10.07.2015 Views

49-50

49-50

49-50

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

t u r k i s h j o u r n a l o fo c c u p a t i o n a lh e a l t h a n ds a f e t yDevlet BütçesiUlusal İstihdamStratejisiGezi Direnişi veİşçi SınıfıMadenKatliamlarıMaden Sektöründeİşçi Sağlığıve Güvenliğiturkish medical associationISSN 1302 - 48 - 41 üç ayda bir yayımlanır Temmuz - Aralık 2013 <strong>49</strong>-<strong>50</strong>


üç ayda bir yayımlanır Temmuz-Aralık 2013<strong>49</strong>-<strong>50</strong>EditörlerDr. Celal EMİROĞLUDr. Levent KOŞARYayın KuruluDenizcan KUTLUDr. Meral TÜRKDr. Nilay ETİLEROnur BAKIRDr. Sedat ABBASOĞLUDanışma KuruluProf. Dr. Ahmet SALTIKProf. Dr. Çağatay GÜLERDr. Engin TONGUÇProf. Dr. Gamze YÜCESAN ÖZDEMİRProf. Dr. Gazanfer AKSAKOĞLUProf. Dr. Güzin ÖZARMAĞANAv. Hacer EŞİTGENFiz. Müh. Haluk ORHUNProf. Dr. İbrahim AKKURTİsmail Hakkı KURTProf. Dr. Kayıhan PALAProf. Dr. Mehmet ZENCİRAv. Murat ÖZVERİDoç. Dr. Mustafa DURMUŞAv. Mustafa GÜLERProf. Dr. Mustafa KURTKim. Müh. Mustafa TAŞYÜREKDoç. Dr. Nadi BAKIRCIPsik. Dr. Nazlı Yaşar SPORProf. Dr. Nevin VURALDr. Nihal COŞKUNProf. Dr. Nergis MÜTEVELLİOĞLUProf. Dr. Remzi AYGÜNProf. Dr. Turhan AKBULUTDr. Ö. Kaan KARADAĞProf. Dr. Yasemin BEYHANYıldırım KOÇDr. Yıldız BİLGİNProf. Dr. Yücel DEMİRALYAYIN KURULU’NDANORGANİZE BİR KATLİAM SOMAAziz ÇELİKMADENCİLİKTE TAŞERON VE GÜVENCESİZ ÜRETİM:İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ UYGULAMALARITevfik GÜNEŞDEVLET BÜTÇESİ VE SERMAYEMustafa DURMUŞULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ VE DEVLET KRİZİYücel FİLİZLERGEZİ AYNASINDA TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININYENİ PROFİLİ VE GÖREVLERNuh ASLAN1410142535Türk Tabipleri Birliği Adına Sahibi ve Yazı İşleri MüdürüDr. Bayazıt İLHANYazışma AdresiTürk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlýk ve Güvenlik DergisiTürk Tabipleri Birliği Merkez KonseyiŞehit Danýş Tunalýgil Sokak No: 2 Kat:4 PostaKodu: 06570Demirtepe/ANKARATelefon0 312 231 31 79 (Pbx)Faks0 312 231 19 52 - 53http://www.ttb.org.tr/msge-posta: msg@ttb.org.trHazırlık ve TasarımYeter CANBULAT - TTBBasımcının İletişim Bilgileri ve Basım YeriBaşak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. AnkaraTel: (0.312) 397 16 17YapımMucize ReklamTel: 0 312 417 10 56Basım Tarihi17.10.2014Yayın TürüYerel Süreli (3 aylık)Tiraj3.000 adetLogo ve Kapak Hakkı TTB’ye Aittir.Dergide Yayımlanan Yazıların Tüm SorumluluğuYazarlarına Aittir.DİSK GENEL-İŞ SENDİKASI İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLERİ ÖRNEĞİNDEİŞÇİLERİN HAZİRAN 2013 DİRENİŞİ'NE KATILIMDÜZEYİ VE EYLEMLERE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİNergis MÜTEVELLİOĞLUATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULUİŞÇİ SAĞLIĞI TARTIŞMALARIAta Soyer Sağlık ve Politika OkuluANTAKYA SEMT PAZARLARINDA KENDİ ÜRETTİKLERİ TARIMSALÜRÜNLERİ SATAN ÇİFTÇİ PAZARCILARIN TARIMSAL SAĞLIK RİSKLERİNazan SAVAŞ, Tacettin İNANDI, Ersin PEKER, Ömer ALIŞKINHABER51637887


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iYAYIN KURULU’NDANSoma’da 300’den fazla işçinin yaşamını yitirmesine yol açan toplu iş cinayeti, Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliğigerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi.Sermaye sınıfı ve bu sınıfın çıkarlarını her şeyin önüne koyan AKP hükümeti, el ele, kol kola bu cinayeti işledi…Soma faciası, işçi sağlığı ve güvenliği alanına emekten yana bir perspektifle yaklaşanların, “neo-liberal politikalar,özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma, esnekleştirme” diye başladığı cümlelerin bir retorikolmadığını, işçi sağlığının bu parametrelerden bağımsız değerlendirilemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu.2004 tarihli Maden Kanunu ile madencilik sektörünün piyasaya tümüyle açılması ve 2010’da Kanuna eklenenbir madde ile kamu madenlerinde taşeronlaştırmanın en kötü biçimi olan “rödovans”ın adeta kural haline getirilmesi,Soma faciasına giden yolların taşlarını ördü…Oysa çok değil daha 1,5 yıl önce, 2013’ün başında Zonguldak Karadon’da 9 işçinin ölümü ile sonuçlanan vetaşeronlaştırmanın başrolde olduğu iş cinayetinde facianın ucundan dönülmüş, Maden Mühendisleri Odası eskiBaşkanı Mehmet Torun, küçük bir kıvılcımla, tüm madenin atom bombası gibi patlayabileceğini o sırada vardiyadaolan 800 işçinin birden ölebileceğine dikkat çekmişti. Adeta bir “Rus Ruleti”ne dönen özelleştirme, piyasalaştırma,taşeronlaştırma üçgeni bu kez Soma’da 300’den fazla işçiye mezar oldu.Daha Soma’nın acısı taptazeyken, bir katliam haberi de Karaman/Ermenek’ten geldi. Rödovans yoluyla farklışirketlere peşkeş çekilmiş bir maden sahasında, daha önce işletmesi sona ermiş bir madenin alanına doğru sondajdahi yapmaksızın ilerleyen Has Şekerler işvereni, su baskınına ve göçüğe yol açtı. 18 işçi, yine el birliği ile katledildi.Eğer bu maden havzası, kamu eliyle, planlı bir biçimde işletiliyor olsaydı, bu katliam yaşanmayacaktı…Sadece madenlerde değil, inşaat ve tarım sektörlerinde de toplu iş cinayetleri yaşandı. Mecidiyeköy’deki TorunCenter inşaatında çalışan 10 işçi, 32. kattan yere çakılan asansörde can verdi. Arızalı olduğu, riskli olduğu bilinen,işçilerin ancak içinde sallanarak yavaşlatabildiği asansör, “inşaatın aksamaması” adına çalıştırıldı ve kaçınılmaz olanyaşandı. Dünyanın hiçbir dilinde bu yaşananın adını “kaza” ile açıklamak mümkün değil. Soma’da, Ermenek’teolduğu gibi göz göre göre bir Rezidans cinayeti işlendi…Isparta’da elma toplayan mevsimlik tarım işçilerini taşıyan midibüsün devrilmesi neticesinde ise 17 işçi yaşamınıyitirdi, 28 işçi ise yaralandı. Kayıtlara “trafik kazası” diye geçti belki ama 27 yolcu kapasiteli midibüste 45 işçinintaşındığı gerçeği çok geçmeden gün yüzüne çıktı…Tekil ya da toplu iş cinayetleri tüm hızıyla devam ediyor. Ve katil hala serbest… Elini kolunu sallaya sallaya, memleketindört bir yanında, madende, inşaatta, enerjide ve bilcümle sektörde “faaliyetlerine” devam ediyor, yenikurbanlarını arıyor!1Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iYAYIN KURULU’NDANSoma katliamı ve peşpeşe yaşanan toplu iş cinayetleri, meseleyi kader-fıtrat-mukadderat eksenindedeğerlendirenlerin sığlığı kadar, işçi sağlığı ve güvenliğine yönelik teknisist yaklaşımların kısırlığına da işaret etti. “Kaza,ölüm, madenciliğin fıtratında var” diyen zihniyetin, ölümleri engelleme derdinin olmadığı şüphe götürmez bir gerçek.Ancak bu gerçeği görmezden gelerek, sınıfsal ilişkilerin ve iktidar yapılanmasının kenarından dolaşarak, “teknikdüzeyde çözüm aramak ve konuyu bu eksende ele alarak tartışmak” da sorunu çözmüyor! Bilimin, tıbbın,mühendisliğin ve teknolojinin sağladığı tüm olanaklar, tüm mesleki ve bilimsel birikim; konunun “sosyal ve sınıfsalboyutu” ile ilişkilenmediği, üretim ve iktidar ilişkilerini sorunsallaştırmadığı, alanın sosyal ve sınıfsal aktörleri ilebuluşmadığı sürece, “gök kubbede hoş bir seda” olmanın ötesine gitmiyor.Soma kıyımı ve takip eden toplu cinayetler, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulamadaki 2. yılını doldurduğudönemde meydana geldi. “Büyük bir yenilik” olarak sunulan, bazılarınca her derde deva olacağı umulan Kanun, Soma’dabir kez daha sınandı! Özünde “işi”, “işçinin” önüne koyan; daha adında, işçinin değil işin sağlığını önceleyen,işçi sağlığı ve güvenliği alanını piyasayı koruyarak ve hatta bizzat alanın kendini piyasalaştırarak kurgulayan Kanun,bir kez daha sınavı geçemedi. 4 maden mühendisinin can verdiği ve iş müfettişlerince düzenli olarak “denetlenen” Soma’dakimaden, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının gerçek anlamda mesleki bağımsızlığı ve iş güvencesinin olmadığı,işçinin kendi sağlığını korumak için müdahale ve mücadele edebileceği dayanaklardan ve gerçek bir güvenceden yoksunbırakıldığı, işyerinde sağlık ve güvenlik örgütlenmesinin bu öznelere dayanmadığı ve iş teftişinin bu öznelerle birliktekurgulanmadığı, gerçekten etkin ve caydırıcı cezaların öngörülmediği ve uygulanmadığı koşullarda, hiçbir yasanın butür katliamların önüne geçemeyeceğini gözler önüne serdi.Soma kıyımı, sendikal örgütlenmenin tek başına sorunu çözmediğini, “en kötü sendikanın sendikasızlıktan iyiolmadığını”; doğru bir sendika, sendikal anlayış ve sendikal mücadele pratiği olmaksızın “sendika”nın işçilerin sağlığınıkorumadığı gibi işçilerin talep ve tepkilerini “kendiliğinden” ifade edebilecekleri kanalları da tıkayarak tabunun sonçivisini çakabildiğini gösterdi. 12 Eylül darbesinin ardından getirilen işkolu barajları ile inşa edilen sendikal tekel vesınırları yasalarla kalın bir biçimde çizilen “makbul sendikacılık”, Soma’da bir kez daha “sobelendi”!2Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iYAYIN KURULU’NDANEsasında, yukarıda yaptığımız tüm tartışmalara, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi daha önce ev sahipliği yaptı…Özelleştirme, taşeronlaştırma ve işçi sağlığı ilişkisi genel anlamda (örneğin sayı 40, Etiler’in yazısı) madencilik sektörüözelinde (sayı 28, Güneş’in yazısı) ve diğer sektörler düzleminde (ör. limanlar sayı 22, Topak’ın yazısı; kot kumlama,sayı 32, özel dosya; tersane sektörü, sayı 34, özel dosya; tarım sektörü, sayı 38-39 özel dosya; sağlık alanı, sayı 42-43, özel dosya; inşaat sektörü, sayı 47-48, özel dosya) ele alındı. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, yasalaşma süreci,içeriği ve açmazları ile detaylı bir biçimde tartışıldı (ör. sayı 28 Abbasoğlu’nun yazısı; sayı 43, Emiroğlu ve Koşar’ınyazısı).İşçi sağlığı ve güvenliği sorunu sınıfın örgütlenme ve mücadele süreçleri ekseninde defalarca masaya yatırıldı (ör.sayı 30, Çaralan’ın yazısı; sayı 36, Tekel dosyası). Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, yayına başladığı günden bu yanasorunu “teşhis” etmekle kalmayıp, “tedavi” etmek ve uzun vadede “eradike” etmek amacıyla “emeğin sağlıklı olmahakkı”nı merkeze aldı; bu hak ekseninde bir mücadelenin örgütlenmesi ve yürütülmesinin bir aracı olarak da işlevgörmeye çalıştı (ör. sayı 39 ve 41).Bu anlamda, 15 yıla ve <strong>50</strong> sayıya kapı aralayan Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, önemli bir geleneğin, perspektifin,inancın ve umudun naçizane bir temsilcisi olmaya devam ediyor. Bu sayımızda da maden ve inşaat sektörleriile mevsimlik tarım işçiliği gerçeğini yeniden gündeme getiren, Haziran direnişi ve işçi sınıfı ilişkisini ele alarakumudu canlı tutan, AKP hükümetinin emeğe yönelik yeni saldırı planını, Ulusal İstihdam Stratejisi’ni masaya yatıranyazı ve çalışmalarla karşınızdayız…Yayın Kurulu olarak, Soma Maden gerçeği karşısında, bir kez daha eksiklerimizi gözden geçirerek, eksikliklerimiziaşmaya çalışarak, okurlarımızdan, yazarlarımızdan ve sınıfımızdan beslenerek bu geleneği, inadı ve inancı geleceğetaşımak için çalışmalarımıza devam edeceğiz.Soma’da, Mecideköy’de Ermenek’te, Isparta’da ve memleketin dört bir yanında yaşamını kaybeden işçilere, işçisınıfına karşı olan borcumuz çünkü bu…3Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iAziz ÇELİKDoç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri BölümüORGANİZE BİR KATLİAMSOMATürkiye tarihinin en büyük işçi katliamı olanSoma (13 Mayıs 2014), bireysel ve teknik değil,sosyal, siyasal ve iktisadi boyutları olan organize birsuçtur. İşin bütün bir süreç olarak örgütlenmesi,ocağın hizmet alım sözleşmesi ile Soma AŞ’yedevri ve sonrasında işverenin ocakta oluşturduğuçalışma düzeni katliamın asıl nedenidir. Bu nedenleSoma, Ermenek ve benzeri katliamlara sadeceteknisist gözle bakmak (önemli olmakla birlikte)gerçek failleri anlamada yetersiz kalacaktır.Soma’da ve Ermenek’te daha ucuz işçilik ve dahayüksek kâr için yapılan bir iş organizasyonu sonucuortaya çıkan bir katliam söz konusudur. Buörgütlü katliamdan devlet ve şirket (sermaye) birliktesorumludur. Kamu maden işletmelerini rödovans(kiralama) ile hizmet alımı (alt işveren, taşeron)vb yöntemlerle özelleştiren, güvencesiz çalışmabiçimlerini yaygınlaştıran ve esnekliği çalışmahayatında kural haline getirmeye çalışan politikalarbu katliamların asıl nedenidir.Kârlı ve kanlı bir sektör olarak madencilikMadencilik kârlı bir sektör olarak son yıllardagiderek artan bir biçimde sermayenin iştahınıkabartmaktadır. Öte yandan gerek devletin giderekartırdığı bedava kömür dağıtımı gerekse termiksantrallerin önemini artıran enerji politikası nedeniylekömür madenciliği “yıldızı parlayan” sektörhaline gelmektedir. Devletin kömürün neredeysetek müşterisi olması ve alım ve/veya fiyat garantisivermesi nedeniyle kömür işletmeciliği cazip birsektör haline gelmiştir.Tablo-1’de görüldüğü üzere madencilik sektörününkârlılık oranları diğer tüm sektörlerin ortalamasındanoldukça yüksektir ve bu durum istikrarlıbir seyir izlemektedir. Tüm sektörlerde brütsatış kârlılığı %12-13 iken bu oran madencilikte%30-37 arasında bir seyir izlemektedir. Aynıdurum net kârlılık açısından söz konusudur. Diğertüm sektörlerde net kârın net satışlara oranı %1-3arasında değişirken, bu oran madencilikteTablo-1: Madencilikte kârlılık oranları2010 2011 2012 2013Tüm Maden Tüm Maden Tüm Maden Tüm Madensektörler sektörler sektörler sektörlerBrüt Satış Kârı / Net Satışlar Oranı 0,13 0,30 0,13 0,37 0,12 0,35 0,13 0,31Faaliyet Kârı / Net Satışlar Oranı 0,04 0,14 0,04 0,20 0,03 0,19 0,04 0,15Faiz Giderleri / Net Satışlar Oranı 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02Faiz Giderleri / Faiz veVergiden Önceki Kâr 0,27 0,08 0,53 0,08 0,30 0,06 0,47 0,17Net Kâr / Aktif Toplamı 0,03 0,09 0,01 0,12 0,03 0,12 0,02 0,04Net Kâr / Net Satışlar Oranı 0,03 0,17 0,01 0,20 0,03 0,21 0,02 0,07Net Kâr / Öz Kaynak Oranı 0,08 0,14 0,03 0,21 0,08 0,21 0,05 0,08Vergi Öncesi Kâr / Öz Kaynak Oranı 0,10 0,17 0,05 0,25 0,10 0,25 0,07 0,12Kaynak: Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Girişimci Bilgi Sistemi (1)4Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i%7-%20 arasında seyretmektedir. Tablo 1’de görüleceğigibi tüm kârlılık oranları açısından madenciliksektörü açık ara öndedir. Madencilik sektörününyüksek kârlılığını <strong>50</strong>0 büyük şirket açısındanda izlemek mümkündür. Türkiye'nin <strong>50</strong>0 BüyükSanayi Kuruluşu araştırmasına göre, 2010 yılınınen kârlı sektörleri madencilik ve elektrik olmuştur(2). İSO’nun <strong>50</strong>0 büyük şirket 2012 sonuçlarınagöre de madencilik şirketlerinin brüt kârlılığıoldukça yüksek seyretmiştir. <strong>50</strong>0 büyük şirket içindeyer alan özel madencilik şirketlerinin brüt kârlılığı%38 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönemde<strong>50</strong>0 büyük şirketin genel brüt kârlılığının %8 civarındaolduğu dikkate alınırsa madenciliğin nasılkârlı ve iştah kabartan bir sektör olduğu görülecektir(3).Öte yandan gerek termik santraller ve gereksebedava dağıtılan kömür nedeniyle kömürün enbüyük müşterisi devlettir. Devlet kömür üretimialanından çekilmekte ancak kömürü satın almaktadır.Özellikle devletin bedava dağıttığı kömürünson yıllarda kayda değer bir artış gösterdiği görülmektedir.Devlet 2 milyona yakın aileye Sosyal YardımlarGenel Müdürlüğü aracılığıyla her yıl bedavakömür dağıtmaktadır. Bedeli hazine tarafındankarşılanan dağıtılan kömür tutarı TKİ’nin toplamsatışının %30’una karşılık gelmektedir (4). Hükümetinbedava dağıttığı kömürün dolaylı maliyetiözel kömür şirketlerinde çalışan işçilere yüklenmektedir.Tablo-2: Devletin bedava dağıttığı kömürYıllar Yararlanan Dağıtılan DağıtılanAile Kömür Kömür(Bin Ton) (Milyon TL)2003 1085511 663 892004 1<strong>49</strong>0301 1057 1642005 1<strong>49</strong>0301 1319 2292006 1754<strong>50</strong>9 1262 2412007 1859687 1472 3172008 2057146 1628 4332009 2227066 1936 5582010 2076112 1522 4322011 2028259 2207 6542012 2018845 2159 7452013 2068591 2046 731Ortalama Toplam Toplam1866065 17260 4595Kaynak: TKİ 2013 raporu, s. 53 (4)İşveren tüzel kişilik olarak sorumludurİşveren tüzel kişilik olarak, şirket olarak katliamdansorumludur. Bu sorumluluk alt düzey teknisyenve mühendislere, İş Yasasında tanımlananişveren vekillerine yıkılamaz. İş organizasyonundan,şirket politikalarından, yatırımlarından, işçisağlığı ve iş güvenliği harcamalarından şirket tüzelkişilik olarak sorumludur. Soma’da “dayıbaşı” sistemiolarak adlandırılan taşeron sistemi, prime dayalıüretim cinayete davetiye çıkarmaktadır. Prim sistemlerinintümü işçinin sağlık ve güvenliğini tehlikeyeatar. İşçi ana ücret yetersiz olduğu için üretimiartırarak prim almaya çalışır. Madencilikteprim, parça başı üretim sisteminin uygulanması isedaha da vahimdir. Öte yandan işçilere yeterli eğitimverilmemesi, mevzuatın öngördüğü işçi sağlığıve iş güvenliği önlemlerinin alınmamış olması şirketyönetimin sorumluluğunu ortaya koymaktadır.Çalışma mevzuatı açıktır. İşverenin işçiye yöneliken önemli borcu işçiyi koruma borcudur. 6331sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın 4 ve 5.Maddelerine göre, işveren her türlü tedbiri, sonteknolojiyi kullanarak ve riskleri öngörerek almakzorundadır. Ölmemesi gereken işçiler ölmüşse,olmaması gereken kaza olmuşsa, yangından kaçmasıgereken işçiler kaçamamışsa işveren bütün busonuçları öngörmediği, önlem almadığı veya özensizdavrandığı için suçludur. Bu noktada Soma veErmenek katliamlarının mevzuat eksikliğindenkaynaklandığı söylemek mümkün değildir.Soma katliamı bireysel olarak işlenmiş sadeceteknik tedbirsizliklere dayalı ve mevzuat yetersizliğisonucu ortaya çıkan bir suç değil, işçilerin hayatınıkorumakla yükümlü devletin ve işçilerin hayatınıkorumakla yükümlü işverenin işbirliği halindeve organize bir biçimde işledikleri sosyal, siyasal veiktisadi arka planı olan bir cinayettir.Madenciliğin fıtratında artık ölüm yokSoma katliamının ardından tekrar “fıtrat” tartışmalarıgündeme geldi. Cinayetin gerçek nedenleriniperdelemek için “eski hikâye” yeniden dolaşımasokuldu: Tevekkül ve fıtrat. Soma katliamınınardından Başbakan Erdoğan Soma’ya yaptığıziyaret sırasında “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürdeiş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında,fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacakdiye bir şey yok” dedi Başbakan bu iddiasını kanıt-5Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ilamak için Viktorya Dönemi İngiltere’sine kadargiderek çeşitli örnekler verdi: “1862 bu madendegöçük 204 kişi ölmüş. 1866 361 kişi ölmüş İngiltere.İngiltere’de 1894 patlama 290.” (5)1860’ların İngiltere’si ile 2014’ün Türkiye’sinikarşılaştırma absürtlüğünü bir kenara bıraktığımızdaölümüm artık madenciliğin fıtratında olmadığıaçıkça görebiliyoruz. ILO verilerine göre Türkiyebüyük ölçekli maden üretimi yapan ülkeler içindeişçi başına ölüm oranının en yüksek olduğu ülkelerinbaşında gelmektedir. 2000-2012 yıllarını kapsayanortalama verilere göre, Türkiye’de 100 binmaden işçisi başına yıllık ölüm sayısı 73’tür. Bu sayıİngiltere ve Norveç’in 15 katı, Almanya ve Avustralya’nın9 katı, Polonya ve İtalya’nın yaklaşık 6katıdır. Türkiye’nin en yakın olduğu ABD’nin ise3,5 katıdır. 2000-2012 arasında Türkiye’de madenkazaları sonucu ölen işçi sayısı 1024 iken İngiltere’de14 yılda sadece 62 maden işçisi ölmüştür.İngiltere’de, 2009’da 5 madenci, 2010’da sadece 3madenci, 2011’de ise 10 madenci iş kazası sonucuyaşamını yitirmiştir. (6)Bir başka karşılaştırmayı kamu ve özel sektöraçısından yapmak gerekir. Kamu ve özel sektörmaden işletmelerinde yaşanan ölümler karşılaştırıldığındada çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.Zonguldak havzasını kapsayan 2000-2012 yıllarınıkapsayan bir araştırmaya göre özel ve kaçak ocaklarda100 bin ton kömür üretimi başına düşenTablo-3: Kamu ve özelde ölüm oranlarıÖzel ve kaçak Türkiye Taşocaklar Kömürü İşletmesiYıl Üretim Ölüm Üretim Ölüm2000 141.456 10 3.196.463 112001 140.479 15 3.<strong>49</strong>2.105 52002 68.183 8 3.244.444 92003 44.361 18 2.954.334 82004 38.7<strong>50</strong> 17 2.805.654 52005 336.925 8 2.621.263 102006 783.945 7 2.297.173 32007 816.230 16 2.423.719 52008 930.570 20 2.335.457 72009 883.186 13 2.883.243 72010 882.813 43 2.727.414 62011 1.026.732 10 2.607.182 42012 793.946 10 2.441.270 6Toplam 6.887.576 195 36.029.721 86Oran 100.000 2,83 100.000 0,24Kaynak: Genel Maden İş Sendikası (7)ölümlü iş kazası oranı kamuda 100 bin ton üretime0,24 ölüm karşılık gelirken özel ve kaçak ocaklardabu oran 2,83’e ulaşmaktadır. Diğer bir ifadeyleözel sektörde kamunun 12 katı daha fazla ölümyaşanmaktadır. (7).Soma katliamı özelleştirme vetaşeronlaşmanın dolaysız sonucudurRuhsat hakkı Türkiye Kömür İşletmeleri,TKİ’ye ait olan Soma katliamın yaşandığı Eynezkömür ocağında TKİ ile Soma Kömür İşletmeleriAŞ arasında yapılan hizmet alım sözleşmesi hileli(muvazaalı) ve kanunsuzdur. Soma AŞ’nin işçilerisözleşmenin başından beri TKİ’nin işçisidir ve TKİgerçek işveren olarak hem cezai hem de hukukianlamda sorumludur. Sayıştay’ın Türkiye Kömürİşletmeleri Kurumu Sınırlı Sorumlu Ege Linyitleriİşletmesi Müessesesi 2012 başlıklı raporu (8) veTKİ’nin yıllık raporları bu gerçeği gözler önünesermektedir (9).Bu hizmet alım sözleşmesi hem Kamu İhaleKanunu’na hem de İş Kanunu’na aykırıdır ve fiiliiş ilişkisiyle de örtüşmemektedir. TKİ, Kamu İhaleKanunu’nun 4. Maddesinde sayılan hizmet işleriarasında olmamasına rağmen, kömür çıkarma işinihizmet alımı yoluyla yaptırmaktadır. Yapılan bu işbaşlı başına yasaya aykırı ve hileli (muvazaa) birişlemdir. TKİ sadece Kamu İhale Yasasını çiğnememiş,İş Yasasının 2. Maddesini de açıkça çiğneyerekmuvazaalı (hileli) bir alt işveren (taşeron)ilişkisi kurmuştur. TKİ asıl işin tamamını yasadaöngörülen koşullar olmaksızın, kendisini ihale sözleşmesiyleperdeleyerek alt işverene devretmiş, buyolla işçiyi koruyucu mevzuatın arkasına dolanıpucuz kömür üretmiştir. Yargıtay çeşitli kararlarındakanuna aykırı bir şekilde yapılan bu tür hizmetalım sözleşmelerinin muvazaalı (hileli) olduğunahükmetmiştir. Böylesine muvazaalı bir ilişkide İşYasası’nın 2. Maddesi gereği alt işverenin işçileri(Soma AŞ işçileri) başından beri TKİ’nin işçisidirler.TKİ de bu işçilerin hukuken işverenidir. Nitekimbu durum bilirkişi raporu ile de saptanmıştır. 5Eylül 2014 tarihli bilirkişi raporunda şu ifadeler yeralmaktadır: “Asli görevi kömür işletmeciliği olan,gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğinesahip Türkiye Kömür İşletmeleri’nin, asıl işi olanyeraltı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ileiş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt6Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iişverene devretmesi nedeniyle; a) TKİ YönetimKurulu Başkanı; b) TKİ İşletme Dairesi Başkanı,asli kusurludur” (10).TKİ katliamın meydana geldiği kömür ocaklarıdahil çok sayıda kömür ocağını rödovans (kiralama)ve hizmet alımı yöntemleriyle özel sektöredevrederek çalışma koşullarının ve iş güvenliğininkötüleşmesinde birinci derecede rol oynamıştır.TKİ yeraltı maden işletmeciliğinin neredeysetamamını rödovans ve hizmet alımı yoluyla özelsektöre devretmiştir. 2013 yılı verilerine göre satılabilir7,1 milyon ton kömürün 4,7 milyon tonurödovans karşılığı ve 2,2 milyon tonu ise hizmetalımı yoluyla üretilmiştir. Rödovansın payı %66’ya,hizmet alımının payı %31’e ulaşmıştır. TKİ’ninkendi imkânları ile çıkardığı yeraltı kömürü sadece%2-3 civarındadır (4). TKİ neredeyse kömür üretimindentümüyle çekilmiştir.TKİ’nin işçi sayısı, satışları ve kârlılığına ilişkinrakamlar gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.1990’da 27 bin 800 işçinin çalıştığıTKİ’de 2013 itibariyle sadece 5159 personel çalışmaktadır.Buna karşılık hizmet alımı yoluyla çalışanpersonel sayısı 2000 yılında <strong>50</strong>00 iken 2013yılında 17 bin 234’e yükselmiştir (Tablo 4). TKİkendi bünyesinde çalışan işçi sayısını hızlı birbiçimde düşürmüştür. Buna karşılık TKİ’ninkömür üretiminde bir düşüş söz konusu değildir.TKİ’nin satılabilir kömür üretimi son yirmi yılboyunca yıllık 30-35 milyon ton civarında seyretmektedir.Tablo-4: TKİ istihdam durumuYıl TKİ Hizmet Toplamalımı2000 17408 <strong>50</strong>00 224082001 16362 6<strong>50</strong>0 228622002 14645 7000 216452003 12986 6<strong>50</strong>0 194862004 12643 9000 216432005 11974 13000 2<strong>49</strong>742006 11233 16000 272332007 10557 17000 275572008 9068 18000 270682009 8226 17<strong>50</strong>0 263322010 8226 21000 292262011 7963 22000 299632012 6539 17200 237392013 5259 17234 22393Kaynak: TKİ 2013 raporu (4)Bu noktada sorulması gereken soru şudur:Nasıl oluyor da işçi sayısı 5-6 kat azalırken üretimaynı seviyede kalabilmektedir. Bunun yanıtı kömürüretimin özel sektör aracılığıyla (rödovans ve hizmetalımı) yaptırılmasıdır. TKİ kömür çıkarmamış,çıkarttırmıştır. Nitekim bu özelleştirme ve taşeronlaştırmasüreci sonucunda TKİ’nin kârlılığındapatlama yaşanmıştır. 1990 yılında 200 milyon zararaçıklayan TKİ 2012’de 860 milyon kar etmiştir(4). Kömür çıkarma ihalelerini alan şirketlerin dehallerinden memnun oldukları açık.Cinayet seyircisi olarak devletDevletin sorumluluğu sadece makro politikalarlasınırlı değildir. Devletin bir diğer sorumluğuçalışma hayatının denetimi konusunda ortaya çıkmaktadır.Madenlerin denetimi konusunda ikibakanlık sorumludur: Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.Çalışma hayatının denetiminden devlet sorumludur,kamu bu görevden kaçınamaz ve bunu devredemez.Devlet, bütün yurttaşlar gibi işçilerin decan güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. İşçilerçalışma hukuku açısından özel olarak korunmasıgereken kesimdir. Ancak çalışma hayatının denetimikonusunda tam bir sefalet yaşanmaktadır.Öncelikle 1,5 milyondan fazla işyerinin (11) denetimiiçin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıbünyesinde 585 yetkili iş müfettişi olmak üzereyardımcılarıyla birlikte 1034 iş müfettişi görev yapmaktadır(12). Çalışma hayatının etkin denetimibu kadar sınırlı müfettişle mümkün değildir. 260bin polisin olduğu bir ülkede bir kaç yüz iş müfettişininvarlığı devletin önceliği ve niteliği konusundabir fikir vermektedir. Öte yandan denetimkonusunda işverenlere getirilen yükümlülüklerişlevsiz kalmaktadır. İşverenlerin çalıştırdıklarıişyeri hekimleri, iş güvenliği mühendisleri veuzmanları, işletmenin ücretli çalışanıdır. İşverenebağımlı, iş güvencesi olmayan bu çalışanların etkinbir denetim yapması ve bunu raporlaştırmasıimkânsızdır.Devletin denetime ilişkin zafiyet ve aymazlığıSoma katliamında son derece nettir. Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanı söz konusu madenin son 2yılda 16 kez denetlendiğini açıkladı (13). 16 denetimerağmen yaşanan facia nasıl izah edilecek?Madenlerin denetimi konusunda gündeme getiril-7Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s imesi gereken bir diğer nokta ise Enerji ve TabiiKaynaklar Bakanlığı’nın rolüdür. Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı yanında Enerji Bakanlığı damadenlerin denetimi konusunda kritik bir rolesahip. Bu rol daimi teknik nezaretçi kavramındaodaklanmaktadır. Daimi teknik nezaretçi uygulamasıve bu konuda bakanlığın ihmal ve ihlallerikatliamda ciddi bir faktör olarak ele alınmalıdır.3213 sayılı Maden Kanunu’nun 31. Maddesinegöre yeraltı maden üretimi yapan işletmeler en azbir maden mühendisini teknik nezaretçi olarakistihdam etmek zorundadır. Üretim bu mühendisininnezareti altında yapılmak zorundadır. Tekniknezaretçi maden üretiminin denetimi açısındanyaşamsal öneme sahiptir. Nezaretçi 15 günde en azbir defa madeni denetlemekle yükümlüdür. Nezaretçitespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçidefterine not etmek zorundadır. Teknik nezaretçiminen önemli yetkisi ise işi tek başına durdurabilmesidir.Böylesi kritik bir role sahip nezaretçinin bağımsızlığıve iş güvencesi çok önemlidir. Kaderi işvereniniki dudağı arasında olan bir teknik nezaretçininetkin bir denetim yapabilmesi mümkün değildir.Mevzuata göre teknik nezaretçinin ruhsat sahibitarafından atanmasını öngörmektedir. Bu sonderece önemli çünkü Soma katliamının yaşandığımadenin ruhsat sahibi Enerji ve Tabii KaynaklarBakanlığı ve ona bağlı Türkiye Kömür İşletmeleriKurumu’dur. Bu nedenle nezaretçinin ilgili idaretarafından atanması gerekir. Ancak Enerji ve TabiiKaynaklar Bakanlığı yönetmeliğin bu hükmünüihlal ederek ruhsat sahibi olduğu ancak katliamınyaşandığı teknik nezaretçi görevlendirmedi.Bakanlık mevzuatın kendisine verdiği teknik nezaretçigörevlendirme yükümlülüğünü de özelleştirdi.Özel sektör kendi teknik nezaretçisini kendisigörevlendirmektedir. Özel sektörün kendi çalışanıolan teknik nezaretçinin bağımsız ve etkin birdenetim yapması mümkün değildir. Bakanlıkçagörevlendirilen bir teknik nezaretçi söz konusuolsaydı, çok daha etkin ve bağımsız bir denetim sözkonusu olacaktı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımevzuatın gereği olan teknik nezaretçi görevlendirmesiniyapmayarak görev ihmali yapmış vemevzuatı çiğnemiştir.Soma katliamı ve suskun sendikalarSoma katliamında asıl failler devlet ve şirketiken, bu katliamın önlenmesi için sendikanın da8Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iüzerine düşeni yapmadığı tartışma götürmez.Madende örgütlü sendikanın, sendika şubesinin veişyeri sendika temsilcilerinin maden ocağındayaşanan sorunları bilmemesi (veya görmezden gelmesi)ve bunlara itiraz etmemesi ve kamuoyunungündemine taşımaması kabul edilemez. Soma katliamıöncesinde ciddi bir sendikal zaaf yaşandığı vebölgede işveren güdümlü sendikacılığın baskınolduğu ve katliamda güdümlü sendikacılığın darolü olduğu unutulmamalıdır. Soma öncesindeolduğu kadar Soma sonrasında da sendikal hareketmücadeleci bir hat izleyememiştir.Soma gibi katliamların önlenmesinde vesorumluların cezalandırılmasında toplumsal tepkininve duyarlılığın yaşamsal önemi olduğu açıktır.Bu tip katliamların yaşandığı pek çok ülkedeyoğun protesto eylemleri ve grevler gündeme geldi.Türkiye’de de tarihinin en büyük işçi katliamına,önemine uygun bir tepki verilmeli ve Türkiye tarihininbüyük işçi eylemlerinden biri ortaya konmalıydı.Ancak başta Türk-İş olmak üzere sendikalhareketin Soma katliamına uygun bir tepki verememiştir.Türk-İş katliam sonrasında bir haftasüreyle üç dakika işe geç başlama gibi gayri ciddibir karar almış, ancak gelen tepkiler üzerine bunu15 Mayıs 2014 tarihinde bir gün iş bırakmaya dönüştürmüştür.Aynı gün DİSK ve KESK de iş bırakmakararı almıştır.Bir günlük genel grev güçlü bir tepki olarakdeğerlendirilebilir. Ancak 15 Mayıs 2014 günügenel grev yapıldığını söylemek mümkün değildir.Az sayıda sendika genel grev kararına uyarken,Türk-İş üyesi sendikaların çok büyük bölümü bukarara uymamış veya sembolik eylemler yapmıştır.Sadece bir kaç sektörde (metal, maden, petrokimya,deri, cam ve sağlık gibi) sınırlı bir iş bırakmayaşanmıştır. KESK üyeleri iş bırakırkenMemur-Sen ve Kamu-Sen iş bırakmadığı içinkamu hizmetinde de önemli bir aksama yaşanmamıştır.Kısaca, işçiler yüzlerce sınıf kardeşleri birkatliamda ölürken bir gün iş bırakıp hayatı durduramamıştır.Bunun sorumluğu başta Türk-İş olmaküzere sendikaların omuzlarındadır.Soma’da 301 işçi öldüyse ve başka yerlerde hergün işçiler iş cinayetleri sonucu ölmeye devam ediyorsa,bunda devletin ve sermayenin sorumluluğukadar, demokratik, mücadeleci ve sınıf eksenli birsendikacılık yerine, “efendi” ve güdümlü sendikacılığıyeğleyenlerin payı da azımsanacak gibi değildir.Soma yeni liberal kapitalizmin ve onun çalışmarejiminin dolaysız bir sonucudur. Özelleştirme,piyasalaştırma, taşeron (alt işveren) uygularınıntemel taşlarını oluşturduğu neoliberal çalışma rejimiişçilerin sadece çalışma koşullarını ve maddihakları değil yaşamlarını da tehdit ediyor. Bunedenle Soma katliamı neoliberalizmin aynasıdır.Son söz: Madenciliğin değil neoliberalizmin,özelleştirmenin güvencesiz ve esnek çalıştırmanınfıtratında ölüm var. Soma ve Ermenek katliamlarımadencilikte rödovans, hizmet alımı ve benzeriyollarla yapılan özelleştirmeye son verilmesi vemaden işletmeciliğin kamu tarafından yapılmasıgerektiğini ortaya koydu. Soma ve Ermenek’in enönemli dersi budur.Kaynaklar1. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Girişimci BilgiSistemi http://gbs.sanayi.gov.tr (Erişim 5 Kasım 2014).2. Dünya gazetesi: “Maden sektörü yüksek kârı buldu”http://www.dunya.com/maden-sektoru-yuksek-karibuldu-130786h.htm.3.Türkiye'nin <strong>50</strong>0 Büyük Sanayi Kuruluşuhttp://www.iso.org.tr/projeler/arastirmalar/turkiyenin-<strong>50</strong>0-buyuk-sanayi-kurulusu/ (Erişim Kasım 2014).4. TKİ 2013 Faaliyet Raporu, www.tki.org.tr5. http://t24.com.tr/haber/basbakan-somada-olu-sayisi-232,258370 (Erişim 8 Kasım 2014).6. ILO İstatistik Veritabanı (31 Mayıs 2014).7. Genel Maden-İş Sendikası, Ölümlü İş Kazası Verileriwww.genelmadenis.org.tr/Sayfalar.asp?ID=<strong>49</strong> (4Kasım 2014).8. Sayıştay Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu SınırlıSorumlu Ege Linyitleri İşletmesi Müessesesi 2012Raporu.9. TKİ’nin yıllık faaliyet raporları www.tki.gov.tr10. Soma Bilirkişi Raporu 5 Eylül 2014,http://t24.com.tr/haber/soma-katliamina-iliskin-ihmalraporunda-yok-yok-sorumlu-cok,271315(12 Ekim2014).11. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Hayatıİstatistikleri, 2012.12. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’inyazılı soru önergesine verdiği cevap.http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-22775sgc.pdf (9Kasım 2014).13.Milliyet, 17 Mayıs 2014,http://www.milliyet.com.tr/bakan-celik-maden-16-kez-denetlendi-manisa-yerelhaber-202761/.l9Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iMADENCİLİKTE TAŞERON VE GÜVENCESİZ ÜRETİM:İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİTevfik GÜNEŞDİSK İSG ve Eğitim Dairesi Müdürü UYGULAMALARISermaye açısından işçi sağlığı ve güvenliğininekonomi-politiği, rekabet ve birikime engel olmamasıdır.Ama aynı zamanda, kendisinin, rekabet vebirikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yeralmasıdır.Bu yaklaşımı en açık 2012 yılında çıkarılan6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında görürüz.6331 sayılı Yasa incelendiğinde; Yasa şekli birbütünlüğün sağlanmaya çalışıldığını bize göstermektedir.Hizmet alımı, Yasanın temel ruhudur.Ülkemizde işçi sağlığı ve güvenliği sistemi çökmüşdurumdadır ve 6331 sayılı Yasa bu çökmüş sistemüzerinden çıkarılmıştır. Başta madencilik veinşaat sektörü olmak üzere son yıllarda yaşanan işcinayetleri bu çökmüşlüğün en trajik ve kabul edilemezyüzünü bize göstermektedir.13 Mayıs 2014 tarihinde Soma'da meydanagelen maden faciası, yüzyılın katliamı olarak kayıtlarageçerken; aynı zamanda ülkemizde sermayebirikim rejiminin acımasız yüzünü de bizlere göstermişoldu. Taşeronlaşma ve güvencesiz çalışmailişkileri devlet ve sermaye işbirliğiyle temel birikimpolitikası olmuştur. İşverenlerin küresel kapitalistsistemde rekabet edebilmeleri ve birikim sağlayabilmeleriaçısından ucuz işgücü ve düşük işletmemaliyetleri temel önemdedir.2003 yılında Karaman Ermenek'te kömür ocağındagrizu patlaması sonucu ölen 10 işçiyle başlayansüreç, 11 yılda özel sektör ve taşeron üretimeteslim edilmiş kamu madenciliğindeki işçi sağlığıve iş güvenliği uygulamalarının ne düzeyde olduğunubize ibretle göstermektedir.Özel sektör madenciliğinde ve kamuda rödovansve taşeronlaştırmanın sonuçlarının en acımasızörneklerini bu yıllarda görmek hiç şaşırtıcıolmamaktadır. Bunlar açısından mesleki eğitim vebirikim önemli olmadığı gibi, işçi sağlığı ve güvenliğiuygulamaları da tamamen maliyet kalemi olarakgörülmektedir. Maksimum kârı elde etmek içinen hızlı en acımasız üretim süreçlerini yaşamageçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler.Taşeron ve güvencesiz çalışmaişçi sağlığı ve güvenliğini reddederİş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca 2004 yılı Ekim,Kasım ve Aralık aylarında maden proje teftişi gerçekleştirilmişve 2005 yılında bir rapor 1 halindeyayınlanmıştır.Proje kapsamında 772 maden işyerinde denetlemeleryapılmıştır. Bu işyerlerinden 157’si yeraltı,93’ü yerüstü olmak üzere toplam 2<strong>50</strong>’si kömürişletmesidir.Teftişi yapılan işyerlerinde tespit edilen noksanlıklar;"1. Organizasyon, Gözetim ve Genel ÇalışmaŞartları2. Mekanik ve Elektrikli Ekipman ve Tesisler3. Tahkimat4. Havalandırma5. Yangın ve Patlama6. Ulaşım Yolları7. Kurtarma ve Tahliye8. Nakliyat9. Sosyal TesislerProje kapsamında yapılan denetimlerde genelolarak, işverenler tarafından iş sağlığı ve güvenliğinegereken önemin verilmediği, çalışanların iseeğitim düzeyinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir.Yeraltı işletmeleriUygun ve yeterli tahkimat yapılmamaktadır.Özellikle üretim bacalarında ve kılavuz arınlarında10Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ibir haveden fazla açıklık bırakılmaktadır. Busebeplerle arın patlaması, göçük, tavan ve yanlardanmalzeme düşmeleri meydana gelmektedir.Uygun ve yeterli havalandırma sisteminin bulunmamasınabağlı olarak baca ve kılavuz arınlarındakimetan geliri deşarj edilememektedir. Bu sebeplemetan yanması ve grizu patlamaları meydana gelmektedir.Nefeslik ve kaçamak yolu olarak kullanılmaküzere yer üstü bağlantılı ikinci bir yol bulunmamaktadır.Bu sebeple kaza durumunda işçiler ocaktanacil ve güvenli bir şekilde tahliye edilememektedir.Ayrıca bu durum ocak havalandırmasını daolumsuz etkilemektedir.Tehlikeli gazlar için erken uyarı sistemi bulunmamaktadır.Bu sebeple, tehlikeli gazlarınsürekli takibi yapılamamakta, gereklitedbirler zamanında alınamamakta vetehlikeli durumlarda ocağın acil tahliyesisağlanamamaktadır.İlkyardım ve tahlisiye istasyonlarınınkurulmaması, mevcutlarınise uygun nitelikte olmamasınedeniyle kaza sonucu kurtarmave ilkyardım işlemleri zamanındayapılamamaktadır.Ocakta uygun vasıfta gaz ölçümcihazının bulunmaması, her vardiyadamuntazam aralıklarla gaz ölçümlerininyapılmaması, ferdi maskelerin bulunmamasıve/veya kullanılmaması, çalışanların CH4(metan), CO (karbonmonoksit), CO2 (karbondioksit)ve diğer tehlikeli ve zararlı gazlardan etkilenmesineneden olmaktadır.Patlayıcı maddelerin ocaklarda kullanılabileceközellikte olmaması, yetkisiz ve ehliyetsiz kişilerceateşlenmesi, ateşlemelerde gerekli güvenlik tedbirlerininalınmaması nedenleriyle ciddi kayıplarlasonuçlanan kazalara sebep olmaktadır.Yangın ve patlamadan sağ olarak kurtulanlar,yeterli eğitim ve tatbikatların yapılmaması nedeniyleoluşan panik sonucu CO maskelerini kullanamamakta,güvenli çıkış yollarını bulamamaktave bu durum ölümleri artırmaktadır.Çalışanların ocak içi eğimli yollarda malzemetaşınan vagonlara binmeleri, vagon kaçmalarınakarşı tedbirlerin alınmaması, yollardaki aralıklarınyeterli olmaması, nakliyatla ilgili ölümlü ve uzuvkayıplı iş kazalarını meydana getirmektedir.Ülkemizde işçisağlığı ve güvenliğisistemi çökmüşdurumdadır ve 6331 SayılıYasa bu çökmüş sistemüzerinden çıkarılmıştır. Baştamadencilik ve inşaat sektörüolmak üzere son yıllardayaşanan iş cinayetleri buçökmüşlüğün en trajik vekabul edilemez yüzünübize göstermektedir.11Temmuz-Aralık 2013Yerüstü İşletmeleriKademe oluşturulmaması, kademe yüksekliklerininbom seviyesinin ve derin lağım deliklerininçok üstünde oluşturulması, kademelere uygun şevverilmemesi, aynalarda gerekli hallerde kavlak veçatlak kontrolü yapılmaması sebepleriyle kitle veblok kayma veya düşmesi sonucu iş kazaları meydanagelmektedir.Sonuç: Proje kapsamında gerçekleştirilen teftişlerindeğerlendirilmesi sonucunda maden işyerlerindeiş sağlığı ve güvenliği konusunun öneminikoruduğu anlaşılmaktadır. İş kazaları ve meslekhastalıkları risklerinin önlenmesi ve çalışanlarınkorunması amacıyla işyerlerinde iş sağlığı vegüvenliği bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesigerekmektedir.İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği bilincininoluşturulması ve geliştirilmesi,öncelikle iş sağlığı ve güvenliğikonusunda tüm ilgililerde kültürelbir değişikliği zorunlu kılmaktadır.Bu amaçla taraflar arasında işbirliğiningerçekleşmesi, işverenlere,işveren vekillerine işçilere ve temsilcilerine,teknik elemanlara, sağlıkpersoneline ve diğer tüm ilgililereyeterli ve sürekli eğitimin sağlanmasıgerekmektedir.Diğer taraftan maden işyerlerinde projedenetimlerine kapsamının genişletilerek devamedilmesi gerek maden işyerlerinin iş sağlığı vegüvenliği yönünden izlenmesi gerekse sözü edilenişbirliği ve eğitim çalışmalarının desteklenmesi açısındanuygun olacaktır." (1)Aradan altı yıl geçtikten sonra devam edenmaden kazalarının nedenlerini araştırmak üzereDevlet Denetleme Kurumu bir çalışma yapmış vebunun sonuçları da 2011 yılında kamuoyuyla paylaşılmıştır.Bu raporun 2 içeriğini kısaca aktarmakgerekirse;5. Bölümde ayrıntılı bicimde incelenen kazalarınnedenine ilişkin benzerlikler incelenmiş ve2005 yılı İş Teftiş Kurulu Raporunu daha detaylıhale getirmiş ve şu tespitler yapılmıştır:l Risk değerlendirmesi yapılmaması,l Taşeronluk/alt işverenlik uygulaması,l Üretim zorlaması,l Geçmiş kazalardan ders alınmaması,l Grizu riskine karşı önlemlerin yetersiz olması,


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s il Kontrol ve degaj sondajlarının yeterince yapılmaması,l Delme-patlatma işlemindeki düzensizlikler,l Çalışanlarda CO maskesi bulunmaması,l Gaz izleme ve ikaz sistemlerinin yetersizliği,l Havalandırma yetersizliği,l Grizu emniyetli elektrikli cihaz ve ekipmanlarile ilgili sorunlar,l Nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili yetersizlikler,l Tahkimat ile ilgili eksiklikler,l Tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorunlar,l Maden işletmelerinde gözetim (iç denetim)hizmetlerinin yetersizliği,l Teknik nezaretcilik vb. işletme içi denetimuygulamaları ile ilgili sorunlar,l Kamu birimleri denetimlerinin etkinsizliği,l Mesleki eğitim ve iş guvenliği külturu noksanlıkları."(2)Görüldüğü üzere, 2005 yılından 2011 yılınakadar giden süreçte madenlerde işçi sağlığı ve işgüvenliği önlemlerine ilişkin hiç bir şeyin değişmediği,aksine ölümlü iş kazalarının giderek yükseldiğive kaza nedenlerinin ortadan kaldırılmasınadönük bir çabanın yaşanmadığını kuvvetle vurgulamakgerekiyor.2011 DDK Raporunun “Öneriler” bölümündekapsamlı tedbirlerin alınması ve bir sistem yaratılmasıistenirken, Soma faciasına kadar geçen süreçtede olumlu anlamda yaratılan hiç bir uygulamayoktur. Aksine zayıf denetim ve yaptırımlara uğrayanve kapatılan maden ocakların da bile ocağıkaçak çalıştırma cüreti ve cesareti görülebilmektedir.Soma Madenfaciasından sonraTMMOB SomaRaporunu 2014 yılıEylül ayında yayınlamıştır(3). Burapordaki kazanedenlerine bakıldığındayukardakiiki rapordaki bulgularlaörtüştüğünügörürüz.Fakat kamuoyunadönüp baktı-Yoğun birikim vedeneyime sahip olankurum ve kuruluşlaryerine üretimin, teknikve alt yapı olarakyetersiz, deneyim veuzmanlaşmanınolmadığı kişi veşirketlere bırakılmasıişçi sağlığı ve güvenliğiönlemlerinin hızlaterkedilmesine nedenolmuştur. Buna bir dekamusal denetimin veyaptırımın yetersizliğide eklenince facialarbir biri ardı sıragelmeye başlamıştır.ğımızda yapılantartışmalarda, yafıtrata, ya işçiningüvensiz davranışlarınaya da güvenlik kültürünün olmayışına vurguyapılarak temel sorunlar örtbas edilmeye çalışılmaktadır.Oysaki bu raporlara bakıldığında işçilerinmesleki ve İSG eğitimlerinin yetersizliği tek birkalemde geçmektedir. Güvenlik kültürünün birsistem içinde ele alınması vurgulanmakta, işçininmesleki ve İSG eğitimlerindeki yetersizlikler, üretimyapısının kendisinden kaynaklandığı açıkçasöylenmektedir.1980‘li yılların başından itibaren uygulamayakonulan özelleştirme, taşeronlaşma, rödovans vb.yanlış uygulamalar; kamu madenciliğini küçültmüş,kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllarsonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve dene-12Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iyim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikimve deneyime sahip olan kurum veSağlık,güvenlik veçevreyle ilgili özerkdemokratikbir kurumsalyapının sendikalar, meslek odave birlikleri ve üniversiteler ileoluşturulması politikasınınyaratılması ve ısrarcı birçabanın gösterilmesigerekmektedir.13Temmuz-Aralık 2013kuruluşlar yerine üretimin, teknikve alt yapı olarak yetersiz, deneyimve uzmanlaşmanın olmadığıkişi ve şirketlere bırakılması işçisağlığı ve güvenliği önlemlerininhızla terkedilmesine nedenolmuştur. Buna bir de kamusaldenetimin ve yaptırımın yetersizliği deeklenince facialar bir biri ardı sıra gelmeyebaşlamıştır.Ülkemizde; yüksek risk taşıyan, kuralsız vedenetimsiz, mühendislik bilim ve tekniğindenuzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmaksızın,tamamen ilkel koşullarda çalışan pek çokmaden firması ya taşeron ya da rödovans ilişkileriiçinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açısındanişçi sağlığı ve güvenliği uygulamaları tamamenmaliyet kalemi olarak görülmekte ve bu işletmeler,maksimum kârı elde etmek için en hızlı enacımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusundahiç tereddüt etmemektedirler.Geçmişin bütünsel üretim süreci ve koordinasyonu,yukardaki raporlarda tespit edilmiş temelsorunlar nedeniyle tamamen bozulmuş ve dolayısıylaişçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sistemlive koordineli uygulaması da ortadan kaldırılmıştır.Özel sektör madenciliğinde kamunun denetimve yaptırım koşullarına dönük düzenlemelerinyetersizliği hala devam etmektedir.Taşeronlaştırma ve güvencesiz çalıştırma ilebirlikte sendikal örgütlenmenin kapsamı daraltılmış,sendikal denetimlerin alanı da böylece sınırlandırılmıştır.Bu ekonomik faaliyet biçimi artık siyasal iktidarıbirikim yaratma rejiminin temel karakteriolmuş durumdadır. Türkiye Taşkömürü Kurumu veTürkiye Kömür İşletmeleri uzun zamandır rödovansve taşeronlaştırma politikasının kıskacı altınagirmiştir.Türkiye ILO’nun 176 Sayılı “Madenlerde Sağlıkve Güvenlik Sözleşmesi”ni hala imzalamamışdurumda olduğu sürekli vurgulanmaktadır. 155 ve161 sayılı ILO Sözleşmeleri de imzalandı ve içdüzenlemeler yapıldı. Değişen nedir diye sorulduğundahiç bir şey demek hiç de abartı olmayacaktır.Yıllardır bu konularda çalışma yapan, sorunlaradikkat çeken sendikalar, meslek odaları ve birliklerininuyarılarını dikkate almayananlayışların işçi sağlığı ve güvenliğialanında ciddi adımlar atabilmesimümkün görünmemektedir.Sonuç yerineYaşanan süreci, çalışanlar içinmutlak olarak yaşanması gerekenbir süreç olarak ele almak, tamamenkaderci, boğun eğen ve teslimolan bir anlayışla malul olma anlamınıtaşır. Aynı zamanda, yaşanan sorunları işçileringüvensiz davranışlarına, güvenlik kültürünün yokluğunabağlayanlarla ciddi ideolojik bir tartışmayapılması gerekmektedir. Bu sürecin tersine çevrilmesimümkün ve olanaklıdır. Bunu gerçekleştirebilmekiçinse ilk adım olarak belirli görevlerinele alınması sağlanmalıdır:Birincisi, sendikal hareketin kendi örgütlenmesininönündeki engelleri kaldırmak ve işletmedüzeyinde etkin bir rol oynayabilmek için samimibir mücadele vermesinin zorunluluğunun yanı sıraişçi sağlığı ve güvenliği alanını temel örgütlenmealanı olarak ele almalarını sağlayacak bilincingeliştirilmesi çabası içine girmelidir.İkincisi, taşeron ve güvencesiz üretim sisteminintamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetimve sınırlama getirilmesi için yine samimi, etkin birmücadele etmesi gerekmektedir.Üçüncüsü, sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgiliözerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar,meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulmasıpolitikasının yaratılması ve ısrarcı bir çabanıngösterilmesi gerekmektedir.Dipnotlar1. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş KuruluBaşkanlığı. “Yer Altı ve Yer Üstü Maden İşletmelerindeProje Değerlendirme Raporu”, İş Teftiş Kurulu YayınNo: 2, Ankara, 2005.2. Devlet Denetleme Kurulu, “Araştırma ve İncelemeRaporu”, Sayı: 2011/3, Ankara, 08.06.2011.lKaynaklar1. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş KuruluBaşkanlığı, “Yer Altı ve Yer Üstü Maden İşletmelerindeProje Değerlendirme Raporu”, İş Teftiş Kurulu YayınNo:2, Ankara, 2005, s.70-72.2. Devlet Denetleme Kurulu, “Araştırma ve İncelemeRaporu”, Sayı: 2011/3, Ankara, 08.06.2011, s.572.3. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, “Soma MadenFaciası TMMOB Raporu”, Ankara, 29.09.2014.l


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iMustafa DURMUŞDoç. Dr., Gazi Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü Öğretim ÜyesiDEVLET BÜTÇESİVE SERMAYEGirişBu çalışmada kapitalist bir devletin bütçesi,tarihsel maddeci yöntemle, devletin bir bütün olarakkurumları ve sosyal sınıflar, iktisadi alt yapıdakidinamikler ve bunların karşılıklı etkileşimleriüzerinden incelenecektir. Bu nedenle de öncelikle,bu yöntemi esas alan Marksist devlet teorilerine vebu teorilerin bütçenin iki önemli bileşeni olankamu harcamaları ve vergilemeye ilişkin çıkarımlarınayer verilecek, ardından 2014 Bütçesi bu yaklaşımlarlabağlantılı olarak çözümlenecektir.Marksist Devlet TeorileriMarx’ın devlet üzerine görüşlerini içerenbağımsız bir çalışması mevcut değildir. Marx devletüzerine ayrı bir çalışma yapmaya niyetlenmiş olsada bunu gerçekleştirmeye ömrü yetmemiştir. Bunakarşılık, Kapital’de ve aşağıda belirtilen diğer bazıeserlerinde devlete ilişkin bazı açıklamaları ya datespitleri söz konusudur. Benzer açıklamalarEngels’in Anti-Dühring adlı eserinde yer almıştır,ama Engels’in devlet konusunu asıl olarak ele aldığıeser “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve DevletinKökeni” adlı eseridir.Bu kapsamda Marksist devlet teorilerinin klasikkaynakları olarak, yazım tarihleri itibariyle;Komünist Manifesto (Marx ve Engels, 1848),Fransa’da Sınıf Savaşları (Marx 18<strong>50</strong>, Engels derlemesi1895), Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i(Marx, 1852), Fransa’da İç Savaş (Marx, 1871),Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni(Engels, 1884), Anti-Dühring (Engels, 1874) veDevlet ve Devrim (Lenin,1918) sıralanabilirler.Devlet üzerine olan klasik Marksist literatürüntemel sonuçlarını şöyle özetlemek mümkündür:(i) Devlet, sonsuza kadar var olan bir şey değil,tarihsel bir olgudur.(ii) Toplumda var olan uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarısonucunda doğmuştur.(iii) Bir zor örgütüdür. Sınıflı topluma özgü,özel bir kamu gücü, özel bir organdır.(iv) Sosyal sınıflar karşısında tarafsız değil, birsınıf egemenliği aracıdır.(v) Marksist Leninist devlet kuramının ayırtedici özelliği sosyal sınıflar ve sömürü arasındakibağlantıya yaptığı net vurgudur.(vi) Özgül bir sınıf egemenliği biçimi özgül birdevlet biçiminde somutlanır. Bu nedenle özgüldevlet biçimini çözümleyebilmek için, özgül sömürütipinin iyi belirlenmesi gerekir. Ancak bu tekbaşına yeterli değildir.(vii) Sınıf egemenliği uygulamasının farklıyöntemleri vardır. Bu bazen hukuk çerçevesi istikrarlıbir yapıda, bazen de mevcut yasalar askıyaalınması biçiminde gerçekleşir.(viii) İşçi sınıfının alternatif devleti proletaryadiktatörlüğüdür. Ancak sosyalist devlet gidereksönümlenen bir devlet olmak zorundadır.(ix) Ekonomik alt yapıdaki gelişmeler siyasi üstyapıdaki değişimlerin ana kaynağıdır, ama siyasalüst yapı da ekonomide gelişmelerin yönünü vetemposunu etkiler. Devlet sadece bir üst yapı kurumudeğildir.(x) Kapitalist devlet esas olarak egemen sınıfolan sermaye sınıfı ile ilişkilenmiş olsa da göreliolarak sermayeden özerk davrandığı durum veörnekler de mevcuttur. Ancak bu örnekler çoksınırlıdır. Çünkü devletler uzun vadede, vergi gelirleriaçısından sermaye birikiminin hızlanmasınabağlıdırlar.(xi) Finansal krizlerin sıklaştığı bu çağda devletinbir diğer asli görevi, kapitalist sistemin vefinans kapitalin krizden çıkmasına yardımcıolmaktır.Devlete ilişkin bu özet çıkarımlardan hareketle,bütçe mekanizmasının işlevini daha iyi kavrayabilmekiçin, kapitalist devletin üretim tarzı, sermayeve sömürü ile olan ilişkisini biraz daha detaylıolarak ele almak yerinde olacaktır. Zira kapitalist14Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s idevlet, şu ana kadarki uygulamalarıyla özel sektörüretiminin temel alıcısı, alt yapı yatırımlarının anaaktörü, emek gücü piyasalarının düzenlenmesi vevergi indirimleri ve sermaye sübvansiyonları aracılığıylaalt yapıdaki sermaye birikiminin en temeldestekçisi ve verili bir anda böyle bir rejimin koruyucusuolmuştur.Devletin bu işlevi, devlet bütçesindeki yansımalarıaçısından en geniş bir biçimde 1970’lerdeve 1990’larda Marksist iktisatçı J. O’Connor tarafındanele alınmıştır. O’Connor’a göre, kapitalistdevlet birbiriyle genelde çatışan iki işleve sahiptir(1); “sermaye birikimi” ve “meşrulaştırma”. Yanidevlet bir yandan özel sermaye birikimini kârlıkılabilecek koşulları yaratmalı, diğer yandan sosyaluyumu / uzlaşmayı muhafaza etmelidir. Çünkükapitalist devlet açıkça bir sınıfın lehine olmaküzere sermaye birikimine destek olmak için zorgücünü kullandığında meşruiyetini ve toplumsaldesteğini yitirir. Diğer yandan, özel sermaye birikimineyardımcı olmayan devlet ekonominin artıdeğer üretimi böylece de bu artı değerden vergialma biçimindeki önemli bir gelir kaynağını yitirmetehlikesi ile de karşı karşıya kalır. Bu bağlamdakapitalist toplumda, devlet bütçesinin önemliunsurları olan kamu harcamaları, vergiler ve borçlanma,en başta kârlı bir sermaye birikimini mümkünkılmak üzere sermaye sahibi sınıfın ihtiyaçlarınıkarşılamaya hizmet eder.Öncelikle kamu harcamaları (örneğin otomotivalımı) başta olmak üzere devlet, özel sektör üretimininen önemli pazarıdır. Özellikle kriz dönemlerindegeçici bir çözüm olsa da, aşırı üretimin eritilmesindeen etkili kaynaktır. Keza büyük alt yapıprojeleri (otoyollar, hava alanları, enerji santralleri,demiryolları gibi), üst yapı inşaat işleri (örneğinTOKİ inşaatları) ve bunlara ilişkin ihaleler içinyapılan harcamalar sermaye ve servet birikimininönemli kaynaklarıdır. Nitekim Türkiye gibi azgelişmişülkelerde sermaye sınıfının gelişiminin enönemli yollarından biri devletin sırtından palazlanmasıbiçiminde olmuştur (2).Bu bağlamda kamu harcamalarının yukarıdasözü edilen iki işleve uygun düşen ikili karakterimevcuttur. Bunlardan “sosyal yatırım” (teknoparklar,alt yapı vs) ve emek gücünün yeniden üretimmaliyetini düşüren “sosyal tüketim” (sosyal güvenlik,sosyal sigorta) şeklindeki “sosyal sermaye harcamaları”özel sermayenin kârlılığını artırıp, artıdeğeri büyüterek ilk işleve hizmet eder. Kamusalsağlık, eğitim, işsizlik yardımları ve sosyal yardımlargibi ikinci grupta yer alan “sosyal harcamalar”ise devletin meşruiyetini böylece de sosyal uyumukolaylaştıran kamusallık derecesi yüksek harcamalardır.Ancak sosyal harcamalar artı değer çıkarımındave potansiyel özel sermaye birikiminde azalmaanlamına gelir ki bütçe üzerinde sınıfsal kavgaburada da ortaya çıkar (3).Diğer taraftan 1980 sonrasında küreselleşme,neoliberalizm ve reel sosyalizmin çöküşü gibi sermayeninhegemonyasının yeniden ve daha güçlübir biçimde kurulmasını sağlayan bazı faktörler,maliye ve bütçe politikaları ve kamu harcamalarınınniteliksel ve niceliksel dönüşümleri üzerindeve vergi yükünün sosyal sınıflar arasında yenidendağılımı üzerine çok etkili olmuştur (3).Artık, örneğin, bir yandan kamu harcamalarıbir bütün olarak verimsiz ilan edilirken, özel sermayebirikimini hızlandırmak için sermayeninvergi yükü azaltılmıştır. Sistemin yoksullarınındevlet bütçesi ile ilişkileri kesilerek, nicelik olarakda daraltılan sosyal yardımlar ya bütçe dışı fonlarya da gönüllü hayırsever kurumlar üzerinden yapılırolmuştur. Böylece neoliberal dönemde sermayenindevlet bütçesini sistemi meşrulaştırmak içinkullanma ihtiyacı giderek azalmıştır.Marksist Yaklaşımda VergilemeMarksist yaklaşımda vergileme tarihsel olarak,hem devletin varoluşunun temel kaynağı hem debir sömürü aracı ve sermaye birikimi yolu olmuştur.Marx’a göre, devletin ekonomik olarak varoluşunusağlayan en önemli şey vergilerdir (4). Marx,vergilemenin tarihsel olarak en eski bir sınıf mücadelesibiçimi ya da aracı olduğunu ileri sürmüş veburadan hareketle de vergilemeyi bir sömürü aracıolarak da değerlendirmiştir. Bu bağlamda Fransa’da1848’lerde ortaya çıkan halk hareketlerininve devrimlerin, bunların yol açtığı siyasal rejimdeğişikliklerinin temel nedenlerinden birinin, özellikleköylülerin aşırı vergilendirilmesi olduğunuileri sürmüştür (4).Vergi ile kamu finansmanı her zaman ekonomiksömürünün bir biçimi olarak görüldüğündentıpkı kamu borçlanması gibi vergileme de Marksistlertarafından her zaman sınıfsal analizin konu-15Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s isu olmuştur. Bu bağlamda Marksist yaklaşım altındaemek sömürüsü vergilendirme ve sermaye birikimiilişkisi aşağıdaki şemadaki gibi özetlenebilir.Buna göre yaratılan değerin tek kaynağı emektir.Ancak işçi, üretim araçlarının sahibi olmadığından,ürettiği değerin tamamına sahip çıkamaz.Bu değerin bir kısmı ödenmiş emeğinin karşılığıolan ücret biçiminde kendisine ödenirken sermayedar,kalan kısım yani ödenmemiş emeğin karşılığıolan değere el koyar. Bu kısım işçinin yarattığıartı değerdir ve sermayedar artı değer sömürüsüyoluyla işçinin yarattığı değere el koymaktadır.Sömürünün oranı işçinin ücreti içinde artı değermiktarı arttıkça, artmaktadır. Artı değer böylecesermayedarın kârının tek kaynağıdır.Bir başka anlatımla kâr burjuva iktisatçılarınileri sürdüğü gibi girişimci sermayenin yeteneğininkarşılığında elde ettiği bir şey değil, işçilerin yarattığıartı değerin kendisidir. Sermayedar bu artıdeğeri üretimde kullandığı malzeme ve hammaddetemin ettiği tedarikçi ile, malını sattırdığı tüccarile, bankadan kredi kullandı ise faiz biçimindebanka ile ve işyerini ya da toprağı kiraladı ise topraksahibi ile (rant) paylaşır. Marx’ın yaşadığıdönemde vergilerin milli gelir içindeki payı %5’ibulamayacak kadar düşüktür. Marx’ın Kapital’deartı değer bölüşümüne vergiyi dâhil etmemiş olmasınınnedeninin bu olduğu düşünülebilir. Ancakbugün bazı ülkelerde toplam vergi oranının %<strong>50</strong>’yiaştığı dikkate alındığında devletin payı olarak vergiyive küreselleşmenin bugün geldiği konumdanhareketle emperyalist sermayenin payı olarakroyalty ödemelerini de bu paylaşıma dâhil etmekgereklidir.Bu bağlamda devlet de hem doğrudan işçilerdensağladığı gelir vergisi, KDV ve ÖTV gibi vergilerlehem de özü itibariyle işçilerin yarattığı artıdeğerden alınan ama sermaye tarafından ödenmişgibi gözüken kurumlar vergisi ve gelir vergisi ileharcamalarını finanse etmektedir. Bir başka deyimlesermaye işçilerden elde ettiği artı değerin bir kısmını“önemli hizmetler” karşılığında devlet ile paylaşmaktadır.Bu önemli hizmetler, daha önce devurgulandığı gibi özel sermaye birikiminin önünüaçan sosyal yatırımlar (alt yapı vb), kamu ihaleleri,satın almalar, her türlü nakit teşvikleri ve sermayedüzenini korumaya dönük iç ve dış güvenlik, yasama,yürütme ve yargılama hizmetleri gibi ‘kamusalhizmetler’dir. Devlet ayrıca cömert vergi teşvikleri,indirimler, muafiyetler, vergi ertelemeleri, vergiArtı Değer Teorisi Perspektifinden VergilendirmeKamusal Hizmetler(Eğitim, sağlık vb.)Kamusal hizmetler (eğitim, sağlık vb.)Özel mülkiyetin korunmasıSübvansiyonlarTeşviklerİhalelerDiğer satın almalarDEVLETKAMUHARCAMASIEMEKDolaysız vergilerDolaylı vergiler(ÖTV, KDV)Ücret(ödenmişemek)1. Gelir vergisi2. SGK PrimiArtıdeğer(ödenmemiş emek-kâr)1. Gelir vergisi2. Kurumlar vergisiDoç. Dr. Mustafa DurmuşTedarikçiTüccarFaizKiraDEĞERVergi16Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s itatilleri, vergi afları ve vergi uzlaşmaları gibi araçlarlasermayeden aldığı vergileri azaltarak da buhizmetini sürdürmektedir.Bu şemadan da görüleceği gibi kâr üzerindenalınan ve sermaye üzerinde bir yük gibi görünensırasıyla, kurumlar vergisi ve kâr dağıtımı üzerindenalınan gelir vergisi aslında, kapitalistin işçidengasp ettiğinin devlet ile paylaşılmış kısmıdır. Devletbu vergilerle sermaye birikimini kolaylaştırıcı vebu eylemini meşrulaştırıcı işlevlerini yerine getirmektedir.2014 Bütçesi Üzerinden Devlet-Sosyal Sınıflar İlişkisi ÇözümlemesiDevlet ve sosyal sınıflar ilişkisinin devlet bütçesiüzerinden yapılmasının nedeni, devlet bütçesininbu ilişkinin ve sınıf mücadelesinin en somutalanlardan birini oluşturmasıdır. Ayrıca devlet bütçesisadece bir kanun değil, aynı zamanda çokönemli bir siyasal, hukuki, iktisadi ve yönetsel belgedir.Çünkü burjuva hükümetlere harcamaları vegelirleri açısından meşruiyet kazandırırken, aynızamanda egemen-yöneten sınıfların en önemliekonomi ve maliye politikası aracıdır. Sermaye veservet birikiminin yeniden üretilmesine, burjuvazinindevlet üzerinden daha da büyüyüp gelişmesineolanak sağlar. Son olarak hükümetlerin demokratik,sosyal hak ve özgürlükler, etnisite ve farklıinançlar ve farklı cinsler ve LBGTİ bireylerininsorunları konusundaki duruşunun da en önemligöstergelerinden biridir.Bu bakış açısı altında 436 milyar TL’lik bir harcamave 403 milyar TL’lik bir gelirin hedeflendiği2014 Merkezi Yönetim Bütçesi (5, s:37) çözümlenirken,şu temel iki soru akılda tutulmalıdır:(i) 2014 Bütçesi halkın katılımı ve toplumsaluzlaşma ile yapılmış ve halkın denetimine açık birbütçe midir?(ii) Harcamalar ve gelirler yönleriyle 2014Bütçesinin sınıfsal temelleri ve demokratik hak veözgürlükler, Kürtler, Aleviler ve diğer kimlik veinanç grupları ve kadınlar açısından yansımalarınelerdir?2014 Merkezi Yönetim Bütçesi, hem hazırlanışıhem de denetlenmesi anlamında, daha öncekilergibi demokratik katılımcılığı esas almadan, toplumunen geniş kesimlerinin müzakere ve onayınabaşvurulmadan hazırlanmıştır.Çünkü Bütçe öncesinde hazırlanan iki önemliprogram ve plan olan ‘Orta Vadeli Program(2014–2016)’ ve ‘Orta Vadeli Mali Plan(2014–2016)’ sırasıyla, Kalkınma Bakanlığı veMaliye Bakanlığınca hazırlanır ve yine sırasıylaBakanlar Kurulu ve Yüksek Planlama Kurulu’ncaonaylanarak yürürlüğe girer. Yani her iki önemlibelge de TBMM’nin onayına sunulmaz. ArdındanHükümet tarafından ‘Merkezi Yönetim Bütçesi’hazırlanır ve TBMM’nin onayına sunulur.Bir başka anlatımla bütçe hazırlama sürecinde;emekçiler, işçiler, halklar, onları doğrudan temsileden örgütler, işçi sendikaları, demokratik kitleörgütleri ya da parlamentoda temsil edilmeyensiyasal partiler yer almadığı gibi bu sürecin yerellerdetartışılmasına da izin verilmez.Halkın bütçe süreçlerinden dışlanması bir kezde uygulanmış olan bütçelerin denetlenmesi sırasındaortaya çıkar. Türkiye’de gerçek bir bütçedenetimi yapılamamaktadır. Çünkü Sayıştay,TBMM adına merkezi yönetim bütçesi kapsamındakikamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ilemahalli idareleri denetlemekle görevli olsa da, bukurum tarafından yürütülen dış denetim yapılanharcama ve toplanan gelirlerin mevcut hukuka vemevzuata uygunluğu ile sınırlı bir denetimdir. Yapılanharcamalarla halka dönük hangi ihtiyaçlarınne ölçüde karşılandığını içeren bir denetim değildir.Buna rağmen son yıllarda merkezi yönetimaltındaki idareler Sayıştay’a gerekli bilgi ve belgelerisunmamakta ya da eksik sunmaktadırlar. Bunedenle de Sayıştay’ca son derece daraltılmış birdış denetim dahi fiilen yapılmamaktadır. Çünküson yıllarda devlet kurumları Sayıştay’a gerekli,bilgi ya da belgeyi, raporu ya vermemekte ya daeksik vermektedir (6, s:26). Bu nedenle de Sayıştay’caaralarında Başbakanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı,Emniyet Genel Müdürlüğü, Türkiye HalkSağlığı Kurumu, Kamu Hastaneleri Kurumu, JandarmaGenel Komutanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı,Milli Savunma Bakanlığı, MİT ve belediyeler gibiçok sayıda kamu idaresinin son yıllara ilişkin malirapor ve tabloları hakkında görüş bildirilememiştir.Oysa Meclis’e gönderilmeyen Sayıştay raporlarında,denetim kapsamındaki devlet kuruluşlarınınakçal faaliyetleriyle ilgili son derece ciddi yolsuzluktespitlerinden söz edilmektedir 1 .17Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iSiyasal iktidar her yılişçilerin, emekçilerinyaratmış olduğu artıdeğerin yaklaşık üçtebirine vergi, prim,fon ya da kamusalhizmet fiyatlamasıadı altında el koyarken,bu el koyduğugelirleri nereye harcadığıkonusundabilgi vermeye yanaşmamaktadır.Gerekbütçe gelirleri gereksede harcamalarıyönünden yeterincedenetlenememektedir.Bu halkın toplananvergilerin nasılharcandığının hesabınısiyasal iktidarlardansormak anlamınagelen ve yüzlerce yıllıkmücadelelerlekazanılmış olan«Bütçe Hakkının»ortadan kaldırılmasıdemektir.Bütçe yedeködeneklerinin kullanılabileceküst miktarı,2012 yılında, yılbaşında665,2 milyonTL olarak açıklanmışolmasına rağmen,yedek ödenektenyapılan toplam aktarmatutarı yılsonu itibariyle30,9 milyarTL olarak gerçekleşmiştir(7, s:9). Oysailgili yasaya göreyedek ödenek tutarıbaşlangıç ödeneklerinin%2’sini aşmamalıdır.Fiilen bu oran%9 civarında gerçekleşmiştir.Yani AKPHükümeti yedeködenek artışı sınırınauymayarak 2012 bütçesiniistediği gibikullanmıştır.Yasal olmayanbir biçimde ödeneküstü giderler toplamı2012 yılında, 15 Milyar TL olmuş, böylece de toplamödeneklerin %4’üne ulaşmıştır (7, s:15). Diğertaraftan <strong>50</strong>18 sayılı Kanun’un “ödeneklerin kullanılması”başlıklı 20/1 maddesinde seferberlik vesavaş ilanı vb hallerin dışında: “kamu idarelerinin,bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harcamayapamayacağı” belirtilmiştir (7, s:16). Bu yılböyle bir seferberlik ya da savaş durumu olmamasınarağmen ödeneklerin neden aşıldığı, bu kaynaklarınnereye harcandığı açıklanmamıştır.Önemli bir miktarda gelir ve harcama, BaşbakanlıkTanıtma Fonu, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşmave Dayanışmayı Teşvik Fonu, ÖzelleştirmeFonu, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu veSavunma Sanayini Destekleme Fonu gibi beşbütçe dışı fonda tutularak bu faaliyetlerin Meclis’indenetiminden kaçırılması sağlanmaktadır. Bufonların 2013 yılı itibariyle varlıklarının toplamı 47milyar TL’yi bulmakta (8) ve gelirleri Gelir Vergisi,ÖTV, Kurumlar Vergisi, trafik cezaları, millipiyango gelirleri ve asıl olarak da genel bütçedenyapılan aktarmalardan oluşmaktadır. Ödenekleri/harcamaları TBMM onayına bağlı olmadığındansiyasal iktidarlara büyük kolaylık sağlayan bu fonlarındenetimleri ise ciddi bir sorundur.Bütçe içi bir fon olan İşsizlik SigortasıFonu’nun varlığı ise 60 milyar TL’yi aşmıştır. Bufon son zamanlara kadar daha ziyade amacı (işsizlereişsizlik yardımı gibi) dışında, bütçeye yamayapmak amacıyla kullanılmıştır (9).Kısaca her ne kadar 2014 Merkezi YönetimBütçe Kanunu’nda kamu gelirlerinin GSYH içindekipayı %23,5 olarak hesaplanmış olsa da gerçekoran bunun çok üstündedir. Yani siyasal iktidar heryıl işçilerin, emekçilerin yaratmış olduğu artı değerinyaklaşık üçte birine vergi, prim, fon ya dakamusal hizmet fiyatlaması adı altında el koyarken,bu el koyduğu gelirleri nereye harcadığı konusundabilgi vermeye yanaşmamaktadır. Gerek bütçegelirleri gerekse de harcamaları yönünden yeterincedenetlenememektedir. Bu halkın toplanan vergilerinnasıl harcandığının hesabını siyasal iktidarlardansormak anlamına gelen ve yüzlerce yıllıkmücadelelerle kazanılmış olan «Bütçe Hakkının»ortadan kaldırılması demektir.Bu tespitler sırasıyla; yerinden ve yereldenyönetim oluşturmanın, demokratik bir yerel yönetimmodeli geliştirmenin, böylece yerel demokrasiyigüçlendirmenin ve özerk meclislerin idari yapısınınbenimsenmesi için mücadele etmenin; doğrudandemokrasi ilkelerine uygun olarak, katılımcıyerel yönetim modelini yerleştirmenin; bütçeninbu ülkenin halklarınca, işçilerince ve emekçilerincebelirlenmesinin ve denetlenmesinin geleceğimizaçısından ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.Sınıfsal temelleri itibariyle 2014 bütçesi harcamalarve gelirler yönleriyle öncekilerden farklıdeğildir. Yüzü egemenlere, sermayeye; sırtı isehalka, emeğe dönük bir bütçedir. Bu bütçeden toplumundiğer ezilen kesimlerine ayrılan bir kaynakmevcut değildir.Harcamalar yönünden, GSYH içindeki paycinsinden 2003’de %31 olan bu pay 2013’de%25,7’ ye ve 2014’te %25,4’e düşürülmüştür. Budenli küçültülen bir kamu ekonomisinden halkakalacak olan (örneğin istihdam, sosyal harcamalargibi) da çok az olacaktır. Çünkü toplam ödenekle-18Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s irin; %25,2’si (110 milyar TL) personel harcamalarına,%37,5’i (164 milyar TL) sosyal güvenlikkuruluşları ve az bir kısmı yerel yönetimlere,%12’si (52 milyar TL) faiz harcamalarına, %8,4’ü(37 milyar TL) çoğu yenileme niteliğindeki kamusalyatırımlara ve %8,6’sı (38 milyar TL) mal vehizmet alımlarına ayrılmıştır (10).Mal ve hizmet alım giderlerini karşılamayadönük ödenekler sadece %1,9 oranında artırılmıştır.Enflasyon oranının %8’in üzerinde olacağı gözönüne alındığında reel olarak bu tür alımlar %6-7puan azalacaktır. Yani bazı kamu hizmetlerininsunumu kısılacaktır. Ayrıca kamu istihdamındabelirgin bir daralmaya gidilmektedir. Zira 2013 yılıiçinde 130.000’e ulaşan yeni kamu personeli(memur) sayısı, 2014’te 74.000 ile sınırlandırılacaktır(10).2014 bütçesi sermaye sınıfına kepçe ile yoksulakaşığın ucu ile dağıtan bir bütçe görünümündedir.Çünkü 164 milyar TL ile bütçenin en büyük kaleminiteşkil eden cari transferlerin 9,7 milyar TL’sitarımsal desteklemeye ayrılmıştır. Bu, bütçeninsadece %2,2’si demektir. Diğer taraftan TarımKanunu’na göre bütçeden tarımsal destekleme içinayrılan pay GSYH’nin %1’inin altında olamaz(11). Ama bu oran sübvansiyonlu tarım kredileridâhil edildiğinde dahi (toplam 13,2 milyar TL)binde 7’dir. Kaldı ki topraksız köylüler ve tarımişçileri bu destekten faydalanamayacakları gibi,arazileri tapulu olmayan küçük çiftçiler de, ÇiftçiKayıt Sistemi’ne kayıtlı olmadıklarından bu desteklerdenyararlanamayacaklarından, tarımsal desteklerdenasıl yararlananlar büyük çiftçiler olacaktır.Maliye Bakanı Bütçeyi sunuş konuşmasında“sosyal yardım harcamaları için 2014 Yılı Bütçesinde30,4 milyar TL kaynak ayırdıklarını” belirtmiştir(10). Ancak bu kaynağın detaylarına bakıldığındabunun; yaklaşık 11 milyar TL’sinin MilliEğitim Bakanlığı’nın bütçesinde yer alan ve“öğrencilere eğitim harç ve burs desteği, Fatih Projesive taşımalı eğitime” ayrılan ödeneklerden oluştuğu;4,5 milyar TL’yi bulan bir kısmının SağlıkBakanlığı bütçesinde yer alan “özürlü evde bakımdesteği” gibi kalemlerden oluştuğu ve 10 milyarTL’lik bir kısmının ise Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nınbütçesinde yer alan “ödeme gücü olmayanlaraprim desteği ve 65 yaş üstü ve muhtaçlarayapılan maaş ödemelerine” ayrılan ödeneklerdenoluştuğu görülecektir (12). Yani asıl olarak eğitim,sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının birer parçalarıolarak görülmesi gereken ve ilgili bakanlıklarınbütçelerinde yer alan bazı harcamalar sankiilave sosyal yardım harcamaları gibi sunulmaktadır.Diğer taraftan gerçek anlamda sosyal yardımsayılabilecek harcamalar bir bütçe dışı fon olanSosyal Yardım Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndanyapılmaktadır. Maliye Bakanının sözünü ettiği 30,4milyar TL’nin sadece 4,3 milyar TL’si bu fonaBütçe ve Hazine’den aktarılacaktır. Bu haliyle buyardımlara Bütçe’den ayrılan pay %1’i zor bulacaktır.Başta “aile destek yardımları” olmak üzere çoksayıda yardım kalemi altında bu Fon’dan ayni venakdi yardım yapılmaktadır. Örneğin Fon’dan“periyodik aktarma” adı altında her ay <strong>50</strong> milyonTL’lik bir nakit, tüm Türkiye’ye bölgesel olarakkabaca eşit bir biçimde dağıtılmaktadır (13).Ancak Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerindekiyoksulluğun çok daha yüksek olduğu gerçeğindenhareketle bu yardımların bu bölgelere dahafazla ayrılması gerekmesine rağmen buna uygun birdağıtım söz konusu değildir.Bu tür nakit yardımları toplamda 973 SYDFbileşeni tarafından ve Hükümetin atadığı “vakıfmütevelli heyetleri” aracılığıyla dağıtılmaktadır. Buyardımların illerin kendi bünyesinde dahi nasıl vekimlere dağıtıldığı konusunda ciddi soru işaretlerimevcuttur. Yardımların özellikle dini bayramlardadağıtılması siyasal iktidarın bu yardımları, kendinebağımlı ve muhafazakâr bir seçmen tabanı oluşturmadakullandığını ortaya koymaktadır (sosyal yardımlardanfaydalanan hane sayısının 10 milyonugeçtiği, nüfusun yaklaşık dörtte birinin sosyal yardımlardanfaydalandığı tahmin edilmektedir). Buyardımlardan faydalanmanın net tanımlanmışyasal bir dayanağı olmadığı için yardım alan kişilerile siyasal iktidar arasında bir minnet duygusuyaşanmaktadır (14).AKP Hükümetleri döneminde sosyal yardımlarınGSYH’nin %0,2’sinden %1,43’üne ulaştığı dikkatealındığında, son 10 yılda dolar milyarderi sayısını41’e çıkaran sistemin ve AKP hükümetlerininyoksul sayısını nasıl kat kat artırdığı ve kalıcı, insanonuruna yakışan ve güvenceli bir gelir yaratanistihdam bir yana, asgari ücret koşullarında dahi19Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iTablo-1: 2014 yılı ödeneklerinin kurum bazında fonksiyonel dağılımı (%)Maliye + Hazine % 45 198 Milyar TLAsker+ Polis+ Cezaevleri % 13,2 57.8 Milyar TLMilli Eğitim Bakanlığı % 12.7 55,7 Milyar TLSağlık Bakanlığı+ Kamu Hastaneleri Kurumu+ Türkiye Halk Sağlığı Kurumu % 4 18,4 Milyar TL103 Üniversite + YÖK + ÖSYM % 3,9 17,3 Milyar TLDiyanet İşleri Başkanlığı % 1,2 5,5 Milyar TLKültür + Turizm Bakanlığı % 0,4 1,97 Milyar TLÇevre Bakanlığı (ödeneği azaltıldı) % 0,3 1,33 Milyar TLbir istihdamı sağlamadığı, buna karşılık bu yardımlarıadeta istihdama alternatif bir strateji olarakkullandığı ortaya çıkmaktadır (14).Diğer yandan sermaye sınıfı için cömert vergiindirimleri, istisna ve muafiyetleri ve diğer teşviklermevcuttur. ‘Vergi harcaması’ adı altında toplananve asıl olarak sermaye sahiplerinin yararlandığıbu vergi istisna, muafiyet ve indirimlerinin tutarı2014 bütçesinde 23,9 milyar TL’ye çıkartılmıştır(5, s:146). Yani siyasal iktidar bu tutarda bir vergiyisermayeden almaktan vazgeçecektir. Bununbütçe ödeneklerine oranı %5,4 ve bütçe gelirlerineoranı %5,9 civarındadır. Ancak vergi kanunlarıdışında yer alan mevzuatla düzenlenen ve bütçeninekinde yer almayan onlarca kanun ile öngörülen(örneğin Petrol Kanunu) vergi harcaması açıklananlardançok daha fazladır.Ayrıca sermaye için 8,4 milyar TL işveren primdesteği, 2 milyar TL bireysel emeklilik sigortası(BES) primi desteği, 3,8 milyar TL Ar-Ge desteğiile ilave %3,3 ve kredi faiz desteği için 12-13 milyarTL ve KOBİ desteği için 3-3,5 milyar ile (10)%3,7’lik bir destek ile toplamda %12,4’lük bir desteksöz konusudur. Ayrıca AKP Hükümeti’ninGelir ve Kurumlar Vergisinin birleştirilmesiniöngören çalışması sonuçlandığında sermayeninvergi yükü daha da indirilecektir.Bütçe ödeneklerinin kurum bazında fonksiyoneldağılımı, 2014 Bütçesinin yüksek derecedegüvenlik algısı ile hazırlanmış bir militarist bütçeve son yıllarda ağırlığı giderek artan bir muhafazakârlaşmave dinselleştirme bütçesi olduğunu göstermektedir.Tablo-1’de bütçenin kurumlar bazındafonksiyonel dağılımı göstermektedir.Bu tabloya bakıldığında siyasal iktidarın, yaratılanalgının aksine askeri harcamaları kısmak gibibir niyetinin olmadığı görülmektedir. Kaldı ki MilliSavunma Bakanlığı’na ayrılan 21,8 milyar TL’likbütçe ödeneği toplam askeri harcamaların yaklaşıksadece %89’unu oluştururken buna ilave olarak,%10’luk bir pay ile Savunma Sanayi DesteklemeFonu (SSDF) %0,6’lık bir pay ile TSKGV ve dışaskeri yardımlar söz konusudur.2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nden Diyanetİşleri Başkanlığı’na ayrılan ödenek 5,443 milyarTL’dir (5, s:37). 2013 yılına göre %18,2’lik birartış anlamına gelen bu ödenek toplam ödeneklerin%1.24’üne denk düşmektedir. Bu haliyle Diyanetİşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm, Ekonomi,Kalkınma ve Çevre Bakanlıklarının toplam bütçelerineeşit bir bütçeye sahiptir.Ayrıca kurumlarda istihdam edilecek olan personelinsayısal dağılımı bütçenin asıl olarak militerve dinsel - muhafazakâr yapısını ortaya koymaktadır.Öyle ki 2013 Haziran sonu itibariyle Diyanetİşleri Başkanlığının 128.751 bini kadrolu (tamamımemur) olmak üzere toplam 141.911 çalışanı mevcuttur(15). Polis sayısı 300.000’in üzerinde veasker sayısının tam olarak bilinemese de 700.000civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna AdaletBakanlığı’ndaki 155.000< çalışanı (hali hazırda20.000 savcı ve hâkim mevcut ve sadece2013’te 4.793 yeni savcı ve hâkim ataması yapıldı)ve çok sayıda kalekol inşaatını da eklemek gerekir.Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 17.683; ÇevreBakanlığı’nın 27.307; Bilim Sanat TeknolojiBakanlığı’nın ise 5,139 çalışanı mevcuttur. Diyanetİşleri Başkanlığı’nın 1.140, Jandarma GenelKomutanlığı’nın 7,486 ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün33.461 motorlu taşıtı mevcuttur (15).Ayrıca 2014 Bütçesi tek bir mezhepçilik üzerinden(Sünnilik) dindarlaşmayı teşvik eden bir bütçedir.Bu bütçe ile Alevilerin, gayrimüslimlerin,ateistlerin vergileri Diyanet’e, imamlara ve camilerekaynak oluşturmaktadır. Öyle ki tek bir mezhebehizmet eden 90 bin cami, 140 bin imam, <strong>50</strong> bindin eğitimi kadrosu, 8<strong>50</strong> imam hatip lisesi, 1367imam hatip ortaokulu, 86 ilahiyat fakültesi hali20Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihazırda mevcut olup her 40 kişiye 1 silahlı personelve her 542 kişiye bir imam düşmektedir (16).Özce, askeri vesayetin tasfiye edilmesi veyageriletilmesiyle birlikte daha demokratik hatta“ileri demokratik” bir rejime doğru gittiğimiz ilerisürülse de, asker ve polis için ayrılan kaynaklarınbüyüklüğü bunu doğrulamamakta, “mütedeyyin”AKP’nin temsil ettiği “sivil” anlayış ve dinseldeğerlerle yeniden yoğrulmakta olan bir militarizmindesteğindeki otoriter bir siyasetin yerleşmekteolduğu açıkça görülmektedir (17).Mahalli idarelere ayrılan paylar bir yandan kaynaktahsisi konusunda bütçenin ne denli katı vebürokratik bir merkeziyetçi yapıya sahip olduğunugösterirken diğer yandan hem yetersiz olup hem debölgelerin ihtiyaçlarına göre de dağılmamaktadır.Öyle ki örneğin 2013 Bütçesinden İstanbul BüyükşehirBelediyesi’ne 14 Milyar TL tahsis edilirkenDiyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne sadece 70Milyon TL aktarılmıştır.Genel Bütçe gelirlerinin sadece %9’undan azımahalli idarelere transfer edilmektedir. Bu transferler2008’de 14 milyar TL; 2009’da 15,6 milyarTL; 2010’da 20,2 milyar TL; 2011’de 22,4 milyarTL olup (8), 2014 yılında bu rakamın 38,8 milyarTL’ye çıkması hedeflenmektedir (10).Diğer taraftan bu tutarın üçte biri yeni yasagereğince 29 (16 +13) büyükşehir belediyesinegönderilecek ve bu belediyeler içinde aslan payıİstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyelerineait olacağından, ülkenin her tarafında belediyehizmetlerinin bazılarının fiilen verilememesi sözkonusu olacaktır.Öte yandan 2014 yılı için 199.<strong>50</strong>0 Milyon TLolarak hedeflenen Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’ndekiartış (5) %27 gibi rekor bir artıştır. Bu haliyleCumhurbaşkanlığının Bütçesi Diyarbakır ve Eskişehirbüyükşehir belediyelerine genel bütçedenayrılan payların toplamından fazladır. 104 kamuüniversitenin sayı olarak 70’inin (%67) 2014 yılıödeneği Cumhurbaşkanlığı’nın ödeneğinin altındakalmaktadır. Cumhurbaşkanlığı için yaklaşık beşyeni üniversiteye ayrılan toplam ödenek kadar birödenek ayrılmıştır.Hükümet bu yıl da Bütçe’den en büyük payıeğitime ayırmakla övünse de gerçek durum budeğildir. Eğitime ayrılan pay açısından Milli EğitimBakanlığı’nın 55,7 milyar TL’lik payının %80’i personele(personel giderleri, sözleşmeli personelgiderleri ve sosyal güvenlik primleri), sadece %8’imal ve hizmet alımlarına ve %8’i yatırımlara ayrılmıştır(5). Eğitime dönük harcamalardaki son yıllardakiartışın nedeni daha ziyade eksik öğretmenve okul ihtiyacıdır.Eğitime yaklaşım açısından bu bütçenin birdiğer özelliği anadilinde eğitim ihtiyacını görmezdengelmesidir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı’naayrılan ve diğer bazı bakanlıklarla kıyaslandığındaüç dört küçük bakanlığın toplam bütçesindenfazla bir bütçe içinde, nasıl ki Aleviler için herhangi bir kaynak ayrılması söz konusu değilse, MilliEğitim Bakanlığı’nın bütçesinde de Kürtler için,anadilinde eğitim için her hangi bir kaynak ayrılmamıştır.Bunun yerine, “anadilinde eğitim özel okullarahavale edilerek büyük mücadelelerle üretilmişanadil hakikati bir takım mülkiyetli seçkinlerinözel alanda yapacakları bir müşteri seçimi muamelesinetabi tutulmuştur. Bu yolla cemaatlere yenirant alanları sağlanırken yoksul Kürtler cemaatin“hayırsever müteşebbis teşkilatların (a) ve vakıflarınmerhametine bırakılacaktır. Çevik ve parlakolanları Türkçe’nin yanında Kürtçe eğitim verenbu misyon sahibi okullarda yemekli-yataklı-bursluokuyarak devşirilecek, kendilerini gönülleri fethetmeyeadamış bu misyoner şirketler çok ciddikazançlar gütmeksizin asi Kürtlerin ruhlarına vebedenlerine İslami kardeşlik üfleyerek milli ve kutsalhizmetlerini sabırla icra edebilecektir” (18).En hızlı özelleştirme ve ticarileştirmeye tabitutulan alanların başında gelen sağlık hizmetlerindedurum daha da kötüdür. Kamusal sağlık harcamalarısavunma bütçesinin çok altında, bütçe dışıkaynaklarda göz önüne alınırsa, savunma harcamalarınınyarısı düzeyinde kalmaktadır. Kendi içindeise Sağlık Bakanlığı’na ayrılan pay çok küçükbir azınlığı oluştururken, asıl olarak özelleştirmeleringerçekleştirilmekte olduğu Kamu HastaneleriKurumu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu sağlıkbütçesinden aslan payını almaktadır.Kültür ve Turizm Bakanlığının Bütçesi iseSavunma Bakanlığı bütçesinin sadece %7’si kadardır.2014 Bütçesi gelirleri yönünden de sermayeyikollayan bir bütçedir.21Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i2014 Bütçesi’nde öngörülen harcamalarınfinansmanı (403 milyar TL) ağırlıklı olarak (%86)vergiler (348 milyar TL) ile yapılacaktır. Bunun%20’si gelir vergisi, %10’u kurumlar vergisinden(dolaysız vergiler) kalan büyük çoğunluk ise katmadeğer vergisi (KDV) ve özel tüketim vergisinden(ÖTV) (dolaylı vergiler) oluşacaktır (5). Yani2014 yılında da vergiler ağırlıklı olarak KDV veÖTV biçiminde emekçi sınıflardan, halktan toplanacaktır.Nitekim 2013 yılında bu iki verginin sağladığıgelirlerdeki artış ortalama %25 olmuştur. Budurum devlet eliyle gerçekleştirilen neoliberalpiyasacı dönüşümün, otoriterleşme ve muhafazakârlaşmanınfinansmanının asıl olarak halktantoplanan vergilerle gerçekleştirilmekte olduğunuortaya koymaktadır.Ayrıca ÖTV, KDV gibi vergiler, göreli olarak,daha adaletsiz vergilerdir. Çünkü sırasıyla; bu türvergiler geniş yığınların kullandığı her türlü mal vehizmet üzerinden alınırlar. Genelde bu vergilerdemuafiyetlere yer verilmez ve artan oranlı olarakdüzenlenmezler, halkın üzerinde kalırlar. Bu vergilerregresif nitelikte vergilerdir, yani petrol ve sigaradanalınan ÖTV’de olduğu gibi düşük gelirlilerbu yükü daha ağır, yüksek gelirliler ise daha hafifhissederler. Kolayca yansıtılırlar, yani yasal mükelleflervergiyi tüketicilere yansıtırlar. Enflasyon arttığındabu vergiler de arttığından enflasyonun arttığıdönemlerde halkın üzerindeki yük daha daartar. Son olarak Türkiye’de bu vergilerin uygulamasıile ilgili ilave çarpıklıklar söz konusudur.Örneğin et, süt, eğitim, sağlık gibi halk için zorunlunitelikteki mal hizmetlerde KDV oranı %8 ikenpırlanta, elmas vb kıymetli taşlar ve külçe altın,KDV’den istisna tutulmuştur (sıfır vergi) 2 .Ancak vergi gelirlerinin üçte birini oluşturandolaysız vergilerin yükü de emekçilerin sırtındadır.Örneğin vergi gelirlerinin beşte birini (%20),dolaysız vergilerin üçte ikisini oluşturan gelir vergisininbileşenlerine bakıldığında bu verginin%91’inin stopaj (kaynakta kesme), %5,6’sınınbeyanname ve ‰6’sının basit usul ile toplandığıgörülecektir. Stopajın %68’i ücret stopajlarındangelecektir. Böylece dolaysız vergilerin üçte ikisinioluşturan gelir vergisinin de en az üçte ikisi emekçilertarafından ödenecektir. Diğer taraftan kârpayı, faiz ve kira geliri gibi sermaye geliri elde edenve sayıları 1,8 milyonu bulan beyannameli mükel-lefin ödedikleri gelir Türkiye’de vergilemeninişçi sınıfı vevergisinin toplamvergi gelirleri içindeki emekçilere doğrusadece payı %1 ve yeniden bölüşüm ve7<strong>50</strong>.000 civarında kalkınma gibi amaçlarlabağı iyicebasit usule tabi esnafınödediği vergilerin kopartılmış, vergileme,sadece kapsamıpayı ise ‰1 civarındadır(8).daraltılan devletinSermaye sahiplerininvergi yükünün bu leri sağlamayaneoliberal dönüşüm-denli düşük olmasınındönük faaliyetlerininfinansmanıyla sınırlınedenlerinin başındatutulmuş ve neoliberalvergileme politi-ise sadece kendilerininfaydalandığı vergikaları altında teşvikkaçırma imkânı, vergive sübvansiyonlarlaafları ve vergi uzlaşmalarıve yaygın muadekigörünen vergi-sermayenin üzerinfiyetler,istisnalar, lerin yükü iyicevergi indirimleri ve emekçilerin üzerineertelemeleri (vergi kaydırılmıştır.harcamaları) gelmektedir.Nitekim AKP Hükümetleri döneminde en azdört adet vergi affı çıkartılmıştır. Maliye Bakanlığıile büyük çaplı vergi mükellefleri arasında 2010yılında yapılan uzlaşmaların sonucunda ise vergiaslının %92’sinden ve vergi cezalarının %99,9’undanvazgeçilmiştir 3 . Ayrıca sermaye sahibi sınıflarınve servet zenginlerinin yararlanmış olduklarıkapsamlı muafiyet, istisna, erteleme ve indirimlermevcuttur. Bu vergi matrahını daraltıcı uygulamalarvergiyi azaltmakta, verginin yükünü bu uygulamalardanyararlanamayanlar üzerine kaydırmaktadır.Örneğin ayda sadece ortalama 100 TL civarındabir ‘asgari geçim indirimi’nden yararlanabilenücretli emekçiler, sermayenin ödemediği bu vergilerinde yükünü taşımaktadırlar. Diğer taraftan sermayegeliri elde edenler çok sayıda harcama kaleminigider yazabilmekte, böylece vergi matrahınıküçültebilmekte, son derece cazip muafiyet, istisna,indirim ve ertelemeden yararlanabilmekte(örneğin enflasyon indirimi) ve hatta geriye dönükvergi iadesi dahi alabilmektedirler.Sermaye sahipleri aynı zamanda yaptıkları bazıbağışları matrahtan indirerek hem vergileriniazaltmakta, hem muhafazakâr, dindar insanların,hem de siyasal iktidarın nezdinde itibar kazanmaktadırlar.Örneğin “fakirlere yardım amacıyla gıda22Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ibankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara,bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacakmaddelerinin maliyet bedelinin tamamı gider olarakyazılabilmektedir” (19). Yapılan bu yardımlarayrıca KDV’den de istisna tutulmaktadır (20).Gıda bankacılığı yapan dernek ve vakıfların büyükbir kısmı ise Deniz Feneri Yardımlaşma ve DayanışmaDerneği, Deniz Yıldızı Sosyal Yardımlaşmave Dayanışma Derneği, Hızır Yardımlaşma veDayanışma Derneği, İnsan Eğitimi Kültür ve EğitimVakfı örneklerinde olduğu gibi tarikat vecemaatlerle bağlantılıdır. Yoksul vatandaşlaragıda, yakacak, giyecek dağıtan butür dernek ve vakıflara yapılanyardımların tamamının eldeedilen gelirden düşülebilmesi,yapılan bağışlara “büyük birvergi avantajı” sağlamaktadır.Siyasal iktidar butür dernek ve vakıflarüzerinden de siyaset yapmaktadır.Ayrıca 2012yılında yapılan birdüzenleme ile din eğitimiveren tesis yapanlarve kuran kursu açanlar buişlere dönük harcamalarınıgelir ve kurumlar vergisimatrahından düşebilecek(21), evli ve üç çocuklu asgariücretliden gelir vergisi alınmayacaktır(22). Oy alma kaygısı ile yapılanbu düzenlemelerin sonucunda azalanvergi gelirlerinin yine ücretli emekçiden halktanÖTV, KDV ya da petrol, elektrik ve doğal gazfiyatlarına zam olarak karşılanacağı bir gerçektir.Yani Türkiye’de vergilemenin işçi sınıfı veemekçilere doğru yeniden bölüşüm ve kalkınmagibi amaçlarla bağı iyice kopartılmış, vergileme,sadece kapsamı daraltılan devletin neoliberaldönüşümleri sağlamaya dönük faaliyetlerininfinansmanıyla sınırlı tutulmuş ve neoliberal vergilemepolitikaları altında teşvik ve sübvansiyonlarlasermayenin üzerindeki görünen vergilerin yüküiyice emekçilerin üzerine kaydırılmıştır.Bu süreç otuz yıl öncesinden başlatılmış olsa daAKP Hükümetleri ile geçen son 11 yılda çok dahahızlı ve açıktan ilerletilmiştir. Artan oranlı gelirKapitalist düzendedevlet bütçesi, birbiriyleuzlaşmaz çelişkiler veçatışmalar içinde olan sosyalsınıflar arasındaki mücadele alanlarınınbaşında gelmektedir. Yani emekçilerve sermayedarlar, ezilenler veezenler en büyük kavgalarından birinidevlet bütçesi üzerinden yapmaktadırlar.Sermaye sınıfı, bütçe ödeneklerini kendidüzenini sürdürüp pekiştirebilecek hizmetlereyönelik olarak biçimlendirirken,bunun maliyeti olan vergileri işçilerin,emekçilerin sırtına yıkmakta ya da devletiborçlanmaya zorlamaktadır. Böylecehem vergi vermekten kurtulmakta,hem de yüksek faizlerledevleti fonlayaraksermayesini daha dabüyütmektedir.23Temmuz-Aralık 2013vergisi tarifesi düzleştirilmiş, basamak sayısı altıdandörde indirilmiş ve en zenginlere uygulanan gelirvergisi üst dilimi %45’den %35’e düşürülmüştür.Ücretliler lehine 5 puan indiriminden vazgeçilmiştir.Özel indirim uygulamasına son verilerek dahaziyade işverenlerin işine yarayan “asgari geçimindirimi” uygulamasına geçilmiştir. “Nereden buldun”uygulamasına son verilerek büyük servetsahiplerine servetlerinin kaynağı konusunda sorgulamayapılabilmesi imkânsız hale getirilmiştir.Kurumlar Vergisi oranı %33’den %20’ye düşürülereksermayenin vergisi daha da azaltılmıştır.Böylece düşük ücretli, örgütsüzleştirilmiş,güvencesiz ve esnek emek stratejisineuygun olarak verginin yükününbütünüyle emekçilerin sırtına bindirilmesiyleTürkiye dünyanınen adaletsiz vergi sisteminesahip ülkelerinden biri halinegelmiştir.Öyle ki, ücretli biremekçinin üzerindeki vergivb yükü net ücretinin %70’ive brüt ücretinin %<strong>50</strong>’sidir.Yani 846 TL civarında bir netasgari ücret ile geçinmek veailesini geçindirmek zorundakalan bir işçinin yıllık ödediğivergi, prim, fon tutarı (doğrudankendisi ve işvereni aracılığıyla) <strong>50</strong>00TL’yi aşmaktadır 4 . Buna karşılık burakamın onda birini ödemeyen çok sayıdasermaye sahibi mevcuttur. Kâr payı ya da temettübiçiminde sermaye geliri elde eden sermayedarlarüzerindeki yük ise %26’dır (bu oran son 11 yıldır%45’lerden bu noktaya çekilmiştir).Diğer yandan sermaye şirketleri üzerinden alınanKurumlar Vergisinin resmi oranı %20 olmasınarağmen, Türkiye’nin en büyük bankaları ve şirketlerinceefektif olarak bu verginin oranı %1-2’lere hatta bindelere kadar çekilebilmektedir.Esnaf ve sanatkârların ödediği yıllık ortalama vergimiktarı ise (2011 yılı) 78 TL ile 1783 TL arasındadeğişmektedir (23).SonuçKapitalist düzende devlet bütçesi, birbiriyleuzlaşmaz çelişkiler ve çatışmalar içinde olan sosyal


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s isınıflar arasındaki mücadele alanlarının başındagelmektedir. Yani emekçiler ve sermayedarlar, ezilenlerve ezenler en büyük kavgalarından birinidevlet bütçesi üzerinden yapmaktadırlar. Sermayesınıfı, bütçe ödeneklerini kendi düzenini sürdürüppekiştirebilecek hizmetlere yönelik olarak biçimlendirirken,bunun maliyeti olan vergileri işçilerin,emekçilerin sırtına yıkmakta ya da devleti borçlanmayazorlamaktadır. Böylece hem vergi vermektenkurtulmakta, hem de yüksek faizlerle devleti fonlayaraksermayesini daha da büyütmektedir.Devletler ve hükümetler bu mücadelede tarafsızdeğildir. Son tahlilde devletler güçlü olanın,egemen olanın yanında yer almakta böylece bütçeninhem nicel büyüklüğü hem de içeriği /niteliğiegemen güçler ve sermaye sınıfı lehine gerçekleşmektedir.Egemenler bunu seçilmiş burjuva hükümetlereyaptıramazlarsa, İtalya ve Yunanistan’daolduğu gibi teknokrat hükümetlerine ya da1980’lerde Türkiye’de olduğu gibi askeri diktatörlükleringüdümündeki hükümetlere yaptırmaktadırlar.AKP Hükümeti de bu duruma bir istisna oluşturamaz,sınıfsal ve ideolojik konumlanışı gereğiolarak toplumun bütününün ihtiyaçlarına dönükbir bütçe hazırlayamaz. Nitekim 2014 bütçesi harcamalarve gelirler yönleriyle öncekilerden farklıolmayan, yüzü egemenlere, sermayeye; sırtı isehalka, emeğe dönük bir bütçedir. Bu bütçeden toplumundiğer ezilen kesimlerine ayrılan bir kaynakmevcut değildir.Dipotlar1. Bu husus Bütçe görüşmeleri sırasında ana muhalefetpartisi tarafından belgeleriyle açıklandı.2. 2014 yılında hazırlanan bir kanun tasarısı ile kıymetlitaşlar, borsalarda işlem görmek üzere ithal edilirlerse,borsalara teslim edilirlerse ve yine borsada işlemgörürlerse KDV istisnasından yararlanabilecekler. Yanikıymetli taşların tamamen KDV’ye tabi tutulması gibibir durum söz konusu değilken, hali hazırda istisnaolmaksızın %20 ÖTV’ye tabi tutulan kıymetli taşlarBorsa’da işlem görüp görmeme durumuna göre düşükoranlı, hatta %0 ÖTV’ye tabi tutulabilecek.3. Gelir İdaresi Başkanlığı, 2011 Yılı Faaliyet Raporu.Bir Gün gazetesinin 6 Ocak 2014 tarihli haberyorumunda (Aykut Erdoğdu) yandaş şirketlere ait 130milyon TL'lik vergi borcu aslının "vergi uzlaşması yolu"ile 5 milyon TL'ye indirildiği belgeleriyle açıklandı. Buşirketlerin içinde genelde TOKİ müteahhitleri ve altyapı inşaat firmalarının ön planda.4. GİB verilerinden yazar tarafından hesaplanmıştır.Kaynaklar1. O’Connor J. “The Fiscal Crises of the State”St.Martin’s Press, New York, 1973.2. Boratav . “Türkiye İktisat Tarihi 1908–2005” 10. Baskı,İmge Kitabevi, Ankara, 2006.3. O’Connor J. “Chapter 4: Social Capital Expenditures:Social Investment” İçinde: The Fiscal Crises of theState. St.Martin’s Press, New York, 1973.4. Marx K. “Deutsche-Brüsseler-Zeitung” No. 92, 18,Kasım 1847.5. T.C. Maliye Bakanlığı “2014 Yılı Merkezi Yönetim BütçeKanunun Tasarısı ve Bağlı Cetveller” Ankara, 2013.6. T.C. Sayıştay Başkanlığı “2012 Yılı Dış denetim GenelDeğerlendirme Raporu” Ankara, Eylül 2013, s. 26.7. T.C. Sayıştay Başkanlığı “Genel Uygunluk Bildirimi,2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi” Ankara, Eylül20138. T.C. Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü,https://portal.muhasebat.gov.tr.9. http://www.tepav.org.tr/tr/haberler10. Maliye Bakanı M. Şimşek’in 2014 MYB SunuşKonuşması- TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu,Ankara, 22 Ekim 2013.11. “Tarım Kanunu” Madde 21: Tarımsal desteklemelerinfinansmanı Kanun No:5488 R.G. Tarihi: 25/4/2006Sayısı: 261<strong>49</strong>.12. T.C. Maliye Bakanlığı, Sosyal Yardımlar, 2013, s. 25.13. T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, SYGM, 2011Yılı Faaliyet Raporu, Ankara, Nisan 2011.14. Kapusuz N. “Kıdemle Alıp Sadaka İle Vermek:İktidarın İstihdam (Nüfus) Stratejisi”,http://www.toplumsol.org (14/11/2013)15. T.C. Maliye Bakanlığı, 2014 Yılı Bütçe Gerekçesi,Ankara, Ekim. 2013, s. 208.16. Eser T. “Bütçe Adaletsizliği”, BirGün Gazetesi(17/12/2013)17. Öngider S. Radikal Gazetesi, 11.12.2011.18. Üstündağ N. “AKP, BDP, HDP”http://www.jadaliyya.com. (03/11/2013)19. Gelir Vergisi Kanunu, Md. 40/10, 89/620. Katma Değer Vergisi Kanunu Md.17.21. Hürriyet Gazetesi (24.05.2012)22. soL Haber Portalı (http://haber.sol.org.tr)(27/05/2012.)23. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresiBaşkanlığı, www.gib.gov.tr.l24Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİYücel FİLİZLERİşçi Meclisi Gazetesi VE DEVLET KRİZİGirişUlusal İstihdam Stratejisi (1), Türkiye kapitalizminin2008-2009 kriziyle birlikte gündeme geldi.Küresel mali oligarşik (Dünya Bankası, AvrupaBirliği) yönergeler ve Türkiye tekelci burjuvazisininisterleri doğrultusunda bir Ulusal İstihdamStrateji Belgesi hazırlandı. Strateji Belgesi, 2 yıldabir taktik güncellemelerle emek-sermaye ilişkilerindeburjuvazinin ihtiyaç duyduğu çok kapsamlıve dur-duraksız yeniden düzenlemelerin yapılmasınıöngörmektedir.Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında 2009yılından itibaren çok sayıda düzenleme yapılmaktadır.“Kısa dönemli çalışma programı”, “Toplumyararına çalışma programı” gibi 6-9 aylık geçiciçalıştırma biçimleri İl Özel İdarelerinden fiilenOrganize Sanayi Bölgelerine yaygınlaştırıldı.Kadınların, gençlerin düşük ücretli güvencesizçalıştırılması patronlara vergi-prim indirimi teşviğikapsamına alındı. İşverenlerin “ücret dışı maliyetleriniazaltma” adı altında çalıştırdıkları işçileredönük sigorta primi, işçi sağlığı ve güvenliği, kreş,giderek işçi servisi, yemek gibi yükümlülükleri resmenya da fiilen kaldırılmaya başlandı. Kadınların,çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasıyasakları gevşetildi. Kamuoyunda “çocuk işçiler veçocuk gelinler yasası” olarak bilinen eğitimde4+4+4 sistemi getirildi. Staj, proje, intörn gibiadlar altında cep harçlığına öğrenci emeği sömürüsühızla genişletildi. İlk kez işe girenlerin ve yenimezunlarının “deneme çalışması” adı altında asgariücretten çalıştırılması yaygınlaştırıldı. İşçi kiralamayetkisi olmayan Özel İstihdam Büroları bu yetkiyifiilen kullanmaya başladılar. KOBİ’lerde 12saatlik işgünü hızla yaygınlaştı. Muvazaalı taşeronlukuygulamaları, taşeron şirketlerde işçileri aylarboyunca ücretlerini ödemeden ve sigortalarınıyatırmadan çalıştırma uygulamaları yaygınlaştı.Vasıflı, eğitimli mesleklerde ve kamuda meslekiyeterlilik ve performans uygulamaları yaygınlaştırılmayabaşlandı. (2)OSTİM’de 4 aydır çalıştığı işyerine nedensigortasının yatırılmadığını soran işçi, “Toplumyararına çalışma programı” kapsamında işe alındığınıve işverenin 9 ay boyunca sigorta yapmamahakkının olduğunu hayretle öğrenmektedir.TOFAŞ’ta işten çıkartılan bin sözleşmeli işçi,TOFAŞ’a değil kendilerinin bile bilmedikleri birÖzel İstihdam Bürosuna bağlı çalıştıklarını ve tümsosyal haklarının gasp edildiğini hayretle öğrenmektedir.Türkiye’nin en büyük taşeronluk vekiralık işçi holdinglerinden Orion, 4 aydır ücretödemeden çalıştırdığı 20 bin işçinin toplamı 1 milyarlirayı bulan kıdem, ücret ve diğer hakedişlerinidolandırarak ortadan kayboluvermekte, işçilerehaklarını umutsuzca mahkeme kapılarında aramakkalmaktadır…2011 yılında torba yasayla bir dizi esnek,güvencesiz çalıştırma düzenlemesi daha yandangeçirildi. Daha temel düzenlemeler ise önce 2013Haziran ayına, sonra 2014 başına tarihlendi.Kıdem tazminatının mali sermaye fonlarına devredilerekbuharlaştırılması, taşeronluğun esas işleregirmesini düzenleyen yeni taşeron işçilik yasası,Özel İstihdam bürolarına yetki, ödünç ve kiralıkişçilik düzenlemesi, çağrı üzerine çalışma, evdençalışma, kısmi zamanlı çalışma, kadın istihdam aileve çok çocuk düzenlemesi bunlar arasındadır. Yasaldüzenleme kapsamında görünmeyen meslekiyeterlilik, performans ve sertifika sisteminin meslekliselerine ve teknik emekgücüne yaygınlaştırılmasıda, 2013 sonlarından itibaren hız kazandı.25Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iYoksul hanelere sosyal yardımın da çalışmayla ilişkilendirilmeyeçalışılması, emeklilerin, engellilerin,göçmenlerin en düşük ücretlerle güvencesiz çalıştırılmasınailişkin düzenlemeler de gündemdedir.Yasamanın Yerini AlanStrateji BelgeleriUlusal İstihdam Stratejisi kapsamında, dahabilinmeyen, ancak yaşayarak gördüğümüz veya işçidirenişleriyle açığa çıkarılabilen pek çok örtükdüzenleme ve fiili uygulama vardır. Mali oligarşik“strateji belgeleri”, eski tarz yasama-uygulama işleyişinialt üst eden bir emrivakiliktedir. Yasamanınyerine geçirilen strateji belgelerinin birçok yönelimifiilen uygulanmaktadır. Neoliberal devlet tarafındanönü açılıp özendirilen fiili uygulamalar,kapitalistler tarafından öğrenilerek belli bir yaygınlığaulaşıp teamül haline geldikten sonra yasaldüzenleme yapılmaktadır. (3) Tek bir büyük paketolarak Meclise geldiğinde büyük tepki çekecekdüzenlemeler, parça parça, bazıları torba yasalarlayandan, bazıları ilintisiz başka yasalara alt maddeolarak geçirilmektedir. Yine en çok dirençle karşılacakkıdem tazminatı hakkı gaspı gibi sivri uçlar,sürece yayılarak, direnç mevzilerinin farklı düzenlemelerleyandan ve arkadan kuşatılıp zemini kaydırılarakhayata geçirilmektedir. Yasal hatta anayasaldüzenleme gerektiren değişikliklerin, kanunhükmünde kararnamelerle, bakanlık yönetmeliği,idare genelgesi veya mevzuat düzenlemesi ile uygulanmasınınpek çok örneği vardır. Strateji belgeleri,sürece yayılmış sayısız yasal düzenleme silsilesiile fiili uygulamaların birliğidir. Neoliberal iş yasalarıda, son derece muğlak, esnek, kaygan; patronlaraçısından her türlü muvazaalı uygulama ve hakgaspının mübah olduğu bir biçim almaktadır. Ulusalİstihdam Strateji Belgesi ile, çalışma ilişkilerindebitmez tükenmez yeniden düzenlemeler silsilesi,sendika ve iş hukuku uzmanlarının bile takipetmekte zorlandığı, içinden çıkılmaz hale gelmişbir parçalılık, karışıklık, muğlaklık ve fiililik ileyürütülmekte, fakat toplamda büyük çaplı birdönüşümü gerçekleştirmektedir: Eskiden “atipik”,“kapsam dışı” denilen esnek, güvencesiz, kuralsızçalıştırma biçimleri giderek temel biçim haline gelmektedir.Neoliberal strateji belgeleri temelindeki bu türpostmodern yönetişim teknikleri, halen düz biralgıyla yasamaya/parlamentoya endeksli muhalefetbiçimlerinin de zeminini kaydırmaktadır. Bir diğeryönetişim tekniği de, yasa tasarılarının son halkasınasendikaların dahil edilerek, işçi sınıfınındirencinin de yönetişim süreçlerine emilmesidir.En sonu, sendikalı işçilerin başının üzerindedemokles kılıcı gibi sallandırılan kıdem gaspı, birnevi şantaj ve rüşvet aracı olarak kullanılmaktadır.İşçilerin tüm dikkatinin toplandığı kıdem tazminatıgaspı her seferinde ötelenirken, diğer kapsamlıdüzenlemelerin daha sorunsuz geçmesi sağlanmaktadır.Nitekim sendikal ve sol muhalefet, kıdemgaspının ötelenmesini kazanım ilan ederek, zatengündeminde önemli bir yer tutmayan Ulusal İstihdamStratejisini tümüyle bir yana bırakmıştır.Birikim Krizi ve Devlet KriziSermayenin emeğe adı üstünde böylesine stratejikve yıkıcı saldırılar dalgasının solda doğrudürüst gündem bile olmamasının asıl nedeni olarak,Haziran Direnişi ve 17 Aralık’tan itibarenayyuka çıkan rejim krizinin gölgesinde kalması gösterilebilir.Ancak sorun da zaten, rejim krizinin sermayebirikim süreçlerinin tıkanması ve yenidenyapılanmasından kopuk okunmaya çalışılmasıdır.Türkiye kapitalizminin geleneksel olarak, aşağıyukarı 8-10 yılda bir rejim kriz ve yeniden dizaynındangeçtiği bilinen bir olgudur. Ne var ki aşağıyukarı eş zamanlı olarak, yine 8-10 yılda bir sermayebirikim süreçlerinde tıkanma ve yeniden yapılanmasüreçlerinin yaşandığı, daha az bilinen ya daunutulan bir olgudur.2008 krizinden itibaren, çok sayıda StratejiBelgesi ve Eylem Planının birbiri ardından ve eşgüdümlüolarak ortaya çıkması, Türkiye kapitalizmininbir birikim döneminin sonuna geldiği ve yenibir birikim düzlemine geçiş çabasının ifadesidir:Türkiye Sanayi Strateji Belgesi, Ulusal Bilim Teknolojive Yenilik Strateji Belgesi, Ulusal Fikri veSınai Mülkiyet Hakları Strateji Belgesi, HayatBoyu Öğrenme Stratejisi, Ulusal İstihdam StratejisiBelgesi, Gençlik İstihdam Stratejisi Belgesi, YeniYatırım Teşvik Sistemi… Aynı yıllarda büyük burjuvaörgütlerinin tüm yönlü “yapısal reformlar”için baskısı ve tatminsizliği artmaya başlamıştır.“Vergi reformunu, eğitim reformunu, yargı reformunu,kamu yönetimi reformunu, firmalarımızınsağlıklı büyümelerini mümkün kılacak şekilde26Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i[yeniden] tasarlamalıyız.” (4) Bunlara aile, sağlık,enerji gibi konularda stratejik dönüşüm programlarıeşlik etmektedir.Doğrusu AKP Hükümeti de küresel mali oligarşininve Türkiye’deki tüm büyük sermayekesimlerinin ortak isterleri olan yeni nesil neoliberalyapısal dönüşüm programları silsilesini yürütmekiçin elinden geleni ardına koymadı. Son 5 yıldakiyapısal dönüşümler silsilesi, gerçekten benzeribaşka bir dönemde pek görülmemiş başdöndürücübir fırtına gibidir. Bununla birlikte AKP Hükümeti,sermayenin bir bütün olarak ve çok dahaköklü bir birikim ve güç yükseltimi isterlerini karşılayamazhale geldi. Çünkü sermaye yalnız dahafazlasını değil, daha stratejik olanı istemektedir!Türkiye kapitalizminin, 80′li ve 90′lı yıllardakifinansal ve ticari küreselleşme süreçlerinin ardındanasıl 2000′li yıllarda gerçekleşen üretken sermayeninküreselleşmesi süreci, Türkiye burjuvazisininyapısal zaafını ortadan kaldırmadı, sermayebirikiminin yeni küresel temelinden daha bir açığaçıkardı: Emek üretkenliği sorunu!Strateji kavramı; tüm şu sanayi stratejisi, teknolojistratejisi, eğitim stratejisi, istihdam stratejisihalkalarıyla birlikte- işte burada gerçek anlamınıbulur. Sermaye açısından en stratejik olan, emeğintoplumsal (bilimsel, teknolojik, organizasyonal,eğitimsel) üretkenliği, mutlak ve asıl olarak dagöreli artıdeğer sömürüsünde büyük çaplı bir artışıngerçekleştirilebilmesidir. Türkiye kapitalizmiotomotiv, enerji gibi görece daha sermaye yoğunsektörlere bir geçiş yapmıştır, fakat düşük ve ortateknolojilerden orta-yüksek ve yüksek teknolojilere,vasıfsız emekgücünden nitelikli emekgücüneaynı geçişi yapmakta çok zorlanmaktadır. (5) Ucuzemekgücüne ve sıcak para girişiyle kur şişirerekucuzlatılan ithal ara girdilere (dolayısıyla cariaçığa) dayalı sermaye birikim biçimi bir sınıradayanmaya başlamıştır. Büyük burjuva örgütlerisözcülerinin ağızlarını her açtıklarında; “verimlilik,teknoloji, nitelikli işgücü, yapısal reform” telaş venakaratı bunun ifadesidir.Kamu Merkezli Birikim StratejisindenNeoliberal Eğitim ve Aile MerkezliBirikim StratejisineSözkonusu stratejilerin tamamı, üretici güçlerin,yüksek artıdeğer üretiminin; Bilim, teknoloji,ar-ge, eğitim, nitelikli işgücü, vd.- geliştirilmesiniöngörmektedir. Kârlılığı düşük emek yoğun sektörlerinve üretim aşamalarının ise daha ucuz emekgücüve maliyet alanlarına (Kürt bölgesine) kaydırılmasınıöngörmektedir. Ulusal İstihdam StratejisiBelgesi, Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi ile birlikteokunduğunda, daha açık görülebilmektedir:İkili bir emekgücü piyasası organize edilmektedir.Bir yanda yığınsallaştığı ölçüde daha da değersizleştirilennitelikli teknik emekgücü temelindeazami göreli artıdeğer üretimi, diğer yandan ağırlıklıolarak (Strateji belgesinde “dezavantajlıkesimler” denilen) kadın, genç, öğrenci, engelli,yoksul, göçmenlerin (6) daha yığınsal biçimde işçileştirilmesitemelinde azami mutlak artıdeğer üretimi…Yığınsal olarak hem nitelikli hem ucuzemekgücü üretimi için, yoğunlaştırılmış meslekiteknik-uygulamalıeğitim, genişletilmiş staj-intörnprogramları, mesleki yeterlilik ve sertifika sistemleri,sermayenin durmaksızın değişen isterlerine göreömür boyu yeniden eğitim, sertifika kursları düzenlemesinedoğru bir geçiş yapılmaktadır. Azamigöreli artıdeğer üretiminin merkezinde; seri veyığınsal teknik emekgücü üretimine indirgendiğigibi, kendisi de başlıbaşına aktüel esnek emekgücüpiyasasına dönüşmekte olan neoliberal eğitim sistemiyer alır.Azami mutlak artıdeğer üretiminin merkezindeise, “kadın istihdam+evlilik ve çok çocuk teşviki”paketinden de kolayca görülebileceği gibi aile yeralır. Ücretler emekgücü değerinin altında düşürüldükçe,her aileden ikinci, üçüncü, dördüncü kişilerin,kadınların, gençlerin, öğrencilerin, giderekküçülen yaşlardan çocukların esnek, güvencesizemekgücü piyasasına çıkmasının sürdürülebilirliği,çözülen aile kurumunun neoliberal muhafazakarrestorasyonuna dayanır. Emekgücünün tamamenözelleştirilmiş üretimi ve yeniden üretimi kadar,tasfiye edilen sosyal güvenlik sisteminin tüm yükünün(yaşlı, sakat, hasta bakımı) üzerine yıkıldığıkadın ve aile kurumu, yanısıra yine sermayeninmaliyetlerini azaltacak biçimde ev ve aileye kaydırılanüretim süreçleri (evde el emeği ve bilgisayarlıkafa emeği üretimi), ailenin yeni sermaye birikimorganizasyonundaki stratejik rolünü gösterir. Ulusalİstihdam Stratejisinin, eskiden üretim ilişkilerinedışsal kabul edilen eğitim ve aileyi doğrudanüretim ilişkilerinin stratejik bileşeni haline getir-27Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s imektedir. Strateji Belgesi kapsamında, eğitim veailenin, örtük olarak, sermaye maliyetlerini minimizeeden, emeğin toplumsal artıdeğer üretiminimaksimize eden üretici güçler organizasyonu kapsamındayeniden tanımladığına dikkat edilmelidir.AKP Hükümetini son birkaç yılda en fazla uğraştıranve en fazla tepki topladığı konular arasında yeralan gençlik-eğitim, kadın-aile politika ve dizaynları,sermayenin yeni birikim stratejisinden kopukele alınamaz. Ulusal İstihdam Stratejisini, saltesnek, güvencesiz, kuralsız istihdam biçimleriylesınırlı görmek de son derece eksik bir yaklaşımolur. Neoliberal eğitim ve aile, esnek, güvencesiz,kuralsız çalıştırma biçimlerinin başlıca dayanaklarıolarak yeniden düzenlendiği gibi, “kamu” merkezlisermaye birikim stratejisinden neoliberal eğitim veaile merkezli yeni sermaye birikim stratejisine geçişinde ifadesidirler.Kâr oranlarının düşme eğilimine karşı toplumsalemek üretkenliğini/göreli artıdeğer sömürüsünüyükseltmede bilim ve teknoloji üretimi kilit birrol oynamaktadır. Üniversiteler daha düşük maliyetlibilim, teknoloji, “inovasyon”, proje ve tabiiseri (değersizleştirilmiş) vasıflı emekgücü üretenfabrikalara dönüşmektedir. (7) Bilginin sermayebirikim süreçlerinde kazandığı kilit konum, bilgininüretim ve aktarım süreçlerinin neoliberalizeedilmesini hızlandırmaktadır. Dahası eğitim sistemininkendisi, güvencesizleştirilen öğretim üyelerive asistanlar, öğretmenler, staj-intörn-proje sistemleri,ücretli-ücretsiz çalışan öğrenci kitleleri ilemuazzam bir ucuz ve esnek emekgücü piyasasıhaline gelmektedir. Bir bütün olarak eğitim sistemive üniversiteler, sermaye birikiminde daha kritikbir kaldıraç rolü kazanmaktadır.Dünya çapında gelişen büyük şirketlerin bilgisayarlıofis çalışanlarının bir bölümünü, dahadüşük maliyetli evden çalıştırmaya geçirmesi, Türkiye’dede gözlenmeye başlamıştır. Evde kadın veçocuk el emeği üretimi organizasyonu ise, artıkküçük taşeron aracıların ötesinde, bizzat AB desteği,il belediyeleri, üniversiteler, yerel sermayeörgütleri ve (Ulusal İstihdam Stratejisi çerçevesindeoluşturulan) İl İstihdam Kurulları tarafındangiderek genişleyen çapta yapılmakta ve teşvik edilmektedir.Kadın İstihdam Yasa Tasarısı ise, neoliberalsermaye birikiminin ucuz kadın emekgücünebüyüyen ihtiyacını, kadının seri emekgücü üreticisi(“3 çocuk”) ve emekgücü bakıcısı (çocuk, eş,yaşlı, hasta, engelli bakımı) olarak erkeğe ve aileyebağımlılığın neomuhazakar dizaynı ile bütünleştirmeyeçalışıyor. Düzenleme aileyi, daha dolaysız bir“üretim mekanı”, neoliberal sermaye birikim kaldıracıolarak yeniden kurguluyor. (8)Üretim ve EmekOrganizasyonunda DeğişimSermayenin toplumun durmaksızın daha genişkesimlerini sömürü çarklarının içine çekmesi veemeğin toplumsal üretkenliğinin geliştirilmesi tekyanlı bir süreç değildir. Eğitim ve aile konularındagördüğümüz gibi, daha yüksek toplumsal artıdeğerüretimi için, üretim ve yönetim ilişkilerinin deyeniden örgütlenmesini gerektirir. Ulusal İstihdamStratejisi yalnızca istihdam biçimlerinin değil, üretimve emek organizasyonunun değişmesidir. Bunuen açık biçimiyle aşırı birikim krizi içindeki sermayenin,sağlık, eğitim, kent-mekan, tarım, ulaşım,iletişim, kültür, sanat, spor, oyun, eğlence gibi yenideğerlenme alanlarında görürüz. Yüzeysel bakış,sorunu yalnızca piyasalaştırmada görür. Oysa piyasalaştırmadeğişimin yalnızca ön koşuludur; asıldeğişim tüm bu alanların da endüstrileştirileşmesinde,azami artıdeğer üretim süreçlerine bağlanmasındadır.Ulusal İstihdam Stratejisinin üretim ilişkilerindeyarattığı bir diğer önemli değişim, geçmişdönemdeki üretim ilişkilerini tanımlayan kabaişbölümü ayrımlarının: Kamu-özel, işçi-memur,eğitim-üretim, kafa emeği-kol emeği (beyaz yakamaviyaka), kadın-erkek, genç-yetişkin, sağlıklıengelli,çalışan-işsiz ayrımlarının işçilerin çalışmave yaşam koşulları açısından giderek geriye doğruçözülmesidir.Bir diğer önemli değişim, “geleneksel” ezmeezilmeilişkilerinin kapitalist üretim ilişkilerine(kısmi bir revizyonla) içerilmesi, yapısal bileşenihaline getirilmesidir. Kadınlar, gençler, çocuklar,öğrenciler, engelliler, yoksullar, göçmenler… Ezilenlerve siyasal-toplumsal olarak alt konumdaaddedilenler, bu durumlarında ciddi bir değişimsağlanmadan ve kolektif hak ve özgürlükleri tanınmadan,yığınsal olarak en esnek, en güvencesiz, enkölece ve en düşük ücretli vahşi sömürü çarklarıiçine çekilmektedir. Ulusal İstihdam Stratejisi,“istihdam açısından dezavantajlılar” dediği ezilen28Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ikesimlerden işçilerin ezilmişliğinin de azami sömürülmesinitemel bir “istihdam politikası” halinegetirmektedir. Ezilenlerin alt koşullardan işçileşmesi,genellikle bir konum artışı ve bağımlılıktanözgürleşme sağlamadığı gibi, yaşamlarında karşıkarşıya oldukları zorluklar, engeller, angaryalar,kısıtlamalar, gerici baskı ve saldırılar da artmaktadır.Örneğin kadınlara dönük şiddette son yıllardayaşanan büyük çaplı artış ile Ulusal İstihdam Stratejisi(kadınların daha yığınsal olarak işgücü piyasasınagirme eğilimi) arasında belirgin bir korelasyonvardır. Kadınların ücretli çalışma yaşamına girmesiylekazandığı göreli ekonomik bağımsızlık veözgüven duygusu, toplumla bağını erkek dolayımıyladeğil daha dolaysız kurma çabasıyla birlikte,erkek egemenliğine tehdit olarak algılanmaktadır.(9) Tüm diğer ezilme, bağımlılık, eşitsizlik ilişkileridaha dolaysız ve derinlemesine ücretli kölelikilişkisi ile kaynaşmakta, ondan bağımsız ele alınamazhale gelmektedir.Üretim ilişkileri ile birlikte mülkiyet ilişkileri dedeğişmektedir. Özel mülkiyetin Marksist tanımı,“başkalarının emekgücünden yararlanma yetkisi”dir.(10) Neoliberal kapitalist üretim ilişkileri,kapitalistlerin çalıştırdıkları işçilerin emek gücüüzerindeki ve kapitalist sınıfın toplumsal emekgücüüzerindeki mülkiyet hak, yetki ve otoritesini,hem resmen hem de fiilen genişletir.İşçinin kendisi için çalıştığı gerekli emekzamanile kapitaliste artıdeğer ürettiği karşılıksızemek-zaman arasındaki ayrım ve ilişkinin belirsizleşmesi,tüm esnek çalıştırma biçimlerinin ruhudur.Böylelikle kapitalistin işçiyi dolandırması fevkaledekolaylaşır. Bununla da kalmaz, karşılığı ödenenve ödenmeyen emek-zaman arasındaki ayrımınbelirsizleşmesi, çalışma mekanı ile yaşammekanı, çalışma zamanı ile serbest zaman arasındakiayrımların da belirsizleşmesine doğru genişler.Kapitalist üretim ilişkileri, fabrika ve işyerlerindentaşıp evleri ve yaşam alanlarını da kolonize ediyor.İş tanımlarının da belirsizleşmesiyle, her şey iş, heryer işyeri, tüm zamanlar çalışma zamanı halinegeliyor.Özetle: Bir dönemki sermaye birikiminin gelişmesininve örgütlenmesinin biçimi olan ulus, ulusdevlet, kamu, eğitim, aile, din, işbölümü gibi kategorive kurumlar, eski biçimleriyle, onun engelihaline gelmişlerdir. Bu kurumların her birindekibitmez tükenmez kriz, yeniden yapılandırma, restorasyonsarmallarının en derindeki nedeni budur.Bu yüzden burjuvazi ve mali oligarşisi bu kurumlarınher birini toplumsal emek üretkenliğini (toplamtoplumsal mutlak ve göreli artıdeğer üretimkapasitesini) artıracak biçimde yeniden yenidendüzenlemeye çalışmaktadır. “Katı olan her şeybuharlaşıyor” ve rejimin, ailenin, eğitimin, toplumsal-teknikişbölümünün tüm yeniden düzenlemeleridaha kemikleşmeden eskiyor. Burjuvazi ve malioligarşisinin AKP eliyle yaptığı tüm yenidendüzenlemeler de daha konsolide edilemedenAKP’yle birlikte yeniden sarsılıyor. Sınıflar arası,sınıf kesimleri arası, uluslararası güç mücadeleleriyletüm siyasal-toplumsal kurum ve ilişkiler yenidensüreçleniyor. “Üretimin sürekli altüst oluşu,bütün toplumsal kurum ve ilişkilerdeki düzeninkesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik”günümüz kapitalist toplumunu ve sermayeninyeni bir birikim organizasyonuna doğru geçmekteoluşuyla eşitsiz, düzensiz, kesintili, çatışmalısiyasal-toplumsal dönüşüm sürecini de karakterizeeder. Fakat tüm bu krizler, yeniden yapılandırmalar,restorasyonların genişleyen sarmalı ve “sonugelmez belirsizlikler” içinde bir belirginlik arayacaksakiki şeye bakmak yeterlidir:Birincisi, “toplum hep belli bir toplumsal emeküretkenliği düzeyi üzerinde örgütlendiğinden, herüretkenlik artışı toplum üzerinde karıştırıcı bir etkiyapar… Emek üretkenliğinin her yükselmesi düzeninyenibaştan kurulmasına adım adım zorlar.”(11) Sermayenin yeni birikim stratejisinin özü,toplumsal emek üretkenliğini (toplam toplumsalmutlak ve göreli artıdeğer sömürüsünü) yeni birdüzeye çıkarmak olduğundan, bu siyasal-toplumsalilişkiler düzeninin durmaksızın bozuluşu ve yenidendüzenlenmesi ile el ele gider. Birkaç yıla yayılabilecekbugünkü rejim krizi ve çatışmalarınınnasıl bir yeniden düzenlemeler silsilesine varacağınıkestirmek zor da olsa, yalnızca kendi yolunuaçmaya devam eden Ulusal İstihdam Stratejisinebakarak, bunun toplumsal emeğin daha ağır sömürülmesi,değersizleştirilmesi ve tahakküm altınaalma düzenlemesi olacağını öngörmek zor değildir.Fakat, ikincisi, maç yalnızca burjuva güçler arasındadeğildir. Rejim krizinin derinleşmesindetarihsel bir rol oynayan Haziran Direnişinin tabanıve ağırlığı henüz bir sınıf karakteri kazanmamış29Temmuz-Aralık 2013


işçi grubu için güven duygusunun, boş zamanınortadan kalkışı ve kentsel çevrenin kötüleşmesigibi yüzlerce değişik biçimde geldi.” (12)Bugün de yıkıcı proleterleşme/sınıf oluşumusüreçlerini, çalışma, yaşam, yönetilme koşullarındakapsamlı dönüşümle birlikte ele almalıyız:• Artan sayıda işçi için yılda en az birkaç kezyeniden iş arama angaryasının başlıbaşına bir “iş”haline gelmesi ve dev çaplı bir “köle tüccarlığı sektör”ününortaya çıkması,• Sınav köleliği (LYS’den KPSS’ye MeslekiYeterlilik Sınavlarına her yıl, sınav sayısı ve sınavkölelerinin sayısı artıyor. Bir yılda sınava girenlerinsayısı bu yıl 7 milyon kişiden 10 milyon kişiye çıktı.Bu, 10 milyon kişinin yılda ortalama <strong>50</strong> günlükçalışma mesaisi kadar fazladan sınava çalışmamesaisi yaptığı anlamına geliyor.)• Meslek lisesi öğrencisinin okulunun işyerihaline gelmesi,• Üniversite öğrencisinin hamburgercide garsonlukyapması,• Eğitimli mesleklerin konum ve özerklik yitimi(13),• Emekçilerin üretim araçlarından sonra, ömürboyu tek bir işe ya da mesleğe bağlı olmaktan da“özgürleşmesi”,• Tüm çalışma ve mesleklere yaygınlaştıranperformans, yeterlilik, sertifika sistemleri,• Eğitimin, iş bulmanın, çalışmanın her şeyinvahşi bir rekabet ve yarışmaya bağlanması,• Çocuğun ders, ödev, sınav yükünün durmaksızınartması,• “En büyük küresel tehdit” katına yükseltilengörülmemiş genç işsizliği ve gençlerin ailelerineartan bağımlılığı,• Kadına güvencesiz çalışma, 3 çocuk dayatması,• İş bölümündeki değişmeler ve neoliberal despotikçalışma rejimi nedeniyle çalışma yeteneğinikaybetmiş ve güvencesiz, dayanaksız hasta, sakat,yaşlı nüfusun hızlı büyümesi,• Çocuk ve yanısıra hasta, sakat, yaşlı, işsiznüfusun bakımının bireyselleştirilmesi ve kadınınev köleliğini ağırlaştırması,• Ezilen kesimlerin en alt kademe işlerde yalıtılarakçalışmaları,• Yoksulların sosyal yardımların kaybetmemekiçin kaçak çalışmak zorunda kalırken en sıkı devtürktabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iyeni işçi kitlelerinden oluşuyordu. Neoliberal sermayebirikim stratejisini kendi karşı kutbunda devçaplı yeni proleterleşme dalgalarını da üretmektedir.İşçi sınıfı toplumsallaşmakta, toplum işçileşmektedir.Bu bugün bir yanda dar bir ekonomiksendikalmücadele, diğer yanda uzlaşmaz sınıf karşıtlığıekseninden yoksun bir toplumsal-siyasalmücadele olarak ayrıksı biçimler alsa da, iki yöndenbirbirine geçerek ilerleyecektir. Yalnız HaziranDirenişinin değil, Kürt, kadın, öğrenci hareketlerininbugünkü biçimleri ne olursa olsun tabanlarınınyeni işçi kitleleri ve işçileşen kesimlerden oluşuyorolması, işçi eylem ve direnişlerinin ise kaçınılmazolarak ekmek ve sendikanın ötesinde zaman,mekan, öz örgütlenme mücadelelerine yönelmesibir göstergedir. Yeni sermaye birikim stratejisininzorunlu kıldığı zemin yükseltimi üzerinden işçisınıfın geleneksel biçimi sarsıntılar içinde çözülmesinisürdürürken, dev çaplı yeni işçi kitlelerinintoplumsallaşmış ve siyasallaşmış sınıfsal oluşumuda bu mücadelelerin içinden geçerek ilerleyecektir.Proleterleşme SüreçleriGiderek daha geniş toplumsal kesimleri kapsamınaalıp, giderek daha rekabetçi bir işgücü piyasasınayığınlarla fırlatıp atan, orada cinsiyet, ulus,yaşa göre damgalayıp, işsizlik ve baskı ile yoğurupneoliberal çalışma disiplinine sokmaya çalışan yeniproleterleştirme süreçleri: Süregiden toplumsalsarsıntıların, rejim krizinin de arka planındakitemel tarihsel etkenlerden biridir. Öne çıkan pekçok toplumsal-siyasal olgu; Kürt müzakere sürecininyürütülüş biçimi, kadınlara dönük şiddettepatlama, gençliğe, kent yoksullarına dönük baskıve kontrol politikaları, aile ve eğitim sistemindederin kriz ve yeniden yapılandırma, toplum veyaşam mühendisliğinin yeni biçimleri, hatta HaziranDirenişi dahi, bu dev çaplı yeni proleterleştirmesüreç ve mekanizmaları kavranmadan tamanlaşılamaz. Yeni işçileştirme süreçleri ve mühendisliğikavranmadan, işçi sınıfının genişleyentemelden yeniden oluşumunu ilerletecek politikalarüretilemez.“Yoksullaşma deneyimi onların üzerine, kırsalçalışan için ortak haklarının ve köy demokrasisininkalıntılarının kaybı; zanaatkâr için statüsününyok oluşu; dokumacı için hayatiyetinin ve bağımsızlığınınortadan kalkışı; çocuk için evde çalışmave oynamanın sonu; reel ücretleri artan pek çok30Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ilet denetimi ve baskıların (başta kadınlar ve kürtlerolmak üzere) yoksulluk yardımı alanlara yapılması,• Ezilen ulus, cins, cinsel yönelim, genç, engelli,yoksul ve göçmenlere dönük şiddet, baskı,engelleme ve kısıtlamalar,• Tarihsel mücadele kazanımları çerçevesindetüm burjuva iş yasalarında var olan işçinin emekgücüile kişiliği arasındaki ayrımın da esnek güvencesizçalışmayla bulanıklaştırılması,• İşçinin fizyolojik, zihinsel, psikolojik bütünlüğünortadan kaldırılması,• Ücretlerin ve hakedişlerin verilmediği angaryave klasik köleliğe yaklaşan çalıştırma biçimleri,• Emekçi yerleşimlerinin yıkılıp sermayeleştirilmesi,kentsel ortak mekanlara el konuluşu,doğanın yıkımı,• Çalışma ve yaşamın hem zamanda mekandaparçalanması, hem de zaman-mekan cenderesiningiderek daralması,• Sosyal yaşam alanlarına ve serbest zamana daartan müdahale ve kısıtlamalar,• Eleştirel düşüncenin eğitimden ve basındantamamen kazınması, mali oligarşik “kamuoyuyönetimi” ve düşünce kontrolü,• Banka-kredi kartları ve artan borç yükü ilemali köleliğin de ücretli köleliğin yapısal bileşenihaline gelmesi,• Her türden baskı ve gericiliğin de proleterleştirmesüreçlerine içerili hale getirilmesi,Resmi ve fiili, ifade, toplantı, örgütlenme ve eylemyasakları…Çalışma koşullarındaki tahammül edilmez ağırlaşmave güvencesizlikle birlikte, bunların tamamı-ve çok daha fazlası- proleterleşmenin yeni biçimleridir.Dünyada ve Türkiye’de “işçi sınıfının yenidurumu”nun ifadeleridir. Yeniden oluşum sürecindekiişçi sınıfının burjuvazi ve kapitalizmle bütünselbir karşıtlık bilincinin gelişmesi de, kapitalistüretim ilişkilerinin içindeki uzlaşmaz çelişkilerintarihsel gelişiminin bu yeni ve genişleyen kapsamındandüşünülmelidir. Yoksa işçilik tanımı vesınıf mücadelesi dar ve tek biçimli olduğu kadaretkisiz bir sendikalizme indirgenmiş olur. Farklıtoplumsal kesimlerin farklı proleterleşme biçim vedeneyimlerinin toplumsallaşmış ve siyasallaşmış(sosyalist) proleterya bilincinin oluşumu temelindebütünleşebilmesi, buna bağlıdır.Hepsinin temelinde yine ücretli kölelik vardır.Fakat ücretli kölelik de, finansal kölelik, sınavköleliği, performans köleliği, eğitim köleliliği, rekabetköleliliği, zamanda mekanda kölelik ile genişleyipderinleşmiştir. Aynı zamanda cinsel kölelik,ulusal kölelik, dinsel kölelik de (düz biçimde onaindirgenemez olmakla birlikte) ücretli köleliğedaha doğrudan ve daha derinlemesine bağlı ve içerilihale gelmektedir.Üretim İlişkileri ve DevletHer biri bir öncekinden daha sarsıcı hale gelenve daha uzun sürelere yayılan sermayenin birikimkrizleri, sermaye birikiminin emeğe karşı yıkıcı birsaldırganlıkla yeni bir temelden örgütlenmesini,onun için ölüm kalım sorunu haline getirir. Açığaçıkan dev çaplı yolsuzluklar, asalaklık, gasp ve rantüzerinden birikim, gerçekte kâr oranlarının düşmeeğiliminin, artıdeğer krizinin (mevcut artıdeğerkapasitesinin yetmezliğinin) ifadesidir. Ve sermayene kadar büyür, yoğunlaşır, tekelleşir ise birikiminisürdürmesi o kadar zorlaşır; o kadar daha genişçaplı, o kadar daha fiili ve güce dayalı sömürü, gaspve yönetim organizasyonları yapmak durumundakalır. “Sermaye kolektif bir üründür ve ancak birçokkişinin birleşik eylemiyle, hatta son tahlilde,ancak toplumun tüm üyelerinin birleşik eylemiyleharekete geçirilebilir.” (14)Bugün büyük sermaye örgütlerinin koro halinde“orta gelir tuzağı” (bunu “orta artıdeğer yetmezhale geldi” diye okumak gerekir!) diye tempo tutmaları,sermayenin birikim krizi ve daha yüksek birartıdeğer kapasitesini örgütleme teyakkuzudur.Fakat daha yüksek bir artıdeğer kapasitesinin yaratılması,yalnız üretimin ve emeğin değil, tüm toplumunve siyasetin yeni bir temelden organize veseferber edilmesi demektir! Sermayenin yeni birikimstratejisi belgeleri ve eylem planlarının bir tekibile incelendiğinde, yasal düzenlemelerin işin yalnızbir parçası olduğu hemen görülür. Farklı coğrafiölçeklerden sayısız ekonomik, toplumsal, siyasal,hukuki, kültürel, ideolojik kurum ve aracı, varolanlarıdönüştürerek ya da yeniden işlevlendirerekve sayısız yeni kurum ve araç yaratarak, sermayebirikiminin azamileştirilmesi doğrultusunda eşgüdümlemek,siyasal-yönetsel aygıtların da daha yüksekbir güç yoğunlaşması ve merkezileşmesi doğrultusundadönüştürülmesini şart koşar. (15)31Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iÖrneğin Ulusal İstihdam Stratejisi, genelliklesanıldığı gibi yalnızca esnek-güvencesiz çalıştırmabiçimlerinin yaygınlaştırılması ile sınırlı değildir,aileden eğitime, il özel idarelerinden sosyal politikalara,kadın, genç, kürt, engelli, kent yoksulupolitikalarına kadar kapsamına alır. “Aktif İşgücüPiyasası Programı” (Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’ninde temelini oluşturuyor), tıpkı sermayeninçalıştırdığı işçinin tuvalette geçirdiği saniyeleri bilekayıp sayması gibi, kafa emekçisi, kamu emekçisi,ev kadını, kürt, öğrenci, çocuk, emekli, engelli,kent yoksulu… sermaye birikimini doğrudanbüyütmeyen, azami artıdeğer üretmeyen herkesi,her kurum ve ilişkiyi kayıp ve yük olarak gören,sermayenin birikim krizi adına ilan edilmemiş birazami çalışma ve rekabet seferberliğidir.Bu kapsamda eşgüdümlü dönüşümü örgütleyebilecektek aygıt, tüm topluma dal budak sarmışkollarıyla burjuva devlettir. Fakat eski biçimiyledeğil. Burjuva devletin sermaye birikimini, yanitoplumsal üretim ilişkilerini, dolayısıyla tüm toplumuyeni bir temelden örgütleyebilmesi için, öncekendisini bu doğrultuda yeniden örgütleyebilmesigerekir. Şu basit nedenle ki, sermaye birikimininkrizi, sınıflar arası, eşitsiz gelişen sermaye kesimleriarası, küresel odaklar arası güç çatışmalarıyla kaçınılmazolarak devleti de krize iter. Devlet, sermayebirikiminin yeni bir temelden örgütlenmesininhem tıkayıcısı hem de bunu gerçekleştirebilecekbiricik siyasal-yönetsel aygıttır. Sermaye birikimindekiher yapısal tıkanma, giderek daha kapsamlıbir dönüşüm isteyen sermaye kesimleri ile, mevcutüretim organizasyonu ve güç ilişkilerinin revizeedilerek konsolide edilmesinden yana olan sermayekesimleri arasında bizzat devlet üzerinde veiçindeki güç çatışması, devleti altüst eder. Bu sermayeiçi çatışmalar birkaç yıla, bazan daha uzunsürelere yayılabilir, fakat genellikle, eninde sonundabirinciler kazanır. Oluşan yeni burjuva mali oligarşikiktidar bloğu, devleti yeniden dizayn eder.Burjuva güçler çatışması sürecinde kitlelere;“hukuk devleti”, “ileri demokrasi, barış, adalet”,“işçilere yeni haklar” vb türünden- ne vaat ederlerseetsinler, devletin yeniden dizaynı, kaçınılmazolarak daha büyük bir burjuva mali oligarşik güçyoğunlaşması ve merkezileşmesi, işçi sınıfı ve kitlelerinçalışma, yaşam, yönetilme koşullarının ağırlaşmasıile sonuçlanır. Çünkü sermaye birikiminin,dolayısıyla sömürü ve yağmanın bir üst düzeydenörgütlenmesi, yanısıra bu süreçte tarihsel mücadeleinisiyatifi ve istemleri artan kitlelerin yenidenzapturapt altına alınması ve en sonu burjuva güçlerçatışmasının doğurduğu koşullar ve egemenlikhegemonyakrizinin çözülmesi, mali oligarşik güçyükseltimini de zorunlu kılar.Sermayenin yeni birikim stratejisi de, fiili vegüce dayalı despotik bir karakter taşımaktadır.Toplumun giderek daha geniş kesimlerini giderekdaha dibe çeken bir total sömürü anaforu gibi ilerleyen,işçilerin tüm yaşam enerjisini söküp alan,tüm haklarını gasp eden, tüm zamanlarını sermayenindolaysız kontrolüne altına alan, toplumsalçalışma yeteneğini asalak aracılar tarafından alınıpsatılabilen, kullanılıp atılabilir, kolayca tahrip veimha edilebilir en değersizleştirilmiş bir metayaindirgeyen bir emek organizasyonu, baskısız ve zorsuzgerçekleştirilemez.Kapitalist üretim ilişkileri, uzlaşmaz sınıf karşıtlığınıntemelidir. Sınıf mücadelesinin temel sorunlarıise ancak politik alanda, sınıflar arası güç veiktidar ilişkileri bağlamında çözülebilir. Belli birüretim ilişkisindeki her ciddi değişim, o üretim ilişkilerinindüzenleyicisi ve yeniden üreticisi olandevleti de krize iter. Fakat üretim ilişkilerinin yenidenörgütleyicisi de yine devlettir. Bu yüzden üretimilişkileri ile iktidar ilişkileri (devlet) arasındakitarihsel-diyalektik bağı kavramak, sınıf mücadelesindeçok kritik bir önem taşır.AKP Hükümetinin rejim çatışması ve seçimlerigözeterek Ulusal İstihdam paketlerinden bazılarınıötelemesi, bazılarını bir nebze yumuşatmasıkimseyi yanıltmamalıdır. Paketlerin çoğu fiilenuygulamadadır. Neoliberal despotik çalışma rejimizaten ulaştığı yaygınlık koşullarında, çok katmanlı,çok parçalı, bireysel sözleşmeye dayalı işçi kitleleriarasında rekabeti büyüterek, kendiliğinden yenidenüretilir hale gelmiştir. (16) Örneğin her asgariücret düşürümü, eskiden fazla mesaiye karşı direnenişçileri günde 20 lira fazlası için fazla mesaiyikendileri ister hale getirmekte, 12 saatlik işgününü“kendiliğinden” standartlaştırmaktadır. 2001 ekonomik-siyasalkriz ve yeniden yapılandırma çerçevesindehükümet olan AKP’nin ilk büyük icraatlarındanbirinin 2003 tarihli Yeni İş Kanunu olduğuunutulmamalıdır. Devlet sarsıntılar içindeyken,Yeni Taşeronluk düzenlemesi ve Kadın İstihdam +32Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i3 çocuk paketinin tekrar tekrar gündemde olması,burjuvazi açısından sömürü organizasyonunu yenidenyapılandırmanın devletini yeniden yapılandırmaktandaha az önemli olmadığını göstermeyeyeter. Diğer taraftan devlet krizinin yeniden yapılanmasüreçlerini yavaşlatıp kırılganlaştırması dagörülmelidir. (17) Burjuvazi ve devletinin sarsılıpkırılganlaştığı bir süreçte, Ulusal İstihdam paketlerininötelenmesi veya yumuşatılması değil, stratejibelgesinin ve neoliberal despotik çalışma rejiminintümden kaldırılması ve proleter demokrasi içinmücadelenin yükseltilmesinin elverişli zemini vardır.Sonuç“Bütün kapitalist üretim sistemi, işçinin emekgücünü meta olarak satmasına dayanır.” (18)Kamu hizmetlerinin, eğitimin, sağlığın… piyasalaştırılmasıüzerine çok konuşuldu. Fakat hepsinintemelinde yatan, tüm toplumsal emekgücününazami piyasalaştırılması üzerine hiçbir şey. Oysaasıl sorun budur, Ulusal İstihdam Stratejisinin tümruhu da burada yatar.Ulusal İstihdam Stratejisi “işgücü piyasasınaerişim kolaylığı ve hizmetleri” diye paketlenirkenasıl örtbas edilen işte budur: Daha geniş kesimlerinçalışmasını engelleyen tam da bu “işgücü piyasası”nınta kendisidir! İnsanın toplumsal üretim veyaşama katılabilmek için önce kendi çalışma yeteneğinimeta olarak piyasada satmak zorunda oluşudur.Kapitalizm öylesine bir sistemdir ki, kişinintoplumsallaşabilmesinin koşulu, çalışma yeteneğini,yani toplumsallığının temelini, başkasına satmakzorunda kalmaktadır!Ve ne kadar daha geniş yığınlar çalışma yeteneklerinisatışa çıkarmak zorunda kalırlarsa: Toplumuntüm yaşam enerjisi kapitalistler tarafındano kadar ucuza kapatılır. O kadar hoyratça sömürülür.Ne kadar çok çalışma yeteneği piyasaya sürülüyorsa,kapitalistin de o kadar almama, o kadarsüründererek, ücret ve onur kırarak, köleleştirerekalma hakkı vardır. İşgücü piyasası, sermayeninemek üzerindeki diktatörlüğünün temel biçimidir.Çalışma/üretme yeteneğinin toplumsal niteliği nekadar gelişiyorsa, o kadar metalaştırılması zatenkapitalizmin çelişkisinin ta kendisidir. İşgücü piyasasınıntam neoliberalize edilmesi de, bu çelişkininçözümü değil, son sınırına kadar genelleşip derinleşmesidir.Ulusal İstihdam Stratejisi“işgücü piyasasınaerişim kolaylığı vehizmetleri” diyepaketlenirken asıl örtbasedilen işte budur:Daha geniş kesimlerinçalışmasını engelleyentam da bu “işgücüpiyasası”nın ta kendisidir!İnsanın toplumsalüretim ve yaşamakatılabilmek için öncekendi çalışma yeteneğinimeta olarak piyasadasatmak zorundaoluşudur.Ulusal İstihdamStratejisi, çalışmayeteneğinin dahakolay alınıp satılmasınısağlar görünür.Fakat neoliberalişgücü piyasası, “serbestpiyasa” filandeğildir. Toplumsalçalışma/üretmeyeteneğini kendiisterlerine göre formatlayıpgüdümleyen,disipline edipfiyatlandıran küreseltekelci kapitalizmve mali oligarşisidir.Çalışma yeteneğininsatışı da işçi tarafından “serbestçe” yapılamaz,tekelci köle tüccarlığı şirketleri tarafındanyapılır. Neoliberal işgücü piyasasının asıl sağladığıişçi ile çalışma yeteneği arasına kat kat daha fazlaasalak aracıların girmesi (modern köle tüccarlığı),çalışma yeteneğinin daha sıkı boyunduruk altınaalınması, daha kolay ve hızlı değersizleştirilmesi,daha vahşi sömürülmesi, daha kolay atılması, dahakolay ve tahrip ve imha edilebilmesidir.Çalışmanın, çalışma yeteneğinin gerçek anlamdatoplumsallaşmasının önündeki asıl engel budur:Çalışma yeteneğinin meta olması ve işçilerin yaşayabilmekiçin onu satmak, kendilerini sömürtmekzorunda oluşlarıdır. Öyleyse asıl yapılması gerekenişgücünü (“serbestleştirmek”, “özgürleştirmek”lafzı altında) daha fazla metalaştırmak, işgücüpiyasasını daha fazla neoliberalize etmek değil, kaldırmaktır.Herkesin çok yönlü yetilerle birlikte, istediğiçalışma konuları ve alanlarını belirleme, denemeve istediğinde değiştirmede özgür olarak çalışmahakkına -biçimsel değil fiili olarak- sahip olduğu,herkesin çalışma/üretme yeteneğinin doğrudantoplumsal niteliğinin tanındığı ve kendi toplumsalbileşiküretim/emek süreçlerinin biçimi ve sonuçlarıüzerinde doğrudan toplumsal-bireysel söz,karar ve erke sahip olarak gerçekleştirdiği, çalışmanınzorunluluk, açık/örtük baskı, zahmet veyabancılaştırıcı bir faaliyet olmaktan çıkıp gönüllü,bilinçli ve hem kendisi hem de toplum için yararlı,33Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s içok yönlü ve yaratıcı bir faaliyet haline geldiği,günde 6 saat haftada 5 günden başlayarak çalışmasürelerinin hızla kısaldığı, çalışma yeteneğinin kişininkendi iradesi dışında kullanılmasının ve çalışmasürecinde eleştirel düşünme, iletişim, hareketve diğer ihtiyaçlarının kısıtlanmasının, sömürüamacıyla kullanılmasının, piyasalaştırılmasının,alınıp satılmasının kesinkes yasak olduğu bir yaşamdüşlemeliyiz.Ulusal istihdam stratejisinin tüm cingözlüğü“işgücü piyasası”nın/işçilerin çalışma yeteneğinisatmak zorunda kalmasının doğal ve ebedi kabuledilmesi üzerine kuruludur. Bu bir kez doğal kabuledildiğinde, geriye en fazla, giderek daralan veerozyona uğrayan bir alana sıkışmış olarak, eldekimevcut kısmi güvenceli “işler”i koruma çabasıkalır. Öncelikle bunu aklımızda tutmalıyız.Kaynaklar1. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nni tam metni için bkz:[http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/05/20140530-7-1.pdf].2. Kriz döneminde sermayenin “olağanüstü esneklik”istemlerinin bir çerçevesi için bkz. TİSK, “KrizDöneminde Endüstri İlişkileri”, İşveren Özel Eki, Cilt:47, Sayı: 4, TİSK Yayınları, Ankara, 2009.3. Kutlu, D. “Olağanüstü Dönem Olağanüstü Esneklik”,[http://www.academia.edu/3377151/Olaganustu_Donem_Olaganustu_Esneklik], (erişim tarihi:08.08.2014).4. Bkz. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun TürkiyeSanayi Stratejisi üzerine yaptığı açıklama:[http://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid=134&lst=MansetListesi], (erişim tarihi: 09.08.2014).5. Oğuz, Ş. “Krizi Fırsata Dönüştürmek: Türkiye’deDevletin 2008 Krizine Yönelik Tepkileri”, Ammeİdaresi Dergisi, Cilt 44, Sayı 1, 2011, s. 1-23. “Bupolitikaların temel hedefi, yüksek katma değerli sanayiyatırımlarımlarına öncelik verilmesi ve emek üzerindeyeni kontrol mekanizmalarının kurulması yoluylauluslararası rekabet gücünün artırılmasıdır. Krizdensonra alınan ekonomik önlemlerde yatırım ve istihdamıartırma söyleminin zorunlu olarak ön planaçıkması, bu politikanın derinleştirilmesi için meşrubir zemin hazırlamıştır”.6. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesinde, devletin resmiideolojik teamülleri gereği, Kürtler “dezavantajlıkesimler” içinde sayılmamaktadır. Oysa 2009 yılındaaçıklanan Yeni Teşvik Sisteminde Güneydoğu ve DoğuAnadolu’nun Birinci Derece Öncelikli TeşvikBölgeleri kapsamına alınması, yine 2008-9′dan itibarenhızla büyütülen inşaat sektöründe taşeron Kürtişçilerin sayı ve oranının hızla yükselmesi, en ağır,tehlikeli, güvencesiz ve en düşük ücretli işlerkapsamında Kürtlerin “dezavantajlı” kesimler arasındayer aldığını göstermektedir.7. Narin, Ö. “Bologna Sürecinin Bir Başka Yüzü: VasfınMetalaşması ve ‘Özgeçmişi’yle Amele PazarındaKendini Beğendirmeye Çalışan ‘Soyut Emek’” İçinde:Öz, D., Atbaşı, F.D. ve Bürkev, Y. (Der) Gerçek Yıkıcıve Yaratıcı, NotaBene Yayınları, Ankara, 20118. Çoban, B. “Kadın İstihdam Paketi: Kadın EmeğininEsnekleşmesi”, DİSK-AR Dergisi, Sayı 2: Kış 2014,Ayrıca bkz, Kadın Emeği Platformu, “Kadın İstihdamıYasa Tasarısı Kime Müjde”, [http://gercekgazetesi.net/sites/ default/files/kep_brosur.pdf], 2013.9. Özkaplan, N., “İş ve Aile Yaşamı Dengesi: Yeni BirOlanak mı”, İktisat Dergisi, Sayı:514, 2010.10. Marx, K. ve Engels, F. Alman İdeolojisi, Evrensel BasımYayın, İstanbul, 2013.11. Cemal, M. Eşitlikçi Toplumlar, Belge Yayınları. 1996,s.11912. Thompson, E.P. İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, BirikimYayınları, İstanbul, 2012.13. Türkiye’de son yıllarda eğitimli mesleklerdekiproleterleşme süreçlerine ilişkin araştırmalarda birzenginleşme dikkat çekiyor. Bkz. Prof. Dr. Cem Terzi,Sağlık Piyasalaşırken Hekimler İşçileşiyor, e-makale.Dr. Ünlütürk Ulutaş, Türkiye’de Sağlık EmekSürecinin Dönüşümü, NotaBene Yay. Elif Aksu Kaya,Emek Süreçlerinde Dönüşüm ve Mühendis Emeği,EMO yayınları, e-kitap. Kasım Akbaş, AvukatlıkMesleğinin Ekonomi-Politiği. Yrd. Doç Derya KeskinDemirer, Eğitimde Piyasalaşma ve Öğretmen EmeğindeDönüşüm, Kocaeli Üniversitesi, e-kitap. Dr. ErkanAydoğanoğlu, Emek Sürecinin Dönüşümü, KültürSanat Sen, e-kitap. Tanıl Bora (editör), Boşuna mıOkuduk, İletişim Yay. Ayşe Buğra (derleyen), SınıftanSınıfa: Fabrika Dışı Çalışma Manzaraları, İletişim Yay.… Kramponlu İşçiler, …14. Marx, K. ve Engels, F. Komünist Parti Manifestosu, SolYayınları, Ankara.15. Oğuz, Ş. “Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi veNeoliberal Otoriter Devletin İnşası”, Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, Temmuz-Aralık 2012: Sayı 45-46,2012.16. Dardot, P. ve Laval, C. Dünyanın Yeni Aklı: NeoliberalToplum Üzerine Deneme, İstanbul Bilgi ÜniversitesiYayınları, İstanbul, 2012.17. Öngen, T. “Devletin Yeniden Yapılandırılması”,[http://www.soldefter.com/2012/07/01/devletinyeniden-yapilanmasi-tulin-ongen/],1 Temmuz 2012,(erişim tarihi: 09.08.2014).18. Marx, K. Kapital Cilt 1, Yordam Yayınları, İstanbul,2014, s. 411.l34Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iGEZİ AYNASINDATÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ YENİ PROFİLİNuh ASLANWilhelm Wolff Toplum Araştırmaları Derneği VE GÖREVLERGezi ayaklanmasının üzerinden 16 ay geçmesinerağmen ülkemizde ve dünyada pek çok kesimceçeşitli yönleriyle tartışılmaya devam ediyor. Herkeskendi açısından eylemleri anlamaya, ders çıkarmayave yeni bir pozisyon belirlemeye çalışıyor.Çünkü toplumun harekete geçtiği böylesi anlartoplumun anatomisinin, fizyolojisinin ve bunlarınyanı sıra sistemin patolojisinin verilerini sunar.Gezi eylemcilerini “çapulcu” olarak niteleyen AKPhükümeti, kendi iktidarının hedef alınmış olmasınedeniyle Gezi olaylarını “vandallık, barbarlık,profesyonelce hazırlanmış bir tezgah” olarak niteliyor.Bu değerlendirmenin ne kadarının AKP'ningerçek bakış açısını yansıttığı ne kadarının kitlelereolaylara nasıl bakması gerektiği yönlü telkinolduğu çok açık değil. İktidarın uygulamaları gözönüne alındığında sürecin analizinin yapılıp yapılamadığıkuşkuludur. Benzer biçimde iktidar dışıöznelerin kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerininde neredeyse tamamı gerçeklikle ilişki kurmaktayetersiz kalmaktadır. Bu tip çoğu yorum veanaliz değerlendirmeyi yapanın süreçle ilişkilenmebiçimine bağlı olarak biçim almaktadır. Kimizaman bütünün bir kesiti değerlendirmeye tabitutulmakta, kimi zaman da istem ve arzular süreceyüklenen anlamlara giydirilmeye çalışılmaktadır.Bu tespit “bilimsel araştırmalar” için dahi geçerlidir.Her çevre gerek olayları ve olayların öznelerinitanımlarken, gerek eylemcilerin taleplerini, yöntemve araçlarını değerlendirirken kendi argümanlarınımerkeze alarak tanımlama ve değerlendirmeyapmaktadır. Elbette bu eşyanın doğası gereğidir.Bu nedenle kapitalist sistemle sorunu olmayan,ancak, mevcut iktidarın “çağdaş hak ve özgürlükleri”kısıtladığına inanan düzen içi muhalif çevreleregöre Gezi eylemcileri, yaşam tarzlarına müdahaleedilmesinden hoşlanmayan modern kesimlerdenoluşmaktadır. Onlara göre eylemciler dahaçok “orta sınıflar”dan oluşmakta ve AKP’nin iktidardangitmesini istemektedir.Yine bu nedenle kapitalizmin artık postmodernparadigmalarla işlediğini savunan, kapitalizmealternatif bir sistem önermeyen ikinci bir kesim,eylemleri “soğuk savaşın bitmesiyle bütün dünyayısaran küreselleşme dalgası ve bu dalgaya karşı toplumungösterdiği farklı tepkiler” olarak nitelemektedir.Bu bakış açısı Gezi olaylarını ‘farklı toplumsalkesimlerden gelen ve birbirini ötekileştirmeyen,aşırı bireyselleşmiş insanlardan oluşan örgütsüz veortak bir akıldan yoksun kitlelerin iktidara meydanokuması’ olarak yorumlamaktadır. Eylemciler‘alternatif bir dünya önermemekte, yalnızca varolanı eleştirmektedir’. İçlerinde sosyalistinden burjuvasınaçok geniş bir kesimi barındıran ve olayları“kimlik” kavramı ekseninde değerlendiren buçevrelere göre sınıf savaşı bitmiştir. Olan bitenkimliklere özgürlük savaşından ibarettir.Aynı nedenle Marksist çevrelerden oluşanüçüncü grupta ise değerlendirmeler epey bir farklılıkgöstermektedir. Sorunu felsefe içerisinde tartışanlardaha çok “ekoloji”, “çokluk” ve “zamanmekan”kavramlarını merkeze alarak; sosyolojiyiön plana çıkaranlar, “kimlik” “farklılık”, “grup”kavramlarını merkeze alarak; ekonomi politiğinyöntemini kullanan kesimler ise “sınıf” kavramınımerkeze alarak Gezi olaylarını değerlendiriyorlar.Bu yazı, Marksist çevrelerin değerlendirmelerineilişkin kuşbakışı bir eleştirinin yanı sıra özellikle“sınıf” kavramını merkeze alarak değerlendirmeyapan kesimleri incelemeyi ve eğer becerebilirsekdaha nesnel bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır.Bu değerlendirmeler önemlidir, çünkü2013 Haziran'ından sonra ortaya çıkan her toplumsalsüreç Gezi eylemlerinin devamı olarak nitelenmekte,17 Aralık gibi iktidar içi çatışmaların enkirli suretleri dahi Gezi eylemlerinin meşruiyetörtüsüne sarılıp sarmalanmaktadır. Başkaldırankitlelerin sınıfsal karakteri ve talepleri ile bu taleplerinegemenlerin iktidar mücadelesine eklemlenmebiçimlerini ayırt etmek, işçi sınıfının sermaye-35Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iden bağımsızlaşan, kendi tarafını inşasının temelşartıdır. Yakın tarihte Mısır ayaklanması işçi sınıfınınkendi tarafını örgütleyemediği koşullarda koleraile veba arasında tercih yapma ikilemi ile karşıkarşıya kaldığını ve devrimci süreçlerin kolaylıklakarşıt darbelere evirilebildiğini göstermiştir. Kitlelerinher devrimci kalkışması, devrim ve karşı devrimikilemi ile karşı karşıya kalır. Sonucu taraflarıngücü kadar örgütlülük düzeyi, önderliğin niteliğide belirler. Bu son iki unsurun Gezi eylemlerindeen çok eksikliği gözlenen durumlar olduğu açıktır.Kim Bu Gezi EylemcileriGezi eylemlerinin ne anlama geldiğinin kavranılabilmesiiçin öncelikle eylemcilerin tanımlanmasıgerekiyor; kim bunlar? Bir “çokluk”mu, “ortasınıflar” mı, “yeni küçük burjuvazi” mi, “işçi sınıfı”mı, farklı kimliklere sahip “postmodern bir çoğunluk”mu, yoksa “halkın ezilen, horlanan kesimleri(halk sınıfları)” mi? Takip edebildiğimiz kadarıylaE. Ahmet Tonak, Korkut Boratav, Ergin Yıldızoğlu,Şöhret Baltaş ve Selim Ergunalp’in dışında Gezieylemcilerini “işçi” olarak tanımlayan pek kimseyok. Sosyalistler de dahil olmak üzere kimisi “çokluk”,kimisi “halk kesimleri”, kimisi “orta sınıf”,kimisi “yeni küçük burjuvazi”, kimisi de “postmodernbir çoğunluk” olarak tanımlıyor. Eylemcilerebakan herkes, kendi duruşuna uygun olarak yaonlardaki farklı kimlikleri görüyor, ya tüm farklılıklarınarağmen onları “çokluk” haline getiren ortakmefhumları arıyor, ya gelir düzeylerine bakıyor, yayöneten yönetilen ilişkisini irdeliyor, ya meslekleriaçısından değerlendiriyor ya da üretim ilişkilerindekirollerine bakıyor. Güya bilimsel araştırmayöntemini kullanarak tanımlama amacı taşıyankurumlar dahi, araştırma nesnesine yükleriyle birlikteyaklaşıyorlar; cevap aradıkları sorular sermayenindiliyle kirlenmiş bir bağlam içeriyor. Bunedenle daha bu ilk adımda burjuva ideolojisi araştırmanesnesini belirlemeye başlıyor. Böyleceeylemcilerin talepleri ve eylemlerin geleceği düzeniçine hapsediliyor; sorun AKP hükümetinin iktidardanuzaklaştırılması sorunu haline getiriliyor.Sosyolojik araştırma yöntemi, görüngüyü tespitetme, tanımlama, sınıflandırma ve anlamlandırmave olgular arasında ilişki kurma ilkelerine dayanır.Görüngü ise gerçekliğin kendisini açığa vurduğubiçimlerdir. Görüngü ile gerçeklik arasında herzaman bir açı bulunur. Marx'ın ifade ettiği gibigörüngü gerçekliğin birebir aynısı olsaydı bilimegerek olmazdı. Çünkü görüngü pek çok yasanınbelirlenimi altında ortaya çıkan somutun düzeyindeyer alır. Suyun üzerinde yüzen gemi yerçekimininetkisinde olduğu kadar suyun kaldırma kuvvetininde etkisi altındadır. Yüzen gemiyi gördüğümüzdekim kütle çekim yasasının geçersiz olduğunuiddia edebilir. Oysa görüngü tam tersini söylemektedir.Gemi suyun üzerinde asılı durmakta vedüşmemektedir. Benzer örnekler toplum bilimleriiçin de verilebilir. Görüngü düzeyinde kapitalistkrizler sanki güvensizlik gibi moral değerlerden yada para kıtlığından vb çıkıyor gibidir. Ancakgörüngünün ardındaki gerçekliğe baktığımızdakarmaşık bir ilişkiler bütününü, tarihselliği ancaktüm bunların yanı sıra şaşmaz bir kesinlikle işleyenkâr oranlarının düşme eğilimi yasasını görürüz.Bilimin görevi, görünenin arkasındaki gerçekliğiaçığa çıkarmaktır. Ancak bunun için görüngünündoğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Çünkü bu,gerçekliğe ulaşma sürecine sağlam bir temel sunar.Ancak burjuvazinin bilim anlayışı, pozitivizminufkuyla sınırlı olduğundan gerçekliğe ulaşması yada böyle bir amacının olması da beklenemez. Birilerininnefret ettiği dünün argümanlarıyla ifadeedersek devrimci barutunu yitirmiş burjuvazi toplumbilimleriyle tüm bağını koparmıştır. Bu nedenleburjuva bilim anlayışıyla bulaşık her retorik sermayeninaklının yeniden üretilmesinden başka birsonuç üretmez. Gezi analizlerinde de karşımızaçıkan ve toplumun bireylerin toplamından oluştuğunu,bireylerin ise kendilerini kimliklerle ifadeettiğini ve sonuç olarak toplumun bir kimliklertoplamı olduğunu savunan bu burjuva aklın, bukadar birbirinden farklı kimliklere sahip toplumkesimlerini aynı meydanda bir araya getiren şeyinne olduğunu anlamasını ve bizlere anlatmasınıbeklemek, horozun yumurtlamasını beklemektenfarksız bir çaba olurdu. Bilim belki bir gün horozuyumurtlatabilir ancak hiçbir entelektüel çaba burjuvaideolojisinden bilim çıkaramaz.AKP’ye yakın Stratejik Düşünce EnstitüsüGezi ayaklanmasına ilişkin olarak “bilimsel yöntemleri”kullanarak yapmış olduğu araştırmadaolaylara katılan toplum kesimlerini şu şekilde sıralıyor;• Ulusalcı sol36Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i• Beyaz Türkler• Apolitik muhalif gençler• Devrimci sol• Marjinal kesimler (anarşistler, feministler)• Seküler milliyetçiler• Alevilerin yukarıda sayılan gruplara yakınolan kesimleri• Müslüman antikapitalistler• Sanatçılar, akademisyenler vs.• Maceraperest meraklı kişilerDikkat edilirse listede AKP koalisyonunu oluşturankimliklerin dışında herkes var, ama işçileryok. Ya da en azından işçi sınıfının falanca kesimi,filanca kesimi diye bir ibare de yok. İşçi sınıfıeylemlere katılmadı mı, yoksa işçilerin kendileriniyukarıda sayılan kimliklerle tanımladıklarımı varsayılıyorbelli değil. Bütün amacı, kapitalizmininsan doğasına en uygun sistem olduğunu, alternatifininbulunmadığını, mevcut sorunlarının ise sistemiçerisinde kalarak zamanla çözülebileceğinikanıtlamak olan burjuva bilimi, toplumda sınıflarıgörmez; onun için sadece farklı gelir gruplarına aitbireyler ve “hane halkı” vardır. Toplumu gelir açısından“alt”, “orta” ve “üst” olmak üzere üç grubaayıran sosyoloji, ayrıntıya girmek istediğinde ise“alt orta” ve “üst orta” gibi iki grup daha ekleyiverir.Grupların birbirinden farkı, sadece elde ettiklerigelirin niceliği ve bunun tarafından koşullananyaşam biçimi tarafından belirlenir. O geliri nasılelde ettikleri asla önemli değildir. Üretim alanınabaktığında dolaşım alanını, dolaşım alanına baktığındaise üretim alanını unutan, üretim ilişkilerinisermayenin devirsel hareketinin bütünlüğü içerisindekavrayamayan, bu nedenle sermayenin hareketinegöre farklı biçimler alan işçi sınıfını, biçimlerdenibaret sanan entelektüeller, genellikle Gezieylemlerinde orta sınıfların belirleyici olduğunusavunmaktadırlar. Bu grubun içine Marx’ın bilimindenhaberdar olmadıkları için burjuva sosyolojisindenakıl devşirmek zorunda kalan sosyalistçevreler de dâhildir.Gezi eylemcilerinin sınıfsal özelliklerine ilişkinyargıda bulunabilmek açısından sınırlı da olsa kullanışlıveriler sunan iki araştırma yayınlandı.Genar firması tarafından Gezi Parkı içerisinde <strong>49</strong>8kişiyle yüz yüze yapılan görüşme sonuçlarına göre,ankete cevap verenlerin %53.8’i ücretliler, %24.1’iöğrenciler ve %10.8’i ise işsizlerden oluşmaktadır.Emniyet Genel Müdürlüğünce yayınlanan, gözaltınaalınan 5 binden fazla şüpheliden oluşan birörneklem grubu üzerinde yapılan demografik analizegöre ise eylemcilerin %39’u 0-<strong>49</strong>9, %15’i <strong>50</strong>0-999, %31’i 1000-1999 ve %20’si 2000 TL’nin üzerindegelire sahip. Bu araştırma sonuçları neyi göstermektedir?Aşağıda da ifade edileceği üzereMarksistler açısından Gezi eylemcilerin “işçi sınıfının”mensubu olduğunu, burjuva sosyologları içineylemcilerin “orta sınıf” mensubu olduğunu. Araştırmasonuçları dikkate alındığında, Gezi eylemcilerini“orta sınıf” mensubu olarak değerlendirençevreler için, Genar’ın araştırmasında ortaya çıkan“ücretli” kesim, Emniyet’in araştırmasına göre binTL’nin üzerinde geliri olan herkes orta sınıfı oluşturuyor.“Dünya Bankası, yüzyılın başında ortasınıf için bir gelir aralığı belirledi ve günlük kazancı10-15 dolar arasında olanları bu sınıftan saydı.Yalnız bu aralığa ancak gelişmiş ülkelerdeki bellikesimler girebildiği için, ölçüt geçtiğimiz yıl özelliklegelişmekte olan ülkeleri dahil edebilecekşekilde revize edildi ve gelir aralığı günde 2-13dolar arasına çekildi'' 1 (1, s.3)Dünya Bankasına göre, Ülkemiz koşullarındaasgari ücret bile alsa bir işi olan herkes orta sınıfmensubudur. Bu rakamlara göre gelişmiş kapitalistülkelerde işsizlik ödenekleriyle ya da sosyal yardımlarlayaşamaya çalışanlar bile orta sınıf mensubuoluyor. Aynı miktar doların, farklı artı değeroranlarına, farklı emek üretkenliği ve yoğunluğunasahip, farklı kâr oranlarının geçerli olduğu farklıülkelerde, aynı metanın farklı niceliklerine karşılıkgeldiği şayet bir gerçeklik ise ölçülmeye çalışılanşey şayet refah ise her ülkenin orta sınıfının farklıgelir aralığıyla tanımlanması gerekmez mi? Enazından söylemin kendi iç tutarlığını sağlaması açısından.Dünya Bankası'nın sınıfsal aidiyetini gösterenve hiçbir bilimsel temeli olmayan bu safsatayaburjuva çevrelerin itibar etmesi anlaşılır bir şeydir.İçinde yaşadığımız kriz ortamında, yedek sanayiordusunun neredeyse sınıfın çalışan kesimi kadarkalabalıklaştığı bir dönemde, bir iş sahibi olmakgerçekten bir ayrıcalıktır. Peki Gezi ayaklanmasınınorta sınıfların eseri olduğunu savunan sosyalistlerene demeli. Bunun için önce, bazı sosyalistlerin“orta sınıftan” ne anladıklarına göz atmakyararlı olabilir.Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumuna37Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ikonuşmacı olarak katılan sosyolog Cihan Tuğal,T24 ve sendika.org sitelerinde yayınlanan ve Geziolaylarını Amerika’daki “işgal et” eylemleri ile karşılaştırmalıbir şekilde ele alan makalesinde şöylediyor: “2011 küresel isyanı, bir takım iç çelişkilerbarındıran aktörleri ön plana çıkardı. Mısır’danAmerika’ya, İspanya’dan Türkiye’ye, orta sınıfsadece (sık sık vurgulandığı gibi) demokrasi içindeğil, kamunun ortak çıkar ve alanları için seferberoldu. İlginçtir, Amerika’da servetin belirli ellerdetoplanmasına karşı isyanın dahi başını işçi sınıfıdeğil, orta sınıf çekti. (Burada orta sınıftan tezgahtar,sekreter, vb.den oluşan işçi sınıfının beyazyakalı kesimlerini değil, Poulantzas’ın “yeni küçükburjuvazi” dediği, ve ideolojisini ve psikolojisiniçok iyi irdelediği, kesimleri kastediyorum). Türkiye’deise benzer bir demografik niteliğe sahip topluluklar,sermayenin kamu alanlarını yağmalamasınınönüne duvar ördü... maaşları ve tatil keyiflerigayet yerinde olan unsurların yığınlarla sokaktaolduğunu görüyoruz (ayaklanmadaki sayısal ağırlıklarınıbilebilmek için daha çok araştırmaya ihtiyaçvar). Küresel muadillerinden ayrıştırmak için,Türkiye’de kitlesel halde sokağa inen bu kesimleri“küçük burjuvazinin aristokrasisi” olarak nitelendirebiliriz.”2 (2) Tipik bir Poulantzasçı sınıf teorisininGezi sürecine uyarlanması olan bu bakış açısıişçi tanımını mülkiyet ilişkilerine göre tanımlananbir kategori olarak ele almaz. İşçi tanımı oldukçasınırlanmıştır ve artı-değer üreten emeğe indirgenmiştir.Artı-değer üretimi ise ancak emek gücününsanayi sermayesi ile ilişkisi ile gerçekleşebilir. Böyleceartı-değer üretimi dışında kalan dolaşım alanındaistihdam edilen tüm emek biçimleri işçi sınıfınındışına atılır. Artı-değer üretimi sadece kolemeğinin bir meziyeti olarak ele alındığı ve kafaemeğinin değer üretmediği varsayımından yolaçıkarak kafa emekçileri de işçi sınıfı kategorisinedâhil edilmezler. Ücret alıyor olmak (siz bunuemek gücünü satıyor olmak diye okuyun) işçiolmak için yeter şart değildir. Bu nedenle kafaemekçileri, hizmet sektöründe istihdam edilenler,kamuda görevliler vb ile birlikte ayrı bir sınıfsalkategoride yer alır. İşte bu sınıf yeni küçük burjuvazidirve bunlar küçük burjuvazinin esnaf vezanaatkârlardan oluşan geleneksel kesimindenfarklı olarak küçük burjuvazinin aristokrat (ayrıcalıklıanlamında) kesimlerini oluşturur. Küçük burjuvazinintarihsel olarak devrimci bir rol oynayamadığıve bağımsız sınıf tavrının olmadığını, sınıfmücadelesindeki tavrının temel iki sınıfın (işçilerve burjuvaların) çatışmasına ve kendi sınıfsaldönüşümünün bu iki sınıftan hangisine doğru evirileceğinebağlı olduğu düşünüldüğünde, Gezieylemcilerinin oluşturduğu öne sürülen bu kesiminmotivasyonunun sistem içi taleplerle sınırlı kalacağınıanlamak zor olmaz. Bu Gezi eylemlerinin evirileceği(ya da evirtileceği) ufuk açısından baştansınırlar koyar ve Gezi eylemlerini bir hoşnutsuzlukhareketine indirger. Esnaf ve zanaatkar gibi gelenekselküçük burjuva kesimlerin mülkiyet ilişkilerindekideğişimlere bağlı olarak sınıfsal karakterideğişime uğrayabilir ve bu nedenle teoride devrimcibir rol oynamaları varsayılabilir. Ancak kafa işçilerininkonumu mülkiyet ilişkisi ekseninde değişimeuğramayacağına göre devrimci bir rol oynamalarıda mümkün değildir. Zaten Poulantzas'ın teorisinegöre bunların hali vakti de yerindedir. Öyle isesokaklarda görülen yaşam tarzına müdahaleye öfkesloganlarından daha ileri bir talep dillendirilmesinide beklememek gerekir. Bu durum Gezi eylemlerininorta sınıfın hareketi olduğunu ileri sürenCihan Tuğal tarafından şöyle dillendirilir. “Tepkiproleterleşmeye değil, ortak yaşam kalitesinindüşüklüğüne; adı bu şekilde konulmasa bile, sermayeninzengin fakat yaşanılmaz bir kent yaratmışolmasına. Adını koyalım: Gezi hareketi, dinamikleribölüşüm değil, metalaşma karşıtlığı üzerindenkurulan bir hareket. Sermaye Türkiye’de verdiğizenginlik sözünü tuttu (en azından bazı kesimleriçin), ama sıkıcı ve tatsız bir hayat dayatma pahasına…Özetle, tepki sömürüye ya da proleterleşmeyedeğil, piyasalaşmaya ve metalaşmaya.”(2) dır.Piyasalaşma ve metalaşma olmasa yani kapitalistleşmeolmasa ancak onlar küçük burjuvalar olarakkapitalizm içinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olsalarne güzel olur. Retorik çelişkilerini kendisi elevermektedir.Konusakonusa.org sitesinde söyleşisi yayınlananÇağlar Keyder de Gezi olaylarının orta sınıflarıneseri olduğunu savunmaktadır. Keyder, kapitalistgelişmeye bağlı olarak nüfusun büyük birçoğunluğunu oluşturan orta sınıfların değiştiğini,“Yeni Orta Sınıf mensuplarının toplumdakikonumlarının öncelikle eğitimli olmalarının getirdiğistatüden kaynaklandığını” ifade ediyor. “Tabii38Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ibu kesimin kendi içinde de ayrıştığını tahminetmek zor değil: daha iyi okullara gitmiş olanlar,daha çok dil bilenler, yurtdışı tecrübesi daha zenginolanların statüsü de daha yüksek oluyor. Yüksekstatüye izin veren kültürel sermayelerini koruyabilmekiçin global düzeyde kendileriyle aynıkonumda olan insanların lifestyle’larını tüketim veeğlence/tatil alışkanlıklarını takip ediyorlar” diyenKeyder’e göre "Türkiye gibi toplumsal gelişmesinihızla sürdüren bir ülkede daha eğitimli, daha kentli,ve daha küresel bu kesimin gelenekselle arasınabir mesafe koyacağını da düşünebiliriz. Eskiorta sınıf, hatta YOS’nin eski dönemlerdeki mensuplarıtoplumun çoğunluğuna hakim olan normlarınçok da dışında değildi. GünümüzdekiYOS’nin özelliği ise yatay küresel ilişkiler içindeolması, kültürel tüketim alışkanlıklarını kendi benzerleriylepaylaşması. Diğer bir özelliği de bu sınıfınşimdiki ve müstakbel mensuplarının kendikonumlarında eşlerle evlenebilmeleri… Türkiyeözelinde YOS aidiyetinin çoğunlukla seküler birtutumla da çakışacağını söylemek mümkün. Butabii ki sadece ideolojik bir seçim olamaz; adıgeçen gruptaki insanlar—özellikle de daha üsttabakada olanlar ve bu konumu arzulayanlar—nüfusun geri kalanına nazaran daha modern sektörlerdeve daha modern iş ortamlarında çalışıyorlar.Küreselleşmeden daha çok etkileniyorlar,yaşam pratiklerinde de bu maddi koşullara uygunseçimler yapıyorlar. Başarılarına orantılı olarak dadaha meritokratik ve alışılmışı yüceltmeyen birperspektife sahip olacaklarını da öngörebiliriz." (3)Çağlar Keyder, toplumu sınıflardan oluşan birbütün olarak değil daha çok statü gruplarındanoluşan kültürel bir bütünlük olarak tanımlayanWeber’ci terminolojiyi kullanarak Yeni Orta Sınıf’ıtanımlıyor. Ancak mesele o kadar basit değil. Bukesim aslında tekil sermayeden sınıfın sermayesinegeçiş süreciyle görünür hale gelen sınıfsal bir katmanıimlemektedir. Tekil sermaye yoğunlaşma vemerkezileşme sonucu hisse senetli sermayeyedönüşür. Tekil sermaye ile hisse senetli sermayearasında pek çok fark sıralanabilmekle birlikte sınıftartışmaları açısından özellikle kapitalistin görevlerininartık ücretliler eliyle yapılır hale gelmesi ileayrıştırılabilir. Böylece kapitalist sınıf Marx'ın anlatısıylakupon kesici asalak bir sınıfa dönüşürkenkapitalizmin erken dönemlerinde yerine getirdiğidenetleme ve yönetim görevi ücretliler tarafındanyerine getirilen bir işlev haline dönüşür. AncakMarx hemen ardı sıra ekler; ‘üretimin yönetimi vedenetimi görevi mülkiyeti doğurmaz. Tam tersimülkiyet üretimin yönetimi ve denetimi görevininkaynağıdır’. Öyle ise Çağlar Keyder'in ifadesindegeçen kültürel sermaye kavramı söz konusu olamaz.Çünkü üzerinde sıkça geviş getirilen sosyalsermaye gibi kültür de bir sermaye biçimi değildir.Bu nedenle kültür sahibi kesimler de sırf bu nitelikleriitibariyle bir sınıfsal yapı oluşturmazlar. Eğersermayenin işlevlerinin taşıyıcısı olmak bir kesimikültürlü yani tartışma ekseninde seküler kılıyorsao zaman sermayenin gerçek sahipleri bu niteliklereneden sahip değillerdir? Öyle ya bugün sermayeninbir kesimi seküler kampta yer alırken diğer kesimidini muhafazakar cepheyi oluşturmaktadır. ÇağlarKeyder'in analizine temel oluşturan Yeni Orta Sınıfkavramı gerek bu nedenle gerekse kavramın asılözünün bu kadar geniş kitleleri içermesinin zorolması nedeniyle geçersizdir. Çünkü Gezi eylemelerindepark çevresinde kültürlü CEO'lar pek çoklarıncagözlemlenebilmiş de değildir.Marksistler ne diyor?Günümüzde Marx okumaları üç eksene ayrıştırılabilir.Bunlardan ilki saf iradeci Marksist okumadır.Daha çok Marksizmi felsefi bir içeriğe indirgeyenbu okuma moral kavramlara dayanan ve iradeyiçözüm olarak sunan, bilimsel kaygılara düştüğündeiradenin kaynaklarına dönen ve psikolojininkavramsal dünyasına yaslanan bir çerçeveyesahiptir. Negri'den Holloway'e kadar bir grup anarşisttonlu teorisyen bu grupta yer alır. Referanslarıdaha çok Marx'ın Kapital'i olan Harvey, Sweezy,Samir Amin vb gibi yazarların ise teorilerine yenilmişlikduygusuyla bezeli bir ehli kapitalizm savunusuhakimdir. Üçüncü eksen ise tarihsel materyalistyöntemle materyalist tarih okumasına sahipolanların oluşturduğu gruptur. Ülkemiz Marksizminide bu üç grubun okuması ekseninde değerlendirmekmümkündür.Gezi olaylarını felsefe içerisinde tartışan sosyalistçevreler daha çok “ekoloji”, “çokluk”, “onur”ve “zaman-mekan” kavramlarını merkeze alarakdeğerlendirmeler yaparlar. Onlara göre Gezieylemleri “güzel bir "yaşam dünyası" sunan ve bunedenle savunulması gereken bir doğa parçasınaAVM yapacağı düşünülen bir hükümete karşı eleş-39Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s itiri ve direniş” olarak nitelendirilir. Görünen budeğil midir zaten? Görüneni söylemek ne bilim nede felsefe sayılamayacağından bu kişiler, Gezisürecini çağın nosyonu olan “mekânın savunulması,mekân üzerinden örgütlenmedir… Onur, direnişinanlam kaynağı ise mekan da onun gerçekleştiğiestetik ve politik sahadır”(4) diyerek görünenden,ne işe yarayacağını anlayamadığımız felsefi birçıkarımda bulunurlar. “Bugün ‘her yer Taksim heryer direniş’ sloganında bütünleşen çağrı, bir zamanve mekan çağrısıdır” (5). Bu çevrelere göre kapitalizmin,kapitalist üretim ilişkilerinin sürekli yenidenüretimiyle var olduğunu sananlar yanılırlar,çünkü “Kapitalizm imajlar üzerinden var olur.Ama bir şeyin imajının var olabilmesi için bir hakikatede ihtiyacı vardır. Her şeyin hızla metalaştığıbir dünyada bu hız ve doyum kapasitesi o kadarartmıştır ki çok net bir ‘mekanın ele geçirilmesi’stratejisiyle karşı karşıya kalmış durumdayız…ormana, parka, suya, göle yapılan saldırı ‘imajını’toplumun bilincine yerleştirebilmiş değil. Buradabir mücadele var… Dolayısıyla çevrecilik hem birimaj hem de hakikat olarak anti-kapitalist mücadeleninbelki de merkez noktasıdır.” (6) Bu penceredenbakınca emek değil de orman, park, su vegöl “değer” kaynağı gibi görünür. Ve bu değer kaynaklarının(!) ele geçirilmesi hızlı metalaşmaçağında kendi imajını yaratamadığı için kapitalizminvarlığını tehlikeye sokmaktadır. Hız sorununedeniyle imaj oluşturamayan kapitalizmin bıraktığıboşluğu ise çevrecilik gibi anti-kapitalist mücadelebiçimleri alır. Bu kavramsal düzlemde neemek sermaye çatışması anlam bulabilir ne desınıfsal analizlere ihtiyaç duyulur. Tüm meselehakikat konusunda kapitalist imajlardan önce imajyaratma sorumluluğuna sahip olanların iradeleridir.“Olaya dair her değerlendirmenin bir şekildeulaşacağı nokta, direnişe katılan herkesin farklıfarklı dertlerinin olduğudur; doğrudur. Ama çoklukolmak ortak mefhumlar gerektirir.”(7) Gezieylemlerini gerçekleştiren kitleleri bir kalabalıkdeğil de “çokluk” yapan ortak mefhumlar, neMarksistlerin sandığı gibi üretim araçlarından yoksunolma, emek gücünü satmak zorunda kalmagibi sınıfsal bir nitelik taşımaktadır, ne de postmodernistlerinsavunduğu gibi “kimlik” kavramınaihtiyaç duyar. “Ortak mefhumlar, tepeden inmekurguların yahut hayallerin getirisi değildirler;imgelemle can bulurlar ama bizatihi gerçek vesomut olan ilişkilerin upuygun ürünleridirler-Deleuze bunlara ‘biyolojik fikirler’ diyor- yani birçarpıtma olmaksızın doğada nasıllarsa öylece etkinve öylece geçerlidirler. Nihayet bu upuygunlukbireylerin bileşiminin de gerçek zeminini sunar.İşte bu yüzden ortak mefhumların oluşması,bedenler ve zihinler arası farklı bir örgütlenmenin,bireylerin birbirlerini aynı bağlamda etkilemelerininyolunu açmaktadır”(7) Okur yukarıdaki alıntıdatotolojiye hızla savrulunduğunu fark edecektir.Ortak mefhumların oluşması için anlaşıldığı kadarıylaortak mefhumlar tarafından bedenler vezihinlerin farklı örgütlenme olanaklarına kavuşmasıen azından bunun kolaylaşması gerekmektedir.Bu ortak mefhum oluşunca ortaya çıkan çokluk yatopyekûn harekete geçecek ya da Holloway'inhayallerini süsleyen kapitalizmde çatlaklar oluşturacaktır.“Gezi Direnişi’nin olanağını duygular ayaklanmasında,etikte, otonom ve çokluk siyasetinde,yani ortak mefhumlar etrafında gerçekleşen vedirenişte saklı gücün sezilmesine yol açan karşılaşmalardabulabilir ve süresi yahut üretkenliğini debir etoloji meselesine hasredebiliriz.” Onlara göreeylemler “Apolitik değil anti-politik eylem, yaşanangündelik hayat faşizminin tamamen bilincindeolanların, dayatılan üretim tüketim-seyir döngüsünüartık yemeyenlerin, sistemin tüm politik oyunlarından,demokrasicilik tiyatrosundan gına getirenlerin,temsiliyet ilişkilerinin sahteliğinin farkındaolanların –ya da bütün bunların içinden herhangibirine öfkeli olanların- tamamen politik tavrıdır.”(8,s.81-82) İşçi sınıfının içki içmediğini vetakım tutmadığını sanan bu yazarlara göre “Türkiye’deşu an sınıf çatışmasının önüne geçen olgu,yaşam tarzı çatışmasıdır. (Gezi eylemlerinde) Kafebarmüdavimi ve içkisini içip tuttuğu takımınmaçına giden orta sınıf ön saflardaydı”. Kafasındakiişçi tahayyülü 18. Yüzyıl koşullarında takılıpkalmış olan bu zihniyete göre “politik eyleminpotansiyel güçlerinden biri –hâlihazırdaki durumiçin eğitimli gençler ve ücretli küçük burjuvazi(altını ben çizdim N.A)- gerici devlete karşı kendiadına ayağa kalkıyor.“ (9, s.<strong>49</strong>) ve “askere gitmiyorum,vergi vermiyorum, tüketmiyorum, emeğimisatmıyorum demek için, dayanışma ve takas ağları40Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ikurmak için, hatta, isteyene kürtaj yapacak veücretsiz sağlık hizmeti sunacak hastaneler, ücretsizve özgür eğitim imkanı sunacak okullar, doğaylauyumlu yaşam alanları kurmak için” (8, s.79).“yaşanabilir hayatlar yaratma mücadelesi” (10,s.77) veriyorlar. Temennileriyle kitlelerin taleplerinibirbirine karıştıran bu yazara göre Gezi saflarındayer alan ve kendisini Mustafa Kemal'in askerleriilan eden grupları açıklamak zor olsa gerekir.Ümraniye'den, Gazi Mahallesi'nden gelen ya daellerinde Türk bayraklarıyla militarist sloganlaratan ya da ana avrat küfredip alkol alan kitleler buoyunda hep etkisiz elemandır. Önderlik askere gitmiyorum,vergi vermiyorum, tüketmiyorum, emeğimisatmıyorum demek için sokağa dökülenlerdedir.Ve bu kişiler orta sınıftır. Ve bu orta sınıf GeziParkı'nda oluşturulan bostandan karnını doyurabileceğini,giyinip soğuktan korunabileceğini velhasıl21 YY'da takas ekonomisiyle yaşanabileceğinisanmaktadır. Takas ekonomisine dönmeyi düşünecekkadar naif bu orta sınıf her nedense twitterüzerinden örgütlenmekte, kafe-barlardan çıkmamaktadır.Gezi olaylarını “zaman-mekan” kavramı eksenindedeğerlendiren kesimlerin çoğu, genellikle,Marksizm’i Harvey üzerinden okumaktadırlar.Harvey de kendisiyle yapılan bir röportajda “Geziolayları”nı değerlendirmiştir. (11) 01 Aralık 2013Tarihli Birgün Pazar’da ve sendika.org sitesindeyayınlanan röportajda Harvey, Gezi eylemleriniişçi sınıfının eylemleri olarak nitelendirir, ancakişçi sınıfının tanımlanma ölçütlerini yeniden kurar.Harvey, özetle üretim sürecinde yaratılan değerinpiyasada gerçekleşmediği takdirde hiçbir anlamifade etmeyeceğinden hareketle, değerin, dolayısıylaartı değerin gerçekleştiği mekanın piyasa, yanikent olduğunu, bu nedenle kentlerdeki mücadelenin,işçi sınıfının menfaatleri açısından en az işyerindekimücadeleler kadar önemli olduğunu belirtir.Ona göre işçiler ücretlerini yükseltmek içinişyerinde mücadele ettiklerinde ücretlerini yükseltebilirler.Ancak, onlar bu ücretlerini kentte harcarlarve ücretler arttıktan sonra kentte ev kiraları,gıda fiyatları başta olmak üzere tükettikleri herşeyin fiyatı da artar; böylece, burjuvazi bir eliyleverdiğini öteki eliyle geri almıştır. En pespaye burjuvaiktisat doktrini ile karşı karşıya olduğumuzunokuyucu farkına varacaktır. Ücretler artarsa fiyatdüzeyleri artar bu nedenle başa dönülür, hiçbir şeydeğişmez. Birinci sınıf iktisat öğrencisine itina ilebelletilen bu akıl yürütme peşi sıra ücretlere dönükmücadelenin bir anlamının olmadığını gizliden gizliyevaaz eder. Öte yandan, Harvey’in “Marksistkimliğinden” ötürü, Marks’ı tanımayan okuyucular,bu pespaye teorinin marksa ait olduğunu sanabilirler.Fiyat ve değer kavramlarına dair farklıtanımlamalar Burjuva İktisadı ile Marksist teoriarasındaki ayrımı çizer. Burjuva iktisadına göre birmetanın fiyatı ücretlerin üzerine eklenen kâr, faizve rantın toplamından oluşur. Bu nedenle ücretartarsa toplam da artacağından metanın fiyatıartar. Marksist teori ise bir metanın önce değerindenbahseder. Metanın değeri o metanın içerisinegiren değişmeyen sermaye öğeleri (emek aracı,hammadde vb) ile yeni üretilen değer toplamındanoluşur. Tüm üretim kollarında kullanılan ölü emekve canlı emek oranı aynı olmadığından ücret hareketleriher sermayeyi farklı düzeylerde etkiler.Örneğin, ücretler %25 oranında arttığında, ortalamatoplumsal bileşimdeki sermayelerin ürettiğimetaların üretim fiyatları değişmez, daha düşükbileşimdeki sermayelerin metalarının üretim fiyatlarıyükselir, ancak bu kardaki düşüş oranındaolmaz. Daha yüksek bileşimli sermayelerin ürettiğimetaların üretim fiyatları ise düşer. (12, S.178-181). Görüleceği üzere ücretler arttı diye aynıoranda işçinin tükettiği metaların fiyatları artmaz;bazıları düşer. Ancak ücret artışları, sömürülenartıdeğerin dağılımındaki oranların yenidendüzenlenmesini gerektirir. Çünkü emek gücü tarafındanbir işgününde yeni üretilen değer, emekgücü ve kapitalist sınıf arasında bölünür. Kapitalistsınıfın eline geçen kısma artı-değer denilir. Artıdeğerde yine girişimci kârı (ticari kâr da burayagirer) ve faiz olarak kapitalist sınıf arasında ve rantolarak toprak sahibine yapılan ödemeye ayrışır.Burada görülen şey değer düzeyinde üretilenbüyüklüğün üretim sonrası, yani paylaşım aşamasındadeğişemeyeceğidir. Toplam yeni üretilendeğerin paylara ayrılmasında her bir kesrin büyüklüğündedeğişim olabilir. Ancak bunun toplambüyüklüğünde değişiklik olamaz. Dolaşım alanınagelen meta, üzerinde hem değişmeyen sermayeolarak ölü emeği, hem de değişen sermaye olarakyeni üretilen emeği taşır. Dolaşım alanında rekabetyasaları üretilmiş olan artığın kapitalist sınıf vetoprak sahibi sınıf arasında bölüşümünü düzenler.Burada geçerli olan genel kâr oranı yasası doğrul-41Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s itusunda sermayenin sektör içi ve sektörler arasıhareketidir. Sermaye bir yandan sektör içindebirim maliyeti daha düşük üretim biçimlerine nispiartı değer yasasınca hareket ederken, diğer yandaarz talep yasası gereğince sektörler arasında hareketeder. Bu hareketler birim metanın üzerindetaşıdığı değer ile o metanın fiyatı arasında bir farklılıkyaratır. Ortalama emek üretkenliğine sahipolmayan üretim kollarında fiyatlar değerlerdensapar. Yine toplumsal gereksinme için denklik sağlamayanüretim alanlarında da metanın bireyselfiyatı ve değeri ile toplumsal değeri arasında birsapma meydana gelir. Ancak tüm bu ayrıntılarakarşın toplumsal ölçekte toplam fiyatlar toplamdeğerlere eşittir. Bu perspektif doğrultusunda eğeremek gücünün değeri anlamında ücretler artıyorsaburadan tek bir sonuç çıkar. Artı-değere el koyankesimlere ayrılan pay azalıyordur. Fiyatların artışıdeğerler toplamında değişikliğe neden olmaz.Sadece değerlerin ifade oldukları nicelikler anlamındabir değişiklik ortaya çıkar. Buna enflasyondiyoruz. Enflasyonun nedenleri arasında ücretartışlarını saymak Harvey'e özgü olsa gerekir.Çünkü böyle bir ilişki kurmak ücret düzeylerindegenel bir artış koşullarında buna enflasyon ile yanıtvermek kapitalistler arası rekabetin var olduğukoşullarda tekil sermayelerin hareketinden yolaçıkarak mümkün değildir. Öyle ise ya rekabetinyasalarının geçersiz olduğunu ileri sürerek bir önvarsayıma sahip olmak ya da burada devlete özelbir rol tanımlamak gerekir. İlk şart ayrı bir tartışmanınkonusudur. Ancak şu kadarı söylenebilir:Tekellerin egemenliğinde oluşmuş bir piyasadatüketim süreçlerinden mücadele örgütlemeyisavunmak kendi içinde çelişik ve anlamsızdır.Çünkü zaten tekel, fiyat kontrolü üzerinden oluşanbir ilişki biçimidir. Eğer fiyatlara müdahale ediyorsanıztekel sistemi yoktur eğer tekel varsa fiyatlarıo belirliyor demektir. Diğer yandan eğer enflasyonkonusunda devlet aktör konumuna getirilirsemücadelenin mekanı Harvey'in tabiriyle tüketimalanı (yani dolaşım düzeyi) değil devlettir. Ancakhangi şart altında olursa olsun, işçi sınıfı elde etiğiücret düzeylerini koruma mücadelesini üretimsürecindeki konumundan yola çıkarak verir.Çünkü sömürü üretim alanında gerçekleşir. Bunoktadan sonra başlayan ve üretim sürecinin belirlenimialtında hareket eden dolaşım yani Harvey'egöre tüketim alanı ise elde edilen sömürünün payedildiği alandır. Burası kurtlar sofrasıdır ve rekabetşartlarında karını azamileştirmek çabasındaki hiçbirkapitalist diğerinin gözünün yaşına bakmaz.Harvey'in Marksist teoriye inceden inceye enjekteettiği bu kafa karışıklığı onun sınıf mücadelesinedair kaybettiği inancının ürünüdür. Bu inançsızlığınıHarvey şöyle temellendirir: “Bugünlerde işgücüsıklıkla nedensel ve geçicidir-işgücü dolaşmaktadır,örgütlenmesi zordur. Fabrika emeğinin büyük kısmınınyok edilmesine bakarak pek çok kişi “işçisınıfı nerede” diye merak etmektedir. Buna yanıtolarak, işçi sınıfını, kentsel yaşamı üreten ve yenidenüreten bütün insanlar olarak kavramsallaştırmamızgerekmektedir” (11, s.6) Bu kavramsallaştırmanınvardığı nokta tüketiciler birliğidir. OysakiGezi ayaklanması işçi sınıfının önderlikten yoksun,sınıf bilincinden uzak bir biçimde nasıl ses verdiğinintipik örneklerindendir. Tıpkı Tunus’ta,Mısır’da, Brezilya’da olduğu gibi. İşçi sınıfının yeniyapısını analiz etmek ve toplumun daha büyük birkesiminin işçileştiğini göstermek yerine, Harvey,bize sınıf tanımını değiştirmeyi önermektedir.Aslında önerdiği şey kendi kaybettiği inancıylateorileştirdiği Ehli Kapitalizmdir.Devrimci sosyalist çevrelerin büyük bir kısmıda Gezi eylemcilerini “halk sınıfları”, “ezilen emekçisınıflar”, “halkın ezilen horlanan kesimleri” olaraktanımlamaktadır. Burada sınıf kategorisi yerini“halk” kavramına bırakmıştır. Halk kavramına dairliteratür birbirinden oldukça farklı eksenler çizer.Bununla birlikte emperyalist bir hegemonyayakarşı toplumun halk denilen toplamının kalkışmasısöylemi birbirinden farklı görünen bu eksenleribirleştirir. Söylem “halkın ezilen sınıfları” diye nitelenirsesol 3 /devrimci, genel olarak halk, ulus ya damillet olarak nitelenirse daha sağ bir içeriğe sahipkılınır. A. Gunter Frank'tan Paul Sweezy’e kadargeniş bir beslenme kaynağı mevcuttur. “Halk”kavramsallaştırmasına teoride sıklıkla iki nedenlebaşvurulur. Bunlardan ilki geçiş toplumlarında,toplumun gerek egemen gerekse sömürülen sınıflarınınfarklı üretim tarzlarına ait özellikler göstermesidir.Marksist teorinin ülkemizde de büyük birkısmını bu geçiş toplumlarının niteliği üzerineyapılan tartışmalar kapsar. İşçi sınıfının kapitalistüretim ilişkilerinin yeterince gelişkin olmadığı birdönemde çözülme süreci yaşayan sınıf ve katmanlarlailişkisinin toptancı ve aynılaştırıcı bir çözümlemeylekavramsallaştırılmasıdır. İkinci nedense42Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iilkine dair kimi göndermelere sahip olsa da bu yaklaşımdanfarklı ele alınması gerekir. Bu yaklaşımkapitalizmin evresi olarak emperyalist aşamasındasömürü ilişkilerinin sınıfsal düzlemden ulusal düzlemetaşındığını ileri sürer. Bir ulus (burjuvazi veişçi sınıfıyla) topyekün bir başka ulusun işçi sınıfıve burjuvazisini sömürmektedir. Ezen ulus işçi sınıfınınbu sömürüdeki rolünün gizli veya pasif olmasıilişkinin özünü değiştirmez. Bu analizin mantıksalsonucu, ezilen ulusun ilişkiden olumsuz etkilenenfarklı sınıfsal bileşenlerinin ezen ulusa (emperyalistgüçler) karşı topyekün mücadelesinin örgütlenmesidir.Bu yaklaşım bir yönüyle ezen ve ezilenulus işçi sınıflarının enternasyonalist birliğininmaddi temellerinin silikleşmesine neden olurkendiğer yandan ulus içinde sermayenin bir fraksiyonunakarşı işçi sınıfının diğer fraksiyonuna yedeklenmesineneden olur. Böylece işçi sınıfı burjuvaideolojisinin tüm versiyonlarına açık hale gelir.Devrimcilik ile milliyetçilik arasında anti emperyalistliksöylemi üzerinden bir köprü inşa edilir. Buköprüden son dönemde kimlerin gelip geçtiği,hangi alışverişlerin yaşandığı en uç örnekleriylegözlenmektedir. Cepheler, ittifaklar inşa olurkentüm işçi sınıfı düşmanı merkezlerle yan yana düşmenin,ama bu yan yanalıktan rahatsız olmamanınkilididir, antiemperyalizm. Ancak paradoksal olanAKP iktidarının da kendisini antiemperyalist cephedesunmasıdır.“Halk” kavramı kimi zaman da “kamu” veya“vatandaş/yurttaş” kavramlarının yerine kullanılır.Sermaye birikiminde Keynesyen politikalardanliberal politikalara dönüş ve devletin rolünündeğişmesi, sosyal devletin ilga edilerek neoliberaldevletin inşası olarak sunulur. Kamunun hizmetindekidevlet, şimdi küresel sermayenin hizmetinekoşulmaktadır. Böylece kimi çevreler yeni rejiminkarşısında tasfiye olan yeni rejimin yanında kendilerineyer bulmakta zorlanmazlar. Ortak eyleminkonusu sosyal devlete dair ruh çağırma seanslarıdır.Ve Gezi eylemlerinin talebi sosyal devlettir(yani devlet eliyle sermaye birikimi dönemi).Marksist referanslara hakimiyetiyle belirli birsaygıyı kazanmış Sungur Savran'ın Gezi olaylarınıdeğerlendirmesi ise günceli kavrayışı hakkındakimi soru işaretleri doğurmaktadır. “Türkiye’desanayi, ulaştırma, tarım ve büyük hizmetlerde(oteller vb. de dahil) çalışan kol emekçileri buradaağırlığı oluşturmuyor. Henüz işçi sınıfının çekirdeğinioluşturan bu insanlar –sadece sanayi değil,ulaştırma tarım, hizmetler de ağırlığını koymamıştır.Daha ziyade meydanlarda olanlar, beyaz yakalılarve onların üst katmanları, proletaryanın eğitimli(öğretmenler, sağlıkçılar gibi) katmanlarıdır.İkinci olanlar, Türkiye’de modern küçük burjuvazinintemsilcileri ve kitlesi (ücretli çalışanlar hariçolmak üzere doktorlar, avukatlar, mühendisler,eczacılar gibi bürosu olanlar) bunun büyük orandahem içindedir hem de destekliyor. Katılmayanlarda dışarıdan destekliyor. Üçüncü olarak gençlikçok büyük bir rol alırken dördüncü kesimde iseaydınlar katmanının Batılılaşmış olanları buradabüyük rol oynamaktadır… Sonuç olarak işçi sınıfınınkol emekçilerinden oluşan merkezi kesimi veişçi sınıfının sendikalarının en büyükleri işin içindehenüz yok… Bu isyanın en büyük eksikliği, işçisınıfı ve emekçileri kendi saflarına çekmek için enküçük çaba göstermemiş olmasıdır ” (12, s.6) diyenSavran, Gezi Eylemlerini 15-16 Haziran olayları ilekarşılaştırarak anlamlandırmaya çalışıyor. “15-16Haziran tam anlamıyla bir sınıf hareketidir. Tamamenkol işçilerinin düzene karşı ayaklanması vardır…O ayaklanma ile bu isyanın farkı şu bugünküçok yaygın. Çok değişik katmanları kapsıyor. Veeğer işçi sınıfına sıçrarsa burjuvazi titreyecek.” (12,s.10) “Yedek kulübesinde daha soyunmamış çokusta iki oyuncumuz var: işçi sınıfı ve Kürt halkı”(13)Bu değerlendirmeye göre meydanlarda olanlar:beyaz yakalılar ve onların üst katmanları, proletaryanıneğitimli kesimleri, modern küçük burjuvazi,gençlik ve aydınların Batılılaşmış kesimleridir.Katılmayanlar ise sanayi, tarım ve büyük hizmetlerdeçalışan kol emekçileri ve Kürtlerdir. Sanayi,tarım ve büyük hizmetlerde çalışanlar işçi sınıfınınmerkezi çekirdeğini oluşturur ve bunların sendikalarıda isyana katılmamıştır. Bir eylemin işçi sınıfınıneylemi olabilmesi için kol işçilerinin hareketegeçmiş olması gerekir. Öyle ise bu bir halk isyanıdırve işçi sınıfını bu isyana dahil etmek gerekir.Savran'ın kavramları özensizce kullandığı açık.Toplumun kol işçileri dışında kalan kısmını halkolarak niteleyip işçilerin halk isyanına dahil olmasınısöylemek, eylemin sınıfsal karakterini muğlaklaştırmaktanbaşka bir işe yaramıyor. AncakSavran'ın şöyle önsel bir noktadan hareket ederekbu sonuçlara vardığını söylemek mümkün. Savran'ınGezi isyanına katılanlar arasında proleterya-43Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s inın eğitimli katmanlarını, beyaz yakalıları saydığınıgördük. Belki bunun içerisine modern küçük burjuvaziyedahil olmayan doktor avukat, mühendisgibi ücretlilerde eklenebilir. Ancak bunlar işçi sınıfınadahil olamıyor. Bu ayrım Marksist teori içerisindeyürütülen üretken emek, üretken olmayanemek ayrımı üzerinden yürütülen sınıf analizleriniakla getiriyor. Poulantzas ile son noktasına taşınanbu ayrım işçi sınıfını kol emekçilerine kadar indirger.Kimileri de işçi ve emekçi ayrımında sermayeile ilişkilenmemiş emek biçimlerinin yanına üretkenolmayan emeği de ekler. İşçi kavramı Marxtarafından Kapital'de oldukça açık biçimde tanımlanmıştır.Bir meta olarak emek-gücüne sahipolanlar işçi olarak ifade edilir. Tanım bu şekildeverildikten sonra tanım içerisinden işçi olmanındiğer unsurları çıkartılabilir. Emek-gücü bir metadır.Bu meta da diğer bütün metalar gibi değişimdeğeri ve kullanım değeri olmak üzere ikili bir özelliğesahiptir. Emek-gücü metasının kullanım değerionun üretebilme potansiyelidir. Kapitalist için bukullanım değerinin anlamı ona artı-değer getirmesidir.Ancak diğer metalarda olduğu gibi emekgücümetasında da kullanım değeri ya da o metanınyararlılığı metanın satıcısı için değil alıcısı içinanlam taşır. Eğer bir kullanım değeri ona sahipolan için yararlılık ifade ediyorsa kişi o metayıdeğişime sunmaz. Emek-gücü için de bu durumgeçerlidir. Bir işçi için emek gücünün yani üretebilmepotansiyelinin anlam taşımaması için onunüretim araçlarından yoksun olması gerekir. Tamtersi biçimde karşı tarafta yer alan kapitalistin elindede bu üretim araçları bulunmalıdır. İkinci unsur,işçi emek gücünü satmak zorunda olmalı yani onuyaşatacak bir gelire sahip olamamalıdır. Ve Marxbu unsurlara bir üçüncüsünü ekler. İşçi köle veserften farklı olarak emek-gücü metasını satıp satmamaözgürlüğüne sahip olmalıdır. Öyle ise tekrarşunun altını çizebiliriz. Emek-gücü metasına sahipolan herkes işçidir. Tanımı bu şekilde tekrar etmemizinbir nedeni var. Çünkü bir metaya sahipolmakla o metayı gerçekleştirmek aynı şeyler değildir.Bunun için günümüzde sıklıkla işsiz olaraknitelenen, ancak Marx'ın yedek sanayi ordusu diyenitelendirdiği kesim de işçi sınıfına dahildir. Tıpkımetasını satamayan bir tüccarın hala tüccar olmasıgibi. Şimdi karşımıza yeni bir soru çıkar. Buemek-gücünün kullanımı hangi şekillerde gerçekleşir?Sermaye ile ilişkilenen emek-gücü ya metaüretim sürecinde ya da dolaşım alanında istihdamedilir. Meta üretim sürecinde konumlanan işçi artıdeğer ürettiği için üretken emek olarak tanımlanırkendolaşım alanında (yani metanın paraya yada paranın metaya dönüşüm süreci) konumlananişçi toplumsal olarak üretken emek sayılmaz. Fakather sermaye, ancak kâr talebi ile sermayenin çevriminderol alabileceğine göre dolaşım alanında yeralan sermaye de tüccar kârı veya faiz adı altındatoplumsal artı değerden bir pay talep eder. Bupayın elde edilmesindeki rolünden dolayı Marxtoplumsal olarak üretken olmayan dolaşım alanıişçilerinin emeğinin tüccar ve para sermaye sahipleriiçin üretken emek sayıldığının altını çizer. Sermayeile ilişkilenmeyen emek türleri, yani devletteistihdam edilmiş ya da cepten ödeme yapılan (evetemizliğe gitmek vb) emek türleri ise üretken emekkategorisine dahil değildir. Bu genel tanımlamalardansonra soru şudur: Kafa emeği ile üretim yapanişçiler meta üretiminde mi rol almaktadırlar yoksadolaşım alanında mı? Bu soru onların işçi olmadurumlarında bir değişikliğe neden olmaz, ancaküretken emek sayılıp sayılmayacaklarını belirler.Tartışmayı bir kez de metanın analizi üzerindenyürütmemek için soruya kestirmeden yanıt verelim.Eğer kafa işçisinin ilişkilendiği sermaye üretimalanındaysa üretken, dolaşım alanında ise üretkenolmayan emek saymak gerekir. Öyle ise içindeyaşadığımız chip'li üretim çağında işçi sınıfını kolemeğine kadar indirgemenin hiçbir olanağı bulunmamaktadır.Teori kitapta durduğu gibi durmaz.Düne kadar bu mülahazalar sanki Marksizim içiteoriyi inceltme egzersizleri gibi görülebilirdi.Ancak bugün bundan öte anlamları olduğunugörüyoruz. Sungur Savran, Gezi'nin kendincesınıfsal analizini yaptıktan sonra, sosyalistlere birgörev tanımı getiriyor; işçi ve emekçileri isyanaörgütlemek. İşçiden kasıt kol işçileri. Elbette Geziayaklanmasına katılmayan işçi sınıfı kesimlerininsürece dahil edilmesi gerektiği gün gibi aşikardır.Ama unutulan bir şey daha var. Ayaklanmayakatılmış olup ancak sınıf bilincinden uzak olan işçisınıfının harekete geçmiş kesimlerinin sınıf bilinciyleörgütlenmesi de en azından dahil olmayankesimlerin örgütlenmesi kadar önemli ve acildir.Fakat siz kafa işçilerini işçi sınıfına dahil etmezsenizve bugün sınıfın değişen yapısında bu kesiminhiç de azımsanmayacak bir role sahip olabileceğininfarkına varmazsanız, bu kesimleri örgütlemek44Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s igibi bir görevi de önünüze koymazsınız. Bununyapılmadığı koşullarda sürecin nasıl egemenlerinkontrolüne girdiği, hedef ve yönelimlerin sermayeninkendi arasındaki kavgaların payandası halinenasıl dönüştüğünü, gezi ayaklanması sonrasındakidönemde yaşadık ve deneyimledik.Buraya kadar gördük ki, devrimci, sosyalistçevrelerde işçi sınıfının artık toplumun büyük birçoğunluğunu oluşturmadığı görüşü hakim görüştür.Bu nedenle kimisi dezavantajlı tüketicilerin,kimisi öğrenci gençlik ve ücretli küçük burjuvazinin,onların deyimiyle orta sınıfın, kimisi ise işçilerlebirlikte yoksul halk yığınlarının, öğrenci gençliğinbir araya gelerek çoğunluğu oluşturduğunainanıyor. Böylece politikalarını muğlaklaşmış sınıfsalanalizlerin oluşturduğu, şekilsiz çoğunluklarınkarakteri biçimlendiriyor.Toplumsal yeniden üretimin kapitalist üretimtarzında sermayenin yeniden üretilmesi yoluylagerçekleştirildiği, sosyalist çevrelerde çoğunluklakabul gören bir önermedir. Ancak her nedense buönermenin ne anlama geldiği üzerinde ya düşünülmezya da yapılan analizlerde bu gerçeklik pek dikkatealınmaz. Kapitalist üretim toplumsal ihtiyaçlarınkarşılanması için değil kâr için yapılan birüretimdir. Bu nedenle, bir ürüne olan ihtiyacın şiddetideğil, onun kâr getirip getirmemesi o ürününüretilip üretilmeyeceğini belirler. Kaldı ki, toplumunbir kesiminin açlık sınırında yaşadığı günümüzkoşullarında, bu açlığı ve yoksulluğu ortadankaldıracak olan metalar raflarda alıcı beklemektedir.Kapitalist öncesi üretim biçimlerinde geçerliolan; kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üretimyapan, üretemedikleri ürünlere ulaşmak için üretebildikleriürünleri değişime sunan doğrudan üreticilerartık yoktur. Sermaye yoğunlaştıkça bütünüretim ve hizmet alanları sermayenin konusu halinegelir. Yine aynı yoğunlaşma nedeniyle sermayeninüretim araçları, hammaddeler vs’den oluşandeğişmeyen kısmı, ücretlerden oluşan değişen kısmınaoranla sürekli artar. Burjuva aklın da anlayabileceğişekilde ifade edecek olursak; bir işçininharekete geçirdiği sermaye miktarı (burjuva iktisadıbuna bir işçiyi istihdam etmek için gerekli sermayemiktarı der) sermaye yoğunlaştıkça sürekliartar. Bu durum aynı sermaye ile giderek daha azişçi çalıştırması, aynı anlama gelmek üzere sermayeninartmasına oranla işçi sayısının giderek azalmasısonucunu verir. Bu da sermaye ile ilişkilenemeyennispi aşırı nüfusta bir artış demektir. Bütünservet biçimlerinin sermayeye, bütün emek biçimlerininise ücretli emeğe dönüşmesi, kapitalist üretimtarzının genel eğilimidir. Marks’ın bir soyutlamaolarak analiz ettiği iki sınıflı toplum, günümüzdebir gerçeklik haline gelmiştir. Tüm üretim araçlarısermayeleşmiş, tüm emek biçimleri de işçileşmiştir.Toplumsal yeniden üretimin sermaye dolayımıylagerçekleştirildiği koşullarda işsiz kalmış ya dahenüz sermaye ile ilişkilenmemiş olan köylülükveya sermaye ile ilişkilenmek üzere emek gücünenitelik yüklemekte olan öğrenciler ve emek gücünüsatacak bir kapitalist bulamamış olan işçikesimleri de sermaye ile ilişkilenmiş ücretli emekgibi sermayeye aittir; ihtiyaç duyulduğunda sermayetarafından bu kesimler ücretli emekçi halinegetirilirler. Sermayenin emek gücü rezervi olan bukesimler, çeşitli sübvansiyonlarla, sosyal yardımlarla,işsizlik ödenekleriyle hayatta tutulmaya çalışılır.Çünkü bu kesimlerin sermaye ile ilişki kurmaksızınkendi yeniden üretimlerini gerçekleştirme şanslarıartık kalmamıştır. Zira sermaye için yedek sanayiordusunu oluşturan bu kesimler, işçi sınıfının çalışankesimi için ne kadar tehdit oluşturursa, çalışanişçilerin emek-gücünün değeri o kadar düşük, işgünüo kadar uzun, sonuç olarak sömürü oranları dao denli yüksek olur. Yukarıda ele alınan üç farklıyaklaşımı savunanlarca yapılan analizlerde toplumunbu kesimlerinin sermaye ile ilişkileri dikkatealınmamış; onlar, sanki bu ilişkilerden münezzehmişve kendiliklerinde bir varoluşa sahiplermiş gibideğerlendirilmiş ve bu yaklaşım üzerinden teorilerkurulmuştur. Toplumun bu kesimlerine sermaye ileilişkileri dikkate alınmaksızın bakıldığında, onlarınbir kısmı gençlik, bir kısmı iyi eğitim almış, birkaçdil bilen modern kesimler, bir kısmı etnik bir kimlik,bir kısmı cinsel tercihlerinden dolayı dışlanmışkimseler, bir kısmı hırsız, haydut, serseri gibi görünür.Öte yandan, yedek sanayi ordusunu bir kenarabıraktığımızda, faal işçi ordusunun sadece mesaisideğil 24 saati sermayeye aittir. Sermaye dolayımıylatoplumsal yeniden üretimin devam edebilmesiiçin sermaye birikiminin olması, sermaye birikimininolabilmesi için artı-değer sömürüsü, artı-değersömürüsü için sürekli yeniden üretilen emek-gücüşarttır. Bu nedenle bir işçinin emek sürecindegeçirdiği zaman onun emek-gücünün tüketildiği45Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s izamanı, günün geri kalan kısmı ise emek gücününyeniden üretildiği zamanı oluşturur. Şayet normalişgünü 8 saat ise emek günün yeniden üretimi için16 saatlik bir süre kalmaktadır. Eğer işgünü 10saate çıkmış ise emek gücünün yeniden üretimiiçin kalan süre 14 saate iner. Normal koşullarda 16saatte yeniden üretilen emek gücü 14 saatte aynınitelikte yeniden üretilemeyeceğinden, sömürüemek yağmasına dönüşür. Buradan bakıldığında,sermaye açısından işçinin bir günü, son tahlilde,emek-gücünün sömürüldüğü işgünü ve onun tekrarsömürülebilecek hale getirildiği zaman olaraksermayeye aittir. Emek-gücünün yeniden üretildiğialan, aynı zamanda üretim sürecinde sömürülenartı-değerin gerçekleştirildiği alandır. İşçi açısındanise bir gün, kapitaliste sattığı metasını gerçekleştirdiğiemek-gücünün tüketim zamanı ile aynımetayı tekrar satılabilecek hale getirdiği üretimzamanının toplamından oluşur. Biri ne kadar uzarsaöteki o kadar kısalır. Bu nedenle işçinin 24 saatitoplumsal sermayenin denetimindedir. Ancak,işçinin emek-gücünün tüketimi ile onun yenidenüretimi farklı zaman ve mekanlarda gerçekleşir.Biri kapitalistin iradesi, diğeri ise işçinin iradesialtında.Kapitalist üretim, üretici güçleri geliştirerekişbölümünün zorunlu sonucu olarak gerçekleşensomut emek farklılıklarını yalın emeğe indirgemeyönünde bir eğilim geliştirir. Bu eğilim, emek sürecindekifarklı rol ve statüleri eşitleme yönünde biritki yaratır. Makinanın üretim sürecine hakimolmasıyla birlikte, aynı işi yapıyor olsalar da kadınve çocuk emek gücünün daha düşük ücretlendirilmesi,kadın sorununun kapitalizmde aldığı biçimintemel nedenidir. Makinadan önce proleter ailesininyeniden üretimi için erkek işçinin ücreti içerisindehesaplanan ailenin tüm giderleri, makineninüretime uygulanmasıyla birlikte kadın ve çocuklarında emek sürecine çekilmeleri neticesinde üçebölünmüştür. Ancak, ailenin toplam masraflarındankadın ve çocuğun giderleri, kadın ve çocuğunücreti olarak ayrıldıktan sonra ailenin genel giderleri,aile reisi olarak tanınan erkeğin ücreti içerisindebırakıldığı için aynı iş yapan erkeğin ücretikadının ve çocuğun ücretinden daha yüksekolmuştur. Bu durum, ücretin, emek gücünün yenidenüretiminin karşılığı olduğu gerçeğinin kanıtındanbaşka bir şey değildir. Erkeğin aile reisi olaraknitelendirilmesi kapitalist hukukun icadı olmayıpkapitalizmin hazır bulduğu bir ilişkidir. Ancak,boşanmaların kolaylaşması, yalnız yaşayan kadınve erkeklerin oranlarının nispi artışı, ücretin belirlenmekriterlerini zorlamaktadır. Eşit işe eşit ücrettalebi, ücretin yapılan işle belirlenmesi gerektiğiyönündeki yanlış inancın ürünüdür. Gerçekteücret, emek gücünün yeniden üretilme maliyetiylebelirlenir. Eğer kadın ve erkeğin emek gücününyeniden üretim maliyetleri hesaplanırken “aileninortak giderleri” değil de her bireyin yeniden üretimininmaliyeti hesaplanmaya başlandığı noktadaücretler eşitlenecektir. Ancak, hepimizin bildiğigibi, devlet, aileyi kutsallaştırmakta, fazla çocukyapılmasını teşvik etmekte, başka bir ifade ileücretlerin belirlenme kriterlerinin değişmesiniengellemek için ailenin korunması doğrultusundapolitikalar uygulamaktadır. Makinanın ortaya çıkmasıylabirlikte kadın emeğinin emek pazarınasürülmesi ücretleri düşüren bir etki yapıyordu bunedenle desteklendi. Kadının çalışması, ekonomiközgürlüğünü kazanması, dolayısıyla özgürleşmesiolarak lanse edildi. Bu gün ise bir adım daha atılarakkadınların, bir erkeğin eşi olarak değil, bağımsızbir birey olarak statülendirilmesi, ücretlerinartırılmasını gerektireceği için sermaye ayak diriyor.Bu nedenle makinayla birlikte kadının özgürleşmesianlamına gelen emek pazarı, onun esaretihaline geldi.Kapitalistin iradesi altında gerçekleşen emeksüreci, kadın sorununun yanında, etnik, dini, mezhepselfarklılıkları da sorun yumağı haline dönüştürür.Canını kurtarmak için evini barkını, yurdunuterk edip, çoluğuyla çocuğuyla ülkemize sığınmışolan ve hayatta kalmaktan başka önceliğiolmayan Suriyelilerin her alanda yarı fiyata çalıştırılmalarıörneğinde olduğu gibi. Benzer bir süreçköy boşaltmaların ardından gerçekleşen göç dalgasındansonra Kürt’ler için de geçerliydi, haladevam etmektedir. Her ne kadar kamu işyerlerindekimlik farklılıkları farklı ücretlendirmenin nedeniolamasa da işe alınmanın nedeni olmaya devamediyor. Ancak, bu durum, ne Suriyelilerin Suriyeliolmalarından, ne de Kürtlerin Kürt olmalarındankaynaklanmaktadır. Sorun, onları, emek güçleriniçok daha ucuza satmak zorunda bırakan iktisadikoşullardan kaynaklanmaktadır. Ancak, kaynağıne olursa olsun, mevcut durum eşitlik talebinin dekaynağıdır.46Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iİşçinin iradesi altında gerçekleşen dolaşım alanındada durum bundan pek farklı değildir. işçi,emek gücünü yeniden üretim sürecinde farklıstatü, rol ve kimliklerde bürünür. Kimi yerdecebinde parası olan itibarlı bir müşteri, yolcu,hasta kimi yer de ise kamusal hizmetlerden yararlanmayıtalep eden ya da devlete karşı yükümlülükleriolan bir vatandaş pozisyonundadır. Buradada kapitalizmin içinden çıkıp geldiği toplumunkalıntılarıyla yüzleşir. Herkesi, eşit haklara sahipmeta satıcısı vatandaş statüsünde ortaklaştırmayaçalışan burjuva hukuku, sistem içerisinde adaletarayışının da dayanağı haline gelir. Bu nedenleKürt Türk’le, Alevi Sünni’yle, kadın erkekle aynıhakları talep eder. Bu ise kapitalizmin idealindekitoplum biçimidir. İdeal kapitalist sistemin hayatageçirilmesi sosyalist bir proje olamayacağı gibi sosyalistlerinhedefi de olamaz.Yukarıda ele alınan 3 farklı yaklaşımı savunanlarcayapılan analizlerde, toplumsal üretimin sermayedolayımıyla gerçekleştiği dikkate alınmadanyapılan değerlendirmeler, sadece emek gücününyeniden üretim sürecindeki kırılmaları görmekteve kendilerine göründüğü biçimiyle teori üretmektedirler.Görüngüye baktıklarında çeşitli statü,kimlik ve rollerde insan toplulukları vardır ve bunlararasında eşitlik yoktur. İşçi sınıfı sadece sanayideçalışan kol işçisi olduğuna göre toplumun göreceküçük bir kesimini oluşturmaktadır. Çoğunlukolamadığı için tüm toplumun kurtuluşu adına sözsahibi de olamamaktadır. İşçi sınıfı ancak, toplumunezilen, horlanan, inkar edilen baskı görendiğer kesimleriyle birlikte daha özgür ve eşit birtoplumun kurulması konusunda etkin bir oyuncuolabilir. Bu nedenle hedef “sosyalizm” değil “radikaldemokrasi” olmalıdır.İşçinin, gerek emek sürecinde yüzleştiği eşitsizliklergerekse dolaşım alanında yüzleşmek zorundakaldığı eşitsizlikler, son tahlilde sermayenin aşmakzorunda olduğu, aslında bu doğrultuda eğilimselbir yönelime de sahip olduğu problemlerdir. Busorunların çözümünü hızlandırmak amacıyla, sözkonusu adaletsizliklere muhatap olan toplumkesimlerini bir araya getirerek çogunluğu sağlamaamacı, gerçek bir çoğunluk olan işçi sınıfını azınlıkolmaya mahkum etmekten başka bir anlama gelmemektedir.Toplumda, kimliğinden ötürü horlanan,aşağılanan, baskı gören ya da egemen ifadeyle“ötekileştirilen” kesimlerin karşısında, bütün buolumsuzluklarla muhatap olmayan kesimler, üretimaraçları karşısındaki ilişkilerine bakılmaksızınaynılaştırılmakta, toplum egemen kimlikler vedezavantajlı kimlikler olarak bölünmektedir. İşteburada sormak gerekir; toplumda üretim ve geçimaraçlarından yoksun olan mülksüzler mi gerçek birçoğunluk, yoksa dezavantajlı kimlikler mi? Toplumaüretim ilişkileri bağlamında bakıldığında, toplumunüretim ve geçim araçlarının, dolayısıylamülkiyetin sahibi olan azınlık ve emek gücündenbaşka satacak bir şeyi olmayan mülksüzler, yaniçoğunluk olarak ikiye bölündüğü, bu çoğunluğunise Occupy hareketinin temsilcilerince %99 olarakifade edildiği görülecektir. İstatistikler de bu tezimizidesteklemektedir.2014 TÜİK verilerine göre Türkiye’nin 15 yaşüzeri kurumsal olmayan nüfusu 56.795.000’dir.Bunların 26.194.000’i istihdam edilen, 2.579.000’iişsiz, 28.022.000’i ise işgününe dahil olmayannüfustur. İstihdam edilen 26.194.000 kişinin17.232.000’i ücretli veya yevmiyeli, 3.271.000’iücretsiz aile işçisi, 4.468.000’i kendi hesabına çalışanve 1.123.000’i işverendir. Gerçeklik kabaca,İstihdam edenlerin dahi, istihdam edilen nüfusadahil edildiği bu saçma istatistiklerden bile anlaşılmaktadır.Buna göre kapitalist 1.123.000 kişi. Bunlarınkurumsal olmayan nüfusa oranları ise%1.97’dir. Kendi hesabına çalışan 4.468.000 kişiyi,(ki bunların içerisine berber, bakkal, manav, kasap,simitçi, taksici, lokantacı vs. gibi sermayesi yeterliolmadığı için kendisi de çalışmak zorunda olanküçük mülk sahipleri de dahildir) meşhur küçükburjuvazi olarak niteleyebiliriz. Bunların kurumsalolmayan nüfusa oranı ise %7.86’dır. Bu grupta yeralanların büyük bir bölümü işçi sınıfına küçük birazınlığı ise burjuvaziye dahil olacaktır. Çünkütarihsel olarak hep böyle olmuştur. Sermayeninyoğunlaşması ve merkezileşmesine bağlı olarakorta sınıfların büyük çoğunluğu işçileşir.Aynı istatistiklere göre emek gücünün dağılımıise şu şekildedir: Hizmet sektörü %45, Sanayi%26, Tarım %20 ve işsiz %9. Bilindiği üzere resmiistatistiklere göre, 6 ay boyunca iş arayıp da bulamayankişiler işsiz olarak nitelendirilmektedir. 6aydan sonra hala işsiz olan kişiler işgücüne dahilolmayan nüfus kategorisine alınmaktadırlar. Öteyandan Marx’ın, işçi sınıfının bir parçası olduğuiçin yedek sanayi ordusu olarak nitelendirdiğikesimler de, resmi istatistiklerdeki işsizleri işaret47Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iettiği kadar işgücüne dahil olmayan nüfusu da işaretetmektedir. Bu nedenle bu kesimin de hangigruplardan oluştuğu önem kazanmaktadır. Çünkü,yukarıda eleştirdiğimiz anlayışların kafalarındakigiderek büyüyen orta sınıfın resmi istatistiklerdegörünmediği, tam aksine giderek küçülen bir ortasınıfla karşı karşıya olduğumuz ortadadır.Kurumsal olmayan nüfusun (56.795.000) yarısınıoluşturan “işgücüne dahil olmayan nüfus”u(28.022.000) inceleyecek olursak; iş bulma ümidiolmayanlar %8, mevsimlik çalışanlar %0,5, ev işleri%40, eğitim öğretim sürecinde olanlar %16,emekli %14, çalışamaz halde olanlar %14 ve diğer%7,5’tür. Marksın tanımlamasıyla, bu kesimlerinilk üçü yedek sanayi ordusunun “saklı” kesimini,eğitim öğretim sürecinde olanlar “durgun” kesimi,emekliler, çalışamaz halde olanlar ve diğer kesimise “dip tortu”yu oluşturmaktadır. Ve ihtiyaçduyulmaları halinde emek sürecine dahil edilirler.Hal böyle iken, yukarıda anılan çevrelerce tanımlananiyi eğitim almış, birkaç dil bilen, yüksek statülü,görece yüksek yaşam koşullarına sahip “yeniorta sınıf” nerede? Kanaatimizce işçi sınıfının birkısmı, bu yeni orta sınıfları oluşturuyor. Toplumaüretim ilişkileri bağlamında bakıldığında tamamenişçi sınıfına dahil olan toplum kesimlerinin birkısmı, gelir, statü, yaşam koşulları, eğitim durumugibi kriterlerle bakıldığında orta sınıf gibi görünüz.Zira alt ve orta katmanları, derecesi, şiddeti olmayanhiçbir şey yoktur; yeter ki bir nicelik halinegetirilebilsin.Değişen İşçi SınıfıSınıflı toplumları birbirinden ayıran temel özellikartığa el koyma biçimleridir. Kapitalist öncesiüretim biçimlerinde artığa zor aracılığı ile el konulurkenkapitalizmi bu toplum biçimlerinden ayırantemel unsur artığa değişim aracılığı ile el konulmasıdır.Köle emeğinin sömürüsü ile serf emeğininsömürüsü birbirinden ayrıdır. Keza feodal toplumdaartığın adı ranttır ve üretici güçlerin gelişmişlikdüzeyine bağlı olarak üç farklı formda görülür:Emek rant, ayni rant ve para rant. Rant biçimlerindekideğişim bize feodal toplumun statik olmadığını,üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak üretimilişkilerinin de değişime uğradığını gösterir.Ancak ne zaman ki manüfaktür yeni bir üretmebiçimi olarak ortaya çıkar, işte o zaman feodalizminölüm çanları çalmaya başlamıştır. Benzer biçimdekapitalist üretim ilişkileri de statik değildir. Başlangıçtaemek aracı alettir. Ancak unsurlarını parçaişçilerin oluşturduğu kolektif işçi, manüfaktürdeorganik bir makine olarak peydah olur. Daha sonraorganik makine inorganik makineye dönüşür.Makine fabrika sisteminde otomata doğru evrilir.Üretici güçlerdeki bu gelişme üretim ilişkilerindesermayenin merkezileşme ve yoğunlaşmasına vekeza tekil sermayeden sınıfın sermayesine ya dahisse senetli sermayeye doğru evrilmesine nedenolur. Manüfaktürde üretimin öznesi işçidir. Emekaracı onun kontrolündedir. Makinenin doğuşu ileüretimin öznesi makine haline gelir. Şimdi işçiemek aracının hızına ayak uydurmak zorundadır.Emek aracı el aletiyken kol emeği ve bilgi/beceriişçide billurlaşmak zorundadır. Makine ile birliktekol emeği makineye devredilir. Makinenin ortayaçıkışı sermayenin değer bileşeninde oransal tersyüzeneden olur. Değişen sermaye/değişmeyen sermayeoranı tersine döner. Bu durum bilimin tekniğeuygulanmasını hızlandırır, nispi artı-değer yarışınıkapitalizmin ilerletici gücü haline dönüştürür. Bilimintekniğe uygulanması, bilimi sermayenin konusuhaline getirir. Bilim insanlarının da sermaye ileilişkilenmesini koşullar. Yeni enerji biçimlerininbüyük güç kaynaklarına uygulanması pek çokmakinenin birbirine entegre edilmesini olanaklıkılar. Entegre tesisler işçileri yığınlar halinde biraraya getirir. Yığınlar halinde bir araya gelen sadeceişçiler değildir; işçilerden önce sermayeninyığınlar halinde bir araya gelmesi gerekir. Üreticigüçlerdeki gelişmeye sermaye birikimi yetişemediğindebirikmiş atıl sermayeyi devreye sokmak içinbankalar, anonim şirketler, borsalar devreye girer.Kapitalizm devingendir. Üretici güçlerin değişiminebağlı olarak gün be gün ilişkiler de değişir. Yanisınıflar değişir, sınıf ilişkileri değişir. Sınıfların değişimisınıf savaşımının koşullarını, araçlarını, unsurlarınıdeğiştirir. Bugün kapitalizmin tanıklık ettiğimizdöneminde olan biten de budur. Nasıl ki alettenmakineye geçiş ile kol emeği emek aracınınunsuru haline geldi ise bugün chip'in makineyeuygulanması ile kafa emeği de emek aracının unsuruhaline dönüşmektedir. Kol emeğinin makineninunsuru haline gelmesi, işçiler arasındaki fizikselfarklılıkları eşitler; kadın emeği, çocuk emeği üretimsürecine dahil olur. Kafa emeğinin emek aracınınunsuru haline gelmesi, kafa emeğini sıradanlaştırır.Yaratıcı emek ile kafa emeği ayrışır. Kafa48Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iemekçisi yaratıcı (inovatif) süreçler dışında ayrıcalıklıkonumunu kaybeder. Chip'in makineye uygulanmasımakine karşısında kontrol ve besleme görevindekikol emekçisini konumundan eder, gereksizleştirir.El değmeden üretim, fabrikaları tenhalaştırır.Tenhalaşan fabrikalarda üretilen metalarınbirim değeri düşer, kâr oranları düşer. Zıt yöndeetkilerin iflasıyla kapitalizm krize sürüklenir. Krizsermayenin bir kısmının yeniden üretime eklemlenememesidemektir. Eski üretim alanlarına eklemlenemeyensermaye yeni kârlı alanlar arar. Yenikârlı alanlar, yeni kârlı pazarlar ya da yeni gereksinimalanlarıdır. Sermaye yer kürenin her bir hücresineyayılır, her bir gereksinim alanını metalaştırır.Sudan havaya, eğitimden sağlığa her şey sermayeninkonusu haline gelir. Her şeyin üreticisi işçilerpeydahlanır. Bu işçilerin ürettikleri kullanımdeğerleri (yararlılık) öncekilerden farklıdır ve farklıbiçimlerde üretilirler. Üretenler de öncekilerdenfarklıdır. Emek gücünü yani üretebilme potansiyelinisatmak zorunda olanların suretleri farklılaşır.İşçi sınıfı farklılaşır. Sınıf ilişkileri farklılaşır. Kültürfarklılaşır, devlet farklılaşır, dil farklılaşır, din farklılaşır,velhasıl sınıf savaşımı biçimleri, araçları,unsurları farklılaşır. Bugün Gezi'de, Tahrir'de,Rio'da, Newyork'ta sokaklarda, meydanlarda aynısınıfın, işçi sınıfının insanları haykırmaktadır.Tunus'ta Buazizi, Gezi'de Kırmızılı Kadın aynı dillekonuşmaktadır.İnsanları sınıfsal suretlerinden sıyırırsanızMuhammed Buazizi'nin Tunus'lu, Ceyda Sungur'unTürk olduğunu görürsünüz. Tahrir'dekilermüslüman, Wall Street'tekiler hıristiyandır. Kimilerierkek, kimileri kadın, kimileri LGBT bireydir.Sünnisi de vardır, Alevisi de. Gençte vardır, yaşlıda. Kimlik mücadelesi 1989'un bakiyesidir.Son SözSpinoza’nın ifadesiyle “her belirleme bir olumsuzlamadır”.Bu anlamda Gezi olayları da bir belirlemedir.Belirleyen kendinde sınıf olduğu içinolumsuzlanan mevcut iktidar olmuştur. Kapitalistsistemin olumsuzlanması için ise “kendisi için sınıfın”belirlemesine ihtiyaç var. Bu da kendinde sınıfınbelirlenmesini bu anlamda olumsuzlanarakkendisi için sınıf haline gelmesini önvarsaymaktadır.O halde görev, kendinde sınıfı, kendisi içinsınıfa dönüştürmek olmalıdır.<strong>49</strong>Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iDipnotlar1. Şöhret Baltaş’ın Sol Defter’de yayınlanan “İsyanSınıfsaldır, Halk İsyandadır” isimli makalesinden alınmıştır.2. Aynı yazının Marksist bir eleştirisi için SelimErgunalp’’in, sendika org’’da yayınlanan “Hangi OrtaSınıf” başlıklı makalesine bakılabilir.2. Burada sol ve sağ kavramları aktüel anlamlarıylakullanılmıştır.Kaynaklar1. Baltaş, Ş. “İsyan Sınıfsaldır, Halk İsyandadır”,[http://www.soldefter.com/2013/08/12/ isyan-sinifsaldirhalk-isyandadir-sohret-baltas/],12.08.2013, (erişimtarihi: 02.05.2014).2. Tugal, C. “Gezi Hareketinin Ortak Paydaları ve YeniÖrgütlülük Biçimleri”, [http://t24.com.tr/haber/gezihareketinin-ortak-paydalari-ve-yeni-orgutlulukbicimleri,233416],03.07.2013, (erişim tarihi:03.05.2014).3. Keyder, Ç. “Gezi Parkı Protestoları Bağlamında YeniOrta Sınıflar, Neo-liberal Dönüşüm ve Yoksulluk”(Çağlar Keyder ile söyleşi),[http://konusakonusa.org/2013/09/05/gezi-parkiprotestolari-baglaminda-yeni-orta-siniflar-neo-liberaldonusum-ve-yoksulluk/],05.09.2013,erişimtarihi:03.05.2014.4. Mollaer, F. “Direniş, Onur ve Mekan”,[http://www.birikimdergisi.com/guncel/direnis-onurve-mekan], 28.08.2013, (erişim tarihi: 07.05.2014).5. Kelekçi, Ö. “Direnişin Zamansallığına Dair,[http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=1001&makale=Direni%FEin%20Zamansall%FD%F0%FDna%20Dair],23.08.2013,erişimtarihi:07.05.2014.6. Konuşlu, F. “İmajdan Mekansal Varoluşa”,[http://www.birikimdergisi.com/guncel/imajdanmekansal-varolusa],15.09.2013, erişim tarihi:06.05.2014.7. Kara, O.E. “Gezi Direnişi: Etik ve Etoloji”,[http://www.birikimdergisi.com/guncel/gezi-direnisietik-ve-etoloji],24.07.2013, (erişim tarihi: 06.05.20148. Ergüden, I. “Tekil Çokluklar Yeniden KomünizmYeniden Anarşizm” İçinde: Direnişi Düşünmek 2013Taksim Olayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.9. Bodiou, A. “Ayaklanmadan Yeni Bir Politikaya, TürkHalkı Ayağa Kalkıyor” İçinde: Direnişi Düşünmek2013 Taksim Olayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.10. Tanyıldız, G.S. “Yaşanabilir Hayatlar YaratmaMücadelesi” İçinde: Direnişi Düşünmek 2013 TaksimOlayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.11. Harvey, D. “Kentsel Mekan Mücadeleleri NedenÖnemlidir?” (David Harvey ile röportaj),[http://www.sendika.org/2013/11/david-harvey-ileroportaj-kentsel-mekan-mucadeleleri-nedenonemlidir/],26.11.2013, (erişim tarihi: 02.05.2014).12. Savran, S. “Bu Bir Direniş Değil Halk İsyanıdır”(Sungur Savran’ın Tahrir’den Taksim’e SınıfMücadeleleri Paneli’nde yaptığı konuşma),[http://everywheretaksim.net/tr/bu-bir-direnis-degilhalk-isyanidir-sungur-savran/],24.06.2013, (erişimtarihi: 03.05.2014)13.Savran, S. “Ezber Bozma Zamanı”, Birgün Gazetesi,24.07.2013.l<strong>50</strong>Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iDİSK GENEL-İŞ SENDİKASI İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLERİ ÖRNEĞİNDEİŞÇİLERİN HAZİRAN 2013 DİRENİŞİ’NEKATILIM DÜZEYİ VENergis MÜTEVELLİOĞLUProf. Dr. Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ÇalışmaEkonomisi ve Endüstri İlişkileri BölümüTaner AKPINARYrd. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri BölümüEYLEMLEREİLİŞKİN GÖRÜŞLERİÖzetBu çalışmada DİSK Genel-İş üyesi 468 işyerisendika temsilcisinin Haziran Direnişi’ne katılımdüzeyini ve eylemlerle ilgili görüşlerini belirlemekamacıyla Eylül-Ekim 2013’te yapılan bir araştırmanınbaşlıca bulguları özetleniyor. Araştırma ile yaş,cinsiyet, eğitim düzeyi vb. sosyo-demografik değişkenlerinyanı sıra borçluluk durumunun ve işsizliğekarşı maddi güvencelerinin işçilerin eğilimleriüzerindeki etkisinin belirlenmesi de amaçlandı.Soru kağıtları araştırmacıların gözetiminde yüzyüze dolduruldu. Veri analizinde SPSS 17 istatistikanaliz programı kullanılarak betimsel istatistiklerile frekans ve yüzde dağılımları hesaplandı; değişkenölçümleri için Ki-kare testleri uygulandı.Temel araştırma bulguları şöyledir: ÖrneklemdenHaziran Direnişi’ne katılanların payı %67 ileoldukça yüksektir; erkeklerin %34,9’u, kadınların%66,7’si eylemlerin çoğuna katılmıştır. Eylemcilerihaklı bulanların payı ise %90’a yükselmektedir.Katılımcıların %78’i kitlelerin tepkilerini ve taleplerinisokağa çıkarak dile getirmesini tamamen;%94’ü tamamen veya kısmen onaylamaktadır.Örneklemin %72,6’sı, kadınların %91,7’si, halkıntepkilerini seçim sandığında ve sokakta göstermesindenyanadır. Katılımcıların %91,5’i hükümetineylemcilere karşı şiddet kullanmasını yanlış bulurken,tümü erkek olan %5’lik bir kesim, kitlelereuygulanan şiddeti onaylamaktadır. “Merkez” medyanınHaziran Direnişi’ni topluma yansıtma biçimini,örneklemin %30,5’i kesinlikle veya kısmendoğru bulduğunu belirtirken, yanlış bulanların payı%61 dolayındadır.Araştırmada cinsiyetin, eğitim düzeyinin veyaşın eylemlere katılım ve onay eğilimini farklılaştırdığısaptanmıştır. Erkeklere göre kadınlar; ilköğretimve lise mezunlarına kıyasla yüksek öğrenimliler;31-40 yaş arasındakilere kıyasla 21-30 yaşgrubundakiler ve 40 yaşının üzerindekiler, HaziranDirenişi konusunda daha katılımcı ve onaylayıcıbir tutum içindedir. Borçluluk durumu ve işsizliğekarşı maddi güvencelerle, eylemlere katılım veonay eğilimi arasında ilişkisellik kurmaya elverişligüçlü bulgular elde edilmemiştir. Bulgular, örneklemioluşturan görece türdeş ve sendikal hareketiçinde özel konumu olan bir işçi kitlesinin durumunuyansıtmaktadır; belirli çekincelere rağmen,örneklem işçi sınıfının bir kesitini oluşturmaktadırve araştırma bulguları, öncelikle Genel-İş üyelerininve genel olarak işçilerin eğilimleri üzerine fikirverebilmektedir.Anahtar sözcükler: Haziran Direnişi, Katılımdüzeyi, Sosyo-demografik değişkenler, İşçilerinborçluluk durumuAbstractThis study summarises and analayses the findingsof a fieldwork carried out during September andOctober, 2013 to learn about the perceptions ofthe 468 workers who are the members of Genel-İş,DİSK regarding Resistance June, 2013. The study51Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ialso aims to discover the impacts of both demographicvariables such as age, sex and educationlevel and some others like indebtedness or safetynetworks against unemployment on workers’behaviour. Interviews were carried out face to facewith the respondents. SPSS 17 was employed toanalyse the findings.Main researh findings are as follows: The rateof the respondents who joined the June protestsare 67% which is really high; 34,9% of male respondentsand 66,7% of felame respondents statedthat they had joined the protests. 90% of the respondentsacknowledge that the protesters areright. 78% of respondents totally acknowledgestreet protests while 94% of them totally or partlydo. 72,6 of the respondents and 91,7% of femalerespondents agree with the idea that people shoulddisclose their reactions in voting and in streetprotests. 91,5% of the union members interviewedwith do not agree that the government use violenceagainst protesters while 5% of them who arefemale do. 30,5% of the respondents agree totallyor partly how mainstream media approach the protestswhile 61% of them do not agree with that atall. It is highly probable that male respondentsmisunderstood this question when we consider theother responds.This study shows that the responds change bysex, education level and age. Women are morecourageous than men and those having undergraduatedegree than those having lower level edudation,and those aged between 21-30 and 40 plusthan those between 31-40 to take part in ResistanceJune. The study does not have strong evidenceto show any relation between variables likeindebtedness and safety networks against unemplomentand the tendency to join the protests.Findings presented in this paper reflect the situationof a relatively homogenous population who arein particular position in the union. The sampleincluded in the fieldwork consists of a specific partof working class and the research findings firstlypoint out the reflections of the union membersand secondy the reflections of workers in general.Key words: Resistance June, participation level,socio-demographic variables, workers’ indebtedness.GirişMayıs 2013’ün son günlerinde İstanbul’da GeziParkı’nda hükümet politikalarına karşı gençlerinöncülüğünde başlayan demokratik protesto eylemleri,Haziran ayı boyunca her yaştan ve toplumsalsınıftan milyonlarca kişinin katılımı ile -bir kentdışında- tüm ülkeye yaygınlaştı. İktidarın yoğunşiddet kullanması, ilk üçü Haziran’ın ilk günlerindetoplam altı gencin eylemler esnasında katledilmesi,onlarca eylemcinin gözünü kaybetmesi, binlercesininyaralanması eylemleri engelleyemedi.Verilen çok ağır kayıplara rağmen, ülke genelindekararlılıkla sürdürülen eylemler, Türkiye tarihininen büyük toplumsal hareketine, bir halk direnişinedönüştü.Haziran Direnişi ile Türkiye’de 12 Eylül darbesisonrası oluşan derin suskunluk, yerini büyük birtoplumsal uyanışa bıraktı. Milyonların aralarındakisiyasal, mezhepsel, etnik vb. tüm farklılıkları biryana bırakarak kamusal alanların yağmalanmasına,piyasacılığa, haksızlıklara, gericiliğe ve şiddetekarşı eylem alanlarında kenetlenip birlikte davranabilmeyibaşarması, direnişin en büyük kazanımıoldu. Haziran Direnişi ile toplum, hak ihlallerinekarşı susmak yerine birlikte tepki göstermeyi seçti;aydınlanma değerlerinin simgesi olan Cumhuriyete,demokrasiye ve laiklik ilkesine, Cumhuriyetlekazanılan yurttaşlık haklarına sahip çıktı. Eylemlerboyunca kitleler, sadece laik ve demokratik, eşitliğeve özgürlüğe saygılı bir toplum özlemini dilegetirmekle yetinmedi; bu taleplerle uyumlu birpratiği de hayata geçirdi. Eylem alanlarında eşitlikçi,özgürlükçü, barışçı ve dayanışmacı, insanı vekamusal çıkarları önde tutan bir anlayış ve pratikegemen oldu. Talepler ile eylem pratiği arasındakiuyum, Haziran Direnişine verilen toplumsal desteğinçok yüksek olmasına yol açan temel nedenlerdenbirisidir.İşçilerin direnişe katılım düzeyi ve direnişinsınıfsal karakteri, yazının kısıtları nedeni ile buradaüzerinde duramayacağımız farklı değerlendirmelerekonu oldu. İşçilerin eylemlere katılımının,yaşadıkları semtlerde yoğunlaştığı; işyerlerindenkaynaklı ve/veya sendikaların öncülüğünde gerçekleşenörgütlü katılımın zayıf kaldığı gözlendi.İşten çıkarmaların önlenmesi, sendikal haklar üzerindekibaskıların sona erdirilmesi vb. taleplerindireniş boyunca öne çıkmadığı gözlendi. Ancak52Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iHaziran Direnişinin, nesnel kutuplaşmanın veçatışmanın emekle sermaye arasında olduğu gerçeğininolanca netliği ile görünür hale geldiği birülkede yaşandığı ve sınıfsal karakter taşıdığı açıktır.Boratav’ın belirttiği gibi (1), Haziran Direnişiile “Yüksek nitelikli, eğitimli işçiler, yarınki sınıfyoldaşları (öğrenciler) ile birlikte, profesyonellerinde katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunlabütünleşmiş siyasi iktidarın devasa kentsel rantlarael koyma girişimine karşı çıkmaktadır. Bu, yağmacıkapitalizme karşı olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırıdır.Sınıfsaldır; zira burjuvaziye ve onun devletinekarşıdır; onlarla kader birliği değil, kaderkarşıtlığı içinde olan insanların ortak hareketidir”.Emekçilerin ve taleplerinin Haziran Direnişiiçindeki yeri yoğun olarak tartışılsa da, işçilerinkatılım düzeyini ve eylemlere ilişkin görüşlerinibelirlemeye yönelik neredeyse hiç alan araştırmasıyapılmadı. Bu yazıda, sözü edilen boşluğun biraz daolsa doldurulmasına katkıda bulunmak amacıylayapılan bir araştırmanın bulguları özetlenip yorumlanıyor.Alan araştırmasının verileri, DİSK Genel-İş Sendikası üyesi 468 işyeri sendika temsilcisineEylül ve Ekim 2013’de uygulanan soru kağıdı ilederlendi. Ankette sendika temsilcisi işçilere HaziranDirenişi’ne katılım düzeylerine, eylemlerle ilgiligörüşlerine, işsizlik riskine karşı maddi güvencelerineve kredi kartı borçlarına dair sorular yöneltildi.Derlenen verilerin istatistik yöntemlerle analiziile işçilerin eylemlere katılım eğilimini veeylemlerle ilgili görüşlerini etkilemesi muhtemeldeğişkenlerin saptanması amaçlandı.Aşağıda önce siyasal katılım kavramı ve siyasalkatılımı etkileyen sosyo-demografik faktörler üzerinekısa bir literatür değerlendirmesi yapılıyor.Ardından araştırmanın ana kütlesi (Genel-İş Sendikası’nınüyeleri) üzerine özet bilgiler verilip; alanaraştırmasının amacı, yöntemi, kapsamı ve örneklemindemografik özellikleri açıklanıyor. Bir sonrakibölümde başlıca araştırma bulguları özetleniyor.I. Siyasal Katılma Kavramı ve SiyasalKatılımı Etkileyen Sosyo-demografikFaktörlerDemokrasiyi oligarşik sistemlerden ayırantemel kriterlerden birisi, siyasal erkin toplum tarafındansınırlandırılması ve denetlenmesidir. Anayasave anayasal güvenceye kavuşturulan temelhak ve özgürlükler, demokratik seçimler, erklerinayrılığı, bağımsız yargı, idarenin yargısal denetimivb. geleneksel demokratik kurumlar ve ilkeler deöncelikle siyasal erkin sınırlandırılıp denetlenmesine,devlete karşı bireyi ve toplumu güçlendirmeamacına yöneliktir. Bu nedenle demokrasi ve siyasalkatılım kavramları ve pratiği birbiri ile iç içedir.Siyasal katılma, siyasal eşitlik ilkesinin kısmen deolsa hayata geçirilebilmesinin vazgeçilmez koşuludur.Katılma hakkı, siyasal hakların yanında baştadüşünce ve örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteriyürüyüşü hakkı olmak üzere, temel hak veözgürlüklerin kullanılabilmesini sağlayan bir üstözgürlük ve haktır. Bilinçli ve örgütlü kitleleringönüllü siyasal katılımı, toplumda siyasallaşmasüreciyle birlikte, demokratik değerlerin ve tutumlarıngelişip güçlenmesine hizmet eder. Kuşkusuzsiyasal süreçlere katılarak erki sınırlaması gerekenler,siyasal irade oluşumu süreçlerinden dışlanmışolan işçi ve emekçi sınıflardır. Cainzos ve Voces,yirmi Avrupa ülkesinden derledikleri verileredayanan araştırmalarında, işçi sınıfının nesnel varlığınıgörmezden gelen post-modern savların tersine,sınıfın siyasal katılma alanında önemini koruyanbir özne olmaya devam ettiğini ortaya koymaktadır(2).Yurttaşların özgür iradeleri ile bireysel olarakveya topluca siyasal erkin karar ve uygulamasüreçlerini etkilemek üzere gösterdikleri tümetkinlikler, siyasal katılma kavramı ile ifade edilebilmektedir.Sadece seçme ve seçilme hakkı değil,bütün biçimleri ve türleri ile siyasal katılma hakkı,evrensel insan hakları arasındadır. Siyasal katılmaspektrumunun sürekli genişlemesi ve öne çıkankatılma biçimlerinin değişime uğraması sonucukurumsal ve/veya geleneksel olmayan bir siyasalkatılma formu olarak protesto eylemleri, bütünülkelerde ve özellikle gençler arasında yaygınlaşmaktadır(3; 4; 5; 6). Siyasal katılmanın en eskiformu olarak seçimlere katılma önemini sürdürsede protesto eylemleri, seçmenlere sesini hemenduyurma olanağı sağlayarak siyasal dönüşümü güçlendirmeyolunu açmaktadır (7). İşgal eylemlerindenboykot kampanyalarına kadar çok çeşitli formlardave farklı amaçlarla gerçekleşebilen protestoeylemleri, siyasal karar süreçleri ile birlikte kamuoyunuda etkilemeyi amaçlar.53Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iRucht, protesto eylemlerini “devlet dışı öznelerineleştirilerini veya karşı duruşlarını ifade etmelerinisağlayan; formüle edilmiş bir toplumsal ya dasiyasal amaçla bağlantılı kolektif ve kamusaleylemler” olarak tanımlamaktadır (8, s: 19; 9, s:23). Rucht’un tanımından hareketle Schmidt veWilhelm, kolektif ve kamusal protesto eylemlerinidiğer protesto formlarından ayırıp özelleştirir.Yazarlar, konusu somut bir yanlışlığa karşı çıkmaklasınırlı protestolardan farklı olarak, kolektif vekamusal protesto eylemlerinin toplumun değer sistemleriyleveya maddi temelleriyle ilgili değişiklikleriamaçladığını vurgular (10, s: 4). Bu tür protestoeylemlerinin toplumsal hareketler tarafındansiyasal erk merkezlerini etkilemek üzere tercih edilenbir yöntem olması da Schmidt ve Wilhelm’inaltını çizdiği nitelikle ilişkilidir.Son yıllarda, Türkiye’de de, kolektif ve kamusalnitelikli protesto eylemleri, özelleştirmelerekarşı yapılan işçi eylemlerinden köylülerin HES’leriprotesto gösterilerine kadar çok çeşitli formlardayaygınlaştı. Türkiye’de bu eylem türünün yaygınlaşmasındarolü olan iki temel faktörden ilkikurumsal-geleneksel siyasal katılma kanallarınıntümü ile tıkanmış olmasıdır. Hayati önemdekikonularda dahi parlamento içi muhalefet partileriningörüşlerinin ve eleştirilerinin siyasal iktidartarafından dikkate alınmaması, bu tıkanıklığa işareteden pek çok göstergeden sadece birisidir. Parlamentoiçi muhalefeti temsil eden siyasi partilerinörgütsel yapılarından ve siyasal duruşlarından kaynaklananzaafların ve yetersizliklerin payını da bubağlamda vurgulamak gerekir.Haziran Direnişi üzerine yapılan hemen hementüm değerlendirmelerde üzerinde durulan diğerfaktör, kamusal yaşam alanını yıllardır yağmalayansiyasi iktidarın, özel yaşam alanını da daraltmayayönelik hamlelerinin son dönemde yoğunlaşmasıdır.İçki yasağından kürtaj yasağına kadar özelhayatın tüm alanlarına el uzatan siyasal erkin, baskıcıve vesayet altına alıcı müdahalelerinin toplumupatlama noktasına getirmesidir. Bu süreçtegelişen Haziran Direnişi de literatürdeki kolektifkamusalnitelikli protesto eylemleri niteliğindeözgün bir kitlesel eylemlilik olarak değerlendirilebilir.Siyasal katılmanın işlevi ile Haziran Direnişi’ningüncel ve tarihsel değeri arasında kurabileceğimizilişkiye, Eroğul’un şu saptaması ışık tutuyor:“Siyasal katılma, tarihin oyuncağı olmaktankurtulup onun bilinçli yapımcısı durumuna gelmektir.İnsanlaşma denen süreç de özünde, bundanbaşka bir şey değildir” (11, s: 232).Siyasal katılma araştırmalarında başka değişkenlerinyanı sıra yaş, cinsiyet, gelir ve eğitimdüzeyi ve mesleki statü gibi sosyo-demografikdeğişkenlerin katılma davranışı üzerindeki etkileriüzerinde yıllardan beri durulmaktadır. Bireylerineğitim, gelir ve mesleki statü düzeyi yükseldiğioranda, aktif katılım eğiliminin de arttığı genel bireğilim olarak kabul görmektedir (12; 13, s: 323;14). Bireyler, siyasetin kendi yaşamları üzerindekietkisini önemsediği; siyasal değerlendirme yapmayeteneğine ve siyaseti etkileme şansına güvendiğive siyasal katılım kendi sosyal çevrelerinde normolarak geçerli olduğu oranda daha yüksek katılmaeğilimi göstermektedir (12; 15, s: 35). Çok sayıdaalan araştırması, eğitim düzeyi ile siyasal katılmasıklığı arasında doğrusal bir ilişki bulunduğunugöstermektedir (11; 12; 15; 16, s: 83). Siyasalkatılmada eğitim, etkisi doğrudan doğruya görülentemel bir öğedir (11, s: 233). Ancak eğitim düzeyifaktörü dışında yaş, cinsiyet, mesleki statü gibideğişkenlerin siyasal katılma eğilimi üzerindekietkisi konusunda 1990’lı yılların başlarından buyana literatürde daha temkinli bir yaklaşım gözlenmektedir.Opp ve Finkel’in (16, s: 83) vurguladığı gibi,görgül araştırmalarda demografik değişkenlerleprotesto eylemlerine katılım arasında ilişkiselliklerkurulsa da, bu ikisi arasında mutlak bir etkileşimolduğu iddia edilemez. Örneğin formel eğitimdüzeyi yüksek olanların politik angajmanının dahaaz eğitimlilere göre her zaman ve her toplumdadaha güçlü olması beklenemez. Yüksek öğrenimlilerinsiyaseten daha sık angaje olması, yükseköğrenim diplomasıyla birlikte gündeme gelenbaşka faktörlerle de ilişkili olabilir; söz gelimi iyieğitimli kişiler, politik etkilerinin daha yüksek olacağıkanaatini taşıdıkları için daha sık katılma davranışıgösteriyor olabilirler (a.k.).Kadınların siyasal katılma davranışı konusundaalanda uzun süredir egemen olan görüş, kadınlarınerkeklere kıyasla zayıf katılma eğilimi gösterdiğiyönünde idi. Bu tez, “ana akım siyasal katılma literatüründe”kadınların cinsiyete bağlı farklı sosyalizasyonları,farklı yaşam koşulları ve zorlukları ve54Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ifarklı yapısal bariyerler gibi argümanlaradayandırılıyordu (17,s: 131-38). Son yıllardakadınların siyasal katılma davranışıyla ilgili bugeleneksel yaklaşım da eleştirilmekte ve gözdengeçirilmektedir. Westle’nin argümanlarını destekleyenbir yaklaşımla Marien ve arkadaşları, kadınlarınsiyasal katılım düzeyinin düşüklüğünün, ağırlıklıolarak geleneksel katılma yollarının onlarakapalı olmasından kaynaklandığı ve bu nedenlekadınların alternatif katılma yollarına yöneldiğigörüşündedir. Geleneksel siyasal katılma biçimlerinekadınlar düşük düzeyde katılsa da, alternatifkatılma biçimlerine katılım düzeyi incelendiğindetam tersi bir tablo ile karşılaşılmaktadır (18).Bu ve benzeri tartışmalarla sosyo-demografikdeğişkenlerin etkisi reddedilmemekte, ancak mutlaklaştırılmasıeğilimi eleştirilmektedir. Söz konusudeğişkenler, yakın tarihlerde yapılan araştırmalardada siyasal katılımı etkileyen faktörler arasındakullanılmaktadır. Cinsiyet, eğitim düzeyi vb. sosyodemografikdeğişkenlerin siyasal katılma davranışıüzerindeki etkilerine dair kısaca değinilen günceltartışmalar, sosyal bilimler alanındaki uygulamalıaraştırmalarda 1990’lardan bu yana ağır basanmetodolojik eğilimle de ilişkilidir. Bu eğilimin özüdaha küçük ve özelleştirilmiş gruplarla yapılanalan araştırmalarıyla, genellenmesi mümkün olmayansonuçlar pahasına, mevcut durumun gerçeğedaha yakın olarak açıklanmasının yeğlenmesidir.İzleyen bölümde bulguları özetlenen araştırma, bumetodolojik yaklaşımla ve yukarda satır başlarıylaözetlenen literatüre dayanarak gerçekleştirilmiştir.II. Alan Araştırması1. Ana kütlenin sosyo-demografikprofili1962’de kurulup önceleri Türk-İş Konfederasyonuüyesi olan Genel-İş Sendikası, 1976’da TürkiyeDevrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na(DİSK) katıldı. 12 Eylül darbesinden sonra DİSKve bağlı diğer sendikalarla birlikte faaliyetleri durdurulanGenel-İş, diğer DİSK sendikaları ile birlikteancak 1992’de yeniden faaliyete geçebildi.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Temmuz2013’te açıkladığı istatistiklere göre 748,069 işçininçalıştığı genel işler başlıklı işkolunda faaliyetgösteren Genel İş, 43,652 üyesi ile işkolunun ikincibüyük sendikasıdır. Bakanlığın 2 Şubat 2014tarihli kayıtlarına göre sendikanın toplam üye sayısı47.535’e yükselmiştir; DİSK’e bağlı sendikalararasında üye sayısı en yüksek sendika olarakGenel-İş, ülke genelinde 1000'e yakın işyerindeörgütlüdür.Sendika üyelerinin kadın-erkek dağılımındakadın işçilerin payı %12 civarındadır. Oysa Türkiye’dekadın ve erkek nüfus payları, eşit düzeydeolup, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinegöre 2012’de Türkiye nüfusunun %<strong>49</strong>,8’i kadındır.Bilinen sosyo-ekonomik nedenlerle kadınlar, toplumsalyaşamın bütün alanları ile birlikte işgücüneve istihdama çok düşük bir düzeyde katılmaktadır.Diğer taraftan, 2012’de erkeklerde %8,5 olan işsizlikoranı, kadınlarda %10,8’e yükselmekte; gençnüfusta işsizlik oranı, erkeklerde %16,3 ikenkadınlarda %19,9’u bulmaktadır; kayıt dışı çalışmada kadın nüfusta daha yaygındır. Türkiye, işgücüpiyasasıyla birlikte toplumsal yaşamın tüm alanlarındasosyal cinsiyet eşitsizliğinin en derin olduğuülkelerden birisidir. Dünya Ekonomi Forumu’nun2012 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre,Türkiye kadın erkek eşitsizliğinde, bir önceki yılagöre, iki basamak gerileyerek 135 ülke arasında124. sıraya inmiştir (19).Bakanlığın Temmuz 2013 istatistiklerine göre,Türkiye’de toplam kayıtlı işçi sayısı 11 milyon 628bin 806 iken sendikalı işçi sayısı 1 milyon 32 bin166 kişidir ve işçilerin sadece % 8,8’i sendika üyesidir.Kayıt dışı çalışan işçiler de dikkate alındığında,sendikalaşma oranı % 5,9’a düşmektedir. Türkiye’dekadınların sendikalaşma oranının erkekleregöre çok düşük düzeyde olduğu bilinmektedir.Küresel kapitalist sistemin merkez ülkelerindenAlmanya’da da kadınların sendikalaşma oranıgörece düşüktür; gençlerin, vasıfsız işçilerin veesnek çalışma biçimleri ile istihdam edilenlerinsendikal örgütlenme düzeyi de ortalamadan zayıftır(20, s: 4, 16; 21, s: 173).Genel-İş Sendikası üyeleri içinde %61’lik payla40 yaşının üzerinde olanların çoğunlukta olup, 30-39 yaş grubunun payı %30 civarındadır; 20-29 yaşgrubundaki genç işçilerin payı %9’un altındadır.Genel-İş’te ortalama üyelik süresi yüksektir; üyelerinyarısına yakını (%46,4), 5 yıl ve daha uzunsüredir ve % 24’ü 10 yıldan uzun süredir Genel-İşüyesidir. Uzun süreli üyeliğin, her sendika için arzuedilen bir durum olduğu açıktır. Genel-İş’e ortalamaüyelik süresinin oldukça uzun olmasının, araştırmaörnekleminin ekonomik durumu ve işsizlik55Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iriski ile ilgili çıkarımları mümkün kılan iki nedenivardır. Birincisi, sendika üyeliğinin belediyelerdeve bağlı kuruluşlarda yoğunlaşması ve buna bağlıolarak işten çıkarmaların diğer işkollarına kıyasladaha seyrek olmasıdır. İkincisi, uzun süreli sendikaüyeliği, üyelerin sendika değiştirme eğilimininzayıflığının, diğer bir anlatımla üyelerin sendikayabağlılığının göstergesidir. Uzun süreli sendika üyeliği,işçilerin ücretlerinin ve çalışma koşullarınında görece iyi olduğuna işaret etmektedir.2. Araştırmanın amacı, kapsamıve yöntemiAlan araştırmasının temel amacı Genel-İş üyesiişyeri sendika temsilcilerinin Haziran Direnişi’nene ölçüde katıldığının ve eylemlerle ilgili görüşlerininbelirlenmesidir. Araştırma ile iki farklı değişkengrubunun işçilerin katılım düzeyi ve görüşleriüzerindeki etkisi saptanmaya çalışıldı. Bunlardanilki, işçilerin yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sendikayaüyelik süresi gibi sosyo-demografik özellikleridir.İkinci değişken grubu, işçilerin borçluluk durumuve işsizliğe karşı ne tür maddi güvencelere sahipolduklarıdır.İşyeri sendika temsilcileri, emek sermaye ilişkisiningerçekleştiği, bu ilişkiden kaynaklı somutsorunların ortaya çıktığı işyerlerinde üye kitlesi ilesendikalar arasında köprü işlevi görür; temsilcilerişyerindeki üye kitlesiyle birlikte sendikanın tüzelkişiliğini de temsil eden, öncü nitelikte işçilerdir.Kural olarak temsilcilerin meslekteki kıdemleri veişyerindeki statüleri bakımından da diğer üyelerekıyasla bir adım önde oldukları varsayılabilir. AyrıcaGenel-İş’te sendika temsilcileri, işyerindeki üyelerceseçimle belirlenmektedir. Belirtilen nedenlerleörneklemden elde edilen bulgular, ana kütlenineğilimleri üzerine ancak fikir verebilir.Örneklemin Eylül-Ekim 2013’te sendikayabağlı tüm işyerlerinden gelerek gruplar halindeüçer günlük sendika eğitimlerine katılacak toplam637 işyeri sendika temsilcisinden oluşması öngörülmüştü.Soru kağıdı oluşturulmadan önce yöneltilmesidüşünülen sorulara dair sendika yöneticilerive işçilerle yüz yüze görüşmeler yapıldı. Ardından16 sorudan oluşan soru kağıdının işlevselliğinitest etmek üzere eğitime gelen ilk iki gruptaki 124işçiyle pilot uygulama yapıldı. Pilot çalışmanınsonuçlarından hareketle soru kağıdının büyükölçüde yeniden düzenlenmesi nedeni ile örneklemhacmi 513 kişiye düştü. Soru kağıtlarının doldurulması,araştırma kapsamındaki üyeler yaklaşık60’ar kişilik gruplar halinde dersliklerde iken, eğitimcileringözetiminde yüz yüze gerçekleştirildi.Toplanan 513 anketten 45’i eksik doldurulduğuiçin geçersiz sayılarak analizler 468 anket üzerindengerçekleştirildi. Verilerin elektronik ortamaaktarılmasında ve analizinde SPSS 17 istatistikanaliz programı kullanıldı. Anket sonuçlarının frekansve yüzde dağılımları hesaplandı ve istatistikselçıkarımlarda bulunabilmek amacı ile Ki-karetestleri uygulandı.III. Araştırma Sonuçları1. Araştırma örnekleminin profiliÖrneklemi oluşturan 468 işçinin % 65,2’si, 40yaşının üzerindedir. 31- 40 yaş grubundakiler üçtebir civarında iken 21-30 yaş grubundaki gençlerinpayı %3,6’dır. Bu oranlar sendika üyelerinin tümünegöre örneklemin yaş ortalamasının daha yüksek;genç işçilerin payının daha düşük ve 40 yaşüzeri olanların payının daha yüksek olduğunu gösteriyor.Örneklemin cinsiyete göre dağılımı da anakütleden farklıdır; tüm üyelerin %12’si kadınken,bu oran örneklemde %2,6’ya gerilemektedir.Örneklemin formel eğitim düzeyine göre dağılımında%57’lik payla büyük grup, ilköğretim eğitimlilerdir;onları %34,6 ile lise ve %8,3 ile yükseköğrenimliler izlemektedir. Tüm üyelerin eğitimdurumuna ilişkin veri olmadığı için bir karşılaştırmayapmak mümkün değildir. Örneklemde istihdamıngeneline kıyasla lise mezunlarının payı dahayüksek; üniversite mezunlarının payı daha düşüktür.Önceki verilerle uyumlu olarak, temsilcilerin%78’i 5 yıldan uzun süredir Genel-İş üyesidir.2. Temel bulgularBu bölümde önce elde edilen sonuçların frekansve yüzde dağılımları tablolarla özetleniyor.Kadınların ve erkeklerin yanıtlarının farklılaştığıkonularda tablolar cinsiyete göre dağılımları gösteriyor.Ardından yaş, eğitim düzeyi vb. değişkenlerin,işçilerin yanıtlarını ne yönde etkilediğini açıklayantablolara geçiliyor.2.1. Ankete katılanların yanıtlarınınoransal dağılımlarıGünde en az 8-9 saat çalışan işçilerin ara sırada olsa eylemlere katılması, katılma eğiliminde56Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iTablo-1: Haziran 2013’te ülke genelinde yapılan eylemlere ne ölçüde katıldınız?Çoğuna Ara sıra Hiç İlgilenmiyorumCinsiyet katıldım katıldım katılmadım Diğer ToplamErkek Sayı 159 144 116 17 20 456% 34,9 31,6 25,4 3,7 4,4 100,0Kadın Sayı 8 1 2 0 1 12% 66,7 8,3 16,7 ,0 8,3 100,0Toplam Sayı 167 145 118 17 21 468% 35,7 31,0 25,2 3,6 4,5 100,0olduklarını gösterir. Bu nedenle, ara sıra katılanlarlabirlikte eylemlere katılımın %67 ile yüksek biroranda olduğu söylenebilir. Buna karşılık, ev içisorumlulukları nedeniyle zamanlarının çok dahakısıtlı olduğunu bildiğimiz kadınlarda eylemlerinçoğuna katılanlar, erkeklere kıyasla yaklaşık iki katyüksektir. Genel olarak demokratik eylemlere katılımınsendika tarafından organize edilip edilmemesi,katılımı büyük ölçüde etkileyebilmektedir.Örneklemin görece yüksek katılım düzeyinde,Genel-İş’in ve bağlı olduğu DİSK’in eylemlerekatılımı desteklemesinin rolü olsa gerektir.Tablo-2: Haziran 2013’te eylemlere katılan kitleleri ne ölçüde haklı buluyorsunuz?Çok Kısmen Çok Kısmen Fikrim ToplamCinsiyet haklılar haklılar haksızlar haksızlar yokErkek Sayı 304 106 9 13 24 456% 66,7 23,2 2,0 2,9 5,3 100,0Kadın Sayı 11 0 1 0 0 12% 91,7 0 8,3 0 0 100,0Toplam Sayı 315 106 10 13 24 468% 67,3 22,6 2,1 2,8 5,1 100,0Tablo-2, bir önceki tablo ile birlikte değerlendirildiğinde,örneklemin %67’sinin eylemlere fiilenkatıldığını, eylemcileri haklı bulma noktasındadesteğin %90’a yükseldiğini gösteriyor. Eylemlerekatılan kitleleri “çok haklı” bulanların oranı erkeklerde%66,7 iken kadınlarda %91,7’ye yükseliyor.Tablo-3: Yok sayılan kitlelerin tepkilerini/taleplerini eylem yaparak dile getirmesini onaylıyor musunuz?Kesinlikle Kısmen Kesinlikle Kısmen Kararsız ToplamCinsiyet evet evet hayır hayır /Yanıt yokErkek Sayı 354 76 6 2 18 456% 77,6 16,7 1,3 0,4 3,9 100,0Kadın Sayı 11 0 0 0 1 12% 91,7 ,0 ,0 ,0 8,3 100,0Toplam Sayı 365 76 6 2 19 468% 78,0 16,2 1,3 0,4 4,1 100,0Tablo-2’deki soru biraz değiştirilip “onay” sözcüğüde eklenerek yöneltilince, araştırmaya katılanlarınüzerinde en fazla birleştiği sonuç alındı(Tablo-3): Tablo-3’ün başlığındaki soruya örneklemin%77,6’sı “tamamen” (kadınlarda %91,7),%94’ü “tamamen veya kısmen onaylıyorum” yanıtınıvermiştir. Kesinlikle veya kısmen onaylamadığınıbelirtenlerin (erkeklerde %1,7; kadınlardasıfır) ve kararsızların payı da (%4,1) çok düşüktür.Tablo-4: Size göre halk tepkilerini ve taleplerini hangi yöntemlerle dile getirmelidir?Sadece Sadece Seçim Tepki Diğer/Yanıt ToplamCinsiyet seçim sokakta sandığında göstermeyi yoksandığında ve sokakta gereksizbuluyorumErkek Sayı 84 16 329 15 12 456% 18,4 3,5 72,1 3,3 2,6 100,0Kadın Sayı 0 0 11 0 1 12% ,0 ,0 91,7 ,0 8,3 100,0Toplam Sayı 84 16 340 15 13 468% 17,9 3,4 72,6 3,2 2,8 100,057Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iÖrneklemin %72,6’sı, kadınların %91,7’si,Tablo-4’ün başlığındaki soruya “seçim sandığındave sokakta” yanıtını vermiştir. “Sadece seçim sandığında”yanıtı verenlerin payı %18’de, “sadecesokakta” seçeneğini işaretleyenlerin payı %3,4’te,“tepki göstermek gereksiz” diyenlerin payı ise%3,2’de kalmıştır.Tablo-5: Merkez medyanın Haziran Direnişi’ni topluma yansıtma biçimini nasıl buldunuz?Kesinlikle Kısmen Kesinlikle Kısmen Fikri yok/ ToplamCinsiyet doğru doğru yanlış yanlış BilmiyorErkek Sayı 68 74 225 <strong>50</strong> 39 456% 14,9 16,2 <strong>49</strong>,3 11,0 8,6 100,0Kadın Sayı 0 1 10 0 1 12% ,0 8,3 83,3 ,0 8,3 100,0Toplam Sayı 68 75 235 <strong>50</strong> 40 468% 14,5 16,0 <strong>50</strong>,2 10,7 8,5 100,0Tablo-5, araştırma kapsamındakilerin %30,5gibi yüksek bir oranının merkez medyanın HaziranDirenişi’ni topluma yansıtma biçimini kesinlikleveya kısmen doğru bulduğunu gösteriyor. Merkezmedyanın tutumunu kesinlikle veya kısmen yanlışbulanlar ise katılımcıların %61’i dolayındadır.Önceki bulgular dikkate alındığında, bu soruyaverilen yanıtların dağılımı, katılımcılar tarafındansorunun yanlış anlaşıldığı izlenimi vermektedir.Soruda “merkez medya” yerine hükümet yandaşımedya” nitelemesi kullanılsaydı, muhtemelendaha farklı bir sonuçla karşılaşılabilirdi.Tablo-6: Haziran 2013 Direnişi’nin işçi sınıfına ve halka etkisi ne yönde oldu?Çok Kısmen Kesinlikle Kısmen Fikri yok ToplamCinsiyet olumlu olumlu olumsuz olumsuz /BilmiyorErkek Sayı 261 110 38 17 30 456% 57,2 24,1 8,3 3,7 6,6 100,0Kadın Sayı 8 2 0 0 2 12% 66,7 16,7 ,0 ,0 16,7 100,0Toplam Sayı 269 112 38 17 32 468% 57,5 23,9 8,1 3,6 6,8 100,0Araştırmaya katılanların %81,4’ü direnişin işçisınıfı ve halk üzerindeki etkisinin (çok) olumluolduğunu belirtirken, %11,7’si eylemlerin işçi sınıfınıve halkı olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Busoruya da kadınlardan olumsuz görüş belirtenolmamıştır (Tablo-6).Tablo-7: Hükümetin eylemlere katılanlara karşı şiddet kullanmasına ne diyorsunuz?Çok yanlış Yanlış Çok doğru Doğru Fikrim ToplamCinsiyet buluyorum buluyorum buluyorum buluyorum yokErkek Sayı 381 36 14 9 16 456% 83,6% 7,9% 3,1% 2,0% 3,5% 100,0%Kadın Sayı 11 0 0 0 1 12% 91,7% ,0% ,0% ,0% 8,3% 100,0%Toplam Sayı 392 36 14 9 17 468% 83,8% 7,7% 3,0% 1,9% 3,6% 100,0%Tablo-7’de görüldüğü gibi katılımcıların%91,5’i hükümetin eylemlere katılanlara karşı şiddetkullanmasını (çok) yanlış bulduğunu ifadeederken, %5’lik bir kesim anayasal haklarını kullanarakdemokratik talep ve tepkilerini dile getirenkitlelere uygulanan hükümet şiddetini onayladığınıbelirtmiştir. Araştırmaya katılanların DİSK’ebağlı bir sendikanın işyeri temsilcileri olduğu hatırlanırsakatılımcıların tümü erkek olan %5’lik biroranla da olsa halka karşı hükümet şiddetini onaylamasıdüşündürücüdür.58Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iTablo-8: Bankalara uzun vadeli borcunuz var mı?Banka borcu Sayı %Evet, var 334 71,4Hayır, yok 134 28,6Toplam 468 100,0Tablo-8, araştırma kapsamındakilerin %71,4’ününkonut, otomobil, tüketici kredisi gibi uzun vadelibanka borcu olduğunu gösteriyor.Tablo-9: Kredi kartı borcunuz ne kadar?Sayı %Aylık ücretimin 2 katı civarında 127 27,1Aylık ücretimin 2 katından daha az 153 32,7Aylık ücretimin 3 katından fazla 81 17,3Hiç borcum yok 107 22,9Toplam 468 100,0Tablo 9, katılımcıların yaklaşık %23’ünün uzunvadeli banka borcu bulunmadığını, aylık ücretinin3 katının üzerinde borçlu olanların %17,3’lük birpaya sahip olduğunu gösteriyor.Tablo-10: İşsiz kalsanız zorunlu giderlerinizinasıl karşılarsınız?Sayı %Aile desteğiyle(eş/diğer aile üyeleri çalışıyor) 62 13,2Bankada param var 8 1,7Borç alarak 16 3,4Gündelik işlerde çalışarak 281 60,0Bilmiyorum 101 21,6Toplam 468 100,0Tablo-10’un başlığındaki soruya katılımcıların%60’ı gündelik işlerde çalışarak yanıtını vermiştir.Aile desteği ile yanıtını verenlerin %13,2 gibidüşük bir düzeyde olması, katılımcıların sadece %1,7’sinin bankada parası olduğunu ve %3,4’ününborç alabileceğini belirtmesi, başka araştırmalarladerinlemesine sorgulanması gereken bulgulardır.borçlarının düzeyi ve işsizliğe karşı maddi güvencelerleeylemlere katılma eğilimi ve eylemlerle ilgiligörüşler arasında ilişki kurmaya elverişli bulgularelde edilemedi. İzleyen tablolarda sadece istatistikolarak anlamlı bir farklılaşmanın ortaya çıktığı ilişkilerözetlenerek, eğitim düzeyi ve yaş değişkenleriaçıklanıyor.2.2. Yanıtları etkileyen değişkenlerEtkisi araştırılan ilk değişken grubu işçilerincinsiyet, yaş, eğitim düzeyi vb. sosyo-demografiközellikleri; ikincisi işçilerin kredi kartı borçlarınınmiktarı ve işsizlik riskine karşı sahip olduklarımaddi güvencelerdi. Cinsiyetin eylemlere katılımdüzeyini ve eylemlerle ilgili algıları farklılaştırdığını,kadınların erkeklere kıyasla hem eylemleredaha çok katıldığını, hem de eylemlerle ilgili görüşlerinindaha olumlu olduğunu yukarıda gördük.Beklenenin aksine bu araştırma ile kredi kartı59Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iYanıtları farklılaştıran bir faktör olarak eğitim düzeyiTablo-11: Haziran 2013’te ülke genelinde yapılan eylemlere ne ölçüde katıldınız?Çoğuna Ara-sıra Hiç İlgilenkatıldımkatıldım katılmadım miyorum Diğer ToplamEğitim İlköğretim Sayı 83 84 77 12 11 267% 31,1 31,5 28,8 4,5 4,1 100,0Lise Sayı 63 57 32 3 7 162% 38,9 35,2 19,8 1,9 4,3 100,0Üniversite Sayı 21 4 9 2 3 39% 53,8 10,3 23,1 5,1 7,7 100,0Toplam Sayı 167 145 118 17 21 468% 35,7 31,0 25,2 3,6 4,5 100,0Tablo-11, eğitim düzeyi ile eylemlere katılımdüzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkibulunduğunu gösteriyor (P


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iHaziran eylemlerinin işçi sınıfı ve halka etkisineilişkin görüşlerin yaş gruplarına dağılımındakifarklılaşma, istatistiksel olarak anlamlıdır(P


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i8. Rucht, D. “Protest und Protestanalyse: EinleitendeBemerkungen”, in: Dieter Rucht (Edit), Protest in derBundesrepublik. Strukturen und Entwicklungen,Frankfurt, 2001, 7-25.9. Rucht, D. “Bürgerschaftliches Engagement in sozialenBewegungen und politischen Kampagnen”,in: Enquete-Kommission Zukunft desBürgerschaftlichen Engagements Deutscher Bundestag(ed.): Bürgerschaftliches Engagement in Parteien undBewegungen, Opladen, 2003, 17-155.10. Schmidt, S., Wilhelm, A. Nicht-institutionalisiertepolitische Beteiligung und Protestverhalten,http://www.bpb.de/geschichte/deutscheeinheit/lange-wege-der-deutscheneinheit/47408/politische-beteiligung?p=all,2011.11. Eroğul, C. “Siyasal Katılma”, Attila Aytekin, GökhanAtılgan (Edit), Siyaset Bilimi, Kavramlar, İdeolojiler,Disiplinler Arası İlişkiler, Yordam 3. Baskı, Eylül,İstanbul, 2013, 227-237.12. Detjen, J. “Die Demokratiekompetenz der Bürger,Herausforderung für die politische Bildung”, in: AusPolitik und Zeitgeschichte, 2002, B 25, 11-20.13. Gabriel, O. W. “Politische Partizipation” in: van Deth,J. (Edit): Deutschland in Europa. Wiesbaden: VSVerlag, 2004.14. Vecchione, M. and Caprara, G. V. “Personalitydeterminants of political participation:Thecontribution of traits and self-efficacy beliefs”,Personality and Individual Differences, 2009, 46, 487–<strong>49</strong>2.15. Mütevellioğlu, N. ve Köksal C. D. Sivil ToplumKuruluşlarında Üyelerin Örgütsel Etkinliklere KatılımDüzeyini Farklılaştıran Etmenler, TÜBİTAK-TÜBA-YÖK tarafından desteklenen araştırma projesi Raporu,2002.16. Opp K.-D., Finkel S. E. "Politischer Protest,Rationalität und Lebensstile. Eine empirischeÜberprüfung alternativer Erklärungsmodelle", in:Koch,A.Wasmer, M.; Schmidt, P.(Edit.): PolitischePartizipation in der BRD, Empirische Befunde undtheoretische Erklärungen. Opladen (BlickpunktGesellschaft; 6), 2001, 73-108.17. Westle, B. “Politische Partizipation und Geschlecht,”in: Koch, A.;Wasmer, M.;Schmidt, P. (Edit.): PolitischePartizipation in der Bundesrepublik Deutschland.Empirische Befunde und theoretische Erklärungen.Opladen (Blickpunkt Gesellschaft; 6), 2001, 131-168.18. Marien, S., Hooghe, M. and Quintelier, E.“Inequalities in Non-Institutionalized Forms ofPolitical Participation, A Multilevel Analysis for 25countries”, Political Studies, 2010, 58(1): 187-213.19.Dünya Ekonomi Forumu,Küresel Cinsiyet EşitsizliğiRaporu, http://avrupabirligihaberleri.files.wordpress.com/2012/10/kuresel-cinsiyet-ucurumuraporu-2012.pdf,2012.20. Ebbinghaus, B., Claudia, G, Sebastian, K.Mitgliedschaft in Gewerkschaften: Inklusionsu.Exklusionstendenzenin der Organisation vonArbeitnehmer-interessen in Europa, ArbeitspapiereNr. 111, Mannheim, 2008.21. Hassel, A. “Gewerkschaften” in: von Winter, Th.,Willems, U. (Edit) Interessenverbände in Deutschland.Wiesbaden: VS Verlag, 2007, 173-196.l62Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULUİŞÇİ SAĞLIĞIATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULU TARTIŞMALARISon zamanlarda inşaat sektörü, tersaneler, kotkumlamacılar, mevsimlik tarım işçileri bağlamındaKürtlerin işçileşmesi, işçilerin kürtleşmesi tartışmalarıaldı yürüdü. Bu tartışmalar işçi sağlığı kapsamındada gündemde yer almaya başladı. Silikozis,ölümlü iş cinayetleri olgusal gerçeklikler olarakkamuoyu ile paylaşıldı. Dahası Roboski ve Geverkatliamlarını iş kazası kapsamında ele alan yazılarayer verildi.Neoliberal politikaların yaşama geçirilmesi ileeş zamanlı Özgürlük Mücadelesinin yükseldiğidönemlerde, yakılan-boşaltılan köyler, zorla yerlerindenedilen mülksüzleştirilen Kürt köylüler,güvencesiz istihdam, iş ve çalışma koşullarındaemek gücünü satmak zorunda kalma gerçekliği ileişçi sınıfının en alt katmanları olarak karşımızaçıkmıştır. Ucuz emek üzerinden rekabet şansıbulan bu sektörler, uzun çalışma saatleri, yoğunemek gücü, işçi sağlığı hizmetlerindeki yetersizliklerile sağlıksızlık üreten mekanlar haline gelmiştir.İşçi sınıfının alt katmanlarında yoğunlaşanKürt işçileri gerçekliği ile Kürt işçilerin emekmücadelesinde daha fazla yer alması, işçi sağlığıhizmetlerine yönelik ortak bir mücadelenin geliştirilmesidile getirilmektedir. Hal böyle olunca sağlıkalanında yürütülen tartışmaları işçi sağlığı alanındagenişletme babında giriş niteliğinde bu yazıkaleme alındı.Yazının ilk kısmında savaş ve zorunlu göç ileneoliberal politikalarının çakışması ile birlikte işçisınıfının Kürtleşmesi tartışmalarına yer verilecek,Kürtlerle işçi sağlığı bağlamında dile getirilen inşaat,tersane, kot kumlama, mevsimsel tarım işçiliği,atık kağıt işçiliği (çöp işçiliği) ile ilgili kısa değerlendirmeleryapılacak, peşinden işçi sağlığı yaklaşı-mı ile ilgili eleştiriler ve işçi sağlığı ile ilgili bir perspektifdenemesi paylaşılacaktır.Güvencesizleştirme ve KürtlerGeç kapitalistleşen ülke olarak Türkiye ilk inşadöneminden bu yana kâr maksimizasyonu, endüstriyalizmve ulus devlet politikaları ile çalışanlariçin sağlıksızlık üretmiş, üretmeye devam etmektedir.Eskisini aratmayan neoliberal politikalar ilegünümüz kapitalizmi ülkemizde de çalışanlar vedoğa için tahribatlara yol açmaktadır. Dün olduğugibi bugünde bu politikalar sadece sınıf eksenindedeğil, etnisite, toplumsal cinsiyet ve ekoloji boyutlarıile sorunları daha da karmaşıklaştırıyor, katmerleştiriyor.Sınıf, etnisite, toplumsal cinsiyet ve ekolojikonusundaki çelişkiler iç içe geçmiş, yoğunlaşmışbir sorun yumağı olarak karşımızda durmaktadır.Kürt işçiler, işçi sınıfının Kürtleşmesi kapsamındayürütülen tartışmalarda yoğun yer verilen inşaat,tarım, tersaneler vb. sektörlerde bu iç içe geçmişçelişkiler yumağı rahatlıkla görülebilir.Benlisoy, etnik farklılıkların daima başka toplumsalfarklılık ve çelişkilerle (sınıf, cinsiyet ya dadin farklarıyla) iç içe geçtiğini; milli talep ve çatışmalarınsadece kültürel alandaki farklarla açıklanamayacağını,çoğu zaman bu farkların maddiezme-ezilme ilişkilerini içerdiğini ve bu anlamdasınıfsal ezilmişliklerle iç içe geçtiğini vurgulamaktadır(1).Ülkemiz coğrafyasında da güvencesizleştirmeöyküsü özgünlükler göstermekte, dahası sıcakçatışma, savaş ortamı da tabloyu daha da karmaşıklaştırmaktadır.Türkiye burjuvazisi mevcut neoliberalpolitikaların sahibi olarak hem ülke içinde63Temmuz-Aralık 2013


ketlenen nüfus Devlet Planlama Teşkilatı işbirliğiylaHacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsütarafından yapılan araştırmaya göre 9<strong>50</strong> bin-1.2 milyon arasında iken, insan hakları örgütleri vesivil toplum kuruluşları 3-4 milyondan bahsetmektedir(3-5). Bölgedeki kentsel nüfusta gözlenebilenyüksek artışlar, zorunlu Kürt göçünün önceliklekırsaldan kente olacak biçimde bölge içinde gerçekleşmişolduğunu göstermektedir. Zorunlu göçile köylerini boşaltmak zorunda kalan köylülerinen yoğun şekilde yerleştikleri iller Diyarbakır veVan olmuştur. Göçün köyden bölge illeri kent merkezlerine,oradan da Türkiye metropollerine doğrugüzergah izlediği TESEV’in 2006 araştırmasındaortaya konmuştur. Adana, Mersin, Antalya, İzmir,Manisa, İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Ankara illeribölgeden gelen Kürt göçünün vardığı ana merkezlerolmuştur (6). Zorunlu göç uygulamasına maruzbırakılan Kürtlerin mülksüzleşmesi olgusu neoliberalbağlamda Harvey’in kullandığı “mülksüzleştirerekgerçekleşen birikim” kavramı ile açıklanmaktadır.Harvey bu kavramı Marx’ın kapitalizminyükseliş dönemi için kullandığı “ilkel sermaye birikimi”terimine müracat ederek, birikim pratiklerininçoğalma ve devam ettirilme biçimlerini açıklamakiçin kullandığını belirtmektedir. Bu kapsamdaköy korucularının göç ettirilenlerin mülklerini(topraklarını ve meralarını) ele geçirerek önemliroller oynadıkları söylenmektedir. Askeri stratejininaçtığı siyasal alanı, köy korucularının ilkel sermayebirikimi gayretleri için kullanması, göç hareketiningeri dönüşünü imkansız kılmasının yanısıra Kürtlerin beraberinde kentlere taşıyabileceğimaddi ve maddi olmayan sermayenin ya çok azolması ya da hiç olmaması meselesini ortaya çıkarmıştır(7).Zorunlu göç olgusunun, göç edenleri hedefalan kendine has toplumsal dışlanma mekanizmalarınıve yoksullaşmayı da içinde barındırdığı,zorunlu olarak göç edenlerin toplumsal ve politikayrımcılıklara maruz kaldığı ve bunun sonucu olarakda dezavantajlı bölgelerde, radikal eylemlereve sosyal parçalanmaya müsait kendi komüniteleriniyarattığı ifade edilmektedir. 1990’lar ve sonrasındagöç etmiş olan Kürt nüfusunun her neredeolursa olsunlar, yerleştikleri kentlerin yoksulkesimlerine eklemlendiği ve burada, oldukça azsayıdaki seçenekler dahilinde kurulan kente tututürktabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihem de uluslar arası zeminde kâr maksimizasyonuarayışına girmiş, ucuz emek üzerinden rekabetgücünü artırmıştır. Savaş ortamını Türkiye Kapitalizmiolanağa çevirmenin yollarını ihmal etmemiştir.Savaş ortamının ortaya çıkarttığı milliyetçi rüzgardanemekçi sınıfın atomize olması şeklindeyararlanmıştır. Emekçilerin işe alınması sürecindeayrımcı politikaları kaşıyarak daha ucuz iş gücüçalıştırma yoluna girmiştir. Emeğin taleplerini dilegetiren, örgütleyen, mücadeleye dönüştüren yollarımilliyetçi tohumlar atarak engelleme girişimindebulunmuş ve etkili olmuştur. Daha da önemlisiKürtlerin işçileştirilmesine ve ucuz emek gücü olarakçalıştırılmasına yönelik yapılanlardır. Düşükyoğunluklu savaş konsepti ile birlikte mülksüzleştirilerekzorla yerinden edilen Kürt köylüler en kötükoşullarda yaşayıp, en kötü koşullarda çalışan işçilerhaline gelmiştir. Zorunlu Kürt göçü Türkiyesermayesi için olanağa dönüştürülmüş, düşük teknolojiliemek yoğun vahşi yatırım alanları hızlayaygınlaşmıştır. İnformal sektörün neredeyseçoğunluğu, formal sektörün en vahşi koşullarındaçalışanlar Kürt emekçiler olmuştur. Kapitalizminyatırım yaptığı büyük illerin, turizm bölgelerinin,inşaat sektörünün yaygınlaştığı her yer, sabit olmayanhareket gösteren üretim tesislerinin, gelişmişkapitalist ülkelerin vazgeçtiği düşük teknolojiliemekyoğun sektörlerin ucuz işçileri çoğunluklaKürtler olmuştur(2). Sömürge politikaları, neoliberalpolitikalar ve zorla yerinden edilme geçici(süreksiz) istihdam ve mekan anlamını taşıyanmevsimlik tarım işçiliği Kürtler için zorunlu seçenekhalini almıştır.Zorunlu Kürt GöçüZorunlu Kürt göçü kavramı, savaş sürecindegerçekleşen köy/mezra boşaltma/yakma uygulamalarındanveya sistematik asker-korucu baskısındankaynaklanan zorunlu göç ettirilmenin yanı sıra,uygulamalara/baskılara maruz kalmamakla birliktesavaş koşullarının yaşamı imkansız kılması ve birtakımsosyo-ekonomik nedenlerden kaynaklanangöç hareketliliğini de kapsamaktadır. Bu nedenlerdenbazılarını somutlaştırmak gerekirse; yayla kullanımınınyasaklanması, uygulanan yiyecek ambargoları,ekonomik faaliyetlerin durmaya yüz tutması,eğitim ve sağlık imkanlarının daralması gibiörnekler sayılabilir. Bu yerinden edilme ile hare-64Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s inum stratejileri içinde en kısa yoldan enformelsektörlere yöneldiği öne sürülmektedir(7).Harvey, neoliberalizmin çözmekte olduğu toplumsaldayanışma ağlarına panzehir olarak milliyetçiliğiyeniden kurduğunu, neoliberal devletayakta kalmak için milliyetçiliklere muhtaç halegeldiğini ifade etmektedir. Çıkar grupları ve devletdestekli milliyetçilik, hem çözülmekte olan dayanışmaağlarını muhayyel cemaatler üzerinden yenidenüreten, hem de bu şekilde piyasaların arzuladığıişçi sınıfı mücadelesini en aza indirgenmesinisağlayan mekanizmalarla ideal iş ve yatırım ortamınıyaratmanın bir aracısı haline gelmiştir(7).Zorunlu Kürt göçü dalgasının niteliğinde bulunanmülksüzleşme gibi olgular ile neoliberalizmintoplumsal dayanışma ağlarını neredeyse tükettiğibir dönemde bu göçün gerçekleşmiş olması, öncekigöç dalgalarına benzemeyen bir göç biçiminiTürkiye metropollerine ve Kürt Bölgesi’ndeki illereyoksulluk sarmalını taşımıştır. Tüm bu gelişmelerinyarattığı önemli sonuçlardan bir tanesi, milyonlarcaKürdün Türkiye metropollerinde işçisınıfının en fazla ezilen kesimleri arasında yeralmaya başlamış olmasıdır(7).İşçi Sınıfının Kürtleşmesi“İşçi sınıfının Kürtleşmesi” şeklinde tarif edilmeyeçalışılan durum, kapitalizmin önceki evrelerindede varolan, ancak bilhassa neoliberalizmdevrinde daha kesif bir hal alan iş pozisyonlarının,kaynakların ve maddi ya da sembolik ödüllerindağılımında etnik/kültürel bir işbölümünün oluşmasınınbir örneği olarak gösterilmektedir. Türkiye’dede sermayenin, göç nedeniyle mülksüzleştirilmiş,etnik aidiyeti nedeniyle kriminalize edilmiş,yani toplumun marjinalize edilmiş ve pazarlıkgücünden yoksun kesimi olan Kürtleri (bu aradakadınları da) enformel işçi arzının ana unsurlarıolarak piyasa ekonomisine dahil ettiği, üstelikKürtlerin yerinden edilmesinin yarattığı bu emekarzı ile birlikte Türkiye’de üretim yapan sermayenin,dünya piyasalarında büyük bir maliyet avantajınasahip olduğu ifade edilmektedir (1).Türkiye’de neo-liberalizm; 12 Eylül askerî darbesininardından, bütün acımasızlığıyla, tüm dünyadaolduğu gibi istihdam alanının deregülarizasyonuile formel işçi sınıfını enformal bir işçi sınıfınadönüştürmeye girişmiştir (8,9). Hedef: “aşırıörgütlü ve politize” işçi sınıfını atomize ve terörize,haklar mücadelesini kriminalize ederek, sınıfıörgütsüzleştirerek, emekçileri kayıtdışılaştırarak,taşeronlaştırarak işgücü maliyetlerini alabildiğinedüşürmek…” (9).Dünya ekonomisinin neoliberal küreselleşmesiile birlikte, Türkiye de dahil olmak üzere bir çokülkede formel işçi sınıfının yerini enformel bir işçisınıfın almakta olduğu bir sürecin içinde olduğumuzayer verilmektedir. Türkiye’deki sermayenin,kapitalistler arasındaki rekabette maksimum avantajısağlayacak şekilde üretici güçleri yenidenörgütlemesi olarak tanımlanan bu sürecin birkaçşekilde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Birincisi,eski işçi sınıfının (formel) ücret ve iş güvenceleriile sendikal örgütlenme kanalları devlet eliyle yokedilmiş, kayıtdışı işçiliğe dayanan taşeron ağlarıekonominin hakim işleyiş biçimlerinden biri halinegelmiştir. İkincisi, sermaye, toplumun ayrıcalıksızve pazarlık gücünden yoksun kesimlerini, yanikadınları ve Kürtleri, bu enformal işçi arzının anaunsurları olarak ekonomiye dahil etmiştir. Yani,1990 sonrasında Türkiye’de işçi sınıfı kadınlaşmışve de zorunlu göç ile birlikte Kürtleşmiştir, aynızamanda da Kürtler de işçileşmiştir (10).Özbudun, 1984-1999 yılları arasında zorlayerinden edilen Kürt köylüsünün önemli bir kısmınınher türlü güvenceden yoksun, kayıt dışı, taşeron,vasıfsız, düşük ücretli, “batak” işlerde çalışacağıBatı metropollerine göçmesi ile Türkiye işçisınıfının bütününün değilse bile, en yoksun ve enkırılgan kesiminin, “en alttakiler”in Kürtleşmesi’neyol açtığını dile getirmektedir. Özbudun, sermayeaçısından en alttakileri oluşturan Kürtlerinişçi sınıfının marjlarında değil, neo-liberal “emekideali”nin tam merkezinde olduğunu, bu amaçlaemek sektöründe birçok düzenleme (taşeronlaştırma,sözleşmeli işlere geçiş, sosyal hakların durmaksızınbudanması, reel ücretlerdeki düşme eğilimi,örgütlenme girişimlerinin kriminalize edilmesi…)yapıldığına yer vermektedir. “Neo-liberal kapitalizminyeni ‘işçi sınıfı’ tahayyülünü, tam da yersizyurtsuzlaştırılmış,çoğunlukla aynı etnik/yerelkökeni paylaştığı taşeronların insafına terk edilmiş,örgütsüz, boğaz tokluğuna çalışmaya razı, talepkârlıkdüzeyi düşük, kaldığı bekâr evlerinde kaynattığıtencereyi nimet belleyen, sindirilmiş ve bastırılmış,sosyal haklarını ücretinden değil de, yerel des-65Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s itek ağlarından sağladığı için az masraflı Kürtemekçiler temsil etmektedir.” (9).Koç bu durumu; “zorla göç ettirilen, geçimaraçlarından koparılan, büyük kentlerin varoşlarınafırlatılıp atılan ve kendilerine tamamen yabancıbir ortamda ‘tehdit’ muamelesi gören insanlarınemek piyasasının en kırılgan, en dayanıksız vedolayısıyla, en şiddetli sömürü koşullarını kabuletmeye yatkın grubunu oluşturması kaçınılmaz”şeklinde vurgulamaktadır(11).Zorunlu Kürt Göçü, her ne kadar siyasi birsüreç olsa da, ekonomik ve sınıfsal “niyetlenilmemişsonuçları” oluşmuştur. Kürtlerin zorunlu göçü,Türkiye'de neoliberalizmin hem inşasını, hem debaşarısını mümkün kılmıştır. Ekonomik ve siyasigücü neoliberal sermaye birikimine engel teşkileden formal işçi sınıfı, esnek sermaye birikimineolanak sağlayacak Kürt enformel işçi sınıfı ileikame edilmiştir. Zorunlu göç, devletin Kürt illerindekihareketi kontrol etmek için uygulamayakoyduğu askeri-siyasi bir tedbir olsa da, aynızamanda Türkiye tarihindeki en kapsamlı ve enhızlı mülksüzleştirme ve proleterleştirme süreciolmuştur. Bugün batı illerindeki inşaatlarda, konfeksiyonatölyelerinde, yazları tarlalarda çalışanişçilerin; sokaklardaki hamalların, seyyar satıcıların,temizliğe giden kadınların büyük bir kesiminiKürtler oluşturmakta, bu insanlar kayıtdışı ekonomininyükünü omuzlamaktadırlar. Zorunlu göç ilekentlere getirilen Kürtler, esnek sermaye birikimininihtiyaç duyacağı pazarlık gücünden yoksun,her işte çalışmaya hazır, mülksüzleşmiş işçi arzınıbüyük oranda artırmıştır(8).Türkiye, kendi klasmanındaki diğer ülkelerekıyasla neo-liberal küreselleşme sürecinde çokdaha yüksek bir performans sergiliyorsa, 2008yılında inşaat sektöründe dünya üçüncüsü, konfeksiyondadünya dördüncüsü olabiliyorsa, bunuzorunlu göçün sağladığı ucuz maliyetli emek arzınıdüşünmeden açıklamak çok zordur. Fernand Braudel'indediği gibi, kapitalizme can veren en önemliözelliği onun esnekliği, yani değişen siyasi ve yapısalkoşullara adapte olabilme ve bu koşulları avantajaçevirebilme kapasitesidir. Türkiye'de de sermayebu esnekliği gösterebilmiş, devlet eliyle yepyenive upucuz bir işçi sınıfı yaratmıştır(8). Tümbu süreçlerin belli başlı kimi sektörlere yansımasınıaçmaya çalışırsak.İnşaat SektörüHarvey’e göre kentleşme, “kapitalizmin tarihiboyunca sermaye ve emek fazlasının soğrulmasınısağlayan kilit yöntemlerden biri olagelmiştir”. Kentmekânı, gerek duyulduğunda yeniden üretilen,dağıtılan, satılan ya da takas edilebilen bir metahaline dönmektedir. Türkiye’de inşaat faaliyetleriile gayrimenkule dayalı yatırımların yoğunlaştığıiki büyüme dönemi yaşanmıştır. İlk dönem, neoliberalpolitikaların benimsenmesiyle 1980’li yıllardabaşlayan kentsel mekân üretimine yönelik müdahalesürecidir. 1980 öncesinde, ithal ikamesini desteklemekamacıyla kaynakları sanayileşmeye ayırandevlet, 1980 sonrasında politika değişikliğinegiderek kentsel mekân için de kaynak ayırmayabaşlamıştır. İkinci dönem ise 2001 krizi sonrasında‘yapısal uyum’ olarak adlandırılan son sürecinardından başlamıştır. İlki ANAP, ikincisi AKPhükümetleri dönemlerine denk gelen bu evrelerinortak özelliği, devletin kentsel mekânın yenidenüretilmesinde önemli bir rol oynaması ve sektördekibüyüme ve hareketliliği artıracak politikalarıhızlıca yürürlüğe koymasıdır (12). Kendisi demekan üretimi süreçlerinden gelen AKP’liler kentselmekanı tekleyen, üretkenlikten uzaklaşan sermayebirikim sürecinin kaldıracı olarak kullanmaısrarıyla, çevresindeki köy ve kasabaları yutacakbiçimde azman bir kentleşmeye, metropolleşmeyehizmet edecek düzenlemeler gerçekleştirmektedir(13).İç talep odaklı büyümenin şekillendiği herdönemde inşaat sektörü ön plana çıkmıştır. 2008sonrası TOKİ kanalı ile yürütülen inşaat odaklıbüyüme modeli hem ekonomik hem de siyasi birproje olarak kullanılmaktadır. Bu kapsamadakonut yapımında kullanılan malzemelerin oluşturduğutalep ile ekonomik büyümenin sürdürülmesiiçin kentsel dönüşüm gündemi hep sıcak kalmış,TOKİ odaklı bir birikim süreci, talebin canlanmasıiçin aktif olarak kullanılmıştır. Bankacılık dasürece dahil edildiğinde süreç daha da anlaşılırhale gelecektir (14).Kent mekanının yeniden üretimi, yol-barajyapımı, HES’ler, fabrikalar, turizm, hastane, okulvb. her türlü politika inşaat sektörü ile birlikteyaşama geçmiştir. İnşaat sektörü hem ekonomininher alanına yayılarak hem de istihdam kaynağı olarakişlev görmektedir (12, 15).66Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iİnşaat sektörünün en önemli özelliği çoğunluklamevsimlik çalışanları barındırmasıdır. SGK istatistiklerinegöre 2012 yılı itibarıyla işkolundakilerin%78.6'sı mevsimlik sigortalıdır. Yine inşaat vetarım da çözülen işkolunun aktığı işkolları arasındailk sıralardadır. Her türlü güvencesizlik (istihdam,sosyal güvence, sağlık gibi), kötü çalışmakoşuları (uzun çalışma süreleri, fazla mesailer,belirsiz çalışma saatleri vb.), düşük ücret, sendikasızlık,haklarının kullanımında sınırlılıklar (izinkullanmama), kötü yaşam ortamı (barınma amaçlıkalınan çadır ve barakaların sağlıksızlığı ve güvensizliği,yetersiz ve sağlıksız yemekhaneler, duş,tuvalet ve lavabolar, suya erişim sorunları vb.)özellikleriyle işçi sınıfının en dezavantajlılarını içerensektörlerdir. İşyerlerinin dağınıklığı, geçiciliği,uzaklığı, sabit olarak devam edilen bir işyeri olmaması,inşaat işçilerinin sürekli bir göçmenlik karakteritaşımasına da neden olur. Zaten tarihsel olarakgöçmen işçiler yoğunlaşmıştır. Ülkemizde de genellikledaha yoksul bölgelerden (başta Kürt illeri veKaradeniz bölgesi), ağırlıkla vasıfsız, çoğunluklatopraktan kopan emekçiler için inşaat işkolu herzaman önemli bir istihdam alanı olmuştur. Eldeveri olmaması ile birlikte Kürt kökenli işçilerininşaat sektöründeki vasıfsız işgücü ihtiyacınınbüyük bölümünü oluşturduğu kabul edilmektedir(15).Harvey’in “yaratıcı yıkım” olarak tanımladığıkentsel dönüşüm politikalarının inşaat sektöründekivahşi sömürü ilişkileri yanında insan ve diğercanlıların yaşam alanlarını, doğayı, tarımsal üretimi,kentte bulunmayan pek çok olumluluğu barındırankır hayatını yok eden (13), özyönetime izinvermeyen özellikler taşıdığı da not edilmelidir.Yaşadıkları topraklardan uzaklarda, bulunduklarıkentin, mahallenin kıyısında topluca yaşayanve çalışan bu emekçi topluluklarının çevrenin sosyalkültürel yapısıyla farklılaşan özellikleri (enbaşta anadilleri, siyasi görüşleri, dinlediklerimüzikler, konuşma biçimleri, yaşam tarzları vb.)onları, siyasi atmosferin etkisiyle gerilmiş ve çoğukez kışkırtılmış olan yerel toplulukların hedefi,intikam nesnesi haline getirmektedir. Bazen deyerel düzeyde yaşanan işsizlik gibi sorunlarınmüsebbibi olarak görülmektedirler. İnşaat sektörününyükseldiği 2000'li yıllar aynı zamanda, Kürtinşaat işçilerinin öncelikli hedef oluşturdukları,sayısız linç vakasının da olağanüstü artış kaydettiğiyıllar olmuştur. Türkiye'nin hemen her bölgesindeKürt inşaat işçilerine karşı linç girişimlerindebulunulmuştur. Çalışma yaşamı zaten son dereceriskli ve zor koşullarda süren bu işçiler tarafındangünlük yaşamda devamlı hissedilen etnik ayrımcılıkve saldırıya uğrama korkusunun, fazladan birgerilim unsuru olarak, işkolundaki emek rejimininyapısını anlamak için göz önünde bulundurulmasıgerekir (15).Mevsimsel Tarım İşçiliğiMevsimlik tarım işçiliği bir kavram olarak ikiözelliği bir arada taşır: işin mevsimlik olması veücretli işçilik olması. Bu özellikler hem işin hem deyaşam koşullarının belirleyicisidir. Mevsimlik tarımişçiliği nispeten kısa bir süre için ve çok sayıda işçiyeihtiyaç duyulması halinde rasyonel bir yöntemolarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarımdamevsimlik işgücü ihtiyacı “mevsimlik” göç etmeolgusunu da gündeme getirmektedir(16). Mevsimseltarım işçiliği temel olarak kayıt dışı istihdamdır.Tarım sektörü kayıt dışı çalışmanın en yaygın olduğusektördür(17).Neoliberal tarım politikaları tüm ülkede köylülerigüvencesizleştirmiş, mevsimsel tarım işçiliğineyöneltmiştir. Tarımda sübvansiyonları ve desteklerikaldırılarak, ihracata yönelik monokültür desteklenerekve tarım arazileri toplulaştırılarak kırsalalanın uluslar arası sermayeye açılması sonucuaçığa çıkacak kırsal nüfusun kentlere göçerek işgücüfiyatlarını daha da ucuzlatması söz konusudur.(9). Neoliberal tarım politikaları ile birlikte devletşiddeti, düşük yoğunluklu savaş konsepti kapsamındakoruculuk dayatmaları, köylerin yakılarakboşaltılması ile zorla yerinden edilen, mülksüzleştirilenKürtler için mevsimlik tarım işçiliği yaşamakiçin zorunlu seçeneklerden biri haline gelmiştir.1990 sonrası mevsimlik göç, Diyarbakır, Mardin,Urfa, Batman, Siirt, Bitlis, Adıyaman ve Şırnakşehirlerinden tarım sektörünün güçlü olduğuşehirlere doğru olmaktadır(18). Göçün yöneldiğibölgenin büyük kentleri olan Diyarbakır, Van, Şanlıurfagibi Kürt illeri ekonomik sebeplerle göçveren yerler olmalarına rağmen zorunlu göçlenüfusları hızla artmıştır. Bu arada batı kentlerisayılabilen Mersin, Adana, İzmir ve İstanbul’dazorunlu göçten payına düşeni almıştır(16). Zorla67Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iinşa üretimi bu iş cinayetlerinin nedeni olarak gösterilmektedir(20).Ercan bir işçinin gazete yazısında “8 saat çalışıyoruzama 16 saat yorgunluğu ile eve gidiyoruz.”sözlerine yer vererek işin yoğunluğunun ve hızınınartışı ile ortaya çıkan iş kazası ve meslek hastalıklarıile ilişkisini ortaya koymaktadır. Ercan, tersaneişçilerinin çarpıcı ifadeleri ile tersanelerdeki kayıtsızişçilerin yaygınlığına, işçi sağlığı ve güvenliğiönlemlerinin alınmadığına dikkat çekmektedir(“İşçilerin anlattıkları patronların cinayet filmlerindegörülen cinsten entrikalar peşinde koştuklarınıgösteriyor. İşçiler hemen her gün yaşadıklarıbu tür olaylardan bazılarını şöyle aktarıyorlar:“Ölen birçok arkadaşımızın cesetlerine kask,kemer ve çelik uçlu ayakkabı giydirildikten sonratutanak için savcılığa haber verildi. Bir arkadaşımızgemiden denize düştü, dalgıçlar düşen arkadaşımızıararken altı ay önce aynı gemiden düşüpölen bir başka işçinin cesedini çıkardılar. Bu işçinin6 ay önce düştüğünden kimsenin haberi yok.Çünkü yüzde 80′imizin kaydı yok. 15-20 bin işçinin2 bini kadrolu, geri kalanlar taşerona bağlıkayıt dışı ve yevmiyeli olarak çalıştırılıyor.”) (21).Ercan’ın bir röportajında tersanelerindeki işcinayetleri ile Türkiye kapitalizminin ulaştığıaşama arasında ilişkiye şu sözlerle açıklık getiriyor:“Sektörün daha fazla gelişmesi, yani dünyadandaha fazla pay kapması daha az maliyetle daha hızlıve daha çok üretim mantığını destekleyecektir.Yani bakanın sektörün gelişmesine sevindiği ölçüde,kan ve gözyaşları da artacaktır. Tersane ölümleriTürkiye’de kapitalizmin ulaştığı aşamayı açığaçıkarıyor. Ama bunun yanı sıra egemen düzeninkullandığı ideolojiyi de deşifre ediyor. Bakana göreölüm haberlerini duyan ve canı yanan insanlarınbu acılarını dillendirmemeleri gerekir. Ölümlerikonuşmak yabancıların ekmeğine yağ sürer olarakdile getiriliyor. Yani o bildik vatan hainliği suçlamasıile karşı karşıyayız. … Burada Tuzla tersanelerindekiölümlere ilişkin bir diğer sorunlu analizise hep tersanelerdeki taşeronların gösterilmesi.Suç kapitalizmin işleyişinde değil de sanki ondanbağımsız “taşeronlara” bağlanıyor. Taşeronlaşmakapitalizmin ve dolayısıyla küreselleşmenin ulaştığıyeni aşamada açığa çıkan yeni üretim organizasyontekniklerinin bir parçasıdır. TaşeronlaşmaDünya ölçeğinde sermayelerin maliyeti aşağı çekmesininyollarından biri. Üretim süreci çok parçalanıpher biri de bir taşerona verildiği zaman sadecesağlık sorunu değil, o insanların örgütlenmesibir araya gelmesi gibi sorunları da açığa çıkarıyor.Çünkü taşeronlaşma kendi içinde hiyerarşik yapılaroluşturuyor. Taşeron bir yerde çalışanla, oradabilfiil çalışan arasında hiyerarşik yapılar kuruyor.”(22)Tuzla tersaneleri örneği iki temel nokta üzerindetaşeronlaşma politikalarını ifşa etmektedir.Birincisi, işçi ücretlerinin düşürülmesi ve iş güvenliğimasraflarının taşeronlara yıkılması ile kârlarınmaksimize edilmesi açısından işlevsel olarak kullanılması.İkincisi ise geleneksel toplumsal ağlar aracılığıyla(hemşehrilik, etnisite ve ailevi bağlar üzerinden)bir iş örgütlenmesi kurarak emeğin örgütlenmesini,yani işçi sınıfı mücadelesini bölme. Buminvalde etnik/ulusal kimlik ile taşeronluk sistemininkurmuş olduğu ilişki de önem kazanmaktadır(7).Kot Kumlamacılar“Kot kumlama işçilerinin hikâyesi, aslında Türkiye’ninaynadaki sureti. Bu hikâyede, Türkiye’ninuluslararası kapitalist iş bölümündeki rolünü, hızlatırmanan yoksulluğu, yoksulluğun daha da tetiklediğiiç göçü, “söz konusu sermaye birikimiyse gerisiteferruattır” ilkesini ve daha nicelerini görmekmümkün… Taşlanmış/kumlanmış/beyazlatılmışkotların 1990’ların sonlarında küresel ölçektemoda haline gelmesi ile başlayan süreçte, tekstiltekellerinin gelişmiş kapitalist ülkelerde çok büyükoranda kısıtlanmış olan kumlama faaliyetini azgelişmiş ülkelere kaydırması ve işçi sağlığı önlemlerialınmaksızın ucuz işgücü çalıştırılabilen ülkelerdenbiri olan Türkiye’nin uluslararası iş bölümündekot kumlama faaliyetinin taşeronlarından birihaline gelmesi tesadüf olmasa gerek.” (23).Tarım ve hayvancılıkta yaşanan neo-liberaldönüşümün emek piyasasına sürdüğü ucuz ve herkoşulda çalışmaya razı işgücünün, özellikle eskiDoğu Bloğu ülkeleri ve Türkî cumhuriyetlerdenTürkiye’ye akan “kaçak” işçi ordusu ve köylerinden“sürülen” Kürt yoksullarının “kot kumlama”sektörü tarafından nasıl “emildiğini” işçilerin anlatısıile aktaran Bakır neoliberalizm ile savaşın iç içegeçmiş halini gözler önüne sermektedir (23).69Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iAtık Kağıt İşçileri (Çöp İşçileri)Ailecek çöpün içinde gece gündüz çalışmanın,şehre katılamamamın, insanlar tarafından aşağılanarakişini yapmanın, en fazla <strong>50</strong> yaşına kadarömür uzunluğuna razı olmanın, ağır hastalıkların(Ağır metal soluması nedeniyle zehirlenmeler, kasve kemik harabiyeti, solunum yolu hastalıkları,kuduz ve hayvanlarla sürekli savaşmanın bedeliolarak yaralar, kesikler, ağırlaşmış deri hastalıklarıörneğin uyuz, romatizma vb.) bedeli sadece ailecekyoksulluk sınırını tutturabilmek olarak tanımlananatık kağıt işçileri (çöp işçileri)… Ağır yoksulluk vehızlı zenginlik uçurumlarının yüksek olduğu ve asılolarak bir travma geçirmiş şehirlerde, ‘çöpe çıkma’çocuklar arasında çok popüler. Batman, Diyarbakır,Kocaeli, İstanbul gibi, savaş veya deprem ya damafioso kurumsal yapılar vb. travmalarla benliksaygıları da zedelenmiş şehirlerde, çok daha kıyıcıinsana yönelik ayrımcılığa maruz kalan atık kağıtişçileri (çöp işçileri)… Bir şehrin en yoksullarıdeğil ama en çaresizleri ve en itilmişleri(24), ötekileştirilenleri,çok çeşitli baskı yöntemleriyle sindirilmeyeve yok edilmeye çalışılan, derin sömürüyemaruz bırakılanlar…(25, 26) Zorla yerinden edilenKürtler (26) için zorunlu çalışılan güvencesiz işlerden…Avrupa’nın Çin’i OlmakAkdemir 2008’de “Avrupa’nın Çin’i olmak” ileilgili sermayenin niyetlerini şu şekilde dile getirmişti:“Önümüzde tüm belirsizliği ile duran krizkarşısında sermaye örgütleri ve sermayedarlar dahada yüksek sesle taleplerini haykırıyorlar. Bu talepler,işsizlik fonunda biriken paraların kullanılmasından,sosyal haklardaki işveren zorunluluklarınınazaltılmasına ve “emek piyasasının” giderek dahada esnekleşmesine kadar uzanıyor. Elbette sermayeninbelirsizlik içindeki dünyada giderek dahahızlı ve daha fazla üretim yapılmasını sağlayacaktaleplerine hükümetin yanıtı konunun meşruiyetinide sağlayan söylemlerle, yeni istihdam paketi vesosyal güvenlik yasa tasarısı gibi önlemlerle geliyor.1980 sonrası dönem de sermayenin, ne bu gözleretahammülü kalmıştır ne de meşruiyet ihtiyacına.Alternatif bir sisteme dair umudun ve tahayyülünmarjinalleştiği bu dönemde, talebin belirsizleşmesive kızışan rekabet karşısında, burjuvazi üretimlerini(mekansal ve çalışma ilişkileri anlamında) parçalayarakhem sendikaların gücünü hem de “sosyalzorunluluklarını” lime lime etmiş oldu. Taşeronlukve fason atölyelerin yaygınlaşması, burjuvazi içinbir yandan maliyetlerin düşmesini ve istikrarsızlaşantalep karşısında üretimini çeşitlendirmeyi sağlıyorduve diğer yandan sermayenin emek üzerindekitahakkümünü hem artıran hem de çeşitlendirenmekanizmaları da kuruyordu”(27).Sermayenin kurgusunun arka planı hızla deşifreoldu. Avrupa’nın Çin’inden kastedilen Kürt illeriidi, sonuç kimse için sürpriz değildi. Yeni sanayileşmepolitikalarında ayrıca üretimin sosyomekansalboyutunun uluslararası rekabet gücünüartıracak biçimde yeniden düzenlenmesi amacıylaulus-altı bölgeler tanımlanmış ve farklı bölgelerdeemek üzerinde farklı kontrol biçimleri kurulmasıylaher bölgenin uluslararası birikim sürecinde yatırımçekecek özelliklerinin ön plâna çıkarılmasıöngörülmüştür. İlk kez 2005 yılında Ankara SanayiOdası Başkanı Zafer Çağlayan’ın Doğu veGüneydoğu bölgesinde yatırımları artıracak “bölgeselasgari ücret” önerisi Devlet Bakanı KürşatTüzmen tarafından “Türkiye’nin kendi Çin’iniyaratması gerektiği” vurgusu ile desteklenmiştir.Uluslararası pazar payının düşük olduğu sermayeyoğunsektörler vasıflı emek gücünün yoğun olduğubatı ve kuzeybatı bölgelerine yönlendirilirken;pazar payı yüksek olmasına karşın ihracat oranıdüşmekte olan emek-yoğun sektörlerin ise “ucuzemek” bölgeleri olarak bilinen doğu ve güneydoğubölgelerine göç ederek rekabet avantajını korumasıönerilmiştir. Bu süreçte teşvik sistemi de “küreselekonomide rekabet edebilen bir sanayi tabanınınolmasını özendirme” önceliği üzerinden yenidenyapılandırılmıştır. 6 Nisan 2012’de kabul edilenyeni teşvik paketiyle ise il bazlı bölgesel teşviksistemine geçilerek bölge sayısı dörtten altıya çıkarılmış,6. bölgenin tamamen Kürt illerine yer verilmesiile Türkiye’nin kendi Çin’ini Kürt coğrafyasındayaratması hedefine somutluk kazandırılmıştır(28).Kapitalist ModerniteKapitalist modernite üç başlıkta ele alınmaktadır;kâr maksimizasyonu, ulus devlet ve endüstriyalizm.İçiçe girmiş şekilde karşımıza çıkan bu üçkavram kapitalizmin daha geniş perspektifte değerlendirilmesineolanak vermektedir.70Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iKapitalist üretim biçimi işleyişinde kâr maksimizasyonuyaşamsaldır. Kâr maksimizasyonunaiktidarın şekillenmiş hali devlet (ulus devlet) vetekniğin sınırsız kullanımı olarak tanımlayabileceğimizendüstriyalizm aracılık eder.Devlet ve iktidarın birikmiş sermaye olarakdeğerlendirilmesi gerekir. Kapitalizmin egemen birsistem olarak kendini gerçekleştirmek için elindekien büyük silah, devlet iktidarını ulus-devlet iktidarınadönüştürmektedir. Ulus devlet tekçi, iktidarcı,eril anlayışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.Ulus devletin en temel politikası asimilasyondur.Asimilasyon uygarlık toplumlarında iktidar ve sermayetekellerinin kölelik statüsü altına aldıklarıtoplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendieki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflıilişki ve eylemini ifade eder. Asimilasyonda esasolan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetleköle oluşturmaktır.Asimilasyonu yaşayan toplum en uysal, ençalışkan ve uşaklıkta yarışan vicdansız, ahlaksız vezihniyetsiz insan taslaklarından oluşur. Özgürcehiçbir karar ve eylemi yoktur. Tüm toplumsal kimlikdeğerlerine ihanet ettirilmiştir. Sadece midesinidoyurmanın peşindeki insan kılıklı bir hayvanaindirgenmiştir. Kürtlerin işçileşme-işçinin Kürtleşmegerçeği bunda saklıdır. Doğal olarak Özgürlükhareketinin asimilasyona karşı yürüttüğü özgürkimlik mücadelesi aynı zamanda bu azgın sömürüdüzenini alt üst etmektedir.Kapitalist modernitenin temel bileşenlerindenbirisi de endüstriyalizmdir. Endüstriyalizm, kapitalizminazami kâr eğilimini gerçekleştirmek içintekniği sınırsız kullanımı biçiminde tanımlanabilir.Azami kâr eğilimi nasıl devleti azami iktidar aracıolarak ulus-devlet biçiminde yeniden örgütlediyse,teknik donanımı da azami kâr amaçlı kullanmayıifade eden endüstriyalizm biçiminde örgütlenmiştir.Endüstriyalizmin asıl tehlikesi canlı, duygulubir dünyası olan toplumu mekanik aletler mezarlığınaçevirmesidir. Toplumun robotlaştırılmasıdır.Toplumun makineleştirilmesi belli bir eşiktensonra toplumun yıkımına dönüşür. Kapitalizminbelki de savaştan daha tehlikeli olan yönü endüstriyalizmiazamileştirme eğiliminde olmasıdır.Daha şimdiden dünya, doğal çevresinden kopukkentlerin ve sanal aletlerin tutsağı haline gelmişbulunmaktadır. Kentlerin kanser tarzı büyümesinimümkün kılan endüstriyalizmdir. Kentler canlıgezegenimizi yutan canavarlara dönüşmüşlerdir.Milyonluk, on milyonluk kentlerin hiçbir sosyalanlamı olmadığı, hiçbir ihtiyaçtan kaynaklanmadığıhalde halen kanser gibi büyümeleri hastalıktanbaşka anlam taşımaz. Bağlı olarak ulaşım araçlarınınsadece yol açtıkları kazalarla ortaya çıkardığıölüm olayları savaş bilançolarını çoktan aşmıştır.Gürültü, hava kirliliği, insan fiziğini dumura uğratmalarıitibariyle çoktan ulaşımda kolaylık sağlayanaraçlar olmaktan çıkmışlardır. Sanal görsel veyazınsal iletişim araçları endüstriyalizmin diğerbaşta gelen alanlarından biri olarak insanlığınhakikatle bağını kırıp sanal bir dünyanın bağımlısıyapmıştır. Toplumla hakikat temelinde bağını yitirenbirey yığınları toplumun atomlaşmasını ifadeeder. Çözülmüş, toplum olmaktan çıkmış yığınları,savaş araçları endüstrisi, insanlığı tüm çevresiyleyutacak boyutları çoktan aşmıştır. Ancak çevresiylevar olabilen bir canlı olarak insan, diğer çoksayıda çevresel canlıyla birlikte -buna bitkiler,ormanlar dahildir- endüstriyalizm tarafından ekolojikanlamda da yutulmaktadır. Endüstriyalizminazami kârın gerçekleştirilmesindeki rolü çağımızınbütün toplumsal ve ulusal sorunlarının temelidir.Çevre sorunlarının biricik nedenidir. Sadece azamikâra ve sermaye birikimine hizmet eden endüstriyalizme,gezegenimiz 200 yıl dayanamamıştır (29).Kapitalist Modernite Bağlamındaİşçi Sağlığıİşçiyi/emekçiyi ilgilendiren her şey ama her şeyişçinin sağlıklı olma haliyle doğrudan ilgilidir.Örneğin; esnek çalışma, kıdem tazminatı hakkı,asgari ücret, siyasi-politik baskılar vs… (30).Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu olarak emeğinsağlıklı olma hali kapitalist modernite ile ilişkisibağlamında ele alınmış ve mücadelesi de kapitalistmodernitenin aşılması perspektifliyle dile getirilmiştir.Kapitalist modernitenin sağlıkla ilişkisiDemokratik Toplum Kongresi tarafından yapılanSağlık Kurultayı (2010) ve I.Sağlık Kongresi(2013)’nde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.Sağlığını kendi öz imkanlarıyla koruyamayantoplumun temelinin, varoluş ve özgürlüğünün tehditaltında ve yitirilmiş olduğu; sağlıktaki, bağımlılığıngenel bağımlılığın göstergesi olduğu; sömürge71Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s itoplumların yaygın hastalığının, yaşadıkları sömürgerejimiyle bağlantılı olduğu; kapitalizmin insanıinsanın kurdu haline getirmesi ile toplumungüvenliğinin tehdit altında olduğu; kapitalistmodernitenin sağlığı ulus-devletleştirerek denetimaltına aldığı ve militarist zoru görünmez kıldığı;toplumsal iyilik halini tehdit eden cinsiyete, ırka,sınıfa, inanca dayalı ayrımcı politikalarla ve sağlıksızyaşam koşullarına neden olan çevrenin sömürüamaçlı tahribatıyla mücadele edilmesi gerektiği;sağlık hakkı mücadelesinin kendine saygı ve özgürlükkonusundaki hassasiyetle ilgili olduğu tespitleriyapılmıştır (DTK-Sağlık Kurultayı, 2010) (31).Kapitalizmin sağlıksızlığı çok yönlüdür. Hemmetalaştırma fetişizmi hem de yabancılaş(tır)masağlıksızlık üreten dinamiklerdir. Yabancılaş(tır)mavirüsü ile insan doğaya, yaşadığı mekana, kültüre,toplumsal ilişkilere, emeğine ve kendine yabancılaşmış,sağlıksız kılınmıştır. Üretim hattında derinsömürüye maruz kalan, sürekli artan üretim hızınayetişmeye çalışan, insan özelliğini kaybederekmakineye dönüşen insan çok yönlü sağlıksızlığı daüretmektedir. Üretim fetişizmi sadece insanı sağlıksızkılmamakta doğa üzerinde de çok ciddi tahribatayol açmaktadır. Tüm yaşam alanları kapitalistrasyonaliteye kurban edilerek doğa yıkımasürüklenmektedir. Doğanın tahribatı kentlerdebaşlamış, kırsal yaşama da uzanmıştır. Dahası sadeceyerkürede sınırlı kalmamış uzaya da sirayetetmiştir. Artan üretim fetişizminin realize olmasınahizmet eden kışkırtılmış tüketimin de merkezlerihaline gelen kentler homojenleşmiş, tek tipleşmiştir.En küçüğünden mega kentine kadar tüm kentlersağlıksız kılan benzer koşullara sahiptir. Yabancılaşmışinsanları barındıran kentler, tekdüzeyaşam biçimlerini dayatan, doğaya yabancılaşmış,her saniyesi metalaşmış ilişkilerle örülü sağlıksızlıküreten mekanlar halini almıştır. Benzer durum kırsalyaşam alanları için de geçerli hale gelmiştir.Kapitalist üretimin merkez üssü olan fabrikalarofislerdede sağlıksızlık hat safhadadır. Günün yirmidörtsaatinin çoğunluğuna göz dikmiş, artanmakineleşme ile emeği tam denetim içine almış,parçalanmış üretim hattı ile üretim tamamen insanayabancı hale gelmiştir. Dahası kâr oranlarındadüşüşü frenlemeye çalışan çalışma sürelerinde ve işyoğunluğundaki artışlar insanın biyolojik ve ruhsalbütünlüğüne ciddi zararlar verir hale gelmiştir.Çalışma yaşamına bağlı sağlık sorunlarına bağlımorbidite ve mortalite her geçen gün daha da artmaktadır(DTK, 1.Sağlık Kongresi, 2013) (32).DTK Sağlık Kurultayı veKongresi’ndeki MevcutPerspektiflerinİşçi sağlığı alanına uyarlanmasıHer şeyden önce işçi sağlığı bir sağlık sorunu,sağlık hizmeti sorunu değildir: Sınıf sorunudur,iktidar sorunudur, bağımlılık sorunudur. İşçi sağlığındabağımlılık bedenin bağımlılığı, bilgiye bağımlılıkve hizmete bağımlılık şeklinde kendini göstermektedir.Kapitalist modernite kâr maksimizasyonu içinhiç bir engel tanımamakta, üretimi verimli kılmaadına sömürüsünü derinleştirmekte, maliyet niteliğitaşıyan her türlü yatırım ve sosyal ücrette kesintileregitmekten çekinmemektedir. Neoliberalizmdöneminde mevcut durum daha da katmerleşmiş,güvencesiz işler perifer ülkelere kaydırılmış, buülkelerde de en riskli olan, kâr marjı düşük olanişler taşeronlara devredilerek vahşi koşullara terkedilmiştir. Ulus devletin tektipleştirme politikalarınakarşı özgürlük mücadelesini yükselten Kürtemekçileri kapitalist sömürünün derinleştiği busektörlerin çoğunluk işçilerini oluşturmuştur.Kapitalist modernite açısından işçi sağlığı kapitalistişin tartışılması ile başlatılmalıdır. Herşeydenöte kapitalist işin kendisi erildir. Kullanım değeri,toplum yararı, doğa yararı için değil doğrudan artıdeğer üretimi amaçlı gerçekleşmektedir. Çalışanlarıngönüllü katılımından ziyade yaşamak içinzorunlu olması vesilesi ile çalışmaktadır. Kişininçalışmadan yaşaması imkansız hale gelmiş, bedenlerbağımlı hale gelmiştir.Çalışma etiği kavramı sanayileşme ile birlikte,modernite ve “modernleşme” yolundaki değişimlerlegündemimize oturmuştur. Bauman(1999)çalışma etiğini iki önermeden oluşan bir emir olaraktanımlamaktadır. İlki “kişinin canlı kalmak vemutlu olmak için başkalarının değerli bulduğu vekarşılığını ödemeye değer gördüğü bir şey yapmasıgerektiğidir; karşılıksız hiçbir şey yoktur; herzaman quid pro quo, ‘misliyle mukabele’; almakiçin önce vermeniz gerekir.”dir. İkinci önerme ise“kişinin sahip olduğuyla yetinmesinin ve böylece72Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s idaha aza razı olmasının yanlış, aptalca ve ahlakiaçıdan zararlı olduğudur; kişinin tatmin olduğundakendini aşırı derece yormayı ve germeyi bırakmasınındeğersiz ve mantıksız olduğudur; dahafazla çalışmak için güç toplama şartıyla değilse dinlenmeninyakışık almayan bir davranış olduğudur.Bir başka deyişle çalışmak başlı başına bir değer,asil ve asalet verici bir faaliyettir” olarak tasviredilmesidir. Ardından emir gelir: “sahip olmadığınveya ihtiyacının olduğunu düşünmediğin nelergetirebileceğini göremesen bile çalışmaya devametmelisin. Çalışmak iyidir, çalışmamak kötüdür”(33).Burada durup çok sayıda soru sormak gerekiyor:İstenen çalışma nedir? İş nedir? Nasıl bir faaliyetiniçersindeyiz? Niçin çalışıyoruz? Nasıl çalışıyoruz?Kimin için çalışıyoruz?Çalışma, yaşamın en büyük dilimini oluşturmasınakarşın emekçilerin çoğunluğu tarafındanistenmeyen, gönülsüz yürütülen bir faaliyettir.Çalışma ritmi doğal değil yapaydır. Tarihin çokuzun bir döneminde insanlar doğayla uyumlu birçalışma ritmine sahip iken, günümüzde yeknesakneredeyse yılın her günü, günün her saati benzeraktivitelerin tekrarının gerçekleştiği çalışma ilegeçebilmektedir. Mevsimler, gündüz ya da geceolması, iklim, yağış olması vb. hiçbir doğa ile ilgiliolaya bağlı olmadan süregiden bir çalışma temposusöz konusudur. Tarih boyunca doğayı izleyerekyapılan her türlü uyum sağlama, yerelliklere göreözgünleşme vb. ortadan kaldırılmış, çalışma ritmitekdüzeleştirilmiş, standartize edilmiştir. Zamandisiplinize edilmiştir.Maga (2007) kapitalist toplumları, “insanlarınzamanla örgütlendirildiği ülkeler” olarak tasviretmektedir. Doğanın egemen olduğu toplumlardainsanların günlük hayat içinde daha bol zamanasahip iken, kapitalist toplumda en sık dile gelensöylem “ zamanım yok”tur. Kapitalizm ekonomikve ideolojik olarak zamanı değerlendirmekte,zamanı kendi için örgütlemekte ve yönetmektedir,diktatoryasını kurmaktadır. Güçlü kapitalist ülkezamanın gün, hafta, ay ve yıl olarak en ince ayrıntısına,gündelik hayatın örgütlendiği ele geçirildiği,baskı altında tutulduğu ülkeler olarak karşımızaçıkmaktadır. Kapitalist toplumda insanların büyükbölümü yaptıkları işten hoşnut olmadığı, parakazanmak için çalışmaya zorlandıkları, baştaküçük molalar, öğle yemeği paydosu, haftasonu,yıllık izin şeklinde sıralanabilecek boş zamanlarsayesinde hayatı katlanabilir hale getirmeye çalışmaktadır(34).Aynı şey mekan için de geçerlidir. Doğrudandoğa içinde çalışma, üretmenin söz konusu olduğubir dönemden yapay çevrede, dar, kasvetli birortamda çalışmaya geçilmiştir. Üretilen ürününbelirlediği koşullara göre mekanda sıcaklık, rutubet,aydınlık vb. değiştirilebilirken, çalışan ile ilgilideğişiklikler ikinci plana itilmektedir.Kapitalizmin erken yıllarında çalışma etiği tamolarak yaşama geçirilememiş, kapitalizmin vaizcileri(politikacılar, düşünürler, vb.) fabrika istihdamınakarşı çıkan, ustabaşı, saat ve makine tarafındanayarlanan ritme itaat etmeyen, direnme eğilimininkökünü kazımaya çalışmaktaydılar. İnsanlar gelenekselinsani eğilimlerde bulunuyorlardı, var olanihtiyaçları karşılandıktan sonra çalışmaya devametmekte ya da daha fazla para kazanmakta mantıkveya anlam görmüyorlardı. Tatminkâr yaşamıneşiği alçak tutulmuştu. Kökü kazınmaya çalışılanbu insani eğilimdi… Modernleşmenin öncüllerininkarşılaştığı asıl sorun, yaptıkları işin amacını belirleyerekve akışını kontrol ederek bu işte anlambulmaya alışmış insanları, hünerlerini ve çalışmakapasitelerini, şimdi başkaları tarafından tayin vekontrol edilen ve yerine getirenler için artık hiçbirşey ifade etmeyen görevlerin yürütülmesinde harcamayazorlama gereksinimiydi (33).Toplumsallığı işlevsel bir “biraradalık” olaraktanımlayan modern devletin toplumsal üyeleri, birdüzen içinde yaşayabilmelerinin koşulu olarak,devletçe taşınan düzen ilkesine uymak, itaatetmek zorundadırlar. İtaat bir yandan güç/şiddettekeli devletin zor, baskı ve kontrol araçlarıyla sağlanırkenöte yandan toplumsal itaat düzenini yerleşikleştirecekbir ideolojik manipülasyon aracılığıylada sağlanmaktadır. Bu toplumsallık, bir itaatilişkisinin gerektirdiği ödev ve sorumluluk ağıdır;düzenin gerektirdiği normatif yapı altında herkesinödevleri ve sorumlulukları belirlenmiş olan biryapıdır. Modern devlete ait özellikle çalışma yaşamı,fabrikalar için de geçerlidir. Modern çalışmayaşamı hiyerarşik bir toplumsal düzenin kendisidirve modernite öncesi ordulara ait olan disiplin,düzene uyma ve önceden belirlenmiş, bildirilmişeylemi gerçekleştirme nitelikleriyle donatılmıştır.73Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iFabrikanın bir makine, üretim faaliyetinin demakinenin işleyişine indirgenmesiyle, üretici güçlermakinenin işleyişinin bir öğesi yapılmış ve sistemmakine düzeneğinde oluşturulmuş, otonomisiortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle emek dönüştürücübir etkinlik değil, kendisi dışında belirlenenbir modele uygun üretim etkinliğinin, bir imalatetkinliğinin öğesi haline gelmiştir, emek niteliksizleştirilmiştir(35). İktidarın her türlü hegemonyaaracının çalışma yaşamı içinde geçerli olduğunusöyleyebiliriz. Fabrikanın, atölyenin içinde de ulusdevlet zihniyetli emek denetim mekanizmaları varlığınıdevam ettirmiştir.Çalışanlar ürettiklerine her anlamda yabancılaşmıştır.Çalışanların üretilen ürünün bütününe,üretilen hakkında söz söylemeye, üretilenin karşılığınıalmaya vb. yabancılaşması söz konusudur.Yabancılaşma çalışanların yaratıcı yeteneklerininkörelmesi ile sonuçlanmaktadır. Kapitalist üretimilişkilerinin var olduğu, özel mülkiyete dayalı busistemde insanın yabancılaşması kaçınılmazdır. Busistemde çalışan emek gücünü belirli bir ücret karşılığındasatmakta ve harcadığı emek üzerindekontrolü işverene devretmektedir. Dolayısıyla çalışanişe değil iş çalışana hükmeder hale gelmektedir(36).Çalışma ortamı tamamıyla bilgiye bağımlı halegelmiş, bilgi aynı zamanda iktidar aracı olarak kullanılırhale gelmiştir. Dahası çalışmak için mutlakaokullu olunması zorunluluk haline gelmiş, okullardadisipline edilmeyen emek gücünün istihdamıneredeyse imkansız hale gelmiştir. Günümüzde sermayeningüncel gereksinimine bağlı kısa erimli(geçici), dar, işe özgü eğitimler revaçtadır. Sermayenindoğrudan yarar görmeyeceği, eğitsel faaliyetlerminimalize edilerek, en kısa sürede en standartizebilgi ile donanmış çalışanlar yetiştirilmekistenmektedir.Üretimin hızı için iş parçalanmış, basitleştirilmişir;işin standartize edilmesi nedeniyle her işçigörevinin son derece basit olduğunun, yapabileceğindençok daha azını yaptığının farkındadır.Günümüz kapitalizminin yeni aletleri geçmişinmekanik aygıtlarından çok zeki. Bu durum işçininzekasının yerini almasına, zihni dışarıda bırakanemeğe yol açmaktadır. Makine kullanma zekası daöz-eleştirel değil, operasyoneldir. Operasyonel bilgikavrama düzeyi olarak da yüzeysel kavramayıgerektirmekte, yüzeyle-derinlik arasına bir duvarörmektedir. Bununla birlikte işe alınma aşamasındaeğitim zorunluluğu, işin değişmesi ile birlikteişçinin yeni gereksinimlere uygun (operasyonelişlemleri hızla yapabilme) olarak kendini eğitmesorumluluğu işçiye bırakılmıştır (37).Bilgiye bağımlılık işçi sağlığına özgü konulariçinde geçerlidir. İşverenin istemine (oluruna)göre, belirlenmiş konularda, zamanda, sürede (vardiyasonu, kısa zaman diliminde); daha çok teknik,üretim organizasyonu, üretim süreci-ilişkilerindenbağımsız; tekil risklere odaklanmış; tehlike ve risklerinbireyselleştirildiği; didaktik bilginin ön plandaolduğu bir bilgi aktarımı söz konusudur. Yineönlemeye değil, erken tanımaya ve erken müdahaleyeodaklanan bilgi aktarımı hakimdir. Benzerdurum bilgi üretimi içinde geçerlidir. Kapitalistinbelirlediği koşul ve gereksinimlere hizmet edenbilgi üretimi söz konusudur. İşçilerin katılımın sözkonusu olmadığı, siyasal ve sosyal nedensellikleringöz ardı edildiği bilgi üretimi söz konusudur. Çalışanlarbilgi konusunda kapitaliste, kapitalist devleteve kapitalistleşen sağlık birimlerine bağımlı halegetirilmiştir. Çalışma ortamının sosyal yaşama,yaşam ortamına ve doğaya etkileri konusunda bilgiüretimi çok sınırlıdır. Çalışma ortamındaki tehlikelerinmeslek ve işle ilgili hastalıklarla ilişkisinikoyma sürecinde, çalışma yaşamı dışındaki tümdiğer faktörleri elimine etme konusundaki sözdebilimsel ısrar (kapitalist baskıların etkisi) nedeniylegörülen, bilinen, öngörülen sağlıksızlıklar yoksayılmakta, görünmez kılınmaktadır. Asbestemaruziyet ile mezotelyema gelişimi araındaki ilişkininortaya konması süreci buna en iyi örnektir.Annye Theoboud “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır”adlı eserinde bilim çevresinin ve bilim insanlarınınbu sürece nasıl alet edildiklerini tüm çıplaklığı ileortaya koymaktadır (38).İşçi sağlığı hizmetleri daha çok işveren ve kapitalistdevletin güncel yaklaşımına dayalı olaraküretilen hizmetler konumundadır. İşçiler, hattahizmeti üreten işyeri hekimi, hemşiresi, iş güvenliğiuzmanı dahi edilgen bir konumdadır diyebiliriz.Hizmet üretim, değerlendirme ve denetleme sürecindeişçinin katılımına izin vermeyen bir durumsöz konusudur. Hizmetler mevzuata dayalı, yasalzorunluluğu yerine getirme esaslı verilmektedir.Üretim kesintisine dahi izin vermeyen bir anlayışla74Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihizmet sürdürülmektedir. Hizmet işyerinde verilmektedir.İşçi sağlığı kapsamındaki periyodik muayeneve tetkiklerin tümü işyerinde, en kısa süredehalledilmeye çalışılmaktadır. Sürecin tamamenprosedürel olduğunu söyleyebiliriz. Onca işyerisağlık birimine, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanınarağmen işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevcutdurumu gösteren istatistiklere kimseler güvenmemektedir.Dahası bu bağlamda sorun sadece bizdedeğildir, merkez kapitalist ülkeler için de bu sorungeçerlidir. Mevzuat baskısı, işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanının mesleki bağımsızlığının olmaması,işçinin katılımına izin verilmemesi nedeniylebir çok sağlıksız çalışma koşulu, sağlıksızlık belgelenememekte,belgelenenler görmezden gelinmekte,işçiler dahi işgüvencesizliği nedeniyle sessiz kalmaktadır.Hal böyle olunca mevcut çarpıtılmış sağlık algısınedeniyle tedavi edici hizmetler, işçi tarafındanişçi sağlığı hizmetleri olarak algılanmakta, kısasürede hekime erişme ve reçete yazdırmanın adıolmaktadır. İşveren için de bu haliyle hizmet üretimidaha uygun görülmektedir. Koruyucu hizmetlerde kişisel koruyucu donanım ve eğitime daralmışdurumdadır. Önleme bireyselleştirilmiş, işçininuygun davranmasına odaklanılmıştır. İşçi sağlığıhizmetleri sürekliliği olmayan bir haldedir. İşçiningeçiciliği nedeniyle verilen hizmetlerin devamlılığıda söz konusu olmamakta, maruz kalınan tehlikelerebağlı ortaya çıkan sağlıksızlık tanılanamamaktadır.Hizmet mevcut ana odaklı olup; hizmetingeçmiş ve gelecek ile bağlantısı kurulmamaktadır.Cinsiyet ve yaşı gözardı eden, yetişkin-sağlıklı işçiyeodaklı bir anlayış söz konusudur. Her ne kadar“çok disiplinli” denilse de işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanına daralmış bir hizmet söz konusudur.Daha kapsamlı bir değrlendirmeyi mümkünkılan destekleyici çok disiplinli yaklaşım söz konusudeğildir.İşçi sağlığı hizmetleri fabrikalara odaklanmış birperspektifte verilmektedir. Algı olarak da fabrikabaskındır. Hizmet sektörü, tarım alanı, ev eksenliüretim, küçük atölyelere ait bilgi üretimi ve hizmetanlayışı oldukça yetersizdir. Tarıma dayalı üretiminbaskın olduğu döneme özgü çalışma-sağlık ilişkisiniele alan tarihsel bilgi birikimi, uygulamalar gözardı edilmekte, kapitalist üretimle süreç sanayitoplumunda fabrikada ele alınmaktadır. Tarımadayalı toplumda, özellikle emeğine yabancılaşmamışinsanın üretim süreci ve üretim sürecinin sağlığınaetkisi, sağlığını koruma esaslı bilgi-deneyimbirikimleri gözardı edilmektedir.Doğal Sağlık Anlayışıylaİşçi Sağlığı Hizmetleriİşçi sağlığı tartışması, insan merkezli bir anlayışınparçası olarak yürütülemez. Ekolojik bağlamdaendüstriyalizmin sınırsız büyüme karakteristiği iledoğaya olan tahakkümü tehdit boyutundadır.Atıklar, aşırı teknoloji kullanımı, aşırı üretim,doğanın tıp adına aşırı sömürüsü, vb. özetle insanımerkez alan kapitalist bir üretim anlayışı ile doğanıntahribatına sessiz kalınmamalıdır. İşçi sağlığı,doğayı da gören bir perspektifte yeniden yapılanmalıdır.İşçi sağlığı ve çevre sağlığı ayrı ayrı tartışılacakkulvarlar değildir.İşçi sağlığı için Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıktanımı yetersiz kalmaktadır. Bu tanım ile işçi sağlığıele alındığında sıklıkla fiziksel ve ruhsal iyilikhaline odaklanılmaktadır. Tanımda yer almasınakarşın “sosyal iyilik” hali de işçinin toplum içindekirolleri yerine getirmesi olarak değerlendirilmektedir.Sağlığın toplumsal, kültürel, siyasal, ekolojikboyutları ihmal edilmektedir.Daha bütünlüklü bir perspektifte doğanın birparçası olan insanın doğa ile etkileşiminin sağlıklailişkisini ele alan bir işçi sağlığı perspektifi ön açıcıdır.Hans Jonas’ın “Sorumluk İlkesi-TeknolojiUygarlığı İçin Bir Etik Denemesi” doğaya karşısorumluluğumuza dikkat çekmiştir: Teknolojilerdekigelişmelerle birlikte insan eylemlerinin sonuçlarındaya da etkilerinde de kimi değişmeler olmuş,nükleer enerji kullanımının yarattığı sorunlardaolduğu gibi, bugün yapılan bir eylem, alınan birkarar yalnız bugünü ya da bugün yaşayan insanlarıdeğil, gelecekte yaşayacak olan insanları –hattayalnız insanları değil tüm canlıları da- etkileyecekgüce ulaşmıştır. Bu güç gezegenimizin tüm biyosferinietkileyecek, tüm canlı yaşamını tehlikeyedüşürecek bir hale gelmiştir. Bu ise bizleri yeni, ekbir sorumlulukla karşı karşıya bırakmaktadır: doğayakarşı sorumluluk (39).Siyasal boyut olarak halkların, kadının, emeğinözgürleşmesi sağlıklı olma mücadelesinin de ana75Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihedefidir. Emeğine yabancılaşmış, esaret içerisindeki,cinsiyet ve etnik ayrımcılığa maruz kalan işçininsağlığından bahsedilemez.İşçi sağlığı hizmetlerinde geleneğe sahip çıkılmalıdır.Bu kapsamda insanlık tarihi boyunca işçisağlığı ile ilgili belleğe ve birikime yönelik;• Bilgi/deneyimlerin gün yüzüne çıkartılması,• Çalışma yaşamı-sağlık ilişkisi öncüllerininbulunup ortaya çıkartılması,• Toplumun geleneksel olarak kullandığı önleyici-tedaviedici yöntemlerin bilimsel süzgeçlegörünür kılınması,• Fabrika ve atölyeye daralmanın aşılması, hertürlü çalışma alanı ile ilgili birikimin ortaya çıkartılması,• Tarıma dayalı üretim ve ev içi üretime aitbirikimlerin gün yüzüne çıkartılması hedeflenmelidir.İşçi sağlığı mücadelesi demokratikleşme ve toplumsallaşmahedeflerini de içermelidir.İşçi Sağlığı HizmetlerininDemokratikleştirilmesi veToplumsallaştırılmasıDevletin-patronun işçi sağlığı değil, çalışanları,sağlık komünlerini esas alan yaklaşım yaşama geçirilmelidir.Kendi sağlığına sahip çıkma-öz gücünharekete geçirilmesi hedeflenmelidir. Hizmetsunan/veren-alan ayrımını ortadan kaldıran işçininde doğrudan sürece dahil olduğu bir anlayış,üretimi doğa-toplum-insan yararına hedefleyen birperspektif için anlamlı ve kaçınılmazdır.İşçi sağlığı mücadelesinin demokratikleştirilmesive toplumsallaştırılması kapsamında yer alanhedefler şunlardır:• İşçi sağlığı mücadelesinin sınıf mücadelesinintaşıyıcısı haline getirilmesi,• İşçi sağlığı hizmetlerinin tepeden inme, işveren,devlet merkezli yapılandırılmasının tersineçevrilmesi,• Teknikleştiren, uzmanlaştıran değil, sosyalleştiren-komünalleştirenbir yaklaşım sergilenmesiişçilerin öz gücü ile hizmeti yapılandırması ve sağlıkçılarlakolektif dayanışma içinde olması,• İşçi sağlığı hizmetlerinde demokratik özyönetimlerinsorumluluk alması,• İşçi sağlığı hizmetlerinin planlanması, uygulanması,değerlendirilmesi ve denetlenmesi sürecineişçilerin katılması,76Temmuz-Aralık 2013• Periyodik muayene, risk değerlendirilmesi,işyeri ortam ölçümleri vb. süreçlere işçilerin katılımınsağlanması,• İşçi sağlığı açısından ayrımcı uygulamalarason verilmesi,• Tehlikeli iş kollarına yönelik, sınıf örgütleri,demokratik kitle örgütleri ve sendikalarla birliktetoplumsal denetim sağlanması,• İşçi sağlığı konusunda bilgi üretimi aşamasınaçalışanların katılımın sağlanması.Doğal sağlık anlayışıyla, işçi sağlığında temelamaç özgürleşmedir. İşçi sağlığı hizmetlerinindemokratikleşmesi, özgürleşmesi ve sağlık bilgiüretiminin özgürleşmesi ile birlikte nihai hedefemeğin özgürleşmesi; kadının özgürleşmesi; insanınözgürleşmesi; toplumun özgürleşmesi ve doğanınözgürleş(tiril)mesidir.Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu işçi sağlığıile ilgili tartışma ve praksise dönük faaliyetleriönüne görev olarak koymuştur. Bu kapsamdainceltilmesi düşünülen başlıklar olarak işçi sağlığıkapsamında siyasal sağlık tartışmaları (silikozis-kotkumlama, Tuzla ölümlü iş kazaları, inşaat sektörü,kağıt işçileri, endüstriyalizm-ekoloji, kapitalist işanlayışı); sağlık hizmetlerine erişim (mevsimliktarım işçileri, yerel yönetimler bağlamında evkadınları-ücretsiz aile işçiliği; ev eksenli çalışma;kapıcılar; küçük işyerlerinde bağımsız çalışanlar;pazarcılar vb.) ve sağlık çalışanlarının sağlığı (özellikletaşeronlar ve kadın sağlık emeği) konularıbelirlenmiştir.Kaynaklar1. Benlisoy, F. “Emekçiler ve Kürtler ya da “İşçi SınıfıKürtleşti” mi?” (2013),http://www.soldefter.com/2012/08/14/emekciler- ve-kurtler-ya-da-%E2%80%9Cisci-sinifikurtlesti%E2%80%9D-mi/erişimtarihi: 6 Şubat 20142. Zencir, M. “Türkiye’de GüvencesizleştirmePolitikalarının Özgünlüğü ve Sağlığa Etkisi”, Emek veToplum Dergisi, 2012; 2: ...3. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü(HÜNEE) Türkiye’de Göç ve Yerinden Olmuş NüfusAraştırması, Ankara, 2006..4. İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı, Göç-Derve diğer STK’lar (2001) Basın Bildirisi, 31 Mayıs,.5. Dinç, N.K. “Türkiye’de İskan Sorunu ve Kürtler:Modernite Savaş ve Mekan Politikaları Üzerine BirÇözümleme”, Toplum ve Kuram Dergisi, 2009; 1: 267-273.


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i6. Kurban, D., Yükseker H.D., Çelik, A.B., Ünalan, T,Aker, T. “Zorunlu Göç ile Yüzleşmek: Türkiye’deYerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşaası,İstanbul, TESEV, 20067. Tuzla Araştırma Grubu. “Türkiye’de Neoliberalizm,Kürt Meselesi ve Tuzla Tersaneler Bölgesi”, Toplum veKuram Dergisi, 2009; 1: 119-188.8. Yörük, E. “Zorunlu Göç ve Türkiye’de Neoliberalizm”,2009, http://bianet.org/biamag/insan-haklari/118421-zorunlu-goc-ve-turkiye-de-neoliberalizm, erişimtarihi: 7 Şubat 201<strong>49</strong>. Özbudun, S. “Neo-Liberal Türkiye'nin “EnAlttakiler"i: İşçi Sınıfı Kürtleşirken”, (2012),http://www.feminkurd.net/content.php?newsid=12<strong>50</strong>3, erişim tarihi: 7 Şubat 201410. Yörük E. “Türkiye’de işçi sınıfı Kürtleşti”, ErdemYörük ile söyleşi – İsmat Kayhan (ANF) 6 Aralık2009, http://www.sendika.org/2009/12/turkiyede-iscisinifi-kurtlesti-erdem-yoruk-ile-soylesi-ismat-kayhananf/erişim tarihi: 7 Şubat 201411. Koç, F. “Ferda Koç: Kürt işçisi Türkiye’de göçmen işçikonumunda”, http://alternatifsiyaset.net/2012/12/02/ferda-koc-kurt-iscisi-turkiyede-gocmenisci-konumunda/erişim tarihi: 8 Şubat 201412. Uğurlu, Ö. “Neoliberal Politikalar EksenindeTürkiye’de Kentsel Mekânın Yeniden Üretimi”, TTBMesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2012; 47: 2-12.13. Doğan, A.E. “Kenti Azmanlaştırarak Birikim: YeniBüyükşehir Yasasına Harvey’in ÇerçevesindenBakmak”, 2013, http://e-hayalet.net/index.php/makale-sections-614/170-oenemli-makaleler/kenti-azmanlast-rarak-birikimyeni-bueyueksehir-yasas-na-harvey-in-cercevesindenbakmak,erişim tarihi: 6 Şubat 201414. Akçay, Ü. “Hükümet Cemaat Kavgası İnşaat OdaklıBirikim ve 17 Aralık Krizi: Bir Dönemin Sonu mu?”2013, http://baslangicdergi.org/ -umit-akcay/15. Koçak, H. “İnşaat İşkolunda İstihdamın Yapısı veEmek Rejiminin Özellikleri”, TTB Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, 2013; 47: 13-23.16. Çınar, S., Lordoğlu, K. “Mevsimsel Tarım İşçiliğindeTekil Bir Analiz”, TTB Mesleki Sağlık ve GüvenlikDergisi, 2010; 38: :23-33.17. Etiler, N. “Tarımda Kadın Emeğine Kısa Bir Bakış”,TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2011; 39:27-30.18. Küçükkırca, İ.A. “Etnisite, Toplumsal Cinsiyet veSınıf Ekseninde Mevsimlik Kürt Tarım İşçileri”,Toplum ve Kuram Dergisi, 2012; 6-7: 197-218.19. Koruk, İ. “İhmal Edilen Bir Grup: Göçebe MevsimlikTarım İşçileri”, TTB Mesleki Sağlık ve GüvenlikDergisi , 2010; 38: 18-22.20. Odman, A. “Çalışanların İş Güvencesi ve GüvenliğiEnstitüsünü Kurmalıyız”, TTB Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, 2009; 34: 25-30.21. Ercan, F. “Çalışmaya geldik ölmeye değil”,http://www.sendika.org/2006/10/calismaya-geldikolmeye-degil-fuat-ercan/erişim tarihi: 6 Şubat 201422. Ercan, F. “Tuzla Tersanelerinden Hareketle Kapitalizmve Türkiye’yi Anlamak, Fuat Ercan ile Söyleşi”,http://www.sendika.org/2008/08/tuzla-tersanelerindenhareketle-kapitalizm-ve-turkiyeyi-anlamak-fuat-ercanile-soylesi/erişim tarihi: 7 Şubat 201423. Bakır, O.“Leyleğin Yuvadan Atılmış Yavruları” KotKumlama İşçileri, TTB Mesleki Sağlık ve GüvenlikDergisi, 2009; 32: 25-27.24. Özgen, N. “Kent ve Çöp”, TTB Meslek Sağlık veGüvenlik Dergisi, 2006; 28:10-12.25. Başkavak, T. “Atık kağıt işçileri, geri dönüşüm rantıve çöplerin mülkiyeti savaşı”,http://www.sendika.org/2013/09/atik-kagit-iscilerigeri-donusum-ranti-ve-coplerin-mulkiyeti-savasitahsin-baskavak/,erişim tarihi: 6 Şubat 201426. Bilir, V. “Çöp İşçileri ve Ankara’da Yaşanılanlar”, TTBMeslek Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2006; 28: 13-15.27. Akdemir, N. “Taşeronluk ve İş Kazalarını BirleştirenEksen: Güvencesiz Çalışma”, TTB Toplum ve HekimDergisi, 2008; 23 (4): 276-283.28. Oğuz, Ş. “Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi veNeoliberal Otoriter Devletin İnşası”, TTB MeslekiSağlık ve Güvenlik Dergisi, 2012; 45-46: 2-15.29. Öcalan, A. “Ortadoğu Bunalımında DemokratikModernite Çözümü VII”, Özgür Gündem Gazetesi, 11Mayıs 2013, erişim tarihi: 07 Şubat 201430. Koşar, L. “Emeğin Sağlıklı Olma Hakkı Vardır!”, IV.İşçi Sağlığı Ve Güvenliği Kongresi, 2-4 Aralık 2011,TTB Mesleki Sağlık Ve Güvenlik Dergisi, 2011; 39: 2-6.31. DTK(2010) “Demokratik Toplum Kongresi SağlıkKurultayı Belgeleri”, 3-5 aralık, Diyarbakır, Aramyayınevi, 1.baskı, 2012,32. DTK(2013) “Demokratik Toplum Kongresi (DTK)I.Sağlık Kongresi”, 26-27 Ocak, Diyarbakır,Yayınlanmamış rapor.33. Bauman, Z. Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar,Sarmal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, 2009; 13-16.34. Maga, İ. “İdeolojik Zaman”, TTB Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, 2007; 30: 2-6.35. Toker Kılınç, N. “Disiplin ve Güvenlik Düzeni,Militarizm ve Milliyetçilik”, TTB Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, 2006; 27: 2-6.36. Marx, K. (2010) Yabancılaşma, Sol Yayınları, İstanbul37. Sennett, R. Karakter Aşınması, Yeni Kapitalizmde İşinKişilik Üzerine Etkileri, Ayrıntı yayınevi, 4. basım,İstanbul, (2010) s:75-77.38. Theobaud-Mony, A. Çalışmak Sağlığa Zararlıdır,Ayrıntı yayınevi, 1. basım, İstanbul, 201239. Tepe, H. “Çalışma İlişkileri ve Etik”, TTB MeslekiSağlık ve Güvenlik Dergisi, (2003) 16: 2-6.l77Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iANTAKYA SEMT PAZARLARINDAKENDİ ÜRETTİKLERİ TARIMSAL ÜRÜNLERİ SATAN ÇİFTÇİ PAZARCILARINDoç. Dr. Nazan SAVAŞDoç Dr. Tacettin İNANDIAr. Gör. Dr. Ersin PEKERAr. Gör. Dr. Ömer ALIŞKINMustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ADTARIMSALSAĞLIK RİSKLERİGirişÜlkemizde il ve ilçe merkezlerinde haftanın belligünlerinde semt pazarları kurulmaktadır. Pazar yerleri,pazarcıların kendi tarlasında/bahçesinde ürettiğiveya başkasının tarlasından/bahçesinden ya dahalden satın aldığı ürünleri satabildiği açık veya kapalıalanlar olarak tanımlanabilir. Pazarcılar ise köylüden(kendi bahçesinin ürününü satan), küçükesnafa (organize etmekte), emekliden öğrenciye(daha çok ek gelir amaçlı) toplumun hemen her yaşve kesimindeki insanlardan oluşmaktadır (1). Sebzecilerve Pazarcılar Federasyonu’nun (TÜSPAF)2009 yılı verilerine göre; Türkiye’de günde 5<strong>50</strong>kadar pazar kurulmakta, 330 bin kadar tezgah açılmaktadır.Ancak bu tezgahların sadece 80 bini kayıtlıdır(2).Semt pazarlarında kendi tarımsal ürünlerini satışasunanların çoğunluğu köy ve beldelerde yaşamakta,kadınların çoğu ücretsiz aile işçisi konumda,erkeklerin çoğu ise kendi hesabına çalışmaktadır(3). Özellikle az topraklı ailelerin kadınları mevsimliktarım işçiliği başta olmak üzere bitkisel vehayvansal üretimin her aşamasına katılmaktadır(4).Son yıllarda kırsalda yaşayan genç nüfus tarımla uğraşmakistememekte, daha yüksek ücretli imalat vehizmet sektöründeki işlere yönelmekte ve fırsat bulduğundakente göç etmektedir (3,5). Bu göçte tarımlauğraşanların sosyal güvenceden yoksunluğu,ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlı olması daetkili olmaktadır (3). Yine özellikle genç kuşaktadaha belirgin olmak üzere kırsalda kadınların işgücünekatılımında belirgin düşme gözlenmektedir.Çünkü genç kızlar zaman içinde daha eğitimli halegelmekte, daha iyi bir yaşam, istihdam olanağı vetarım dışında çalışan erkeklerle evlenme arayışıiçindedir (5). Tüm bunların sonucu olarak ülke genelindetarımda çözülme gerçekleşmekte, kırsal nüfustayaşlı nüfus artmakta ve bu nüfus tarımsalfaaliyet gerçekleştirmektedir. Tarımdaki çözülmeHatay, Osmaniye ve Kahramanmaraş’ı kapsayanTR63 bölgesinde gerçekleşmemiş olup, bölgedehala en yoğun istihdam tarım sektörüdür (%30,9)ve Türkiye ortalamasından (%24,7) fazladır. Bölgedeistihdam edilen kadınların %56.8’i, erkeklerinse%22.2’si tarım sektöründe çalışmaktadır (6).Hatay’da kırsal nüfus oranı (%<strong>50</strong>.6) Türkiye’nin(%24.5) iki katından biraz fazladır (6). Şahin ve Savaş’ınyaptığı çalışmaya göre; Hatay kırsalında 15-<strong>49</strong> yaş kadınların %<strong>49</strong>’u tarımsal üretim yapmakta,bunların %26’sı ürününü pazarlamakta ve pek çoğuda üretim sırasında bilinçsiz gübre ve pestisit kullanmaktadır(7). Oysa pestisitlere sıkça dokunan,taşıyan, temas eden ve ürünleri uygulayan herkesinbu kimyasalların toksisitesi, olası sağlık etkileri vetehlikelere karşı alınması gereken önlemler konusundada bilgi sahibi olması gerekmektedir (8).Diğer yandan, dünyada son on yılda pestisitlerin geliştirilmesiile akut intoksikasyonda azalma meydanagelmiş, dikkatler kronik intoksikasyonaçevrilmiştir (9).Kırsal alanda tarımsal üretim yaparak, ürünlerinisemt pazarlarında satan nüfusun ileri yaşlaradoğru kayması, gübreleme ve pestisit kullanımındabilinçsiz uygulamalarda bulunması ve sağlık hizmetlerindenyararlanmada yetersizlikler yaşaması;sağlık risklerinin artarak farklılaşmasına yol açabilir.Bu çalışmanın amacı Hatay merkez ilçesinde(Antakya) kurulan semt pazarlarında kendi ürettikleritarımsal ürünleri satan çiftçi pazarcıların sağlıkdurumlarını ve üretim işleriyle ilgili olabilecekriskli davranışlarını belirlemektir.78Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iGereç ve YöntemKesitsel nitelikte olan çalışmanın evreni AntakyaSemt pazarlarında kendi tarımsal ürünlerinisatan çiftçi pazarcılardır. Çalışmada veri toplamasürecinde, pazar yerlerinde tanımlanan evrenin tamamınaulaşılması hedeflenmiştir. Bu amaçla; 22-28 Şubat 2012 döneminde (7 gün) tüm semtpazarlarına (10 semt pazarı) gidilmiş, hedef kitleyeuyan 72 pazarcıya ulaşılmış ve yüz yüze görüşmetekniğiyle anket uygulanmıştır. Pazarcıların bir kısmınınbirden fazla pazar yerinde tezgah açtığı görülmüş,bu kişilerle tek görüşme yapılmıştır.Ulaşılan pazarcılardan araştırmaya katılmayı reddedenolmamıştır. Görüşülen pazarcıların tamamıaraştırmaya katılmayı kabul etmiştir.Anket formu: Çalışmada kullanılan anket araştırmacılartarafından yapılandırılmıştır. Ankettesosyodemografik (6 soru), genel sağlık (7 soru) vetarımsal faaliyet (25 soru) bölümlerinden oluşan 40(35 kapalı, 5 açık uçlu) soru bulunmaktadır.İstatistiksel analizlerde frekans tabloları, ki-kare,Mann Whitney-U testleri kullanılmış ve p0.05) (Tablo-1).Tablo-1: Antakya’da tarımsal faaliyet gösteren pazarcıların cinsiyete göre bazı sosyodemografik özellikleriKadın Erkek Toplam p(n=30) (n=42) (n=72)YaşOrtalama ± standart sapma 48.5±10.9 48.3±10.5 48.39±10.6 >0.05Eğitim düzeyiOYD- OY- 21 (%70) 9 (%21.4) 30 (%41.7) 0.05Kentsel bölge 6 (%20.0) 13 (%31.0) 19 (%26.3)Sosyal güvenceYok 19 (%63.3) 11 (%26.2) 30 (%41.6) 0.05Var 14 (%46.7) 17 (%40.5) 31 (%43)SigaraHiç içmemiş 25 (%83.4) 11 (%26.2) 36 (%<strong>50</strong>) 0.05Var 20 (%66.7) 30 (%71.4) <strong>50</strong> (%69.5)Aile hekimine başvuru Kr. hast.(-) Kr. hast.(+) Toplam p(n=41) (n=31) (n=72)Yok 15 (%36.6) 7 (%22.6) 22 (%30.5) >0.05Var 26 (%63.4) 24 (%77.4) <strong>50</strong> (%69.5)Aile hekimine başvuru Kırsal Kentsel Toplam p(n=53) (n=19) (n=72)Yok 20 (%37.7) 2 (%10.5) 22 (%30.5)


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iEğitim düzeyi değerlendirildiğinde; araştırmagrubunun %41.6’sı eğitimsiz ya da çok düşük eğitimliydi(okur yazar değil (OYD), kurslu okuryazar(OY) ya da ilkokul terk). Kadınların %46.7’si ilkokulterk, %23.3’ü OYD, %20’si ilkokul mezunuiken, erkeklerin %14.3’ü ilkokul terk, %7.1’i OYD,%58.5’i ilkokul mezunu ve %11.9’u ortaokul mezunuydu.Eğitim düzeyine göre analiz yapıldığında; kadınların%70.0’i, erkeklerin ise %21.4’ü eğitimsiz yada çok düşük eğitimli grupta bulunuyordu. Cinsiyetlerarasındaki kadının aleyhine olan bu eğitimfarkı istatistiksel olarak da çok önemli bulundu(p0.05, sigara yok;p>0.05) (Tablo-3). Diğer bir ifadeyle; araştırmagrubundaki erkeklerde var olan kardiyovaskülerve/veya solunum sistemi hastalığı sigara ve yaşla ilişkilibulunmadı. Sigara kullanıp bırakan ya da halenkullanan kadınlarda da kronik solunum yoluve/veya kardiyovasküler hastağın varlığı sigara veyaş ile ilişkili bulunmadı (sigara; p>0.05, yaş;80Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ip>0.05). Ancak hiç sigara kullanmamış kadınlardakronik solunum yolu ve/veya kardiyovasküler hastalığınvarlığı yaş dağılımı ile ilişkili bulundu(p0.05), hem de kronik hastalığa göre (p>0.05)farklılık saptanmazken, yaşadıkları alana (kır-kent)göre farklılık saptandı (p=0.027); kentsel bölgedeyaşayanlar kırsal bölgede yaşayanlara göre dahafazla aile hekimine başvuruyordu.“Aile hekiminiz sizi evinizde hiç ziyaret etti mi?”ya da “Aile Hekiminiz sizi Aile Sağlığı Birimi’ne(ASB) davet etti mi?” sorusuna %19.4’ü (14)“Evet” yanıtını verdi. Hem cinsiyete (p>0.05), hemkronik hastalığın varlığına (p>0.05), hem de yaşadıklarıalana (kır-kent) göre (p>0.05) aile hekimlerininkendilerini ziyaret etmeleri ya da ASB’yeçağırmaları bakımından farklılıklar saptanmadı.Tarımsal üretim çeşidi bakımından değerlendirildiğinde;bahçe bitkileri üretimi (n:57, %66.7)hayvansal ürün üretimine (süt ve süt ürünleri, yumurtave besicilik) (n:35, %36.1) göre daha fazlaydı.Araştırma grubunun 11’i (%15.3) hem bahçebitkileri yetiştiriciliği hem de hayvansal üretim gerçekleştiriyordu(Tablo-4). Hayvansal üretim sırasıyla;süt ve süt ürünleri (n:20, %27.7), kümeshayvancılığı (n:10, %13.9) ve besicilikti (n:2,%2.8). Cinsiyete göre değerlendirildiğinde; tarımsalürünler de farklılıklar gösteriyordu. Erkeklerin%78.6’sı (n:33), kadınlarınsa %43.3’ü (n:13) sadecebahçe bitkileri, kadınların %40’ı (n:12), erkeklerinse%7.1’i (n:3) ise sadece hayvansal üretim gerçekleştiriyordu(p


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ilama yapma süreleri ise 14.1±8.8 yıl (1-35 yıl) olaraksaptandı.Araştırma grubunun %48.6’sının tarımsal faaliyetsırasında fiziksel şikayetleri (nefes darlığı, öksürük,bulantı/kusma, ellerde dermatit, alerji(kaşıntı-kızarıklık) vb.) olmuştu. Erkeklerle kadınlararasında tarımsal faaliyet sırasında fiziksel şikayetbakımından farklılık saptanmadı (p>0.05). İşsırasında en çok nefes darlığı (%14.9) şikayeti yaşamışlardı.Bahçe bitkileri yetiştiren 57 pazarcının %91.2’si(52) gübre kullanıyor, gübre kullananların sadece%42.3’ü gübre kullanma konusunda zirai ilaç satıcısınaya da Tarım İl Müdürlüğüne danışıyor,%32.1’i de gübreleme sırasında eldiven kullanmıyordu(Tablo-5). Gübre kullananların %51.9’unda(27/52) kronik hastalık varken, gübre kullanmayanların%20’sinde (4/20) kronik hastalık vardı(p


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iTablo-6: Pazarcıların gübreleme ve pestisit kullanma durumlarına göre tarımsal faaliyet sırasında fizikselşikayet durumlarıTarımsal faaliyet Gübreleme Gübreleme Toplam P**sırasında alerji, nefes yapmıyor yapıyordarlığı, öksürük, Sayı(%*) Sayı(%*)bulantı kusma vb.Var 2 (%5.7) 33 (%94.3) 35


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s imanın belirgin derecede yüksekliğine dikkat çekmektedir.Şahinli ve Şahbaz’ın “Tarımda Kadın İstihdamı:Sosyal Güvenlik Kurumuna KayıtlılıkDurumu” adlı makalesinde TR63 Bölgesinde 2011yılında tarımda istihdam edilen 2000 kayıtlı,160000 kayıt dışı kadın olduğu bildirilmiştir (16).Sonuç olarak; araştırma grubumuzdakilerin sosyalgüvencesiz kayıt dışı istihdamı ve buna bağlı sağlıkrisklerinin kadınlarda daha belirgin olmak üzereyüksek olduğu söylenebilir.Hatay’da birinci basamak sağlık hizmetlerinde“Aile Hekimliği Modeli” Aralık 2010 tarihinde uygulanmayagirmiştir. Bizim çalışmamızda; araştırmagrubunun Şubat 2012 tarihinde aile hekimine başvurusıklığı %44 olarak bulunmuştur. Başvuru sıklığındacinsiyete ya da kronik hastalığın varlığınagöre farklılık saptanmazken, kentsel bölgede yaşayanlardakırsal bölgede yaşayanlara göre daha fazlabaşvuru saptanmıştır. Ayrıca aile hekimlerinin araştırmagrubundakileri ziyaret etmesi ya da ASB’yedavet etmesi oldukça düşük (%19.4) bulunmuşolup, hem cinsiyete hem kronik hastalığın varlığınahem de yaşam bölgesine (kır-kent) göre farklılıklargöstermemiştir. Oysa “Aile Hekimliği UygulamaYönetmeliği” nin 4. Maddesi “c” bendine göre; AileHekiminin kendisine kayıtlı kişilerin ilk değerlendirmesiniyapmak için 6 ay içinde ev ziyaretlerindebulunması veya kişilerle iletişime geçmesi gerekmektedir(17). Aynı Yönetmeliğin 6. maddesinegöre de gezici sağlık hizmeti veren aile hekimlerininbölgelerindeki gezici hizmet bölgelerine bir plandahilinde ulaşarak hizmet sunmaları esastır. Dolayısıylaaraştırma grubunun birinci basamak sağlıkhizmetlerini yeterli düzeyde alamadığı ve sağlık risklerininarttığı söylenebilir.Araştırmaya katılanların %25’inde en az birolmak üzere solunum ve/veya kardiyovasküler sistemleilgili kronik hastalığı olduğu saptanmış ve budurum cinsiyete göre farklılık göstermemiştir. Çalışmamızdaerkeklerde kronik solunum ve/veya kardiyovaskülersistem hastalığıyla yaş ve sigaraarasında ilişki bulunmazken, kadınlarda yaş ilişkilibulunmuş, ancak sigara ilişkili bulunmamıştır. Hiçsigara içmemiş kadınlarda bu kronik hastalıklarıolanların yaş ortancası, olmayanlara göre daha yüksektir.Dolayısıyla erkeklerden farklı olarak yaş faktörüsigaradan bağımsız olarak tek başına veyabaşka bir faktör/faktörlerle birlikte kadınlarda bukronik hastalıklara etken olmuştur.Yapılan farklı çalışmalarda tarım işçilerinde kronikbronşit ve solunum sistemi hastalıkları prevalansıoldukça yüksektir (18,19). Son dönemlerdeönemli bir halk sağlığı sorunu olan bu hastalıklarlailgili kapsamlı çalışmalar artmıştır (20).Bitki ve hayvan kökenli biyolojik ürünler çiftçilerde“Toksik Organik Toz Sendromu”na (TOTS)ya da IgE aracılı reaksiyon oluşturarak mesleksel astımaneden olabilir (18,21). Örneğin “Hipersensitivitepnömonisi” organik tozların inhalasyonunabağlı olarak ortaya çıkan, immün mekanizmalarlagelişen diffüz parankimal bir akciğer hastalığıdır(18). Çoğunlukla tarım sektöründe çalışanlar buhastalık için yüksek risk altındadır. En sık belirtilenetiyolojik faktörler hayvan partikülleri ve saman,talaş gibi bitkisel ürünleri kirleten mikroorganizmalardır(bakteri ve fungus vb) (18). Bizim araştırmagrubumuzdakiler de uzun yıllar gerek bahçetarımında gerekse hayvancılıkla ve hayvansal ürünlerleuğraşmış ve uğraşmaktadır.Mesleki irritan toza maruziyetten hemen ya dasaatler sonrasında “Akut Solunum Yolları İrritasyonu”olabildiği gibi, daha düşük dozlu maruziyetlerdede irritasyon meydana gelebilir. Suda daha azeriyen gazlar hemen irritasyona neden olmazlar vesemptomları hemen oluşturmazlar. Suda eriyebilirliğiaz olan gazlar arasında gübre yapımında kullanılan“nitrojen oksitleri” de bulunur ve alt solunumyolları hastalığına neden olur (22). Yine gübre yapımındakullanılan “amonyak” da solunum sistemimorbiditesine en sık yol açan irritan gazlardandır(18). Çalışma grubumuzun %66.7’si bahçe bitkileriyetiştirmekte, bu kişilerin %91.2’si gübre kullanmakta,büyük çoğunluğu bilinçsiz uygulama gerçekleştirmektedir.Bunun yanı sıra gübrekullananlarda kullanmayanlara göre kronik hastalıkve akut fiziksel şikayetlerin daha fazla olduğu saptanmıştır.Tarım alanlarında pestisit uygulayan işçiler ilacıuygularken koruyucu önlem almadıkları için pestisidlerinakut ve kronik toksik etkilerine daha fazlamaruz kalmaktadır (23). Pestisit teması sonrası topikalya da sistemik etkilenmeye bağlı rapor edilenakut şikayetler içinde en sık görülenler dermatit,öksürme, hapşırma, hırıldama, gözlerin, burun mukozasının,ağzın ve dilin arka kısmının kuruması vekaşınması gibi alerjik belirtiler ile bulantı, kusma,halsizlik, baş dönmesi ve barsak sorunlarıdır (24).Bizim çalışmamızda da tarımsal faaliyet sırasında84Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ialerji, nefes darlığı, öksürük, bulantı, kusma ve dermatiten sık yaşanan akut şikayetler olarak bildirilmiştir.Pestisidlerin akut toksik etkisi ile ilgili pekçokçalışma yapılmış olmasına rağmen, kronik toksik etkilerikonusundaki çalışma azdır (25). Pestisitlerinkronik etkisiyle ilgili olarak sinir sistemine toksiketkileri, karaciğer harabiyeti, konjenital defektler,solunum ve kardiyovasküler sistem etkileri ve kanserojeniketkileri olduğundan bahsedilmektedir(26,27). Son yıllarda yapılan çalışmalarda pestisitlerinçesitli şekillerde antioksidan sistemi etkileyebileceğide gösterilmiştir. Örneğin Simioniello vearkadaşlarının kırsalda bahçe bitkileri yetiştiriciliğiyapan çiftçilerde pestiside direkt ve indirekt maruzkalanlarla maruz kalmayanlar arasında bazı biyokimyasaldeğerleri inceledikleri çalışmaya göre; direktve indirekt maruz kalanlarda asetilkolinesteraz(AChE) inhibisyonunun, katalaz (CAT) redüksiyonununve Damage Index Comet Assay (DICA)ile Damage Index Repair Assay (DIRA) deki artışındaha fazla olduğu, direkt maruz kalanlarda dalipid peroksidasyon (TBARS) düzeyinde belirginartış olduğu gösterilmiştir (27). Direkt ve indirektpestiside maruz kalan çiftçilerdeki bu biyokimyasaldeğişiklikler oksidatif denge ve DNA hasarınınmeydana geldiğini göstermektedir (28). Çömelekoğluve Mazmancı’nın “Pestisitlerin Kronik EtkisineMaruz Kalan Tarım İşçilerinde EritrositSüperoksit Dismutaz ve Katalaz Aktiviteleri” çalışmasıylada bilinçsizce kullanılan pestisidlerin vücuttaserbest radikallerin oluşumu veuzaklaştırılması arasındaki dengeyi sağlayan antioksidansistemi bozduğu, katalaz aktivitesini azalttığıve hücrelerde peroksidasyona yol açtığıgösterilmiştir (24). Bu çalışmalar uzun meslek yaşamlarıve buna bağlı uzun yıllar pestisidlerin toksiketkisine maruz kalan tarım isçilerinde kanser, çeşitlikalp hastalıkları, erken yaşlanma, artrit, kataraktgibi reaktif oksijen türevlerinin de rol oynadığı hastalıklarınoluşma riskini arttırdığını desteklemektedir(24,28). Ayrıca Simoniello ve arkadaşlarının“Mesleki olarak pestisit karışımlarına maruz kalanişçilerde DNA hasarı” araştırması sonuçlarına göre;sprey pestisit uygulayan tarım işçilerinde DNA hasarınıgösteren DICA artışında pestisit uygulamasüresi (yıl) ve kişisel koruyucu ekipmanların kullanılmamasıönemli faktörler olarak saptanmıştır(29). Bu çalışmada pestisitlerin genotoksik etkisindekafa karıştırıcı faktörler olabilecek cinsiyet,yaş, sigara ve alkol kullanımının DICA’nın artışındaönemli etki etmediği de gösterilmiştir (29). Bizimçalışmamızda da bahçe bitkileri yetiştirenlerin%82.4’ü pestisit kullanmakta ve pestisit uygularkenuzmana danışmama, maske kullanmama, eldiventakmama, farklı giysi giymeme ve elleri hemen yıkamamavb. riskli davranışlar sergilemektedirler.Ayrıca bizim çalışmamızda da kardiyovasküler vesolunum sistemi kronik hastalıklarının varlığındakafa karıştırıcı faktör olabilecek yaş ve sigara sorgulandığında;erkeklerde sigara ve yaş, kadınlardaise sigara ilişkili bulunmamıştır.Tarımsal üretim yapanlarda işle bağlantılı akutve kronik hastalıkların yanı sıra travma ve ciddi yaralanmalarda morbidite ve mortaliteye neden olabilmektedir(28). Bizim araştırma grubumuzun dabeşte birinden biraz fazlası tarım aleti ya da makinesinebağlı iş kazası geçirmiş, yarıdan fazlasında kalıcıiz oluşmuştur. Çalışmamızda araştırma grubunaiş kazası geçirdiği yaş sorulmamıştır. Ancak Lee SJve arkadaşlarının Kuzey Kore’de yaptıkları genişkapsamlı bir çalışmaya göre, iş kazası geçirme sıklığıçiftçilerde iş gücünün azalması ve yaşın ilerlemesiile artış göstermektedir (30). Dolayısı ile yaşortancası <strong>49</strong>.5 olan araştırma grubumuzda tarımsalüretime bağlı iş kazlarının riskinin yüksek olduğuve bu riskin giderek artacağı söylenebilir.SonuçSonuç olarak çiftçi pazarcı olarak adlandırılanbu grubun yaş ortalaması toplum ortalamasındanönemli ölçüde yüksek, öğrenim düzeyi ve sağlık hizmetlerindenyararlanma düzeyi düşük, önemli birbölümünün sosyal güvencesi yoktur. Çoğu tarımsalüretim sırasında bilinçsiz gübre ile pestisit kullanmaktave tarımsal faaliyet sırasında akut fiziksel şikayetleryaşamaktadır. Ayrıca en çokkardiyovasküler ve/veya solunum sisteminde olmaküzere; yarısına yakının bir ya da birden fazla kronikhastalığı bulunmaktadır. Kronik kardiyovasküler yada solunum sistemi hastalıkları erkeklerde yaş ve sigaraile, kadınlarda ise sigara ile ilişkilendirilememiştir.Bu hastalıkların bilinçsiz gübre ve pestisitkullanımı ile olan ilişkisinin kanıta dayalı tıp değeriyüksek olan araştırmalarla ortaya konulması ve riskinazaltılmasına yönelik çiftçilere yaygın eğitimlerinyapılmasına gereksinim vardır.*Makale 5-6 Nisan 2012 tarihlerinde Şanlıurfa’dayapılan I. Tarım Sağlığı Sempozyumunda sözlü bildiriolarak sunulmuştur.85Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s iKaynaklar1. Koçak O, Çakmak YZ. “Pazarcılık SektörününEnformal Boyutu Üzerine Bir Araştırma: YalovaÖrneği” Sosyal Siyaset Konferansları. 2011 (1):60:223–258.2. Sebzeciler ve Pazarcılar Federasyonu.http://www.tuspaf.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=63:330-bin-pazarcidan-2<strong>50</strong>-bini-kayitdisi&catid=1:son-haberler&Itemid=<strong>50</strong>Erişim tarihi: Mart 20123. Birleşmiş Milletler Ortak Programı “Herkes İçin İnsanaYakışır İş: Ulusal Gençlik İstihdam Programı veAntalya Pilot Bölge Programı, Türkiye’de Kırsalİstihdamın Yapısı” Olhan E (FAO Danışmanı). FAOTürkiye Temsilciliği. Haziran 20114. Gülçubuk B. “Kırsal Alanda Kadın ve BölgeselÇalıştaylar”. Bölgesel Kırsal Alanda Kadın ÇalıştayıEskişehir kitabı. sunum metni. 24-26 Eylül, 2009. s.19-255. “Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılımı: Eğilimler,Belirleyici Faktörler ve Politika Çerçevesi” BeşeriKalkınma Sektörü Avrupa ve Orta Asya Bölgesi. DPTDünya Bankası. Kasım, 2009.6. “TR 63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) BölgePlanı 2010-2013” DOĞAKA (Doğu AkdenizKalkınma Ajansı) Ağustos, 2010, http://www.dogaka.org.tr/ index.php/arastirma-ve-planlama)7. Şahinler N, Savaş N. “Hatay Kırsalında KadınınStatüsü ve Sorunları 2011” DOĞAKA & KADMER.Haziran, 2011, Hatay.8. Lorenz ES. “Pesticide Education Program” Penn StateCollege of Agricultural Sciences Research,Pennsylvania State University, 2006.pubs.cas.psu.edu/freepubs/pdfs/uo198.pdf9. Spiewak R. “Pestisides as a cause of occupational skindiseases in farmers” Ann Agric Environ Med.2001;8 (1):1-510. “İstatistiklerle Türkiye 2011” TUİK Yayın No: 3592,s: 1111. Bıçkı D. “Geleceğin Kentte İnşası: ÇanakkaleKırsalında Göç Eğilimleri” Süleyman DemirelÜniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi2011;16 (3):1<strong>49</strong>-169.12. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü.“Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması,2008”Hacettepe Üniversitesi Nüfus EtütleriEnstitüsü, Sağlık Bakanlığı Ana ÇocukSağlığı ve Aile Planlaması GenelMüdürlüğü, Başbakanlık Devlet Planlama TeşkilatıMüsteşarlığı ve TÜBİTAK, 2009;17-184.13. Aşan A, Can M, Fazlıoğlu A. “Kırsal AlandaYoksulluğun Gerçek Yüzü: Kadınlar” T.C. Aile veSosyal Politikalar Bakanlığı Strateji GeliştirmeBaşkanlığı.http://sgb.aile.gov.tr/ upload/sgb.aile.gov.tr/mce/2012/arastirmaprojeleri/kirsalalankadinlari1.pdf(Erişim Tarihi: 1/4/2013)14. Arıcı K. “Türkiye’de Tarımda Kendi Adına ve HesabınaÇalışanların (Çiftçilerin) Sosyal Güvenliği” Kamu-İş İşHukuku ve İktisat Dergisi. 2003;7 (2): 2-26.15. TÜİK, “Hane Halkı İşgücü İstatistikleri, Şubat 2012”TÜİK Haber Bülteni, Sayı 10817.http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=1081716. MA Şahinli, N Şahbaz . Tarımda Kadın İstihdamı:Sosyal Güvenlik Kurumuna Kayıtlılık Durumu. KMÜSosyal ve Ekonomik Araştirmalar Dergisi, 2013;15(25):85-103.17. “Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği” 25 Mayıs2010. Resmi Gazete Sayı: 2759118. Rabinowitz PM, Siegal MD. “Acute inhalation injury.Clin Chest Med” 2002:23 (4):707-1519. Broding HC, Frank P, Hoffmeyer F, Bünger J. “Courseof occupational astma depending on the duration ofworkplace exposure to allergens-a retrospective cohortstudy in bakers and farmers” Ann Agric Environ Med.20011;18 (1):35-4020. Arbak P. “Tarımsal Akciğer Hastalıkları” TurkiyeKlinikleri J Thorax Dis 2004;2 (2):99-10521. “Türkiye Kronik Hava Yolu Hastalıklarını (Astım-KOAH) Önleme ve Kontrol Programı (2009-2013)Eylem Planı” T.C. Sağlık Bakanlığı Temel SağlıkHizmetleri Genel Müdürlüğü. Ankara 2009. ss:1722. Nowak D. “Chemosensory Irritation and the Lung” IntArch Occup Environ Health 2002;75:326-3123. Kuschner WG, Stark P “Occupational lung disease Pt2: Discovering the cause of diffuse parenchymal lungdisase” Postgraduate Med 2003;113 (4): 81-824. http://www.isguvenligi.net/yararli-bilgiler/pestisitlerinsaglik-etkileri/Erişim tarihi: Ekim 201225. Çömelekoğlu Ü, Mazmancı B. “Pestisitlerin KronikEtkisine Maruz Kalan Tarım İşçilerinde EritrositSüperoksit Dismutaz ve Katalaz Aktiviteleri” Türk JBiol. (24)2000, TÜBİTAK 483-8826. Sataloğlu N, Aydın B, Turla A. “Pestisit zehirlenmeleri”Kor Hek 2007;6 (3):169-74.27. Özcan N, İkincioğulları D. “Ulusal zehir danışmamerkezi 2008 yılı çalışma raporu özeti”. Türk Hij. Den.Biyol. Derg. 2009;66 (3):29-5828. Simoniello MF, Kleinsorge EC, Carballo MA.“Biochemical evaluation on rural workers exposed topesticides” Medicina (B Aires). 2010;70 (6):489-9829. Simoniello MF et al. “DNA Damage in workersoccupationally exposed to pesticide mixtures” J ApplToxicol. 2008;28 (8):957-6530. Lee SJ, Kim I, Ryou H, Lee KS, Kwon YJ. “Workrelatedinjuries and fatalities among farmers in SouthKorea” Am J Ind Med. 2012;55 (1):76-83.l86Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihaber haber haber haber haber haber haber haber haber haber28 Ekim 2014 tarihinde, saat 12.00’de“Ermenek’in Pamuklu Köyü mevkiinde bulunan özelbir linyit kömür madeninde su baskını meydana geldiği,maden ocağında çalışan işçilerden bir kısmının ocaktançıkmayı başardığı, 2 yaralı işçinin kurtarıldığı, 18madencinin madende mahsur kaldığı” haberiyle birlikteyetkililerden bilgi almak, ocaktan sağ kurtulan işçiler ilekonuşmak, ocakta çalışan işyeri hekimi ile buluşmak,bu felaketin kök sebeplerini ortaya çıkarmak ve benzerkazaların önlenebilmesi amacıyla incelemelerde bulunmaküzere TTB olarak bir heyet oluşturarak Karaman-Ermenek-Pamuklu Köyü’ndeki maden ocağına gittik.TTB olarak olayı işçi sağlığı ve güvenliği yönündendeğerlendirecek olan bu heyette TTB Merkez KonseyiÜyesi Dr. İsmail Bulca, Karaman Tabip OdasıBaşkanı Dr. Ergül Mavi, TTB İSİH Kolu Başkanı Dr.Ercan Yavuz, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik DergisiEditörü Dr. Celal Emiroğlu, TTB PHK Kolu YKÜyesi Dr. A. Hisar Altınol ve Türk HemşirelerDerneği Karaman Şube Yöneticisi Mehtap Çöplü yeraldı.Kömür madeni bölgesine ulaşan heyetimiz içerialınmadı. Bu arada televizyonlar dahil habercilerin veçeşitli sivil toplum kuruluşlarının, kurtarmaçalışmalarının sürdüğü bölgeye halkın güvenliği(?)gerekçesiyle içeri alınmadığını öğrendik.TTB adına geldiğimizi ve kamu yararına çalışan birmeslek örgütünü temsil ettiğimizi ifade etsek de içerialınmadık. Ancak TTB MK Başkanımız Dr. BayazıtTTB HEYETİNİN ERMENEK İZLENİMLERİİlhan’ın devreye girmesiyle inceleme yapmak üzere değilancak bakanlarımızdan bilgi almak üzere maden bölgesinegirmemize izin verildi.Önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı FarukÇelik; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme BakanıLütfi Elvan ve Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanıTaner Yıldız ile basının olmadığı, sadece korumalarınolduğu bir ortamda konuştuk ve sayın bakanlarımız bizidurum hakkında bilgilendirdi. Çalışan işçiler veyakınlarıyla görüşmemiz nazik bir şekilde engellendi. Şuanda ortamın çok gergin olduğu ve bu görüşmelerin bizezarar verebileceği(?) gerekçesiyle işçiler ve yakınlarıylagörüştürülmedik. Ama bu durumu sezen bazı işçi ve işçiyakınlarının çabasıyla da temas etme olanağımız oldu.Sayın bakanlarımız basınla paylaştıkları bilgileri bizimlede paylaştı. Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanımız 6331 Sayılı İSG Yasasına atıfta bulunaraktüm işyerlerine çeşitli riskler için analizler yaptırmazorunluluğu getirdiklerini ifade etti. Biz de bu yasanınişverene maliyet hesapları öncelenerek çıkartıldığını, buyüzden de diğer yerlerde olduğu gibi bu madende demaliyeti göz önüne alınarak bir sondaj çalışmasının dahiyapılmadığını, bölgedeki madenlere su basma riskiolmasına rağmen bu sondaj çalışması olmadan madeninişletmeye açılmasının 6331 sayılı yasayı zaten uygulamadada geçersiz kıldığını ifade ettik. İşçi sağlığı vegüvenliği alanının Başta TTB olmak üzere emek vemeslek örgütleriyle, çalışanlarla birlikte yeniden düzenlenmesigerektiğini, böyle bir durumda TTB olarakbizim işbirliğine hazır olduğumuzu ifade ettik.87Temmuz-Aralık 2013


türk tabipleri birliðim e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s ihaber haber haber haber haber haber haber haber haber haberUlaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı ise konunun‘siyasileştirilmeden’, çağdaş normlar üzerindentartışılması gerektiği ifadelerini yineledi.TTB heyeti olarak, olayı değerlendirebilmek içinmüfettiş raporları da dahil olmak üzere madendeki işçisağlığı ve güvenliği ile ilgili kayıtlara ulaşmamızınmümkün olmadığını görünce de olayı daha çok izlenimlerimiz,temaslarımız ve sonuçlar üzerindendeğerlendirdik.AFAD görevlisinden ocaktaki çalışmalar ve işçilerinyakınlarının kaldığı çadırların organizasyonu hakkındabilgi aldık.UMKE'deki sağlık çalışanlarını ziyaret ederek bilgialdık, kendilerine kolaylık ve başarı dileklerimizi ilettik.Kısıtlı da olsa işçiler ve yakınlarıyla olantemaslarımızdan edindiğimiz izlenimler ise şöyleydi:- Sağ kurtulan işçilerin ve madenin içinde mahsurkalan işçilerin yakınlarının 6 gündür madende mahsurkalan 18 işçinin sağ kurtulmalarına dair umutlarınıntükendiğini, devletin bu tükenmişliği ve öfkeyi yönetmekonusunda çaba harcadığını gördük.- İşçilerin, bu madende kaza olacağını ve susızıntılarının arttığını (risk olduğunu, tehlikeye ramakkaldığını) bildiklerini ancak yaşamlarını devam ettirebilmekiçin ve çalışmak zorunda oldukları için madenegirdiklerini örgendik.- 10 km çapında 5 maden ocağının bulunduğunu,(her birinde olmasa bile) ortak bir kurtarma ve tefziyeekibinin olmadığını, Ermenek’teki ocak sahiplerinin veSOMA’daki maden ocağının sahiplerinin akrabaolduklarını öğrendik.- Ocağın çıkışına bakan çocukların gözlerindebabalarına duydukları sevgi ve özlemi gördük.- Çaresiz eşlerin, ana-babaların kömür karası ocakkapısından gözlerini ayırmaz iken neyi sorguladıklarınıöğrenmeye çalıştık, gözlerindeki boşluğu gördük.- Çocukların bizimle konuşurken bize değil, ocağınkapısına bakmalarını dönüş yolunda gece karanlığındaanladık.- Gizlice yanımıza sokularak hukuki yardımı nasılalabileceğini soran işçi yakınlarında, çaresizliği vebaskıdan kaynaklanan korku ile çekingenliği gördük.- İş güvenliği uzmanın bu kazadan sorumlu gibi gösterilmesisonucu bir gün önce darp edildiğini hayretleöğrendik.- Madendeki işyeri hekiminin bizim ekibimizlegezmesinin bu yüzden riskli olduğunun söylenmesi sebebiylekömür ocağını gözlemleme olanağı bulamadık.Heyetimiz bu izlenimlerle çalışmalarını bitirirken,bu ülkede işçi sağlığı ve güvenliği alanının sermayeninkar hırsına ve maliyet hesaplarına teslim edilmeden, işçisağlığının öncelenerek, işçilerin yaşam hakkına saygıgösterilerek, başta TTB olmak üzere emek-meslekörgütleriyle, çalışanlarla yasanın yeniden düzenlenmesininne kadar önemli ve acil olduğununvurgulanmasının da önemine dikkat çekerekçalışmalarını sonlandırdı.88Temmuz-Aralık 2013


KİTAP TANITIMIYAYIN KURALLARIMesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi (MSG), kendi disiplini ile ilgili olabilecek derlemeler,araştırmalar, literatür özetleri ve gündemi belirleyen olaylar ve tartışmalara ilişkin görüş vedeğerlendirmeleri yayınlayan bilimsel bir dergidir. Türk Tabipleri Birliği tarafındanyayımlanır.MSG, ICMJE tarafından belirlenen standartları v e TTB Yayın Etiği Bildirgesi ilkelerinibenimser. Ayrıntı için web sayfasına ( http://www.ttb.org.tr/MSG) bakınızMSG'de yazılar belirli başlıklarda yayımlanır (ayrıntı için; web sayfasına bakınız) ve websayfası aracılığı ile gönderilir.Başvurusu kabul edilen yayın türleri (ayrıntı için; web sayfasına bakınız):I. Özgün araştırmaII. Araştırma raporu (ön rapor)III. Bakış / GörüşIV. YorumV. Editöre mektupVI. İşyeri hekimleri ve işçi sağlığının diğer disiplinlerinden derlemelerVII. DiğerDergiye gönderilen yazılar öncelikle Editörler tarafından bir ön değerlendirmeye alınır. Bu öndeğerlendirme sonrası Yayın Kurulu ve gerektiğinde Danışma Kurulu incelemesindengeçerek yazı hakkında karar verilir. Araştırmalar en az iki, ihtilaf durumunda üç hakemegönderilir. Gelen görüşlere göre yayın kurulunda değerlendirme yapılır.Yazım Kuralları:Derginin yazı dili Türkçe'dir. Yazılar Türk Dil Kurumu tarafından belirlenen dil bilgisi veyazım kurallarına uygun olmalıdır.Yazı bölümleri:Yazılar Windows tabanlı Microsoft Word programı ile her kenarından 3'er cm boşluk kalacakşekilde, 2 satır aralıklı olarak tüm bölümler dahil 15 sayfayı aşmayacak şekilde yazılmalıdır.Yazının sayfaları aşağıdaki bölümlere ayrılmalıdır.1. Başlık sayfası: Bu sayfada yazının başlığı, yazarlar ve bağlı oldukları kurumlar, yazarlarıniletişim bilgileri (telefon numarası ve e-posta adresi) olmaladır. Makalelerin hakemlertarafından tarafsız değerlendirmelerini sağlamak amacıyla makale metninde çalışmanınyapıldığı kurum veya çalışmayı yapan araştırmacıların kimliliğinin bulunmamasına dikkatedilmelidir.BİR CİNAYETİN ÖYKÜSÜG. Emre GÜRCANLISermaye birikimi, yalnız artı değer sömürüsü değil,ölüm ve yaralanmalarla yeniden üretilmektedir. İşçi ölümleri,yaralanmaları, işyerleri kaynaklı hastalıklar olmadankapitalizmin kendisini yeniden üretmesi mümkün değildir. İşçisınıfı üretmekte ama tüketilmektedir.Bu kitap bir müdahale ve mücadele aracı olaraktasarlanmış ve yazılmıştır. Türkiye'de bu konuda teorik veideolojik bir eksikliği tespit ederek hazırlanmıştır. Ancakkesinlikle tek bir yazarın kaleminden çıktığı düşünülmemelidir;özellikle son yıllarda bu konuda mücadele eden herkesin katkısıve emeğinin bu kitapta olduğu belirtilmeli ve işçi sağlığı ve işgüvenliği konusunda müdahale ve mücadele edenlere bir katkı,aynı zamanda bir teşekkür olarak algılanmalıdır. İnsanıninsanı sömürüsüne karşı "Biz başka âlem isteriz" diyenlereadanmıştır.2. Özet sayfası: Bu sayfada araştırma makaleleri için sadece Türkçe ve İngilizce özet yeralmalıdır. Araştırma makalesi olmayan yazılar için özete gerek yoktur.Türkçe ve İngilizce özet: Özetlerden her biri 2<strong>50</strong> sözcüğü geçmemeli, açık ve anlaşılırbiçimde çalışmayı özetlemelidir. Amaç, gereç ve yöntem, bulgular, sonuç (title, purpose,material and method, results, conclusion) bölümlerine ayrılmış olmalıdır.Anahtar sözcükler (key words): Türkçe ve ingilizce 2-5 kelime Indeks Medicus konu vebölüm başlıklarına uygun olarak belirtilmelidir.3. Metin sayfası: Özgün araştırmalar için yazıda şu bölümler bulunmalıdır:Giriş, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Öneriler, Kaynaklar.Kaynakların metin içinde gösterimi: Kaynaklar metin içinde kullanım sırasına görenumaralandırılmalı ve cümlenin sonunda noktalama işaretinden sonra parantez içinde bunumara ile belirtilmelidir. Birden fazla kaynak belirtilecekse numaralar arasına virgülkonmalıdır.Kaynak listesi: Kaynaklar yazının sonunda teşekkür bölümünden sonra metindekisıralamaya ve numaralandırılmaya uygun olarak yazılmalıdır. Kaynak yazımında aşağıdabelirtilen gösterim kullanılmalıdır. Yazar sayısı 3'ten fazla ise ilk üç yazar yazıldıktan sonra“ve ark.” kısaltması kullanılmalıdır. Dergi adları “İndex Medicus”a göre kısaltılmalıdır.Makale için; Gürcanlı GE, Müngen U, Akad M. "Construction equipment and motorvehicle related injuries on construction sites in Turkey" Industrial Health2008;46(4):375-388.Kitap için; Akkurt İ. “Mesleki Solunum Hastalıkları” Türk Tabipleri Birliği Yayınları,Ankara, 2007.Kitap içinde bölüm gösterimi: Ünlütürk Ulutaş Ç. “Evin İçi İşyeri: Ev Hizmetleri,Ücretli Emek ve Göçmen Kadın Emeği” İçinde: S.Dedeoğlu ve M.Yaman Öztürk (Der).Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği. SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları,İstanbul, 2010.İnternette kitap ve web sitesi: T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. “ÇalışmaHayatı İstatistikleri 2011”http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/dosyalar/istatistikler/yabanciizin_2011 (15/3/2013)4. Tablolar / Şekiller / Resimler / Grafikler sayfası5. Çalışmanın ana hatları: Bu sayfada çalışma/yazı ile ilgili kilit noktalarvurgulanmalıdır. Bu bölüm beş cümleden fazla olmamalıdır.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!