Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
n ””Korku /gerilim filmlerini seven sinema<br />
yazarı hanginiz?” diye sorsalar “Ben, ben!”<br />
diye ilk çığıracak olanım sanırım. 2005’den<br />
beri ısrarla editörlüğünü yaptığım “Öteki<br />
Sinema” blogu da bu tür filmlerin en kuvvetli<br />
limanıdır memleket internetinde. Ama binbir<br />
türe ayrılmış bu janranın her ürününü de aynı<br />
şekilde benimsemek zorunda değilim elbette...<br />
Bu ay vizyona girecek olan 2010 yapımı ispanyol<br />
kan banyosu Secuestrados’da işte bu hiç<br />
hazzetmediğim işlerden biri...<br />
Sıradan insanlardan gelen şiddetin, fantastik<br />
yaratıklardan, deney kazası canavarlardan,<br />
rüyalara giren manyaklardan daha korkunç<br />
olduğu su götürmez bir gerçek. Çünkü bu<br />
tür bir şiddete ne kadar yakın olduğumuzu<br />
hatırlamak bizi güvensizleştirerek iyice tedirgin<br />
hale getiriyor ama bunu bir seyir keyfine<br />
dönüştürmenin, en azından benim tarafımda,<br />
bir karşılığı yok. 70’lerin ve 80’lerin provokatif<br />
şiddetinin alt metinlerinden sıyrılarak salt<br />
bir şiddet gösterisine dönüştürüldüğü filmler<br />
Uzakdoğu ve Avrupa sinemasından gelen<br />
örneklerle giderek daha çok seyirci toplar hale<br />
geldi. En net tabiriyle bir “işkence pornosu””<br />
olmaktan başka hiç bir amaca hizmet etmeyen<br />
bu filmlerin sebepsiz şiddeti sıradanlaştırmak<br />
gibi bir yan etkisi de var.<br />
Secuestrados, vizyona girdiği zaman hakkında<br />
çokça konuşulacak... Orta üst sınıf bir çekirdek<br />
ailenin, manidar bir şekilde “İspanyol olmayan”<br />
hırsızlar tarafından terörize edildiği, neredeyse<br />
gerçek zamanlı çekilmiş bu filmin gösterdiği<br />
şiddeti giderek yükseltmekten ve finale taşırken<br />
rahatsız edici bir gerçekliğe kavuşturmasından<br />
başka bir numarası yok bana sorarsanız.<br />
Alt metinlerden tamamen arınmış gibi görünse<br />
bile bu filmin bile seyirciye yüklediği bir<br />
öğreti var: “evinize hırsız girerse, hiç sesinizi<br />
çıkarmayın ve yaşamak istiyorsanız dedikleri<br />
her şeyi yapın!” Hal böyle olunca filmin<br />
sponsorları arasında “İspanyolları soyan Rus<br />
hırsızlar kooperatifi”ni arıyor insanın gözü... Ayrıca ergen<br />
kızına karşı aşırı anlayışlı bir baba karakterinin aldığı<br />
yanlış bir dizi karar sonucunda gelinen facia, filmi zorlayarakta<br />
olsa “kızını dövmeyen dizini döver” noktasına<br />
getiriyorki, en arsız gerilim filminin bile neo-muhafazakar<br />
yapısını koruyor olmasını göstermesi açısından ilginç bir<br />
durum bu.<br />
Film IMDB üzerinde 13-25 yaş arası seyirci tarafından<br />
“Great movie!” nidalarıyla yüceltilmekte hatta REC kadar<br />
iyi olduğu kıyaslamalarına gidilmekte ama 85 dakikalık<br />
bir şiddet deneyimlemesinden başka bir şey değil. Hikaye<br />
sinemasının kendi kurallarını iyice silikleştirdiği, sadece<br />
izleyen, edigen bir kameranın kurgusu fena olmasa da, reji<br />
inanılmaz özenti. Filmin en can alıcı sahnesinin kültleşmiş<br />
Irreversible/Dönüş Yok’tan araklanmış olduğunu ve daha<br />
bir sürü fazla esinlenilmiş planları görmemek için film izlemeye<br />
geçen hafta başlamış olmak lazım. Bunlar bir gönderme/saygı<br />
duruşu şeklinde yapılmış olsa lafım yok ama<br />
öyle bir niyet sezemedim. Ayrıca ne kadar “gerçek” olmaya<br />
özenirse özensin, affedilmeyecek kadar büyük mantık delikleri<br />
yaşananları inandırıcı kılmaktan uzak. Evde kıyamet<br />
kopuyor, silah sesleri mahalleyi inletiyor ama komşular<br />
hasbelkader polisi arıyor ve asla olmayacak şekilde tek<br />
başına gelen devriyeyi karakoldan kimse merak edip yeni<br />
bir ekip yollamıyor. Finale yakın yaşanan araba kazasında<br />
yine bütün mahalle sakinliğini koruyor. Bireysel yaşam<br />
eleştirisi gibi algılanacak bu genel yapı bence aşırı zorlama<br />
olmuş. Bizde olsa dakikasında oraya bin kişi toplanır,<br />
o hırsızları da kimseye zarar vermeye fırsat bırakmadan<br />
gider borusuyla etlerini kabarta kabarta döver!<br />
Uzun lafın kısası; Dehşet Evi, kısa filmden gelen Miguel<br />
Ángel Vivas’ın ilk uzun metrajlı (85 dk) filmi... Avrupa<br />
korku sinemasının tüm sert notalarını basan, kiminin çok<br />
beğeneceği türden bir film. Oyunculuklarda hiç fena değil<br />
ama tecavüzcünün cezalandırılması sekansı dışında<br />
seyirci için hiç bir katarsis barındırmıyor. Bendeki kredisi<br />
sonsuz olan İspanyol sinemasının “gore” meraklısı seyirci<br />
için keyifli olabilecek izlencelerinden biri. Yalnız son bir<br />
lafım var: Bütün bu işkenceden sonra “end credits”lerde<br />
çalan şu sakin müzik kullanımı azalarak bitsin lütfen!