GÄ°RÄ°Å
GÄ°RÄ°Å
GÄ°RÄ°Å
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
T. C.<br />
SAĞLIK BAKANLIĞI<br />
OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ<br />
AİLE HEKİMLİĞİ<br />
HİPERTANSİYON VE HİPERÜRİSEMİ İLİŞKİSİ<br />
(Uzmanlık Tezi)<br />
Tez sorumlusu: Doç. Dr. Ayşen HELVACI<br />
Tez danışmanı: Uzm. Dr. Semih KALYON<br />
Dr. K. Hikmet UZUN<br />
İstanbul -2008
TEŞEKKÜR<br />
Aile hekimliği ihtisasım süresince eğitimime katkıda bulunan, dahiliye<br />
eğitimimi aldığım 5. Dahiliye klinik şefi Prof. Dr. Ziya Mocan’a, şef yardımcısı<br />
Uzm. Dr.Orhan Berker’e, klinik uzmanları Uzm. Dr. Duran Erol ve Uzm. Dr.<br />
Hasret Erdem’e teşekkür ederim.<br />
Cerrahi eğitimimi aldığım 2. cerrahi klinik şefi Prof. Dr.Servet Karahana,<br />
şef yardımcısı Doç. Dr.Hakan Güven’e , Şef yardımcısı Uzm. Dr. Ömer Bendere<br />
teşekkür ederim.<br />
Kadın doğum eğitimimi aldığım 2.kadın doğum klinik şefi Uzm. Dr. Hamdi<br />
Ekrem Özakın’a, ve Şef yardımcısı Uzm. Dr. Cihangir Orhun’a teşekkür ederim.<br />
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları klinik şefi Asiye Nuhoğlu, klinik şef<br />
yardımcısı Uzm. Dr. Figen Pekün ve Uzm.Dr.Emine Türkkan’a eğitimime<br />
sağladıkları katkı nedeniyle teşekkür ederim.<br />
Psikiyatri eğitimimi aldığım Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi klinik<br />
şefi Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu’na teşekkür ederim.<br />
Asistanlık eğitimim süresince, her zaman büyük destek ve yardımlarını<br />
gördüğüm, bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım, tez danışmanım Uzm. Dr.<br />
Semih Kalyon’a teşekkürü bir borç bilirim.<br />
Ayrıca tez sorumluluğumu üstlenen, eğitimime katkıda bulunan 2. Dahiliye<br />
klinik şefi Doç. Dr. Ayşen Helvacı’ya teşekkür ederim.<br />
Asistanlık eğitimim süresince birlikte dostça ve uyum içinde çalıştığım Dr.<br />
Ekrem Arslan, Dr. Arzu Kayalar, Dr. Ülkü Tunç, Dr. Yılmaz Fakı, Dr. Yeter<br />
Bayram, Dr.Gönül Yakalı, Dr. Ahmet Boyoğlu, Dr. Selahattin Erol, Dr. Celal<br />
Bozbay, Dr. Gökçer Barslan, Dr. Murat Yıldırım, Dr. Erdem Çorbacı, Dr. Elvin<br />
Şafak, Dr. Dilek Sümengen, Dr. Mikail Günenş, Dr. Salih Güler, Dr. Fatma<br />
Nesil Aydınol, Dr. Fatma Sevinç, Dr. Hilal Kurnaz, Dr. Fatma Demir, Dr. Hasan<br />
çetin, Dr. Reyhan Kaplan ve Dr. Gökten Korkmaz İle dahiliye, pediatri, kadın<br />
doğum ve psikiatri klinik hemşire ve personeline sonsuz saygı ve teşekkürlerimi<br />
bildiririm.<br />
Dr. K. Hikmet UZUN<br />
2
İÇİNDEKİLER<br />
SAYFA NO:<br />
GİRİŞ 4<br />
GENEL BİLGİLER 6<br />
MATERYAL VE METOD 34<br />
BULGULAR VE SONUÇLAR 35<br />
TARTIŞMA VE SONUÇ 46<br />
ÖZET 50<br />
SUMMARY 52<br />
KAYNAKLAR 54<br />
3
GİRİŞ<br />
Kan basıncını kontrol eden regülasyon sistemlerinden bir yada daha<br />
fazlasının etkinliğini yitirmeye başladığı dönemlerde hastada zaman zaman kan<br />
basıncı yükselmeleri görülür. Regülasyon sistemlerinin kontrolü bozulunca<br />
emosyonel ve fizik streslerle normale göre kan basıncı yükselmeleri daha<br />
fazladır. Bu dönemde hasta çok yakından izlenerek uyarılmalı, hipertansiyon<br />
henüz süreklilik kazanmadan medikal dışı, gerekirse medikal yöntemlerle<br />
hastayı rahatsız eden kan basıncı oynamaları önlenmelidir. Hipertansiyonun<br />
erken dönemde kontrol altına alınmasının komplikasyonların gelişmesini<br />
önlediği, en azından geciktirdiği yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.<br />
Resesif intikal eden genetik faktörlerin de etkin olduğu bu tür<br />
hipertansiyona esansiyel ya da primer hipertansiyon denir. Klinikte rastlanan<br />
tüm hipertansiyon olaylarının %90 ‘a yakınını kapsayan esansiyel hipertansiyon<br />
toplumda en sık rastlanan ve en yüksek oranda ölüme sebep olan hastalıktır.<br />
Kitlesel araştırmalar, her yaş grubu dahil edilirse tüm nüfusun %10’nun<br />
hipertansiyonlu olduğunun sonucunu vermiştir. Yetişkinlerde bu oran %25’e,<br />
60 yaşın üzerinde %50-60‘a ulaşmaktadır. Ülkemizde yapılan TEKHARF<br />
çalışması sonuçlarına göre ülkemiz erişkinlerinde hipertansiyon insidansı %33<br />
olarak saptanmıştır. Siyah ırkta bu oranlar daha da yüksektir. Yine aynı<br />
araştırmalara göre hipertansiyonluların %50’si hipertansiyonlu olduklarının<br />
bilincinde değildir. Ve en yüksek oranda komplikasyonlara aday olarak<br />
yaşamlarını sürdürmektedirler.<br />
Tüm hipertansiyonluların yaklaşık %3-10 kadarında ise periferik<br />
vasküler dirence ya da kalp debisine etkili bir organ veya organ sisteminin<br />
bilinen hastalığı sonucunda gelişen kan basıncı yükseklikleri mevcuttur.<br />
Sekonder hipertansiyon olarak adlandırılan bu tür kan basıncı yükselmelerine<br />
bazen metabolik bozukluklar ya da entoksikasyonlar sebep olmaktadır.<br />
4
Sekonder hipertansiyonlularda kan basıncı yükselmesinin sebep olduğu belirti<br />
ve bulgular yanında asıl hastalığa ait belirti ve bulgular da klinik tablonun bir<br />
bölümünü oluşturur.(1).<br />
Hipertansiyonlu hastalarda yapılan laboratuvar incelemeleri ek risk<br />
faktörlerine ilişkin kanıt sağlamaya, ikincil hipertansiyona yönelik inceleme<br />
yapmaya ve organ hasarı bulunup bulunmadığını araştırmaya yöneliktir.<br />
İncelemelere en basitten başlanmalı ve en karmaşığa doğru gerçekleştirilmelidir.<br />
Esansiyel hipertansiyonun ilk dönemlerinde rutin laboratuvar incelemelerinde<br />
anormal bulgu saptanmaz. Hasta ne kadar gençse, kan basıncı ne kadar yüksekse<br />
ve hipertansiyonun gelişimi ne kadar hızlıysa tanısal incelemeler o kadar<br />
ayrıntılı olmalıdır. Bununla birlikte, gereken minimum laboratuvar incelemeleri<br />
tartışma konusu olmaya devam etmektedir.<br />
Kardiyovasküler hastalıkların morbidite ve mortalitenin birincil nedeni<br />
olduğu Avrupa koşullarında, rutin laboratuvar incelemeleri, aşağıdakileri<br />
içermelidir:(15)<br />
• Açlık glukozu<br />
• Total kolesterol<br />
• LDL-kolesterol<br />
• HDL-kolesterol<br />
• Trigliseridler<br />
• Ürik asit<br />
• Kreatinin<br />
• Potasyum<br />
• Hemoglobin<br />
• Hematokrit<br />
• İdrar incelemesi<br />
• Elektrokardiogram<br />
Şimdiye kadar yapılmış bazı çalışmalarda hiperürisemi ile<br />
hipertansiyonun ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bizim bu çalışmadaki amacımız<br />
da hipertansiyon ile serum ürik asit seviyesi arasındaki ilişkiyi irdelemekti.<br />
5
GENEL BİLGİLER<br />
Arteriyel Hipertansiyon<br />
Tanım ve Etyopatogenez<br />
Arteriyel hipertansiyon, büyük arterlerde ölçülen kan basıncının sürekli<br />
olarak normal kabul edilen değerlerin üstünde olmasıdır. Kan basıncı; vücudun<br />
aktivitesine ve emosyonel uyarılara bağlı olarak değişiklikler gösterebileceği<br />
gibi günün saatlerine bağlı olarak da oynamalar gösterebilir. Bu fizyolojik<br />
değişiklikler sırasında en yüksek kan basıncı seviyelerine sabah saat sekiz ile<br />
oniki arasında rastlanır. Hipertansiflerde sık olarak görülen oksipital<br />
lokalizasyonlu sabah baş ağrılarının bu değişikliklerle ilgili olduğu<br />
düşünülmektedir. Ayrıca ani ölümlerin de yine aynı saatlerde en sık görülmesi<br />
anlam taşımaktadır.<br />
Her yaş için geçerli olmak üzere sistolik kan basıncı 140 mm Hg’nın<br />
altında, diyastolik kan basıncı da 90 mm Hg’nın altında olmalıdır.(1) Bu<br />
seviyelerin üstündeki kan basıncının hedef organlarda olumsuz etki yaptığı geniş<br />
kapsamlı kitlesel araştırmalarla kanıtlanmıştır.(1) Yalnız sistolik basınç<br />
yükselmelerinde özellikle serebro vasküler komplikasyonların oranında artma<br />
olduğu gösterilmiştir. Yalnız diyastolik kan basıncı yükselmelerinde ise<br />
kardiyak ve renal komplikasyonlar daha fazla artmaktadır.(1)<br />
6
2003 ESH/ESC klavuzlarında kullanılan hipertansiyon sınıflandırması<br />
aşağıdaki gibidir.<br />
Sistolik kan basıncı<br />
mm Hg<br />
diyastolik kan basıncı<br />
mm Hg<br />
Optimal
Baroreseptör sistem arteriyel sistemdeki basınç değişikliklerini üst<br />
merkezlere ileterek yeniden düzenleyici impulsların perifere yönlendirilmesini<br />
sağlar. Basınç değişimlerine hassas reseptörlerin arkus aorta ve karotis sinüste,<br />
ayrıca kalbin her iki ventrikül ve atriyum duvarlarında bulunduğu gösterilmiştir.<br />
Ayrıca abdominal aorta ve bifurkasyon bölgesinde de bulundukları<br />
düşünülmektedir. Buralardan kalkan afferent impulslar kan basıncı<br />
yükselmelerini ponsta bulunan nükleus traktus solitariusa iletirler. Buradan<br />
perifere gönderilen tonus ayarlamaları ile kan basıncı yeniden dengelenir.<br />
Nükleus traktus solitariusun (NTS) tahribi hayvan deneylerinde ileri derecede<br />
kan basıncı yükselmelerine sebep olduğu gösterilmiştir.(1,2)<br />
Yine ponsta bulunan ve NTS’ye yakın konumdaki area postrema da kan<br />
basıncı düzenlenmesinde önemli görev yapmaktadır. Arteriyel kan basıncındaki<br />
düşüşleri alan reseptörler aracılığıyla area postrema uyarılarak, perifere kan<br />
basıncını yeniden yükseltici stimuluslar iletilmektedir. Area postremanın tahribi<br />
hayvan deneylerinde hem atım hacmini hem de periferik direnci azaltarak orta<br />
derecede kan basıncı düşmelerine sebep olmaktadır.<br />
Otonom sinir sistemi kan basıncının normal değerlerde kalmasında etkin<br />
olduğu gibi, hipertansiyon gelişmesinde de önemli derecede etkilidir. Sempatik<br />
tonus artması, kalp atım hızı ve kontraktilitesini arttırarak kalp debisini<br />
etkilediği gibi vazokonstriktör etki ile direkt olarak periferik direnci<br />
arttırmaktadır. Ayrıca sempatik sitimuluslar böbreklerden renin salgılanmasını<br />
da arttırarak etkili olmaktadır. Esansiyel hipertansiyonluların serebro sipinal<br />
likitlerindeki norepinefrin seviyeleri, normal kan basıncı olanlara göre yüksek<br />
bulunmuştur. Vagal tonus artması ise hipotansiyon ve bradikardi oluşturur.<br />
Renin-anjiotensin sistemi (RAS) humoral yolla kan basıncı<br />
düzenlenmesinde etkilidir. Renal arterlerde basınç düşmeleri jukstaglomerüler<br />
aparatustan salgılanan renin miktarını arttırmaktadır. Renin karaciğerde<br />
yapılarak salgılanan renin subtrat ya da diğer adıyla anjiotensini etkileyerek<br />
anjiotensin I‘i oluşturmaktadır. Anjiotensin I çoğunlukla akciğerlerde bulunan<br />
8
ve başka dokularda da tespit edilen anjiotensin konverting enzim etkisiyle<br />
anjiotensin II olarak adlandırılan polipeptide dönüşür. Anjiotensin II, kendisi<br />
güçlü bir vazokonstrüktör etkiye sahip olduğu gibi adrenal kortekse etkisi ile<br />
korteksin zona glomeruloza tabakasında yine potent bir vazokonstrüktör olan<br />
anjiotensin III oluşmasına ve aldosteron salgılanmasının artışına sebep olur. Bu<br />
olaylar etkisi ile kan basıncı ve volüm artışı renal kan akımını artırarak renin<br />
sekresyonunu azaltır ve kan basıncı dengesi korunmuş olur.<br />
Kan basıncının normal sınırlar içinde kalmasında likit-elektrolit<br />
dengesinin korunması önem taşır. Günde 180 litre civarında olan renal kan<br />
akımında en hafif reabsorbsiyon bozukluğu litrelerce likit retansiyonu ya da<br />
kaybına sebeb olarak kan basıncını etkiler. Elektrolit dengesinin korunması da<br />
önem taşır. Öncelikle sodyum fazlalığı su retansiyonuna sebep olması yanında,<br />
hücre içi kalsiyum yoğunluğunu da arttırarak vazokonstrüktör cevabın daha<br />
büyük boyutlara erişmesine sebep olur. Potasyum iyonu sodyumla antogonist<br />
etkide olup bazı hipertansiyonlularda potasyum verilmesi kan basıncını<br />
düşürücü etki göstermiştir.<br />
Düz adalelerin kontraksiyonu ve dolayısıyla vasküler yatakta direnç<br />
artışı intrasellüler sitozolik kalsiyum konsantrasyonuna bağlıdır. Bu sebeple<br />
hipertansiyonun oluşması, fizyopatalojisi ve tedavisinde kalsiyum dengesi<br />
büyük önem taşır. Mağnezyum da kalsiyumla karşılıklı etkileşimi yönüyle<br />
hipertansiyon fizyopatolojisinde önem taşır.<br />
Prostoglandinler doymamış siklik yağ asitleridir. Geniş bir aktivite<br />
alanları olup bunu siklik adenozin monofosfat (AMP)‘ ın aktivasyonunu<br />
modifiye ederek gerçekleştirirler. A ve E serisinden prostoglandinler potent<br />
vazodilatatör etkiye sahiptirler. Birçok dokuda sentez edilmekle birlikte en fazla<br />
renal medullanın interstisyel hücrelerinde sentez edilirler. Hipertansiflerde<br />
prostoglandin infüzyonu sonucu, periferik vasküler direnç ve kan basıncında<br />
önemli derecede düşme ve bunu kompanse edici olarak, kalp atım hacminde ve<br />
9
kalp atım sayısında artma görülmüştür. Bu etkileriyle prostoglandinlerin kan<br />
basıncı düzenlenmesinde önemli oldukları düşünülmektedir.<br />
Bir diğer potent vazodilatatör ve tansiyon düşürücü madde de alkil eter<br />
yapısında olup o da renal medulladan salgılanmaktadır. Etkisini alfa adrenarjik<br />
aktiviteyi inhibisyon yoluyla gerçekleştirdiği gösterilmiştir.<br />
Kallikrein-kinin sisteminin de kan basıncı düzenlenmesinde önemli<br />
etkisi olduğu düşünülmektedir. Kininler potent vazodilatatör ve natriüretik<br />
etkiye sahip olup hızlı inaktive olurlar. Bu sebeple etkilerini daha çok lokal<br />
olarak göstermektedirler. Çeşitli etyolojili hipertansiflerde yüksek veya düşük<br />
seviyelerde olmak üzere üriner kallikrein değişiklikleri saptanması kallikreinkinin<br />
sisteminin hipertansiyonla ilişkisini belirtmektedir.<br />
Atriyal natriüretik peptidler memelilerde atriyumlarda sentez ve depo<br />
edilerek gerektiğinde dolaşıma salınmaktadır. Potent diüretik ve vazorölaksan<br />
etkileri vardır. Atriyal natriüretik peptitler endojen vazokonstrüktörleri inhibe<br />
etmeleri yanında, aldosteron sentezini de azaltırlar. Bu etkileri ile kan volümü,<br />
sodyum seviyesi ve basıncı dengede tutucu özellikler gösterdiklerinden,<br />
hipertansiyon patogenezinde önem taşıdıkları düşünülmektedir. Tedavi<br />
görmemiş esansiyal hipertansiyonlularda normotansiflere göre 2 ile 8 katı<br />
arasında değişen miktarlarda daha yüksek atriyal natriüretik peptit seviyeleri<br />
görülmüştür. Kan volümü artmasıyla sağ atriyum geriliminin çoğalması atrial<br />
natriüretik peptit salgılanmasını sitümüle eder.<br />
Arginin-vazopressin (AVP) memelilerde antidiüretik etkisi yanında<br />
vasküler düz adalelerde direkt olarak direnci arttırarak da kan basıncını<br />
yükseltmektedir. Ayrıca indirekt olarak baro reseptör merkezi etkilediği<br />
düşünülmektedir. Renovasküler hipertansiyonluların plazma ve idrarında AVP<br />
seviyelerinin yüksek olduğu saptanmıştır. Esansiyel hipertansiyonda AVP<br />
sisteminin etkinlik derecesi aydınlığa kavuşmamıştır.(1,2)<br />
10
Tanıya yönelik değerlendirme<br />
Tanıya yönelik işlemlerin hedefi şunlardır:<br />
1- Kan basıncı düzeylerini belirlemek<br />
2- Hipertansiyonun ikincil nedenlerini saptamak<br />
3- Diğer risk faktörlerini, hedef organ hasarını ve eş zamanlı hastalıkları veya<br />
eşlik eden klinik durumları araştırarak toplam kardiyovasküler riskleri<br />
değerlendirmek.<br />
Tanıya yönelik işlemler aşağıdakileri kapsar:<br />
-Tıbbı öykü<br />
-Fizik muayene<br />
-Tekrarlayan kan basıncı ölçümleri<br />
-Laboratuvar incelemeleri ve enstrümental incelemeler.<br />
Bunlardan bazıları kan basıncı düzeyleri yüksek olan bütün bireylerde rutin<br />
yaklaşımın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bazıları gelişmiş ülkelerin<br />
sağlık sistemlerinde tavsiye edilmektedir ve yoğun şekilde kullanılıyor olabilir.<br />
Bazıları ise yalnızca temel muayene veya hastanın klinik seyri gerektirdiğinde<br />
endike olur.<br />
Kan basıncı ölçümü<br />
Kan basıncı hem gün içinde hem de günden güne, aydan aya ve mevsimden<br />
mevsime büyük spontan değişimlerle tanımlanır.(3) Bu nedenle hipertansiyon<br />
tanısı, belirli bir zaman aralığında, farklı zamanlarda yapılan birden çok kan<br />
basıncı ölçümüne dayanmalıdır. Kan basıncı yalnızca hafifçe yükselmişse<br />
hastanın olağan kan basıncını olabildiğince doğru tanımlayabilmek için<br />
ölçümlerin birkaç ay boyunca tekrarlanması gerekir. Öte yandan, hastada kan<br />
basıncı yükselmesi daha belirginse, hipertansiyonla bağlantılı organ hasarı kanıtı<br />
varsa veya kardiyovasküler risk profili yüksek ya da çok yüksekse, kısa<br />
aralıklarla (haftalar veya günler) ölçümlerin tekrarlanması gerekir. Genellikle,<br />
11
hipertansiyon tanısı her muayene ziyaretinde en az iki kan basıncı ölçümüne ve<br />
en az 2-3 muayene ziyaretine dayanmalıdır; ancak, özellikle şiddetli vakalarda<br />
tanı tek bir ziyarette elde edilen ölçüm sonuçları esas alınarak konulabilir. Kan<br />
basıncı hekim veya hemşire tarafından muayenehane veya klinikte ya da hasta<br />
veya bir yakını tarafından evde veya otomatik olarak 24 saat boyunca<br />
ölçülebilir. Avrupa hipertansiyon derneğinin özgül tavsiyeleri temelinde(4) bu<br />
işlemler aşağıdaki gibi özetlenebilir:<br />
1- Muayenehanede veya poliklinikte ölçülen kan basıncı<br />
Kan basıncı civalı sfingomanometre ile ölçülebilir. Sfingomanometrenin çeşitli<br />
parçaları (kauçuk borular, valfler, civa miktarı, vs.) gerektiği şekilde çalışır<br />
durumda olmalıdır. Diğer invaziv olmayan cihazlarda (oskültatuar veya<br />
osilometrik yarı otomatik cihazlar) kullanılabilir ve bunlar civanın tıbbi<br />
kullanımına giderek daha fazla sınırlama getirilmesi nedeniyle gerçekten daha<br />
fazla önem kazanacaktır. Bununla birlikte, bu cihazlar standartlaştırılmış<br />
protokollere göre onaylanmalı ve doğrulukları belirli aralıklarla civalı<br />
sfingomanometre ile karşılaştırılarak kontrol edilmelidir.(2)<br />
2- Ambulatuar kan basıncı<br />
Otomatik kan basıncı ölçümü için mevcut çeşitli cihazlar (çoğunlukla<br />
osilometrik) hastaların normale yakın bir yaşam sürmesini sağlamaktadır.<br />
Bu aygıtlar, 24 saatlik ortalama kan basıncı ve daha kısıtlı dönemlerdeki<br />
(örneğin gündüz, gece veya sabah) ortalama değerler hakkında bilgi<br />
vermektedir. Bu bilgi klasik kan basıncı ölçümleriyle elde edilen bilginin yerini<br />
almamalıdır. Bununla birlikte kesitsel ve uzunlamasına çalışmalar<br />
muayenehanedeki kan basıncı ölçümlerinin 24 saatlik kan basıncıyla ve<br />
dolayısıyla günlük yaşamda karşılaşılanla sınırlı bir bağlantısı olduğunu<br />
göstermiş olduğundan, bu bilginin ek klinik değerinin önemli olduğu kabul<br />
edilebilir. Bu çalışmalar yine göstermiştir ki ambulatuar kan basıncı;<br />
12
1-Hipertansiyonla ilişkili organ hasarıyla ve bunda tedaviyle meydana gelen<br />
değişikliklerle, muayenehanede ölçülen kan basıncından daha fazla bağlantılıdır.<br />
2-Kardiyovasküler olaylarla, klinik kan basıncı için gözlemlenenden daha dikey<br />
bir ilişki içindedir ve kardiyovasküler riski topluluklarda ve tedavi edilen ve<br />
edilmeyen hipertansiflerde muayenehanede ölçülen kan basıncı değerlerinin<br />
öngördüğünden daha yüksek düzeyde öngörür.<br />
3-Kan basıncında tedaviye bağlı düşüşü, klinikteki kan basıncından daha doğru<br />
ölçer. Çünkü zaman içindeki tekrarlanabilirliği daha fazladır. Beyaz gömlek ve<br />
plasebo etkisi yoktur ya da ihmal edilebilir düzeydedir.<br />
Yukarıdaki avantajlardan bazıları muayenehanedeki kan basıncı<br />
ölçümlerinin sayısı arttırılarak elde edilebilirse de 24 saatlik ambulatuar kan<br />
basıncı monitorizasyonu, tanı zamanında ve tedavi sırasında çeşitli aralıklarda<br />
tekrar yararlı olabilir. Hem gündüz hem de gece kan basıncı profilleri, gündüzgece<br />
kan basıncı farkı, sabah kan basıncı artışı ve kan basıncındaki değişkenlik<br />
hakkında bilgi edinmek üzere ambulatuar kan basıncının 24 saat izlenmesi için<br />
çaba harcanmalıdır. Gündüz ve gece kan basıncı değerleri ve tedaviye göre<br />
değişiklikler birbiri ile ilişkilidir; yapılan çalışmalarda gece kan basıncı<br />
ölçümünün prognoza yönelik değerinin gündüz kan basıncı ölçümünden daha<br />
fazla olduğu gösterilmiştir.(7,9) Ayrıca, kan basıncında gece düşüşünün<br />
keskinliğini yitirdiği bireylerde organ hasarı prevelansının daha yüksek ve<br />
sonlanımının daha olumsuz olduğu bildirilmiştir; ancak bazı çalışmalarda çok<br />
değişkenli analize 24 saatlik ortalama kan basıncı dahil edildiğinde, bu<br />
fenomenin prognostik değeri kaybolmuştur. Ayrıca kardiyak ve serebrovasküler<br />
olayların prevalansının sabahları doruk düzeye eriştiğine ilişkin kanıtlar<br />
mevcuttur. Bu durum olasılıkla sabahları uykudan uyanırken meydana gelen<br />
keskin kan basıncı artışıyla artmış trombosit agregasyon yetisi, azalmış<br />
fibrinolitik aktivite ve sempatik aktivasyonla ilişkilidir. Organ hasarındaki<br />
kötüleşme ve olay insidansı, ortalama değerler çevresindeki standart sapmayla<br />
ölçülen kan basıncındaki değişkenlikle de ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmalarda<br />
13
karıştırıcı faktörlerin rölü her zaman dışlanmamış olmakla birlikte, kan basıncı<br />
değişkenliğinin oynadığı bağımsız rol, yakın zamanda uzunlamasına bir<br />
gözlemsel çalışmayla doğrulanmıştır.<br />
3-Evde ölçülen kan basıncı<br />
Evde kendi kendine kan basıncı ölçümü, günlük yaşamdaki kan basıncı<br />
değerleriyle ilgili ambulatuar kan basıncı monitörizasyonunun sağladığı yoğun<br />
bilgiyi sağlayamaz. Bununla birlikte, günlük yaşama yakın bir ortamda, farklı<br />
günlere ait değerler sağlayabilir. Birkaç günlük bir dönem için ortalaması<br />
alındığında, bu değerler ambulatuar kan basıncının avantajlarından bazılarına<br />
sahiptir; yani anlamlı beyaz gömlek etkisinden uzaktır, daha fazla tekrarlanabilir<br />
ve organ hasarının varlığını ve ilerlemesini ve kardiyovasküler olayların riskini<br />
muayenehane değerlerinden daha iyi öngörür. O halde ucuz olan bu işlem<br />
hastanın tedaviye uyumunu artırabildiği için de, uygun dönemlerde evde kan<br />
basıncı ölçümleri tavsiye edilebilir.(10)<br />
İzole muayenehane veya beyaz gömlek hipertansiyonu<br />
Bazı hastalarda muayenehanede ölçülen kan basıncı sürekli olarak<br />
yüksek çıkarken, gündüz veya 24 saatlik kan basıncı veya evde ölçülen kan<br />
basıncı normal sınırlardadır. Bu durum, yaygın olarak “beyaz gömlek<br />
hipertansiyonu” olarak bilinmekle birlikte, muayenehane ambulatuar kan basıncı<br />
farkı, bir hekim veya hemşire görüldüğünde ortaya çıkan uyarıcı yanıtla<br />
indüklenen gerçek “beyaz gömlek etkisi”nin indüklediği muayenehanede kan<br />
basıncının yükselmesiyle bağıntılı olmadığından, daha tanımlayıcı ve daha az<br />
mekanistik bir terim olan “izole muayenehane (veya klinik) hipertansiyonu<br />
terimi tercih edilmelidir. Terminoloji ne olursa olsun izole muayenehane<br />
hipertansiyonunun toplum genelinin yaklaşık %15’inde bulunabileceğine ve<br />
14
hipertansiyon tanısı konulan bireylerin önemli bir bölümünde (üçte bir veya<br />
daha fazlası) rastlanabileceğine ilişkin kanıtlar mevcuttur. İzole muayenehane<br />
hipertansiyonu olan bireylerde kardiyovasküler riskin, hem muayenehanedeki<br />
hem de ambulatuar kan basıncı yükselmiş olan bireylere kıyasla daha düşük<br />
olduğuna ilişkin kanıtlar bulunmaktadır.(8,9) Bununla birlikte, hepsinde olmasa<br />
da, bazı çalışmalarda bu durumun normotansif bireylerle karşılaştırıldığında<br />
daha yüksek organ hasarı ve metabolik anomali prevalansıyla ilişkili olduğu<br />
bildirilmiştir ve bu durum, klinik olarak masum bir fenomen olmayabileceğini<br />
düşündürmektedir.(11,12)<br />
İzole ambulatuar veya maskeli hipertansiyon<br />
Beyaz gömlek hipertansiyonunun tersi bir fenomen de tarif edilmiştir:<br />
muayenehanedeki kan basıncı normal olan (
muayenehane, ev ve 24 saatlik tanımlara göre normotansiflik halinden bir, iki ve<br />
her üç kan basıncı ölçümünde hipertansif bulunma durumlarına göre giderek<br />
artmıştır. Ambulatuar ve evde kan basıncı düzeyleri, klinik kan basıncında<br />
görünür yükselme olmasa bile, özellikle birden çok risk faktörü ve organ hasarı<br />
bulunan bireylerde yararlı bilgi sağlayabilir.(11,12)<br />
Egzersiz ve laboratuvarda stres sırasında kan basıncı<br />
Zorlayıcı uyarana kan basıncı yanıtını ve bununla klinikteki<br />
potansiyel yararını değerlendirmek için, laboratuvarda hem fiziksel hem de<br />
mental stresörler uygulanmıştır. Fiziksel stres aktif fiziksel aktiviteyi (dinamik<br />
veya statik egzersiz) veya pasif fiziksel stresi, örn. soğuk presör testini kapsar.<br />
Mental stres matematiksel, teknik veya kararla ilgili yapıdaki bir sorun<br />
vasıtasıyla uyarılır.<br />
Bireysel stresörler kan basıncını arttırır ve kan basıncı yanıtındaki<br />
bireysel değişkenlik, yeni ortaya çıkan hipertansiyon, hedef organ hasarı ve<br />
kardiyovasküler hastalık veya ölümün tahmin edilmesine göre<br />
değerlendirilir.(13,14)<br />
Santral kan basıncı<br />
Arteriyel ağaç boyunca, gelen ve yansıyan basınç dalgalarının üst üste<br />
çakışmasındaki değişkenlik nedeniyle aortik sistolik basınç ve nabız basıncı<br />
(kalp, beyin ve böbrek düzeyinde uygulanan basınç) klasik yoldan ölçülen<br />
brakial basınçtan farklı olabilir. Ayrıca periferik ve santral sistolik basınç ve<br />
nabız basıncı değerlerinin, antihipertansif ilaçlardan farklı şekillerde<br />
etkilenebileceği yönünde iddialar uzun zamandan beri bulunmaktadır. Merkezi<br />
kan basıncının invazif yoldan ölçümüne gerek duyulması, bu konuyu<br />
araştıranların araştırmalarıyla sınırlandırmıştır. Ancak yakın zamandan önce,<br />
aortik kan basıncını invazif olmayan bir yoldan, periferik bir arterden<br />
kaydedilen basınç dalgası basınç konturundan ”yükseltme indeksi”ni<br />
16
hesaplayarak tahmin etme yöntemi tanımlanmıştır. Bu yöntemin<br />
kullanılmasıyla, antihipertansif ilaçların santral sistolik basınç ve nabız basıncı<br />
üzerindeki etkilerinin her zaman brakial arter düzeyinde gözlemleneni<br />
yansıtmadığı doğrulanmıştır. Ayrıca rastgele yöntemli bir araştırma kapsamında<br />
yürütülen büyük ölçekli bir alt çalışmadan elde edilen sonuçlar, “yükseltme<br />
indeksi” nden değerlendirildiği haliyle santral nabız basıncının kardiyovasküler<br />
olaylarla anlamlı şekilde ilişkili olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte,<br />
periferik kan basıncına karşı santral kan basıncının prognostik değerinin daha<br />
büyük ölçekli gözlem ve girişim çalışmalarıyla daha fazla doğrulanması<br />
gerekir.(2)<br />
Aile öyküsü ve klinik öykü<br />
Kapsamlı bir aile öyküsü alınırken hipertansiyon, diyabet, dislipidemi,<br />
erken ortaya çıkan koroner kalp hastalığı, inme, periferik arter veya böbrek<br />
hastalığına ilişkin bilgilere özel önem verilmelidir.<br />
Klinik öyküye aşağıdakiler dahil edilmelidir:<br />
a) Yüksek kan basıncının süresi ve önceki düzeyleri<br />
b) İkincil hipertansiyon nedenlerini düşündüren semptomlar ve kan basıncını<br />
yükseltebilecek ilaç veya maddelerin alımı (örn. Meyan kökü, burun<br />
damlaları, kokain, amfetaminler, oral kontraseptifler, steroidler, steroid<br />
olmayan antienflamatuar ilaçlar, eritropoetin ve siklosporin)<br />
c) Yaşam tarzı faktörleri, örneğin diyetle yağ alımı (özellikle hayvansal<br />
yağ), tuz ve alkol, sigara ve fiziksel aktivite miktarı, erken erişkin<br />
yaşamda başlayan kilo alımı<br />
d) Koroner hastalık, kalp yetersizliği, serebrovasküler veya periferik<br />
vasküler hastalık, böbrek hastalığı, diyabetes mellitus, gut, dislipidemi,<br />
astım veya herhangi bir diğer anlamlı hastalığa ilişkin öykü veya halen<br />
mevcut semptomlar ve bu hastalıkları tedavi için kullanılan ilaçlar<br />
e) Önceki antihipertansif tedavi, sonuçları ve istenmeyen etkiler<br />
17
f) Kardiyovasküler risk tedavi sürecini ve sonlanımını etkileyebilecek<br />
bireysel, ailesel ve çevresel faktörler.<br />
Hekimler ayrıca hasta ve/veya partnerini, uyku-apne sendromunun ve<br />
artmış kardiyovasküler riskin bir bulgusu olabilecek horlama hakkında<br />
sorgulamalıdır.(2)<br />
Fizik muayene<br />
Hipertansiyonlu hastaların muayenesinde kan basıncı her iki koldan<br />
ölçülmelidir. Kan basıncı ölçümüne ek olarak, kalp hızı dikkatli bir şekilde<br />
ölçülmelidir. (Aritmi bildirilmişse, nabız en az 30 saniye veya daha uzun süre<br />
sayılmalıdır) Çünkü normalin üzerindeki değerlerin tekrar tekrar saptanması<br />
daha yüksek riskin, artmış sempatik veya azalmış parasempatik aktivitenin veya<br />
kalp yetersizliğinin göstergesi olabilir. Fizik muayenede ek risk faktörlerine<br />
ilişkin kanıtlar, ikincil hipertansiyonu düşündüren bulgular ve organ hasarına<br />
dair kanıtlar aranmalıdır. Bel çevresi hasta ayaktayken ölçülmelidir ve standart<br />
bir formül yardımıyla vücut kitle indeksini hesaplamak için vücut ağırlığı ve<br />
boy ölçümü yapılmalıdır.(2)<br />
Kan basıncı ölçümü<br />
Kan basıncı (KB) ölçülürken aşağıdakilere dikkat edilmelidir:<br />
• KB ölçümlerine başlamadan önce hastanın sessiz bir odada birkaç dakika<br />
oturması sağlanmalıdır.<br />
• 1-2 dakika arayla en az iki ölçüm yapılmalı ve ilk iki ölçüm birbirinden<br />
büyük ölçüde farklıysa, ek ölçümler yapılmalıdır.<br />
• Standart bir manşon (35 cm uzunluğunda ve 12-13 cm genişliğinde)<br />
kullanılmalı, ancak şişman ve zayıf kollar için de, sırasıyla, daha büyük<br />
18
• Hastanın pozisyonu ne olursa olsun manşion kalp düzeyinde olmalıdır.<br />
• Sırasıyla sistolik ve diyastolik KB’yi belirlemek için faz 1 ve faz 5<br />
Korotkof sesleri kullanılmalıdır. İlk muayene ziyaretinde, periferik damar<br />
hastalığına bağlı olası farklılıkları saptamak için KB iki koldan<br />
ölçülmelidir. Bu durumda referans olarak en yüksek değer alınmalıdır.<br />
• Postüral hipotansiyona sık rastlanabilen veya bu durumdan kuşkulanılan<br />
ileri yaştaki, diyabet ve diğer durumların bulunduğu hastalarda KB,<br />
ayakta pozisyon alındıktan 1 ve 5 dakika sonra ölçülmelidir.<br />
• Kalp hızı nabız palpasyonuyla (en az 30 sn), oturur durumdaki ikinci<br />
ölçümden sonra ölçülmelidir.(2)<br />
Laboratuvar incelemeleri<br />
Laboratuvar incelemeleri ek risk faktörlerine ilişkin kanıt sağlamaya,<br />
ikincil hipertansiyona yönelik inceleme yapmaya ve organ hasarı bulunup<br />
bulunmadığını araştırmaya yöneliktir. İncelemeler, en basitten en karmaşığa<br />
doğru gerçekleştirilmelidir. Hasta ne kadar gençse, kan basıncı ne kadar<br />
yüksekse ve hipertansiyonun gelişimi ne kadar hızlıysa tanısal incelemeler o<br />
kadar ayrıntılı olmalıdır. Bununla birlikte, gereken minimum laboratuvar<br />
incelemeleri tartışma konusu olmaya devam etmektedir.<br />
Kardiyovasküler hastalıkların, morbidite ve mortalitenin birincil nedeni<br />
olduğu Avrupa koşullarında, rutin laboratuvar incelemeleri aşağıdakileri<br />
içermelidir:(15)<br />
-açlık glukozu,<br />
-total kolesterol,<br />
-LDL-kolesterol, -HDL-kolesterol,<br />
-trigliseridler(açlık) -ürat,<br />
-kreatinin,<br />
-potasyum,<br />
-hemoglobin ve hematokrit,<br />
-mikroalbüminüriyi saptamaya yarayan bir çubuk testiyle idrar incelemesi<br />
19
-idrarın mikroskopik incelemesi ve elektrokardiogram.<br />
Serum kreatinin düzeyi böbrek işlevini kesin göstermeyen bir ölçümdür.<br />
Normal kreatinin düzeyleri olan bir hastada böbrek işlevi bozulmuş olabilir.<br />
Bununla birlikte, küçük bir yükselme dahi önemli böbrek hasarına ve artmış<br />
kardiyovasküler hastalık riskine işaret edebilir. Serum kreatinin değerleri,<br />
Cockroft Gault formülüyle kreatinin klirensinin veya MDRD formülüyle<br />
glomerüler filtrasyon hızının tahmin edilmesinde kullanılmaktadır.(15) Bu<br />
yöntemler, serum kreatinin değerlerinin halen normal aralıkta olduğu; ancak<br />
glomerüler filtrasyonun azaldığı ve kardiyovasküler riskin arttığı hastaların<br />
belirlenmesine olanak sağlayan, uygulaması kolay yöntemlerdir.<br />
Genetik analiz<br />
Hipertansif hastalarda, bu bozukluğun patogenezinde kalıtımın rol<br />
oynadığını düşündüren ailede yüksek kan basıncı öyküsüne sıklıkla rastlanır.<br />
Esansiyel hipertansiyon ileri derecede heterojen bir hastalıktır ve bu durum çok<br />
faktörlü bir etyolojiye ve poligenik anormalliklere işaret eder. Bazı gen<br />
varyantları, bir bireyi çevredeki belirli faktörlere karşı duyarlı hale getirebilir.<br />
İnsanda başlıca kan basıncı kontrol sistemlerini kodlayan genlerde bir takım<br />
mutasyonlar ortaya çıkarılmıştır; ancak bunların esansiyel hipertansiyonun<br />
patogenezindeki kesin rolü halen belirgin değildir. Bununla birlikte, hastanın<br />
genetik yatkınlığı ilaçları metabolize eden enzimleri etkilemesi de,<br />
antihipertansif ajanların etkinliğini ve istenmeyen etkilerini etkileyebilir. Yakın<br />
zamanda özetlendiği üzere, bu konuları ele alan farmakogenetik ve<br />
farmakogenomik çalışma örnekleri ortaya çıkmaktadır. Üstelik glukokortikoidle<br />
düzelebilen aldosteronizm, Liddle sendromu ve diğerleri gibi çeşitli ender<br />
monogenik hipertansiyon formları tanımlanmıştır; bunlarda tek gen mutasyonu<br />
hipertansiyon patogenezini tamamıyla açıklar ve en iyi tedavi yöntemini<br />
belirler.(16)<br />
20
Subklinik organ hasarının araştırılması<br />
Subklinik organ hasarının vasküler hastalık sürekliliğinde ara evre ve<br />
genel kardiyovasküler riskin belirleyicisi olarak önemi nedeniyle, organ<br />
tutulumu buguları dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Kan basıncı düzeyi yüksek<br />
olan ve olmayan bireylerde kardiyovasküler riski belirlemede subklinik organ<br />
hasarının yaşamsal rolüne ilişkin günümüzde çok sayıda kanıtın mevcut<br />
olduğunu işaret etmek gerekir.(2)<br />
Subklinik organ hasarını gösteren testler içinde en önemlilerinden biri<br />
mikroalbüminüri ölçümüdür. Mikroalbüminürinin yalnızca diyabette değil,<br />
diyabeti olmayan bireylerde de artmış kardiyovasküler riskle ilişkili olduğu<br />
tekrar tekrar gösterilmiştir. Ayrıca, mikroalbüminüri olarak tanımlanandan daha<br />
düşük idrar protein düzeyleri için de artmış risk belgelenmiştir.<br />
Diğer hasar gösteren bulgular arasında sol ventrikül hipertrofisi ve karotis<br />
intima-media kalınlığı bulunmaktadır. Sol ventrikül hipertrofisi ve karotis<br />
intima-media kalınlığının prognozdaki olumsuz rolü ek verilerle de<br />
doğrulanmıştır; bunun yanısıra, bunların sıradan hipertansif bireylerdeki<br />
prevelansının, yalnızca rutin incelemeler yapıldığında dahi gözlemlenenden çok<br />
daha yüksek olduğuna ilişkin kanıtlar mevcuttur. Sol ventrikül hipertrofisi ve<br />
vasküler kalınlaşma veya plaklara yönelik ultrason incelemeleri olmadan,<br />
hipertansif hastaların %50’ye varan oranı, yanlış olarak, düşük veya orta<br />
düzeyde ek riskli olarak sınıflandırılabilir; öte yandan, kardiyak veya vasküler<br />
hasar bulunması bu bireyleri daha yüksek bir risk grubuna dahil eder.<br />
İleriye yönelik çalışmaların geriye dönük analizleri, proteinüri ve sol<br />
ventrikül hipertrofisinde tedaviyle indüklenen azalmalara, kardiyovasküler olay<br />
insidansında bir azalmanın eşlik ettiğini göstermiştir ve bu bulgular, organ<br />
hasarı ölçümünün yalnızca başlangıçta, toplam kardiyovasküler riski ölçmek<br />
için değil, aynı zamanda tedaviye bağlı korunmayı da izlemek için tavsiye<br />
edilebilir nitelikte olduğunu düşündürmektedir.<br />
Hipertansiyonlu hastalarda hasar gören organlar aşağıda sıralanmıştır:<br />
21
1-KALP<br />
Elektrokardiyografi yüksek kan basıncı olan herkeste bütün rutin<br />
değerlendirmelerin bir parçası olmalıdır. Elektrokardiyografinin sol ventrikül<br />
hipertrofisini saptamak için duyarlılığı düşüktür; ancak buna rağmen Sokolow-<br />
Lyons indeksi (SV1+RV >38 mm ) veya Cornell voltajı QRS süresi çarpımıyla<br />
(>2440mm *msn) saptanan hipertrofi kardiyovasküler olaylara ilişkin bağımsız<br />
bir tahmin faktörüdür. Kardiyak hasarın, bu hasarın gerilemesinin ve tedaviyle<br />
hastada sağlanan korumanın bir göstergesi olarak kullanımı, en azından 55 yaş<br />
ve üzerindeki hastalarda değerli gibi görünmektedir. Elektrokardiyografi, ayrıca<br />
ventriküler aşırı yüklenme veya zorlanma paternlerini, iskemiyi, iletim<br />
kusurlarını ve ileri yaştakilerde nadir rastlanmayan atrial fibrilasyon dahil<br />
aritmileri saptamak içinde kullanılabilir. Aritmiler veya iskemik epizotlar<br />
saptanan hipertansiyonlularda holter elektrokardiyografi endikedir.<br />
Ekokardiyografi sol ventrikül hipertrofisine tanı konulmasında ve<br />
kardiyovasküler riskin tahmin edilmesinde elektrokardiyografiden daha<br />
duyarlıdır ve toplam riski daha kesin şekilde katmanlandırmaya ve tedaviyi<br />
belirlemeye yardımcı olabilir. Ayrıca ekokardiyografi sol ventriküler sistolik<br />
işlevi değerlendirmek için bir olanak sunar. Ejeksiyon fraksiyonu ile endokard<br />
ve orta duvar fraksiyonel kısalması kardiyovasküler olaylara ilişkin olası ek<br />
tahmin faktörleri olarak önerilmiştir.<br />
Diğer tanısal kardiyak işlemler, örneğin nükleer manyetik rezonans,<br />
kardiyak sintigrafi, egzersiz testi ve koroner anjiyografi özgül endikasyonlarda<br />
kullanılır. Toraks grafisi, dispne başlıca yakınma ise veya geniş intratorasik<br />
arterler veya pulmoner dolaşım hakkında bilgi istendiğinde yararlı bir ek tanısal<br />
işlem olabilir. Ancak genellikle toraks grafisi, hipertansif kalp hastalığının<br />
belirlenmesinde standart bir işlemdir.(2)<br />
2-KAN DAMARLARI<br />
Hipertansiyonda geniş arterlerin anormal yapısını ve işlevini belirlemek<br />
için invazif olmayan birkaç tarama testi bulunmaktadır. İntima medya<br />
22
kalınlığının (İMK) ölçümü veya olan plağın saptanmasıyla birlikte karotis<br />
arterlerin ultrason incelemesinin hem inme hem de miyokard infarktüsünün<br />
ortaya çıkmasına ilişkin tahmin faktörü olduğu gösterilmiştir. Son on yılda<br />
büyük arter sertliği ve dalga yansıma fenomeni ile ilgili olarak çok sayıda kanıt<br />
elde edilmiştir. Bunlar izole sistemik hipertansiyonun ve nabız basıncı<br />
artışlarının önemli fizyopatolojik belirleyicisi olarak saptanmıştır. Arter<br />
sertliğini damar çapındaki değişikler yoluyla, kan basıncı değişiklikleri ile ilgili<br />
ölçmek karmaşıktır ve standart klinik kullanım için uygun değildir. Öte yandan<br />
karotis-femoral nabız dalga hızı, arter sertliğinin kapsamlı bir invazif olmayan<br />
değerlendirmesini sağlar ki bu basit ve tanıya yönelik olarak kabul edilecek<br />
ölçüde doğru bir işlemdir. Bunun nedeni, bu ölçümün komplikasyonsuz<br />
esansiyel hipertansiyonu olan hastalarda tüm nedenlere bağlı mortalite ve<br />
kardiyovasküler morbitide, koroner olaylar ve inmeye ilişkin bağımsız tahmin<br />
faktörü olarak bir değeri olduğunun gösterilmiş olmasıdır. Hipertansiyonla ilgili<br />
veriler halen oldukça kısıtlı olmakla birlikte endotelyal işlev bozukluğu çeşitli<br />
kardiyovasküler hastalıklarda sonlanıma ilişkin tahmin faktörüdür. Ayrıca,<br />
çeşitli uyaranlara endotelyal yanıtlılığı araştırmaya yönelik mevcut teknikler<br />
invaziftir, gerçekleştirilmesi zordur ve zaman alıcıdır. Son olarak, yöntemler<br />
henüz standartlaştırılmamıştır ve bir organda değerlendirilen endotelyal işlevin<br />
diğer vasküler yataklardakini temsil edip edemeyeceği konusunda kesinlik<br />
yoktur. Dolayısıyla hipertansif hastaların klinik değerlendirmesinde endotelyal<br />
işlevin araştırılmasının günümüzde yararlı olduğu savunulamaz.(17,18)<br />
3-BÖBREK<br />
Hipertansiyonla indüklenen böbrek hasarı tanısı, azalmış böbrek işlevi<br />
bulgusuna veya idrarda albümün atılımında artış saptanmasına dayanır.<br />
Günümüzde böbrek yetersizliği MDRD olarak kısaltılmış formülle hesaplanan<br />
tahmini glomerüler filtrasyon hızına göre sınıflandırılmaktadır. Bu formülde yaş,<br />
cinsiyet, ırk ve serum kreatinin değerleri gerekmektedir.<br />
23
Serum kreatinin düzeyinde hafif bir artış ( %20‘ye kadar), bazen<br />
antihipertansif tedavi başlatıldığında veya tedavinin güçlendirildiğinde<br />
görülebilir. Ancak bu, böbreklerde ilerleyici kötüleşmenin bir bulgusu olarak<br />
alınmamalıdır. Tedavi edilmeyen hipertansiflerde hiperürisemi sık görülür ve<br />
hiperüriseminin azalmış renal kan akımı ve nefroskleroz varlığıyla bağıntılı<br />
olduğu da gösterilmiştir. Artmış idrar albümini veya protein atılımı glomerüler<br />
filtrasyon bariyerinde bir bozulmaya işaret eder. Mikro albüminürinin, hem tip<br />
1 hem de tip 2 diyabetlilerde belirgin diyabetik nefropatiye ilişkin tahmin<br />
faktörü olduğu gösterilmiştir. Öte yandan belirgin proteinüri, genellikle, yerleşik<br />
renal parankimatöz hasar olduğuna işaret eder.(19) Diyabeti olan veya olmayan<br />
hipertansif hastalarda günümüzde kabul edilen eşik değerlerin altında bile olsa<br />
mikro albüminürinin kardiyovasküler olaylara ilişkin tahmin faktörü olduğu<br />
gösterilmiştir.(19,20)<br />
4-GÖZ<br />
Günümüzde çoğu hipertansif hasta, hastalık süreçlerinin erken<br />
döneminde başvurmakta, bu nedenle kanama ve eksudalar ve doğal olarak<br />
papilla ödemi çok ender olarak gözlenmektedir. Hipertansiyonda göz hasarını<br />
objektif şekilde araştırmak üzere seçici yöntemler geliştirilmiş ve incelenmiştir.<br />
Örneğin dijital retinal fotoğraflar arteriyolar ve venüler ağacın geometrik ve<br />
topolojik özelliklerini ölçmek için yarı otomatik bir programla analiz edilebilir.<br />
Bu yöntem retinal vaskülaritede hipertansiyonla ilişkili topolojik değişikleri<br />
saptamıştır ve retinada arteriyolar ve venüler daralmanın hipertansiyon<br />
gelişiminden önce ortaya çıkabileceğini göstermiştir. Göz dibi incelemesi<br />
yalnızca ağır hipertansiflerde tavsiye edilir. Hafif retinal değişiklikler, genç<br />
hastalar dışında, büyük oranda özgül değildir.(21)<br />
24
5-BEYİN<br />
Kraniyal bilgisayarlı tomografi inme tanısı için standart işlemdir. Ancak<br />
kafa içi bir kanamanın hemen belirlenmesi dışında, BT’nin yerini giderek<br />
manyetik rezonans görüntüleme (MRG) teknikleri almaktadır. Difüzyon ağırlıklı<br />
MRG arteriyel okluzyon sonrasında iskemik hasarı dakikalar içinde<br />
belirleyebilir. Çeşitli çalışmalar MRG ile saptanan küçük sessiz beyin<br />
infarktlarının, mikro kanamaların ve beyaz madde lezyonlarının toplum<br />
genelinde ender olmadığını ve prevalansının yaş ve hipertansiyonla arttığını ve<br />
artmış inme, bilişsel gerileme ve demansla ilişkili olduğunu göstermiştir.<br />
Erişebilirlik ve maliyet sorunları MRG’nin ileri yaştaki hipertansif bireylerin<br />
değerlendirilmesinde yaygın şekilde kullanılmasına izin vermemektedir. Ancak<br />
sessiz beyin infarktları nöral bozukluk ve özelliklede bellek kaybı olan bütün<br />
hipertansiflerde araştırılmalıdır.(22)<br />
HİPERTANSİYONDA LABORATUVAR DEĞERLENDİRME<br />
Özellikle esansiyel hipertansiyonda ilk dönemde rutin laboratuvar<br />
incelemelerinde anormal bulgu saptanmaz. Kan basıncını kontrol eden<br />
regülasyon sistemlerinden bir yada daha fazlasının etkinliğini henüz yitirmeye<br />
başladığı bu dönemde hipertansiyon zaman zaman görülür. Yine bu dönemde<br />
emosyonel ve fizik streslerle normale göre kan basıncı yükselmeleri daha<br />
fazladır. Eskiden klinisyenlerin asabi hipertansiyon diye tanımladıkları bu<br />
evreye bugün esansiyel hipertansiyonun labil dönemi demekteyiz. Bu dönemde<br />
hasta çok yakından izlenerek uyarılmalı, hipertansiyon henüz süreklilik<br />
kazanmadan medikal dışı, gerekirse medikal yöntemlerle hastayı rahatsız eden<br />
kan basıncı oynamaları önlenmelidir. Hipertansiyonun erken dönemde kontrol<br />
altına alınmasının komplikasyonların gelişmesini önlediği, en azından<br />
geciktirdiği kanıtlanmıştır.<br />
Hipertansiyonun erken döneminde yapılan incelemelerde kalp debisinde<br />
artma görülmüştür. Daha sonra debi artışının etkisiyle periferik direnç<br />
25
oluşmakta, damar yapısında histolojik değişikliklerin gelişmesiyle hipertansiyon<br />
süreklilik kazanmakta ve kalp debisi normale dönmektedir.<br />
Hipertansiyon tanısı kesinlik kazandıktan sonra hastanın tüm rutin<br />
laboratuvar incelemeleri yapılarak değerlendirilmeli, gerekiyorsa daha özel<br />
laboratuvar tetkiklerine yönelinmelidir.<br />
Rutin idrar muayenesi hipertansiyon konusunda önemini korumaktadır.<br />
İdrarın dansitesi önem taşır. İdrarı konsantre edebilme, renal fonksiyonların en<br />
önemlilerindendir. Bindokuzyüzlü yılların ilk dekadında Volhard’ın önerdiği<br />
dilüsyon ve konsantrasyon testi hala değerini yitirmemiştir. Normal diyette ve<br />
diüretik almayan hipertansifte idrar dansitesi 1015’in üzerinde ise büyük bir<br />
olasılıkla renal patoloji yoktur denilebilir. Test için akşam yemeğinde likit<br />
verilmez ve sabaha kadar gene likit almayan hastanın sabah idrarının dansitesi<br />
ölçülür. 1015-1020 üzerindeki değerler renal fonksiyonların bozulmadığını<br />
gösterir. Gerekirse testin ikinci kısmı olarak böbreklerin dilüsyon yeteneği<br />
değerlendirilir. Hastaya 1,5 litre su içirdikten sonra idrar dansitesinin düşmesi<br />
araştırılır. İdrar dansitesi 1010’a ve aşağı rakamlara düşüyorsa renal<br />
fonksiyonların korunduğu anlaşılır. Hastayı sıvı yönünden yüklememek<br />
amacıyla genellikle testin ikinci bölümü günümüzde pek uygulanmamaktadır.<br />
İdrarın asit ya da alkali olması da önem taşır. Normal gıda rejiminde idrarın asit<br />
reaksiyonda olması gerekir. İdrarın sürekli olarak alkali reaksiyonunda olması<br />
hiperaldosteronizm veya üriner infeksiyonu düşündürmelidir. İdrar sedimentinde<br />
eritrosit, lökosit, silendir bulunması, renal-üriner lezyon yönünden anlamlıdır.<br />
Ayrıca mikroorganizmalar da görülebilir. Gerekirse idrar kültürü yapılmalıdır.<br />
İdrarın kimyasal içeriğinde glukoz, protein, sodyum, potasyum ve kalsiyum<br />
bakılmalı, hastanın kliniği gerektiriyorsa 24 saatlik idrarda katekolamin<br />
metabolitleri olan VMA ( vanil mandalik asit) metanefrin ve normetanefrin<br />
miktarları ölçülmelidir.<br />
Rutin kan muayenelerinde kan şekeri, üre, kreatinin, ürik asit, kan<br />
elektrolitleri (sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum) kolesterol ve diğer<br />
26
lipid fraksiyonları, hemoglobin ölçümleri yapılmalı; renin, aldosteron miktarları<br />
incelenmelidir. Klinik ve laboratuar verileri sonucuna göre gerekiyorsa plazma<br />
ve üriner katekolamin ölçümleri, VMA ( vanilmandelik asit ) ve metanefrin<br />
ölçümleri yapılmalıdır. Endokrin sistemden kaynaklanan hipertansiyonu<br />
hatırlatan bulgular varsa ona yönelik incelemeler; tiroit hormonları, tiroit<br />
stimülan hormon, growth hormon, parathormon glukokortikoit ölçümleri<br />
yapılmalıdır. Son yıllarda bazı otörler tedavi öncesinde renin düzeylerine rutin<br />
olarak bakılarak yüksek ve normal renin düzeyli hastalarda öncelikle renin<br />
anjiyotensin sistemine etkili ilaçların (beta-bloker, ACE inhibitörleri,<br />
anjiyotensin reseptör antagonistleri) kullanılmasını, düşük renin düzeyli<br />
hastalarda ise damar içi sıvı dağılımını değiştiren ilaçların (diüretikler kalsiyum<br />
kanal blokerleri, alfa blokerler) kullanılmasını önermektedirler.<br />
Renal hipertansiyon düşünülüyorsa renal arter Doppler, renal arter<br />
manyetik rezonans (MR) anjiyografisi, renal arter dijital anjiyografisi yapılabilir.<br />
Radyoizotop renogram renal fonksiyonlar konusunda ek bilgi verilebilir. Renal<br />
histopatoloji renal biopsi yapılarak saptanabilir.<br />
Aorta koarktasyonunu işaret eden veriler varsa ona yönelik<br />
ultrasonografi, aortografi ve basınç ölçümleri yapılmalıdır.<br />
Nörojenik hipertansiyon düşünülüyorsa, incelemeler ona göre<br />
yönlendirilmeli, nükleer manyetik rezonansa kadar bütün tetkikler adım adım<br />
tamamlanmalıdır.<br />
Rutin radyolojik tetkiklerden kalp-akciğer radyografisi relatif değer<br />
taşır. Kardiyomegali, sol ventrikül konveksitesinde belirginlik, aortada<br />
kalsifikasyon, akciğerlerde staz belirtileri önem taşırsa da hipertansiyona özel<br />
değildirler. Aorta arkusunda görülebilecek çentiklenme ve kot altlarında<br />
bulunabilecek yenikler (Roessle belirtisi) aorta koarktasyonunu<br />
düşündürmelidir.<br />
Elektrokardiyogramda sol aks deviasyonu, sol ventrikül hipertrofisi<br />
kriterleri sol atriyum büyüklüğünü telkin eden bulgular, ya da koroner arter<br />
27
lezyonuna ait değişiklikler olabilir. Hipertansif erkeklerin % 35’i, kadınlarınsa<br />
%45’i miyokard infarktüsüne adaydırlar. EKG’de sol ventrikül hipertrofisinin<br />
saptanmasından sonra yeterli tedavi uygulanmayan hastaların %50’si beş sene<br />
içinde kaybedilir. Ayrıca EKG’de aritmi bulguları da önem taşır.<br />
Hipertansiyonlularda daha sık görülen ani ölümlerden aritmiler sorumlu<br />
tutulmaktadır.<br />
Hipertansiyonda kalbi en çok etkileyen sol ventrikül duvar geriliminin<br />
artmasıdır. Duvar geriliminin artması yapısal, bioşimik ve fizyolojik<br />
değişikliklere sebep olur. Bunlara hipertansiyonun aterosklerozu hızlandırması<br />
de eklenince kardiyak komplikasyonlar gelişir. Sol ventriküldeki değişiklikleri<br />
en erken olarak kardiyak ekokardiyografi ile saptayabiliriz. Çalışmalar sol<br />
ventrikül kitlesinin artmasının, gelişecek komplikasyonların öncüsü olduğunu<br />
göstermektedir. Otuz yıla yakın sürdürülen Framingham ve gene yirmialtı yıllık<br />
Manitoba çalışmalarına göre sol ventrikül kitlesinin artması ile hipertansiyonda<br />
kardiyak komplikasyonların gelişme oranı süratle artmaktadır. Erişkinlerde<br />
yapılan araştırmalara göre normotansiflerde sol ventrikül kitlesinin vücut<br />
yüzeyine oranı ancak %3.6 kişide normalin üst sınırı kabul edilen 120 g/m2’yi<br />
geçmekteyken, hipertansiflerde bu rakam %42’ye ulaşmaktadır. Beş senelik<br />
izlemede kardiyak komplikasyon gelişmesinin yıllık oranı hipertrofi<br />
saptanmayanlarda %1.4 iken sol ventrikül hipertrofisi saptananlarda %4.6’yı<br />
bulmaktadır.<br />
Yıllar içinde hipertansifler üzerinde yapılan incelemeler, kan basıncı<br />
yüksekliği kesin olarak kanıtlandığı zaman hastaların dikkatle izlenmelerinin ve<br />
uygun tedaviye alınmalarının gerekli olduğunu göstermektedir. Gene<br />
araştırmalara göre hipertansif kişilerde gelişen koroner ataklarının %50’den<br />
fazlası organ tutulmalarının subklinik bulguları ortaya çıkmadan oluşmaktadır.<br />
Büyük çoğunlukla organ tutulmasının ilk işareti miyokart infarktüsü, felç ya da<br />
ani ölüm olabilir.<br />
28
Hipertansiyon hedef kan basıncı değeri sistolik kan basıncı için
emilim (3) proksimal tüplerin distal bölümünden lümene sekresyon ve (4) distal<br />
tüplerde daha ileri reabsorbsiyon. Ürik asitin net üriner ekskresyonu filtre olan<br />
miktarın %6-12’si kadardır.(23)<br />
Ürik asitin dolaşım, dokular ve böbreklerdeki konsantrasyonlarında<br />
fizikokimyasal özellikleri önem taşımaktadır. Ürik asitin birinci pKa’sı 5,57<br />
olup, pH değerinin 5,57’nin üzerinde olduğu durumlarda ürik asit, temel olarak<br />
daha çözünebilen bir form olan ürat iyonu formunda bulunmaktadır.(26,27)<br />
Klinik anlamlılık<br />
Hiperürisemi genel olarak serum veya plazma ürik asit<br />
konsantrasyonlarının erkeklerde 7,0 mg/dl’den (0,42 mmol/L ), kadınlarda ise<br />
6,0 mg/dl’den (0,36 mol/L) yüksek olduğu durum olarak tanımlanır.(33)<br />
Asemptomatik hiperürisemi sıklıkla biyokimyasal tarama sonucu belirlenir.<br />
Asemptomatik hiperürisemik olguların sistemik olarak uzun dönemli izlemleri<br />
yürütülür, çünkü bunların çoğu hiperürisemi ve hiperürikozürinin sonucu olarak<br />
renal bir hastalığın gelişimi ile ilgili risk taşımaktadır; gut olarak bilinen klinik<br />
sendrom böyle hastaların ancak çok azında ortaya çıkabilir.<br />
Gut monosodyum üratın süpersatüre vücut sıvılarından çökelmesi ile<br />
gelişir; ürat depozitleri klinik bulgu ve semptomlardan sorumludur. Gut artriti<br />
eklem sıvılarında mevcut ürat kristalleri yanı sıra eklemi çevreleyen dokulardaki<br />
kristal depolanmaları (tofüs) ile ilişkili olabilir. Yumuşak dokularda da<br />
depolanma olabilir ve nerede olursa olsun ürat birikimleri polimorf nüveli<br />
lökositler ve makrofajların aracı olduğu şiddetli bir inflamatuvar yanıtın açığa<br />
çıkmasına neden olurlar. Hiperürisemi ile ilgili renal hastalık değişik formların<br />
bir veya birkaçı şeklinde olabilir. (1) renal parankimde ürat depolanması ile<br />
birlikte olan gut nefropatisi (2) ürat kristallerinin akut intratübüler depolanmaları<br />
(3)ürat nefrolitiyazisi .(26,27)<br />
Israrla süren asemptomatik hiperürisemide tıbbi tedavi ürat ile<br />
indüklenen renal hasarın önlenmesi açısından sürdürülür.<br />
30
Primer gut, metabolik olarak aşırı pürin üretimi veya ürik asit<br />
ekskresyon yetersizliğine bağlı olarak gelişen “esansiyel” hiperürisemi ile<br />
ilişkilidir. Sekonder gut tanımlanabilen çeşitli nedenlere bağlı hiperüriseminin<br />
sonucudur. Herhangi bir tipte akut ya da kronik renal hastalık veya bazı ilaçların<br />
kullanımı sonucu renal ürik asit retansiyonu olur; ilaçların özellikle diüretiklerin<br />
katkısı üzerinde durulmaktadır. Diyabetik ketoasidoz veya laktik asidozda,<br />
asetoasetik asit artışına bağlı olan organik asidemi üratın tübüler sekresyonu ile<br />
etkileşebilir. Tümör hücrelerinin süratli proliferasyonlarında veya bazı<br />
kemoterapötik ajanlarla tedavileri sırasında yaygın harabiyete bağlı olarak,<br />
nükleik asit dönüşümünde ve buna bağlı olarak da pürin katabolizmasında bir<br />
artış ile karşı karşıya kalınabilir.<br />
Hiperürisemi, pürin metabolizması ile ilgili yollarda yer alan enzimatik<br />
kusurlara bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Lesch-Nyhan sendromu hipoksantin<br />
pürin kurtarma yolunun majör enzimi olan guanin fosforibozil transferazın<br />
(HGPRT) komple yokluğu ile tanımlanan bir sendromdur. Bu, sekse bağlı<br />
genetik bozukluk, mental gerilik, anormal kas hareketleri ve davranış<br />
problemleri (kendi kendini sakatlama, patalojik agresivite) ile kendini gösterir.<br />
Biyokimyasal olarak hiperürisemi, hiperasidüri, eritrositler, fibroblastlar ve<br />
diğer hücrelerde HGPRT düzeylerinin azalması ile karekterizedir. Fosforibozil<br />
pirofosfatın (PRPP) intrasellüler düzeyleri ve pürin sentez hızları artmıştır.<br />
Üriner ürik asit ekskresyonunun ölçülmesi, asemptomatik hiperürisemili<br />
olgularda uygun tedavinin uygulanmasında yardımcı olur. Günde 600 mg‘dan<br />
daha az ürik asit ekskrete eden hiperürisemik hastalar probenesit veya<br />
sulfinpirazon gibi ürikozürik ilaçlar ile tedaviye adaydır. Ürikozürik ilaçlar,<br />
tübüler hücrelerde reabsorbsiyona aracı olan taşıyıcıları bloke ederek ürik asidin<br />
renal ekskresyonunu arttırırlar. Günde 600 mg‘dan daha fazla ürik asit ekskrete<br />
eden kişiler, PRPP’nin intrasellüler konsantrasyonlarını azaltan ve ksantin<br />
oksidaz aktivitesini inhibe ederek pürin sentezini ve hipoksantinin ürik asite<br />
dönüşümünü engelleyen allopürinol ile tedaviye adaydır.<br />
31
Klinik gutlu olgulardan 5 tanesinden birinde üriner traktüste ürik asit<br />
taşları vardır. Ürik asit taşlarının oluşumu kompleks bir olay olmakla beraber,<br />
ürik asit taşı olanların %50’sinde ya hiperürikozüri, ya devamlı asit idrar<br />
ekskresyonu veya ikisi birden vardır. Dissosiye olmamış ürik asit (pKa 5,57)<br />
nispeten çözünmez, ürat ise pH 7’de on kat daha çözünürdür. Bundan dolayı,<br />
üriner pH’ları ısrarla sürekli 6’nın altında olan bireylerde, ürik asitin ufak<br />
miktarları bile süpersatüre koşullara neden olabilir.<br />
Hipoürisemi serum ürat konsantrasyonlarının %2 mg’ın (0,12 mmol/L)<br />
altında olduğu durumdur ve hiperürisemiye kıyasla daha az rastlanır. Altta yatan<br />
çeşitli durumlardan herhangi biri nedeni ile ikincil olarak gelişmiş olabilir. Pürin<br />
sentezinin azalmış olduğu ağır karaciğer hastalığı nedenlerden biri olabilir; diğer<br />
bir olasılık ürik asitin renal tübüler geri emiliminin kusurlu olmasıdır. Kusurlu<br />
geri emilim Fanconi sendromunda görüldüğü gibi, genetik veya kazanılmış<br />
olabilir. Allopirünol veya ürikozürik ilaçlar ile hiperüriseminin aşırı derecede<br />
tedavisi veya 6-merkaptopürin veya azotiyopirin (de novo pürin sentezi<br />
inhibitörleri) ile kanser kemoterapisi de hipoürisemiye yol açabilir. Ksantinüri<br />
ile birlikte olan hipoürisemi nadir rastlanan bir durumdur ve ksantin oksidaz<br />
yetmezliğine işaret etmektedir.(23,24,25,26,27,28)<br />
Hiperürisemi, hipertansiyon, vasküler hastalık, renal hastalık ve<br />
kardiyovasküler olaylarla ilişkilidir.Hipertansiyonda serum ürik asit artışı,<br />
hipertansif duruma eşlik eden renal kan akımı azalmasına bağlı olabilir.Renal<br />
kan akımındaki azalmanın ürik asit geri emilimini uyardığı bilinmektedir.(31)<br />
Hipertansiyon aynı zamanda mikrovasküler hastalıkla sonuçlanır ve bu durum<br />
bölgesel doku iskemisine yol açar.İskemi, proksimal tübülde ürik asit<br />
sekresyonunu engelleyen laktat salınımına ek olarak ürik asit sentezini de<br />
arttırır.(32)Ayrıca ürik asitin kendisi de arteriyel kan basıncını arttırarak<br />
hipertansiyon gelişimine yatkınlık oluşturur.(31) Ayrıca hiperüriseminin<br />
oluşturabileceği renal, parenkimal ve tubuler hasar nedeniyle oluşabilecek<br />
nefropati de hipertansiyona neden olabilir veya hipertansiyonu arttırabilir,<br />
32
tedaviye dirençli hale getirebilir. Ürik asit düzeyleri yüksek hastalarda kan<br />
basıncı düzeylerinin yüksek oluşu, bu mekanizmaların bir sonucu olabilir.<br />
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki hipertansiyonda erken tanı ve tedavi<br />
hipertansiyonun ölümcül komplikasyonlarını önemli derecede azaltmaktadır. Bu<br />
amaçla acaba prehipertansif insanlarda bize erken tanı koymada yardımcı<br />
olabilecek bir belirteç var mıdır? Bu konuda Yamamoto Y. ve arkadaşları 2007<br />
yılında Status of Uric Acid Management in Hypertensive Subjects adlı<br />
çalışmalarını yapmışlardır. Çalışmalarında hiperüriseminin hipertansiyonla<br />
ilişkisini göstermişler ve bazı dirençli hipertansiyon hastalarının tedavilerinin<br />
ürik asit düzeyleri dikkate alınarak yapılması gerektiği kanısına varmışlardır.<br />
Ayrıca 1 mg/dl lik ürik asit değişikliğinin kardiyovasküler risk değişikliği<br />
açısından 20 mg/dl lik bir kolesterol artışına eşit olduğunu göstermişlerdir.<br />
Yine 2006 yılında Perlstein TS ve arkadaşlarının Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde, 2008 yılında Ouppatham S ve arkadaşlarının Tayland Kara<br />
Kuvvetleri’nde, 2005 yılında Sundström J ve arkadaşlarının Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde yaptıkları çalışmaların sonuçlarında kan ürik asit yüksekliğinin,<br />
hipertansiyon gelişimi için ciddi bir işaret olduğunu göstermişlerdir.<br />
Biz de yaptığımız bu çalışma ile kendi toplumumuzda yeni tanı<br />
konmuş ek bir hastalığı olmayan hipertansif hastalardaki kan ürik asit<br />
düzeylerinin hipertansiyonla olan ilişkisini incelemeyi amaçladık.<br />
33
MATERYAL VE METOD<br />
Çalışmaya Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
genel dahiliye polikliniklerine başvuran erişkin yaşta (20 yaş ve üzeri), kan ürik<br />
asit düzeyini etkileyecek hastalığı olmayan, diüretik tedavi ve hiper ürisemiye<br />
yol açabilecek ilaç kullanmayan, yeni tanı konulan 70 esansiyel hipertansiyon<br />
hastası alındı. Hastaların fizik muayeneleri yapıldı. 5 dakika dinlenme sonrası<br />
kan basınçları ölçüldü. 5 dakika ara ile yapılan 3 ölçümde sistolik kan basıncı<br />
140 mm/Hg ,diyastolik kan basıncı 90 mm/Hg’nin üstünde olan bireyler<br />
hipertansif olarak kabul edildi. Hastaların hipertansiyon dışında herhangi bir<br />
hastalık öyküsü ve fizik muayene bulgusu yoktu. Hastaların boy ve kiloları<br />
ölçülerek vücut kitle indeksleri hesaplandı. 12 saatlik açlık sonrası sabah açlık<br />
kan glukoz, LDL, VLDL, HDL, total kolesterol, trigliserid, ürik asit ve idrarda<br />
proteinüri düzeyleri ölçüldü.<br />
Çalışmamıza dahil olan hasta grubunda hiper ürisemi tanısını koymak<br />
için,Tietz Klinik Kimyada İlkeler Textbook’u S:422 de belirtilen, erkekler için<br />
7.0 mg/dl, kadınlar için 6 mg/dl kan ürik asit değerleri ölçü olarak alındı.<br />
Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile<br />
yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metodların<br />
(ortalama, standart sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırılmasında bağımsız<br />
t testi, nitel verilerin karşılaştırılmalarında ki-kare testi, değişkenlerin birbirleri<br />
ile ilişkilerini belirlemede pearson korelasyon testi kullanıldı. Sonuçlar,<br />
anlamlılık p
BULGULAR VE SONUÇLAR<br />
Çalışmaya Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />
genel dahiliye polikliniklerine, Şubat 2008-temmuz 2008 tarihleri arasında<br />
başvuran 42 kadın(%60), 28 erkek(%40) olmak üzere toplam 70 erişkin hasta<br />
dahil edildi. Yaş ortalamaları 49,54 olan hastaların yaşları 27 ile 66 arasındaydı.<br />
Boy ortalamaları 162.91 cm, kilo ortalamaları ise 76.31 kg, vücut kitle indeks<br />
ortalaması ise 28.77’ydi. Hastaların ölçülen kan basınçları sağ kol sistolik<br />
arteriyel basınç ortalaması 166.50 mmHg, sağ kol diyastolik arteriyel basınç<br />
ortalaması 98.97 mmHg, sol kol sistolik arteriyel basınç ortalaması 163.67<br />
mmHg, sol kol diyastolik arteriyel basınç ortalaması 98.44 mmHg olarak<br />
ölçüldü. Hastaların laboratuvar tetkikleri sonuçlarında ise ürik asit ortalaması<br />
4.83 mg/dl, açlık kan şekeri ortalaması 91.34 mg/dl, LDL ortalaması 109.09<br />
mg/dl, VLDL ortalaması 33.20mg/dl, total kolesterol ortalaması 180.80 mg/dl,<br />
HDL ortalaması 48.84 mg/dl, trigliserit ortalaması ise 150.06 mg/dl olarak<br />
ölçüldü.<br />
Tablo-1:Çalışmaya katılan hastaların sayısı, kilo, boy, yaş ve vücut kitle<br />
indeks(VKİ) değerleri.<br />
n Minimum Maximum Ort. SS<br />
Yaş 70 27 66 49,54 9,03<br />
Kilo kg 70 60 97 76,31 8,17<br />
Boy cm 70 153 180 162,91 6,55<br />
VKİ 70 22,04 37,11 28,77 2,83<br />
Tablo-2:Çalışmaya dahil edilen hastaların özellikleri ve laboratuvar sonuçları<br />
35
n Minimum Maximum Ort. SS<br />
Ürik Asit mg/dl 70 2,2 8 4,83 1,42<br />
Açlık Kan şekeri<br />
70<br />
mg/dl<br />
70 110 91,34 10,42<br />
LDL mg/dl 70 51 198 109,09 26,55<br />
VLDL mg/dl 70 11 87 33,20 15,34<br />
Total Kolesterol<br />
70<br />
mg/dl<br />
31 250 180,80 29,32<br />
HDL mg/dl 70 27 72 48,84 12,05<br />
Trigliserid<br />
70<br />
mg/dl<br />
67 350 150,06 51,03<br />
Sağ SAB mm/hg 70 145 220 166,50 17,39<br />
Sağ DAB mm/hg 70 70 120 98,97 9,85<br />
Sol SAB mm/hg 70 145 200 163,67 14,35<br />
Sol DAB mm/hg 70 80 200 98,44 14,87<br />
Tablo -3:çalışmaya katılan hastaların cinsiyet olarak sınıflaması<br />
Ortalama<br />
Sayı %’ i<br />
Erkek 28 40,0<br />
Kadın 42 60,0<br />
Total 70 100,0<br />
Hastalar kan ürik asit düzeyleri 7 mg/dl üstünde ve 7 mg /dl altında olanlar<br />
olarak iki gruba ayrıldı ve yaş, boy, kilo, VKİ, cinsiyet ve hipertansiyon<br />
düzeyleri karşılaştırıldı. Kan ürik asit düzeyi 7 mg/dl altında olan grubun hasta<br />
sayısı 59’ du. 59 hastanın 39’u kadındı (%66.1). 20’si erkekti. (% 33.9). 7 mg/dl<br />
altında ürik asit düzeyi olan hastaların yaş ortalaması 50.15 +_ 9.09, kilo<br />
ortalaması 76.2 kg +_8. 61, boy ortalaması 162.42 +_ 6.53 cm, VKİ 28.89 +_<br />
2.87 bulundu. Kan ürik asit düzeyi 7 mg/dl üstünde olan grubtaki hasta sayısı ise<br />
11’ idi ve bunların 8’i erkek 3’ü kadındı. Kan ürik asit düzeyi 7 mg/dl üstünde<br />
olanların yaş ortalaması 46.27 +_ 8.32, kilo ortalaması 76.91 +_ 5.5 kg , boy<br />
ortalaması 166.55 +_ 6.28 cm , VKİ ortalaması +_2.68 bulundu.<br />
36
Tablo-4: Kan ürik asit düzeyi ile cinsiyet, yaş, kilo, boy ve vücut kitle<br />
İndekslerinin karşılaştırılması<br />
7mg/dl<br />
Ürik Asit<br />
n:11 P<br />
Yaş 50,15±9,09 46,27±8,32 t:1,32 0,193<br />
Kilo kg 76,2±8,61 76,91±5,5 t:-0,26 0,795<br />
Boy cm 162,42±6,53 165,55±6,28 t:-1,46 0,148<br />
VKİ 28,89±2,87 28,15±2,68 t:0,79 0,435<br />
Erkek 20 (%33,9) 8 (%72,7)<br />
Cinsiyet Kadın 39 (%66,1) 3 (%27,3) χ²:5,82 0,016<br />
Kan ürik asit düzeyi 7mg/dl’ nin altı olan ve kan ürik asit düzeyi 7mg/dl’nin<br />
üstü olan grublardaki hastaların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak<br />
anlamlı farklılık gözlenmedi. (p=0,193).<br />
7mg/dl’nin altı Ürik Asit ve 7mg/dl’nin üstü ürik asit gruplarındaki hastaların<br />
kilo ve boy ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık<br />
gözlenmedi.(p=0,795, p=0,148).<br />
7mg/dl’nin altı Ürik Asit ve 7mg/dl’nin üstü ürik asit gruplarındaki hastaların<br />
vücut kitle indeksi (VKİ) ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı<br />
farklılık bulunmadı. (p=0,148).<br />
Ürik asit düzeyi 7 mg/dl’nin üzerinde olan 11 hastadan 8 tanesi erkek(%72.7),<br />
3 tanesi kadındı(%27.3). Bu oran istatistiksel açıdan anlamlıydı.<br />
37
Grafik-1:Kan ürik asit düzeyi 7 mg/dl’ nin altında ve üzerinde olan<br />
hastaların karşılaştırılması<br />
7 Ürik Asit<br />
180<br />
160<br />
140<br />
120<br />
100<br />
80<br />
60<br />
40<br />
20<br />
0<br />
Yaş Kilo Boy BMI<br />
Grafik-2: Kan ürik asit düzeyleri ile cinsiyetin ilişkisi<br />
Erkek<br />
Kadın<br />
80%<br />
70%<br />
60%<br />
50%<br />
40%<br />
30%<br />
20%<br />
10%<br />
0%<br />
7 Ürik Asit<br />
38
Kan ürik asit düzeyi 7 mg/dl altında olan hastaların açlık kan şekeri<br />
ortalaması 91.05 +_ 10.55 mg/dl, LDL ortalaması 110 +_ 25.02 mg/dl, VLDL<br />
ortalaması 32.42 +_ 15.14 mg/dl, HDL ortalaması 49.85 +_ 12.42 mg/dl, Total<br />
kolesterol ortalaması 182.27 +_ 21.48 mg/dl, Trigliserid ortalaması 144.68 +_<br />
46.41 mg/dl bulundu. Kan ürik asit düzeyi 7mg /dl üzerinde olan hastaların kan<br />
şekerleri ortalaması 92.91 +_ 10.04 mg/dl , LDL ortalaması 104.18 +_34.7<br />
mg/dl , VLDL ortalaması 37.09 +_16.59 mg/dl, HDL ortalaması 43.45 +_ 8.32<br />
mg/dl, Total Kolesterol ortalaması 172.91 +_ 56.34 mg/dl, Trigliserid ortalaması<br />
178.91 +_ 66.24 mg/dl bulundu.<br />
Tablo-5: Hastaların kan ürik asit düzeylerine göre laboratuvar<br />
bulgularının karşılaştırılması<br />
7mg/dl<br />
ÜrikAsit<br />
n:11 T P<br />
Açlık Kan<br />
Şekeri mg/dl 91,05±10,55 92,91±10,04 -0,54 0,591<br />
LDL mg/dl 110±25,02 104,18±34,7 0,66 0,509<br />
VLDL mg/dl 32,47±15,14 37,09±16,59 -0,92 0,363<br />
HDL mg/dl 49,85±12,42 43,45±8,32 1,64 0,107<br />
Total<br />
Kolesterol<br />
mg/dl 182,27±21,48 172,91±56,34 0,97 0,335<br />
Trigliserid<br />
mg/dl 144,68±46,41 178,91±66,24 -2,09 0,04<br />
39
Grafik-3: Hastaların ürik asit düzeyleri ile lipit düzeyleri arasındaki ilişki<br />
200<br />
180<br />
160<br />
140<br />
120<br />
100<br />
80<br />
60<br />
40<br />
20<br />
0<br />
Lipid Profili<br />
LDL VLDL HDL Total<br />
Kolesterol<br />
Trigliserid<br />
7 Ürik Asit<br />
Grafik-4: Esansiyel hipertansiyonlu hastaların kan ürik asit düzeyleri ile<br />
Açlık kan şekeri arasındaki ilişki<br />
Açlık Kan Şekeri<br />
95<br />
90<br />
85<br />
80<br />
7 Ürik Asit<br />
40
Kan ürik asit düzeyi 7mg/dl altında ve üstünde olan grubların laboratuar<br />
bulguları da istatistiki açıdan karşılaştırıldı.<br />
7mg/dl nin altı Ürik Asit ve 7mg/dl’nin üstü Ürik Asit gruplarının açlık kan<br />
şekeri ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmedi.<br />
(p=0,591).<br />
7mg/dl’nin altı ürik Asit ve 7mg/dl’nin üstü ürik Asit gruplarının LDL ,<br />
VLDL, HDL ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık<br />
bulunmadı (p=0,509, p=0,363, p=0,107).<br />
7mg/dl’nin altı ürik Asit ve 7mg/dl’nin üstü ürik Asit gruplarının total<br />
kolesterol ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı<br />
(p=0,335).<br />
7mg/dl’nin üstü ürik asit grubunun trigliserid ortalama değerleri 7 mg/dl nin<br />
altı ürik asit grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu<br />
(p=0,04).<br />
Grafik-5: Kan ürik asit düzeyi ile tansiyon arteriyel arasındaki ilişki.<br />
7 Ürik Asit<br />
180<br />
160<br />
140<br />
120<br />
100<br />
80<br />
60<br />
40<br />
20<br />
0<br />
Sağ SAB Sağ DAB Sol SAB Sol DAB<br />
41
Tablo-6: Kan ürik asit düzeyi ile yaş, kilo, boy ve vücut kitle indeksi<br />
(VKI) arasındaki istatistiksel ilişki<br />
Ürik<br />
Asit<br />
R -0,09<br />
Yaş P 0,458<br />
R 0,158<br />
Kilo P 0,191<br />
R 0,169<br />
Boy P 0,124<br />
R -0,037<br />
VKI P 0,763<br />
Ürik asit değerleri ile yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon<br />
gözlenmemiştir (p=0,458).<br />
Ürik asit değerleri ile Kilo, boy arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon<br />
gözlenmemiştir (p=0,191, p=0,124).<br />
Ürik asit değerleri ile VKI arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon<br />
gözlenmemiştir (p=0,763).<br />
Tablo-7: Kan ürik asit düzeyi ile açlık kan şekeri ve kan lipit düzeyleri<br />
arasındaki istatistiksel ilişki<br />
Ürik<br />
Asit<br />
Açlık Kan R 0,252<br />
Şekeri P 0,035<br />
R -0,006<br />
LDL P 0,962<br />
R 0,238<br />
VLDL P 0,047<br />
R -0,353<br />
HDL P 0,003<br />
Total<br />
Kolesterol<br />
Trigliserid<br />
R 0,024<br />
P 0,845<br />
R 0,364<br />
P 0,002<br />
42
Ürik asit değerleri ile LDL değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı<br />
korelasyon gözlenmemiştir (p=0,962).<br />
Ürik asit değerleri ile VLDL değerleri arasında pozitif yönde istatistiksel<br />
olarak anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r= 0,238 p=0,003). VLDL değerleri<br />
artıkça Ürik asit değerleri artmaktadır.<br />
Ürik asit değerleri ile HDL değerleri arasında negatif yönde istatistiksel olarak<br />
anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r= -0,353 p=0,047). HDL değerleri düştükçe<br />
Ürik asit değerleri artmaktadır.<br />
Ürik asit değerleri ile total kolesterol değerleri arasında istatistiksel olarak<br />
anlamlı korelasyon gözlenmemiştir (p=0,845).<br />
Ürik asit değerleri ile trigliserid değerleri arasında pozitif yönde istatistiksel<br />
olarak anlamlı korelasyon gözlenmiştir (r= 0,364 p=0,002). Trigliserid değerleri<br />
arttıkça ürik asit değerleri artmaktadır.<br />
Tablo-8: Kan ürik asit düzeyi ile sağ ve sol kol tansiyon arteriyel<br />
arasındaki istatistiksel ilişki<br />
Ürik<br />
Asit<br />
R -0,127<br />
Sağ SAB P 0,295<br />
R 0,14<br />
Sağ DAB P 0,248<br />
R -0,15<br />
Sol SAB P 0,214<br />
R 0,047<br />
Sol DAB P 0,699<br />
Ürik asit değerleri ile sağ taraf sistolik ve diyastolik arter basınç değerleri<br />
arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlenmemiştir (p=0,295,<br />
p=0,248).<br />
Ürik asit değerleri ile sol taraf sistolik ve diaystolik arter basınç değerleri<br />
arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlenmemiştir (p=0,214,<br />
p=0,699).<br />
43
Hasta<br />
No Yaş Cinsiyet Kilo Boy AKŞ LDL VLDL T.Kol HDL Tg Ürik Asit sağ KTA Sol KTA<br />
1 48 K 70 160Cm 90 93 16 167 58 80 4;5 200_120 180_110<br />
2 46 K 65 158Cm 84 95 20 180 60 95 2,6 150_85 150_80<br />
3 42 K 80 165Cm 93 133 23 228 72 115 3,4 160_100 155_100<br />
4 43 E 75 170Cm 79 145 72 250 36 350 6,7 150_100 150_110<br />
5 51 E 80 175Cm 102 70 54 156 32 200 7,1 160_100 155_100<br />
6 34 K 60 165Cm 72 106 15 158 37 73 2,3 200_100 190_100<br />
7 46 E 90 165Cm 80 75 35 160 35 200 6,3 200_120 190_120<br />
8 41 E 70 170Cm 94 130 23 180 27 116 5,9 160_100 158_100<br />
9 27 E 73 168Cm 88 140 24 210 43 118 8 155_100 156_90<br />
10 28 K 63 153Cm 100 127 35 190 65 70 3,6 160-100 160_100<br />
11 48 K 63 157Cm 87 125 14 200 65 69 3,7 160_70 160_80<br />
12 53 K 80 162Cm 89 130 87 200 36 175 5,2 150_110 150_100<br />
13 52 K 68 157Cm 104 100 24 182 58 119 5;5 160_100 150_110<br />
14 63 K 77 156Cm 93 130 35 200 59 170 4 170_100 160_110<br />
15 34 E 95 160Cm 95 89 25 241 27 127 6 170_100 165_110<br />
16 46 K 70 163Cm 110 129 35 190 43 195 3,9 170-110 170_110<br />
17 59 E 80 172Cm 95 127 37 198 39 150 5,7 170_90 170_88<br />
18 47 E 67 156Cm 84 105 14 163 44 71 3,7 160_85 160_80<br />
19 42 K 67 153Cm 99 130 39 187 40 195 4,8 150_90 145_100<br />
20 63 E 71 167Cm 93 70 13 142 59 67 7,5 160_100 150_90<br />
21 35 K 85 160Cm 84 113 37 190 50 190 5,1 150_90 150_90<br />
22 41 K 77 160Cm 90 122 35 175 37 198 4,8 150-90 150-85<br />
23 49 K 78 160Cm 73 198 25 195 52 124 2,5 150-100 150-110<br />
24 52 K 81 158Cm 99 74 27 139 38 136 3,1 160-110 160-100<br />
25 58 K 79 157Cm 102 81 37 145 39 148 3,1 160-110 160-100<br />
26 54 K 81 160Cm 91 86 23 147 68 127 4,1 200-110 190-100<br />
27 45 k 75 157Cm 74 127 38 200 56 200 4,1 180-100 175-98<br />
28 54 K 76 163Cm 96 123 27 193 48 136 7,1 150-100 150-97<br />
29 35 K 68 153Cm 84 113 38 195 51 191 5,1 160-100 160-95<br />
30 46 K 71 154Cm 81 118 53 191 37 191 4,3 170-110 170-100<br />
31 43 E 77 168Cm 95 118 38 168 41 76 5 170-95 170-90<br />
32 51 E 81 164Cm 104 51 24 131 57 120 7,7 170-100 165-100<br />
33 36 E 76 158Cm 78 63 24 31 57 135 6,4 170-90 170-85<br />
34 49 E 71 174Cm 95 127 35 186 42 173 6,5 170-100 170-90<br />
35 56 E 76 167Cm 103 120 39 200 37 200 4,6 200-120 200-110<br />
36 64 K 76 163Cm 107 69 38 159 52 188 4,5 150-85 155-90<br />
37 65 E 82 173Cm 70 140 40 198 35 178 4,4 170-90 170-90<br />
38 54 E 90 180Cm 105 109 37 179 33 184 5,2 160-100 160-95<br />
39 53 K 73 165Cm 71 98 26 166 42 128 4,3 150-90 150-92<br />
40 52 K 86 163Cm 86 67 33 155 55 167 3,6 160-90 160-95<br />
41 53 K 78 166Cm 74 86 38 198 68 190 3,6 145-95 145-90<br />
42 55 K 81 165Cm 88 65 38 149 36 198 3,7 170-90 170-90<br />
43 65 E 65 158Cm 110 128 23 198 45 115 5,4 150-95 150-90<br />
44 52 E 78 167Cm 104 91 28 192 40 200 7,5 150-95 150-90<br />
45 46 K 70 154Cm 100 138 58 200 40 200 7,2 150-105 150-100<br />
46 60 E 75 167Cm 101 139 49 201 41 201 3,9 180-100 180-110<br />
47 66 E 81 169Cm 101 160 33 198 44 167 5,6 155-85 155-90<br />
48 55 K 77 154Cm 84 89 19 168 60 93 3,7 170-100 170-95<br />
49 57 E 83 174Cm 85 127 38 185 49 167 7,7 170-110 160-100<br />
50 50 E 87 169Cm 87 82 21 165 62 103 3,6 160-90 158-90<br />
44
Hasta<br />
No Yaş Cinsiyet Kilo Boy AKŞ LDL VLDL T.Kol HDL Tg Ürik Asit sağ KTA Sol KTA<br />
51 55 E 79 162Cm 84 89 19 168 60 93 3,7 150-93 150-91<br />
52 59 K 88 167Cm 86 109 23 195 69 115 3,5 200-100 190-100<br />
53 58 K 71 157Cm 94 127 27 200 41 129 3,7 160-90 157-90<br />
54 38 E 81 169Cm 95 86 39 157 35 195 7,6 175-100 175-98<br />
55 57 K 97 163Cm 104 127 11 156 70 176 4,3 220-110 200-100<br />
56 56 K 97 166Cm 103 108 29 207 70 146 5,5 210-110 195-100<br />
57 54 E 76 171Cm 91 66 73 198 52 196 4,2 170-100 168-100<br />
58 47 E 73 170Cm 85 79 16 154 60 78 2,2 170-100 170-95<br />
59 53 K 67 158Cm 103 109 41 192 42 200 4,9 155-100 155-105<br />
60 51 E 78 162Cm 95 127 38 198 51 198 4,7 200-120 195-1200<br />
61 54 E 90 180Cm 105 109 37 179 33 184 7,2 160-100 160-95<br />
62 53 K 73 165Cm 71 98 26 166 42 128 4,3 150-90 150-92<br />
63 54 K 81 160Cm 91 86 23 147 68 127 4,1 200-110 190-100<br />
64 45 k 75 157Cm 74 127 38 200 56 200 4,1 180-100 175-98<br />
65 54 K 76 163Cm 96 123 27 193 48 136 7,1 150-100 150-97<br />
66 35 K 68 153Cm 84 113 38 195 51 191 5,1 160-100 160-95<br />
67 28 K 63 153Cm 100 127 35 190 65 70 3,6 160-100 160_100<br />
68 48 K 63 157Cm 87 125 14 200 65 69 3,7 160_70 160_80<br />
69 53 K 80 162Cm 89 130 87 200 36 175 5,2 150_110 150_100<br />
70 52 K 68 157Cm 104 100 24 182 58 119 5;5 160_100 150_110<br />
45
TARTIŞMA VE SONUÇ<br />
Hipertansiyonun günümüzün en önemli hastalıklarından biri olmasının<br />
nedeni vücudun birçok organını etkilemesi ve ölümcül komplikasyonlara yol<br />
açabilecek organ hasarı yapabilmesidir. Böylesi önemli bir hastalığa erken<br />
dönemde tanı koyup uygun tedaviye başlamak, tedavi sürecini olumlu yönde<br />
etkilemekte ve hipertansiyonun yaşam standartlarını etkileyen organ hasarı<br />
oluşturmasını engellemektedir.<br />
Hiperürisemi; hipertansiyon, vasküler hastalık, renal hastalık ve<br />
kardiyovasküler olaylarla ilişkilidir. Hipertansiyonda serum ürik asit artışı,<br />
hipertansif duruma eşlik eden renal kan akımı azalmasına bağlı olabilir. Renal<br />
kan akımındaki azalmanın ürik asit geri emilimini uyardığı bilinmektedir.(31)<br />
Hipertansiyon aynı zamanda mikrovasküler hastalıkla sonuçlanır ve bu durum<br />
bölgesel doku iskemisine yol açar. İskemi, proksimal tübülde ürik asit<br />
sekresyonunu engelleyen laktat salınımına ek olarak ürik asit sentezini de<br />
arttırır.(32) Ayrıca ürik asitin kendisi de arteriyel kan basıncını arttırarak<br />
hipertansiyon gelişimine yatkınlık oluşturur.(31) Hipertansif hastalardaki yüksek<br />
ürik asit düzeyleri bu mekanizmaların bir sonucu olabilir.<br />
Bu konuda yapılmış çalışmalardan biri Yamamoto Y. ve arkadaşlarının<br />
2007 yılındaki 799 hipertansif hasta grubunda, “status of üric asid management<br />
in hypertansive subjects” adlı çalışmalarıdır. Bu çalışmada Yamamoto Y. ve<br />
arkadaşları hiperüriseminin hipertansiyonla ilişkisini, bazı dirençli hipertansif<br />
hastaların tedavilerinin ürik asit düzeyleri dikkate alınarak yapılması gerektiğini,<br />
kandaki 1 mg/dl‘lik ürik asit değişikliğinin kardiyovasküler hastalık riski<br />
açısından 20 mg/dl ‘ lik kolesterol değişikliğine eş olduğunu göstermişlerdir.(29)<br />
2005 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Sundström J. Ve<br />
arkadaşları tarafından yapılan bir başka çalışmada, hipertansiyon gelişme riski<br />
olan, ancak miyokard infarktüsü oyküsü, kalp yetersizliği, renal yetersizlik ve<br />
gut hastalığı gibi kan ürik asit düzeyini etkileyebilecek hastalığı olmayan 3329<br />
46
kişi 4 yıl boyunca hipertansiyon gelişimi açısından takip edildi. Dört yıl sonunda<br />
458 kişide hipertansiyon gelişti. Hipertansiyon gelişen bu kişilerde yapılan<br />
incelemede kan ürik asit düzeyinin hipertansiyon gelişiminde önemli bir ön<br />
işaret olarak değerlendirilebilineceği gösterildi.(34)<br />
Yine 2008 yılında Tayvan’da Ouppatham S. ve arkadaşları tarafından<br />
Tayvan Kara Kuvvetlerinde 5564 kişi üzerinde yapılan (%73.7 si erkek) bir<br />
başka çalışmada da hipertansiyonla kan ürik asit düzeyi arasında, pozitif yönlü<br />
ciddi bir korelasyon olduğu gösterildi.(35)<br />
Bir başka çalışmada ise 2006 yılında, Amerika Birleşik Devletlerinde<br />
Perlstein TS ve arkadaşları, 1277 kişi üzerinde yaptıkları çalışmada,<br />
hipertansiyon gelişme riski açısından, kandaki ürik asit düzeyi yüksekliğinin<br />
önemli bir belirteç olduğunu gösterdiler.(36)<br />
Yapmış olduğumuz bu çalışmadaki amacımız yeni tanı konmuş, ürik<br />
asit düzeyini yükseltebilecek bir hastalığı olmayan, diüretik ve ürik asit düzeyini<br />
yükseltebilecek ilaç almayan, esansiyel hipertansiyonlu hastalarda ürik asit<br />
düzeyinin hipertansiyonla ilişkisini ülkemizde araştırmaktır.<br />
Biz bu çalışmamıza hastanemiz dahiliye polikliniklerine başvuran 28<br />
erkek, 42 kadın olmak üzere toplam 70 yeni tanı konulmuş esansiyel<br />
hipertansiyonlu hastayı dahil ettik.<br />
Bizim çalışmamızda, çalışmaya aldığımız 70 hastadan sadece 11 hastada<br />
ürik asit düzeyleri 7 mg/dl’nin üzerindeydi. Hastalardan ürik asit düzeyi 7 mg/dl<br />
üzerinde olanların hipertansiyon düzeyi ile ürik asit düzeyi 7 mg/dl’nin altında<br />
olanların hipertansiyon düzeyleri arasında istatistiksel açıdan bir fark<br />
saptamadık. Hastaların sağ kol ve sol kol tansiyon arteriyel düzeyleri arasında<br />
istatistiksel açıdan fark yoktu. Dolayısıyla sağ kol ve sol kol tansiyon düzeyleri<br />
ile ürik asit düzeyleri karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark tespit<br />
edemedik. Literatürdeki çalışmalarda ise hipertansiyon düzeyi arttıkça ürik asit<br />
düzeyinin yükseldiği gösterilmişti.<br />
47
Bizim hasta grubumuzda arteriyel sistolik kan basıncı ortalaması sağ<br />
kolda 166.67 mmHg, sol kolda da 163.67 mmHg olarak ölçülmüştü.Bu değerler<br />
ESH/ESC klavuzu sınıflamasına göre evre II hipertansiyon grubuna giriyordu.<br />
Arteriyel diyastolik kan basıncı ortalaması ise sağ kolda 98.97 mmHg , sol kolda<br />
da 98.44 mmHg olarak ölçülmüştü. Bu değerlerde aynı klavuza göre evre I<br />
hipertansiyon grubuna girmekteydi.<br />
Hastalarımızın hipertansiyon düzeylerinin çok yüksek olmaması, ürik<br />
asit düzeylerini yüksek bulmamamızın bir nedeni olabilir. Yine ırksal farklılıklar<br />
ve beslenme farklılıkları da hastalarımızın ürik asit düzeylerinin yükselmemesini<br />
açıklayabilir.<br />
Bizim çalışmamızda BKİ ortalaması 28 civarındaydı. Bu değer kilolu<br />
kabul edilebilecek bir düzeydi ve hastalar obez değildi. Ürik asit düzeyleri ile<br />
beden kitle indeksleri arasında bir korelasyon tespit edemedik.<br />
Ebrahim Pour ve arkadaşlarının çalışmalarındaki gibi bizim<br />
çalışmamızda da ürik asit düzeyleri ile trigliserid ve VLDL düzeyleri arasında<br />
anlamlı korelasyon gözlenmiştir.<br />
Yaptığımız çalışmada HDL düzeyleri ile ürik asit değerleri arasında<br />
negatif bir korelasyon gözlenmiştir. Bu sonuçla ilgili litaratürde yapılmış bir<br />
çalışma bulunmamaktadır. Kan ürik asit düzeyinin, metabolik sendromlu<br />
hastalarda metabolik sendrom gelişimi ile ilgili, önemli bir belirteç olarak<br />
kullanılabileceği konusunda yapılmış çalışmalar mevcuttur.(30)<br />
Yine şimdiye kadar yapılan çalışmalarda kan ürik asit düzeyi<br />
yüksekliğinin, kadınlarda daha sık görülmüş olması bildirilse de bizim<br />
çalışmamızda daha çok erkek esansiyel hipertansiyonlu hastalarda ürik asit<br />
yüksekliği görülmüştür.<br />
Sonuç olarak çalışmamızda, toplumdaki 70 esansiyel hipertansiyonlu<br />
hastanın 59’unda yani yaklaşık %80’inde ürik asit düzeyi 7 mg/dl’nin altında<br />
bulunmuştur. Ancak 11 hastada (%19.9) ürik asit düzeyleri 7 mg/dl’nin üzerinde<br />
48
ulunmuştur. Ürik asit düzeyi 7mg/dl’nin üzerinde ve altında olan hastaların<br />
hipertansiyon düzeyleri arasında istatistiki açıdan fark saptanmamıştır.<br />
Bu sonuçlar hastalarımızın hipertansiyon düzeylerinin çok yüksek<br />
olmamasına, toplumumuzun beslenme özelliklerine, ırksal farklılıklara ve ürik<br />
asit düzeyi 7 mg/dl üzerindeki hastaların sayısının azlığına bağlı olabileceği<br />
yorumuna ulaştırmıştır.<br />
Bizim bulgularımıza göre esansiyel hipertansiyonlu hastalarda, ürik asit<br />
düzeyi az sayıda hastada yüksek olsa da hipertansiyonlu hastaların takibinde<br />
izlenmesi gereken bir parametredir düşüncesindeyiz.<br />
SONUÇ<br />
1- Toplumumuzdaki evre II hipertansiyonlu hastaların yaklaşık %80’inde<br />
ürik asit düzeyleri 7mg/dl altındadır.<br />
2- Toplumumuzdaki evre II esansiyel hipertansiyonlu hastaların %20’sinde<br />
ürik asit düzeyleri 7mg/dl üzerinde bulunmuştur.<br />
3- Ürik asit düzeyi yüksekliği daha çok erkek(%72.7) hastalarda mevcuttur.<br />
4- Ürik asit düzeyi 7mg/dl üzerinde ve 7mg/dl altında olan hastaların<br />
hipertansiyon düzeyleri arasında bir fark tespit edilmemiştir. Bu sonuç<br />
ürik asit düzeyi artışının arteriyel kan basıncını artırmadığı şeklinde<br />
yorumlanabilir. Fakat ürik asit düzeyi yüksek ölçülen hasta sayısı sadece<br />
11’ dir. Bu nedenle bu sonuca varmak için daha fazla hasta sayısı ile<br />
çalışma yapılmalıdır.<br />
5- Esansiyel hipertansiyonlu hastaların ürik asit düzeyleri ile trigliserid ve<br />
VLDL düzeyleri arasında pozitif, HDL düzeyleri arasında negatif<br />
korelasyon bulunmaktadır.<br />
6- Esansiyel hipertansiyonlu hastalarda ürik asit düzeyleri ile BKİ arasında<br />
bir korelasyon bulunmamaktadır.<br />
49
ÖZET<br />
Hipertansiyonlu hastalarda ürik asit düzeyleri çeşitli mekanizmalarla<br />
yükselmektedir. Ayrıca ürik asit düzeylerinin yükselmesi arteriyel hipertansiyon<br />
gelişmesine yatkınlık oluşturmakta, kan basıncı yüksek olanlarda tansiyon<br />
düzeylerini daha da arttırmaktadır.<br />
Literatürde kan ürik asit düzeyi ile hipertansiyon arasında anlamlı<br />
korelasyon tespit edilmiş ve yeni tanı konulan hipertansif hastalarda çalışılması<br />
gereken rutin bir parametre olduğu, dirençli hipertansif hastaların tedavisinde<br />
ürik asit düzeylerinin dikkate alınması gerektiği ve ürik asit düzeylerindeki<br />
artışın kardiyovasküler risk oluşturduğu gösterilmiştir.(29)<br />
Biz de toplumumuzda hipertansiyonun sıklığı ve hipertansiyonun<br />
önemli bir kardiyovasküler risk faktörü olması nedeniyle, toplumumuzdaki<br />
esansiyel hipertansiyonlu hastalardaki ürik asit düzeylerini araştırmak amacıyla<br />
bu çalışmayı yaptık.<br />
Çalışmamıza Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma<br />
Hastanesi dahiliye polikliniklerine başvuran, hiperürisemi yapacak hastalığı<br />
olmayan ve diüretik kullanmayan 70 esansiyel hipertansiyonlu hastayı aldık.<br />
Hastaların ürik asit, glukoz, kan lipitleri ve vücut kitle indekslerine baktık.<br />
Hastalarımızın yaklaşık %80’inde ürik asit düzeylerini 7 mg/dl’nin<br />
altında bulduk ve ürik asit düzeyleri ile hipertansiyon düzeyleri arasında anlamlı<br />
bir korelasyon bulamadık. Hastaların ürik asit düzeyleri ile trigliserid, VLDL<br />
arasında pozitif, HDL değerleri arasında ise negatif korelasyon mevcuttu. Ürik<br />
asit düzeyi daha çok erkek hastalarımızda yüksek çıkmıştı.<br />
Çalışmamızdaki litaratürle farklı bulgularımızı hastalarımızın<br />
hipertansiyon düzeylerinin evrelerinin çok yüksek olmaması, beslenme<br />
farklılıkları, ırksal farklılıklar ve hasta sayısı azlığı nedeniyle olabileceği<br />
sonucuna vardık. Ürik asit düzeyi yüksekliği az sayıda hipertansiyonlu hastada<br />
yüksek bulunmuş olmasına rağmen, hipertansiyonlu hastaların tanı ve takibinde<br />
50
akılması gerekli bir parametredir düşüncesindeyiz. Daha sağlıklı sonuçlar için<br />
daha yüksek sayıda hastada çalışmalar yapılmalıdır kanısındayız.<br />
51
SUMMARY<br />
Uric acid levels of hypertension patients increase in various mechanisms.<br />
Besides, the increase of uric acid level cause the development of arterial<br />
hypertension, and it also increases the tension levels of the people whose blood<br />
pressures already high. A significant correlation has been determined between<br />
blood uric acid level and hypertension; and it has been shown that it is a routine<br />
parametre to be studied on newly diagnosed hypertension patients; that the uric<br />
levels should be considered in the treatment of sever hypertensive patients; and<br />
that the increase of uric acid level brings cardio-vascular risk.<br />
And we have made this study in order to search uric acid levels of essantial<br />
hypertensive patients in our society since hypertension is a very often seen and a<br />
cardiovascular risk factor in our community.<br />
We employed 70 hypertension patients who applied to internal policlinics of<br />
Ministry of Health Okmeydanı Education And Research Hospital and who<br />
didn’t have any illness to cause hyperurisemia and not taking di-uritics and we<br />
checked the uric acid, glucose, blood lipids and the body indexes of the patients.<br />
We found that the uric acid levels of the patients below 7mg/dl for the 80%<br />
of our patients and we couldn’t find a sinificant correlation between uric acid<br />
level and hypertension. There was a positive correlation between uric acid levels<br />
and trigliserid, VLDL; but a negative correlation for HDL values. Uric acid level<br />
was high especially in the male patients.<br />
We concluded that the differing findings in our study may be as a result of<br />
the fact that the phases of our patients were not very high, differences of diets,<br />
and that the number of the patients were not much. Though raised uric acid level<br />
was found highy in a few patients, we think that uric acid level is a parametre to<br />
be checked for the diagnosis and following patients of hypertension. We<br />
52
alsothink that a study including much more patients needs to be made to reach<br />
more exact results.<br />
53
KAYNAKLAR<br />
1- Kumbasar D. İliçin. G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S<br />
editörler. İç hastalıkları, Cilt 1. 2. baskı. Ankara: Güneş Kitabevi; 2003.<br />
S409-S412<br />
2- Modesti PA, Morabito M, Bertalozi I, Masetti L, Panci G, Lumachi<br />
C et al. European society of hypertension recommendations for<br />
conventional, ambulatory and home blood pressure measurement. J<br />
Hypertens 2003;21:821-848.GL.<br />
3- Mancia G, Ferrari A, Gregorini L, Parati G, Pomidosi G,<br />
Bertiniyeri G et al. Blood pressure and heart rate variabilities in<br />
normotensive and hypertensive human beings. Circ Res 1983; 53: 96-104.<br />
OS.<br />
4- O’Brien E, Asmar R, Beilin L , Imai Y, Mallion JM, Mancia G et<br />
al. European society of Hypertansion Recommendations for conventional,<br />
Ambulatory and Home Blood Pressure Measurement. J Hypertens<br />
2003;21:821-848 GL<br />
5- Mancia G, Bombelli M, Faccetti R Madotto F, Corrao G, Quarti-<br />
Trevano F et al. Long term prognostic value of blood pressure variability<br />
in the general population: result of the PAMELA study. Hypertension<br />
2007; in press. OS.<br />
6- Fagard Rh Staessen Ja, Thijs L. Relationships between changes in<br />
left ventriculer mass and in clinic and ambulatory blood pressure in<br />
response to antihypertensive therapy. J Hypertens 1997;15:1493-1502.<br />
OS.<br />
7- Staessen JA, Thijs L, Fagard R, O’brien ET, Clement D, de leeuw<br />
PW et al. Predicting Cardiovasculer risk using conventional vs<br />
ambulatory blood pressure in older patients with systolic hypertension.<br />
JAMA 1999;282:539- 546. OS.<br />
54
8- Fagard RH, Celis H. Prognostic significance of various<br />
characteristics of out- of the Office blood pressure.J Hypertens<br />
2004;22:1663-1666. OS.<br />
9- Fagard RH, Van Den Broeke C, De Cort P. Prognostic significanse<br />
of blood pressure measured in the Office, at home an during ambulatory<br />
monitoring in older patients in generel practice. J Hum Hypertens<br />
2005;19:801-807. OS.<br />
10- Zarnke KB, Feagen BG, Mahon JL, Feldmen RD. A randomized<br />
study comparing a pattient-directic Hypertension management strategy<br />
with usual Office- based care. Am J Hypertens 1997;10:58-67. OS.<br />
11- Mancia G, Facchetti R, Bommelli M, Grassi G, Sega R. Long-term<br />
risk of mortality associated with selective and combined elevation in<br />
Office, home, and, ambulatoryblood pressure. Hypertension 2006;47:846-<br />
853. OS.<br />
12- Sega R, Trocino G, Lanzarotti A, Carugo S, Cesana G, Schiavina R<br />
et al. Alterations of cardiac structure in patiens with isolated Office,<br />
ambulatory or home hypertension. Data from the generel PAMELA<br />
population. Circulation 2001;104:1385-1392. OS.<br />
13- Markovitz JH, Raczynski JM, Lewis CE, Flack J, Chesney M,<br />
Chettur V et al. Lack of indepedent relationships between left ventricular<br />
mass and cardiovascular reactivity to physical and psychologial stressin<br />
the CARDİA study. Am J Hypertens 1996;9:915-923. OS.<br />
14- Rostrup M, Smith G, Bjornstard H, Westheim A, Stokland O, Eide<br />
I. Left ventricular mass and cardiovascular reactivity in yoing men.<br />
Hypertension 1994;23(suppl):I168-I171.OS.<br />
15- Halan S, Asberg A, Lindberg M, Johnsen H. Validation of the<br />
Modifi-cation of Diet in Renal Disease Formula for estimating GFR with<br />
special emphasis on calibration of the serum creatinine assay. Am J<br />
Kidney Dis 2004;44:84-93.<br />
55
16- Lifton RP, Gharavi AG, Geller DS. Moleculer mechanisms of<br />
human hypertansion. Cell 2001;104:545-556.RV.<br />
17- Hiatt WR. Medical treatment of periferal arterial disease and<br />
claudication. N Engl J Med 2001;344:1608-1621. RV.<br />
18- Halcox JP, Schenke WH, Zalos G, Mincemoyer R, Prasad A,<br />
Waclawiw MA et al. Prognostic value of coronary vascular endothelial<br />
dysfunction. Circulation 2002;106:653-665. OS.<br />
19- Ruiplope LM, Rodicio JL. Clinical relevanse of proteinuria and<br />
microalbuminuria. Curr Opin Nephrol Hypertens 1993;2:962-967. RV.<br />
20- Redon J, Williams B. Microalbuminoria in essential hypertension:<br />
rede-fining the threshold. J Hypertens 2002;20:353-355. RV.<br />
21- Cuspidi C, Macca G, Salerno M, michev L, Fusi V, Severgnini B et<br />
al. Evaluation of target organ damage in arterial hypertension: which role<br />
for qualitative funduscopic examination? Ital Heart J 2001;2:702-706. OS.<br />
22- Skoog I, Lernfelt B, Landahl S, Palmertz B, Andreasson LA,<br />
Nilsson L et al. 15-year longitudinal study of blood pressure dementia.<br />
Lancet 1996;347:1141-1145. OS.<br />
23- Fossati P, Ponti M, Passoni G et al: A step forwad in enzymatic<br />
measurement of creatinine. Clin Chem 1994 ;40:130-137.<br />
24- Gerron GG, Ansley JD, Isaacs JW et al: Technical pitfalls in<br />
measurementof venous plasma NH3 concentration. Clin Chem 1976;<br />
22:663-666.<br />
25- Huizenga JR, Tangerman A, Gips CH: Detarmination of ammonia<br />
in biological fluids. Ann Clin Biochem 1994;31:529-543.<br />
26- Price CP, James DR: Analytical reviews clinical biochemistry:the<br />
measurement of urate. Ann Clin Biochem 1988; 25:484-498.<br />
27- Spencer K: Analytical reviews in clinical biochemistry: the<br />
estimation of creatinine. Ann Clin Biochem 1986; 23:1-25.<br />
28- Tietz NW (ed): Clinical Guide to Laboratory Tests, 3rd edition,<br />
56
29- Yamamoto Y, Matsubara K, Igawa G, Kaetsu Y, Sugihara S,<br />
Matsuura T et al:Status of üric acid management in hypertensive<br />
subjects.Hypertens Res.2007 Jun;30(6):549-54.<br />
30- Ebrahimpour P, Fakhrzadeh H, Heshmat R, Bandarian F, Larijani<br />
B:Serum uric acid levels and risk of metabolic syndrom in healthy<br />
adults.Endocr pract.2008 Apr;14(3):298-304.<br />
31- Messerli FH, FrohlichED, Drenslinski GR, Suarez DH, Aristimino<br />
GG.Serum uric acid in essential hypertension: an indicator of renal<br />
vascular involvement.Ann Interm Med 1980;93:817-21<br />
32- Friedl HP, Till GO, Trentz O, Ward PA.Role of oxygen radicals in<br />
tourniquet-related ischemia –reperfusion injury of human patients.Klin<br />
Wochenschr 1991;69:1109-12<br />
33- Newman DJ, Price CP:Renal function and nitrogen metabolities.In<br />
Burtis CA, Ashwood ER(eds):Tietz Textbook of Clinical Chemistry, 3rd<br />
edition, pp 1204-1270, Philadelphia, WB Saunders,1998.<br />
34- Sundström J,Sullivan L,D’Agostino RB, Levy D, Kannel WB,<br />
Vasan RS.Hypertension.2005 jan;45(1):18-20.<br />
35- Ouppatham S, Bancha S, Choovichian P. J Postgrad Med.2008 Oct-<br />
DEC;54(4):259-62<br />
36- Perlstein TS, Gumieniak O, Williams GH, Sparrov D, Vokanas PS,<br />
Gaziano M, Hypertension .2006 Dec;48(6):1031-6.Epub 2006 Oct 23.<br />
57