02.07.2016 Views

A

sayi2

sayi2

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ISSN:2459-248X.<br />

A Ğ I R L I K<br />

Eski Uygur Yazısı ve Alfabe Sistemi<br />

Amtı ’dan Şimdi’ye<br />

Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Döneminde Dilde Sadeleşme<br />

Dünyanın En Uzun Destanı: Manas<br />

Osmanlı Kadın Hareketleri: Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım<br />

Konak ve Apartman Bağlamında Yanlış Batılılaşma<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u<br />

Eski Edebiyatımızda Ramazan Ayı


A Ğ I R L I K<br />

Türkoloji e-dergisi<br />

ISSN:2459-248X.<br />

Temmuz 2016<br />

Sahibi / Owner<br />

Talha DİLBEN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Editör / Editor<br />

Talha DİLBEN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Editör Yardımcıları / Assistant Editor<br />

Eren ÇABUK<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Nur Sena TAŞÇI<br />

Hacettepe Üniversitesi<br />

Yazı İşleri Müdürü / Editorial Manager<br />

Tunahan Eren ARSLAN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Eren ÇABUK<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Talha DİLBEN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Büşra ÖZTEKİN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Edanur SANCAK<br />

İstanbul Aydın Üniversitesi<br />

Eyüp Ferhat SORAN<br />

Harran Üniversitesi<br />

Danışman / Supervisor<br />

Prof.Dr. Günay KARAAĞAÇ<br />

İstanbul Aydın Üniversitesi<br />

Yazışma Adresi / Correspondence<br />

email: dergi.agirlik@gmail.com<br />

Yayın Kurulu / Editorial Board<br />

Sadık ALAÇAM<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Tunahan Eren ARSLAN<br />

İstanbul Üniversitesi<br />

Güloya BERKAN<br />

İstanbul Aydın Üniversitesi<br />

Yayın Adresi / Web Page<br />

www.agirlikdergisi.16mb.com<br />

Yayın Tarihi / Release Date<br />

2016


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 3<br />

İçindekiler<br />

ESKİ UYGUR YAZISININ ALFABE SİSTEMİ VE BU YAZININ ÖĞRETİMİNDE<br />

KULLANILMAK ÜZERE METİNLER ...................................................................... 4<br />

Talha DİLBEN<br />

MİLLİ EDEBİYAT VE CUMHURİYET DÖNEMİ DİLDE SADELEŞME<br />

ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ .............................................................. 36<br />

Sadık ALAÇAM<br />

DÜNYANIN EN UZUN DESTANI: MANAS ...................................................... 45<br />

Tunahan Eren ARSLAN<br />

OSMANLI KADIN HAREKETİ ÇERÇEVESİNDE FATMA ALİYE HANIM VE EMİNE<br />

SEMİYE HANIM ........................................................................................... 52<br />

Büşra ÖZTEKİN<br />

KİRALIK KONAK, İBRAHİM EFENDİ KONAĞI, HÜRRİYET APARTMANI VE AHŞAP<br />

KONAK ESERLERİNDE MEKAN ALGISI OLARAK KONAK ................................ 65<br />

Güloya BERKAN<br />

AHMET HAMDİ TANPINAR'IN HUZUR'U....................................................... 69<br />

Edanur SANCAK<br />

ESKİ EDEBİYATIMIZ VE RAMAZAN ............................................................... 72<br />

Eyüp Ferhat SORAN<br />

AMTI KELİMESİNİN TÜRK DİLİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇERİSİNDE GEÇİRDİĞİ<br />

DEĞİŞİMLER ................................................................................................ 79<br />

Eren ÇABUK


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 4<br />

ESKİ UYGUR YAZISININ ALFABE SİSTEMİ VE BU YAZININ ÖĞRETİMİNDE<br />

KULLANILMAK ÜZERE METİNLER<br />

Talha DİLBEN *<br />

ÖZET<br />

Türk milletinin sosyal hayat içerisinde en ince noktalarına kadar bizi eriştiren ve yerleşik<br />

hayat ile sanatta, edebiyatta, sosyal nizamda, hukukta yüksek seviyeye erişmiş, yani tam<br />

anlamıyla muasır medeniyetin zirvesine ulaşmış olan Eski Uygur Türklerinin bağımsız<br />

bir devlet oluşu, yüksek medeniyetleri, inandıkları dinler anlatılmış, ardından Soğd<br />

yazısından ürettikleri alfabeleriyle yazılan Eski Uygur yazısı ve bu yazının alfabe sistemi<br />

örnekler sunularak gösterilmiştir. Ayrıca, bu yazının öğretiminde kullanılmak üzere, Eski<br />

Uygur metinlerinde kullanılmış olan bazı kelimelerin yazımları, hem devrine ait eserler<br />

üzerinden hem de şahsī koleksiyonumuzda bulunan, henüz ilmī neşirleri yapılmamış bazı<br />

yazma nüshalardan taranan resimleriyle Türkoloji alemine sunulmuştur.<br />

ANAHTAR KELİMELER: ESKİ UYGUR TÜRKLERİ, ESKİ UYGUR YAZISI, SOĞD<br />

ALFABESİ, ESKİ UYGUR ALFABESİ<br />

ANCIENT UYGHUR ALPHABET SYSTEM AND THE EXAMPLES TEXTS FOR<br />

THE TEACHING<br />

ABSTRACT<br />

Turkish nation has a social life which is undeniably reaches us beyond to boundaries .In<br />

literature, law, artworks when the Turks prefered the settled lifestyle especially reached<br />

top of the modernity of their era. In addittion Ancient Uyghur Turks had freedom, high<br />

life, various beliefs, besides they had an alphabet which was derived from the Sogdians.<br />

They used the alphabet for expressing theirselves. On the otherhand we would like to<br />

teach Ancient Uyghur Alphabet system has been shown in this article with examples,<br />

sample texts, scanned various samples such as manuscripts and inscripts belonged to<br />

Uyghurs. Our invidual collection is unique and never ever known in Turcology field. We<br />

proudly share scanned samples part of our collection very first time in Turcology field.<br />

Consequently it helps us to Teach Ancient Uyghur Alfabet system broadly.<br />

KEY WORDS: ANCIENT UYGHUR TURKS, ANCIENT UYGUR WRITING,<br />

SOGDIAN ALPHABETH, ANCIENT UYGHUR ALPHABET.<br />

*<br />

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 5<br />

1. ESKİ UYGUR DEVLETİNİN KURULUŞU, ESKİ UYGUR TÜRKLERİNİN<br />

İNANDIKLARI DİNLER VE YÜKSEK MEDENİYET SEVİYELERİ<br />

Eski Uygurlar, Köktürkler içerisinde yer alan boylardan biriydi. Köktürklerin<br />

zayıf anında isyan etmekten geri kalmayan Eski Uygur Türkleri, Köktürklere karşı birçok<br />

isyan girişiminde bulunmuştu. Nihayetinde 742 yılındaki isyanları başarıya ulaştı ve<br />

Uygurlar, Basmıl ve Karluklarla ittifak yaparak Köktürk kağanı Kutlug’u öldürdüler. Çin<br />

devleti, Köktürk devletinin yıkılmasını tabii olarak istiyordu. Bu sebeple Köktürklere<br />

karşı ayaklanarak Köktürklere çok büyük bir yara aldıran Uygur, Basmıl ve Karlukları<br />

Çin devleti resmī olarak tanıdı. Basmıl başbuğu kağan oldu. Karluklar batı, Uygurlar<br />

doğu yabguluklarını aldı. Köktürk kağanlığına getirilen Ozmış’ı da 743 yılında<br />

öldürdüler. Daha sonra Karluklarla Uygurların arası açıldı ve 745’te Karluklar, Uygurlar<br />

tarafından bertaraf edildi. Böylece Uygurlar takıgu (tavuk) yılında yani 745 yılında<br />

bağımsız kağanlıklarını kurmuş oldular. 95 yıl ayakta kalan devlet, 839 yılındaki açlık ve<br />

kıtlığın ardından, 840 yılında Kırgızlar tarafından işgal edildi ve bağımsızlıklarına son<br />

verildi. Uygurlar da dört bir yana dağıldılar. 1 95 yıl ayakta kalan devlet, 839 yılındaki<br />

açlık ve kıtlığın ardından, 840 yılında Kırgızlar tarafından işgal edildi ve<br />

bağımsızlıklarına son verildi. Uygurlar da dört bir yana dağıldılar.<br />

Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra din değiştiren Eski Uygur Türkleri, yeni<br />

dinlere ve dinī çehrelere bürünmeye başlamışlardır. Elbette burada siyasi bir yönün<br />

olduğunu söylememiz gerekiyor. Eski Uygur Türklerinin din değiştirme sebeplerinin en<br />

başında, yoğun bir etkiye sahip olan siyasi meseleler vardır. En başta, baştaki kağanın din<br />

değiştirmesi, kitleler halinde kağana tabi olanların da din değiştirmesi şeklinde sirayet<br />

eder. Bu, Karahanlılarda da böyle olmuştur. Uygurların üçüncü hükümdarı Bögü Kağan<br />

(759-779), Ordu Balık’ta dört mani rahibiyle yaptığı iki günlük müzakerenin ardından<br />

Mani dinini seçmiştir. Türk kültür tarihi açısından son derece önemli olan bu olaydan<br />

sonra,Türkler artık bu muhitte yerleşik yaşama alışmaya başlıyor ve hayvan eti yemeyi<br />

bırakıyor, Köktürklerde olan savaşçılık ruhunu adeta terk ediyorlardı. Öyle ki, bu<br />

coğrafyaya yapılan Arap akınlarında Maniheist uygurlar çok ciddi yaralar almış,<br />

mabedleri de bu akınlar sebebiyle çok büyük tahribata uğramıştı. Bu akınlar Maniheist<br />

Uygurlar üzerinde öyle büyük etkiler bırakmıştır ki, bunlar duvar resimlerine de<br />

yansımıştır. İlk olarak A. Von Le Coq’un neşrettiği, Uygurlara ait bir duvar resminde,<br />

Mani rahibine ve Mani manastırına saldırı düzenleyen Müslüman askerler tasvir<br />

edilmiştir. Rahibin sakallı olmasından, Mani rahibi olduğu anlaşılır, çünkü Budist<br />

rahipleri sakalsızdır. 2 (bkz. resim 1)<br />

Eski Uygur Türkleri, kendi içlerinde ayrı ayrı dinleri benimsemiş olsalar da,<br />

esasında, adeta medeniyet dinini benimsemişlerdir. Onlar, yerleşik ve yüksek seviyede bir<br />

nizam üzerine inşa edilmiş bir toplum yapısı kurmuşlardır. Devletin saray hayatı,<br />

tamamıyla bir tertip üzerinedir. Herhangi bir ecnebī elçi, hükümdarının mektubunu<br />

1<br />

Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, 14.<br />

Baskı: Ankara, 2014, s. 216, 217.<br />

2<br />

Şinasi Tekin, İştikakçının Köşesi, Dergah Yayınları, 1. Baskı: Aralık 2014, s. 291.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 6<br />

vermek için saraya geldiği zaman, onu karşılayıp, elçiye ziyafet verirler ve bu ziyafet<br />

esnasında musiki çalınır, rakslar ve eğlenceler yapılırdı.<br />

Uygurlarda fikir hayatı da yüksek bir seviyeye ulaşmıştı. Çin kaynaklarına göre<br />

Uygur hükümdarlarının saraylarında, yerli ve yabancı tarihçiler, şairler, alimler,<br />

sanatkarlar, musikişinaslar sempatik bir himayete mazhar olmuşlardır. Uygur ülkesine<br />

seyahat etmiş olan Çin gezginlerden, şehzade ve yüksek zümre çocuklarına çok iyi bir<br />

eğitim verildiğini, Uygur ülkesinde kütüphanelere rastlandığını da öğreniyoruz. Hatta bir<br />

Uygur elyazmasına göre, Uygur şehzadesinin fevkalade güzel kopuz çalıp şarkı<br />

söylediğini de öğreniyoruz. 3<br />

Çin kaynağı Tang-Şu, ‘’Tang hazineleri bomboş iken ve saray memurları maaş<br />

alamazken’’ Uygurlara 100 000 parça ipek verildiğini kaydeder. Bu da bize, Uygurların<br />

Çin üzerindeki hakimiyetini gösteriyor. Görülüyor ki Çin devleti, Uygurlara verilen vergi<br />

ve hediyelerden dolayı maddī olarak çöküşün eşiğine gelmiştir. Bunun yanı sıra<br />

Uygurların Çin pazarına da hakim olduklarını biliyoruz. 758 yılından itibaren her yıl<br />

Uygurlar, alışveriş yapmak üzere atlarıyla Çin’e geliyorlar, bir ata karşılık 40 top ipek<br />

kumaş alıyorlardı. Çinliler için bu zoraki bir alışverişti; fakat başka çareleri yoktu. 4<br />

Buradan, Eski Uygurların 745 yılında bağımsızlıklarını kazandıklarına göre, devletlerinin<br />

henüz 12-13. yılından itibaren Çin gibi bir rakip devlet karşısında ciddi anlamda maddi<br />

bir baskı uygulamayı başardıklarını görüyoruz. Öyle ki bu baskının, Çin devletinin<br />

hazinelerini boşaltacak kadar büyük bir etki oluşturduğunu da öğrenmiş oluyoruz.<br />

Medeniyet seviyeleri böylesine yüksek olan Uygurlar arasında Maniheizm,<br />

Budizm, İslamiyet ve Hristiyanlık dinleri de yer edinmişti . Diğer dinlere nazaran<br />

Maniheizm, Uygurları Orta Asya kılavuzluğuna hazırlayan din olmuştur. Uygurların bu<br />

dine daha fazla sempati göstermelerinde, Soğdların etkisi olduğu düşünülebilir. Zamanla<br />

Türk idaresi altına giren Soğdların, komşu milletler için siyasi ve kültürel bir önem<br />

taşıdığı kuvvetle muhtemeldir.<br />

Maniheizm, İran ve Roma İmparatorluğu içerisinde sıkı bir takibata uğrayan<br />

dualist mezheplerin, Maveraünnehir’e hicrete mecbur kalmaları sebebiyle Eski Uygur<br />

Türklerine ve onların da çevresine kadar yayılmıştı. Maniheistler,kesif bir ekseriyet teşkil<br />

ediyorlardı. Ayrıca belirli bir teşkilata da sahiptiler. Bu sebeple, diğerlerine nisbetle, daha<br />

hızlı yayıldılar ve hakimiyeti yavaş yavaş ele geçirdiler.<br />

Budizm açısından bakacak olursak, bu din de birtakım bölgelerde etkili olmuştur.<br />

Özellikle Maveraünnehir’in birçok yerinde iz bırakmıştır. Arap fütuhatı esnasında<br />

buralarda altın ve gümüşten yapılmış birçok put bulunmuştur. 5 Bu da, Budizm’in bu<br />

bölgedeki yaşamışlığını gösterir.<br />

3<br />

Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I - II, Enderun Kitabevi, 3. Baskı: İstanbul, 1984, s. 151.<br />

4<br />

Ahmet Bican Ercilasun, age, s. 221.<br />

5<br />

Ahmet Caferoğlu, age, s. 154.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 7<br />

Uygurlar, Budizm ve Maniheizm’den başka, İslam dinine ve Hristiyanlığın<br />

Nesturī koluna da bağlanmışlardı. Turfan çevresinde İncil’den Uygurca’ya çevrimiş bazı<br />

parçalar bulunmuştur. 6 Müslüman Uygurlardan kalma şiirler de bulunmuştur.<br />

Her bir dinin muhiti, kendi edebī anlayışını da oluşturmuştu. Eserlerin,<br />

manzumelerin pek çoğu doğal olarak bu ayrı dinlerin öğretilerini barındıran içerikteydi ve<br />

çoğu tercümeydi. Ancak kullanılan yazı, kendi ürettikleri Eski Uygur yazısıydı.<br />

Resim 1: Mani rahibine saldırı ve Mani Manastırı<br />

Duvara çizilmiş olan bu resimde, bir manastırın hücuma uğrayışı tasvir edilmiştir.<br />

Zırhlara bürünmüş asker, merdivenlerle çıkılan verandada, beyaz elbiseli bir rahibi<br />

omzundan yakalayıp çekiştirmekte,sakallı rahip de askerin elinden kurtulmaya<br />

çalışmaktadır. Rahibin sakallı oluşundan, onun Budist rahip değil, Mani rahibi olduğunu<br />

anlıyoruz. Çünkü Budist rahipleri sakalsızdır. A. von Le Coq’un yayınladığı bu resim,<br />

Şinasi Tekin’in İştikakçının Köşesi adlı eserinde de verilmiştir. Resimdeki belirleyici<br />

ayrıntıları biz de tekrardan vereceğiz:<br />

6<br />

Ahmet Bican Ercilasun, age, s. 260.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 8<br />

Resim 2: Resim 3: Resim 4:<br />

Zırhlara bürünmüş asker Sakallı Mani rahibi Atın başındaki hilal<br />

Resim 5: Manihesitlerin en önemli törenlerinden biri olan Bema Töreni’nin<br />

tasviri. Resimlerin çiziliş tarzları, kullanılan figürler ve bazı detaylar Maniheist sanatın<br />

diğer pek çok gelenekten etkilendiğini göstermektedir. 7<br />

7<br />

Betül Özbay, Huastuanift: Manihaist Uygurların Tövbe Duası, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014,<br />

sf. 48.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 9<br />

2. ESKİ UYGUR YAZISI VE ESKİ UYGUR TÜRKÇESİNİN ALFABE SİSTEMİ<br />

Eski Uygurlarlar, dinī ve ictimaī sebepler dolayısıyla Run, Brahma, Tibet,<br />

Süryanī, Soğd, Uygur, Mani gibi birçok alfabe sistemleri kullanmışlardır. Bu alfabeler,<br />

şüphesiz Türk dil ve edebiyatının inkişafına vasıta olmuşlardır. 8 Çünkü Köktürkler<br />

devrine ait taşlar üzerine kazınmış yazılar bulunsa da, kağıt üzerine yazılı bir metin<br />

şimdiye kadar bulunamamıştır. Ancak sosyal anlamda çok gelişmiş bir medeniyet inşā<br />

eden Eski Uygur Türkleri döneminden kalma pek çok yazma metin elimize ulaşmıştır.<br />

Malzemenin böylesine zengin olması sebebiyle, Eski Uygur yazısının karşılaştırma<br />

imkanı, tahkik imkanı daha geniş olmuştur. Araştırmacılar bu yazıyı çözmek için<br />

çalışmalar yürütmüşler ve bu yazının kökenini araştırmışlardır. Nihayetinde bu yazının<br />

Soğd yazısının işlenmiş hali olduğuna kanaat getirilmiştir.<br />

Bir yazının başka bir millet tarafından alınıp işlek hale getirilebilmesi için, iki<br />

millet arasında, tarihin kimi safhalarında mutlaka bir komşuluk ilişkisinin gerçekleşmiş<br />

olması gerekir. Sosyal bir varlık olarak yaratılan insan, tabiatı gereği sosyal ilişkilerde<br />

bulunma eğilimindedir. Tabiattaki diğer canlılardan bu yönüyle de ayrılır. Hayvanların<br />

kurdukları sosyal ilişki, yok denilecek kadar azdır. Hayvanlarda; yeme ve içme ihtiyacını<br />

karşılamak, çiftleşmek,yavruların kendi arasında veya yavru ile ebeveyn arasındaki,<br />

esasen savunma ve saldırma işlevi öğretisinin içgüdüsel tezahürü olan iptidai oyunlar<br />

oynamak dışında bir etkinlik neredeyse hiç göremeyiz. Esasen bunların hepsi içgüdüsel<br />

olan etkinliklerdir. Oysa insan, sahip olduğu akıl ve dil ile iletişimi oluşturur ve kendisine<br />

sosyal çevre kurar. Sosyal çevrenin biricik parçası iletişimdir. Hem akıl hem dil, iletişim<br />

bütününü oluşturur. İnsanın hayvanlardan bu denli üstün olmasını, kendisini ve sosyal<br />

çevresini bu denli geliştirebilmesini sağlayan dildir. Hayvan ve insan arasındaki fark veya<br />

sürü ile toplum arasındaki fark, onların dilleri arasındaki farkı gösterir. Bu fark ise, en<br />

gelişmiş hayvan dillerinde bile en çok 20-30 ses demeti (kök söz) bulunurken, insan<br />

dillerinde kök sözlerin veya ses demetlerinin sayısının 500-600 civarında olabilmesidir.<br />

İnsanın ses çıkarma ve işitme organlarının hayvanlarınkinden bu farklılığı, onlara farklı<br />

alın yazıları hazırlamış görünmektedir. 9<br />

Soğd harfleri, Uygur harflerinin tamamıyla bir eşidir. Ancak bu yazı evveli bir<br />

devreye ait olduğundan ve Uygurlarca işlenmemiş bulunduğundan mütekāmil bir şekil<br />

arzetmemekte idi. 10 F. W. K. Müller, keskin zekası yoluyla, araştırmacılar tarafından<br />

Uygur yazısı sanılan bu yazının, Soğd harfleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu yazının<br />

Uygur harfleri ile olan benzerliği, Soğdlar ile Uygurlar arasındaki ticarī ilişkilere,<br />

alışverişlere dayanmaktadır. Birbirleriyle etkileşim halinde olan iki milletin arasında, yazı<br />

da benzerleşebilir, bu tabii bir süreçtir. Alışveriş ve etkileşim, yani sosyal ilişkide<br />

bulunan milletler arasında; yaşam tarzlarının, kıyafetlerin, araç gereçlerin benzerleştiği,<br />

bir milletten diğer millete geçip o millette kullanıldığı gibi, sözcüklerin paylaşıldığı gibi,<br />

yazıda da birtakım benzerlikler ve etkileşimler olması beklenebilir.<br />

8<br />

Ahmet Caferoğlu, age, s. 162.<br />

9<br />

Günay Karaağaç, Türkçenin Dil bilgisi, Akçağ Yayınları, 1. Basım: Ankara, 2012, s. 46.<br />

10<br />

Ahmet Caferoğlu, age, 164.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 10<br />

Soğdlar ile Türklerin ilişkisi, yalnızca Eski Uygur devriyle sınırlı değil, daha<br />

eskidir. Runik harfler ile taş üzerine usta bir işçilikle kazınarak yazılan Orhun<br />

Ābideleri’nde Soğd kavminin adına rastlarız. Kültigin Ābidesi’nin doğu yüzünde iki<br />

yerde , batı ve kuzey yüzlerinde de bir yerde olmak üzere toplam 4 defa Soğd kavminin<br />

adı geçmektedir. Bunlar, Köktürk harfleriyle aşağıda verilmiştir:<br />

Kültigin Ābidesi doğu yüzü, 31:<br />

11<br />

Kültigin Ābidesi doğu yüzü, 39:<br />

soġd(a)k : t(a)pa ‘’Soğdaklara doğru’’ 12<br />

‘’Soğdaka doğru’’ 13<br />

14<br />

Kültigin Ābidesi batı yüzü:<br />

soġd(a)k : bod(u)n ‘’Soğdlar’’<br />

15<br />

kuur(ı)d(ı)n [s]og(u)d örti ‘’Batıda Soğdlar baş kaldırdı’’<br />

Kültigin Ābidesi kuzey yüzü, 12:<br />

16<br />

kün : b(a)ts(ı)kd(a)kı : sog(u)d ‘’gün batısındaki Soğdlar’’<br />

11<br />

Talat Tekin, Orhon Yazıtları, 5. baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014<br />

12<br />

Talat Tekin, age.<br />

13<br />

Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 49. baskı, Eylül 2015: İstanbul, s. 52.<br />

14<br />

Talat Tekin, age.<br />

15<br />

Talat Tekin, age.<br />

16<br />

Talat Tekin, age.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 11<br />

Görüldüğü üzere Türkler ile Soğdlar arasındaki ilişki eskiye dayanmaktadır.<br />

Birbirlerini tanıyan, birbirleriyle etkileşim içinde bulunan, ticaret yapan iki kavim<br />

arasında, yazının örnek alınması gibi bir etkileşim de gerçekleşmiş. Eski Uygurlar, Soğd<br />

harfleriyle yazılan Soğd yazısını işlek hale getirip, Eski Uygur harflerini ve yazısını<br />

üretmişlerdir.<br />

17<br />

Uygurlar tarafından kullanılan kullanılan ilk Soğd alfabesi<br />

17<br />

Ahmet Caferoğlu, age, s. 167.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 12<br />

Uygurlar taragından kullanılan ikinci soğd alfabesi<br />

18<br />

18<br />

Ahmet Caferoğlu, age, s. 168.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 13<br />

Uygur yazısı, başta Budistler olmak üzere hemen her dinin mensupları tarafından<br />

kullanılmıştır. Eski metinlerimizin Arap harflerinden sonra en önemli miktarı Uygur<br />

alfabesi ile kaleme alınmış olup, Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra da uzun bir süre<br />

kullanılmıştır. Hatta Osmanlılar tarafından bile kullanılmıştır.Moğollar tarafından da<br />

kendi dilleri olan Moğolca için kullanılmış ve kullanılmaktadır. En eski metinlerde Uygur<br />

yazısı itinalı ve iri harflerle yazılmış, sonraki devirlerde ise gelişigüzel yazılmaya<br />

başlanmış ve kurzif (işlek el yazısı) denilen şekil doğmuştur. 19 Uygur yazısı, yalnız<br />

kağıt üzerinde değil, tahta kalıplarla basılarak da kullanılmıştır. Bunların çoğu,<br />

manastırlarda, dinī öğretiler için oluşturulmuş metinlerdir.<br />

Uygur yazısı İslamī eserlerde de kullanılmıştır. Kutadgu Bilig ve Atebetüʿl-<br />

Hakāyık, bu eserlerin başında gelir. Kutadgu Bilig’in eldeki üç nüshasından biri olan<br />

Viyana nüshası, Uygur yazısı ile yazılmıştır. Nüsha, nadiriyetine ve önemine karşılık,<br />

araştırmacılar tarafından iyi bir yazı olarak düşünülmez. Bir başka nüshadan, hızlı bir<br />

elyazısıyla, bir hattat tarafından kopya edildiği ve o sebeple özensiz olduğu düşünülür.<br />

Edib Ahmed B. Mahmūd Yüknekī tarafından, Karahanlı Türkçesi ile yazılan ve<br />

Muhammed Dād İspehsālār Beg’e sunulan Atebetüˈl-Hakāyık’in Uygur harfli Semerkand<br />

nüshası her bakımdan çok özenli ve sanatkarānedir.Ancak tıpkı Kutadgu Bilig’in<br />

nüshalarında olduğu gibi, o da eserin ilk oluşturulduğu zamandan birkaç yüzyıl sonraya<br />

aittir. Bu nüshanın Şeyh-zāde Abdürrezzak Bahşı için İstanbul’a getirildiği tahmin<br />

edilmektedir. İslam devresinde Uygur yazısını bilenlere bahsi denilirdi. Bu kelimeye<br />

Uygurca’da bakşı şeklinde rastlıyoruz. Kelime Çince’dir ve po-şı / pak-şi ‘öğretmen,<br />

üstat, vaiz’ anlamlarına gelmektedir. 20 Böylece Şeyh-zāde Abdürrezzak Bahşı için neden<br />

bahşı kelimesinin kullanıldığı da görülmüş oluyor.<br />

Atebetüˈl-Hakāyık’ın Uygur harfli Semerkand nüshasından:<br />

21<br />

1. ilahi öküş ḥamd ayur men san͡ga<br />

2. senin͡g raḥmetin͡gdin umar men on͡ga<br />

1.Tanrım, (daima) sana çok hamd ederim<br />

2. (daima) senin rahmetinden hayır umarım<br />

19<br />

Ali Fehmi Karamanlıoğlu, Türk Dili Nereden Geliyor Nereye Gidiyor, 5. baskı: 2002 , s. 26.<br />

20<br />

Ali Fehmi Karamanlıoğlu, age, s. 27.<br />

21<br />

Reşid Rahmeti Arat, Atebetü’l - Hakayık, 2.baskı: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,<br />

s. II.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 14<br />

Eski Uygur Türklerinin, eserlerini yazarken Runik, Soğd, Brahmi, Mani ve Eski<br />

Uygur yazılarını kullandıklarını söyledik. Şimdi, Eski Uygur yazısnın alfabe sistemini<br />

vereceğiz. Eski Uygur yazısında harflerin başta, ortada ve sondaki şekilleri birden fazla<br />

şekilde gösterilebilir. Bu, elyazısıyla yazılan hemen hemen her yazı sistemi için doğaldır.<br />

Eski Uygur harfleri, yarı sedalı y istisna edilirse, 18 işaretten ibarettir. 22 Biz,<br />

aşağıda, eski Uygur harflerini naçizāne kendi elyazımız ile tablo içerisinde göstermeye<br />

çalıştık:<br />

ÜNLÜLERİN GÖSTERİMİ<br />

SONDA ORTADA BAŞTA TEMSİL ETTİĞİ<br />

SES<br />

a,e<br />

ı,i<br />

o,ö,u,ü<br />

22<br />

Ahmet Caferoğlu, age, 169


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 15<br />

ÜNSÜZLERİN GÖSTERİMİ<br />

SONDA ORTADA BAŞTA TEMSİL ETTİĞİ<br />

SES<br />

ḳ, ġ, ḫ<br />

k,g<br />

y (ı,i)<br />

r<br />

l<br />

t<br />

d<br />

ç


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 16<br />

BAŞTA ORTADA SONDA TEMSİL ETTİĞİ<br />

SES<br />

s<br />

ş<br />

z, j<br />

n<br />

b, p<br />

v<br />

m<br />

3. UYGUR YAZISININ ÖĞRETİMİNDE KULLANILMAK ÜZERE ESKİ UYGUR<br />

HARFLİ ÖRNEK METİNLER<br />

Eski Uygur harfli metinleri okuyabilmek için, bu alfabeyi kabaca bilmek yeterli<br />

gelmeyebilir. Uygur harfleriyle yazılmış Türkçe metinler okunarak çalışılmalı ve yazıya<br />

aşina olunmalıdır. Bu konuda talihliyiz. Çünkü bugün elde pek çok Uygur harfli Türkçe<br />

yazma bulunmaktadır, çokça transkripsiyon ve çeviri çalışması vardır. Bu metinlerden<br />

birkaçını transkripsiyonlu bir şekilde vereceğiz. Vereceğimiz bu örnek metinler, Eski<br />

Uygur Türkçesi derslerinde veya Eski Uygur yazısının öğretiminin yapıldığı her türlü<br />

ortamda istifade edilebilecek seçme metinlerdir. Elbette bireysel olarak da bu metinlerden<br />

faydalanılabilir.<br />

Eski Uygur harfli metinlerin dışında, henüz ilmi neşirleri yapılmamış bazı yazma<br />

parçalarından kelimeler ile çalışmamız zenginleştirilmiştir.<br />

Belirttiğimiz üzere Eski Uygur yazısı, Uygur devleti yıkıldıktan sonra da uzun bir<br />

süre boyunca kullanılmaya devam etmiştir. Hatta Fatih Sultan Mehmed’in Uygur harfli<br />

bir yarlığı olduğunu biliyoruz. Bizim burada vereceğimiz metinler arasında bu tarz<br />

metinler de mevcuttur.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 17<br />

METİN 1<br />

ESKİ UYGUR HARFLİ, FAİZ KARŞILIĞI YAPILAN ANLAŞMAYI İÇEREN<br />

BİR SENET:<br />

23<br />

1. [Kü]skü yıl törtünç ay bir yang͡ ıḳa<br />

2. [ma]n͡ga Bolmış-ḳa asıġ-ḳa kümüş<br />

3. [ker]gek bolup Ḳara Oġul-ta altı stır<br />

4. [kü]müş altım. Ḳaç ay tutsar mn ay<br />

5. [sa]yu birer yarım baḳır kümüş asıġ<br />

6. [-ı] bilen köni birür mn. Birginçe yok<br />

7. [bar] bolsar mn, kisim Tözün köni<br />

8. [b]irsün. Tanuḳ: Borluḳçı. Tanık: Er Buḳa<br />

9. [Bu] tamga mn Bolmış-nın͡ g ol. Mn<br />

10. [Yı]kınç Tutun͡ g ayıtıp bitidim. 24<br />

23<br />

Osman Fikri Sertkaya – Rysbek Alimov, Eski Türklerde Para, Ötüken, İstanbul: 2006, s. 79.<br />

24<br />

Osman Fikri Sertkaya - Rysbek Alimov, age, s. 80.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 18<br />

[kü]skü ‘’sıçan’’<br />

törtünç ‘’dördüncü’’<br />

kümüş ‘’gümüş’’<br />

asıġ ‘’faiz’’<br />

bitidim ‘’yazdım’’


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 19<br />

METİN 2<br />

UYGUR HARFLİ BİR MEKTUP:<br />

25<br />

1. Tacudin söz-üm. Toyınçog-ḳa. Senin͡ g ḳubçır tarıg-ın͡ g<br />

2. –ta bu Şemiz Tavısma-ka üç küri tarıġ birgil. san-ınta<br />

3. tutar-m(e)n.<br />

4. Toyınçog Tarḳan söz-üm. Toyınçog kisi-sin͡ ge. San͡ ga yarlıġ bolġu<br />

5. üçün. üç küri tarıġ-ḳa çuv birti birgil. (Nişan) 26<br />

kubçır tarıġ-ın͡g(-ta) ‘’kupçır (vergisi) darısından’’<br />

yarlıġ ‘’emir, buyruk, ferman’’<br />

25<br />

Ayşegül Sertkaya, Uigurische Sprachdenkmäler’den beş mektup, Belleten 1996, Ankara: 1999 s.<br />

246.<br />

26<br />

Ayşegül Sertkaya, age, 243.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 20<br />

METİN 3<br />

TEZKİRE-İ EVLİYĀ’NIN ÇAĞATAY TÜRKÇESİ ÇEVİRİSİNDEN:<br />

27<br />

bu Tezkire-i Evliyā kitābı-tur<br />

Tezkire-i Evliyā’nın Çağatay Türkçesi çevirisinin ilk sayfası olan bu metinde, başta<br />

salavat vardır. Başlıktan sonra gelen ve hemen üstte verilen Türkçe kısım ise şöyle başlar:<br />

on sekiz min͡ g ʿālemni yaratḳan töretken (tengri taʿālaġa)…<br />

27<br />

Ayşegül Sertkaya, Tezkire-i Evliyā’nın Çağatay Türkçesi Çevirisi, Çantay, İstanbul: Mart 2015<br />

s. 382.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 21<br />

METİN 4<br />

FATİH SULTAN MEHMED’İN UYGUR HARFLİ YARLIĞINDAN:<br />

1. (h)uvel-ġani<br />

2. all-a taʿal-a iney(e)t-i-tin<br />

3. sultan mehmed han söz-üm<br />

4. rum vilayet-i-<br />

YARLIĞIN METNİ<br />

28<br />

28<br />

Reşid Rahmeti Arat, Makaleler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 1987, s. 866.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 22<br />

29<br />

5. nin͡g seyit<br />

29<br />

Reşid Rahmeti Arat, age, s. 867.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 23<br />

6. satat kaz-i mufd-i şeyh<br />

7. tanışman-lar-ı-ġa vilayet vilayet<br />

8. ler-nin͡g taruġ-alar-ıġa<br />

9. çoh taş olturuş-luġ türk<br />

10. hal(a)yık arab belüc halaç<br />

11. kar-luk kürt lur el-ler-i<br />

12. nin͡g tüşmel ket huda-<br />

13. lar-ı-ġa karvan basirġan-lar-ġa<br />

14. kent kent-nin͡g uluġ-lar-ı-ġa 30<br />

…<br />

Sultan Mehmed Han<br />

tanışman-lar-ı-ġa ‘’danişmendlerine’’<br />

ḳarvan basirġan-lar-ġa ‘’kervan (ve) bezirganlara(tüccarlara)’’<br />

kent kent-ning uluġ-lar-ı-ġa ‘’bütün kasabaların ulularına’’<br />

30<br />

Reşid Rahmeti Arat, Makaleler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 1987, s. 796.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 24<br />

METİN 5<br />

ATEBETÜˈL-HAKĀYIK’TA, MUHAMMED DĀD İSPHESĀLĀR İÇİN<br />

YAZILMIŞ BEYİTLERDEN:<br />

31<br />

1. dad ispehsalar beg üçün bu kitip<br />

çıḳardım ajunda atı ḳalsu tip<br />

2. kitabımnı körgen işitgen kişi<br />

şahımnı duʿa birle yad ḳılsu tip<br />

3. anın͡g vuddı birle kön͡güller tolup<br />

anın͡ g yadı birle ajun tolsu tip<br />

31<br />

Reşid Rahmeti Arat, Atebetü’l - Hakayık, 2.baskı: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,<br />

s. VIII.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 25<br />

METİN 6<br />

AÇ BARS HİKAYESİ, RADLOFF – MALOV YAYINI 152 – 160 ARASI :<br />

32<br />

1. tegin inçe tep tedi, ay eçilerim<br />

2. a, biz kamagun amtı isig özümüzke<br />

3. et’özümüzke ertiŋü ilinmiş yapşın-<br />

4. mış biz, inçip yana adınaguka asıg<br />

5. tusu kılgalı bilge biliglig y(a)ruk közü-<br />

6. müz yok bolur erki yme antag birer<br />

7. y(a)rlıkançuçı köŋüllüg kutlug yalaŋuk-<br />

8. lar ürüg uzatı öz et’özlerin titip<br />

9. ıdalap tınl(ı)glarka asıg tusu kılurlar tep 33<br />

..<br />

32<br />

Zemire Gulcalı, Eski Uygurca Altun Yaruk Sudur’dan Aç Bars Hikayesi, 2. baskı: Ankara, Türk<br />

Dil Kurumu, s. 423.<br />

33<br />

Zemire Gulcalı, age, s. 82.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 26<br />

METİN 7<br />

İYİ VE KÖTÜ PRENS ÖYKÜSÜ’NDEN:<br />

1. taşġaru ilinçüke atlanturdı<br />

2. erti .. balıḳ taştın tarıġçı-larıġ<br />

3. körür erti ḳuruġ yerig suvayu<br />

4. öl yerig tarıyu ḳuş ḳuzġun<br />

5. suḳar yorıyur sansız tümen<br />

6. özlüg ölürür .’. tarıġ tarıyu<br />

7. emeri tınlıġlarıġ ḳuşçı keyikçi<br />

8. balıḳçı avçı torçı tuzaḳçı 35<br />

..<br />

34<br />

34<br />

James Russell Hamilton, İyi ve Kötü Prens Öyküsü, Türkçe Çeviri: Vedat Köken, 3. baskı:<br />

Ankara, Temmuz 2015, s. 283.<br />

35<br />

James Russell Hamilton, age, s. 11.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 27<br />

METİN 8<br />

ESKİ UYGURCA DÖRT ÇATİK’TEN:<br />

36<br />

1. arslanlar nıŋ yo:rıkın yo:rıp uçayan balık-<br />

2. nıŋ ké:dininte turup ınaru be:rü yo:rıı öt-<br />

3. rü élig be:g tö:rt beltir yo:lta yo:rıyu<br />

4. anıŋ a:rasınta sa:nsız üküş yeklerig körti…<br />

5. ol yme yekler yalŋoklarnıŋ etin y(é:)yü<br />

6. ka:nın içip bagarsukların etö:zleriŋe<br />

7. yörgeyürler erti.. korkgu teg körk 37<br />

..<br />

yeklerig ‘’şeytanları’’<br />

36<br />

Ümit Özgür Demirci, Eski Uygurca Dört Çatik, Kesit Yayınları, 1.baskı, İstanbul: 2015, s. 216<br />

37<br />

Ümit Özgür Demirci, age, s. 36.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 28<br />

METİN 9<br />

ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE):<br />

38<br />

1. adḳaşu turur ḳat ḳat taġta<br />

2. amıl aġlaḳ aranyadan-ta<br />

3. artuç söğüt altın-ınta<br />

4. aḳar suvluḳ-ta<br />

5. amrançıġın uçdaçı ḳuş-ḳı-a-lar<br />

6. tirin-lik ḳuvraġ-lıḳ-ta<br />

7. adḳaġ-sız-ın men͡gi tegingülüg ol<br />

8. anı teg orun-lar-ta 39<br />

…<br />

anı teg orunlarta ‘’öyle yerlerde’’<br />

38<br />

Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara: 1986, s. 445.<br />

39<br />

Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.baskı, Ankara: 1986, s. 84.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 29<br />

METİN 10<br />

RIZVAN ŞAH İLE RUH – AFZA HİKAYESİ’NDEN:<br />

40<br />

1. andīş-a-lar köŋli-ge tüşüp atlanıp şahar-ġa<br />

2. bard-ı ol vaẓīr dar-ḥāl ustād-l(a)rnı mıʿmār-<br />

3. –l(a)r-nı yıġdırup ḫaẓīn-a-dın yarmaḳ birip biş<br />

4. altı ay için-de bir körklüg ʿımārat yasat-<br />

5. –tur-dı t(a)ḳ-ı içi-ni altun suyı bil-e<br />

6. yasat-tı t(a)ḳ-ı içi-ni altun suyı bil-e 41<br />

..<br />

40<br />

Ceval Kaya, Uygur Harfli Rızvan Şah ile Ruh-Afza Hikāyesi, 2. baskı: Türk Dil Kurumu, 2014,<br />

s. 36.<br />

41<br />

Ceval Kaya, age, s. 37.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 30<br />

4. ŞAHSĪ KOLEKSİYONUMUZDAN BAZI KELİME, İŞARET VE ÇİZİMLER<br />

Talha Dilben’in şahsī koleksiyonunda bulunan Uygur harfli metinlerdeki kelime,<br />

işaret ve çizimlerin bazıları burada sunulmuştur.<br />

İlk görselde, Talha Dilben’in şahsī koleksiyonundaki Budist muhite ait Uygur<br />

harfli bir bitigin başındaki, Buda’ya, öğretiye ve rahipler topluluğuna saygı selamı olan,<br />

yani bir nevi Budistlerin Besmelesi olan ve eserlerinin başına koydukları bu hitap, yazma<br />

eserden taranarak burada sunulmuştur:<br />

namo.. buddaya<br />

namo.. darmaya<br />

namo.. sangaya<br />

‘’Buda’ya saygı, hürmet<br />

Akideye, öğretiye saygı, hürmet<br />

Rahipler topluluğuna saygı (ve) hürmetler olsun’’<br />

buda


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 31<br />

sudur (


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 32<br />

bars<br />

yisu(?), yişu: ‘’Hazret-i İsa’’ 43<br />

bolçu(?): nehir adı. 44<br />

aliba (Mog. zam ve sf.) ‘’her kim, her ne, her hangi, hangi..’’ 45<br />

maġadu/magdtu(?) (Mog. sf.) ‘’gerçek, kesin, şüphesiz..’’ 46<br />

43<br />

Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 2.baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2011, s.<br />

299.<br />

44<br />

Ahmet Caferoğlu, age, s. 47.<br />

45<br />

Ferdinand D. Lessing; Çeviren: Günay Karaağaç, Moğolca – Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil<br />

Kurumu, s. 51.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 33<br />

Bazı noktalama işaretleri, başka işaretler ve çizimler:<br />

46<br />

Ferdinand D. Lessing; Çeviren: Günay Karaağaç, age, 812.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 34<br />

Hemen üstteki iki çizim, eğer haç çizimleri ise,<br />

Hristiyan muhite ait çizimler oldukları kesindir. Bu metin Moğolcadır.<br />

Aynı metin içerisinde yisu / yişu ‘’Hazret-i İsa’’ ismi de geçmektedir ve önceki<br />

sayfalarda gösterilmiştir.<br />

Yukarıda üstte, Moğolca bir kelime, ardından noktalama işaretini ve<br />

kılıç/bıçak çizimini görüyoruz.<br />

Altta, önce bir kılıç/bıçak çiziminin yapıldığını ve ardından da yine aynı<br />

Moğolca kelimeyi ve noktalama işaretini kullanıp diğer anlatıya geçildiğini<br />

görüyoruz.<br />

Anlaşılıyor ki hattat, anlattığı hikayeyi, olayı sola doğru bakan bir kılıç<br />

çizimi ile başlatıp, sağa doğru bakan, hikayenin bittiğini haber veren bir kılıç<br />

çizimi ile bitiriyor. Burada hattatın, anlatıyı iki kılıç çizimi arasına koyarak<br />

tertipli ve hoş bir biçim oluşturduğunu görüyoruz.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 35<br />

Talha Dilben Koleksiyonu’ndaki Sudur Uruş’un kapağı


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 36<br />

MİLLİ EDEBİYAT VE CUMHURİYET DÖNEMİ DİLDE SADELEŞME<br />

ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ<br />

Sadık ALAÇAM *<br />

ÖZET<br />

Türk dili islamiyetle beraber Arapça ve Farsça kelimeleri bünyesine katmaya<br />

başlamıştır.Konuşma dilinde belirli bir seviyede sabit kalan kelime alışı yazı dilinde önü<br />

alınamaz bir hale gelmiş ve konuşma dili ile yazı dili arasındaki uçurum gittikçe<br />

derinleşmiştir.Bu bağlamda sistemsel olarak Milli edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerinde<br />

çeşitli adımlar atılmış ve dilde sadeleşme sağlanmaya çalışılmıştır.Bu yazıda sadeleşme<br />

çalışmalarındaki farklı fikirlere temas edilmiştir.<br />

ANAHTAR KELİMELER: YENİ LİSAN, MİLLİ DİL, DİLDE SADELEŞME, GÜNEŞ<br />

DİL TEORİSİ<br />

GENERAL VIEW OF THE SIMPLIFICATION WORKINGS IN TURKISH<br />

LANGUAGE ,THE NATIONAL LITERATURE ERA AND THE REPUBLIC OF<br />

TURKISH PERIOD<br />

ABSTRACT<br />

Turkish Language began to add from Arabic and Farsi , its vocabulary when the Turks<br />

accepted Islam. In writing it was too fast to deriving words in Arabic, Farsi and Turkish<br />

rather speech language. In speech and writing had the cliff inside also the cliff was very<br />

profound one. In this context There were various paces to step for simplification in the<br />

Turkish Language.The National Literature and The Republic Literature periods supported<br />

the idea significally. One of the main goal of this article points out the simplification<br />

ideas workings and theories in Turkish Language diversely.<br />

KEY WORDS: NEW LANGUAGE,NATIONAL LANGUAGE,SIMPLIFICATION IN<br />

LANGUAGE,SOLAR THEORY OF LANGUAGE.<br />

*<br />

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 37<br />

Milli Edebiyat devresine kadar gelinen süreçte dilde sadeleşme adına atılan<br />

adımlar bireysel çabaların ilerisine geçememiştir. Tanzimat döneminde sistemsel olarak<br />

dilin sadeleşmesi gerektiği görüşü ortaya atılsa da büyük bir etki yaratamamış ve Servet-i<br />

Fünun döneminde dil daha da ağır hale gelmiştir.<br />

Milli edebiyat devresine gelindiğinde ise dil üzerine sistemli bir eğilim<br />

gösterilmiştir. Özellikle Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan makalesi, dil çalışmalarının adeta<br />

manifestosu olmuştur. Yeni Lisan Hareketi dediğimiz bu oluşum: Ömer Seyfettin, Ziya<br />

Gökalp öncülüğünde: “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir.” düşüncesiyle dilde<br />

sadeleşme çalışmalarına başlamıştır. Bu dönemde dilde sadeleşme tamamen bir Öz<br />

Türkçecilik hareketi olarak görülmemiştir. Yeni Lisan hareketinin fikir adamları dildeki<br />

Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan cem'ler, terkib-i izafî, terkib-i tavşîfî, vasf-ı<br />

terkibîleri dil için tehdit olarak görürler. Asıl amaç bunların dilden çıkarılmasıdır. Peki bu<br />

tasfiye nasıl olacak? Neler dilden çıkarılacak, neler muhafaza edilecek? Makalede Ömer<br />

Seyfettin bu konuya şöyle açıklık getiriyor:<br />

“Bu pek küçük olacak fakat maddeleri az kanunlar nasıl kuvvetli ve mükemmelen<br />

riayete elverişli ise bu da öyle sâde ve kat'î... Arabî ve Farisî terkipler atılacak. Hangileri<br />

müstesnâ olacak? Evvelâ şunu söyleyelim ki ilmî fennî ve edebî ıstılahlara şimdilik<br />

dokunamayız. "Mûhitü'l- maarif" heyeti teşekkül etti. Bütün ıstılahlara kat'î bir şekil<br />

verecek. Biz onları bir kelime gibi kabul edeceğiz. Terkip nazarıyla bakmayacağız.<br />

Bakınız sonra nasıl:<br />

1-Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bütün terkiple terk olunacak. Tekrar<br />

edelim: Fevkalâde hıfzü's-sıhha, darb-ı mesel ,sevk-i tabiî gibi klişe olmuş şeyler<br />

müstesnâ...<br />

2-Türkçe cem' edatından başka katiyen ecnebi cem' edatları kullanılmayacak:<br />

İhtimalât,mekâtib ,memurîn ,hastagân, yazacak yerde ihtimaller mektepler memurlar<br />

hastalar yazacaksınız. Tabiî kâinat, inşaât, ahlâk, Müslüman gibi klişe haline gelmişler<br />

müstesnâ...<br />

3-Diğer Arabî ve Farisî edatları da atacaksınız! Eya, ezmen, an, ender, bâ,<br />

berây, bî, na, ter, çi, çent, zihî, âlâ, fi, kâin, gâh, gin, âsâ, veş, ver, nâk, yâr... gibi edatlar<br />

terk olunacak; ancak tekellüme girmiş tamamıyla Türkçeleşmiş olan ama, şayet, şey,<br />

keşki, lâkin, nâşi, hemen ,hem ,henüz ,bari, yani... gibileri kullanılacak. Unutmayalım ki<br />

terk olunmasını arzu ettiğimiz bu edatlar kullanılsa bile terkip kaideleri gibi lisanın<br />

tekellümüne giren "sanatkâr" gibi kelimeleri serbestçe söyler ve yazabiliriz.” 1 Buraya<br />

baktığımızda şu sonuç çıkıyor: Evet dil sadeleşmeli, ama fakirleşmemeli. Dil, sadeleşme<br />

uğruna halktan koparılmamalı hatta halkın konuştuğu dil, yazı dili olmalıdır.<br />

1<br />

Ömer Seyfettin, Genç Kalemler, nu. 1, C.II, 11 Nisan 1911


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 38<br />

Yeni Lisan Hareketi’nin genel politikalarını maddeleyecek olursak özetle şu<br />

sonuçlara varırız:<br />

1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan<br />

terkiplerin kaldırılması,<br />

2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılması,<br />

3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,<br />

4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,<br />

5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması.<br />

Ömer Seyfettin ve onun Yeni Lisan makalesi haricinde dikkat edeceğimiz bir<br />

diğer kişi Ziya Gökalp ve onun eseri Türkçülüğün Esasları’dır. Ziya Gökalp bu eserinde<br />

Türkçülüğü belirli başlıklar altında toplamış ve bir program oluşturmuştur. “Bizzat<br />

Gökalp tarafından salahiyetle çizilen bu programın en zengin kısmı Lisan-ı Türkçülük<br />

kısmıdır. Gökalp Türk dilinin milli esaslar dahilinde gelişmesi ve zenginleşmesi<br />

hususunda büyük bir ehemmiyet vermekte ve Türk dilciliği için en doğru ve en makul<br />

hedefleri kuvvetle göstermektedir:<br />

Yazı dilini konuşma diliyle birleştirerek ,halk dilinde yerleşmiş bulunan Arapça,<br />

Acemce kelimeleri, Türkçenin kendi kelimeleri olarak kabul etmek; bir manzumesinde<br />

söylediği gibi “Türkçeleşmiş, Türkçedir.” düşüncesinden ayrılmamak; Arapça siyah<br />

yerine Türkçe kara, Arapça beyaz yerine Türkçe ak kullanarak dilimizi lüzumsuz bir<br />

fakirliğe düşürmemek; Türk dilinde bu gibi kelimeler arasında mâna farklılıkları<br />

bulunduğuna dikkat etmek, meselâ “Siyah yüzlü bir adamın alı ak olabilir, beyaz çehreli<br />

bir adamın da yüzü kara çıkabilir.” diye düşünmek. Velhasıl Türk dilini ıslahı yolunda<br />

bilhassa şu iki noktayı gözden kaçırmamak lazımdır:<br />

1-Türkçede Arap, Acem lisanlarının kapitülasyonları ilga olunarak bu iki lisanın<br />

ne siygaları ne edatları ne de terkipleri lisanımıza ithal olunmalıdır.<br />

2-Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir. Halk için munis olan<br />

ve suni olmayan her kelime millidir. 2<br />

Görüleceği gibi Yeni Lisan makalesinde de Türkçülüğün Esasları’nda da dil<br />

üzerindeki düşünceler paralellik göstermektedir. Bu dönemin dil üzerinde düşünen fikir<br />

adamlarının sadeleşme için başlangıç noktası halkın ,özellikle İstanbullu kadınların,<br />

kullandığı dildir. Ziya Gökalp’in lisan anlayışını şu dizeleri özetliyor zaten:<br />

2<br />

Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, M.E Basımevi, İstanbul-1998,s.1116.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 39<br />

Güzel dil Türkçe bize<br />

Başka dil gece bize<br />

İstanbul konuşması<br />

En saf, en ince bize<br />

Yeni Lisan hareketini bugünkü Türkçenin oluşmasındaki ilk aşama olarak kabul<br />

edebiliriz.2.devre ise özellikle 1930’larda başlayan dil çalışmalarıdır.1930’a gelindiğinde<br />

fikir adamlarının idare ve tatbik ettiği sade dil çalışmalarına devlet eli uzanmıştır. Dilin<br />

tamamen milli bir vaziyet alması, araştırılması, kökenlerinin tespit edilmesi ve<br />

geliştirilmesi için çeşitli adımlar atılmış ve kurumlar kurulmuştur.1928’de harf inkılabı<br />

ile başlayan süreç,1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin 1936’da Türk Dil Kurumu’nun<br />

kurulmasıyla ilerlemiştir.<br />

Cumhuriyet dönemi dil çalışmaları farklı yorumlanmış, kimileri tarafından<br />

yapılan çalışmalar eleştirilmiştir. Şimdi bu dönemde yapılan çalışmalara ve getirilen<br />

eleştirilere göz atalım.<br />

Cumhuriyet dönemi dilde sadeleşme çalışmalarına baktığımız zaman özellikle<br />

1938 yani Atatürk’ün vefatına kadarki süreçte Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerine<br />

paralel bir anlayış vardır. Atatürk’ün bu konudaki düşünceleri döneminde kabul görmüş<br />

ve tüm dil çalışmaları onun gösterdiği hedefler doğrultusunda gerçekleşmiştir. Fakat<br />

devletin dil politikası Atatürk döneminde 3 ayrı çizgi izlemiştir. Bu konuda Yavuz Bülent<br />

Bakiler’in bir yazısı oldukça dikkat çekicidir. Yavuz Bülent Bakiler yazısında, dilde<br />

sadeleşme çalışmaları bağlamında Atatürk’ün düşüncelerini üç ayrı döneme ayırır:<br />

1- 1932 yılından 1934 yılına kadar, Atatürk, tamamen tasfiyeci bir<br />

anlayışla hareket etti. Yani Türkçe’mize giren fakat zamanla tamamen<br />

Türkçeleşen bütün kelimelerin dilimizden çıkarılıp atılmasını emretti.<br />

Böylece dilimizin, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmasını<br />

istedi.<br />

2- Atatürk, 1935 yılında yeni bir dil anlayışını benimsedi. Bu, Ömer<br />

Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem’lerin 1912 yılında,<br />

Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler Mecmuasında ileri sürdükleri:<br />

“Türkçeleşen kelimeler Türkçedir” görüşüydü. Nitekim dilde<br />

tasfiyecilik hareketiyle Atatürk’ün yasakladığı kelimeler, 1935 yılıyla<br />

birlikte, dilimizde yeniden yaşamaya başladılar.<br />

3- - Atatürk’ün üçüncü dil anlayışı: Güneş Dil Nazariyesiyle ortaya çıktı.<br />

Güneş-Dil Nazariyesi 1935 yılından 1940 yılına kadar Dil ve Tarih<br />

Coğrafya Fakültesi’nde ders olarak okutuldu. Güneş-Dil<br />

Nazariyesinin dayandığı üç önemli temel vardır:<br />

a) Dünya’ya gelen veya yaratılan ilk insan Türk’tür.<br />

b) İlk lisan Türkçedir.<br />

c) Bütün Dünya dilleri Türkçe’den doğmuşlardır. 3<br />

3<br />

Yavuz Bülent BÂKİLER, ATATÜRK’ÜN ÜÇ AYRI DİL ANLAYIŞI.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 40<br />

Bu üç evreden birincisinin zaten mümkün olmadığı farkına varıldığından bundan<br />

vaz geçişmiştir.Zaten aksi de pek mümkün<br />

görülmüyor.Düşünsenize:akıl,kitap,şey,selam,mustafa,kalem,mektup,ahlak,edeb,edebiyat<br />

,aşk ve daha binlerce kelimeyi dilimizden çıkardığımızı. Ne kadar kuru ve ne kadar bize<br />

uzak bir dil ortaya çıkar.Bu durumun yarattığı sıkıntıdan olsa gerek 1935’e gelindiğinde<br />

bu düşünce yerini Milli Edebiyat sürecindeki anlayışa bırakmıştır. İkinci evre son derece<br />

mantıklıdır. Dil çalışmalarındaki asıl kıstas halkın konuştuğu dili yazı dili yapmak<br />

Türkçeleşen kelimeyi muhafaza etmektir. Kelime Arapça veya Farsça kökenli diye onu<br />

kullanmamak dili fakirleştirmekten başka bir şey değil.<br />

Üzerinde durmak istediğim son evre yani Güneş Dil Teorisi. Burada desteklenen<br />

düşünceler akıl mantık alır şeyler değildir. Şöyle ki: İlk insanların güneş ve tabiat olayları<br />

karşısındaki hayretlerini dile getirmek için çıkardıkları ünlemler Türkçedeki sesli<br />

harflerin doğmasını sağladı.Hatta daha ileri gidilerek Arapçanın Türkçeden doğduğunu<br />

iddia eden 495 sayfalık kitap Prof. Dr. Naim Hâzım Onat tarafından yazıldı.<br />

Bu teorinin ortaya çıkması da Atatürk’ün çevresindeki insanların onun gözüne<br />

girmek isteyenler tarafından uydurulmuş ve adeta Atatürk kandırılmıştı. Afrodit<br />

kelimesini Avrat kelimesine,Firavun kelimesini Burun kelimesine,Akademi kelimesini<br />

Akadam tamlamasına kadar götürdüler.Fakat 1940 yılına gelindiğinde bu yanlıştan<br />

dönüldü ve Güneş Dil Teorisi, Türk insanını uluslararası camiada daha fazla rezil<br />

olmaktan kurtarılarak, tarihin tozlu raflarına gömüldü.<br />

Bir yazı örneği vererek Güneş Dil Teorisinin vahim sonuçlarını gözler önüne<br />

sermek istiyorum. 4 Ekim 1934 tarihli CHP’nin yayın organı Hakimiyet-i Milliye (Ulus)<br />

Gazetesi’nde yayınlanan bir habere bakalım.Haberde M. Kemal ve misafirinin bir<br />

ziyafette yaptıkları konuşmalara yer veriliyor. Atatürkün konuşması şu şekilde:<br />

“Altes Ruayâl, Bu gece, yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini<br />

söylerken duyduğum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç<br />

durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını<br />

bulacaksınız.<br />

İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih<br />

taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz<br />

tutmaktadır.<br />

Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle<br />

göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir.<br />

Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm<br />

ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en<br />

güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar; baysal utkusu.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 41<br />

Altes Ruayâl,<br />

Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin<br />

söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.<br />

Ünlü babanız, yüksek kralınız beşinci Güstav’ın gönenci için en ıssı dileklerimi<br />

sunarken, Altes Ruvayâl, sizin Altes Ruvayâl, prenses Louise, sevimli kızınız Altes<br />

Prenses Ingrid’in esenliğine, tüzün Isveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.” 4<br />

Örnekte de görüleceği üzere dilde sadeleşme adına daha da anlaşılmaz bize daha<br />

da yabancı bir dil üretilmiş. Şunun farkında olunmalıdır: Dil siyasi düşüncelere malzeme<br />

yapılacak bir nesne değildir. Dil canlıdır, dil değişimi kendi içinde ihtiyaç olduğu sürece<br />

yapacaktır. Bizim dil hususunda dikkat etmemiz gereken tek şey şudur: Halktan<br />

kopmamak. Bugün aydınımızın düştüğü gaflet de budur. Dil çalışması masa başında<br />

yapılmaz, halka inecek ve halkın ne konuştuğuna bakacaksın!Halk anladığı müddetçe<br />

senin dili sadedir. Sadelik adına bin yıldır kullanılmayan bir kelimeyi çıkarırsanız gülünç<br />

olur.<br />

“İnönü Cumhuriyeti, ilk bakışta, Atatürk Cumhuriyeti’nin bütün özelliklerini taşır<br />

gibi görünür. O da laiktir, halkçıdır, milliyetçidir. Ne var ki, kültür devrimini<br />

çağdaşlaşarak uluslaşmak diye değil, uluslaşırken Batılılaşmak diye anlamıştır. İnönü<br />

döneminde, Rönesans’ta olduğu gibi, büyük bir çeviri<br />

faaliyetine başlanır; Yunan/Latin klasikleri Türkçeye mal edilir; o kadarla<br />

yetinilmez, liselerde okutulur, köy enstitüleri ve halkevleri aracılığıyla, halka ulaştırılmak<br />

istenir. Mitologya, baş köşeye konulmuş; kültür devriminin, ‘Yunanca, Latince<br />

öğrenmek, Avrupalıların eğitiminden geçmek’ olduğu açıkça savunulmuştur.”<br />

“İki tavır arasındaki karşıtlık çok açıktır. Mustafa Kemal, ‘Hangi istiklal vardır<br />

ki yabancıların planlarıyla yükselebilsin’ derken, Ataç, ‘Avrupalılar gibi olamıyoruz,<br />

buna üzülüyoruz’ diyebilmektedir.”<br />

“Atatürk Cumhuriyeti için, kültür devrimimiz, ‘seciye-i milliyemizle ve<br />

tarihimizle mütenasip bir kültür’ yaratılmasını öngörüyordu. Buysa, ümmet kültürünü ve<br />

tarihini reddetmez; o tarihin ve kültürün içinden, ulusal bir kültür damıtılmasını<br />

gerektirir. Oysa İnönü Cumhuriyeti'nin istediği, ‘Bu ilkeyi Batı ülkelerine benzetmektir’;<br />

bunun için, ümmet kültürünü ve tarihini reddedecek, Yunan/Latin kültürüne<br />

yaslandıracak ‘devşirme’ bir kültür taklitçiliğine yönelecektir.”<br />

“Dil sorunu bu noktadan itibaren özel bir önem kazanıyordu. Osmanlıca, ümmet<br />

dilidir, Arapça/Farsça/Türkçe bileşimine dayanır; Osmanlıcadan damıtacağınız ulusal<br />

Türkçeyle, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ‘seciye-i milliyemizden ve tarihimizden’,<br />

dolayısıyla Doğu/İslam çerçevesinden çıkamazsınız; gerçekleştireceğiniz bileşim özgün,<br />

yeni ve ulusal olabilir, fakat gelişme zincirinin üst düzeydeki yeni bir halkası olacaktır.<br />

Oysa İnönü Cumhuriyeti bunu istemiyor. O zaman ne yapılacak? Türkçenin<br />

4<br />

Ayın Tarihi, 1934, No: II, sayfa 22, 23.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 42<br />

Osmanlıcadan damıtılması bir kenara bırakılıp, geçmişten hiçbir çağrışım yükü olmayan<br />

çıplak ve bakir kelimelerle, yeni bir Türkçe uydurulacak!”<br />

Böylece Kurum’un 12 Eylül 1980 öncesi dil politikası, tamamen Marksist -<br />

Sosyalist ideolojinin emrinde, "uydurmacılık” ve "dil ırkçılığına” dönüştürülmüş;<br />

Türkiye’de kültür ihtilâli gerçekleştirme yolundaki yıkıcı faaliyetlere ortam hazırlanarak,<br />

yürütülen ideolojik savaşın bir parçası olmuştur. 5<br />

İnönü döneminde dile tasfiyeci ve ırkçı bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır.Atatürk<br />

döneminde denenip bırakılan bu anlayış İnönü döneminde tekrar gün yüzüne çıkarılmış<br />

ve bu konuda hızlı adımlar atılmıştır. Özellikle 1983 öncesine kadar gelen dönemde, dilin<br />

söz varlığına girmiş bazı kelimeler dışlandı. Batı kaynaklı sözcüklere karşılık bulma<br />

çalışması ancak 1970’te başladı. Hâlbuki Batı kaynaklı sözcükler, İkinci Dünya<br />

Savaşı’nın bitmesinden sonra Türkçeye girmeye başlamıştır. Fakat uzun süre Batı<br />

kaynaklı sözcüklere karşılık bulunmamıştır. Mesela müdür sözünün kullanımdan<br />

çıkarılması karşısında bir dönem direktör yaygınlaştırılmıştır. Batı dillerinden sözcükler<br />

girerken, Türkçenin söz varlığına girmiş, şarkılarımızda, türkülerimizde, atasözlerimizde,<br />

deyimlerimizde yaşayan Arapça, Farsça kökenli sözcükleri çıkarma çalışması sürmüştür.<br />

6<br />

Dilde devrimcilik”, “öz Türkçecilik” adı altında “tasfiyecilik - ırkçılık” politikası<br />

güdenlerin başlıca iki temel hedefi vardır:<br />

1 - Millî kültürün devamlılığını kesintiye uğratıp Türk nesilleri arasında kültür<br />

kopukluğu meydana getirerek, Türkiye Türklüğünü, hafızasını kaybetmiş bir topluluk<br />

haline getirmek;<br />

2 - Türkiye Türklüğünün, Türk dünyası ile bağlarını koparmak. 7<br />

Türk Dil Kurumunun öncülüğünü yaptığı dil politikasının, Atatürk’ten sonraki<br />

durumunu, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın şöyle<br />

değerlendiriyor:<br />

“Atatürk’ten sonra Türk lehçelerinden söz alışı yok denecek düzeye inmiştir.<br />

Üstelik Türk lehçeleriyle ortak bazı sözlerimiz de dilimizden çıkarılmaya çalışılmıştır.<br />

Böylece Türk lehçeleriyle Türkiye Türkçesi arasındaki bağlantı da koparılmıştır.<br />

Özellikle 1960’tan sonra dilde tasfiyecilik hareketi hız kazanmıştır. Ne yazık ki, böyle bir<br />

uygulama yapılmıştır.” 8<br />

5<br />

Atilla İlhan, “Dilin Kemiği var”, 18.09.2010.<br />

6<br />

Nuriye Akman, Türk Dil Kurumu Başkanı ile Röportaj, Zaman Gazetesi, 11.05.2007.<br />

7<br />

Ahmet Bican Ercilasun, a.g.e., s. 29.<br />

8<br />

Taner Ünal, “Türk Dil kurumu Başkanı ile Sohbet”, Türkeli dergisi, Kasım 2004, 18.09.2010.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 43<br />

Şöyle bir baktığımızda dilde sadeleşme adı altında yapılan özelikle İnönü dönemi<br />

çalışmalarda maksadın sadece dili sadeleştirmek olmadığı görülecektir. Burada asıl amaç<br />

Türk milletini kedi kütürüne yabancı etmek ve sözde Batı ile entegre olmuş bir nesil<br />

yaratmaktır. Atatürk döneminde özelikle üzerinde durulan milli bir bilinç oluşturma<br />

çabaları İnönü döneminde önemini kaybederek Batılılaşma, Yunanlılaşma, Latinleşme<br />

amacı güdülmüştür. Yani dil değil kültür sadeleştiriliştir.<br />

Evet bakıldığı zaman yazı dilinde sıkıntılarımız vardı. Yazılanla halkın konuştuğu<br />

farklı idi. Bizim aydınımız ise kendi ağdalı dilini bir kenara bırakmak yerine halkın<br />

konuştuğu dile musallat oldu. Halkın konuştuğu dil zaten bugünden çok farklı değildi,<br />

anlaşılmaz değildi. Bizim aydınımız ne yaptı peki: Eski Türkçeden, diğer lehçelerden<br />

kelimeler aldı, halkın 1000 yıldır kullandığı kelimeyi yasakladı. Dilin mantığına aykırı<br />

kelimeler türetildi. Kısaca dile saygısızlık yapıldı.<br />

Dil devrimi’nin başlangıcıyla Türkçedeki yabancı sözcüklerin kullanılma<br />

oranları yavaş yavaş düşmeye başlamıştır… 1901’de basılan Şemsettin Sami’nin Kamusı<br />

Türki’sindeki Türkçe sözcük oranı %38, Arapça sözcük oranı %45, Farsça sözcük oranı<br />

%13, Batı dillerinden gelen sözcük oranı %4 olarak tespit edilmiştir. 1969’da Türk Dili<br />

Kurumunca basılan Türkçe Sözlük’te Türkçe sözcük oranı %25 artarak %63’e çıkmış;<br />

Arapça sözcükler %26 azalarak %19’a, Farsça sözcük oranı %9.5 azalarak %3.5’a<br />

düşmüştür.<br />

Genel olarak bakıldığı zaman yapılan hataları bir kenara bırakırsak dilde<br />

sadeleşme çalışmaları iyi sonuçlar da doğurdu. En azında yazı dili ile konuşma dili<br />

arasındaki uçurumu ortadan kaldırmış olduk.<br />

Çok kısa olarak Latin kökenli Türk alfabesine geçişi de değerlendirerek yazımı<br />

bitireceğim. Türkler tarihleri boyunca farklı coğrafyalarda yaşamış ve farklı kültürler<br />

etkisine girmiştir.Bu sosyal yaşamı etkilediği gibi dili ve alfabeyi de etkilemiştir. Çok<br />

farklı alfabeler kullanan Türkler Arap alfabesini çok uzun bir süre kullandıktan sonra<br />

Latin alfabesini kullanmaya başlamışlardır.Türkçe daha önce Latin alfabesiyle de yazıldı<br />

elbette. Misal olarak Codex Cumanicus verilebilir.Fakat biz sistemli olarak cumhuriyetle<br />

beraber kullanmaya başladık Latin alfabesini.<br />

Peki alfabe değişimi gerekli miydi, neden yapıldı? Bu konuda çok fazla görüş<br />

vardır.Bu görüşlerin bir kısmı siyasi ve ideolojik yaklaşım sebebiyledir. Şunu idrak<br />

etmekte fayda vardır:Lale devrinden beri amaçlanan Batılılaşma süreci cumhuriyet<br />

dönemine gelindiğinde ivme kazanmış ve Batı ile daha sıkı ilişkiler kurulmaya<br />

başlanmıştır. Yakın ilişkilerde bulunmak, iletişimi kolaylaştırmak için harf değişikliğine<br />

gidilmiştir. Bir diğer nedeni ise Arap harfleri ile okuma yazma eğitimi verilmesinin daha<br />

zor olmasıdır. Çünkü Osmanlı Türkçesi için sadece harfleri öğrenmek yetmiyor, Arapça<br />

ve Farsça gramer kurallarının da bir kısmına hakim olmak gerekiyordu. Bu da öğrenmeyi<br />

güçleştiriyordu. Harf inkılabı denildiğinde ileri sürülen suçlamaların başında ise milletin<br />

bir gecede cahil bırakıldığı düşüncesidir. Bu düşünce tarih okumaktan aciz milletimizin<br />

bazı çevreler tarafından kandırılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Çünkü 1927<br />

de yapılan nüfus sayımında Türkiye’deki yetişkin nüfusun (7 yaş ve üzeri) ancak % 10,5’i


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 44<br />

okuma yazma bildiği tespit edilmiştir. Erkeklerin % 17,4’ü ve kadınlarda % 4,6’sı okuma<br />

yazma bilmektedir. 9 1 Kasım 1928 de harf inkılabının yapıldığına göre devrimin<br />

yapıldığı tarihte zaten ülkede okuma yazma bilen kişi sayısı çok azdı. Harf devrimi<br />

yapıldıktan sadece 7 yıl sonra ise okuma yazma oranı %20’yi aşmıştı. Demek ki bu iddia<br />

asılsız bir yalandan öteye gitmeyecek bir iddiadır.<br />

Son sözlerimizi söyleyecek olursak dildeki sadeleşme de siyasi yaşantımız gibi<br />

çalkantılı bir şekilde gerçekleşmiştir. Sonuca ulaştığımızda dilde sadeleşme hareketinin<br />

gerekli olduğu aşikardır. Fakat uygulamada sıkıntılar yaşanmıştır. Bugün bile<br />

Öztürkçecilik adı altında dili yozlaştırmaktan başka bir işe yaramayan dil şarlatanları<br />

vardır. Temennim halkın dilinden kopmadan dil çalışmalarının yapılmasıdır.<br />

9<br />

DİE, Osmanlı Devletinin İlk İstatistik Yıllığı 1897, (Ankara 1997)


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 45<br />

DÜNYANIN EN UZUN DESTANI: MANAS<br />

Tunahan Eren ARSLAN *<br />

ÖZET<br />

Kırgız Türkleri, Türk Dünyası coğrafyasında sözlü edebiyatı mütekamil derecesine<br />

erişmiş Türk boylarındandır. Bu nitelikleri sayesinde Kırgızlar, Manas gibi dünyanın en<br />

edebi ve en hacimli destanına sahip olmuşlardır. Kırgız Türklerinin millî destanı olan<br />

Manas Destanı, İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız kahramanı Manas’ın<br />

şahsı etrafında, Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki<br />

mücadelede Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatmaktadır.<br />

ANAHTAR KELİMELER: MANAS DESTANI, KIRGIZ TÜRKLERİ, DESTAN,<br />

TÜRK DÜNYASI<br />

THE LONGEST EPOPE IN THE WORLD: MANAS<br />

ABSTRACT<br />

Kirghiz Turks are one of the Turkish tribes who have the most mature oral literature is<br />

like on top of reaching peak point in literature.Owing to these qualifications they have<br />

had the most profoundly and literary epic its name is Manas.Manas Epic is the national<br />

epic of Kirghiz Turks, its protogonist who is name is Manas which is similar the name of<br />

epic. Manas invidual world is the source of the epope. Manas wants to spread around<br />

Islam and he tackles with enemies for this aim. In context also Karakhitay Tribe who<br />

believes in Manicheism and Muslim Kirghiz Tribe struggle with theirselves.Thus<br />

Kirghiz Turks was honored by Islam.<br />

KEY WORDS: THE EPOPE OF MANAS, KIRGHIZ TURKS, EPIC, TURKISH<br />

GEOGRAPY<br />

*<br />

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 46<br />

Kırgız Türkleri, Türk Dünyası coğrafyasında sözlü edebiyatı mütekamil<br />

derecesine erişmiş Türk boylarındandır. Bu nitelikleri sayesinde Kırgızlar, Manas gibi<br />

dünyanın en edebi ve en hacimli destanına sahip olmuşlardır. Kırgız Türklerinin millî<br />

destanı olan Manas Destanı, İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız<br />

kahramanı Manas’ın şahsı etrafında, Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman<br />

Karahanlılar arasındaki mücadelede Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatmaktadır.<br />

Şüphesiz ki destan kültürü açısından bakıldığında Türklerin oldukça zengin bir<br />

dağarcığa sahip olduğu söylenebilir. Kırgız Türklerinin millî destanı olan Manas Destanı,<br />

İslâmiyet’i yaymak için mücadele eden ünlü Kırgız kahramanı Manas’ın şahsı etrafında,<br />

Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede<br />

Kırgızların İslam’la şereflenmesini anlatıyor.<br />

Türklük tarihi içinde geçmişi çok eskilere dayanan Kırgız Türkleri arasında<br />

zengin bir sözlü edebiyat geleneği vardır. Kırgız Türklerinin arasında anlatılan<br />

Kurmanbek, Er Tabıldı, Er Töştük, Kocacaş, Olcobay ile Kiimcan, Canıl Mirza, Carınca<br />

Bököy, Kebeykan, Canış-Bayış gibi destanlar da bu zenginliği gösterecek mahiyettedir;<br />

ancak bütün bu destanlar arasında kadım Kırgız ruhunun zirvesi olarak nitelendirilen<br />

muazzam bir destan vardır ki o da Manas Destanı’dır. 1 Bu edebi ürünlerin en ünlüsü<br />

Manas’tır. İslâmi dönem Türk edebiyatında oluşan ilk destanın o olduğu<br />

düşünülmektedir.<br />

Kırgız Türklerinin ulusal kahramanı Manas’ın etrafında örgülenen Manas<br />

Destanı’nın ilk bölümünden itibaren; Manas’ın doğumu, daha beşikte iken konuşmaya<br />

başlaması, kâfirleri yeneceğini söylemesi, büyüyüp delikanlı olunca Çinlileri yenmesi,<br />

Müslüman yiğit Almanbet’le tanışıp, birlikle birçok savaşa girmeleri, Manas’ın Kanıkey<br />

ile evlenmesi, bu evlilikten doğan Semetey adlı çocuğu, düşmanları tarafından iki defa<br />

öldürülmesine rağmen Allah tarafından İslâm’ı yayması için tekrar diriltilmesi, Mekke’yi<br />

ziyaret ve Kâbe’yi tavaf etmesi lirik bir üslupla anlatılır.<br />

Adını kahramanın isminden alan Manas Destanı, hacmi bakımından da dünyanın<br />

en büyük destanı olma özelliğine sahiptir ki, İranlı Firdevsi'nin Şehnâmesi'nden iki, Grek<br />

Homeros'un İlyada'sından yirmi, Finlilerin Kalevala'sından kırk, Hintlilerin<br />

Mahabharata'sından ise dört misli daha uzundur. Dünyada şimdiye değin Manas kadar<br />

büyük bir destan tespit edilememiştir. Bununla birlikte İslâmiyet tesirindeki Türk<br />

destanları içerisinde de hacmi, muhtevâsı ve içtimâî etkileri açısından büyük bir<br />

ehemmiyeti hâizdir. Kırgızların hayat tarzları, gelenek ve görenekleri, ahlâkî ve dinî<br />

görüşleri, tarihleri, coğrafyaları, tıp bilgileri, diğer milletlerle münâsebetleri hep bu<br />

destanda ifadesini bulmuştur. Bu yönüyle Kırgız milletinin kültürü, felsefesi, tarihi,<br />

psikolojisi, sanatı ve diğer mânevî değerleri bakımından Manas, benzeri bulunmayan bir<br />

eser niteliğindedir. 2<br />

1<br />

Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı<br />

2 Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 47<br />

Manas Destanı'ndan bahseden ilk eser, 16. asır kaynaklarından Seyfeddin<br />

Ahsikendi tarafından Tacik dilinde yazılan "Mecmau't-Tevârih"'tir. Ancak gerek muhteva<br />

gerekse edebî sözler açısından taşıdığı değer, ileriki yıllarda bütün dünyanın ilgisini<br />

çekmiş ve günümüze kadar eser üzerinde başta Rusya olmak üzere Çin, Kırgızistan ve<br />

Türkiye gibi ülkelerde pek çok araştırma yapılmıştır. Manas Destanı ile ilgili Türkiye’de<br />

yapılmış çalışmaların başlangıcı 1934 yılıdır. Abdulkadir İnan tarafından yazılıp,<br />

İstanbul’da çıkarılmakta olan Azerbaycan Yurt Bilgisi adlı dergide yayınlanan “Kırgız<br />

Dil Yadigarlarından Manas Destanı” adlı makale bu konuda Türkiye’de yapılmış ilk<br />

çalışma olarak kabul edilmektedir.Türkiye’de yapılmış Manas çalışmalarıyla ilgili ilk<br />

bibliyografya ise Hayrettin İvgin tarafından 1987 yılında hazırlanmıştır. ( Manas<br />

Bibliyografyası Denemesi: Türkiye'de Manas Çalışmaları, Alpaslan DEMİR)<br />

Yıllar süren çalışmalar neticesinde bugün yaklaşık 500.000 mısraı tespit edilen<br />

destanın, Kırgız Millî İlim Akademisi'nin el yazma nüshaları bölümünde altmıştan fazla<br />

anlatım şekli muhafaza edilmektedir. Bu yönüyle destan tartışılmaz biçimde dünyanın en<br />

uzun destanı olma özelliğini korumaktadır.3<br />

Kırgızların kahramanlık hikâyelerini anlatan Manas Destanı, manasçı olarak<br />

adlandırılan destanı kopuz çalıp türküler söyleyerek anlatan, el-kol ve baş hareketleriyle<br />

destan kahramanlarının konuşmalarını yer ve olaya uygun biçimde ses tonlarıyla<br />

canlandıran, ozan-âşık-meddah-aktör karışımı meziyetlerini bünyesinde toplayan 4 destan<br />

anlatıcıları sayesinde bugüne kadar ulaşırken, ilk derlemesi Türkolog Wilhelm Radloff<br />

tarafından Kırgızistan'ın Tokmok şehrindeki bir manasçıdan alınarak 1869'da<br />

hazırlanmıştır. Kırgız'ların hem kutsal tarihlerinin tanığı, hem de ulusal kültürlerinin<br />

önemli bir sembolü olarak bilinmektedir.<br />

3<br />

Yağmur Dil-Kültür ve Edebiyat Dergisi, Manas Destanı’nda Görülen İslami Unsurlar, Habib Balcı<br />

4 DİA, İslam Ansiklopedisi, Manas Destanı, Tuncer Gülensoy


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 48<br />

Kırgızlar arasında oluşan Manas Destanı, bugün de bütün canlılığı ile devam<br />

etmektedir. Manas destanının 11 ile 12. yüzyıllar arasında meydana geldiği<br />

düşünülmektedir. Bu destanın ana kahramanı Manas da, tıpkı Oğuz Kağan destanının<br />

İslâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi İslamiyet’i yaymak için mücadele<br />

eden bir yiğittir. Böyle olmakla birlikte Manas destanında Müslümanlık öncesi Türk<br />

kültür, inanç ve kabullerinin tamamını sergilenmektedir. Bazı varyantları dört yüz bin<br />

mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dairesinin kültür<br />

abidesi niteliğindedir.<br />

Manas Destanı, sadece Kırgızların değil bütün Türk topluluklarının ortak<br />

kültürlerinin sentezi durumundadır. Manas’ın her mısrasında Türk tarih zincirinin bir<br />

halkasını görmek mümkün olur. İlk dönemlerden, günümüze kadar gelen hayat anlayışı,<br />

dünya görüşü, inançlar, geleneksel değerler gibi sosyal ve kültürel hayata şekil veren<br />

unsurlar, destanda motifler ve manzumeler şeklinde kendini belli eder. Manas Destanı<br />

üzerinde yapılacak araştırmalar Türk dünyası içinde yer alan kavimleri birbirine bağlayan<br />

kültür unsurlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.Destan, Kırgız Türklerinin dünden<br />

bugüne aile yapıları, kadın-erkek-çocuk ilişkileri, dini inançları, geleneksel yapı ve<br />

değerleri, sosyal statüleri, evlilik tipleri ve türleri, konukseverlilikleri, törenleri gibi temel<br />

özellikleri ile dünya görüşlerini yansıtmaktadır.<br />

Türk hükümdarlık anlayışında kut anlayışı bulunmaktadır. Türkler<br />

hükümdarlarının Tanrı tarafından yeryüzüne gönderildiklerine inanırlardı. Türk<br />

hükümdarları idare yetkisini Tanrı’dan alırlar, bu inanç çok güçlüdür ve millet tarafından<br />

da benimsenmiştir. Bu inancı olağanüstü doğum motifinde görmek mümkündür.<br />

Destanlardaki olağanüstü doğum motifini bu anlayışta aramak gerekir (Oğuz, 1995: 13).<br />

Manas’ta da olağanüstü şekilde doğum motifine rastlamak mümkündür. Yakup Han uzun<br />

süre evli olmasına rağmen bir çocuğu olmaz. Bu durum destanda şöyle anlatılır:<br />

“Haydar Han’ın kızı Çıyrıçı’yı<br />

(Eş olarak) almış idi.<br />

Yakup Han (şöyle söyledi):<br />

Çıyrıçı’yı (eş olarak) alalı<br />

Ben bir çocuk öpmedim,<br />

Çıyrıçı çözdüğü saçını (bir daha hiç) taramadı,<br />

Allah’a tövbe edip hiç (bir) işime yaramadı!<br />

Belini sıkıca germedi Çıyrıçı bana (bir) oğul vermedi.<br />

(Ben) Çıyrıçı’yı alalı (mevsimler doldu),<br />

Yaz-kış (gelip geçti) tam on dört oldu,


(Çıyrıçı) evliya mezarına gitmedi,<br />

Elmalıkta (yerlerde) belenmedi,<br />

Kaplıcalarda (yıkanıp), gecelemedi!<br />

Ey ulu Tanrım, O bana yâr olsun!<br />

Çıyrıçı’nın karnında<br />

Bir oğlan var olsun”<br />

Olağanüstülük Manas’ın doğum sürecinde görülmeye başlanır. Sıradan insanlar<br />

dokuz ayda dünyaya gelirken Manas on ayda doğar. Buna benzer bir durum diğer<br />

kahraman Almam Bet’te de görülür. Almam Bet ise on iki ayda doğar. Destanda büyük<br />

kahramanların ana karnında diğer insanlara nazaran daha fazla kaldıkları görülür. Bunun<br />

yanı sıra Oğuz Kağan benzeri destan kahramanlarının tek oğul oldukları da göze çarpar.<br />

Bu bakımdan annenin tek oğlu olma önemli bir motif olarak görülür. Anne tüm kuvvetini<br />

tek çocuğunu doğurmak için kullanmıştır. Bu kuvvet çocuğu gelecekte büyük bir<br />

kahraman yapacaktır. Manas da annesinin tek oğludur. Yakup Han çocuğu olduktan sonra<br />

bir ak kısrak kestirir. Türk hükümdarlık anlayışındaki kut anlayışının bir göstergesi olarak<br />

Manas adını sıradan insanlar gibi almaz. Manas’a adı dört ulu peygamber<br />

tarafından verilir ve Manas karşılaştığı tehlikelerden Hızır tarafından korunur:<br />

“Yakup Han, doğan oğlunun adını<br />

Dört ulu peygambere Manas koydurdu.<br />

Dört ulu peygamber onu kucakladı”<br />

(Alp Tipi Kahramanı Çerçevesinde Manas, Mehmet Emin BARS)<br />

Kısaca Manas Destanı, geleneksel Türk toplumunun karakter oluşumunda bir<br />

kaynak, eski Türklerden beri gelen doğum, evlenme, aile, çocuk sevgisi, ölüme bakış<br />

tarzları ve törenleri, konuğa duyulan saygı, dini inançları, töreleri gibi kültür ve<br />

geleneksel değerleri içine alan birikimlerin nesilden nesle aktarılmasında çok<br />

önemli tarihi işlevi de yerine getirmektedir. Manas Destanında biz, bugünkü soysak<br />

yaşantımızın ve geleneksel değerlerimizin, kültürümüzün izlerini de görürüz adeta…<br />

Destanın olay örgüsü ise kısaca şöyledir: Kırgız ve Kazaklar, Çin hükümdarı<br />

Esen Han’ın esaretinde iken Yakup Han ile Çıyırdı Hatun’un bir çocuğu olur, adını<br />

Manas koyarlar. Manas daha beşikte iken konuşur, on yaşında usta bir binici ve silahşör,<br />

on dört yaşında da yenilmez bir bahadır olur. Manas’ın en büyük ideali “milletini<br />

esaretten kurtarmak ve İslâmiyet’i yaymaktır. Bu uğurda birçok savaş yapar. Manas,<br />

Kanıkey ile evlenir. Bu evlilikten Semetey doğar. Bir müddet sonra Manas hile ile<br />

zehirlenerek öldürülür, fakat Allah onu İslâm’ı yayması için tekrar diriltir. Manas<br />

mücadelesine kaldığı yerden devam eder. Bir savaşta şehit düşer. Oğlu Semetey babasının


mücadelesini devralır ve Kırgızları zaferden zafere koşturur. Kırgız Türkleri sonunda<br />

rahat bir hayat sürerler.<br />

Manas Destanı, aynı zamanda Kırgız Türklerinin şahsında bütün Türk<br />

topluluklarının dirlik, birlik ve yeniden var olma mücadelesini de simgeler. Bu bakımdan<br />

özünde varlığını tehdit eden düşman karşısında gerekli olan mücadele, hırs ve kazanma<br />

azminin dayandığı yiğitliği tahrik ve teşvik düşüncesi yatmaktadır. Manas böyle bir<br />

teşvikle ortaya çıkan bir “Alp” insandır. İlerleyen dönemlerde Türkler, Batı Anadolu’ya<br />

doğru genişledikçe Manas’ın betimlediği bu Alp insanı, yerini “Gazi” tipine bırakacaktır.<br />

Günümüz toplum hayatında da Manas’ta yaşanan İslâmi yapı ile kaynaşmış eski<br />

Türk inançlarının izlerini görmek mümkündür. Ülkemizin birçok yöresinde hâlâ varlığını<br />

sürdüren Hıdrellez, Nevruz, ay tutulması, albastı, kelin toyu, gelin alayı, evliya (türbe)<br />

mezarlarında dilek adama gibi birçok gelenekler de Türk toplumunun her kesiminde ortak<br />

algılanan bir kültür yapısı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.<br />

Destan, Kırgız Türk halkının dirlik ve birlik mücadelesinin yanı sıra, örf<br />

ve adetlerini, törelerini, geleneklerini, düşüncelerini, dünya görüşlerini, inançları ile<br />

birlikte aynı zamanda bütün Türk dünyasının ortak kıymet hükümlerini de<br />

yansıtmaktadır. Manas Destanı’nda rastladığımız and içme, süt kardeşliği, evlenme,<br />

düğün, inançlar ile ilgili sosyal ve kültürel unsurlar, Anadolu’da karşılaştığımız yapıdan<br />

farklı değildir.<br />

Günümüzde de kitap olarak yayınlanan destan, yabancı dillere de tercüme edilmiş<br />

ve tüm dünya edebiyatının ortak bir hazinesi olmuştur. Destanda baturların [kahramanlar]<br />

Kırgızların birliğini sağlamak için yaptıkları savaşlar ile kendi içlerindeki mücâdeleler<br />

anlatılır. Destan; Kalmuk [Moğol asıllı Budist topluluğu] ve Kıtayların Kırgızlara<br />

yaptıkları baskı ve zulümden korunmak için Manas adlı bir kahramanın ve oğlu Semetey<br />

ile onun oğlu Seytek'in yiğitlik ve mücâdelelerinden müteşekkildir.<br />

Destanın ana teması, Kırgız halkının farklı Kırgız kabilelerinin merkez otorite<br />

tarafında birlik olup, özgürlük ve bağımsızlıkları için yabancı işgalcilere karşı verdikler<br />

mücâdeledir. Manas, insanlığın gelişimi için tek hazine ve kaynak olan kardeşlik,<br />

bağımsızlık, etkileşim ve ilerleme gibi düşünceler üzerinde yoğunlaşır. Destan,<br />

Kırgızların dilinin ve edebiyatının sadece kaynağı değil, özellikle Kırgız devletinin<br />

kültürel, ahlâkî, tarihî, içtimâî ve dinî âdetlerinin de temeli olarak kabul edilir.<br />

Manas Destanı'nı asırlarca ağızdan ağza tasvir ve ifade edip günümüze ulaştırarak<br />

muhafaza edenler, manasçılardır. Kırgızlar bu insanlara "Çon Manasçı" diye hitap<br />

ederler. Manasçılar konuşma kabiliyeti yüksek ve tarih bilgisi çok olan, halk arasında<br />

hürmet gören kimselerdir. Dolayısıyla da isimler hafızalarından kolayca silinmez.<br />

Manas'ı gece gündüz aylar boyunca söylemelerine rağmen destanı hâlâ bitiremeyen<br />

büyük manasçılar vardır. Bu Manasçıların sonuncuları Sagımbay Orazbakov ve Sayakbay<br />

Karalayev'dir. Bazı ünlü Manasçıların olağanüstü hafızası bulunmaktadır. Destandan 10<br />

bin, 100 bin, 200 bin, hattâ 500 binden fazla mısraı akıcı bir üslûpla söylemektedirler.<br />

Manasçılar bunu söylerken bütün duygularını, hislerini coşkularını destanın içine katar.<br />

Manasçılar seslerini bazen yükseltip bazen alçaltarak; anlatışlarını bazen yavaşlatıp bazen<br />

hızlandırarak Manas'ın yaşadıklarını tesirli bir şekilde ifade etmektedirler. Bu anlatım<br />

karşısında çoğu kez dinleyenler olaylara kendini kaptırarak zamanın nasıl geçtiğinin<br />

farkında olamaz, Manas'ın izleriyle dopdolu bir şekilde diyardan diyara hayâlen seyahat


ederler. Bu destanı birkaç defa dinlemiş olsalar dahi bundan sıkılmazlar zîrâ<br />

Manas, Kırgız halkı için tükenmeyen bir ilham kaynağıdır.<br />

Kırgızlar kuşaktan kuşağa Manas Destanı'nı dinleyerek büyür. Öyle ki,<br />

doğumdan ölümüne kadar Manas'ı içlerinde büyütürler. Bu yönüyle denilebilir ki Manas<br />

Destanı, Kırgız halkıyla birlikte yaşar. Kırgız halkı kendisinin bütün düşünce ve<br />

duygularını, dünya görüşünü, ideallerini tarihî hâdiseleri şifahî olarak destan şeklinde<br />

ifadeyi tercih etmiştir. Kırgızların hürriyet ideali, felsefesi, iman ve hakikat telakkileri<br />

Manas sâyesinde hiç bozulmadan ilk şekliyle günümüze kadar uzar.<br />

Manas Destanı üzerinde yapılan araştırmalarda yer verilen konulardan biri de<br />

İslâm kültürünün destan üzerindeki tesiridir. Günümüzde de bunun izleri canlılığı ile<br />

sürdürülmektedir. Manas'da İslâmiyet'le ilgili helâl-haram, namaz, zekât, abdest, kıyâmet,<br />

selâmlaşma, dua, ervah gibi inançla ilgili unsurlar da yer almaktadır. Kırgızlar her ne<br />

kadar 17. asırdan sonra İslâmiyet'i kabul etmiş olsalar da söz konusu İslâmî unsurlar<br />

destanın yapısında vazgeçilmez yapı taşları olarak görülmektedir.<br />

Ayrıca Mekke-Medine, Hz. Peygamber, Hz. Âdem, Hz. Havva, Hızır ve diğer din<br />

ve tarikat büyüklerinin yeri ve sırası geldiğinde olaylara bağlı olarak zikredilmesi,<br />

destana İslâmi bir görünüm kazandırmaktadır. Manas Destanı'nda İslâmî usûllere göre<br />

selamlaşılmaktadır. Bugün, Kırgızistan Bilimler Akademisi Arşivi’nde, destanın yazıya<br />

geçirilmiş on üç varyantı bulunmaktadır. Manas Destanı’nın bazı epizotları, bugüne<br />

kadar bölüm bölüm yayınlanmışsa da henüz tam bir “metin neşri” yapılmamıştır. Manas<br />

Destanı da diğer Türk destanlarında gördüğümüz hürriyet mücadelelerinin ve hürriyet<br />

uğruna yapılan savaşların izlerini taşır. Bu ruh toplumun hayat görüşünü temsil eden<br />

idealize edilmiş tipler şeklinde kendini gösterir. 5<br />

Bütün bu tahlillerden sonra diyebiliriz ki, Manas Destanı, Kırgız milletinin yüzyıllar<br />

boyunca süren mücadelelerinin bir yansımadır. Bu yansıma Kırgız kültüründeki diğer<br />

edebi türlerin yerini de almıştır. Kırgızlarda yazılı edebiyat ve tarih geleneğinin<br />

gelişmemiş olması, halkın tüm dikkatini bu destan üzerine yoğunlaştırmasına sebep<br />

olmuştur. Manas Destanı yediden yetmişe Kırgız halkı tarafından kutsal bilinir.<br />

Kırgızistan’da, Manas Destanı okumayan veya destanı bilmeyen bir kimseye<br />

rastlanılmaz.<br />

5<br />

Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, Dergâh Yayınları


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 52<br />

OSMANLI KADIN HAREKETİ ÇERÇEVESİNDE FATMA ALİYE HANIM VE<br />

EMİNE SEMİYE HANIM<br />

Büşra ÖZTEKİN *<br />

ÖZET<br />

Batı’ da 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı toplumunda II. Meşrutiyet’ ten itibaren başlayan<br />

kadın hareketinin, Osmanlı toplumuna yansımaları olarak kadın mecmualarının<br />

hazırlanması ve derneklerinin kurulması bu hareketi güçlü kılmıştır. Bu zorlu sürece<br />

Osmanlı entelektüellerinin eşleri veya kızları destek vermişlerdir. Gerek dergiyle gerekse<br />

derneklerle mücadeleye başlayan kadınlar seslerini bu şekilde duyurmuşlardır. Her bir<br />

derginin farklı gayesi olsa da amaç tektir: Osmanlı kadınlarının eşitliğe kavuşması.<br />

ANAHTAR KELİMELER: OSMANLI KADIN HAREKETİ, KADIN DERGİLERİ,<br />

KADIN DERNEKLERİ, FATMA ALİYE HANIM, EMİNE SEMİYE HANIM<br />

MS FATMA ALIYE KHANIM , MS EMINE SEMINE KHANIM AND<br />

THEIR SITUATIONS IN THE MOVEMENT OF OTTOMAN WOMEN RIGHTS’<br />

ERA FRAME<br />

ABSTRACT<br />

By time of 17th century in Occidental world,there was a movement about Women<br />

Rights.Its reflection came out The second constutional period of Ottoman<br />

Empire.Consisting of the new associations,new magazines in this new era,also<br />

supportation of the intellectual class by the Woman as a wife and as a daughter<br />

deliberately in this tough process. Women of this era started to gave out their voice and<br />

their struggle owing to these magazines and associations. All the magazine had own their<br />

idea variously ,even though The main idea was Each of Ottoman woman will be equal<br />

and has her equal rights.<br />

KEY WORDS: THE OTTOMAN WOMAN RIGHTS MOVEMENT, WOMAN<br />

MAGAZINES, WOMAN ASSOCIATONS,MS FATMA ALIYE KHANIM, MS EMINE<br />

SEMIYE KHANIM<br />

*<br />

İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 53<br />

“Çünki nakıs akl olur dirler nisa<br />

Her sözin mağrur tutmakdur reva<br />

Lik Mihri dainün zannı budur<br />

Bu sözi dir ol ki kamil usludur<br />

Bir müennes yiğ durur kim ehl ola<br />

Bin müzekkerden ki ol na-ehl ola<br />

Bir müennes yiğ ki zihni pak ola<br />

Bin müzekkerden ki bi-idrak ola”<br />

MİHRİ HATUN<br />

Dünyada ve Osmanlı Devleti’nde kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve<br />

eşitlik talebidir. Bu hareketin teşekkül ettiği –kronolojik olarak- zaman, bireyselliğin ön<br />

plana çıktığı, siyasal ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı zamana tekābül eder. Kadın<br />

hareketi, genel anlamda kadınların kendilerine biçilen rollere ve yaşam tarzlarına bir<br />

başkaldırı olarak çıkmıştır.<br />

Batı’ da 17. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başlayan bu fikir hareketi, 18.<br />

ve 19. yüzyılda bu teorinin tekāmülüne işaret eder. Zira kadınlar da erkekler yaptıkları<br />

icraatler karşısında onaylanma ihtiyacı hissediyorlardı. Osmanlı Devleti’ ndeki<br />

yansımaları ise 19. yüzyılda siyasal, sosyal, ekonomik, eğitim ve hukuki alanlarda<br />

yaşadığı dönüşümlerle topluma tesir etmiştir.<br />

Örfi ve şer’i temeller üzerine kurulu Osmanlı Devleti’ nin modernleşmesi II.<br />

Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiştir. Bu süreçten itibaren Osmanlı Devleti başta<br />

siyasal yapısında farklılaşma, laikleşme ve özgürleşme yoluna gitmiştir. Bu fikirden<br />

hareketle denebilir ki Osmanlı toplumunda kadının rolü ve konumu modernleşme ile<br />

değişmeye başlamıştır.<br />

Değişimlerin ve dönüşümlerin baş döndürücü hızla yaşandığı bir dönemde ev<br />

içinde anne ve eş rolleriyle sınırlandırılmış olan kadın, yeni bir rol ve statü kazanmak<br />

amacıyla taleplerde bulunmuştur. Taleplerini ise hiç kuşkusuz “basın” yoluyla<br />

yapmışlardır. Mecmualarla kamusal alanda kendini ifade eden kadın, ilerleyen süreçte


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 54<br />

derneklerle toplumdaki rolünün altını çizmiştir. Dönüşüm, gelişim ve dahi başkalaşım<br />

eğitim hamleleriyle sağlanmıştır.<br />

Kadın hareketinin basılı yayın merhalelerini incelemek amacıyla kadın<br />

dergilerine ışık tutmamız gerekmektedir.<br />

KADIN DERGİLERİ<br />

Kadınların özgürleşmesini dergilere ve derneklere borçlu olduğunu ifade eden<br />

Serpil Çakır, 471 basının tesir gücüne dikkat çekmiştir. Gazetelerin kadınlara yönelik sayfa<br />

ve ekleri de kadınlar için ‘ifade sahası’ sağlamıştır. Her ne kadar girişimlerde bulunulsa<br />

da toplumun böyle bir değişime ve dönüşüme açık olmaması, kadınların yazma<br />

temāyüllerini çekimser kılmıştır. Öyledir ki kendi kimliklerini doğrudan<br />

paylaşamamışlardır.<br />

Osmanlı kadını, 1868’ de çıkan Terakki gazetesinde “Üç Hanım” imzalı olarak<br />

yayınlanan kadın mektuplarıdır. Okuma – yazma bilmediği halde fikirlerini başkasına<br />

yazdıran “Üç Hanım” bu mektuplarda çok eşlilik konusunu irdelemiştir. Diğer<br />

mektupların da ise vapurlarda kadınların erkeklerle eşit ücret ödememesi gibi toplumsal<br />

hadiselere değinmiştir.<br />

Kronolojik yayın tarihi açısından incelendiğinde ilk kadın dergisi Terakki – i<br />

Muhadderat’ tır. Terakki gazetesi tarafından 1869’ da “Muhadderat için gazetedir” alt<br />

başlığıyla haftalık olarak 48 sayı<br />

çıkartılmıştır. Terakki – i Muhadderat’ taki mektuplar incelendiğinde görülüyor ki<br />

mektupların içerikleri umumiyetle eğitim idi. Zirā Osmanlı kadını, eğitimin kendileri içn<br />

taşıdığı önemi farkındaydılar.<br />

Kadınlara mahsus hazırlana diğer bir neşriyat ise “Vakit yahud Mürebbi –i<br />

Muhadderat’ tır. Derginin çıkış tarihi 1875’ tir. Yazma amaçlarını “Kadınlığa dair nāfi<br />

şeylerden bahseden” cümlesiyle ifade etmişlerdir.<br />

Dönemin bir başka dergisi ise haftalık olarak yayınlanan ve yekununda 30 sayı<br />

çıkan Ayine dergisidir.İki derginin de ortak paydası evlilik ilişkileri, çocuk terbiyesi,<br />

çocuk sağlığı, eşlerin görevleri vb. konulardır.<br />

1880’ de Şemseddin Sami’ nin kaleminden çıkan Aile dergisi kadınları<br />

bilgilendirme amaçlı olup imzasız olarak neşredilmiştir. Dergi, “Aileye, yani kadınlara<br />

çocuklara ve ev işlerine müteallik mebahis –i mütenevviayı cāmi mecmuadır.” ibaresiyle<br />

yayın hayatına girmiştir.<br />

1<br />

Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, 1996, s. 22.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 55<br />

1883’ te İnsaniyet dergisi ve Hanımlar dergisi sahibi kadın olan ve yazar<br />

kadrosunun tamamı kadın olan Şükūfezar 2 dergisi, 1888’ de Nigar bint-i Osman, Leyla<br />

Hanım veFıtnat Hanım gibi edibelerin yazılarına yer veren Mürüvvet dergisi, 1889’ da<br />

Parça Bohçası dergisi Osmanlı kadın hareketi için bir mihenk taşı olmuştur.<br />

Başyazarı ve yazı kadrosunun tamamına yakını kadın olan “Hanımlara Mahsus<br />

Gazete” 1 Ağustos 1895’ te yayın hayatına girmiştir. Dergi sahibi İbnül Hakkı Mehmet<br />

Tahir’ dir. Baş muharrir olarak sırasıyla Makbule Leman, Nigar Osman, Fatma Şadiye,<br />

Mustafa Asım, Faik Ali, Talat Ali ve Gülistan İsmet görev yapmıştır. Derginin en büyük<br />

özelliği 13 yıl boyunca 604 sayı olarak en uzun süreli çıkan kadın dergisi olmasıdır.<br />

Derginin misyonu için sadece “iyi anne, iyi eş” rolünü benimsetmeye çalışıldığını<br />

söylemek doğru değildir. Zirā derginin öncelikli hedefi kadınların geliştirilmesi,<br />

yüceltilmesidir. Lākin böyle bir misyonları olsa dahī dergi kadınları -yazarları- “iyi anne,<br />

iyi eş” rolünü asla unutmazlar. Bu rol ile erkek – kadın mukāyesesi yaparlar. Bu<br />

mukāyeseyi yapan ilk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım’ 3 dır.<br />

Bu müstesna derginin yazar kadrosundaki kadınlar, dönemin aydın-bürokrat<br />

kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. Fatma Aliye ve Emine Semiye<br />

(Tarihçi Cevdet Paşa’ nın kızları) yazın yaşamında belli bir yere sahip olmalarıyla dikkat<br />

çekmişlerdir. Şair Nigar bint-i Osman (Harp Okulu Müdürü Osman Paşa’ nın kızı), Şair<br />

Leyla (Saz) ( Hekim İsmail Paşa’ nın kızı), Fatma Fahrünnisa (Abdullah Vefik Paşa’ nın<br />

torunu), Fatma Kevser (Erkan-ı Harp Feriki Abdi Paşa’ nın kızı), Zeyneb (Ahmet Cevdet<br />

Paşazade Sedad Bey’ in kızı), Hamide (Abdülhak Hamid Bey’ in kızı), Gülistan İsmet<br />

(Binbaşı Bağdatlı Mehmet Tevfik Bey’ in kızı), hepsi dönemlerinin yazın yaşamında belli<br />

bir yere sahiptirler. Bunda aldıkları eğitimin rolü büyüktür. 4<br />

Derginin diğer bir mühim özelliği ise 6 aylık hasılatın %5’ i kimsesiz kızlara<br />

gelinlik çeyiz parası olarak ayrılmıştır, bu hasılattan yetim çocuklar da faydalanmıştır.<br />

Umumiyetle dergide kadın sorunları, aile, toplum, eğitim, sağlık moda ve giyim konuları<br />

işlenmiştir. Kadınlara yurt dışında örnekler sunularak yeni meslek kollarına<br />

yönlendirmişlerdir. Fransa’ da kadınların avukatlık yapma hakkını elde ettikleri<br />

2<br />

Derginin önsözündeki şu cümleler oldukça dikkat çekicidir: “Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye<br />

erkeklerin hande-i istihzasına hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız.<br />

Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, şah-rah-i sa’y u amelde (çalışmanın<br />

doğru yolunda ) mümkün olduğu kadar payendaz ı sebat (ayak diretmek) olacağız. Bkz. Arife,<br />

“Mukaddime”, Şükūfezar, 1301, no: 1, s. 6.<br />

3<br />

Fatma Aliye Hanım’ ın ilk kadın yazarımız olduğu noktasındaki tartışmalar şöyle açıklamada<br />

bulunabiliriz. Osmanlı toplumunda bir kadın tarafından yazılmış –roman türünde “Aşk- ı Vatan”<br />

eseriyle Zafer Hanım’dır. Lākin Zafer Hanım romancı değil yazardır.<br />

4<br />

Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, 1996, s. 30.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 56<br />

belirtilmiş, Dünya kadınlarının hakları ve Batı’ daki kadın hareketi hakkında bilgi<br />

verilmiştir. 5<br />

II. Meşrutiyet ile kadın dergilerinde önemli bir artış gözlenmiştir. 1908’ de ilk<br />

olarak “Demet”, “Mehasin” ve “Kadın” dergileri yayınlanır. 26 Ekim 1908 – Mayıs 1909<br />

tarihleri arasında Selanik’ te çıkan “Kadın” dergisi 30 sayı ile yayın hayatında can<br />

bulmuştur. Derginin bildiri niyetindeki şu sözler kadın neşriyatı bakımından önem teşkil<br />

etmektedir. “...Evet siyasi, edebi, fenni, ilmi... Risale-i Mevkute ve gayr-i mevkute o<br />

kadar esef-engiz ve daraltıcı bir noksan vardı: Nisai bir gazete. Öyle nisai bir risale ki:<br />

Umuma şamil olsun aristokrasi denilen o möevhum hayat- ı kibārāne- i hayalden,<br />

muhayyilat- ı asabiyyeden ve ehemmiyet-i mārizāneden mümkün olduğu kadar uzak<br />

bulunsun: Öyle bir nisai risale ki: kulübeden konağa, saraydan fakirhāneye, havāsdan<br />

avāma, vasfen en ileriye bir nirengi çizerek küçük büyük, düğümlerle yapılmış bir fakir<br />

ve malumat ağı gibi muhit-i nisaiyyemizi kaplasın (...) işte bu ehemm ve mutlak vazife-i<br />

ictimaiyyeyi ifāya iştirak hevesiyle nāçiz kadın risalesi ilk numarayı vaz’ ederek el<br />

birliğiyle terakki eylemeye çalışmak için bugünden itibaren arz-ı nisaiyye-i ictihād<br />

eyliyor.” 6<br />

Derginin yazı kadrosunda dönemin siyaset ve edebiyat alanındaki önemli<br />

şahsiyetler vardır.Hanımlara Mahsus Gazete Abdullah Cevdet, A. Ulvi, A. Hamid,<br />

Mehmet Emin, Celal Sahir gibi erkek yazarlara ve Emine Semiye Hanım, Ayşe İsmet,<br />

Cavide Peyker, Nigar bint-i Osman gibi kadın yazarlara da ev sahipliği yapmıştır.<br />

Bu mecmualardan başka II. Meşrutiyet’ ten Cumhuriyet’ e değin kısa ömürlü pek<br />

çok kadın dergisi mevcuttu. Musavver Kadın, Kadınlar Dünyası, Erkekler Dünyası,<br />

Hanımlar Ālemi, Kadınlar Ālemi, Kadınlık Hayatı, Türk Kadını, Genç Kadın, İnci,<br />

Diyane, Kadınlar Saltanatı, Hanım, Süs Firuze dönemin kısa süreli dergilerine örnektir. 7<br />

Kesin çizgilerle meselelerin tartışıldığı İkdam, Demet dergisiyle çağdaş olup<br />

döneminde ses getirmiştir. Dergi çeşitliliğinin bu denli çok olduğu vakitte Mehasin 8<br />

dergisi, bir kadın dergisi olarak ilk kez renkli ve resimli olma özelliği göstermiştir.<br />

Derginin müellif kadrosunda Demet dergisinden Celal Sahir, İsmet Hakkı Hanım gibi<br />

tanıdık isimler ile Emine Semiye, Münevver Asım, Fatma Sabiha, Şükūfe Nihal, Halide<br />

Salih ve Zühre Hanım vardır.<br />

5<br />

Bu konuda bkz. Gülistan İsmet, “İslām ticarethanesi Meselesi ve Hanımlarımız”, HMG, 17<br />

Mayıs 1317 / 11 Safer 1319, no. 310, s.24.<br />

6<br />

“İfade-i Mahsusa”, Kadın, 13 Teşrin- i Evvel 1324, no:1, s. 1-2.<br />

7<br />

Kadın dergilerinin künyeleri ve hangi kütüphanede nasıl bulunacağına ilişkin olarak bkz. İstanbul<br />

Kütüphanelerindeki Eski Harfli Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası, Haz. Zehra Toska, Serpil<br />

Çakır, Tülay Gençtürk, Sevim Yılmaz, Selmin Kurç, Gökçen Art, Aynur Demirbilek, Kadın<br />

Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Yayınları: 5, Metis Yayınları, İstanbul, 1993<br />

8<br />

Mehasin: Müdür: Asaf Muammer, Muharrir ve Mürettep: Mehmet Rauf


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 57<br />

Mehasin dergisinin şöyle bir özelliği daha vardır ki dergide promosyonların,<br />

piyango çekilişlerinin ve kuponların olmasıdır. Elişi, güzellik ve çocuk müsabakalarını da<br />

bünyesinde barındırmasıyla dikkate değerdir.<br />

Ulviye Mevlan ve Rıfat Mevlan’ ın ayrı ayrı çıkardıkları Kadınlar Dünyası ve<br />

Erkekler Dünyası dergilerinin yayın amaçları diğer kadın dergilerinden farklıdır. “Biz<br />

dünyada yalnız bir “İnsanlar Dünyası” görmek isteriz. Bunun için de kadın, erkek bir<br />

seviyede olması, herbir umur ve hususda müşterek bulunması iktizā eder. İşte bu<br />

maksadın temini için bütün kuvvetimizle çalışacağız.Ümid ederiz ki tabaka-, münevvere;<br />

gençlik bize daima müzahir bulunacaktır.” 9 sözleriyle kadın ve erkeğin ayrım<br />

yapılmadan takrib edilerek “İnsanlar Dünyası” oluşturma hedefindeydiler.<br />

Bu bağlamda Erkekler Dünyası’ nın kapağındaki “sayfamız kadınlığın kadr ü kıymetini<br />

ilim ve fen ve edebin ulviyetini takdir eden münevver Osmanlı gençleri āsārına<br />

küşadedir” şeklindeki ibare olması gereken kadın – erkek eşitliğine değinmiştir.<br />

Kadınlar Dünyası diğer dergilerden farklı olarak feminizmi taklit değil kendi<br />

‘kadın’ hareketini tamamlayan bir yazılı unsur olarak görmüşlerdir. Akabinde hemen<br />

belirtmek gerekir ki Genç Kadın dergisi feminizmi Avrupa kökenli olduğu gerekçesiyle<br />

reddetmiştir.<br />

“Kadını hayatın başlıca iki sahnesinde görüyoruz. Biri aile hayatı, diğeri umumi<br />

hayat. Kadın bu iki sahnede de muvaffak olmak için muavenata ve rehbere muhtacdır. İyi<br />

bir aile kadını, evini düzüp süsleyebilmesini, sevimli bir yuva haline koymasını bilmeli,<br />

evinin idaresini yabancı ellere vermemeli, icabında mutfağa girip akşam yemeğini<br />

hazırlayabilmelidir.” 10 izahı ile yayına başlayan İnci dergisi kadın ruhunu yükseltecek<br />

güzel ve nezih eserler paylaşmayı hedeflemiştir.<br />

Kadın matbuatında sahibi veya yazı kadrosu kadınlardan oluşan dergiler ile<br />

çoğunluğu erkeklerden oluşan dergiler arasında farklar mevcuttur. Misal vermek<br />

gerekirse Şükūfezar, Kadınlar Dünyası ve Diyane dergilerinin sahibi ve yazı kadrosu<br />

kadınlardan oluştuğu için hem kadına hem de onun düşüncelerine değer veren dergilerdi.<br />

Erkek imzalı dergilerde ise durum şöyledir, kadınlar erkeklerin penceresinden<br />

biçimlendirilmiş, kadınlara ‘kadınlık’ rolleri biçilmişti.<br />

Osmanlı toplumunda kadın, kendine biçilen rollerini aşmak, rolleri aşarak var<br />

olmak ve toplumda gözükme ihtiyacını karşılamak maksadıyla basılı yayına<br />

başvurmuştur lākin kadınlar bu ‘varoluş’ sürecini sadece basın-yayın yoluyla<br />

gerçekleştirmemişlerdir; kadın dernekleri açılarak bu hareketin pratikteki karşılığı<br />

bulunmaya çalışılmıştır. Yardım, kadının geçim sorununa çözüm oluşturma, ülke<br />

sorunlarına çözüm bulma, siyasal ve sosyal amaçlı dernekler açılmıştır. Kadınlar arasında<br />

kenetlenmeyi arttıracak bu<br />

9<br />

“İki Söz”, “Erkekler Dünyası”, 6 Kanun-i Sani 1335, no: 1, s. 3.<br />

10<br />

İnci, “ İnci’ yi Neden Çıkarıyoruz?”, Şubat 1335, no: 1, s.2.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 58<br />

dernekler dönemin entelektüel kadınları ışığında varlıklarını sürdürmüştür. Bu bağlamda<br />

incelemeye değer gördüğüm tarihçi, hukukçu, devlet adamı ve bilim insanı olan A.<br />

Cevdet Paşa’ nın kızları Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım’ dır.<br />

Yazarlık serüvenine George Ohnet’ tin Volente isimli romanını ‘Meram’ adıyla<br />

bir çeviri ile başlayan Fatma Aliye Hanım bu çeviriyi ‘Bir Hanım’ mahlasıyla yayınlar.<br />

Yazılarını yazdığı sürece birçok sıkıntıyla karşılaşan Fatma Aliye Hanım, dönemin<br />

sosyo-ekonomik ve dahi edebi çevrelerine ışık tutacak şu cümlesi önem arz etmektedir.<br />

“Benim ayrı odam olduğu gibi yazı masam, kitap dolabım bile var idi.”<br />

Beş roman sahibi bu Osmanlı hanımı, eğitim ve bilhassa çocukların eğitimi<br />

konusunda düşünmüş bu doğrultuda da yazılar yazmıştır. Romanlarının temi olan kadın<br />

sorununa bakılırken hakim olan söylemin ne olduğu ve nasıl olduğu incelenmelidir. Bu<br />

noktada Osmanlı kadın hareketinden bahsederken kullanılan dile, feminist jargonun ifade<br />

etmek istediği anlamların Osmanlı kadın hareketinde bir karşılığı olup olmadığına dikkat<br />

etmek gerekir. Bu durumda Mübeccel Kızıltan’ ın “Öncü Bir Kadın Yazar: Fatma Aliye<br />

Hanım” başlıklı makalesinin hemen ilk paragrafında Fatma Aliye Hanım’ ın Osmanlı’ da<br />

feminizmin öncülüğünü yaptığına dair hükmü tartışılmalıdır. Çünkü “feminizm”den<br />

Osmanlı kadınlarının ne anladığı ve bu kavramı nasıl yerleştirdikleri birer tartışma<br />

konusudur. 11 Zirā sadece kadın sorununu ele alması onun feminist bir yazar olduğunu<br />

söylemek için yeterli değildir. Onun belli eserleri üzerinden hareketle kendisini “öncü<br />

feministler” arasında ananlar (Kızıltan, Paker) , Fatma Aliye Hanım, makalelerinde<br />

“feminizm” konsundaki düşüncelerini dikkate almalı ve romanlarında bu iddiayı<br />

destekleyecek deliller gösterilmelidir.<br />

Türk modernleşmesinin sembolü haline gelen, kadın meselesi üzerine düşünen,<br />

düşündüklerini roman ve çeşitli makalelerinde dile getiren öncü bir isimdir. O tıpkı<br />

babası Ahmed Cevdet Paşa gibi geleneklere bağlı, İslamcı bir düşünceyle kadınlık<br />

meselesini sorgular. “Reformcu bir İslam düşünürü ve hukukçusu olan babası Cevdet<br />

Paşa tarafından yetiştirlen Fatma Aliye bazı kaynaklarda ‘İslamcı’ olarak<br />

değerlendiriliyor. Bu savın en görünür nedeni Aliye’ nin ürettiği “İslam kadını”<br />

kavramıdır. Fatma Aliye, İslam medeniyeti ile Batı uygarlığı arasında kadınlığa ilişkin<br />

eleyici seçim ve tartışmalara bir yanıt olarak ‘İslam kadını’ referans çerçevesini<br />

oluşturdu. 12 Bu çerçevede Fatma Aliye’ nin üzerinde yoğunlaştığı konu kadın-erkek<br />

eşitliğidir. “Şu satırları kadınlığı müdafaa fikriyle dahi yazmıyorum. Zirā bu bağlamda<br />

mesail-i insaniyede ācizelerince kadın ve erkeğin farkı olamaz. Hepsi insandır.”<br />

Sözleriyle kadın-erkek ilişkilerindeki eşitliğe dikkat çeker.<br />

Fatma Aliye Hanım’ ın 1909 tarihli “İlim ve Cehl” makalesinden şu parça onun<br />

kadın hareketi ve feminizm anlayışını özetler niteliktedir. “Malumdur ki milel-i<br />

11<br />

Firdevs Canbaz, Fatma Aliye Hanım’ ın Romanlarında Kadın Sorunu, Bilkent Üniversitesi<br />

Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 12.<br />

12<br />

Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılap, İstanbul: Metis, 2003, s. 48


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 59<br />

mütemeddine ve mütarakkide ‘ feminizmi’ iddia ve efkārca farklı kısımları muhtevidir.<br />

Lākin tarik-i mesaide el ele vermiş olan bu milyonlarca gayretverler yekvücut gibidirler.<br />

Bunların ifretperveran kısmının metalib ve arzuları kadını mesud edeceği fikrinde değiliz!<br />

Feministler kazanmakta oldukları hukuka topla, tüfenkle nāil olmadılar. Bu vecihle<br />

kadınlar kılıçla, mermi ile yaralanmadılar. Kendilerinin nısf-ı diğerleri olan erkeklerden<br />

muhalefette bulunanların irad eyledikleri itirazat ile kalplerinde manevi yaralar açıldı.<br />

Artık teehhüle rağbet etmeyen nisvan çoğalmaya başladı. 13 Fatma Aliye’ nin feminizm<br />

anlayışında kadınların giderek mutsuzluğa erişeceğini düşünmekle beraber erkekleri de<br />

bu noktada kadınları yaralayan unsur olarak görmüştür.<br />

Kız kardeşi Fatma Aliye Hanım’ dan farklı olarak Emine Semiye Hanım<br />

dergicilikten daha ziyade katıldığı derneklerle adını duyurmuştur. Bu bağlamda 1898’ de<br />

Selanik’ te onun kurduğu “Şefkat-İ Nisvan” 14 ve 1908’ de kurulan “Osmanlı Kadınları<br />

Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi” derneği birçok kadına ve çocuğa yardım amacıyla kurulmuş<br />

derneklerdir. Dernek hakkında Kadın dergisinde şu açıklamayı yapmıştır: “Yetim ve<br />

biçarelere kol uzatan sefaleti saadete, cehaleti irfan ve kemalata kalb etmeğe çalışan ve<br />

milleti millet demek için kadınlığı ihyaya bezl-i himemat eyleyen (çalışan) cemiyet-i<br />

hayriye-i nisvaniyeden Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi mükerreren ve<br />

kemal-i iftihar ile arz ve ilan eylediğimi vech üzere ve sa’y ve iktidarı dahilinde her<br />

vesile-i hayriyeden istifade etdiği gibi bütün erbab-ı şefkat ü hamiyet Osmanlı hanımları<br />

dahi bilātelkin bu erbabı tezyif ve ihzar eylemek için yekdiğeriyle müsabaka edercesine<br />

izhar-ı lutf ve muavenet buyuruyorlar.” 15<br />

Derneklerin menşei olarak sadece Selanik ile sınırlı kalmamıştır, Edirne’ de<br />

“Hizmet-i Nisvan” adıyla bir dernek kurmuştur. 10 müslüman, 6 gayrimüslim kadından<br />

oluşan derneğin tanıtımı Kadın dergisinde yapılmıştır. 16<br />

Dernekleşme / kurumsallaşma çabaları siyasi partilerce de sürdürülmekteydi.<br />

Örneğin İttihat Terakki Cemiyeti’ nin Selanik’ teki Kadınlar Şubesi başkan yardımcısı<br />

olarak Emine Semiye, II. Meşrutiyet’ in ilanı üzerine Hürriyet Meydanı’ nda “yaşasın<br />

vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet” diye seslenerek coşkulu bir nutuk vermişti. 17<br />

Bu derneklerin yardım amaçları vardır. Aynı zamanda II. Meşrutiyet ile beraber<br />

bu dernekler yardımın ötesinde kadının eğitilmesi, iş yeri açması ve geçim sorununa<br />

çözüm aramıştır. Emine Semiye’ nin entelektüel birikimiyle derneklerin kurumsallaşma<br />

ve yaygınlaşma çabaları daha başarılı olmuştur. Bu bağlamda Emine Semiye Hanım,<br />

Fatma Aliye Hanım’ dan farklı bir ‘kadın hareketi’ anlayışına sahiptir.<br />

13<br />

Fatma Aliye, “ilim ve Cehl”, İnkılab, s. 7., 18 Şaban 1327, 22 Ağustos 1325, s. 98.<br />

14<br />

Şefkat-i Nisvan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Emine Semiye, “Şefkat-i Nisvan”, HMG, 30<br />

Nisan 1314/ 20 Zilhicce 1315, no 160, s. 1-2.<br />

15<br />

“Osmanlı Kadınları Şefkar Cemiyeti Hayriyesi ve Nadire Hanımefendi’ nin Bir Eser-i Güzide<br />

Hamiyetleri” , Kadın, 26 Kanun- i Sani 1324, no: 16, s.11-12.<br />

16<br />

Dernek Emine Semiye tarafından Kadın dergisine gönderilen bir yazıyla tanıtılmıştı. Emine<br />

Semiye, “Kadın Mecmuası Muhteremesine Edirne’ den” , Kadın, 8 Kanun-i Evvel 1324, no: 9, s.2<br />

17<br />

Emine Semiye’ nin Nutku’ ndan bahseden yazı için, bkz Sabah gazetesi, 9 Ağustos 1908, no:<br />

6779


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 60<br />

GÖRSEL KAYNAKLAR<br />

Resim 1: Terakki-i Muhadderât


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 61<br />

Resim 2: Vakit


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 62<br />

Resim 3: Âyine


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 63<br />

Resim 4: İnsaniyet<br />

Resim 5: Hanım


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 64


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 65<br />

KİRALIK KONAK, İBRAHİM EFENDİ KONAĞI, HÜRRİYET APARTMANI<br />

VE AHŞAP KONAK ESERLERİNDE MEKAN ALGISI OLARAK KONAK<br />

ÖZET<br />

Güloya BERKAN *<br />

Bu yazıyı kaleme almamızın temel nedenlerinden biri konak ve apartman bağlamında<br />

yanlış batılılaşmanın toplumu nasıl ayırdığını göstermektir.Tanzimat Fermanıyla<br />

başlayan yeni anayasal düzene geçme süreciyle devam eden, özellikle Fransa gibi<br />

ülkelerin yaşam tarzına pusulamızı batıya çevirerek, entegre olmak yerine bölünmeyi<br />

getirdiği açıktır. Bu sebeplerden dolayı Osmanlılar görünüşlerini,yaşam şekillerini ve<br />

alışkanlıklarını semtlerini değiştirdiler.Yeni muhitlerde ikamet etmeye apartmanlarda<br />

oturmaya başladılar .Ahşap konaklar ve eski semtlerin yerine buralarda yaşadılar. Sonuç<br />

olarak kuşak çatışması toplumun genel bir problemi haline geldi. Kültür şoku geniş çapta<br />

gençleri etkiledi .Bu eserleri bu problemleri göstermek için seçtik.<br />

ANAHTAR KELİMELER: APARTMAN, KONAK, TANZİMAT<br />

PLACE PERCEPTION OF THE MANSION IN MANSION TO BE RENTED<br />

,IBRAHIM EFENDI MANSION,THE INDEPENDENCE APARTMENT AND<br />

THE WOODEN MANSION<br />

ABSTRACT<br />

In this article our main idea is shown by the apartment and wooden mansion seperation<br />

in the community.Constutional period of Ottoman Eempire was tanzimat false<br />

westernization instead integration. Emperial Edict of Reorganization started to make our<br />

compass western world communities such as France. Because of these reasons Ottomans<br />

changed their appreances,habits ,and also places indeed. They started to dwell new places<br />

apartments ,neighborhood rather than old district and wooden mansions. As a result<br />

Generation gap was the main problem of the community and cultural shock effected,all<br />

the teenagers widely.We chose these artworks to show those problems.<br />

KEY WORDS: APARTMENT, MANSION, REORGANIZATION<br />

*<br />

İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 66<br />

Tanzimat’ın ilanıyla Batıyı ‘’kıble’’ haline getiren Osmanlı Toplumu giyimden<br />

kuşama kendisini değiştirirken yaşadığı mekanı da batıya uydurmayı ihmal etmemiştir.<br />

‘’Apartmana çıkmak’’ deyimi yeni moda olmuş Nişantaşı, Şişli, Beyoğlu gibi semtlerin<br />

değeri günümüzün tabiriyle trendi artmıştır.<br />

Yaşadığı semti değiştirmeye kendisini oluşturulan yeni topluma uyarlamaya<br />

çalışanlar konakları beğenmemişlerdir. Konaklar metruklaşmaya başlamıştır. Perili Köşk,<br />

perili konak kavramları bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Apartmanlar birbirinden habersiz<br />

insanları çok katlı çok katmanlı bir yaşama itmiştir. Gelir durumları iyi olanlar daha<br />

büyük dairelere ve daha üst katlara rağbet ederken gelir durumları düşük olanlar ise alt<br />

katları ve küçük daireleri tercih etmişlerdir.<br />

Her dairenin kendisine ait mutfağı ve tuvaletinin olması da apartmana özgüdür.<br />

Bu da ilk defa ülkemizde apartman dairesinde görülmüştür. Ahşap konaklarda tahtadan<br />

olan iç ve dış mimari yerini apartmanlarda betonarmeye bırakmıştır.<br />

Konaklar Osmanlı’da kültür sanat kurumuydular. Konak sahipleri ehl-i sanayi<br />

insanları sohbet yoluyla tanırlar. Haftanın belirli günlerinde toplanıp eskinin ve yeninin<br />

eli kalem tutarları bir araya gelirlerdi. İlmi ve entelektüel seviyesi yüksek her yaşta insan<br />

bir araya gelirdi ve birbirlerinden feyiz alırlardı.<br />

Bu duruma benzer bir olayda Avrupa’da yaşanmıştır. Avrupa’da burjuva aileleri,<br />

saray sahipleri sanatçıları himayelerine alarak, entelektüel birikimi yüksek sanatçılar için<br />

resepsiyonlar düzenleyerek onlara maddeten yardım ederek onların iyi yapıtlar ortaya<br />

koymalarını desteklemişlerdir. Bu da beraberinde Rönesans’ı getirmiştir.<br />

Konaklar bu misyonunu günümüzde de yerine getirebilseydi. Hiç şüphesiz<br />

kültürel seviyemiz daha ilerde olabilirdi. Tanzimat ’dan gelen bu kopmanın etkileri hala<br />

devam etmektedir.<br />

Tanzimat ile başlayan çözülme ile kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen<br />

sadece kendisi için yaşayan bencil bir nesil gelmiştir. Aile kurumunu tamamen yok sayan<br />

yaşadığı mekanda kendisinden başka hiçbir canlıya tahammülü olmayan bir nesildir bu.<br />

Konaklardaki aile ya da komşuların da aileden sayılması hatta yaşanılan mahallenin geniş<br />

bir aile olması gerçeğine ters bir nesildir. Apartman işte böyle bir neslin yaşayacağı bir<br />

mekandır. Bu nesil konak nesli gibi misafirperver değildir. Eve misafir kabul etmek hoş<br />

karşılanmaz.<br />

Osmanlının ananevi yapısıyla alay etmek özellikle ‘’Avrupa görmüş’’ Tanzimat<br />

dönemi gençleri arasında yeni bir düşünce olmuştur. Konaklar kenar mahalleleri kenar<br />

mahalledeki semtleri temsil ederken, apartmanların olduğu semtler ise yeni bir mekan<br />

yeni bir kültür oluşturarak müdavimlerini batılı düşünceyi bir nevi practise etme üzerine<br />

kurmuşlardır. Artık sevgililer Sadabat’a Göksu’ya gitmek yerine Pera ’da beş<br />

çayına,dansa,foxtrota,baloya,kulübe gidiyor, apartmanlarda doğum günü partileri,kumar<br />

partileri veriliyor yeni bir kültür rüzgarı batıdan esiyordu.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 67<br />

Evililik ,aile ve çocuk fikrine ise iyi bakılmıyor. Ailelerde duygusal çalkantılar<br />

meydana geliyor, aldatılma ve aldatma hoş görülüyor. Evlilik fikri yerine bir apartman<br />

dairesi tutarak beraber yaşama fikrine daha sıcak bakılıyor. Bu konulardaki rezaletler -<br />

alıyor yürüyor- batının da önüne geçiyordu. Aile kutsallığını kaybediyordu.<br />

Konaklar elden üç beş kuruşa sembolik ücretlerle çıkıyor, kimileri ise fakirlere<br />

yuva oluyordu. Köyden kente göçen ya da yeni evlenmiş ev tutmaya gücü olmayan<br />

ailelere her oda kiraya veriliyordu. Kimileri de bakımsızlıktan yıkılıyordu. Yıkılan<br />

konağın yerini göğü delen apartmanlar alıyor, müteahhitler şehrin yeni zenginleri<br />

konumuna geliyordu.<br />

Böyle bir durumda yazarlar yeni bir panorama çiziyorlardı. İlk önce bu konu ile<br />

ilgili dikkati ismiyle müsemma Kiralık Konak çekmiştir. Kiralık Konak romanının<br />

karakterleri üç nesildir. Naim Efendi,Servet Bey ve Seniha. Seniha’nın yolu,yolu Faik’in<br />

hedefi ancak dul bir kadın bulup onunla zengin hayatı yaşamak isteyen züppe Faik Bey<br />

ile kesişir. Seniha Avrupa’da yaşamak istemektedir. Konakta Seniha’nın canı sıkılır.<br />

Konak sanki onu boğmaktadır, Seniha gezmelere gider.<br />

Pazartesi toplantıları batılı dünyaya açılan bir kapıdır. Kimse Naim Efendiyi<br />

dinlemez. Konakta hiçbir hükmü yoktur.<br />

Konak onun mabedidir kendisi de Osmanlı da o konak gibidir. Yıkılmaya<br />

mahkum bırakılmışlardır. Konak da en sonunda kiraya verilir, Naim Efendi gibi o da bu<br />

dünyada emanettir.<br />

İbrahim Efendi Konağında da yani Samiha Ayverdi’YVERDİ’nin masterpiece ya<br />

da opus magnum eserinde de hem mekanın hem de insanın gözden düşmesi bir nevi<br />

itibarsızlaşması da mevzubahistir.İbrahim Efendi’nin servetine konmak için onu ölüme<br />

terk edercesine ona muamele etmişlerdir.İki kız kardeşin sefahat hayatından<br />

gecekondulara uzanan hayatı düşen burjuvanın bir ifadesidir.<br />

Gözden düşmek ayakların baş olması yani konak kahyasının türlü oyunlarla<br />

konağı satın alması da bu işlerin üzerine tuz biber eker.Dünün emir alanı, konağı alarak<br />

emir verir hale gelmiş hatta eski efendilerini kovma yetkisini de kazanmış bunu fevkalade<br />

bir biçimde kullanmıştır.Köklü bir aile daha ortadan kalkmış,yılların emeği kuşaktan<br />

kuşağa aktarılan mirastan elde sıfır kalmıştır.<br />

Hürriyet Apartmanı piyesi bin dokuz yüz kırklarda Sedat Simavi kaleme<br />

alınmış,dört perdelik piyeste konak sahibi Arif paşanın damadının türlü dalaverelerle<br />

konağın satılmasını ve mirasa konmanın planlarını yapan damat bey eşiyle de zorla eşini<br />

ilk aşkından ayrırarak evlenmiştir.Kendisi de eşini sevmemek de Avrupalı kadınlarla onu<br />

aldatmaktadır.<br />

Paşa konağına kapılanmak, ondan nemalanmak isteyen kendisini damat beyin<br />

emelleri teker teker gerçekleşmektedir.İlk önceleri paşanın sayesinde hem bir mevki<br />

sahibi hem bir yuva sahibi olmak iken değişen düzenle paşa konağı elinden çıkarırır. Bir<br />

apartman yaptırır ama bu apartman yanar gider çünkü hiç kimseye hiçbir makam ve


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 68<br />

düzen baki değildir.Gerçek hürriyet ölümdedir. Paşanın kızı ve sevdiği genç yangında can<br />

verirler rüya biter.<br />

Ahşap Konak piyesinde Necip Fazıl AZIL ütopik bir bakış açısıyla tecessümle üç<br />

nesli konak üzerinden verir. Birinci nesil anneanneler neslidir,ikinci nesil ise anneler yani<br />

jigolo neslidir,üçüncü ise hippi neslidir kız kardeşin mensup olduğu çürümedir. Bunlar<br />

sanki manevi tahtakuruları gibilerdir,ahşap konağı yavaş yavaş içten içe kemirirler.Bu<br />

konak Nişantaşı’nda bir konaktır bu semtin seçilmesi de manidardır.<br />

Toplumun temeli olan aile çözülmüş, bölünmüş yeni düzen eskinin yerini<br />

almış.Anneanneler sanki tavan arasına ya da bodruma atılmış eski eşya gibidir onlar bu<br />

çürümüş kuşakların arasına karışmazlar,melekler gibi ağzı dualı<br />

mahsundurlar.Ömürlerinin nihayet bulmasına az kalmış kendi nesillerinin son<br />

temsilcisidirler.Onlar hazları ile yaşamazlar inandıkları manevi değerlerle yaşarlar.<br />

Belirli bir dönemi işleyen bu roman ve piyesler bizlere bir devri edebi bir yol ile<br />

anlatırken,sosyolojik ve psikolojik çıkmazlarıyla karakterler üzerinden bize dünü ,dünde<br />

yapılan yanlışların bugünde yapılmaması gerektiğini nesillerin yok sayma kültüründen<br />

çıkıp birleştirici ve bütünleştirici olmayı,büyüğü saymayı küçüğü sevmeyi<br />

göstermektedir. Ancak bu şekilde bölünmez ve çürümeyiz.Bize ait olanları çok kolay<br />

kazanmadık ama çok kolay harcıyoruz.Bunu bilsek bu bile yeter bizlere.<br />

KAYNAKÇA<br />

AYVERDİ, S. (2012). İBRAHİM EFENDİ KONAĞI. İSTANBUL: KUBBEALTI<br />

YAYINCILIK.<br />

BACHELARD, G. (2014). MEKANIN POETİKASI. (A. TÜMERTEKİN, Çev.)<br />

ISTANBUL: İTHAKİ YAYINLARI.<br />

DERE, M. (2014, SONBAHAR). TÜRK ROMANINDA İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜ<br />

VE ÇÖKÜŞÜN SEMBOLÜ OLARAK KONAK VE I. CİHAN HARBİNİN BU ÇÖKÜŞE<br />

ETKİLERİ. MARMARA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI, 1(2 SONBAHAR), 177-188.<br />

KARAOSMANOĞLU, Y. K. (2004). KİRALIK KONAK. istanbul: iletişim yay.<br />

KISAKUREK, N. F. (2000). AHŞAP KONAK. ANKARA: BÜYÜK DOĞU YAYINLARI.<br />

SİMAVİ, S. (1940). HÜRRİYET APARTMANI. İSTANBUL : YEDİGÜN NEŞRİYAT.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 69<br />

AHMET HAMDİ TANPINAR'IN HUZUR'U<br />

Edanur SANCAK *<br />

ÖZET<br />

Huzur sadece bir aşk romanı değildir.Adeta aşkın etrafında; felsefenin, musikinin,<br />

mimarinin de derinlemesine işlendiği bir romandır. Tanpınar'ın mistik ruhu romana<br />

aksettirilmiştir.Ahmet Hamdi Tanpınar musiki hayranıdır.Huzur romanında kahraman<br />

Mümtaz da musikiye düşkünlüğü ile anlatılmaktadır.Nuran ve Mümtaz Alaturka Musikisi<br />

hayranıdır.Tanpınar,Huzur romanında geçmişe dönüşü Mümtaz ve İstanbul ile<br />

sağlamıştır. Romana bu yönden bakıldığında devreye tarih ve mimari girmektedir.<br />

Tanpınar'ın geçmişe,geleceğe dair fikri,hayali,düşüncesi İstanbul ile aksettirilmiştir<br />

ANAHTAR KELİMELER: HUZUR, FELSEFE, MUSİKİ, MİMARİ, İSTANBUL<br />

A MIND AT PEACE OF TANPINAR<br />

ABSTRACT<br />

A mind at peace not only a romance but also this novel includes<br />

philosophy,music,arcitecture inner side and encircles with love profoundly. Tanpinar’s<br />

mistic soul reflected to the book.A mind at peace’s protogonist Mumtaz is keen on Music<br />

like Tanpınar.Mumtaz and Nuran like alaturca music very much. On the other hand<br />

Tanpinar used to his novel characters back past such as Mumtaz .Besides Tanpınar used<br />

to Istanbul and History for supportting his characters’ base. Tanpinar reflected his future<br />

and past idea,dream and thoughts to Istanbul.<br />

KEY WORDS: A MIND AT PEACE, PHILOSOPHY, MUSIC, ISTANBUL<br />

*<br />

İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 70<br />

Huzur sadece bir aşk romanı değildir.Adeta aşkın etrafında; felsefenin, musikinin,<br />

mimarinin de derinlemesine işlendiği bir romandır. Huzur başlı başına bir kültür<br />

romanıdır.Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur'da Mümtaz'dır. Mümtaz'ın çocukluğu, gençliği,<br />

yaşadıkları hatta aşkı bile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hayatıyla aynıdır. Ahmet Hamdi<br />

Tanpınar'ın hayat tecrübeleri yer almaktadır. Bunun için Huzur romanındaki duygu,<br />

düşünce, hayaller, zevkler Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ta kendisidir. Romanda İhsan ise<br />

Yahya Kemal'dir. Mümtaz İhsan'ın düşünce dünyası etkisindedir.Tanpınar'ın Yahya<br />

Kemal'in etkisinde olması gibidir.<br />

''İşte bir adam ki Tab'i Mustafa Efendi ve Dede'yi tanımadan Baudelaire ve<br />

Yahya Kemal'e hayran olmadan sevebiliyordu. Aralarındaki fark Mümtaz'ın sevgilisini<br />

bir yığın tecridin arasından görmesiydi.''<br />

''Baudelaire'de kendisini buldu. Bunu da az çok İhsan'a borçluydu. İhsan sanatkar<br />

değildi. Yaratıcı tarafı tarihe ve iktisada doğru gitmişti.Fakat sanattan,bilhassa şiir ve<br />

şiirden iyi anlıyordu...''<br />

Romanın asli kahramanı Mümtaz'ın düşünce dünyası,fikri,yaşadıkları karşısında<br />

tutumu,aşk yaşadığı Nuran'la gezdiği semtler dahi romanın genelinde kültür addedilir.<br />

Mümtaz'ın yaşadıkları,arayışlara girmesi romana felsefi boyut kazandırır. Mümtaz'da<br />

ölüm hayatın acılarından kurtulmak olarak değerlendirilir. Romanda bu da felsefi bir<br />

görüş niteliğindedir.<br />

''Fakat Mümtaz artık gündelik işleriyle içindeki tanrı düşüncesini karıştırmak<br />

istemiyordu. O insanda yıpranmamış, sağlam her türlü tecrübeden uzak,yalnız hayata<br />

dayanmak için kuvvet veren bir menba gibi durmalıydı.''<br />

İhsan ve Mümtaz'ın konuşmalarından felsefi-metafizik sonuçlar çıkartılmaktadır.<br />

Mümtaz ve Nuran'ın bir konuşmasında ise 'Vahdet-i vücud' felsefesi yansıtılır.Tanpınar'ın<br />

mistik ruhu romana aksettirilmiştir. Mehmet Kaplan ''Tıpkı Tanpınar da olduğu gibi<br />

Mümtaz da Tanrı'sını kaybetmiş fakat ona daima hasret mistik ruh vardır''<br />

Mümtaz'ın İhsan'la bir sohbetinde felsefi düşünceler yer alır.Bu düşünceler<br />

Yunus Emre ve Mevlana etkisindedir.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar musiki hayranıdır. Huzur romanında kahraman Mümtaz<br />

da musikiye düşkünlüğü ile anlatılmaktadır. Nuran ve Mümtaz Alaturka Musikisi<br />

hayranıdır.Mümtaz musikiyi adeta eski şiirimize benzetir. Nuran'ın ailesinden gelen<br />

musiki zevki Mümtaz'la aşklarına da etki etmektedir.Huzur romanında musikiye dair pek<br />

çok eserde yansıtılır. Tanpınar Klasik Türk Musikisne olan yakınlığı ve bilgisini Mümtaz<br />

ile aktarmıştır. Huzur'da Batı müziğide yer alır ancak Nuran'la olan yakınlığında Klasik<br />

Türk Musikisi ön plandadır. Romanda Mümtaz'ın Dede Efendi'nin Rast eserine yorumu<br />

ile Tanpınar'ın bilgisine ışık tutmaktadır.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 71<br />

''Mümtaz birdenbire Fra Flippo Lippi'nin ''Güller içinde Çocuk İsa'' tablosunu<br />

andıran bir kainat içinde kaldı.Sanki ferahfezanın o hasret kasırgasında savurduğu bütün<br />

güller bu eski ilahide toplanmıştı:<br />

Gülden kurulmuş bir pazar<br />

Gül alırlar,gül satarlar<br />

Gülden terazi tutarlar<br />

Alanlar gül,satanlar gül...<br />

Tanpınar,Huzur romanında geçmişe dönüşü Mümtaz ve İstanbul ile sağlamıştır.<br />

Romana bu yönden bakıldığında devreye tarih ve mimari girmektedir. Tanpınar'ın<br />

geçmişe,geleceğe dair fikri,hayali,düşüncesi İstanbul ile aksettirilmiştir. Huzur romanında<br />

mekan başlı başına İstanbul'dur. Tanpınar Mümtaz'a İstanbul'un tarihi mekanlarını<br />

gezdirir ve Mümtaz'ın Osmanlı mimarisi karşısında hislerini, fikirlerini ele almış,<br />

yansıtmıştır. İstanbul seksen iki semtiyle Huzur romanındadır. Mümtaz için İstanbul milli<br />

maziye kendi mazisine dönüştür. Mümtaz ve Nuran'ın gezdiği tarihi semtlerde mimari<br />

işlenerek Tanpınar tarihi bilgisini de aksettirmiştir. Tanpınar İstanbul'daki tarihi semtler,<br />

tarihi camiler, hanlar, çarşılar ile Türklüğün mazisine kapı açarak mimari ve tarihi<br />

birleştirerek yansıtmıştır.<br />

''Nuran bilhassa cami ve onun akşam saatlerinedeki loşluğunu seviyordu. Mermer<br />

ve yaldız süslerin arasındaki kilim motifi ile işlenmiş saçaklara bayılıyordu.''<br />

'' - İstanbul,İstanbul diyordu.İstanbul'u tanımadıkça kendimizi bulamayız.Şimdi bütün o<br />

fakir halka,yıkılmaya yüz tutmuş evlerle kardeş olmuştu.Sultantepe'yi adeta humma<br />

içinde dolaşmıştı.''<br />

Kaynakça:<br />

Bir Şairin Romanı: Mehmet Kaplan<br />

Huzur'un İstnbul'u :Birol Emil<br />

Bir musiki Sevdalısı yazar; Ahmet Hamdi Tanpınar: Salih Zeki Çavdaroğlu<br />

Bir aşk romanı Huzur: Yrd.Doç.Dr. Bilal Kırımlı<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergah Yayınları, 23.baskı 2014


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 72<br />

ESKİ EDEBİYATIMIZ VE RAMAZAN<br />

Eyüp Ferhat SORAN *<br />

ÖZET<br />

İlk öncelikle bu mübarek aya ulaşmanın fazileti içerisindeyiz ve bu ayın kıymetini<br />

geçmişten bu yana takip ediyoruz Müslümanlıkla yoğrulan bu ülkemizin her alanında<br />

edebiyatı hayatımıza geçirmişizdir.Bu yazımda Ramazan ayı ve Eski Türk Edebiyatımıza<br />

yansıyan şiirleri inceledik Muazzam şiirlerin olduğu bu Metin'de Eski Zaman'larda<br />

Ramazan ayına verilen değeri daha anlamaktayız Bu yazımda emeği geçen arkadaşlarıma<br />

teşekkürü bir borç bilirim. Teşekkürlerimle<br />

ANAHTAR KELİMELER: ESKİ EDEBİYAT, RAMAZAN VE ESKİ EDEBİYAT, ŞİİR<br />

THE RAMADAN MONTH IN OUR OLD LITERATURE<br />

ABSTRACT<br />

First of all we so glad to reach this Holy month.We have been following up from past to<br />

present holy and valuable month. virtually. We have been kneading with Islam and our<br />

literature includes every field of our country and our life. In this article we analyzed<br />

Ramadan month,Ancient Turkish literature which reflects our poets.In context these<br />

masterpiece poems show us how they saw valuable for people old era ramadans as we<br />

understood. Lastly I would like to pay tribute for my friends who have exerciton for the<br />

article. I appreciated it.<br />

KEY WORDS:OLD LITERATURE, RAMADAN AND OLD LITERATURE, POEMS.<br />

*<br />

Harran Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 73<br />

Eski edebiyatımız çoğu zaman halktan ve yaşanan hayattan kopuk bir edebiyat<br />

olarak eleştiri konusu yapılır. Bu tezi savunanlara göre yaygın adıyla Divan Edebiyatı<br />

saray, köşk ve kasırların edebiyatıdır. Bir avuç tuzu kuru insanların uğraştıkları bir<br />

edebiyattır. Bu edebiyatın içinde, hayatın gerçekleri yoktur bu iddiayı dile getirenlere<br />

göre. Bundan dolayıdır ki adına Yüksek Zümre ya da Enderun edebiyatı da<br />

denilmektedir.<br />

Edebiyatla uğraşanlar bilirler ki, bir şair veya müellif, şuurlu olarak yahut<br />

farkında olmadan, yazdığı şiir veya yazının satır aralarında inancına, dünya görüşüne ve<br />

yaşadığı hayata dair çeşitli ipuçları verir.<br />

Konu altı asırlık bir edebiyat olunca durum daha da farklılaşır. Eski edebiyatımız<br />

söylenenin aksine hayatın içinde ve hayata yön veren bir edebiyattır. Bu durumu, edebî<br />

türlere baktığımızda daha da rahat görebiliriz. Bu millet dinini, inancını, Allah'ını ve<br />

peygamberini Divan edebiyatının eserlerinden öğrenmiştir. Esmâü'l-hüsnâlar, tevhid ve<br />

münacâtlarla yüce yaratıcısıyla ilgili bilgilere, siyerler, mevlidler, hilyelerle<br />

peygamberine ait malumata vâkıf olmuştur. Yine bu edebiyata ait olan kısas-ı enbiya,<br />

gazavatnâme türleriyle İslam ve Türk tarihine ait bilgiler edinmiştir. Pendnâmelerle<br />

İslam'ın bir mü'minden istediği ahlakî güzellikleri bir hayat tarzı haline getirmiştir.<br />

Velhasıl bu edebiyat tamamıyla hayatın içinden doğan ve halkın hayatına yön veren bir<br />

edebiyattır.<br />

Biz bu yazımızda hayattan bir kesiti veren ramazaniyeler üzerinde duracağız.<br />

Divan edebiyatı şâirlerinin Ramazan ayının gelişini tebrik için yazdıkları şiirlere<br />

ramazaniya adı verilmektedir. Bu şiirlerde Ramazan ayının özellikleri ve fazîletleri<br />

üzerinde durulurken konu ile ilgili âyet ve hadislerin anlamları zikredilir.<br />

Deyimlerimizden günlük konuşmalarımıza, şiirimizden mûsikîmize kadar<br />

kültürümüzün hemen her alanında Ramazan ayı ve oruçla ilgili unsurlarla karşılaşırız.<br />

Ramazan münâsebetiyle toplum hayatındaki değişmeler oldukça renkli ve bir o kadar da<br />

çeşitlidir.<br />

Bu renklilik ve çeşitlilikle birlikte bu geleneği yaşatan ruh, klâsik şiirimizden<br />

tekke şiirine, mânî, türkü gibi anonim ürünlerden çağdaş edebiyatımıza uzanan kapsamlı<br />

ve geniş bir Ramazan Edebiyatı'nın doğmasına sebep olmuştur.<br />

Ramazan ayı ve oruç tutmanın faziletleriyle ilgili olarak yazılan müstakil eserler<br />

vardır. Mesnevî şârihi Süleyman Nahîfî (ö. 1738)'nin Fazîlet-i Savm isimli mesnevîsi<br />

Devletoğlu Yûsuf'un Kitâbü'l-beyân'ı, Hatiboğlu'nun Bahru'l-Hakâyık'ı, İbrahim<br />

Tennûrî'nin Gülzâr-ı Ma'nevî'si, Nâbî'nin Hayriyye-i Nâbî'si de bu kabil eserlerdendir.<br />

Ramazâniye denilince, bu mübârek ay münâsebetiyle şâirlerin, dönemin pâdişâh,<br />

vezîr ve diğer ileri gelenlerine takdîm ettikleri kasîdeler ilk akla gelendir. Kasîdelerin<br />

nesîb bölümlerinde Ramazan'ın gelişi, fazîletleri, oruçlu insanların davranışları,<br />

Câmilerin kandillerle, mahyalarla süslenişi, iftar ve sahur sofraları, edebî husûsiyet arz<br />

edecek mâhiyette anlatılır. Övülen kişinin üstünlük ve meziyetleri, özellileri Ramazanla


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 74<br />

ilgi kurularak anlatılır. Bu tür kasidelerin Duâ bölümlerinde Ramazan, Kadir Gecesi ve<br />

Ramazan Bayramıyla ilgili çeşitli kavramların çağrışımlarından faydalanılır.<br />

Kaside nazım şekliyle yazılan Ramazâniye'lerin en tanınmışı Öziçeli Sâbit<br />

(v.1712)'in Baltacı Mehmed Paşa'ya sunduğu kasîdedir. Bundan başka Sürûrî (v. 1814),<br />

Kâmî (v.1724), Nedîm (v. 1730), Arpa Emîni-zâde Sâmî (v. 1732), Seyyid Vehbî (v.<br />

1736), Süleyman Nahîfî, Sünbülzâde Vehbî (v. 1809), Koca Râğıb Paşa (v. 1763),<br />

Haşmet (v. 1768), Vâsıf (v. 1824), Leylâ Hanım (v. 1936) ve edebiyatımızda en çok<br />

Ramazâniye yazan Enderunlu Fâzıl (v. 1810)'ın kasîdeleri, türün kasîde şekliyle verilmiş<br />

önemli örnekleridir.<br />

Kaside tarzında yazılmış olan Ramazâniye'lerin dışında, diğer nazım şekilleriyle<br />

yazılan Ramazan konulu şiirlerin de mevcut olduğunu biliyoruz. Tâcîzâde Ca'fer Çelebi<br />

(ö. 1514), Fuzûlî (ö. 1556), Zâtî (ö. 1546) ve Bağdadlı Rûhî (ö.1605)'in yazdıkları<br />

Ramazan konulu gazelleri bulunmaktadır. Zâtî'nin, aynı çerçeveye dâhil edebileceğimiz,<br />

bir de Kadir Gecesi'ne âit gazeli vardır. Gazel olarak doğrudan Ramazanla ilgili tek örnek<br />

diyebileceğimiz Koca Râğıb Paşa'nın İftâriyesi'dir.<br />

Eski edebiyatın hakim olduğu Osmanlı toplumunda oruç, şairin dilinde kimi<br />

zaman bir güzele, kimi zaman da zâbıta memûruna, gece bekçisine benzetirler.<br />

Bilindiği gibi, Ramazan ayı, hilâlin görünmesiyle başlar. Eskiden Şaban ayının<br />

son günlerinde Kadı tarafından görevlendirilen kişiler, özellikle yerleşim birimlerinde<br />

yüksek yerlerden hilâli gözetler, hilâli görünce de Kadıya haber verir. Kadı da hilâlin<br />

görüldüğünü, dolayısıyla Ramazan'ın başlayacağını halka ilân ederdi. Bunun için de<br />

toplar atılır, kandiller ve mahyalar yakılırdı. Hava şartlarından dolayı hilâlin görülmediği<br />

zamanlarda Şaban ayı 30 gün olarak hesap edilmesi gerektiğinden, otuzuncu güne şüpheli<br />

gün anlamına (yevm-i şek) denilir. Bu şüpheli günde tiryakilerin, sadece oruç tutan<br />

Ramazan sofularının ve diğer insanların tutum ve davranışları Divan şâirlerinin<br />

vazgeçemedikleri bir alay unsuru olarak Ramazâniyelere yansımıştır. Kâmî bir beytinde<br />

“Yevm-i şektir diyerek yemeğe yumulmaktayken kafadarlar, Ramazan ayının zafer<br />

sancağı birden ortaya çıktı” ifadelerini kullanır:<br />

Yevm-i şek deyü boğaz cengin ederken yârân<br />

Zâhir oldu 'alem-i nusret-i şehr-i ramazân (Kâmî)<br />

Ramazaniyelerde üzerinde en çok durulan konu yevm-i şektir:<br />

Yevm-i şek sohbetine şîre sıkarken yârân<br />

Sık boğaz itdi şahne-i şehr-i ramazân<br />

(Sâbit)


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 75<br />

Baş kaldırmadılar öğleye dek uykudan<br />

Yevm-i şek zevkine hazırlanan ahbâb-ı kirâm<br />

(Nedîm)<br />

Ramazâniyelerde sahur, iftar, imsak, oruç ve bayramla ilgili ifadeler tabiî ve<br />

yoğundur. Şâirler, zaman zaman aşk, ayrılık, vuslat gibi duygularını anlatırken benzetme<br />

unsuru, kimi zaman da sevgili konumunda bir insanmış gibi Ramazan ve oruç<br />

kavramlarını şiirlerinde kullanırlar. Genel olarak şâirler, orucu ayrılığa, bayramı da<br />

vuslata denk görürler.<br />

Osmanlı toplumunda Ramazan ve ardından kutlanan Bayram vesilesiyle<br />

düzenlenen eğlenceler, sohbetler, kandil ve mahyalarla süslenen camiler, önceden<br />

hazırlanmış olan reçeller, şuruplar ve tatlılar, bir coşkunluğun ifadesi olarak edebî<br />

eserlere de yansımıştır. Ramazanda ve kandil gecelerinde minarelerin sanki bir renk<br />

cümbüşü oluşturacak şekilde kandillerle donatılıp süslenmesi, günümüze kadar devam<br />

eden bir gelenektir. Nazîm Yahya (ö. 1727)'nın şu beytindeki ifadesine göre, minareler<br />

sanki nurdan yapılmış sütunlar gibi ışık saçmaktadırlar:<br />

Bir sütûn-ı nûrdur kim her minâre tâ seher<br />

Şu'le-i kandîl-i berk-efşân ile rahşân olur<br />

Ramazan ayı on bir ayın sultanı olduğu gibi, Kadir gecesi de Ramazan'ın<br />

sultanıdır. Çünkü Kur'ân, içinde kadir gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı bir<br />

gecede, Kadir gecesinde nâzil olmaya başlamıştır. Ramazâniyelerde ve diğer kaside ve<br />

gazellerde Kadir gecesi ile ilgili geniş çağrışımlara müsait beyitler bulmak mümkündür.<br />

Nitekim XV. yüzyıl şairlerinden Şeyhî (ö. 1431), bir beytinde Kadir gecesinin bin aydan<br />

daha hayırlı olduğunu şu şekilde ifade eder:<br />

Bu gece kadri bin aydan yeg ise tan mı Hak<br />

Kudret ile şeb-i Kadr etdi mukadder bu gece<br />

Kâmî de, Kadir gecesinde uyanık kalmanın faziletli olduğunu şöyle ifade etmektedir:<br />

Bilelim kadrini savmın gece kâim olalım<br />

Olmaya göz göre kadri gözümüzden pinhân


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 76<br />

Zâtî, “ey zâhid, sen cennete girmek için devamlı oruç tut; Zâtî'nin maksadı ise<br />

sevgiliye kavuşması onun bayramıdır.” diyerek zâhid'e şöyle sataşır:<br />

Dâimâ sen rûzedâr ol zâhidâ firdevs için<br />

Zâtînin maksûdu cânânın visâli 'dir.<br />

Divan şiirinde daha çok günlük hayatın bir parçası, sosyal bir etkinlik veya başka<br />

düşüncenin dînî literatürdeki yansıması olarak ele alınan Ramazan, tekke-tasavvuf<br />

erbâbının şiirlerinde, nüanslarıyla da olsa kendi havasını hissettirir. Tekke-tarikat<br />

mensuplarının özellikle Ramazan ayının güzelliklerini, hikmetlerini dile getirdikleri<br />

İlâhîler ve bu ay vesilesiyle halk şairlerinin söylemiş oldukları şiirler, aynı geleneğin<br />

farklı ton ve üslûplarda uzantısı sayılabilir.<br />

Celvetî tarikatının kurucularından XVI. yüzyılda yaşayan Üftâde (ö. 1580)'nin<br />

Ramazan ayını karşılamak için, hece ölçüsüyle söylediği şiir, bu türün en güzel<br />

örneklerindendir:<br />

Âşıklara edin salâ<br />

Oruç ayı geldi yine<br />

Rahmet denizi cûş edip<br />

Âlemlere doldu yine<br />

Niyâzî Mısrî (ö. 1694) bir şiirinde Ramazan ayının sona ermesinden dolayı hüznünü şu<br />

şekilde ifade eder:<br />

Yine firkat nârına yandı cihân<br />

Hasretâ gitti mübârek Ramazân<br />

Nûruyla bulmuşdu âlem yine cân<br />

Firkatâ gitti mübârek Ramazân


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 77<br />

Divan edebiyatı dışında Halk edebiyatında da özellikle türkü, mâni ve<br />

bilmecelerde Ramazanla ilgili ifâdelere rastlanmaktadır. Ramazan davulcularının halk<br />

diliyle söyledikleri mâniler, dînî hoşgörünün sınırları çerçevesinde zengin bir birikimi ve<br />

halk kültürünü yansıtır:<br />

Ramazanın ibtidâsı<br />

Kuruldu cennet binâsı<br />

Bu ayda oruç tutanın<br />

Kabûl olur her duâsı<br />

Ramazan mânilerinden, bir başka iki örnek:<br />

Geldi mâh-ı Ramazânım<br />

Şâd oldu sevindi cânım<br />

Ramazân-ı şerîfiniz<br />

Mübârek olsun sultânım<br />

…<br />

Akşam ezânı dinlemek<br />

Sahur vakti yemek yemek<br />

Ramazâna mahsûs şeydir<br />

Gece davulcu söylemek<br />

Yazımızı XVII. Yüzyıl şairlerimizden Fenâyî Cennet Efendi (ö.1665)'nin bir<br />

ramazaniyesi ile bitirelim:


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 78<br />

Dil-i mahzûnumuzu eyledi şâd u handân<br />

Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân<br />

Oldu nûruyla ziyâ-bahş kamu iki cihân<br />

Geldi 'izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />

Etdi kullarına in'âmını Mevlâ-yı Kerîm<br />

Bâb-ı fazlını açıp eyledi ihsân-ı 'azîm<br />

Umarız ere makâmına geçen ahd-i kadîm<br />

Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân<br />

Zenb ü taksîrimizi rahmeti ede sâlib<br />

Mâsivâ resmi ola dîde-i dilden _âib<br />

Cân u dilden olalım ru'yet-i yâre tâlib<br />

Geldi 'izzetle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />

Burc-ı mes'ûda erip tâli'imiz ola saîd<br />

Gecemiz kadri bulup rûzumuzu eyleye îd<br />

Hâsıl olsun der isen sûret-i manâ-yı ümîd<br />

Geldi devletle yine şehr-i mübârek Ramazân<br />

Savm u tesbîhimizi eyleye lutfuyla kabûl<br />

İki âlemde nasîb ede visâline vüsûl<br />

Kıla ihsân Fenâyî kuluna fevka'l-me'mûl<br />

Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazân


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 79<br />

AMTI KELİMESİNİN TÜRK DİLİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇERİSİNDE<br />

GEÇİRDİĞİ DEĞİŞİMLER<br />

Eren ÇABUK *<br />

ÖZET<br />

Eski Türkçe devrinde kullanılmaya başlanılan ve elimizdeki metinlerde de rastlanılan<br />

amtı kelimesinin tarihsel gelişimi ve ''şimdi''ye nasıl dönüştüğü ele alınmıştır. Bu gelişim<br />

Eski Türkçe devrinden başlatılarak sırayla Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Çağatay<br />

Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi , Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi devreleri<br />

şeklinde Türk dilinin tarihsel gelişimi dikkate alınarak verilmiştir. Amtı kelimesinin<br />

değişimi bu sıraladığımız dönemler içerisinde yazılmış olan eserlerden verilen örnekler<br />

ile gösterilmiştir. Verilen örnekler dönemlerin belli başlı eserlerinden seçilerek<br />

amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi gelişimi açıklanmaya çalışılmıştır.<br />

ANAHTAR KELİMELER: AMTI, ŞİMDİ, ESKİ TÜRKÇE, KARAHANLI TÜRKÇESİ,<br />

ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ<br />

From AMTI TO ŞİMDİ (NOW)<br />

ABSTRACT<br />

In old Turkish period started to use as Word ‘’amtı’’ as we could see handouts and<br />

texts.’’Amtı’’ how it was shifted ‘’şimdi’’nowadays processly.That process started with<br />

Old Turkish,Uyghur Turkish,Karakhan Turkish,Chaghatay Turkish,Old Anatolian<br />

Turkish,Ottoman Turkish and Turkey Turkish periods in orderly.It considered that<br />

historical process. Besides we pointed out in texts‘’Amtı’’ alternated by these eras.We<br />

chose examples mainly texts that was written these periods.Consequently,<br />

amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi shifted variously. We would like to show in context.<br />

KEY WORDS: AMTI, ŞİMDİ(NOW), OLD TURKISH, KARAKHAN TURKISH,<br />

OLD ANATOLIAN TURKİSH<br />

*<br />

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 80<br />

Günümüzde konuşma ve yazın dili içersinde kullandığımız çoğu kelime şuan<br />

kullandığımız formlarına uzun bir süreç içerisinde geçirdikleri değişimler ile<br />

ulaşmışlardır. Kullanılan ilk kök sözcükler aldıkları yapım ekleri ile türetilerek anlam<br />

bakımından zenginleştirilmiş ve günlük dil içerisinde yerlerini almıştır. Ancak bu kök<br />

halinde ya da türetilmiş halde bulunan kelimeler ağızlarda ortaya çıkan söylemsel farklar<br />

ile yeni formlar kazanmış ve bir çok evrilme sürecinden geçmiştir.<br />

Böyle bir değişime en güzel örneklerden biri de amtı''şimdi'' kelimesidir. Amtı<br />

kelimesi dönemlere göre birtakım şekilsel değişimlere maruz kalmakla beraber<br />

kullanıldığı her devirde içinde bulunulan zamanı yani ''şimdi'' yi ifade etme amacı ile<br />

kullanılmıştır.<br />

Amtı kelimesi ̽am:İsim kökü + tı:İsimden isim yapım eki şeklinde oluşmuştur.<br />

̽am isminin aldığı -tı eki zarf yapan bir ektir. Ancak bu ek yalnızca amtı''şimdi'' zarfında<br />

görülür. (Tuvaca am''şuan, şimdiki zaman'' anlamında kullanılır.) İlerleyen zaman<br />

içerisinde amtı kelimesi amtı>emdi>imdi>uş+imdi> şimdi şeklinde bir değişim<br />

geçirmiştir. Bu değişim Türkçe'nin devirlerine göre ayrılarak açıklanmaya çalışılmıştır.<br />

Eski Türkçe Devri<br />

Amtı kelimesini ilk olarak ,taşlar üzerine kazınmış ve bilinen ilk Türk yapıtı olan<br />

Orhun Yazıtları'nda görürüz.Böylece amtı kelimesinin gelişim sürecini Eski Türkçe<br />

devrinden başlatabiliriz. Çok fazla olmasa da Kül Tigin Abidesi'nin güney ve doğu<br />

yüzlerinde birer tane olmak üzere iki kere amtı kelimesi geçmektedir.Bilge Kağan<br />

Abidesine baktığımız zaman da amtı kelimesinin hiç bir ek almadan dört kez<br />

kullanıldığını ve bir de ''amtıka'' 'şimdiki' şeklinde ek almış halini görürüz.<br />

‘... kop itdim. Ol amtı añıg yok. Türk ḳaġan Ötüken yış... ’<br />

(Kül Tigin Abidesi, Güney Yüzü)<br />

T.T: hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken<br />

ormanında 1<br />

Kül Tigin Abidesinde geçen bu satırda, şuanki durumdan haber etmek için amtı kelimesi<br />

şimdi manasına gelecek şekilde kullanılmıştır.Metnin ilerleyen kısımlarında da aynı<br />

şekilde kullanılmış ve sadece amtı şeklinde yazılmıştır.<br />

1<br />

Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, s.35, Ankara: Boğaziçi Yayınları, 2013


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 81<br />

Eski Uygur Türkçesi Devri<br />

Uygurlar döneminde bir çok eser kaleme alınmıştır ve bu eserlerin yazımında Göktürk<br />

ve Uygur alfabeleri kullanılmıştır. Göktürklerden farklı olarak Uygurlar Gök Tanrı inancı<br />

yerine Maniheizm ve Budizm dinlerini benimsemişlerdir. Gerçekleşen bu dini değişim<br />

yazın dilini de etkilemiş ve Mani ile Budizm sahasına ait birçok kelime ödünç alınmıştır.<br />

Gelen birçok yeni kelimelere ve değişimlere rağmen çoğu kelime özünü korumuş ve aynı<br />

şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Amtı kelimesi de bu dönemde herhangi bir formsal<br />

değişiklik yaşamadan aynı şekilde kullanılmaya devam edilmiştir.<br />

Metinlerden örnekler:<br />

Huastuanift Manihaist Uygurların Tövbe Duası :<br />

‘ ...amtı t(ä) ŋrim yazokda<br />

boşunu ötünür biz m(a)nastar<br />

hirza... ’<br />

( Huastuanift, 227-229. satırlar)<br />

T.T: ...şimdi tanrım günahlarımızdan arınmayı dileriz... 2<br />

İyi ve Kötü Prens Öyküsünden:<br />

‘...amtı ıylamaŋ turuŋ ... ’<br />

60.sayfa, 1.satır)<br />

(İyi ve Kötü Prens Öyküsü,<br />

T.T: ...şimdi, ağlamayın, kalkın... 3<br />

2<br />

Özbay, Betül, Huastuanift Maniheist Uygurların Tövbe Duası, s.94, Ankara: Türk Dil<br />

Kurumu, 2014<br />

3<br />

Hamilton, James, İyi ve Kötü Prens Öyküsü, Çeviren:Vedat Köken, s.40, Ankara: Türk<br />

Dil Kurumu, 2015)


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 82<br />

Altun Yaruk Sudur VI. Kitaptan:<br />

satırlar)<br />

(Altun Yaruk Sudur VI.Kitap, 309 ve 310.<br />

‘... anı amtı men sizlerke<br />

ayu bereyin.. ’<br />

T.T:... onu şimdi ben sizlere söyleyivereyim... 4<br />

Uygur dönemi eserlerinden verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, içinde<br />

bulunduğumuz zamanı bildirmek için kullandığımız şimdi kelimesinin ''amtı'' şeklinde<br />

kendini göstermeye devam edip herhangi bir değişikliğe uğramadığını görmekteyiz.<br />

Karahanlı Türkçesi Devri<br />

Karahanlı Döneminde ise mana bakımından bir değişiklik olmamakla beraber yalnızca<br />

ses değişimi meydana gelerek, amtı kelimesinin yerini ''emdi'' ve ''imdi''ye bıraktığını<br />

görürüz. Bu dönem yazılan eserlerden anlaşılacağı üzere artık amtı kelimesi ''emdi''ye<br />

dönüşmüştür. Ve aynı dönem içerisinde ikinci bir değişiklik yaşayarak ''emdi'', ''imdi''<br />

olarak da kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Karahanlı Türkçesi döneminin ilk yazılı eseri olan Kutadgu Bilig'de içinde bulunulan<br />

zamanı ifade etmek için ''emdi'' kelimesinin kullandığı görülmektedir ve artık amtı<br />

kelimesine rastlanılmaz.<br />

39)<br />

(KB, Viyana,<br />

4<br />

Ayazlı, Özlem, Altun Yaruk VI.Kitap, s.170, İstanbul: Türk Dil Kurumu, 2012)


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 83<br />

38)<br />

(KB, Fergana,<br />

sini ḳoldı tün kün bu emgek bile<br />

anı ög sen emdi sevinçin tile<br />

T.T:<br />

Bunca zahmet ile gece gündüz hep seni istedi;<br />

şimdi sen onu öv ve hoşnutluğunu dile. 5<br />

Nüsha farklılıkları olsa da beyitler karşılaştırıldığında, amtı kelimesinin terk olunduğu<br />

ve emdi kelimesinin hiçbir nüans olmadan kullanıldığı gözler önündedir. Arap harfli olan<br />

Kahire ve Fergana nüshalarında emdi kelimesi, yukarıdaki beyitte de görüleceği üzere<br />

elif+mim+dal+ye şeklinde yazılmıştır.<br />

Divanü Lugati't Türk'e baktığımız zaman ise madde başı olarak amdı kelimesine yer<br />

verildiğini görürüz.Amdı kelimesinin Divaü Lugati't Türk'de madde başı gösterimi:<br />

amdı. ''Şimdi'' anlamına gelen bir ilgeç.<br />

amdı keldim: Şimdi geldim. Oğuzlar elif'i kesre'li [Arapçada ı,i okutan im] söyler<br />

ve imdi der. Şu dörtlüklerde de kullanılır,<br />

öpkem kelip ugradım<br />

arslanlayu kökredim<br />

alplar başın togradım<br />

amdı meni kim tutar 6<br />

bağırdım)<br />

Öfkem geldi uğradım(düşmanın üzerine yürüdüm)<br />

Aslan gibi kükredim<br />

Yiğitlerin başını doğradım<br />

(Kalabalığın ortasında) şimdi beni kim tutar?(diye<br />

Divanü Lügati't Türk'ün madde başından anlaşılacağı üzere amtı kelimesi amdı olarak<br />

da kullanılmış ve Oğuzlar emdi'ye dönüşen amtıyı daha sonra imdi olarak<br />

kullanmışlardır.<br />

Edib Ahmet Yükneki 'nin dini ve tasavvufi bir niteliği olan Atabetü'l Hakayık adlı<br />

eserinde ise Kutadgu Bilig'den farklı olarak ''imdi'nin kullanıldığını görürüz.<br />

Eşit imdi kaç söz habib fazlındın ( Şimdi Peygamberin fazlından bir kaç söz dinle;<br />

akıl<br />

Ukuş huş yititip sözümni ana 7 ve dikkatini bileyip, sözümü anlamağa çalış. )<br />

5<br />

Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, s.99, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008<br />

6<br />

Divanü Lugati't Türk, s.141, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 84<br />

Karahanlı dönemi bir diğer eseri olan Hoca Ahmed Yesevi'ye ait Divan-ı Hikmet'te de<br />

emdi yazımının tercih edildiği görülür.<br />

Kul Hace Ahmed kattığlanıb küysin emdi<br />

yansın şimdi<br />

İçü taşıñ hâm kalmasun pişsin emdi<br />

şimdi<br />

Dostlar meñe sözni aytsın emdi<br />

şimdi<br />

Yok erse mârifetiñ turlanmaz ul<br />

o... 8 )<br />

(Kul Hoca Ahmed sıkılarak<br />

İç ve dışın ham kalmasın pişsin<br />

Dostlar bana sözünü söylesin<br />

Yoksa marifetini ele vermez<br />

(131.Hikmet)<br />

Sonuç olarak Karahanlı Türkçesi döneminde amtı>emdi>imdi gelişimi yaşanmıştır ve<br />

içinde bulunulan zamanı ifade etmek amacıyla, ''emdi'' ya da bir sonraki gelişim evresi<br />

olan ''imdi'' kullanımı tercih edilmiştir.<br />

Çağatay Türkçesi Devri<br />

Çağatay Türkçesi dönemine bakıldığında ise şimdiyi ifade etmek amacıyla ''imdi''nin<br />

kullanıldığı görülür.Artık ''emdi'' ifadesi kullanılmamaktadır. Çağatay dönemi<br />

şairlerinden verdiğimiz örnekler ile bu değişim gösterilmeye çalışılmıştır.<br />

Ali Şir Nevai'den:<br />

ni sitem kim kılsa, rahmi mahfî irmes zimnide<br />

acıması da<br />

imdi kılsa her sitem evvelgilerge ohşamas<br />

öncekilere<br />

( O, ne kadar kötülük etse de gizli bir<br />

vardır. Fakat şimdi ettiği kötülük,<br />

benzemiyor. 9 )<br />

iy nevāyī ger vefāsız çıḳtı ol sulṭān-ı ḥüsn<br />

taptıng ildin kim tiler-sin imdi sulṭāndın vefā 10<br />

7<br />

Atabetü'l-Hakayık, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, İstanbul: Türk Dil Kurumu, 1951<br />

8<br />

Divan-ı Hikmet,, s277, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2015<br />

9<br />

Ali Şir Nevâi, "Mükemmel Eserler Toplamı", 2. cild, Nevâdirü'n-Nihâye divanı,<br />

Taşkent, 1987.


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 85<br />

Mevlana Sekkaki Divanı'ndan:<br />

niçe yıl ṭuġyān u ᶜiṣyān tonını ḳıldım libās<br />

imdi uş tuttum yaḳa, estaġfiru'llāh ṣad-hezār<br />

şimdiyse<br />

T.T:<br />

Nice yıl taşkınlık ve isyan elbisesini giyindim (isyanda bulundum),<br />

pişman halde yakamı tuttum, yüzbinlerce estağfiru'llah! 11<br />

Lutfi Divanı'ndan:<br />

imdi yol urġuçılarınıng gūşmālı ẓulmıdın<br />

devr-i ᶜadlıngda kim irse ingremes illā rebāb 12<br />

Tezkire-i Evliyā'nın Çağatay Türkçesi Çevirisinden:<br />

‘...imdi sen tiler sen kim yalġan bile meni azġurġay sen... 13 ’<br />

T.T: ...şimdi sen beni yalan ile yoldan çıkarmak istiyorsun....<br />

Gedai Divanı'ndan:<br />

Yâre bolup imdi Kan yutsun könül hasret bile<br />

hasretle,<br />

Bilmegen üçün visalin kadrini ol çağlar<br />

bilmediği için. 14 )<br />

( Yara olup kan yutsun şimdi, gönül,<br />

Kavuşmanın kadrini o zamanlar<br />

10<br />

Ali Şir Nevâi,Fevayidü'l-Kiber,Hazırlayan: Önal Kaya, s.42, Ankara: Atatürk Kültür,<br />

Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 1996<br />

11<br />

Mevlana Sekkaki Divanı, Hazırlayan: Kemal Eraslan, s.94, Ankara: Türk Dil Kurumu,<br />

1999<br />

12<br />

Lutfi Divanı, Hazırlayan: Günay Karaağaç, s.9, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />

Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 1997<br />

13<br />

Tezkire-i Evliya'nın Çağatay Türkçesi Çevirisi, Hazırlayan: Ayşegül Sertkaya, s.160,<br />

İstanbul: Çantay Kitabevi, 2015<br />

14<br />

Gedai Divanı, Taşkent, 1973


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 86<br />

Eski Anadolu Türkçesi Devri<br />

Eski Anadolu Türkçesi dönemine gelindiğinde amtı>emdi>imdi>uş+imdi>şimdi<br />

gelişimin gerçekleştiğini ve bu dönem metinlerine baktığımız zaman içinde bulunulan<br />

zamanı ifade etmek amacıyla tercihe göre imdi veya şimdi ifadelerinin kullanıldığı<br />

görülmektedir.Hatta çoğu eserde iki kullanım birlikte yer almıştır.<br />

İmdi kelimesinin yazımında birtakım farklılıklar görülmüştür. Bazen elif+ye şeklinde<br />

başlanılarak yazılırken bazen de sadece elif ile ya da elif+hemze ile başlanılarak<br />

yazılmıştır. Bu da beraberinde birtakım okuma sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu sorun /e/<br />

/i/ /ė sorunudur.Eski Anadolu Türkçesi devrinde metinlerin yazıldığı Arap alfabesinde bu<br />

sesin karşılığı olmadığı için bu sesle yazıldığı düşünülen kelimeler genellikle ''y'' ile<br />

yazılmıştır. Bu nedenle ''i'' olarak okunulmuştur. Bazı metinlerde ''e'' olarak yazıldığı<br />

görülse de bunu ''i'' ya da '' ė'' şeklinde okumalıyız.<br />

Dede Korkut Kitabından:<br />

Türk edebiyatı içerisinde özel bir yeri olan ve Eski Anadolu Türkçesi devrinin dil<br />

hususiyetlerini taşıyan Dede Korkut Hikayeleri incelendiğinde sadece tek bir kullanımın<br />

tercih edilmediğini hem imdi hem de şimdi ifadelerinin birlikte kullanıldığını görürüz.<br />

15<br />

(Dede Korkut Dresden Nüshası, 72.Yaprak 8<br />

ve 9.satırlar)<br />

aydur: Big yigit bize sen erlik işledün, gel imdi begendügün<br />

maldan al didiler. Big yigidün gözi bir deniz kulunı boz<br />

16<br />

(Dede Korkut Dresden Nüshası,<br />

108.yaprak, 8.satır)<br />

‘...menüm yayumı çek, yohsa şimdi boynun ururam didi... ’<br />

Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere Dede Korkut Hikayelerinin bir bölümünde imdi<br />

tercih edilmişken, başka bir bölümünde aynı manayı ifade etmek için şimdi kelimesinin<br />

kullanıldığı görülmektedir.<br />

15<br />

Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı-1, s.38, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014<br />

16<br />

Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı-1, s.56, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2014


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 87<br />

Eski Anadolu Türkçesi Devrinde Yazılmış Bir Siracü'l Kulüb'ten:<br />

17<br />

(Siracü'l Kulüb Koyunoğlu Nüshası, 7.yaprak, 10<br />

ve 11. satırlar)<br />

‘...aklı gitdi. Bir zaman ditredi ditredi, canın teslim kıldı. İmdi ol<br />

kişi kim bu ayet[i] işitdi canın Hakka virdi. Aceb ol günahkar kullarun... ’<br />

18<br />

(Siracü'l Kulüb Koyunoğlu Nüshası,<br />

6.yaprak, 13.satır)<br />

‘...endamları. Hak Ta'ala bunlara uçmak ruzi kıla. Şimdi bize gündüz olıcak... ’<br />

İmam Kazi'nin Harezm Türkçesi'nden Anadolu Türkçesi'ne aktardığı Kitab-ı Gunya'dan:<br />

‘...imdi bend idüp ayruklardan artuk savurmak reva olmaz, meger... ’<br />

Şeyyad Hamza'nın Yusuf u Züleyha'sından:<br />

imdi dinlen sözüme tutun kulak<br />

dinleyin, size<br />

bir söz eydem kim şekkerden tatlurak<br />

söyleyeceğim.)<br />

(Şimdi sözüme kulak verin ve<br />

şekerden daha tatlı sözler<br />

17<br />

Siracü'l Kulüb, Hazırlayan:Yakup Karasoy, s.174, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2013<br />

18<br />

Siracü'l Kulüb, Hazırlayan:Yakup Karasoy, s.176, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2013


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 88<br />

Osmanlı Türkçesi Devri<br />

Bu döneme gelindiğinde ise tıpkı Eski Anadolu Türkçesi dönemindeki gibi tek bir<br />

kullanımın tercih edilmediği ve içinde bulunulan zamanı ifade etmek amacıyla ''imdi'' ya<br />

da ''şimdi'' ifadelerinin beraber kullanıldığı görülür. Hatta çoğu zaman aynı eserde imdi<br />

ve şimdi kelimeleri birlikte kullanılmıştır.Ancak şimdi'nin kullanımı daha ön plandadır.<br />

Sultan Veled'in bir gazelinden:<br />

Ne oktur bu ne oktur değdi senden ( Senden gelen bu ok ne (yaman) bir oktur ki,<br />

boyum mızrak Benim boyum süniydi şimdi yaydır boyum mızrak gibiydi, şimdi yay<br />

(gibi eğrildi)).<br />

Senin boyun budakdan ağdı geçti<br />

Cihân imdi yüzünden yaz u yaydır<br />

(Senin boyun, fidan gibi yükseldi;<br />

dünya şimdi senin yüzünden bahardır, yazdır.)<br />

Sultan Veled'in bir gazelinin içerisinde hem ''imdi''yi hem de ''şimdi''yi kullandığı<br />

görülmektedir.<br />

Süleyman Çelebi'nin Vesiletü'n-Necat'ından bir parça:<br />

19<br />

Aşk ile gel imdi Allah diyelim<br />

Derd ile göz yaş ile ah idelim<br />

Aşık Paşa-zade'nin Tevraih-i Al-i Osman adlı eserinden bir nesir parça:<br />

‘...İmdi senün dahı bir gün leşkerün yevmen fe-yevmen ziyâde olsa gerek. İmdi senün<br />

‘askeründe bir nişân ko kim gayrı ‘askerde olmasun.” didi... ’<br />

Fuzuli'nin bir rubaisi:<br />

Mecnûn oda yandı şu'le-i âh ile pâk (Mecnun, alı alevi ile pak olarak ateşe yandı.<br />

Vamık,göz yaşında<br />

Vâmık suya batdı eşkden oldı helak suya batıp yok oldu. Ferhat, hevesle ömrünü yele<br />

verdi. Onlar<br />

Ferhâd hevesle yile virdi ömrin Hâk toprak oldular, şimdi o toprak benim.)<br />

oldılar anlar menem imdi ol hâk<br />

19<br />

Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-Necat, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 89<br />

Nabi'nin bir gazelinden:<br />

Hikmet taleb-i mâlda Kârun gibi şimdi<br />

yaşamanın adına<br />

(Mal mülk peşinde koşarak Kârun gibi<br />

Hâhişgeri –i lokmada Lokman unutulmuş hikmet diyorlar şimdi. O kadar ki, lokma<br />

peşinde koşarken<br />

Lokman Hekim’in öğütleri unutulmuş.)<br />

Şeyh Galib'in bir gazelinden:<br />

Şimdi Gâlib bir şeh-i âlî-cenâb<br />

bir padişah<br />

Gönlümüzle âşinâdır adı aşk<br />

(Ey Gâlib, şimdi adı aşk olan yüce, alicenap<br />

gönlümüze aşinadır.)<br />

Verilen örneklere göre Osmanlı Türkçesi devrinde de ''şimdi'' kelimesi bir önceki evrim<br />

aşamasındaki haliyle yani ''imdi''yle beraber kullanılmıştır.<br />

19. yy' a geldiğimizde Tanzimat Devri ile dile getirilen birçok yenilik ile beraber dil<br />

hususiyetlerinde birtakım değişiklikler meydana gelmiştir.Ancak bu dönemde de içinde<br />

bulunulan zamanı ifade etmek için kullanılan imdi ve şimdi ifadesi bir arada<br />

kullanılmıştır. Yani şimdi kelimesi geçirdiği son değişime rağmen bir önceki şekliyle<br />

beraber kullanılmaya devam etmiştir.<br />

Şinasi'nin Tercüman-ı Ahval mukaddimesine baktığımız zaman imdi ve şimdi<br />

kelimelerini beraber kullandığını görmekteyiz.<br />

‘...fakat asıl Osmanlı gazetelerinin bahsine gelince, gayr-i resmî bir varakanın devam<br />

üzre çıkarılmasında her nasılsa şimdiye kadar millet-i hâkimeden hiçbir kimse ihtiyar-ı<br />

zahmet etmemiştir... ’ 20<br />

Yazısının başlarında şimdi kelimesini kullanan Şinasi'nin ilerleyen kısımlarda aynı<br />

kelimenin bir önceki şekli olan imdi kelimesini de tercih ettiğini görürüz.<br />

‘...İmdi işbu gazete ahval-i dâhiliye ve hariciyeden müntehap bâzı havadisi ve maarif-i<br />

mütenevvia ile sair mevadd-i nâfiaya dair mebahisi neşr-ü beyana vasıta olacağından<br />

nâşî, Tercüman-ı ahval ünvanı ile tesmiye olunmak münasip görüldü.... ’ 21<br />

Ziya Paşa'nın şiir ve inşasına baktığımız zaman ise yalnızca şimdi ifadesinin tercih<br />

edildiğini görürüz.<br />

20<br />

Şinasi, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi<br />

21<br />

Şinasi, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi


Türkoloji e-dergisi A Ğ I R L I K Sayfa 90<br />

22<br />

‘...iyi kötü bir mana dahi çıkardı. Şimdi ise, asır nazikleşmiş ve efkar ve politika incelmiş<br />

olduğundan bazı fermanlar ve mektub-ı samiler... ’<br />

Yani 19.yy'a gelindiğinde her ne kadar imdi ve şimdi kelimeleri bir arada kullanılsa da<br />

imdi kelimesinin kullanımının azaldığı ve daha şimdi kelimesinin tercih edildiği<br />

görülmektedir.<br />

20.yy'a gelindiğinde ise Osmanlı Türkçesi, meydana gelen değişim, yenilik ve dilde<br />

meydana gelen yeni hususiyetler ile beraber yerini yavaş yavaş Türkiye Türkçesi'ne<br />

bırakır. Türkiye Türkçesi devrinden itibaren aynı kelimelerin ikili kullanımları terk<br />

olunmaya başlanmış olup tek bir şekilde yazılmaya başlanmıştır. Bundan dolayı ''şimdi''<br />

kelimesinin daha önceki evresindeki hali olan ''imdi'' terk edilmiş ve yerine sadece<br />

günümüzde de kullandığımız şimdi kelimesi geçmiştir.<br />

Her ne kadar yazı dilinde artık imdi kullanılmasa da konuşma dilinde bazı yörelerce<br />

imdi kelimesi yaşatılmaktadır.<br />

Sonuç olarak amtı kelimesi ne kadar ilk dönemlerde sık sık kullanılmış olsa da<br />

değişimden kaçamamış ve yüzlerce yıl sürecek bir değişim içerisine girerek kendini<br />

tamamlamaya çalışmış ve ''şimdi''ye dönüşmüştür.<br />

22<br />

Ziya Paşa, Şiir ve İnşa

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!