11.07.2015 Views

Download - Süleyman Demirel Üniversitesi

Download - Süleyman Demirel Üniversitesi

Download - Süleyman Demirel Üniversitesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

T.CSÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİSOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALIESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALIHÂMİDÎ- ZÂDE CELÎLÎHAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ KİŞİLİĞİVEHUSREV Ü ŞÎRÎNMESNEVİSİ(İNCELEME- TENKİDLİ METİN)YÜKSEK LİSANS TEZİDANIŞMANProf. Dr. HÜSEYİN AYANHAZIRLAYANŞEVKİYE KAZAN


HAMİDÎ -ZÂDE CELÎLÎ VE HUSREV Ü ŞÎRÎNMy thesis of Master Degree is about the appreciation and the study of thecomparative context of Hamidi-zade Celîlî’s mesnevi called “Husrev ü Şîrîn”.“Husrev ü Şîrîn”, sourced in Iran, is well known and appreciated in TurkishLiterature. It tells about the love of Hüsrev and Şîrîn. A good-skilled engineer, Ferhad,is the other lover of Şîrîn and the third character of the story. It’s externally andinternally wellstructured. It’s verse is successfully organized. The rhyme scheme isharmonious and consists of perfect rhymes. Various usages of puns provides it with aninternal harmony. It’s language, which consists of Turkish and Persian words, isfluent. Persian genitives determines the style of writing. Arabic genetives are rarelyused. It’s well decorated with the literary terms. The descriptions are briefly written inan artistic style avoiding the boredom of the readers.Celîlî wished to study on "Penc Genc" and wrote "Husrev ü Şîrîn" at the age oftwenty-four. He formed a collection including his other works.This collection consists of the fallowings.a) Husrev ü Şîrînb) Leyla vü Mecnûnc) Gül-i Sad-Berg-i Bî-hârd) Hecr-nâmee) Mehek-nâmeCelîlî took "Husrev ü Şîrîn" of Nizami who has "Penc Genc" as an example. Hemade up a summary of it using the essential part of the story. He almost challengedNizami, comparing his work to Şeyhî’s. In fact these two poets, who studied on thesame story, made up similar pieces.The context of “Celîlî’s Husrev ü Şîrîn” was first presented as a translationaccording to the copy an “Bibliothéque Nationale” in Paris and AÜ DTCF Libraryin Ankara.


VK I S A L T M A L A RA. : Ankara nüshası (DTCF Ktp)a.g.e.: Adı geçen eserA.Ü.: Ankara ÜniversitesiAnk.: AnkaraAta. Üni : Atatürk Üniversitesib. : beyitbkz.: bakınızBl.: Bölüm, bölümüBsm.: BasımeviC. : CiltDoç.: DoçentDr.: DoktorDTCF : Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiEdb.: EdebiyatEFAD : Edebiyat Fakültesi Araştırma DergisiF. : FasikülFak.: FakültesiH. : HicriHz.: Hazret-iİ.A.: İslâm Ansiklopedisi (MEB)İ.Ans.: İslâm Ansiklopedisi (Türkiye Diyanet Vakfı)Ktp.: Kütüphane, KütüphanesiM. : MilâdîMEB.: Milli Eğitim BakanlığıMec.: Mecmuasıno.: numaraÖ. : Ölüm tarihiP. : Paris nüshası(Bibliotheque Nationale)Prof. Dr. : Profesör Doktors. : sayfaS. : sayıT.A.: Türk AnsiklopedisiTDAY : Türk Dili Araştırmaları YıllığıTDEAr. : Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları DergisiTDK: Türk Dil KurumuTKA: Türk Kültürü Araştırmalarıv. : varakyay.: yayını, yayınları


VIyy.: yüzyıl


1HÂMİDÎ-ZÂDE CELÎLÎ ’NİN HAYATI, ESERLERİveEDEBÎ KİŞİLİĞİ(H.893/ M.1487-H.977/M.1569)I. HAYATICelîlî, Hâmidî-i Acem veya Hâmidî-i İsfahânî olarak tanınan MevlânâHâmidî’nin küçük oğludur. 1 Asıl adı Abdü’l-Celîl 2 olup H.893 /M.1487’deBursa’da doğmuştur.XVI. yüzyıl mesnevicilerimizden olan Hâmidî-zâde Celîlî’nin Husrev üŞîrîn mesnevisinin hâtime bölümünde 3 gözümüze çarpan şu beyitler onun doğumtarihini kesin bir biçimde ortaya koyan belli başlı ip uçlarındandır:1967. @o^uz yüz on sekiz olmı$dı HicretKi p


3diyerek Celîlî’yi Kanunî devri şairlerinden kabul etmektedir. Celîlî, II. Bayezîdzamanında doğmuş ve eserlerinin bazılarını I. Selim zamanında yazmıştır. ÂşıkÇelebi’ye göre Husrev ü Şîrîn’ini I. Selim’e sunmuştur. Âlî de Âşık Çelebî’yedayanarak H.923/1517’de Celîlî’nin “Âhî ile muasır... 12 ” olduğunu söylemektedir.Bu rivayet de Kanunî Sultan Süleyman ve hatta II. Selim devirlerinidüşündürmekle beraber esasen Celîlî’nin I. Selim zamanında şöhret bulduğuna 13kuvvetli bir kanıttır.Böylece Celîlî’nin doğum tarihini ve Bursalı olduğunu kesin olaraksaptadıktan sonra ailesi hakkındaki bilgilere geçebiliriz:Celîlî‘nin babası, İran’dan geldiği için, Acem lâkabıyla tanınmış; Farsça veTürkçe manzumeler yazan Hâmidî’dir. Hâmidî’nin hayatı, sanatı ve eserlerihakkında geniş bir incelemeye yer vermiş olan Prof. İsmail Hikmet Ertaylan 14onun Bursa’ya gelişi hakkında bize bilgiler vermektedir: Hâmidî, 881’deki KefeZaferi yapılan törenler sırasında padişah tarafından lutuf ve bağışlar sırasındakendisine verilen iki köle için teşekkür edeceği yerde, “ biraz tarla ve iki öküz bahşetse idiniz de gûşe-nişîn olsaydım.” demek gafletinde bulunmuş ve gerçektenolgun bir insan olmadığını göstermiştir. Hâmidî’nin bencil ve nankör olduğunugören padişah çok sinirlenmiş ve onu huzurundan kovmuştur. Felaketinbüyüklüğünü daha o zaman farkedemeyen Hâmidî, gün geçtikce hatasını anlamışve telâfisi için pek çok çareye başvurmuştur. Ancak “ cennetden dûr olan Âdemgibi .. 15 ” perişân olarak ömrünü sürdürmüştür. Daha sonra, padişahın emriyleBursa’ya I.Murât türbe ve imaretine şeyh olarak gönderilen Hâmidî, başlangıçta bugörevi kabul etmek istememiş; fakat büyüklerden bazılarının sözleri, onun aklınıbaşına getirmiş, daha büyük bir felakete uğramamak için saraydan uzaklaşmayıgöze almıştır. Kısacası Hâmidî’nin çileli hayatı, kaderin cilvesiyle, Osmanlısarayında huzura dönüşmesinin arkasından yine sıkıntılar içinde son bulmuştur.Celilî’nin kendisinden önce dünyaya gelen kardeşi Aziz Mahmûd’dur.Mahmûd’un doğumu için babası Hâmidî, 10 beyitlik Farsça bir tarin kıt‘asıyazmıştır. Buna göre Aziz Mahmûd, 875/M.1470’de İstanbul’da dünyayagelmiştir. Hâmidî 881/1476’da Bursa’ya sürüldüğü zaman Aziz Mahmûd 5-6yaşlarında olduğuna göre Abdülcelîl ile ikisi arasında 17 yıllık bir yaş farkıvardır 16 . Hâmidî’nin vefatında Celîlî, “mahb>b-ı nev-civân ü hilâl-âsâ ahvâl ü12 Âlî,Kûnhül-Ahbâr, a.g.e.13 Sadeddin Nüzhet Ergun, a.g.e.14 İsmail Hikmet Ertaylan, Külliyât-ı Divân-ı Mevlânâ Hâmidî, MEB Bsm. s.15-16, İstanbul,194915 İsmail Hikmet Ertaylan, a.g.e.16 Hüseyin Ayan, “Hamid!-zâde Celîlî, s.16


5fakat taksime uğrayan ödenekten ancak üç akçeyi kendisine iade edebilmişlerdir.Bu ücretle çok sıkıntılı günler geçiren şair, 945/M.1538’den evvel şuurunubüsbütün kaybetmiştir 27 . Yalnız yaşamayı seven, içine kapanık bir mizaca sahipolan Celîlî, “ Şürîde-qâl ü dîvâne-reng kişidür 28 .” Âşık Çelebî’nin anlattığına göre; ayda bir hamama gider; kimse yoksa yıkanmazmış. Berberin yanında iki üç kişibulunmayınca traş olmazmış. Şuurunu kaybettikten sonra bazı zamanlar yalınayak, baş açık ve kısmen çıplak olarak sokaklarda dolaştığı olurmuş. Bazızamanlar Kaplıca yolu üzerindeki evinin önünde durur, selâm verenin selâmınıalır; fakat konuşmak isteyenlere yüz vermezmiş. Ara sıra Bursa Ulu Camii’negider; çarşıya çıkarmış. Yaz kış elinde bir yelpaze, sarığında da daima bir gülbulundururmuş. Bir akçeye satın aldığı bir şeyi, iki akçe verip taşıtırmış. Kimseyealdırış etmez; kardeşi Âzîz Mahmûd’un tavsiyelerine uymazmış 29 .Müverrih Âlî ise H.977/1569 yıllarında kendisini derbeder bir şekilde Bursaçarşılarında gezer gördüğünü söylemektedir. Celîlî meyve alıp, parasını vermedengider, onlar da şairin durumunu bildiklerinden paramızı ver, demezlermiş. Parasıyanında olduğu zaman da fiyatını sormadan borcunu ödermiş 30 .Âhdî, 971/1563’de yazdığı Gülşen-i Şu‘ara’sında Celîlî’nin kırk yıl kadar kimseylekonuşmak ve görüşmek istemediğini söylemektedir 31 .Hemen hemen bütün kaynaklar onun genç bir yaşta iken tecennün ettiğinive manzumelerinden bir kısmını cinnet halindeyken yazdığını söylemektedirler.Celîlî’nin ölüm tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak TarihçiÂlî’nin Künhü’l-ahbâr’ı yazdığı sıralarda onunla konuşmuş olmasındanH.977/M.1569’dan sonra Bursa’da öldüğünü söyleyebiliriz.27 Âşık Çelebî, Meşâ’irü’ş-şu‘arâ, v. 81a.28 Latifî, Tezkire-i Latifi, İstanbul, 1314, ikdâm Matb. s.129-130.29 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî, s.1630 Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, s.95531 Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, s.955


6II . ESERLERİSon araştırmalara göre Türk edebiyatında Ali Şîr Nevâyî (Ö.906/1501),Hamdullah Hamdî (Ö.909/1503) ve Bihiştî Ahmet Sinan Çelebi’den (Ö.917/1511-12[?]) sonra hamse yazan şairler arasında Celîlî dördüncü sırada yer aldığı haldegerek yaşadığı dönemde gerekse daha sonraki devirlerde pek tanınmamıştır 32 .Eserlerine Türkiye kütüphanelerinde rastlanmaması da bunu göstermektedir.Celîlî’nin Hamsesi Prof. Dr. Hüseyin Ayan tarafından Paris Milli Kütüphanesi’ndegörülüp incelenmiştir.Celîlî’nin eserleri kendisi tarafından topluca ele alınmış 33Leylâ vü Mecnûn 34 , Gül-i Sad-berg-i Bî-hâr, Hecr-nâme 36 , Mehek-nâme 37 adlıeserleri çeşitli dergilerde yayımlanan makalelerle edebiyat âlemine ilk kez anahatlarıyla takdim edilmiştir.Buna göre Celîlî’nin eserleri şunlardır:A. CELÎLÎ’NİN HAMSESİa) Husrev ü Şîrînb) Leylâ vü Mecnûnc) Gül-i Sad-Berg-i bî-hârd) Hecr-nâmee) Mehek-nâmea) HUSREV Ü ŞÎRÎNCelîlî’yi şöhrete kavuşturan bu eseri, çalışmamızın konusu olduğu için,burada tekrarlamayı düşünmedik. Âgâh Sırrı Levend 38 , şairin adı geçen eserini elealarak, hikâyenin ana akışını örneklerle vermiştir. Mesnevinin yazılışı ve Nizâmîile ilişkisi araştırıldıktan sonra AÜ DTCF’deki kayıtlı nüshadan istinsah edilmişbir kopyasının ve Paris Bibl. Nationale’de bulunan bir başka nüshanınfotokopisinin kendisinde bulunduğunu haber vermiştir.b) LEYLÂ VÜ MECNÛN32 Hasan Aksoy, “Celîlî, Hâmidî-zâde” İ.Ans. C.7, s.269, İstanbul,199333 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî, TKA C. 17-21,S.1-2.,s. 15-45, Ank.198334 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u, Ata. Ün. EFAD, F.3, S.16, s.55-77, Erzurum, 198836 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî’nin Hecr-nâme’si, Ata.Ün. EFAD, F.1, S.14, s.155-172, Erzurum 198637 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî’nin Mehek-nâme’si, Ege Ün. TDEAD. II. S.5-13, İzmir, 198338 =gâh Sırrı Levend, TDAY, Belleten, 1965, s.103-127


7H.919/1514 yılının Ocak ayında nazmedilen bu mesnevi, Celîlî’yi şöhretekavuşturan bir başka eserdir. Celîlî :Ebyâtı şumâr ey güher-sencOldı iki bin sad u çihil-penç 39sözleriyle beyit sayısının 2145 olduğunu söylemektedir; ancak Prof.Dr.HüseyinAyan’ın araştırmasına göre 40 eser, 2116 beyitten meydana gelmiştir. Bu mesnevi,iki tevhid, bir münâcât, bir na‘t ve Yavuz Sultan Selîm’e söylenmiş birmedhiyeden sonra başlamaktadır. Celîlî’ye göre Leylâ vü Mecnûn mesnevisi önceNizamî tarafından yazılmıştır. Kendisini dördüncü sırada gösteren Celîlî, eserinindeğerli olduğunu söyleyerek, Nizâmî’nin kurduğu “söz dîni” nin dördüncü halifesiolduğunu göstermiştir. Şair, esas amacının “Penc-Genc”i tamamlamak olduğunubelirterek, eser hakkında bilinmesi gereken herşeyi anlatmıştır. Celîlî’nin bu eseribaşarılı görülen bazı motifler bakımından Fuzulî’yi etkileyebilecek güçtedir 41 .Nevâyî, Hamdullah Hamdî ve Fuzulî’nin aynı adı taşıyan mesnevilerinden, beyitsayısı bakımından, küçük olan bu eser külliyatın 64b.-128b. varakları arasında yeralmaktadır. Tek nüshası vardır.c) GÜL-İ SAD-BERG-İ BÎ-HÂRKülliyatın 3b-86b varakları arasında sayfa kenarında yer alan bu eser,mesnevi ve gazellerden meydana gelmiştir. Bazı kaynaklarda sondaki gazellerdendolayı “divançe” zannedilmiş, “Gül-i Sad-berg Divanı” şeklinde adlandırılmıştır.Tevhid, na‘t ve dîbâce denilebilecek altmış yedi beyitlik bir mesneviden sonragazeller kısmı gelmektedir. Dîbâcede gül bahçesinde yapılan bir gezinti sırasındayüz yapraklı bir güle rastlandığı anlatılmakta, ayrıca bülbülün feryâdı ve gülleringeçiciliği dile getirilmektedir. Bundan sonra gelen yüz gazel, gül ile bülbülünbirbiriyle münazarası mahiyetindedir. “Gül-i Sad-berg-i Bî-hâr “ gibi 67 beyitlikbir mesneviye yüz gazelin ilave edilmesi, o zamana kadar görülmüş bir şeydeğildir. Onun için hemen hemen bütün tezkireler, “ gazeliyyâtda Gül-i Sad-berg ’ivardır.” diyerek, kimisi tek esere, kimisi iki esere veya risâleye, kimileri de bu adaltında bir divana işaret etmektedirler 42 . Celîlî, daha genç yaşlarında, Gül-i sadberg-iBî-hâr’ı ayrı bir eser saymış ve dostlarına da böyle takdim etmiştir. Bütüntezkireler ondan beğeniyle söz etmişlerdir.39 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u, s.5640 Hüseyin Ayan,Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u41 Hüseyin Ayan,a.g.e. s.55-7742 Hüseyin Ayan, Hamidî-zâde Celîlî, TKA. c.17-21, s.1-2., s. 22-23, 30-34, Ankara, 1983


8Külliyatın İçindeki nüshadan başka, Süleymaniye kütüphanesi’nde de“Divan-ı Gül-i Sad-berg “ adında bir başka nüshanın 43 bulunduğunu, yaptığımızson araştırmaya göre, biliyoruz.d) HECR-NÂMEAynı külliyatın 108b-121a varakları arasında sayfa kenarında yer alan 483beyitlik bu eser, şairin yirmi iki yaşında iken yazdığı bir mesnevidir. H.915/1509’da kaleme alınan ve Celîlî’nin aynı zamanda “Hazan-nâme “ adını verdiği bu eserBesmele manzumesiyle başlamaktadır. Besmelenin harflerini yorumlayan 60beyitlik “tahmîd” den sonra 24 beyitlik na‘t ve 25 beyitlik çihâr-yâr’ın övgüsündensonra asıl hikâyeye geçilmiştir. Aşk konusunun işlendiği eserde olaylarınkahramanı Celîlî’nin kendisidir. Şairin hayatına, arzu ve heveslerine dair bazıipuçları burada görüldüğünden “ hasbihal 44 ”olarak nitelendirilmiştir. Kendi içdünyasına ışık tutan bu eser, sade ve lirik bir üslûpla yazılmıştır.e) MEHEK-NÂMEKülliyatın 89b-92a varakları arasında sayfa kenarında yer alan bu eser,seksen yedi beyitlik küçük bir mesnevidir 45 . Dokuz beyitlik tevhid ve on üçbeyitlik na‘ttan sonra sekiz beyitlik bir pend gelir. Sonra elli yedi beyittenmeydana gelen asıl konuya geçilir. Hikâyenin konusu altın, gümüş vemehek(mihenk) arasında geçmektedir. Hüsn-i ta‘lil sanatının güzel örneğini verenşair, kendi değerinin bilinmediğinden yakınmakta, güzel sembollerle halinianlatmakta, mal ve mülkün, güzelliğin geçici olduğunu ve bunların cazibesininyanıltıcılığını belirtmektedir.Külliyatın içindeki nüshadan başka, Süleymaniye Kütüphanesi’nde de“Miheng-nâme”adında bir başka nüshanın 46 bulunduğunu, yaptığımız sonaraştırmaya göre, biliyoruz.B. CELÎLÎ’NİN DİVANIBibliotheque Nationale’deki 130 varaklık külliyatı içinde 5a-89b varaklararasında sayfa kenarında yer alan mürettep bir divandır. Bu eserinde yirmi üçüFarsça 303 gazel; ikisi Farsça, ikisi Arapça, biri mülemma altı kıta, üç farsça rubâi,43 İstanbul Süleymaniye Ali N.Tarlan Ktp. 151 No. 959644 Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Hecr-nâmesi”, s.155-17345 Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Mehek-nâmesi” , s. 5-13.46 İstanbul Süleymaniye Ali N.Tarlan Ktp. 151 No. 9749


9ikisi Farsça yedi matla‘, ikisi Farsça üç müfred, Farsça-Türkçe on iki tarih ve sekizmuamma mevcuttur.“Elifba” ya giren bütün harflerle kafiyeli gazeller yazmaya özen gösterenşairin divanında kaside görülmemektedir 47 . Zaten tezkireler ve kendisi dekasidelerinden bahsetmemektedir.C. ŞEH-NÂME TERCÜMESİÂşık Çelebi ile Hasan Çelebi, şairin Gül-i Sad-berg’i ile Husrev ü Şîrîn veLeylâ vü Mecnun mesnevilerini kaydederek, Şeh-nâme’yi Türkçeye çevirmeyeçalıştığını işittiklerini ifade etmişlerdir.Celîlî, Husrev ü Şîrîn Mesnevisindeki :1992. _ır


10Celîlî’nin bu adda bir mesnevisi olduğunu kaydeden Beyânî, tezkiresinde :“Gül-i Sad-bergi ve Yusuf u Züleyhâsı vardur. Ve Leylâ vü Mecnûnı vardur... 51 ”demektedir. Ancak, diğer kaynaklarda böyle bir habere rastlanılmaması istinsahhatasından doğduğunu düşündürmektedir 52 .51 Beyani Tezkiresi, Millet Kütüphanesi- Ali Emiri Tarih 7573 v.21b.52 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.26


10III. EDEBÎ KİŞİLİĞİCelîlî çağının önde gelen şairlerinden birisidir. Özellikle mesnevi alanındagösterdiği başarıdan söz edilebilir. Şairin eserlerinin ortaya çıkarılarakincelenmesi 1 ve tezkirelerde onun şairliğine tanıklık edecek bilgilerin varlığı bunuaçıkca ortaya koymaktadır.Celîlî’yi şöhrete kavuşturan en önemli eserleri Husrev ü Şîrîn ile Leylâ vüMecnûn mesnevileridir. Şairin gerek bu mesnevilerinde gerek Âşık Çelebi ile Âlîmülâkatlarında adı geçen “Penc-Genc”in tamamlanma isteği onu “hamse sahipleri“ arasında andırmıştır 2 . Beliğ, “Güldeste-i Rıyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ıNâdire-dân’ında, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi’den gelen bilgileri tekrarladıktansonra ilk defa «Mesneviyâtda hamse sahibi olup Husrev ü Şîrîn ile Leylâ vüMecnûn » hikâyelerini yazdığını söyler 3 .Beş mesneviyi bitirip hamse sahibi olmak bir şair için sanat hayatındavarılacak en büyük amaçtır 4 . Celîlî’de de bu arzuyu görmekteyiz. Husrev ü Şîrînmesnevisinde :Budur peyveste bu gö+lüm mer


11Celîlî, Gencelî Nizâmî gibi, “Penc-Genc” sahibi olmak için bu işebaşladığını söylemektedir. O halde şairin mesnevilerinin bazı yerlerinde bahsettiği“Penc-Genc” e el atması keyfiyeti ile Beliğ’in “Hamse sahibi” demesi arasındauygunluk vardır 7 .Celîlî Husrev ü Şîrîn ile Leylâ vü Mecnûn mesnevilerini yazmakla, “Penc-Genc” yolunda yürüyenlere katılmış; Hecr-nâme ve Mehenk-nâme’leri “icâd”etmekle onlardan ayrılmış; Gül-i Sad-berk-i Bî-hâr’la da bu sahaya “yenilik”getirmiştir 8 .Gül-i Sad-berk’ini 915/1509’dan evvel, Hecr-nâme’sini yirmi iki 9 , Husrevü Şîrîn’i yirmi beş yaşındayken Leylâ vü Mecnûn’unu da bir yıl sonra 10 yazmıştır.Çok genç yaşta olgunluk gösteren şairin eserleri günümüzde de zevkle okunup,ibret alınacak niteliktedir.Hecr-nâme’sinde kişiliğini gösteren tasvirlere yer vermiştir. Hatta hayatına,arzu ve heveslerine dair bazı ipuçları Hecr-nâme’de görüldüğünden “hasbihal”olarak nitelendirilmiştir 11 . Samimi ifadelerle örülü :Dinle bir hoş hikâyet eyleyeyinNe hikâyet şikâyet eyleyeyinDiyeyin sana dâğ-ı derdümdenEşk-i gülgûn u rûy-ı zerdümdenKi neden çehre böyle zerd oldıHem-demüm niçün âh-ı serd oldı 12beyitlerinde kendi hayatıyla ilgili yakınmalara rastlanmaktadır. Ayrıca bubeyitlerde:Dinle neyden kim hikâyet etmedeAyrılıklardan şikâyet etmede........Şerha şerha eylesin sînem firâkEyleyen tâ şerh-i derd-i iştiyâk7 Hüseyin Ayan, Hamidî-zâde Celîlî, s.27.8 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Mehek-nâme’si s.6.9 Hüseyin Ayan, Hamidî-zâde Celîlî, s. 24.10 Hüseyin Ayan, Hamidî-zâde Celîlî, s. 24.11 Hüseyin Ayan, a.g.e., s. 35.12 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Hecr-nâme’si (b.110-112) s.162.


12diyen Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin “Mesnevi” sinin havasını da sezmekteyiz.Aşk konusunun işlendiği eserde olayların kahramanı Celîlî’nin kendisidir.Yaptığı tasvirlerle Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ının temelini atmıştır 13 . Şair,“Hürrem-âbâd”a ulaştığı zaman, hikâyesini biraz daha geliştirmek isteseydi,muhakkak edebiyatımız bir büyük “aşk” mesnevisi kazanmış olurdu 14 . Celîlî, sözüuzatmaktan korkarak : “Ömür kısadır, hikâyeyi uzun etme.” diyerek Hecr-nâme’yibitirmiş, böylece okuyucularını düşünmeye sevketmiştir 15 .Celîlî’nin şiirleri samimidir. her biri “veciz söz” değerindedir:Merd isen kendü sözünün eri olZen-i dünyâdan el çeküp berî ol...Pâk ol dîn yolunda zer bigiTâ safâ bulasın güher bigi 16Bu beyitlere, şunları da ekleyebiliriz:Hakkı görürken itme bâtıla meylNâkısa bakma eyle kâmile meylHak sözi kanda olsa gûş eyleZehr ise şehd bigi nûş eyleZâhir-i hâlden geçüp pâk olEhl-i bâtın eşiğine hâk ol 17Celîlî’ye göre, altın ve gümüş değerli madenlerdir. Ancak bunlar, insanlarıaldatırlar. Kendisini değerli görenleri bir “sahib-ayar”a şikâyet edebilmeli veyanılmayan bir ölçüye “mehenk” e başvurabilmelidir. Değerlilerin değerini ortayakoyan “damga” ya daima ihtiyaç vardır 18 . Değerinin bilinmediğini düşünen şair,güzel sembollerle halini anlatmış; güzelliğin, mal ve mülkün geçici olduğunuvurgulamıştır.13 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.15814 Hüseyin Ayan, a.g.e. 15815 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Hecr-nâmesi, s.159.16 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Mehek-nâmesi,(b.82,84) s.13.17 Hüseyin Ayan, Celîlî’nin Mehek-nâmesi,(b.27-29) s.10.18 Hüseyin Ayan, Hamidî-zâde Celîlî, s.35.


13Husrev ü Şîrîn mesnevisinde, Husrev, sevgilisinin uğruna inciler dökmekte,Bârbed’in bir sözüne yüz mücevher vermektedir. Celîlî burada kendisindenbahsederek:1330. Eger $imdi disen yüz $i‘r-i reng!nİri$mez gevher ill< mu$t-ı seng!n1331. Hüner-mend e$kden d


14Şairin iç dünyasındaki karışıklıklar, içinde kopan fırtınalar çevresiyle olanilişkilerini de etkilemiştir. Adına eserler sunduğu Yavuz Sultan Selim’den gerekliilgiyi görememiştir. “Penc-Genc” sahibi olmak için bu işe başlamış; fakat geçimsıkıntısından kurtulamamıştır. Husrev ü Şîrîn mesnevisinde gördüğümüz gibi:1973. Eger olmasa ebr-i f


15Âşık Çelebi’nin tezkiresinde «... Zâtî ve Hayâlî’yi sordum. İşte hep ma‘lûmdiyüp kat‘-ı kelâm itdi 24 » sözlerinden de Celîlî’nin kendisini çağının önemlişairleriyle kıyaslayacak kadar üstün gördüğünü anlıyoruz.Ona göre, Leylâ vü Mecnûn’u önce Nizamî yazmıştır. Bu “mucizeler”gösteren şair binayı kurduktan sonra “sofa”sına yerleşenler artmıştır 25 . Husrev-iDehlevî, Câmî, Hâtifî’nin adını andıktan sonra, arada anmaya değer kimseyigörmeden, dördüncü şairin kendisi olduğunu söylemiştir:Dördünci benem ‘al< ~al


16Başkasından konu almayı veya nazire-cevap söylemeyi hoş görmeyen şair,“Hecr-nâme” adlı mesnevisinin sonunda eseri için şöyle demektedir 26 :Ben ki bu Hecr-nâmeyi yazdumYazma%a göz sevâdını ezdümSanmanuz Fürsden temettu‘ idem&ayriler na]mını tetebbu‘ idemQ


17çaşnî-dârdur 31 .» diyerek Celîlî’den övgüyle söz etmiştir. Gül-i Sad-berk-i Bîhâr’ında67 beyiti mesnevi tarzında yazdıktan sonra gazellere geçmiştir. Bugazelleri okuyanlar “katmerli gül” ün kokusunu teneffüs etmekte ve renklihayallerin öncülüğünde “gül bahçelerini” dolaşmaktadır 32 . Farsça bir gazelinmahlas beyitinde Celîlî, “Kaleminin Matlau’l-Envâr’ı kitapların şahı yaptığındandolayı, nâzımda Mahzenü’l-esrâr” olduğunu söylemekte, eserini bunlarlamukayese etmek istemektedir 33 . Celîlî gibi «Gül-i Sad-berk » adlı yüz hadisikapsayan bir esere sahip olan Beliğ’in “Gazeliyyatda Gül-i Sad-berk-nâm mürettebdîvânı vardur” demesi Latifî’nin tekrarıdır 34 .Âlî, « eş‘ârında çendân safâ ve belâgat yokdur. Amma mesnevisinde bülendve matbû sözleri me‘mûl olandan artukdur. Ekser-i ebyâtı pesend ve tahsîne sezâvârdır.» diyerek 35 Celîlî’nin şairliği hakkında bize bilgiler vermektedir. AyrıcaLâmi‘î ile Celîlî’yi karşılaştırarak « ... Rahmî’den sonra Bursa şu‘arasınun güzîdesitutulmak câ‘izdür. Zîrâ ki Celîlî mü’ellefâtından bunun âsârı efzûn idügi bârizdür 36...» demekle Rahmî, Câmî ve Celîlî’yi bazı konularda eşit, eserlerinin fazlalığıbakımından ise farklı görmekte ve göstermektedir 37 .Celîlî, genç yaşta çevresine kendisini göstermiş, “Divânı”nı tamamlayıp“Penc-Genc”e el atmak isteğiyle 24 yaşında Husrev ü Şîrîn mesnevisini kalemealmış, Leylâ vü Mecnûn, Hecr-nâme, Mihek-nâme, Gül-i Sad-berk’ten toplanmışbir külliyat meydana getirmiştir. Bu bakımdan güçlü bir şair sayılabilir 38 , diyenA.S. Levend’in bu hükmünü “güçlü bir şairdir” şeklinde değiştirmek yerinde olur.Celîlî, toplum hayatından uzaklaştıktan sonra kalemi, kâğıdı bırakmasaydı;« yarı meczûb bir halde 39 » dünyadan elini çekmeseydi, belki de daha pek çokgüzel eserler meydana getirecekti.31 Âşık Çelebi, Meşâ’irüş-şu‘arâ, v. 81b.32 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.23.33 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.2334 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.2835 Âlî, Kümhü’l-Ahbar, s.16736 Âlî, Kümhü’l-Ahbar, s.167.37 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.2838 A.S.Levend, Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’i, s. 103.39 Hüseyin Ayan, a.g.e. s.39.


18IV. CELÎLÎ MAHLASLI DİĞER ŞAİRLERCELÎLÎ (BOLULU) :XVI. yüzyıl şairlerindendir. Hasan Çelebi, tezkiresinde 1 : “ Namı Abdü’lcelîldür.Lâyık-ı ta‘zîm ü tebcîl zât-ı şerîfi celîl Abdülganî Efendinün birâder-ikihteridür. Kaza semtine sülük eylemişdir. Sehâvet mürüvvet ve şân-ı mekrûmetve dervîşî ve meskenet ile şöhre-i dâr ü diyâr ve bu fende dahı gerçekden sâhib-ii‘tibârdur.” diyerek Celîlî’nin kadılık yaptığını cömertliği ve derviş meşrebliği iletanındığını söylemekte ve “ ... eş‘âr-ı âb-dâr ol şâ‘ir-i belâgat ... 2 “ sözleriyle onuyüceltmektedir.Ahdî, tezkiresinde : “ Boludan müderrisîn içre zikr olunan AbdülganiÇelebinün birâderidür. Zümre-i mülâzimîndendür. Asl u neseble celîlü’l-kadr veserâ-yi ma‘rifet ü faziletde ... ma‘ârif ile sâhib sadr ve edâ-yı nazmda tab‘-ı bülendiâlî himmet vü eş‘ârı pesend-i erbâb-ı ma‘rifetdür.” demektedir 3 . Pervane BeyMecmuasında “ Celîlî kuzât kısmındandur” ser-levhasıyla bir gazel kayıtlıdır. Bumanzumenin Bolulu Celîlî’ye ait olması kuvvetli bir ihtimaldir 4 . Sicilli Tarih’inde“Evâhir-i Sultan Murâd-ı sâlisde fevt oldu.” denilmektedir 5 . Ahdî tezkiresinde buşair adına üç beyit, Hasan Çelebi’de ise iki beyit kayıtlıdır.CELÎLÎ (EDİRNELİ) :XVI. yüzyıl şairlerindendir. II. Selim zamanında ölmüştür. Hasan Çelebi,tezkiresinde : “ Hıtta-ı pâk-i Edirneden zuhûr u bürûz itmişdür. Erbâb-ı sanâyidenpenbe-dûz şi‘ri âşıkâne vü pür-sûzdur 6 . Sultan Selim devrinde nakl itdi.” demekteve şaire ait üç beyite yer vermektedir. Edirneli Celîlî adına kayıtlı olan bu üçbeyitin bulunduğu gazel ile Celîlî mahlaslı diğer iki gazel Câmi‘ü’n-nezâir’demukayyeddir 7 . Kafzâde Faizî, şairin bir beytini örnek olarak kaydedmiş ve onun“devr-i Sultan Selim-i kadîmde fevt 8 “ olduğunu söylemiştir. Riyazî, tezkiresiyle “Enisü’l-müsâmirin “ ve “Riyazî Belde-i Edirne “ de de şairden kısacabahsedilmiştir 9 . Sicilli Tarihi’nde “ Erbâb-ı Sanâyiden olup Sultan Selim Han-ıevvel devrinde fevt 10 “ olan iki Celîlî kaydedilmesi Sadeddin Nüzhet Ergûn’a görekesinlikle yanlıştır 11 .1 ,2 Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şu‘arâ, TTK Bsm. s.2603,4,5 Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk şairleri C.II.,s.9476 Latîfî, Tezkire-i Latifî, s.1197 8,9,10,11 Bkz. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C.II., s.948.


19CELÎLÎ (BURSALI) :Sultan Bayezîd devri şairlerindendir. “ Bu fende ol kadar bıdâ‘ati veeş‘ârınun çendân şüyû‘ vü şöhreti yokdur 12 .” Kafzâde Faizî ve Hasan Çelebitezkirelerinde de aynı bilgiler vardır 13 . Latifî tezkiresinde şairin adına iki beyitkayıtlıdır 12 . Tarihçi Âlî, Latifî’nin verdiği bilgileri tekrarladıktan sonra, Bursalı birCelîlî kaydettiği için Âşık Çelebi’yi eleştirmektedir 14 . Çalışmamızda görüldüğügibi Latifî’nin “İznikli” diye gösterdiği Celîlî, aslında Bursalı Celîlî’dir. Buyanlışlığın sebebi olarak eserin 945/ M. 1538’de yazan Sehi’nin “hamse sahibi”Celîlî’yi o tarihten evvel ölmüş olarak göstermesinden meydana geldiğinibiliyoruz 15 .CELÎLÎ (İZNİKLİ) :Sehi tezkiresinde “İznikli Celîlî “ başlığıyla bir şair kayıtlıdır. Hâmidî-zâdeCelîlî’nin bir aralık ölüm haberinin yanlış duyulmasıyla yanılan Sehî, şairlerikarıştırmış ve bu şairi II. Bayezîd devrinde ölen Celîlî zannetmiştir 16 . Latifî de 17tezkiresinde Celîlî’yi İznikli göstermiştir. Fakat bu şaire dair verilen bilgilerinçoğunun Hâmidî-zâde Bursalı Celîlî’ye ait olduğu görülmektedir 18 .12 Latifî, Tezkire-i Latifî, s.119.13 Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C.II., s.94814,15 Bkz. Çalışmamızdaki “Hamidi-zâde Celîlî’nin Hayatı “ bölümü s.1-916 Bkz. Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C.II., s.948.17 Latîfî, Tezkire-i Latifî, s.11918 Bkz. Çalışmamızdaki “Hamidi-zâde Celîlî’nin Hayatı “ bölümü s.1-9


20G İ R İ ŞI. HUSREV Ü ŞİRİN HİKAYESİNİN TARİHİ KAYNAĞIHusrev ü Şirin, İslâm Edebiyatında asırlarca büyük ilgi toplamış, bir çokşair tarafından işlenmiş bir konudur. Husrev ü Şirin hikâyesi tarihi bir gerçeğedayanır. Eserin kahramanlarından biri, Sasanî hanedanının son hükümdarlarındanolan Perviz bin Hürmüz II (596-628)’dir. Elde bulunan tarihi kaynaklar vasıtasıylaPerviz II’nin şahsiyetini ve yaptıklarını tesbit etmek mümkündür. Bu hikâyeninkahramanları hakkında bilgi veren en eski kaynak Taberî Tarihi ile Arapcoğrafyacılarının eserleridir. Taberî Tarihi Husrev-i Perviz’in hayatını kısaca şöyleanlatır. 1 : Sasanî hükümdarı Hürmüz, Türkistan hakanı Sasan bin Hakan’ın İran’asaldırması üzerine, kumandanlarından aslen Türk olan Heratlı Behram-ı Çûbîn’inemrine bir ordu vererek onu Türklerin üzerine göndermişti. Behram-ı ÇûbînTürkistan Hakanını yenmiş ve elde ettiği ganimetleri de emin adamlarla Hürmüz’egöndermişti. Önce hediyelere çok memnun olan Hürmüz, veziri Yezdan Bahşiş’insözlerine uyarak Behram-ı Çûbîn’e olan itimadını kaybetti ve haksız yere ona çokkötü bir mektup gönderdi. Behram-ı Çûbîn bu mektubu aldıktan sonra Hürmüz’ekarşı ayaklandı ve askerleriyle birlikte Rey şehrine geldi. Burada Hürmüz ile oğluşehzade Husrev’in arasını açmak için Husrev adına sikkeler basarak, bunları kendiadamları ile başkent Medâyin’e sokmağa muvaffak oldu. Hürmüz oğlunun kenditahtına göz diktiğine inanarak Husrev’i huzuruna çağırdı ve sorguya çekti. Husrevböyle bir şeyden haberi olmadığını söylediyse de, babasını ikna edemediğinianlayınca o gece gizlice Azerbeycan’a kaçtı. Bu sırada Behram-ı Çûbîn’inMedâyin’e yaklaşmakta olduğunu duyan İran’ın ileri gelen büyükleri, anatarafından Türk olan Hürmüz’ü tahttan indirerek gözlerine mil çektiler.Azerbeycan’da bulunan Husrev’e bir elçiyle haber ulaştırdılar ve gelip tahtaçıkmasını söylediler. Bu haber üzerine hiç vakit kaybetmeden Medâyin’e gelenPerviz, tahta geçtikten sonra babasını ziyaret edip, bu olaylarda bir rolü olmadığınısöyledi ve ondan kendisini bağışlamasını diledi. Onun bu samimi itirafı üzerineHürmüz kendisine bu kötülüğü yapanlardan intikamını almasını rica ettiğinde,Husrev-i Perviz, Behram-ı Çûbîn meselesini hallettikten sonra bu isteğinin yerinegetirileceği hususunda ona söz verdi. Fakat Behram-ı Çûbîn ile yaptığı savaştayenildi. Babasına da danışarak Rum’a gitmeği kararlaştırdı. Yanında maiyeti ve ikidayısı, Bistam ve Bendûye, olduğu halde Medâyin’i terk etti. Yolda dayılarıBehram-ı Çûbîn’in Hürmüz’ü tekrar tahta geçirmesi ve Rum kayserinden yardımisteyip onları mahvetmesinden korkarak Medâyin’e geri döndüler. Hürmüz’üöldürdükten sonra tekrar Husrev-i Perviz’e iltihak ettiler. Şam sınırına1 Gönül A.Tekin, Alî Şîr Nevâyî, Ferhâd ü Şîrîn, s.1-3.


21geldiklerinde bir savmiada misafir oldular. Fakat bu sırada Behram-ı Çûbîn’inonları takip etmekte olan adamları arkalarından yetişti. Dayılarından Bendûyeelbiselerini Husrev’inkilerle değiştirerek onun yoluna devam etmesini sağladı.Husrev Rum’a doğru yol alırken, Bendûye yakalanarak Behram-ı Çûbîn’e teslimedildi. Behram onu hapsettiyse de daha sonra o bulunduğu yerden kaçmayıbaşardı. Oradan Azerbeycan’a giderek, oradaki Türklerle anlaşıp asker toplamayabaşladı. Diğer taraftan Rum’a gelen Husrev, Rum kayseri tarafından çok iyikarşılandı. Kayser onu kızı Meryem ile evlendirdi. Emrine yetmiş bin asker tahsisettikten başka, oğlu Benatos’u da hizmetine verdi. Husrev-i Perviz bu kuvvetlegeri döndü. Önce Azerbeycan’da dayısının kuvvetleri ile birleşti. Sonra daMedâyin’e doğru yürüdü. Bunu haber alan Behram-ı Çûbîn, büyük bir orduhazırlayarak onu karşılamaya çıktı. Yapılan uzun savaşlardan sonra yenilenBehram-ı Çûbîn, bir kaç adamı ile birlikte kaçarak Türkistan hakanına sığındı.Böylece Husrev Medâyin’de ikinci defa tahta çıktı. Gittikçe artan bir kuvvetle 38yıl İran’ı idare etti.Husrev-i Perviz padişah olduktan yirmi sene sonra Hz. MuhammedMekke’den Medine’ye hicret etti. Oradan Husrev’e mektup göndererek onu İslâmdinine davet etti. Husrev sadece bu mektubu yırtmakla kalmayıp, Yemen beyineelçiler göndererek Hz. Muhammed’in ortadan kaldırılmasını emretti. Yemen beyielçileri Hz. Muhammed’e gönderdi. O da onları Husrev’in ölümüne kadar türlüvesilerle yanında alıkoydu. Ancak Husrev’in ölümünden sonra onlara Yemen’edönmeleri için izin verdi. Husrev’in Arap kabilelerinden biriyle yaptığı muharabeiZîkâr’dan başka hükümdarlığı sırasındaki her hangi askerî ve siyasî bir olaydanTaberî Tarihinde bahsedilemez. Yalnız onun ölümü ile ilgili şu hikâye anlatılır:Hayatının sonlarına doğru Husrev oğullarına, İran’ın büyüklerine, özellikleBizanstan gelen hükümdarlara çok kötü davramakta idi. Oğullarını hapsettirmiş,onların kadınlarla yaşamasını yasaklamıştı. Onun bu hareketlerini gören İran’ınileri gelenleri, Husrev-i Perviz’in Meryem’den olan oğlu Kubad (lakabı Şîrûye) ileanlaştılar. Ona babanı öldür, yerine geç dediler. Şîrûye onların sözüne uyarakbabasını öldürdü. İran hükümdarı oldu.Husrev’in tarihi şahsiyeti ve karekteri hakkında etraflı bilgi verenkaynaklarda Faruk K. Timurtaş’ın da söylediği gibi, Şîrîn için pek az ve biribirineuymayan kayıtlar bulunmaktadır. 2 Şîrîn’den ilk defa Taberî Tarihinde bahsedilir.Taberî, Husrev’in sahip olduğu kıymetli eşyaları sayarken, Şîrîn için de şunlarısöyler: “ Ve anın bir cariyesi var idi ki adı Şîrîn idi. Ol asırda andan cemile yoğidi 3 .”2 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i, s.383 F.K.Timurtaş, a.g.e. , s.41.


22Lebeau’ya göre Şîrîn aslen Romalı bir kızdı. Husrev, Şîrîn’i çok sevdiğiiçin memleketinin kanununu hiçe sayarak onunla evlendi 4 . A. Christensen iseYunan kaynaklarındaki bilgiye dayanarak, Şîrîn’in Husrev-i Perviz’in hıristiyangözdesi olduğunu söyler. Kendisi Huzistanlı olan bu güzel, Husrev’le evlendiktensonra hıristiyan halkı daima himaye etmiş ve Kasr-ı Şîrîn denilen saraydayaşamıştır 5 . Kaynakların bildirdiğine göre Şîrîn’in nereli olduğuna dair ilerisürülen fikirler bugün için karanlıktadır. Şîrîn, nereli ve kim olursa olsun, güzelliğive zekâsıyla Sasanî hükümdarı Husrev-i Perviz II’nin ilgisini çekmiş, onunlaolağanüstü sayılabilecek bir aşk yaşamış olacak ki zamanındaki ve daha sonrakitarihlerin ondan söz etmelerine neden olmuştur 6 .Bu hikâyenin üçüncü kahramanı Ferhâd hakkında kaynakların yeterli bilgivermedikleri görülmektedir 7 . Hikayedeki Ferhâd’ın İran’ın İslâmiyet öncesitarihinde adı geçen bir yığın Ferhâdlardan biri olması, F.K.Timurtaş’ın 8 dasöylediği gibi imkânsızdır.Taberî ondan şöyle bahseder: “Şîrîn ol avrettir ki Ferhâdona âşık oldu. Pervîz Ferhâd’a ukubet etmek için buyurdu ki vara dağı dele,içinden su akıda 9 .” Ferhâd hakkında tarihlerde rivayet edilen hususlar 10 . onun suyolları yapmakta usta bir mühendis olduğu ve Şîrîn’e kavuşmak için dağlarıdeldiğidir.Husrev’in görkemli saltanatından söz eden tarihî kaynaklar, onun musikîüstadlarından, atından, hazinelerinden de bahsederler.Taberî Tarihinde Şebdîz’le ilgili şu bilgileri görüyoruz: “Dahı bir atı vardıki hiç bir padişahın anun gibi atı yoğ idi. Herhangi taâmı ki kendi yer ise, oltaâmdan ata dahi yedirirdi. Kaçan ki ol at öldü, kefenletti, kabre gömdürdü ve anunsuretini nakşettirdi. Her kaçan hatırına düşse, ol nakşa bakardı, hatırı teselliolurdu 11 .Meşhur musikî ustâdı Barbed (Barbud), Şehnâme’de, Ravzatu’s-safâ’da,Habîbü’s-siyer’de geçmektedir 124 F.K.Timurtaş, a.g.e. , s.41.5 Gönül A. Tekin, Ali Şîr Nevâyî, Ferhâd ü Şîrîn, s.7.6 Gönül A. Tekin, a.g.e. s.77 Gönül A. Tekin, a.g.e. s.88 Faruk K.Timurtaş, a.g.e. , s.419 Faruk K.Timurtaş, a.g.e. , s.42.10 Gönül A. Tekin, a.g.e. , s.811 Faruk K.Timurtaş, a.g.e. , s.42.12 Gönül A. Tekin, a.g.e. , s.4


23II. HUSREV Ü ŞÎRÎN HİKÂYESİNİN İRAN ve TÜRKEDEBİYATLARINDAKİ DURUMUHusrev ü Şîrîn hikâyesi ilk defa X. yüzyılda meşhur İran şairi Firdevsîtarafından “Şeh-nâme” de işlenmiştir. Ondan iki asır sonra İranlı meşhur şair vehakîm Senâi tarafından edebî bir kimliğe sokulmuştur. Onun arkasından gelenGenceli Nizamî ise Husrev ü Şîrîn’i ile hikâyeyi ölümsüzleştirmiştir. Nizamî’ninbu eşsiz eserinden sonra, yakın zamanımıza kadar hikâyenin birçok İran ve Türkşairi tarafından mesnevi biçiminde yazıldığını görüyoruz.İran Edebiyatında bu hikâyeyi kaleme alan şairlerin sayısı Faruk K.Timurtaş 1 tarafından otuz bir olarak tespit edilmiştir. Bu sayının yirmi sekizini,hikâyeyi büyük ve müstakil mesneviler şeklindi nazm eden şairler oluşturmaktadır.Müstakil eser veren İranlı şairleri şu şekilde sıralayabiliriz 2 :Nizâmi (XII.yy. Husrev ü Şîrîn),Emir Husrev Dehlevî (XII.yy. Şîrîn ü Husrev),Ârifî (XIV.yy. Ferhâd-nâme),Âsafî (XV.yy. Husrev ü Şîrîn),Hâce Şihabüddin( XV.yy. Husrev ü Şîrîn ),Hâtifî (XVI.yy. Şîrîn ü Husrev),Ahî (XVI.yy. Nizamî’ye cevap olarak Husrev ü Şîrîn),Kâsımî(XVI.yy. Husrev ü Şîrîn),Vahşî (XVI.yy. Ferhâd ü Şîrîn ),Urfî-i Şirâzî (XVI.yy. Nizamî’ye nazire, Husrev ü Şîrîn),Şeref-i İsfahani (XVI. yy. Dehlevî’ye mukabele Şîrîn ü Husrev ),Kevserî (XVI.yy. Husrev ü Şîrîn)Şâpûr (XVI. yy. Husrev ü Şîrîn ),Âsaf Han (XVI. yy. Husrev ü Şîrîn ),Şerif Kâşî (XVI yy. Husrev ü Şîrîn ),Vaslî (XVII. yy. Husrev ü Şîrîn ),Bezmi (XVII. yy. Şîrîn ü Ferhâd ),Mir Muhsin (XVII. yy. Şîrîn ü Husrev ),Rûhu’l-Emîn ( XVII.yy. Husrev ü Şîrîn ),Maşrıkî (XVII. yy. Husrev ü Şîrîn ),Hindû ( XVII. yy. Husrev ü Şîrîn ),İbrahim Edhem ( XVII. yy. Husrev ü Şîrîn ),1 F.K.Timurtaş, “İran Edebiyatında Husrev ü Şîrîn yazan şairler”, Şarkiyat Mec., IV, s. 73-86.2 F.K.Timurtaş, “İran Edebiyatında Husrev ü Şîrîn yazan şairler”, Şarkiyat Mec., IV, s. 73-86.


24Hızrî ( XVII. yy. Husrev ü Şîrîn ),Fevkî ( XVII. yy. Ferhâd ü Şîrîn ),Nâmî (XVIII. yy. Husrev ü Şîrîn ),Şihâb-ı Türşizî (XIX.yy. Husrev ü Şîrîn),Âyânî ( XIX. yy. Husrev ü Şîrîn ),Şu‘le Muhammed Ca‘fer-i Neyrîzî (XIX. yy. Husrev ü Şîrîn)Hikâyeyi küçük mesneviler şeklinde yazan İranlı şairler şunlardır:İmadüddin Fakîh (XIV.yy. Husrev ü Şîrîn ve Ferhâd),Hüseyin Baykara (XIV.yy. Mecalisü’l-‘uşşâk’ın içinde Ferhâd üŞîrîn hikâyesi yer alır.),Hilâlî (XVI. yy. Sıfâtü’l-‘âşıkîn mesnevisi içinde Ferhâd hikâyesiyer alır.)Türk Edebiyatında Husrev ü Şîrîn ilk defa Altınordu sahasında yetişmişolan Kutb tarafından yazılmıştır. Onun arkasından yirmi bir şairimizin bu konudaeser meydana getirdiği tespit edilmiştir 3 . Anadolu sahasında Hâmidî-zâde Celîlî’yekadar bu konuyu işleyen Türk şairlerini şöyle sıralayabiliriz:Kutb (XIV.yy. Husrev ü Şîrîn),Germiyanlı Şeyhî (XV.yy. Husrev ü Şîrîn),Alî Şîr Nevâyî (XV. yy. Ferhâd ü Şîrîn ),Ahmed Rıdvan (Tütünsüz Ahmed Efendi; XV. yy. Husrev üŞîrîn),Muîdî (XV. yy. Husrev ü Şîrîn ),Sadrî (XV. yy. Husrev ü Şîrîn),Hayâtî (XV. yy. Husrev ü Şîrîn),Harîmî (Şehzâde Korkut ; XV.yy. Ferhâd ü Şîrîn),Âhî (Benli Hasan; XV.yy. Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rıvâyet-iGülgûn-ı Şebdîz),Lâmiî (XVI.yy. Ferhâd-nâme),Celîlî ( Bursalı, Hâmidî-zâde ; XVI. yy. Husrev ü Şîrîn).Celîlî’den sonra Husrev ü Şîrîn’i yazan on bir şair daha vardır. Buhikâyenin elliye yakın İran ve Türk şairi tarafından müstakil mesnevilerde işlenmişolması, eserin Doğu dünyasında önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.3 F.K. Timurtaş, “Husrev ü Şîrîn “ ve “ Ferhâd ü Şîrîn”yazan şairlerimiz, Türk Dili, s. 15-21.,Temmuz, 1952. F.K.Timurtaş, “ Türk Edebiyatında Husrev ü Şîrîn ve Ferhâd ü Şîrîn Hikâyesi ”, TDED. IX. s.70, 1959


25III. HALK EDEBİYATINDA FERHÂD İLE ŞÎRÎN HİKÂYESİHusrev ü Şîrîn hikâyesi, Divan Edebiyatında olduğu gibi halk edebiyatındada ele alınmış ve geniş bir ilgi uyandırmıştır. Anadolu ve Azerbeycan bölgelerindebir halk hikayesi olarak anlatılmaktadır. Pertev Naili Boratav 4 , halk hikâyelerini«mevzuların kaynakları» açısından sınıflandırıken hikâye yazanların vemeddahların İran, Arap, Hint kaynaklı hikâyelerden yararlandıklarını ileri sürerekFerhâd ile Şîrîn hikâyesinin de İran kaynaklı olduğuna dikkati çeker.Hikâyenin Amasya yöresinde geçen şekli içinde Ferhâd, nakkaştır. ŞîrînAzerbeycan taraflarında Erzen denilen bir şehirde Mehmene Bânû adlı bir kadınınkızkardeşidir. İki sevgilinin tanışması Mehmene Bânû’nun Şîrîn için yaptırdığıköşkü Ferhâd’ın süslemesiyle gerçekleşir. Hürmüz, Amasya dolaylarında yaşayanbir hükümdardır. Ferhâd’ı bir seyahat sırasında tanır ve beraberinde memleketinegetirir ve Şîrîn’i Ferhâd’a ister. Mehmene Bânû razı olmayınca aralarında savaşçıkar. Hürmüz’ün oğlu Husrev de Şîrîn’e aşık olur. Oğlu ve Ferhâd arasında kalanHürmüz, Ferhâd’ın Amasya civarındaki bir dağı delmesini ve şehre su getirmesiniister. Ferhâd, suyu getirdiği takdirde Şîrîn’e kavuşabilecektir. Bunun üzerineFerhâd hemen işe koyulur ve kısa sürede dağı deler. Hürmüz’ün adamları durumugörünce araya bir kocakarı sokarak, Ferhâd’a Şîrîn’in öldüğü haberini ulaştırırlar.Bunu duyan Ferhâd, külüngünü havaya atarak altına oturur ve ölür. Onu görmeyegelen Şîrîn de hançerini çıkarır ve kendini öldürür. Kocakarıyı dağdan inen biraslan parçalar. Hürmüz, iki gencin mezarını yaptırır ve kocakarıyı da yakınlarınagömdürür. Daha sonra Ferhâd ile Şîrîn’in mezarları arasında bir “kara çalı” çıkar.Bu durum, kocakarının onları öbür dünyada bile rahat bırakmadığı şeklindeyorumlanır.Anadolu halkı tarafından konusu Amasya’ya nakledilmiş bulunan Ferhâdile Şîrîn hikâyesi, öbür Türk halkları arasında da yayılmıştır. Türkmenler içindeanlatılan hikâye, Şark Türklerinden Tarançi’lerce de bilinmektedir 5 .Türk halk edebiyatının hikâyecilik kolu gibi, hayâl oyunu kolunda daFerhâd ile Şîrîn hikâyesi ele alınmıştır 6 . Mehmene Bânû, Hürmüz Şah ve Husrev4 Pertev Naili Boratav, Türk Halk Edebiyatında Ferhâd ile Şîrîn, İA. IV, s.567. P. N. Boratav, Halk Hikâyeleri VeHalk Hikâyeciliği, Ankara, 19465 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.46.6 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.46.


26yoktur. Bu nedenle de olay daha az ve kısadır. Ferhâd ile Şîrîn’in karşılıklıkonuşmaları manzumdur. Asıl hikâyede birbirine kavuşamayan sevgililer, Karagözoyunlarınıntabii sonuna uygun olarak birbirlerine kavuşurlar. Oyun ilk defa H.W.Dudatarafından Fasl-ı Ferhâd adıyla 1931 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır 7 .Halk hikâyelerinden alınmış konular temâşâ haline geçerken daima büyükdeğişikliğe uğrarlar 8 . Ferhâd ile Şîrîn oyununun konusunu Husrev ü Şîrîn hikâyesiile karşılaştıracak olursak, Husrev’in tamamen ortadan kalktığını, yerine Şîrîn’inköşkünü boyayan Ferhâd’ın geçtiğini görürüz. Annesi ile beraber köşkü gezmeyegelen Şîrîn, Ferhâd’a âşık olur. Şîrîn eve dönmek üzere oradan ayrılınca, Ferhâd,“Kimseler görmüş değildir, can bedenden çıktığın, şimdi ben, gözümle gördüm iştecanımdır giden...” deyip, düşer bayılır. Pişekâr, Ferhâd’ı ayılttıktan sonra, gidipŞîrîn’i annesinden, Ferhâd nâmına ister. Fakat anne kızını “ bir nakkaşparçasına...” veremeyeceğini, ancak Elmadağı’nı delerek oradaki suyu şehireakıtması şartı ile teklifi düşüneceğini söyler. Ferhâd, başka çare olmadığınıgörünce, dağı kazmaya başlar. Tam su dağdan akacağı sırada, Şîrîn’in annesitarafından gönderilmiş bir “cadı”, elinde lokma çanağı ile Şîrîn’in köşkünden çıkarve Ferhâd’ın yanına sokularak, Şîrîn’in öldüğünü, âdet üzre, rûhu için lokmadağıtıldığını söyler. Bunun üzerine Ferhâd, elindeki külüngü kaldırır. Cadınınkafasına indirecekken, kadın kaçar. Bu defa kendisini öldürmeye kalkar; fakat tamo sırada Şîrîn yetişir ve Ferhâd’ın intiharına engel olur. Sevgililer düğün yapmaküzere giderlerken oyun biter.Husrev ü Şîrîn ve Ferhâd ile Şîrîn hikâyesi son zamanlarda modernedebiyatın ve sanatın çeşitli kollarında da ele alınmıştır.Hikâye, 1912 yılında Ferhâd ile Şîrîn adıyla Azerbeycanlı bestekârHacıbeyli Üzeyr tarafından opera şekline konmuştur. Bir süre sonra da AlîŞeyhü’l-İslâmî tarafından Operet-i Husrev ü Şîrîn adıyla yeni bir şekle konmuş veİran’da oynanmıştır. Nizâmî’nin eserleri üzerinde incelemeler yapmış olan ZebîhBihrûz, 1920 yılında İngilizce olarak Husrev ü Şîrîn senaryosu yazmış, sonraFarsça olarak bastırmıştır. İran’da ve bazı memleketlerde film haline getirilmiştir 9 .7 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.468 Nihal Türkmen, Orta Oyunu, MEB yay. s.14-15 İst., 1991.9 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.47


27Nazım Hikmet de 10 mesneviyi değişik bir yorumla ele almış ve Ferhâd’ınŞîrîn’e olan sevgisi ile halkı suya kavuşturma ülküsünü bir arada işleyerek “Ferhâdile Şîrîn” adlı bir oyun yazmıştır.Ferhâd ile Şîrîn, klasik mesnevi konusu olarak kalmamış; gazellerde,rübâilerde vb. divan şiirlerinde (bugün bile Yahya Kemal, Faruk Nafiz’inşiirlerinde) özellikle Ferhâd’ın Bisütûn dağını yarma olayına telmihler yapılmıştır.Şîrîn güzelliğin, Ferhâd sabrın sembolü olmuştur.10 Nazım Hikmet, Ferhâd ile Şîrîn, Dost Yay. Ank., 1965.


27B İ R İ N C İ B Ö L Ü MH U S R E V Ü Ş Î R Î N ’ İ N T A N I T I L M A S I v eİ N C E L E N M E S İI. HUSREV Ü ŞÎRÎN’İN DÜZENLENİŞİ VE İÇERİĞİDoğu edebiyatlarında en çok işlenmiş bir konu olan Husrev ü Şîrîn,Hamidî-zâde Celîlî’nin orta büyüklükteki bir mesnevisidir. Mesneviyi üçe ayırarakinceleyebiliriz:a) Giriş bölümü : 1-197 beyitler arasında 7 başlıktan meydana gelmiştir.b) Konunun işlendiği bölüm :198.-1942. beyitler arasında 45 başlıktanibarettir.c) Bitiş bölümü: 1943-2012 beyitler arasında 1 başlıktan oluşmuştur.a) Giriş bölümü “Sıfat-ı lafzatu’llah...” ile başlamaktadır. İslâmî geleneğegöre “besmele” ile başlaması gereken bu bölüm tevhîd, münâcât, na’t, mi‘râc,medh-i çehâr-yâr, padişah için övgü, sebeb-i nazm gibi başlıklar taşımaktadır .Şair, “Allâh” adında bulunan her harfin neye delâlet ettiğinden, kelimeninerdeminden, her işe O’nun adıyla başlamak gerektiğinden (b.1-26.) söz ettiktensonra “Tevhîd” başlığında, Allâh’ın varlığını ve birliğini dile getirmiştir. Dünyadafaili olmayan bir oluş, bir kılış yokken bunca oluşu kılan üstün bir gücün yaniAllâh’ın var olması gerektiğine işaret etmiş; evrendeki düzeni onun birliğine tanıkgöstermiştir(b.27-55). Allâh’a yakarış anlamındaki “münâcât” (b.56-70) başlığındaşair, kendi güçsüzlüğünü, her konuda Allâh’ın yardımına muhtaç olduğunu, günahişlemekten kurtulamadığını söyleyerek57. _a|-ı $i‘rim bigi oldum siyeh-k


28Husrev ü Şîrîn’i önceleri Emir Husrev, Câmî, Nevâyî gibi üstadların yazdığını,padişahın böyle bir kitap aradığını söylemiş ve156. Varup ‘ar{ eyleyem ol


Diyeler b


29II. HUSREV Ü ŞÎRÎN’İN ÖZETİİran şahlarından Nûşînrevân’ın ölümünden sonra Şehzâde Hürmüz tahtaçıkmıştı. Doğruluğuyla şöhret bulmuş Nûşînrevân’ın yolunda giden Hürmüz,memleketi çok iyi idare etmekteydi. Şan ve şerefte en üst noktaya ulaşan, heristediğini elde eden Hürmüz’ün, ne yazık ki, çocuğu yoktu. Bu duruma çoküzülen şah, Allah’a yalvararak bir çocuk sahibi olmayı istedi. Sonunda Allah, birerkek evlâd verdi. Çocuğa Husrev-i Pervîz adını koydular.Üç dört yaşına gelince, çocuğu eğitmesi için, Büzürcmihr adlı bir üstâdaverdiler. Az zamanda bütün fenleri, ondört yaşında ok atmayı, kılıç kullanmayıöğrendi. Bunlara çok sevinen Hürmüz, Allah’a şükretmek için adaletini artırmakistedi ve yeniden bir çok yasaklar koydu. Münadîlerle memleketin her tarafına,kimsenin başkasına zulm ve haksızlık yapmamasını ilân etti. Kötülük yapanları,nâmahreme bakanları feci bir şekilde cezalandırıcağını söyledi. Hürmüz’ün budavranışları ülkesini emniyet ve asayişle doldurdu.Şehzâde Husrev ve maiyeti, bir gün avlanmak üzere kıra çıktılar. Oradakiyüksek bir dağ eteğinde akşama kadar avlandıktan sonra, gece olunca mecliskurdurup içmeye başladılar.Sazlar çalındı, şiirler okundu,şarkılar söylendi. Meğero gece Şehzâde adamlarından birinin bir bağa izinsiz girip, elma çaldığından;atlarından birisinin de bir fakirin tarlasına zarar verdiğinden haberi olmadı.Ertesi sabah Hürmüz, divana çıkınca bağ ve tarla sahibi şahın huzurunavarıp şehzâdeden yakındılar. Hürmüz verdiği emrin oğlu tarafından bozulduğunuduyunca, cellada teslim etmek üzere oğlunu huzuruna getirtti. Yaptıklarındanpişmanlık duyan Husrev, gençliğini öne sürerek babasına güzel ve etkileyicisözlerle yalvardı. Meclisteki vezirlerin şefâati ile Hürmüz oğlunu affetti. Ancak,emrinin yerine gelmesi için atı, elma hırsızını ve çalgıcıları cezalandırdı.Husrev’in Şâvûr adında gün görmüş, becerikli ve nakkaş olan bir nedîmivardı. Sohbetleri arasında Şâvûr, cihânı dolaştığı sırada bir gün yolunun Ermen’edüştüğünü, Mehîn Bânû’nun bu güzel ülkenin şahı olduğunu, kocası ve çocuğuolmadığı için kardeşinin kızı Şîrîn’i yanına aldığını söyledi. Kızın güzelliğiniuzun uzun överek, üç yüz asilzâde kızdan cariyesi bulunduğunu ve MehînBânû’nun onu veliahd yaptığını anlattı.Husrev, kızın güzelliğini duyunca, içine düşen ateşle yandı. Gün geçtikçeaşkı şiddetlendi ve Şîrîn’i istemesi için Şâvûr’un Ermen’e derhal gitmesiniemretti. Hemen yola çıkan Şâvûr, Ermen’e varınca, papaz kılığına girip, büyük birdağdaki kiliseye yerleşti. Şîrîn’in nerede bulunduğunu öğrendikten sonra,hazırlıklarına başladı.Şâvûr ipek bir kumaş üzerine Husrev’in resmini yaparak, Şîrîn’in her güneğlenmek için geldiği bahçesindeki bir servi dalına astı. Biraz sonra Şîrîn,cariyeleriyle birlikte bahçeye geldi. İçki meclisi kuruldu, kadehler çekildi, sazlar


30çalındı. Bu sırada, ağaca asılı resmi gören Şîrîn, kızlardan birini gönderip getirtti.Husrev’in ipek kumaş üzerine çizilmiş yüzünü görünce hemen âşık olan Şîrîn;resmi yüzüne, gözüne sürdü, yakasını yırttı, ağlamaya başladı. Bu hali görenkızlar resmi sakladılar ve periler alıp götürdü dediler.Ertesi sabah, Şâvûr, ipek kumaş üzerine Husrev’in resmini tekrar yaparak,Şîrîn’in geleceği bahçedeki ağacın dalına astı. Biraz sonra cariyelerle gelen Şîrîn,içip eğlendiği sırada yine ağaca asılı resmi görüp getirmelerini emretti. Fakatkızlar, resmi yine saklayarak, perilerin aldığını söylediler.Üçüncü günü Şâvûr, Husrev’in yeni bir resmini yaptı. Şîrîn resmigörünce,hemen fırlayıp aldı, yüzüne gözüne sürdü. Bu resimlerin kime aitolduğunu öğrenmeleri için kızlara yalvardı.Bir gün sonra rahip kılığına giren Şâvûr, Şîrîn’in bulunduğu bahçeye gitti.Uzaktan bir rahibin gelmekte olduğunu gören Şîrîn, onu getirmeleriniemretti.Gelen Şâvûr’a, bu resimlerin hikmetini ve bunları yapan nakkaşın kimolduğunu sordu. Şâvûr, bu sırrı ancak ehlini bulduğum zaman söylerim, deyince,Şîrîn yanındaki kızları savdı. Yalnız kaldıklarında Şâvûr, söze başlayarak: “Bu,yedi iklimim şahı Hürmüz’ün oğlu Husrev-i Pervîz’in resmidir. Resmi yapan dabenim. Husrev, sizin güzelliğinizi işiterek âşık oldu. Gece gündüz ağlayıp inliyor.Kendini tanıtmak üzere şu yüzüğü benimle size gönderdi.” diyerek, yüzüğüŞîrîn’e uzattı. Şîrîn,yüzüğü alıp öptükten sonra, Şebdîz’ine binip, Husrev’inyanına gitmek istediğini ve Şâvûr’un yol göstermesini istedi. Şâvûr ona yoluanlattı. Medâyin’e varınca, Husrev’in kasrı Müşkûy’a gitmesini, şehzadeninkendisini kırmızı elbiselerle karşılayacağını, ona yüzüğü göstermesini, eğerkendisi yoksa sarayın bahçesinde dinlenmesini tembihledi.Şîrîn, Mehîn Bânû’nun huzuruna varıp, ava çıkacağını ve Şebdîz’inkendisine verilmesine müsaade etmesini rica etti. Sabah olunca atı hazırlayıpŞîrîn’in emrine sundular. Biraz sonra Şîrîn, yanına kızları da alarak yola çıktı.Biraz dolaştıktan sonra, gördükleri bir ceylanı kovalamak bahanesiyle Şebdîz’indizginini çekti ve kuş gibi uçup gitti. Adamları atın arkasından koşup, saatlercearadılar ama onu bulamadılar. Husrev’in aşkıyla kasten böyle yapan Şîrîn’i, atınkaçırdığını zannederek durumu Mehîn Bânû’ya anlattılar.Çok üzülen Mehîn Bânû, gece gündüz matem tuttu. Sonra, insanınkaderinde ne varsa onu göreceğini düşündü. Rüyasındaki bir işaretin sonucunda,Allah’a dualar edip, beklemeye karar verdi.Öte yanda Şîrîn, at üzerinde yedi gün boyunca yol aldı. Gücü ve sabrıtükenince, orman içinde bir yerde dinlenmek istedi ve atından indi. Ellerini açıpAllah’a dua etti ve sonra uzanıp yattı. Uykuya dalmıştı ; ki Şebdîz’in kişnemesiyleuyandı. Üzerlerine gelmekte olan bir arslanı görünce, hemen yanındaki kılıcıkınından çekip ona saldırdı. Bir vuruşta arslanın başını kestikten sonra atına binip,yoluna devam etti.


31Yolu, cennet gibi güzel ve sulak bir gül bahçesine düştü. Üstü başı toz,toprak içinde olan Şîrîn, suya girip yıkanmak istedi. Atını yeşillikler içine saldı vesuya girdi. Şîrîn’in güzelliği suyun üzerinde aksediyordu.Öte yanda Husrev, Şâvûr’u Ermen’e gönderdiğinden beri dört gözle haberbekliyor ve Şîrîn’in aşkıyla yanıp tutuşuyordu.***Husrev’i kıskananlar, Hürmüz’e onu kötülemek istediler. Oğlunun şâholmak istediğini, kendi adına para bastırdığını söylediler. Buna öfkelenenHürmüz, oğlunun hapse atılmasını emretti. Büzürcmihr bunu haber alınca durumuHusrev’e anlatarak hemen uzaklaşmasını tavsiye etti. Husrev, cariyelerinekendisinin ava çıkacağını, sarayında bulunmadığı sırada güzel bir kız gelirse onumisafir edip ağırlamalarını, Müşkûy’dan sıkılırsa kırlara çıkarmalarını ve istediğiyerde saray yaptırmalarını tembihledi. Daha sonra yanına adamlarını alarakErmen’e doğru yola çıktı. Birkaç gün yol aldıktan sonra, bir dağın eteğinde molaverdiler. Oysaki mola verdikleri yer, Şîrîn’in yıkanmakta olduğu bahçeydi.Husrev, kendi başına dolanırken Şîrîn’in yıkanmakta olduğu havuz başına vardı.Yeşillikler içinde bağlı duran atı ve suda yıkanan ay gibi güzeli görünceşaşkınlıktan parmağı ağzında kaldı. İzlenildiğinden habersiz Şîrîn, saçlarınıyüzünden kaldırdığı zaman Husrev^i gördü. Utancından suda güneş gibi titreyengüzel, saçlarını salıverip, vücudunu gizledi. Bu hali gören Husrev, yaptığı işinayıp olduğunu düşünerek, başını öbür tarafa çevirdi. Hemen sudan çıkan Şîrîn,aceleyle giyindi, atına binip uzaklaşırken gördüğü kişinin Husrev olup olmadığınıdüşündü. Kırmızı elbiseli olmadığını görünce de tereddüde düştü. Oysa Husrev,tanınmaktan çekindiği için elbisesini değiştirmişti.Biraz sonra Husrev, başını çevirip de kızı göremeyince her yanı aradı; amakimseyi bulamadı. Gördüğü ay parçasının insan mı yoksa peri mi olduğunuanlayamadı. Bulmaktan ümidini kesince, konakladıkları yere dönüp, kimseye birşey anlatmadı. Sonra Ermen’e doğru yoluna devam etti.Şîrîn bir iki gün daha gittikten sonra Medayin şehrine vardı. DoğrucaMüşkûy’a gidip, yüzüğü Husrev’in adamlarına gösterdi ve kendisini tanıttı.Husrev’in adamları konuğu bir saraya yerleştirip, Husrev’in bir iki gün için avaçıktığını söylediler. Şîrîn, niçin geldiğini anlatmadı. Atı çok değerli olduğu içinona iyi bakılmasını istedi.Şîrîn, bu sırada, Husrev’in babasından korkup kaçtığını duyunca çoküzüldü. Su başında gördüğü delikanlının Husrev olduğundan artık kuşkusukalmadı. Geri dönmeye gücü yoktu; oysa burada da rahat değildi. Derdindenhastalandı, sararıp soldu. Bunu gören cariyeler, onu soğuk yaylalara götürmek vehava değişimi yaptırmak istediler.Şîrîn, sıcaktan mizacının bozulduğunu, yüksek bir dağ üzerinde sarayistediğini bildirdi. Cariyeler, usta bir mimar bularak, havadar bir yerde kısa


32sürede, büyük ve süslü saray yaptırdılar. Yanındaki mücevherlerden birazınısatarak güzel cariyeler alan Şîrîn, sarayına yerleşti. Onlarla birlikte yeme içmeylevakit geçirerek ayrılığın sona ermesini bekledi.Husrev’in aklı fikri Şîrîn’de olduğu halde Ermen’e vardı. Şehzâde’ningelişini haber alan Mehîn Bânû, onu karşılayıp saraya konuk etti ve şölenlerdüzenledi.Birgün Husrev, yalnız başına içerken bir hizmetçi girip Şâvûr’un geldiğinisöyledi. İçeri giren Şâvûr olanı biteni anlattı. Bunun üzerine Husrev, Şîrîn’iMedayin’den getirmesi için Şâvûr’un derhal hazırlanmasını emretti.Hemen yola çıkan Şâvûr, Medâyîn’e ulaştığında, doğruca Şîrîn’in sarayınagidip ona vaziyeti anlattı. Husrev’in kendisini beklediğini öğrenen Şîrîn hemenhazırlandı. Şâvûr’la birlikte yola çıkarak, Ermen’e vardı. Mehîn Bânû’nunhuzuruna çıkıp onun elini öptü. Öğrendiği bazı sırlarla bu kaçışın bir aşkyüzünden olduğunu sezen Mehîn Bânû, Şîrîn’e bir şey söylemedi. Cariyelerinigeri verdi. Şîrîn’in döndüğünü Şâvûr’dan işiten Husrev keyiflendi. Mecliskurdurup sevgilisinin şerefine içkiler içti.Şîrîn’in Husrev’e âşık olduğunu anlayan Mehîn Bânû, bir gece kızı yanınaçağırtarak ona öğütlerde bulundu. Husrev’in aşkına boyun eğmemesini, dürüst veiffetli davranmasını, onunla sohbet etmesine izin verdiğini; ancak nikâh olmadanona teslim olmamasını söyledi. Şîrîn bu sözleri utanarak dinledi ve onunnasihatlerini tutacağını bildirdi.Mehîn Bânû’dan izin alan Şîrîn, Husrev’i ziyarete gitti. Husrev, Şîrîn’ikarşılayarak hemen meclis kurulmasını emretti. Sofralar hazırlandı, şölenlerverildi. Sâzende ve hânendeleri Bârbed ve Nigîsâ, ud ve çeng çalarak şarkılarsöylediler. Husrev ile Şîrîn bir ay kadar böylece vakit geçirdiler.Birgün yine içip eğlenirken Husrev, sevgilisini kucaklamak ve öpmek istedi.Buna razı olmayan Şîrîn, ona soğuk ve sert sözler söyledi. Husrev çok ısrar etsede Şîrîn razı olmadı ve çıkıp gitti. Şîrîn’in sert sözlerinden ve gidişindenöfkelenen Husrev, Ermen ülkesi ve eğlence meclisleri bana haram olsun diyerek,Şebdîz’i hazırlamalarını emretti. Derhal atına binerek, Rum’a doğru yola çıktı.Rum Kayseri Husrev’in geldiğini haber alınca beyleriyle birlikte onukarşılamaya çıktı. Husrev’e çok hürmet gösterdi ve kızı Meryem’i onunlaevlendirdi. Bir ay boyunca yenildi, içildi, eğlenceler düzenlendi.Bu sırada İran’dan gelen bir haberci, Behrâm-ı Çûpîn’in Hürmüz Şâh’ıöldürüp tahta geçtiğini bildirdi. Bu kara haberle canı yanan Hursev, Kayser’inhazırladığı orduyla İran üzerine yürüdü. Bunu duyan Behram da ordusunutoplayarak Hursev’in üzerine doğru gitti. İki ordu karşılaştılar. Bütün şiddetiyledevam eden savaşın sonucunda Behram’ın ordusu yenildi, Behram da öldürüldü.Büzürcmihr; saltanat, taç ve tahtı Hursev’e teslim ederek; adaletten


33ayrılmamasını, yüksek yerlere alçak insanları getirmemesini, fakirlerin parasıylahazinesini doldurmamasını, yetimlerin gözyaşını görüp kese kese gümüşbiriktirmemesini, süse heves etmemesini, içkiye düşkün olmamasını söyleyereköğütlerde bulundu.Öte yandan Hursev’in hasretiyle dertli ve yaralı olan Şîrîn, onu ne kalbindençıkarabildi ne de onun yanına gidebildi.Şîrîn’in bu durumuna üzülen Mehîn Bânûve Şâvûr ona nasihatler ederek, sabırlı olması gerektiğini söylediler.Derken Mehîn Bânû vefat etti. Hursev’in ayrılık acısıyla yanan Şîrîn, MehînBânû’nun da sonsuz ayrılığı kaşısında günlerce matem tuttu.Şah olarak tahtageçti, herkese adil davrandı.Husrev’in tahtına kavuştuğunu ve Meryem’le olanberaberliğini duydu. Sabretmekten başka çaresi yoktu; ama dayanamadı. Şâvûr’unkılavuzluğunda Husrev’e gitmeye ve tahta çıkışından dolayı onu kutlamaya kararverdi. Mevsim kıştı. Her taraftan buzlar sarkıyordu ve hava çok soğuktu.Şîrîn, yanına cariyelerini ve hazinelerini alarak Medayîn’e doğru yola çıktı.Şehre girince, Şâvûr hemen Husrev’e giderek Şîrîn’in geldiğini haber verdi.Husrev çok sevindi; fakat Meryem’den dolayı sevgilisinin yanına gidemedi.Meclis kurulmasını emrederek içmeye başladı. Barbed ud çaldı, Şîrîn’in gelişinişarkılarla dile getirdi. O söyledikçe Husrev inciler döktü, bir sözüne yüzmücevher verdi. Kısacası, sevgilisinin uğruna o gün hazineler bağışladı.***Sarayın bulunduğu yerle otlağın arası uzak ve aşılması güç olduğundan,Şîrîn kolaylıkla süt içemiyordu. Birgün Şâvûr’a bu meseleyi açıp, otlakta sağılansütü sarayda hemen içmek için bir süt havuzunun yapılmasını istedi. Şâvûr, ocivarda Ferhâd adlı usta bir mühendisin bulunduğunu ve bu meseleyi onunhalledebileceğini söyledi. Ferhâd’la aynı üstaddan ders aldıklarını, kendisininkalemle, onun tişeyle(külünkle) resim yapmakta uzman olduğunu, izin verirse,onu getirebileceğini söyledi.Şâvûr, Şîrîn’in izniyle hemen Ferhâd’ı alıp getirdi. Şîrîn bir perdearkasından amacını anlattı. Onun nağmeli ve tatlı sesi Ferhâd’ın aklını başındanaldı. Ertesi sabah, Şîrîn’in emriyle işe başlayan Ferhâd, kısa zamanda sarayınönünde havuzu tamamladı. Bu inşaat öyle güzeldi ki insan eliyle yapılmayıpöylece yaratıldığı sanılırdı. Şîrîn cariyelerle gelip de havuzu görünce Ferhâd’ıçağırdı. Ona mücevherlerinden verdi. Ancak Ferhâd, bunları Şîrîn’in ayaklarınasaçıp, kabul etmedi.Şîrîn’in aşkıyla aklı başından giden Ferhâd, sevgilisinin hayaliyle feryâtederek dağlara düştü, kırlarda çılgın gibi ağlayıp inledi. Ferhâd’ın aşkı, her taraftaduyuldu. Bu haberle zehir içmişe dönen Husrev, Ferhâd’ı getirmelerini emretti.Fil gibi güçlü görünen Ferhâd’ı Husrev’in huzuruna çıkardılar. Husrev,Ferhâd’a nazik davranarak, arka arkaya pek çok soru sordu ve Şîrîn’in aşkındanvazgeçmesini istedi. Ferhâd, bu sorulara o kadar güzel cevaplar verdi; ki bu


34durum karşısında Husrev ona hayran kaldı. Altın ve gümüşle de çarebulamayacağını anlayan Husrev, Bîsütûn dağını yarmak meselesini ortaya attı.Ferhâd’dan dağı delip içinden asker ve at geçecek kadar geniş bir yol yapmasınıistedi. Bunu başarabilirse, onu muradına kavuşturacaktı. Ferhâd bu teklifi kabuletti. Ancak, bu taşı ortadan kaldırdığı taktirde şahın Şîrîn’den elini çekmesiniistedi.Şîrîn’in adını duyunca öfkelenen Husrev, sesini çıkarmadı. Ferhâd’ıumutlandırarak Bîsütûn’a gönderdi.Emri alan Ferhâd, dağı delmeye başladı. Sabahtan akşama kadar kabrinikazar gibi ıztırap içinde çalıştı.Sonra sabaha kadar geceye seslenerek derdinidöktü; yandı, yakıldı. Sabah olunca tekrar dağı delmeye koyuldu.Ferhâd’ın halini öğrenen Şîrîn, dağı görmek üzere atına binip Bîsütûn’agitti. Ferhâd, Şîrîn’i görünce kendinden geçti, yere düştü, secdeye vardı.Neredeyse sevgilisinin önünde canını verecekti. Şîrîn, gül renkli kadehi Ferhâd’asundu ve geldiği yoldan sarayına geri döndü.Dağı delerken halsiz düşen Ferhâd, Şîrîn’in kendisine içki sunmasındansonra kuvvetlendi.Dağ elinde bir elma gibi oldu.Bu ziyaret meselesini Husrev’ehemen haber verdiler. Öfkelenen Husrev, “bu ateşi söndürmek gerek “ deyip,güvendiği adamlara danıştı. Onlar da : “Emret, birini bulalım. Ferhâd’a gönderipŞîrîn’in öldüğünü duyuralım. Bu haberi alınca dayanamaz o da ölüp gider.”dediler.Çirkin yüzlü, acımasız, hilekâr bir cadı bularak, söyleyeceği sözleriöğrettiler ve dağa gönderdiler. O kocakarı, Ferhâd’ı görünce yanıp yakılarak onaŞîrîn’in öldüğünü söyledi. Bu kara haberi alan Ferhâd; göğsünü, bağrınıparçaladı. Şîrîn’in hayaline seslenerek dövündükten sonra can verdi.Meğer Ferhâd taş yontarken kullandığı külüngün sapını, sevgilisininboynuna benzettiği için servi ağacıdan yaparmış. Can verdiği sırada elinden düşenağaç parçası, birdenbire yeşerip taze fidan oldu. O servinin gölgesine Ferhâd içinbüyük bir mezar yaparak, burayı ziyaretgâh haline getirdiler. İnsanlar her yerdengelerek burayı ziyaret etmeye başladılar.Husrev, Ferhâd’ın ölüm haberini duyunca çok üzüldü ve yaptıklarınapişman oldu. Türbeyi ziyaret ederek, orada büyük bir imaret inşasını ve servinindallarının kesilmemesini emretti.Ferhâd’ın ölümüyle yıkılan Şîrîn, günlerce matem tuttu. Onun mezarınıziyaret etti. Mezar taşını yaptırıp, üzerine kitabe yazdırdı.Şîrîn’in bu halini öğrenen Husrev, ona taziyetlerini bildiren sitemli birmektup gönderdi. Şîrîn, dikenli bir goncaya benzeyen sözleri ve acı nükteleriihtiva eden mektubu okuyunca hem üzüldü hem de sevindi. Mektubu göğsünebasarak zahmetlere tahammül edip, gereğini Allah’a havale etti.


35Kısa bir zaman sonra Meryem öldü.Şîrîn ne sevindi ne de üzüldü. Husrev’inmektubuna cevap olarak bir mektup yazdırıp, başsağlığı diledi. Mektubu alıncaHusrev’in gözleri doldu; önce üzülüp ağladı, sonra güldü.Daha fazla dayanamayan Husrev, Şîrîn’le evlenmeye karar verdi. Yıldızlaruygun düşünce nikâh kıyıldı. Halk bayram etti. Husrev Şîrîn’e hazinelerini sunuppek çok hediye gönderdi. Muhteşem bir törenle ve büyük bir kalabalıkla evlenenHusrev ile Şîrîn muratlarına kavuştular.Yeni evliler, gece gündüz içip eğlendiler; bazan kırları dolaşıp bazan da sazdinleyip kadeh çektiler. Husrev, içkiden başını kaldıramaz ve herşeyi unuturduruma geldi. Diğer yandan Husrev’in kendine veliaht yaptığı zalim vezirihalkı kasıp kavurdu. Bu yüzden ülke çok kötü duruma düştü.Birgün Husrev Şîrîn’le içip eğlenirken, bir haberci Hz. Muhammed’inmektubunu getirdi. Peygamber, mektubunda Husrev’i İslâm dinine çağırmakta,teklifi kabul etmeyecek olursa, Husrev’in başına gelecek belâlardan sözetmekteydi. Husrev, mektubu okuduktan sonra çok kızdı ve yırttı.***Husrev’in Meryem’den doğan Şîrûye adlı akılsız, fitneci, kötü huylu biroğlu vardı. Husrev’in düşmanları, onun keyfine düşkünlüğü yüzündenmemleketin yıkılmakta olduğunu söyleyerek, babasını öldürüp saltanat tacınıgiymesi için Şîrûye’yi kandırdılar.Bir gece Husrev, Şîrîn’in koynunda sızmışyatarken, Şîrûye içeri girip babasını hançerle öldürdü. Husrev, nasıl Hz.Muhammed’in mektubunu parçaladıysa, onun bağrı da belâ kılıcıyla öyleceparçalandı. Şîrîn, uyanıp da Husrev’in halini görünce üstünü başını yırtıp bağırdı,yanıp yakıldı.Husrev’in ölümü, halkını üzdü, herkes matem tutu. Mücevherlerle süslüHusrev’in tabutu gözyaşları içinde omuzlarda taşındı. Kabrin başına gelince ŞîrînHusrev’in yüzünü bir kez daha görmek için tabutu açtırdı. “Bundan sonraki ömrüsensiz ne yapayım” deyip ağlayarak, kemerinde sakladığı hançerini göğsünesapladı ve sevgilisinin üstüne yığıldı. Her ikisini de aynı yere gömdüler.


36III. HUSREV Ü ŞÎRÎN’DE KİŞİLERHusrev ü Şîrîn’de olay, üç kişi arasında geçen bir aşk hikâyesi olmasındandolayı eserin baş kahramanları Husrev, Şîrîn ve Ferhâd’dır. Olayda ikinci derecederolleri olan kahramanlar Mehîn Bânû, Şâvûr, Hürmüz, Meryem’dir. Hikâyeningelişmesi sırasında ortaya çıkan küçük olaylarda rolü olan kişiler de üçüncüderecedeki figüranlardır: Bârbed, Nigîsâ, Rum Kayseri, Şîrûye, Behrâm-ı Çûpîn...Eserin bu kahramanlarının olay içindeki etkinliklerine göre karakterözellikleri şöyledir:HUSREV: Nûşînrevân’ın torunu, Hürmüz Şah’ın tek çocuğudur. Ondörtyaşında ok atmayı, kılıç kullanmayı, bütün fenleri öğrenmiş, yeteneklibirisidir.Şîrîn’in Husrev’e nazlanması ve bu konudaki sert sözleri Husrev’inRum’a gitmesine neden olduğundan Meryem’le evlenmesi bir zaruret olarak kabuledilebilir. Meryem’le evliyken bile Şîrîn’i hep özlemle anması ona duyduğu aşkıgösterir. Nitekim Ferhâd’ı kıskanması, Bîsütûn’da yol açma şartıyla muradınakavuşturacağına söz vermesi, Ferhâd’ın yolu açacağından korkarak Şîrîn’in öldüğühaberini ona ulaştırması, Şîrîn’e gönderdiği taziyet mektubundaki sitemli sözlerionun aşkını ispatlamaktadır. Ancak bütün bu olaylarda kendi başına kararverememiş, daima başkasının teşvik ve tavsiyesine ihtiyaç duymuştur. NitekimŞâvûr’un yol göstericiliğini istemesi, Ferhâd’ın ölümü için etrafındakileredanışması bunu göstermektedir.Yakışıklı Husrev, maddî zevke de düşkündür. Şîrîn’le evlendikten sonrabile kendisini bu durumdan kurtaramamış, böylece hazin sonunu bizzat kendisihazırlamıştır.Ali Şîr Nevâyî’de 1 olduğu gibi gaddar olmayan Husrev, büyük birhükümdar ve saygıdeğer birisidir. Eserin sonunda muhteşem ve kuvvetli birhükümdarın ölümü karşısında duyulan büyük bir üzüntü vardır. Bu da Husrev’inçok sevildiğini göstermektedir.ŞÎRÎN : Hikâyenin kadın kahramanıdır. Ermen Hükümdarı MehînBânû’nun yeğeni ve veliahtıdır. Eserde sevda çağına gelmiş bir genç kız olarakkarşımıza çıkar. Çocukluğunun nasıl ve ne koşullarda geçtiği belli değildir. Ancak,çok iyi bir eğitim gördüğü, iyi ata bindiği, iyi kılıç kullandığı hikâye içinde çeşitliyerlerde anlatılmaktadır. Güzelliği ile dillere destan olan Şîrîn’in üç yüz tanecariyesi vardır. Husrev’e âşık olmasından sonra, tek başına at üzerinde Medâyin’egitme kararını vermesi onun çabuk karar veren ve verdiği kararı derhal1 Gönül A. Tekin, Alî Şîr Nevâyî, Ferhâd ü Şîrîn, s.37-47.


37gerçekleştiren bir insan olduğunu göstermektedir. Şîrîn’in kişilik özellikleri ileberaber asıl vurgulanan, onun eşsiz ve büyüleyici güzelliğidir. Şîrîn’in güzelliğihikâyenin kahramanlarının ağzından değişik yönleriyle anlatılmıştır. ÖrneğinŞâvûr, Şîrîn’i şöyle görmektedir:385. İki g!s>ları ~an Leyletü’l-éadrCem


38Mehîn Bânû’nun etkisiyle geleneğe sıkı sıkı bağlı kalarak bir erkeğe ancakevlendikten sonra yakınlaşabileceğini düşünmektedir. O halde evlenmeyi bir amaçolarak görmesinde Mehîn Bânû’ya vereceği utanç rol oynamakta, bu da onunsevdiği ve saydığı kişilere karşı bir sorumluluk duygusu taşıdığını göstermektedir.Mehîn Bânû’nun ölümünden sonra devletin başına geçerek, herkese âdildavranmış ve kendisini sevdirmiştir. Husrev’in aşkıyla yanarak, ülkesini, tacını,tahtını terkedip Medâyin’deki sarayında inzivaya çekilmek istemesi başkalarınındertleriyle tam manasıyla meşgûl olamayacağını düşünmesinden kaynaklanmıştır,diyebiliriz. Doğru karar veren, fikirlerinde ısrar eden, seven bir kadının öfkeağlama, naz gibi bütün durumlarını göstermekten çekinmeyen Şîrîn, Husrev’inMeryem’le olan beraberliğini bildiği halde isyan etmemiş, sabır ve tevekküllebeklemiş sadık bir sevgilidir.Ferhad, Şîrîn, Husrev üçgeninde Şîrîn’in duyguları merkez olmuş ; sankiFerhâd’ın ve Husrev’in duygu dünyası ve kaderi ona bağlanmıştır. Ferhad’ınsevgisinin mahiyetini anladığı gibi kendi duygularını da tahlil edebilecek yeteneğesahiptir. Ferhad’ı sevmemiş ona sadece acımıştır. Sevildiğinden emin, oldukçaduygulu ve anlayışlı Şîrîn; Ferhâd’ın ölümü için üzülmüş, günlerce matemtutmuştur. Daha sonra Meryem’in ölümü olayların akışını sağlamış ve Husrev’leevlenmiştir. Husrev’in kabrinin başında bir hançerle kendisini öldürmesi, onaduyduğu büyük aşkını ispat etmektedir.Celîlî, eserinde bütün dikkatini Şîrîn ve Husrev’in karekterini çizmeyeharcamıştır. Bundan dolayı pek çok yan motifler ve kişiler gerektiği kadar açık birşekilde gösterilmemiştir. Husrev, bütün iyi ve kötü özellikleriyle çizilmiş, Şîrîn iseadeta idealize edilmiştir, diyebiliriz.FERHÂD : Tîşeyle resim yapmakta uzman, yaratıcı bir sanatkâr, çalışkanve gayretli, halktan bir taşçı ustasıdır. Alî Şîr Nevâyî’de (2) Çin hakanının oğlu olanFerhâd, aynı zamanda mimar ve ressamdır. Şeyhî’de (3) Husrev’in danışmanıŞâvûr’un Çin’den ders arkadaşı ve meşhur bir mühendistir. Celîlî’de ŞâvûrFerhâd’ı şöyle anlatmaktadır:1351. Ki olmı$ adı Ferh


391353. éaçan ~alsa külüng ü t!% sengeDü$erdi seng ü


40sezerek ona nasihatler eden Mehîn Bânû, Şîrîn’in içinde bulunduğu durumdandolayı da çaresizdir.Celîlî, itina ve büyük bir önemle Mehîn Bânû’yu hikâyenin içineyerleştirmiştir. Bir büyük olarak Şîrîn’e yardımcı olan, yol gösteren, onunduygularına saygı duyan, namus anlayışına düşkün büyük hanım tipi yaratmıştır:1010. Vel! $ol $ar| ile kim iy gül-end


411024. Dime kim $ahdur _usrev zeber-destGerek kim d


42\açupdur mi‘ceri d


43karşımıza çıkmaktadır.1056. Olurdı bir ya+adan ‘>da dem-s


44IV. ŞEYHÎ’NİN HUSREV Ü ŞÎRÎN’İ İLE KARŞILAŞTIRILMASINizamî’nin Husrev ü Şîrîn mesnevisini Türkçe’ye ilk kez aktaran Şeyhî(Ö.H.832/M. 1429)dir 1 . Şeyhî’nin kişiliğini yansıtan ve en değerli eseri Husrev üŞîrîn’dir. Şeyhî, Husrev ü Şîrîn’i kendinden önce ve sonra gelen Türk şairleriarasında en başarıyla işleyendir 2 . Zaten şairin bu eseri Türkçe’de yazılan diğerHusrev ü Şîrîn’lerin en güzeli olarak kabul edilmiştir.Celîlî, hamse vadisinde ilk usta olan Nizamî’nin mesnevisini izlemiştir.Ancak bunu yaparken hikâyenin yalnız özünü almış, ayrıntılarını atarak,tasvirlerinin çoğundan vazgeçmiş, özetini meydana getirmiştir 3 .Agâh Sırrı Levend,Celîlî’nin mesnevisini H. 918 / M. 1512’de tamamladığını Şeyhî’nin eseriylearasında seksen yıldan fazla bir zaman farkı olduğunu işaret ederek : “ Bu iki eserarasında aynı parçaları karşılaştırarak yapılacak bir kıyaslama, Türk edebiyatınınbu süre içinde dil, deyiş, hüner ve sanat bakımından geçirdiği gelişmeyiizleyebilmek için çok güzel bir fırsattır 4 .” demektedir.Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’inin Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş tarafındantenkîdli olarak yayımlandığını dikkati çeken Prof. Dr. Hüseyin Ayan ise “Yeniaraştırıcılar için oldukça sağlam bir başlangıcın hazırlandığını 5 “ ifade etmektedir.Biz de bu sözlerden yola çıkarak, Şeyhî ve Celîlî’nin aynı konuda kalemealınmış bu iki eserini konu, dil ve uslûp bakımından karşılaştırmak istedik.Celîlî, Husrev ü Şîrîn’i, Emir Husrev, Câmî, Nevâyî gibi üstadlarınyazdığını eserinin başında, bahsederken Şeyhî’den hiç söz etmemiştir. Ancak,eserinin sonlarında :1980. Egerçi dnVel! pervn1, 3,4 Agâh Sırrı Levend, Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’i s. 103.2 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.1.5 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî, TKA s.37.


451982. Bulur az oldu%ından m


462- Ferhâd iki eserde de süt havuzunu yapar ve Bîsütûn dağını deler.3- Husrev ve Ferhâd, Şîrîn’e âşık olurlar ; fakat, Şîrîn, Husrev’i sever4- Ferhâd, aynı neden yüzünden ölür.5- Husrev ile Şîrîn evlenirler.Bu hikâyeyi meydana getiren esas olayların etrafında gelişen şuyardımcı noktalar da iki eserde aynıdır :1- Şâvûr’un aracılık görevi2- Mehîn Bânû ile Şîrîn arasındaki akrabalık3- Büzürcmihr’in Husrev’e nasihatler etmesi4- Şîrîn’in emrinde hünerli üç yüz güzel cariyenin bulunması5- Husrev’in adamlarının bir köye zarar vermesi ve Hürmüz’ün hesapsorması6- Husrev’in babasından korkarak Ermen’e doğru kaçması7- Husrev ile Şîrîn’in yolda karşılaşmaları8- Şîrîn’in Müşkûy’da bir saray yaptırması9- Husrev ile Şîrîn’in Ermen’de buluşmaları10-Şîrîn’in sözlerine kızan Husrev’in Rum’a gitmesi11-Rum Kayser’in kızı Meryem’le Husrev’in evlenmesi12-Kayser’in yardımıyla Husrev’in ordu kurması ve Behrâm‘ı yenerek tahtaoturması13- Şîrîn’in Bîsütûn dağına Ferhâd’ı görmeye gelmesi ve içki(gülsuyu)sunması14- Ferhâd‘ın aşkından haberdar olunca Husrev’in onunla bir konuşmayapması15- Şîrîn’in yalan ölüm haberinin Ferhâd’a bir cadıyla ulaştırılması16- Ferhâd’ın ölümünden sonra Husrev’in Şîrîn’e bir mektup göndermesi17- Meryem’in ölümünden dolayı Şîrîn’in Husrev’e bir mektup göndermesi18- Mehîn Bânû’nun ölümünden sonra Şîrîn’in tahtı bırakıp Medayin’egitmesi.EKSİK VE FAZLA KISIMLARŞeyhî’de eksik kısım, Şîrûye olayıdır. Şeyhî’nin eseri, Husrev ileBüzürgûmîd arasındaki konuşmayla bitmektedir. Celîlî’ninkinde ise bu konulardansonra Şîrûye’nin Husrev’i öldürmesi ve Şîrîn’in intiharı vardır.Hikâyenin bu en romantik ve en trajik kısmı Şeyhî’nin eserinde, herhaldekendisinin ölümü nedeniyle bulunmamaktadır 3 . Celîlî bazı noktalarda Şeyhî’den3 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.28.


47ayrılmış, buralarda Nizâmi’yi izlemiştir. Şeyhî’nin eserinin sonunda bulunmayanŞirûye olayı bizce önemlidir. Bundan başka Celîlî’nin eserinin son tarafındabulunan Husrev’in Hz Muhammed’den gelen mektubu okuması ve yırtması gibibahisler Şeyhî’de yoktur.Celîlî’de eksik kısım, Behrâm-ı Çûpîn meselesidir. Celîlî Behrâm olayınıanlatmamıştır. Husrev’in Rum Kayser’in kızı Meryem’le evlenmesinden sonra birhaberci gelip, babasının öldüğünü söyler. Husrev Kayser’in yardımıyla askertoplayarak Medayin’e gider, Behrâm’ı öldürür ve tahtını kurtarır(b.1149-1199).Şeyhî, bu konuyu etrafıyla yazmış, Behrâm meselesini ve bu olayın evveliyatınıgöstermiştir. (s.81-94 ; b. 2220-2567). Celîlî’de bu kısmın bulunmayışı bizce bireksiklik değildir.Celîlî, Husrev ile Behrâm arasındaki siyasî olayları anlatmayarak, aşkıbirinci plânda tuttuğunu göstermiştir. Şeyhî, bu bahsi lüzûmundan fazla genişyazmıştır. Taberî tarihine, Şehnâme’ye ve öbür tarihlere başvurularak meydanagetirilen bu kısım ; Hürmüz’e ait olduğu ve siyasî mücadeleleri anlattığı için, biraşk hikâyesi olan eserde bu kadar geniş yer almamalıydı 4 .Şeyhî’de Husrev, bir gece ibadethânede dua ettikten sonra uykuya daldı verüyasında dedesi Nûşinrevân’ı gördü. Nûşinrevân, Husrev’e kaybettiği dört şeyekarşılık, Allah’ın dört güzel şey ihsan ettiğini müjdeledi. Bunlar Şebdîz adlı at,Bârbed adında mugannî, şahane bir taht ve şîrîn bir sevgili idi. Husrev uyandıktansonra Allah’a şükretti ve dedesinin sözlerinin gerçekleşeceğine inandı(s.36,b.952-975).Şâvûr, Şîrîn’in Şebdîz adlı harikulâde koşan siyah bir atının olduğunuHusrev’e anlatırken(s.40,b.1071-1079), Celîlî’de bunlardan söz edilmemiştir.Ermen ülkesinde bir kilisenin önündeki mağaranın içinde kara taştanyontulmuş tılısımlı bir at şekli varmış. Kısraklar, muayyen zamanlarda, gelip butaşa şehvetle sürünürler ve gebe kalırlarmış. Doğan tay, yelden daha hızlıkoşarmış. Şebdîz de bu taşın neslindenmiş. Şeyhî’deki bu efsane(s.43, b.1155-1167) Celîlî’de yoktur.Şeyhî’de; Mehîn Bânû, kışın Berda‘ havasının çok güzel olduğunu,Husrev’in orada kalmasını (s.72,b.1984-1987) isterken Celîlî’de bundan sözedilmemiştir.4 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i, s.29-30.


48Husrev’in Ermen’de Şîrîn’le buluştuğu mehtaplı bir gecede kendileri, Şâvûrve yanlarındaki on kız aradaki maceraya uygun masallar söylerler. Bu kızlarınadları ve söyledikleri masallar (s. 119-122, b.3236-3287) ; Şîrîn’in tahtanvazgeçerek Medayîn’e giderken, Kudüs’ü ziyaret edeceği rivayetiniçıkarması(s.151,b.4057) Celîlî’de bulunmamaktadır.Tatar istilası nedeniyle yurdundan ayrı düşüp Rum’a gelen Şeker,Meryem’in yanında büyümüştür. Meryem, ölünceye kadar onu Husrev’densaklamış ve ölürken Şîrîn’i unutması için Husrev’e gönderilmesini vasiyetetmiştir. Husrev bir müddet onunla vakit geçirmekle beraber, hiçevlenmemiştir.(s.198-201,b.5276-5360) Celîlî’de ise bu bölümler yoktur.Meryem’in ölümü olayların akışını sağlamış ve böylece iki sevgilievlenebilmişlerdir.Husrev’in av bahanesiyle Şîrîn’in kasrına geldiği zaman otağ kurdurması,Şîrîn’in kasrın damında Husrev ile uzun uzun konuşmaları (s.213,b.5635) vemünakaşaları, Şîrîn’in Husrev’in ardından gitmesi ve bu olaylardan sonraevlenmeleri ; Şâvûr’un, Şîrîn kasra geldikten sonra, Husrev’in yanına gitmekistemesi ve Behram’ın ölümü nedeniyle tutulan mâtemin dördüncü günü onayetişmesi konuları (s.152-156, b.4072-4174); Husrev’in Behram için üç günmatem tutması, dördüncü gün bezmde Barbed’in gazeller okuması(s.154-155b.4143-4164), Celîlîde yoktur.İki sevgili evlendikten sonra, Şîrîn, adağını yerine getirerek Şâvûr’u veetrafındaki kızları evlendirir. Barbed’e de Nigîsâ’yı alır(s.250-251,b.6599-6605)Celîlî’de bunlardan hiç söz edilmemiştir.Husrev, yaşlandıktan ve saçlarına düşen akla ölüm habercisi geldiktensonra dünya ahvaline ait konuları merak ederek düşünür ve bunları öğrenmek içinBüzürgûmîd’e başvurur.(s.253,b.6663-6667) Husrev ile Büzürgûmîd arasındahikemî konuşmalar(s.264,b.6824) geçer. Celîlî’de bu bölümler yoktur; ayrıcaHusrev ile Büzürcmihr arasında geçen konuşmalar çok kısadır.Tasavvufla ve tarikatla yakından ilgilenen Şeyhî, İran’daki tahsili sırasındabirçok tasavvuf büyüğüyle görüşmüştür 5 . Şeyhî, tam manasıyla mutasavvuf bir şairdeğildir; fakat tasavvuf umdelerinden ve remizlerinden pek fazla faydalanmıştır.Husrev ü Şîrîn’inde de tasavvufi görüşler hakimdir 6 . Ayrıca Husrev ü Şîrîn’de,5 Faruk K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s. XXII.6 Faruk K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s. XXIV.


49Mevlana’nın ve diğer mutasavvıfların da tesirleri görülmektedir 7 . Ferhâd dilindensöylenen ve vasıta beyti:Kim yo* bu diy


50söylerken(s.76-77, b.2097-2102) Celîlî’de Husrev, Mehîn Bânû’ya birşeysöylemeden adamını Medayin’e göndermiştir(b.974-979).Şeyhî’de Mehîn Bânû’nun, Gülgûn’u vermesi ve Şâvûr’un otuz günlük birsürede Medayin’e ulaşması(s.77,b.2109-2116) Celîlî’de yoktur.Şeyhî’de Şîrîn, Şâvûr’la beraber Ermen’e dönerken Gülgûn’a (s.78,b.2156-2158); Celîlî’de ise Şebdîz’e binmiştir. (b.990-991)Şeyhî’de Şîrîn, sarhoş olduğu zamanlar Husrev’in öpmesine izin verirken,Celîlî’de ise buna hiç bir zaman müsaade etmemiştir.Şeyhî’de Husrev, Şîrîn’in “...erkeliğini Behrâm’a göster...” sözünden sonraBehrâm’ı yenmek amacıyla Rûm’a giderken (s.131,b.3483-3491) Celîlî’de iseŞîrîn’in kendisine nazlanmasından dolayı ona kırılıp gitmiştir.(1129-1131)Her iki eserde de Şîrîn’in çengisi kimliğiyle anlatılan Nigîsâ, Şeyhî’deeserin başında, Ermen’de Husrev ile Şîrîn’in buluşmaları bahsinde ve eserinsonunda karşımıza çıkarken (s.109,b.2993-2995) Celîlî’de sadece Husrev ileŞîrîn’in meclis kurmaları ve evlenmeleri bölümünde (b.1054-1056,1776)karşımıza çıkmaktadır.Celîlî ile Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’lerindeki farklı, eksik ve fazlakısımları bir şema ile kısaca gösterebiliriz :CELÎLÎŞEYHÎHusrevOn dört yaşındaOn üç yaşındaŞîrîn’in Ferhâd’a ziyaretinde sunduğuİçkiCüllâb (gülsuyu)Şîrîn’e Medâyin’de davranışİyiliğini istemeKıskançlıkHusrev’in köyde kurduğu meclis esnasında adamların çaldığıElmaÜzümŞîrîn’in aslanı öldürdüğü aletOkKılıçMehin Bânû’ya Şîrîn’in getirilmesi teklifiDoğrudan gidişAdam göndermek için izinMehin Bânû’nun Şîrîn’in getirilmesi için verdiği at.................... GülgûnŞîrîn’in Medâyin’de yaptırdığı kasr


51Havadar ve güzel bir yerŞehirden ve halktan uzaktakötü bir yerBehrâm-ı Çûpîn meselesinin evveliyatı................... Ayrıntılarıyla anlatılmışHusrev ile Behrâm arasındaki siyasî mücadeleler................... Ayrıntılarıyla anlatılmışHusrev, rüyasında................. Nûşînrevân’ı görür.Husrev’in................ Şeker’le olan macerasıCELÎLÎŞEYHÎHusrev’in................ Şîrîn’in kasrına avbahanesiyle gitmesiHusrev’in................ Behrâm-ı Çûpîn için matemtutmasıBarbed’in................ Behrâm-ı Çûpîn içingazeller okumasıŞîrîn’in tahttan vazgeçerek Medâyin’e giderken................. Kudüs’ü ziyaret edeceğirivayetini çıkarmasıMehin Bânû’nun Husrev’den................. Berda‘’da kalmasınıistemesiŞîrîn’in................. Kasrın damında Husrev ileuzun uzun konuşması vetartışmalarıŞîrîn’in................. Husrev’in ardından gitmesive onunla evlenmesiHusrev ile Büzürgûmîd arasındaki konuşmalarKısaUzun (tasavvufî)Husrev ile Şîrîn’in yanındaki kızların................. Adları ve söylediklerimasallarHusrev ile Şîrîn’in evlenmelerinden sonra Şîrîn’in................. Etrafındaki kızları veBarbed ile Nîgîsâ’yı


52evlendirmesi................ Şebdîz efsanesiŞâvûr’un Medâyin’e gitme süresi................ Otuz günŞîrîn’in Ermen’e giderken bindiği atŞebdîzGülgûnHusrev’in Rûm’a ilk gidişiŞîrîn’e kızmasındanBehrâm’ı yenmek içinHusrev’in Rûm’a gidiş sayısıBir kezİki kezŞîrîn’in Husrev’e öpmesi için verdiği izinHiçbir zamanSarhoş olduğu anlarCELÎLÎŞEYHÎHusrevHz.Muhammed’in çağrısını........................yırtıp atarŞîrûyeHusrev’i öldürür ........................Şîrînİntihar eder ........................Şeyhî ve Celîlî, esas hikâyenin içine olayları yerleştirme konusundabirbirlerinden ayrılmışlardır.Husrev, Şîrîn’i Medâyin’den getirmesi için Şâvûr’u gönderdikten sonrabeklemeye başlamıştır. Bundan sonra Şeyhî’de Husrev, aldığı mektupla tahtaçıkmak amacıyla Medâyin’e gittiği sırada Şîrîn de Ermen’e hareket etmiştir. Dahasonra Husrev’in tahta çıkması, tahtı Behrâm’a bırakması ve Şîrîn’in Ermen’edönmesi şeklinde sıralanmıştır. Şeyhî, Behrâm meselesinin öncesini anlattığı veoradaki mücadeleyi uzun uzun yazdığı için, Husrev’in tahta geçmesini ve sonraBehrâm’a tahtı bırakarak kaçmasını arka arkaya getirmiş ve araya Şîrîn bahsinisokmayarak Behrâm meselesine ayırdığı bölümü bütün olarak bitirmiştir. Bundansonraki kısmı, Şîrîn’le Husrev’in buluşmasına ayırdığına göre, yaptığı bu tertipuygun düşmüştür 10 . Celîlî’de bu meseleler yoktur. Husrev’in Şîrîn’lebuluşmalarından sonra Şîrîn’in terslemesine kızarak Ermen’den Rûm’a gitmesi,Meryem’le evlenmesi, Kayser’in yardımıyla ordu teşkil etmesi, Behrâm’ı yeniptahta oturması gibi bölümler vardır. Şeyhî’de Husrev’in Şîrîn’le buluşmasından10 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.33.


53sonra Celîlî’de işaret ettiğimiz olay halkaları tekrar görülmektedir. Celîlî’nin sırasıda, olayların çok kısa yazıldığı ve esasen eser belli bölümlere ayrılmadığı içinbizce yerindedir.Meryem’’in ölümünden sonra Şeyhî’de ; Şâvûr’un Şîrîn’e gitmesi veHusrev’in yanına gitme teklifi, Şîrîn’in Husrev’in vefasızlığına kızarak itirazetmesi ve nazlanması, Husrev’in bu nazlanmalara içerleyerek Şeker’e meyletmesive Şâvûr’u Şîrîn’in yanından alarak onu yalnız bırakması, Husrev’in avbahanesiyle Şîrîn’in kasrına gitmesi, uzun uzun konuşmaları ve münakaşaları,Şîrîn’in Husrev ardınca gitmesi gibi olay halkalarından sonra iki sevgilievlenmişlerdir. Bu bahis, Celîlî’de Meryem’in ölümünden sonra bir beklemedevresi olmadan gerçekleşir. Şeyhî’de Meryem’in ansızın ölümü, Şeker’leHusrev’in macerası sadece olayların akışını sağlamamış, Husrev’in karekterinibelirtme bakımından da önem kazanmıştır. Maddi zevk ve sefâsına düşkün, heristediği şeyi elde eden, aşkı sadece kendi yaşama isteğinin ifadesi olarak tanıyanHusrev’i Celîlî’de göremiyoruz. Şîrîn’in kendisini ağırdan alması ve nazlanmasıHusrev’i Şeker’le oyalama yoluna itmiştir. Şîrîn, böylece bir kere daha Husrev’iölçmüş ve onun vefasızlığını anlamıştır. Husrev’i iyi ve kötü yönleriyle anlatanŞeyhî, Şîrîn’i adeta idealize etmiştir, diyebiliriz. Şîrîn’in etkisinde yavaş yavaşbaşka bir insan olan Husrev, olayların arkasındaki gerçeği aramaya başlamış veBüzürgûmîd sayesinde pek çok şeyi öğrenmiştir. Celîlî’de ise Husrev gittikçe dahaçok eğlence ve içkiye düşmüş, üstelik Hz. Muhammed’den gelen İslâm dinineçağrıyı kabul etmemiş ve onun mektubunu yırtmıştır.İki eser arasında konu bakımından yaptığımız bu karşılaştırmayıtamamlarken şekil bakımından da bazı hususlara değinelim :Şeyhî, birçok olayı Celîlî’ye göre daha uzun ve geniş bir şekildeyazmıştır.Husrev ü Şîrîn’i bölümlere ayırmış ve her bölüme başlarken bir girişyapmıştır. Hikâye etme sanatı bakımından önemli olan bu durum Celîlî’de dahasınırlıdır. Çoğu zaman giriş yapmaya lüzûm görmeden doğrudan doğruya olayıanlatmıştır.İki eserdeki başlıklarda mana bakımından bir farklılık yoktur. Yalnızsayıları değişiktir. Bir başlık altında anlatılan bir olay Celîlî’de çoğu zaman iki ayrıkonudan oluşmaktadır. Hatta DTCF nüshasında başlık bile yoktur.Şeyhoğlu Mustafa’nın şiire hakimiyetini ortaya koyan ve Hurşîd-nâme 11içine serpiştirilen gazelleri gören Şeyhî, adeda Hurşîd-nâme’nin benzerini yazmakistemiştir, diyebiliriz. Şeyhî, Hurşîd-nâme’yi izleyerek tasvirleri çok canlı ve bazan11 Hüseyin Ayan, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Erzurum, 1979


54çok uzayan sanatkârane bir uslûpla anlatmıştır. Onun dile hakimiyetini, renklihayallerle dolu, çok sanatlı uslûbundaki mükemlliği örnek alan Celîlî, tasvirleridaha kısa tutmuştur. Bu durum hikâyenin akışını kesmediği ve dikkati dağıtmadığıiçin okuyucu üzerinde etkili olmuştur.Şeyhî, işret âlemleri gibi bazı nedenlerle Barbed ve Nigîsâ’nın ağzındansöylenmiş gazellerle kahramanların duygularını göstermiş ve hikâyeyi tatlı birlirizmle süsleyip çekici yapmıştır. Değişik vezinlerle nazm edilmiş kaside vegazellerin, terci-i bendin bulunuşu eseri monotonluktan kurtarmıştır 12 . Celîlî’ninpadişahın tahta çıkışını anlatan üç beyitlik Farsça kıtası hariç, bütün beyitleri aynıvezinle yazılmıştır. Konunun dağılmamasını düşünen Celîlî, Barbed ve Nigîsa ilefazla ilgilenmemiştir. Böylece eserin konusunu fazla uzatmak istememiştir.Her iki şair de olayları üçüncü şahsın ağzından anlatmışlardır. Şeyhî’ninCelîlî’ye göre hikâyeyi daha çok keserek, olay hakkındaki felsefî fikirlerini,nasihat edici bir hava içinde, görüşlerini sunmasından sonra tekrar konuyadöndüğünü görüyoruz. Celîlî, çoğu zaman bölümlerin ortasında ve sonunda,kendisine hitap ettiği birkaç beyitle üçüncü şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır.Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i, kelime hazinesi bakımından da dikkatedeğerdir. Eserde bugün kullandığımız pek çok Türkçe kelime vardır. Divan şiirininolduğu kadar, yeni edebî dilin doğmasında ve yerleşmesinde de büyük bir sanatkârolması sebebiyle mühim bir rol oynayan Şeyhî, Eski Anadolu Türkçesi’nden klâsikOsmanlıca’ya geçiş devresinde bulunduğu için, kendi zamanından önce kullanılaneski yazı dilinden geniş tesirler almıştır 13 . Eserlerinde Türkçe sözlere yer verenŞeyhî’yi Ziya Paşa “Harabat” adlı eserinde :Şeyhî dahi gelmiş ol zamandaBir hayli eser komuş cihândaElfâzı velî kaba be-gayetMânaca da yokdur anda lezzetsözleriyle “kitabında kaba sözler geçen” bir şair olarak ayıplamıştır 14 . Şeyhî,eserinde bugün kullanılmayan veya ses, mana değişikliğine uğrayarak kullanılankelimelere ve bileşik fiillere çok yer vermiştir. Üslûbundaki canlılığın bu bileşikfiillerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.12 Faruk K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.3513, 14 Faruk K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.76.


55Şeyhî ve Celîlî eserlerinde kahramanlarını bol bol konuşturmuşlardır. Heriki şair de kendi fikirlerini ve görüşlerini kahramanlarına söyletmekle hikâye etmetekniğindeki başarılarını göstermişlerdir.Nizâmî’nin Şâpûr, Mihîn Bânû, Bârbud şeklinde gösterdiği adları Şeyhî ;Şâvûr, Mehîn Bânû ve Bârbed olarak 15 adlandırmıştır. Celîlî’nin eserindeki adlarıbiz de Şâpûr (Şâvûr), Mehîn Bânû, Bârbed olarak kaydettik.Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’inin pek çok yeri “Sa’dî tesiriyle ” 16 yazılmıştır.Bu eserde ileri sürülen düşünce ve misallerin çoğunu, Gülistan ve Bostan’dabulmak mümkündür.Yimeyen kişi yâd elden şikenceDemürdendür sanur ^olında pençe 17beyitindeki “başkasından işkence görmeyen kendi pençesini demirden sanır.”sözleri, Gülistan’dan alınmıştır 18 .Şeyhî, Husrev’in siyasî mücadelelerini ve macerasını yazarken, tarihîkaynaklara başvurmuştur. Behrâm-ı Çûbîn meselesinin Nizamî’de olan ve olmayankısımlarını tertip etmek için, Taberî Tarihi’nden, Şehnâme’den ve öbür tarihlerdenyararlanmıştır 19 . Şeyhî, şairliği boyunca mesnevi tarzına önem vermiştir. Gazeltarzında gücüne inanmakla beraber, asıl hünerin mesnevi yazmak olduğunu ilerisürerek 20 “gazel birkaç ev meydana getirmeğe benzediği halde, mesnevi nazmetmek bir şehir kurmak gibidir.”(b.567-570) demiştir. Celîlî ise:@arz-ı %azel içre _usrevüm benOl kevkeb mihr-pertevüm ben 21diyerek hem gazelde başarılı olduğunu, hem de mesnevi alanında:éullâb-ı sühan ki mesnevîdürBâzûm anı çekmede ^avîdür 2215Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.35.16 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.37.17 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i , Metin, b.2296 ,s.84.18 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.37.19 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.37.20 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i , s.1.21 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî, s.3822 Hüseyin Ayan, Hâmidî-zâde Celîlî, s.38


56yetenekli olduğunu belirtmiştir.Bütün bu ortaya çıkan görüşler Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’ini meydanagetirirken sanatındaki heves ve anlayışını belirtmektedir. Celîlî’nin Şeyhî gibi birşairden etkilenmesi ve onu örnek alması gayet doğaldır.Celîlî plân bakımından Şeyhî’yi izlemiştir. Şeyhî’de bulunmayan kısımlarıNizâmî’den, Nizâmî’de olmayanları da Şeyhî’den almıştır.Şeyhî, Husrev ü Şîrîn’i yazarken, büyük bir titizlikle seçtiği kelimelerleyarattığı sanat dolu üslûbunu eserin bütününe yaymıştır. Kuşkusuz o, muhteva vegüzel ifadeyi bu denli ustalıkla birleştirmeyi büyük şairliğine borçludur. Şeyhî’yiörnek alan Celîlî de son derece akıcı üslûbuyla lirik bir hava taşıyan heyacanlı vesürükleyici bir aşk macerasını yazarak iyi bir şair olduğunu kanıtlamış ve onakişiliğinin damgasını vurmuştur, diyebiliriz


56V. HUSREV Ü ŞÎRÎN’DE İSLÂM KÜLTÜRÜCelîlî’nin Husrev ü Şîrîn’i, İslâm kültürünün tesiri altında yazılmıştır.Eserin baş tarafındaki tevhîd, münâcât, na‘t gibi bölümler bunu göstermektedir.Bunları, Celîlî, âdete ve usûle uyarak yazmıştır, denemez. Çünkü şairin Husrev üŞîrîn mesnevisindeki bu bölümler ancak samimi bir müslümanın anlatabileceğitarzda, kendi ruh âleminin derinliğinde yerleşen iman duygularıyla kalemealınmıştır. Birgün Husrevv, Şîrîn’le içip eğlenirken bir haberci Hz. Muhammed’inmektubunu getirir:1844. Açup ol n


57342. Urur ço^ $ahlar İsl


58Celîlî’nin Husrev ile Şîrîn’in macerasından sonra verdiği öğütler de İslâmiinanç ve düşüncenin bir sonucudur.1943. Ki$i kim c


59“Bu yalan dünyaya gönül verme. Ne olsa sonu ölümdür.” diyen şair, bubeyitlerden sonra Allah’a yalvarmakta(b.1956-1963) ve1964. Cel!l!yi sen eyle ehl-i tevf!kGider ta^l!dini kesf ile taq^!^1965. Gözini n>ru+ ile eyle b!ny


60VI. HUSREV Ü ŞÎRÎN’DE ÖLÜMLE İLGİLİ GELENEKLERHusrev ü Şîrîn’de ölümle ilgili en belirgin gelenekleri Husrev’inölümünden sonra tespit edebiliyoruz. Şîrîn’in üstünü başını yırtıp, ağlamasındansonra ondaki matem belirtisini1913. Çü kesdi ‘anber!n g!s>-yı pür-*amOlur ‘ömr-i dir


61İderler gül yirine la‘l tezy!n1921. Kefen idüp qar!r-i mü$g-b>yı\ararlar ol nih


62Celîlî’nin sayılarla ilgili görüşlerinden söz etmek istersek bazı sayılarınkutsallık kazandığını ifade edebiliriz : “İki” ve “yedi” sayısının çok fazlakullanılması dikkate değerdir.“İki”, Şîrîn’in tasvirinde, ikiyle ifadesi mümkün olan ne varsa hepsinde,geniş mazmunlar çerçevesi oluşturularak kullanılmaktadır. İki sayısı etrafındateşekkül eden kavramlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:8. İki l-yı mü$g!n-i Muqammed15. İki $


631576. İki leb ~an der-i end>h u %amdur1579. İki pist


64VIII. HUSREV Ü ŞÎRÎN’DE AŞKBu hikâyede Husrev ile Ermen hükümdarının yeğeni Şîrîn arasında geçenaşk anlatılmıştır. Su yolları yapmakta usta bir mühendis ve mimar olan Ferhâd,Şîrîn’in diğer aşığı ve eserin üçüncü kahramanıdır. Bu üç aşk etrafında gelişen veefsaneleşen olaylar, hikâyenin konusunu meydana getirmiştir.Celîlî âşıkları Şeyhoğlu’nun Hurşîd-nâme’sindeki 1 söz (kelâm) ses (musikî)ve resim gibi insanları etkileri altında bulunduran üç sanat dalının üzerineoturtmuştur. Buna göre Husrev ü Şîrîn’deki âşıklar:1.Söz yoluyla âşık olan Husrev2.Resim yoluyla âşık olan Şîrîn3.Ses(musikî) yoluyla âşık olan Ferhâd’dır.Celîlî, eserinde beşeri ve maddi aşkı anlatmıştır. Onun ele aldığı aşk; neFuzuli’nin 2 Leylâ ve Mecnûn’undaki gibi ilâhî ve platonik ne de Şeyh Galib’in 3Hüsn ü Aşk’ındaki gibi tasavvufi ve semboliktir. Celîlî, Şeyhî’de 4 de olduğu gibiaşkın iki cephesini de işlemiştir. Ferhâd’ın Şîrîn’e beslediği sevgi maddi değil,plâtoniktir. Husrev’in maddi aşkı, Ferhâd’ın platonik aşkına galip gelmiştir.Romantik bir aşk hikayesi özelliği taşıyan bu eser, yer yer ve sırası geldikçeahlâkî öğütler vermesinden dolayı öğretici(didaktik) bir vasıf da taşımaktadır.Celîlî, Husrev’in maddi aşkını tasvir ederken, bir hayli açık sahnelerişlemeyi sakıncalı görmemiştir.Edebî eserlerde çıplak kadın tasviri sanat kaygısıyla yapılmışsa,ustalığından ötürü beğenilmiş, eğer böyle bir kaygı taşımıyorsa, yadırganmıştır 5 .Ama bir çiftin gizli kalması gereken herhangi bir davranışını belirten resim, nedenli sanat kaygısını taşırsa taşısın, çirkin görüldüğü ve tiksinti uyandırdığı halde,edebiyatta böyle bir durumun tasviri, tiksinti değil, belki hayranlık bileuyandırabilir. Çünkü resim, durumu olduğu gibi karşımızda canlandırdığı halde,edebiyattaki tasvir, sanatçının kelimeleri iyi seçmesi ve anlatış gücüyle ustacaperdelenmiştir 6 .Husrev’in Şîrîn’i havuzda çıplak yıkanırken görmesi, öpmek istemesi,Şîrîn’in güzelliğinin vasıfları, Husrev ile Şîrîn’in zifafı gibi olayları olduğu gibiuzun uzun aktarmıştır. Şeyhî 7 gibi o da bu çeşit tasvirleri rahatça anlatabilmiştir.1 Bkz. Hüseyin Ayan,Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme s.83-90.2 Hüseyin Ayan, Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, Dergâh yay. İst., 1981.3 Orhan Okay-Hüseyin Ayan, Hüsn ü Aşk, Dergâh yay., İst.,1975.4 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.48.5 A.S.Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, C. I s.149-150.6 A.S.Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, C. I s.149-1507 F.K.Timurtaş, Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i s. 48.


65Aşağıdaki örnek beyitler bunun güzel bir kanıtıdır:1787. Der-$ idüp ol serv-i rev


66IX. HUSREV Ü ŞÎRÎN’DE DİL VE ÜSLÛPHâmidî-zâde Celîlî, bu çok bilinen hikâyeyi yeni baştan ve kendi üslûbuylakaleme alarak ilk mesnevisini yazmıştır. Celîlî, eserinde, kendisine yöneltilecekbazı eleştirileri önceden cevaplandırmıştır. Şair, kısa yazmışsın diyeceklere,önceden haber vererek; eserinin Şeyhî’nin eserinden, daha kısa olduğunu fakat iyibir hikâye sayılabileceğini(b.1980) söylemektedir.1982. Bulur az oldu%ından m


671991. Ne $eb kim na]m u $i‘re ola meylümOlur yüz beyt-i pür-q


68Bir minyatürü hatırlatan tabiat tasvirlerini canlı ve sanatkârane bir uslûplaanlatmıştır. 1274-1281. beyitlerinde gördüğümüz kış tasviri bunun güzel birörneğidir. Tasvirler okuyucuyu sıkmayacak şekilde kısadır.A—VEZİNCelîlî eserini hezec bahrinin “Meflün fe‘>lün fe‘>l” kalıbıyla yazmıştır.Şair, dile olduğu kadar aruza da hakimdir. Vezni başarıyla kullandığını vekelimelerle veznin uyum içinde bulunduğunu görmek mümkündür. Böyle oluncaaruz kusurlarını görmemezlikten gelebiliriz. Aruz kusuru sayabileceğimiz hususlar,hemen hemen her şairin eserinde önümüze çıkması muhtemel olan konulardır.Konuyla ilgili tespitlerimiz aşağıya alınmıştır :Kısa okunması gereken hecelerin vezin gereği uzun kabul edilmesi demekolan “imâle”, daha çok Türkçe kelimelerde görülmektedir.307. Çı^arur göge


69“ki” bağlacından sonra vokalle başlayan bir kelime gelince, “ki” nin “i” sidüşmüştür. Bu nedenle “ki itdi-k’itdi”, “ki oldı-k’oldı”, “ki urdı-k’urdı” şeklinegirmiştir. Bu dil özelliğini Şeyhî’nin 4 eserinde de görmekteyiz. “Ne için-niçin”,“ne oldu-noldu” şekli bir ses olayı olarak bugüne kadar yaşadığı halde, “k’oldı”,“k’itdi” gibi kelimeler vezin gereği olarak kullanılmaktan ileri gidememiş ve dilemâl olamamıştır 5 . Bununla ilgili bir kaç örnek verelim :137. K’anu+ bir k>$esi olmı$ meh-i nev499. K’ola ol na^$ı alma%a rev


70kafiye yapmakta zorlanmamıştır. Hatta kökenlerine bakmadan üç dili de rahatçakullandığı görülmektedir. Celîlî en çok cinaslı kafiyeyi kullanmıştır. “Edebisanatlar” bölümünde gösterdiğimiz cinas sanatı bu tür kafiyeye güzel birerörnektir.a)Türkçe kelimelerden yapılmış kafiyeler:322. Yara$maz ^anuma t!%u+ bula$ma^Bu ^ıldan ince boynuma |ola$ma^329. Ururlar ta*t aya%ına ^amu ba$Dökerler *


71975. Yine iri$ Med


721351. Ki olmı$ adı Ferh


73Mu|arra ^ıldı zülf-i t


741564. Qik


751- SÖZLE İLGİLİ SANATLARSözcüğün anlamı dikkate alınmadan yapısına söylenişine ve yazılışınadayanan sanatlardır. Dikkatle ve özenle kullanıldıkları takdirde, üslûba bir değerve süs getirirler. Bunlar arasında oldukça ustalık isteyeni cinastır.a) CİNAS : Söylenişleri ve yazılışları bir, anlamları ayrı iki sözcüğü bir aradakullanmaktır. Sözcüklerin Arap alfabesine göre yazılışları açısından bazı çeşitlereayrılır. Celîlî’nin hemen hemen her beyitte cinasın çeşitlerini başarıylakullandığını görmekteyiz:1) Tam cinas(Cinas-ı tam): Söylenişleri ve yazılışları bir, anlamları ayrı ikisözcükle yapılan cinastır.119. \alup ebr>larına ç!n seqer ç!n;ikest eyler dirilse le$ker-i Ç!n(ç!n : kıvrım / Ç!n : Çin ülkesi)1889. Mey ü ma‘$u^a oldı k


76(selseb!li: tatlı su’yu / seb!li:sebili, su dağıtılan yeri.)784. Çü ‘aks-ı qüsni pertev ~aldı


7729. Çü yazdı nüs*a-i mücmel be$erdenMüna^^a$ ^ıldı qa||-ı *ayr ü $erden(be$erden: insan’dan / $erden: kötü’den.)301. İrür hem bir ^ulından b


78627. Gül-i gül-z


79860. Çü _usrev yandı d


801597. Dir!%< ol ru*-ı z!b< dir!%


81409. Nih


82c) NİDA : Şairin çok duygulanması ve heyecanlanması sonucunudoğuran olayları ve varlıkları gözönüne getirip “ey,hey” gibi ünlemlerle onlaraseslenmektir.Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’indeki hemen hemen her beyitte bu nidayıgörmekteyiz. Birkaç örnek verebiliriz:708. Didi iy gö+lümü+ b


83“galat ettim” veya Celîlî’de gördüğümüz gibi “hata didüm” gibi sözlerle belirtir.Birkaç örnek verelim:215. _a|< didüm ki ol ter-%onçeye b


84801. Rev


851930. Dir!% ol j


86Celîlî hemen hemen her beyitte tenasüb sanatında türlü mitoloji, tarih vemesnevi kahramanlarını, içki ve içki alemiyle, doğayla ilgili sözcüklerini, müzikterimlerini bol bol kullanmıştır.Müzik terimleriyle yapılan tenasübe birkaç örnek verelim:492. Mu%ann!ler ser-


87Bin


88e+ek : çenegeyürmek: giydirmekgöynüklü : yanıkiçerü : içeriigen : fazla, çokirgürmek : ulaştırmakkamu : hep,bütünkendüzi : kendisikıgırmak : çağırmak, seslenmeksü+ü : süngüşol : şuta+lamak : $a$makuşda : işteya+a : taraf,yanyaylak : yaylayunmak : yıkanmakyüz urmak : saygıyla yerekapanmak


D - EDEBÎ SAN‘ATLAREdebiyat metinlerinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında edebî sanatlarınönemli bir yeri vardır. Divan edebiyatının iyice anlaşılabilmesi için bu sanatlarınçok iyi bilinmesi gerekir.Divan şiirinde sanatsız bir beyit hemen hemen yokgibidir. Bazen bir beyit içinde bir kaç sanatınn iç içe kullanıldığını biliyoruz.Celîlî’nin, Husrev ü Şîrîn mesnevisinde bu edebî sanatların pek çoğunugörmek mümkündür. Söz(Lafız) sanatlarından cinas, iştikak, tarsi‘ gibi sanatlaraözenen şair, Türkçe, Farsça ve Arapça’nın ses ve şekil benzerliği olankelimelerinden hakkıyla faydalanmıştır. Anlamla ilgili sanatlardan tenasüp, hüsn-ita‘lil, mübâlağa, irâd-ı mesel, telmîh, rücû‘ gibi sanatlara çok başvurmuştur.Celîlî’nin uslûbundaki akıcılık, tasvirlerindeki canlılık kullandığı edebîsanatlardandır. Bu tasvirler o kadar çok ve o kadar canlıdır ki insanıheyacanlandırır diyebiliriz.Çalışmamızın bu bölümünde sözle ve manayla ilgili bazı sanatlardan sözederek bir kaç örnek vermek istiyoruz:1- SÖZLE İLGİLİ SANATLARSözcüğün anlamı dikkate alınmadan yapısına söylenişine ve yazılışınadayanan sanatlardır. Dikkatle ve özenle kullanıldıkları takdirde, üslûba bir değerve süs getirirler. Bunlar arasında oldukça ustalık isteyeni cinastır.a) CİNAS : Söylenişleri ve yazılışları bir, anlamları ayrı iki sözcüğü bir aradakullanmaktır. Sözcüklerin Arap alfabesine göre yazılışları açısından bazı çeşitlereayrılır. Celîlî’nin hemen hemen her beyitte bu cinasın çeşitlerini başarıylakullandığını görmekteyiz:1) Tam cinas(Cinas-ı tam): Söylenişleri ve yazılışları bir, anlamları ayrı ikisözcükle yapılan cinastır.119. \alup ebr>larına ç!n seqer ç!n;ikest eyler dirilse le$ker-i Ç!n(ç!n : kıvrım / Ç!n : Çin ülkesi)1889. Mey ü ma‘$u^a oldı k


2. Cinas-ı mürekkeb : Cinaslı sözlerden biri, iki ayrı sözcük olancinastır.222. Virürler ol mehi Buzürcmihre‘U|


(per!$


930. Lebi her ~uffenü+ la‘lin ü *andanK’a+a olmı$ ~af-ı dend


kafa)(evb


Ez


1600. Dir!%< ol nih


1361. Çü Ferhd bigi c-yı zift bigiGözi gök $!$e-i pür-neft bigi1581. Deh


Yüzü+ can gül$eninü+ l


486. _a|< didüm kev


1027. Ger ol _ı{r ise biz


1932. Dir!%< ol deh


493. Eyitdiler geh! dil-ke$ sür>dıGeh! i+letdiler ^n u‘>dı1056. Olurdı bir ya+adan ‘>da dem-s


Genellikle iki ya da daha fazla kelime, bazan tam veya noksanbir cümle ile meramı anlatmaya yarayan; teşbih, istiare, mecaz,kînaye unsurlarıyla bir şeyi bir olayı tasvir ve ifade için kullanılangerçek anlamları dışında kullanılmak suretiyle yeni bir anlam ifadeeden deyimler, dilin zenginlik ve canlılığını gösterir.Atasözü, darb-ı meselleri de içine alan umûmi biradlandırmadır. Bilindiği gibi darb-ı meseller çeşitli şekilleriyle herşeyden önce bir hüküm taşır. Bir vak’a veya oluşumun geçmişte aynıya da bir benzerinin cereyan ettiği göz önüne konularak böyle birduruma maruz kalmış ya da maruz kalması ihtimali olan kişiyegenellikle nasihatte ve tavsiyede bulunulur. Bazen böyle bir insanâdeta teselli edilir. 1Deyimler, divan şiirinin kullandığı dil ile halk şiirinin diliarasındaki ilişkisini tesbite yarayan ortak malzemeler niteliğindeolup, ayrıca şairin üslûbunun belirlenmesinde de gözönündebulundurulması gereken unsurlardandır.Celîlî, mesnevisine canlılık ve ifadeye hareketlilik kazandırmakamacıyla deyimlere sıkça yer vermiştir. Türkçe’ye olduğu kadarFarsça’ya da hakim olan şair, fikirlerini ifade etmeye yarayankelimeleri bulmakta güçlük çekmemiştir. Deyimlerde vezin gereğiTürkçe ve Farsça kelimeleri bir arada kullanmaktan çekinmemiştir.651a. Birez kim oldı ‘a^lı ba$ına cem’807b. Eridür yüregi olsa |olu y


1674. Yolu+da c


89İ K İ N C İ B Ö L Ü MI. HUSREV Ü ŞÎRÎN’İN YAZMA NÜSHALARIHâmidî-zâde Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn mesnevisinin bugün için bilinen ikiyazma nüshası tespit edilebilmiştir. Çalışmamız bu nüshalardan meydana gelenmetinden oluşmaktadır. Bu iki nüshadan birisi Paris Milli Kütüphanesi’nde 1 diğeride Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde 2bulunmaktadır.Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanan bu çalışma DTCF Ktp.’deki nüshanınfotoğrafları ve elimizde bulunan Paris nüshasının fotoğrafları ve fotokopileri ilekarşılaştırılarak hazırlanmıştır.Bu nüshaların özellikleri hakkında birkaç söz söylemeyi gerekligörüyoruz:1. Paris Bibliothéque Nationale Nüshası (P.Nüshası) 3 :Bu nüshanın bulunduğu külliyat ve diğer eserler hakkında ilk bilgileri AgâhSırrı Levend’in 4 ve daha sonra, ayrıntılı olarak, Prof. Dr. Hüseyin Ayan’ın 5araştırmaları ve incelemelerinin sonucunda öğreniyoruz. Prof. Dr. Hüseyin Ayan,içinde Mehek-nâme’nin bulunduğu yazmayı Paris Milli Kütüphanesi’nde ararken,şimdiye kadar varlığından söz edilen ve tamamı bir arada görülüp incelenmemişolan Celîlî’nin Hamsesi’ne rastlayınca çok şaşırdığını özellikle belirtmektedir.Paris Bibliothéque Nationale, Les Manuscriptes Turc(Supplement) No:364, 130 v. künyeli mecmuada 6 yer alan bu yazma küçük boydadır ve çokokunmuş intibaını vermektedir. 7Baştan üç varakta, Seyfî’nin sonradan yazılmış üç, Sırrî’nin bir gazelivardır.İlk beyti:1 Celîlî, Husrev ü Şîrîn Paris’teki Külliyatı içinde Blochet Bibliothéque Nationale Katoloğu an fon. No.365(külliyatın fotokopisi Agâh Sırrı Levend ve Prof. Dr. Hüseyin Ayan’dadır. A.S. Levend, fotokopileri Ata. Ün.Ktp. (A.S.Levend Kitapları)’nde bulunmaktadır. Prof. Dr. H. Ayan, Paris Milli Ktp.’deki nüshadan bizzatçektirmiştir.)2 Agâh Sırrı Levend, Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’i s.104.3 Bu nüsha, eserin inceleme ve metin bölümlerinde P. Kısaltmasıyla gösterilmiştir.4 Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi I.C., s.111.5 Hüseyin Ayan, “Hamidî-zâde Celîlî “ TKA s.15-38.6 Agâh Sırrı Levend, Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’i, s.104.7, Hüseyin Ayan,a.g.e., s.17.


90Q


91nüshasında daha fazladır. Bazı mısraların yarısı yazılmış veya tamamıdeğiştirilerek diğer mısraa geçilmiştir. Bazı sözcüklerin eksik veya fazlayazılmasından kaynaklanan vezin bozuklukları meydana gelmiştir. Paris Nüshasınagöre DTCF ’ deki yanlışların daha fazla olduğu tespit edilmiş ve metin kısmındakidipnotlarda gösterilmiştir.A. nüshasındaki beyit sayısının P.’den fazla olduğu görülmekle beraber,Celîlî’nin eserinde ifade ettiği 2019 sayısına ulaşılamamıştır. Bizim tespitimizegöre P. nüshasında 1964, A.’da ise 2004 beyit bulunmaktadır. Elde edilen tenkîdlimetin 2012 beyittir. Şairin, beyit sayısını yuvarlayarak vermesinden veyamüstensihlerin ihmalinden bu durumun kaynaklandığını düşünebiliriz. Nitekim P.nüshasında Meryem’in ölümünden dolayı, Şîrîn’in Husrev’e gönderdiği mektubunkonu başlığı konduğu halde, A. nüshasında gördüğümüz 28 beyit verilmemiştir.Ayrıca P. nüshasında bulunmayan 20 beyitin de A.’da aralara serpiştirildiğigörülmektedir. Buna rağmen P.’de gördüğümüz bazı beyitleri A.’da bulamıyoruz.Bütün bu özellikler de metin kısmındaki dipnotlarda belirtilmiştir.II. METNİN KURULUŞUYLA İLGİLİ AÇIKLAMALARHusrev ü Şîrîn’in metnini kurarken, Paris nüshasının başlık ve düzenbakımından, Ankara DTCF nüshasından daha orijinal olduğu görülmüştür. AncakP. Nüshasında yanlış olan yerler, A. Nüshasına göre düzeltilmeye çalışılmıştır.İki nüshada da olmadığı halde konması gereken iyelik veya belirtme durumeki metne, parantez içine alınmıştır.Nüshalardaki beyitler karşılaştırılarak beyit atlama ve buna benzermüstensih hataları veya dalgınlıkları tespit edilmeye çalışılmış, dipnotlarda farkolarak verilmiştir.Metinde her bölüm başlığı büyük harflerle yazılmış, beyit numaraları ayrıayrı verilmiştir. Bu numaralar beyitlerin hemen başında yer almıştır. Karşılaştırmayapılırken veya farklar belirtilirken kolaylık olsun diye beyit mısraları a. ve b.olarak gösterilmiştir.Metinde, P. nüshasının sayfaları 3a, 3b... biçiminde numaralanmıştır. A.nüshasının sayfalarında ise fotoğraflardaki numaralar kullanılmıştır. A. Nüshasınınsayfaları fotoğrafların üzerindeki numaralara göre (99b.,100a...) verilmiştir. A.nüshasının numaraları P. nüshasınınkine göre daha büyük ve koyu rakamlarlaişaret edilmiştir.


92Arapça ve Farsça kelimelerdeki uzun vokalleri işaret etmek için harfinüzerine (-) şeklinde bir çizgi çizilmiştir. Türkçe kelimelerdeki vokalleri vezingereği uzun okumak gerektiği zaman böyle bir işaret konulmamıştır.Nüshalarda, ekler bazan kelimeye bitişik bazan ayrı olarak yazıldığı halde,bu çalışma bir dil tezi olmadığından Türk harfleriyle göstermeye gerekduyulmamıştır.Türkçe kelimelerin ilk hecesindeki a vokalini «elif» ile, kelime ve eksonunda bulunan a ve e vokallerini bazan «he» bazan «elif» harfiyle gösterennüshaların farkları gösterilmemiştir.Metnin transkripsiyonu yapılırken “Türk İlmi Transkripsiyon Alfabesi”esas olarak alınmış ve Farsça kelimelerdeki vâv-ı ma’dûle “ * v < “ olarakgösterilmiştir. Transkripsiyon işaretlerini gösteren liste ayrıca verilmiştir.Arapça ve Farsça kelimeler Türkçe’nin ses yapısı göz önünde tutularakbelirtilmiştir.Farsça birleşik sıfat ve isimleri oluşturan iki kelime aarasına bir çizgikonmuştur.“ Ve “ edatı, şiir içinde kelimelerin vokal veya konsonantla bitmesine göre«ü» ve «vü» şeklinde yazılmıştır.-ıp/-ip eki bir imlâ kuralı olarak “b” ile gösterileceği için “p” harfiylebelirtilmiştirKelime ve hece sonuyla hece başındaki g’ler yazıda kendini korumuştur :beg, meger, segirt-.... gibi. Metinde bütün bu hususlara aynen uyulmuştur.


II. METNİN KURULUŞUYLA İLGİLİ AÇIKLAMALARHusrev ü Şîrîn’in metnini kurarken, Paris nüshasının başlık ve düzenbakımından, Ankara DTCF nüshasından daha orijinal olduğu görülmüştür. AncakP. Nüshasında yanlış olan yerler, A. Nüshasına göre düzeltilmeye çalışılmıştır.İki nüshada da olmadığı halde konması gereken iyelik veya belirtme durumeki metne, parantez içine alınmıştır.Nüshalardaki beyitler karşılaştırılarak beyit atlama ve buna benzermüstensih hataları veya dalgınlıkları tespit edilmeye çalışılmış, dipnotlarda farkverilmiştir.Metinde her bölüm başlığı büyük harflerle yazılmış, beyit numaraları ayrıayrı verilmiştir. Bu numaralar beyitlerin hemen başında yer almıştır. Karşılaştırmayapılırken veya farklar belirtilirken kolaylık olsun diye beyit mısraları a. ve b.olarak gösterilmiştir.Metinde, P. nüshasının sayfaları 3a, 3b... biçiminde numaralanmıştır. A.nüshasının sayfalarında ise fotoğraflardaki numaralar kullanılmıştır. A. nüshasınınnumaraları P. nüshasınınkine göre daha büyük ve koyu rakamlarla işaret edilmiştir.Arapça ve Farsça kelimelerdeki uzun vokalleri işaret etmek için harfinüzerine (-) şeklinde bir çizgi çizilmiştir. Türkçe kelimelerdeki vokalleri vezingereği uzun okumak gerektiği zaman böyle bir işaret konulmamıştır.Nüshalarda, ekler bazan kelimeye bitişik bazan ayrı olarak yazıldığı halde,bu çalışma bir dil tezi olmadığından Türk harfleriyle göstermeye gerekduyulmamıştır.Türkçe kelimelerin ilk hecesindeki a vokalini «elif» ile, kelime ve eksonunda bulunan a ve e vokallerini bazan «he» bazan «elif» harfiyle gösterennüshaların farkları gösterilmemiştir.Metnin transkripsiyonu yapılırken “Türk İlmi Transkripsiyon Alfabesi”esas olarak alınmış ve Farsça kelimelerdeki vâv-ı ma’dûle “ * v < “ olarakgösterilmiştir. Transkripsiyon işaretlerini gösteren liste ayrıca verilmiştir.Arapça ve Farsça kelimeler Türkçe’nin ses yapısı göz önünde tutularakbelirtilmiştir.1


Farsça birleşik sıfat ve isimleri oluşturan iki kelime aarasına bir çizgikonmuştur.“ Ve “ edatı, şiir içinde kelimelerin vokal veya konsonantla bitmesine göre«ü» ve «vü» şeklinde yazılmıştır.-ıp/-ip eki bir imlâ kuralı olarak “b” ile gösterileceği için “p” harfiylebelirtilmiştirKelime ve hece sonuyla hece başındaki g’ler yazıda kendini korumuştur :beg, meger, segirt-.... gibi. Metinde bütün bu hususlara aynen uyulmuştur.2


93TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİOsmanlı Türkçesi alfabesindeki harfler günümüz alfabesiyle şöylegösterilmiştir:’ Í Ş ;A,E \ \= W D \B B @ |P P } }T T ‘X X & &C ö F FÇ Ç é éQ Q G K_ = Ñ kD d L lW w M MR r N NZ € V;O,Ö,U,Ü ÅJ j H gS S Y;I,İ,Í! Ì


263SONUÇXVI. yüzyılın önde gelen hamse sahibi Hamidî-zâde Bursalı Celîlî’ninhayatı ve edebî kişiliği kaynaklardaki bilgiler ve eserlerindeki ipuçları ilebirleştirilerek kısaca verilmiştir.Celîlî’nin ilk eseri ve bizim çalışmamızın konusu olan Husrev ü Şîrînmesnevisi İran kaynaklıdır. Kaynak itibarıyla, Sâsâni hükümdarlarından Husrev-iPervîz’in hayatına ve aşk maceralarına dayanmaktadır. İran ve Türkedebiyatlarının bu çok sevilmiş ve tanınmış hikâyesinde, Husrev ile Şîrîn arasındageçen aşk anlatılmaktadır. Usta bir mühendis olan Ferhâd, Şîrîn’in diğer aşığı veeserin üçüncü kahramanıdır. Böylece bu üç kişi ve iki aşk etrafında gelişen olaylarmesnevinin konusunu oluşturmuştur. Hikâyeyi eserlerine konu edinen bazı şairlerüç kahramanı birden ele aldıkları halde, bazıları da sadece Ferhâd ile Şîrîn’inhikâyesini işlemişlerdir. Aynı zamanda Türk illerinde kuşaktan kuşağa aktarılanbir halk hikâyesi olarak da anlatılagelmiştir.Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn’inde tarihî olaylar, ancak hikâyenin akışında vegerekli olduğu zaman, çok kısa bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.Celîlî, “Penc-Genc”e el atmak isteğiyle 24 yaşında Husrev ü Şîrînmesnevisini kaleme almış ve diğer eserleriyle bir “külliyat” meydana getirmiştir.Husrev ü Şîrîn, klasik tarzdaki mesnevilerde bulunması gereken bütünbölümleri içermektedir. Eserin dış ve iç yapısı sağlam bir kuruluş göstermektedir.Hikâyenin tümü dikkate alındığında veznin oldukça başarılı biçimde kullanıldığısöylenebilir. Kafiyeler zengin ve ahenklidir. Türlü cinaslarla iç ahenk desağlanmıştır. Celîlî’nin Türkçe ve Farsça kelimelerden oluşan dili akıcıdır. Bileşikfiilleri sıkça kullanmasından dolayı üslûbu canlıdır. Farsça terkipler eserinüslûbunda belirleyici bir rol oynamaktadır. Arapça terkipler çok az kullanılmıştır.Anlatım, söz sanatlarıyla zenginleştirilerek kuruluktan uzaklaştırılmıştır. Tasvirlercanlı ve olayların bütün yönlerini yansıtabilecek özelliktedir. Ayrıca okuyucuyusıkmayacak şekilde kısa ve sanatkârane bir üslûpla yazılmıştır.Husrev ü Şîrîn’de doğadışı varlıklara dayanan masal öğeleri yok denecekkadardır. Bu nedenle eser, gerçekci bir nitelik taşımaktadır. Motifler ve olayhalkaları neden-sonuç ilişkilerine bağlı olarak düzenli ve dengeli bir biçimdekullanılmıştır.


264Romantik bir aşk hikâyesi özelliği taşıyan bu eserde, yer yer ve sırasıgeldikçe ahlâkî ve dinî düşünceler de işlenmiştir. Bu didaktik unsur taşıyangörüşler soyut olarak değil, konu içindeki olaylarda ve yeri geldikçe bir ibret dersiniteliğinde somutlaştırılmıştır. Ancak, bu düşüncelerin işlendiği beyitler eserintümüne ve benzeri mesnevilere oranla azdır.Husrev ü Şîrîn. toplum hayatımızla ilgili bazı konuları, gelenek vegörenekleri de yansıtmaktadır. Ancak bunlar, o çağın Türk toplumunun yaşayışınıaçıkça belirtebilecek özellikte değildir.Celîlî, Penc-Genc sahibi Nizamî’nin Husrev ü Şîrîn mesnevisini kendisineörnek almıştır. Ancak bunu yaparken hikâyenin sadece özünü alarak ayrıntılardanve uzun tasvirlerden vazgeçerek, özetini meydana getirmiştir.Bu eser, Husrev ü Şîrîn’lerin en güzeli olarak kabul edilen Şeyhî’ninmesnevisinden de etkilenmiştir. Celîlî onun eserini dil, deyiş, sanat bakımındankendisine örnek almıştır. Celîlî, Husrev ü Şîrîn’ini Şeyhî’ninkiyle karşılaştırarakadeta ona meydan okumuştur. Aslında aynı hikâyenin ana motiflerini ortaklaşaalmış olan bu iki şair, onu değişik amaçlarla işlediklerinden Türk Edebiyatındabirbirlerinden pek farklı olmayan eserler meydana getirmişlerdir.Celîlî, sade ve akıcı üslûbuyla lirik hava taşıyan heyecanlı ve sürükleyicibir aşk macerasını yazarak, iyi bir mesnevi şairi olduğunu kanıtlamış ve onakişiliğinin damgasını vurmuştur.Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn mesnevisinin metni, elde bulunan iki nüshasıkarşılaştırılarak çevri yazılı biçimde ilk kez ortaya konulmuştur. Böylece, yeterincebilinmeyen, Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn mesnevisiyle Türk edebiyatındaki bir boşlukdaha doldurulmak istenmiştir.


265BİBLİYOGRAFYAAKSOY, HASAN, “Celîlî, Hâmidî-zâde” İ.Ans., C.7, İstanbul, 1993.ÂLÎ, Künhü’l-ahbâr (Mustafa İsen- Dr. Tezi), Erzurum, 1979.ÂŞIK ÇELEBİ, Meşâ‘irü’ş-şu‘arâ, Üniv. Ktp., TY 2406, v.80b.ATEŞ, AHMED, Mesnevî, İslâm Ansiklopedisi, C.VII.ATEŞ, AHMET, Mesnevi, İslâm Ansiklopedisi, C. VIII.AYAN, GÖNÜL, “Alî Şîr Nevâyî’nin Mesnevilerinden Ferhâd ü Şîrîn ” Alî ŞîrNevâyî Sempozyomu, (3 Ocak 1992), Konya.AYAN, HÜSEYİN “ Divan Edebiyatında Hamseler ”, EFAD (AhmetCaferoğlu Özel Sayısı) Ankara, s.87-100, 1979.AYAN, HÜSEYİN, “ Celîlî’nin Hecr-nâmesi ” Atatürk Üniversitesi EFAD F.1, S.14, s. 155-172, Erzurum, 1986.AYAN, HÜSEYİN, “Celîlî’nin Mehek-nâmesi”, Ege Üniversitesi. TDEAD. II,s.5-13, İzmir, 1983.AYAN, HÜSEYİN, “Hamidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u”, AtatürkÜniversitesi EFAD, F.3, S.16 s.55-77, Erzurum, 1988.AYAN, HÜSEYİN, “Hamidî-zâde Celîlî”, TKA C.17-21/ S.1-2 s. 15-45, Ank.,1983.AYAN, HÜSEYİN, Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, Dergâh Yay.,İstanbul, 1981.AYAN, HÜSEYİN, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme (Hurşîd ü Ferahşâd),Erzurum, 1979.BANARLI , NİHAT SAMİ, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.I.,İst., 1971BEYÂNÎ, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emirî-Tarih No: 7573.BORATAV, PERTEV NAİLİ, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, MEByay. Ankara, 1946.BORATAV, PERTEV NAİLİ, Türk Halk Edebiyatında Ferhâd ile Şîrîn,İ.A.,IV, s.567BURSALI M.TÂHİR, Osmanlı Müellifleri, C.II, s.125, Matbaa-i Âmire,İst.,1333-1342.CELÎLÎ, Husrev ü Şîrîn, Paris, Bibl. Nationale, Suppl. Turc No: 364.DİLÇİN, CEM, Türk Şiir Bilgisi, TDK, Ankara, 1983DİLÇİN, CEM, Mesud Bin Ahmed, Süheyl ü Nev-Bahar (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara, 1991.ERGUN SADEDDİN NÜZHET, Türk Şairleri C.II.,s.948, Zaman Ktp.,İst.1943ERGUN, SADEDDİN NÜZHET, Türk Şairleri, C.III., s.955 Zaman Ktp.,İst.1943ERTAN, ALİ RIZA, Hamidî-zâde Celîlî, Husrev ü Şîrîn, AÜ DTCF Türk Dilive Edebiyatı 1966-1967(B.T.), 214 s. 32 fotokopi


266ERTAYLAN, iSMAİL HAKKI, Külliyât-ı Divân-ı Mevlânâ Hâmidî MEBBsm. İstanbul 1949.FİRDEVSÎ, Şeh-nâme Çev. Necati Lugal, 2. bs. Ank., MEB Bsm., 1968.HACIEMİNOĞLU, M.NECMETTİN, Bizim Romanlarımız ve “Husrev üŞîrîn” Hisar, S.1, s.21-22 Ank., Ocak 1964.HİKMET, NAZIM, Ferhâd ile Şîrîn, (Dost yay.), Ankara 1965.İPEKTEN, HALÛK, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, DergâhYay., İstanbul, 1994.KARGI-ÖLMEZ, Z. “ Alî Şîr Nevâyî ; Ferhâd ü Şîrîn,( İnceleme-Metin),Gönül Alpay Tekin” TDA., s.97 (Ağustos 1995).KÂTİB ÇELEBİ, Keşfü’z-zünûn, C.I. s.704, 782, Maarif Matbaası, 1941.KINALI-ZÂDE HASAN ÇELEBİ, Tezkiretü’ş-şu‘arâ, yazma, Topkapı Ktp.No: 1216.KINALI-ZÂDE HASAN ÇELEBİ, Tezkiretü’ş-şu‘arâ,(İbrahim Kutluk), TTKBsm., Ankara, 1978.KÖPRÜLÜ, M.FUAD, “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının TekâmülüneUmûmî Bir Bakış”, Yeni Türk, II, S. 5 XV. Asır, İst., 1933.KÖPRÜLÜ, M.FUAD, Eski Şairlerimizin Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul,1934.KÖPRÜLÜ, M.FUAD, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 143 ve 303, İst., 1981LATÎFÎ, Tezkire-i Latîfî, s.119, İkdam Matbaası, Dersaadet-İst. 1314.LEVEND, AGÂH SIRRI, “ Ahmed Rıdvan’ın Husrev ü Şîrîn’i ” TDAY,Ankara, 1966.LEVEND, AGÂH SIRRI, “Celîlî’nin Husrev ü Şîrîn” TDAY, 1965, ayrıbasım.LEVEND, AGÂH SIRRI, “Lamii’nin Ferhâd ü Şîrîn’i ” TDAY, 1964, ayrıbasım.LEVEND, AGÂH SIRRI, Türk Edebiyatı Tarihi, I.cilt, TTK, Ankara, 1984.MANSUROĞLU MECDUD, İslâm Ans., C.III., s.66, MEB Bsm., İst.,1945.MEHMET SÜREYYÂ, Sicill-i Osmânî, C. II., s.81, Matbaa-i Âmire, 1308.MUALLİM NACİ, Istılâhât-ı Edebiyye, İst., 1307.OKAY, ORHAN - AYAN HÜSEYİN, Hüsn ü Aşk, Dergâh yay., İst., 1975.PERVANE BEY, Necmu‘atü’n-nezâ’ir, Topkapı Sarayı - Bağdad No: 406.SEHÎ, Tezkire-i Sehî, s.114, Âmid Matbaası, 1325.SELSEVİL SABRİ, Nizâmî’nin Husrev ü Şîrîn Tercümesi, önsöz, Maarif Bsm.İst.,1955.ŞEMSEDDİN SÂMİ, Kâmusü’l-A’lâm, C.III, s.1829 ve 1918 Mihrân Matbaası,İst., 1308.Tarama Sözlüğü, TDK, TTK Bsm. Ank., 1962-1971TEKİN, GÖNÜL ALPAY “ Alî Şîr Nevâyî’nin Ferhâd ü Şîrîn MesnevisiÜzerindeki Etkiler ”, TDAY Belleten, s.155-165, 1970.


TEKİN, GÖNÜL ALPAY, Ali Şîr Nevâyi, Ferhâd ü Şîrîn (inceleme-metin)Ankara, 1994.TİMURTAŞ, FARUK K., “İran Edebiyatında Husrev ü Şîrîn ve Ferhâd ü ŞîrînYazan Şairler”, s.73-86 ,Şarkiyat Mec. IV. İst., 1961.TİMURTAŞ, FARUK K., Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’ (inceleme-metin), İstanbul,1963.TİMURTAŞ, FARUK K., Türk Edebiyatında Husrev ü Şîrîn ve Ferhâd ileŞîrîn Hikâyesi, TDED, IX, 1959TİMURTAŞ, FARUK K.,Şeyhî ve Nizâmî’nin Husrev ü Şîrîn’lerin KonuBakımından Mukayesesi, TDED, X, 1960TÜRKMEN, NİHAL, Orta Oyunu, MEB Yay. (S.14-15), İstanbul 1991ÜNVER, İSMAİL, Ahmed-i Rıdvan-Hayatı Eserleri ve EdebîŞahsiyeti(basılmamış doç. tezi), s. 130-137 AÜ DTCF, Ankara, 1982ÜNVER, İSMAİL, Mesnevi, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II., S. 415-416-417 C. LII, s.430-563, Temmuz, Ağustos, Eylül, TDK Bsm. Ank., 1986.267

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!