17.07.2018 Views

Rabindranath Tagore - Meyve Hasadı

Tagore, Meyve Hasadı

Tagore, Meyve Hasadı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

www.isaretatesi.com<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

MEYVE HASADI<br />

Çeviren: Aytek Sever


RABİNDRANATH TAGORE<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941), Kalküta’da doğdu. Brahman bir ailedendi; dedesi<br />

ve babası Brahma-Samaç adlı dinî ve sosyal reform hareketinin ileri gelen<br />

temsilcilerindendi. Genç yaşta çokyönlü bir eğitim alan <strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı<br />

edebiyat ve düşüncesinin çeşitli kaynaklarıyla tanıştı, hem entelektüel hem manevi<br />

anlamda yoğun ve derin bir havayı soluyarak yetişti. Başta şiir, tiyatro oyunu,<br />

roman, hikâye ve deneme olmak üzere edebiyatın hemen her türünde örnekler<br />

verdi; bir müzisyen olarak çok sayıda şiirini şarkı olarak besteledi; resimle uğraştı,<br />

sergiler açtı. Kendi şiirlerinden yaptığı İngilizce çeviriler sayesinde dünyada<br />

tanındı; saygın bir Hint-İngiliz şairi olarak kendine yer edindi; 1913’te Nobel<br />

Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Dünyanın çeşitli bölgelerine geziler yapan <strong>Tagore</strong><br />

geniş bir yelpazeden pek çok entelektüel ile tanıştı; aralarında W. B. Yeats, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Juan Ramón Jiménez, Anna Ahmatova, Pablo<br />

Neruda’nın da olduğu çok sayıda edebiyatçıyı etkiledi. Başlıca yapıtları arasında<br />

Gora (1910), Gitanjali (1912), Bahçıvan (1913), Sadhana (1913), Kabir’in Şarkıları (1915),<br />

<strong>Meyve</strong> <strong>Hasadı</strong> (1916), Yuva ve Dünya (1916), Firari (1921) sayılabilir.<br />

AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek lisans öğrenimini<br />

Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />

alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />

sıra, yayımlanmış veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />

İdaresi), Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />

Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), <strong>Tagore</strong> (Firari; Gitanjali; <strong>Meyve</strong> <strong>Hasadı</strong>),<br />

D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar) çevirileri vardır.


<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

MEYVE HASADI<br />

Çeviren: Aytek Sever


<strong>Meyve</strong> <strong>Hasadı</strong><br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

Özgün adı:<br />

Fruit-Gathering (1916)<br />

Çeviren ve Yayına Hazırlayan:<br />

Aytek Sever<br />

Kapak Resmi:<br />

‘Hayalî Yaratık’<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

1. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Temmuz 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />

hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla basılamaz,<br />

kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir mecra veya internet<br />

sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


İÇİNDEKİLER<br />

Yazar Hakkında Bilgi ………………………... 9<br />

MEYVE HASADI ……………………………. 18


www.isaretatesi.com<br />

YAZAR HAKKINDA BİLGİ<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941). Hintli şair, mistik, düşünür,<br />

romancı, denemeci, oyun yazarı, müzisyen, ressam, eğitim<br />

reformcusu. Varlıklı ve nüfuzlu bir Brahman ailenin on<br />

dördüncü ve en küçük çocuğu olarak Kalküta’da dünyaya<br />

geldi. Dedesi Dvarkanath ve babası Debendranath <strong>Tagore</strong>,<br />

Ram Mohan Roy’un kurduğu, tüm inançlara, dinlere,<br />

milletlere, renklere, kastlara kapılarını açmış, Hinduizm,<br />

Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli yanlarını bir araya getiren<br />

önemli bir dinî ve sosyal reform hareketi olan Brahma-Samaç<br />

okulunun ileri gelenlerindendiler; <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da<br />

böyle bir etki altında yetişti.<br />

Özel bir öğrenim gördü; hem Doğu hem Batı kültürünü<br />

tanıdı; küçük yaşta Hindistan içinde geziler yapma fırsatı<br />

buldu; Hint düşünüşü, tarih, edebiyat, sanat, çağdaş bilim,<br />

Sanskritçe ve yabancı diller konularında donanım kazandı;<br />

Upanishadlar’ın mistik anlayışını benimsedi; Hint klasik<br />

şiirinin Kalidasa, Kabir, Vidyapati gibi şairlerini, Vaishnava<br />

şairlerini okudu; çok genç yaşta şiir yazmaya başladı. Küçük<br />

9


www.isaretatesi.com<br />

“Rabi” ilk şiirini yazdığında 8 yaşındaydı, ilk kitabı<br />

yayımlandığında ise 17 yaşında. Hukuk öğrenimi görmek<br />

üzere 1879’da Londra’ya gittiyse de yarım bırakarak bir yıl<br />

sonra ülkesine döndü. 1883’te Mrinalini Devi ile evlendi, eşiyle<br />

beş çocukları oldu.<br />

Bengalce, bazen de Sanskritçeleşmiş bir Bengal lehçesiyle<br />

yazan <strong>Tagore</strong>, 1890’da ailesinin sahip olduğu topraklarla<br />

ilgilenmek üzere Doğu Bengal’e (bugünkü Bangladeş) giderek<br />

bir süre orada kaldı. Bu dönemde yerel köy kültüründen<br />

beslendi, kendisinde önemli etki bırakacak olan Baul<br />

şarkıcılarını tanıdı. 1891-1900 yılları arasında üretken bir<br />

dönem yaşadı, toplamda yedi cilt tutan şiirler ve pek çok kısa<br />

hikâye yazdı, dergiler çıkardı.<br />

1901’de Batı Bengal’e dönerek Santiniketan’da, ailesinin<br />

sahip olduğu topraklarda Patha Bhavana adını verdiği<br />

deneysel okulu kurdu; burada bahçeler ve ağaç korulukları<br />

arasındaki doğal ortamda Upanishadlar’a dayalı, Doğu’nun ve<br />

Batı’nın bilgisini kaynaştırmaya çalışan yenilikçi bir eğitim<br />

anlayışını yerleştirmeye çalıştı. Bu okul, daha sonra 1918<br />

yılında genişletilerek Vişva-Bharati adıyla özgün bir üniversite<br />

halini aldı. “Vişva-Bharati, zengin akıl mirası tüm insanlığın<br />

hizmetinde olan Hindistan’ı temsil etmektedir; Vişva-Bharati,<br />

Hindistan’ın kendi kültürünün en iyi ürünlerini başkalarına<br />

sunma sorumluluğunu ve onlardan en iyi ürünlerini kabul<br />

etme hakkını tanımaktadır,” diye söz etmekteydi <strong>Tagore</strong>,<br />

okulundan.<br />

10


www.isaretatesi.com<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>, ellili yaşlarına gelene kadar<br />

yalnızca Hindistan içinde, hatta ağırlıklı olarak Hindistan’ın<br />

Bengalce konuşulan bölgelerinde tanınıyor, Hindistan dışında<br />

ise hiç bilinmiyordu. Ancak 1912 yılında yaptığı İngiltere<br />

seyahati onun için çok şeyi değiştirdi. O güne dek hep<br />

Bengalce yazmış olan <strong>Tagore</strong>, yolculuğu sırasında şiirlerinden<br />

İngilizce’ye çeviriler yapmaya başladı. Çevrilmiş şiirler,<br />

İngiltere’ye vardığında önce ressam arkadaşı William<br />

Rothenstein’e, onun aracılığıyla da William Butler Yeats ve<br />

Ezra Pound’a ulaştı. Bir yıl sonra, önsözünü Yeats’in yazdığı<br />

Gitanjali yayımlandı. <strong>Tagore</strong>’un şiiri kısa sürede önce<br />

Londra’da, ardından da tüm dünyada büyük ses getirdi ve<br />

çeşitli edebiyat çevrelerinde etki yarattı: Daha evvel hiç kimse<br />

İngiliz dilinde bu tonda bir söyleyiş duymamıştı. Kısa süre<br />

sonra <strong>Tagore</strong>, bu onura layık görülen ilk Asyalı olarak 1913 yılı<br />

Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.<br />

<strong>Tagore</strong>, kısa sürede elde ettiği ünle, Avrupa’da pek çok<br />

önemli kişiyle temas kurdu, çeşitli çevrelere fikirlerini aktarma<br />

şansı buldu, dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.<br />

Hem yeni şiirler, kısa hikâyeler, tiyatro oyunları, roman ve<br />

denemeler yazarak, hem de yazdıklarından İngilizce’ye<br />

çeviriler yaparak yaratıcı dehasını ortaya koyduğu bu üretken<br />

döneminde, bir yandan da beş kıtada otuzdan fazla ülkeyi<br />

ziyaret etti. ABD’de, Japonya’da, Çin’de, Güneydoğu Asya’da,<br />

çeşitli Latin Amerika ülkelerinde, İtalya, Danimarka, İsviçre,<br />

Almanya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinde, SSCB, İran,<br />

Irak ve Seylan’da bulundu. Henri Bergson, Albert Einstein,<br />

Robert Frost, Thomas Mann, Bernard Shaw, H. G. Wells,<br />

11


www.isaretatesi.com<br />

Romain Rolland, Saint-John Perse gibi önde gelen isimlerle<br />

tanıştı.<br />

Yaptığı tüm bu geziler ve kurduğu dostluklar aracılığıyla<br />

<strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı’nın birliği ülküsünü yaymaya çabaladı;<br />

Santiniketan’daki okulu için dünyanın çeşitli yerlerinden<br />

destek topladı; uluslararası işbirliği ve dostluğu<br />

güçlendirmeye çalıştı; Avrupa emperyalizmini eleştirdi;<br />

milliyetçiliğin tehlikelerine işaret etti. Onun yücelttiği, ruhani<br />

değerler ve Doğu ve Batı adına çokseslilik, karşılıklı anlayış,<br />

hoşgörü ve “bilinç birliği” üzerine kurulu yeni bir “dünya<br />

kültürü” fikriydi.<br />

Kendi ülkesi içinde de, kendi tarzından ödün<br />

vermeyerek, siyasi anlamda etkin bir rol üstlenen <strong>Tagore</strong>,<br />

Mohandas Gandhi’nin yakın bir dostu ve destekçisiydi.<br />

Hindistan’ın tam bağımsızlığını sonuna dek savunuyordu.<br />

Bununla beraber siyasete hiçbir zaman doğrudan dâhil olmadı,<br />

ağırlıklı olarak reformcu fikirleriyle ve zaman zaman coşkulu<br />

özgürlük şarkılarıyla etkisini hissettirdi. Ailesinin sahip<br />

olduğu geniş arazileri de yönetmiş olmanın tecrübesiyle insan<br />

hakları, eğitim, kültür, tarımsal ve sosyal reformlar konularına<br />

eğildi. Gandhi ile sosyal konularda, özellikle toplumda<br />

yerleşik olan kast bilinci ve dışlanmış alt tabakanın gördüğü<br />

muameleye karşı çıkış hususunda görüş birliği içindeydi.<br />

Ancak siyaseten Gandhi ile anlaşamadığı noktalar da oldu;<br />

<strong>Tagore</strong> özellikle milliyetçilik ve militarizmin tehlikelerine<br />

dikkat çekiyor, bununla ilintili olarak zaman zaman<br />

Gandhi’nin kimi yöntemlerini eleştirmekten geri durmuyordu.<br />

12


www.isaretatesi.com<br />

Hindistan’daki emperyalist İngiliz uygulamalarının ülke<br />

içindeki tüm olumsuzlukların temel nedeni değil, ülkenin<br />

içinde bulunduğu sosyal sayrılık durumunun bir sonucu<br />

olduğu düşüncesiyle, Hindistan için tam anlamıyla bir<br />

dirilişin, köylerin gerçekleştirilecek bir tarım ve eğitim reformu<br />

sayesinde kabuğunu kırması ve “bilginin canlanması” yoluyla<br />

mümkün olacağını savundu. Bu yönde, Vişva-Bharati’nin yanı<br />

sıra Şriniketan adını verdiği bir enstitü de kurarak çaba<br />

harcadı; bu projeleri için dünyanın çeşitli bölgelerindeki<br />

akademisyenlerden, bağışçılardan, çeşitli siyasi aktörlerden<br />

destek gördü. <strong>Tagore</strong>, Hindistan adına tam bir bağımsızlık için<br />

izlenmesi gereken yolun ve kullanılacak yöntemlerin, bütünsel<br />

bir kültürel uyanış vizyonu çerçevesinde ortaya konup<br />

uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hindistan içinde kendi<br />

fikirlerine yeterli ideolojik destek bulmakta zorlandığı ve<br />

Hindu-Müslüman ayrımına doğru giden tehlikeli tırmanışı<br />

sezdiği zaman ise kenara çekilmeyi tercih etti.<br />

<strong>Tagore</strong>, 1930’lu yıllara doğru, yani yetmişli yaşlarına<br />

gelmişken, resimle de uğraşmaya başladı; kendine özgü bir<br />

tarz geliştirdi. Resimleri Paris, Birmingham, Berlin, Moskova<br />

ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilendi. Bu arada,<br />

yaşamının son dönemine girerken, çeşitli edebî türlerde bolca<br />

eser vermeye devam etti.<br />

Hayli trajik bir şekilde, yaşarken kendisinden evvel<br />

eşinin, çocuklarının ve tüm aile fertlerinin ölümüne ve<br />

Bengal’in düşüşüne tanık olan <strong>Tagore</strong>’un, seksen yaşına<br />

yaklaşırken sağlığı kötüleşti. Ancak uzun süren hastalık<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

dönemleri ve kronik ağrılarla mücadele ettiği bu dönemde<br />

üretkenliğinde bir gerileme olmadı, en derinlikli ve aydınlık<br />

şiirlerinden bazılarını bu dönemde yazdı. Yaşamı üzerine<br />

yazdığı ikinci otobiyografiyi tamamladıktan birkaç ay sonra ve<br />

son şiirini dikte ettirdikten dakikalar sonra 7 Ağustos 1941’de<br />

bu dünyaya veda ederek sonsuzluğa göçtü.<br />

Yaşamı süresince sayısız yapıt ortaya koyan <strong>Tagore</strong>,<br />

öncelikle bir şairdi. Şiirlerini Bengalce yazdı; bununla beraber<br />

çok iyi hâkim olduğu İngilizce’ye kendi şiirlerinin büyüleyici<br />

çevirilerini yaptığı için bir Hint-İngiliz şairi olarak da kabul<br />

edilir.<br />

Yapıtlarının devasa hacmi, daha ilk bakışta bu ölümsüz<br />

edebiyat ve düşünce insanı hakkında çok şey anlatmaktadır.<br />

Şaşılacak bir üretkenlikle ortaya koyduğu ciltler dolusu şiir,<br />

kısa hikâye, roman, kısa ve uzun tiyatro oyunları, gezi<br />

günlükleri, iki otobiyografi çalışması, felsefe, din, eğitim ve<br />

sosyal konulardaki denemeleri ve Santiniketan okulu<br />

öğrencileri için yazdığı ders kitapları bugün bile hâlâ eksiksiz<br />

olarak bir araya toplanmamıştır. Tüm bunların yanı sıra,<br />

<strong>Tagore</strong>, bir şair olduğu kadar bir müzisyendir de: Onun pek<br />

çok şiiri, aslen müziğinden ayrılmaması gereken şarkı<br />

sözleridir; bu anlamda o, “Rabindrasancit” üslubunda üç bine<br />

yakın şarkı bestelemiştir. Bunlar bugün Bengal bölgesinde tüm<br />

evlerde söylenen halk türkülerine dönüşmüştür. Dahası,<br />

Hindistan ve Bangladeş ulusal marşları da aslında <strong>Tagore</strong>’un<br />

şarkılarıdır.<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

Hint edebiyatını modern çağda yeniden canlandıran isim,<br />

hatta bazen, gelmiş geçmiş en büyük Hint şairi olarak<br />

nitelendirilen <strong>Tagore</strong>, ülkesinin ve muazzam Hint kültür<br />

mirasının büyük bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda<br />

eksiksiz bir “dünya vatandaşı”, bir dünya aydınıdır. Kendinde<br />

hem Doğu hem de Batı bilincinin rengini taşıyan, Doğu ve Batı<br />

düşüncesini “insan olma bilinci” olarak kendisinde<br />

sentezleyen, eski çağların bilgisiyle modern çağların bilgisi<br />

arasında bilinç köprüleri kuran bir “yeniden doğuş” insanıdır.<br />

<strong>Tagore</strong>’un etkilediği, bazıları <strong>Tagore</strong> çevirileri de yapmış<br />

olan edebiyatçılar arasında W. B. Yeats, Romain Rolland, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Victoria Ocampo, José<br />

Ortega y Gasset, Juan Ramón Jiménez, Zenobia Camprubi,<br />

Yasunari Kawabata, Anna Ahmatova, Octavio Paz, Pablo<br />

Neruda, Boris Pasternak’ın adı sayılabilir.<br />

<strong>Tagore</strong>’un yapıtlarının başlıcaları: Manasi (1890), Altın<br />

Kayık (Sonar Tari, 1894), Gitanjali (1910), Şarkılar Çelengi<br />

(Gitimalya, 1914), Turnaların Uçuşu (Balaka, 1916) adlı şiir<br />

kitapları; Valmiki’nin Dehası (Valmiki Pratibha, 1881), Adak<br />

(Visarjan, 1890), Karanlık Sarayın Kralı (Raja, 1910), Postane (Dak<br />

Ghar, 1912), Yerli Yerinde (Achalayatan, 1912), Çağlayan<br />

(Muktadhara, 1922), Kızıl Zakkumlar (Raktakaravi, 1926) adlı<br />

oyunlar; Harap Yuva (Nastanirh, 1901), Gora (1910), Yuva ve<br />

Dünya (Ghare Baire, 1916), Aykırılar (Yogayog, 1929) adlı<br />

romanlar; Anılarım (1912) ve Çocukluk Günlerim (1940) adlı<br />

otobiyografiler. <strong>Tagore</strong>’un İngilizce’ye bizzat çevirdiği, çoğu<br />

derleme niteliğindeki yapıtları ise şunlardır: Gitanjali (1912),<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

Bahçıvan (The Gardener, 1913), Yeni Ay (The Crescent Moon,<br />

1913), Sadhana (1913), Chitra (1914), Kabir’in Şarkıları (Songs of<br />

Kabir, 1915), Avare Kuşlar (Stray Birds, 1916), <strong>Meyve</strong> <strong>Hasadı</strong><br />

(Fruit-Gathering, 1916), Aç Taşlar (The Hungry Stones, 1916),<br />

Firari (The Fugitive, 1921), Yaratıcı Birlik (Creative Unity, 1922).<br />

Aytek Sever<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

MEYVE HASADI<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

I.<br />

Emret, avluna sepetler dolusu getirmek üzere toplayayım<br />

meyvelerimi, her ne kadar bazıları kayıp, bazıları ham da olsa.<br />

Çünkü kendi bolluğuyla ağırlaşmıştır mevsim; çobanın<br />

hüzünlü kavalı çalıyor gölgede.<br />

Emret, nehirde yelken açayım.<br />

Mart rüzgârı hırçındır, homurtuyla çalkalanır takatsiz<br />

dalgalar.<br />

Mahsûlünü vermiştir bahçe; akşamın en bitkin saatinde,<br />

senin kıyıdaki evinden gelmektedir çağrı, güneşin battığı<br />

yerde.<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

II.<br />

Gençken yaşamım bir çiçek gibiydi – kapısına ne zaman<br />

bahar rüzgârı gelip dilense, kendi bolluğundan ona bir iki<br />

taçyaprak bırakıverir, eksikliğini hissetmezdi.<br />

Şimdi, gençliğimin sonunda, bir meyve gibidir yaşamım<br />

– yoktur vazgeçemeyeceği bir şey; bütün tatlılığını yüklenmiş,<br />

kendini tümden sunmak ister.<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Yaz şenliği yalnızca taze çiçekler içindir de, sararmış<br />

yapraklar ve solgun çiçekler için değil midir?<br />

Denizin şarkısı yalnızca kabaran dalgalarla mı<br />

ahenklidir? Çekilen dalgalarla da şarkısını söylemez mi o?<br />

Mücevherlerle işlenmiştir Kralımın durduğu yerdeki halı;<br />

oysa onun ayaklarının değmesini sabırla bekleyen toprak<br />

parçaları var.<br />

Seçkin bilgeler ve ulular oturur Efendimin yanında; fakat<br />

bu budalayı kucaklamıştır o, beni sonsuza kadar hizmetkârı<br />

yapmıştır.<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

IV.<br />

Sabah olunca uyandım, onun mektubunu buldum.<br />

Bilmiyorum ne diyor bana, okumayı bilmiyorum.<br />

Âlimi kitaplarla başbaşa bırakacak, onu<br />

uğraştırmayacağım, zira bu mektubu onun okuyabileceği de<br />

meçhul.<br />

Bırakın, mektubu bir alnıma, bir yüreğime bastırayım.<br />

Gece durgunlaşıp yıldızlar bir bir çıktığında, mektubu<br />

kucağıma yayacak, sessizce duracağım.<br />

Hışırdayan yapraklar onu sesli okuyacak bana; akan<br />

nehir onu mırıldanacak; yedi ulu yıldız onun şarkısını<br />

söyleyecek göklerden.<br />

Aradığımı bulamıyor, öğrenmem gerekeni<br />

anlayamıyorum, ama bu okunmamış mektup yüklerimi<br />

hafifletiyor benim, düşüncelerimi şarkılara dönüştürüyor.<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

V.<br />

Anlamını bilmediğim zamanlar, bir avuç toz<br />

gizleyebiliyordu senin işaretini.<br />

Şimdi ise daha bilgeyim, önceden onu gizleyen her şeyde<br />

okuyorum onu.<br />

Çiçeğin taçyaprağına nakşedilmiştir o; dalgalar onu<br />

yansıtır köpüklerinde; dağlar onu taşır zirvelerinde.<br />

Yüzümü senden çevirmiş olduğum için eğri büğrü<br />

okuyordum harfleri, bilmiyordum anlamlarını.<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

VI.<br />

Yolların olduğu yerde yolumu kaybederim ben.<br />

Engin sularda, masmavi gökte izi yoktur yolların.<br />

Teleklerle, alev çiçekleriyle, göçebe mevsimlerin<br />

yapraklarıyla örtülüdür patika.<br />

Kanında görünmez yolun bilgeliğini taşıyor mu diye<br />

sorarım yüreğime.<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

VII.<br />

Ah! Evimde kalamam artık, ev değildir burası bana;<br />

Ebedî Yabancı sesleniyor, yeniden düşmüş yola.<br />

Yüreğime tak tak vuruyor onun ayak sesleri, bana acı<br />

veriyor!<br />

Rüzgâr çıkmış, deniz inliyor. Kaygılarımla şüphelerimi<br />

bir kenara bırakıyorum, yersiz yurtsuz medcezrin peşine<br />

takılıyorum; zira Yabancı çağırıyor beni, yeniden düşmüş yola.<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Yola koyulmaya hazır ol yüreğim! Bırak, geride kalacak<br />

olanlar kalsın.<br />

Zira ismin söylendi sabah göğünde.<br />

Kimseyi bekleme!<br />

Tomurcuğun arzusu gecedir, şebnemdir; oysa ışığın<br />

özgürlüğüne can atar açılan çiçek.<br />

Kabuğunu kır yüreğim, göster kendini!<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

IX.<br />

Yığdığım hazineyle hapsolmuşken, karanlıktaki bir<br />

kurtçuk gibi hissetmiştim kendimi, içinde doğduğu meyveyle<br />

beslenen.<br />

Bu çürüyüş hapsinden çıkıyorum şimdi.<br />

Vazgeçtim küflü durgunlukta yaşamaktan; ebedî gençliği<br />

arayacağım! Yaşamımla bir ve kahkaham kadar hafif olmayan<br />

her şeyi atıyorum üzerimden.<br />

Koşuyorum zamanın içinden ve ey yüreğim, görkemli<br />

arabanda gezip şarkı söylüyor, dans ediyor ozan!<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

X.<br />

Elimi tuttun, yanına aldın beni, tüm insanların önünde<br />

tahta oturttun; ama korkuttu bu beni, kıpırdayamaz, rahat<br />

yürüyemez oldum, kınamaların dikenlerine basacağım diye<br />

her adımımda tereddütle, kaygıyla doluydum.<br />

Artık özgürüm!<br />

Boru öttü, düşkünlük davulu çalındı, tahtım yerle bir<br />

oldu…<br />

Önümde yollar açık. Kanatlarım göğün arzusuyla dolu.<br />

Geceyarısı kayan yıldızlara katılmaya, kopkoyu karanlığa<br />

dalmaya gidiyorum.<br />

Fırtınayla aşka gelen bir yaz bulutu misali, altın tacımı<br />

attım başımdan, gökgürültüleri arasında kılıcım olarak bir<br />

şimşeği kuşandım.<br />

Pervasız bir neşeyle koşuyorum horlanmışların tozlu<br />

yolunda; senin nihai kucaklayışına yaklaşıyorum.<br />

Çocuk, ana rahminden ayrılınca bulur anayı: Senden<br />

koparılıp evinden dışarı atılıyorum, yüzünü nihayet o zaman<br />

görüyorum…<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

XI.<br />

Taşlarla bezeli bir zincir kolye süsler boynumu, süslerken<br />

de maskara eder beni.<br />

Boynumdayken yaralar beni, koparıp almaya<br />

çabaladığımda boğar.<br />

Boğazımı sıkar kolyem, şarkımı bastırır.<br />

Ah, Efendim, onu senin ellerine sunabilsem<br />

kurtulurdum…<br />

Al onu benden ve bir çelenkle bağla beni kendine; zira<br />

boynumda bu kolyeyle karşında durmak utandırıyor beni.<br />

30


www.isaretatesi.com<br />

XII.<br />

Yamuna Nehri hızla, dupduru akıyordu; çatık kaşlıydı<br />

suyun yamacı.<br />

Ormanlarla kapkaranlık, taşkınlarla yaralanıp berelenmiş<br />

tepeler sıralanıyordu etrafta.<br />

Büyük Sih Pîri Govinda, kutsal metinleri okuyarak<br />

oturuyordu bir kayada; zenginliğiyle gurur duyan müridi<br />

Raghunath geldi, Govinda’nın önünde eğildi, “Naçizane bir<br />

armağan getirdim size,” dedi. Pahalı taşlarla bezeli bir çift<br />

bilezik gösterdi.<br />

Govinda bileziklerden birini alıp parmağında döndürdü;<br />

ışık huzmeleri saçtı elmaslar.<br />

Ama bilezik aniden fırladı elinden, yuvarlanıp suya<br />

düştü.<br />

“Eyvah!” diye bağırdı Raghunath, hemen nehre atladı.<br />

Govinda tekrar kitabına çevirdi gözlerini. Çaldığı şeyi<br />

geri vermeyen nehir akmaya devam etti.<br />

Raghunath, üzerinden sular damlayarak yorgun argın<br />

geri geldiğinde hava kararıyordu.<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

“Nereye düştüğünü bilsem bileziği geri getirebilirim<br />

size,” dedi nefes nefese.<br />

Pîr, öteki bileziği de alıp suya attı, “İşte orada,” dedi.<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

XIII.<br />

İlerlemek her an seninle buluşmaktır, ey Yoldaşım!<br />

Adımlarına göre şarkı söylemektir!<br />

Nefesinin değdiği kişi, kıyının korunağı altında süzülüp<br />

gitmez; korkusuzca yelken açar rüzgârda, çalkantılı suların<br />

sırtına biner.<br />

Kapıları ardına kadar açıp dışarı adım atar, senin<br />

selamını alır.<br />

Ne kazancını saymak için duraklar, ne de kaybına<br />

hayıflanır; yüreği davul çalar yürüyüşüne; zira bu her adımda<br />

seninle yürümektir, ey Yoldaşım!<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

XIV.<br />

Dünyada en büyük nasibim senin ellerinden gelecek –<br />

buydu senin bana vaadin.<br />

O yüzden parlıyor gözyaşlarımda ışığın.<br />

Yolun dönemecinde bana kılavuz olmak için bekleyen<br />

seni kaçırırım diye, korkuyorum başkalarınca<br />

yönlendirilmekten.<br />

Israrla tutuyorum kendi yolumu; bu çılgınlık sonunda<br />

seni kapıma cezbediyor.<br />

Zira dünyada en büyük nasibimin senin ellerinden<br />

geleceğini vaat etmiştin sen.<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

XV.<br />

Pek sade konuşursun yüce Efendim, oysa başkaları öyle<br />

anlatamaz seni.<br />

Anlarım senin yıldızlarının sesini, ağaçlarının sessizliğini.<br />

Bilirim, çiçek gibi açılacaktır yüreğim; kendini gizli bir<br />

çeşmeden doldurmuştur yaşamım.<br />

Issız karlı diyardan gelen kuşlar misali, şarkıların<br />

yüreğimin nisan sıcağında yuva kurmak için çırpınır ve hoşnut<br />

bir halde beklerim en coşkulu mevsimi.<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

XVI.<br />

Yolu biliyordu onlar ve daracık patikadan seni aramaya<br />

gittiler. Bense bihaberdim, gecede başıboş gezdim.<br />

Öğrenememiştim karanlıkta senden korkmayı; farkında<br />

olmadan kapının eşiğine varıverdim.<br />

Bilgeler azarlayıp kovdu beni oradan, zira patikadan<br />

gelmemiştim.<br />

Şüpheyle dönüverdim ardıma, ama sen sıkıca tuttun<br />

beni. Yazık ki kınamalar da günden güne şiddetlendi.<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

XVII.<br />

Evden toprak lambamı alıp haykırdım: “Gelin çocuklar,<br />

yolunuzu aydınlatayım sizin!”<br />

Ama geri döndüğümde gece kapkaranlıktı hâlâ. Yolu<br />

sessizliğe terk ederken haykırdım bir daha: “Lambam tozlarda<br />

paramparça, ey Ateş, sen yak benim ışığımı!”<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

XVIII.<br />

Hayır, senin elinden gelmez tomurcuğa çiçek açtırmak!<br />

Tomurcuğu sars istersen, vur ona – senin elinde değildir<br />

ona çiçek açtırmak.<br />

Dokunuşun kirletir tomurcuğu; yapraklarını yolarsın<br />

onun, yere saçarsın. Ama ne renkler belirir, ne de rayiha.<br />

Ah, senin elinden gelmez tomurcuğa çiçek açtırmak…<br />

Çiçeği açtırabilen, bunu kolayca yapar.<br />

Bir bakış atar, çiçeğin damarlarında yaşamın özsuyu<br />

kıpırdar.<br />

Onun nefesiyle açılır çiçek, rüzgârda kanat çırpar.<br />

Yüreğin özlemleri gibi fışkırır renkler; hoş bir sırrı ele<br />

verir rayiha.<br />

Çiçeği açtırabilen, bunu kolayca yapar.<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

XIX.<br />

Bahçıvan Sudas, kışın talanından geriye kalmış son lotus<br />

çiçeğini göletinden kopardı ve onu Kral’a satmak üzere sarayın<br />

kapısına gitti.<br />

Bir gezginle karşılaştı orada. Gezgin ona şöyle dedi: “Son<br />

lotus çiçeği için bir bedel belirle; Yüce Buddha’ya sunacağım<br />

onu.”<br />

Sudas, “Bir altın masha 1 verirsen senin olabilir,” dedi.<br />

Gezgin, parayı ödedi.<br />

O sırada Kral da dışarı çıktı, çiçeği almak istedi; zira Yüce<br />

Buddha’yı görmeye gidecekti. “Kış mevsiminde açan lotus<br />

çiçeği ona güzel bir sungu olur,” diye düşündü.<br />

Ama bahçıvan, lotus için kendisine bir altın masha teklif<br />

edildiğini söyledi. Kral ona on katını teklif etti, gezginse<br />

yalnızca iki katına çıkabildi.<br />

Fakat açgözlü bahçıvan, uğruna pazarlık ettikleri asıl<br />

kişiden daha büyük bir kazanç elde edebileceğini düşündü.<br />

Başını eğdi, “Bu lotusu satamam,” dedi.<br />

1<br />

Masha: Para için de kullanılan eski bir Hint ölçü birimi. (ç.n.)<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

Şehir surlarının ötesindeki mango koruluğunun sessiz<br />

gölgesinde, Sudas, Yüce Buddha’nın karşısında duruyordu.<br />

Aşkın sükûtu vardı Buddha’nın dudaklarında; gözleri, çiyle<br />

yıkanmış güz sabahındaki bir yıldız misali, huzurun ışığını<br />

saçıyordu.<br />

Buddha’nın yüzüne baktı, lotus çiçeğini onun ayaklarına<br />

bıraktı, başını toprağa eğdi.<br />

Gülümseyerek sordu Buddha: “Ne dilersin evlâdım?”<br />

Haykırdı Sudas: “Ayağınızın en hafif bir dokunuşunu…”<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

XX.<br />

Senin şairin yap beni, ey Gece, peçeli Gece!<br />

Gölgende çağlar boyu sessizce oturdu insanlar,<br />

şarkılarını söyleyeyim onların.<br />

Âlemden âleme sessizce koşan tekerleksiz arabana al<br />

beni, sen ki zamanın sarayında bir kraliçe, esrarengiz bir<br />

güzelsin!<br />

Sorular soran nice akıl, avluna gizlice girip, cevaplar<br />

aradı senin lambasız evinde.<br />

Bilinmeyen’in attığı neşe okuyla vurulmuş nice yürekten<br />

şen ilâhiler fışkırdı, altüst etti karanlığı.<br />

Uyku nedir bilmeyen o ruhlar, buluverdikleri hazineye<br />

yıldızların ışığı altında hayretle bakıyorlar şimdi.<br />

Beni onların şairi yap, ey Gece, erişilmez sükûtunun şairi<br />

yap!<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

XXI.<br />

Bir gün buluşacağım içimdeki Hayatla; günlerin tozu<br />

dumanı yolumu şaşırtsa da, hayatımda saklı neşeyle<br />

buluşacağım.<br />

Kaçamak bakışlarla tanıdım onu; an oldu nefesi erişti<br />

bana, düşüncelerim ıtırla doldu.<br />

Bir gün buluşacağım ışığın perdesi ardında yaşayan<br />

Neşeyle; her şeyin yaratıcının gözlerinden göründüğü<br />

bereketli yalnızlıkta duracağım.<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

XXII.<br />

Işık bolluğundan yorgun düşmüş güz sabahı. Şarkıların<br />

kararsızlaşıp cansızlaşmışsa, kavalını ödünç ver biraz bana.<br />

Gönlümce çalayım onu – kâh kucağıma koyayım, kâh<br />

dudaklarıma götüreyim, kâh yanıbaşımda çimenlere<br />

bırakayım.<br />

Akşamın vakur dinginliğinde çiçekler toplayıp<br />

çelenklerle süsleyeyim onu, ıtırlara boğayım. Yanan bir<br />

lambayla ona tapınayım.<br />

Geceleyin sana gelip onu geri vereyim sonra.<br />

Yeni ay yıldızlar arasında bir başına gezerken,<br />

geceyarısının müziğini çal sen onunla.<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

XXIII.<br />

Şairin zihni rüzgârın ve suyun sesleri arasında, hayatın<br />

dalgaları üstünde dans eder.<br />

Ama güneş batıp da göğün karanlığı denizin üzerine<br />

bitkin göz kapakları misali indiğine göre, şimdi şairin elinden<br />

kalemini alıp, düşüncelerini sessizliğin ebedî gizeminin<br />

ortasında derinlere gömülmeye bırakmanın zamanıdır.<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

XXIV.<br />

Karanlıktır gece. Benliğimin sessizliğinde, derindir senin<br />

uykun.<br />

Uyan, ey Aşk Sancısı, bilmiyorum kapıyı nasıl açacağımı,<br />

dışarıda bekliyorum!<br />

Saatler durgun; yıldızlar gözünü dikmiş; rüzgâr dinmiş;<br />

yüreğimde sessizlik kurşun gibi ağır…<br />

Uyan, ey Aşk, uyan! Doldur boş kadehimi; şarkının<br />

soluğuyla geceyi dalgalandır!<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

XXV.<br />

Şarkı söyler sabah kuşu.<br />

Şafak daha sökmemişken ve ejderha gece, soğuk<br />

kapkaranlık kıvrımlarıyla göğü hâlâ boğarken, sabahın<br />

haberini nereden almıştır kuş?<br />

Söyle sabah kuşu! Göğün ve yaprakların katmerli gecesi<br />

içinden senin rüyana gelen yolu nasıl buldu doğudan gelen<br />

haberci?<br />

Sen, “Güneş geliyor, gece bitti artık,” diye seslendiğin<br />

zaman dünya inanmamıştı sana.<br />

Ey uyuyan, uyan!<br />

Yüzünü aç; ışığın ilk kutsayışını bekle; sabah kuşuyla<br />

beraber şen bir inançla şarkı söyle!<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

XXVI.<br />

İçimdeki dilenci, cılız ellerini yıldızsız göğe doğru<br />

kaldırarak, açlık çeken sesiyle gecenin kulağına haykırdı.<br />

Yitik umutların ıssız göğünde mağlup bir Tanrı gibi<br />

yatan kör karanlığaydı duaları.<br />

Çaresizlik girdabına kapıldı arzunun haykırışı; inleyen<br />

bir kuştu sanki boş yuvasının etrafında dönüp duran.<br />

Ama Doğu’nun kıyısına demir attığında sabah, içimdeki<br />

dilenci bir anda ayağa kalkıp haykırdı: “Şükür ki sağır gece<br />

arzumu benden esirgedi – şükür ki boştu onun sandığı!”<br />

Ve tekrar haykırdı: “Kıymetlisin ey Hayat, ey Işık!<br />

Eşsizdir seni nihayet tanımanın sevinci!”<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

XXVII.<br />

Ganj’ın kıyısında tespih çekiyordu Sanatan. Yırtık pırtık<br />

giysiler içinde bir Brahman geldi ve “Bu fakire yardım edin!”<br />

dedi.<br />

“Yalnızca bir sadaka çanağım var,” dedi Sanatan, “başka<br />

her şeyim gitti elimden.”<br />

“Ama düşümde Yüce Şiva 2 geldi bana,” dedi Brahman,<br />

“ve size gelmemi öğütledi.”<br />

Birdenbire, nehir kıyısındaki çakıllar arasında paha<br />

biçilmez bir taş bulduğunu hatırladı Sanatan; birisinin ihtiyaç<br />

duyabileceğini düşünerek kuma gömmüştü onu.<br />

Gömdüğü yeri Brahman’a gösterdi ve Brahman merakla<br />

kazıp çıkardı taşı.<br />

Sonra yere oturdu Brahman, bir başına düşüncelere daldı;<br />

ağaçların ardında güneş batıp da sığırtmaçlar sürülerle beraber<br />

evlerine dönene dek yerinden kalkmadı.<br />

2<br />

Şiva: Hinduizm’in üç büyük tanrısından biri. Bu üçlüde Brahma yaratıcı,<br />

Vishnu koruyucu, Şiva ise yıkıcıdır. Ancak Şiva’nın yıkıcılığı, yapıcı<br />

anlamda bir yıkıcılıktır, yeninin yolunu açar. (ç.n.)<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

Nihayet usulca kalkıp Sanatan’a gelerek, “Saygıdeğer<br />

Efendim, dünyanın tüm zenginliklerini hor gören zenginliğin<br />

en ufak bir zerresini bahşedin bana,” dedi.<br />

Ve paha biçilmez taşı suya fırlattı.<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

XXVIII.<br />

Nice defa geldim kapına, avucumu açtım sana; diledim,<br />

hep daha fazla diledim.<br />

Kâh azar azar, kâh aniden bolca verdin sen; ama hep<br />

verdin.<br />

Birazını aldım, birazını bıraktım; bir kısmı ağır geldi<br />

ellerime, bir kısmını ise oyuncak ettim kendime, sıkılınca kırıp<br />

dağıttım. Öyle ki, armağanlarının enkazı muazzam bir yığına<br />

dönüşüp seni örter hale geldi ve sonu gelmeyen beklentilerim<br />

yüreğimi harap etti.<br />

Al benden, ah, al artık – şimdi budur dileğim…<br />

Her şeyi saçıp savur bu dilencinin çanağından; lambasını<br />

söndür bu sırnaşık gözcünün; tut ellerimden; armağanlarının<br />

hâlâ kabaran yığınından al beni; senin ıssız varlığında çıplak<br />

bir sonsuzluğa çıkar!<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

XXIX.<br />

Sen mağlupların arasına koydun beni.<br />

Bilirim ki ne kazanmak bana göredir, ne de oyunu terk<br />

etmek.<br />

Dibe batacaksam bile dalacağım bu havuza.<br />

Bu mahvoluş oyununu oynacağım.<br />

Varımı yoğumu gözden çıkarıp, sıfırı tüketince kendimi<br />

de oynayacağım ve öyle sanıyorum ki mutlak yenilgimle<br />

nihayet kazanacağım.<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

XXX.<br />

Sen yüreğimi paçavralarla donatıp dilenmeye<br />

gönderdiğinde, bir sevinç tebessümü yayıldı göğe baştan başa.<br />

Kapı kapı gezdi yüreğim; nice defa, tam sadaka çanağı<br />

dolmak üzereyken çalındı her şeyi.<br />

Yorgun günün akşamında, acınası çanağını elinde tutarak<br />

senin sarayının kapısına geldi ve sen onu aldın, elinden tutup<br />

tahta oturttun yanında.<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

XXXI.<br />

Şravasti şehri 3 kıtlıktan kırılırken, Yüce Buddha,<br />

takipçilerine, “Açları doyurma görevini içinizden hangisi<br />

üstlenecek?” diye sordu.<br />

Hazinedar Ratnakar, başını öne eğdi ve “Açları<br />

doyurmak için benim tüm servetimden çok daha fazlası<br />

gerek,” dedi.<br />

Kralın başkomutanı Caysen, “Kanımı canımı seve seve<br />

veririm, ama hanemde yeterince yemek yok,” dedi.<br />

Dönümlerce arazisi olan Dharmapaal, içini çekerek,<br />

“Kuraklık iblisi tarlalarımı kuruttu; kralımızın vergisini nasıl<br />

ödeyeceğimi bile bilmiyorum,” dedi.<br />

Derken, dilenci keşişin kızı Supriya yerinden kalktı,<br />

hepsinin önünde eğilerek, bütün alçakgönüllülüğüyle, “Açları<br />

ben doyuracağım,” dedi.<br />

“Nasıl?” diye bağrıştılar şaşkınlık içinde, “Nasıl yerine<br />

getireceksin bu vaadi?”<br />

3<br />

Şravasti: Eski bir Hint şehri. Buddha zamanında Hindistan’ın en büyük<br />

şehirlerinden biriydi; Buddhizm tarihinde önemli bir yere sahiptir. (ç.n.)<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

“Ben hepinizden daha fakirim, budur gücüm,” dedi<br />

Supriya, “her birinizin evinde benim hem sandığım vardır<br />

hem kilerim.”<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

XXXII.<br />

Tanımıyordum kralımızı; sanmıştım ki benden talep<br />

ettiği vergiyi ödemekten sakınabilirim.<br />

Günün işlerine, gecenin düşlerine sığınıp, kaçabildiğim<br />

kadar kaçtım.<br />

Ama aldığım her nefeste kovaladı beni onun talepleri.<br />

Anladım ki beni tanır kralımız; yoktur saklanacak bir<br />

yerim.<br />

Varımı yoğumu onun ayaklarına sunarak, krallığında<br />

yerimi hak etmektir artık tek dileğim.<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

XXXIII.<br />

İnsanların tapınması için yaşamımla senin tasvirini<br />

yapabileceğime inandığım zaman, bedenimi, arzularımı,<br />

rengârenk hayallerimi ve hülyalarımı yoğurdum.<br />

Senden, sevmen için yaşamımdan tüm kalbinle bir tasvir<br />

yapmanı istediğim zaman, ateşini, kudretini, hakikatini,<br />

şefkatini ve huzurunu yoğurdun.<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

XXXIV.<br />

Hizmetkâr, “Saygıdeğer Efendimiz,” diye seslendi Kral’a.<br />

“Ulu Narottama, 4 Kraliyet Tapınağınıza ziyaret buyurmadı<br />

hâlâ. Yolun kenarındaki ağaçların altında Tanrı’ya ilâhiler<br />

sunuyor. İnananlar tapınağınızı terk etmiş; beyaz lotus<br />

çiçeğinin etrafındaki arılar misali onun etrafına toplanmışlar,<br />

altın bal kâsesini sahipsiz bırakmışlar.”<br />

Bunun üzerine yüreği hiddetle dolan Kral, Narottama’nın<br />

bulunduğu yere gitti.<br />

Narottama’ya sordu: “Ulu Pîr, benim altın kubbeli<br />

tapınağımı ne diye terk edersiniz de, Tanrı aşkını vaaz etmek<br />

üzere toz toprak içinde oturursunuz?”<br />

“Çünkü Tanrı sizin tapınağınızda değil,” dedi<br />

Narottama.<br />

Kral kaşlarını çattı, “Bilmez misiniz ki, yirmi milyon altın<br />

harcandı bu şaheser uğruna; sonra da kutsandı tapınağımız<br />

şaşaalı törenlerle!”<br />

4<br />

Narottama Dasa: Vishnu tapıncını temele alan Vaishnavizm’in önemli bir<br />

pîridir; özellikle söylediği ilâhilerle bu inancın Bengal bölgesine<br />

yayılmasında etkili olmuştur. (ç.n.)<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

“Biliyorum tabii ki,” dedi Narottama. “Evleri yanmış<br />

binlerce insanın kapınızda yardım için boş yere beklediği yıldı<br />

o. Tanrı, ‘Kardeşlerine barınak sunamayan bu zavallı mahlûk<br />

mu kuracak benim evimi?’ demişti o zaman. Ve yol<br />

kenarındaki ağaçların altında, barınaksızların yanında yerini<br />

aldı O. Sizin altın baloncuğunuzun içi bomboş, yalnızca<br />

kibrinizin harareti var orada.”<br />

Öfkeyle haykırdı Kral: “Hemen terk edin ülkemi!”<br />

Sakince onayladı Narottama: “Tanrımı nereye sürgün<br />

ettiyseniz, oraya sürgün edin beni.”<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

XXXV.<br />

Tozlar arasında yatıyor borazan.<br />

Rüzgâr bitkin, ışık ölgün.<br />

Ah, bu uğursuz gün!<br />

Gelin savaşçılar, bayraklarla gelin; ey şarkıcılar, savaş<br />

marşlarıyla gelin!<br />

Alelacele giden hac yolcuları, gelin!<br />

Tozlar arasında bizi bekleyerek yatıyor borazan.<br />

Günün yavan zahmetlerinden sonra huzurlu bir yer<br />

arayarak, akşam adaklarımla tapınak yoluna düşmüştüm.<br />

Yaralarım iyileşip elbisemdeki lekeler temizlenir diye<br />

umarken, tozlar arasında yatan borazanını buldum senin.<br />

Akşam lambasını yakma zamanı gelmemiş miydi?<br />

Yıldızlara ninni söylememiş miydi gece?<br />

Uykumun gelincikleri kuruyup soldu, ey kankırmızı gül!<br />

Avareliğimin bittiğine ve borçlarımı ödediğime emindim<br />

ki, senin tozlar arasında yatan borazanına rastladım aniden.<br />

Gençlik büyüsüyle dirilt uyuşuk yüreğimi!<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

Yaşam sevincim harlasın alev alev! Capcanlı huzmeler<br />

parlasın gecenin yüreğinde! Dehşetli bir ürperişle sarsılsın bu<br />

körlük ve felç!<br />

Borazanını yerden almaya geldim.<br />

Uyku yok artık bana; yürüyeceğim okların sağanağında!<br />

Kimisi koşup gelecek evinden, saf tutacak benimle, kimisi<br />

gözyaşı dökecek. Kimisi yatağında feci düşlerle kıvranıp<br />

inleyecek.<br />

Zira bu gece senin borazanın ses verecek!<br />

Huzuru diledim senden, hicabı buldum…<br />

İşte, duruyorum karşında – zırhımı kuşandır bana!<br />

Belanın amansız darbeleri ateşler çaktırsın yaşamıma!<br />

Sancıyla çarpsın yüreğim, zafer davulundur o senin!<br />

Bomboş kalsın ellerim ki borazanını tutabileyim…<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

XXXVI.<br />

Onlar delice bir cümbüşle toz kaldırarak giysini<br />

kirlettiklerinde, içim acıdı, ey Güzeller Güzeli…<br />

“Sopanı al ve cezalandır onları!” diye haykırdım.<br />

Ama sabah aydınlığı vurdu onların çılgınlıktan<br />

kıpkırmızı olmuş gözlerine; beyaz zambak selamladı hararetli<br />

nefeslerini; kutsal karanlığın derininden baktı yıldızlar o<br />

sarhoşların eğlencesine – onlar ki toz kaldırarak giysini<br />

kirletmişti, ey Güzeller Güzeli!<br />

Çiçek bahçesinden hükmediyordun sen, kuşların bahar<br />

ezgisinden, ağaçların mırıldayan dalgalara yanıt verdiği<br />

gölgeli nehir kıyısından.<br />

Ah sevdiğim! Kalpsizdi ötekilerin tutkusu. Karanlıkta kol<br />

gezip, kendi arzularını bezemek için süslerini çaldılar senin.<br />

Sana vurup canını acıttılar, yüreğim burkuldu, “Kılıcını<br />

al, cezalandır onları!” diye haykırdım.<br />

Ama adaletin asla uyumaz ki senin…<br />

Bir ana gözyaşı döktü onların küstahlığına; inançlı bir<br />

âşık kendi yaralarında gizledi onların isyan mızraklarını.<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

Uykusuz aşkın suskun sancısından hükmediyordun sen,<br />

iffetlinin mahcupluğundan, terk edilmişin döktüğü<br />

gözyaşlarından, merhamet sabahının aydınlığından.<br />

Ama onlar pervasız bir açgözlülükle kapına tırmandı<br />

geceleyin, ey Müthiş Varlık, hazineni soydular senin!<br />

Fakat bu defa muazzam derecede ağırdı ganimet; ne<br />

taşımak mümkündü, ne yerinden kıpırdatmak.<br />

“Bağışla onları, ey Müthiş Varlık!” diye haykırdım sana<br />

bu yüzden.<br />

Ama fırtınalarla patlak verdi merhametin; onları yerlere<br />

çalıp, ganimetlerini toprağa saçtı.<br />

Şimşekteydi senin merhametin, kan sağanağındaydı,<br />

günbatımının hiddetli kızılındaydı…<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

XXXVII.<br />

Buddha’nın müridi Upagupta, Mathura 5 şehir surlarının<br />

dibinde toprağa yatmış uyuyordu.<br />

Şehirde tüm lambalar sönük, kapılar kapalıydı; bulutlarla<br />

kaplı ağustos göğünün ardında gizleniyordu yıldızlar.<br />

Kimin ayaklarıydı bunlar, halhallarla şıkırdayan,<br />

birdenbire Upagupta’nın göğsüne dokunan?<br />

İrkilerek uyandı, merhametli gözlerine bir kadının<br />

lambasının ışığı yansıdı.<br />

Dansçı kızdı bu, uçuk mavi bir harmaniye bürünmüş,<br />

mücevherlerle ışıl ışıl, gençliğinin şarabıyla sarhoş. Lambasını<br />

eğerek genç adamın yüzündeki yalın güzelliğe baktı.<br />

“Bağışla beni, genç çileci. Lütfen evime gel, sana uygun<br />

bir yatak değildir bu toz toprak,” dedi.<br />

“Şimdi değil, ey kadın; eşref saatinde geleceğim sana,”<br />

diye yanıtladı çileci.<br />

Aniden çakan bir şimşekle, dişlerini gösterdi kara gece.<br />

5<br />

Mathura: Kuzey Hindistan’da, Yamuna Nehri’nin kıyısında tarihi bir<br />

şehir. Manevi aşkın tanrısı Krişna’nın doğum yeri olarak kabul edilir. (ç.n.)<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

Göğün köşesinden gürledi fırtına. Kadın korkuyla titredi.<br />

* * *<br />

Yol kenarındaki ağaç dalları açan çiçeklerle sızlıyordu.<br />

Kavalın şen ezgisi, ılık bahar havasında dalgalanarak<br />

geliyordu uzaklardan.<br />

Şehrin sakinleri, çiçek şenliği için ormana gitmişlerdi.<br />

Dolunay sessiz şehrin gölgelerine gözünü dikmiş,<br />

bakıyordu göğün ortasından.<br />

Issız sokakta bir başına yürüyordu çileci Upagupta; uyku<br />

nedir bilmeyen kara sevdalı koel kuşları 6 yakınıp duruyordu<br />

mango dallarında.<br />

Şehrin kapısndan çıkarak surun dibinde durdu.<br />

Ayaklarının dibinde, duvarın gölgesinde yatan bu kadın<br />

da kimdi – vebaya tutulmuş, bedeni yaralarla benek benek,<br />

şehirden kovulup atılmış?<br />

Eğilip oturdu; kadının başını dizlerine koyup dudaklarını<br />

suyla ıslattı, bedenini merhemle ovdu.<br />

“Ey merhamet sahibi, kimsin sen?” diye sordu kadın.<br />

“Buluşma zamanımız geldi ve işte buradayım,” diye<br />

yanıtladı genç çileci.<br />

6<br />

Koel: Asya guguk kuşu. (ç.n.)<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

XXXVIII.<br />

Ah sevgilim, basit bir cilveleşme değil bu bizimki…<br />

Çığlıklar atarak boğdu beni fırtınalı geceler, defalarca<br />

söndü lambam; kara şüpheler yığıldı, göğümden sildi<br />

yıldızları.<br />

Nice defa yıkıldı nehrin kıyıları, seller alıp götürdü<br />

hasadımı; umutsuz iniltiler parçaladı göğü baştan başa.<br />

Öğrendim ki, ölümün taşkalpliliği değil, ıstırap darbeleri<br />

vardır aşkımızda…<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

XXXIX.<br />

Paramparça oluyor duvar; ilâhi bir kahkaha gibi doluyor<br />

içeri ışık.<br />

İşte zafer, ey Işık!<br />

Delindi gecenin yüreği!<br />

Pırıltılı kılıcınla ikiye böl şüphenin ve cılız arzuların<br />

kördüğümünü!<br />

Zafer!<br />

Gel, ey Amansız!<br />

Gel, saflığıyla dehşet veren!<br />

Ey Işık, davulun yankılanıyor ateşin yürüyüşünde;<br />

havaya kalkıyor kızıl fener; ihtişam patlamasıyla yok oluyor<br />

ölüm!<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

XL.<br />

Ey ateş, zaferin şarkısını söylüyorum sana, kardeşim<br />

benim!<br />

Korkulu özgürlüğün parlak, kıpkızıl suretisin sen.<br />

Göğe doğru savurursun kollarını; arpın telinde hızla<br />

gezer parmakların; pek güzeldir dans müziğin.<br />

Günlerim sona erip kapılar açıldığında, elimin kolumun<br />

bağlarını yakıp kül edeceksin sen.<br />

Seninle bir olacak bedenim; çılgınlığının girdaplarına<br />

kapılacak yüreğim; yaşamımın alevi parlayarak senin<br />

alevlerine karışacak.<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

XLI.<br />

Geceleyin çılgın denizi aşıyor Gemici.<br />

Şiddetli rüzgârda pupa yelken gidiyor, sancıyor<br />

gemisinin direği.<br />

Gecenin dişlerince ısırılan gökyüzü, kara bir korkuyla<br />

zehirlenerek denizin üzerine yığılıyor.<br />

Görünmeyen dalgalar başlarını vuruyorlar karanlığa ve<br />

geceleyin çılgın denizi aşıyor Gemici.<br />

Kim bilir hangi buluşma sözü uğruna denize açılmıştır o;<br />

yelkenlerinin apansız beyazıyla irkiltiyor geceyi.<br />

Kim bilir hangi sahilde nihayet karaya çıkacak, lambanın<br />

yandığı sessiz avluya varacak, yere oturmuş bekleyen kadını<br />

bulacak.<br />

Ne fırtınayı umursuyor ne de karanlığı; acaba neyin<br />

uğrunadır yolculuğu?<br />

Değerli taşlarla, incilerle mi yüklüdür tekne?<br />

Ah, hayır, Gemici bir hazine getirmiyor kendisiyle;<br />

yalnızca elinde beyaz bir gül, dudaklarında bir şarkı.<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

Yanan lambasıyla gecede bir başına yolu gözleyen kadın<br />

içindir hepsi.<br />

Yol kenarındaki kulübede oturur o kadın. Çözük saçları<br />

uçuşur rüzgârda, örter gözlerini.<br />

Kulübenin kırık kapılarından içeri dolar çığlık çığlığa<br />

fırtına; toprak lambanın ışığı kırpışıp gölgeler savurur<br />

duvarlara.<br />

Rüzgârın uğultuları arasından Gemici’nin kendine<br />

seslendiğini duyar meçhul kadın.<br />

Çok olmuştur Gemici yola çıkalı; daha çok vardır şafağın<br />

sökmesine, onun kapıyı çalmasına.<br />

Davullar çalınmayacak, onun geldiğini kimse bilmeyecek.<br />

Yalnızca ışık dolacak eve; toprak kutsanacak, yürek<br />

şenlenecek.<br />

Gemici sahile çıktığında tüm şüpheler sessizliğe karışıp<br />

gidecek.<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

XLII.<br />

Dünyevi hayatımın şu daracık nehrinde, sımsıkı<br />

tutunmuşum, canlı bir sal olan şu bedenime.<br />

Karşıya geçince bırakacağım onu. Ya sonra?<br />

Bilmiyorum ışık ve karanlık bir midir orada.<br />

Sonsuz özgürlüktür Bilinmeyen. Sevgisinde acımasızdır<br />

o. Kabuğu kırıp parçalar inci uğruna, o inci ki suskundur<br />

karanlığın hapsinde.<br />

Zavallı yürek! Geçip gitmiş günler için hayıflanır, gözyaşı<br />

dökersin.<br />

Gelen güne sevin!<br />

Vakit geldi, ey hac yolcusu!<br />

Yollar burada ayrılıyor!<br />

Örtü kalkacak Onun yüzünden, buluşacaksın Onunla<br />

yeniden.<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

XLIII.<br />

Kral Bimbisara, 7 Yüce Buddha’nın kutsal naaşına âdeta<br />

selam duran bir tapınak yaptırmıştı beyaz mermerden.<br />

Oraya çiçekler ve yanan lambalar sunmaya gelirdi<br />

sarayın tüm kadınları.<br />

Fakat daha Bimbisara hayattayken oğlu tahtı ele geçirdi<br />

ve babasının inancını kanla yıkayıp sildi, kutsal kitaplarla<br />

kurban ateşleri yaktırdı.<br />

Güz günü sona ermek üzereydi. Akşam ayininin saati<br />

yaklaşmıştı.<br />

Kraliçenin Buddha’ya kalpten bağlı hizmetçisi Şrimati,<br />

kutsal suda yıkanmış ve altın bir tepsiyi lambalarla, ak<br />

çiçeklerle süslemişti. Kapkara gözleriyle Kraliçe’nin yüzüne<br />

sessizce baktı.<br />

Korkuyla irkilen Kraliçe, “Ahmak kız, bilmez misin ki<br />

Buddha’nın tapınağına adak sunmanın cezası ölümdür? Kral<br />

böyle buyurmuştur.”<br />

7<br />

Bimbisara: Buddha’nın aydınlanışından sonra ona tâbi olan ve Buddha<br />

adına kutsal Racgir şehrini kurduran Hint kralı. (ç.n.)<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

Şrimati, Kraliçe’nin önünde eğildi, onun kapısından<br />

ayrılarak Kral’ın yeni gelini Amita’nın huzuruna çıktı.<br />

Gelin, kucağında parlak altın bir aynayla uzun kapkara<br />

saçlarını örüyor, alnındaki al uğur beneğini boyuyordu.<br />

Hizmetçi kızı görünce eli ayağı titreyerek haykırdı:<br />

“Korkunç bir bela getiriyorsun bana! Hemen kaybol<br />

karşımdan!”<br />

Prenses Şukla pencere kenarına oturmuş, günbatımı<br />

aydınlığında bir aşk hikâyesi okuyordu.<br />

Kutsal adaklar taşıyan hizmetçi kızı kapıda görünce<br />

sıçrayıverdi.<br />

Kitabı düştü kucağından; uzanıp Şrimati’nin kulağına<br />

fısıldadı: “Ölüme koşuyorsun pervasız kız!”<br />

Kapı kapı dolaştı Şrimati. Başını kaldırarak haykırdı: “Ey<br />

sarayın kadınları, acele edin, Efendimize ibadet vakti geldi!”<br />

Bazıları kapısını kapadı onun yüzüne, bazıları lanet<br />

okudu.<br />

Günün son pırıltısı saray kulesinin bronz kubbesinden<br />

usul usul silindi.<br />

Koyu gölgeler yerleşti sokak köşelerine; şehrin telaşı<br />

dindi; Şiva tapınağındaki gong, akşam ayinini haber verdi.<br />

Güz akşamının berrak bir göl gibi derin karanlığında, ışıl<br />

ışıl atıyordu yıldızların nabzı. Saray bahçesinin muhafızları,<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

ağaçlar arasından Buddha’nın tapınağında yanan bir dizi<br />

lambayı görünce irkildiler.<br />

Derhal kılıçlarını çekip koştular, “Kimdir ölümden<br />

korkmayan bu çılgın?” diye bağırdılar.<br />

“Benim, Şrimati,” diye yanıt verdi tatlı bir ses,<br />

“Buddha’nın sadık hizmetkârı.”<br />

Ardından, kızın yüreğinin kanıyla soğuk mermer<br />

kırmızıya boyandı.<br />

Ve yıldızların dingin saatinde, son ayin lambasının ışığı<br />

tapınağın kenarında sönüp kayboldu.<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

XLIV.<br />

Gün, ikimizin arasından selam vererek veda ediyor.<br />

Yüzüne peçesini indiriyor gece; odamda yanan son<br />

lambanın üzeri örtülüyor.<br />

Sessizce geliyor karanlık hizmetkârın; sen dilsiz bir<br />

sessizlikle yanıma yerleşip gecenin sonuna dek benimle kal<br />

diye yere bir gelin kilimi seriyor.<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

XLV.<br />

Hüzün döşeğinde geçti gecem; gözlerim yorgun. Sevinç<br />

kalabalığıyla dolu gündüzü karşılamaya henüz hazır değil<br />

kederli yüreğim.<br />

Üzerini ört bu çırılçıplak ışığın; yaşamın parlak ışıltısını<br />

ve dansını al önümden.<br />

Şefkatli karanlığın cübbesi kıvrım kıvrım sarsın beni;<br />

âlemin derdinden bir zaman gizlensin ıstırabım.<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

XLVI.<br />

Kadınımın hakkını ne yapsam ödeyemem, o artık yok.<br />

Gecesi gündüzüne kavuştu onun; sen aldın onu<br />

kollarına… Minnetimi ve armağanlarımı sana getiriyorum.<br />

Onu üzüp incittiysem eğer, senden af dilemeye<br />

geliyorum.<br />

Onun açmasını beklediği tüm aşk çiçeklerimi senin<br />

ibadetine sunuyorum.<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

XLVII.<br />

Özenle saklanmış birkaç mektubumu buldum kadınımın<br />

sandığında – anılarının o minik oyuncaklarını.<br />

Demek ki mahcup bir kalple zamanın çalkantılı<br />

nehrinden bu öteberiyi kurtarmaya çalışmış, “Bunlar benim!”<br />

demişti.<br />

Ah, mektuplar buradalar işte, ama kim sahiplensin onları<br />

artık, sevecen bir ilgiyle onların hakkını kim versin?<br />

Ama kadınımı yitip gitmekten kurtaracak bir sevgi var<br />

bu dünyada – onun sevgisi nasıl ki korumuşsa şefkatli bir<br />

özenle bu mektupları…<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

XLVIII.<br />

Yaşarken olduğu gibi şimdi de güzellik ve düzen getir<br />

perişan hayatıma, kadınım…<br />

Saatlerin tozlu döküntülerini süpür; doldur boş<br />

çömlekleri; ihmal edilmiş her şeyi onar.<br />

Sonra içteki kapısını aç mabedin; mumu yak; ikimiz<br />

sessizce kavuşalım Tanrımızın huzurunda.<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

XLIX.<br />

Teller akort edilirken ıstırabım ne büyüktü Sahibim…<br />

Müziğine başla, acımı unutayım, tüm bu zalim günler<br />

boyunca aklında ne olduğunu güzelce duyayım.<br />

Ölgün gece kapımda oyalanıyor hâlâ; izin ver, veda etsin<br />

şarkılarınla.<br />

Yıldızlarından inen ahenklerle, ey Sahibim, kalbini dök<br />

yaşamımın tellerine.<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

L.<br />

Anlık bir ışık parıltısıyla, yaratılışın uçsuz bucaksızlığını<br />

gördüm yaşamımda: Yaratılış – bir âlemden diğer âleme, nice<br />

ölümlerle…<br />

Yaşamımı mânâsız saatlerin elinde gördüğüm zaman,<br />

değersizliğime ağlarım; ama senin elinde gördüğüm zaman,<br />

onun gölgeler arasında harcanamayacak kadar değerli<br />

olduğunu anlarım.<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

LI.<br />

Bir gün hava kararırken, güneş son vedasını edecek bana,<br />

biliyorum.<br />

Çobanlar kaval çalacak banyan ağaçları 8 altında, sığırlar<br />

otlayacak nehrin yamacında ve benim günlerim karanlığa<br />

gömülecek.<br />

Ayrılmadan evvel, dünyanın beni neden kollarına<br />

çağırdığını bilmektir tek dileğim: Gecenin sessizliği neden<br />

yıldızları anlattı bana, günışığı neden düşüncelerimi öpüp<br />

çiçeklendirdi…<br />

Gitmeden evvel, son nakaratı söyleyerek tamamlayayım<br />

şarkımı; yansın lamba ve yüzünü göreyim; örülsün çelenk,<br />

seni taçlandırayım.<br />

8<br />

Banyan Ağacı: Birçok kök üzerinde yükselen, etkileyici görünüme sahip<br />

bir ağaçtır. Hindular için sonsuz yaşamın simgesidir. (ç.n.)<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

LII.<br />

Ölçüleriyle dünyayı beşik gibi sallayan bu müzik neyin<br />

müziğidir?<br />

Yaşamın zirvesinden ses verir bize, kahkaha atarız;<br />

karanlıktan duyulur, korkuyla sinip kalırız.<br />

Oysa hep aynı oyundur sonsuz müziğin ritmi; bir gider<br />

bir gelir.<br />

Hazineni avucunun içinde saklarsın sen, soyulduk diye<br />

ağlarız.<br />

Oysa sen avucunu ister aç ister kapa, kazanç da aynıdır,<br />

kayıp da.<br />

Kendi başına oynadığın bu oyunda, kaybeder ve<br />

kazanırsın aynı anda.<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

LIII.<br />

Gözlerimle, ellerimle, ayaklarımla öptüm dünyayı;<br />

yüreğimle kat kat sardım onu; düşüncelerimle sellere boğdum<br />

onun günlerini ve gecelerini, nihayet yaşamım bir oldu onunla.<br />

Göğün ışığıyla böyle iç içe olduğumdan severim yaşamımı.<br />

Dünyadan ayrılmak dünyayı sevmek kadar gerçekse<br />

eğer, bir mânâ olmalı yaşamın kavuşma ve ayrılığında.<br />

Sevgiye ihanet edilseydi ölmekle, bu hain çürüme her<br />

şeyi yiyip bitirir, gökteki yıldızları bile soldururdu.<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

LIV.<br />

“Kaybolacağım,” dedi Bulut. “Kızgın şafağın içine<br />

dalacağım,” dedi Gece.<br />

“Derin sessizlikte onun ayak izi olacağım,” dedi Istırap.<br />

“Ölerek kemâle eriyorum,” dedi yaşamım.<br />

“Işığım senin düşüncelerini öpüyor her an,” dedi Dünya.<br />

“Günler geçiyor,” dedi Aşk, “ama ben seni bekliyorum.”<br />

“Senin yaşam teknenle aşıyorum denizi,” dedi Ölüm.<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

LV.<br />

Şair Tulsidas 9 derin düşüncelere dalmış, Ganj kıyısında<br />

ölülerin yakıldığı tenha alanda geziniyordu.<br />

Ölmüş kocasının naaşı başında düğüne gidercesine<br />

rengârenk giyinmiş bir kadına rastladı.<br />

Kadın, Tulsidas’ı görünce ayağa kalktı ve saygıyla<br />

eğilerek, “Saygıdeğer efendim, takdis edin beni, kocamın<br />

peşinden cennete gideyim,” dedi.<br />

“Neden acele ediyorsun, ah evlâdım?” diye sordu<br />

Tulsidas, “Cennet’i yaratan Yüceler Yücesi’nin değil midir bu<br />

dünya da?”<br />

“Cenneti arzulamıyorum,” diye yanıtladı kadın, “kocamı<br />

istiyorum.”<br />

Tulsidas, gülümseyerek, “Evine dön yavrucuğum; ay<br />

sona ermeden evvel kocanı bulacaksın,” dedi.<br />

9<br />

Gosvami Tulsidas: On altıncı yüzyıl ortalarından on yedinci yüzyıl<br />

ortalarına kadar yaşamış ve Hint edebiyatında derin izler bırakmış mistik<br />

bir şair. (ç.n.)<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

Sevinçli bir umutla evine döndü kadın. Tulsidas her gün<br />

ziyaret etti onu, yüce düşünceler aşıladı gönlüne; nihayet<br />

kadının kalbi ilâhi aşkla doldu.<br />

Ayın sonuna doğru komşuları kadına gelip, “Kocanı<br />

buldun mu?” diye sordular.<br />

Kadın gülümseyerek, “Buldum,” dedi.<br />

“Nerede peki?” diye sordular merakla.<br />

“Efendim kalbimdedir, benimle birdir,” diye cevap verdi<br />

kadın.<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

LVI.<br />

Bir an yanıma geldin ve yaratılışın kalbindeki kadının<br />

büyük gizemiyle dokundun bana.<br />

O kadın ki, Tanrı’dan fışkıran hoşluğu döndürür her<br />

daim Ona; hep taze kalan güzellik ve gençliktir tabiatta;<br />

köpüren nehirlerle dans eder, sabah güneşiyle şarkı söyler,<br />

kabaran dalgalarla emzirir susuz toprağı – ve kabına sığmaz<br />

bir neşeyle ikiye bölünür Ebediyet onun içinde, fışkırır aşkın<br />

sancısıyla.<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

LVII.<br />

Kimdir ebediyen terk edilmiş o kadın, kalbimi mesken<br />

tutan?<br />

İstedim ama elde edemedim onu. Çelenkler sundum ona,<br />

methiyeler söyledim.<br />

Yüzünde bir tebessüm belirdi, kayboluverdi hemen.<br />

“Beni mutlu etmiyorsun,” dedi kederle.<br />

Mücevherli halhallar aldım ona; taşlarla süslü bir yelpaze<br />

ile yelledim onu; altın bir döşek serdim önüne.<br />

Yüzünde bir sevinç pırıltısı belirdi, kayboluverdi hemen.<br />

“Bunlar beni mutlu etmiyor,” dedi kederle.<br />

Görkemli bir arabaya bindirdim onu, dünyayı gezdirdim<br />

baştan başa.<br />

Mağlup yürekler ayaklarına kapandı, alkışlı nidalar<br />

çınladı gökte.<br />

Gurur pırıldadı gözlerinde, yaşlarla bulanıverdi hemen.<br />

“Zafer mutlu etmiyor beni,” dedi kederle.<br />

“Peki nedir aradığın?” diye sordum ona.<br />

“Onu bekliyorum,” dedi, “adı meçhul olanı.”<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

Günler geçip gidiyor ve kadın haykırıyor: “Ne zaman<br />

gelecek o sevgili; ne zaman tanıyacağım onu ben?”<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

LVIII.<br />

Senindir karanlıktan fışkıran ışık; senindir kavganın<br />

paramparça yüreğinden sürgün veren iyilik.<br />

Senindir dünyaya açılan ev; senindir savaş meydanına<br />

çağıran aşk.<br />

Senindir her şey kayıpken gene de kazanç olan meziyet;<br />

senindir ölümün mağaralarından akan yaşam.<br />

Senindir alelâde tozun toprağın içinde yatan cennet;<br />

benim için ve herkes için oradasın sen.<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

LIX.<br />

Yolculuktan bitkin düşüp susuzluktan kavrulduğumda,<br />

alacakaranlığın hayaletvari saatleri yaşamıma gölgeler<br />

düşürdüğünde, işte o zaman, ey dostum, ben senin yalnızca<br />

sesin için değil, dokunuşun için ağlarım.<br />

Sana sunulmamış zenginliklerin ağır yüküyle ıstırap<br />

çeker yüreğim.<br />

Uzat elini geceden; uzanıp tutayım onu, sarayım,<br />

bırakmayayım; uçsuz bucaksız yalnızlığım boyunca senin<br />

dokunuşunu duyayım.<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

LX.<br />

Rayiha ağlıyor tomurcukta: “Ah, mutlu bahar günü geçip<br />

gidiyor ve taçyapraklarda mahpusum ben!”<br />

Umutsuzluğa kapılma, mahcup şey! Zincirler kopacak,<br />

çiçek nihayet açacak ve kemâle eren bir yaşamla öleceksin sen<br />

– bahar sürüp gidecek.<br />

Rayiha nefes nefese kalmış, çırpınıp duruyor tomurcukta:<br />

“Ah, saatler geçiyor, ama nereye gideceğimi, neyi aradığımı<br />

hâlâ bilmiyorum ben!”<br />

Umutsuzluğa kapılma, mahcup şey! Bahar rüzgârı duydu<br />

arzunu; gün sona ermeden kemâle ereceksin sen.<br />

Gelecekten umutsuz, ağlıyor rayiha: “Ah, yaşamım kimin<br />

yüzünden anlamsız böyle? Ben neden varım, kim söyleyebilir<br />

bunu bana?”<br />

Umutsuzluğa kapılma, mahcup şey! Mükemmel şafağın<br />

eli kulağında; yaşamın katılacak dünyanın yaşamına ve<br />

amacını anlayacaksın sonunda.<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

LXI.<br />

O henüz küçük bir kız çocuğudur, Sahibim!<br />

Senin sarayında oradan oraya koşup oynar, seni bile<br />

kendine oyuncak yapmak ister.<br />

Saçları çözülünce aldırmaz, kırışık elbisesi tozlara<br />

bulanır.<br />

Sen onunla konuşurken uyuyakalır, yanıt vermez;<br />

sabahleyin verdiğin çiçek, ellerinden kayar, yere düşer.<br />

Göğü karanlık kaplayıp fırtına koptuğunda, uykusu<br />

kaçar onun, bebekleri yere saçılır. Korku içinde sana sımsıkı<br />

sarılır.<br />

Sana lâyık olamayacak diye korkar.<br />

Ama sen tebessümle izlersin onun oyununu.<br />

Tanırsın onu.<br />

Tozlar arasında oturan bu çocuğun kaderi bir gün gelinin<br />

olmaktır senin. Oyunu durulacak, aşka doğru derinleşecektir.<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

LXII.<br />

“Senin suretini gökyüzünden başka kim taşıyabilir, ey<br />

Güneş? Ben de seni düşlüyorum, ama sana hizmet etmeye<br />

yetmiyor gücüm,” diye ağladı çiy damlası. “Seni üzerime<br />

almak için fazla küçüğüm, yüce Efendim; bu yüzden bir<br />

gözyaşıdır tüm varlığım.”<br />

“Uçsuz bucaksız göğü aydınlatsam da ufacık bir çiy<br />

damlasına teslim edebilirim kendimi,” dedi Güneş. “Bir<br />

pırıltıya dönüşerek senin içine dolacağım, ışıl ışıl kahkahalar<br />

atan bir küre olacak küçücük yaşamın.”<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

LXIII.<br />

Engelleri hiçe sayan ve köpüklü şarap misali kabını<br />

patlatıp heba olan aşkı istemem ben.<br />

Susuz toprağı kutsayan ve alelâde toprak küpleri<br />

dolduran yağmur gibi serin, dupduru aşkı yolla bana.<br />

Varlığın merkezine sızan ve hayat ağacına görünmez bir<br />

özsu gibi yayılarak meyveler ve çiçekler doğuran aşkı yolla<br />

bana.<br />

Mükemmel bir huzurla yüreği dingin kılan aşkı yolla<br />

bana.<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

LXIV.<br />

Güneş, nehrin batı yakasında, ormanın karaltılarının<br />

ardında batmıştı.<br />

Genç müritler, sürüleri ahıra getirmiş, Ulu Pîr<br />

Gautama’yı 10 dinlemek üzere ateşin başına oturmuşlardı.<br />

Derken garip bir oğlan çıkageldi, meyveler ve çiçekler sunarak<br />

Gautama’yı selamladı, Pîr’in ayaklarına kapandı ve kuş<br />

ötüşüne benzeyen bir sesle, “Ulu Pîr, hakikat yoluna girmek<br />

için geldim yanınıza. Adım Satyakama, 11 ” dedi.<br />

“Tanrı’nın lütfu seninle olsun evlâdım,” dedi Gautama.<br />

“Hangi kabiledensin? Yüce bilgeliğe talip olmak yalnızca<br />

Brahmanlara göredir.”<br />

“Ulu Pîr, hangi kabileden olduğumu bilmiyorum,” diye<br />

cevapladı Satyakama. “Bunu anneme sormam gerek.”<br />

10<br />

Haridrumata Gautama: Kutsal Hint metni Upanishadlar’da adı geçen bir<br />

bilge. (ç.n.)<br />

11<br />

Satyakama Cabala: Upanishadlar’da hikâyesi anlatılan bir çocuk mürit.<br />

<strong>Tagore</strong> hikâyeyi birtakım değişikliklerle Çandogya Upanishad’dan<br />

aktarmaktadır. (ç.n.)<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

Hemen oradan ayrıldı, sığ nehri geçti, uyuyan kasabanın<br />

kenarındaki kumluğun ucunda, annesinin kulübesine gitti.<br />

Solgun bir lamba yanıyordu odada; anne, kapıda<br />

durmuş, oğlunun dönmesini bekliyordu karanlıkta.<br />

Oğlunu kucakladı, saçlarından öptü ve Ulu Pîr ile olan<br />

görüşmesini sordu.<br />

“Anneciğim, babamın adı neydi?” dedi Satyakama.<br />

“Gautama, ‘Yüce bilgeliğe talip olmak yalnızca Brahmanlar’a<br />

göredir,’ buyurdu.”<br />

Kadın başını öne eğdi ve fısıldayarak, “Gençken fakirdim<br />

ve birçok efendiye hizmet ettim; ah gözümün bebeği, sen<br />

kocası olmayan Cabala’nın kollarına geldin,” dedi.<br />

Günün ilk ışıkları manastırdaki ağaçların tepelerine<br />

vuruyordu.<br />

Islak ve karmakarışık saçlarla nehirde sabah<br />

arınmasından dönmüş müritler kadim ağacın altında, Ulu<br />

Pîr’in önünde oturuyorlardı.<br />

Satyakama geldi. Pîr’in önünde eğildi ve sessizce durdu.<br />

“Söyle bakalım,” dedi Ulu Pîr, “hangi kabiledenmişsin?”<br />

“Saygıdeğer efendim, bilmiyorum,” diye cevap verdi<br />

Satyakama. “Annem, ‘Gençken birçok efendiye hizmet ettim<br />

ve sen kocası olmayan Cabala’nın kollarına geldin,’ dedi<br />

bana.”<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

Kovanlarında rahatsız edilmiş arıların öfkeli vızıltıları<br />

gibi bir homurdanma yükseldi müritlerden; bu paryanın<br />

küstahça arsızlığına isyan ettiler.<br />

Ulu Pîr Gautama yerinden kalktı, kollarını açtı ve oğlanı<br />

bağrına basarak şöyle dedi: “Sen en hakiki Brahmansın<br />

evlâdım; dürüstlüğün asil mirası var sende.”<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

LXV.<br />

Bu şehirde belki de bir ev vardır, günışığının<br />

dokunuşuyla sonsuza dek açılmıştır bu sabah kapısı ve<br />

tamamlanmıştır ışığın görevi.<br />

Bahçelerde ve çitlerde çiçekler açılmış… Belki de bir<br />

yürek vardır, ezelden beri yolculuk eden bir armağan<br />

bulmuştur bu sabah o çiçeklerde.<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

LXVI.<br />

Kulak ver yüreğim; onun kavalında yaban çiçeği<br />

kokusunun, parlayan yaprakların, ışıltılı suların, arı sesleriyle<br />

vınlayan gölgelerin ezgisi var.<br />

O kaval, dostumun dudaklarından alır tebessümünü,<br />

benim yaşamıma yayar…<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

LXVII.<br />

Şarkılarımın ötesinde daima sen varsın bir başına.<br />

Ezgilerim dalga dalga yıkar ayaklarını, ama ben bilmem<br />

ayaklarına nasıl ulaşacağımı.<br />

Uzaktan uzağa oynarım ancak seninle.<br />

Ayrılığımızın ıstırabı karışır kavalımın ezgilerine.<br />

Kayığın kıyıya varsın da sen kavalımı eline al diye<br />

beklerim.<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

LXVIII.<br />

Yüreğimin penceresi açıldı sabah aniden – senin yüreğine<br />

bakan pencere…<br />

Hayretle gördüm, nisan yapraklarına ve çiçeklere<br />

yazılıydı beni tanıdığın isim. Sessizce oturup kaldım.<br />

Şarkılarımla şarkıların arasındaki perde havalandı bir an.<br />

Gördüm, söylenmemiş dilsiz şarkılarımla doludur senin<br />

günışığın. Ayaklarının dibinde öğrenebilirim onları diye<br />

düşündüm ve sessizce oturup kaldım.<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

LXIX.<br />

Sen, en içindeydin kalbimin; yola düştüğüm zaman<br />

bulamadım seni o yüzden. Sevgimden ve umudumdan daima<br />

sakladın kendini – onların içindeydin sen zaten.<br />

Çocukken oyunumun en gizli neşesiydin – oyuna<br />

kendimi kaptırınca geçip giden neşeydin.<br />

Yaşamın esrimelerinde sen şarkı söyledin bana, ama ben<br />

unuttum şarkı söylemeyi sana.<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

LXX.<br />

Sen lambanı göğe kaldırınca, ışığı vurur yüzüme, gölgesi<br />

düşer üzerine.<br />

Ben aşk lambasını kalbime tutunca, ışığı vurur sana,<br />

kalakalırım gölgeler arasında.<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

LXXI.<br />

Ey dalgalar, göğü yutan dalgalar; ışıkla parlayan,<br />

yaşamla dans eden, daima coşup girdaplar çizen neşe<br />

dalgaları!<br />

Beşiğinizde sallanır yıldızlar; rengârenk düşünceler<br />

kabarır derinden, yaşam sahiline saçılır.<br />

Döngüler halinde inip çıkar doğum ve ölüm; yüreğimin<br />

martısı sevinçle haykırır, kanatlarını açar.<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

LXXII.<br />

Bedenimi yaratmak üzere bütün dünyadan akıp geldi<br />

neşe.<br />

Göklerin ışığı öpücüklere boğdu onu ve nihayet uyandı<br />

bedenim bir kadın gibi.<br />

Onun nefesiyle inledi telaşlı yazların çiçekleri; onun<br />

kıpırtılarıyla şarkı söyledi rüzgârın ve suyun sesi.<br />

Yaşamına coşkuyla karıştı bulutların ve ormanların renk<br />

medcezri; tüm varlıkların müziğiyle şekillendi kolları ve<br />

bacakları.<br />

Gelinimdir o benim – evimdeki lambayı o yaktı.<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

LXXIII.<br />

Yaprakları ve çiçekleriyle geldi bahar bedenime.<br />

Arılar sabah boyu vızıldıyor içimde, rüzgâr tembelce<br />

oynuyor gölgelerle.<br />

Tatlı bir pınar fışkırıyor yüreğimin özünden.<br />

Çiylere bulanmış bir sabah misali sevince boğuluyor<br />

gözlerim; sazımın telleri gibi titriyor kollarımda ve<br />

bacaklarımda yaşam.<br />

Ey sonu gelmeyen günlerimin sevgilisi! Medcezrin sele<br />

dönüştüğü hayat sahilimde sen misin bir başına gezinen?<br />

Senin etrafında mı uçuşuyor rengârenk kanatlı<br />

pervaneler misali düşlerim?<br />

Senin şarkıların mıdır benliğimin karanlık saçakları<br />

altında yankılanan?<br />

Senden başka kim duyabilir, kalabalık saatlerin<br />

uğultusunun damarlarımda yankılanışını, göğsümde dans<br />

eden şen adımları, dur durak bilmeyen hayat hengâmesinin<br />

bedenimde kanat çırpışını?<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

LXXIV.<br />

Bağlarımı kopardım, borçlarımı ödedim, kapım açık, her<br />

yere gidebilirim.<br />

Ama bir köşeye sinip cansız saatlerin örgüsünü örenler,<br />

tozlara oturup akçelerini sayanlar, onlar beni geri çağırıyorlar.<br />

Kılıcımı işlenmiş, zırhımı kuşanmışım; atım can atıyor<br />

koşmaya.<br />

Krallığımı kazanacağım ben.<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

LXXV.<br />

Dünyaya çıplak ve isimsiz, feryat figan gelişim daha dün<br />

gibi…<br />

Ama ey Sahibim, yaşamımı doldurmam için bugün yer<br />

açıyorsun bana sen, sesim şen!<br />

Şarkılarımı sana sunarken, insanların onlardan dolayı<br />

beni seveceğine dair gizli bir umut taşıyorum.<br />

Sen de kıvanç duyarsın içine doğduğum bu dünyayı<br />

sevmemden.<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

LXXVI.<br />

Korkuyla sığınmıştım güvenli bir kuytuya; ama şimdi,<br />

kabaran neşe kalbimi tepesinde taşıyınca, sımsıkı sarılıyorum<br />

belanın zalim kayasına.<br />

Evimin bir konuk için fazla dar olduğunu düşünerek, bir<br />

köşede oturmuştum yalnız başıma; ama şimdi, davetsiz bir<br />

neşeyle ardına kadar açıldığında kapılar, anlıyorum ki yer<br />

vardır sana ve bütün dünyaya.<br />

Parmak ucumda yürüyordum, özen göstermiştim<br />

kendime, kokular sürünmüş, süslenmiştim; ama şimdi, şen bir<br />

kasırga beni yere fırlattığında, kahkahalar atarak<br />

yuvarlanıyorum bir çocuk gibi, senin ayaklarının dibinde.<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

LXXVII.<br />

Dünya senindir, şimdi ve daima.<br />

Hiçbir eksiğin yoktur, yüce Hükümdarım;<br />

gururlanmazsın servetinle.<br />

Sanki bir hiçtir hepsi. O yüzden azar azar verirsin<br />

kendinden bana; krallığını kazanırsın bende daima.<br />

Şafağını günbegün elde edersin yüreğimde; yaşamım<br />

suretinde yontarsın sevgini.<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

LXXVIII.<br />

Sen şarkılar verdin kuşlara, karşılığında şakıdı onlar da.<br />

Bana sesimi verdin, ama daha fazlasını istedin – ve ben<br />

şarkılar söylerim.<br />

Tüy gibi hafif kıldın rüzgârlarını ve onlar süratle hizmet<br />

eder sana. Ama yükler verdin benim ellerime – onları hafifletip<br />

sana nihayet yükten arınmış bir özgürlükle hizmet edeyim<br />

diye.<br />

Gölgeleri ışık parçalarıyla doldurarak yarattın Dünyayı.<br />

Sonra duraksadın; cennetini kurayım diye beni toz toprak<br />

içinde bomboş ellerle bıraktın.<br />

Ötekilere verir, benden istersin.<br />

Hayatımın mahsûlü olgunlaşır güneşte ve sağanak<br />

yağmurda – ta ki ben senin ektiğinden daha fazlasını biçerek<br />

seni memnun edene dek, ey altın ekinlerin Efendisi!<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

LXXIX.<br />

Lütfet; tehlikelerden korunmak için değil, tehlikelerle<br />

yüzleşmek için dua edeyim.<br />

Lütfet; acılarımın dinmesi için değil, acılarıma üstün<br />

gelecek bir yürek için yalvarayım.<br />

Lütfet; hayatın savaş meydanında müttefikler değil,<br />

kendi kudretimi arayayım.<br />

Lütfet; telaşlı bir korkuyla kurtarılmaya can atmak<br />

yerine, özgürlüğümü kazanmak için sabırlı olmayı umayım.<br />

Sen lütfet ki, merhametini sırf başarılarımla duyan bir<br />

korkak olmayayım; lütfet, başarısızlığımda senin dost elini<br />

bulayım.<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

LXXX.<br />

Tek başına yaşarken bilmiyordun sen kendini; rüzgâr<br />

beri kıyıdan öteye estiğinde, bir haber çığlığı yoktu o<br />

zamanlar.<br />

Ben geldim ve sen uyandın; ışıl ışıl aydınlandı gökler.<br />

Çiçek çiçek açtırdın beni; nice biçimlerin beşiğinde<br />

salladın; ölümle sakladın, yaşamla buldun yeniden.<br />

Geldim ve yüreğin dalga dalga kabardı; ıstırap erişti<br />

sana, neşe erişti.<br />

Sen dokundun bana ve ürperdim aşkla.<br />

Ama gözümde bir hicap perdesi, göğsümde bir korku<br />

kıvılcımı vardır; yüzüm örtülüdür; seni göremeyince ağlarım.<br />

Gene de bilirim kalbinde suretim için taşıdığın sonsuz<br />

hevesi – sen ki, şafak kapımı ısrarla çalarken feryat edersin<br />

kapımda.<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

LXXXI.<br />

Adımlarıma kulak kabartırsın, ey ebedî gözcü; sabah<br />

alacakaranlığında çoğalır sevincin, ışık patlamasıyla fışkırır!<br />

Sana ne denli yaklaşırsam, o denli kabarır denizin<br />

dansındaki coşku.<br />

Dünyan ışık fışkırmasıyla dolar kendi ellerine; ama<br />

cennetin yüreğimde saklıdır benim, mahcup bir sevgiyle<br />

usulca açılır tomurcuklarından.<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

LXXXII.<br />

Sessiz düşüncelerin gölgeleri arasında bir başıma<br />

oturarak söyleyeceğim adını.<br />

Sözcüksüz söyleyeceğim, amaçsızca söyleyeceğim.<br />

Zira bir çocuğum ben, “Anne” diyebilmenin gururuyla<br />

annesine yüz kere seslenen…<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

LXXXIII.<br />

I.<br />

İçimde parladığını hissediyorum yıldızların. Dünya sel<br />

olup doluyor hayatıma.<br />

Çiçekler açıyor bedenimde. Yerin ve suyun tüm tazeliği<br />

buhur misali tütüyor yüreğimde; tüm varlığın nefesi bir kaval<br />

misali oynuyor düşüncelerimle.<br />

II.<br />

Dünya uyurken kapına gelirim senin.<br />

Yıldızlar sessizdir, şarkı söylemeye korkarım.<br />

Durup öylece bakarım, ta ki gecenin balkonundan gölgen<br />

geçene dek – o zaman, dopdolu bir yürekle geri dönerim.<br />

Sonra, yol kenarında şarkı söylerim sabahleyin.<br />

Çalılıktaki çiçekler yanıt verir bana, sabahın havası kulak<br />

kesilir.<br />

Ansızın durur yolcular, yüzüme bakarlar, adlarını<br />

söylediğimi sanırlar.<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Daima senin isteklerine kulak kabartmış olarak, kapında<br />

tut beni; çağrına uymuş olarak, Krallığında gezdir beni.<br />

Sen lütfet ki, ataletin derinlerine gömülüp<br />

kaybolmayayım.<br />

Lütfet, yaşamım sefil bir israfla heba olmasın.<br />

Lütfet, şüphenin ve divaneliğin tozuna boğulmayayım.<br />

Lütfet, bir sürü şey peşinde her yola girmeyeyim.<br />

Lütfet, çoğunluğa boyun eğmesin yüreğim.<br />

Sen lütfet ki, hizmetkârın olmanın cesareti ve gururuyla<br />

başımı dik tutayım.<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

LXXXIV.<br />

KÜREKÇİLER<br />

Duyuyor musunuz ölümün hengâmesini uzaklardan?<br />

Bir çağrı, alev selleri ve zehirli bulutlar arasından.<br />

Kaptanın çağrısıdır bu, denizcilere,<br />

Gemiyi isimsiz bir sahile doğru çevirsinler diye.<br />

Limandaki aylak zamanın sonu gelmiştir,<br />

O liman ki, sonu gelmezce alınıp satılır hep aynı meta,<br />

Hakikatin tükenmişliğinde, hiçlikte sürüklenir ölü eşya.<br />

Kürekçiler uyanır ve sorarlar ansızın korkuyla:<br />

“Yoldaşlar, kaçı vurdu saat?<br />

Ne zaman sökecek şafak?”<br />

Bulutlar perdelemiş yıldızları,<br />

Kim görecek günün çağıran parmağını?<br />

–– Ellerinde küreklerle dışarı koşar onlar, boş kalır yatakları,<br />

Ana dua eder, gelin kapıdan bakakalır,<br />

Göğe bir ayrılık feryadı yükselir,<br />

Karanlıktan Kaptanın sesi gelir:<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

“Haydi denizciler, limandaki zaman sona ermiştir!”<br />

Âlemin tüm kara şeytanları kabarıp taşmış sel gibi,<br />

Gene de, kürekçiler,<br />

ruhunuzda keder kutsanışıyla alın yerinizi!<br />

Kimseyi suçlamayın kardeşlerim, küreklere davranın!<br />

Günah hem sizindi hem de hepimizin.<br />

Çağlardır kabarıyordu Tanrı’nın yüreğinde hiddet ––<br />

Zayıfın korkaklığı, güçlünün kibri, zenginin oburluğu,<br />

Mazlumun hıncı, insanın aşağılanması ve ırkın gururu<br />

Paramparça etti Tanrı’nın huzurunu,<br />

fırtınalarla gazaba getirdi onu.<br />

Bırakın kopsun kasırga; olgun bir tohum kozası gibi<br />

Parçalasın kendi yüreğini; saçsın etrafa şimşekleri.<br />

Yaygarayı bırakın artık, vazgeçin yerinip övünmekten;<br />

Alnınızda dingin, sessiz bir yakarışla, isimsiz sahile yol alın.<br />

Günbegün öğrendik günahı, kötülüğü, tanıdık ölümü;<br />

Zira üzerimizden geçti onlar,<br />

şimşeklerle gülen alaycı bulutlar misali.<br />

Ansızın durduklarında birer alâmet oldular<br />

Ve onların karşısına dikilip bir bir haykırmalı insanlar:<br />

“Senden korkmuyoruz, ey Gaddar! Korkmuyoruz, çünkü<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

Seni mağlup ederek yaşadık her günümüzü!<br />

Yüreğimizde inançla ölüyoruz bizler, ölüyorsak da ––<br />

Barışın, İyiliğin, Ebedînin gerçek olduğuna inancımızla!”<br />

Eğer ölümün kalbini mesken tutmasa Ölümsüz Olan,<br />

Eğer keder kabuğunu kırıp çiçek açmasa şen bilgelik,<br />

Eğer açığa vuruluşlarıyla yok olmasa günahlar<br />

Ve eğer üzerindeki süslerin yüküyle yerle bir olmasa gurur,<br />

Bu kürekçileri, sabah ışığında ölüme koşan yıldızlar misali<br />

Evlerinden dışarı koşturan umut nereden gelebilir?<br />

Fedakârların kanı ve anaların gözyaşları tozun toprağın içinde<br />

Yitip gidecektir de,<br />

paha biçilmez Cennet’i getirmeyecek midir?<br />

İnsan dünyevi zincirlerini kopardığı zaman,<br />

Sınırsız Olan birdenbire belirmeyecek midir?<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

LXXXV.<br />

MAĞLUBUN ŞARKISI<br />

Yolun kenarında durdum, Mağlubiyetin şarkısını<br />

söylememi emretti Sahibim. Zira buydu onun kendine gizlice<br />

cezbettiği gelin.<br />

Yüzünü kalabalıktan saklayan kara bir peçe takmıştır o,<br />

ama bir mücevher parlar koynunda.<br />

Gün onu terk etmiştir. Ama Tanrı’nın gecesi bekler onu –<br />

lambaları yanan, çiçekleri çiylere bulanmış bir gece.<br />

Suskundur o, yere bakan gözleriyle; evini ardında<br />

bırakmıştır; rüzgârda duyulan feryat onun evinden gelir. Ama<br />

hicap ve ıstırabın güzellik kattığı o çehreye sonsuzun aşk<br />

şarkısını söyler yıldızlar.<br />

Boş odanın kapısı açılır, çağrı yankılanır; vuslat<br />

yaklaşırken huşuyla atar gecenin kalbi.<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

LXXXVI.<br />

ŞÜKRAN<br />

Gurur yolunda yürüyerek mütevazı hayatı ayaklar altına<br />

alanlar, dünyanın narin yeşilini kanlı ayak izleriyle<br />

kaplayanlar – ey Sahibim, bırak bayram etsin onlar ve sana<br />

şükretsinler, zira gün onların günüdür.<br />

Ama ben şükrediyorum ki, ıstırap çekenlerin, gücün ezici<br />

yüküne katlananların, karanlıkta yüzlerini örterek<br />

hıçkırıklarını bastıranların yanıdır benim yerim.<br />

Zira senin gecenin gizli derinliğinde, nabzı atar onların<br />

ıstırabının; tüm hakaretler senin büyük sessizliğinde susar.<br />

Yarın onlarındır.<br />

Ey Güneş! Sabah çiçeği misali açan yaralı yürekler<br />

üzerinde yüksel; gururun küle dönmüş meşale alayı üzerinde<br />

yüksel!<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

124


www.isaretatesi.com<br />

.<br />

125

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!