12.11.2014 Views

10873,mehemmedfuzulipdf

10873,mehemmedfuzulipdf

10873,mehemmedfuzulipdf

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Mehemmed Fuzûlî<br />

(Kerbelâ, 1494 - Kerbelâ, 1556)<br />

Dahî Azerbaycan şairi Mehemmed Fuzûlî 1494<br />

yılında Irak'ın Kerbelâ şehrinde dünyaya gelmiştir.<br />

Oğuzların Bayat boyundandır. Babası Süleyman,<br />

ileri gelen; bilgili bir kişi olduğu için oğlunun iyi<br />

eğitim ve terbiye almasını sağlamıştır. Fuzûlî, daha<br />

okul çağlarındayken şiir yazmaya başlamıştır. Hiç<br />

kimsenin beğenmediği "Fuzûlî" mahlasını alarak<br />

da adının diğer şairlerle karışmasını önlemiştir.<br />

Çocukluk ve gençlik devri, Irak'ın Safevîlerin<br />

elinde olduğu bir devreye rastlar. Daha gençlik yıllarmdayken<br />

"Beng ü Bade" adlı eserini yazarak<br />

Şah İsmail'e sunmuştur. Irak, 1534 yılında Osmanlıların<br />

idaresine girer. Fuzûlî 1537 yılında şaheseri<br />

olan "Leyla ve Mecnun" adlı mesnevisini<br />

Kanunî Sultan Süleyman adına kaleme alır.<br />

Fuzûlî, 1556 yılında Kerbela'da taun hastalığından<br />

vefat etmiştir.<br />

Şair, şiir yazmaya çok küçük yaşlarda başlamıştır.<br />

"Nazm-i nazik" üstadı Fuzûlî, Türkçe ve<br />

Farsça divanlar yazmıştır. Üç dilde de divanı vardır.<br />

Onun "Leyla ve Mecnun" adlı romantikâşıkâne<br />

mesnevisi, "Bengü Bade", "Yedd-i Cam",<br />

"Sohbet-ü'1-Esmar" adlı allegorik mesnevileri,<br />

mektupları, "Sıhhat ve Maraz", "Rind ü Zahid"<br />

adlı allegorik ve bediî-felsefî mensur eserleri,<br />

"Hadis-i Erbaîn", "Hadikat-ü's -Süeda" gibi tercümeleri,<br />

"Matla'-ü'l-İ'tikad" adlı bir Arapça felsefî<br />

risalesi vardır Daha ziyade gazel tarzında eserler<br />

veren Fuzûlî'nin divanlarında kıt'a, rubaî, terkib-i<br />

bend, terri'-i bend, müseddes, muhammes, murabba,<br />

musammat, müfred, tekbeyt (matla') ve<br />

muammaları da vardır.<br />

Bediî sözü dirilik, canlılık kaynağı sayan, can ve<br />

ruhla mukayese eden Fuzûlî, lirik şiirlerinde muhabbet,<br />

aşk felsefesinin derin ve manâlı şerhini<br />

yapmıştır. "Leyla ve Mecnûn" mesnevisinde insan<br />

sevgi ve kaderinin muhteşem bir abidesini meydana<br />

getirmiştir. Epik eserlerinde içtimaî düşünce<br />

ve mülahazalarını aksettirmiştir.<br />

Fuzûlî'nin eserleri beş cilt olarak Baku'de neşredilmiştir.<br />

Onun hakkında H.Araslı, Mir Celal, M.<br />

Guluzade, M. Cefer ve F. Gasımzade'nin mühim<br />

tedkikleri vardır.


QEZELLER<br />

I<br />

Aldı gülzar içre su eks-i izer-i âlini,<br />

Çekdi güller suretin menzûr edib timsâlini,<br />

Adın etmiş gün, alıb bir eks mir'at-ı felek,<br />

Sübh gösterdikde sen rüxsâr-i ferruxfâlını.<br />

Şerhe bir gün qıldığm bîdâdi çekmez heşredek,<br />

Ol melek kim, yazmaq ister nâme-i e'mâlini.<br />

Seyl-i xun xâlm xeyâline pozub göz merdümün,<br />

Merdüm etmiş çeş-i xunbâre xeyâl-i xâlini.<br />

Mürğ-i dil qalmadı kim, seyd olmadı, ey xuş-çeşm,<br />

Sakin et pervazden şehbaz-i mişginbâlini.<br />

Qoymadm bir kimse cövrün çekmeye, rehm et demi,<br />

Men'ı qıl xunrizlikden qemze-i gettâlini.<br />

Qem günü üstümde senden qeyri yox, ey dud-i ah!<br />

Lütf qıl, menden götürme saye-i iqbâlını.<br />

Ey Fuzûlî, bes ki, qem-nak oldu ehvâlın senin,<br />

Gemden ölsen, hiç kim sormaz dex-i ehvâlini.<br />

Al yanağının aksiyle suyun içi gül bahçesine<br />

döndü. Güller senin şeklini, güzelliğini görünce<br />

utanıp suretlerini çektiler (kendilerini sakladılar,<br />

gizlediler).<br />

Sabahleyin kutlu, güzel yanağını gösterince feleğin<br />

aynası senden bir akis almış ve onun adma gün<br />

demiş.<br />

Â'mal defterini yazmak isteyen melek, bir günde<br />

yaptığın zulmü, işkenceyi kıyamete kadar yazamaz,<br />

açıklayamaz.<br />

Kan seli, senin beninin hayaliyle göz bebeğini bozmuş<br />

ve beninin hayalini kan saçan gözlere göz bebeği<br />

etmiş.<br />

Ey gönül gözü, av yok, olmadı. Gönül kuşu kalmadı.<br />

Misk kokulu kanadı olan doğanını uçurma.<br />

(Sevgilinin gönlü kasdediliyor).<br />

Senin çevrini artık hiç kimse çekemiyor, (Hiç kimseyi<br />

çevrini, nazını çekmeye koymadın, rahmet et).<br />

Katil gamzeni kan dökücülükten (kan dökmekten)<br />

alıkoy, men'et<br />

Ey ahimin dumanı, gam keder günü üstümde senden<br />

başka birşey yoktur. Lütfet, ikbalinin, talihinin<br />

gölgesini benden çekme (götürme). (Dud-i ah'la<br />

sevgili de kasdediliyor. Aynı zamanda beddua,<br />

ilenç demektir).<br />

Ey Fuzûlî, yeter artık! Böyle gamlı,kederli halde<br />

olman bitsin. Gamdan, kederden ölsen de senin halini<br />

hiç kimse sormaz.<br />

II<br />

Âlem oldu şâd senden, men esr-i qem henüz,<br />

Âlem etdi terk-i qem, mende qem-i âlem henüz.<br />

Can bağışlardı lebin izhar-i göftar eyleyib,<br />

Vurmadan Isa leb-i canbexşlikden dem henüz.<br />

Secdegah etmişdi eşq ehli gaşın mehrâbmı,<br />

Qılmadan xeyl-i melâik secde-i Âdem Henüz<br />

Senden bütün alem şad, mutlu oldu. Ben ise hâlâ gamının<br />

esiriyim. Alem gamını terk etti. Bende ise hâlâ<br />

bütün alemin gamı, kederi var.<br />

İsa daha henüz can bahşeden dudağıyla nefes vermeden<br />

önce senin dudakların konuşup, söz söyleyip<br />

can bağışlardı.<br />

Melekler, daha henüz Âdeme secde etmeden önce<br />

aşk ehli senin kaşının mihrabını secdegah etmişti.


:<br />

Câne derdin cisme peykânın revan etmişdi hökm,<br />

Cism ile can irtibatı olmadan möhkem henüz.<br />

Eşq serf eyler felekden kâm hâsil qılmağa,<br />

Bu hüher qedrini bilmez dide-i pürnem henüz.<br />

Perde-i çeşmim meqam etmişdi bir tersâbeçe,<br />

Olmadan mehd-i Mesihâ dâmen-i Meryem henüz.<br />

Ey Fuzûlî, eyledi her derde derman ol tebib,<br />

Bir menim zexmimdir ancaq bulmayan merhem<br />

henüz.<br />

Daha ruhla beden bağı, irtibatı sağlamlaşmadan<br />

önce senin derdin canıma, ok gibi kirpiklerin vücuduma<br />

hükmetmişti.<br />

Yaşlı göz, daha bu cevherin kadrini bilmezken felekten<br />

mutluluk almak için gözyaşı dökerdi, sarf<br />

ederdi.<br />

Daha Hz. İsa'nın beşiği Meryem'in eteği olmadan<br />

önce, benim gözlerimin perdesi (kapağı) bir Hristiyan<br />

çocuğuna makam olmuştu.<br />

Ey Fuzûlî, o tabip her derde derman, çare buldu.<br />

Sadece benim yarama bir merhem bulamadı.<br />

III<br />

Âh eylediğim serv-i xuramânm içündür,<br />

Qan ağladığım qönçe-i xendânın içündür.<br />

Sergeşteligim kâkil-i miskinin ucmdan<br />

Aşüfteliğim zülf-i perişanın içündür.<br />

Bîmar tenim nergis-i mestin eleminden<br />

Xûnin ciyerim la'l-i dür-efşânun içündir.<br />

Yaxdım tenimi vesl güni şem tek, emma<br />

Bil ki, bu tedârük şeb-i hicranın içündür.<br />

Qurtarmağa yağma-yı qeminden dil ü canı,<br />

Se'yim nezer-i nergis-i fettanın içündür.<br />

Can ver könül, ol qemzeye kim, bunca zamanlar,<br />

Can içre seni beslediğim ânın içündür.<br />

Vaiz bize dün düzexi vesf etdi, Fuzûlî,<br />

Ol vesf senin külbe-i ehzânm içündür.<br />

Salınarak yürüyen selvi boyun için ah çekmekteyim.<br />

Kan ağlamam (Kanlı gözyaşı dökmem)<br />

da senin goncaya benzeyen dudakların yüzündendir.<br />

Başımın dönmesi senin misk kokulu kıvrım kıvrım<br />

kaküllerin (saçların) yüzündendir. Perişan halim<br />

de dağınık saçların içindir.<br />

Bedenim mahmur gözlerinin üzüntüsünden hastadır<br />

(Nergis gibi olan gözlerinin eleminden bedenim hastadır).<br />

Bağrım, inci saçan kırmızı dudakların yüzünden<br />

kan içindedir.<br />

Kavuşma gününde vücudumu mum gibi yakıp erittim.<br />

Bu tedariğimin sebebinin senden ayrı geçecek<br />

olan geceler için olduğunu bil.<br />

Gönlümü ve canımı gamının yağmasından kurtarmaya<br />

çalışmam, onları fettan gözünün bakışından<br />

saklamak içindir.<br />

Ey gönül, o gamzeye can ver. Seni bunca zamandır<br />

canımın içinde bunun için saklamaktayım<br />

Fuzûlî, dün camide vaiz bize cehennemi vasfetti,<br />

anlattı. O anlatılanlar, senin hüzünlü kulüben içindir.<br />

(O anlatılanlar senin hüzünlü kulübene benziyor).<br />

(Âşığın gönlü kasdedilmektedir).<br />

IV<br />

Âşiq oldum yene bir taze gül-i re'nâye<br />

Ki, salır âl ile her dem meni yüz govğaye.<br />

Ben yine, beni her zaman hileyle yüz kavgaya<br />

salan taze, güzel bir güle âşık oldum


Müşt urub, galib-i fersudemi geh hebs qıhr,<br />

Geh serâsime vü üryan buraxır sehrâye.<br />

Üzümün qani ile sinemi al etdim kim,<br />

Âlet-i sen'et ola ol büt-i bîpervâye.<br />

Bu ne işdir ki, bizi iyne kimi inceldib,<br />

Salır iplik kimi herdem bir uzun sevdâye.<br />

Ayağın bağlamış avarelerin sen'et ile,<br />

Yox nihayet ser-i kûyinde gezen şeydâye.<br />

Lext-lext olmuş iken, gemze direfşini çekib,<br />

Çaresiz olmadı bir gün meni qemfersâye.<br />

Yaxa çak edeni başmaq kimi salır ayağa,<br />

Ey Fuzûlî, bax onun etdiyi istiğnâye.<br />

O, kâh yıpranmış vücûdumu dövüp hapseder. Kâh<br />

çıplak ve başıboş olarak beni sahraya bırakır.<br />

Sanat aleti olsun diye o pervasız, korkusuz sevgilim<br />

için yüzümün kanı ile sinemi, göğsümü al<br />

kan ettim (al kana boyadım).<br />

Bizi iğne gibi incelten bu iş, nasıl bir iştir? Bizi her<br />

zaman iplik gibi uzun bir sevdaya salar.<br />

Avarelerin ayağını san'at ile kendine bağlamış. Mahallesinde,<br />

semtinde gezen çılgınların, şeydalarm<br />

haddi, hesabı yoktur.<br />

Gamından yorulmuş, bitmiş, parça parça olmuş olmama<br />

rağmen gamzenin bayrağım (okunu) çekerek<br />

bana çare olmadın.<br />

Ey Fuzûlî, onun gösterdiği kanaate bak ki, yakasını<br />

parçalayanı ayağına ayakkabı gibi salmakta.<br />

Âşiyân-i mürğ-i dil zülf-i perîşânındadır,<br />

Qanda olsam, ey perî, könlüm senin yanındadır.<br />

Eşq derdile xoşam, el çek elâcımdan, tebib,<br />

Qılma derman kim, helakim zehri dermânındadır.<br />

Çekme dâmen naz edib üftâdelerden, vehm qıl,<br />

Göklere açılmasın eller ki, damânmdadır.<br />

Gözlerim yaşın görüb şur, etme nifret kim, bu hem<br />

Ol nemekdendir ki, la'l-i şekker-efşânındadır.<br />

Mest-i xeb-i naz olub cem' et dil-i sedpâremi<br />

Kim onun her paresi bir növk-i müjgânmdadır.<br />

Bes ki, hicrânmdadır xasiyyet-i qet'-i heyat,<br />

Ol heyât ehline heyrânem ki, hicrânmdadır.<br />

Ey Fuzûlî şem' tek mütleq açılmaz yanmadan,<br />

Tâblar kimi, sünbülünden rişte-i cânmdadır.<br />

Gönül kuşunun yuvası perişan, darmadağınık saçındadır.<br />

Ey peri gibi güzel, her nerede olursam olayım,<br />

gönlüm senin yanındadır.<br />

Doktor, ben aşk derdinden memnunum. Beni tedavi<br />

etmekten el çek, vazgeç. Derdime çare arama.<br />

Çünkü beni öldürecek olan zehir, senin ilacmdadır.<br />

Nazlanıp âşıklardan elini, eteğini çekme, ilgini<br />

kesme. Eteğine sarılan eller, göklere açılmasın.<br />

Gözyaşlarımın tuzlu olmasını görüp de nefret<br />

etme, tiksinme. Bu, aynı zamanda şeker saçan dudağının<br />

tuzundandır.<br />

Naz uykusundan mest ol da; her parçası bir kirpiğinin<br />

ucunda asılı olan yüz parçaya bölünmüş<br />

gönlümü toplayıp bir araya getir.<br />

Ayrılığında hayatı sona erdirme karakteri olduğu<br />

halde (olmasına rağmen) senden ayrı olarak yaşayabilenlere<br />

şaşıyorum.<br />

Ey Fuzûlî, sevgilinin saçı yüzünden can ipliğinde<br />

oluşan kurumlar, mum gibi yanmadan kesinlikle<br />

açılmaz.<br />

VI<br />

Bağe gir bülbüle erz-i gül-i rüxsâr eyle,<br />

Yıq gülün irzini bülbül gözüne xâr eyle.<br />

Bağa girip gül yanağını bir bülbüle göster. Gülün<br />

ırzını yıkarak (yok ederek) bülbülün gözüne diken<br />

et.


Bağ şâhidlerine zülf ile çeşmin göster,<br />

Sünbülü derhem edip, nergisi bîmâr eyle.<br />

Gönçeye lâf-i letâfetde ağız açdırma,<br />

Lehze-lehze onu şermende-i göftâr eyle.<br />

Bağ şahitlerine zülfünle gözünü göster. Sünbülü<br />

incitip, nergisi hasta et.<br />

Goncaya güzel sözde ağız açtırma. Göz ucunla bakarak<br />

(zaman zaman) onu sözle utandır.<br />

Serve azadelik ismile yaraşmaz yürümek,<br />

Onu hem şîve-i reftâre giriftar eyle.<br />

Dâr-i dünyâni könül, cehd qılıb terq ede gör,<br />

Xâb-i qefletde iken özünü bîdâr eyle.<br />

A ciyer zexmi, ağız açma xedengin gömben,<br />

Yetene râz-i nihânım, yeter, izhâr eyle.<br />

Kes, Fuzûlî, temein qeyri temennâlerden,<br />

Qanda olsan teleb-i dövlet-i dîdâr eyle.<br />

Selviye özgürlük adına yürümek yakışmaz. Onu<br />

da yürüyüşündeki edayla esir e.<br />

Gönül, dünyayı terketmeye çalış. Gaflet uykusundan<br />

kendini uyandır.<br />

Ey ciğer yarası, oku görünce ağız açma. Benim<br />

gizli sırlarım anlayana yeter. Onları açıkla.<br />

Fuzûlî, gayri temennalardan, (selamdan) tamahını<br />

kes. Nerede olursan ol, isteğini devlet kapısından<br />

talep et, iste.<br />

VII<br />

Bilmez idim, bilmek ağzın sirrini düşvâr imiş,<br />

Ağzını derlerdi yox, dediklerince var imiş.<br />

Âciz olmuş yaxmağa âh ile kûh Kûhken<br />

Neylesin miskin onun eşqi hem ol migdâr imiş.<br />

Daşe çekmiş xelq üçün Ferhad Şîrin suretin,<br />

Erz qılmış xelqe mehbûbin, eceb bîâr imiş.<br />

Ke'be ehrâmine zâhid, dediler bel bağladı,<br />

Eyledim tehqiq, onun bağlandığı zünnâr imiş.<br />

Ömrlerdir eylerem ehvâl-i dünyâ imtehan,<br />

Neqd-i ömr ü hâsil-i dünyâ heman bir yâr imiş.<br />

Zövq-i dîdârile dildârın yox etdim vârimi,<br />

Dövlet-i bâgî ki derler, dövlet-i dîdâr imiş.<br />

Dün Fuzûlî ârizin görgec, revân tapşırdı cân,<br />

Laf edib derdi ki, canım var, emânetdâr imiş.<br />

Ağzının sırrını bilmenin zor olduğunu bilmezdim.<br />

Ağzının yok olduğunu söylerlerdi. Onların dediğince<br />

varmış.<br />

Dağ kazıcı (Ferhad), dağı yakmayı becerememiş.<br />

Neylesin o miskin ki, onun aşkı o kadarmış<br />

Ferhat, halk için Şirin'in suretini (resmini) taşa çekmiş<br />

(kazımış). Utanmaz halka sevgilisini arz etmiş,<br />

göstermiş.<br />

Zahidin (Kaba sofu) Ka'be ehramına bel bağladığını<br />

söylediler. Araştırıp gördüm ki onun bağladığı<br />

zünnarmış (papazın bel kuşağıymış).<br />

Ömür boyunca dünya halini imtihan ettim, (sınadım.)<br />

Ömrün serveti (Ömürden elde ettiğim) ve<br />

dünyadan hasıl ettiğim sadece bir yarmış (yar<br />

oldu).<br />

Gönül sahibi olan yarin yanağının, yüzünün zevkiyle<br />

bütün varımı, malımı mülkümü yok ettim.<br />

Baki olan devlet, yüz servetiymiş.<br />

Fuzûlî dün yanağını görünce akıp giden canını<br />

sana havale etti. Benim canım emanetdardır, dermiş.<br />

VIII<br />

Gametin xedmetine servin eyilmez başı,<br />

Ne bilir ehl-i terqin revîşin ol naşı.<br />

Senin boyuna hizmet için selvinin başı eğilmez. O<br />

ağaç ( o yerden çıkma), tarikat ehlinin halini nereden<br />

bilsin


Ögünür dîde ki, heyrânem ezelden üzüne<br />

Oldu me'lum bu lafında ki, çoxdur yaşı.<br />

Eşq le'li reh-i eşqinde tutubdur eteyim,<br />

Qorxuluqdur nece salıb gedelim yoldaşı?<br />

Yetdi ol qayete ze'fim ki, çeker tesvirim,<br />

Her zaman daire-i heyrete min neqqaşı.<br />

Möhtesib Tanrı üçün gel mene çox verme ezab,<br />

Meyli mescid mi eder meykedeler ovbaşı?<br />

Kesdi men şif teden ehl-i selâmet yolunu,<br />

Bes ki, etrafıma cem' oldu melâmet daşı.<br />

Ey Fuzûlî, ne belâ oxları kim, gelse mene,<br />

Sebeb ol qaşları yayın gözüdür, yâ qaşı.<br />

Göz, senin yüzüne hayranım diyerek övünür.<br />

Onun bu sözünden çok fazla yaş döktüğü besbellidir.<br />

Aşk yolunda gözyaşı incileri eteklerimi tutmaktadır.<br />

Bu haldeki yoldaşı nasıl bırakıp gideyim,<br />

korkmaktadır.<br />

Zayıflığımın öyle bir zor mertebesine geldim ki,<br />

benim görünüşüm her an bir nakkaşı hayretler<br />

içinde bırakır.<br />

Ey hesabımı tutan, Allah için bana çok edep verme.<br />

Meyhaneler, hiç aşağılık kimseleri mescitten yana<br />

gönderir mi?<br />

Benim gibi çılgın bir âşığa selâmet ehli yaklaşmamaktadır.<br />

Melâmet yolunda olanların etrafıma<br />

toplanmaları bana yeter.<br />

Ey Fuzûlî, bana ne türlü belâ okları gelirse gelsin<br />

sebep, o kaşları yay gibi olan sevgilinin ya gözü, ya<br />

da kaşıdır.<br />

IX<br />

Qansı mâhin bilmezem mehrile olmuş zâr sübh.<br />

Her gün eyler xelqe bir dağ-i nihân izhâr sübh.<br />

Batdı encüm, çıxdı gün, yâ bir esîr-i eşqdir,<br />

Tökdü dürr-i eşk, çekdi âhi ateşbâr sübh.<br />

Nola ger emvâte ehyâ verse sübhün demleri,<br />

Zikr-i leyindir kim, eyler dem-be-dem tekrar sübh.<br />

Bir müsevvirdir ki, zerrin kilk ile her gün çeker,<br />

Sefhe-i gerdûne neqş-i âriz-i dildâr sübh.<br />

Müjde bir xurşîdden vermiş meğer bâd-i sebâ,<br />

Kim, nisâr eyler ona yüz min dür-i şehvâr sübh.<br />

Âşiq-i sâdiqdir, izhâr-i qem eyler her seher,<br />

Âh ile xelqi yuxusundan gılır bîdâr sübh.<br />

Ey Fuzûlî, şâm-i gem encamına yoxdur ümîd,<br />

Bir tesellidir sene ol söz ki, derler var sübh.<br />

Sabah, ayın yüzünden mi, yoksa güneşin yüzünden<br />

mi bilmem ağlar, inler olmuş. Sabah, hergün<br />

halka gizli bir yarasını gösterir, açıklar.<br />

Yıldızlar battı, güneş çıktı. Bir aşk esîri olan sabah,<br />

bu sırada sürekli gözyaşı incileri döktü; ateş saçan<br />

ahlar çekti.<br />

Sabahın nefesi, ölüleri diriltse ne olur. Saban<br />

daima dudağının zikrini terkarlar durur.<br />

Sabah, öyle bir musavvirdir ki, altın kalemle dünyanın<br />

yüzüne gönül sahibi olan sevgilinin yanağının<br />

nakşını (suretini) çeker.<br />

Sabah rüzgârı güneşten bir müjde verince sabah,<br />

ona yüzbin iri inci saçar.<br />

Sabah, her seher gam saçan sadık bir âşıktır. "Ah"<br />

ile halkı uykusundan uyandırır<br />

Ey Fuzûlî, gam gecesinin sona ereceğine dair bir<br />

ümit yoktur. "Sabah var" demeleri sana teselli<br />

veren bir sözdür.


Qebrim daşma kim qem odundan zebânedir.<br />

Te'n oxun atma kim, xeteri çox nişanedir.<br />

Eylen qedeh zemâne gemin def galiba<br />

Dövr-i qedeh müxâlif-i dövr-i zemânedir.<br />

Qaldırdı eşk-i dûn men ol âsitâneden<br />

Kim, meqsedim menim dexi ol âsitânedir.<br />

Vaiz sözüne tutma qulaq, qâfil olma kim,<br />

Qeflet yuxusunun sebebi ol fesânedir<br />

Nezr etmişem ferâqine kim, yox nihayeti,<br />

Neqd-i sirişkimi ki, tükenmez xızânedir.<br />

Cân vermeyem mi qürbete kim bim-i te'neden<br />

Yâd-i veten feğânima sensiz behânedir.<br />

Ey dil hezer qıl ateş-i âhunle yanmasın<br />

Cismin ki, derd quşlarına âşiyânedir.<br />

Menden Fuzûlî, isfeme eş'âr-i medh-ü zem,<br />

Men âşigem hemîşe sözüm âşiqânedir.<br />

Gam, keder ateşi aleviyle yanan kabir taşıma ayıplama<br />

okunu atma. Çünkü o, tehlikeli bir nişanedir.<br />

Kadeh zamane gamını defeder, yok eder. Galiba<br />

kadeh devri, zamane devrinin muhalifidir<br />

Beni o eşikten alçak gözyaşı kaldırdı. Fakat, benim<br />

maksadım yine o eşiktir.<br />

Sen vaiz sözüne kulak verme, gafil olma. Gaflet<br />

uykusunun sebebi, o efsanedir, hikâyedir (Gaflet<br />

uykusunun sebebi, vaizin o sözleridir).<br />

Tükenmez hazine olan gözyaşı sermayemi senin<br />

sonu olmayan ayrılığına adadım.<br />

Gurbette sensizlikten dolayı ağlayıp can vermeyeyim<br />

mi? Asıl olan sensin. Vatan yadı utanma<br />

korkusu yüzünden bahanedir (Ağlamamın asıl sebebi,<br />

sensizliktir. Vatan yadı bahanedir).<br />

Ey gönül, dert kuşlarının yuvası olan vücudum,<br />

ahinin ateşiyle yanmasın. Sakın, dikkat et.<br />

Fuzûlî, benden övgü ve yergi şiirleri isteme. Ben<br />

âşığım. Bu yüzden sözüm de daima âşıkanedir.<br />

XI<br />

Qıldı ol serv seher, nazile hümmâme xüram,<br />

Şem-i rühsârı ile oldu münevver hemmam.<br />

Görünürdü bedeni, çak-i girîbânmdan,<br />

Câmeden çıxdı, yeni ayını gösterdi tamam.<br />

Nîlgun futaye sardı beden-i üryanın,<br />

Sen benefşe içine düşdü meqeşşer badam.<br />

Oldu pâbus-i şerifile müşerref leb-i hovz,<br />

Buldu dîdar-i letîfile ziya dîde-i câm.<br />

Sandılar kim, satılır dâne-i dürr-i eraqi,<br />

Vurdu el kîseye çoxlar qılıb endîşe-i xam.<br />

O selvi boylu güzel, seher vakti hamama gitti. Yanağının<br />

mumu ile hamam aydınlandı.<br />

Yakasının yırtığından bedeni görünürdü. Böylece<br />

elbiseden çıktı ve dolunayını gösterdi (Bedeni, yakasının<br />

yırtığından görünürdü. Elbiseden çıkınca<br />

dolunay gibi tamamiyle ortaya çıkıp göründü).<br />

Lacivert peştemalı çıplak bedenini sardı. Sanki soyulmuş<br />

badem, menekşe içine düştü. (Soyulmuş<br />

bademin menekşe bahçesi içine düşmesi gibi lacivert<br />

peştemala çıplak bedenini sardı).<br />

Havuzun dudağı şerefli, uğurlu ayaklarını öpmekle<br />

müşerref oldu, şereflendi. Kadehin gözü<br />

güzel gözlerinle ziyalandı. (Latif gözlerinden ışık<br />

buldu).<br />

İnci gibi ter tanesini satılır sandılar. Bu yüzden<br />

çokları boş bir endişeyle keseye el vurdular.


Kakilin şane açıb, qıldı hevayi miskin.<br />

Tîğ mûyin dağıdıb, etdi yeri enberfâm.<br />

Tas elin öpdü, hesed qıldı qara bağrımı su,<br />

Yetdi su cismine, reşk aldı tenimden ârâm.<br />

Çıxdı hemmamdan o, perde-i çeşmim sarınıb,<br />

Tutdu asayiş ile gûşe-i çeşmimde meqam.<br />

Merdüm-i çeşmim ayağine revân su tökdü<br />

Ki, gerek su töküle servin ayağine müdam.<br />

Müzd-i hemmâm, Fuzûlî, vererem cân neqdin,<br />

Qılmasm serf-i zer ol serv-qad ü sîm-endam.<br />

Tarağın açtığı kâkülün havayı kararttı (havaya<br />

misk kokusu saldı). Kılıç saçlarım dağıtıp yere<br />

anber kokusu saçtı.<br />

Tas elini öpüp su vücûduna değince kara bağırımı<br />

haset kapladı. Kıskançlık vücudumdan, tenimden<br />

rahatı, mutluluğu aldı.<br />

O, göz perdeme sarınarak hamamdan çıktı. Rahat<br />

bir şekilde gözümün köşesinde yer tutu.<br />

Selvinin ayağına gerek olan suyun sürekli dökülmesi<br />

gibi göz bebeğimde onun ayağına su<br />

döktü (gözbebeğimden akan su onun ayağına döküldü).<br />

Fuzûlî, hamam ücreti olarak can sermayemi veririm.<br />

O selvi boylu, gümüş endamlı güzel altın<br />

harcamasın.<br />

XII<br />

Dehenin derdime derman dediler cânânm,<br />

Bildiler derdimi, yoxdur dediler dermanın.<br />

Olsa mehbûblarm eşqi cehennem sebebi,<br />

Hur ü gılmanı qalır kendisine rizvânm.<br />

Keçdi meyxâneden el, mest-i mey-i eşqin olub,<br />

Ne meleksin ki, xerâb etdin evin şeytânın?<br />

Urmazam sehhet üçün merhem oxun yâresine,<br />

İsterem çıxmaya zevk elem-i peykânm.<br />

Ne bilir oxumayan müshef-i hüsnün şerhin,<br />

Yere gökden ne üçün endiyini Qur'ânın.<br />

Yerden ey dil göye qavmuşdu şirişkim meleki,<br />

Onda hem qoymayacaqdır oları efğânm.<br />

Ey Fuzûlî, oluban qerqe-i girdab-i cünûn,<br />

Gör ne gehrin çekerem döne-döne dövrânm<br />

Cananın, sevgilinin ağzını derdime derman dediler.<br />

Derdimi bildiler. Dermanın yoktur, dediler.<br />

Sevgililerin aşkı cehennem sebebi olsa huri ve gılmanlar<br />

cennetin kendisine kalır.<br />

Bütün halk, aşkının şarabının, sarhoşu olarak meyhaneden<br />

geçti. Sen ne biçim bir meleksin ki, şeytanın<br />

evini de yıktın.<br />

Okunun yarasına sıhhat bulmak için merhem koymam.<br />

Temreninin eleminin zevkine çıkmak (ulaşmak)<br />

isterim.<br />

Güzelliğinin mushafının açıklamasını okumayan<br />

Kur'anm gökten yere niçin indiğini ne bilir?<br />

Ey gönül! gözyaşım meleği yerden gökyüzüne<br />

kovmuştu. Yine ağlayıp, inlemen onlara rahat vermeyecektir.<br />

Ey Fuzûlî, delilik, çılgınlık girdabında suya battım.<br />

Gör, devranın ne kahırlarını çekmekteyim.<br />

XIII<br />

Dehenin şevkini can-sûz gûman etmez idim,<br />

Yoxsa birdem onu men mûnis-i cân etmez idim.<br />

Vesl-i xâl-i lebini bilse idim nameqdur,<br />

Arzusundan qara bağrımı qan etmez idim.<br />

Ağzının şevkinin can alıcılığından şüphelenmezdim.<br />

Yoksa onu ben asla canıma yakınlaştırmazdım.<br />

Dudağının benine kavuşmanın tuzlu olduğunu<br />

bilseydim, onun uğruna (onun arzusuna) bağrımı<br />

kan etmezdim (yaralamazdım; parçalamazdım).


Xûblar âşiqe meyi etmediyin bilse idim,<br />

Özümü eşq ile rüsvâ-i cahân etmez idim.<br />

Düşmeseydi gözümün yasine feyz-i nezerin,<br />

Onu her servin ayaqine revân etmez idim.<br />

Salmasaydım dil-i vîrâne imaret terhin,<br />

Onda genc-i güher-i eşqi nihân etmez idim.<br />

Sitem-i te'ne-i eğyâre değildim vâgif,<br />

Yoxsa yârın ser-i kûyinde mekân etmez idim.<br />

Etmeseydi sitem-i yâr, Fuzûlî meni zâr,<br />

Bunca feryâd çekib, âh u feğân etmez idim.<br />

Güzellerin âşığa meyletmediğini bilseydim, kendimi<br />

aşk için cihana rezil etmezdim.<br />

Gözümün yaşma senin bakışının feyzi düşmeseydi,<br />

onu her selvi boylu güzelin ayağına akıtmazdım.<br />

Yıkık gönlümü tamir etmeseydim o zaman aşk<br />

gevherinin hazinesini saklamazdım.<br />

Yabancıların ayıplamalarından, sitemlerinden haberim<br />

yoktu. Yoksa, yârin yanında, semtinde mekan<br />

tutmazdım.<br />

Fuzûlî, yarin sitemi beni inletmeseydi, ağlatmasaydı<br />

bunca feryat edip ah çekmez, ağlamazdım.<br />

XIV<br />

Dust bî-pervâ, felek bî-rehm, dövran bî-sükûn,<br />

Derd çox, hem-derd yox, düşmen qevî, tâle' zebûn.<br />

Sâye-i ümmîd zail, âfitâb-i şevk germ,<br />

Rütbe-i idbâr alî, pâye-i tedbîr dûn.<br />

Eql dûn-himmet, sade-yi te'ne yer yerden bülend,<br />

Bext kemşefget, belâ-yi eşq gün günden füzun.<br />

Men gerib ü mülk-i râh-i vesl pür teşviş ü mekr,<br />

Men herif-i sâde lövh ü dehr pür neqş-i füsun.<br />

Her sehî-qed cilvesi, bir seyl-i tûfân-i bela,<br />

Her hilâl-ebrü qaşı, bir serxet-i meşk-i cünûn.<br />

Yelde berğ-i lâle tek temkîn-i daniş bî-sebat.<br />

Suda eqs-i serv tek te'sir-i dövlet vâjgûn.<br />

Serhed-i metlûbe pür möhnet terig-i imtahen,<br />

Menzil-i meqsûde pür asib râh-i azmûn.<br />

Şâhid-i meqsed nevâ-yi çeng tek perde-nişin,<br />

Sâğar-i işret hübâb-i sâf-i sehbâ tek niqûn.<br />

Dost umursamaz, felek acımasız, devir bî-sükûn,<br />

karışır. Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talihim<br />

ise âciz.<br />

Arzu, istek güneşi yakıcı, umudun gölgesi de kaybolmuş.<br />

Düşkünlüğün rütbesi yüksek, çaresizliğin<br />

derecesi ise alçaktır.<br />

Akıl çabasız, tenbel. Ayıplamalar, söğüp saymalar<br />

yer yer haykırışlara dönüşmüş. Baht, acımasız. Aşk<br />

belâsı ise gün güne artmada, çoğalmada.<br />

Ben garibim, kimsesiz bir yabancıyım. Sana kavuşmanın<br />

yolu tuzaklarla, karışıklıklarla dolu. Ben<br />

gönlü saf, sade bir adamım. Dünya ise hile ve karışıklıklarla<br />

dolu.<br />

Her düzgün boylu güzelin cilvesi, bir belâ tufanıdır,<br />

selidir. Her hilâl kaşlı güzelin kaşı, bir delilik<br />

yazısının başlığıdır.<br />

Bilginin temkinliliği, ağırbaşlılığı yele kapılmış gelincik<br />

yaprağı gibi sebatsızdır, geçicidir. Zenginliğin,<br />

mutluluğun etkisi selvinin sudaki aksi<br />

gibi tersine dönmüş.<br />

Varılması istenilen smır zorluklar ve zahmet dolu<br />

bir sınama yoludur. Varılması hedeflenen yer belâ<br />

ve feleketlerle dolu bir sınama yoludur.<br />

Ulaşılmak istenilen güzel, çeng nağmesi gibi perdeler<br />

arkasında gizlenmiştir. Hayat bahşeden<br />

kadeh, şarabın saf kabarcıkları gibi tersine dönmüş.


Tefrige hâsil, terig-i mülk-i cemiyyet mexuf,<br />

Âh bilmen neyleyim, yox bir müvâfiq reh-nümûn.<br />

Çöhre-i zerdin Fuzûlî'nin tutubdur eşk-i al,<br />

Gör ona ne rengler geçmiş sipehr-i nilqûn.<br />

Sonuçta hep ayrılık, anlaşmazlık; anlaşıp birleşme<br />

mülkünün yolu tehlikeli. Ah bilmem ne yapayım;<br />

uygun bir yol gösterici de yok.<br />

Fuzûlî'nin sarı yüzünü al renkli gözyaşları sarmış,<br />

kaplamış. Ona bu mavi gökyüzü ne düzenler, hileler<br />

hazırlamış.<br />

XV<br />

Ey gül ne eceb silsile-i mişk-i terin var,<br />

Vey serv, ne xoş cân alıcı işvelerin var.<br />

Acıtdı meni acı sözün tünd nigâhın,<br />

Ey nexli melâhet, ne belâ telx berin var.<br />

Peykânları ile doludur çeşm-i pür-âbım,<br />

Ey behr, sanırsan senin ancaq göherin var?<br />

Ol seng-i dile nâle-i zârm eser etmiş,<br />

Ey dil sene bu zövg yeter, tâ eserin var.<br />

Eşq içre könül, deme ki, men bîxudem ancaq,<br />

Ey gâfü özünden senin ancaq xeberin var.<br />

Çox baxdığınız qemze ilen bagrm ezersen,<br />

Her kime ki, baxmazsan, onunla nezerin var.<br />

Eşq ehline ol mâh, Fuzûlî nezer etmiş,<br />

Sen hem özünü göster, eğer bir hünerin var.<br />

Ey gül yüzlü sevgili, ne acayip, şaşılacak derecede<br />

taze, misk kokulu saçların var. Ey selvi boylu sevgili,<br />

ne hoş can alıcı nazların, işvelerin var.<br />

Ey güzellik fidanı, ne acayip, ne garip acı meyvelerin<br />

var. Acı sözlerin, sert bakışların beni üzdü,<br />

acı verdi.<br />

Benim yaşlarla dolu gözlerim, sevgilinin bakış okları<br />

ile doludur. Bu yüzden ey deniz, sen sadece<br />

senin incilerin olduğunu sanma.<br />

Ey gönlüm, o taş yürekli segiliyi ağlayıp, inlemem<br />

etkilemiş. Bir eserin olduğu için bu zevk sana<br />

yeter.<br />

Ey gafil olan gönül, senin yalnız kendinden haberin<br />

olduğu için aşk içinde kendinden geçenin<br />

yalnız sen olduğunu söyleme.<br />

Ey sevgili, yanbakışmla çok baktığının bağrını yaralarsın.<br />

Gerçek ilgin bakmadığın kimseyedir.<br />

Fuzûlî, o ay yüzlü güzel âşıklara bakmış. Eğer bir<br />

hünerin varsa sen de kendini göster.<br />

XVI<br />

Ey müsevvir, yâr timsâline suret vermedin,<br />

Zülf ü rûx çekdin, velî, tâb ü terâvet vermedin.<br />

Eşq sevdasından, ey nâsih, meni men eyledin,<br />

Yox imiş eqlin, mene yaxşı nesîhet vermedin.<br />

Dün ki, fürset düşdü xâk-i dergehinden kâm alam,<br />

Noldu, ey gözyaşı göz açmağa fürset vermedin.<br />

Göz yumub âlemden, isterdim açam rühsârine,<br />

Canım aldın, göz yumub açınca möhlet vermedin.<br />

Ey ressam, yârin resmini yapmadın, (iyi resmetmedin).<br />

Zülf ve yanak yaptın, fakat ışık ve tazelik<br />

vermedin.<br />

Ey öğüt verici, beni aşkın sevdasıyla ben ettin. Aklın<br />

yokmuş. Bana iyi öğüt vermedin.<br />

Dün dergahının toprağından, mutluluk almak için<br />

fırsat düşmüştü. Ey gözyaşı, ne oldu ki gözümü açmaya<br />

fırsat vermedin?<br />

Gözlerimi bütün âleme yumup sadece yanakların<br />

için açmak istedim. (Yanaklarından başka hiçbir<br />

şeye bakmak istemezdim). Fakat, gözlerimi yumup<br />

açana kadar bile zaman vermedin, hemen canımı<br />

aldın.


Bu mudur rehmin ki, xâlin eyler iken qesd-i cân,<br />

Çıxdı xettin kim onu men' ede rüxset vermedin.<br />

Verme hüsn ehline yâ Reb, qudret-i resm-i cefa,<br />

Çün cefâ çekmekde eşq ehline tâget vermedin.<br />

Ey Fuzûlî, öldün, efğân etmedin rehmet sene!<br />

Rehm qıldm xelqe efğânmla zehmet vermedin.<br />

Benin canımı kastederken sakalın, bıyığın çaktı.<br />

Senin rahmetin bu mudur ki onu yok etmeye izin<br />

vermedin?<br />

Yarab, güzellik ehline eza, cefa için âşıklara güç,<br />

kuvvet vermedin.<br />

Ey Fuzûlî, öldün fakat, ağlayıp inlemedin. Rahmet<br />

sana. Halka acıdın. Ağlamanla, inlemenle ona zahmet<br />

vermedin, onu yormadın, (ağlamanla, inlemenle<br />

halkı yormadın, onlara acıdın).<br />

XVII<br />

Ey xoş ol mest ki, bilmez qem-i âlem ne imiş,<br />

Ne çeker âlem üçün qem, ne biler qem ne imiş.<br />

Bir perî silsile-i eşqine düşdüm nâgâh,<br />

Şimdi bildim sebeb-i xilget-i Âdem ne imiş.<br />

Vaiz evsâf-i cehennem qılır ey ehl-i vere,<br />

Var onun meclisine, bil ki, cehennem ne imiş<br />

Oxu köksümden ötüb, qalmış imiş peykânı,<br />

Âh, bildim sebeb-i âh-i dem-â-dem ne imiş.<br />

Ey Fuzûlî meze-i sâgi vü sehbâ bildin,<br />

Tövbe qıl tâ bileşen zerg ü riya hem ne imiş.<br />

Ey gönlü hoş, mest olan, âlemin gamının, kederinin<br />

ne olduğunu bilmezsin. Ne alem için gam,<br />

keder çekersiniz, ne de gamın olduğunu bilirsiniz.<br />

Birdenbire bir perinin aşkının zincirlerine düştüm.<br />

Ademin yaratılmasının sebebini şimdi anladım.<br />

Ey dindarlar, ey din ehli, vaiz cehennemin vasıflarım<br />

söyler, okur. Sen git o sevgilinin meclisine<br />

var da cehennemin ne olduğunu öğren, gör.<br />

Oku göğsümden geçti; göğsümü deldi. Peykanı,<br />

temreni içimde kaldı. Sürekli ah etmenin sebebim<br />

şimdi anladım.<br />

Ey Fuzûlî, sâkînin mezesini ve şarabını gördün, öğrendin.<br />

Tövbe et de riya, ikiyüzlülüğün ne olduğunu<br />

öğren, bil.<br />

XVIII<br />

Eşqden canımdan bir pünhan merez var, ey hekim!<br />

Xelqe pünhan derdim izhâr etme zinhar, ey hekim.<br />

Var bir derdim ki, çox dermandan artıgdır mene,<br />

Qoy meni derdimle, derman eyleme, var, ey hekim!<br />

Ger basıb el nebzime, teşxîs qılsan derdimi,<br />

Al amânet, qılma her biderde izhâr ey hekim.<br />

Gel menim tedbir-i bihbudemde sen bir se'y qıl,<br />

Kim, olan bu derde aktıqraq qiriftâr, ey hekim.<br />

Gör ten-i üryan ile ehvâlımı hicran günü,<br />

Var imiş rûz-i qiyâmet, qılma inkâr ey hekim.<br />

Ey doktor, aşk yüzünden canımda gizli bir maraz,<br />

(hastalık) var. Ey doktor, halktan gizli olan derdimi<br />

sakın aşikâr etme,( açıklama).<br />

Ey doktor, benim birçok dermandan fazla olan<br />

(birçok dermanın tedavi edemediği) bir derdim<br />

var. Beni derdimle bırak, derman eyleme, git.<br />

Ey doktor, eğer nabzıma el koyup derdimi teşhis<br />

edersen onu emanet olarak al, kabul et. Dertsizlere<br />

aşikâr etme, (açıklama).<br />

Ey doktor gel, benim vücudumun çaresi, dermanı<br />

için uğraş ki bu derde daha fazla tutulayım.<br />

Ey doktor, benim çıplak vücûdumla halimi ayrılık<br />

gününde gör. Kıyamet günü varmış, bunu inkar<br />

etme.


Çekmeyince çâre-i derdimde zehmet bilmedin,<br />

Kim olur dermân-i derd-i eşq dişvâr ey hekim!<br />

Rene çekme, sehhet ümmîdin Fuzûlîden götür,<br />

Kim, qebûl-i sehhet etmez böyle bîmâr, ey hekim.<br />

Ey doktor, derdimin çaresi için zahmet çekmediğinden<br />

aşk derdinin dermanının zor olduğunu<br />

bilmezsin.<br />

Ey tabip, böyle hasta, sıhhat kabul etmez (iyileşmez).<br />

Bu yüzden eziyet çekme. Sen Fuzûlî'nin<br />

iyileşeceği ümidini kes.<br />

XIX<br />

Ezel kâtibleri üşşaq bextin qare yazmışlar,<br />

Bu mezmun ile xet ol sefhe-i rühsâre yazmışlar.<br />

Xevâs-i xâk-i pâym şerhini tehqiq edib merdüm,<br />

Gübâr ile beyaz-i dîde-i xünbâre yazmışlar.<br />

Qülüstân-i ser-i kuyin kitabın bab-bab, ey gül,<br />

Xet-i reyhan ile cedvel çekib, gülzare yazmışlar.<br />

İki setr eyleyib ol iki meygû le'ller vesfin,<br />

Görenler her birin bir çeşm-i gövher-bâre yazmışlar.<br />

Girib bütxâneye qılsan tekellüm, can bulur seksiz<br />

Müsevvirler ne suret kim, der ü divâre yazmışlar.<br />

Müherrirler yazanda her kese âlemde bir rûzi,<br />

Mene her gün dil-i sedpâreden bir pare yazmışlar.<br />

Yazanda Vâmiq ü Ferhad ü Mecnûn vesfin ehl-i derd,<br />

Fuzûlî adını gördüm ser-i tumâre yazmışlar.<br />

Ezel meclisinin kâtipleri, âşıkların bahtını kara yazmışlar.<br />

Bunun gizli anlamını sevgilinin yanağına<br />

tüy şeklinde yazmışlar.<br />

Senin ayağının toprağının özelliklerini inceleyen<br />

insanlar, bunu gubar yazısıyla kanlı gözyaşı döken<br />

gözün beyazına yazmışlar.<br />

Ey gül yüzlü sevgili, senin bulunduğun gül bahçesine<br />

benzer yerin özelliklerini bölüm bölüm fesleğen<br />

hattıyla çizgi çekerek gül bahçesine yazmışlar.<br />

O şarap rengindeki iki dudağını görenler, onların<br />

her birinin vasfını iki satır halinde inci saçan göze<br />

yazmışlar.<br />

Ey sevgilim, kiliseye girip konuşsan, şüphesiz ressamların<br />

duvarlara ve kapılara çektikleri resimler<br />

canlanırlar.<br />

Kâtipler, herkese dünyadaki bir günlük rızlarını<br />

yazarlarken bana da her gün için yüz parça olmuş<br />

gönlümden bir parçasını yazmışlar.<br />

Dert ehlilerinin, Vamık, Ferhat ve Mecnun'un vasıflarını<br />

yazdıkları zaman Fuzûlî adını defterin en<br />

başına yazdıklarını gördüm.<br />

XX<br />

Zülfü kimi ayağın qoymaz öpem nigârm,<br />

Yoxdur onun yanında bir qılca e'tibârım<br />

İnsaf xoşdur, ey eşq, ancaq meni zebûn et,<br />

Ha böyle mehnet ile geçsin mi rûzigârım?<br />

Bildi temâ-i âlem ki, derdmend-i eşqem,<br />

Yâ Reb, henüz halım bilmez mi ola yârım?<br />

Sevgilinin uzun saçları ayağını öper de ben öpemem.<br />

Onun yanında bir kıl kadar bile itibarım yoktur.<br />

Ey aşk, insaf hoş şeydir. Ancak beni aciz, güçsüz<br />

bırak. Yoksa benim ömrüm böyle mihnet ile mi<br />

geçsin?<br />

Ya Rab, dert sahibi olduğumu bütün âlem bildi,<br />

öğrendi. Hâlâ o yârim halimi bilmez mi? (anlamadı<br />

mı?).


Veslinden ayrı nola qanım tökülse gül gül,<br />

Men gülbün-i belâyem, bu fesidir behârım.<br />

Tevsir eden vücûdim yazmış elimde sâğer,<br />

Ref olmağa bu suret yox elde bctiyârım.<br />

Dur istemen zameni mey sayesin başımdan,<br />

Torpaq olanda yâ Reb, dürd-i mey et gübârım.<br />

Rüsvâlerinden ol meh saymaz meni, Fuzûlî,<br />

Dîvâne olmayım mı, dünyâda yox mu arım?<br />

Senin vaslından ayrı olduktan sonra (senden ayrı<br />

olduktan sonra) kanım gül gibi kıpkırmızı dökülse<br />

ne olur ki? Ben gam, keder gülünün köküyüm; baharım<br />

bu mevsimdir (Baharım ayrılık zamanıdır.)<br />

Vücudumu (Beni) tasvir eden (resmeden), elimde<br />

kadeh yapmış. Bu resmi yok etmeye, kaldırmaya<br />

ihtiyarım, yok.<br />

Ya Rab, bir an bile şarap gölgesinin neş'esinin ba<br />

şımdan uzak olmasını istemem. Toprak olunca<br />

(ölünce) toprağımı şarap tortusu et. :<br />

Ey Fuzûlî, o ay yüzlü güzel, beni rezil, düşkün ettiklerinden<br />

saymaz. Bu yüzden deli, divane olmayayım<br />

mı, dünyada bundan büyük utanç olur<br />

mu?<br />

XXI<br />

Yene ol mâh menim aldı gerârım bu gece.<br />

Çıxacaqdır feleke nâle vü zarım bu gece.<br />

Şem'veş mehrem-i bezm eyledi ol mah meni<br />

Yanacaqdır yene eşq oduna varım bu gece.<br />

Hem visali vurur od canıma, hem hicranı,<br />

Bir eceb şam' ile düşdü ser ü kârım bu gece.<br />

Ne tütündür ki çıxar çerxe, dil-i zâre meğer,<br />

Hicr dağini vurur lâle-uzârım bu gece(?)<br />

Sübhe saldı bu gece şem'kimi qetlimi hicr.<br />

Ola kim, sübh gelince gele yârım bu gece.<br />

Pâre-pâre ciğerim itlerine hezr olsun,<br />

Ol ser-i kûye eğer düşse güzârım bu gece.<br />

Var idi sübh visaline, Fuzûlî, ümmîd,<br />

Çıxmasa hesret ile cân-i fikârım bu gece.<br />

Könlüm açılır zülf-i perişanını görgec,<br />

Nitqim tutulur qönçe-i xendânmı qörgec.<br />

XXII<br />

O ay yüzlü sevgili, bu gece yine benim kararımı<br />

aldı. Bu gece ağlamam, iniltim gökyüzüne çıkacaktır.<br />

O ay yüzlü sevgili, beni mum gibi içki (muhabbet)<br />

meclisiyle mahrem etti (içli, dışlı etti). Bu gece<br />

aşkın ateşiyle yine bütün vücudum (mum gibi) yanacaktır.<br />

Bu gece, başım acayip bir mumla derde (işe) düştü.<br />

Hem kavuşması, hem ayrılığı canıma ateş düşürür<br />

(canını yakar).<br />

Gönlün inlemesinin, ahinin tütünü, dumanı gökyüzüne<br />

çıkar. Meğer gül yanağının aksi bu gece<br />

ayrılık dağına vurmaktaymış (düşmekteymiş).<br />

Bu gece ayrılık, mum gibi benim de öldürülüşümü,<br />

katlimi sabaha bıraktı. Ola ki, sabah olunca yârim<br />

gelir.<br />

Eğer bu geceki geçişim, yolum oraya, sevgilinin olduğu<br />

yere düşerse parça parça olmuş olan ciğerim<br />

itlerine adak olsun.<br />

Ey Fuzûlî, eğer bu gece yaralı canım hasretinden<br />

çıkmazsa sabaha (sevgiliye) kavuşmaya ümit vardır.<br />

Perişan, (dağınık) saçlarını görünce gönlüm açılır.<br />

Gonca dudağını görünce nutkum tutulur; (konuşamam).


Baxdıqca sene qan saçılır dîdelerimden,<br />

Bağrım delinir nâvek-i müjgâmnı görgec.<br />

Re'nâlıq ile qâmet-i şümşâdı qılan yâd,<br />

Olmaz mı xecil serv-i xuramânını görgec.<br />

Çox eşqe heves edeni gördüm ki, hevâsın,<br />

Terk etdi, senin âşig-i nâlânını görgec.<br />

Kâfir ki, deyil mö'tref-i nâr-i cehennem,<br />

îmâne geler ateş-i hicranını görgec.<br />

Naziklik ide gönçe-i xendâmn eden yâd,<br />

Etmez mi, heyâ le'l-i dürefşânını görgec.<br />

Sen hâl-i dilin sölemesen, nola, Fuzûlî,<br />

El fehm qılır çâk-i girîbânmı görgec.<br />

Sana baktıkça gözlerimden kanlı gözyaşları saçılır.<br />

Kirpiklerinin okunu görünce bağrım delinir.<br />

Şimşir ağacının boyunun güzelliğini anıp, yad edip<br />

öven, senin selvi gibi olan boyunun güzelliğini görünce<br />

utanmaz mı?<br />

Aşka heves edeni çok gördüm, fakat senin ağlayıp<br />

inleyen âşığının halini görünce bu hevesten (aşktan)<br />

vazgeçti.<br />

Cehennem ateşine inanmayan kafir, senin ayrılığının<br />

ateşini görünce imâna gelir.<br />

Açılmış goncanın güzelliğini, inceliğini anlatan,<br />

senin inci saçan yakut renkli ağzını görünce bu halinden<br />

utanmaz mı?<br />

Fuzûlî, sen gönlünün halini söyleme ne olur? Halk,<br />

yakanı yırttığını görünce halinin nasıl olduğunu<br />

zaten anlar.<br />

XXIII<br />

Könül, seccadeye basma ayaq, tesbîha el urma,<br />

Namaz ehline uyma, onlar ile durma, oturma.<br />

Eyilib secdeye, salma ferâğet tacını başdan,<br />

Vüzûden su sepib, râhet yuxusun gözden uçurma!<br />

Saqin pâmal olursan bûriyâ tek, mescide girme,<br />

Ve ger nâçar girsen, onda minber kimi çox durma!<br />

Müezzin nâlesin alma qulağe, düşme teşvişe,<br />

Cehennem qapısm açdırma, vaizden xeber sorma!<br />

Cemâet izdihâmi mescide salmış küdûretler,<br />

Küdûret üzre, lütf et, bir küdûret sen hep artırma!<br />

Xetîbin sanma sâdiq, vaizin qövl ile fe'l etme,<br />

İmamın sanma âqil, ixtiyârın ona tapşırma!<br />

Fuzûlî, behre vermez tâet-i nâqis, nedir cehdin,<br />

Kerem qıl, zergi tâet suretinde hedden aşurma!<br />

Ey gönül, elinde kadeh varken seccadeye basma;<br />

tesbiha el vurma; namaz ehline uyma (namaza<br />

durma). Onlarla oturma, durma (kalkma).<br />

Secdeye eğilip feragat, zenginlik (tok gözlülük) tacını<br />

başından düşürme. Abdest alırken su serpip<br />

güzel uykuyu gözünden uçurma (kaçırma).<br />

Mescide girme, hasır gibi ezilip çiğnenirsin. Eğer<br />

çaresiz kalıp girersen de orada minber gibi çok<br />

durma (uzun durma).<br />

Müezzinin inlemesini, sesini duyup karışıklığa<br />

düşme. Vaizden haber sorup da cehennem kapısını<br />

açtırma.<br />

Cemaatin izdihamı, kalabalıklığı mescide sıkıntılar,<br />

kederler salmış. Lütfet de bir sıkıntı da sen sokarak<br />

bu sıkıntıları, kederleri artırma.<br />

Hatibin sözünden duran sadık biri olduğunu<br />

sanma. Vaizin sözüyle hareket etme. İmamın sözünü<br />

dinleme. Kendi güzel, akıllı isteğini, arzunu<br />

ona havale etme, bırakma.<br />

Ey Fuzûlî, niye uğraşıyorsun ki, eksik ibadet fayda<br />

vermez. Hileli ibadet halini hadden aşırma, kerem<br />

et.


XXIV<br />

Kûhken künd eylemiş min tîşeni bir dağ ilen,<br />

Men qoparıb salmışam min daği bir dırnağ ilen.<br />

Qem yolunda men qalıb, getdise Mecnûn, yox eceb,<br />

Sayruya düşvârdır hemrehlik etmek sağ ilen.<br />

Gerd-i râhm vermese göz yâşine teskin nola,<br />

Tutmaq olmaz beyle seylâbın yolun toprağ ilen.<br />

Qem okurlar eşq bazârında neqd-i ömrümü,<br />

Qılmaq olmaz sud sevdade yaman ortağ ilen.<br />

Rövze-i kûyinde bulmuşdur Fuzûlî bir megam,<br />

Kim, ona cennet quşu yetmez min il uçmağ ilen.<br />

Ferhad, bir dağ için bin külüngü kör etmiş (eskitmiş).<br />

Ben ise bir tırnakla bin dağı koparıp attım.<br />

Gam yolunda Mecnun gidip ben kaldıysam bunda<br />

bir gariplik yok. Hastaya sağ ile yol arkadaşlığı<br />

yapmak zordur.<br />

Senin yolunun (sana kavuşmanın yolunun) toprağı<br />

gözyaşını durduramazsa bunda bir gariplik yoktur.<br />

Çünkü böyle bir seli, toprak ile tutmak olmaz.<br />

Ömür sermayemi aşk pazarında gam, keder çalar.<br />

Kötü ortakla yapılan aşkta, sevdada kâr edilmez.<br />

(Ey sevgili) Fuzûlî senin bahçende bir makam, yer<br />

bulmuştur. Oraya cennet kuşu bin yıl uçsa da varamaz.<br />

(Ey sevgili Fuzuli'nin senin bahçende bulduğu<br />

yere cennet kuşu bin yıl uçsa da ulaşamaz).<br />

XXV<br />

Ger deyil bir mâh mehrilen menim tek zar sübh,<br />

Başm açıb nişe her gün yaxasm yırtar sübh.<br />

Gün deyil, her gün bir ay mehr ile köksün çak edib,<br />

Taze taze dağlerdir kim, qılır izhar sübh.<br />

Tîğ-i xurşîd ile ref olsa yeridir kim, müdam,<br />

Yandırıb pervaneyi, şem'e verir âzâr sübh.<br />

Sübhi şâm ü şâmi sübh olmuş menem âlemde kim,<br />

Şâm şem'-i bezm olub, ayrıldı menden yâr sübh.<br />

Gör ne âşiqdir ki, bir xurşîd veslin bulmağa,<br />

Serf eder her lehze min min lö'lö-i şehvâr sübh.<br />

Eşqde sadiqlik izhar etdi dağın gösterib,<br />

Gâlibâ derlerdi kâzib qıldı ondan âr sübh.<br />

Hicr samında qem etmişdi Fuzûlî, qesd-i can,<br />

Olmasaydı merhemetden dem vurub qemxâr sübh.<br />

Ay, sabah vakti güneşin yüzünden benim gibi ağlayıp<br />

inlemezse sabaha kadar başını açıp ney gibi<br />

yakasını yırtar.<br />

Ayın bir gün değil, her gün güneşle göğsünü parçalayıp<br />

sabah vakti gösterdiği taze taze yaralardır.<br />

Sabah güneşin kılıcıyla (okuyla) yükselse uygundur<br />

(yeridir). Çünkü daima pervaneyi yakıp<br />

mumu azarlar.<br />

Dünyada sabahı akşam, akşamı da sabah olmuş<br />

olan benim. Akşam eğlence meclisinin mumu olan<br />

yâr, sabah olunca benden ayrıldı.<br />

Sabah, öyle bir âşıktır ki, güneşe kavuşmak için<br />

her an binlerce iri inci harcar.<br />

Sabah, kendisine yalancı dedikleri için utanıp yarasını<br />

göstererek aşkta sadık olduğunu ortaya<br />

koydu.<br />

Gam çeken sabah, merhametten söz edip yalvarmasaydı,<br />

Fuzûlî ayrılık akşamında canma kast<br />

etme derdindeydi.<br />

XXVI<br />

Mende Mecnûndan füzûn âşiqlik istedâdı var,<br />

Âşiq-i sâdiq menem, Mecnûnun ancaq adı var.<br />

Bende Mecnun'dan fazla âşık olma yeteneği var.<br />

Gerçek âşık benim. Mecnun'un yalnızca adı var.


Nola qan tökmekde mahir olsa çeşmin merdümü,<br />

Nütfe-i qâbildürür, qemzen kimi ustâdı var.<br />

Qıl tefâxür kim, senin hem var menim tek âşiqin,<br />

Leylinin Mecnûnu, Şirinin eğer Ferhâdı var.<br />

Ehl-i temkînem, meni benzetme, ey gül, bülbüle,<br />

Derde yox sebri onun, her lehze min feryadı var.<br />

Öyle bedhâlem ki, ehvâlım görende şâd olur,<br />

Her kimin kim, dövr cövründen dil-i nâşâdı var.<br />

Gezme ey könlüm quşu, gafil fezâ-yi eşqde,<br />

Kim, bu sehrânm güzergâhında çox seyyâdı var.<br />

Ey Fuzûlî, eşq men'in qılma nâsehden qebûl,<br />

Eql tedbîridir ol, sanma ki, bir bünyâdı var.<br />

Gözbebeğim kan dökme işinde usta olsa ne olur;<br />

şaşılır mı? Kabil'in tohumundandır. Yanbakışm,<br />

gamzen gibi bir de ustası var.<br />

Eğer Leyla'nın Mecnun'u, Şirin'in Ferhad'ı varsa<br />

sen de benim gibi bir âşığın olduğu için öğün.<br />

Ben temkinli, ölçülü bir insanım. Ey gül yüzlü sevgili,<br />

beni bülbüle benzetme. Onun dert çekmeye<br />

sabrı yok; her an sürekli bin kez feryat ediyor; haykırıyor.<br />

Öyle kötü haldeyim ki her kim dünya çevrinden,<br />

(üzüntüsünden) gönlü tasalı ise benim halimi görünce<br />

kendi durumuna şükredip sevinir, mutlu<br />

olur.<br />

Ey gönül kuşum, aşk göğünde başı boş, dalgın dolaşma.<br />

Bu sahranın geçidinde, pusu kurmuş; çok<br />

avcı vardır.<br />

Ey Fuzûlî, nâsihin, vaizin aşkı yasaklayan öğütlerini<br />

dinleme. Onlar akıl tedbirleridir; bir temele<br />

dayandıklarını sanma.<br />

XXVII<br />

Meni candan usandırdı, cefâdan yar usanmaz mı?<br />

Felekler yandı ahimden, muradım şem'i yanmaz<br />

Qamu bîmârine canan, devâ-yi derd eder ehsân,<br />

Neçün qılmaz mene derman, meni bîmâr sanmaz mı?<br />

Qemim pünhân tutardım men, dediler yâre qıl rövşen,<br />

Desem ol bîvefâ, bilmen inanar mı, inanmaz mı?<br />

Şeb-i hicran yanar canım, töker qan çeşm-i giryânım,<br />

Oyadar xelqi efgânım, qara bextım oyanmaz mı?<br />

Gül-i ruxsârine qarşu gözümden qanlı axar su,<br />

Hebîbim f esl-i güldür bu, axar sular bulanmaz mı?<br />

Değildim men sene mail, sen etdin eqlimi zail,<br />

Mene te'n eyleyen qâfil seni görcek utanmaz mı?<br />

Sevgili beni candan usandırdı. Kendisi bana cefa<br />

etmekten usanmayacak mı? Ahımdan gökyüzü<br />

(gök kubbesi) yandı, dileğimin, (muradımın)<br />

mumu hâlâ yanmayacak mı?<br />

Sevgili bütün âşıklarının, sevdalılarının derdine bir<br />

çare bağışlar da benim derdime neden bir çare bulmaz?<br />

Yoksa beni hasta sanmaz mı?<br />

Ben gamımı gizli tutmaktaydım. Sevgiliye açıkla<br />

dediler. Bilmem acaba açıklasam, o vefasız sevg'ili<br />

inanır mı, inanmaz mı?<br />

Ayrılık gecesi benim canım yanar. Ağlayan gözlerim<br />

kanlı gözyaşları döker. Ağlayıp inlemem<br />

bütün halkı uyandırır da uykuda olan kara bahtım<br />

hâlâ uyanmaz mı?<br />

Yanağının gülüne karşı (Gül gibi olan yanağına<br />

karşı) kanlı gözyaşlarını akar. Sevgilim bu gül<br />

mevsimidir (ilkbahardır). Bu mevsimde akar sular<br />

bulanmaz mı?<br />

Ben sana düşkün değildim. Benim aklımı başımdan<br />

sen aldın. Beni ayıplayan kişi, acaba seni<br />

görünce bundan utanmayacak mı?


Fuzûlî rind-i şeydâdır, hemîşe xelqe rüsvâdır,<br />

Sorun kim, bu ne sevdadır, bu sevdadan usanmaz mı?<br />

Fuzûlî (aşk yüzünden) deli divane olmuş bir rinddir.<br />

Her zaman dile düşmüş halka rezil olmuştur.<br />

Bu nasıl bir aşktır, sorun. Bu aşktan usanmayacak<br />

mı?<br />

XXVIII<br />

Menim tek hiç kim zar ü perişan olmasın, yâ Reb!<br />

Esîr-i derd-i eşq ü dağ-i hicran olmasın, yâ Reb!<br />

Dem-â-dem cövrlerdir çekdiyim bi-rehm bütlerden<br />

Bu kâfirler esîri bir Müselmân olmasın, yâ Reb!<br />

Görüb endîşe-i qetlinde ol mâhî, budur virdim,<br />

Ki, bu endîşeden ol meh peşîmân olmasın, yâ Reb!<br />

Çıxarmaq etseler tenden, çekib peykânın ol servin,<br />

Çıxan olsun dil-i mecruh, peykân olmasın yâ Reb!<br />

Cefâ vü cövr ile mö'tadem, onlafsız nolur hâlim,<br />

Cefâsine hed ü cövrüne pâyân olmasm yâ Reb!<br />

Demen kim, edli yox, yâ zulmü çox, her hâl ile olsa,<br />

Könül textine ondan özge sultân olmasm, yâ Reb!<br />

Fuzûlî buldu genc-i afiyet meyxâne küncünde,<br />

Mübarek mülkdür ol mülk, vîrân olmasın, yâ Reb!<br />

Ey Tanrım, benim gibi hiç kimse ağlayıp<br />

inlemesin; perişan olmasın. Tanrım, aşk derdinin<br />

ve ayrılık yarasının tutsağı olmasın.<br />

Bu acımasız güzellerden her zaman çektiğim eza<br />

ve cefadır. Tanrım, bu kafirlerin esiri, bir müslüman<br />

olmasın.<br />

Ey Tanrım, o ay yüzlü güzelin beni öldürme düşüncesinde<br />

olduğunu görünce derdim şu oldu: O<br />

ay yüzlü güzel, bu düşüncesinden caymasın.<br />

Ey Tanrım, o selvi boylu güzelin okunun ucunu<br />

vücûdumdan çıkarmak isterlerse yaralı gönlümün<br />

çıkmasını, fakat okun ucunun çıkmamasını dilerim.<br />

Ey Tanrım, sevgilinin derdine, cefasına alışmışım,<br />

onlarsız halim nasıl olur? Sevgilinin cefasının<br />

sonu; eziyetinin ölçüsü olmasın.<br />

Onun adaleti yok, ya da eziyeti, cefası çoktur demeyin.<br />

Ey Tanrım, gönül tahtıma ondan başka sultan<br />

olmasın (oturmasın).<br />

Fuzûlî, sağlık, afiyet hazinesini meyhane<br />

köşesinde buldu. Ey Tanrım, orası mübarek bir<br />

yerdir. Sakın yıkılıp virane olmasın.<br />

XXIX<br />

Nâlendedir ney kimi âvâze-i eşqim bülend,<br />

Nâle terkin qılmazam ney tek kesilsem bend bend.<br />

Qıl meded, ey bext, verne kâm-ı dil mümkün<br />

değil. Böyle ol dil-rübâ bî-derddir, men derdmend.<br />

Dağlerdir odlu könlümde garası qopmamış,<br />

Yâ sabât-i eşq üçün od üzre bir nece sipend.<br />

Açılır könlüm gehî kim, girye-i tekim görüb,<br />

Açar ol gülrux tebessüm birle le'l-i nûşxend.<br />

Ey sevgili, aşkımın yüksek sesi, iniltisi ney gibi<br />

senin aşkının nalesindedir, inlemesindedir. Parça<br />

parça kesilsem de ney gibi inlemeyi terketmem.<br />

Ey baht, yardım et yoksa, gönül neş'esi, mutluluğu<br />

mümkün değil. Öyleki, o gönül alan sevgili dertsizdir.<br />

Ben ise dert sahibiyim.<br />

Ateş üzerinde yanan nice tütsü tohumu (üzerklik)<br />

gibi duran ateşli göğsümde karası kopmamış olan<br />

dağlar, yaralar aşkımın ispatı içindir.<br />

Bazen iri gözyaşlarımı görünce gönlüm açılır. O<br />

tatlı dudağının tebbümüyle birlikte o gül yanak<br />

açar (açılır).


Xâk-i râhinden meni qaldıra bilmez saye tek,<br />

Qılsa gerdunâfitabın her şüâm bir kemend.<br />

Câm tut der, sâqi-i gülçöhre, zâhid, terk-i cam,<br />

Ey könül, fikr eyle gör kim, qansıdır tutmalı pend,<br />

Ey Fuzûlî sûret-i feqrin qebûl-i dustdur,<br />

Hiç dervişi senin tek görmedim sultan-pesend.<br />

Dünya, güneşin her ışığını bir kemend yapsa yolunun<br />

toprağında beni gölge gibi kaldırabilmez.<br />

Gül çehreli saki, kadeh tut der. Zahid ise kadehi<br />

terketmememi söyler. Ey gönül, düşün gör, hangisinin<br />

öğütünü tutmalı.<br />

Ey Fuzûlî, fakirliğin görünüşü dost kabulünde<br />

belli olur. Senin gibi sultana düşkün olan hiç derviş<br />

görmedim.<br />

XXX<br />

Penbe-i dağ-i cünun içre nihandır bedenim,<br />

Diri olduqça libâsım budur ölsem kefenim.<br />

Canı canan dilemiş, vermemek olma, ey dil!<br />

Ne niza eyleyelim, ol ne senindir, ne menim.<br />

Daş deler ahim oxu, şehd-i lebin şövqünden,<br />

Nola zenbur evine benzese beyt'ül-hezânım.<br />

Tövq,i zencîr-i cunun daire-i dövletdir,<br />

Ne reva kim, meni ondan çıxara ze'f-i tenim.<br />

Eşq sergeştesiyem, seyl-i sirişk içre yerim,<br />

Bir hübâbem ki, hevâden doludur pîrehenim.<br />

Bülbül-i qemzedeyem, bağ u baharim sensen,<br />

Dehen ü qedd ü ruxün, gönce vü serv ü semenim.<br />

Edemen terk Fuzûlî, ser-i kûyin yârın,<br />

Vetenimdir, vetenimdir, vetenimdir, vetenim.<br />

Vücudum aşk, delilik yarasının pamuklarıyla örtülüdür.<br />

Sağ oldukça giyeceğim, ölünce de kefenim<br />

budur.<br />

Ey gönül, canımı sevgili dilemiş, vermemek olmaz.<br />

Niçin tartışalım ki o ne senindir, ne de benim.<br />

Dudağının balının şevkiyle, aşkıyla ahımm oku<br />

taşı deler. Hüzünlü evim arı kovanına benzese ne<br />

olur; şaşılır mı?<br />

Delilik zincirinin ucundaki halka zenginlik çenberidir.<br />

Vücudumun zayıflığı onu boynumdan çıkarırsa<br />

bu reva mıdır, yakışır mı?<br />

Aşk sarhoşuyum. Yerim, gözyaşı seli içidir. Gömleğinin<br />

içi hava ile dolu bir su kabarcığıyım.<br />

(Heva; hava, arzu, istek, aşk anlamlarında<br />

kullanılmıştır).<br />

Bir kederli bülbülüm. Bahçem ve ilkbaharım sensin.<br />

Senin ağzın boyun ve yanağın benim bahçemde<br />

goncam, selvim ve yaseminimdir.<br />

Fuzûlî, sevgilinin bulunduğu yerleri bırakamam.<br />

(Orada eziyet görsem de) vatanımdır, vatanımdır,<br />

vatanımdır, vatanım.<br />

XXXI<br />

Perîşân xelq-i âlem ah u efğan etdigimdendir,<br />

Perîşân olduğum, xelqi perişan etdigimdendir.<br />

Dil-i zârimde derd-i eşq gün günden füzun olmaq,<br />

Yeten bîderde tedbîr ile derman etdigimdendir.<br />

Gözüm kim bağrımın qanm töker perkâle perkâle<br />

Dem-â-dem arzû-yı le'l-i canan etdigimdendir.<br />

Dünyadaki herkesin perişanlığı, ah çekip haykırıp<br />

inlediğimdendir. Benim perişanlığım ise halkı<br />

böyle perişan ettiğimdendir.<br />

Zayıf, mecalsiz gönlümde aşk derdimin günden<br />

güne artması, gelen her dertsizin derdine derman<br />

bulmamdandır.<br />

Sürekli sevgilinin karmızı renkli dudağının arzusuyla<br />

gözüm, ciğerimin kanını parça parça<br />

döker.


Değil bî-hûde ger yağsa felekden başıma daşlar,<br />

Binasın tîşe-i ahimle viran etdigimdendir.<br />

Qaçan rüsvâ olurdum, qan udub sebr ede bilseydim,<br />

Melâmet çekdigim bî-hûde efğan etdigimdendir.<br />

Xetâ senden değil, cismim oxundan bî-nesib olsa,<br />

Hübâb-i eşk,i gül-gûn içre pünhan etdigimdendir.<br />

Fuzûlî, ixtilât-i merdum-i âlemden ikrahim,<br />

Perîveşler xeyâlm mûnis-i can etdigimdendir.<br />

Binasını (yapısını) ahımm kazmasıyla yıktığım,<br />

viran ettiğim için başıma gökten taşlar yağsa boşuna<br />

değildir.<br />

Eğer kan yutup sabredebilseydim nasıl rezil olurdum.<br />

Ayıplanmam kınanmam hep boş yere ağlayıp<br />

haykırdığım içindir.<br />

Vücudumun bakış oklarından yoksun olmasının<br />

hatası sende değil. Ben onları kanlı gözyaşlarımın<br />

kabarcıkları içinde sakladığım için vücûduma erişemediler.<br />

(Fuzûlî çok fazla ağladığını ve kanlı<br />

gözyaşlarının vücudunu bir zırh gibi kapladığını<br />

söylemek istemiş).<br />

Ey Fuzûlî, bu dünyanın insanlarıyla birlikte olmaktan<br />

nefret etmem, peri gibi olan güzellerin hayalini<br />

canıma dost etmemdendir.<br />

XXXII<br />

Tökdükce ganimi oxun, ol âsitan içer,<br />

Bir yerdeyem esîr ki, torpağı qan içer.<br />

Ehl-i zemane qanına çox teşnedir zemin,<br />

Qanm kimin tökerse felek, ol zaman içer.<br />

Mey içmeden açılmaz imiş bâb-ı meğrifet,<br />

Sövğendler bu bâbde pîr-i mügan içer.<br />

Üqbâde kövser istemesin rind-i meykede,<br />

Dünyâda bes değil mi mey-i erğevan içer.<br />

Qemzen görünmeyib göze, qanlar içer müdam,<br />

Zâhid kimi, ki badeni elden nihan içer.<br />

Meyden egerçi tövbe verir el Fuzûlîye,<br />

Ey serv, sen qedeh sunar olsan, revân içer.<br />

Bakışlarının oku kanımı döktükçe kanımı o eşik<br />

(sevgilinin eşiği) içer. Öyle bir yerde esirim ki toprağı<br />

kan içer.<br />

Yer, zaman ehlinin kanma çok fazla susamıştır.<br />

Felek kimin kanını dökerse o an onu içer.<br />

Bağış kapısı, şarap içmeden açılmazmış. Bu<br />

kapıda andları, yeminleri meyhaneci içer.<br />

Meyhanenin kalenderi, ahirette kevser istemesin.<br />

Dünyada içtiği kırmızı şarap yetmez mi?<br />

Gamzen, yan bakışın göze görünmez. Badeyi elde<br />

gizlice içen sofular gibi o sürekli kan içer.<br />

Halk, Fuzûlî'yi şarap içmeye tövbe ettirse bile ey<br />

selvi boylu güzel; eğer kadehi sen sunacak olursan<br />

dönüp su gibi içer.<br />

XXXIII<br />

Tutuşdu qem oduna şâd gördüğün könlüm,<br />

Müqeyyed oldu ol âzâd gördüğün könlüm.<br />

Diyâr-i hicrde seyl-i sitemden oldu xerab,<br />

Fezâ-yi eşqde âbâd gördüğün könlüm.<br />

Ne gördü badede bilmen ki, oldu bâdeperest,<br />

Mürîd-i meşreb-i zöhhâd gördüğün könlüm.<br />

Şad, mutlu gördüğün gönlüm gam ateşiyle tutuştu.<br />

O azat, hür gördüğün gönlüm artık bağlandı.<br />

Aşk fezasında şen, mutlu gördüğün gönlüm, ayrılık<br />

diyarında sitem, eziyat seli yüzünden harap<br />

oldu, yıkıldı.<br />

Sofu karakterlilerin müridi gördüğün gönlüm, şarapta<br />

ne gördü bilmem; şaraba tapan, şaraba düşkün<br />

biri oldu


Ferâqm odunu gördükçe mûm tek eridi,<br />

Sebat ü sebrde fulâd qördügün könlüm.<br />

Getirdi acz görüb eşq müşkül olduğunu,<br />

Qamû hünerlere ustâd qördügün könlüm.<br />

Değildi böyle mükedder, bir ehl-i işret idi,<br />

Bu qanlar içmeye mö'tâd gördüğün könlüm.<br />

Fuzûlî, eyledi âheng-i eyşxâne-i Rum,<br />

Esîr-i möhnet-i Bağdâd gördüğün könlüm.<br />

Karar, sabır ve sebatta çelik gibi sağlam gördüğün<br />

gönlüm, ayrılık ateşini gördükçe mum gibi eridi.<br />

Bütün işlerde, sanatlarda, hünerlerde usta olarak<br />

gördüğün gönlüm, aşk müşkilini, zorluğunu görünce<br />

acz getirdi, aciz kaldı.<br />

Bu kanlar içmeye alışmış gördüğün gönlüm, böyle<br />

kederli değildi; bir içki içme ehliydi.<br />

Fuzûlî, Bağdat belasının, sıkıntısının tutsağı olarak<br />

gördüğün bu gönlümü Rum (Anadolu) meyhanesinin<br />

ahengi etti.<br />

XXXIV<br />

Xelqe ağzın sirrini her dem qılır izhâr söz,<br />

Bu ne sirdir kim, olur her lehze yoxdan vâr söz.<br />

Artıran söz qedrini sidg ile qedrin artırar,<br />

Kim ne miqdar olsa, ehlin eyler ol miqdâr söz.<br />

Ver söze ehyâ ki,tutduqca seni xâb-i ecel,<br />

Ede her sâet seni ol uygudan bîdâr söz.<br />

Bir nigâr-i enberin xetdir könüller almağa,<br />

Gösterer herdem niqâb-i qeybden rühsâr söz.<br />

Xâzine-i gencne-i esrardır her dem çeker<br />

Rişte-i izhare min min gövher-i esrar söz.<br />

Olmayan qevvâs-i behr-i me'rifet arif değil,<br />

Kim sedef terkîb-i tendir, lö'lö-i şehvâr söz.<br />

Ger çox istersen, Fuzûlî izzetin az et sözü<br />

Kim, çox olmagdan gılıbdır çox ezîzi xâr söz.<br />

Söz, her zaman ağzının sırrını halka açıklar. Bu<br />

nasıl bir sırdır böyle ki sözle sürekli yoktan var<br />

olur.<br />

Sözün kadrini, kıymetini artıran, kendi doğruluğunu<br />

temizliğini ve kadrini, kıymetini artırır.<br />

Herkes neyin ehliyse, derecesi neyse o miktarda<br />

söz söyler.<br />

Ecel uykusu seni tuttukça (sana yaklaştıkça) sen<br />

söze tazelik, canlılık ver. Söz her saat seni o uykudan<br />

uyandırır.<br />

Söz, gönül alan anber kokulu hattı, tüyü olan sevgilidir.<br />

Her zaman, gaiplik perdesinden yanağını<br />

gösterir.<br />

Söz, sırlar hazinesinin muhafızıdır. Her zaman ortaya<br />

çıkarma ipiyle binlerce sır cevherini çıkarır.<br />

Şahlara yakışır inci gibi olan sözün vücûdun terkibi<br />

sedef olduğunu, ma'rifet denizinin dalgıcı olmayan<br />

bilmez.<br />

Ey Fuzûlî, eğer değerini, kıymetini çoğaltmak istersen<br />

az söyle. Söz çok olduğundan bir çok aziz,<br />

hakir olmuştur.<br />

GESIDELER<br />

Men kimem? Bir feqir bî-ser ü pâ,<br />

Kemterin bende vü kemine gedâ.<br />

Sâyir-i gargâh-i sebr ü sükun,<br />

Sâlik-i şahrâh-i fegr ü fena.<br />

Ben kimim? Herşeyden, dünyadan ve canından<br />

geçmiş bir yoksulum. Aciz, düşkün bir kul ve zavallı<br />

bir dilenciyim.<br />

Sabır ve şükür, sessizlik yerlerinde dolaşan, gezen<br />

yoksulluk ve yokluk âleminin yolcusu.


Ne mizâcimde irtikâb-i qürur,<br />

Ne feâlimde ehtimâl-i riya.<br />

Künc-i üzletde feqr ü fâge ile,<br />

Olmuşam eyle mehv kim, meselâ:<br />

Merkez-i xâki etse zîr ü zeber,<br />

Bulamaz gerdimi nesîm-i sebâ.<br />

Ezl qılmış meni emellerden<br />

Âmil-i kârxâne-i dünyâ<br />

Gılmazam kâr ü bâr-i âleme meyi,<br />

Çekmezem ezl ü nesb üçün qovğâ.<br />

Mene vermiş cahan qamu feğrin,<br />

Nola ursam cahâne istiğne.<br />

Âlem-i uzletin yegânesiyem,<br />

Qâfdan qâfa yox mene hemtâ<br />

Suretim feqr ü siyretim mün'im<br />

Heyretim mur ü himmetim enqâ.<br />

Rif'et-i qedrim iltifat etmez<br />

Ger Süleyman qılırsa erz etâ.<br />

Fâni-i mütleqem, qebûl etmen<br />

Minnet-i Xizr ile zülâl-i beqâ.<br />

Demezem vehşiyem, tebîet ile<br />

Tâlib-i zövq-i söhbetem emmâ.<br />

Bir diyar içreyem ki, xelqinden,<br />

Eylemez heç kim mene perva.<br />

Kimse yox derdim eyleyim izhar,<br />

Eyleyim ondan iltimâs-i deva.<br />

Le'l-veş daş içindedir vetenim,<br />

Gül kim xârı qılmışam me'vâ.<br />

Dün bu hal ile mehv-i heyret iken,<br />

Geldi bir qâsid ü getirdi manâ.<br />

Bir eceb nâme-i fereh-te'sir,<br />

Mehz-i hüsn-i ibret ü imlâ.<br />

Zahiri dil-pezir ü feyzresen,<br />

Batini feyzbexş ü ruh-efzâ.<br />

Ne yaratılışımda gururlanma kötülüğü, ne işlerimde<br />

yaptıklarımda iki yüzlülük, ihtimali vardır.<br />

Yalnızlık, kimsesizlik köşesinde yokluk ve yoksulluk<br />

ile öyle mahvoluyorum ki, mesela:<br />

Sabah yeli, yerin merkezinin altını üstüne getirse<br />

de vücudumun tozunu bile bulamaz.<br />

Dünya işlerinin amili, yürütücüsü beni bütün işlerden<br />

azletmiş, uzak tutmuş.<br />

Dünyanın kârına, kazancına meyletmem. Yükselmek<br />

veya gözden düşmemek için kavgaya girmem.<br />

Dünya bütün yoksulluğunu bana vermiş. Dünyadan<br />

elimi eteğimi çeksen ne olur?<br />

Yalnızlık aleminde tek basmayım. Kaftan Kafa<br />

bana benzeyen biri dahi yoktur.<br />

Dış görünüşüm yoksul, fakat içim zengindir. Görünüşüm<br />

karıncaya benzer ama himmetim, yardımım<br />

anka gibidir.<br />

Kadrimin yüceliği Süleyman'ın bağışlarına bile iltifat<br />

etmez.<br />

Öyle faniyim, yok olmuşum ki Hızır'ın minnetini<br />

ve ölümsüzlük suyunu kabul etmem.<br />

Tabiatta yalnız dolaşan, insanlardan kaçan bir vahşiyim<br />

demiyorum. Herkesle sohbetten zevk alan<br />

birsiyim ama,<br />

Öyle bir diyardayım ki, halkından benimle ilgilenen<br />

hiç yok.<br />

Derdimi açacağım ve çare istiyeceğim kimse yok.<br />

Vatanım yakut gibi taşın içindedir. Gül gibi, ben<br />

de dikenlerin arasına sığındım.<br />

Dün bu halde, şaşkınlıktan mahvolmuş bir durumdayken<br />

bir haberci geldi ve bana...<br />

Ferahlık veren garip bir mektup getirdi, imlâsı ve<br />

cümleleri güzellik dolu.<br />

Dışı gönül alan, coşkunluk veren; içi feyz bağışlayan<br />

ve ruhu ferahlatan...


Neqş-i xettinde eltefi suret,<br />

Terz-i lefzinde eşref-i me'nâ.<br />

Cilvegâh-i nezerde her lefzi,<br />

Bir perî-peyker ü meleksîmâ.<br />

İşve vü şive vü girişme ile,<br />

Dil eder seyd ü eql eder yeğmâ.<br />

Fehm qıldıgda hüsn-i mezmûnun,<br />

Qıldım onda sürûrlar peyda.<br />

Bendeyi lütf birle yâd etmiş,<br />

Hezret-i seyyid-i xüceste-liqâ.<br />

Ol felekqedr kim, ona vermiş,<br />

Hikmet-i Haq kemâl ü sidg ü sefa.<br />

Zet-i pâki cami-i âlemden<br />

Şeref-i rütbe ile müstesna.<br />

Feyz-i elm-i ifâde-i beşeri,<br />

Ona ervâh-i qütsden ilqâ.<br />

Eslidir nûr-i pâk-i müstefevi,<br />

Hükmüdür rövneq-i serîr-i qezâ.<br />

Elmidir bâis-i refâhet-i xelq,<br />

Fe'lidir mücîb-i rizâ-yi Xudâ.<br />

Az olur bir arada cem olmaq,<br />

Hökm ü elm ü seyâdet ü tegvâ.<br />

Mir seyyid Mehemmed-i Qazi,<br />

Menbe-i elm ü helm ü cûd ü sexâ.<br />

Ey gezâ-hökm kim, müyesserdir,<br />

Zâtine iqtidâr-i izz ü e'lâ.<br />

Gül-i gül-zâr-i itret-i nebevî,<br />

Çemen-ârâ-yi millet-i Zehra.<br />

Nûr-i çeşm-i tamâmi-i sadat,<br />

Mügtedâ-yi cem-i ehl-i zekâ.<br />

Mene teqsîr hökmün etmişsen,<br />

Demek olmaz bu hökme hökm-i xetâ.<br />

Lîk bir bende-i heqîrem men,<br />

Emelim ehl-i xeyre xeyr du'â.<br />

Yazısının nakşında şekillerinde hoş görünüşler,<br />

sözlerinde yüksek, şerefli anlamlar.<br />

Her sözü insanın gözünde bir peri yüzü ve melek<br />

siması.<br />

İşve, naz ve edâ ile gönlü avlar, aklı da yağma<br />

eder.<br />

Anlamının güzelliğini, hoşluğunu anlayınca sevindim,<br />

içime sevinçler doldu.<br />

O, uğurlu, mübarek yüzlü seyyid hazretleri lütfedip<br />

kulunu, kölesini hatırlamış.<br />

Yüce Allah, sadâkat ve saflığın en güzelini o kadri,<br />

kıymeti göğe yükselen insana vermiş.<br />

O temiz insan rütbesinin, derecesinin yüksekliğiyle<br />

bütün âlemde bir tane!<br />

İnsanlığını ifade etme ilminin bolluğu, feyzi ona<br />

kutsal ruhlardan kalmıştır.<br />

Onun aslı Mustafa'nın temiz nûrundandır. Onun<br />

hükmü, kararı kaza tahtının süsüdür.<br />

Onun ilmi, bildikleri halkın refaha kavuşmasının<br />

sebebidir. İşleri, yaptıkları ise Allah rızasının gereğidir.<br />

Hükümde, ilimde, efendilikte ve ibadette bu kadar<br />

üstünlük çok az bir araya gelir.<br />

Cömertliğin, eli açıklığın, bilginin ve iyi huyun<br />

menbaı, kaynağı Gazi Seyyid Muhammed Hazretleri<br />

Ey kaza hükmü , şerîat hükmü gibi olan, yücelik<br />

ve büyüklük sana verilmiştir.<br />

Sen peygamberler soyunun bahçesinin gülü; temiz,<br />

pâk insanların toplandığı bahçenin süsüsün.<br />

Seyyidlerin, uluların tamamının gözünün nurusun.<br />

Zeki kişilerin tümünün öncüsüsün.<br />

Benim için "kusurlu" hükmünü vermişsin. Bu<br />

hükme hatalı bir karardır demek olmaz.<br />

Fakat ben hakîr, zavallı bir kulum. İşim bütün hayırlı<br />

insanlara hayır dua etmektir.


Sâhib-i üsretem, mene ne düşer<br />

Kim, olam hemnişîn-i ehl-i qinâ?<br />

Mehz-i cehlem mene ne nisbetdir<br />

Ki, qılam meyl-i söhbet-i füzelâ?<br />

Gerçi eflâke reğbet eyler xâk,<br />

Yetmez e'lâye rütbe-i ednâ.<br />

Lütf senden mene münâsib iken,<br />

Menden olmaq mütâlebet ne reva?<br />

Ey Fuzûlî, bu növ' de'vâde,<br />

Meslehetdir dutam terîq-i rizâ.<br />

Hâl müşküldür onda kim, bir ola,<br />

Sâhib-i hökm ü sâhib-i de'vâ.<br />

Var ümidim ki, tâ müessirle,<br />

Sabit ü sâyir ola erz ü semâ.<br />

Ola hökm-i qezâ ile bâqî,<br />

Qâzi-i gâzi-i xüceste ligâ.<br />

Zorluklar, sıkıntılar sahibi biriyim. Bana zenginlerle<br />

bir arada oturmak düşmez.<br />

Cehalet sahibi biriyim ben. Fâzıl, üstün insanların<br />

sohbetlerine katılmayı, onlarla sohbet etmeyi nasıl<br />

isterim?<br />

Gerçi tozlar göğe ulaşmak isterler fakat düşkünler,<br />

alçaklar yükseklere ulaşamazlar.<br />

Senin bana lütfetmen münâsipken, beni senden istekte<br />

bulunman reva mıdır, yakışık alır mı?<br />

Ey Fuzûlî bu çeşit davalarda şerîat yolunu tutman<br />

en iyisidir, en uygunudur.<br />

Hüküm sahibiyle dâva sahibi bir olunca durumu<br />

çözmek oldukça zordur.<br />

Ümidim, yerin ve göğün duranı ve hareket edeniyle<br />

etkisini göstermesidir.<br />

Yüzü mübarek, uğurlu Gazi Kadı, ilahî hükümle<br />

bakî kalsın; sonsuza dek yaşasın.<br />

TERCİ-İ BENDLER<br />

Men kimem? - Bir bîkes ü bîçâre vü bî-xânimân,<br />

Tâleyim aşüfte, iqbâlım nigun, bextim yaman,<br />

Nemli eskimden zemin nemlu, ünümden âsimân.<br />

Âh ü nâlem nâvek-i peyveste, xem qeddim keman,<br />

Tîr-i ahim bî-xetâ, te'sir-i nâlem bîgümân, Müttesil<br />

qemxâne-i sinemde yüz gem mihmân,<br />

Qanda bir qem itse, menden istesinler, men zeman,<br />

Yox mene qeyd-i belâ vü dâm-i möhnetden âmân,<br />

Çıxmadı könlümden endûh ü qem ü möhnet heman,<br />

Ey menim canım sen ü könlüm seninle şâdımân,<br />

Sensiz olman ayrı möhnetden, belâdan bir zaman,<br />

El-emân, hicran belâ vü möhnetden, el-emân.<br />

Bern kimim? Kimsesiz, çaresiz ve yersiz yurtsuz biriyim.<br />

Talihim iffetsiz, ikbalim ters, uğursuz, bahtım<br />

yaman, kötüdür.<br />

Nemli, sulu gözyaşımla yer; ünümle, iniltimle gökyüzü<br />

dolu. Ah ve iniltilerim ardı arkası kesilmeyen<br />

oklardır, eğri boynumda kemandır.<br />

Ah okum hatasız, sapmaz. Feryadım, iniltim seksiz<br />

şüphesizdir. Sinemin gamhânesinde (gönlümde)<br />

devamlı yüz gam misafirdir.<br />

Bana mihnet tuzağından ve belâ müptelalığmdan<br />

kurtuluş yok. Onun için ne zaman bir gam gerekse<br />

benden istesinler. Ben kefilim, hazırım.<br />

Ey benim canım sevgilim! Gönlüm seninle mutlu,<br />

bahtiyar olduğundan; gönlümden keder, gam ve<br />

mihnet hemen çıkmadı.<br />

Ben sessiz belâ ve mihnetten bir an bile ayrı kalmam.<br />

Medet ayrılığın belâ ve eziyetlerinden medet<br />

imdat!


Fariğ idim cümle âlemden, bilir âlem meni,<br />

Eyb ederdi bî-xeber sanıb, benî âdem meni,<br />

Goymadı dövrân-i çerx öz hâlime xürrem meni,<br />

Şâd iken âlemde çerx etdi esîr-i qem meni,<br />

Eşq nâ-geh oldu peyda, tutdu müstehkem meni,<br />

Saldı yüz sevdâye ol geysû-yi xem-der-xem meni,<br />

Şimdi Mecnundan reh-i eşq içre sanman kem meni,<br />

Yâr xud qılmaz herem-i vesline mehrem meni.<br />

Sen ki, mehremsen sebâ billah anıb her dem meni,<br />

Söyle ey gül kim sene, bext eylemez hemdem meni,<br />

Sensiz olmam ayrı möhnetden, belâden bir zaman,<br />

El-emân, hicran belâ vü möhnetden, el-amân<br />

Bülbül-i zârem, gül-i ruhsâr-i âlinden cüda,<br />

Tûti-i lâlem, şekernisbet meqâlinden cüda.<br />

Der idim sebr eyleyim, olsam cemâlinden cüda.<br />

Bilmedim düşvâr imiş olmaq vüsâtinden cüda.<br />

Tîre oldu rûzigârım, zülf ü halinden cüda,<br />

Oldu sehrâ menzilim, vehşî qezâlinden cüda,<br />

Mû tek inceldi tenim, nâzik nâhâlinden cüda,<br />

Xem getirdi qâmetin, miskin hilâlinden cüda.<br />

Çıxdı cân-i nâtevân, şîrin zülâlinden cüda,<br />

Oldum, el-qisse, ruh-i ferhende-fâlinden cüda.<br />

Sensiz olman ayrı möhnetden, belâden bir zaman,<br />

El-amân hicran belâ vü möhnetinden, el-amân.<br />

Âlem benim mâsivâdan (bütün varlıklardan, nimetlerden)<br />

uzak olduğumu bilirdi. İnsanoğlu beni<br />

dünya ve dünya meşelerinden habersiz sanıp ayıplardı.<br />

(Fuzûlî, beyitte, kendisinin Allah'ın rızasına<br />

yöneldiğini, Allah dışındaki şeylerden uzak olduğunu<br />

belirtmek istiyor).<br />

Felek (zaman) kendi halimde mutlu, mesut bırakmadı.<br />

Alemde (dünyada) mutlu ve bahtiyarken<br />

döneklik edip beni gama esir etti.<br />

Aşk ansızın ortaya çıkıp beni sardı. O kıvrım kıvrım<br />

olan saç, beni yüzlerce sevdaya saldı.<br />

Şimdi aşk yolunda beni Mecnun'dan az sanmayın.<br />

Yarin kendisi beni kavuşma mahremine sokmaz.<br />

Vallahi sabah rüzgârı her zaman beni anmasına<br />

rağmen (benim halimden sana söz etmesine rağmen)<br />

sen bana sırsın. Ey gül yüzlü sevgili, söyle seni bana<br />

kısmet etmeyen, yakm etmeyen kimdir? (Baht sözüyle<br />

aynı zamanda beni sana yakmlaştırmayan bahttır,<br />

manası kastedilmektedir.)<br />

Ben sensiz belâ ve mihnetten bir an bile ayrı kalmam.<br />

İmdat, ayrılığın belâ ve eziyetlerinden imdat!<br />

Al yanağın gülünden ayrı düşmüş inleyen bir bülbülüm.<br />

Şekere benzer sözlerinden ayrı düşmüş lal bir<br />

tutiyim.<br />

Yüzünün güzelliğinden ayrı olsam da sabredeyim,<br />

derdim. Fakat visalinden, (kavuşmandan) ayrı olmanın<br />

(senden ayn olmanın) güç olduğunu bilmedim.<br />

Zülfünden ve beninden ayrı düşünce dünyam karardı<br />

(...rüzgârım, yelim karıştı, bulandı). Vahşi<br />

ceylanından ayrılınca menzilim (mekânım) sahra, çöl<br />

oldu.<br />

İnce, güzel fidanından (boyundan) ayrı olan tenim,<br />

bedenim (yani ben) kıl gibi inceldi. Siyah kaşından<br />

ayrılan boyum eğrildi.<br />

Şirin, tatlı suyundan (dudağından?) ayrılan güçsüz<br />

canım çıktı. Uğurlu, kutlu olan yanağından ayrılalı<br />

hikâye (hulâsa; deli divane) oldum.<br />

Ben sensiz belâ ve mihnetten bir an bile ayrı kalmam.<br />

İmdat ayrılığın belâ ve eziyetlerinden imda*


Feqr eşq içre, Fuzûlî izz ü câhimdir menim,<br />

Şîve-i mehr ü mehebbet resm ü rahimdir menim,<br />

Derdimi sabit qılan, üşşâqe, âhimdir menim,<br />

Âh bu de'vâde bir âdü güvâhimdir menim,<br />

Gerçi qem meqsûdu, getl-i bî-günâhımdır menim,<br />

Qem değil, çün künc-i meyxâne penâhimdir menim,<br />

Dergeh-i pîr-i muğân ümmid-gâhimdir menim,<br />

Men onun bir çâkeri, ol pâdşâhimdir menim!<br />

Ey ki, her cürm olsa lütfün üzr-xâhimdir menim!<br />

Ayıran senden meni, bext-i siyâmmdır menim!<br />

Sensiz olman ayrı möhnetden, belâden bir zaman,<br />

El-amân, hicran belâ vü möhnetden, el-amân.<br />

Ey Fuzûlî, aşk içinde fakirlik, yoksulluk benim değerim<br />

ve itibanmdır; mekânımdır, sevgi, aşk nazı,<br />

edası ve muhabbet adetim, usulüm ve yolumdur.<br />

(Rah, kaygı, keder ve şarap manalarında da kullanılmıştır.<br />

Aşkın ve sevginin şarabı, meyi yani<br />

kendisini mest eden, sarhoş eden şeyler olduğunu<br />

söylemek de istiyor.)<br />

Benim derdimi âşıklara ispat eden âhımdır (çektiğim<br />

âhtır). Benim bu davada âdil olan tek şahidimdir.<br />

Gerçi gam isteği benim günahsız yere katlimdir,<br />

(Öldürülmemdir). Asıl gam değil, meyhane köşesi<br />

sığmağımdır.<br />

Meyhanecilerin pirinin tekkesi, benim ümit yerimdir,<br />

kapımdır. Ben onun bir kölesi, kulu; o<br />

benim padişahımdır.<br />

(Ey Sevgili) her ne suç olsa da (her ne suçum olsa<br />

da) güzelliğin benim özür, af istememin sebebidir.<br />

Beni senden ayıran kara talihimdir. (Fuzûlî, ne<br />

kadar suç işlemişsem bunlar senin (sevgilinin) güzelliğin<br />

yüzündendir, bu yüzden ben suçsuzum<br />

demek istiyor. Aynı zamanda sevgilinin suç işlemesi<br />

ve güzelliği yüzünden affedilmesi de bahsedilmektedir.)<br />

Ben sensiz belâ ve mihnetten bir an bile ayrı kalmam.<br />

İmdat, ayrılığın belâ ve eziyetlerinden<br />

imdat!<br />

MÜSEDDESLER<br />

Menem ki, qefilesalar-i kârvân-i qemem,<br />

Müsâfir-i reh-i sehrâ-yi möhnet ü elemem,<br />

Heqîr baxma mene, kimseden sağinma kemem,<br />

Feqîr-i pâdşah âsâ gedâ-yi möhteşemem,<br />

Sirişk text-i revandır mene, bu âh elem,<br />

Cefâ vü cövr- mülâzim, belâ vü derd-heşem.<br />

Ne mülk ü mâl mene çerx verse memnûnem,<br />

Ne mülk ü mâhden âvâre qılsa mehzûnem,<br />

Egerçi müflis ü pest ü müheqqer ü dönem,<br />

Dem-â-dem öyle xeyâl eylerem ki, Qârûnem.<br />

Könülde neqd-i vefa gencilîk pünhânî<br />

Gözüm xezîne-i le'l ü güher, velî fânî.<br />

Ben gam kervanının kafile başıyım; mihnet, sıkıntı<br />

ve elem sahrasının yolunun konuğuyum. Bana hor<br />

bakma, kimseden aşağı olduğumu düşünme. Padişah<br />

gibi yoklusum, fakirim, muhteşem bir dilenciyim.<br />

Gözyaşını bana yürüyen tahttır ve ahım<br />

bayraktır. Ezâ ve cefâ, eziyet askerlerim, dert ve<br />

belâ hizmetçilerimdir, maiyetimdir.<br />

Ne felek bana mal ve mülk verse sevinirim, ne de<br />

malı mülkü alsa üzülürüm. Gerçi herşeyini kaybetmiş,<br />

iflas etmiş, zavallı hor görülen düşkün biriyim<br />

ama kendimi her zaman Karun gibi düşünürüm,<br />

hayal ederim. Gönlümde vefa<br />

sermayesinin hazinesi vardı, fakat gizlidir, saklıdır;<br />

gözümde inci ve cevher hazinesi var fakat fânî, geçicidir.


Heyât serf edüben, derd qümışam hâsil,<br />

Sirişk~i âl ü rux-i zerd qılmışam hâsil,<br />

Zemîr güzgüsüne gerd qılmışam hâsil,<br />

Tebîet-i segi şebgerd qilmışam hâsil, işim<br />

qara gece tâ sübh nâle vü feryâd,<br />

Ne verseler ona şâkir, ne deseler ona şâd.<br />

Sirişk-riz gülendamlar hevâsîle,<br />

Şikeste-hal siyeh zülfler belâsîle,<br />

Zemane içre qem-i eşq mâcaresîle,<br />

Hemişe meslehetim özgeler rizâsîle,<br />

Ne dövr-i gerdiş-i gerdun menim murâdimle<br />

Ne Qâyeti emelim hüsn-i eti qâdimle<br />

Hesûd sûret-i ehvâlime nezer qılmaz,<br />

Cefâ qıhr men-i bîçâreye, hezer qilmaz,<br />

Sanır ki, nâle vü zarım ona eser qılmaz,<br />

Onu mürur ile âlemde derbeder qılmaz,<br />

Zemâne içre mücerrebdir intiqâm-i zaman<br />

Hemîşe yaxşıya yaxşı verer, yamâne yaman.<br />

Ömrümü verip karşılığında dert elde etmişim. Sonunda<br />

kanlı gözyaşı ve sarı bir yüz hasıl etmişim.<br />

Gönül aynasını toza toprağa bulaştırdım. Gece dolaşan<br />

(bekçilik yapan) köpeğin tabiatına girmişim<br />

(gövireni üstlenmişim). İşim kara geceden sabaha<br />

kadar ağlayıp inlemektir. Ne verirlerse ona şükrederim,<br />

ne yaparlarsa ona sevinirim.<br />

Gül boyluların, endamlıların hevesiyle, aşkıyla<br />

gözyaşı dökerim. Kara saçlıların belasıyla kırılırım.<br />

Ömrüm, zamanım aşk gamının macerasıyla geçer.<br />

Her işim, yaptığım hep başkalarının rızasıyla, isteğiyle<br />

olur. Ne dünyanın gidişi, dönüşü benim isteğimledir;<br />

ne de emellerimin gayesi inançlarım<br />

doğrultusundadır.<br />

Kıskanç olanlar kötü halime bakmazlar. Bîçâre<br />

olan bana cefâ etmekten çekinmezler. Ağlayıp inlemeleriminin<br />

ona tesir etmeyeceğini sanır. Dünyada<br />

onu da perişan edeceğine inanmaz. Zaman<br />

içinde zamanın intikam alacağı tecrübe edilmiştir.<br />

O iyiye iyilik, kötüye de kötülük verir.<br />

MUXEMMESLER<br />

Vây, yüz min vây kim, dildârden ayrılmışam,<br />

Fitne-çeşm ü sâhir-i xunxârdan ayrılmışam.<br />

Bülbül-i şûrîdeyem gülzârden ayrılmışam,<br />

Kimse bilmez kim, ne nisbet yârden ayrılmışam,<br />

Bir qedi şümşad ü gülrüxsârdan ayrılmışam.<br />

Qeddi tûbâ, le'li firdovsun şerâb-i kövseri<br />

Xülg ü xûyi bir melek, sûretde emsâl-i peri,<br />

Bürc-i eflâkin seâdetli, şerefli exteri.<br />

Hüsn- arâ mecmû-i xubların ser-â-ser serveri,<br />

Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrılmışam.<br />

Dûstlar, men nâle vü feryâd qılsam, eyb imes,<br />

Çerx-i bedmehrin elinden dâd qılsam, eyb imes,<br />

Qem diyârm dil arâ âbâd qılsam, eyb imes,<br />

Bu bina birle cahânda ad qılsam, eyb imes,<br />

Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrılmışam.<br />

Düşmüşem gemxâne-i hicrâne zâr ü derdnâk,<br />

Nâxun-i hesret bilen edib girîbânimi çâk,<br />

Günde yüz gez hicr tiğilen oluram men helak,<br />

Gerdiş-i devvâr cövründen men-i dilxeste nâk,<br />

Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrilrraşam.<br />

Vah, yüzbinlerce vah! Sevgilimden ayrılmışım.<br />

Gözü fitne çıkaran ve kan içici bir sihirbazdan ayrılmışım.<br />

Perişan bir bülbülüm ben, gül bahçesinden<br />

ayrılmışım. Nasıl bir sevgiliden ayrıldığımı kimse<br />

bilmez. Şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden ayrılmışım.<br />

Boyu tûbâ ağacı, dudağı cennetin kevser şarabı,<br />

huyu ve yaratılışı melek surette, (görünüşte), peri<br />

gibi, gökyüzünün şerefli ve mutlu yıldızı, güzellikte<br />

bütün güzellerin serveri, şimşir boylu, gül<br />

yanaklı bir güzelden ayrılmışım.<br />

Ey dostlar! Ben ağlayıp, inlesem ayıp değildir. Acımasız<br />

feleğin elinden sızlansam, yakmsam ayıp değildir.<br />

Gam ülkesini gönlümü şenlendirip, yâd kılsam<br />

da ayıp değildir. Bu binayla (bu işle, bu<br />

halimle) dünyada ad, ün kazansam da ayıp değildir.Çünkü<br />

ben şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden<br />

ayrılmışım.<br />

Ağlayıp sızlayarak, dert çekerek gam evine düşmüşüm.<br />

Hasret tırnağıyla yakamı parçalayarak,<br />

günde yüz kere ayrılık kılıcıyla Ölüp yok olurum.<br />

Dönen feleğin (dünyanın) çevrinden, cefâsından<br />

gönlü hasta olan ben şimşir boylu, gül yanaklı bir<br />

güzelden ayrılmışım.


MÜREBBE'LER<br />

Perişan hâlim oldum, sormadın hâl-i perişanım,<br />

Qeminden derde düşdüm, qilmadm tedbîr-i<br />

dermanım,<br />

Ne dersen rûzigârım böyle mi keçsin, gözel xânım!<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Esîr-i dâm-i eşqin olalı, senden vefa görmen,<br />

Seni her qanda qörsem, ehl-i derde âşinâ görmen,<br />

Vefa vü âşinâlıg terkini senden reva görmen,<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Değer herdem vefasız çerx yayından mene bir ox,<br />

Kime şerh eyleyim kim, möhnet ü endûh ü derdim çox,<br />

Sene qaldı mürüvvet, senden özge hiç kimsem yox,<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Senin yüzünden perişan hallere düştüm, fakat perişan<br />

halimin sebebini sormadın. Senin gamından<br />

derde düştüm hastalandım. Fakat sen derdimin çaresini<br />

bulmadın. Ne dersin sultanım, ömrüm (baharım,<br />

gençliğim) böyle mi geçsin? Gözüm, canım<br />

efendim, sevdiğim yüce sultanım.<br />

Aşkının tuzağına tutsak olalı senden vefa görmedim.<br />

Seni nerede ve ne zaman görsem dertlilere<br />

yakın görmedim. Gerçi vefa ve yakınlığı da (yakınlık<br />

adetini de) sana uygun görmem. Gözüm,<br />

canım efendim, sevdiğim yüce sultanım.<br />

Bana vefasız feleğin yayından her an bin ok doğar.<br />

Derdimin, kederimin, sıkıntımın çok olduğunu<br />

kime açıklayabilirim? İnsanlık, iyilik, mertlik sana<br />

kaldı. Senden başka hiç kimse yok. Gözüm, canım,<br />

efendim, sevdiğim yüce sultanım.<br />

Gözümdendem-be-dembağrımezibyaşımkimigetme! Her an gönlümü yaralayıp gözümden akan göz-<br />

Seni terk etmezem çün men, meni sen dexi terk etme! yaşlarım gibi gitme. Ben seni nasıl terketmiyorsam,<br />

İken hem zâlim, olma men kimi mezlûmu incitme! sen de beni terketme. Öyle zalim olma, benim gibi<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım! mazlumu incitme. Gözüm, canım efendim, sevdiğim,<br />

yüce sultanım!<br />

Qatı könlün neden bu zülm ile bî-dâde rağibdir,<br />

GÖzeller nisbeti olmaz cefâ, senden ne vâcibdir,<br />

Senen tek nazenine nazenin işler münâsibdir,<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Nezer qılmazsan ehl-i derd gözden axidan şeyle,<br />

Yamanhqdır işin üşşâg ile, yaxşı mıdır böyle,<br />

Gel Allâhı sevirsen âşiqe cövr etme, lütf eyle,<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Fuzûlî şîve-i ehsânm ister bir gedâyindir,<br />

Dirildikce senin kûyin yolunda xâk-i pâyindir,<br />

Gerek öldür, gerek qoy hökm-hökmün, re'y re'yindir<br />

Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!<br />

Katı gönlün neden zulüm ve haksızlık etmek istiyor?<br />

Güzeller senin gibi olmaz. Cefâ etmek sana<br />

yakışmıyor. Senin gibi nazlı, zarif güzele ince nazik<br />

işler uygundur. Gözüm, canım, efendim, sevdiğim<br />

yüce sultanım!<br />

Dertlilerin gözlerinden akıttıkları gözyaşı seline<br />

bakmazsın, aldırmazsın. İşin aşıklara kötülük yapmaktır.<br />

Bu güzel bir şey mi? Allah'ını seversen gel,<br />

kuluna bu kadar eziyet etme; lutfetlik, iyilik yap.<br />

Gözüm, canım efendim, sevdiğim, yüce sultanım!<br />

Fuzûlî, senin ihsanını görmek isteyen bir dilencidir.<br />

Yaşadığı müddetçe kapının köpeği, ölünce<br />

de ayağının toprağıdır. İster öldür, ister bırak,<br />

fikir senin fikrin, karar senin kararındır. Gözüm,<br />

canım, efendim, sevdiğim yüce sultanım!


QİT'ELER<br />

Ey müellim, âlet-i tezvirdir eşrâra elm,<br />

Qılma ehl-i mekre te'lîm-i meârif, zînhâr!<br />

Hiyle üçün elm telimin qılan müfsidlere,<br />

Qetl-i am üçün verer cellâde tîğ-i âbdâr.<br />

Her ne tezvir etse ehl-i cehl ona olmaz sebat,<br />

Mekri ehl-i elmdir, esl-i fesâd-i rûzigâr.<br />

Her kim var ise zâtında şerâret küfrü<br />

İstilâhet-i ulum ile müselmân olmaz<br />

Ger qara daşı gizil gar ile rengin edesen<br />

Teb'e teğyir verib le'l-i Bedehşân olmaz<br />

Eylesen tûtiye telim edâ-yi kelimât<br />

Nitgi insan olur amma özü insan olmaz.<br />

Her uzun boylu şücâet ede bilmez de'vâ<br />

Her ağaç kim boy ata serv-i xuramân olmaz.<br />

Ol sebebden Farsi lehzile çoxdur nezm kim,<br />

Nezm-i nâzik Türk lefzile iken düşvâr olur.<br />

Lehçe-i Türkî gebûl-i nezm-i terkib etmeyib,<br />

Ekseren elfâzi nâmerbutü nâhemvâr olur.<br />

Mende tövfiq olsa bu düşvârı asan eylerem,<br />

NÖvbahar olgaç tikenden berg-i gül izhâr olur.<br />

Ey muallim, kötüler için ilim, yalan; kovu aletidir.<br />

Sakın hile ehline bilgi Öğretme.<br />

Hile için fesatlara, kötülere ilim öğreten; temiz,<br />

sağlam kılıcını katliam yapması için cellada vermiş<br />

gibidir.<br />

Cahiller her ne yalan, tevzir söylerlerse söylesinler,<br />

onlara inanmak olmaz. Dünyanın fesadının aslı<br />

ilim ehlinin yalanıdır.<br />

Cevherinde kötülük, şerlik karanlığı olan her kim<br />

varsa; ilim tabirleriyle, sözleriyle Müslüman<br />

olmaz.<br />

Kara taşı kızıl kan ile boyasan, süslesen bile tabiatım<br />

(özelliğim) değiştirip Bedahşan yakutu (cevheri)<br />

olmaz.<br />

Tutiye (düzgün) konuşma eğitimi versen de sözü,<br />

konuşması insan olur ama; kendisi insan olmaz.<br />

Her uzun boylu olan, kavgada yiğitlik gösteremez.<br />

Her ağaç da boy atar ama nazla sallanan selvi olamaz.<br />

Türkçe ile güzel şiir söylemek zordur, güçtür. Bu<br />

yüzden Farsça şiir çoktur.<br />

Türk dili nazm ve terkip kabul etmez. Sözlerinden<br />

çoğu (ekserisi) bağlı ve düz değildir.<br />

Bana Allah'ın yardımı olursa (bende güç; uygunlaştırma<br />

gücü olsa) bu güçlüğü kolaylaştırırım.<br />

İlkbahar gelince dikenden gül yaprağı meydana<br />

gelir.<br />

RUBAİLER<br />

Canımda olan zexire-i nitq ü heyât,<br />

Cismimde olan cövher-i hüsn-i herekât,<br />

Serf olmadı xublar rehq eşqinde,<br />

Efsûs ki, bîhûde keçirirdim övqât.<br />

Canımda olan konuşma ve yaşama serveti; cismimde<br />

(vücûdumda olan) güzel hareket etme cevheri<br />

güzellerin aşkının yolunda harcanmadı. Yazık<br />

ki ömrümü boş yere geçirdim.


Te'mîr-i beqâ vü cem'i mal etdin, tut!<br />

Her arzu edirse, ona yetdin tut<br />

Çün ömr beqâsma tutulmaz ümmîd<br />

Her hâl ile geldiğin kimi getdin, tut!<br />

Derler ki, qılır qönçe leb-i yâr ile behs,<br />

Gülberg-i ter ol le'l-i güherbâr ile behs.<br />

Ol bir nece dilsizlere töhmetdir bu,<br />

DeVâye gele lehçe vü göftâr ile behs.<br />

Mey şövgü olubdur mene âdet, ey şeyx<br />

Geldikçe bu şovg olur ziyâdet, ey şeyx<br />

Xoşdur mene mey, ne ibâdet, ey şeyx<br />

Re'y ile değil eşq ü irâdet, ey şeyx<br />

Ey şehd-i lebin sözü şeker var lezîz<br />

Le'lin kimi qanda bir şeker var lezîz?<br />

Tüng-i şeker olmasaydı dürc-i dehânın<br />

Olmazdı çıxan lehce-i göftâr lezîz.<br />

Herdem mene yar erz-i rühsâr eyler,<br />

Hüsnile meni beter giriftar eyler,<br />

Gûyâ ki, kemâl-i eşq dersin oxudur.<br />

Herdem mene telîmini tekrar eyler.<br />

Hicrin ciğerini her kimin qan eyler<br />

Tedrîc ile veslin ona derman eyler<br />

Zülfün kimi kim, müddet ile kâfir idi,<br />

Le'lin onu bir demde Müselmân eyler.<br />

Kimdir ki- qeminde nâle vü zâr etmez<br />

Derdin sana nâle ile izhâr etmez!<br />

Feryadına hiç kimsenin yetmezsen,<br />

Feryâd ki, feryâd sene kâr etmez.<br />

Cânân ise metlûb, teme' candan kes,<br />

Metlûb ise cân, ümîd, canandan kes<br />

Cân sevmek ile müyesser olmaz cânân,<br />

Yâ bundan ümîd, yâ teme' ondan kes.<br />

ECûyinde senin ne daşe kim, vurdum baş,<br />

Qıldım onu qer-i xûn, töküb gözden yaş,<br />

Göz yasine rehm eyle ki, çox müddetdir,<br />

Bîdâdine sebr edib basar bağrına daş.<br />

Farzet ki ülkeler ma'mur ettin ve mal, mülk, servet<br />

yığdın; yine farzet ki neyi arzu ettinse ona ulaştın.<br />

Çünkü ömrün bakiliğine ümit bağlanmaz. Nasıl<br />

geldiysen gittiğim farzet (Fuzûlî, insanın dünya<br />

hırsını kapılmamasmı istiyor. Neyi olursa olsun sonunda<br />

insanın geldiği gibi gideceğini söylüyor)<br />

Goncanın yarin dudağıyla sohbet ettiğini, konuştuğunu<br />

söylerler. O taze gül yaprağı mücevher<br />

saçan dudakla bahisleşir. O birçok dilsize ithamdır.<br />

Zira, bahis, iddia için dil ve söz gerektir.<br />

Ey şeyh, şarap isteği bana adet oldu. Bu şevk geldikçe<br />

fazlaşıyor. Bu düşünceyle aşk ve istekle olur.<br />

Ey sözü şeker gibi tatlı olan bal dudaklı güzel, dediğin<br />

gibi bir şeker nered var? Halka gibi olan<br />

ağzın şeker rengi olmasaydı, ondan çıkan sözler<br />

öyle tatlı olmazdı.<br />

Yar bana sürekli yüzünü gösterir. Böylece beni<br />

güzlliğine çok kötü bağlar. Sanki aşk olgunluğu<br />

dersini okutur. Her zaman dersini, eğitimini tekrar<br />

eder.<br />

Ayrılığın kimin ciğerini parçalarsa, vasim da onu<br />

yavaş yavaş tedavi eder. Saçların zamanla kimi<br />

kâfir ederse dudağın onu bir anda müslüman eder.<br />

Kim senin gammdayken ağlayıp inlemezse derdini<br />

sana inleyerek açıklayamaz. Sen hiç kimsenin feryadına<br />

cevap vermeyecek olduktan sonra ne kadar<br />

feryâd edilse de kâr etmez.<br />

İstediğin sevgili ise candan umudunu kes. Sevdiğin,<br />

istediğin can ise canandan umudunu kes.<br />

Canı sevince canan nasib olmaz. Ya bundan ümidini<br />

kes ya da ondan isteğini kes.<br />

Senin semtinde ne taşlara başımı vurdum. Gözümden<br />

yaş dökerek onu kana boğdum. Uzun süredir<br />

senin zulmüne sabredip bağrıma taş basmaktayım.<br />

Gözyaşlarıma rahmet et, onlar için<br />

yardım et.


Zâhid mey-i nâbdendir ikrah qelet!<br />

Sen xâh sözüm sehîh tut, xah qelet.<br />

Mescidlere girdiğim değil rağbetden.<br />

Sermestligimden eylerem râh qelet.<br />

Dağ vurma dil-İ hazîne, ey mişkinxet!<br />

Ger mâil-i hüsn-i xettsen, qılma qelet<br />

Kim, eylememiş kâtib-i divân-i qezâ<br />

Dil herflerin qâbîl-i tezyini nüqet!<br />

Mey nefyini eyleyib şüâr, ey vaiz!<br />

Tutdun reh-i te'n-i eşq-i yâr, ey vaiz!<br />

Terk-i mey ü mehbûb ederiz cennet üçün,<br />

Şerh eyle ki, cennetde ne var, ey vaiz?<br />

Pervaneye zülm-i bîhesâb eyler şem'<br />

Zülm oduna bağrını kebâb eyler şem'<br />

Gûyâ ki, bilir zülm serancâmı nedir<br />

Bîhûde değil ki- iztirâb eyler şem'.<br />

Hergeh ki, bahar qıldı ârâyiş-i bağ,<br />

Növmîdlik urdu lâle veş bağrıma dağ,<br />

Zîrâ tıkan üzre tutdu bülbül mesken<br />

Gül bed güzergehinde yandırdı çirağ.<br />

Yox dehrde bir müvâfiq-i teb' herif,<br />

Kim söhbet-i dilguşa ola, teb'i zerîf.<br />

Feryâd ki, nâ-cins müsâhibler ile,<br />

Bî-fâide zâye 1 oldu övqet-i şerîf.<br />

Ey nâvek-i bî-dâdine her sine hedef<br />

V'ey cövher-i peykânine her dîde sedef<br />

Feryâd ü feğânım qem-i hicranından,<br />

Bezm-i qemedir nâle-i ney, növhe-i def.<br />

Sermenzil-i her murâde rehberdir eşq,<br />

Keyfiyyet-i her kemâle mezherdir eşq.<br />

Gencîne-i kâinata gövherdir eşq,<br />

Her sâdir olan neş'eye mesderdir cşq.<br />

Xoş ol ki dem-i ecel çekem bâde-i nâb<br />

Sermest yatam gebrde tâ ruz-i hesâb<br />

Qavga-i qıyametde duram mest ü herâb<br />

Ne fikr-i hesab ola ne idrâk-i ezâb<br />

Sâqî kerem et şerab-i gül-fam yürüt<br />

Gül-fâm seraba verme ârâm yürüt<br />

Bezm içre hübab-i eşk-i gül gunumdan<br />

Min câm yürütme can içün cam yürüt.<br />

Ey Zahid (ham sofu)! Sen sözümü ister doğru, ister<br />

hata kabul et ama; saf şaraptan nefret etmek hatadır.<br />

Mescidlere girdiğim oraya rağbet ettiğimden<br />

değildir. Sarhoşluğumdan yolu şaşırmışım.<br />

Ey yanağının tüyleri misk kokulu olan sevgili, eğer<br />

bu yanağının tüylerinin güzelliğine mail isen (seviyorsan),<br />

hata edip hüzünlü gönüle dağ vurma<br />

(gönlü yaralama). Kaza divanının kâtibi de (Allah)<br />

gönül harflerini noktasıyla süslemeyi mümkün kılmamış<br />

tır.<br />

Ey vaiz, şarabın yasak olduğunu adet edip yar aşkını<br />

ayıplama yolunu tuttun. Ey vaiz, cennet için<br />

şarap ve sevgilinin terkini söyledin. Cennette ne olduğunu<br />

açıkla, anlat.<br />

Mum, pervaneye hesapsız zulmeder. Mum, zulüm<br />

için onun bağrını kebap eder. Zulüm hadisesinin<br />

ne olduğunu bilir, fakat bunu boş yere değil, işkence<br />

için yapar.<br />

Bahar her yerde bağı süsledi. Zira, bülbül diken üstünde<br />

mesken tuttu. Gül, rüzgarın geçit yerinde<br />

çıra yandırdı.<br />

Dünyada zarif tabiatlı, gönül açıcı sohbeti olan bir<br />

dost yok. Yazık ki, uygun olmayan yârenlerle şerefli,<br />

güzel vaktim boş yere geçti.<br />

Ey sevgili senin zalim okuna her sine hedeftir. Ve<br />

yine okunun devrini cevherine her göz inci kabuğudur.<br />

Ayrılığının gamından ettiğim feryâd ve<br />

figanlar gam meclisi için mey sesi ve tef iniltisidir.<br />

Aşk, her muradın durağına rehberdir. Her olgunluğun<br />

niteliğine nail olmadır. Alemin hazinesine<br />

cevherdir. Aşk gerçekten de temiz, mübarek<br />

şeydir.<br />

Ey halis, duru şarap; öyle güzel ol ki ecel vaktinde<br />

de seni içeyim (Halis, duru şarap özde hoştur, güzeldir;<br />

ecel gününde de onu içeyim). Kabirde hesap gününe<br />

dek sarhoş olayım. Kıyamet kavgasında, gürültüsünde<br />

mest ve viran olayım. Ne hesap düşüncesi<br />

olsun ne ceza anlayışı, idraki. {Fuzûlî kıyamet<br />

gününde, içtiği şarapla hesabı ve azabı düşünemeyecek,<br />

idrak edemeyecek bir halde olmak istiyor).<br />

Saki! Lütfet gül renkli şarabı getir. Güle renkli şaraba<br />

ara verme, getir. Meclise gül renkli gözyaşı<br />

kabarcıklarından bin kadeh getirme. Dudak dudağa<br />

kadeh getir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!