Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ISSN:2459-248X.<br />
A Ğ I R L I K<br />
Eski Uygur Yazısı ve Alfabe Sistemi<br />
Amtı ’dan Şimdi’ye<br />
Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Döneminde Dilde Sadeleşme<br />
Dünyanın En Uzun Destanı: Manas<br />
Osmanlı Kadın Hareketleri: Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım<br />
Konak ve Apartman Bağlamında Yanlış Batılılaşma<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u<br />
Eski Edebiyatımızda Ramazan Ayı
A Ğ I R L I K<br />
Türkoloji e-dergisi<br />
ISSN:2459-248X.<br />
Temmuz 2016<br />
Sahibi / Owner<br />
Talha DİLBEN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Editör / Editor<br />
Talha DİLBEN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Editör Yardımcıları / Assistant Editor<br />
Eren ÇABUK<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Nur Sena TAŞÇI<br />
Hacettepe Üniversitesi<br />
Yazı İşleri Müdürü / Editorial Manager<br />
Tunahan Eren ARSLAN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Eren ÇABUK<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Talha DİLBEN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Büşra ÖZTEKİN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Edanur SANCAK<br />
İstanbul Aydın Üniversitesi<br />
Eyüp Ferhat SORAN<br />
Harran Üniversitesi<br />
Danışman / Supervisor<br />
Prof.Dr. Günay KARAAĞAÇ<br />
İstanbul Aydın Üniversitesi<br />
Yazışma Adresi / Correspondence<br />
email: dergi.agirlik@gmail.com<br />
Yayın Kurulu / Editorial Board<br />
Sadık ALAÇAM<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Tunahan Eren ARSLAN<br />
İstanbul Üniversitesi<br />
Güloya BERKAN<br />
İstanbul Aydın Üniversitesi<br />
Yayın Adresi / Web Page<br />
www.agirlikdergisi.16mb.com<br />
Yayın Tarihi / Release Date<br />
2016
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 3<br />
İçindekiler<br />
ESKİ UYGUR YAZISININ ALFABE SİSTEMİ VE BU YAZININ ÖĞRETİMİNDE<br />
KULLANILMAK ÜZERE METİNLER ...................................................................... 4<br />
Talha DİLBEN<br />
MİLLİ EDEBİYAT VE CUMHURİYET DÖNEMİ DİLDE SADELEŞME<br />
ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ .............................................................. 36<br />
Sadık ALAÇAM<br />
DÜNYANIN EN UZUN DESTANI: MANAS ...................................................... 45<br />
Tunahan Eren ARSLAN<br />
OSMANLI KADIN HAREKETİ ÇERÇEVESİNDE FATMA ALİYE HANIM VE EMİNE<br />
SEMİYE HANIM ........................................................................................... 52<br />
Büşra ÖZTEKİN<br />
KİRALIK KONAK, İBRAHİM EFENDİ KONAĞI, HÜRRİYET APARTMANI VE AHŞAP<br />
KONAK ESERLERİNDE MEKAN ALGISI OLARAK KONAK ................................ 65<br />
Güloya BERKAN<br />
AHMET HAMDİ TANPINAR'IN HUZUR'U....................................................... 69<br />
Edanur SANCAK<br />
ESKİ EDEBİYATIMIZ VE RAMAZAN ............................................................... 72<br />
Eyüp Ferhat SORAN<br />
AMTI KELİMESİNİN TÜRK DİLİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇERİSİNDE GEÇİRDİĞİ<br />
DEĞİŞİMLER ................................................................................................ 79<br />
Eren ÇABUK
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 4<br />
ESKİ UYGUR YAZISININ ALFABE SİSTEMİ VE BU YAZININ ÖĞRETİMİNDE<br />
KULLANILMAK ÜZERE METİNLER<br />
Talha DİLBEN *<br />
ÖZET<br />
Türk milletinin sosyal hayat içerisinde en ince noktalarına kadar bizi eriştiren ve yerleşik<br />
hayat ile sanatta, edebiyatta, sosyal nizamda, hukukta yüksek seviyeye erişmiş, yani tam<br />
anlamıyla muasır medeniyetin zirvesine ulaşmış olan Eski Uygur Türklerinin bağımsız<br />
bir devlet oluşu, yüksek medeniyetleri, inandıkları dinler anlatılmış, ardından Soğd<br />
yazısından ürettikleri alfabeleriyle yazılan Eski Uygur yazısı ve bu yazının alfabe sistemi<br />
örnekler sunularak gösterilmiştir. Ayrıca, bu yazının öğretiminde kullanılmak üzere, Eski<br />
Uygur metinlerinde kullanılmış olan bazı kelimelerin yazımları, hem devrine ait eserler<br />
üzerinden hem de şahsī koleksiyonumuzda bulunan, henüz ilmī neşirleri yapılmamış bazı<br />
yazma nüshalardan taranan resimleriyle Türkoloji alemine sunulmuştur.<br />
ANAHTAR KELİMELER: ESKİ UYGUR TÜRKLERİ, ESKİ UYGUR YAZISI, SOĞD<br />
ALFABESİ, ESKİ UYGUR ALFABESİ<br />
ANCIENT UYGHUR ALPHABET SYSTEM AND THE EXAMPLES TEXTS FOR<br />
THE TEACHING<br />
ABSTRACT<br />
Turkish nation has a social life which is undeniably reaches us beyond to boundaries .In<br />
literature, law, artworks when the Turks prefered the settled lifestyle especially reached<br />
top of the modernity of their era. In addittion Ancient Uyghur Turks had freedom, high<br />
life, various beliefs, besides they had an alphabet which was derived from the Sogdians.<br />
They used the alphabet for expressing theirselves. On the otherhand we would like to<br />
teach Ancient Uyghur Alphabet system has been shown in this article with examples,<br />
sample texts, scanned various samples such as manuscripts and inscripts belonged to<br />
Uyghurs. Our invidual collection is unique and never ever known in Turcology field. We<br />
proudly share scanned samples part of our collection very first time in Turcology field.<br />
Consequently it helps us to Teach Ancient Uyghur Alfabet system broadly.<br />
KEY WORDS: ANCIENT UYGHUR TURKS, ANCIENT UYGUR WRITING,<br />
SOGDIAN ALPHABETH, ANCIENT UYGHUR ALPHABET.<br />
*<br />
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 5<br />
1. ESKİ UYGUR DEVLETİNİN KURULUŞU, ESKİ UYGUR TÜRKLERİNİN<br />
İNANDIKLARI DİNLER VE YÜKSEK MEDENİYET SEVİYELERİ<br />
Eski Uygurlar, Köktürkler içerisinde yer alan boylardan biriydi. Köktürklerin<br />
zayıf anında isyan etmekten geri kalmayan Eski Uygur Türkleri, Köktürklere karşı birçok<br />
isyan girişiminde bulunmuştu. Nihayetinde 742 yılındaki isyanları başarıya ulaştı ve<br />
Uygurlar, Basmıl ve Karluklarla ittifak yaparak Köktürk kağanı Kutlug’u öldürdüler. Çin<br />
devleti, Köktürk devletinin yıkılmasını tabii olarak istiyordu. Bu sebeple Köktürklere<br />
karşı ayaklanarak Köktürklere çok büyük bir yara aldıran Uygur, Basmıl ve Karlukları<br />
Çin devleti resmī olarak tanıdı. Basmıl başbuğu kağan oldu. Karluklar batı, Uygurlar<br />
doğu yabguluklarını aldı. Köktürk kağanlığına getirilen Ozmış’ı da 743 yılında<br />
öldürdüler. Daha sonra Karluklarla Uygurların arası açıldı ve 745’te Karluklar, Uygurlar<br />
tarafından bertaraf edildi. Böylece Uygurlar takıgu (tavuk) yılında yani 745 yılında<br />
bağımsız kağanlıklarını kurmuş oldular. 95 yıl ayakta kalan devlet, 839 yılındaki açlık ve<br />
kıtlığın ardından, 840 yılında Kırgızlar tarafından işgal edildi ve bağımsızlıklarına son<br />
verildi. Uygurlar da dört bir yana dağıldılar. 1 95 yıl ayakta kalan devlet, 839 yılındaki<br />
açlık ve kıtlığın ardından, 840 yılında Kırgızlar tarafından işgal edildi ve<br />
bağımsızlıklarına son verildi. Uygurlar da dört bir yana dağıldılar.<br />
Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra din değiştiren Eski Uygur Türkleri, yeni<br />
dinlere ve dinī çehrelere bürünmeye başlamışlardır. Elbette burada siyasi bir yönün<br />
olduğunu söylememiz gerekiyor. Eski Uygur Türklerinin din değiştirme sebeplerinin en<br />
başında, yoğun bir etkiye sahip olan siyasi meseleler vardır. En başta, baştaki kağanın din<br />
değiştirmesi, kitleler halinde kağana tabi olanların da din değiştirmesi şeklinde sirayet<br />
eder. Bu, Karahanlılarda da böyle olmuştur. Uygurların üçüncü hükümdarı Bögü Kağan<br />
(759-779), Ordu Balık’ta dört mani rahibiyle yaptığı iki günlük müzakerenin ardından<br />
Mani dinini seçmiştir. Türk kültür tarihi açısından son derece önemli olan bu olaydan<br />
sonra,Türkler artık bu muhitte yerleşik yaşama alışmaya başlıyor ve hayvan eti yemeyi<br />
bırakıyor, Köktürklerde olan savaşçılık ruhunu adeta terk ediyorlardı. Öyle ki, bu<br />
coğrafyaya yapılan Arap akınlarında Maniheist uygurlar çok ciddi yaralar almış,<br />
mabedleri de bu akınlar sebebiyle çok büyük tahribata uğramıştı. Bu akınlar Maniheist<br />
Uygurlar üzerinde öyle büyük etkiler bırakmıştır ki, bunlar duvar resimlerine de<br />
yansımıştır. İlk olarak A. Von Le Coq’un neşrettiği, Uygurlara ait bir duvar resminde,<br />
Mani rahibine ve Mani manastırına saldırı düzenleyen Müslüman askerler tasvir<br />
edilmiştir. Rahibin sakallı olmasından, Mani rahibi olduğu anlaşılır, çünkü Budist<br />
rahipleri sakalsızdır. 2 (bkz. resim 1)<br />
Eski Uygur Türkleri, kendi içlerinde ayrı ayrı dinleri benimsemiş olsalar da,<br />
esasında, adeta medeniyet dinini benimsemişlerdir. Onlar, yerleşik ve yüksek seviyede bir<br />
nizam üzerine inşa edilmiş bir toplum yapısı kurmuşlardır. Devletin saray hayatı,<br />
tamamıyla bir tertip üzerinedir. Herhangi bir ecnebī elçi, hükümdarının mektubunu<br />
1<br />
Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, 14.<br />
Baskı: Ankara, 2014, s. 216, 217.<br />
2<br />
Şinasi Tekin, İştikakçının Köşesi, Dergah Yayınları, 1. Baskı: Aralık 2014, s. 291.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 6<br />
vermek için saraya geldiği zaman, onu karşılayıp, elçiye ziyafet verirler ve bu ziyafet<br />
esnasında musiki çalınır, rakslar ve eğlenceler yapılırdı.<br />
Uygurlarda fikir hayatı da yüksek bir seviyeye ulaşmıştı. Çin kaynaklarına göre<br />
Uygur hükümdarlarının saraylarında, yerli ve yabancı tarihçiler, şairler, alimler,<br />
sanatkarlar, musikişinaslar sempatik bir himayete mazhar olmuşlardır. Uygur ülkesine<br />
seyahat etmiş olan Çin gezginlerden, şehzade ve yüksek zümre çocuklarına çok iyi bir<br />
eğitim verildiğini, Uygur ülkesinde kütüphanelere rastlandığını da öğreniyoruz. Hatta bir<br />
Uygur elyazmasına göre, Uygur şehzadesinin fevkalade güzel kopuz çalıp şarkı<br />
söylediğini de öğreniyoruz. 3<br />
Çin kaynağı Tang-Şu, ‘’Tang hazineleri bomboş iken ve saray memurları maaş<br />
alamazken’’ Uygurlara 100 000 parça ipek verildiğini kaydeder. Bu da bize, Uygurların<br />
Çin üzerindeki hakimiyetini gösteriyor. Görülüyor ki Çin devleti, Uygurlara verilen vergi<br />
ve hediyelerden dolayı maddī olarak çöküşün eşiğine gelmiştir. Bunun yanı sıra<br />
Uygurların Çin pazarına da hakim olduklarını biliyoruz. 758 yılından itibaren her yıl<br />
Uygurlar, alışveriş yapmak üzere atlarıyla Çin’e geliyorlar, bir ata karşılık 40 top ipek<br />
kumaş alıyorlardı. Çinliler için bu zoraki bir alışverişti; fakat başka çareleri yoktu. 4<br />
Buradan, Eski Uygurların 745 yılında bağımsızlıklarını kazandıklarına göre, devletlerinin<br />
henüz 12-13. yılından itibaren Çin gibi bir rakip devlet karşısında ciddi anlamda maddi<br />
bir baskı uygulamayı başardıklarını görüyoruz. Öyle ki bu baskının, Çin devletinin<br />
hazinelerini boşaltacak kadar büyük bir etki oluşturduğunu da öğrenmiş oluyoruz.<br />
Medeniyet seviyeleri böylesine yüksek olan Uygurlar arasında Maniheizm,<br />
Budizm, İslamiyet ve Hristiyanlık dinleri de yer edinmişti . Diğer dinlere nazaran<br />
Maniheizm, Uygurları Orta Asya kılavuzluğuna hazırlayan din olmuştur. Uygurların bu<br />
dine daha fazla sempati göstermelerinde, Soğdların etkisi olduğu düşünülebilir. Zamanla<br />
Türk idaresi altına giren Soğdların, komşu milletler için siyasi ve kültürel bir önem<br />
taşıdığı kuvvetle muhtemeldir.<br />
Maniheizm, İran ve Roma İmparatorluğu içerisinde sıkı bir takibata uğrayan<br />
dualist mezheplerin, Maveraünnehir’e hicrete mecbur kalmaları sebebiyle Eski Uygur<br />
Türklerine ve onların da çevresine kadar yayılmıştı. Maniheistler,kesif bir ekseriyet teşkil<br />
ediyorlardı. Ayrıca belirli bir teşkilata da sahiptiler. Bu sebeple, diğerlerine nisbetle, daha<br />
hızlı yayıldılar ve hakimiyeti yavaş yavaş ele geçirdiler.<br />
Budizm açısından bakacak olursak, bu din de birtakım bölgelerde etkili olmuştur.<br />
Özellikle Maveraünnehir’in birçok yerinde iz bırakmıştır. Arap fütuhatı esnasında<br />
buralarda altın ve gümüşten yapılmış birçok put bulunmuştur. 5 Bu da, Budizm’in bu<br />
bölgedeki yaşamışlığını gösterir.<br />
3<br />
Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I - II, Enderun Kitabevi, 3. Baskı: İstanbul, 1984, s. 151.<br />
4<br />
Ahmet Bican Ercilasun, age, s. 221.<br />
5<br />
Ahmet Caferoğlu, age, s. 154.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 7<br />
Uygurlar, Budizm ve Maniheizm’den başka, İslam dinine ve Hristiyanlığın<br />
Nesturī koluna da bağlanmışlardı. Turfan çevresinde İncil’den Uygurca’ya çevrimiş bazı<br />
parçalar bulunmuştur. 6 Müslüman Uygurlardan kalma şiirler de bulunmuştur.<br />
Her bir dinin muhiti, kendi edebī anlayışını da oluşturmuştu. Eserlerin,<br />
manzumelerin pek çoğu doğal olarak bu ayrı dinlerin öğretilerini barındıran içerikteydi ve<br />
çoğu tercümeydi. Ancak kullanılan yazı, kendi ürettikleri Eski Uygur yazısıydı.<br />
Resim 1: Mani rahibine saldırı ve Mani Manastırı<br />
Duvara çizilmiş olan bu resimde, bir manastırın hücuma uğrayışı tasvir edilmiştir.<br />
Zırhlara bürünmüş asker, merdivenlerle çıkılan verandada, beyaz elbiseli bir rahibi<br />
omzundan yakalayıp çekiştirmekte,sakallı rahip de askerin elinden kurtulmaya<br />
çalışmaktadır. Rahibin sakallı oluşundan, onun Budist rahip değil, Mani rahibi olduğunu<br />
anlıyoruz. Çünkü Budist rahipleri sakalsızdır. A. von Le Coq’un yayınladığı bu resim,<br />
Şinasi Tekin’in İştikakçının Köşesi adlı eserinde de verilmiştir. Resimdeki belirleyici<br />
ayrıntıları biz de tekrardan vereceğiz:<br />
6<br />
Ahmet Bican Ercilasun, age, s. 260.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 8<br />
Resim 2: Resim 3: Resim 4:<br />
Zırhlara bürünmüş asker Sakallı Mani rahibi Atın başındaki hilal<br />
Resim 5: Manihesitlerin en önemli törenlerinden biri olan Bema Töreni’nin<br />
tasviri. Resimlerin çiziliş tarzları, kullanılan figürler ve bazı detaylar Maniheist sanatın<br />
diğer pek çok gelenekten etkilendiğini göstermektedir. 7<br />
7<br />
Betül Özbay, Huastuanift: Manihaist Uygurların Tövbe Duası, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014,<br />
sf. 48.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 9<br />
2. ESKİ UYGUR YAZISI VE ESKİ UYGUR TÜRKÇESİNİN ALFABE SİSTEMİ<br />
Eski Uygurlarlar, dinī ve ictimaī sebepler dolayısıyla Run, Brahma, Tibet,<br />
Süryanī, Soğd, Uygur, Mani gibi birçok alfabe sistemleri kullanmışlardır. Bu alfabeler,<br />
şüphesiz Türk dil ve edebiyatının inkişafına vasıta olmuşlardır. 8 Çünkü Köktürkler<br />
devrine ait taşlar üzerine kazınmış yazılar bulunsa da, kağıt üzerine yazılı bir metin<br />
şimdiye kadar bulunamamıştır. Ancak sosyal anlamda çok gelişmiş bir medeniyet inşā<br />
eden Eski Uygur Türkleri döneminden kalma pek çok yazma metin elimize ulaşmıştır.<br />
Malzemenin böylesine zengin olması sebebiyle, Eski Uygur yazısının karşılaştırma<br />
imkanı, tahkik imkanı daha geniş olmuştur. Araştırmacılar bu yazıyı çözmek için<br />
çalışmalar yürütmüşler ve bu yazının kökenini araştırmışlardır. Nihayetinde bu yazının<br />
Soğd yazısının işlenmiş hali olduğuna kanaat getirilmiştir.<br />
Bir yazının başka bir millet tarafından alınıp işlek hale getirilebilmesi için, iki<br />
millet arasında, tarihin kimi safhalarında mutlaka bir komşuluk ilişkisinin gerçekleşmiş<br />
olması gerekir. Sosyal bir varlık olarak yaratılan insan, tabiatı gereği sosyal ilişkilerde<br />
bulunma eğilimindedir. Tabiattaki diğer canlılardan bu yönüyle de ayrılır. Hayvanların<br />
kurdukları sosyal ilişki, yok denilecek kadar azdır. Hayvanlarda; yeme ve içme ihtiyacını<br />
karşılamak, çiftleşmek,yavruların kendi arasında veya yavru ile ebeveyn arasındaki,<br />
esasen savunma ve saldırma işlevi öğretisinin içgüdüsel tezahürü olan iptidai oyunlar<br />
oynamak dışında bir etkinlik neredeyse hiç göremeyiz. Esasen bunların hepsi içgüdüsel<br />
olan etkinliklerdir. Oysa insan, sahip olduğu akıl ve dil ile iletişimi oluşturur ve kendisine<br />
sosyal çevre kurar. Sosyal çevrenin biricik parçası iletişimdir. Hem akıl hem dil, iletişim<br />
bütününü oluşturur. İnsanın hayvanlardan bu denli üstün olmasını, kendisini ve sosyal<br />
çevresini bu denli geliştirebilmesini sağlayan dildir. Hayvan ve insan arasındaki fark veya<br />
sürü ile toplum arasındaki fark, onların dilleri arasındaki farkı gösterir. Bu fark ise, en<br />
gelişmiş hayvan dillerinde bile en çok 20-30 ses demeti (kök söz) bulunurken, insan<br />
dillerinde kök sözlerin veya ses demetlerinin sayısının 500-600 civarında olabilmesidir.<br />
İnsanın ses çıkarma ve işitme organlarının hayvanlarınkinden bu farklılığı, onlara farklı<br />
alın yazıları hazırlamış görünmektedir. 9<br />
Soğd harfleri, Uygur harflerinin tamamıyla bir eşidir. Ancak bu yazı evveli bir<br />
devreye ait olduğundan ve Uygurlarca işlenmemiş bulunduğundan mütekāmil bir şekil<br />
arzetmemekte idi. 10 F. W. K. Müller, keskin zekası yoluyla, araştırmacılar tarafından<br />
Uygur yazısı sanılan bu yazının, Soğd harfleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu yazının<br />
Uygur harfleri ile olan benzerliği, Soğdlar ile Uygurlar arasındaki ticarī ilişkilere,<br />
alışverişlere dayanmaktadır. Birbirleriyle etkileşim halinde olan iki milletin arasında, yazı<br />
da benzerleşebilir, bu tabii bir süreçtir. Alışveriş ve etkileşim, yani sosyal ilişkide<br />
bulunan milletler arasında; yaşam tarzlarının, kıyafetlerin, araç gereçlerin benzerleştiği,<br />
bir milletten diğer millete geçip o millette kullanıldığı gibi, sözcüklerin paylaşıldığı gibi,<br />
yazıda da birtakım benzerlikler ve etkileşimler olması beklenebilir.<br />
8<br />
Ahmet Caferoğlu, age, s. 162.<br />
9<br />
Günay Karaağaç, Türkçenin Dil bilgisi, Akçağ Yayınları, 1. Basım: Ankara, 2012, s. 46.<br />
10<br />
Ahmet Caferoğlu, age, 164.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 10<br />
Soğdlar ile Türklerin ilişkisi, yalnızca Eski Uygur devriyle sınırlı değil, daha<br />
eskidir. Runik harfler ile taş üzerine usta bir işçilikle kazınarak yazılan Orhun<br />
Ābideleri’nde Soğd kavminin adına rastlarız. Kültigin Ābidesi’nin doğu yüzünde iki<br />
yerde , batı ve kuzey yüzlerinde de bir yerde olmak üzere toplam 4 defa Soğd kavminin<br />
adı geçmektedir. Bunlar, Köktürk harfleriyle aşağıda verilmiştir:<br />
Kültigin Ābidesi doğu yüzü, 31:<br />
11<br />
Kültigin Ābidesi doğu yüzü, 39:<br />
soġd(a)k : t(a)pa ‘’Soğdaklara doğru’’ 12<br />
‘’Soğdaka doğru’’ 13<br />
14<br />
Kültigin Ābidesi batı yüzü:<br />
soġd(a)k : bod(u)n ‘’Soğdlar’’<br />
15<br />
kuur(ı)d(ı)n [s]og(u)d örti ‘’Batıda Soğdlar baş kaldırdı’’<br />
Kültigin Ābidesi kuzey yüzü, 12:<br />
16<br />
kün : b(a)ts(ı)kd(a)kı : sog(u)d ‘’gün batısındaki Soğdlar’’<br />
11<br />
Talat Tekin, Orhon Yazıtları, 5. baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014<br />
12<br />
Talat Tekin, age.<br />
13<br />
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 49. baskı, Eylül 2015: İstanbul, s. 52.<br />
14<br />
Talat Tekin, age.<br />
15<br />
Talat Tekin, age.<br />
16<br />
Talat Tekin, age.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 11<br />
Görüldüğü üzere Türkler ile Soğdlar arasındaki ilişki eskiye dayanmaktadır.<br />
Birbirlerini tanıyan, birbirleriyle etkileşim içinde bulunan, ticaret yapan iki kavim<br />
arasında, yazının örnek alınması gibi bir etkileşim de gerçekleşmiş. Eski Uygurlar, Soğd<br />
harfleriyle yazılan Soğd yazısını işlek hale getirip, Eski Uygur harflerini ve yazısını<br />
üretmişlerdir.<br />
17<br />
Uygurlar tarafından kullanılan kullanılan ilk Soğd alfabesi<br />
17<br />
Ahmet Caferoğlu, age, s. 167.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 12<br />
Uygurlar taragından kullanılan ikinci soğd alfabesi<br />
18<br />
18<br />
Ahmet Caferoğlu, age, s. 168.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 13<br />
Uygur yazısı, başta Budistler olmak üzere hemen her dinin mensupları tarafından<br />
kullanılmıştır. Eski metinlerimizin Arap harflerinden sonra en önemli miktarı Uygur<br />
alfabesi ile kaleme alınmış olup, Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra da uzun bir süre<br />
kullanılmıştır. Hatta Osmanlılar tarafından bile kullanılmıştır.Moğollar tarafından da<br />
kendi dilleri olan Moğolca için kullanılmış ve kullanılmaktadır. En eski metinlerde Uygur<br />
yazısı itinalı ve iri harflerle yazılmış, sonraki devirlerde ise gelişigüzel yazılmaya<br />
başlanmış ve kurzif (işlek el yazısı) denilen şekil doğmuştur. 19 Uygur yazısı, yalnız<br />
kağıt üzerinde değil, tahta kalıplarla basılarak da kullanılmıştır. Bunların çoğu,<br />
manastırlarda, dinī öğretiler için oluşturulmuş metinlerdir.<br />
Uygur yazısı İslamī eserlerde de kullanılmıştır. Kutadgu Bilig ve Atebetüʿl-<br />
Hakāyık, bu eserlerin başında gelir. Kutadgu Bilig’in eldeki üç nüshasından biri olan<br />
Viyana nüshası, Uygur yazısı ile yazılmıştır. Nüsha, nadiriyetine ve önemine karşılık,<br />
araştırmacılar tarafından iyi bir yazı olarak düşünülmez. Bir başka nüshadan, hızlı bir<br />
elyazısıyla, bir hattat tarafından kopya edildiği ve o sebeple özensiz olduğu düşünülür.<br />
Edib Ahmed B. Mahmūd Yüknekī tarafından, Karahanlı Türkçesi ile yazılan ve<br />
Muhammed Dād İspehsālār Beg’e sunulan Atebetüˈl-Hakāyık’in Uygur harfli Semerkand<br />
nüshası her bakımdan çok özenli ve sanatkarānedir.Ancak tıpkı Kutadgu Bilig’in<br />
nüshalarında olduğu gibi, o da eserin ilk oluşturulduğu zamandan birkaç yüzyıl sonraya<br />
aittir. Bu nüshanın Şeyh-zāde Abdürrezzak Bahşı için İstanbul’a getirildiği tahmin<br />
edilmektedir. İslam devresinde Uygur yazısını bilenlere bahsi denilirdi. Bu kelimeye<br />
Uygurca’da bakşı şeklinde rastlıyoruz. Kelime Çince’dir ve po-şı / pak-şi ‘öğretmen,<br />
üstat, vaiz’ anlamlarına gelmektedir. 20 Böylece Şeyh-zāde Abdürrezzak Bahşı için neden<br />
bahşı kelimesinin kullanıldığı da görülmüş oluyor.<br />
Atebetüˈl-Hakāyık’ın Uygur harfli Semerkand nüshasından:<br />
21<br />
1. ilahi öküş ḥamd ayur men san͡ga<br />
2. senin͡g raḥmetin͡gdin umar men on͡ga<br />
1.Tanrım, (daima) sana çok hamd ederim<br />
2. (daima) senin rahmetinden hayır umarım<br />
19<br />
Ali Fehmi Karamanlıoğlu, Türk Dili Nereden Geliyor Nereye Gidiyor, 5. baskı: 2002 , s. 26.<br />
20<br />
Ali Fehmi Karamanlıoğlu, age, s. 27.<br />
21<br />
Reşid Rahmeti Arat, Atebetü’l - Hakayık, 2.baskı: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,<br />
s. II.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 14<br />
Eski Uygur Türklerinin, eserlerini yazarken Runik, Soğd, Brahmi, Mani ve Eski<br />
Uygur yazılarını kullandıklarını söyledik. Şimdi, Eski Uygur yazısnın alfabe sistemini<br />
vereceğiz. Eski Uygur yazısında harflerin başta, ortada ve sondaki şekilleri birden fazla<br />
şekilde gösterilebilir. Bu, elyazısıyla yazılan hemen hemen her yazı sistemi için doğaldır.<br />
Eski Uygur harfleri, yarı sedalı y istisna edilirse, 18 işaretten ibarettir. 22 Biz,<br />
aşağıda, eski Uygur harflerini naçizāne kendi elyazımız ile tablo içerisinde göstermeye<br />
çalıştık:<br />
ÜNLÜLERİN GÖSTERİMİ<br />
SONDA ORTADA BAŞTA TEMSİL ETTİĞİ<br />
SES<br />
a,e<br />
ı,i<br />
o,ö,u,ü<br />
22<br />
Ahmet Caferoğlu, age, 169
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 15<br />
ÜNSÜZLERİN GÖSTERİMİ<br />
SONDA ORTADA BAŞTA TEMSİL ETTİĞİ<br />
SES<br />
ḳ, ġ, ḫ<br />
k,g<br />
y (ı,i)<br />
r<br />
l<br />
t<br />
d<br />
ç
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 16<br />
BAŞTA ORTADA SONDA TEMSİL ETTİĞİ<br />
SES<br />
s<br />
ş<br />
z, j<br />
n<br />
b, p<br />
v<br />
m<br />
3. UYGUR YAZISININ ÖĞRETİMİNDE KULLANILMAK ÜZERE ESKİ UYGUR<br />
HARFLİ ÖRNEK METİNLER<br />
Eski Uygur harfli metinleri okuyabilmek için, bu alfabeyi kabaca bilmek yeterli<br />
gelmeyebilir. Uygur harfleriyle yazılmış Türkçe metinler okunarak çalışılmalı ve yazıya<br />
aşina olunmalıdır. Bu konuda talihliyiz. Çünkü bugün elde pek çok Uygur harfli Türkçe<br />
yazma bulunmaktadır, çokça transkripsiyon ve çeviri çalışması vardır. Bu metinlerden<br />
birkaçını transkripsiyonlu bir şekilde vereceğiz. Vereceğimiz bu örnek metinler, Eski<br />
Uygur Türkçesi derslerinde veya Eski Uygur yazısının öğretiminin yapıldığı her türlü<br />
ortamda istifade edilebilecek seçme metinlerdir. Elbette bireysel olarak da bu metinlerden<br />
faydalanılabilir.<br />
Eski Uygur harfli metinlerin dışında, henüz ilmi neşirleri yapılmamış bazı yazma<br />
parçalarından kelimeler ile çalışmamız zenginleştirilmiştir.<br />
Belirttiğimiz üzere Eski Uygur yazısı, Uygur devleti yıkıldıktan sonra da uzun bir<br />
süre boyunca kullanılmaya devam etmiştir. Hatta Fatih Sultan Mehmed’in Uygur harfli<br />
bir yarlığı olduğunu biliyoruz. Bizim burada vereceğimiz metinler arasında bu tarz<br />
metinler de mevcuttur.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 17<br />
METİN 1<br />
ESKİ UYGUR HARFLİ, FAİZ KARŞILIĞI YAPILAN ANLAŞMAYI İÇEREN<br />
BİR SENET:<br />
23<br />
1. [Kü]skü yıl törtünç ay bir yang͡ ıḳa<br />
2. [ma]n͡ga Bolmış-ḳa asıġ-ḳa kümüş<br />
3. [ker]gek bolup Ḳara Oġul-ta altı stır<br />
4. [kü]müş altım. Ḳaç ay tutsar mn ay<br />
5. [sa]yu birer yarım baḳır kümüş asıġ<br />
6. [-ı] bilen köni birür mn. Birginçe yok<br />
7. [bar] bolsar mn, kisim Tözün köni<br />
8. [b]irsün. Tanuḳ: Borluḳçı. Tanık: Er Buḳa<br />
9. [Bu] tamga mn Bolmış-nın͡ g ol. Mn<br />
10. [Yı]kınç Tutun͡ g ayıtıp bitidim. 24<br />
23<br />
Osman Fikri Sertkaya – Rysbek Alimov, Eski Türklerde Para, Ötüken, İstanbul: 2006, s. 79.<br />
24<br />
Osman Fikri Sertkaya - Rysbek Alimov, age, s. 80.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 18<br />
[kü]skü ‘’sıçan’’<br />
törtünç ‘’dördüncü’’<br />
kümüş ‘’gümüş’’<br />
asıġ ‘’faiz’’<br />
bitidim ‘’yazdım’’
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 19<br />
METİN 2<br />
UYGUR HARFLİ BİR MEKTUP:<br />
25<br />
1. Tacudin söz-üm. Toyınçog-ḳa. Senin͡ g ḳubçır tarıg-ın͡ g<br />
2. –ta bu Şemiz Tavısma-ka üç küri tarıġ birgil. san-ınta<br />
3. tutar-m(e)n.<br />
4. Toyınçog Tarḳan söz-üm. Toyınçog kisi-sin͡ ge. San͡ ga yarlıġ bolġu<br />
5. üçün. üç küri tarıġ-ḳa çuv birti birgil. (Nişan) 26<br />
kubçır tarıġ-ın͡g(-ta) ‘’kupçır (vergisi) darısından’’<br />
yarlıġ ‘’emir, buyruk, ferman’’<br />
25<br />
Ayşegül Sertkaya, Uigurische Sprachdenkmäler’den beş mektup, Belleten 1996, Ankara: 1999 s.<br />
246.<br />
26<br />
Ayşegül Sertkaya, age, 243.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 20<br />
METİN 3<br />
TEZKİRE-İ EVLİYĀ’NIN ÇAĞATAY TÜRKÇESİ ÇEVİRİSİNDEN:<br />
27<br />
bu Tezkire-i Evliyā kitābı-tur<br />
Tezkire-i Evliyā’nın Çağatay Türkçesi çevirisinin ilk sayfası olan bu metinde, başta<br />
salavat vardır. Başlıktan sonra gelen ve hemen üstte verilen Türkçe kısım ise şöyle başlar:<br />
on sekiz min͡ g ʿālemni yaratḳan töretken (tengri taʿālaġa)…<br />
27<br />
Ayşegül Sertkaya, Tezkire-i Evliyā’nın Çağatay Türkçesi Çevirisi, Çantay, İstanbul: Mart 2015<br />
s. 382.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 21<br />
METİN 4<br />
FATİH SULTAN MEHMED’İN UYGUR HARFLİ YARLIĞINDAN:<br />
1. (h)uvel-ġani<br />
2. all-a taʿal-a iney(e)t-i-tin<br />
3. sultan mehmed han söz-üm<br />
4. rum vilayet-i-<br />
YARLIĞIN METNİ<br />
28<br />
28<br />
Reşid Rahmeti Arat, Makaleler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 1987, s. 866.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 22<br />
29<br />
5. nin͡g seyit<br />
29<br />
Reşid Rahmeti Arat, age, s. 867.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 23<br />
6. satat kaz-i mufd-i şeyh<br />
7. tanışman-lar-ı-ġa vilayet vilayet<br />
8. ler-nin͡g taruġ-alar-ıġa<br />
9. çoh taş olturuş-luġ türk<br />
10. hal(a)yık arab belüc halaç<br />
11. kar-luk kürt lur el-ler-i<br />
12. nin͡g tüşmel ket huda-<br />
13. lar-ı-ġa karvan basirġan-lar-ġa<br />
14. kent kent-nin͡g uluġ-lar-ı-ġa 30<br />
…<br />
Sultan Mehmed Han<br />
tanışman-lar-ı-ġa ‘’danişmendlerine’’<br />
ḳarvan basirġan-lar-ġa ‘’kervan (ve) bezirganlara(tüccarlara)’’<br />
kent kent-ning uluġ-lar-ı-ġa ‘’bütün kasabaların ulularına’’<br />
30<br />
Reşid Rahmeti Arat, Makaleler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 1987, s. 796.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 24<br />
METİN 5<br />
ATEBETÜˈL-HAKĀYIK’TA, MUHAMMED DĀD İSPHESĀLĀR İÇİN<br />
YAZILMIŞ BEYİTLERDEN:<br />
31<br />
1. dad ispehsalar beg üçün bu kitip<br />
çıḳardım ajunda atı ḳalsu tip<br />
2. kitabımnı körgen işitgen kişi<br />
şahımnı duʿa birle yad ḳılsu tip<br />
3. anın͡g vuddı birle kön͡güller tolup<br />
anın͡ g yadı birle ajun tolsu tip<br />
31<br />
Reşid Rahmeti Arat, Atebetü’l - Hakayık, 2.baskı: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,<br />
s. VIII.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 25<br />
METİN 6<br />
AÇ BARS HİKAYESİ, RADLOFF – MALOV YAYINI 152 – 160 ARASI :<br />
32<br />
1. tegin inçe tep tedi, ay eçilerim<br />
2. a, biz kamagun amtı isig özümüzke<br />
3. et’özümüzke ertiŋü ilinmiş yapşın-<br />
4. mış biz, inçip yana adınaguka asıg<br />
5. tusu kılgalı bilge biliglig y(a)ruk közü-<br />
6. müz yok bolur erki yme antag birer<br />
7. y(a)rlıkançuçı köŋüllüg kutlug yalaŋuk-<br />
8. lar ürüg uzatı öz et’özlerin titip<br />
9. ıdalap tınl(ı)glarka asıg tusu kılurlar tep 33<br />
..<br />
32<br />
Zemire Gulcalı, Eski Uygurca Altun Yaruk Sudur’dan Aç Bars Hikayesi, 2. baskı: Ankara, Türk<br />
Dil Kurumu, s. 423.<br />
33<br />
Zemire Gulcalı, age, s. 82.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 26<br />
METİN 7<br />
İYİ VE KÖTÜ PRENS ÖYKÜSÜ’NDEN:<br />
1. taşġaru ilinçüke atlanturdı<br />
2. erti .. balıḳ taştın tarıġçı-larıġ<br />
3. körür erti ḳuruġ yerig suvayu<br />
4. öl yerig tarıyu ḳuş ḳuzġun<br />
5. suḳar yorıyur sansız tümen<br />
6. özlüg ölürür .’. tarıġ tarıyu<br />
7. emeri tınlıġlarıġ ḳuşçı keyikçi<br />
8. balıḳçı avçı torçı tuzaḳçı 35<br />
..<br />
34<br />
34<br />
James Russell Hamilton, İyi ve Kötü Prens Öyküsü, Türkçe Çeviri: Vedat Köken, 3. baskı:<br />
Ankara, Temmuz 2015, s. 283.<br />
35<br />
James Russell Hamilton, age, s. 11.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 27<br />
METİN 8<br />
ESKİ UYGURCA DÖRT ÇATİK’TEN:<br />
36<br />
1. arslanlar nıŋ yo:rıkın yo:rıp uçayan balık-<br />
2. nıŋ ké:dininte turup ınaru be:rü yo:rıı öt-<br />
3. rü élig be:g tö:rt beltir yo:lta yo:rıyu<br />
4. anıŋ a:rasınta sa:nsız üküş yeklerig körti…<br />
5. ol yme yekler yalŋoklarnıŋ etin y(é:)yü<br />
6. ka:nın içip bagarsukların etö:zleriŋe<br />
7. yörgeyürler erti.. korkgu teg körk 37<br />
..<br />
yeklerig ‘’şeytanları’’<br />
36<br />
Ümit Özgür Demirci, Eski Uygurca Dört Çatik, Kesit Yayınları, 1.baskı, İstanbul: 2015, s. 216<br />
37<br />
Ümit Özgür Demirci, age, s. 36.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 28<br />
METİN 9<br />
ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE):<br />
38<br />
1. adḳaşu turur ḳat ḳat taġta<br />
2. amıl aġlaḳ aranyadan-ta<br />
3. artuç söğüt altın-ınta<br />
4. aḳar suvluḳ-ta<br />
5. amrançıġın uçdaçı ḳuş-ḳı-a-lar<br />
6. tirin-lik ḳuvraġ-lıḳ-ta<br />
7. adḳaġ-sız-ın men͡gi tegingülüg ol<br />
8. anı teg orun-lar-ta 39<br />
…<br />
anı teg orunlarta ‘’öyle yerlerde’’<br />
38<br />
Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara: 1986, s. 445.<br />
39<br />
Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara: 1986, s. 84.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 29<br />
METİN 10<br />
RIZVAN ŞAH İLE RUH – AFZA HİKAYESİ’NDEN:<br />
40<br />
1. andīş-a-lar köŋli-ge tüşüp atlanıp şahar-ġa<br />
2. bard-ı ol vaẓīr dar-ḥāl ustād-l(a)rnı mıʿmār-<br />
3. –l(a)r-nı yıġdırup ḫaẓīn-a-dın yarmaḳ birip biş<br />
4. altı ay için-de bir körklüg ʿımārat yasat-<br />
5. –tur-dı t(a)ḳ-ı içi-ni altun suyı bil-e<br />
6. yasat-tı t(a)ḳ-ı içi-ni altun suyı bil-e 41<br />
..<br />
40<br />
Ceval Kaya, Uygur Harfli Rızvan Şah ile Ruh-Afza Hikāyesi, 2. baskı: Türk Dil Kurumu, 2014,<br />
s. 36.<br />
41<br />
Ceval Kaya, age, s. 37.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 30<br />
4. ŞAHSĪ KOLEKSİYONUMUZDAN BAZI KELİME, İŞARET VE ÇİZİMLER<br />
Talha Dilben’in şahsī koleksiyonunda bulunan Uygur harfli metinlerdeki kelime,<br />
işaret ve çizimlerin bazıları burada sunulmuştur.<br />
İlk görselde, Talha Dilben’in şahsī koleksiyonundaki Budist muhite ait Uygur<br />
harfli bir bitigin başındaki, Buda’ya, öğretiye ve rahipler topluluğuna saygı selamı olan,<br />
yani bir nevi Budistlerin Besmelesi olan ve eserlerinin başına koydukları bu hitap, yazma<br />
eserden taranarak burada sunulmuştur:<br />
namo.. buddaya<br />
namo.. darmaya<br />
namo.. sangaya<br />
‘’Buda’ya saygı, hürmet<br />
Akideye, öğretiye saygı, hürmet<br />
Rahipler topluluğuna saygı (ve) hürmetler olsun’’<br />
buda
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 31<br />
sudur (
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 32<br />
bars<br />
yisu(?), yişu: ‘’Hazret-i İsa’’ 43<br />
bolçu(?): nehir adı. 44<br />
aliba (Mog. zam ve sf.) ‘’her kim, her ne, her hangi, hangi..’’ 45<br />
maġadu/magdtu(?) (Mog. sf.) ‘’gerçek, kesin, şüphesiz..’’ 46<br />
43<br />
Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 2.baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2011, s.<br />
299.<br />
44<br />
Ahmet Caferoğlu, age, s. 47.<br />
45<br />
Ferdinand D. Lessing; Çeviren: Günay Karaağaç, Moğolca – Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil<br />
Kurumu, s. 51.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 33<br />
Bazı noktalama işaretleri, başka işaretler ve çizimler:<br />
46<br />
Ferdinand D. Lessing; Çeviren: Günay Karaağaç, age, 812.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 34<br />
Hemen üstteki iki çizim, eğer haç çizimleri ise,<br />
Hristiyan muhite ait çizimler oldukları kesindir. Bu metin Moğolcadır.<br />
Aynı metin içerisinde yisu / yişu ‘’Hazret-i İsa’’ ismi de geçmektedir ve önceki<br />
sayfalarda gösterilmiştir.<br />
Yukarıda üstte, Moğolca bir kelime, ardından noktalama işaretini ve<br />
kılıç/bıçak çizimini görüyoruz.<br />
Altta, önce bir kılıç/bıçak çiziminin yapıldığını ve ardından da yine aynı<br />
Moğolca kelimeyi ve noktalama işaretini kullanıp diğer anlatıya geçildiğini<br />
görüyoruz.<br />
Anlaşılıyor ki hattat, anlattığı hikayeyi, olayı sola doğru bakan bir kılıç<br />
çizimi ile başlatıp, sağa doğru bakan, hikayenin bittiğini haber veren bir kılıç<br />
çizimi ile bitiriyor. Burada hattatın, anlatıyı iki kılıç çizimi arasına koyarak<br />
tertipli ve hoş bir biçim oluşturduğunu görüyoruz.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 35<br />
Talha Dilben Koleksiyonu’ndaki Sudur Uruş’un kapağı
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 36<br />
MİLLİ EDEBİYAT VE CUMHURİYET DÖNEMİ DİLDE SADELEŞME<br />
ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ<br />
Sadık ALAÇAM *<br />
ÖZET<br />
Türk dili islamiyetle beraber Arapça ve Farsça kelimeleri bünyesine katmaya<br />
başlamıştır.Konuşma dilinde belirli bir seviyede sabit kalan kelime alışı yazı dilinde önü<br />
alınamaz bir hale gelmiş ve konuşma dili ile yazı dili arasındaki uçurum gittikçe<br />
derinleşmiştir.Bu bağlamda sistemsel olarak Milli edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerinde<br />
çeşitli adımlar atılmış ve dilde sadeleşme sağlanmaya çalışılmıştır.Bu yazıda sadeleşme<br />
çalışmalarındaki farklı fikirlere temas edilmiştir.<br />
ANAHTAR KELİMELER: YENİ LİSAN, MİLLİ DİL, DİLDE SADELEŞME, GÜNEŞ<br />
DİL TEORİSİ<br />
GENERAL VIEW OF THE SIMPLIFICATION WORKINGS IN TURKISH<br />
LANGUAGE ,THE NATIONAL LITERATURE ERA AND THE REPUBLIC OF<br />
TURKISH PERIOD<br />
ABSTRACT<br />
Turkish Language began to add from Arabic and Farsi , its vocabulary when the Turks<br />
accepted Islam. In writing it was too fast to deriving words in Arabic, Farsi and Turkish<br />
rather speech language. In speech and writing had the cliff inside also the cliff was very<br />
profound one. In this context There were various paces to step for simplification in the<br />
Turkish Language.The National Literature and The Republic Literature periods supported<br />
the idea significally. One of the main goal of this article points out the simplification<br />
ideas workings and theories in Turkish Language diversely.<br />
KEY WORDS: NEW LANGUAGE,NATIONAL LANGUAGE,SIMPLIFICATION IN<br />
LANGUAGE,SOLAR THEORY OF LANGUAGE.<br />
*<br />
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 37<br />
Milli Edebiyat devresine kadar gelinen süreçte dilde sadeleşme adına atılan<br />
adımlar bireysel çabaların ilerisine geçememiştir. Tanzimat döneminde sistemsel olarak<br />
dilin sadeleşmesi gerektiği görüşü ortaya atılsa da büyük bir etki yaratamamış ve Servet-i<br />
Fünun döneminde dil daha da ağır hale gelmiştir.<br />
Milli edebiyat devresine gelindiğinde ise dil üzerine sistemli bir eğilim<br />
gösterilmiştir. Özellikle Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan makalesi, dil çalışmalarının adeta<br />
manifestosu olmuştur. Yeni Lisan Hareketi dediğimiz bu oluşum: Ömer Seyfettin, Ziya<br />
Gökalp öncülüğünde: “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir.” düşüncesiyle dilde<br />
sadeleşme çalışmalarına başlamıştır. Bu dönemde dilde sadeleşme tamamen bir Öz<br />
Türkçecilik hareketi olarak görülmemiştir. Yeni Lisan hareketinin fikir adamları dildeki<br />
Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan cem'ler, terkib-i izafî, terkib-i tavşîfî, vasf-ı<br />
terkibîleri dil için tehdit olarak görürler. Asıl amaç bunların dilden çıkarılmasıdır. Peki bu<br />
tasfiye nasıl olacak? Neler dilden çıkarılacak, neler muhafaza edilecek? Makalede Ömer<br />
Seyfettin bu konuya şöyle açıklık getiriyor:<br />
“Bu pek küçük olacak fakat maddeleri az kanunlar nasıl kuvvetli ve mükemmelen<br />
riayete elverişli ise bu da öyle sâde ve kat'î... Arabî ve Farisî terkipler atılacak. Hangileri<br />
müstesnâ olacak? Evvelâ şunu söyleyelim ki ilmî fennî ve edebî ıstılahlara şimdilik<br />
dokunamayız. "Mûhitü'l- maarif" heyeti teşekkül etti. Bütün ıstılahlara kat'î bir şekil<br />
verecek. Biz onları bir kelime gibi kabul edeceğiz. Terkip nazarıyla bakmayacağız.<br />
Bakınız sonra nasıl:<br />
1-Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bütün terkiple terk olunacak. Tekrar<br />
edelim: Fevkalâde hıfzü's-sıhha, darb-ı mesel ,sevk-i tabiî gibi klişe olmuş şeyler<br />
müstesnâ...<br />
2-Türkçe cem' edatından başka katiyen ecnebi cem' edatları kullanılmayacak:<br />
İhtimalât,mekâtib ,memurîn ,hastagân, yazacak yerde ihtimaller mektepler memurlar<br />
hastalar yazacaksınız. Tabiî kâinat, inşaât, ahlâk, Müslüman gibi klişe haline gelmişler<br />
müstesnâ...<br />
3-Diğer Arabî ve Farisî edatları da atacaksınız! Eya, ezmen, an, ender, bâ,<br />
berây, bî, na, ter, çi, çent, zihî, âlâ, fi, kâin, gâh, gin, âsâ, veş, ver, nâk, yâr... gibi edatlar<br />
terk olunacak; ancak tekellüme girmiş tamamıyla Türkçeleşmiş olan ama, şayet, şey,<br />
keşki, lâkin, nâşi, hemen ,hem ,henüz ,bari, yani... gibileri kullanılacak. Unutmayalım ki<br />
terk olunmasını arzu ettiğimiz bu edatlar kullanılsa bile terkip kaideleri gibi lisanın<br />
tekellümüne giren "sanatkâr" gibi kelimeleri serbestçe söyler ve yazabiliriz.” 1 Buraya<br />
baktığımızda şu sonuç çıkıyor: Evet dil sadeleşmeli, ama fakirleşmemeli. Dil, sadeleşme<br />
uğruna halktan koparılmamalı hatta halkın konuştuğu dil, yazı dili olmalıdır.<br />
1<br />
Ömer Seyfettin, Genç Kalemler, nu. 1, C.II, 11 Nisan 1911
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 38<br />
Yeni Lisan Hareketi’nin genel politikalarını maddeleyecek olursak özetle şu<br />
sonuçlara varırız:<br />
1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan<br />
terkiplerin kaldırılması,<br />
2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılması,<br />
3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,<br />
4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,<br />
5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması.<br />
Ömer Seyfettin ve onun Yeni Lisan makalesi haricinde dikkat edeceğimiz bir<br />
diğer kişi Ziya Gökalp ve onun eseri Türkçülüğün Esasları’dır. Ziya Gökalp bu eserinde<br />
Türkçülüğü belirli başlıklar altında toplamış ve bir program oluşturmuştur. “Bizzat<br />
Gökalp tarafından salahiyetle çizilen bu programın en zengin kısmı Lisan-ı Türkçülük<br />
kısmıdır. Gökalp Türk dilinin milli esaslar dahilinde gelişmesi ve zenginleşmesi<br />
hususunda büyük bir ehemmiyet vermekte ve Türk dilciliği için en doğru ve en makul<br />
hedefleri kuvvetle göstermektedir:<br />
Yazı dilini konuşma diliyle birleştirerek ,halk dilinde yerleşmiş bulunan Arapça,<br />
Acemce kelimeleri, Türkçenin kendi kelimeleri olarak kabul etmek; bir manzumesinde<br />
söylediği gibi “Türkçeleşmiş, Türkçedir.” düşüncesinden ayrılmamak; Arapça siyah<br />
yerine Türkçe kara, Arapça beyaz yerine Türkçe ak kullanarak dilimizi lüzumsuz bir<br />
fakirliğe düşürmemek; Türk dilinde bu gibi kelimeler arasında mâna farklılıkları<br />
bulunduğuna dikkat etmek, meselâ “Siyah yüzlü bir adamın alı ak olabilir, beyaz çehreli<br />
bir adamın da yüzü kara çıkabilir.” diye düşünmek. Velhasıl Türk dilini ıslahı yolunda<br />
bilhassa şu iki noktayı gözden kaçırmamak lazımdır:<br />
1-Türkçede Arap, Acem lisanlarının kapitülasyonları ilga olunarak bu iki lisanın<br />
ne siygaları ne edatları ne de terkipleri lisanımıza ithal olunmalıdır.<br />
2-Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir. Halk için munis olan<br />
ve suni olmayan her kelime millidir. 2<br />
Görüleceği gibi Yeni Lisan makalesinde de Türkçülüğün Esasları’nda da dil<br />
üzerindeki düşünceler paralellik göstermektedir. Bu dönemin dil üzerinde düşünen fikir<br />
adamlarının sadeleşme için başlangıç noktası halkın ,özellikle İstanbullu kadınların,<br />
kullandığı dildir. Ziya Gökalp’in lisan anlayışını şu dizeleri özetliyor zaten:<br />
2<br />
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, M.E Basımevi, İstanbul-1998,s.1116.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 39<br />
Güzel dil Türkçe bize<br />
Başka dil gece bize<br />
İstanbul konuşması<br />
En saf, en ince bize<br />
Yeni Lisan hareketini bugünkü Türkçenin oluşmasındaki ilk aşama olarak kabul<br />
edebiliriz.2.devre ise özellikle 1930’larda başlayan dil çalışmalarıdır.1930’a gelindiğinde<br />
fikir adamlarının idare ve tatbik ettiği sade dil çalışmalarına devlet eli uzanmıştır. Dilin<br />
tamamen milli bir vaziyet alması, araştırılması, kökenlerinin tespit edilmesi ve<br />
geliştirilmesi için çeşitli adımlar atılmış ve kurumlar kurulmuştur.1928’de harf inkılabı<br />
ile başlayan süreç,1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin 1936’da Türk Dil Kurumu’nun<br />
kurulmasıyla ilerlemiştir.<br />
Cumhuriyet dönemi dil çalışmaları farklı yorumlanmış, kimileri tarafından<br />
yapılan çalışmalar eleştirilmiştir. Şimdi bu dönemde yapılan çalışmalara ve getirilen<br />
eleştirilere göz atalım.<br />
Cumhuriyet dönemi dilde sadeleşme çalışmalarına baktığımız zaman özellikle<br />
1938 yani Atatürk’ün vefatına kadarki süreçte Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerine<br />
paralel bir anlayış vardır. Atatürk’ün bu konudaki düşünceleri döneminde kabul görmüş<br />
ve tüm dil çalışmaları onun gösterdiği hedefler doğrultusunda gerçekleşmiştir. Fakat<br />
devletin dil politikası Atatürk döneminde 3 ayrı çizgi izlemiştir. Bu konuda Yavuz Bülent<br />
Bakiler’in bir yazısı oldukça dikkat çekicidir. Yavuz Bülent Bakiler yazısında, dilde<br />
sadeleşme çalışmaları bağlamında Atatürk’ün düşüncelerini üç ayrı döneme ayırır:<br />
1- 1932 yılından 1934 yılına kadar, Atatürk, tamamen tasfiyeci bir<br />
anlayışla hareket etti. Yani Türkçe’mize giren fakat zamanla tamamen<br />
Türkçeleşen bütün kelimelerin dilimizden çıkarılıp atılmasını emretti.<br />
Böylece dilimizin, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmasını<br />
istedi.<br />
2- Atatürk, 1935 yılında yeni bir dil anlayışını benimsedi. Bu, Ömer<br />
Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem’lerin 1912 yılında,<br />
Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler Mecmuasında ileri sürdükleri:<br />
“Türkçeleşen kelimeler Türkçedir” görüşüydü. Nitekim dilde<br />
tasfiyecilik hareketiyle Atatürk’ün yasakladığı kelimeler, 1935 yılıyla<br />
birlikte, dilimizde yeniden yaşamaya başladılar.<br />
3- - Atatürk’ün üçüncü dil anlayışı: Güneş Dil Nazariyesiyle ortaya çıktı.<br />
Güneş-Dil Nazariyesi 1935 yılından 1940 yılına kadar Dil ve Tarih<br />
Coğrafya Fakültesi’nde ders olarak okutuldu. Güneş-Dil<br />
Nazariyesinin dayandığı üç önemli temel vardır:<br />
a) Dünya’ya gelen veya yaratılan ilk insan Türk’tür.<br />
b) İlk lisan Türkçedir.<br />
c) Bütün Dünya dilleri Türkçe’den doğmuşlardır. 3<br />
3<br />
Yavuz Bülent BÂKİLER, ATATÜRK’ÜN ÜÇ AYRI DİL ANLAYIŞI.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 40<br />
Bu üç evreden birincisinin zaten mümkün olmadığı farkına varıldığından bundan<br />
vaz geçişmiştir.Zaten aksi de pek mümkün<br />
görülmüyor.Düşünsenize:akıl,kitap,şey,selam,mustafa,kalem,mektup,ahlak,edeb,edebiyat<br />
,aşk ve daha binlerce kelimeyi dilimizden çıkardığımızı. Ne kadar kuru ve ne kadar bize<br />
uzak bir dil ortaya çıkar.Bu durumun yarattığı sıkıntıdan olsa gerek 1935’e gelindiğinde<br />
bu düşünce yerini Milli Edebiyat sürecindeki anlayışa bırakmıştır. İkinci evre son derece<br />
mantıklıdır. Dil çalışmalarındaki asıl kıstas halkın konuştuğu dili yazı dili yapmak<br />
Türkçeleşen kelimeyi muhafaza etmektir. Kelime Arapça veya Farsça kökenli diye onu<br />
kullanmamak dili fakirleştirmekten başka bir şey değil.<br />
Üzerinde durmak istediğim son evre yani Güneş Dil Teorisi. Burada desteklenen<br />
düşünceler akıl mantık alır şeyler değildir. Şöyle ki: İlk insanların güneş ve tabiat olayları<br />
karşısındaki hayretlerini dile getirmek için çıkardıkları ünlemler Türkçedeki sesli<br />
harflerin doğmasını sağladı.Hatta daha ileri gidilerek Arapçanın Türkçeden doğduğunu<br />
iddia eden 495 sayfalık kitap Prof. Dr. Naim Hâzım Onat tarafından yazıldı.<br />
Bu teorinin ortaya çıkması da Atatürk’ün çevresindeki insanların onun gözüne<br />
girmek isteyenler tarafından uydurulmuş ve adeta Atatürk kandırılmıştı. Afrodit<br />
kelimesini Avrat kelimesine,Firavun kelimesini Burun kelimesine,Akademi kelimesini<br />
Akadam tamlamasına kadar götürdüler.Fakat 1940 yılına gelindiğinde bu yanlıştan<br />
dönüldü ve Güneş Dil Teorisi, Türk insanını uluslararası camiada daha fazla rezil<br />
olmaktan kurtarılarak, tarihin tozlu raflarına gömüldü.<br />
Bir yazı örneği vererek Güneş Dil Teorisinin vahim sonuçlarını gözler önüne<br />
sermek istiyorum. 4 Ekim 1934 tarihli CHP’nin yayın organı Hakimiyet-i Milliye (Ulus)<br />
Gazetesi’nde yayınlanan bir habere bakalım.Haberde M. Kemal ve misafirinin bir<br />
ziyafette yaptıkları konuşmalara yer veriliyor. Atatürkün konuşması şu şekilde:<br />
“Altes Ruayâl, Bu gece, yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini<br />
söylerken duyduğum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç<br />
durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını<br />
bulacaksınız.<br />
İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih<br />
taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz<br />
tutmaktadır.<br />
Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle<br />
göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir.<br />
Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm<br />
ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en<br />
güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar; baysal utkusu.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 41<br />
Altes Ruayâl,<br />
Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin<br />
söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.<br />
Ünlü babanız, yüksek kralınız beşinci Güstav’ın gönenci için en ıssı dileklerimi<br />
sunarken, Altes Ruvayâl, sizin Altes Ruvayâl, prenses Louise, sevimli kızınız Altes<br />
Prenses Ingrid’in esenliğine, tüzün Isveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.” 4<br />
Örnekte de görüleceği üzere dilde sadeleşme adına daha da anlaşılmaz bize daha<br />
da yabancı bir dil üretilmiş. Şunun farkında olunmalıdır: Dil siyasi düşüncelere malzeme<br />
yapılacak bir nesne değildir. Dil canlıdır, dil değişimi kendi içinde ihtiyaç olduğu sürece<br />
yapacaktır. Bizim dil hususunda dikkat etmemiz gereken tek şey şudur: Halktan<br />
kopmamak. Bugün aydınımızın düştüğü gaflet de budur. Dil çalışması masa başında<br />
yapılmaz, halka inecek ve halkın ne konuştuğuna bakacaksın!Halk anladığı müddetçe<br />
senin dili sadedir. Sadelik adına bin yıldır kullanılmayan bir kelimeyi çıkarırsanız gülünç<br />
olur.<br />
“İnönü Cumhuriyeti, ilk bakışta, Atatürk Cumhuriyeti’nin bütün özelliklerini taşır<br />
gibi görünür. O da laiktir, halkçıdır, milliyetçidir. Ne var ki, kültür devrimini<br />
çağdaşlaşarak uluslaşmak diye değil, uluslaşırken Batılılaşmak diye anlamıştır. İnönü<br />
döneminde, Rönesans’ta olduğu gibi, büyük bir çeviri<br />
faaliyetine başlanır; Yunan/Latin klasikleri Türkçeye mal edilir; o kadarla<br />
yetinilmez, liselerde okutulur, köy enstitüleri ve halkevleri aracılığıyla, halka ulaştırılmak<br />
istenir. Mitologya, baş köşeye konulmuş; kültür devriminin, ‘Yunanca, Latince<br />
öğrenmek, Avrupalıların eğitiminden geçmek’ olduğu açıkça savunulmuştur.”<br />
“İki tavır arasındaki karşıtlık çok açıktır. Mustafa Kemal, ‘Hangi istiklal vardır<br />
ki yabancıların planlarıyla yükselebilsin’ derken, Ataç, ‘Avrupalılar gibi olamıyoruz,<br />
buna üzülüyoruz’ diyebilmektedir.”<br />
“Atatürk Cumhuriyeti için, kültür devrimimiz, ‘seciye-i milliyemizle ve<br />
tarihimizle mütenasip bir kültür’ yaratılmasını öngörüyordu. Buysa, ümmet kültürünü ve<br />
tarihini reddetmez; o tarihin ve kültürün içinden, ulusal bir kültür damıtılmasını<br />
gerektirir. Oysa İnönü Cumhuriyeti'nin istediği, ‘Bu ilkeyi Batı ülkelerine benzetmektir’;<br />
bunun için, ümmet kültürünü ve tarihini reddedecek, Yunan/Latin kültürüne<br />
yaslandıracak ‘devşirme’ bir kültür taklitçiliğine yönelecektir.”<br />
“Dil sorunu bu noktadan itibaren özel bir önem kazanıyordu. Osmanlıca, ümmet<br />
dilidir, Arapça/Farsça/Türkçe bileşimine dayanır; Osmanlıcadan damıtacağınız ulusal<br />
Türkçeyle, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ‘seciye-i milliyemizden ve tarihimizden’,<br />
dolayısıyla Doğu/İslam çerçevesinden çıkamazsınız; gerçekleştireceğiniz bileşim özgün,<br />
yeni ve ulusal olabilir, fakat gelişme zincirinin üst düzeydeki yeni bir halkası olacaktır.<br />
Oysa İnönü Cumhuriyeti bunu istemiyor. O zaman ne yapılacak? Türkçenin<br />
4<br />
Ayın Tarihi, 1934, No: II, sayfa 22, 23.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 42<br />
Osmanlıcadan damıtılması bir kenara bırakılıp, geçmişten hiçbir çağrışım yükü olmayan<br />
çıplak ve bakir kelimelerle, yeni bir Türkçe uydurulacak!”<br />
Böylece Kurum’un 12 Eylül 1980 öncesi dil politikası, tamamen Marksist -<br />
Sosyalist ideolojinin emrinde, "uydurmacılık” ve "dil ırkçılığına” dönüştürülmüş;<br />
Türkiye’de kültür ihtilâli gerçekleştirme yolundaki yıkıcı faaliyetlere ortam hazırlanarak,<br />
yürütülen ideolojik savaşın bir parçası olmuştur. 5<br />
İnönü döneminde dile tasfiyeci ve ırkçı bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır.Atatürk<br />
döneminde denenip bırakılan bu anlayış İnönü döneminde tekrar gün yüzüne çıkarılmış<br />
ve bu konuda hızlı adımlar atılmıştır. Özellikle 1983 öncesine kadar gelen dönemde, dilin<br />
söz varlığına girmiş bazı kelimeler dışlandı. Batı kaynaklı sözcüklere karşılık bulma<br />
çalışması ancak 1970’te başladı. Hâlbuki Batı kaynaklı sözcükler, İkinci Dünya<br />
Savaşı’nın bitmesinden sonra Türkçeye girmeye başlamıştır. Fakat uzun süre Batı<br />
kaynaklı sözcüklere karşılık bulunmamıştır. Mesela müdür sözünün kullanımdan<br />
çıkarılması karşısında bir dönem direktör yaygınlaştırılmıştır. Batı dillerinden sözcükler<br />
girerken, Türkçenin söz varlığına girmiş, şarkılarımızda, türkülerimizde, atasözlerimizde,<br />
deyimlerimizde yaşayan Arapça, Farsça kökenli sözcükleri çıkarma çalışması sürmüştür.<br />
6<br />
Dilde devrimcilik”, “öz Türkçecilik” adı altında “tasfiyecilik - ırkçılık” politikası<br />
güdenlerin başlıca iki temel hedefi vardır:<br />
1 - Millî kültürün devamlılığını kesintiye uğratıp Türk nesilleri arasında kültür<br />
kopukluğu meydana getirerek, Türkiye Türklüğünü, hafızasını kaybetmiş bir topluluk<br />
haline getirmek;<br />
2 - Türkiye Türklüğünün, Türk dünyası ile bağlarını koparmak. 7<br />
Türk Dil Kurumunun öncülüğünü yaptığı dil politikasının, Atatürk’ten sonraki<br />
durumunu, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın şöyle<br />
değerlendiriyor:<br />
“Atatürk’ten sonra Türk lehçelerinden söz alışı yok denecek düzeye inmiştir.<br />
Üstelik Türk lehçeleriyle ortak bazı sözlerimiz de dilimizden çıkarılmaya çalışılmıştır.<br />
Böylece Türk lehçeleriyle Türkiye Türkçesi arasındaki bağlantı da koparılmıştır.<br />
Özellikle 1960’tan sonra dilde tasfiyecilik hareketi hız kazanmıştır. Ne yazık ki, böyle bir<br />
uygulama yapılmıştır.” 8<br />
5<br />
Atilla İlhan, “Dilin Kemiği var”, 18.09.2010.<br />
6<br />
Nuriye Akman, Türk Dil Kurumu Başkanı ile Röportaj, Zaman Gazetesi, 11.05.2007.<br />
7<br />
Ahmet Bican Ercilasun, a.g.e., s. 29.<br />
8<br />
Taner Ünal, “Türk Dil kurumu Başkanı ile Sohbet”, Türkeli dergisi, Kasım 2004, 18.09.2010.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 43<br />
Şöyle bir baktığımızda dilde sadeleşme adı altında yapılan özelikle İnönü dönemi<br />
çalışmalarda maksadın sadece dili sadeleştirmek olmadığı görülecektir. Burada asıl amaç<br />
Türk milletini kedi kütürüne yabancı etmek ve sözde Batı ile entegre olmuş bir nesil<br />
yaratmaktır. Atatürk döneminde özelikle üzerinde durulan milli bir bilinç oluşturma<br />
çabaları İnönü döneminde önemini kaybederek Batılılaşma, Yunanlılaşma, Latinleşme<br />
amacı güdülmüştür. Yani dil değil kültür sadeleştiriliştir.<br />
Evet bakıldığı zaman yazı dilinde sıkıntılarımız vardı. Yazılanla halkın konuştuğu<br />
farklı idi. Bizim aydınımız ise kendi ağdalı dilini bir kenara bırakmak yerine halkın<br />
konuştuğu dile musallat oldu. Halkın konuştuğu dil zaten bugünden çok farklı değildi,<br />
anlaşılmaz değildi. Bizim aydınımız ne yaptı peki: Eski Türkçeden, diğer lehçelerden<br />
kelimeler aldı, halkın 1000 yıldır kullandığı kelimeyi yasakladı. Dilin mantığına aykırı<br />
kelimeler türetildi. Kısaca dile saygısızlık yapıldı.<br />
Dil devrimi’nin başlangıcıyla Türkçedeki yabancı sözcüklerin kullanılma<br />
oranları yavaş yavaş düşmeye başlamıştır… 1901’de basılan Şemsettin Sami’nin Kamusı<br />
Türki’sindeki Türkçe sözcük oranı %38, Arapça sözcük oranı %45, Farsça sözcük oranı<br />
%13, Batı dillerinden gelen sözcük oranı %4 olarak tespit edilmiştir. 1969’da Türk Dili<br />
Kurumunca basılan Türkçe Sözlük’te Türkçe sözcük oranı %25 artarak %63’e çıkmış;<br />
Arapça sözcükler %26 azalarak %19’a, Farsça sözcük oranı %9.5 azalarak %3.5’a<br />
düşmüştür.<br />
Genel olarak bakıldığı zaman yapılan hataları bir kenara bırakırsak dilde<br />
sadeleşme çalışmaları iyi sonuçlar da doğurdu. En azında yazı dili ile konuşma dili<br />
arasındaki uçurumu ortadan kaldırmış olduk.<br />
Çok kısa olarak Latin kökenli Türk alfabesine geçişi de değerlendirerek yazımı<br />
bitireceğim. Türkler tarihleri boyunca farklı coğrafyalarda yaşamış ve farklı kültürler<br />
etkisine girmiştir.Bu sosyal yaşamı etkilediği gibi dili ve alfabeyi de etkilemiştir. Çok<br />
farklı alfabeler kullanan Türkler Arap alfabesini çok uzun bir süre kullandıktan sonra<br />
Latin alfabesini kullanmaya başlamışlardır.Türkçe daha önce Latin alfabesiyle de yazıldı<br />
elbette. Misal olarak Codex Cumanicus verilebilir.Fakat biz sistemli olarak cumhuriyetle<br />
beraber kullanmaya başladık Latin alfabesini.<br />
Peki alfabe değişimi gerekli miydi, neden yapıldı? Bu konuda çok fazla görüş<br />
vardır.Bu görüşlerin bir kısmı siyasi ve ideolojik yaklaşım sebebiyledir. Şunu idrak<br />
etmekte fayda vardır:Lale devrinden beri amaçlanan Batılılaşma süreci cumhuriyet<br />
dönemine gelindiğinde ivme kazanmış ve Batı ile daha sıkı ilişkiler kurulmaya<br />
başlanmıştır. Yakın ilişkilerde bulunmak, iletişimi kolaylaştırmak için harf değişikliğine<br />
gidilmiştir. Bir diğer nedeni ise Arap harfleri ile okuma yazma eğitimi verilmesinin daha<br />
zor olmasıdır. Çünkü Osmanlı Türkçesi için sadece harfleri öğrenmek yetmiyor, Arapça<br />
ve Farsça gramer kurallarının da bir kısmına hakim olmak gerekiyordu. Bu da öğrenmeyi<br />
güçleştiriyordu. Harf inkılabı denildiğinde ileri sürülen suçlamaların başında ise milletin<br />
bir gecede cahil bırakıldığı düşüncesidir. Bu düşünce tarih okumaktan aciz milletimizin<br />
bazı çevreler tarafından kandırılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Çünkü 1927<br />
de yapılan nüfus sayımında Türkiye’deki yetişkin nüfusun (7 yaş ve üzeri) ancak % 10,5’i
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 44<br />
okuma yazma bildiği tespit edilmiştir. Erkeklerin % 17,4’ü ve kadınlarda % 4,6’sı okuma<br />
yazma bilmektedir. 9 1 Kasım 1928 de harf inkılabının yapıldığına göre devrimin<br />
yapıldığı tarihte zaten ülkede okuma yazma bilen kişi sayısı çok azdı. Harf devrimi<br />
yapıldıktan sadece 7 yıl sonra ise okuma yazma oranı %20’yi aşmıştı. Demek ki bu iddia<br />
asılsız bir yalandan öteye gitmeyecek bir iddiadır.<br />
Son sözlerimizi söyleyecek olursak dildeki sadeleşme de siyasi yaşantımız gibi<br />
çalkantılı bir şekilde gerçekleşmiştir. Sonuca ulaştığımızda dilde sadeleşme hareketinin<br />
gerekli olduğu aşikardır. Fakat uygulamada sıkıntılar yaşanmıştır. Bugün bile<br />
Öztürkçecilik adı altında dili yozlaştırmaktan başka bir işe yaramayan dil şarlatanları<br />
vardır. Temennim halkın dilinden kopmadan dil çalışmalarının yapılmasıdır.<br />
9<br />
DİE, Osmanlı Devletinin İlk İstatistik Yıllığı 1897, (Ankara 1997)
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 45<br />
DÜNYANIN EN UZUN DESTANI: MANAS<br />
Tunahan Eren ARSLAN *<br />
ÖZET<br />
Kırgız Türkleri, Türk Dünyası coğrafyasında sözlü edebiyatı mütekamil derecesine<br />
erişmiş Türk boylarındandır. Bu nitelikleri sayesinde Kırgızlar, Manas gibi dünyanın en<br />
edebi ve en hacimli destanına sahip olmuşlardır. Kırgız Türklerinin millî destanı olan<br />
Manas Destanı, İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız kahramanı Manas’ın<br />
şahsı etrafında, Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki<br />
mücadelede Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatmaktadır.<br />
ANAHTAR KELİMELER: MANAS DESTANI, KIRGIZ TÜRKLERİ, DESTAN,<br />
TÜRK DÜNYASI<br />
THE LONGEST EPOPE IN THE WORLD: MANAS<br />
ABSTRACT<br />
Kirghiz Turks are one of the Turkish tribes who have the most mature oral literature is<br />
like on top of reaching peak point in literature.Owing to these qualifications they have<br />
had the most profoundly and literary epic its name is Manas.Manas Epic is the national<br />
epic of Kirghiz Turks, its protogonist who is name is Manas which is similar the name of<br />
epic. Manas invidual world is the source of the epope. Manas wants to spread around<br />
Islam and he tackles with enemies for this aim. In context also Karakhitay Tribe who<br />
believes in Manicheism and Muslim Kirghiz Tribe struggle with theirselves.Thus<br />
Kirghiz Turks was honored by Islam.<br />
KEY WORDS: THE EPOPE OF MANAS, KIRGHIZ TURKS, EPIC, TURKISH<br />
GEOGRAPY<br />
*<br />
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 46<br />
Kırgız Türkleri, Türk Dünyası coğrafyasında sözlü edebiyatı mütekamil<br />
derecesine erişmiş Türk boylarındandır. Bu nitelikleri sayesinde Kırgızlar, Manas gibi<br />
dünyanın en edebi ve en hacimli destanına sahip olmuşlardır. Kırgız Türklerinin millî<br />
destanı olan Manas Destanı, İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız<br />
kahramanı Manas’ın şahsı etrafında, Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman<br />
Karahanlılar arasındaki mücadelede Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatmaktadır.<br />
Şüphesiz ki destan kültürü açısından bakıldığında Türklerin oldukça zengin bir<br />
dağarcığa sahip olduğu söylenebilir. Kırgız Türklerinin millî destanı olan Manas Destanı,<br />
İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız kahramanı Manas’ın şahsı etrafında,<br />
Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede<br />
Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatıyor.<br />
Türklük tarihi içinde geçmişi çok eskilere dayanan Kırgız Türkleri arasında<br />
zengin bir sözlü edebiyat geleneği vardır. Kırgız Türklerinin arasında anlatılan<br />
Kurmanbek, Er Tabıldı, Er Töştük, Kocacaş, Olcobay ile Kiimcan, Canıl Mirza, Carınca<br />
Bököy, Kebeykan, Canış-Bayış gibi destanlar da bu zenginliği gösterecek mahiyettedir;<br />
ancak bütün bu destanlar arasında kadım Kırgız ruhunun zirvesi olarak nitelendirilen<br />
muazzam bir destan vardır ki o da Manas Destanı’dır. 1 Bu edebi ürünlerin en ünlüsü<br />
Manas’tır. İslâmi dönem Türk edebiyatında oluşan ilk destanın o olduğu<br />
düşünülmektedir.<br />
Kırgız Türklerinin ulusal kahramanı Manas’ın etrafında örgülenen Manas<br />
Destanı’nın ilk bölümünden itibaren; Manas’ın doğumu, daha beşikte iken konuşmaya<br />
başlaması, kâfirleri yeneceğini söylemesi, büyüyüp delikanlı olunca Çinlileri yenmesi,<br />
Müslüman yiğit Almanbet’le tanışıp, birlikle birçok savaşa girmeleri, Manas’ın Kanıkey<br />
ile evlenmesi, bu evlilikten doğan Semetey adlı çocuğu, düşmanları tarafından iki defa<br />
öldürülmesine rağmen Allah tarafından İslâm’ı yayması için tekrar diriltilmesi, Mekke’yi<br />
ziyaret ve Kâbe’yi tavaf etmesi lirik bir üslupla anlatılır.<br />
Adını kahramanın isminden alan Manas Destanı, hacmi bakımından da dünyanın<br />
en büyük destanı olma özelliğine sahiptir ki, İranlı Firdevsi'nin Şehnâmesi'nden iki, Grek<br />
Homeros'un İlyada'sından yirmi, Finlilerin Kalevala'sından kırk, Hintlilerin<br />
Mahabharata'sından ise dört misli daha uzundur. Dünyada şimdiye değin Manas kadar<br />
büyük bir destan tespit edilememiştir. Bununla birlikte İslâmiyet tesirindeki Türk<br />
destanları içerisinde de hacmi, muhtevâsı ve içtimâî etkileri açısından büyük bir<br />
ehemmiyeti hâizdir. Kırgızların hayat tarzları, gelenek ve görenekleri, ahlâkî ve dinî<br />
görüşleri, tarihleri, coğrafyaları, tıp bilgileri, diğer milletlerle münâsebetleri hep bu<br />
destanda ifadesini bulmuştur. Bu yönüyle Kırgız milletinin kültürü, felsefesi, tarihi,<br />
psikolojisi, sanatı ve diğer mânevî değerleri bakımından Manas, benzeri bulunmayan bir<br />
eser niteliğindedir. 2<br />
1<br />
Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı<br />
2 Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 47<br />
Manas Destanı'ndan bahseden ilk eser, 16. asır kaynaklarından Seyfeddin<br />
Ahsikendi tarafından Tacik dilinde yazılan "Mecmau't-Tevârih"'tir. Ancak gerek muhteva<br />
gerekse edebî sözler açısından taşıdığı değer, ileriki yıllarda bütün dünyanın ilgisini<br />
çekmiş ve günümüze kadar eser üzerinde başta Rusya olmak üzere Çin, Kırgızistan ve<br />
Türkiye gibi ülkelerde pek çok araştırma yapılmıştır. Manas Destanı ile ilgili Türkiye’de<br />
yapılmış çalışmaların başlangıcı 1934 yılıdır. Abdulkadir İnan tarafından yazılıp,<br />
İstanbul’da çıkarılmakta olan Azerbaycan Yurt Bilgisi adlı dergide yayınlanan “Kırgız<br />
Dil Yadigarlarından Manas Destanı” adlı makale bu konuda Türkiye’de yapılmış ilk<br />
çalışma olarak kabul edilmektedir.Türkiye’de yapılmış Manas çalışmalarıyla ilgili ilk<br />
bibliyografya ise Hayrettin İvgin tarafından 1987 yılında hazırlanmıştır. ( Manas<br />
Bibliyografyası Denemesi: Türkiye'de Manas Çalışmaları, Alpaslan DEMİR)<br />
Yıllar süren çalışmalar neticesinde bugün yaklaşık 500.000 mısraı tespit edilen<br />
destanın, Kırgız Millî İlim Akademisi'nin el yazma nüshaları bölümünde altmıştan fazla<br />
anlatım şekli muhafaza edilmektedir. Bu yönüyle destan tartışılmaz biçimde dünyanın en<br />
uzun destanı olma özelliğini korumaktadır.3<br />
Kırgızların kahramanlık hikâyelerini anlatan Manas Destanı, manasçı olarak<br />
adlandırılan destanı kopuz çalıp türküler söyleyerek anlatan, el-kol ve baş hareketleriyle<br />
destan kahramanlarının konuşmalarını yer ve olaya uygun biçimde ses tonlarıyla<br />
canlandıran, ozan-âşık-meddah-aktör karışımı meziyetlerini bünyesinde toplayan 4 destan<br />
anlatıcıları sayesinde bugüne kadar ulaşırken, ilk derlemesi Türkolog Wilhelm Radloff<br />
tarafından Kırgızistan'ın Tokmok şehrindeki bir manasçıdan alınarak 1869'da<br />
hazırlanmıştır. Kırgız'ların hem kutsal tarihlerinin tanığı, hem de ulusal kültürlerinin<br />
önemli bir sembolü olarak bilinmektedir.<br />
3<br />
Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı<br />
4 DİA, İslam Ansiklopedisi, Manas Destanı, Tuncer Gülensoy
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 48<br />
Kırgızlar arasında oluşan Manas Destanı, bugün de bütün canlılığı ile devam<br />
etmektedir. Manas destanının 11 ile 12. yüzyıllar arasında meydana geldiği<br />
düşünülmektedir. Bu destanın ana kahramanı Manas da, tıpkı Oğuz Kağan destanının<br />
İslâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi İslamiyet’i yaymak için mücadele<br />
eden bir yiğittir. Böyle olmakla birlikte Manas destanında Müslümanlık öncesi Türk<br />
kültür, inanç ve kabullerinin tamamını sergilenmektedir. Bazı varyantları dört yüz bin<br />
mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dairesinin kültür<br />
abidesi niteliğindedir.<br />
Manas Destanı, sadece Kırgızların değil bütün Türk topluluklarının ortak<br />
kültürlerinin sentezi durumundadır. Manas’ın her mısrasında Türk tarih zincirinin bir<br />
halkasını görmek mümkün olur. İlk dönemlerden, günümüze kadar gelen hayat anlayışı,<br />
dünya görüşü, inançlar, geleneksel değerler gibi sosyal ve kültürel hayata şekil veren<br />
unsurlar, destanda motifler ve manzumeler şeklinde kendini belli eder. Manas Destanı<br />
üzerinde yapılacak araştırmalar Türk dünyası içinde yer alan kavimleri birbirine bağlayan<br />
kültür unsurlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.Destan, Kırgız Türklerinin dünden<br />
bugüne aile yapıları, kadın-erkek-çocuk ilişkileri, dini inançları, geleneksel yapı ve<br />
değerleri, sosyal statüleri, evlilik tipleri ve türleri, konukseverlilikleri, törenleri gibi temel<br />
özellikleri ile dünya görüşlerini yansıtmaktadır.<br />
Türk hükümdarlık anlayışında kut anlayışı bulunmaktadır. Türkler<br />
hükümdarlarının Tanrı tarafından yeryüzüne gönderildiklerine inanırlardı. Türk<br />
hükümdarları idare yetkisini Tanrı’dan alırlar, bu inanç çok güçlüdür ve millet tarafından<br />
da benimsenmiştir. Bu inancı olağanüstü doğum motifinde görmek mümkündür.<br />
Destanlardaki olağanüstü doğum motifini bu anlayışta aramak gerekir (Oğuz, 1995: 13).<br />
Manas’ta da olağanüstü şekilde doğum motifine rastlamak mümkündür. Yakup Han uzun<br />
süre evli olmasına rağmen bir çocuğu olmaz. Bu durum destanda şöyle anlatılır:<br />
“Haydar Han’ın kızı Çıyrıçı’yı<br />
(Eş olarak) almış idi.<br />
Yakup Han (şöyle söyledi):<br />
Çıyrıçı’yı (eş olarak) alalı<br />
Ben bir çocuk öpmedim,<br />
Çıyrıçı çözdüğü saçını (bir daha hiç) taramadı,<br />
Allah’a tövbe edip hiç (bir) işime yaramadı!<br />
Belini sıkıca germedi Çıyrıçı bana (bir) oğul vermedi.<br />
(Ben) Çıyrıçı’yı alalı (mevsimler doldu),<br />
Yaz-kış (gelip geçti) tam on dört oldu,
(Çıyrıçı) evliya mezarına gitmedi,<br />
Elmalıkta (yerlerde) belenmedi,<br />
Kaplıcalarda (yıkanıp), gecelemedi!<br />
Ey ulu Tanrım, O bana yâr olsun!<br />
Çıyrıçı’nın karnında<br />
Bir oğlan var olsun”<br />
Olağanüstülük Manas’ın doğum sürecinde görülmeye başlanır. Sıradan insanlar<br />
dokuz ayda dünyaya gelirken Manas on ayda doğar. Buna benzer bir durum diğer<br />
kahraman Almam Bet’te de görülür. Almam Bet ise on iki ayda doğar. Destanda büyük<br />
kahramanların ana karnında diğer insanlara nazaran daha fazla kaldıkları görülür. Bunun<br />
yanı sıra Oğuz Kağan benzeri destan kahramanlarının tek oğul oldukları da göze çarpar.<br />
Bu bakımdan annenin tek oğlu olma önemli bir motif olarak görülür. Anne tüm kuvvetini<br />
tek çocuğunu doğurmak için kullanmıştır. Bu kuvvet çocuğu gelecekte büyük bir<br />
kahraman yapacaktır. Manas da annesinin tek oğludur. Yakup Han çocuğu olduktan sonra<br />
bir ak kısrak kestirir. Türk hükümdarlık anlayışındaki kut anlayışının bir göstergesi olarak<br />
Manas adını sıradan insanlar gibi almaz. Manas’a adı dört ulu peygamber<br />
tarafından verilir ve Manas karşılaştığı tehlikelerden Hızır tarafından korunur:<br />
“Yakup Han, doğan oğlunun adını<br />
Dört ulu peygambere Manas koydurdu.<br />
Dört ulu peygamber onu kucakladı”<br />
(Alp Tipi Kahramanı Çerçevesinde Manas, Mehmet Emin BARS)<br />
Kısaca Manas Destanı, geleneksel Türk toplumunun karakter oluşumunda bir<br />
kaynak, eski Türklerden beri gelen doğum, evlenme, aile, çocuk sevgisi, ölüme bakış<br />
tarzları ve törenleri, konuğa duyulan saygı, dini inançları, töreleri gibi kültür ve<br />
geleneksel değerleri içine alan birikimlerin nesilden nesle aktarılmasında çok<br />
önemli tarihi işlevi de yerine getirmektedir. Manas Destanında biz, bugünkü soysak<br />
yaşantımızın ve geleneksel değerlerimizin, kültürümüzün izlerini de görürüz adeta…<br />
Destanın olay örgüsü ise kısaca şöyledir: Kırgız ve Kazaklar, Çin hükümdarı<br />
Esen Han’ın esaretinde iken Yakup Han ile Çıyırdı Hatun’un bir çocuğu olur, adını<br />
Manas koyarlar. Manas daha beşikte iken konuşur, on yaşında usta bir binici ve silahşör,<br />
on dört yaşında da yenilmez bir bahadır olur. Manas’ın en büyük ideali “milletini<br />
esaretten kurtarmak ve İslâmiyet’i yaymaktır. Bu uğurda birçok savaş yapar. Manas,<br />
Kanıkey ile evlenir. Bu evlilikten Semetey doğar. Bir müddet sonra Manas hile ile<br />
zehirlenerek öldürülür, fakat Allah onu İslâm’ı yayması için tekrar diriltir. Manas<br />
mücadelesine kaldığı yerden devam eder. Bir savaşta şehit düşer. Oğlu Semetey babasının
mücadelesini devralır ve Kırgızları zaferden zafere koşturur. Kırgız Türkleri sonunda<br />
rahat bir hayat sürerler.<br />
Manas Destanı, aynı zamanda Kırgız Türklerinin şahsında bütün Türk<br />
topluluklarının dirlik, birlik ve yeniden var olma mücadelesini de simgeler. Bu bakımdan<br />
özünde varlığını tehdit eden düşman karşısında gerekli olan mücadele, hırs ve kazanma<br />
azminin dayandığı yiğitliği tahrik ve teşvik düşüncesi yatmaktadır. Manas böyle bir<br />
teşvikle ortaya çıkan bir “Alp” insandır. İlerleyen dönemlerde Türkler, Batı Anadolu’ya<br />
doğru genişledikçe Manas’ın betimlediği bu Alp insanı, yerini “Gazi” tipine bırakacaktır.<br />
Günümüz toplum hayatında da Manas’ta yaşanan İslâmi yapı ile kaynaşmış eski<br />
Türk inançlarının izlerini görmek mümkündür. Ülkemizin birçok yöresinde hâlâ varlığını<br />
sürdüren Hıdrellez, Nevruz, ay tutulması, albastı, kelin toyu, gelin alayı, evliya (türbe)<br />
mezarlarında dilek adama gibi birçok gelenekler de Türk toplumunun her kesiminde ortak<br />
algılanan bir kültür yapısı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.<br />
Destan, Kırgız Türk halkının dirlik ve birlik mücadelesinin yanı sıra, örf<br />
ve adetlerini, törelerini, geleneklerini, düşüncelerini, dünya görüşlerini, inançları ile<br />
birlikte aynı zamanda bütün Türk dünyasının ortak kıymet hükümlerini de<br />
yansıtmaktadır. Manas Destanı’nda rastladığımız and içme, süt kardeşliği, evlenme,<br />
düğün, inançlar ile ilgili sosyal ve kültürel unsurlar, Anadolu’da karşılaştığımız yapıdan<br />
farklı değildir.<br />
Günümüzde de kitap olarak yayınlanan destan, yabancı dillere de tercüme edilmiş<br />
ve tüm dünya edebiyatının ortak bir hazinesi olmuştur. Destanda baturların [kahramanlar]<br />
Kırgızların birliğini sağlamak için yaptıkları savaşlar ile kendi içlerindeki mücâdeleler<br />
anlatılır. Destan; Kalmuk [Moğol asıllı Budist topluluğu] ve Kıtayların Kırgızlara<br />
yaptıkları baskı ve zulümden korunmak için Manas adlı bir kahramanın ve oğlu Semetey<br />
ile onun oğlu Seytek'in yiğitlik ve mücâdelelerinden müteşekkildir.<br />
Destanın ana teması, Kırgız halkının farklı Kırgız kabilelerinin merkez otorite<br />
tarafında birlik olup, özgürlük ve bağımsızlıkları için yabancı işgalcilere karşı verdikler<br />
mücâdeledir. Manas, insanlığın gelişimi için tek hazine ve kaynak olan kardeşlik,<br />
bağımsızlık, etkileşim ve ilerleme gibi düşünceler üzerinde yoğunlaşır. Destan,<br />
Kırgızların dilinin ve edebiyatının sadece kaynağı değil, özellikle Kırgız devletinin<br />
kültürel, ahlâkî, tarihî, içtimâî ve dinî âdetlerinin de temeli olarak kabul edilir.<br />
Manas Destanı'nı asırlarca ağızdan ağza tasvir ve ifade edip günümüze ulaştırarak<br />
muhafaza edenler, manasçılardır. Kırgızlar bu insanlara "Çon Manasçı" diye hitap<br />
ederler. Manasçılar konuşma kabiliyeti yüksek ve tarih bilgisi çok olan, halk arasında<br />
hürmet gören kimselerdir. Dolayısıyla da isimler hafızalarından kolayca silinmez.<br />
Manas'ı gece gündüz aylar boyunca söylemelerine rağmen destanı hâlâ bitiremeyen<br />
büyük manasçılar vardır. Bu Manasçıların sonuncuları Sagımbay Orazbakov ve Sayakbay<br />
Karalayev'dir. Bazı ünlü Manasçıların olağanüstü hafızası bulunmaktadır. Destandan 10<br />
bin, 100 bin, 200 bin, hattâ 500 binden fazla mısraı akıcı bir üslûpla söylemektedirler.<br />
Manasçılar bunu söylerken bütün duygularını, hislerini coşkularını destanın içine katar.<br />
Manasçılar seslerini bazen yükseltip bazen alçaltarak; anlatışlarını bazen yavaşlatıp bazen<br />
hızlandırarak Manas'ın yaşadıklarını tesirli bir şekilde ifade etmektedirler. Bu anlatım<br />
karşısında çoğu kez dinleyenler olaylara kendini kaptırarak zamanın nasıl geçtiğinin<br />
farkında olamaz, Manas'ın izleriyle dopdolu bir şekilde diyardan diyara hayâlen seyahat
ederler. Bu destanı birkaç defa dinlemiş olsalar dahi bundan sıkılmazlar zîrâ<br />
Manas, Kırgız halkı için tükenmeyen bir ilham kaynağıdır.<br />
Kırgızlar kuşaktan kuşağa Manas Destanı'nı dinleyerek büyür. Öyle ki,<br />
doğumdan ölümüne kadar Manas'ı içlerinde büyütürler. Bu yönüyle denilebilir ki Manas<br />
Destanı, Kırgız halkıyla birlikte yaşar. Kırgız halkı kendisinin bütün düşünce ve<br />
duygularını, dünya görüşünü, ideallerini tarihî hâdiseleri şifahî olarak destan şeklinde<br />
ifadeyi tercih etmiştir. Kırgızların hürriyet ideali, felsefesi, iman ve hakikat telakkileri<br />
Manas sâyesinde hiç bozulmadan ilk şekliyle günümüze kadar uzar.<br />
Manas Destanı üzerinde yapılan araştırmalarda yer verilen konulardan biri de<br />
İslâm kültürünün destan üzerindeki tesiridir. Günümüzde de bunun izleri canlılığı ile<br />
sürdürülmektedir. Manas'da İslâmiyet'le ilgili helâl-haram, namaz, zekât, abdest, kıyâmet,<br />
selâmlaşma, dua, ervah gibi inançla ilgili unsurlar da yer almaktadır. Kırgızlar her ne<br />
kadar 17. asırdan sonra İslâmiyet'i kabul etmiş olsalar da söz konusu İslâmî unsurlar<br />
destanın yapısında vazgeçilmez yapı taşları olarak görülmektedir.<br />
Ayrıca Mekke-Medine, Hz. Peygamber, Hz. Âdem, Hz. Havva, Hızır ve diğer din<br />
ve tarikat büyüklerinin yeri ve sırası geldiğinde olaylara bağlı olarak zikredilmesi,<br />
destana İslâmi bir görünüm kazandırmaktadır. Manas Destanı'nda İslâmî usûllere göre<br />
selamlaşılmaktadır. Bugün, Kırgızistan Bilimler Akademisi Arşivi’nde, destanın yazıya<br />
geçirilmiş on üç varyantı bulunmaktadır. Manas Destanı’nın bazı epizotları, bugüne<br />
kadar bölüm bölüm yayınlanmışsa da henüz tam bir “metin neşri” yapılmamıştır. Manas<br />
Destanı da diğer Türk destanlarında gördüğümüz hürriyet mücadelelerinin ve hürriyet<br />
uğruna yapılan savaşların izlerini taşır. Bu ruh toplumun hayat görüşünü temsil eden<br />
idealize edilmiş tipler şeklinde kendini gösterir. 5<br />
Bütün bu tahlillerden sonra diyebiliriz ki, Manas Destanı, Kırgız milletinin yüzyıllar<br />
boyunca süren mücadelelerinin bir yansımadır. Bu yansıma Kırgız kültüründeki diğer<br />
edebi türlerin yerini de almıştır. Kırgızlarda yazılı edebiyat ve tarih geleneğinin<br />
gelişmemiş olması, halkın tüm dikkatini bu destan üzerine yoğunlaştırmasına sebep<br />
olmuştur. Manas Destanı yediden yetmişe Kırgız halkı tarafından kutsal bilinir.<br />
Kırgızistan’da, Manas Destanı okumayan veya destanı bilmeyen bir kimseye<br />
rastlanılmaz.<br />
5<br />
Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, Dergâh Yayınları
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 52<br />
OSMANLI KADIN HAREKETİ ÇERÇEVESİNDE FATMA ALİYE HANIM VE<br />
EMİNE SEMİYE HANIM<br />
Büşra ÖZTEKİN *<br />
ÖZET<br />
Batı’ da 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı toplumunda II. Meşrutiyet’ ten itibaren başlayan<br />
kadın hareketinin, Osmanlı toplumuna yansımaları olarak kadın mecmualarının<br />
hazırlanması ve derneklerinin kurulması bu hareketi güçlü kılmıştır. Bu zorlu sürece<br />
Osmanlı entelektüellerinin eşleri veya kızları destek vermişlerdir. Gerek dergiyle gerekse<br />
derneklerle mücadeleye başlayan kadınlar seslerini bu şekilde duyurmuşlardır. Her bir<br />
derginin farklı gayesi olsa da amaç tektir: Osmanlı kadınlarının eşitliğe kavuşması.<br />
ANAHTAR KELİMELER: OSMANLI KADIN HAREKETİ, KADIN DERGİLERİ,<br />
KADIN DERNEKLERİ, FATMA ALİYE HANIM, EMİNE SEMİYE HANIM<br />
MS FATMA ALIYE KHANIM , MS EMINE SEMINE KHANIM AND<br />
THEIR SITUATIONS IN THE MOVEMENT OF OTTOMAN WOMEN RIGHTS’<br />
ERA FRAME<br />
ABSTRACT<br />
By time of 17th century in Occidental world,there was a movement about Women<br />
Rights.Its reflection came out The second constutional period of Ottoman<br />
Empire.Consisting of the new associations,new magazines in this new era,also<br />
supportation of the intellectual class by the Woman as a wife and as a daughter<br />
deliberately in this tough process. Women of this era started to gave out their voice and<br />
their struggle owing to these magazines and associations. All the magazine had own their<br />
idea variously ,even though The main idea was Each of Ottoman woman will be equal<br />
and has her equal rights.<br />
KEY WORDS: THE OTTOMAN WOMAN RIGHTS MOVEMENT, WOMAN<br />
MAGAZINES, WOMAN ASSOCIATONS,MS FATMA ALIYE KHANIM, MS EMINE<br />
SEMIYE KHANIM<br />
*<br />
İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 53<br />
“Çünki nakıs akl olur dirler nisa<br />
Her sözin mağrur tutmakdur reva<br />
Lik Mihri dainün zannı budur<br />
Bu sözi dir ol ki kamil usludur<br />
Bir müennes yiğ durur kim ehl ola<br />
Bin müzekkerden ki ol na-ehl ola<br />
Bir müennes yiğ ki zihni pak ola<br />
Bin müzekkerden ki bi-idrak ola”<br />
MİHRİ HATUN<br />
Dünyada ve Osmanlı Devleti’nde kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve<br />
eşitlik talebidir. Bu hareketin teşekkül ettiği –kronolojik olarak- zaman, bireyselliğin ön<br />
plana çıktığı, siyasal ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı zamana tekābül eder. Kadın<br />
hareketi, genel anlamda kadınların kendilerine biçilen rollere ve yaşam tarzlarına bir<br />
başkaldırı olarak çıkmıştır.<br />
Batı’ da 17. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başlayan bu fikir hareketi, 18.<br />
ve 19. yüzyılda bu teorinin tekāmülüne işaret eder. Zira kadınlar da erkekler yaptıkları<br />
icraatler karşısında onaylanma ihtiyacı hissediyorlardı. Osmanlı Devleti’ ndeki<br />
yansımaları ise 19. yüzyılda siyasal, sosyal, ekonomik, eğitim ve hukuki alanlarda<br />
yaşadığı dönüşümlerle topluma tesir etmiştir.<br />
Örfi ve şer’i temeller üzerine kurulu Osmanlı Devleti’ nin modernleşmesi II.<br />
Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiştir. Bu süreçten itibaren Osmanlı Devleti başta<br />
siyasal yapısında farklılaşma, laikleşme ve özgürleşme yoluna gitmiştir. Bu fikirden<br />
hareketle denebilir ki Osmanlı toplumunda kadının rolü ve konumu modernleşme ile<br />
değişmeye başlamıştır.<br />
Değişimlerin ve dönüşümlerin baş döndürücü hızla yaşandığı bir dönemde ev<br />
içinde anne ve eş rolleriyle sınırlandırılmış olan kadın, yeni bir rol ve statü kazanmak<br />
amacıyla taleplerde bulunmuştur. Taleplerini ise hiç kuşkusuz “basın” yoluyla<br />
yapmışlardır. Mecmualarla kamusal alanda kendini ifade eden kadın, ilerleyen süreçte
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 54<br />
derneklerle toplumdaki rolünün altını çizmiştir. Dönüşüm, gelişim ve dahi başkalaşım<br />
eğitim hamleleriyle sağlanmıştır.<br />
Kadın hareketinin basılı yayın merhalelerini incelemek amacıyla kadın<br />
dergilerine ışık tutmamız gerekmektedir.<br />
KADIN DERGİLERİ<br />
Kadınların özgürleşmesini dergilere ve derneklere borçlu olduğunu ifade eden<br />
Serpil Çakır, 471 basının tesir gücüne dikkat çekmiştir. Gazetelerin kadınlara yönelik sayfa<br />
ve ekleri de kadınlar için ‘ifade sahası’ sağlamıştır. Her ne kadar girişimlerde bulunulsa<br />
da toplumun böyle bir değişime ve dönüşüme açık olmaması, kadınların yazma<br />
temāyüllerini çekimser kılmıştır. Öyledir ki kendi kimliklerini doğrudan<br />
paylaşamamışlardır.<br />
Osmanlı kadını, 1868’ de çıkan Terakki gazetesinde “Üç Hanım” imzalı olarak<br />
yayınlanan kadın mektuplarıdır. Okuma – yazma bilmediği halde fikirlerini başkasına<br />
yazdıran “Üç Hanım” bu mektuplarda çok eşlilik konusunu irdelemiştir. Diğer<br />
mektupların da ise vapurlarda kadınların erkeklerle eşit ücret ödememesi gibi toplumsal<br />
hadiselere değinmiştir.<br />
Kronolojik yayın tarihi açısından incelendiğinde ilk kadın dergisi Terakki – i<br />
Muhadderat’ tır. Terakki gazetesi tarafından 1869’ da “Muhadderat için gazetedir” alt<br />
başlığıyla haftalık olarak 48 sayı<br />
çıkartılmıştır. Terakki – i Muhadderat’ taki mektuplar incelendiğinde görülüyor ki<br />
mektupların içerikleri umumiyetle eğitim idi. Zirā Osmanlı kadını, eğitimin kendileri içn<br />
taşıdığı önemi farkındaydılar.<br />
Kadınlara mahsus hazırlana diğer bir neşriyat ise “Vakit yahud Mürebbi –i<br />
Muhadderat’ tır. Derginin çıkış tarihi 1875’ tir. Yazma amaçlarını “Kadınlığa dair nāfi<br />
şeylerden bahseden” cümlesiyle ifade etmişlerdir.<br />
Dönemin bir başka dergisi ise haftalık olarak yayınlanan ve yekununda 30 sayı<br />
çıkan Ayine dergisidir.İki derginin de ortak paydası evlilik ilişkileri, çocuk terbiyesi,<br />
çocuk sağlığı, eşlerin görevleri vb. konulardır.<br />
1880’ de Şemseddin Sami’ nin kaleminden çıkan Aile dergisi kadınları<br />
bilgilendirme amaçlı olup imzasız olarak neşredilmiştir. Dergi, “Aileye, yani kadınlara<br />
çocuklara ve ev işlerine müteallik mebahis –i mütenevviayı cāmi mecmuadır.” ibaresiyle<br />
yayın hayatına girmiştir.<br />
1<br />
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, 1996, s. 22.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 55<br />
1883’ te İnsaniyet dergisi ve Hanımlar dergisi sahibi kadın olan ve yazar<br />
kadrosunun tamamı kadın olan Şükūfezar 2 dergisi, 1888’ de Nigar bint-i Osman, Leyla<br />
Hanım veFıtnat Hanım gibi edibelerin yazılarına yer veren Mürüvvet dergisi, 1889’ da<br />
Parça Bohçası dergisi Osmanlı kadın hareketi için bir mihenk taşı olmuştur.<br />
Başyazarı ve yazı kadrosunun tamamına yakını kadın olan “Hanımlara Mahsus<br />
Gazete” 1 Ağustos 1895’ te yayın hayatına girmiştir. Dergi sahibi İbnül Hakkı Mehmet<br />
Tahir’ dir. Baş muharrir olarak sırasıyla Makbule Leman, Nigar Osman, Fatma Şadiye,<br />
Mustafa Asım, Faik Ali, Talat Ali ve Gülistan İsmet görev yapmıştır. Derginin en büyük<br />
özelliği 13 yıl boyunca 604 sayı olarak en uzun süreli çıkan kadın dergisi olmasıdır.<br />
Derginin misyonu için sadece “iyi anne, iyi eş” rolünü benimsetmeye çalışıldığını<br />
söylemek doğru değildir. Zirā derginin öncelikli hedefi kadınların geliştirilmesi,<br />
yüceltilmesidir. Lākin böyle bir misyonları olsa dahī dergi kadınları -yazarları- “iyi anne,<br />
iyi eş” rolünü asla unutmazlar. Bu rol ile erkek – kadın mukāyesesi yaparlar. Bu<br />
mukāyeseyi yapan ilk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım’ 3 dır.<br />
Bu müstesna derginin yazar kadrosundaki kadınlar, dönemin aydın-bürokrat<br />
kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. Fatma Aliye ve Emine Semiye<br />
(Tarihçi Cevdet Paşa’ nın kızları) yazın yaşamında belli bir yere sahip olmalarıyla dikkat<br />
çekmişlerdir. Şair Nigar bint-i Osman (Harp Okulu Müdürü Osman Paşa’ nın kızı), Şair<br />
Leyla (Saz) ( Hekim İsmail Paşa’ nın kızı), Fatma Fahrünnisa (Abdullah Vefik Paşa’ nın<br />
torunu), Fatma Kevser (Erkan-ı Harp Feriki Abdi Paşa’ nın kızı), Zeyneb (Ahmet Cevdet<br />
Paşazade Sedad Bey’ in kızı), Hamide (Abdülhak Hamid Bey’ in kızı), Gülistan İsmet<br />
(Binbaşı Bağdatlı Mehmet Tevfik Bey’ in kızı), hepsi dönemlerinin yazın yaşamında belli<br />
bir yere sahiptirler. Bunda aldıkları eğitimin rolü büyüktür. 4<br />
Derginin diğer bir mühim özelliği ise 6 aylık hasılatın %5’ i kimsesiz kızlara<br />
gelinlik çeyiz parası olarak ayrılmıştır, bu hasılattan yetim çocuklar da faydalanmıştır.<br />
Umumiyetle dergide kadın sorunları, aile, toplum, eğitim, sağlık moda ve giyim konuları<br />
işlenmiştir. Kadınlara yurt dışında örnekler sunularak yeni meslek kollarına<br />
yönlendirmişlerdir. Fransa’ da kadınların avukatlık yapma hakkını elde ettikleri<br />
2<br />
Derginin önsözündeki şu cümleler oldukça dikkat çekicidir: “Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye<br />
erkeklerin hande-i istihzasına hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız.<br />
Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, şah-rah-i sa’y u amelde (çalışmanın<br />
doğru yolunda ) mümkün olduğu kadar payendaz ı sebat (ayak diretmek) olacağız. Bkz. Arife,<br />
“Mukaddime”, Şükūfezar, 1301, no: 1, s. 6.<br />
3<br />
Fatma Aliye Hanım’ ın ilk kadın yazarımız olduğu noktasındaki tartışmalar şöyle açıklamada<br />
bulunabiliriz. Osmanlı toplumunda bir kadın tarafından yazılmış –roman türünde “Aşk- ı Vatan”<br />
eseriyle Zafer Hanım’dır. Lākin Zafer Hanım romancı değil yazardır.<br />
4<br />
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, 1996, s. 30.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 56<br />
belirtilmiş, Dünya kadınlarının hakları ve Batı’ daki kadın hareketi hakkında bilgi<br />
verilmiştir. 5<br />
II. Meşrutiyet ile kadın dergilerinde önemli bir artış gözlenmiştir. 1908’ de ilk<br />
olarak “Demet”, “Mehasin” ve “Kadın” dergileri yayınlanır. 26 Ekim 1908 – Mayıs 1909<br />
tarihleri arasında Selanik’ te çıkan “Kadın” dergisi 30 sayı ile yayın hayatında can<br />
bulmuştur. Derginin bildiri niyetindeki şu sözler kadın neşriyatı bakımından önem teşkil<br />
etmektedir. “...Evet siyasi, edebi, fenni, ilmi... Risale-i Mevkute ve gayr-i mevkute o<br />
kadar esef-engiz ve daraltıcı bir noksan vardı: Nisai bir gazete. Öyle nisai bir risale ki:<br />
Umuma şamil olsun aristokrasi denilen o möevhum hayat- ı kibārāne- i hayalden,<br />
muhayyilat- ı asabiyyeden ve ehemmiyet-i mārizāneden mümkün olduğu kadar uzak<br />
bulunsun: Öyle bir nisai risale ki: kulübeden konağa, saraydan fakirhāneye, havāsdan<br />
avāma, vasfen en ileriye bir nirengi çizerek küçük büyük, düğümlerle yapılmış bir fakir<br />
ve malumat ağı gibi muhit-i nisaiyyemizi kaplasın (...) işte bu ehemm ve mutlak vazife-i<br />
ictimaiyyeyi ifāya iştirak hevesiyle nāçiz kadın risalesi ilk numarayı vaz’ ederek el<br />
birliğiyle terakki eylemeye çalışmak için bugünden itibaren arz-ı nisaiyye-i ictihād<br />
eyliyor.” 6<br />
Derginin yazı kadrosunda dönemin siyaset ve edebiyat alanındaki önemli<br />
şahsiyetler vardır.Hanımlara Mahsus Gazete Abdullah Cevdet, A. Ulvi, A. Hamid,<br />
Mehmet Emin, Celal Sahir gibi erkek yazarlara ve Emine Semiye Hanım, Ayşe İsmet,<br />
Cavide Peyker, Nigar bint-i Osman gibi kadın yazarlara da ev sahipliği yapmıştır.<br />
Bu mecmualardan başka II. Meşrutiyet’ ten Cumhuriyet’ e değin kısa ömürlü pek<br />
çok kadın dergisi mevcuttu. Musavver Kadın, Kadınlar Dünyası, Erkekler Dünyası,<br />
Hanımlar Ālemi, Kadınlar Ālemi, Kadınlık Hayatı, Türk Kadını, Genç Kadın, İnci,<br />
Diyane, Kadınlar Saltanatı, Hanım, Süs Firuze dönemin kısa süreli dergilerine örnektir. 7<br />
Kesin çizgilerle meselelerin tartışıldığı İkdam, Demet dergisiyle çağdaş olup<br />
döneminde ses getirmiştir. Dergi çeşitliliğinin bu denli çok olduğu vakitte Mehasin 8<br />
dergisi, bir kadın dergisi olarak ilk kez renkli ve resimli olma özelliği göstermiştir.<br />
Derginin müellif kadrosunda Demet dergisinden Celal Sahir, İsmet Hakkı Hanım gibi<br />
tanıdık isimler ile Emine Semiye, Münevver Asım, Fatma Sabiha, Şükūfe Nihal, Halide<br />
Salih ve Zühre Hanım vardır.<br />
5<br />
Bu konuda bkz. Gülistan İsmet, “İslām ticarethanesi Meselesi ve Hanımlarımız”, HMG, 17<br />
Mayıs 1317 / 11 Safer 1319, no. 310, s.24.<br />
6<br />
“İfade-i Mahsusa”, Kadın, 13 Teşrin- i Evvel 1324, no:1, s. 1-2.<br />
7<br />
Kadın dergilerinin künyeleri ve hangi kütüphanede nasıl bulunacağına ilişkin olarak bkz. İstanbul<br />
Kütüphanelerindeki Eski Harfli Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası, Haz. Zehra Toska, Serpil<br />
Çakır, Tülay Gençtürk, Sevim Yılmaz, Selmin Kurç, Gökçen Art, Aynur Demirbilek, Kadın<br />
Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Yayınları: 5, Metis Yayınları, İstanbul, 1993<br />
8<br />
Mehasin: Müdür: Asaf Muammer, Muharrir ve Mürettep: Mehmet Rauf
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 57<br />
Mehasin dergisinin şöyle bir özelliği daha vardır ki dergide promosyonların,<br />
piyango çekilişlerinin ve kuponların olmasıdır. Elişi, güzellik ve çocuk müsabakalarını da<br />
bünyesinde barındırmasıyla dikkate değerdir.<br />
Ulviye Mevlan ve Rıfat Mevlan’ ın ayrı ayrı çıkardıkları Kadınlar Dünyası ve<br />
Erkekler Dünyası dergilerinin yayın amaçları diğer kadın dergilerinden farklıdır. “Biz<br />
dünyada yalnız bir “İnsanlar Dünyası” görmek isteriz. Bunun için de kadın, erkek bir<br />
seviyede olması, herbir umur ve hususda müşterek bulunması iktizā eder. İşte bu<br />
maksadın temini için bütün kuvvetimizle çalışacağız.Ümid ederiz ki tabaka-, münevvere;<br />
gençlik bize daima müzahir bulunacaktır.” 9 sözleriyle kadın ve erkeğin ayrım<br />
yapılmadan takrib edilerek “İnsanlar Dünyası” oluşturma hedefindeydiler.<br />
Bu bağlamda Erkekler Dünyası’ nın kapağındaki “sayfamız kadınlığın kadr ü kıymetini<br />
ilim ve fen ve edebin ulviyetini takdir eden münevver Osmanlı gençleri āsārına<br />
küşadedir” şeklindeki ibare olması gereken kadın – erkek eşitliğine değinmiştir.<br />
Kadınlar Dünyası diğer dergilerden farklı olarak feminizmi taklit değil kendi<br />
‘kadın’ hareketini tamamlayan bir yazılı unsur olarak görmüşlerdir. Akabinde hemen<br />
belirtmek gerekir ki Genç Kadın dergisi feminizmi Avrupa kökenli olduğu gerekçesiyle<br />
reddetmiştir.<br />
“Kadını hayatın başlıca iki sahnesinde görüyoruz. Biri aile hayatı, diğeri umumi<br />
hayat. Kadın bu iki sahnede de muvaffak olmak için muavenata ve rehbere muhtacdır. İyi<br />
bir aile kadını, evini düzüp süsleyebilmesini, sevimli bir yuva haline koymasını bilmeli,<br />
evinin idaresini yabancı ellere vermemeli, icabında mutfağa girip akşam yemeğini<br />
hazırlayabilmelidir.” 10 izahı ile yayına başlayan İnci dergisi kadın ruhunu yükseltecek<br />
güzel ve nezih eserler paylaşmayı hedeflemiştir.<br />
Kadın matbuatında sahibi veya yazı kadrosu kadınlardan oluşan dergiler ile<br />
çoğunluğu erkeklerden oluşan dergiler arasında farklar mevcuttur. Misal vermek<br />
gerekirse Şükūfezar, Kadınlar Dünyası ve Diyane dergilerinin sahibi ve yazı kadrosu<br />
kadınlardan oluştuğu için hem kadına hem de onun düşüncelerine değer veren dergilerdi.<br />
Erkek imzalı dergilerde ise durum şöyledir, kadınlar erkeklerin penceresinden<br />
biçimlendirilmiş, kadınlara ‘kadınlık’ rolleri biçilmişti.<br />
Osmanlı toplumunda kadın, kendine biçilen rollerini aşmak, rolleri aşarak var<br />
olmak ve toplumda gözükme ihtiyacını karşılamak maksadıyla basılı yayına<br />
başvurmuştur lākin kadınlar bu ‘varoluş’ sürecini sadece basın-yayın yoluyla<br />
gerçekleştirmemişlerdir; kadın dernekleri açılarak bu hareketin pratikteki karşılığı<br />
bulunmaya çalışılmıştır. Yardım, kadının geçim sorununa çözüm oluşturma, ülke<br />
sorunlarına çözüm bulma, siyasal ve sosyal amaçlı dernekler açılmıştır. Kadınlar arasında<br />
kenetlenmeyi arttıracak bu<br />
9<br />
“İki Söz”, “Erkekler Dünyası”, 6 Kanun-i Sani 1335, no: 1, s. 3.<br />
10<br />
İnci, “ İnci’ yi Neden Çıkarıyoruz?”, Şubat 1335, no: 1, s.2.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 58<br />
dernekler dönemin entelektüel kadınları ışığında varlıklarını sürdürmüştür. Bu bağlamda<br />
incelemeye değer gördüğüm tarihçi, hukukçu, devlet adamı ve bilim insanı olan A.<br />
Cevdet Paşa’ nın kızları Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım’ dır.<br />
Yazarlık serüvenine George Ohnet’ tin Volente isimli romanını ‘Meram’ adıyla<br />
bir çeviri ile başlayan Fatma Aliye Hanım bu çeviriyi ‘Bir Hanım’ mahlasıyla yayınlar.<br />
Yazılarını yazdığı sürece birçok sıkıntıyla karşılaşan Fatma Aliye Hanım, dönemin<br />
sosyo-ekonomik ve dahi edebi çevrelerine ışık tutacak şu cümlesi önem arz etmektedir.<br />
“Benim ayrı odam olduğu gibi yazı masam, kitap dolabım bile var idi.”<br />
Beş roman sahibi bu Osmanlı hanımı, eğitim ve bilhassa çocukların eğitimi<br />
konusunda düşünmüş bu doğrultuda da yazılar yazmıştır. Romanlarının temi olan kadın<br />
sorununa bakılırken hakim olan söylemin ne olduğu ve nasıl olduğu incelenmelidir. Bu<br />
noktada Osmanlı kadın hareketinden bahsederken kullanılan dile, feminist jargonun ifade<br />
etmek istediği anlamların Osmanlı kadın hareketinde bir karşılığı olup olmadığına dikkat<br />
etmek gerekir. Bu durumda Mübeccel Kızıltan’ ın “Öncü Bir Kadın Yazar: Fatma Aliye<br />
Hanım” başlıklı makalesinin hemen ilk paragrafında Fatma Aliye Hanım’ ın Osmanlı’ da<br />
feminizmin öncülüğünü yaptığına dair hükmü tartışılmalıdır. Çünkü “feminizm”den<br />
Osmanlı kadınlarının ne anladığı ve bu kavramı nasıl yerleştirdikleri birer tartışma<br />
konusudur. 11 Zirā sadece kadın sorununu ele alması onun feminist bir yazar olduğunu<br />
söylemek için yeterli değildir. Onun belli eserleri üzerinden hareketle kendisini “öncü<br />
feministler” arasında ananlar (Kızıltan, Paker) , Fatma Aliye Hanım, makalelerinde<br />
“feminizm” konsundaki düşüncelerini dikkate almalı ve romanlarında bu iddiayı<br />
destekleyecek deliller gösterilmelidir.<br />
Türk modernleşmesinin sembolü haline gelen, kadın meselesi üzerine düşünen,<br />
düşündüklerini roman ve çeşitli makalelerinde dile getiren öncü bir isimdir. O tıpkı<br />
babası Ahmed Cevdet Paşa gibi geleneklere bağlı, İslamcı bir düşünceyle kadınlık<br />
meselesini sorgular. “Reformcu bir İslam düşünürü ve hukukçusu olan babası Cevdet<br />
Paşa tarafından yetiştirlen Fatma Aliye bazı kaynaklarda ‘İslamcı’ olarak<br />
değerlendiriliyor. Bu savın en görünür nedeni Aliye’ nin ürettiği “İslam kadını”<br />
kavramıdır. Fatma Aliye, İslam medeniyeti ile Batı uygarlığı arasında kadınlığa ilişkin<br />
eleyici seçim ve tartışmalara bir yanıt olarak ‘İslam kadını’ referans çerçevesini<br />
oluşturdu. 12 Bu çerçevede Fatma Aliye’ nin üzerinde yoğunlaştığı konu kadın-erkek<br />
eşitliğidir. “Şu satırları kadınlığı müdafaa fikriyle dahi yazmıyorum. Zirā bu bağlamda<br />
mesail-i insaniyede ācizelerince kadın ve erkeğin farkı olamaz. Hepsi insandır.”<br />
Sözleriyle kadın-erkek ilişkilerindeki eşitliğe dikkat çeker.<br />
Fatma Aliye Hanım’ ın 1909 tarihli “İlim ve Cehl” makalesinden şu parça onun<br />
kadın hareketi ve feminizm anlayışını özetler niteliktedir. “Malumdur ki milel-i<br />
11<br />
Firdevs Canbaz, Fatma Aliye Hanım’ ın Romanlarında Kadın Sorunu, Bilkent Üniversitesi<br />
Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 12.<br />
12<br />
Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılap, İstanbul: Metis, 2003, s. 48
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 59<br />
mütemeddine ve mütarakkide ‘ feminizmi’ iddia ve efkārca farklı kısımları muhtevidir.<br />
Lākin tarik-i mesaide el ele vermiş olan bu milyonlarca gayretverler yekvücut gibidirler.<br />
Bunların ifretperveran kısmının metalib ve arzuları kadını mesud edeceği fikrinde değiliz!<br />
Feministler kazanmakta oldukları hukuka topla, tüfenkle nāil olmadılar. Bu vecihle<br />
kadınlar kılıçla, mermi ile yaralanmadılar. Kendilerinin nısf-ı diğerleri olan erkeklerden<br />
muhalefette bulunanların irad eyledikleri itirazat ile kalplerinde manevi yaralar açıldı.<br />
Artık teehhüle rağbet etmeyen nisvan çoğalmaya başladı. 13 Fatma Aliye’ nin feminizm<br />
anlayışında kadınların giderek mutsuzluğa erişeceğini düşünmekle beraber erkekleri de<br />
bu noktada kadınları yaralayan unsur olarak görmüştür.<br />
Kız kardeşi Fatma Aliye Hanım’ dan farklı olarak Emine Semiye Hanım<br />
dergicilikten daha ziyade katıldığı derneklerle adını duyurmuştur. Bu bağlamda 1898’ de<br />
Selanik’ te onun kurduğu “Şefkat-İ Nisvan” 14 ve 1908’ de kurulan “Osmanlı Kadınları<br />
Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi” derneği birçok kadına ve çocuğa yardım amacıyla kurulmuş<br />
derneklerdir. Dernek hakkında Kadın dergisinde şu açıklamayı yapmıştır: “Yetim ve<br />
biçarelere kol uzatan sefaleti saadete, cehaleti irfan ve kemalata kalb etmeğe çalışan ve<br />
milleti millet demek için kadınlığı ihyaya bezl-i himemat eyleyen (çalışan) cemiyet-i<br />
hayriye-i nisvaniyeden Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi mükerreren ve<br />
kemal-i iftihar ile arz ve ilan eylediğimi vech üzere ve sa’y ve iktidarı dahilinde her<br />
vesile-i hayriyeden istifade etdiği gibi bütün erbab-ı şefkat ü hamiyet Osmanlı hanımları<br />
dahi bilātelkin bu erbabı tezyif ve ihzar eylemek için yekdiğeriyle müsabaka edercesine<br />
izhar-ı lutf ve muavenet buyuruyorlar.” 15<br />
Derneklerin menşei olarak sadece Selanik ile sınırlı kalmamıştır, Edirne’ de<br />
“Hizmet-i Nisvan” adıyla bir dernek kurmuştur. 10 müslüman, 6 gayrimüslim kadından<br />
oluşan derneğin tanıtımı Kadın dergisinde yapılmıştır. 16<br />
Dernekleşme / kurumsallaşma çabaları siyasi partilerce de sürdürülmekteydi.<br />
Örneğin İttihat Terakki Cemiyeti’ nin Selanik’ teki Kadınlar Şubesi başkan yardımcısı<br />
olarak Emine Semiye, II. Meşrutiyet’ in ilanı üzerine Hürriyet Meydanı’ nda “yaşasın<br />
vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet” diye seslenerek coşkulu bir nutuk vermişti. 17<br />
Bu derneklerin yardım amaçları vardır. Aynı zamanda II. Meşrutiyet ile beraber<br />
bu dernekler yardımın ötesinde kadının eğitilmesi, iş yeri açması ve geçim sorununa<br />
çözüm aramıştır. Emine Semiye’ nin entelektüel birikimiyle derneklerin kurumsallaşma<br />
ve yaygınlaşma çabaları daha başarılı olmuştur. Bu bağlamda Emine Semiye Hanım,<br />
Fatma Aliye Hanım’ dan farklı bir ‘kadın hareketi’ anlayışına sahiptir.<br />
13<br />
Fatma Aliye, “ilim ve Cehl”, İnkılab, s. 7., 18 Şaban 1327, 22 Ağustos 1325, s. 98.<br />
14<br />
Şefkat-i Nisvan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Emine Semiye, “Şefkat-i Nisvan”, HMG, 30<br />
Nisan 1314/ 20 Zilhicce 1315, no 160, s. 1-2.<br />
15<br />
“Osmanlı Kadınları Şefkar Cemiyeti Hayriyesi ve Nadire Hanımefendi’ nin Bir Eser-i Güzide<br />
Hamiyetleri” , Kadın, 26 Kanun- i Sani 1324, no: 16, s.11-12.<br />
16<br />
Dernek Emine Semiye tarafından Kadın dergisine gönderilen bir yazıyla tanıtılmıştı. Emine<br />
Semiye, “Kadın Mecmuası Muhteremesine Edirne’ den” , Kadın, 8 Kanun-i Evvel 1324, no: 9, s.2<br />
17<br />
Emine Semiye’ nin Nutku’ ndan bahseden yazı için, bkz Sabah gazetesi, 9 Ağustos 1908, no:<br />
6779
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 60<br />
GÖRSEL KAYNAKLAR<br />
Resim 1: Terakki-i Muhadderât
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 61<br />
Resim 2: Vakit
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 62<br />
Resim 3: Âyine
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 63<br />
Resim 4: İnsaniyet<br />
Resim 5: Hanım
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 64
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 65<br />
KİRALIK KONAK, İBRAHİM EFENDİ KONAĞI, HÜRRİYET APARTMANI<br />
VE AHŞAP KONAK ESERLERİNDE MEKAN ALGISI OLARAK KONAK<br />
ÖZET<br />
Güloya BERKAN *<br />
Bu yazıyı kaleme almamızın temel nedenlerinden biri konak ve apartman bağlamında<br />
yanlış batılılaşmanın toplumu nasıl ayırdığını göstermektir.Tanzimat Fermanıyla<br />
başlayan yeni anayasal düzene geçme süreciyle devam eden, özellikle Fransa gibi<br />
ülkelerin yaşam tarzına pusulamızı batıya çevirerek, entegre olmak yerine bölünmeyi<br />
getirdiği açıktır. Bu sebeplerden dolayı Osmanlılar görünüşlerini,yaşam şekillerini ve<br />
alışkanlıklarını semtlerini değiştirdiler.Yeni muhitlerde ikamet etmeye apartmanlarda<br />
oturmaya başladılar .Ahşap konaklar ve eski semtlerin yerine buralarda yaşadılar. Sonuç<br />
olarak kuşak çatışması toplumun genel bir problemi haline geldi. Kültür şoku geniş çapta<br />
gençleri etkiledi .Bu eserleri bu problemleri göstermek için seçtik.<br />
ANAHTAR KELİMELER: APARTMAN, KONAK, TANZİMAT<br />
PLACE PERCEPTION OF THE MANSION IN MANSION TO BE RENTED<br />
,IBRAHIM EFENDI MANSION,THE INDEPENDENCE APARTMENT AND<br />
THE WOODEN MANSION<br />
ABSTRACT<br />
In this article our main idea is shown by the apartment and wooden mansion seperation<br />
in the community.Constutional period of Ottoman Eempire was tanzimat false<br />
westernization instead integration. Emperial Edict of Reorganization started to make our<br />
compass western world communities such as France. Because of these reasons Ottomans<br />
changed their appreances,habits ,and also places indeed. They started to dwell new places<br />
apartments ,neighborhood rather than old district and wooden mansions. As a result<br />
Generation gap was the main problem of the community and cultural shock effected,all<br />
the teenagers widely.We chose these artworks to show those problems.<br />
KEY WORDS: APARTMENT, MANSION, REORGANIZATION<br />
*<br />
İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 66<br />
Tanzimat’ın ilanıyla Batıyı ‘’kıble’’ haline getiren Osmanlı Toplumu giyimden<br />
kuşama kendisini değiştirirken yaşadığı mekanı da batıya uydurmayı ihmal etmemiştir.<br />
‘’Apartmana çıkmak’’ deyimi yeni moda olmuş Nişantaşı, Şişli, Beyoğlu gibi semtlerin<br />
değeri günümüzün tabiriyle trendi artmıştır.<br />
Yaşadığı semti değiştirmeye kendisini oluşturulan yeni topluma uyarlamaya<br />
çalışanlar konakları beğenmemişlerdir. Konaklar metruklaşmaya başlamıştır. Perili Köşk,<br />
perili konak kavramları bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Apartmanlar birbirinden habersiz<br />
insanları çok katlı çok katmanlı bir yaşama itmiştir. Gelir durumları iyi olanlar daha<br />
büyük dairelere ve daha üst katlara rağbet ederken gelir durumları düşük olanlar ise alt<br />
katları ve küçük daireleri tercih etmişlerdir.<br />
Her dairenin kendisine ait mutfağı ve tuvaletinin olması da apartmana özgüdür.<br />
Bu da ilk defa ülkemizde apartman dairesinde görülmüştür. Ahşap konaklarda tahtadan<br />
olan iç ve dış mimari yerini apartmanlarda betonarmeye bırakmıştır.<br />
Konaklar Osmanlı’da kültür sanat kurumuydular. Konak sahipleri ehl-i sanayi<br />
insanları sohbet yoluyla tanırlar. Haftanın belirli günlerinde toplanıp eskinin ve yeninin<br />
eli kalem tutarları bir araya gelirlerdi. İlmi ve entelektüel seviyesi yüksek her yaşta insan<br />
bir araya gelirdi ve birbirlerinden feyiz alırlardı.<br />
Bu duruma benzer bir olayda Avrupa’da yaşanmıştır. Avrupa’da burjuva aileleri,<br />
saray sahipleri sanatçıları himayelerine alarak, entelektüel birikimi yüksek sanatçılar için<br />
resepsiyonlar düzenleyerek onlara maddeten yardım ederek onların iyi yapıtlar ortaya<br />
koymalarını desteklemişlerdir. Bu da beraberinde Rönesans’ı getirmiştir.<br />
Konaklar bu misyonunu günümüzde de yerine getirebilseydi. Hiç şüphesiz<br />
kültürel seviyemiz daha ilerde olabilirdi. Tanzimat ’dan gelen bu kopmanın etkileri hala<br />
devam etmektedir.<br />
Tanzimat ile başlayan çözülme ile kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen<br />
sadece kendisi için yaşayan bencil bir nesil gelmiştir. Aile kurumunu tamamen yok sayan<br />
yaşadığı mekanda kendisinden başka hiçbir canlıya tahammülü olmayan bir nesildir bu.<br />
Konaklardaki aile ya da komşuların da aileden sayılması hatta yaşanılan mahallenin geniş<br />
bir aile olması gerçeğine ters bir nesildir. Apartman işte böyle bir neslin yaşayacağı bir<br />
mekandır. Bu nesil konak nesli gibi misafirperver değildir. Eve misafir kabul etmek hoş<br />
karşılanmaz.<br />
Osmanlının ananevi yapısıyla alay etmek özellikle ‘’Avrupa görmüş’’ Tanzimat<br />
dönemi gençleri arasında yeni bir düşünce olmuştur. Konaklar kenar mahalleleri kenar<br />
mahalledeki semtleri temsil ederken, apartmanların olduğu semtler ise yeni bir mekan<br />
yeni bir kültür oluşturarak müdavimlerini batılı düşünceyi bir nevi practise etme üzerine<br />
kurmuşlardır. Artık sevgililer Sadabat’a Göksu’ya gitmek yerine Pera ’da beş<br />
çayına,dansa,foxtrota,baloya,kulübe gidiyor, apartmanlarda doğum günü partileri,kumar<br />
partileri veriliyor yeni bir kültür rüzgarı batıdan esiyordu.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 67<br />
Evililik ,aile ve çocuk fikrine ise iyi bakılmıyor. Ailelerde duygusal çalkantılar<br />
meydana geliyor, aldatılma ve aldatma hoş görülüyor. Evlilik fikri yerine bir apartman<br />
dairesi tutarak beraber yaşama fikrine daha sıcak bakılıyor. Bu konulardaki rezaletler -<br />
alıyor yürüyor- batının da önüne geçiyordu. Aile kutsallığını kaybediyordu.<br />
Konaklar elden üç beş kuruşa sembolik ücretlerle çıkıyor, kimileri ise fakirlere<br />
yuva oluyordu. Köyden kente göçen ya da yeni evlenmiş ev tutmaya gücü olmayan<br />
ailelere her oda kiraya veriliyordu. Kimileri de bakımsızlıktan yıkılıyordu. Yıkılan<br />
konağın yerini göğü delen apartmanlar alıyor, müteahhitler şehrin yeni zenginleri<br />
konumuna geliyordu.<br />
Böyle bir durumda yazarlar yeni bir panorama çiziyorlardı. İlk önce bu konu ile<br />
ilgili dikkati ismiyle müsemma Kiralık Konak çekmiştir. Kiralık Konak romanının<br />
karakterleri üç nesildir. Naim Efendi,Servet Bey ve Seniha. Seniha’nın yolu,yolu Faik’in<br />
hedefi ancak dul bir kadın bulup onunla zengin hayatı yaşamak isteyen züppe Faik Bey<br />
ile kesişir. Seniha Avrupa’da yaşamak istemektedir. Konakta Seniha’nın canı sıkılır.<br />
Konak sanki onu boğmaktadır, Seniha gezmelere gider.<br />
Pazartesi toplantıları batılı dünyaya açılan bir kapıdır. Kimse Naim Efendiyi<br />
dinlemez. Konakta hiçbir hükmü yoktur.<br />
Konak onun mabedidir kendisi de Osmanlı da o konak gibidir. Yıkılmaya<br />
mahkum bırakılmışlardır. Konak da en sonunda kiraya verilir, Naim Efendi gibi o da bu<br />
dünyada emanettir.<br />
İbrahim Efendi Konağında da yani Samiha Ayverdi’YVERDİ’nin masterpiece ya<br />
da opus magnum eserinde de hem mekanın hem de insanın gözden düşmesi bir nevi<br />
itibarsızlaşması da mevzubahistir.İbrahim Efendi’nin servetine konmak için onu ölüme<br />
terk edercesine ona muamele etmişlerdir.İki kız kardeşin sefahat hayatından<br />
gecekondulara uzanan hayatı düşen burjuvanın bir ifadesidir.<br />
Gözden düşmek ayakların baş olması yani konak kahyasının türlü oyunlarla<br />
konağı satın alması da bu işlerin üzerine tuz biber eker.Dünün emir alanı, konağı alarak<br />
emir verir hale gelmiş hatta eski efendilerini kovma yetkisini de kazanmış bunu fevkalade<br />
bir biçimde kullanmıştır.Köklü bir aile daha ortadan kalkmış,yılların emeği kuşaktan<br />
kuşağa aktarılan mirastan elde sıfır kalmıştır.<br />
Hürriyet Apartmanı piyesi bin dokuz yüz kırklarda Sedat Simavi kaleme<br />
alınmış,dört perdelik piyeste konak sahibi Arif paşanın damadının türlü dalaverelerle<br />
konağın satılmasını ve mirasa konmanın planlarını yapan damat bey eşiyle de zorla eşini<br />
ilk aşkından ayrırarak evlenmiştir.Kendisi de eşini sevmemek de Avrupalı kadınlarla onu<br />
aldatmaktadır.<br />
Paşa konağına kapılanmak, ondan nemalanmak isteyen kendisini damat beyin<br />
emelleri teker teker gerçekleşmektedir.İlk önceleri paşanın sayesinde hem bir mevki<br />
sahibi hem bir yuva sahibi olmak iken değişen düzenle paşa konağı elinden çıkarırır. Bir<br />
apartman yaptırır ama bu apartman yanar gider çünkü hiç kimseye hiçbir makam ve
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 68<br />
düzen baki değildir.Gerçek hürriyet ölümdedir. Paşanın kızı ve sevdiği genç yangında can<br />
verirler rüya biter.<br />
Ahşap Konak piyesinde Necip Fazıl AZIL ütopik bir bakış açısıyla tecessümle üç<br />
nesli konak üzerinden verir. Birinci nesil anneanneler neslidir,ikinci nesil ise anneler yani<br />
jigolo neslidir,üçüncü ise hippi neslidir kız kardeşin mensup olduğu çürümedir. Bunlar<br />
sanki manevi tahtakuruları gibilerdir,ahşap konağı yavaş yavaş içten içe kemirirler.Bu<br />
konak Nişantaşı’nda bir konaktır bu semtin seçilmesi de manidardır.<br />
Toplumun temeli olan aile çözülmüş, bölünmüş yeni düzen eskinin yerini<br />
almış.Anneanneler sanki tavan arasına ya da bodruma atılmış eski eşya gibidir onlar bu<br />
çürümüş kuşakların arasına karışmazlar,melekler gibi ağzı dualı<br />
mahsundurlar.Ömürlerinin nihayet bulmasına az kalmış kendi nesillerinin son<br />
temsilcisidirler.Onlar hazları ile yaşamazlar inandıkları manevi değerlerle yaşarlar.<br />
Belirli bir dönemi işleyen bu roman ve piyesler bizlere bir devri edebi bir yol ile<br />
anlatırken,sosyolojik ve psikolojik çıkmazlarıyla karakterler üzerinden bize dünü ,dünde<br />
yapılan yanlışların bugünde yapılmaması gerektiğini nesillerin yok sayma kültüründen<br />
çıkıp birleştirici ve bütünleştirici olmayı,büyüğü saymayı küçüğü sevmeyi<br />
göstermektedir. Ancak bu şekilde bölünmez ve çürümeyiz.Bize ait olanları çok kolay<br />
kazanmadık ama çok kolay harcıyoruz.Bunu bilsek bu bile yeter bizlere.<br />
KAYNAKÇA<br />
AYVERDİ, S. (2012). İBRAHİM EFENDİ KONAĞI. İSTANBUL: KUBBEALTI<br />
YAYINCILIK.<br />
BACHELARD, G. (2014). MEKANIN POETİKASI. (A. TÜMERTEKİN, Çev.)<br />
ISTANBUL: İTHAKİ YAYINLARI.<br />
DERE, M. (2014, SONBAHAR). TÜRK ROMANINDA İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜ<br />
VE ÇÖKÜŞÜN SEMBOLÜ OLARAK KONAK VE I. CİHAN HARBİNİN BU ÇÖKÜŞE<br />
ETKİLERİ. MARMARA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI, 1(2 SONBAHAR), 177-188.<br />
KARAOSMANOĞLU, Y. K. (2004). KİRALIK KONAK. istanbul: iletişim yay.<br />
KISAKUREK, N. F. (2000). AHŞAP KONAK. ANKARA: BÜYÜK DOĞU YAYINLARI.<br />
SİMAVİ, S. (1940). HÜRRİYET APARTMANI. İSTANBUL : YEDİGÜN NEŞRİYAT.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 69<br />
AHMET HAMDİ TANPINAR'IN HUZUR'U<br />
Edanur SANCAK *<br />
ÖZET<br />
Huzur sadece bir aşk romanı değildir.Adeta aşkın etrafında; felsefenin, musikinin,<br />
mimarinin de derinlemesine işlendiği bir romandır. Tanpınar'ın mistik ruhu romana<br />
aksettirilmiştir.Ahmet Hamdi Tanpınar musiki hayranıdır.Huzur romanında kahraman<br />
Mümtaz da musikiye düşkünlüğü ile anlatılmaktadır.Nuran ve Mümtaz Alaturka Musikisi<br />
hayranıdır.Tanpınar,Huzur romanında geçmişe dönüşü Mümtaz ve İstanbul ile<br />
sağlamıştır. Romana bu yönden bakıldığında devreye tarih ve mimari girmektedir.<br />
Tanpınar'ın geçmişe,geleceğe dair fikri,hayali,düşüncesi İstanbul ile aksettirilmiştir<br />
ANAHTAR KELİMELER: HUZUR, FELSEFE, MUSİKİ, MİMARİ, İSTANBUL<br />
A MIND AT PEACE OF TANPINAR<br />
ABSTRACT<br />
A mind at peace not only a romance but also this novel includes<br />
philosophy,music,arcitecture inner side and encircles with love profoundly. Tanpinar’s<br />
mistic soul reflected to the book.A mind at peace’s protogonist Mumtaz is keen on Music<br />
like Tanpınar.Mumtaz and Nuran like alaturca music very much. On the other hand<br />
Tanpinar used to his novel characters back past such as Mumtaz .Besides Tanpınar used<br />
to Istanbul and History for supportting his characters’ base. Tanpinar reflected his future<br />
and past idea,dream and thoughts to Istanbul.<br />
KEY WORDS: A MIND AT PEACE, PHILOSOPHY, MUSIC, ISTANBUL<br />
*<br />
İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 70<br />
Huzur sadece bir aşk romanı değildir.Adeta aşkın etrafında; felsefenin, musikinin,<br />
mimarinin de derinlemesine işlendiği bir romandır. Huzur başlı başına bir kültür<br />
romanıdır.Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur'da Mümtaz'dır. Mümtaz'ın çocukluğu, gençliği,<br />
yaşadıkları hatta aşkı bile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hayatıyla aynıdır. Ahmet Hamdi<br />
Tanpınar'ın hayat tecrübeleri yer almaktadır. Bunun için Huzur romanındaki duygu,<br />
düşünce, hayaller, zevkler Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ta kendisidir. Romanda İhsan ise<br />
Yahya Kemal'dir. Mümtaz İhsan'ın düşünce dünyası etkisindedir.Tanpınar'ın Yahya<br />
Kemal'in etkisinde olması gibidir.<br />
''İşte bir adam ki Tab'i Mustafa Efendi ve Dede'yi tanımadan Baudelaire ve<br />
Yahya Kemal'e hayran olmadan sevebiliyordu. Aralarındaki fark Mümtaz'ın sevgilisini<br />
bir yığın tecridin arasından görmesiydi.''<br />
''Baudelaire'de kendisini buldu. Bunu da az çok İhsan'a borçluydu. İhsan sanatkar<br />
değildi. Yaratıcı tarafı tarihe ve iktisada doğru gitmişti.Fakat sanattan,bilhassa şiir ve<br />
şiirden iyi anlıyordu...''<br />
Romanın asli kahramanı Mümtaz'ın düşünce dünyası,fikri,yaşadıkları karşısında<br />
tutumu,aşk yaşadığı Nuran'la gezdiği semtler dahi romanın genelinde kültür addedilir.<br />
Mümtaz'ın yaşadıkları,arayışlara girmesi romana felsefi boyut kazandırır. Mümtaz'da<br />
ölüm hayatın acılarından kurtulmak olarak değerlendirilir. Romanda bu da felsefi bir<br />
görüş niteliğindedir.<br />
''Fakat Mümtaz artık gündelik işleriyle içindeki tanrı düşüncesini karıştırmak<br />
istemiyordu. O insanda yıpranmamış, sağlam her türlü tecrübeden uzak,yalnız hayata<br />
dayanmak için kuvvet veren bir menba gibi durmalıydı.''<br />
İhsan ve Mümtaz'ın konuşmalarından felsefi-metafizik sonuçlar çıkartılmaktadır.<br />
Mümtaz ve Nuran'ın bir konuşmasında ise 'Vahdet-i vücud' felsefesi yansıtılır.Tanpınar'ın<br />
mistik ruhu romana aksettirilmiştir. Mehmet Kaplan ''Tıpkı Tanpınar da olduğu gibi<br />
Mümtaz da Tanrı'sını kaybetmiş fakat ona daima hasret mistik ruh vardır''<br />
Mümtaz'ın İhsan'la bir sohbetinde felsefi düşünceler yer alır.Bu düşünceler<br />
Yunus Emre ve Mevlana etkisindedir.<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar musiki hayranıdır. Huzur romanında kahraman Mümtaz<br />
da musikiye düşkünlüğü ile anlatılmaktadır. Nuran ve Mümtaz Alaturka Musikisi<br />
hayranıdır.Mümtaz musikiyi adeta eski şiirimize benzetir. Nuran'ın ailesinden gelen<br />
musiki zevki Mümtaz'la aşklarına da etki etmektedir.Huzur romanında musikiye dair pek<br />
çok eserde yansıtılır. Tanpınar Klasik Türk Musikisne olan yakınlığı ve bilgisini Mümtaz<br />
ile aktarmıştır. Huzur'da Batı müziğide yer alır ancak Nuran'la olan yakınlığında Klasik<br />
Türk Musikisi ön plandadır. Romanda Mümtaz'ın Dede Efendi'nin Rast eserine yorumu<br />
ile Tanpınar'ın bilgisine ışık tutmaktadır.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 71<br />
''Mümtaz birdenbire Fra Flippo Lippi'nin ''Güller içinde Çocuk İsa'' tablosunu<br />
andıran bir kainat içinde kaldı.Sanki ferahfezanın o hasret kasırgasında savurduğu bütün<br />
güller bu eski ilahide toplanmıştı:<br />
Gülden kurulmuş bir pazar<br />
Gül alırlar,gül satarlar<br />
Gülden terazi tutarlar<br />
Alanlar gül,satanlar gül...<br />
Tanpınar,Huzur romanında geçmişe dönüşü Mümtaz ve İstanbul ile sağlamıştır.<br />
Romana bu yönden bakıldığında devreye tarih ve mimari girmektedir. Tanpınar'ın<br />
geçmişe,geleceğe dair fikri,hayali,düşüncesi İstanbul ile aksettirilmiştir. Huzur romanında<br />
mekan başlı başına İstanbul'dur. Tanpınar Mümtaz'a İstanbul'un tarihi mekanlarını<br />
gezdirir ve Mümtaz'ın Osmanlı mimarisi karşısında hislerini, fikirlerini ele almış,<br />
yansıtmıştır. İstanbul seksen iki semtiyle Huzur romanındadır. Mümtaz için İstanbul milli<br />
maziye kendi mazisine dönüştür. Mümtaz ve Nuran'ın gezdiği tarihi semtlerde mimari<br />
işlenerek Tanpınar tarihi bilgisini de aksettirmiştir. Tanpınar İstanbul'daki tarihi semtler,<br />
tarihi camiler, hanlar, çarşılar ile Türklüğün mazisine kapı açarak mimari ve tarihi<br />
birleştirerek yansıtmıştır.<br />
''Nuran bilhassa cami ve onun akşam saatlerinedeki loşluğunu seviyordu. Mermer<br />
ve yaldız süslerin arasındaki kilim motifi ile işlenmiş saçaklara bayılıyordu.''<br />
'' - İstanbul,İstanbul diyordu.İstanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız.Şimdi bütün o<br />
fakir halka,yıkılmaya yüz tutmuş evlerle kardeş olmuştu.Sultantepe'yi adeta humma<br />
içinde dolaşmıştı.''<br />
Kaynakça:<br />
Bir Şairin Romanı: Mehmet Kaplan<br />
Huzur'un İstnbul'u :Birol Emil<br />
Bir musiki Sevdalısı yazar; Ahmet Hamdi Tanpınar: Salih Zeki Çavdaroğlu<br />
Bir aşk romanı Huzur: Yrd.Doç.Dr. Bilal Kırımlı<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergah Yayınları, 23.baskı 2014
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 72<br />
ESKİ EDEBİYATIMIZ VE RAMAZAN<br />
Eyüp Ferhat SORAN *<br />
ÖZET<br />
İlk öncelikle bu mübarek aya ulaşmanın fazileti içerisindeyiz ve bu ayın kıymetini<br />
geçmişten bu yana takip ediyoruz Müslümanlıkla yoğrulan bu ülkemizin her alanında<br />
edebiyatı hayatımıza geçirmişizdir.Bu yazımda Ramazan ayı ve Eski Türk Edebiyatımıza<br />
yansıyan şiirleri inceledik Muazzam şiirlerin olduğu bu Metin'de Eski Zaman'larda<br />
Ramazan ayına verilen değeri daha anlamaktayız Bu yazımda emeği geçen arkadaşlarıma<br />
teşekkürü bir borç bilirim. Teşekkürlerimle<br />
ANAHTAR KELİMELER: ESKİ EDEBİYAT, RAMAZAN VE ESKİ EDEBİYAT, ŞİİR<br />
THE RAMADAN MONTH IN OUR OLD LITERATURE<br />
ABSTRACT<br />
First of all we so glad to reach this Holy month.We have been following up from past to<br />
present holy and valuable month. virtually. We have been kneading with Islam and our<br />
literature includes every field of our country and our life. In this article we analyzed<br />
Ramadan month,Ancient Turkish literature which reflects our poets.In context these<br />
masterpiece poems show us how they saw valuable for people old era ramadans as we<br />
understood. Lastly I would like to pay tribute for my friends who have exerciton for the<br />
article. I appreciated it.<br />
KEY WORDS:OLD LITERATURE, RAMADAN AND OLD LITERATURE, POEMS.<br />
*<br />
Harran Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 73<br />
Eski edebiyatımız çoğu zaman halktan ve yaşanan hayattan kopuk bir edebiyat<br />
olarak eleştiri konusu yapılır. Bu tezi savunanlara göre yaygın adıyla Divan Edebiyatı<br />
saray, köşk ve kasırların edebiyatıdır. Bir avuç tuzu kuru insanların uğraştıkları bir<br />
edebiyattır. Bu edebiyatın içinde, hayatın gerçekleri yoktur bu iddiayı dile getirenlere<br />
göre. Bundan dolayıdır ki adına Yüksek Zümre ya da Enderun edebiyatı da<br />
denilmektedir.<br />
Edebiyatla uğraşanlar bilirler ki, bir şair veya müellif, şuurlu olarak yahut<br />
farkında olmadan, yazdığı şiir veya yazının satır aralarında inancına, dünya görüşüne ve<br />
yaşadığı hayata dair çeşitli ipuçları verir.<br />
Konu altı asırlık bir edebiyat olunca durum daha da farklılaşır. Eski edebiyatımız<br />
söylenenin aksine hayatın içinde ve hayata yön veren bir edebiyattır. Bu durumu, edebî<br />
türlere baktığımızda daha da rahat görebiliriz. Bu millet dinini, inancını, Allah'ını ve<br />
peygamberini Divan edebiyatının eserlerinden öğrenmiştir. Esmâü'l-hüsnâlar, tevhid ve<br />
münacâtlarla yüce yaratıcısıyla ilgili bilgilere, siyerler, mevlidler, hilyelerle<br />
peygamberine ait malumata vâkıf olmuştur. Yine bu edebiyata ait olan kısas-ı enbiya,<br />
gazavatnâme türleriyle İslam ve Türk tarihine ait bilgiler edinmiştir. Pendnâmelerle<br />
İslam'ın bir mü'minden istediği ahlakî güzellikleri bir hayat tarzı haline getirmiştir.<br />
Velhasıl bu edebiyat tamamıyla hayatın içinden doğan ve halkın hayatına yön veren bir<br />
edebiyattır.<br />
Biz bu yazımızda hayattan bir kesiti veren ramazaniyeler üzerinde duracağız.<br />
Divan edebiyatı şâirlerinin Ramazan ayının gelişini tebrik için yazdıkları şiirlere<br />
ramazaniya adı verilmektedir. Bu şiirlerde Ramazan ayının özellikleri ve fazîletleri<br />
üzerinde durulurken konu ile ilgili âyet ve hadislerin anlamları zikredilir.<br />
Deyimlerimizden günlük konuşmalarımıza, şiirimizden mûsikîmize kadar<br />
kültürümüzün hemen her alanında Ramazan ayı ve oruçla ilgili unsurlarla karşılaşırız.<br />
Ramazan münâsebetiyle toplum hayatındaki değişmeler oldukça renkli ve bir o kadar da<br />
çeşitlidir.<br />
Bu renklilik ve çeşitlilikle birlikte bu geleneği yaşatan ruh, klâsik şiirimizden<br />
tekke şiirine, mânî, türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza uzanan kapsamlı<br />
ve geniş bir Ramazan Edebiyatı'nın doğmasına sebep olmuştur.<br />
Ramazan ayı ve oruç tutmanın faziletleriyle ilgili olarak yazılan müstakil eserler<br />
vardır. Mesnevî şârihi Süleyman Nahîfî (ö. 1738)'nin Fazîlet-i Savm isimli mesnevîsi<br />
Devletoğlu Yûsuf'un Kitâbü'l-beyân'ı, Hatiboğlu'nun Bahru'l-Hakâyık'ı, İbrahim<br />
Tennûrî'nin Gülzâr-ı Ma'nevî'si, Nâbî'nin Hayriyye-i Nâbî'si de bu kabil eserlerdendir.<br />
Ramazâniye denilince, bu mübârek ay münâsebetiyle şâirlerin, dönemin pâdişâh,<br />
vezîr ve diğer ileri gelenlerine takdîm ettikleri kasîdeler ilk akla gelendir. Kasîdelerin<br />
nesîb bölümlerinde Ramazan'ın gelişi, fazîletleri, oruçlu insanların davranışları,<br />
Câmilerin kandillerle, mahyalarla süslenişi, iftar ve sahur sofraları, edebî husûsiyet arz<br />
edecek mâhiyette anlatılır. Övülen kişinin üstünlük ve meziyetleri, özellileri Ramazanla
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 74<br />
ilgi kurularak anlatılır. Bu tür kasidelerin Duâ bölümlerinde Ramazan, Kadir Gecesi ve<br />
Ramazan Bayramıyla ilgili çeşitli kavramların çağrışımlarından faydalanılır.<br />
Kaside nazım şekliyle yazılan Ramazâniye'lerin en tanınmışı Öziçeli Sâbit<br />
(v.1712)'in Baltacı Mehmed Paşa'ya sunduğu kasîdedir. Bundan başka Sürûrî (v. 1814),<br />
Kâmî (v.1724), Nedîm (v. 1730), Arpa Emîni-zâde Sâmî (v. 1732), Seyyid Vehbî (v.<br />
1736), Süleyman Nahîfî, Sünbülzâde Vehbî (v. 1809), Koca Râğıb Paşa (v. 1763),<br />
Haşmet (v. 1768), Vâsıf (v. 1824), Leylâ Hanım (v. 1936) ve edebiyatımızda en çok<br />
Ramazâniye yazan Enderunlu Fâzıl (v. 1810)'ın kasîdeleri, türün kasîde şekliyle verilmiş<br />
önemli örnekleridir.<br />
Kaside tarzında yazılmış olan Ramazâniye'lerin dışında, diğer nazım şekilleriyle<br />
yazılan Ramazan konulu şiirlerin de mevcut olduğunu biliyoruz. Tâcîzâde Ca'fer Çelebi<br />
(ö. 1514), Fuzûlî (ö. 1556), Zâtî (ö. 1546) ve Bağdadlı Rûhî (ö.1605)'in yazdıkları<br />
Ramazan konulu gazelleri bulunmaktadır. Zâtî'nin, aynı çerçeveye dâhil edebileceğimiz,<br />
bir de Kadir Gecesi'ne âit gazeli vardır. Gazel olarak doğrudan Ramazanla ilgili tek örnek<br />
diyebileceğimiz Koca Râğıb Paşa'nın İftâriyesi'dir.<br />
Eski edebiyatın hakim olduğu Osmanlı toplumunda oruç, şairin dilinde kimi<br />
zaman bir güzele, kimi zaman da zâbıta memûruna, gece bekçisine benzetirler.<br />
Bilindiği gibi, Ramazan ayı, hilâlin görünmesiyle başlar. Eskiden Şaban ayının<br />
son günlerinde Kadı tarafından görevlendirilen kişiler, özellikle yerleşim birimlerinde<br />
yüksek yerlerden hilâli gözetler, hilâli görünce de Kadıya haber verir. Kadı da hilâlin<br />
görüldüğünü, dolayısıyla Ramazan'ın başlayacağını halka ilân ederdi. Bunun için de<br />
toplar atılır, kandiller ve mahyalar yakılırdı. Hava şartlarından dolayı hilâlin görülmediği<br />
zamanlarda Şaban ayı 30 gün olarak hesap edilmesi gerektiğinden, otuzuncu güne şüpheli<br />
gün anlamına (yevm-i şek) denilir. Bu şüpheli günde tiryakilerin, sadece oruç tutan<br />
Ramazan sofularının ve diğer insanların tutum ve davranışları Divan şâirlerinin<br />
vazgeçemedikleri bir alay unsuru olarak Ramazâniyelere yansımıştır. Kâmî bir beytinde<br />
“Yevm-i şektir diyerek yemeğe yumulmaktayken kafadarlar, Ramazan ayının zafer<br />
sancağı birden ortaya çıktı” ifadelerini kullanır:<br />
Yevm-i şek deyü boğaz cengin ederken yârân<br />
Zâhir oldu 'alem-i nusret-i şehr-i ramazân (Kâmî)<br />
Ramazaniyelerde üzerinde en çok durulan konu yevm-i şektir:<br />
Yevm-i şek sohbetine şîre sıkarken yârân<br />
Sık boğaz itdi şahne-i şehr-i ramazân<br />
(Sâbit)
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 75<br />
Baş kaldırmadılar öğleye dek uykudan<br />
Yevm-i şek zevkine hazırlanan ahbâb-ı kirâm<br />
(Nedîm)<br />
Ramazâniyelerde sahur, iftar, imsak, oruç ve bayramla ilgili ifadeler tabiî ve<br />
yoğundur. Şâirler, zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme<br />
unsuru, kimi zaman da sevgili konumunda bir insanmış gibi Ramazan ve oruç<br />
kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şâirler, orucu ayrılığa, bayramı da<br />
vuslata denk görürler.<br />
Osmanlı toplumunda Ramazan ve ardından kutlanan Bayram vesilesiyle<br />
düzenlenen eğlenceler, sohbetler, kandil ve mahyalarla süslenen camiler, önceden<br />
hazırlanmış olan reçeller, şuruplar ve tatlılar, bir coşkunluğun ifadesi olarak edebî<br />
eserlere de yansımıştır. Ramazanda ve kandil gecelerinde minarelerin sanki bir renk<br />
cümbüşü oluşturacak şekilde kandillerle donatılıp süslenmesi, günümüze kadar devam<br />
eden bir gelenektir. Nazîm Yahya (ö. 1727)'nın şu beytindeki ifadesine göre, minareler<br />
sanki nurdan yapılmış sütunlar gibi ışık saçmaktadırlar:<br />
Bir sütûn-ı nûrdur kim her minâre tâ seher<br />
Şu'le-i kandîl-i berk-efşân ile rahşân olur<br />
Ramazan ayı on bir ayın sultanı olduğu gibi, Kadir gecesi de Ramazan'ın<br />
sultanıdır. Çünkü Kur'ân, içinde kadir gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı bir<br />
gecede, Kadir gecesinde nâzil olmaya başlamıştır. Ramazâniyelerde ve diğer kaside ve<br />
gazellerde Kadir gecesi ile ilgili geniş çağrışımlara müsait beyitler bulmak mümkündür.<br />
Nitekim XV. yüzyıl şairlerinden Şeyhî (ö. 1431), bir beytinde Kadir gecesinin bin aydan<br />
daha hayırlı olduğunu şu şekilde ifade eder:<br />
Bu gece kadri bin aydan yeg ise tan mı Hak<br />
Kudret ile şeb-i Kadr etdi mukadder bu gece<br />
Kâmî de, Kadir gecesinde uyanık kalmanın faziletli olduğunu şöyle ifade etmektedir:<br />
Bilelim kadrini savmın gece kâim olalım<br />
Olmaya göz göre kadri gözümüzden pinhân
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 76<br />
Zâtî, “ey zâhid, sen cennete girmek için devamlı oruç tut; Zâtî'nin maksadı ise<br />
sevgiliye kavuşması onun bayramıdır.” diyerek zâhid'e şöyle sataşır:<br />
Dâimâ sen rûzedâr ol zâhidâ firdevs için<br />
Zâtînin maksûdu cânânın visâli 'dir.<br />
Divan şiirinde daha çok günlük hayatın bir parçası, sosyal bir etkinlik veya başka<br />
düşüncenin dînî literatürdeki yansıması olarak ele alınan Ramazan, tekke-tasavvuf<br />
erbâbının şiirlerinde, nüanslarıyla da olsa kendi havasını hissettirir. Tekke-tarikat<br />
mensuplarının özellikle Ramazan ayının güzelliklerini, hikmetlerini dile getirdikleri<br />
İlâhîler ve bu ay vesilesiyle halk şairlerinin söylemiş oldukları şiirler, aynı geleneğin<br />
farklı ton ve üslûplarda uzantısı sayılabilir.<br />
Celvetî tarikatının kurucularından XVI. yüzyılda yaşayan Üftâde (ö. 1580)'nin<br />
Ramazan ayını karşılamak için, hece ölçüsüyle söylediği şiir, bu türün en güzel<br />
örneklerindendir:<br />
Âşıklara edin salâ<br />
Oruç ayı geldi yine<br />
Rahmet denizi cûş edip<br />
Âlemlere doldu yine<br />
Niyâzî Mısrî (ö. 1694) bir şiirinde Ramazan ayının sona ermesinden dolayı hüznünü şu<br />
şekilde ifade eder:<br />
Yine firkat nârına yandı cihân<br />
Hasretâ gitti mübârek Ramazân<br />
Nûruyla bulmuşdu âlem yine cân<br />
Firkatâ gitti mübârek Ramazân
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 77<br />
Divan edebiyatı dışında Halk edebiyatında da özellikle türkü, mâni ve<br />
bilmecelerde Ramazanla ilgili ifâdelere rastlanmaktadır. Ramazan davulcularının halk<br />
diliyle söyledikleri mâniler, dînî hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve<br />
halk kültürünü yansıtır:<br />
Ramazanın ibtidâsı<br />
Kuruldu cennet binâsı<br />
Bu ayda oruç tutanın<br />
Kabûl olur her duâsı<br />
Ramazan mânilerinden, bir başka iki örnek:<br />
Geldi mâh-ı Ramazânım<br />
Şâd oldu sevindi cânım<br />
Ramazân-ı şerîfiniz<br />
Mübârek olsun sultânım<br />
…<br />
Akşam ezânı dinlemek<br />
Sahur vakti yemek yemek<br />
Ramazâna mahsûs şeydir<br />
Gece davulcu söylemek<br />
Yazımızı XVII. Yüzyıl şairlerimizden Fenâyî Cennet Efendi (ö.1665)'nin bir<br />
ramazaniyesi ile bitirelim:
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 78<br />
Dil-i mahzûnumuzu eyledi şâd u handân<br />
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân<br />
Oldu nûruyla ziyâ-bahş kamu iki cihân<br />
Geldi 'izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />
Etdi kullarına in'âmını Mevlâ-yı Kerîm<br />
Bâb-ı fazlını açıp eyledi ihsân-ı 'azîm<br />
Umarız ere makâmına geçen ahd-i kadîm<br />
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân<br />
Zenb ü taksîrimizi rahmeti ede sâlib<br />
Mâsivâ resmi ola dîde-i dilden _âib<br />
Cân u dilden olalım ru'yet-i yâre tâlib<br />
Geldi 'izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />
Burc-ı mes'ûda erip tâli'imiz ola saîd<br />
Gecemiz kadri bulup rûzumuzu eyleye îd<br />
Hâsıl olsun der isen sûret-i manâ-yı ümîd<br />
Geldi devletle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />
Savm u tesbîhimizi eyleye lutfuyla kabûl<br />
İki âlemde nasîb ede visâline vüsûl<br />
Kıla ihsân Fenâyî kuluna fevka'l-me'mûl<br />
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 79<br />
AMTI KELİMESİNİN TÜRK DİLİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇERİSİNDE<br />
GEÇİRDİĞİ DEĞİŞİMLER<br />
Eren ÇABUK *<br />
ÖZET<br />
Eski Türkçe devrinde kullanılmaya başlanılan ve elimizdeki metinlerde de rastlanılan<br />
amtı kelimesinin tarihsel gelişimi ve ''şimdi''ye nasıl dönüştüğü ele alınmıştır. Bu gelişim<br />
Eski Türkçe devrinden başlatılarak sırayla Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Çağatay<br />
Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi , Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi devreleri<br />
şeklinde Türk dilinin tarihsel gelişimi dikkate alınarak verilmiştir. Amtı kelimesinin<br />
değişimi bu sıraladığımız dönemler içerisinde yazılmış olan eserlerden verilen örnekler<br />
ile gösterilmiştir. Verilen örnekler dönemlerin belli başlı eserlerinden seçilerek<br />
amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi gelişimi açıklanmaya çalışılmıştır.<br />
ANAHTAR KELİMELER: AMTI, ŞİMDİ, ESKİ TÜRKÇE, KARAHANLI TÜRKÇESİ,<br />
ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ<br />
From AMTI TO ŞİMDİ (NOW)<br />
ABSTRACT<br />
In old Turkish period started to use as Word ‘’amtı’’ as we could see handouts and<br />
texts.’’Amtı’’ how it was shifted ‘’şimdi’’nowadays processly.That process started with<br />
Old Turkish,Uyghur Turkish,Karakhan Turkish,Chaghatay Turkish,Old Anatolian<br />
Turkish,Ottoman Turkish and Turkey Turkish periods in orderly.It considered that<br />
historical process. Besides we pointed out in texts‘’Amtı’’ alternated by these eras.We<br />
chose examples mainly texts that was written these periods.Consequently,<br />
amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi shifted variously. We would like to show in context.<br />
KEY WORDS: AMTI, ŞİMDİ(NOW), OLD TURKISH, KARAKHAN TURKISH,<br />
OLD ANATOLIAN TURKİSH<br />
*<br />
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 80<br />
Günümüzde konuşma ve yazın dili içersinde kullandığımız çoğu kelime şuan<br />
kullandığımız formlarına uzun bir süreç içerisinde geçirdikleri değişimler ile<br />
ulaşmışlardır. Kullanılan ilk kök sözcükler aldıkları yapım ekleri ile türetilerek anlam<br />
bakımından zenginleştirilmiş ve günlük dil içerisinde yerlerini almıştır. Ancak bu kök<br />
halinde ya da türetilmiş halde bulunan kelimeler ağızlarda ortaya çıkan söylemsel farklar<br />
ile yeni formlar kazanmış ve bir çok evrilme sürecinden geçmiştir.<br />
Böyle bir değişime en güzel örneklerden biri de amtı''şimdi'' kelimesidir. Amtı<br />
kelimesi dönemlere göre birtakım şekilsel değişimlere maruz kalmakla beraber<br />
kullanıldığı her devirde içinde bulunulan zamanı yani ''şimdi'' yi ifade etme amacı ile<br />
kullanılmıştır.<br />
Amtı kelimesi ̽am:İsim kökü + tı:İsimden isim yapım eki şeklinde oluşmuştur.<br />
̽am isminin aldığı -tı eki zarf yapan bir ektir. Ancak bu ek yalnızca amtı''şimdi'' zarfında<br />
görülür. (Tuvaca am''şuan, şimdiki zaman'' anlamında kullanılır.) İlerleyen zaman<br />
içerisinde amtı kelimesi amtı>emdi>imdi>uş+imdi> şimdi şeklinde bir değişim<br />
geçirmiştir. Bu değişim Türkçe'nin devirlerine göre ayrılarak açıklanmaya çalışılmıştır.<br />
Eski Türkçe Devri<br />
Amtı kelimesini ilk olarak ,taşlar üzerine kazınmış ve bilinen ilk Türk yapıtı olan<br />
Orhun Yazıtları'nda görürüz.Böylece amtı kelimesinin gelişim sürecini Eski Türkçe<br />
devrinden başlatabiliriz. Çok fazla olmasa da Kül Tigin Abidesi'nin güney ve doğu<br />
yüzlerinde birer tane olmak üzere iki kere amtı kelimesi geçmektedir.Bilge Kağan<br />
Abidesine baktığımız zaman da amtı kelimesinin hiç bir ek almadan dört kez<br />
kullanıldığını ve bir de ''amtıka'' 'şimdiki' şeklinde ek almış halini görürüz.<br />
‘... kop itdim. Ol amtı añıg yok. Türk ḳaġan Ötüken yış... ’<br />
(Kül Tigin Abidesi, Güney Yüzü)<br />
T.T: hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken<br />
ormanında 1<br />
Kül Tigin Abidesinde geçen bu satırda, şuanki durumdan haber etmek için amtı kelimesi<br />
şimdi manasına gelecek şekilde kullanılmıştır.Metnin ilerleyen kısımlarında da aynı<br />
şekilde kullanılmış ve sadece amtı şeklinde yazılmıştır.<br />
1<br />
Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, s.35, Ankara: Boğaziçi Yayınları, 2013
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 81<br />
Eski Uygur Türkçesi Devri<br />
Uygurlar döneminde bir çok eser kaleme alınmıştır ve bu eserlerin yazımında Göktürk<br />
ve Uygur alfabeleri kullanılmıştır. Göktürklerden farklı olarak Uygurlar Gök Tanrı inancı<br />
yerine Maniheizm ve Budizm dinlerini benimsemişlerdir. Gerçekleşen bu dini değişim<br />
yazın dilini de etkilemiş ve Mani ile Budizm sahasına ait birçok kelime ödünç alınmıştır.<br />
Gelen birçok yeni kelimelere ve değişimlere rağmen çoğu kelime özünü korumuş ve aynı<br />
şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Amtı kelimesi de bu dönemde herhangi bir formsal<br />
değişiklik yaşamadan aynı şekilde kullanılmaya devam edilmiştir.<br />
Metinlerden örnekler:<br />
Huastuanift Manihaist Uygurların Tövbe Duası :<br />
‘ ...amtı t(ä) ŋrim yazokda<br />
boşunu ötünür biz m(a)nastar<br />
hirza... ’<br />
( Huastuanift, 227-229. satırlar)<br />
T.T: ...şimdi tanrım günahlarımızdan arınmayı dileriz... 2<br />
İyi ve Kötü Prens Öyküsünden:<br />
‘...amtı ıylamaŋ turuŋ ... ’<br />
60.sayfa, 1.satır)<br />
(İyi ve Kötü Prens Öyküsü,<br />
T.T: ...şimdi, ağlamayın, kalkın... 3<br />
2<br />
Özbay, Betül, Huastuanift Maniheist Uygurların Tövbe Duası, s.94, Ankara: Türk Dil<br />
Kurumu, 2014<br />
3<br />
Hamilton, James, İyi ve Kötü Prens Öyküsü, Çeviren:Vedat Köken, s.40, Ankara: Türk<br />
Dil Kurumu, 2015)
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 82<br />
Altun Yaruk Sudur VI. Kitaptan:<br />
satırlar)<br />
(Altun Yaruk Sudur VI.Kitap, 309 ve 310.<br />
‘... anı amtı men sizlerke<br />
ayu bereyin.. ’<br />
T.T:... onu şimdi ben sizlere söyleyivereyim... 4<br />
Uygur dönemi eserlerinden verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, içinde<br />
bulunduğumuz zamanı bildirmek için kullandığımız şimdi kelimesinin ''amtı'' şeklinde<br />
kendini göstermeye devam edip herhangi bir değişikliğe uğramadığını görmekteyiz.<br />
Karahanlı Türkçesi Devri<br />
Karahanlı Döneminde ise mana bakımından bir değişiklik olmamakla beraber yalnızca<br />
ses değişimi meydana gelerek, amtı kelimesinin yerini ''emdi'' ve ''imdi''ye bıraktığını<br />
görürüz. Bu dönem yazılan eserlerden anlaşılacağı üzere artık amtı kelimesi ''emdi''ye<br />
dönüşmüştür. Ve aynı dönem içerisinde ikinci bir değişiklik yaşayarak ''emdi'', ''imdi''<br />
olarak da kullanılmaya başlanmıştır.<br />
Karahanlı Türkçesi döneminin ilk yazılı eseri olan Kutadgu Bilig'de içinde bulunulan<br />
zamanı ifade etmek için ''emdi'' kelimesinin kullandığı görülmektedir ve artık amtı<br />
kelimesine rastlanılmaz.<br />
39)<br />
(KB, Viyana,<br />
4<br />
Ayazlı, Özlem, Altun Yaruk VI.Kitap, s.170, İstanbul: Türk Dil Kurumu, 2012)
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 83<br />
38)<br />
(KB, Fergana,<br />
sini ḳoldı tün kün bu emgek bile<br />
anı ög sen emdi sevinçin tile<br />
T.T:<br />
Bunca zahmet ile gece gündüz hep seni istedi;<br />
şimdi sen onu öv ve hoşnutluğunu dile. 5<br />
Nüsha farklılıkları olsa da beyitler karşılaştırıldığında, amtı kelimesinin terk olunduğu<br />
ve emdi kelimesinin hiçbir nüans olmadan kullanıldığı gözler önündedir. Arap harfli olan<br />
Kahire ve Fergana nüshalarında emdi kelimesi, yukarıdaki beyitte de görüleceği üzere<br />
elif+mim+dal+ye şeklinde yazılmıştır.<br />
Divanü Lugati't Türk'e baktığımız zaman ise madde başı olarak amdı kelimesine yer<br />
verildiğini görürüz.Amdı kelimesinin Divaü Lugati't Türk'de madde başı gösterimi:<br />
amdı. ''Şimdi'' anlamına gelen bir ilgeç.<br />
amdı keldim: Şimdi geldim. Oğuzlar elif'i kesre'li [Arapçada ı,i okutan im] söyler<br />
ve imdi der. Şu dörtlüklerde de kullanılır,<br />
öpkem kelip ugradım<br />
arslanlayu kökredim<br />
alplar başın togradım<br />
amdı meni kim tutar 6<br />
bağırdım)<br />
Öfkem geldi uğradım(düşmanın üzerine yürüdüm)<br />
Aslan gibi kükredim<br />
Yiğitlerin başını doğradım<br />
(Kalabalığın ortasında) şimdi beni kim tutar?(diye<br />
Divanü Lügati't Türk'ün madde başından anlaşılacağı üzere amtı kelimesi amdı olarak<br />
da kullanılmış ve Oğuzlar emdi'ye dönüşen amtıyı daha sonra imdi olarak<br />
kullanmışlardır.<br />
Edib Ahmet Yükneki 'nin dini ve tasavvufi bir niteliği olan Atabetü'l Hakayık adlı<br />
eserinde ise Kutadgu Bilig'den farklı olarak ''imdi'nin kullanıldığını görürüz.<br />
Eşit imdi kaç söz habib fazlındın ( Şimdi Peygamberin fazlından bir kaç söz dinle;<br />
akıl<br />
Ukuş huş yititip sözümni ana 7 ve dikkatini bileyip, sözümü anlamağa çalış. )<br />
5<br />
Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, s.99, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008<br />
6<br />
Divanü Lugati't Türk, s.141, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 84<br />
Karahanlı dönemi bir diğer eseri olan Hoca Ahmed Yesevi'ye ait Divan-ı Hikmet'te de<br />
emdi yazımının tercih edildiği görülür.<br />
Kul Hace Ahmed kattığlanıb küysin emdi<br />
yansın şimdi<br />
İçü taşıñ hâm kalmasun pişsin emdi<br />
şimdi<br />
Dostlar meñe sözni aytsın emdi<br />
şimdi<br />
Yok erse mârifetiñ turlanmaz ul<br />
o... 8 )<br />
(Kul Hoca Ahmed sıkılarak<br />
İç ve dışın ham kalmasın pişsin<br />
Dostlar bana sözünü söylesin<br />
Yoksa marifetini ele vermez<br />
(131.Hikmet)<br />
Sonuç olarak Karahanlı Türkçesi döneminde amtı>emdi>imdi gelişimi yaşanmıştır ve<br />
içinde bulunulan zamanı ifade etmek amacıyla, ''emdi'' ya da bir sonraki gelişim evresi<br />
olan ''imdi'' kullanımı tercih edilmiştir.<br />
Çağatay Türkçesi Devri<br />
Çağatay Türkçesi dönemine bakıldığında ise şimdiyi ifade etmek amacıyla ''imdi''nin<br />
kullanıldığı görülür.Artık ''emdi'' ifadesi kullanılmamaktadır. Çağatay dönemi<br />
şairlerinden verdiğimiz örnekler ile bu değişim gösterilmeye çalışılmıştır.<br />
Ali Şir Nevai'den:<br />
ni sitem kim kılsa, rahmi mahfî irmes zimnide<br />
acıması da<br />
imdi kılsa her sitem evvelgilerge ohşamas<br />
öncekilere<br />
( O, ne kadar kötülük etse de gizli bir<br />
vardır. Fakat şimdi ettiği kötülük,<br />
benzemiyor. 9 )<br />
iy nevāyī ger vefāsız çıḳtı ol sulṭān-ı ḥüsn<br />
taptıng ildin kim tiler-sin imdi sulṭāndın vefā 10<br />
7<br />
Atabetü'l-Hakayık, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, İstanbul: Türk Dil Kurumu, 1951<br />
8<br />
Divan-ı Hikmet,, s277, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2015<br />
9<br />
Ali Şir Nevâi, "Mükemmel Eserler Toplamı", 2. cild, Nevâdirü'n-Nihâye divanı,<br />
Taşkent, 1987.
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 85<br />
Mevlana Sekkaki Divanı'ndan:<br />
niçe yıl ṭuġyān u ᶜiṣyān tonını ḳıldım libās<br />
imdi uş tuttum yaḳa, estaġfiru'llāh ṣad-hezār<br />
şimdiyse<br />
T.T:<br />
Nice yıl taşkınlık ve isyan elbisesini giyindim (isyanda bulundum),<br />
pişman halde yakamı tuttum, yüzbinlerce estağfiru'llah! 11<br />
Lutfi Divanı'ndan:<br />
imdi yol urġuçılarınıng gūşmālı ẓulmıdın<br />
devr-i ᶜadlıngda kim irse ingremes illā rebāb 12<br />
Tezkire-i Evliyā'nın Çağatay Türkçesi Çevirisinden:<br />
‘...imdi sen tiler sen kim yalġan bile meni azġurġay sen... 13 ’<br />
T.T: ...şimdi sen beni yalan ile yoldan çıkarmak istiyorsun....<br />
Gedai Divanı'ndan:<br />
Yâre bolup imdi Kan yutsun könül hasret bile<br />
hasretle,<br />
Bilmegen üçün visalin kadrini ol çağlar<br />
bilmediği için. 14 )<br />
( Yara olup kan yutsun şimdi, gönül,<br />
Kavuşmanın kadrini o zamanlar<br />
10<br />
Ali Şir Nevâi,Fevayidü'l-Kiber,Hazırlayan: Önal Kaya, s.42, Ankara: Atatürk Kültür,<br />
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 1996<br />
11<br />
Mevlana Sekkaki Divanı, Hazırlayan: Kemal Eraslan, s.94, Ankara: Türk Dil Kurumu,<br />
1999<br />
12<br />
Lutfi Divanı, Hazırlayan: Günay Karaağaç, s.9, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />
Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 1997<br />
13<br />
Tezkire-i Evliya'nın Çağatay Türkçesi Çevirisi, Hazırlayan: Ayşegül Sertkaya, s.160,<br />
İstanbul: Çantay Kitabevi, 2015<br />
14<br />
Gedai Divanı, Taşkent, 1973
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 86<br />
Eski Anadolu Türkçesi Devri<br />
Eski Anadolu Türkçesi dönemine gelindiğinde amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi<br />
gelişimin gerçekleştiğini ve bu dönem metinlerine baktığımız zaman içinde bulunulan<br />
zamanı ifade etmek amacıyla tercihe göre imdi veya şimdi ifadelerinin kullanıldığı<br />
görülmektedir.Hatta çoğu eserde iki kullanım birlikte yer almıştır.<br />
İmdi kelimesinin yazımında birtakım farklılıklar görülmüştür. Bazen elif+ye şeklinde<br />
başlanılarak yazılırken bazen de sadece elif ile ya da elif+hemze ile başlanılarak<br />
yazılmıştır. Bu da beraberinde birtakım okuma sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu sorun /e/<br />
/i/ /ė sorunudur.Eski Anadolu Türkçesi devrinde metinlerin yazıldığı Arap alfabesinde bu<br />
sesin karşılığı olmadığı için bu sesle yazıldığı düşünülen kelimeler genellikle ''y'' ile<br />
yazılmıştır. Bu nedenle ''i'' olarak okunulmuştur. Bazı metinlerde ''e'' olarak yazıldığı<br />
görülse de bunu ''i'' ya da '' ė'' şeklinde okumalıyız.<br />
Dede Korkut Kitabından:<br />
Türk edebiyatı içerisinde özel bir yeri olan ve Eski Anadolu Türkçesi devrinin dil<br />
hususiyetlerini taşıyan Dede Korkut Hikayeleri incelendiğinde sadece tek bir kullanımın<br />
tercih edilmediğini hem imdi hem de şimdi ifadelerinin birlikte kullanıldığını görürüz.<br />
15<br />
(Dede Korkut Dresden Nüshası, 72.Yaprak 8<br />
ve 9.satırlar)<br />
aydur: Big yigit bize sen erlik işledün, gel imdi begendügün<br />
maldan al didiler. Big yigidün gözi bir deniz kulunı boz<br />
16<br />
(Dede Korkut Dresden Nüshası,<br />
108.yaprak, 8.satır)<br />
‘...menüm yayumı çek, yohsa şimdi boynun ururam didi... ’<br />
Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere Dede Korkut Hikayelerinin bir bölümünde imdi<br />
tercih edilmişken, başka bir bölümünde aynı manayı ifade etmek için şimdi kelimesinin<br />
kullanıldığı görülmektedir.<br />
15<br />
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı-1, s.38, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014<br />
16<br />
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı-1, s.56, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 87<br />
Eski Anadolu Türkçesi Devrinde Yazılmış Bir Siracü'l Kulüb'ten:<br />
17<br />
(Siracü'l Kulüb Koyunoğlu Nüshası, 7.yaprak, 10<br />
ve 11. satırlar)<br />
‘...aklı gitdi. Bir zaman ditredi ditredi, canın teslim kıldı. İmdi ol<br />
kişi kim bu ayet[i] işitdi canın Hakka virdi. Aceb ol günahkar kullarun... ’<br />
18<br />
(Siracü'l Kulüb Koyunoğlu Nüshası,<br />
6.yaprak, 13.satır)<br />
‘...endamları. Hak Ta'ala bunlara uçmak ruzi kıla. Şimdi bize gündüz olıcak... ’<br />
İmam Kazi'nin Harezm Türkçesi'nden Anadolu Türkçesi'ne aktardığı Kitab-ı Gunya'dan:<br />
‘...imdi bend idüp ayruklardan artuk savurmak reva olmaz, meger... ’<br />
Şeyyad Hamza'nın Yusuf u Züleyha'sından:<br />
imdi dinlen sözüme tutun kulak<br />
dinleyin, size<br />
bir söz eydem kim şekkerden tatlurak<br />
söyleyeceğim.)<br />
(Şimdi sözüme kulak verin ve<br />
şekerden daha tatlı sözler<br />
17<br />
Siracü'l Kulüb, Hazırlayan:Yakup Karasoy, s.174, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2013<br />
18<br />
Siracü'l Kulüb, Hazırlayan:Yakup Karasoy, s.176, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2013
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 88<br />
Osmanlı Türkçesi Devri<br />
Bu döneme gelindiğinde ise tıpkı Eski Anadolu Türkçesi dönemindeki gibi tek bir<br />
kullanımın tercih edilmediği ve içinde bulunulan zamanı ifade etmek amacıyla ''imdi'' ya<br />
da ''şimdi'' ifadelerinin beraber kullanıldığı görülür. Hatta çoğu zaman aynı eserde imdi<br />
ve şimdi kelimeleri birlikte kullanılmıştır.Ancak şimdi'nin kullanımı daha ön plandadır.<br />
Sultan Veled'in bir gazelinden:<br />
Ne oktur bu ne oktur değdi senden ( Senden gelen bu ok ne (yaman) bir oktur ki,<br />
boyum mızrak Benim boyum süniydi şimdi yaydır boyum mızrak gibiydi, şimdi yay<br />
(gibi eğrildi)).<br />
Senin boyun budakdan ağdı geçti<br />
Cihân imdi yüzünden yaz u yaydır<br />
(Senin boyun, fidan gibi yükseldi;<br />
dünya şimdi senin yüzünden bahardır, yazdır.)<br />
Sultan Veled'in bir gazelinin içerisinde hem ''imdi''yi hem de ''şimdi''yi kullandığı<br />
görülmektedir.<br />
Süleyman Çelebi'nin Vesiletü'n-Necat'ından bir parça:<br />
19<br />
Aşk ile gel imdi Allah diyelim<br />
Derd ile göz yaş ile ah idelim<br />
Aşık Paşa-zade'nin Tevraih-i Al-i Osman adlı eserinden bir nesir parça:<br />
‘...İmdi senün dahı bir gün leşkerün yevmen fe-yevmen ziyâde olsa gerek. İmdi senün<br />
‘askeründe bir nişân ko kim gayrı ‘askerde olmasun.” didi... ’<br />
Fuzuli'nin bir rubaisi:<br />
Mecnûn oda yandı şu'le-i âh ile pâk (Mecnun, alı alevi ile pak olarak ateşe yandı.<br />
Vamık,göz yaşında<br />
Vâmık suya batdı eşkden oldı helak suya batıp yok oldu. Ferhat, hevesle ömrünü yele<br />
verdi. Onlar<br />
Ferhâd hevesle yile virdi ömrin Hâk toprak oldular, şimdi o toprak benim.)<br />
oldılar anlar menem imdi ol hâk<br />
19<br />
Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-Necat, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 89<br />
Nabi'nin bir gazelinden:<br />
Hikmet taleb-i mâlda Kârun gibi şimdi<br />
yaşamanın adına<br />
(Mal mülk peşinde koşarak Kârun gibi<br />
Hâhişgeri –i lokmada Lokman unutulmuş hikmet diyorlar şimdi. O kadar ki, lokma<br />
peşinde koşarken<br />
Lokman Hekim’in öğütleri unutulmuş.)<br />
Şeyh Galib'in bir gazelinden:<br />
Şimdi Gâlib bir şeh-i âlî-cenâb<br />
bir padişah<br />
Gönlümüzle âşinâdır adı aşk<br />
(Ey Gâlib, şimdi adı aşk olan yüce, alicenap<br />
gönlümüze aşinadır.)<br />
Verilen örneklere göre Osmanlı Türkçesi devrinde de ''şimdi'' kelimesi bir önceki evrim<br />
aşamasındaki haliyle yani ''imdi''yle beraber kullanılmıştır.<br />
19. yy' a geldiğimizde Tanzimat Devri ile dile getirilen birçok yenilik ile beraber dil<br />
hususiyetlerinde birtakım değişiklikler meydana gelmiştir.Ancak bu dönemde de içinde<br />
bulunulan zamanı ifade etmek için kullanılan imdi ve şimdi ifadesi bir arada<br />
kullanılmıştır. Yani şimdi kelimesi geçirdiği son değişime rağmen bir önceki şekliyle<br />
beraber kullanılmaya devam etmiştir.<br />
Şinasi'nin Tercüman-ı Ahval mukaddimesine baktığımız zaman imdi ve şimdi<br />
kelimelerini beraber kullandığını görmekteyiz.<br />
‘...fakat asıl Osmanlı gazetelerinin bahsine gelince, gayr-i resmî bir varakanın devam<br />
üzre çıkarılmasında her nasılsa şimdiye kadar millet-i hâkimeden hiçbir kimse ihtiyar-ı<br />
zahmet etmemiştir... ’ 20<br />
Yazısının başlarında şimdi kelimesini kullanan Şinasi'nin ilerleyen kısımlarda aynı<br />
kelimenin bir önceki şekli olan imdi kelimesini de tercih ettiğini görürüz.<br />
‘...İmdi işbu gazete ahval-i dâhiliye ve hariciyeden müntehap bâzı havadisi ve maarif-i<br />
mütenevvia ile sair mevadd-i nâfiaya dair mebahisi neşr-ü beyana vasıta olacağından<br />
nâşî, Tercüman-ı ahval ünvanı ile tesmiye olunmak münasip görüldü.... ’ 21<br />
Ziya Paşa'nın şiir ve inşasına baktığımız zaman ise yalnızca şimdi ifadesinin tercih<br />
edildiğini görürüz.<br />
20<br />
Şinasi, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi<br />
21<br />
Şinasi, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 90<br />
22<br />
‘...iyi kötü bir mana dahi çıkardı. Şimdi ise, asır nazikleşmiş ve efkar ve politika incelmiş<br />
olduğundan bazı fermanlar ve mektub-ı samiler... ’<br />
Yani 19.yy'a gelindiğinde her ne kadar imdi ve şimdi kelimeleri bir arada kullanılsa da<br />
imdi kelimesinin kullanımının azaldığı ve daha şimdi kelimesinin tercih edildiği<br />
görülmektedir.<br />
20.yy'a gelindiğinde ise Osmanlı Türkçesi, meydana gelen değişim, yenilik ve dilde<br />
meydana gelen yeni hususiyetler ile beraber yerini yavaş yavaş Türkiye Türkçesi'ne<br />
bırakır. Türkiye Türkçesi devrinden itibaren aynı kelimelerin ikili kullanımları terk<br />
olunmaya başlanmış olup tek bir şekilde yazılmaya başlanmıştır. Bundan dolayı ''şimdi''<br />
kelimesinin daha önceki evresindeki hali olan ''imdi'' terk edilmiş ve yerine sadece<br />
günümüzde de kullandığımız şimdi kelimesi geçmiştir.<br />
Her ne kadar yazı dilinde artık imdi kullanılmasa da konuşma dilinde bazı yörelerce<br />
imdi kelimesi yaşatılmaktadır.<br />
Sonuç olarak amtı kelimesi ne kadar ilk dönemlerde sık sık kullanılmış olsa da<br />
değişimden kaçamamış ve yüzlerce yıl sürecek bir değişim içerisine girerek kendini<br />
tamamlamaya çalışmış ve ''şimdi''ye dönüşmüştür.<br />
22<br />
Ziya Paşa, Şiir ve İnşa