirilen kısıtlamalar, doğal olarak
kültür-sanat etkinliklerine büyük oranda sekte vurdu. Konserler,
sergiler, temsiller ertelenmek ya da iptal edilmek zorunda
kalındı. Bu süreçte her alanda olduğu gibi kültür-sanat alanında
da sanal dünyanın olanaklarından daha yoğun biçimde
yararlanmaya başladı sanatçılar. Pek çok yeni ifade imkânları
ve izleyiciye ulaşma yöntemleri kullanılmaya başlandı. Sanal
ortamlar, sanal ifade biçimleri zaten önemli bir atılım içindeydi.
Küresel salgın, bu atılımın hızını daha da ivmelendirdi.
Salgının başından bu yana biz de Bakanlık olarak halkımızın
sanatla ve kültürle iç içe olabilmesini, sanatın iyileştirici gücünden
yararlanabilmesini temin etmek için kültür, sanat ve spor
dünyamızdan önde gelen isimlerle “Evde Kal” kampanyası düzenledik.
“Sanat Cepte, Kitapla Kal, Sanat Heyecanı Evimizde,
Uzak Ama Birlikte, Hayat Eve Sığar” sloganlarıyla Bakanlığımız
kültür-sanat kurumları, etkinliklerini sanal ortamda çevrimiçi
olarak halkımıza sundu. YouTube kanalımızdan operalar, konserler,
yetişkin ve çocuklara yönelik tiyatro oyunları paylaştık.
TRT’de arşiv konserlerimiz ve temsillerimiz yayınlandı. Ayrıca,
Etkin Kütüphane programıyla halkımızla buluşmaya devam
ediyoruz. Müzelerimiz koleksiyonlarını sanalmuze.gov.tr adresinden
paylaşıyor. Bu sayede, fiziki ortamda sanattan uzak
kalmanın sıkıntısını gerek İstanbullular gerek bütün Türkiye
için bir nebze olsun azaltmaya çalıştık.
Geçen süreçte İstanbul’un kültür-sanat dünyasında
neler değişti? Elbette tüm bunlara ek olarak, Kültür
ve Turizm Bakanlığı olarak ne tür önlemler aldığınızı
öğrenmek isteriz...
Biliyorsunuz, mart ayından itibaren küresel salgının etkileriyle
baş edebilmek için çeşitli önlem paketleri uygulanıyor.
Biz de Bakanlık olarak girişimlerde bulunarak, kültür-sanat
dünyasının da yayınlanan tebliğlerin kapsamına alınıp, getirilen
avantajlardan yararlanmalarını sağladık. Böylece özel
tiyatro, müzik, yayıncılık gibi sanatsal hizmet sektörlerinde
faaliyette bulunan kültür sektörünün önemli paydaşlarının
mücbir sebep hâlinde olduğu kabul edildi. Konser, fuar ve
lunapark giriş ücretlerinin KDV oranları yılsonuna kadar
yüzde 8’e; sinema, tiyatro, opera, operet, bale, müze giriş
ücretlerinin KDV oranları yılsonuna kadar yüzde 1’e indirildi.
İş yeri kira stopajı yüzde 20’den yüzde 10’a indirilerek,
kiracı olarak faaliyetlerini yürüten tüm sektör paydaşlarına
destek sağlandı.
Bunların yanı sıra sanat faaliyetlerinin salgın döneminde de
sürdürülebilmesi ve vatandaşlarımızı sanatla buluşturabilmek
için 209 projeye yaklaşık 44 milyon TL destek sağladık.
Yine eser sahibi ve sanatçıları temsil eden meslek birliklerine
2020 yılı giderleri desteklerimizi iki katına çıkarttık.
48. İstanbul Müzik Festivali, Roman Müzisyenler Büyük
Türkiye Orkestrası - Müzik Hayattır gibi projeler de desteklenerek,
bu süreçte müzisyenlerin faaliyetlerini sürdürmesini
amaçladık. Bakanlık olarak gerek etkinlik destekleriyle
gerek proje destekleriyle, gerekse ödüllü yarışmalarla tiyatrolarımızın,
sinemamızın, müzik sektörümüzün, yayıncılığımızın,
görsel sanatlarımızın, gelenekli sanatlarımızın
ve her tür sanatımızın her zaman arkasındayız. Ancak bu
süreçte desteğimizi daha da artırdık. Örneğin, 2019-2020
sanat sezonu için özel tiyatrolarımıza ayırdığımız 6 milyon
100 bin TL desteği, 2020-2021 sezonunu kapsayan dönemde
küresel salgın koşullarını da göz önüne alarak yaklaşık üç
buçuk kat artırdık ve 21,5 milyon TL’ye çıkardık. Geliştirdiğimiz
Dijital Tiyatro Kütüphanesi Projesi ile 467 tiyatro
oyununun dijitalleştirilmesi için özel tiyatrolara 9,5 milyon
TL tutarında destek sağladık.
Kültür merkezlerine destek vermemize imkân sağlayan bir
yönetmeliğimiz var. Belli kıstasları yerine getiren kültür
sanat girişimleri, Kültür Yatırım ve Girişim Belgesi almaya
hak kazanıyor ve bu sayede çeşitli teşvikler kullanabiliyorlar.
Biz bu süreçte söz konusu yönetmelikte değişiklik yaparak,
salonu olan özel tiyatroların da bu teşvikten yararlanmasını
kolaylaştırdık. Bunlara ilaveten, Bakanlığımıza ait
kültür merkezlerimizi ve devlet tiyatrolarımızın salonlarını,
özel tiyatrolarımızın kullanımına sunduk. Özel tiyatroların
dijital kayıt oluşturarak etkinliklerini çevrimiçi ya da dijital
platformlardan yayınlamalarını sağlayacak yeni bir Dijital
Tiyatro Arşivi Projesi de geliştirdik. Sinema sektöründe ise
2020 yılında 234 projeye 46,5 milyon TL destek sağladık.
Böylece 2019 yılı ile karşılaştırıldığında sektöre verdiğimiz
desteği yüzde 22 oranında artırmış olduk. 2020 yılında 9’u
yurt dışı, 67’si yurt içi olmak üzere toplam 76 sinema etkinliğini
24,7 milyon TL ile destekledik. Bu desteğin 18,2
milyon TL’lik kısmını doğrudan sinema alanında faaliyet
gösteren meslek birliklerine ve kuruluşlarına verdik. Bunlar
dışında çeşitli kültür-sanat projelerinin yürütülmesine yönelik
olarak bu yıl 209 projeye toplam 60 milyon TL destek
sağladık. Bu projelerde yapılan ödemelerin yaklaşık yüzde
50’sini sanatçı/yazar/oyuncu/yönetmen gibi yaratıcı katkı
sunan kişilere yapılan telif kaşe ödemeleri oluşturuyor.
Kendi bünyemizdeki sanatçılarımızı da elbette düşündük.
Bakanlığımızda uzun yıllardır yevmiyeli statüde görev yapan
2 bin 944 kişiyi sözleşmeli statüye geçirdik. Bu sayede
bu arkadaşlarımızın özlük haklarında çok önemli bir iyileştirme
sağlandığı gibi maaşlarında yaklaşık yüzde 50 artış ve
yıllık izin hakkı getirilmiş oldu. Küresel salgın döneminde
onları yasal güvence altına alarak, sosyal ve ekonomik anlamda
yüz yüze kalacakları olası sıkıntıları önlemiş olduk.
Yeni AKM Projesi’nde hangi aşamaya gelindi? Bu yeni
projede İstanbulluları ne gibi sürprizler bekliyor?
İstanbul ve hatta tüm Türkiye, heyecanla Atatürk Kültür
Merkezi’ni (AKM) bekliyor. Projemizde hızla sona yaklaşıyoruz,
2021 yılında kapılarını sevenlerine açacak. Yeni
AKM, çok gelişmiş teknik imkânlarla donanacak. İstanbul’umuzu
dünya çapında öncü bir kültür-sanat şehri kılma
hedefimizde önemli bir rol üstlenecek ve uluslararası
kültür-sanat camiasında ülkemizin parlayan yıldızı olacak.
İstanbul, çok sayıda uluslararası etkinliğe sahne olmakla
birlikte kültür-sanat alanındaki potansiyeli daha fazla
aslında. Yeni AKM, bu potansiyeli hayata geçirmemizin
anahtarı olacak.
61
RÖPORTAJ
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
62
önemli bir turizm yatırımı... Ayrıca açık hava sergileri, konserler,
yerleştirmeler için çok uygun bir mekân olacak. Sergi
mekânı olarak kullanılan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne
bağlı Tophane-i Amire de bu bölgede yer alıyor.
RÖPORTAJ
AKM, dünyadaki benzerleri gibi sanatı besleyen, çoğaltan
ve şehrin her kesiminden ziyaretçiyi zengin içeriklerle buluşturan
bir yapı olacak. Daha önce opera, bale ve tiyatro
deneyimi yaşamamış olanları da bu sanat dallarıyla tanıştırmak,
izleyici sadakati oluşturmak, sanatı çocuk ve gençlerimizin
yaşamlarının olmazsa olmazı kılmak amacıyla
programlar yürütülecek burada. Yeni sanat için de uygun
bir ortam sunmasını hedefliyoruz. Hedeflerimizden biri de
daha çok insanın sanata erişimini ve katılımını sağlamak.
Bütün bu iddialı hedeflere ulaşmak için de yeni bir kurumsal
yapı kurguluyoruz. Bakanlığımızın sanat kurumları,
AKM’nin yerleşik sanat kurumları olacak. Bunun dışında
dış ve ortak yapımlara, festivallere de açık olacak.
Güzergâhın ikinci durağı, İstanbul’un hem yakın hem uzak
tarihinde önemli bir kültür havzası olan Galata Kulesi...
Restore ederek, İstanbul’un cazibe merkezlerinin yukarıdan
izlenebildiği, aynı zamanda bu merkezlerin tanıtıldığı
bir müzeye dönüştürdüğümüz Galata Kulesi, İstanbul’u yakından
tanımak isteyen turistler için iyi bir başlangıç noktası
olacak. Müzede, yaklaşık 16 yüzyıl boyunca başkentlik
yapan İstanbul’un tüm dönemlerini yansıtan eserler sergileniyor.
Kulenin üst katı, İstanbul’un en güzel panoramik
manzaralarından birine sahip... Kulenin dışındaki Galata
Meydanı, Bakanlığımız sanat kurumlarının etkinliklerine
sahne olacak ve bu bölgenin kültürel canlılığına katkıda bulunacak.
Buradan kısa bir yürüyüşle İstanbul’un ilk mevlevihanesi
ve Beyoğlu’ndaki en önemli Osmanlı eseri olan Galata
Mevlevihanesi Müzesi’ne ulaşıyoruz. Mevlevihane’nin
yanındaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ni de bu sene
yenileyerek açtık. Merkezde 97 kişilik bir cep sineması, 110
kişilik tiyatro salonu ve galeriler bulunuyor. Sinemada çocuk
filmleriyle kısa metrajlı sanat filmlerine ağırlık vereceğiz.
Galerilerde Bakanlığımızın sergileri yer alacak, ayrıca
isteyen sanatçılara ve galerilere de tahsis ediyoruz.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Biraz da fiziki yapısından bahsedersek, yaklaşık 100 hektar
kapalı alanda 2038 kişilik opera salonu ve 805 kişilik tiyatro
salonunun yanı sıra müzik sergisi ve stüdyosu, sanat ve
müzik kütüphanesi, çocuk sanat merkezi, sanat galerisi, çok
amaçlı salon, tasarım dükkânı, restoran, kitapçı ve kafelerin
yer aldığı bir kültür sokağı olacak. Çocuk yaşlardan itibaren
kültür-sanatla iç içe yetişen bireyler daha mutlu, daha yaratıcı,
çevre bilinci daha yüksek, toplumsal dayanışmaya ve sorumluluk
almaya daha yatkın oluyorlar. Biz herkesin sanata
ve kültüre eşit erişimini ve isterse katılımını bir hak olarak
görüyoruz. Bu da ancak buna uygun ortamlarla mümkün.
İşte AKM de bunlardan biri, hatta en önemlisi olacak.
AKM Projesi’nin tamamlanmasının ardından Beyoğlu ve
çevresini bütünsel olarak düşündüğümüzde, Galataport
Projesi’nin de bu bütünün bir parçası olarak kabul
edersek, kültür-sanat anlamında ne gibi hareketlenmeler
olacak? Siz genel çerçevede bu bölgedeki yenilikleri nasıl
anlatırsınız? Öngörülerinizi alabilir miyiz?
Bakanlığımız yeni cazibe alanları oluşturma konusunda stratejik
bir yaklaşım sergiliyor. Beyoğlu, İstanbul için hep özel
olmuştur, hep kültür ve sanatla anılmıştır. Birtakım talihsiz
gelişmeler, son yıllarda eski pırıltısını yitirmesine yol açmıştı.
Ancak şimdi eskisinden de canlı bir biçimde geri dönüyor
Beyoğlu. Biz de Bakanlık olarak iyi planlanmış bir projeyle bu
canlanmaya önemli bir katkıda bulunuyoruz. Galataport’tan
başlayıp, Taksim’e uzanacak olan Beyoğlu Kültür Yolu Projesi’nin
İstanbul için, küresel salgın sonrasında da kültür
ekonomisinin canlandırılması açısından önemli bir işlev
göreceğine inanıyorum. Kültür Yolu’nun başlangıç noktası
olan Galataport; Nusretiye Camii, Tophane Köşkü, Tophane
Çeşmesi ve Kılıç Ali Paşa Camii gibi simge yapıların arasında,
Tarihi Yarımada manzarasıyla benzersiz bir konumda. Çok
İstiklal Caddesi’nden Taksim’e yürüyüşümüze devam edersek,
sırada tarihi Atlas Pasajı’nda yer alan ve İstanbul’un marka
kimliğine önemli bir katkı verecek olan İstanbul Sinema
Müzesi var. Müzede, Türk sinemasının 106 yıllık tarihi sergilenecek.
Fiziki sergilemenin yanı sıra etkileşimli dijital uygulamalar
yer alacak. Tarihi Atlas Sineması da yenilendi, burası
sinemamızın ön gösterim ve ilk gösterimlere ev sahipliği yapacak.
Emek Sineması da güzergâhtaki önemli duraklardan
biri... İstiklal şairimizin son yılarını geçirdiği Mısır Apartmanı’nda
da Mehmet Akif Ersoy Müze Evi’ni açıyoruz. Taksim’e
geldiğimizde Taksim Camii Kültür Merkezi ve nihayet hepimizin
özlemle beklediği ve sanatın kalbinin atacağı AKM ile
güzergâhı sonlandırıyoruz. Beyoğlu Kültür Yolu’nda yer alan
kültür noktalarının yalnızca Beyoğlu’nu ihya etmekle kalmayacağına,
yakın çevresi ve bütün İstanbul kültür-sanat hayatı
için bir itici güç oluşturacağına eminim. Biz Bakanlık olarak
her çeşit sanat üretimini, eğitimini ve kültür girişimciliğini
destekliyor, sanatçılarımızın yanında yer alıyoruz. Kültür etkinliklerine
erişimi kolaylaştırıyor, sanatçılarımıza eserlerini
üretip sergileyebilecekleri mekânlar sağlıyoruz. Kültür merkezlerimizi,
şehir yaşantısındaki iş ve ev döngüsünü kıran
“üçüncü mekânlar” olarak kurguluyoruz.
İstanbul’daki çoğu müze ve sanat merkezinin genellikle
Avrupa yakasında toplandığını görmekteyiz. Anadolu
yakası ile ilgili düşünceleriniz neler? Özellikle Kadıköy,
sanatsal faaliyetlerin yoğun şekilde sürdüğü bir ilçe...
Kadıköy Süreyya Operası’nda Bakanlığımız Opera ve Balesi
temsilleriyle yer alıyor. Üsküdar Tekel Sahnemiz başta
olmak üzere Kadıköy’de bulunan çeşitli sahnelerde Devlet
Tiyatrolarımız sanatseverlerimizi ağırlıyor. Ayrıca, Bakanlık
olarak destek verdiğimiz özel tiyatrolarımızın birçoğu da
Anadolu yakasında faaliyetlerine devam ediyor.
63
AKTÜEL
Yazar
Nil Özer
İstanbul Sanat ve Antika Fuarı
mayıs ayına ertelendi
20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasına
ertelenen IAAF (İstanbul Sanat ve
Antika Fuarı)’nı sanat tutkunlarıyla
buluşturacak Demos Fuarcılık’ın Genel
Müdürü Hüseyin Aslan; “Erteleme
kararını katılımcılarımıza bizzat
sorduk, fikir ve destek aldık” dedi.
Demos Fuarcılık tarafından Şubat 2021’de ikincisi
planlanan IAAF (İstanbul Sanat ve Antika
Fuarı), Covid-19’a karşı alınan önlemler kapsamında
mayıs ayına ertelendi. İstanbul Sanat
ve Antika Fuarı’nı sanatseverlerle buluşturan Demos Fuarcılık’ın
Genel Müdürü Hüseyin Aslan; “İstanbul Kongre
Merkezi’nde gerçekleşecek IAAF, pandeminin yarattığı etki
ve belirsizlik nedeniyle 20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasına
alındı. Bu kararı, devletin yetkili kurumları ve danışma kurulumuzun
bazı üyeleri ile yaptığımız görüşmeler sonucunda
verdik. Sizlerin de bildiği gibi şu anda tüm dünyada virüse
karşı aşılama süreci başlıyor. Bu aşılamanın yaratacağı etki ve
alınan ciddi önlemlerle mayıs ayına kadar salgının üstesinden
gelineceği, en azından bu konuda bir rahatlama sağlanacağı
otoriteler tarafından söyleniyor. Bu nedenle, biz de fuarımızı
ileri bir tarihe erteledik” açıklamasında bulundu.
“Ziyaretçi sayımızda artış olacak”
Erteleme kararını katılımcılarına bizzat sorduklarını, fikir ve
destek aldıklarını belirten Hüseyin Aslan; “Havaların düzelmesi,
aşı çalışmaları ve alınan önlemlerle Covid-19’un çok zayıflayacak
olması sebebiyle ziyaretçi sayımızda artış olacağını
düşünüyoruz. Biz yine de pandemi şartlarını yerine getirmeye
devam edeceğiz. Fuarda herkes maske ile dolaşacak, belirli noktalarda
hijyen ünitelerimiz olacak. Ayrıca geceleri son teknolojiyi
kullanarak dezenfeksiyon yapacağız. Kısacası, fuarımızın iyi
ve başarılı geçmesi için her türlü önlemi şimdiden aldık” dedi.
“Dijital olarak hizmet veriyoruz”
Koleksiyonerler için projeler üretmeye devam eden Demos
Fuarcılık, hayata geçirdikleri “IAAF ONLINE” ile sanatseverlerin
gönlünü bir kez daha fethetti. Günde ortalama 2
bin kişi tarafından gezilen IAAF ONLINE (İstanbul Sanat
ve Antika Fuarı) hakkında bilgi veren Demos Fuarcılık
Genel Müdürü Hüseyin Aslan; “Dünyanın herhangi bir
yerinden birisi siteye girip, eser satın alabiliyor ve biz bu
satışlardan hiç komisyon almıyoruz. Satın almak isteyenle
sanatçı ya da galericiyi buluşturup, aradan çekiliyoruz.
Bunların haricinde online bölümümüzde sanatla ilgili bilgilendirici
teorik yazılar da var. Kısacası IAAF, büyüyen bir
marka değeri olarak tüm yıla yayılan bir yapı içine girdi”
diye konuştu.
“Antika ve sanatı ayıracağız”
Mayıs ayında gerçekleşmesi planlanan IAAF’nın geçtiğimiz
yıla göre daha yenilenmiş, daha etkileyici, hayata
dokunan bir fuar olacağının altını çizen Aslan; “Geçen
seneki gibi antika ve sanatı ayıracağız. Yani izleyiciye yarattığımız
özel alanlarda, ilgisine göre bir sunum yapmış
olacağız. Bunun haricinde, normal stant alanları dışında
video art, heykel, tasarım, klasik araba proje sergilerimiz,
performans ve konserlerimiz, ayrıca eğitim projelerimiz
ve konferanslarımız olacak. Profesyonel bir kadro ile çok
enerjik, çağın yapısına uygun, güzel bir fuar hazırlıyoruz”
ifadelerini kullandı.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
64
DOKUZUNCU SANAT
Yazar
Gürer Mut
Fransa’nın tükenmeyen çığlığı:
JACQUES TARDI
Fransız grafik roman sanatının en büyük
temsilcilerinden olan Jacques Tardi, Fransa
tarihinin tüm dönemlerini içselleştirip,
görsel bütünlüğe kavuşturmuş bir isim.
Onun çalışmaları, grafik romanı popüler
kültürün eğlence aracı olmanın ötesine
taşıyarak “tavır” alan, sözünü sakınmayan
bir üsluba büründürdü. Sıradan insanın
tükenmeyen çığlığının hikâyesini anlattı.
Jacques Tardi
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Dokuzuncu sanat olarak literatürdeki yerini alan
çizgi romanın on yıllardır sanat olup olmadığı
üzerine hummalı bir tartışma sürüyor. Kimileri
tarafından çizgi roman, estetik kültürün
uzantısı değil, kitle kültürünün değersiz bir ürünü olarak
yansıtılıyor.
Dünyanın pek çok yerinde sadece süper kahramanlarla, mizahla
veya çocuk edebiyatının bir uzantısı olarak karşılanan
çizgi roman, Pop Art istisnası dışında, sanat tarihiyle büyük
ölçüde kavgalı. Hâlbuki çizgi roman, insanın somut ve yalın
anlatısıdır. Toplumların yakın ve uzak tarihlerinden, normal
bir insanın günlük yaşam pratiklerine kadar uzanan bir
doğrultuda gezinir; hayal gücünü, sarsıcı tarihsel gerçekliği,
yazınsal ve görsel bütünlükte bir araya getirmeyi başarır.
Sanatın dokuzuncu kolu da elbette değişime uğradı, bir tür eril
anlatı olan ve kahraman kültüyle iç içe geçen çizgi romanın yerini
grafik roman aldı. Grafik roman; naifliğin, çoğulculuğun,
edebiyatın ve en önemlisi insanlığa karşı olan güçleri hedefine
koydu, muhalif bir haykırışa büründü. Elbette bu dönüşüm
kendiliğinden gelmedi. Birçok sanatçı bu değişimi olgunlaştırdı
ve ekoller oluşturdu. Bunlar arasında Fransız çizgi roman
sanatçısı Jacques Tardi ise apayrı bir yerde duruyor.
RADİKAL BİR SAVAŞ KARŞITI
Çok yönlü bir sanatçı olan Tardi, 20. yüzyılın ilk yarısında
baş gösteren savaşlara, Paris’in kenar mahallelerine, yer
altı dünyasına eğildi; Paris Komünü’nü anlattığı dört ciltlik
çalışması ile tarihe not düştü. Her fırsatta radikal bir savaş
karşıtı olduğunu söyleyen ve her türden milliyetçilikten ızdırap
duyduğunu belirten Jacques Tardi’nin çalışmalarını
incelediğinizde, onun ajitasyona saplanmadığını görürsünüz.
Okurunu cevapların peşinde koşturmak yerine, yaşanan
tarihsel kırılmalara ilişkin sorular sormaya yöneltir.
Fransız sanatçının birçok önemli çalışmasının içinden Adèle
Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları 1-2-3 (2010), Halkın
Çığlığı, Paris Komünü 1-2 (2010), 1914-1918 Siperdeydik
(2011), Tolbiak Köprüsünde Hava Puslu (2012), İstasyon
Sokağı No:120 (2017), Stalag IIB Kampında Savaş Esiri
(2017) ve Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya Dönüşüm
(2018) dilimize kazandırılan çalışmalarından.
‘SAVAŞTA ÖLÜM ÇIĞLIĞINDAN BAŞKA
HİÇBİR ŞEY YOK’
Özellikle Tardi’nin 1914-1918 Siperlerdeydik ve Halkın Çığlığı,
küresel boyutta büyük beğeni toplayan ve ön plana çıkan
çalışmaları oldu. Fransız sanatçının açtığı yol, birçok sanatçıya
ilham verdi. Kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt olan
1914-1918 Siperdeydik’te Fransız yazar, birinci paylaşım
savaşının resmi tarih anlatısının dışına çıktı. Kahramanlık
öykülerinin yerini ölümü bekleyen askerler, emre itaatsizlik
edenler, kaçanlar ve korkanlar aldı. İlk defa bir grafik roman,
siperlerin gerisinde yaşanan gündelik dertlere, endişeli bekleyişe
yüzünü döndü. Jacques Tardi’nin kitabının başında savaşa
dair yaptığı değerlendirmesi ise oldukça çarpıcıydı: “Adına
savaş denen bu iğrenç toplu macerada, ne bir kahraman ne
de bir ana karakter bulunmakta. Sahipsiz ve bitimsiz bir ölüm
çığlığından başka hiçbir şey yok.” Belki de bu nedenle Tardi,
2013 yılında kendisine verilen ve Fransa’nın en yüksek sivil
nişanı olan Légion d’honneur’u herhangi bir gücün iradesi
altında kalmamak için geri çevirdiğini açıklamıştı.
İKİNCİ SAVAŞIN TRAVMALARI
Bunların ötesinde Jacques Tardi’nin diğer karakteristik
çalışmaları ise Adèle Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları
serisi ve dedektif Nestor Burma’nın Türkçeye çevrilen
az sayıdaki macera serisinin ilk iki kitabı Tolbiak Köprüsünde
Hava Puslu, İstasyon Sokağı No:120... 1975’te yaratılan
Adèle Blanc-Sec’in Olağanüstü Maceraları, kadın
kahramanların çizgi romanlarda yer almadığı bir dünyada
büyük bir ilgi uyandırdı. Nestor Burma’nın maceraları da
başlı başına Fransız polisiyesinin bağrından kopmuştu.
Polisiye yazarı Leo Malet’ile girişilen ortak çalışma, Fransız
kara polisiyesinin en güzel örneklerinden. Öyle anlar
geliyor ki, bir yerden Jean Gabin’in belireceğini düşünüyorsunuz.
65
DOKUZUNCU SANAT
KADERLERİNİ KENDİ ELLERİNE ALAN
SIRADAN İNSANLARIN HİKÂYESİ
2001-2004 yılları arasında Jean Vautrin ile Halkın Çığlığı’na
imza atan Jacques Tardi, benzeri görülmemiş bir çalışmayı
ortaya çıkarttı. 1871 baharında Paris’te patlayan ve iki ay
süren fırtınayı yansıtan Halkın Çığlığı, kuru bir çizgi-belgesel
değil; halkın tarihsel belleğini, kültürünü ve folklorunu
estetik görsellikle tazeleyen bir çalışma oldu. Paris Komünü’nün
başlangıç tarihine denk düşen hikâyede Vautrin ve
Tardi; umutları, coşkuları, hayal kırıklıkları ve acılarıyla bir
döneme tanıklık etti. Paris’in yoksul, pis mahallelerinden,
batakhanelerden, atölyelerden, genelevlerden fırlayan karakterlerin
yarattığı o devasa gücün, insanlığın ortak kaderi
için giriştiği mücadeleydi bu.
Jacques Tardi, bu büyük senfoninin sıradan insanlarına
saygı ve minnet duyuyor adeta. Özgürlük ve eşitlik sloganını
temsil eden, göğüsleri açık, ayakları çıplak ve ellerinde
bayraklarıyla yollara çıkan Marianne silüetlerinin kâğıda
yansıdığı o anlarda, St. Germain Bulvarı’nda bir barikatın
içindeydik artık. Versailles askerlerinin saldırıya geçtiği
anlarda ise sirkte insanları eğlendiren cüce Matmazel Palmir’in
kafasında Frigya külahı, belinde revolver tabancasıyla
cepheye koştuğuna şahit oluyoruz; “Komünün bütün
evlatlarına ihtiyacı var! En küçüklerine bile!” O andan sonra
cüce Palmir, Fransa’nın ulusal sembolü Marianne’nin yerini
çoktan almıştır artık. Dedik ya Halkın Çığlığı sıradan insanların
hikâyesi diye; Vautrin ve Tardi, sıradan insanı idealize
etmeden, onun tüm varoluşlarına tanıklık etmemizi istiyor.
Çıkarcı, bencil, lümpen hâllerini görmemizi istercesine, karakterleri
yalın bir şekilde sunuyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda esir şehrin bunaltıcı ve tehlikeli
atmosferi içinde geçen Burma’nın hikâyeleri, sinema
perdelerine de yansıdı. Tardi, İkinci Dünya Savaşı’nda
yaşananları anlattığı çalışmalarda ise bambaşka bir ruh
hâline büründü. Esir düşmenin ve esir kamplarının ne
demek olduğunu tarihi belgelerden değil, babasının yaşadıklarından
bilen Jacques Tardi; Stalag IIB Kampında
Savaş Esiri, Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya
Dönüşüm ve hâlihazırda Türkçeye çevrilmemiş olan serinin
üçüncü kitabı Savaştan Sonra’da babasının anılarına
yer veriyor.
FRANSIZ KÜLTÜR TARİHİNİN
GÖRSEL BELLEĞİ
Tardi’nin çalışmalarını bir araya getirdiğimizde ortaya Fransa’nın
kültür hayatı, tarihi ve insan ilişkileri ortaya çıkıyor.
Bu anlamıyla Jacques Tardi, Fransa tarihinin tüm dönemlerini
içselleştirip, görsel bütünlüğe kavuşturmuş bir isim. Çalışmaları
sadece Avrupa sanatını değil, tüm dünyada sayısız
sanatçıyı etkilemiş; grafik romanı kahramanlık kültüründen
kopartarak, sıradan insanın dertlerinin peşine düşmüş
bir isim. Çalışmalarında melankolik bir hava estiren Tardi,
Türkçeye çevrilmemiş birçok kitabında çelişkilerin peşinde
koşmuş. New York Mon Amour’da metropol kültürünün
birey üzerindeki yıpratıcılığını sorun edinmiş, 1968-2008...
N’effacez pas nos traces!’te ise Mayıs 68’i bestelerin içinden
çıkartmış. Son olarak denilebilir ki, Tardi her koşulda
kendi ruhunu toplumsal paradigmanın içinde arayan, keşfe
çıkmış bir sanatçı olmuş. Grafik romanla sosyal tarihi ve
edebiyatı buluşturmasının yanı sıra dokuzuncu sanata yönelik
bakış açılarını değiştirmeye, potansiyelini göstermeye
kendisini adamış.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
66
SANAT MERKEZİ
Yazar
Nil Özer
“ Genç neslin koleksiyon
merakı çok değerli”
Başta İzmir olmak üzere, ülkemizin sanatsal ve kültürel
hayatına katkı sağlayabilmeyi, İzmir’in kültürel kimliğini
uluslararası sanat ortamı ile paylaşmayı ve yediden
yetmişe herkese sanatı sevdirmeyi hedefleyen Arkas
Holding, çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor. Türkiye’nin tanınmış
koleksiyonerlerin başında gelen Arkas Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Lucien Arkas’ın katkılarıyla sanatseverlerin hizmetine
sunulan Alsancak Arkas Sanat Merkezi, Bornova Arkas Deniz
Tarihi Merkezi ve Eylül 2020’de açılan Arkas Sanat Urla hakkında
merak ettiğimiz soruları, Arkas Sanat Merkezi Direktörü Müjde
Unustası yanıtladı.
Sanatseverlerin övgüyle bahsettiği Arkas Sanat Merkezi’nde
bugüne kadar hangi aktiviteler ve sergiler gerçekleşti?
Bundan sonraki etkinlikler neler olacak?
2011 yılında açılan Arkas Sanat Merkezi, yılda iki tematik serginin
yer aldığı bir sanat mekânı. Hem Türkiye’den hem de Louvre,
British Museum, Rijksmuseum, Musée Picasso gibi yurt dışından
önemli kurumlarla gerçekleştirdiğimiz iş birlikleriyle şu ana kadar
21 sergiye ev sahipliği yaptık. Düzenlediğimiz sergiler paralelinde
konferans, atölye çalışması gibi pek çok etkinlik de gerçekleştirdik.
Pandemi sebebiyle Arkas Sanat Merkezi’nde yüz yüze gerçekleşen
etkinliklere ve çocuk atölyelerine bir süreliğine ara verdik, ancak
sergi etkinliklerimizi sosyal medya platformlarından izleyicilerimize
ulaştırmaya devam ediyoruz.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Kaç adet sanat merkeziniz sanatseverler için hizmet veriyor?
Şu anda İzmir’de üç farklı sanat mekânımız faaliyet gösteriyor. Yine
İzmir’de hayata geçireceğimiz yeni projelerimiz için de çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Alsancak’ta yer alan Arkas Sanat Merkezi, uzun
yıllar Fransa Konsolosluğu olarak kullanılmış tarihi binanın restore
edilmesinin ardından Kasım 2011’de kapılarını açtı. Bornova’da bulunan
Arkas Deniz Tarihi Merkezi, geçmişi 1800’lere kadar uzanan
binasında, denizcilik tarihini ve denizcilik sektöründeki gelişimi
göstermek amacıyla 2012 yılında açıldı. Son olarak, Urla’da Eylül
2020’de hizmete giren Arkas Sanat Urla ise farklı alanlara odaklanan
Arkas Koleksiyonu’na bütüncül bir bakış açısı sunarak; resim,
heykel, halı, zırh gibi sanat ve zanaatın farklı alanlarından önemli
örnekleri buluşturuyor. 19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başında Paris
ve çevresinde bir araya gelen ve Batı sanatının modern çağını başlatan
çok önemli ressam ve heykeltıraşların eserlerinin yanı sıra 16.
yüzyıl Osmanlı halıları, 16-17. yüzyıla tarihlenen Avrupa hanedanlarına
ait zırh ve silah koleksiyonu, Rönesans dönemi duvar halıları
ile Türkiye’de eşi benzeri olmayan bir eser seçkisini ziyaretçilere
sunuyoruz. Bahsettiğim tüm mekânlar ücretsiz olarak ziyaret edilebilmekte
ve düzenlenen etkinlikler de yine aynı şekilde ücretsiz.
Pandemi döneminde her kesim gibi sanat alanı da zor günler
geçiriyor. Karantina günleri için sanatseverleri keyiflendirecek
etkinlikleriniz olacak mı?
Sosyal medya hesaplarımız üzerinden ziyaretçilerimizle güncel sergi
paralelinde hem fotoğraf hem video içerikleri paylaşıyoruz. ‘Arkas
Sanat Merkezi’ sosyal medya hesaplarını takip eden sanatseverler
içeriklerimize ulaşabilir. Özellikle pandemi sürecinde sosyal medyada
sanatseverlerle etkileşimimiz arttı. Sanata erişimi kolaylaştırarak,
2011 yılından bu yana gerçekleştirdiğimiz sergilerin tamamını web
sitemizde sanal gezinti ile ziyaretçilerimize açtık. www.arkassanatmerkezi.com
üzerinde yer alan ‘Sanal Gezinti’ sekmesinden güncel
ve geçmiş sergileri üç boyutlu tur ile gezmek mümkün.
Çocuklarımızı da unutmuyorsunuz…
Evet, güncel sergilere paralel olarak düzenlenen çocuk atölyelerini
çevrimiçi atölyelere dönüştürerek, minik sanatseverlerle buluşturmaya
devam ediyoruz. Her cumartesi-pazar, sosyal medya hesaplarımız
üzerinden paylaştığımız ücretsiz etkinliklerle çocukların evde
basit malzemelerle yaratıcılıklarını geliştirip, keyifli vakit geçirmelerine
olanak sağlıyoruz. En çok önemsediğimiz ziyaretçi grubumuzu
oluşturan okul grupları için de “Okullar gelemiyorsa biz onlara
gidelim” mottosu ile yine çevrimiçi etkinlikler ve indirilebilir okul
kitapçıkları hazırladık.
Okul kitapçıklarında bulunan sanal gezinti linki üzerinden öğretmenler,
öğrencileriyle güncel ve geçmiş sergilerimizi gezerken aynı
zamanda ilk, orta ve lise seviyesine uygun hazırlanmış metinler
eşliğinde keyifli bir sergi turu yapılabiliyorlar. Ardından yine okul
kitapçığında bulunan soru-cevap bölümü ile araştırma konuları ve
örnek aktivitelerle etkinlik, öğrencilerin etkin katılımı ile tamamlanıyor.
Bu şekilde hem İzmir’den hem de İzmir dışından bizimle
iletişim kuran pek çok okula mail ortamında okul kitapçıklarımızı
ulaştırdık. Buradan da tekrar duyurmak isterim, uzaktan eğitim
sürecinde etkinliklerimizi gerçekleştirmek isteyen eğitimcilerimiz
bizimle iletişim kurabilir. İçeriklerimizi onlarla paylaşmaktan mutluluk
duyarız. Çevrimiçi etkinliklerimize ve takipçilerimizin sanatla
kalmalarını destekleyici içerikler paylaşmaya devam edeceğiz.
Müjde Hanım, kaç yıldır Arkas Ailesi’yle birliktesiniz. Arkas
Sanat Direktörü olarak sanata olan ilginiz ne zaman başladı?
Benim Arkas Ailesi’nde dokuzuncu senem. Sanata ilgim hep vardı.
Küçükken resim yapmayı çok severdim ve büyüdüğümde ressam
olmayı hayal ederdim. Evdeki kütüphanemizdeki sanat kitaplarını
ilgi ile incelerdim. Ailece çokça da müze gezerdik. Sanat sevgisi
küçük yaşlarda insanın içine işliyor. İnsan gördükçe kendini daha
aşina hissediyor ve kendini bildikçe gördükleri hakkında daha çok
şey öğrenmek istiyor. Ortaokul yıllarımdan itibaren sanat tarihine
yöneldim. İleride sanat tarihi ve müzecilik alanında kariyer yapmaya
o yaşlarda karar verdim. Resimle ilişkim hep devam etti, son yıllarda
pek vakit ayıramasam da. Sanat tarihi çok geniş bir alan... Ben
20. yüzyıl başı Avrupalı avangart sanatçıları çok seviyorum. Henri
Matisse’e çocukluğumdan beri hayranım. Bir gün umarım sergisini
yapmak kısmet olur. Ayrıca Anadolu halıları, lise yıllarımdan beri
büyük ilgi ve sevgi duyduğum bir alan.
Kaç kişilik bir ekibiniz var. Projelere en son Sayın Lucien Arkas mı
karar veriyor, yoksa planladığınız her çalışmanızı destekler mi?
Arkas Sanat olarak; koleksiyonun konservasyonu, yeni eserlerle
desteklenmesi, paylaşılması, sergilerin hazırlanması, mekânların
ziyaretçilerle buluşturulması, etkinliklerin ve çocuk atölyelerinin
hazırlanması gibi pek çok farklı alanda, konusunda yetkin kişilerden
oluşan bir ekibimiz var. Hayata geçirdiğimiz projeler, bu ekibin
her bir bireyinin özenli çalışması sonucunda sanatseverlerle buluşuyor.
Elbette Sayın Lucien Arkas’ın hem Arkas Koleksiyonu’nun
geliştirilmesinde hem de gerçekleşen sergilerdeki rolü büyük. Sanatı
geniş kitlelerle paylaşma tutkusu ve sahip olduğu vizyonu doğrultusunda
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Müjde Hanım, siz de koleksiyoner misiniz? Arıca Türkiye’de
koleksiyonerlik için neler söylemek istersiniz?
Sanata olan ilgim ve kariyerimde geldiğim nokta itibariyle elbette
dönem dönem beğenip aldığım sanat eserleri oluyor, fakat kendimi
koleksiyoner olarak tarif edemem. Türkiye’de son yıllarda sanat
eserlerine ve koleksiyonerliğe karşı artan bir ilgi var. Ancak her
sanata ilgisi olan ve sanat eseri satın alan kişi koleksiyoner değildir.
Koleksiyonerlik, ciddiyetle yapılması gereken, bilgi birikimi ve
kendi içinde bütüncül ve anlamlı olma gayesiyle istikrar gerektiren
bir alan. Türkiye’de çok kıymetli koleksiyonerler var. Genç nesilde
de yaygınlaşan koleksiyon yapma arzusu ve eğilimini de oldukça
önemsiyorum. Sanata olan tutkularını ve bir araya getirdikleri
eserleri geniş kitlelere ulaştırma misyonuna sahip koleksiyonerlerin,
koleksiyonlarında yer alan eserleri sanat mekânları ve sergiler
aracılığıyla daha geniş kitlelerle paylaşmaları ile Türkiye’deki sanat
ortamına yaptıkları katkılarının çok değerli olduğunu düşünüyorum
ve bunun artarak devam etmesini diliyorum.
Arkas Sanat Merkezi’nin bundan sonraki hedefleri nelerdir?
Arkas Sanat Merkezi’nde, açıldığımız günden bu yana Arkas Koleksiyonu’ndan
eserlerin yanı sıra hem ulusal hem de uluslararası
kurum ve kuruluşlarla yaptığımız iş birlikleriyle farklı dönemlere
ışık tutan tematik sergiler hazırlamaya devam edeceğiz. Sanatın
farklı alanlarından önemli sanatçıların eserlerini her yaştan sanatseverle
buluşturma ve sanatı herkesin hayatının vazgeçilmez
bir parçası kılma hedefiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bir
sonraki projemiz, Arkas Koleksiyonu’ndan derlenmiş eserlerden
oluşan bir koleksiyon sergisi olacak. Pandemi sürecini en kısa zamanda
atlatıp, sağlıklı ve sanat dolu günlerde ziyaretçilerimizle
buluşmayı diliyorum.
67
SANAT MERKEZİ
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
68
TİYATRO
Yazar
Pınar Baltacı
İstanbul Devlet Tiyatrosu
Genel Müdürü Kubilay Karslıoğlu’ndan
Devlet Tiyatroları’nın
‘yeni normali’
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
1985 yılından bu yana Devlet Tiyatroları’nda sayısız
oyunla karşımıza çıkan büyük aktör Kubilay
Karslıoğlu, mesleğini İstanbul Devlet Tiyatrosu
Genel Müdürü olarak sürdürüyor. Sanat açısından
her daim zengin bir şehir olan İstanbul’da böyle önemli
bir görevi üstlenmek zor gibi görünse de Karslıoğlu hâlinden
oldukça memnun. Sanata ve oyunculuğa aşık olan aktörün
hayatından kesitler ışığında Devlet Tiyatroları’nı ve
İstanbul’u konuştuk. Hem zaten bu ikisini birbirinden ayırabilmek
ne mümkün...
Devlet Tiyatroları’nda geçen bir ömür sizinki...
Nasıl başladı yolculuğunuz?
1980 yılında o zamanlar Ege Üniversitesi olan, şimdilerin
9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk
Bölümü’ne girdim. 1985 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda
göreve başladım. Ardından yaklaşık 6 yıl Bursa Devlet
Tiyatrosu’nda görev yaptım. 1995 yılında İstanbul Devlet
Tiyatrosu’na tayinimin çıkmasıyla buradan hiç ayrılmadım.
Tüm bu süreçler bana çok şey kazandırdı. Türkiye’nin en
ücra köşelerine kadar sanatı taşımak çok önemli bir görev...
Çünkü biz sadece bir tiyatro grubu değiliz, biz Türkiye’nin
her yerine sanat götüren en büyük kurumlardan biriyiz. Şu
an dönüp baktığımda sanırım en fazla 10 il kalmıştır gitmediğim.
Yurdun tüm kasabalarına ve köylerine oyunlarla
gittik, oradaki insanları sanatla tanıştırdık. Tek oyun içerisinde
hep beraber güldük ve ağladık. Aynı havayı soluduk,
aynı ortamları paylaştık. Bu herkes için olağanüstü bir deneyimdi.
Devlet Tiyatroları, bugün 70 sahnede perde açan
oldukça büyük bir kurum. Bu kurum içerisinde yer aldığım
için çok mutluyum. Çünkü oyunculuk benim için bir meslek
değil, yaşam biçimi...
Kubilay Bey, pandemi sürecini tiyatrolar açısından
yorumlamanızı isteyeceğim. En çok etkilenen
alanlardan olan tiyatroda bu dönemde neler
yaşandı?
Pandemi süreci sadece bizim için değil, tüm
dünyadaki sanat faaliyetleri ve tiyatrolar için
oldukça zor geçiyor. Çünkü sanatsal etkinliklerin
büyük çoğunluğu, kalabalık alanlarda ve
büyük salonlarda gerçekleştiriliyor. Hâl böyle
olunca, bu kötü hastalığın artışını engellemek
adına bazı kısıtlamalar getirildi. Bu doğal süreçte
Devlet Tiyatroları açısından üretememekten
dolayı zorlu bir dönem geçirilirken,
özel tiyatrolarda çok daha büyük
sıkıntılar yaşanıyor. Yine de bu
süreci olumluya çevirebilmek
adına çalışmalar geliştirmemiz
gerektiğini düşünüyorum.
Hatta belki bu
dönemden çıktığımızda
yeni akımlar bile
doğabilir. Çünkü
tarihte bu denli
zorlu dönemlerin
ardından
hep sanatta büyük patlamalar oldu. Orta Çağ karanlığının
ardından Rönesans dönemi patlak vermiş, veba salgınından
sonra en iyi oyunlar yazılmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
sanat bambaşka bir noktaya evrilmiştir. Elbette oldukça
sıkıntılı ve yaşanmaması gereken bir zaman dilimindeyiz
ama yine de umudumuzu koruyalım. Dünya üzerinde kapanılan
evlerden yeni yeni üretimler gelmeye başlıyor. Yeniden
keşfetmeye başlıyoruz.
Pandemi sürecinde iptal edilen tiyatro oyunları,
online olarak gösterime giriyor. Bu gelişmeleri nasıl
değerlendiriyorsunuz? Online olması tiyatronun ruhuna
aykırı mı yoksa bu çağımızın gerekliliği mi?
Tiyatro elbette canlı bir performanstır ve asla seyircisiz olmaz.
En basit hâliyle, bir seyirci ve oyuncunun buluşması
anlamına gelir tiyatro... Ancak böyle bir dönemde alternatif
yaratılmasına da olumlu bakıyorum. Normalde oyunlar oynanırken
mutlaka kayıt altına alınır. Bu kayıtlar, gelecekte
birileri oyunlarla ilgili bilgi almak ister diye arşivlenir. Şimdiki
süreçte oldukça işimize yaradı bu arşivler. Ancak tabii
canlı izlemek kadar büyük bir tat ve haz vermiyor. Oyunlar
hakkında genel bilgi edinebilir, pandemi sürecinin ardından
canlı izlemek için bir ön bilgiye sahip olabiliriz bana kalırsa.
Tiyatro, özü itibariyle seyircisiz olamaz. Geçmişi 3 bin yıl
öncesine dayanan bir sanattan bahsediyoruz.
Devlet Tiyatroları’nın yeni dönem oyunlarını anlatır
mısınız? Bu sezon ne gibi yenilikler yer aldı?
Pandemi süreci, Devlet Tiyatroları olarak repertuvar anlayışımızı
yeni bir bakış açısıyla ele almamızı sağladı. Çünkü
kalabalık oyunları ve büyük prodüksüyonları düşünürken,
bütün dünyada olduğu gibi daha az kadrolu; bir, iki, en fazla
üç-dört kişilik oyunlara yöneldik. Kalabalık oyun projelerimizi
biraz ötelemek durumunda kaldık
sonları bir gün perde açabiliyorduk. ‘’Oda’ ve ‘Aziz Nesin’ sahneleri
ise güzel salonlardı, ancak depodan bozma alanlardı.
Yeni projede yaklaşık 820 kişilik bir ayrı salonumuz var. AKM
oldukça iyi bir kültür adası projesine dönüşmüş durumda.
Sinema ve sergi salonlarıyla, kafeleriyle, ayrı tiyatro ve opera
binası ile şehre farklı anlamda bir vizyon kazandıracak. Tamamlanmasını
büyük bir heyecanla bekliyorum.
Özellikle Aziz Nesin Sahnesi’nde deneysel çalışmalar
yapılıyordu. Bu bağlamda alternatif sahneler hangileri
olacak?
AKM’nin bu yeni hâliyle birlikte Aziz Nesin Sahnesi de doğal
olarak yok oldu. Fakat onun yerine yine deneysel işlerin
yapılabileceği Taksim’deki Garibaldi Sahnesi hayata geçirildi.
Bunun yanında, deneysel yenilikçi işlere yönelik iki ayrı
sahnemiz daha var. Bunlardan biri, dijital sahneye dönüştürdüğümüz
Üsküdar’daki ve Mecidiyeköy’deki Stüdyo Sahneler...
Ayrıca yine İstiklal Caddesi üzerindeki Tarık Zafer
Tunaya Kültür Merkezi içerisinde de 100 kişilik bir cep
sahnemiz olacak. Bu haberlerle birlikte Beyoğlu’nun eski
günlerine döneceğine olan inancımı da paylaşmak isterim.
69
TİYATRO
Tiyatronun ‘İstanbul’ hâlini de sormak istiyorum.
Pandemiden önce bazı yeni sahneler açılmıştı. Sizce bu
sayılar yeterli mi? Şehrin tüm semtlerine ulaşabilmek
adına neler yapılabilir?
Evet doğru, pandemi öncesinde İstanbul’un pek çok yerine
yeni tiyatrolar açıldı. İstanbul Devlet Tiyatrosu olarak bizler
de Zeytinburnu Sahnesi, İstiklal Caddesi üzerindeki Garibaldi
Sahnesi ve Mecidiyeköy’de yeni sahneler ile birlikte
toplamda beş yeni sahne açtık. Tabii ki 20 milyonluk bir şehir
için bu sahneler yeterli olmayacaktır. Yenilerini açmayı
ve tüm semtlere ulaşabilmeyi bizler de çok istiyoruz. Ancak
bu anlamda gerekli teknik, idari ve sanatçı personelimizde
artış olması gerekiyor. Özellikle teknik personel anlamında
yetersizliğimiz var. Bunun yanında, düzenli olarak belediye
sahnelerini ziyaret ediyoruz. Ancak yine de sanatın yaygınlaştırılması
açısından hemen her semtte birer tiyatro olması
şart. Bu bağlamda elimizden geleni yapıyoruz.
Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’nin yıkımından önce
Devlet Tiyaroları’na ait Büyük Salon, Oda Sahnesi ve
Aziz Nesin Sahnesi bulunuyordu. Yeni projede sahnelerde
bir değişiklik olacak mı?
Atatürk Kültür Merkezi (AKM), çok büyük ve heyecan verici
bir proje. Eskiden tiyatro, opera ve bale tek bir bina içerisinde
yer alırken, şimdi ayrı ayrı binalarımız var. Bence en önemli
noktalardan bir tanesi bu... Örneğin, biz AKM Büyük Salon’u
opera ve bale ile birlikte ortak kullandığımız için sadece hafta
“Üsküdar’da biri Tekel, diğeri Stüdyo Sahne olmak üzere
hâlihazırda iki farklı sahnemiz var. Tekel Sahnesi’nde oyunlarımız
devam ederken, Stüdyo Sahne’yi de dijital sahneye
çevirdik ve özel tiyatroların kullanımına açtık. Bizim sağladığımız
kamera, ses, ışık sistemini kullanarak, özel tiyatrolar
kendi oyunlarını çekebilecek. Üstelik kurgusunu da biz
üstleneceğiz. Sanıyorum dünyadaki ilk dijital sahne olacak.
Seyirciler, bir ücret karşılığında dijital platformlarda oyunları
izleyebilecek. Özel tiyatrolara gelir sağlayabilmek adına
önemli bir hamle olduğunu düşünüyoruz.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
70
Yazar
Derya Ülkar
MÜZİK
Serenad Bağcan:
Müzik sadece eğlenmek için değildir,
müziğin birleştirici bir yönü var
Etkileyici vokalinde hem ailesinden gelen Türk
Halk Müziği geleneklerini hem de eğitimini aldığı
Klasik Batı Müziği’ni sentezlemiş özgün bir
isim Serenad Bağcan... İçinde bulunduğumuz
pandemi döneminde çalışmalarına devam eden sanatçı, son
olarak geçtiğimiz aylarda piyanist ve besteci Fazıl Say ile birlikte
hayata geçirdikleri “Şu Dünyanın Sırrı” isimli albümle
dinleyici karşısına çıktı.
Pandemi döneminde stüdyo çalışması yapmanın kendisine
iyi geldiğini söyleyen Bağcan; “Tüm bu olan bitenin içinde
kendimi sorgularken Fazıl Say ile bu projeye başlamak ve
albüm isminin ‘Şu Dünyanın Sırrı’ olması da benim için
çok manidardır” dedi. Say’ın Türk edebiyatının unutulmaz
şair ve yazarlarının şiirlerini bestelediği şarkı albümlerinin
dördüncüsü olan Şu Dünyanın Sırrı’nda; Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal, Sabahattin Ali, Kaygusuz Abdal, Aziz Nesin,
Metin Altıok ve Ömer Hayyam şiirleri yer alıyor. Şan ve piyanonun
başrolde olduğu albüm, 8 parçadan oluşuyor.
Müziğin sadece eğlenmek için olmadığını, böyle zamanlarda
en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin müzik olduğunu söyleyen
Serenad Bağcan’la hem pandemi dönemindeki müzik
sektörünü hem de Fazıl Say’la son çalışması “Şu Dünyanın
Sırrı” albümünü konuştuk.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Fazıl Say’la birlikte çalıştığınız son albüm “Şu Dünyanın
Sırrı”, içinde bulunduğumuz pandemi döneminde kaydedildi
ve yine pandemi döneminde yayınlandı. Böyle bir dönemde
yeni bir şeyler yayınlıyor olmak size nasıl hissettirdi?
Çok değişik bir dönemden geçiyoruz. Dünyamız ve üzerinde
yaşayan bizlerin kurduğu düzenler değişiyor. Tüm bu olan
bitenin içinde kendimi sorgularken Fazıl Say ile bu projeye
başlamak ve albüm isminin “Şu Dünyanın Sırrı” olması da
benim için çok manidardır. Bu dönemde konser veremesek
de stüdyo çalışması yapmak bana iyi geldi ve mutlu oldum.
Tüm müzisyenler, sahne emekçileri gibi siz de işinizden,
sahnelerden uzak kaldınız. Nasıl geçiyor günleriniz?
Aslında biz müzisyenler, bu duruma en alışık olan insanlarız.
Çünkü ülkede moral bozucu ya da kötü olarak adlandırdığımız
bir şey olduğunda, ilk vurulan sektördür müzik sektörü.
Oysa ki bu gibi zamanlarda en ihtiyaç duyduğumuz
şeydir o. Sadece eğlenmek için değildir, birleştirici ve sağaltıcı
yönü de vardır müziğin. Sorunuzun yanıtına gelince; ha-
zır zaman bulmuşken yeni dünyanın yarattığı yeni mesleklerden,
benim de işime yarayacak olan bir tanesini seçtim, ikinci üniversitemi
okuyorum. Eğitim kurumlarımızdan gelen istekler üzerine
öğrenciler ile online buluşmalara katılıyorum. Röportajlar ve bazen
de radyo, televizyon ve YouTube programlarına konuk oluyorum.
Gelecekte yapacaklarım için de proje hazırlıyorum.
Müzik sektörü çalışanları, bu dönemde en çok zorlanan
kesimlerden biri oldu. En çok da özellikle salgının ilk
dönemlerinde yetkililer tarafından müziğin hiç anılmaması çok
tepki çekti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu durum ülkemizde, sanatın eğlence ile nasıl karıştırıldığının bir
göstergesidir bence. Ayrıca karar vericilerin, bir enstrüman çalmamış
veya çalmaya yeltenmemiş olması ve onu çalmak için verilen
çaba ve emeğin değerini bilmiyor olması, saatlerce şarkı söyleyen
birinin ne kadar efor harcadığını, hem fiziksel hem mental olarak
yüksek bir konsantrasyon ve performans gerektirdiğini bilmiyor
olması ile açıklanabilir diye düşünüyorum. Sanatı hayatının içerisine
sokamamış, bir tabloya saatlerce bakmanın keyfini sürememiş,
müziği dinlerken ayakları yerden kesilmemiş insanların karar verirken
de bu gibi hatalar yapmaları çok muhtemel değil mi sizce de?
Fazıl Say, bir röportajında sizin için “Fazıl Say müziğinin
yorumcusudur” diyor. Sizin müzikal kariyerinizde büyük
etkisi olan bir isim diyebiliriz sanırım…
Elbette… Beni geniş kitlelere tanıtan, ismimin ve sesimin
tanınır olmasını sağlayan Fazıl Say’dır. “Müziğimin yorumcusudur”
cümlesi ise bir yorumcu için nirvanadır diyebiliriz.
Sadece anne baba değil, üç kuşak tüm aileniz müzisyen...
Meslek seçimi yaparken “Zaten yapmam gereken bu” diye
mi düşündünüz yoksa başka bir meslek de düşünüyor
muydunuz?
Şöyle bir gerçeğimiz var ki, bizim ailemizde müzik çocukluktan
itibaren hobi olarak başlar. Bu yüzden hepimiz branşlaşacağımızı
zannettiğimiz üniversiteleri okur, sonrasında
da hobimiz olan müziği meslek ediniriz. Örneğin ben Eczacılık
Fakültesi mezunu olmama karşın, Devlet Çoksesli
Korosu’nda sanatçıydım.
Aileniz vasıtasıyla edindiğiniz tecrübelerin yanı sıra
bir yandan halanız Selda Bağcan’ın Türk Halk Müziği
temsilcisi olması, diğer yandan Klasik Batı Müziği eğitimi
almanız... Bu farklı tarzların şu anki yorumunuza etkisi
nasıl oldu?
Bence farkında olmadan bütün bu bileşenlerin sentezini yapıp,
bir üslup geliştirmişim. Üzerine empati yeteneğimi de
biraz serpiştirince, böyle bir yorum çıkmış.
İlk solo albümünüzü 2019 yılında yayınlamış ve
babanızın bestelerini seslendirmiştiniz. Her müzisyenin
yaşayabileceği bir deneyim değildir. Siz neler hissettiniz
bu parçaları söylerken?
Gerçekten az rastlanır bir durum bu… Ben şarkıları seçerken
de söylerken de çok büyük mutluluk ve duygusallık yaşadım.
Her bir şarkıya babamın verdiği emek ve duyguya şahit olmuş
biri olarak, yorumlamak da çok basit oldu benim için.
71
MÜZİK
Fazıl Say, albümle ilgili “Bu albüm sadece şair hatırlatmak için
yapılan bir albüm değil, biraz da felsefe hatırlatmak için yapılan
bir albümdü” diyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce bilinebilir mi
dünyanın sırrı?
Sevgili Fazıl Say çok doğru söylemiş. Albümü dinleyen çoğu kişi,
bu soruyu kendine soruyordur eminim. Çünkü ben de kendime
sordum. Herkesin dünyasının sırrının farklı olabileceğine kanaat
getirdim. “SIR” dediğimiz şey, öyle kocaman kocaman anlamlar
yüklediğimiz şeyler de olmayabilir.
Albümde sizin için öne çıkan bir eser var mı? Söylemesi zor
parçalar olduğu da biliniyor, sizin için nasıl bir tecrübeydi?
“Şu Dünyanın Sırrı” albümünde stüdyo aşamasına kadar beni en
çok zorlayan iki şarkı vardı; Sabahattin Ali’nin “Ruhumun Dalgaları”
ve Metin Altıok’un “Kendinin Avcısı”... Her iki şarkıyı da stüdyoda
kayıt esnasında içimden geleni yapmaya cesaret göstererek
söyledim, aslında öyle çalışmamıştım. Kaygusuz Abdal’ın “Ergene
Köprüsü” ve Pir Sultan Abdal’ın “Dönen Dönsün”ünü de yabana
atmamak lazım. Aslında konservatuar mezuniyet zorunlu şarkıları
gibi hepsi… Yani sınırları zorlayan, çok çalışılması gereken, iyi yorum
isteyen ve herkesin söyleyemeyeceği şarkılar.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
72
MÜZİK
Yazar
Nil Özer
Keman virtüözü
Hande Küden’den
büyük başarı
Berlin Filarmoni Orkestrası’na kabul edilen
keman virtüözü Hande Küden: “Yaklaşık bir
senedir deneme süresindeydim. 13 yaşından beri
hayalini kurduğum bir hedefti benim için.”
Çalışmanın karşılığını aldınız. Bu başarıyı yakalayana
kadar nasıl bir süreç geçirdiniz?
Çok disiplinli bir çalışma ve verdiğim emekler sonucu bu
noktaya geldim. Etrafımda bana yardımcı olan insanlara,
hocalarıma çok şey borçluyum. Ancak ben de bu kadar araştırıp
emek vermeseydim, Berlin Filarmoni Orkestrası’na
gelemeyebilirdim. Bu başarının altında hocalarım, ailem ve
benim verdiğim emek yatmaktadır.
9 yaşında kemanla tanışıyorsunuz. Kimler teşvik etti?
Neden keman?
Çukurova Devlet Senfoni Çocuk Korosu’nda söylerken Senfoni
Orkestrası ile beraber yaptığımız bir konserde izlediğim
kemancıdan etkilenerek, ben de kemana başlamak istedim.
İçimden gelen bir istekti, kimse beni yönlendirmedi.
Kariyerinizde sadece keman yok, solistlik ve orkestra
şefliği de var sanırım. Biraz bahseder misiniz?
Orkestra şefliği yapmıyorum. Alman Senfoni Orkestrası’nda
başkemancı yardımcısıydım. Bir de viyola çalıyorum.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
138 yıllık köklü bir geçmişe sahip Berlin Filarmoni
Orkestrası’nın keman kadrosuna dâhil olan
keman virtüözü Hande Küden’in mutluluğunu,
İstanbul Sanat Dergisi olarak paylaşmak istedik.
Sorularımızı yanıtlayan Küden’in başarı hikâyesi, 9 yaşında
Çukurova Devlet Senfoni Çocuk Korosu’nda söylerken,
konserde izlediği bir kemancıdan etkilenmesiyle başlıyor.
Çok çalışarak hedeflerine adım adım ilerleyen sanatçı Hande
Küden’in hikâyesini sizin için kaleme aldık.
Berlin Filarmoni Orkestrası’na kabul edilen Türkiye’den
ilk isim oldunuz. Biz çok mutlu olduk. Bu başarı için sizin
duygularınızı öğrenebilir miyim?
Yaklaşık bir senedir deneme süresindeydim. İlk önce bu süreci
başarıyla atlattığım için çok mutlu oldum. 13 yaşından
beri hayalini kurduğum bir hedefti benim için.
Günde kaç saat keman çalıyorsunuz?
Yaklaşık olarak 1 ile 3 saat çalışıyorum. Küçükken çok daha
fazla çalışıyordum, ancak olgunlaştıktan sonra artık eskisi
kadar çalışmam gerekmediğini fark ettim. Kısa ve öz tutmaya
çalışıyorum. Bazen saatlerce yapılan çalışma yerine
daha bilinçli bir şekilde yapılan 30 dakikalık bir çalışma bile
yeterli oluyor.
Keman dışında hangi sanat dallarına ilgi duyuyorsunuz?
Resim yapmaya başladım son zamanlarda, ancak o da çok
büyük bir emek istiyor. O konuda iyi olduğum söylenemez.
Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?
Hayalimdeki orkestrada kalmak ve belki ileride Berlin Filarmoni’de
başkemancılık sınavını yapmak istiyorum. Ama ilk
önce önümüzdeki birkaç sene Berlin Filarmoni’de 1. kemanlarda
çalmanın keyfini çıkarmak istiyorum.
Yazar
Sedef Turan
73
Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası
Birincisi bir Türk;
Malik Derin Küçümen
DANS
Genç yetenek Malik Derin Küçümen, 2018 yılında
“Crossover Istanbul” isimli festivalde ilk defa
dans yarışmasına katıldı ve üçüncü olarak adını
duyurdu. Bu sonuç daha çok çalışmak için motive
edince, aynı yıl Bulgaristan’da düzenlenen Balkan Lindy
Hop Şampiyonası’nda iki farklı kategoride birincilik ve ikincilik
aldı. Sonrasında, 2019 yılında İsveç’te yapılan,‘Lindy
Hop’ ve ‘Otantik Caz’ dans kültürünün en köklü etkinliği
sayılan Herrang Dans Kampı’ndaki yarışmada partneri Deniz
Ünligil ile birinci oldular. 2020 Uluslararası Lindy Hop
Şampiyonası’nda da birincilik elde etti. Artık dans, hobiden
öte bir yerdeydi.
Malik Derin Küçümen, sanatçı bir aileden geliyor. Dedesi
ünlü tiyatrocu, yönetmen ve yazar Zihni Küçümen... Halası
Oya Küçümen ve eniştesi Bora Ebeoğlu’nu ise Oya &
Bora olarak tanır, 90’lı yıllarda televizyonda sık sık izlerdik.
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Klasik Gitar
Bölümü’nde öğretim görevlisi bulunan babası Cem Küçümen
ve göz cerrahı olup, aynı zamanda başarılı bir piyanist
olan, fakat bunu daha çok ailesiyle paylaşan annesi Prof. Dr.
Beril Küçümen, oğullarına sanat sevgisini aşılayan kişiler.
Ailesinde sadece sanatçılar değil, bilim insanları da var. Anneannesi
Prof. Dr. Cazibe Sayar ve dedesi Ord. Prof. Malik
Sayar, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi
Maden Fakültesi tarihinde çok önemli yerleri olan jeologlar.
Bilim ve sanat kariyer adımları
Dans kariyerini sorduğumuz Malik Derin Küçümen, dergimize
şunları aktardı: “Alman Lisesi, hayatımdaki dönüm
noktası oldu diyebilirim. Aldığım eğitim ve vizyonun yanı
sıra Alman Lisesi’nin adeta konservatuar ciddiyetinde bir
modern dans kulübü vardı. Ben de dansa bu kulüpte başladım
ve hiç bırakmadım. Liseden sonra dans ve sahne çalışmalarımı
devam ettirmek için İstanbul Üniversitesi’nde
yarı zamanlı Müzikal Tiyatro Bölümü’ne girdim. Aynı zamanda
Alman Lisesi’nin verdiği fen eğitimi doğrultusunda
bir kimyager olup, akademik kariyer yapma hayallerim
vardı. Bu yüzden çok isteyerek İTÜ Kimya Bölümü’ne girdim
ve iyi bir derece ile bitirdim. Gel gelelim, her ikisini de
çok sevdiğim bilim ve sanat kariyer adımlarının sonunda
ağır basan taraf sanat oldu. İTÜ’de başladığım kimya yüksek
lisansını bırakıp, ‘Otantik Caz Danslar’ çalışmalarıma
vakit ayırmak istedim. Bir senenin ardından dans ve müzik
çalışmalarımı akademikleştirmek ve özellikle caz müzik
kültürü üzerine akademik çalışmalar yapabilmek için
Okan Üniversitesi Konservatuarı Müzik Bölümü’nde yüksek
lisansa başladım.”
Lındy Hop Dans
Küçümen, çoğumuza yabancı gelen bu dans türü hakkında
ise şu bilgileri verdi: “Lisedeki modern dans ve bale disiplinleri,
fiziksellik ve harcadığım efor açısından beni çok tatmin
ediyordu. Bana bir dansçı
altyapısı sağladı. Müzikal
tiyatro da dansı müzik
ve tiyatro ile birleştirmemi
sağlayan yepyeni bir ufuk
oldu. Çok daha fazla sahneye
çıktım ama en büyük tutkum
olan danstan biraz uzaklaştım.
2017 yılında ‘Lindy Hop’ ile
tanıştım. Lindy Hop, 1930’lu
yıllarda altın çağını yaşayan,
‘Big Band’ adı verilen kalabalık
caz orkestralarının yaptığı müzik
eşliğinde eşli gerçekleştirilen bir
swing dansı. Özellikle o yıllarda Harlem,
New York’taki balo salonlarının arasından
en meşhuru olan ‘Savoy’ balo salonunda çoğunlukla
Afro-Amerikan kökenli gençler tarafından
icra edilen, hem sosyal hem performatif bir dans.
Lindy Hop, bana çocukluğumdan beri hoş gelen ‘big
band’, ‘boogie’ ve ‘blues’ gibi caz müzikleri ile dans
etmenin kapısı araladı. Bu sayede ardından ‘otantik
solo caz’ ve aslında step dans olarak bildiğimiz
‘tap dance’ ile de ilgilenmeye ve çalışmaya başladım.
Son olarak kazanmış olduğum 2020
Uluslararası Lindy Hop Şampiyonası’ndaki
birincilik de bu şekilde gerçekleşti.”
“Sonucu öğrendiğinde önce aileme
sarıldım, sonra Türk bayrağına. Üç
yıldır yoğun çalışmalarımın, emeklerimin,
maddi manevi yatırımlarımın
karşılığını almak, paha biçilemez
bir sonuç. Bu uluslararası yarışmada
birinci olmam, bana çok çalışma
ve azimle neler başarabileceğini kanıtladı.
Ertesi sabah kendimi yine
dans salonunda pratik yaparken ve
gelecek için hazırlanırken buldum.
Pandemi depresifliğinden bu sonuç
ile kurtuldum diyebilirim. Dans gerçekten
de iyileştirici bir sanat.”
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
74
KİTAP
Yazar
Derya Ülkar
Sanatın iyileştirici gücü,
yeni çıkan sanat
kitaplarında!
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Salgının yaşam biçimimizi değiştirdiği yeni dünya
düzeninde, birçoğumuzun işlerini evden yapmaya
başladığı bir yılı geride bırakıyoruz. Bir yandan
stres, diğer yandan kaygı ve endişe etrafımızı sararken,
pandeminin açtığı duygusal boşluklarda yine en çok
sanata sığındık. Gerek evlerimizden sanal müzeleri gezdik,
gerekse online yayınlanan tiyatro ve konserlerle bir nebze
de olsun rahatlamaya çalıştık.
Online olarak gezilebilen sergiler, film gösterimleri, gerçekleştirilen
söyleşilerin yanı sıra belki de en çok sanatı kitaplardan
okumak hepimize iyi geldi. Bu dönemde hem sanatın
iyileştirici gücüne hem de kitapların sakinleştirici etkisine
çoğunlukla sanat kitaplarında rastladık. Vaktimizin çoğunu
evlerimizde geçirdiğimiz şu günlerde en yakın dostlarımız
olan kitaplar, hız kesmeden yayımlanmaya devam ediyor.
Biz de 2020 yılının son üç ayında yayımlanan sanat kitaplarını,
İstanbul Sanat Dergisi okurları için derledik.
DİSİPLİNLERARASI BİR BAKIŞLA
SANAT YAZILARI
Yazar: Hilmi Yavuz, Önay Sözer, Aydın Afacan, Funda
Civelekoğlu, Güneş Sezen, Toros Güneş Esgün, Ateş Uslu,
Ali Akay, Erkin Kıryaman, Serdar Tekin, Fatma Sıla Sandal,
Ulaş Bager Aldemir.
Yayınevi: Pinhan Yayıncılık
“Disiplinlerarası Bir Bakışla
Sanat Yazıları”, yayımlanan
kolektif bir çalışmanın ürünü.
Kitabın arka kapağında şu
sözlerine yer veriliyor: “Evet,
sanatı düşünmek sanatı kurtarmaktır.
Elinizdeki bu eser,
bazı sanat dallarına ve bazı
sanat yapıtlarına ihtimam
göstererek, sanata yeniden
yaklaşmayı teklif eder. Sanat,
bizi bakmakla yükümlü kılar
çünkü.”
GÜNLÜK RİTÜELLER 2: YARATICI
KADINLAR NASIL ÇALIŞIYOR?
Yazar: Mason Currey
Çevirmen: Bülent O. Doğan
Yayınevi: Kolektif Kitap
Günlük alışkanlıklarımızın yaratıcı
süreç üzerindeki etkisini incelediği
kitabı Günlük Ritüeller’de
Mozart’tan Çaykovski’ye, Kant’tan
Descartes’a, Kafka’dan Flannery
O’Connor’a, Picasso’dan Vincent van
Gogh’a, Albert Einstein’dan Nikola
Tesla’ya, Agatha Christie’den Isaac
Asimov’a tarihin akışına yön veren
pek çok insanın gündelik hayatına
göz atarak, onların deneyimlediği yaratım
sürecini inceleme fırsatı sunan
Mason Currey, Günlük Ritüeller 2’de bu kez yaratıcı kadınların
nasıl çalıştığını inceliyor.
FAHRELNİSSA ZEİD SÖZLÜĞÜ
Yazar: Necmi Sönmez
Yayınevi: Doğan Kitap
Gerek sıradışı yaşamı gerekse giriştiği
beklenmeyen deneyleriyle
ardında iz bırakan yaratıcı ressam
Fahrelnissa Zeid; Necmi Sönmez’in
kaleme aldığı, Doğan Kitap etiketiyle
yayımlanan “Fahrelnissa Zeid Sözlüğü”
kitabıyla yeniden hayat buluyor.
1945-1990 yılları arasında İstanbul,
Londra, Paris ve Amman sanat ortamlarında
bulunan Zeid’in çalışmaları
20. yüzyılın tamamına yayılan
sosyal, kültürel ve politik gelişmelerden
etkilendiği için farklı kültürlerin,
coğrafyaların, dillerin izlerini günümüze
taşıyor.
HAZ/CIZZZ
Yazar: Bige Örer, İz Öztat
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
75
İz Öztat’ın sanatsal araştırma
ve üretim sürecinde küratör,
direktör Bige Örer ile yazışmalarının
yer aldığı “Haz/
Cızzz”, sanatçının geçtiğimiz
yılın kasım ayında gerçekleşen,
kamusal alandaki eylemliliğin
engellendiği, başka bir
deyişle askıya alındığı güncel
bağlamı özne ve iktidar ilişkisi
ekseninde tartışmaya
sunan “Askıda” isimli sergisi
sonrasında gerçekleştirdikleri
söyleşiden oluşuyor.
RESSAMIN RESİM TEKNİKLERİ
Yazar: Kolektif
Çevirmen: Ahmet Fethi Yıldırım
Yayınevi: Alfa Yayınları
KİTAP
RAFFAELLO - 500 GÖRSEL EŞLİĞİNDE
YAŞAMI VE ESERLERİ
Yazar: Susie Hodge
Çevirmen: Selin Dingiloğlu
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
İş Bankası Kültür Yayınları’nın “500 Görsel Eşliğinde Yaşamı
ve Eserleri” serisine son eklenen kitap; İtalyan ressam,
mimar ve tasarımcı Raffaello hakkında yazılan bu kitap
oldu. Kitap; sanat tarihi, pratik sanat, tarih, tasarım, bilim,
din ve biyografi gibi türler içinde hem çocuklar hem de
yetişkinler için 100’den fazla kitap, birçok makale ve web
kaynağı yazan İngiliz yazar Susie Hodge tarafından yazılmış
kapsamlı bir inceleme.
Alfa Yayınları tarafından Ahmet Fethi Yıldırım çevirisiyle
yayımlanan “Ressamın Resim Teknikleri” kitabında, profesyonel
ressamlardan atölyeler sunuluyor. Resim yapmayı
denemek isteyen veya resme ilgisi olup; suluboya, akrilik
boya ya da yağlıboya mı yapmak istediğine karar veremeyip,
tekniklerle ilgili bilgi sahibi olmak isteyenler için bir başvuru
kitabı.
YAPI(T)SÖKÜM
Yazar: Yalın Alpay
Yayınevi: Destek Yayınları
Sanat yazıları okumayı sevenler için bir kitap da Destek Yayınları
tarafından yayımlanan, Yalın Alpay imzalı “Yapı(t)
söküm” oldu. Alpay’ın resim, heykel, klasik müzik, edebiyat,
çizgi roman ve sinema yazılarından oluşan Yapı(t)söküm;
sanat eserlerinin işaret ettiği, vurguladığı, indirgediği, soyutladığı,
örttüğü, betimlediği, kavramsallaştırdığı bileşenleri
yalınlıkla deşifre ediyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
76
Kültür Sanat Ajandası
YENİ ÇIKANLAR
2021 yılına sanat dünyasının yenilikleri ile ‘merhaba’ demeye ne dersiniz?
Yeni çıkan kitap, albüm ve filmleri değerlendirmenin tam zamanı!
KİTAPLAR
Zülfü Livaneli’den
‘Sevdalım Hayat’
Edebiyatçı, sanatçı
ve fikir insanı Zülfü
Livaneli’nin sanat ve
siyaset hayatını kronolojik
bir sıralamayla
anlattığı kitabı ‘Sevdalım
Hayat’, gözden geçirilmiş
yeni basımı ve
özel fotoğraf arşiviyle
raflarda yerini aldı.
Kitap, okumaya müptela
bir çocuğun, milyonların
tanıdığı bir
sanatçıya ve siyasetçiye
dönüşme sürecine,
yakın tarihin politik ve
kültürel atmosferine
ışık tutuyor.
Belleğin çürüyüşüne ve
zamana; ‘Kutu’
Zamanın akışını gerçekten tersine çevirebilir miyiz?
Bedenimizin ve belleğimizin yitirdiği bir mutluluğun
parçalarını yeniden birleştirebilir miyiz? Çağdaş
Fransız edebiyatının güçlü kalemlerinden Nathalie
Le Gendre, belleğin çürüyüşüne ve zamana meydan
okuyan bir anlatıyı ‘Kutu’ romanı ile sunuyor.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Pandemi koşullarında
‘Evde 99 Oyun’
Türkiye Hafıza Olimpiyatları’nda Hızlı Okuma ve Anlama
Kategorisi 2009 Yılı Türkiye Birincisi, 25 yıllık sınıf öğretmeni
Mehmet Çamlıbel, dijitalleşen dünyanın çocuklar
üzerinde olumsuz etkilerini göz önünde bulundurarak,
pandemi koşullarına uygun ‘Evde 99 Oyun’ isimli kitabı
kaleme aldı. Çocukların aileleriyle, arkadaşlarıyla ya da tek
başlarına oynayabileceği oyunların yer aldığı kitap, Tara Kitap
tarafından yayımlandı.
ALBÜMLER
Eda Baba’dan
yeni cover albüm
Alternatif müziğin direk taşlarından
Eda Baba, ipek gibi
sesiyle seslendirdiği birbirinden
başarılı şarkılarla
karşımıza çıkıyor yeni
albümünde. Albümün
tamamı cover çalışmalarından
oluşuyor.
VİZYONDAKİLER
9 Kere
Leyla
Ezel Akay’ın yönettiği
ve senaryo ekibinde yer
aldığı ‘9 Kere Leyla’ filminin
başrollerini Demet
Akbağ, Haluk Bilginer,
Elçin Sangu, Fırat Tanış
ve Alican Yücesoy paylaşıyor.
77
YENİ ÇIKANLAR
Hayko Cepkin’den
‘Karantina Günlüğü’
Hayko Cepkin, geçirdiğimiz uzun karantina dönemi boyunca
boş durmayarak, 2005 yılından bu yana yayınladığı
bestelerinden 22 adet özel eserini neyzen Burak Malçok ile
YouTube’dan yeniden yayınladı. Sanatçı, bu çalışmalarını
‘Karantina Günlüğü’ isimli bir albüm hâline de getirerek,
dijital platformlardan hayranlarına sundu.
Bir
Başkadır
Yönetmeniği Berkun Oya,
başrollerini ise Öykü Karayel,
Fatih Artman, Funda
Eryiğit gibi isimlerin
paylaştığı ‘Bir Başkadır’,
birbirlerinden oldukça
farklı karakterlerde olan
ve bambaşka hayatlar
yaşayan bir grup insanın
yollarının kesişmesiyle
değişen yaşamlarını konu
eden bir Türk dizisi.
Ezginin
Günlüğü’nden
‘40 Yıllık
Şarkılar’
40. yılını deviren Ezginin Günlüğü,
geçtiğimiz aylarda ‘40 Yıllık Şarkılar’
albümüyle dinleyicisiyle buluştu.
Pinhani’den Eda Baba’ya, Can Bonomo’dan
Melek Mosso’ya kadar 20
müzisyen, grubun en sevilen 20 şarkısını
bu özel albümde seslendirdi.
Midnight at the Magnolia
Romantik komedi türünde bir Kanada filmi olan ‘Midnight
at the Magnolia’, Netflix Türkiye tarafından yayınlanıyor.
Filmin yönetmenliğini Max Mc Guire üstlenirken, senaryosunu
Carley Smale kaleme aldı.
İstanbul Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2021 / 02
Siz de geç kalmadan evinizin,
fabrikanızın, iş yerinizin deprem raporunu alın.
UYKULARINIZ KAÇMASIN.
DEPREM-ARAŞTIRMA-TESPİT
www.darteskentseldonusum.com
V
HEMEN ARAYIN
0216 550 91 71
Dartes Mühendislik; T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslı olan, binaların deprem risk raporları konusunda hizmet veren uzman bir kuruluştur.