Aytek Sever - Hiperbor - I
Aytek Sever, Şiirler
Aytek Sever, Şiirler
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />
HİPERBOR - I
AYTEK SEVER<br />
Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek<br />
lisans öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-<br />
kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli alt kitaplardan oluşan <strong>Hiperbor</strong>,<br />
Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı sıra, yayımlanmış<br />
veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın İdaresi),<br />
Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben,<br />
Jack Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), Tagore (Firari;<br />
Gitanjali; Meyve Hasadı), D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar)<br />
çevirileri vardır.
<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />
HİPERBOR - I
<strong>Hiperbor</strong> - I<br />
<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />
Kapak Resmi:<br />
‘Güneş’<br />
Edvard Munch<br />
1. Baskı:<br />
© İşaret Ateşi, Mart 2018<br />
E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır.<br />
Her hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla<br />
basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir<br />
mecra veya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için<br />
lütfen kaynak gösteriniz.<br />
www.isaretatesi.com<br />
isaretatesi@gmail.com
Deniz’e
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>Hiperbor</strong> - I<br />
Kuğu ………………………………………………………………….. 17<br />
Sarı Otel …………................................................................................. 19<br />
Gün …………………………………………………………………… 22<br />
Elmayı Soyarken …………………………………………………….. 24<br />
Duvarcı ……………………………………………………………….. 27<br />
Doğu / Batı …………………………………………………………… 30<br />
A Poem of Malfunction ……………………………………………... 32<br />
Arka Balkonun Gece Manzarası …………………………………… 34<br />
Gazel ………………………………………………………………….. 37<br />
Mimar ………………………………………………………………… 39<br />
Mermer ……………………………………………………………….. 41<br />
Çocukluk ……………………………………………………………... 43<br />
Masumiyet …………………………………………………………… 45<br />
İlah ……………………………………………………………………. 47<br />
Prelüd ……………………………………………………………….... 50<br />
Ben, Robot ……………………………………………………………. 51<br />
Kuşlar ………………………………………………………………… 52
Sokak …………………………………………………………………. 54<br />
Kent Planlamacılığı …………………………………………………. 56<br />
Sen …………………………………………………………………….. 59<br />
Çirkinlik ……………………………………………………………… 61<br />
Şu Anda ………………………………………………………………. 63<br />
Fenomenler …………………………………………………………... 65<br />
Müzik …………………………………………………………………. 67<br />
Duvar Kâğıdı …………………………………………………………. 69<br />
Kafedeki Adamlar …………………………………………………… 71<br />
Kökler …………………………………………………………………. 73<br />
Şehirler, Algılar ………………………………………………………. 75<br />
Âlemlere Rahmet …………………………………………………….. 77<br />
Balçık ………………………………………………………………….. 79<br />
Kare …………………………………………………………………… 81<br />
Muamma ……………………………………………………………... 83<br />
Gölge ………………………………………………………………….. 84<br />
Terra Cognita ………………………………………………………… 86<br />
Özgür Yaşam ………………………………………………………… 88<br />
Omen …………………………………………………………………. 90<br />
Gaddar Zorba ………………………………………………………... 91<br />
Buluşmalar …………………………………………………………… 93<br />
Deli Duyarlılık ……………………………………………………….. 96<br />
Kasırga Belgeseli …………………………………………………….. 98<br />
Kusursuz Bir Ara ……………………………………………………. 101
Gelecek ………………………………………………………………... 103<br />
Takılıp Kalmak ………………………………………………………. 106<br />
Yaşamda Yerimiz …………………………………………………..... 109<br />
İnanılası ………………………………………………………………. 111<br />
Gerekçe ……………………………………………………………….. 113<br />
Operasyon …………………………………………………………..... 114<br />
Daldaki Kuş ………………………………………………………….. 116<br />
Derin Mavi …………………………………………………………… 117<br />
Arrangement ………………………………………………………… 119<br />
Alt Döngü ……………………………………………………………. 120
www.isaretatesi.com<br />
“Sehen wir uns ins Gesicht. Wir sind<br />
Hyperboräer, – wir wissen gut genug, wie<br />
abseits wir leben. ‘Weder zu Lande noch zu<br />
Wasser wirst du den Weg zu den Hyperboräern<br />
finden’: das hat schon Pindar von uns gewusst.<br />
Jenseits des Nordens, des Eises, des Todes –<br />
unser Leben, unser Glück...”<br />
“Kendimize karşı dürüst olalım. <strong>Hiperbor</strong>luyuz<br />
biz, – pek iyi biliriz ne denli kopuk<br />
yaşadığımızı. ‘<strong>Hiperbor</strong>lulara giden yolu ne<br />
karadan, ne denizden bulabilirsin’: Daha<br />
Pindaros söylemişti bunu bizim için. Kuzeyin<br />
ötesinde, buzun ötesinde, ölümün ötesinde –<br />
bizim yaşamımız, bizim mutluluğumuz…”<br />
13
www.isaretatesi.com<br />
14
www.isaretatesi.com<br />
HİPERBOR - I<br />
(2010-2012)<br />
15
www.isaretatesi.com<br />
16
www.isaretatesi.com<br />
KUĞU<br />
Gözlerin kuğuyu görürken yaşadığı gerilim kuğunun<br />
kuğu olmakta tereddüt etmesinden mi, yoksa görüntünün geri<br />
planındaki karanlık suların titrek yüzeyinin gözleri<br />
yanıltmasından mı? Suyun karanlığına bir süre bakınca,<br />
sanırım ikincisi, – ama kuğuya bakınca öyle değil.<br />
Nedir kuğu? Kuğu lekesiz bir beyazla başlıyor, kuyruk,<br />
yuvarlak bir gövde, kanatlar, ince upuzun bir boyun ve sonra<br />
sürmeli kapkara gözler, turuncu bir gaga, – peki ya suyun<br />
içinde hareket eden ayaklara gelince bütünlük neden<br />
kayboluyor? Kuğunun neresinde kendisini kesintiye uğratan<br />
bir düşüklük var? – Kuğunun kuğu olabilmek için her şeyden<br />
önce tam, tamam olmaya ihtiyacı var.<br />
Mademki yarım kalmış kuğu olamaz, bu kuğuyu<br />
ispatlamalıyım. Vurguluyorum onu. Kuğular dağarcığımdan<br />
bir kuğu çağırıyorum. Müzikli, esaslı, tavırlı bir kuğu taslağı.<br />
Göletteki kuğunun üzerinden bir de bununla geçeceğim, hatta<br />
ona bu taslağı dayatacağım. Çünkü kuğu tek başına<br />
varolmayabilir. Kuğuya ben bir varlık biçiyor, belirliyor<br />
olabilirim. Kuğu kendinden çıkıp gelmiyor olabilir. Ama<br />
17
www.isaretatesi.com<br />
bunun böyle olması, benim için her tarafta kopya kuğular<br />
olması gibi sıkıcı ve saçma bir ihtimali doğururdu. – Peki, o<br />
zaman buradaki bu göleti de ben mi getirdim buraya?<br />
Şimdi hatırlıyorum. Burada bu gölet vardı. Kuğu da<br />
vardı. Hatta kuğudan başka her şey, ortamı tamamlayan her<br />
türlü detay da vardı. Bu kayalar vardı burada. Otlar ve<br />
yosunlar vardı. Tahta çitler vardı. Bu ışık da vardı.<br />
Kendiliğinden vardı bunlar. Yeter ki buraya akıcı,<br />
aksatılmamış, yoğun bir yürüyüş sonunda gelinmiş,<br />
merdivenlerden ıslık çalarak inilmiş, bankta oturup<br />
soluklanılmış olsun. O zaman gözler dinç, o zaman düşünceler<br />
rahat, düzenli. Karanlıkta dingin bir yeşil var, havada akşamın<br />
hoş kokusu duyuluyor. Gizemin güvenli kovuklarında<br />
dinleniyor taşlar, bitkiler, çöp tenekeleri, çıplak ağaç dalları,<br />
düz duvar. Etraftan çınlayan, şaklayan, takırtılı sesler<br />
duyuluyor ara ara; dünyanın sesleri gelip ulaşıyor buraya. –<br />
Benden evvel gelmişti buraya benim uyumum: Suyun<br />
üzerinde, işte, süzülerek bu tarafa doğru yaklaşıyor, kolaylıkla,<br />
acele etmeden ve kendi olmanın basit değerini taşıyarak, –<br />
kuğu.<br />
18
www.isaretatesi.com<br />
SARI OTEL<br />
Sarı Otel’i kuracaklardı, uygun bir yer bulamıyorlardı.<br />
Tuhaftı, önce araziyi belirleyip sonra oraya uygun bir yapı inşa<br />
etmeyi düşünmektense, Sarı Otel fikri gelip yerleşmişti<br />
akıllarına. Yapının dış görünümü, genel mimarisi daha en<br />
baştan belliydi.<br />
İnşaat için bir yer aradılar. Birkaç metropolde çeşitli<br />
semtler gezdiler önce. Ama kısa süre sonra kentten ayrıldılar,<br />
kent değildi aradıkları. Çöle gittiler. Tepeler arasından geçtiler,<br />
bozkırları katettiler. Karadeniz kıyılarını araştırdılar. Ladoga<br />
Gölü’ne bakan anıtsal bir kayaya tırmandılar, etrafı gözlediler.<br />
Sibirya ormanlarında bir yer bile açmışlardı, ama vazgeçtiler,<br />
araziyi bomboş bırakıp gittiler.<br />
Balkan Dağları’na çıktılar. Pek çok zirvelerden,<br />
boğazlardan, kayranlardan, uçurumlardan geçtiler. Yolun<br />
nereye götürdüğünü düşünmeden ilerlediler, ilerlediler. Ve<br />
sonunda üç yükseltinin arasında kalan çıplak, dimdik bir<br />
yamacı gözlerine kestirdiler. Bir kuzu budu asıp kaç gün<br />
bozulmadan dayanacağını görmek istediler. Taze bir fidana bir<br />
19
www.isaretatesi.com<br />
armut dalı eklediler, aşının tutup tutmayacağını denediler.<br />
Sonunda ellerindeki işaretlerle yetinerek orada karar kıldılar.<br />
Çıplak, çorak yamaçlar. Kışın buzuyla aşınmış. Soğuk,<br />
sert boralarla rüzgârlı. – Burada bir yer hazırlamak lazımdı<br />
Sarı Otel’e. Büyük taş bloklar bıraktılar helikopterle; taraça<br />
hazırlamak için kullanacakları tomrukları yığdılar. Su<br />
püskürttüler uçaklardan, toz ve kum üfürdüler. Isı dalgaları<br />
gönderdiler yamaca karşıdan, re minör radyo dalgaları<br />
gönderdiler. Killi-volkanik bir toprak karışımı döktüler<br />
tonlarca. Yosunlar, çakıl taşları, tohumlar; mineraller, gübre,<br />
bakteri kültürleri yağdırdılar. İklim raporlarına uyan bir çam<br />
ağacı türünden birkaç örnek koydular kayaların üstüne, –<br />
tutuverdi hepsi. Toprak sıkıca kavradı taş blokları; sımsıkı<br />
yapıştı birbirine malzeme. Hazırlandı zemin.<br />
Sarı Otel’i kuracaklardı. – Ahşap taşıdılar. Sağlam<br />
kazıklar çaktılar. Kum, harç, boya, demir taşındı. Sıkıca oturdu<br />
kalaslar, kolonlar. Ortada ayrıntılı bir plan yoktu aslında, ama<br />
varmışçasına, zincirleme gelişti her şey. Birkaç kat çıkıldı<br />
hemen. Örüldü duvarlar, sıvandı dış cephe. Çabucak bitti<br />
inşaat. Ve sarıya boyandı bina. İnce işçilik yapıldı, her şey pırıl<br />
pırıl oldu.<br />
Hiç kimsenin bilmediği, adı sanı olmayan yükseltilerin<br />
arasındaki bu garip yamaca kuruldu Sarı Otel. – Tüm dünyaya<br />
duyuruldu.<br />
Ve kilometrelerce ötelerden, sırf Sarı Otel için, uğultulu<br />
rüzgârların estiği bu bomboş dağların karanlığına taşınmaya<br />
başladı insanlar. – Yemek kokuları, kahkahalar, çocuk<br />
20
www.isaretatesi.com<br />
bağırışları, müzik sesleri. – Sanki dağların re minöre yanıtıydı<br />
bu.<br />
En sonunda bir gece, ilk defa olarak, çatı katının turuncu<br />
ışığı yandı.<br />
21
www.isaretatesi.com<br />
GÜN<br />
Pembe, sarı, beyaz bir güne; çeperlerine uzlaştırıcı<br />
uykunun krem gibi sürüldüğü yumuşak bir sabaha<br />
uyanıyorum. Perdeleri, içeri sızan gün ışığını, konsolu, duvar<br />
aynasını, avizeyi bir araya getiren hoş bir uyum var. Geceyi<br />
dolduran rüyalar gibi yoğun ve düzenli her şey; akıcı düşünce<br />
ağ gibi örüyor ardı ardına tasarıları. – Ama güne böyle bir<br />
başlangıç beni tedirgin etmiyor da değil: Güzel başlayan<br />
sabahın belki de bir işareti olduğu büyük gün’ün<br />
gerektirebilecekleri gözümü korkutuyor. – Çiçekli muşamba<br />
örtülü masada radyonun başında çay içip poğaça yiyerek<br />
küçülmeye uğraşan, sabahı değiştirmeye çalışan adamım ben.<br />
Değişikliğe uğrayan sabah da tat vermiyor ama. Günün<br />
ilk seslerini tekrar denemekse güzel başlayan sabahı geri<br />
getirmeye yetmiyor. – Gün kayıp gitti avuçlarımdan.<br />
Gündüzüm yok şimdi, günüm yok, bir hikâyem yok, bir tema<br />
bulamıyorum kurgularım için, yavanlıklar arasında üst üste<br />
hamleler yapıyorum, bir yol haritam yok. – Yalnız şu var: iç<br />
işleyişini bilmediğim, uzun deneyler, deneyimler sonunda<br />
ortaya çıkmış yaşam tarzıma ait gizemli, kapalı anlamlı<br />
davranışlar silsilesi.<br />
22
www.isaretatesi.com<br />
Neyse ki beni gün boyu kalıplar içerisinde tutan kaskatı<br />
mantık akşama doğru gevşeyip yepyeni, taptaze olanakların<br />
serbest kalmasını sağlıyor. – Geniş bir soluk, uzun bir yürüyüş<br />
için müthiş bir bacak kuvveti, çam ağaçlarının kokusu,<br />
ensemde çözülüveren düğüm, rüzgârın temâsı, gökte akşamın<br />
değerini duyulabilir kılan gizli bir kuşak. Öyle doymazca,<br />
kanmazca içtiğim bulut suları, alaca doğu göklerinde. Işığını<br />
kırk kez yaktığım Kayahisar Köyü, tepede, – kırk kez kesilen<br />
soluk.<br />
Ve gece eve döndüğümde, sırf yakaladığım yüksek<br />
düzeyli döngünün ritmi aksamasın diye, eylemsizlikte karar<br />
kılıp, abajurun solgun ışığında yeşil koltukta oturup kalarak,<br />
(uykunun kendini hazırlamasını beklerken) serbest<br />
düşüncelerde gezinen – ve bunu sağlam bir beden ve nefes<br />
disipliniyle destekleyen, – ben.<br />
23
www.isaretatesi.com<br />
ELMAYI SOYARKEN<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Sessizdi oda: Odanın sessizliği tüm dünyayı susturdu.<br />
Tozlar, tüycükler uçuştu havada. Abajuru düşündü koltuktaki<br />
kedi.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Derinde küçük girdaplarla döneniyordu düşlem, bellek<br />
ve gelecek fikrini bir araya getiren zengin sıvı.<br />
Elmayı soyarken – jöleydi, karameldi duvarlar,<br />
mobilyalar, süs eşyaları, diz battaniyeleri.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Yeşil sular coşup yürüdü akabelere; en yüksek<br />
gökdelendeki ışıklı tabelanın kente meydan okuduğu<br />
duyuldu.<br />
24
www.isaretatesi.com<br />
Tıkırtılar ve araba çığlıkları bronz dünyanın ucuna dek<br />
kovaladı, elma kabuğu beneklerinin sulu hışırtılarla hayat<br />
verdiği kabına sığmaz çocukları.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Tüm dikkati kendine topladı etajerden geçen ürperti.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Gözlerin dalıp gittiği noktadan zihnin çekirdeği doğdu.<br />
Salondaki eşyanın ağırlığı belirgin şekilde arttı.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Hiçbir şey beyaz duvarın pürüzlerinden daha gerçek<br />
değildi. Nesnelerin görünür olmuş özniteliği derin bir korku<br />
yarattı.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Daraldı evren. Krize girdi hareket. Birbirine girdi, evrenin<br />
ayrı köşelerde birbirine mesafeli duran bölmeleri.<br />
25
www.isaretatesi.com<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Sıra sıra kırmızı jelatin geçti havanın filigranından.<br />
Grotesk bir ara yüzey çıktı ortaya, incelemeye korktuk.<br />
Elmayı soyarken neler oldu?<br />
Boğuk arka oda karanlığında pamuk tıkılırken<br />
havalandırma boşluklarına, neydi kapalı kutularda yumurta<br />
gibi bekleyen mor elmaslar?<br />
26
www.isaretatesi.com<br />
DUVARCI<br />
Duvar örmek onun için her şeydi.<br />
Dört elle sarılıyordu mesleğine. Çalışkandı, özenliydi,<br />
bileğini de yüreğini de katıyordu yaptığı işe. Duvarlar için<br />
öğrenmişti bildiği ne varsa, duvarlarda buluyordu kendisi için<br />
her şeyin anlamını. Tüm yetilerini, sezgilerini, becerilerini<br />
zanaatının hizmetine koşmuştu. – Kimi zaman ayırmak için,<br />
kimi zaman birleştirmek için, kimi zaman sınırlamak için, kimi<br />
zaman da bomboş bir alana bir şeyler eklemek, bir şeylerin<br />
etrafını çevrelemek için örüyordu duvarlarını.<br />
Kendi usulleri vardı tuğla ve briket yapmak için. Özel bir<br />
harç karardı. Taşın her cinsinden anlardı. Denge, sağlamlık,<br />
yağmur suyuna ve kara dayanıklılık, oranlar, sıva, boya,<br />
süsleme – bunların hepsinin ustasıydı. İklim ve toprak<br />
koşullarını, doğal çevreyi, hâkim rüzgâr yönünü de hesaba<br />
katardı. Her eseri aynı sağlam ilkelerin farklı bir uyumlu<br />
bileşimini; kendi beğenisini işin gerektirdiği matematikle<br />
birleştirerek yaptığı bilinçli bir seçimi ortaya koyardı. –<br />
Bütünleşirdi üzerinde çalıştığı duvarla. Yaşam dili, ördüğü<br />
duvarlarda saklıydı.<br />
27
www.isaretatesi.com<br />
Duvarların yanında yaşamıştı en büyük mutluluklarını.<br />
Bir duvarın başında çalışırken, yaptığı işten aldığı düzenli<br />
tatmin her şeyin ötesine geçer, ona bütün sıkıntılarını<br />
unuttururdu. Duvarların dibinde en tatlı hayallerini kurar, o<br />
sırada tüyleri diken diken olurdu; âdeta duvarların yüzey<br />
niteliği etkilenirdi ürpertiden. Bazı günler işinin başında<br />
rastgele bir melodi tuttururdu ve mırıldanmaktan hoşlandığı<br />
bu melodide daha yüce, gizli bir bilinç dünyasının anahtarını<br />
bulduğuna inanırdı; üstelik bu inancı melodiyi tekrarladıkça<br />
gün boyu artardı da artardı. Mesele hazsa, işinin her<br />
aşamasından, hatta işin başındayken çevresinde gelişen her<br />
olaydan ayrı bir haz duyardı. Bilirdi hatta, hazzın o asla<br />
yakalanamayan, kavranamayan manyetik kaynağını da.<br />
Duvarcı dünyaya hep duvarlara göre bakardı ya, bir gün,<br />
“Bir duvar öreceğim ve onun üzerinde hiç görülmediği kadar<br />
güzel bir gökyüzü göreceğim,” dedi. – Uygun bir nokta buldu,<br />
hemen işine koyuldu. Seçme malzeme kullandı, tüm hünerini<br />
konuşturdu. Kararlıydı, dikkatliydi, hiç hata yapmadı. Bir<br />
yandan melodisini mırıldanırken öbür yandan usta işi bir yapıt<br />
ortaya çıkardı.<br />
Ne zaman ki duvar tamamlandı, hemen karşısına geçip<br />
belli bir mesafede yerini aldı. İçine derin bir nefes çekti, başını<br />
yukarı kaldırıp baktı: Yavan bir gökyüzü gördü.<br />
İnanamadı, tekrar baktı, ama gördüğü yine yavan bir<br />
gökyüzüydü. Ve tekrar baktığında, yine.<br />
İşte o an kendine ve duvarlarına olan tüm inancını bir<br />
çırpıda kaybetti. – Ve bir an için, kendi âleminde yerlerini ve<br />
28
www.isaretatesi.com<br />
sınırlarını çoktan saptamış olduğu birtakım güçlerin serbest<br />
kalarak kendi başlarına garip danslar etmesi gibi imkânsız bir<br />
şeye şahit oldu.<br />
29
www.isaretatesi.com<br />
DOĞU / BATI<br />
Onlar, Batı’da bizim bilmediğimiz pek çok şey bilirler,<br />
bizden pek farklı yaşarlar. Biz Doğulular ne kadar taklit etsek<br />
onlar gibi olamayız.<br />
Örneğin, onlar bilirler, dışarıdan bakıldığında, bir<br />
pencereden diğerine kayarken, granit ve alüminyum mutfak<br />
tezgâhlarının düzgünlüğünde ve çatal bıçak takımlarının<br />
ışıltısında yemek yiyen çekirdek ailenin mutluluğuna dair ne<br />
varsa, onu yan dairenin hâkî-bordo renkli salonundaki içkili<br />
partinin hareketliliğinde ara ara görünen ultramarin mavi ve<br />
füme griye çağdaş vaatlerin en uyarıcı ve yatıştırıcı<br />
bileşimleriyle katmayı. Biz bilmeyiz. Nereden bileceğiz? –<br />
Onların elektronik müzikle ifade edilen bir karşılığı olan<br />
otomobilleri vardır, varyantları dönen. Bizse pek bir şey<br />
anlamayız bundan, otomobillerimize bindiğimizde pek bir<br />
yabancıyız. Onlar pastel renkli raflara sıra sıra dizerler gümüş<br />
suyuna batırıp çıkardıkları lobutları; koku püskürteçleriyle ve<br />
çınlayan dijital zillerle etkiyi arttırırlar, – sonra da gidip<br />
yaşarlar bunu. Onların odaları hipnotize eder insanı. Sunulan<br />
paket ambiyanslarda tatmin bulma konusunda gerçekten<br />
başarılıdırlar. Aralarında vakumlu diş fırçalama kabinlerinde<br />
30
www.isaretatesi.com<br />
tarifsiz ürperişler yaşayanlar vardır. Onların kentlerinde korno<br />
sesleri duyulduğunda birlik olur insanlar lüks caddelerde.<br />
Kafelerde bir parçası olmayı başarırlar inandıkları<br />
kurmacaların, – çiçekli duvar kâğıtlarının yukarısına monte<br />
edilmiş turuncu ışıklı avizelere doğru sokulurken. Hangi etkiyi<br />
yaratmak için hangi yöntemi uygulayacaklarını iyi bilirler;<br />
bilirler en ince ayrıntısına kadar, apaçık ortada olan ne varsa!<br />
Krom kaplama süper-ince galvanizli borularda yağlı mineral<br />
suları akıtırlar. Onların kameraları yeşil bulanık suların<br />
yosunlu planktonlu akıntısında kayık altlarına yakın çekim<br />
yaparken saksofon çaldığı duyulur. Ve onlar bilirler kimyasal<br />
birtakım işlemlerle göğün renklerini nasıl değiştireceklerini;<br />
çeşitli manipülasyonlarla kendi ağaçlarını, ideal göllerini,<br />
ovalarını elde ederler.<br />
Biz, Doğu’da bunları bilmeyiz. Bilsek de bilmeyiz.<br />
Boşlukta yaşarız biz; cenin pozisyonunda döneniriz külrengi<br />
havada. Sağımızı solumuzdan ayırt edemeyiz. Bilmeyiz apaçık<br />
ortada olana dair çok da bir şey. – Yalnız, biliriz kapalı anlamlı<br />
cevaplarını nükteli bilmecelerin. Bilmecenin ve cevabının<br />
anlaşılması yüzyıllara yayılır. – Bir de iç niteliği görünüşteki<br />
etkisinden çok farklı olan yöntemlerden şaşırtıcı sonuçlar<br />
almasını biliriz.<br />
31
www.isaretatesi.com<br />
A POEM OF MALFUNCTION<br />
Upon the foreground of bay panoramas –upon the crosseye<br />
focus of my gaze– these bay-blueprints of mine that I<br />
impose fade into what is a mere obstacle for me to the view: a<br />
blind spot for vision that is impossible to penetrate.<br />
Captive in an opal glass cocoon, it is<br />
ever the same point of the translucent<br />
wall that I hit with the chisel. –<br />
Malfunction: moodless cognition.<br />
A bay – – of a thousand pieces: each piece separate, each<br />
piece on its own – indifferent to the other. A thousand pieces<br />
that in total are not a bay.<br />
Captive in an opal glass cocoon, it is<br />
ever the same point of the translucent<br />
wall that I hit with the chisel. –<br />
Malfunction: moodless cognition.<br />
Lines, measures, proportions, curves: trying to perpetuate<br />
the manner in beauty turns out to be nothing but a power-<br />
32
www.isaretatesi.com<br />
nullifying technique. The manner in counter-beauty. Rigidity is<br />
the whole story.<br />
Captive in an opal glass cocoon, it is<br />
ever the same point of the translucent<br />
wall that I hit with the chisel. –<br />
Malfunction: moodless cognition.<br />
The notion of existence that accrued to me from endless<br />
days and nights of personal experience – does not suffice at the<br />
moment to invoke above the city the great questions of the<br />
immortal mind.<br />
Captive in an opal glass cocoon, it is<br />
ever the same point of the translucent<br />
wall that I hit with the chisel. –<br />
Malfunction: moodless cognition.<br />
The poison that is left of the finest things of my<br />
programmed day dissolves now late at night into my blood.<br />
Captive in an opal glass cocoon, it is<br />
ever the same point of the translucent<br />
wall that I hit with the chisel. –<br />
Malfunction: moodless cognition.<br />
33
www.isaretatesi.com<br />
ARKA BALKONUN GECE MANZARASI<br />
-tablo-<br />
Görüşüm açık, gece dupduru. Arka balkona çıkıp doğru<br />
bir zamanlamayla dışarı baktığımı, önümdeki manzaranın<br />
yoğun etkilerle kaynayan parsellerinden anlıyorum.<br />
Bulunduğum yer benim için gecenin tam ortası.<br />
Merkezdeyim. Esintiler var havada: sessizlik, serinlik,<br />
uğultular.<br />
Derin kaynaklar duyuyorum orada ve burada, can alıcı<br />
sinyaller alıyorum.<br />
Balkonun baktığı mahalleleri belirgin ayrımlarla, özgün,<br />
benzersiz bölgeler olarak görüyorum. Ama asıl ilginç olan,<br />
gördüklerimi okuyabiliyor ve içerdikleri etkilerle<br />
kodlayabiliyor olmam.<br />
Söz gelimi, mahallelerin birinde, dört sokaktan sızan yeşil<br />
ışığın birleştiği sıcak kavşaktan, plastik bir kırılmayla, sodamsı<br />
köpürmelerle, dimdik bir iniş, bir uçurum açılıyor aşağıya<br />
doğru – dibinde dişlilerin, pistonların, türlü makine<br />
parçalarının (bilimkurgusal bir gerçeküstülüğün yerel havasını<br />
34
www.isaretatesi.com<br />
kurgulamak adına) dev mor bir kesenin içine atıldığı. – Ve<br />
derinde, en dipten, gır gır motor sesleri duyuluyor. Homurtulu<br />
boşluk sanki uzanıp dokunulacak mesafede. (Kuytuların<br />
karnını eşeleme isteğim nereden geliyor?)<br />
Ya da bir diğer mahallede, üç karanlık apartman bloğu<br />
arasındaki buz mavisi düzlüğe kutup korosuyla inmiş, on iki<br />
melek; suspus olup tefekküre dalmışlar, dünya yatışıyor.<br />
Orada varlık tüm sınırsızlıklar ve aşırılıklardan, tek bir zerre<br />
kadar olmanın benzersiz elektriğini yakalamak üzere geri<br />
dönmüştür. (Buna, yitirilmez bir kovuk aranıyor!) Ve uzun<br />
soluklu bir odaklanma, orada, tam buz mavisinin kıyısında,<br />
tüm karşıtlıkların uzlaşmasını veriyor.<br />
Örneğin, bitişik mahallede de, turuncudaki kışkırtıcılığa<br />
karşı kayıtsız, kımıltısız bir tavır var karanlık köşelerde.<br />
Çünkü içerik güçlü, içerik yabanıl. Oranın yanıbaşında, bordo<br />
bir kuşak üzerinde geniş bir ses tebessümü yayılıyor.<br />
Pembemsi kuşaktaysa, küçük küçük adımlarla böcek gibi<br />
ilerliyor, kambur sırtlı, tombul, karınlarında iyilik hamurunu<br />
saklayan karaltılar. (Neyin işareti olabilir acaba bunlar?) – Bu<br />
civarda nebulamsı alacalar, şizofren yansımalar, tavussu<br />
renkler bile insancıl tanımlara yakın. (Demek ki iyi yönde bir<br />
gidişat var.)<br />
Ama hemen ötede, komşu mahallede, gizemli beyaz<br />
elementin yaydığı ışınımdan, ıslak ağaçlardan ve sessizliğin<br />
sesinden fena halde korkuyorlar. Dehşetin kıyısında yaşanıyor<br />
orada, yerlerinden kıpırdayamıyorlar.<br />
35
www.isaretatesi.com<br />
Gene de, beride, kükürt sarısı çölün dayanılmaz<br />
hararetinde, dipten, ölümcül tıkanıklığa direnircesine, ani, tiz,<br />
upuzun bir çığlık yüksekliyor takım yıldızlara kadar.<br />
36
www.isaretatesi.com<br />
GAZEL<br />
O kadında nedir bu denli etkileyici olan, böylesine çeken,<br />
büyüleyen?<br />
Otururken veya ayaktayken, duruşundaki o çarpıcı dirim<br />
mi? Saçlarının, ilgilenen için, yüzünün kıyısında ve kulağının<br />
arkasındaki taranma çizgilerinde sunduğu seyirlik mi? Yoksa<br />
boynundaki o Yunan büstlerini andıran kendine özgü anlatım<br />
mıdır insanın aklına takılan? Kıyafet ve renk seçiminin<br />
çağrıştırdığı o Chopin prelüdü havası mı? Taşkın tutkuya dair<br />
bir şeyler mi var, bedeninin rutin dinamiğinden yayılan<br />
enerjilerde?<br />
Yoksa kendi güzelliğinin farkında olması mı onun, –<br />
görünüşünün doğurabileceği aşk olasılıklarını sürekli<br />
düşünecek kadar? Koku mudur yoksa, – kıyafetinin<br />
kıvrımlarından, boynundan, sırtından, bileklerinden, koltuk<br />
altlarından yayıldığı sezilen o kişilik dolu, yabani kokular?<br />
Hayır, onun asıl sırrı bambaşka bir yerde yatıyor! Cadde<br />
sonlarında renkleri ve sesleri başdöndüren bir girdapla<br />
beklenmedik anlarda birbirine katabiliyor o. Allah vergisi bir<br />
yetenek bu, özünde ne olduğunu kendi de bilmiyor.<br />
37
www.isaretatesi.com<br />
Bir anlığına çekimine kapılırsa birisi, o onu alır, yeraltı<br />
galerilerindeki zümrüt yeşili sulardan geçirmişçesine güney<br />
rüzgârlarında kurumaya bırakır. İnsan onunlayken, onun her<br />
sokağın ucunda günbatımını, her merdivenin dibinde denizi<br />
görür gibi bakan gözlerinin ait olduğu büyülü dünyaya<br />
sokulmak ister.<br />
Öyle ki, etkisine kapılanlar için asla anlaşılamayacak bir<br />
hilesi var onun: Dünyanın bir eşini saklıyor bedeninde,<br />
benliğinde, – nedir bu diye soracaklar, üzerine kafa yoracaklar,<br />
bu arada o kendine bağlayacak, kafa karıştıracak, kandıracak,<br />
yüreklendirecek, oyalayacak, yönetecek.<br />
38
www.isaretatesi.com<br />
MİMAR<br />
Mimarın düşünüp kâğıt üzerinde tasarladığı gibi değildi<br />
hiçbir şey.<br />
İnşaat bitmişti. Her şey projenin aslına tamamen sadık<br />
kalınarak, söz verilen sürede tamamlanmıştı, fakat<br />
tamamlanmış olan sitede yaptığı kısa bir yürüyüş, mimar için<br />
hiç de beklediği etkiyi yaratmamıştı. Hakikaten de proje aynen<br />
uygulanmış, ama sanki bu, düşünülenden tamamen farklı bir<br />
sonuç ortaya çıkarmıştı. Başkasının eserine bakıyor gibiydi.<br />
Gerçekten de tasarladığı böyle bir şey miydi?<br />
Duvarlar küp gibi sağır. Sıkıcı dış cephe sıvaları, yavan<br />
balkonlar. Giriş kapılarında ve pencerelerde, kullanılan<br />
malzemenin yansıttığı garip, rahatsız edici ışık. İnce işçilikse<br />
zihin bulandıran bir muamma. Binaların yüksekliğinde, her<br />
türlü yapısal oranlarda, bahçenin genişliğinde sanki hesap<br />
hataları yapılmış. Ortaya çıkan sonuç, âdeta hiçbir ön fikre ait<br />
olmadan, araziye hazırlıksızca kondurulmuş oldubitti bir<br />
yığın. Oysa mimar, gerek binalarıyla, gerek peyzajıyla,<br />
üzerinde çalıştığı süre boyunca hep projeye odaklanmış, masa<br />
başında işiyle meşgulken birtakım esaslarca müthiş bir<br />
39
www.isaretatesi.com<br />
kesinlikle yönlendirilmişti: Projenin genel hatları, eklediği her<br />
detay kafasının içinden şeker gibi çizgilerle akıp kanına<br />
karışmıştı. Şimdi ise, “Mimar, eseri üzerinde irade sahibi<br />
değildir, eserine kesin bir nitelik biçemez,” diyordu:<br />
“Duvarlar, pencereler hiçtir, bir katın balkonundan diğerine<br />
hiçbir fark yoktur, merdivenler sıfırdır, ağaçlar sıfır.”<br />
Olanın basit güzelliğini bulmayı beklemişti alanda<br />
gezinmeye gelirken. Oysa bulduğu kaskatı bir durum bilinci<br />
oldu. Bahçenin patikalarından uyuşmaz olanların hiç<br />
azalmayan gerilimiyle geçti, öyle ki sanki gezinmesi bitip de<br />
buradan ayrılıp gittiğinde bile üzerindeki bu gerilim sürecek<br />
gibiydi.<br />
Fakat ne zaman ki kuzeydoğudaki blokların olduğu<br />
köşeye geldi ve genişçe bahçenin ortasına yakın bir noktadan<br />
rastgele kafasını kaldırıp baktı, işte o zaman kendisine projeyi<br />
çizdiren çılgın fikri sonunda bir anlığına da olsa görebildi:<br />
menhir gibi yükselen dört binanın tepesi tek çerçevede, gökte<br />
müthiş bir başdönmesi…<br />
40
www.isaretatesi.com<br />
MERMER<br />
Nedir mermer?<br />
Sınırsız incelemeler için sınırlı bir yüzey.<br />
Nedir mermer?<br />
Art arda açılan komşu alanlar.<br />
Nedir mermer?<br />
Yoğun sis yolculuklarında yön duygusu.<br />
Nedir mermer?<br />
Bütünü unutturan ayrıntı.<br />
Nedir mermer?<br />
Derin beyazdan duyulan şiddetli korku,<br />
dalgalı koyu lekelerde<br />
doğal olanın kafa karıştırıcı geometrisi.<br />
41
www.isaretatesi.com<br />
Nedir mermer?<br />
Köşeye doğru kayan fütüristik zevk.<br />
Nedir mermer?<br />
Gözün kaçamak bakışlarını<br />
merkeze toplayan manyetik güç.<br />
Nedir mermer?<br />
Gözün feri!<br />
42
www.isaretatesi.com<br />
ÇOCUKLUK<br />
Kavakların altında yükseklere bakarken vertigolu bir<br />
gökkubbe örüldüğünü görmekti çocukluğum.<br />
Panodaki dört gri karede hipnotize olmuş şaşkın<br />
çocukluğum.<br />
Çocukluğum – pencere kenarı çocukluğum!<br />
Bir yerde görmüştüm Hyperion kelimesini, ama nerede – –<br />
karıştır dolapları, karıştır çekmeceleri çocukluğum!<br />
Tavanarasında uzay istasyonu gerçekliğiyle çocukluğum!<br />
Tüm varoluşu düş, oyun, uyum olarak görebilecek kadar<br />
esenlik dolu olduğum çocukluğum!<br />
Bedenimi ve duyularımı sınadığım çocukluğum,<br />
gözlerimi kulaklarımı oyuncak ettiğim çocukluğum, ezgili<br />
konuşmayı öğrendiğim çocukluğum. Kuvvetli bir ıslık kadar<br />
güzel çocukluğum.<br />
Pis perdeli lokanta köşelerinde mutlu çocukluğum.<br />
Doyum için yüz bin sudan sebep çocukluğum!<br />
43
www.isaretatesi.com<br />
İki tarafı ağaçlık yolda bir pazar sabahı yaşamın capcanlı<br />
soluduğunu gördüğüm çocukluğum.<br />
Sokak lambasının turuncu ışığında kendi dünyama dâhil<br />
olma hissiyle ürperdiğim çocukluğum. Güz akşamlarının<br />
kokusunu en iyi bildiğim çocukluğum.<br />
Misafirliğe gittiğimiz evin uyku dolu koridorlarında,<br />
piyano müziğini karanlık gece düzlüklerine saçılmış kasabalar<br />
ve kentlerle süsleyen çocukluğum.<br />
Oturma odasının duvarlarına, halılara sinmiş<br />
çocukluğum.<br />
En büyük güneşleri ve kayaları tam karşımda gördüğüm<br />
çocukluğum! Denize koştuğum çocukluğum! Bir temmuz<br />
öğleden sonrası, uzun bir gölge çocukluğum!<br />
44
www.isaretatesi.com<br />
MASUMİYET<br />
-uvertür-<br />
Yalnızca masum olanlar korkabilir geceleri seraların<br />
ardındaki boş arazilerden.<br />
Yalnızca masum olanlar için eser rüzgâr limon<br />
bahçelerinde; kımıldar söğüt dalları, cılız yol kenarı çiçekleri;<br />
toz kalkar ıssız arka yollarda.<br />
Masum olanlar tüy gibi hafiftirler. Yalnızca onların vardır<br />
mırıldanacak ezgileri. – Ve onlar dinleyebilir bir müzik<br />
parçasını baştan sona.<br />
Masum olanlar için başlar yaz, birbirini izler mevsimler.<br />
Hazırdır onlar, bulutlardaki yüzyıl başı düşleri kurduracak<br />
görkemlere.<br />
Yalnızca masum olanların hakkı vardır pipo içmeye!<br />
Yalnızca masum olanlarda vardır yel değirmenlerine<br />
saldıracak kadar neşe!<br />
Yalnızca masum olanlar hayal edebilir küfelerin içini!<br />
Yalnızca masum olanlar ürperir kilerlerde!<br />
45
www.isaretatesi.com<br />
Masum olanlar içindir ağaç sıralarının buğusu!<br />
Masum olanlar için, piyanonun tuşlarına sakince<br />
basılıyormuş gibi dizilir karşı yamaçta bembeyaz mahalleler.<br />
Masum olanlar dönebilir kendi dünyalarına,<br />
paravanların ardından emin olarak.<br />
Çekerler kılıçlarını – ve sonra kınına sokarlar, bu bir<br />
oyunmuş gibi.<br />
Bir düşünceye sığdırırlar dünyayı: Başlarını kaldırınca bir<br />
kuş resmi görüverirler levhada!<br />
46
www.isaretatesi.com<br />
İLAH<br />
Etraftaki müthiş durgunluk besliyor onu.<br />
Yoklukta kendi iradesini buluyor: sınırsız bir iktidar için<br />
ilk işaret! Alçak tümsekler arasındaki bu geniş çanağın<br />
sessizliğinde uçsuz bucaksız panoramalar için bir yaratış<br />
görkemi seziyor; toza dumana bulanmış solgun kayalık<br />
zeminde parlak bir geleceğin titreşimini duyuyor.<br />
O var bir tek; kendi için hazırlamış sanki yokluğu… Bir<br />
merkez o, bir çekirdek, hiçliğin büyük karşıtını yaratacak.<br />
Zaman asılı kalmış henüz, ne ezel var ne de ebed – ta ki tek bir<br />
noktadan ölçüsüz bir kudret harekete geçene dek!<br />
Meydan okuyor susturduğu boşluğa! Sarsıyor varlığı!<br />
Silkinip ayağa kalkıyor, âlemi ayaklandırıyor. Yönetmeye<br />
hazır yeri ve havayı; buyurgan bir işaretle teker teker harekete<br />
geçiriyor düzlükler üzerinde sağır edici koroları. Gong<br />
vuruyor, yelkenler yırtılıyor puslu gökte, dev kapılar çarpıyor,<br />
ufuk gümbürdüyor…<br />
Hareketleniyor, gitmek istiyor İlah! Dört bir tarafa, her<br />
yana gitmek istiyor. Yaratıyor yönleri, sayısız menzil görüyor!<br />
47
www.isaretatesi.com<br />
Savuruyor bileğini, ateş topları fırlatıyor, buz saçıyor…<br />
Gücünü deniyor, yaptıklarını beğeniyor.<br />
Girdaplarla karıştırıyor gökleri! Hortumlar savuruyor<br />
boşlukta, ayağıyla gönderdiği dev gülleler patlıyor etrafta – ve<br />
o yalnızca, gövdesine sığmayan bir gücün gerilimini serbest<br />
bırakıyor…<br />
Doğudan kuzeye, batıdan güneye, bir kuyruklu yıldız<br />
gibi, karmakarışık bir renk pulları, cevherler, ziller, dumanlar,<br />
ateş çiçekleri kuşağı geçiriyor. Kendinden bir ikinci olup<br />
yarattığı etkileri izliyor.<br />
Görüyor. Dönemeçlerin ardını bile görüyor! Ve neyi<br />
görüyorsa, oluyor… İstek, korku, kahkaha, tutku her yerde;<br />
her yanda bolluğun yarattığı sancı, karşıtlık, esrime. Tufanla,<br />
lavlarla, kar fırtınalarıyla, okyanus akıntılarıyla oynuyor<br />
oyununu. Zenginlikler yağdırıyor çarpıştırdığı bulutlardan.<br />
Kara ormanların üzerine burçları yerleştiren o. Tüm akşam<br />
göğünü reçine kokutuyor.<br />
Biliyor. Her şeyi biliyor; onun bilgisi her şey! Zamanı<br />
avucunda tutuyor, çağları sıraya diziyor.<br />
Her şeye gücü yetiyor… Yorulmuyor; fazlalığını saçıp<br />
dağıtıyor, eksilmiyor. Korkunç iradesiyle her şeyi sarsıyor ve<br />
dünyanın altüst oluşuna kendi çılgın vecd dansıyla eşlik<br />
ediyor! – Bir isim takıyor evrene, a-el-lo-hum diyor…<br />
Kendisini her yerde, olmadığı yerlerde bile buluyor, her<br />
yerde yankılanıyor. Vadilerde susup yutkunuyor, içi boşalıyor<br />
dev su kürelerinin, erişilmez yüksekliklerin. Kendi eşini<br />
48
www.isaretatesi.com<br />
ararken her şeyle deviniyor ve her şeyde duruyor: Her şey<br />
oluyor!<br />
49
www.isaretatesi.com<br />
PRELÜD<br />
Uykumu almışım, dinç hissediyorum kendimi.<br />
Yemeğimi yedim. Yıkandım, temizlendim. Giyindim,<br />
saçımı taradım, su içtim. Küçük belirsiz bir isteğim vardı,<br />
saksıdaki çiçeği kokladım, isteğim yerine geldi. Koltuğa<br />
oturdum, doğuyu düşündüm, pırıl pırıl gökleri düşündüm.<br />
Bedenimi çalıştırdım, harekete geçmeye hazırlandım: Bugün<br />
baharın büyük kentteki temposuna ayak uyduracağım.<br />
Ayarladım kendimi – ve bunu doğru yaptığımı hissettim.<br />
Yanılmamışım: Dışarı çıkıyorum ve havada günün o her<br />
zaman duyulmayan özgün kokusunu buluyorum.<br />
50
www.isaretatesi.com<br />
BEN, ROBOT<br />
Algımı belirlediler, programladılar beni.<br />
Gözlerimi taktılar. Nesneler tanımlıydı, nasıl göreceğimi<br />
biliyordum.<br />
Yürümeyi öğrettiler, elimi kolumu sallamayı, başımı<br />
çevirip etrafıma bakmayı. Hareketlerim belli bir düzene<br />
girmişti. Yola bıraktıklarında gidiyor, ilerliyordum.<br />
Duyduğum seslere göre tepkiler verme konusunda bir<br />
eksiğim yoktu. Ama örneğin koku duyusuna gerek<br />
görmemiştiler. Erişebileceğim dünya sınırlıydı.<br />
İşlevlerimde kesinlik önplana alınmıştı. Haz duymam<br />
gerekmiyordu, hatta algıladıklarımdan etkilenmem de.<br />
Geçmişe dair bir belleğim veya bir gelecek hissim olmasına<br />
ihtiyaç yoktu. Yalnızca çalışmam, işlemem gerekiyordu.<br />
İşte, beni kurdukları gibi geçiyorum dünyadan. Herkesle<br />
aynı yaşama ortağım.<br />
Gözlerimden geçen dünya bir gizem değil.<br />
51
www.isaretatesi.com<br />
KUŞLAR<br />
Bu kapalı havalı, ıslak, uğultulu günün her yana çökmüş<br />
kasveti, bir başıma olduğum bu yol kenarı düzlüğünde, benim<br />
için, giderek artan bir gerilimle, elektrik tellerine tünemiş<br />
kuşlarda düğümleniyor. Buna nasıl bir çözüm bulabilirim?<br />
Uzun uzun bakamıyorum bu kuşlara: Tüylerinde<br />
karmaşık şekiller, kanatlarında garip renkler var. Gözleri<br />
bakışılamayacak derinlikte birer kara nokta.<br />
Yüzümü su birikintilerine dönüyorum. Orada, yüzeydeki<br />
harelenmelere dikkatimi vermeye çalışıyorum. – Ama<br />
olmuyor. Aklım kuşlarda.<br />
Her şeye uzaktan bakmak da kurtarmıyor: Kuşlar, en<br />
geniş açıdan bakıldığında, bu kendi haline bırakılmış yerin<br />
manzarasında küçük bir detay da olsalar, tam da o küçük<br />
halleriyle rahatsız edici bir detaya dönüşüyorlar – her an<br />
bütünün önüne geçip, bütünle olan ilişkimi altüst ediyorlar.<br />
(Değil mi ki küçük bilmeceler en çok kurcalar zihni! Bir kez<br />
takılıp kalmaya görün, sonsuz derecede büyütebilirsiniz küçük<br />
bir bilmecenin yaratabileceği karmaşayı.)<br />
52
www.isaretatesi.com<br />
Yakınlarda bir yerde geniş bir nehir olduğunu, sularında<br />
büyük, sağlam bir teknenin süzüldüğünü ve bu teknenin<br />
yağan yağmurun zevkini yaşayarak yolculuğuna doğru<br />
açıldığını hayal ediyorum. Geniş, ferah bir hissi devam<br />
ettirecek o, ileriye doğru uzanan solukta. – Ama kuşlar yine<br />
rahat bırakmıyor. Dönüp dolaşıp kendini düşündürüyor bu<br />
yoğun yumrular.<br />
Burada, bu bomboş düzlükte basit bir düşünme<br />
kararlılığı bana akıl ve istem dışı, başedilmez bir dehşeti<br />
yaşatıyor. Çakıldım kaldım. Kımıldamaya korkuyorum. Ve<br />
sanırım bu kuşlar burada, bu tellere tünemiş olarak durduğu<br />
sürece, ben onları tüm şiddetiyle yaşarken, gri gökyüzüyle<br />
çevrelenmiş manzarada yabanıl bir hayalet çehrenin<br />
kömürleşmiş gözlerine, bilincin karanlık köküne varacağım.<br />
53
www.isaretatesi.com<br />
SOKAK<br />
Hiçbir zaman kendisi olmadı bu sokak.<br />
Yemyeşil bir sinek cenneti oldu. Yeni yaratılmış şeyin,<br />
içine ilk kez yerleştirildiği mekân oldu. Işığın sonsuz<br />
uzunlukta ölmesi için ayrılmış sakin bir alan. Zevk denemeleri<br />
için düz bir yüzey. – Pekiştirilmiş sessizlik oldu.<br />
Kusursuzken şurasından burasından düzeltilip yeniden<br />
kusursuz yapılan bir şaheser, – ya da kaskatı bilincin<br />
ölçülemez derecede eksik iskeleti!<br />
Güneş açan nisan öğlelerinde ortaokul çocukları için<br />
kurutma kâğıdı oldu. Geceleri, kediler için ılık bir dünya oldu.<br />
Çevresindekilere göre yaratığa dönüşen bir adam için ortalık<br />
bir yer. Müziğin karanlık art niyeti – ve bir zemin, bir dayanak<br />
bulunmadığında bile demlenmeye devam eden koyu kan.<br />
Berrak düşüncenin defalarca yıkayıp parlattığı yalın<br />
bombe! Ya da buğulu uzak mahallelere uzanan görkemli<br />
kentin ilk belirtisi!<br />
Yarasanın aniden geçişinin belli belirsiz algısı, bir korna<br />
sesinin boşluğu taraması.<br />
54
www.isaretatesi.com<br />
İşte, günün sıradan bir saatinde güneşin vurduğu sokak.<br />
Bu sokağı kimse görmedi, bilmedi. Kimseler anlayamadı<br />
bu sokakta neler olup bittiğini.<br />
55
www.isaretatesi.com<br />
KENT PLANLAMACILIĞI<br />
Kenti kuracak olanlar düzlükleri çok uzaktan seyrettiler,<br />
bir an gözlerini kırptılar, göz kapaklarının içinde bir imge<br />
şekillendi, onu uyguladılar.<br />
Değişik yüzeylerde, değişik açılardan, değişik<br />
yöntemlerle çalıştılar, her seferinde özgün sonuçlar elde ettiler.<br />
Her cins şeyi taşıyıp getirdiler, yığdılar burada, işlediler,<br />
büyük zenginlikler çıktı ortaya. Geceleri, uzayıp giden ışık<br />
tarlalarına baktıklarında, olandan da fazlasını gördüler.<br />
Işıltılı bir şaka olarak algılamışlardı tarihi: Tarihsel bir<br />
kent kurdular. – Görkemli bir gelecekti hazırladıkları.<br />
Devrimlerin müthiş görkemini saklayan siyah-beyaz resimler<br />
vardı akıllarında. Kitleleri heyecanlandıracak buluşların koro<br />
halinde fışkırıp üzerinde yükseleceği bir anıtlar kümesi<br />
besliyordu hayal güçlerini.<br />
Yüz binlerce karmaşık güzellik sakladılar görüntü<br />
yığınlarında, renkli bileşimlerle. Zaman zaman görünür olur<br />
bunlar. – Gözlerin dalıp gideceği kaldırımlar tasarladılar.<br />
Başka başka zamanlarda bakıldığında renk değiştiriyor onların<br />
sokakları, ki niteliğine tam olarak inilemiyor bu değişimlerin.<br />
56
www.isaretatesi.com<br />
Beton dönemeçler dizdiler yamaçlara, eğrilerin içrek sanatıyla,<br />
güneşe karşı. Her sokağın ufkuna ya bir dağ zirvesi ya da bir<br />
anten kulesi koydular.<br />
Kenti kuranlar metalik yankılar için geniş alanlar<br />
bırakmayı ihmal etmediler. Batan güneşin kızıl ışığını çaktılar<br />
çarpı şeklinde duvarlara. Kabarık, çanaksı, aniden dimdik<br />
yükselen veya açıkta duran alanların öngörülemeyen<br />
psikolojik etkileriyle, ani basınç düşüşleri ve enerji<br />
kabarmalarıyla, çeşitli boyutlar kazanıyor onların kenti.<br />
Onların yapıtı, sihirli oranlara dair birtakım numaraların<br />
marifetiyle, olduğundan daha büyük ölçeklerle hatırlanacak.<br />
İşte, beyin fonksiyonlarını hızlandıran geçiş<br />
bölgelerinden biri! – Kıyıda kalmış ayakkabı atölyesini gözden<br />
kaçırırsanız, lanetlenirsiniz. Pasaportunuz var göğe çıkmak<br />
için, kıymetini bilin! – Onlar, cam cepheli binaların önünde,<br />
yansımaların birbirine girdiği yüksek katlara doğru, hafıza<br />
yalnızca zevk veren bir şey olsun istemiştiler.<br />
Akşamın mavi tepelerini perdeleyen geniş apartman<br />
bloklarının ardında deniz öyküleri anlatılıyor. Bize yetmişli<br />
yıllardaki yerimiz gösteriliyor o yöne doğru baktığımızda.<br />
Misyonumuzu anlıyoruz. – Hüzünlü bir öykümüz olsun diye<br />
geçiyor çam koruluğundan şu patika. Yamaçta, güneşte<br />
sararmış bir medeniyet gibi duran, rölyefi andıran mahallelere<br />
doğru, zamanın yorgun müziğinin ağır bir tempoyla<br />
ilerleyeceği, gizli bir yan düşünmüş herkes için, kenti kuranlar.<br />
Tek bir çelimsiz ağacı seyretmek için sonsuz zahmetlerle<br />
yapılmış olan terasın farkındayız.<br />
57
www.isaretatesi.com<br />
Kent büyük bir koku gibi uyansın istemişlerdi köprüden<br />
bakıldığında.<br />
Ve işte! Uzanıp giden bulut tarlalarının altında, gökle<br />
bütünleşmiş olan kent, nasıl da yakışıyor ezele!<br />
58
www.isaretatesi.com<br />
SEN<br />
Nesin sen, anlatayım sana.<br />
Karşımdasın: Tekdüze konuşmasıyla büyüleyen analog<br />
ağız. – Senin etkinle müsaade edildi salonun uzak köşesindeki<br />
yuvarlak lambaya yoğunlaşabilmeme.<br />
Düşüncelerin dinmek bilmeyen kargaşasına karşı,<br />
kendimi oyalamanın peşindeydim. Ne var ki tüm oyalanmalar<br />
beni daha da yormaya, yıpratmaya yarıyordu sadece. – Şimdi<br />
ise yatıştırıyor lamba. Dindiriyor, dinmek bilmeyen ne varsa.<br />
Düğüm çözülüyor. Uysallaşıyor geniş salon.<br />
O köşede yaşam var. Eğer sende gördüğüm buğuysa,<br />
mırıl mırıl anlatan ağız, – ki iyi ki vardır bu buğu – – o köşede<br />
duran da lambadır, ışıktır. Aklım çeliniyor o tarafa doğru.<br />
Zihnim o köşede kat kat toplanıyor, kalın derili bir hayvanın<br />
ensesindeki kıvrımlar gibi.<br />
Üstelik, gizemli ağzın sahibi, bilmiyorum senin ne<br />
anlattığını. Bilmiyorum, böylesine büyülerken, kendine<br />
bağlarken nedir sırrın; sesinin tonu mudur, yoksa<br />
söylediklerinde gizli birtakım bağlantılar mı.<br />
59
www.isaretatesi.com<br />
İşte karşımdasın. Görüyorum seni: Her şeyin ortasında<br />
oturuyorsun, keten gibi gerçek. Varolanların gözdesi! Ezel<br />
cilasıyla parlamışsın. Üzerine titriyorlar.<br />
– Uzak ışıklara bakarken havayı kokladığımda dünyanın<br />
tüm ıssızlığını duyduğum o rüzgârlı gecelerde gibiyim!<br />
60
www.isaretatesi.com<br />
ÇİRKİNLİK<br />
-özet-<br />
"Tavuskuşu da güzelliğiyle övülmektedir,<br />
oysa ki o, ayaklarından utanmaktadır."<br />
Sadi Şirazi<br />
Tuhaflığımın, eğretiliğimin farkındasınız. Şaşkınım,<br />
sersemim, zamanlamalarım hatalı, sözlerim kapalı.<br />
Niyetlerimin belirsizliğiyle, kaçamak bakışlarımın arızasıyla<br />
geliyorum.<br />
Akıcı cümleler beklemeyin benden, dinlemiyorsunuz bile<br />
zaten, uyutabilirim sizi. Güçsüzlüğe karşı gülünç<br />
başkaldırılarım olduğunun farkındasınız.<br />
Seziyorsunuz bendeki sefil içgüdüyü: Kendimin ve her<br />
şeyin ardındaki doğal karmaşıklığı sahte bir yüzeyle<br />
kapattığımı biliyorsunuz. Biliyorsunuz iki boyutlu olduğumu,<br />
kendim de görüntüyü kapattığımı.<br />
Renkli görüntülerle doludur “kent ve gece” fikri – zerre<br />
kadar duyarlılığı olan herkes için. Ama bana doğru bakmayın<br />
sakın, bir kör nokta görürsünüz, boşa düşüverir bakışınız,<br />
sıfırlanırsınız.<br />
61
www.isaretatesi.com<br />
Düşüncelerim düzene giriyor gibiydi bir ara, bunu erken<br />
bir işaret kabul ettim, yükleniverip bacaklarıma, keyifli bir<br />
yürüyüş için parka gittim. – Biliyorsunuz beklentimin boşa<br />
çıktığını. Biliyorsunuz rahat bir yürüyüşten değil, kargaşanın<br />
ölçüsüz dehşetinden çıktığımı; ağaçlardan, yürüyüş<br />
yollarından yeni, çok daha derin, berbat bir bitkinlik, hiçlik<br />
topladığımı. Biliyorsunuz şimdi burada duruyor olmaktan hiç<br />
zevk almadığımı. Elimi kolumu nereye koyacağımı<br />
bilemememden anlıyorsunuz. Anlıyorsunuz bu garip<br />
duruşumun belki de insan cinsine ait olmadığını.<br />
Ama üzerinde pek de durmayıp geçiştiriyorsunuz. Bu<br />
arada sizin geçiştirmelerinizden bağımsız olarak, gitgide<br />
pekişiyor bende, fazlalık olmanın uyumsuzluğu.<br />
Cildim yağlı. Yanaklarım pütürlü. Burnumdaki<br />
gözenekler kocaman, çukursu, kapkara. Soluk benzimle,<br />
benlerim ve boz boz cilt lekelerimle, donuk gözbebeklerimle<br />
aynaya bakacak olsam, kendimle ilgili giderilemez şüphelere<br />
düşerim.<br />
Çünkü bir bütün oluşturmayan bin parçadır yüzüm –<br />
çokyüzeyli, her yüzeyi ayrı yöne bakan. Bir araya getirmeye<br />
çalışırsanız kopuk parçaları, pek çok karaltı geçer aradan,<br />
dehşete kapılırsınız.<br />
Gözlerime yakından bakamazsınız: Derin göz<br />
çukurlarımda karanlığı, muğlak kötücül düşüncelerimde<br />
erdemi hazırlıyorum sizin için.<br />
62
www.isaretatesi.com<br />
ŞU ANDA<br />
tam şu anda, burada:<br />
iki yana,<br />
akımı devam ettiren kordon.<br />
tam şu anda, burada:<br />
günün doğusu ve<br />
tam karşı yöndeki batı<br />
arasındaki ilgi en belirgin.<br />
tam şu anda, burada:<br />
yerçekimi, ağırlık merkezi<br />
kavramlarının iç anlamı.<br />
tam şu anda, burada:<br />
gerçeklik uygulamada.<br />
tam şu anda, burada:<br />
yaşamın onaylanmış ortalaması.<br />
63
www.isaretatesi.com<br />
tam şu anda, burada –<br />
durduk, bir an varolduk:<br />
buna fazla vakit yok,<br />
gitmek gerek, devam.<br />
64
www.isaretatesi.com<br />
FENOMENLER<br />
Bundan birkaç yıl önce, insanlar küresel ısınma ve iklim<br />
değişikliği gündemiyle kitle iletişim kanalları üzerinden yoğun<br />
bir haber ve bilgi bombardımanına maruz kalmışlar, ancak<br />
bunun etkisiyle yaşayışlarında, tercih ve alışkanlıklarında<br />
enikonu değişiklik yapmak yerine, güneşe ve sıcaklığa karşı<br />
ters bir hassaslık geliştirmişler, havaya ve iklimlere karşı<br />
hınçlanmışlardı. – Bunun neden böyle olması gerekmişti, etki<br />
ve sonuç neden birbirinden bu denli kopuk, hatta birbirine<br />
karşıt olmak zorundaydı?<br />
Yine geçtiğimiz yıllarda bir dönem üst üste, İngiltere’deki<br />
bir pet shop’ta satılan bir süs balığının desenlerinde, Zagros<br />
Dağları’ndaki bir yamacın kar manzarasında, Hint<br />
Okyanusu’nda yakalanan bir yengecin kabuğunda ve<br />
Afyon’un bir köyünde doğan çift başlı bir buzağının sırtında<br />
Allah’ın Arapça yazılışına benzediği iddia edilen lekeler<br />
görülmesi üzerine, bunun nasıl yorumlanması gerektiğine dair<br />
tartışmalar kopmuş ve bunların en çarpıcısı olarak, ulusal bir<br />
televizyon kanalında boy gösteren amatör bir araştırmacı,<br />
Arap alfabesinin doğadaki biyolojik ve kimyasal yapıtaşlarıyla<br />
mistik bir uyum gösterdiğini ateşli bir şekilde savunmuştu.<br />
65
www.isaretatesi.com<br />
İşin ilginci, o günkü tartışma sırasında gelişigüzel türeyen<br />
obskürantist fragmanlardan bir inanç devşirip bugün bile ona<br />
bağlı kalan geniş bir kitle var.<br />
Geçende, günlerden cumartesiydi, kentimizde çağdaş<br />
kültür kozmosunun âdeta ekinoks gibi özel, ayrıcalıklı bir<br />
günü yaşandı; parklar, meydanlar, fuar alanları, alışveriş<br />
merkezleri, lunaparklar, sinema salonları gibi sosyal alanlarda,<br />
ilk defa olarak, insanların kendilerine sunulan paket<br />
deneyimleri bütün yoğunluğuyla yaşamaları mümkün oldu.<br />
Aslında sıradışı, neredeyse tarihi bir gündü yaşanan, ama<br />
tarihe not düşülmedi. Çünkü insanların ayrımına varabileceği<br />
bir farklılık değildi bu. Paket deneyimleri kendilerine<br />
sunulduğu şekliyle her gün alabildiklerini sanıyorlardı onlar.<br />
Öte yandan, çok yakın bir gelecekte birbiriyle eşzamanlı<br />
piyasaya sürülecek olan binlerce çeşit nanoteknoloji ürünü,<br />
CERN’den ve Tokyo’daki bir gen araştırması laboratuvarından<br />
açıklanacak çığır açıcı bilimsel sonuçlar ve Silikon Vadisi’ndeki<br />
bir ileri teknoloji firmasının tanıtacağı yapay zekâ ve sanal<br />
gerçeklik modelleri insanlar için ağaçların, bulutların, dağların<br />
ve göllerin algısal değerini ortadan kaldırmasın diye her an<br />
aralıksızca çalışıyor – ağaçlar, bulutlar, dağlar, göller.<br />
66
www.isaretatesi.com<br />
MÜZİK<br />
N.’ye<br />
Hayır, aradığım müzik bu değil. Diğeri de değildi. Bir<br />
başkası da veremeyecek bana belki de, sevdiğim adımları<br />
atarak ilerleyen müziği. Neyi, hangisini denesem? Hafızamı<br />
yokluyorum; yoksa, acaba, aradığım tını müzikte mevcut değil<br />
mi?<br />
Hayır, hayır! Kuvvetlerin ani bir şiddetle boşanacağı ve<br />
ortalığı sarsarak ilerlemeye koyulacağı bir açılış değil<br />
istediğim. Çünkü, biliyorum ki, böyle bir açılışla belki ben<br />
omuzlarımdan silkeleneceğim, ciğerlerim titreyecek, ama güç<br />
bela topladığı enerjiyi büyük olma niyetiyle kusmuş olacak<br />
müzik. Ardından, aşırı bir çabayla kendi yapaylığını tüketecek,<br />
kendi karşıtına dönüşecek. Bunu biliyorum.<br />
Hayır! Müzik beni tek bir noktaya, bir deliğe doğru<br />
yönlendirmesin huni gibi. Deliği buldurup, onun içine doğru<br />
dürtüp itelemesin. Rahat bıraksın beni olduğum yerde, dört<br />
yanım geniş, ferah, apaçık kalsın, istediğim tarafa gideyim.<br />
Gidebileyim.<br />
67
www.isaretatesi.com<br />
Yok, hayır! Bulutların görkemi için bir kılavuz, bir<br />
dayanak değil aradığım. Ben kendim giderim bulutlardaki<br />
yüzbinler evrenine. – Hayır! Müzik bir şeyleri taklit etmesin,<br />
bir şeye benzemeye çalışmasın; ikincil bir kaynağa<br />
yaslanmasın, programlı olmasın. Doğrudan birincil kaynaklara<br />
yönelmiş, onlardan gelmiş olsun: tüm varlığın etkisiyle<br />
şekillenip dünyaya salınmış yepyeni bir varlık. İçeriden, pek<br />
yavaşça, kendi gelişim olanaklarıyla kendini hazırlamalı<br />
müzik: Bir de bakmışsın oluvermiş, bunu kendinden bile<br />
habersizce yapmış, ama kesin bir irade en başından beri onu<br />
gizlice yönlendirmekteymiş.<br />
Baharın gelişi gibi gelmeli bana müzik. Altın işaretli<br />
yürüyüş yolları bırakılmış olmalı benim için nisan ortası.<br />
Sütbeyaz villalar yerleşmeli servi ve çam ağacı öbekleriyle,<br />
böcek ve kuş seslerinin sessizliği arasında, karşıki tümseklere.<br />
Yeşeren bir söğütle söyleşir gibi söyleşmeliyim müzikle. Sudan<br />
sebeplerle olmalı güne dair her şey, fazladan çaba<br />
harcamamalıyım.<br />
Hayır! Hayır! Müzik bana dağın eteklerindeki alaca<br />
kente, güneşli öğle mekânlarına, anıtların yamacındaki<br />
yeşilliğe, ya da kapalı havalı bir günde ıskartada bekleyen<br />
vinçler ve inşaat kamyonlarının trajedisine dair görünümler<br />
vermesin! Hayır, bu değil istediğim. Müzik bana o<br />
görünümleri değil, o görünümleri görecek adamı vermeli:<br />
Müzik bana beni vermeli!<br />
68
www.isaretatesi.com<br />
DUVAR KÂĞIDI<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Yüzeyde çöller zamanı, nefes, gizem.<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Sesleri emen sünger.<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Dopdolu iç hacim, suyun ruhu, gerilimli bir yutkunma.<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Tüm iyimserliğimin yaslandığı kapalı yan.<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Sonsuzda bip sesi.<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Ortalama düş gücü perdesi.<br />
69
www.isaretatesi.com<br />
Nedir duvar kâğıdı?<br />
Kötü havadan yalıtan şenlikli dörtduvar.<br />
Neyin nesidir duvar kâğıdı?<br />
Başka nerede bir araya gelebilirdi<br />
–– yelkenli, kuğu, mutlu kadın, manolya?<br />
70
www.isaretatesi.com<br />
KAFEDEKİ ADAMLAR<br />
-tablo-<br />
Kafedeki adamlar… Loş salonda, hepsi tavandaki mavi,<br />
turuncu, yeşil lambaların yaydığı ışığın altında.<br />
Karşı masada oturanın tombul bir kavanoza benzeyen<br />
yuvarlak bir kafası var. Anlatılanı dinliyor, suratında geniş,<br />
sabit bir gülümseme, donup kalmış bir memnuniyet ifadesi:<br />
Bir an gözleriniz ona takılsa, bakmaktan kendinizi alamaz,<br />
herhangi bir yüz için birkaç saniyeyle sınırlı kalması gereken<br />
seyretme aralığını bu memnun ifade için hayret edilecek bir<br />
süreye yayarsınız. – Ortalama keyfin dolunayı o. Tereyağı gibi<br />
eriyor onun dünyasında her şey.<br />
Yan masadaki bir diğeri, tüm enerjisini ve dikkatini pek<br />
basit bir şeyi mükemmel yapmaya odaklamış: Kül tablasının<br />
yanında, kolu ve yumruk yaptığı eli nasıl da Zen duruşlu; bir<br />
peçeteyi nasıl da ısrarla ileri geri katlıyor. – Hiç şüphe yok,<br />
derinlerdeki gece tedirginliğini yaşantısını yönlendiren hoş<br />
kurgulara katıyor.<br />
Herkesten ayrı, geride, salonun loş köşesindeki tuhaf<br />
tonozun altında yüzü duvara dönük, tek başına oturmuş bir<br />
71
www.isaretatesi.com<br />
başkası var: Belli ki, daha buraya gelirken, oranın ambiyansını<br />
yaşamaya kararlıymış.<br />
Öndeki masalardan birinde, simetrik yüz profilleriyle,<br />
aynı edayla bakışan ikizler: Gerçek değil gibiler, bulundukları<br />
yerde o ikili tavrın yarattığı kırılmayla her şeyi bir yanılsama,<br />
bir hile, bir bulmaca havasına sokuyorlar.<br />
Oysa hemen yanda, büyük saksının yanındaki genç<br />
adam, az önce ayrıldığı koltuğuna geri dönünce orayla daha<br />
iyi bir uyum yakalamış. Ekose ceketi koltukla aynı kumaştan<br />
sanki; önündeki sehpayla, tabaktaki fincanla ve içine plastik<br />
gül konulmuş minik vazoyla sanki transta: kafenin dokusuna<br />
gömülmüş; saksıdan, koltuktan, sehpadan ne eksik ne fazla.<br />
Berideki ihtiyarsa, orada nereden bulmuşsa yüzüne o<br />
pembe, al, mor yansımaları, çok güzelleşmiş, ışık saçıyor<br />
etrafa!<br />
Köşede, zamandan yalıtılmış gibi duran amfora. Havada<br />
tuhaf bir akustiğin uğultusu. İp gibi kıvrılan sigara dumanı.<br />
Yer yer görüntüyü kapatan kolonlar, parlak bir bar tezgâhı,<br />
ağaçtan deforme bir fil heykeli, duvarda eprimiş manzara<br />
resimleri, kararmış aynalar.<br />
İnanıyor kafeye adamlar: Burası onlar inandığı için var.<br />
72
www.isaretatesi.com<br />
KÖKLER<br />
Küçük bir çocukken, mutluluğun sırrını biliyordum<br />
sanırım. Bunu, içgüdümün o zamanlar bu konuda beni hiç<br />
yanıltmamış olmasından anlıyorum: Her yol Roma’ya<br />
çıkıyordu. Kesinlikle bir lütuftu bu. Can sıkıntım bile eşsizdi.<br />
Günün sıradan bir saatinde kanepeye uzanıp gözlerimi<br />
yumuyordum mesela; kafamın içi vızıldarken, devlet<br />
kanalındaki tarım programının tekdüze sesleri besliyordu<br />
uykuya doğru kayan düşüncelerimi. Hayat bilgisi kitaplarının<br />
saman sarısı sayfalarına dalıp gittiğimde ne tatlı düşler<br />
kurmuştum! Mukavva rulo dürbünlerden bakınca gördüğüm<br />
ışıl ışıl dünyaydı ait olmak istediğim. Otobüsler yokuş<br />
çıkarken bir hoş olurdu içim. Öyle şaşmaz bir oyuncu neşesi<br />
vardı bende, nasıl oluyordu bilmiyorum ama en imkânsız<br />
şeyler, örneğin savaşlar, silahlanma yarışları, büyük<br />
katliamlar, felaketler bile beni heyecanla ürpertiyor, su altı,<br />
uzay ya da teknoloji fantezileri bana tarifsiz hazlar<br />
yaşatıyordu.<br />
Alelâde bazı yetilerim nasıl da güçlüydü o zamanlar: söz<br />
gelimi, bunaltıcı durumlardan daima kaçınarak, bir uğraştan<br />
73
www.isaretatesi.com<br />
diğerine keyifle geçebilme, neşe verici uğraşlar bulabilme<br />
becerim; yahut, en basit gündelik olaylarda bile dünyayı bir<br />
şenlik gibi gören dupduru beğenim... Aydınlıktı, capcanlıydı<br />
günün saatleri; ağaçlarda, çimenlerde, toprakta ve havada hoş<br />
duyumlar buluyordum dört mevsim; vaatlerle yaklaşıyordu<br />
parlak gelecek; büyük beklentiler taşıyordum hep. Varlığımı<br />
garipsediğim, bedenimi, ellerimi, ayaklarımı incelediğim<br />
anlarda bile kötü bir şüphe teslim almıyordu beni; tatlı bir<br />
gereklilik sarmıştı hayatımı.<br />
Şimdi yine aynı ben, tüm yeteneklerimi seferber edip,<br />
kendime yeni bir çocukluk arıyorum bugün: Zihnimin derin,<br />
alaca, tekinsiz köşeleri için yumuşak, sade, rahat döşekler<br />
arıyorum; çılgınca dönen çarklarım için zamanı yavaşlatacak<br />
geniş bir saat kadranı; vahşi iştahım için sudan sebeplerle haz<br />
veren düşsel bir imge; ve kurşun gibi ağırlıklarla, çığırından<br />
çıkmış renklerle, ani düşüşlerle paramparça olmadan,<br />
radyoaktif bir krizle zerrelerime ayrılmadan evvel birazcık<br />
sağlam bir zemin, bir parça masumiyet sarhoşluğu…<br />
74
www.isaretatesi.com<br />
ŞEHİRLER, ALGILAR<br />
O şehirde yanlış bir algı içindeydim hep.<br />
Anlayabiliyordum algımın yanlış olduğumu, ama ne<br />
anlamda yanlış olduğunu çözemiyordum. – Yalnızdım: Aşırı<br />
güçlü enerji yumakları saydığım arkadaş ve tanıdıklarımla<br />
karşılaşmaktan korkuyordum. Rastgele karaltıları ünlemler<br />
olarak görüyordum. Sınırları belirli bütünler seçemiyordum<br />
uyarımlar kalabalığında; baktığım perspektiften yamuktu<br />
dörtgenler; üçgenlerin bir ucu açık kalıyordu ve devrik<br />
taslaklarla kafam karışıyordu ikide bir. Hafızam beni<br />
yanıltıyordu: Öteki şehirde yaşayan babamla olan ilişkimi,<br />
“suratıma açılan kara bir şemsiye ve ölgün bir uyku” olarak<br />
hatırlıyordum. Zihnimde amip şekilli yamalar vardı.<br />
Yelkenleri paçavra, graniti topuk taşı, güneşlenen heybetli<br />
zürafayı kaldırıma serilmiş uyuz köpek olarak<br />
düşünüyordum. Algım yanlışken, içgüdülerimin bana faydası<br />
olmuyordu: Ağacın gölgesini buhran, ışığı hararet<br />
zannediyordum. Benliğim şehrin binaları arasına çökmüş kara<br />
bir buluttu sanki: Beton yığınlarını birbirinden ayrı tutan kaba<br />
kuvvet miydim yoksa ben? Yaşantımın gövdesini etkisiz, izole<br />
paketlerde bekletiyordum. Planladığım işleri büyük işaretler<br />
75
www.isaretatesi.com<br />
belirene dek erteliyordum; geniş bir aralığa yayılan eylemsiz<br />
epizotlar çıkıyordu ortaya (ve sonuçta ortalama işaretlere<br />
kalıyor, işlerimi düşük bir düzeyden ilerletiyordum). Ruhun<br />
özünde yavaşlık, hatta atalet olduğuna inanıyordum. Su<br />
içerken ufkumdan hımbıllar geçtiği hissine kapılıyordum.<br />
Bu şehirde algım düzeldi. Her şey bambaşka. Düzenli,<br />
sakin bir dünya görüyorum karşımda. Olaylardaki mantığın<br />
doğruluğu sınanmış geometrik esaslarla kurulduğuna,<br />
işlediğine şahit oluyorum. Algımın bana sağladığı nimetlerden<br />
tek tek faydalanıyorum. Babam beni seviyor. Kimsemin<br />
kuyumu kazmaya çalıştığı yok. Hoş sürprizler bekliyor beni.<br />
Tüm insanlarla kardeşim. Az evvel bir arkadaşımla<br />
karşılaştım, konuşa konuşa yürüdük sokağın sonuna kadar.<br />
Göğü, kocaman bulutları görüyorum. Renkli panolar, ışıl ışıl<br />
elmaslar görüyorum; afişlerde uzak denizler görüyorum,<br />
keskin ışığı hafifleten ince bir pus görüyorum. Doğru açıdan<br />
bakınca, hayata dair şeyler hayatın kendisine dönüyor, ikinci<br />
bir yaşantı doğmuyor. Ve biliyorum artık, ruhun yavaşlık değil<br />
akıcılık üzerine kurulu olduğunu.<br />
Bu şehirde sağlıklı bir algım var. İçgüdüm de bana bunu<br />
söylüyor. Benzersiz bir rahatlama içindeyim her an: Habitatını<br />
bulmuş tropik bir kuş gibiyim.<br />
76
www.isaretatesi.com<br />
ÂLEMLERE RAHMET<br />
Akıcıdır yaşam. Akıcıdır işlerimiz, ilişkilerimiz; akıcıdır<br />
yolculuklarımız; akıcıdır günler, saatler, geceler. İlerler hayat,<br />
kesilmez, takılıp kalmaz; yürür, işler, ilerler. – Bölünmez<br />
dünyanın bilgisi; sınırlara hapsedilemez oluş, olaylar;<br />
parçalanamaz zaman. Hem uğrak hem sapa yerlerden geçen<br />
geniş bir kuşak uzanır canlının ve cansızın ortak zamanına;<br />
gözümüz açılır, görürüz.<br />
Dönüp bakalım kendimize, yapıp ettiklerimize: Atalete<br />
inanmıştık, bir hamle yaptık, çarkların işlediğini gördük.<br />
Varlığımızın özündeki hareket ve değişim duygusu<br />
masumiyete denk. Kusurlarımızı, kabahatlerimizi gizlemiyor<br />
mu bellek, yaşamımız güzel görünmüyor mu bize? İşimizi<br />
kolay kılmak, kendimizi kayırıp kollamak bize doğuştan<br />
öğretilmiş. En ağır zahmetlerimizde bile çatık kaşlar yerine<br />
emin bir ifade geçiyor eylemin dönencesinden. Hayatın sert<br />
yanı çocuksu bir sataşma sadece.<br />
Çünkü halklar arasında yalnızca ve yalnızca felaketi<br />
bulurkenki ölçüsüz mutsuzluğumuz bize bir işaretti.<br />
Karalamaların aşırılaşan kalabalığına karşılık, çirkinliğin<br />
77
www.isaretatesi.com<br />
üzerine gerilen parlak örtüye hayır diyemezdik biz. Acılar<br />
yüklenmeye gelmedik dünyaya; bizim lüksümüzdü o sadece. –<br />
Etrafımızda tazelikle, pırıltıyla, neşeyle bezenmiş ne çok şey<br />
var! Çerçeveye alınmış korku ve hayret bile tüy takmış saçına.<br />
En talihli anlarımızda sevgiyle eriyor mekanik aletler, geçiş<br />
kapıları, koridorlar, tırabzanlar, kirişler bile; ışığa yer açılıyor<br />
bir düğmede, bir yaka iğnesinde…<br />
Melodilerle anlam kazanıyor hareket. Kanalda sıralanan<br />
evler boyunca renklerle kaynıyor görüntü. Gözbebeğinde ışıltı,<br />
hızlı geçişlerde kutsal bir mühür. – Ortamın amansız<br />
cenderesini tanımıyoruz bile şimdi. Biliyoruz: Düğümler<br />
sıkılmak değil gevşemek içindir; ve panoramada, bir kasılma<br />
değil, enginliğe yayılan bir ferahlamadır güzellik.<br />
78
www.isaretatesi.com<br />
BALÇIK<br />
Geçitlerde balçık birikiyor.<br />
Ne yapmalı? Yığılma özellikle köşebaşlarında,<br />
dönemeçlerde, dar koridorlarda. Geçişler aksıyor, yollar<br />
tıkanmak üzere. Acaba kazıyarak mı atmak gerek balçığı?<br />
Öfkeliyim; hep sıkışıklığa, darboğaza rastgelmekten,<br />
eğile büküle, sürüne sürüne geçmekten bunaldım;<br />
hınçlanıyorum, patlamak üzereyim. – Acaba basınçlı sıcak<br />
havayla ya da tazyikli suyla mı temizlenmeli geçitler? Yoksa,<br />
öyle yaparsam balçıklar katılaşıp taşlaşır mı tamamen?<br />
Meseleyi bir kenara bırakıyorum. Yapacağım işler var;<br />
şehrin diğer tarafına gitmem gerek. Biletimi aldım, otobüse<br />
bindim. Kararlılıkla yol alıyorum. Oturduğum koltukta<br />
gündelik hayat gereği bir yerden bir yere giden herhangi<br />
biriyim. Peki ama, bunca donuk bir algı neden; ne diye<br />
bomboş geçiyorum meydanlardan, kalabalık caddelerden? –<br />
Yol hiç bitmeyecek gibi. Büsbütün hiçliğe gömüldüm. Uğursuz<br />
otobüs. Geldik mi? Son durakta iniyorum.<br />
79
www.isaretatesi.com<br />
Sokaklar bomboş. Tedirginim. Binalar arasından diken<br />
üstünde geçiyor olmamın sebebi, etraftaki pusu havası. Ya da<br />
benim diken üstünde olmam tetikliyor pusu havasını;<br />
bilemiyorum. Her hâlükârda, sıradan şeylerin bir parçası olma<br />
şansım, basit bir zevki sürdürebilme yeteneğim dahi tamamen<br />
elimden alınmış şu an.<br />
Geçitlerde balçık birikiyor, darlık aşılamıyor.<br />
İbre sona dayandı, çıldırmak üzereyim, olmadık şeyler<br />
geliyor aklıma. – Acaba geçitleri yakıp kavursam, patlatıp<br />
havaya mı uçursam? Acaba kapakları ardına kadar açıp içeriyi<br />
sel mi bastırsam? Acaba radyoaktif bir sızıntı yaratıp –eğer ki<br />
ölmezsem– balçığın kendiliğinden kaliteli bir elemente<br />
dönüşmesini mi beklesem?<br />
80
www.isaretatesi.com<br />
KARE<br />
Adamlar bir oyun tahtasının başındalar. Dört tarafında<br />
dört kişinin olduğu bir kare. Suskunlar, ifadesizler. Sabit<br />
gözlerle bakıyorlar karenin ortasına. Sanki bir zorunluluk<br />
onları buraya bağlamış gibi. Ne oynadıklarını anlamak güç.<br />
Dışarıdan bir şey anlamak güç.<br />
Meğer karenin bir kenarında oturan adam, yüzünün<br />
baktığı yönde vertigosuyla tam eşleşen bir dipsiz kuyu<br />
bulmuş.<br />
Yanındaki, evinin duvarlarını yiyen mantarla başbaşa.<br />
Diğer kenardaki, önemsiz bir detayda aksayan<br />
sağduyusunun kronik tekrarlarından kendini alamıyor.<br />
Ötekiyse dikkatini tek bir noktaya toplamış, bir gerekçe<br />
yaratmaksızın suyun saniyelerini sayıyor.<br />
Karenin dört kenarında eşit koşullarda dört adam. Bu, bir<br />
mesele.<br />
Ayrılıp gidemiyorlar. Sanki onları aralarındaki bir<br />
anlaşma değil, nefes aldırmayan, yüksek gerilimli manyetik bir<br />
denge buraya kilitli tutuyor.<br />
81
www.isaretatesi.com<br />
Kumarın çağrısına uyup gelmişlerdi. Oysa oynadıkları<br />
oyun: “Karenin Tutsakları”.<br />
Kazanan olmayacak.<br />
82
www.isaretatesi.com<br />
MUAMMA<br />
Benim de bir sınırım, bir sığam var: Bulutlu göğün<br />
üzerime bastığı sayısız mühürden bende yer kalmadı. Hiçbir<br />
şey düşünmeyeyim diyerek zihnimi boşalttım, geriye neye<br />
delil olduğu kestirilemeyen, kalemle çizilmiş gibi kesin bir<br />
boşluk şekli kaldı.<br />
İçimdeki ölçüsüz heyecan, abartılı iştah bir muammaydı:<br />
Kardım denizleri, kardım coğrafyayı, gece göğünü kardım.<br />
Sonsuzla aşınmış zihnimden geriye, bir zaman, külrengi bir<br />
parça bant kaldı.<br />
83
www.isaretatesi.com<br />
GÖLGE<br />
Alnımda bir gölge:<br />
gece çölünde alev.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
bulutlara dokunan perçem.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
hedefe güdüm.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
hınzır buluş.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
kör edici sinyal.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
kayıp kodlar.<br />
84
www.isaretatesi.com<br />
Alnımda bir gölge:<br />
kutsal kâbuslar.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
müziğin büyük görüntüsü.<br />
Alnımda bir gölge:<br />
uzlaşmaz tansık!<br />
85
www.isaretatesi.com<br />
TERRA COGNITA<br />
-prelüd-<br />
Suların çekilmesini bekledik.<br />
Yollar kapalıydı günlerdir; ağır hava koşullarında<br />
yerimizden kımıldamaya niyetimiz yoktu. Dışarıda neler olup<br />
bitti kim bilir.<br />
Suların yeterince çekildiğine inandığımızda dışarı çıktık,<br />
hareket ettik. Günün ilk ışıklarıyla bölgeye giriyorduk.<br />
Daha ilk adımlarımızla hissettik, bu defa pek yeni bir<br />
şeye dâhil olduğumuzu. – İlk girişimizde bölgeye dair hiçbir<br />
şey öğrenmemişiz: Burada her soluk ayrı bir ot, meyve, toprak,<br />
nem kokusu bileşimiymiş; taraçalardaki her çiçek eşsiz bir<br />
gerçeklik örneği, ağaçlar eğri büğrü dallarıyla doğanın çarpıcı<br />
birer tavrı, böcekler buraya özgü yaratıkvari türler, daha önce<br />
siste belli belirsiz seçebildiğimiz sivri kayalar ise göğün<br />
boşluklarına uzanan peribacalarıymış.<br />
Kenarında desenli kabukların ve yusyuvarlak taşların<br />
sıralandığı sedef patika, loş kaya kovuklarında tutuşan mavi<br />
alevler, kuytuda mırıldayan cevherli dere, tepedeki fosforlu<br />
86
www.isaretatesi.com<br />
zirve ve gökte kopkoyu pembeye gömülürcesine ağır ağır<br />
ilerleyen geniş kanatlı kuş ya da pterodaktil… – Bölgeye ilk<br />
girişimiz bir hiçmiş: Esas şimdi buradayız, çok iyi bildiğimiz<br />
bir yer gibi olan bu yerde. Dönemecin ardında mevsim<br />
harikalarının bizi beklediğini biliyoruz.<br />
87
www.isaretatesi.com<br />
ÖZGÜR YAŞAM<br />
bir gençlik şiiri<br />
Uçak nedir? İki gökdelen arasında, göğün derinliğinde<br />
kaybolan benek. Pilotun angaryası olamaz uçmak. – Gemi<br />
nedir peki? Ufkun buğusuna karışan cevher. Kaptanın<br />
kanıksayabileceği bir yüzey değildir deniz.<br />
Sinema çıkışlarında, iç dünyamızın filmin etkisiyle<br />
uyduğu yapay âlemlerde titriyoruz. Kentin üzerindeki<br />
dupduru göğün gece mavisi nasıl da heyecanlandırıyor bizi!<br />
Hayır, henüz çok bakiriz, bizim için hâlâ pek çok umut var.<br />
Peki, nedendir, kötü anlarımıza, inanınca, bu kadar çok,<br />
böylesi uzun uzadıya inanmamız? Nedir zaman zaman<br />
rastladığımız yumuşak karnımızın sırrı; aniden bir kuyuda<br />
dünyaya karşı küp gibi sağır kesilişimiz?<br />
Sevdiğimiz ağaçlıklı yola bir an bakıp da alıştığımız<br />
güzelliği göremediğimizde, neden görüntüyü zorlamak<br />
geliyor elimizden bir tek? Farklı bir açıdan, ya da başka bir<br />
zaman bakmak mı gelmez aklımıza, yoksa başka bir<br />
manzaraya sebep mi yaratamayız?<br />
88
www.isaretatesi.com<br />
Ama içimizdeki heves asla ölmez, hayır! Her koşulda<br />
sabittir yaşam dayanağımız; göbek bağıyla bağlıyız gücün<br />
kaynağına… Olanakları çeşitlendireceğiz. Kurum değildir<br />
yaşam; solumak yurttaşlık görevimiz değildir; kent bir yük<br />
değildir sırtımızda: Bizi bekleyen biricik gizem, vitrinlere dizili<br />
sentetik ürünler değildir. Dünyanın bizim için görkemli<br />
planları var. Kanıt aramıyoruz yaşamın kendinde nasıl da<br />
özgür olduğuna; yürekliyiz, cesaretimizi yitirmedik hiç;<br />
başımızı kaldırıp bakıyoruz yukarıya, baş döndürücü<br />
yükseklikler görüyoruz: Yaz başlıyor ve kartal gibi<br />
havalanmak üzereyiz masumiyetini asla yitirmeyecek engin<br />
göklere…<br />
89
www.isaretatesi.com<br />
OMEN<br />
You are well-dressed. Decent and kind, you are walking<br />
down the broad busy street. Careful though you are not to<br />
stand out, for anyone to observe, you are not at all disguised.<br />
Whatever is mismatching about you, just with a brief glance<br />
one can get the hint that you are not from here: an immigrant<br />
you are, here you don’t belong.<br />
You do not stumble, never stagger, but you are salient.<br />
Your shadowy mien and bleak conduct reveal that, despite<br />
moving elsewhere, you never forgot about your origins and<br />
your ambiguous past. You are inconcealably dull and barren.<br />
You have a plan for the day, you have things to arrange,<br />
you need to go ahead, and you have an address in your mind.<br />
Just stay focused on the way and walk along – even though<br />
you see a cloud of calamity fifty yards down the street:<br />
whether a brawl, an ambush or a commotion, whatever that<br />
gloom is, you don’t know how and why to avoid it, and have<br />
to walk directly on in – the way you have always been<br />
destined to make happen what will happen next.<br />
90
www.isaretatesi.com<br />
GADDAR ZORBA<br />
-tema con variazioni-<br />
Durgun, sabit, donuk, karanlık, ölgün.<br />
Aşağı, düşük, alçak, dip.<br />
Dar, sıkışık, soğuk, kupkuru, yavan, kaskatı.<br />
Gaddar Zorba! Söyle adlarımızı, bir bir öne çıkalım. Sıraya<br />
diz bizi, hizaya sok. Düzelt, kalıplara zorla, dayat. Zamanımızı<br />
düzenle, görevler yükle, meşgul et. Yont hafızamızı, ezberlet,<br />
unuttur. Eğlendir bizi, tatmin et. Yürüt caddelerde.<br />
Tabelalarda ilanlar gördür. Her gün aynı yerden geçir, aynı<br />
yere baktır. İşlevlerimizle tanımla bizi, koşulla. Gizemsiz<br />
yaşamayı öğret.<br />
Çiçekler, yapraklar dökülüyor, kuruyor ağaçlar, toprak<br />
zehirlenmiş, ortalık yangın yeri, boşver. Önemseme, yürü, hiçe<br />
say. Dönüp bakma, etrafına bakma, kör noktaya bak. At<br />
gözlüğü bir lütuftur sana. Dalıp git, uyuş, transa geç. Kilitle<br />
kendini, yeter ki çelişme. Zihnini örsele, dumura uğra<br />
91
www.isaretatesi.com<br />
gerekirse. Bak, kent ne güzel, tam haritalardaki gibi, iki<br />
boyutlu, git, tüket. Kaynakları kurut, zorbalıkla bastır ışığı.<br />
Sentetik gökyüzü en iyisidir, alış. Oksijen tüpüyle gez, havayı<br />
soluma. Ciğerlerinden su çektir. Kavrul, budur en doğrusu,<br />
için kurusun. Dünyanın kurtçuğu ol. Kıvıl kıvıl kayna. Atalete<br />
gömül, çürü. Gaddar Zorba böyle istiyor! Sabit fikrini al,<br />
kabuğundan çıkma.<br />
“Yükseklerde neyin heyecanı? Bulutlarda ne görkemi?<br />
Kimin kanatları var? Başdönmesi de hastalıktır, gökyüzü de.<br />
Nereye yürüyeceksin? Yollar işaretli değil, güzergâh yok.<br />
Gidemezsin, otur oturduğun yerde. Bir kıvılcım mı<br />
bekliyorsun? Boşuna. Pırıltıları boğar Gaddar Zorba,<br />
yöntemlidir. Olaylar patlak veremez; ne durum var, ne dürtü.<br />
Anlam kayıp, plan geçersiz, müzik öldü sonsuza dek.<br />
Vazgeçtik dağlardan da, denizden de. Su içmek bile yok artık.<br />
İşte layık olduğun kestirme yaşam. Gaddar Zorba’ya itaat et,<br />
nefes bile alma mümkünse, yapıver bunu hemen.”<br />
92
www.isaretatesi.com<br />
BULUŞMALAR<br />
İnsanlarla karşılaştım.<br />
Kuzeyden gelmişlerdi. Başkaydılar, apayrı bir havaları<br />
vardı, benzersizdiler. Çehreleri soylu, göz çukurları derin,<br />
bakışları deliciydi. Alınları, elmacık kemikleri, burunları,<br />
çeneleri tuhaf ışıklar saçıyordu. Onca zaman nasıl bakabildim<br />
onlara, cesaretimin kaynağı neydi, bilmiyorum. Parlak, dinç<br />
tavırlarıyla seçilmişleri andırıyorlardı; bir halenin içindeydiler<br />
sanki. Gizemli bir şeyler mırıldandılar. Gittiklerinde,<br />
mavimtrak bir gölge, derin bir elektrik kaldı onlardan geriye;<br />
yüzüm kuzeye dönük bekledim onları uzun zaman.<br />
İnsanlarla karşılaştım.<br />
Kentin çölünden gelmişlerdi. Benizleri sapsarıydı, asık<br />
suratlıydılar; güneşle kavrulup kurumuş gibiydiler. Cılızdılar,<br />
siliktiler. Güçsüzlükleri, buna karşılık çalışmaktan başka bir<br />
şey bilmedikleri her hallerinden anlaşılıyordu. Mesailerle<br />
yıpranmışlardı. Dibimde bitiverdiler, evraklarla çıkageldiler.<br />
93
www.isaretatesi.com<br />
Bulaşıcıydılar, safra saçıyorlardı: Ahşabın ve metalin<br />
yorgunluğunu getirdiler.<br />
İnsanlarla karşılaştım.<br />
Kalemle çizilmiş gibi benziyorlardı birbirlerine, topluluk<br />
halindeydiler. Herkesin birbirine denk olmak zorunda olduğu<br />
bir kafile. Her geleni vasatlaştırıyorlardı. Mecbur kalmıştım<br />
onlarla vakit geçirmeye. Boş konuşuyorlar, tahammülümü<br />
küçük küçük zorluyorlardı. Bir müzik dinlettim onlara, ortalık<br />
buz kesti: Aynı kandan değildik. O an, gariptir, en<br />
duyarsızların bile farkedebileceği bir netlikle açığa çıkmış oldu<br />
kimi kötücül kişilik sırlarım.<br />
İnsanlarla karşılaştım.<br />
Rengârenktiler, capcanlıydılar, dişiydiler. Rüzgâr gibi<br />
geçip gidiyorlardı bahar dallarının altından. Zaman<br />
yavaşlıyor, etraf sessizliğe bürünüyordu. Egemen bir havaları<br />
vardı. Edalıydılar, belli ki kurnaz, ele avuca sığmazdılar,<br />
bağımsızlıkla kutsanmışlardı. Ufka bakan gözlerinde ne<br />
istediklerine dair bir ipucu aramak boşunaydı; bir düş ya da<br />
efsanenin içinde yaşıyorlardı bana kalırsa. Hayat onlarda daha<br />
yumuşak, daha hafif, dünya onlarda daha derin, daha ılık,<br />
daha yoğundu. Yaydıkları esinler müthiş kokularının bir<br />
işaretiydi. Geçip giderlerken tüm kalbimle inanıyordum<br />
onlara. Baktım, baktım, öyle çok baktım ki, onlara dönüştüm<br />
94
www.isaretatesi.com<br />
sonunda: Yaşadıkları dünyanın içine sokuldum, onlar oldum.<br />
Onlarla soludum.<br />
Spring Kafe’de oturuyorum şu an. Kahvem ve limonlu<br />
sodam gelecek birazdan. Karşılaşmalar hep sarstı beni, içimde<br />
gene bir kargaşa. Elim ayağım titriyor. Yok mu buluşmaların<br />
bu yoğun etkisini giderebilecek bir yatıştırıcı, bir aygıt mesela,<br />
ayarlarıyla oynayabileceğim bir sensitive mood regulator, yahut<br />
ona benzer bir icat, bir mekanizma?<br />
95
www.isaretatesi.com<br />
DELİ DUYARLILIK<br />
Ah, Yaşar Bey, siz şoför koltuğunda ağzınıza leblebileri<br />
bir bir tıkarak ticari hayatın kurnazlıklarından söz ettiğiniz<br />
sırada, bilmiyordunuz ki, yan koltuktaki genç adam aydınlık<br />
göğü, derin uçurumu, puslu körfezi yüceltiyordu soluk soluğa!<br />
Ve reklam afişindeki kızla konuşuyordu o bir yandan da:<br />
“Reklam kızı! İdeal görünüşünü bulmuşsun… Bu çerçeve, bu<br />
poz, bu renkler – ve benim şu an sana bakan gözlerim:<br />
Fotoğrafçın ummamıştır bu kadarını! Zamanlaman harika;<br />
saçtığın pırıltılar büyülüyor beni; seni ait olduğun derin<br />
sonsuzluğa katıyorum…”<br />
Biraz olsun görebilseydiniz keşke Yaşar Bey, gün boyu<br />
kendi dünyasında çabalıyordu genç adam. “Son sürat dönen<br />
bir çark gibiyim, – sevdiğim Mahler motifini tepelere,<br />
bulutlara, denize karşı milyon defa tekrarlamaktan kendimi<br />
alamıyorum,” diyordu: “Çılgınlık nişanemi bulmuşum; eğer<br />
bunun için değilse ne diye varım ben? Vade mecum dedi bana<br />
dünya ve ben çağrıya uymaya mecburum…”<br />
Garipsiyordunuz onu Yaşar Bey, neden garipsediğinizi<br />
bilmiyordunuz, ama garipsiyordunuz. Oysa, garipti belki ama,<br />
96
www.isaretatesi.com<br />
kendini açıklıyordu o her tavrıyla, eğer kulak verebilseydiniz:<br />
“Etkilendim ışıktan, maddeden ve havadan, çok etkilendim…<br />
Günün saatine, seslere, kokulara gömüldüm. Tadına doyulmaz<br />
dünyanın! Bir düştür bu gördüğüm, neden uyanmak<br />
isteyeyim? Bir tebessüm yeter bizi uzlaştırmaya, küçük bir jest<br />
yalnızca, dilerseniz bu düşü sizin için de görebilirim…”<br />
Evet Yaşar Bey, farkında olmasanız da böyle bir genç<br />
adam vardı yanıbaşınızda: İçinde bir magma yoğruluyordu<br />
onun; üzerine titriyordu pırıltının, soluğun, ateşin; sonsuzlukla<br />
nihai uzlaşmasını başka bahara bırakmak zorundaydı hep.<br />
97
www.isaretatesi.com<br />
KASIRGA BELGESELİ<br />
Kasırga haberi gelir gelmez alarm durumuna geçti<br />
kasaba. Merkez, okyanus üzerinden yaklaşıyordu, ilk burayı<br />
vuracaktı. Acil önlemler alınması gerekliydi, hazırlıklar<br />
başladı.<br />
Önce evleri daha güvenli kılmak adına çatılar ve bacalar<br />
sağlamlaştırıldı, dış tesisatlar korumaya alındı, pencereler<br />
metal plakalarla kapatıldı. Öteberi ambarlara kaldırıldı,<br />
depolara ve garajlara kilit vuruldu. Duvarlar, dış cepheler<br />
olabildiğince güçlendirildi, kolay kopabilecek çeşitli aksam<br />
sökülüp toplandı. Kasırga kasabayı vuracağı zaman insanların<br />
sığınacağı evler kale gibi olmalıydı. Erzaklar hazırlanıp,<br />
insanlar kapalı kapıların ardına çekilmeye başladı.<br />
Herkes bu acil işlerle meşgulken, sahildeki meteoroloji<br />
istasyonundan bir bilim adamı, J. M. Turner, bambaşka bir<br />
telaş içindeydi. Müthiş bir çabayla antenlere, lamba<br />
direklerine, bayrak gönderlerine, kasaba merkezindeki ve<br />
sahildeki çeşitli yüksek noktalara kameralar yerleştirmekle<br />
uğraşıyordu. Bir başına onlarca kamerayı sabitliyor, bantlarla<br />
98
www.isaretatesi.com<br />
sarıyor, hepsinin ayarlarını yapıyordu. Olabildiğince dayanıklı<br />
olmalıydı kameralar; kasırga sırasında kayıtta olacaklardı.<br />
Sıradışı bir adamdı Turner. Çalışkan bir bilim insanı<br />
olduğu kadar, kendine özgü, mistik sayılabilecek birtakım<br />
duyarlılıkları da vardı. Şaşılacak bir azim ve çabuklukla<br />
kamera sistemini tamamladı ve alelacele hazırlanarak herkes<br />
gibi evinin sığınağına çekildi.<br />
Son elli yılın en şiddetli kasırgasıydı. Altüst oldu ortalık.<br />
Dalgalar metrelerce kabarıp sahili dövdü, seller tufan gibi<br />
kapladı sokakları. Alınan önlemlere rağmen şiddetli rüzgârla<br />
telefon direkleri yerinden söküldü, elektrik kabloları koptu,<br />
trafik lambaları devrilip sürüklendi, çatılar uçtu, heykeller,<br />
anıtlar parçalandı. Rüzgârın ve taşkın suların o akılalmaz<br />
kargaşasında, doğanın o çılgın temposunda, dışarıda tanıklık<br />
edecek tek bir kişi bile yoktu. Ama kameralar kayıttaydı.<br />
Kasırga dindiğinde insanlar yavaş yavaş evlerinden<br />
çıktılar. Ölen veya yaralanan yoktu. Ama dışarıda kopan<br />
kıyametin büyüklüğü geride bıraktığı tahribattan<br />
anlaşılabiliyordu. Hasar tespit ve enkaz kaldırma çalışmaları<br />
hemen başladı.<br />
J. M. Turner ise sığındığı yerden çıkar çıkmaz<br />
kameralarına koştu; görüntüleri bir an önce incelemek için<br />
yanıp tutuşuyordu. Sağlam kalabilmiş bir düzine kameradan<br />
kayıtları topladı. Ortaya çıkacak sonucu hayal ettikçe<br />
ürperiyordu. Bunlar bilgisayar ortamına aktarılarak<br />
birleştirilecek, böylece kasırgaya dair çeşitli açılardan saatlerce<br />
uzunlukta bir video kaydı elde edilmiş olacaktı. Planı şuydu<br />
99
www.isaretatesi.com<br />
Turner’ın: Video hazırlanınca, ekran karşısına geçecek ve<br />
kasırga belgeselini saatlerce yerinden ayrılmadan, transa<br />
geçmişçesine izleyecek, böylece herkes sımsıkı kapalı kapılar<br />
ardındayken, dünyanın dışarıda, insanın olmadığı yerde,<br />
insansız nasıl sürüp gittiğine saniye saniye tanık olacaktı.<br />
100
www.isaretatesi.com<br />
KUSURSUZ BİR ARA<br />
İçinde mum yanan bir kovuk gibi: Birkaç binalık<br />
apartman öbeğini içine alan vadi ağzını geçip giderken böyle<br />
yakalıyor gözlerim. Görüyorum, öyle hoş, öyle sevimli bir<br />
havası var oranın, her haliyle bilge hazların, yaratıcı<br />
deneylerin, ince buluşların ve aşk coşkularının gelişimi için<br />
uygun bir ortam sunabileceğini sezdiriyor insana. Kutsal bir<br />
koku yayılıyor sanki o sıcak, güvenli kuytudan.<br />
Geride, tepenin üzerinde, incecik bir bulut katmanı hariç<br />
masmavi bir gök; yamaçta ılık esintiyle dalgalanan gür<br />
yapraklı ağaçların ötesinde, uzakların tülüne karışan sınırsız<br />
bir genişlik hissi.<br />
Binaların ortasında, parlak güneşin vurduğu, uzaktan bir<br />
açık hava sinema perdesini andıran bembeyaz bir duvar<br />
çarpıyor gözüme: Yüzeyinde, türlü ışıltılarla, yazın tüm<br />
iyimser düşlerinin çekirdeği barınıyor.<br />
Dolaşsın şimdi orada, duvarın ardındaki gizli Mağrip<br />
bahçesinde, habanera melodileri eşliğinde, muzip bir kurdele;<br />
çocukluk yazlarımdan nice duyumlara karışan o cennette<br />
101
www.isaretatesi.com<br />
uçuşup oynaşarak dolaşsın kelebeklerle, kuşlarla, sineklerle,<br />
karahindiba tüyleriyle!<br />
Değil mi ki daracık bir alanda bu esenlik dolu köşe, bana,<br />
yaklaşan güçlü bir varoluş dolunayını şimdiden haber<br />
vermiştir, o halde içgüdülerime güvenip, henüz gelmemiş<br />
doyurucu zirveleri kentin uzak tepelerinde bekletmem<br />
gerekir…<br />
102
www.isaretatesi.com<br />
GELECEK<br />
Esperanza’ya<br />
Gördüm: Krom rengi gökyüzü ve hâkî yeryüzü<br />
kelepçelenmişti birbirine. Buydu şehla gözlerle boşluğun kilit<br />
noktasına baktığımda gördüğüm parlak dünya. Şimşek<br />
aydınlığında heykel kesilmişti manzara, cevherdi her şey.<br />
Kıvrılarak gelen mermer caddenin yakın dönemecinde, bahçe<br />
kapısı kemerinin üzerindeydi en ağır trajedi. Külrengi koylara<br />
fa diyezi bırakan yağmurları duydum. Yüksek nişlere<br />
yerleşmişti fosforlu konaklar. Balkonları beklettim. Göğün beş<br />
noktasının derinliğine çevrilmiş lekesiz açık mavi<br />
merceklerden çekildi kırlangıçlar. Kalabalığı susturup geçen<br />
boleroya bıraktım meydanı. Asfaltta hızla dönen tekerleklerin<br />
dumanlarla, metalik pırıltılarla, sıçrayan sularla önüne kattığı<br />
kent, dik yokuşun ardının vaat ettiği kurguya doğru yürüdü.<br />
Kuzeyin geçitlerinde vuruyor dev kapılar! Kaçak gölgeler<br />
arasından tunç çiviler çakılıyor pirinç panoya; kaidelere<br />
heykeller iniyor. Kurtların ve çakalların nefes nefese koştukları<br />
karanlıktadır gece kasabalarını birbirine bağlayan zorunlu ilgi.<br />
Yağmurla ıslanmış kir pas içindeki istasyona hantal hantal<br />
103
www.isaretatesi.com<br />
yanaşıyor muhteşem Trans-Sibirya treni. Okyanusun<br />
işaretlediği kıyılardan bana kalan etkiyi uzatıyorum. Rüzgâr<br />
süpürüyor boz yamaçlardaki medeniyetleri, kayalıklardaki<br />
dev insan yüzlerini. Uzak yol yolcusu için semtlerden<br />
süzülüyor tatlı bir sızı: Kirli sarı kenti bir düş krallığı gibi<br />
gören kutlu göz! Sırf büyüklük duygusu için inşa edilmiş<br />
anıtlar, kuleler; uçsuz bucaksız uçak pistleri, otoyollar, tren<br />
rayları; ufka bakan taraçalar… Heyecanım en uzaklardaki altın<br />
zirvelere dek kabarıyor.<br />
Tutkunun göğüdür bu alev alev yanan! Taşra efsaneleri<br />
sıralanıyor manzarada, çağların büyük günbatımı, kırlarda ve<br />
sanayi bölgelerinde gece tedirginliği. Vadilerin, madenlerin,<br />
ormanların karanlığını izlenimlere boğuyor kutsal kan!<br />
Kanyonlara, uzak banliyölere, bozkırın ötesine mühür gibi bir<br />
işaret…<br />
Geleceğimdir bu işaret benim!<br />
Geleceğim! Rüzgârlar esiyor dört bir yana. Her yanda<br />
amaçlar, dürtü, heyecan; her yanda buyruğum…<br />
Düşündüğüm ister atom denizaltıları, ister Isfahan kubbeleri<br />
olsun, ister bir demiryolu kavşağının üzerindeki işaret<br />
lambalarındaki hüzün, isterse arktik ovalara doğru alçalan<br />
planör, her yanda iradem, gücüm, hevesim.<br />
Geleceğim! Gece vakti uzak dağ başındaki gözlemevinin<br />
lambalarında aradığım doyum, ışıklarla yaptığım gizemli<br />
ayin…<br />
104
www.isaretatesi.com<br />
Boşuna değil kentin çılgın temposu, bulvarlar,<br />
kalabalıklar, arabalar; boşuna değil insanların gökdelenlere,<br />
neon lambalara, metro tünellerine bunca inandığı! Boşuna<br />
değil meydanlar, parklar, göletler, iskeleler! İmgelerin büyük<br />
dolunayını yakalayacağım. Restoranlarda, kütüphanelerde,<br />
konser salonlarında, kafelerde bir köşede benim de yerim<br />
olacak kış günlerinde. Kahvemi seveceğim. Denizaşırı tecim<br />
olanakları bile olacak benim için gemilerin ötesinde… Geceye<br />
meydan okurcasına bakacağım bir kral süitinden, kente karşı<br />
Şostakoviç dinleyeceğim!<br />
Görüyorum çünkü, umudun sükûnetiyle genişliyor yaz…<br />
İki tarafı ağaçlı yolda yazgımın kökeni, en büyük vaadim:<br />
Masumiyetim.<br />
Geleceğim! Höyüğün üzerindeki kızıl günbatımında bir<br />
çırpıda binlerce yıl – ve şimşek gibi çakıyor geleceğim!<br />
Kentin, ormanın ve tepelerin ötesinde tüm coğrafya aynı<br />
perspektife doğru uzanıyor – ve bir yemin ediyorum yaşlı<br />
gözlerle, ölen küçük kızın ardından: “Eşsiz kaynaklar bulup<br />
varlığı yeniden keşfedeceğim senin için; işaretleri kovalayıp<br />
dünyayı baştan yaratacağım senin için…”<br />
105
www.isaretatesi.com<br />
TAKILIP KALMAK<br />
Sözleşmiştim arkadaşlarımla. Yola çıkacağız. Buluşma ve<br />
hareket yerimiz duvarın ardında. Beklediklerini biliyorum.<br />
Kentin dış mahallelerinden biri burası; binalar arasında<br />
kalan loş bir arsadayım. Gecenin bir yarısı. Kimseler yok.<br />
Etrafta yalnızca hayli yıpranmış, genişçe bir beton duvar,<br />
hurda ve moloz yığınları, viran bir kamyonet, atılmış bir<br />
koltuk, solgun lambası cızırdayan bir elektrik direği, yırtık<br />
afişler, koşarak geçen topal bir köpek var. Kimsenin yaşayıp<br />
yaşamadığı anlaşılamayan birkaç ev avlusu arasında kalan bu<br />
boş arsada beton duvarın önünde, sırtımda çantam, ellerimi<br />
hafifçe iki yana açmış, korkuluk gibi duruyorum. Kasvetli bir<br />
fırtına var, yağmur şiddetli rüzgârın girdaplarıyla savruluyor.<br />
Karşımda duvar. Neyin duvarı bu? Yolumu kapattığı<br />
kesin. Fakat beni onun karşısında durduran, donduran başka<br />
bir şeyler var. Baksanız, aşağı yukarı üç metreye yedi sekiz<br />
metre bir kütle, banaysa baktıkça çok daha geniş görünüyor.<br />
Önümde aklımı çelen bir engel. Takılıp kalmışım. Sanki<br />
görülecek bir hesabım var bu duvarla.<br />
106
www.isaretatesi.com<br />
Tam buluşma saati şu anda. Arkadaşlarımın beni<br />
beklediklerini biliyorum. Evet, bu duvarın ardındalar.<br />
Seslendiklerini duymasam da çağrıyı alabiliyorum.<br />
Geriliyorum, sorumluluğum dürtüyor, ama buradaki işimi<br />
halledene dek birkaç dakika daha gecikebilirim. Beni<br />
bekleyeceklerdir, şu an istesem de yerimden<br />
kıpırdayamıyorum.<br />
Niye burada durmak zorundayım? Bunu duvara<br />
soruyorum. Islak, üzerinden süzülen yağmurla parlayan bir<br />
duvar bu; yüzeyi pürüzlü, yamrı yumru, kimi yerde dışa<br />
doğru epeyce şişkin, kimi yerde içe doğru adamakıllı göçmüş;<br />
rengi solgun, kenarlarından ortasına doğru uçuk maviden<br />
beyaza doğru kayıyor dalga dalga; yosunlar, yer yer küf<br />
lekeleri, çeşitli döküntüler ve renk değişimleriyle organik bir<br />
görünüm kazanmış. Oysa nasıl da cansız. Ama böyleyken,<br />
yine de önünde yeterince süre durunca, insan bu koca kütlenin<br />
beyaz karnında bir canı olabileceği hissine kapılıyor. Orada,<br />
duvarın karnında, neye delil olduğunu bilmediğim kurşun<br />
gibi bir ağırlık var.<br />
Olduğum yerden ayrılamıyorum, ama burada kalmam<br />
durumu benim için daha da güçleştiriyor. Duvarın kendinde<br />
taşıdığı o büyük soru işaretini yine duvarın kendisine<br />
yöneltmem bir işe yaramıyor. Vakit geçtikçe, biraz daha, biraz<br />
daha bekledikçe hiçbir sonuca varamıyorum. Ortaya bir şey<br />
çıktığı yok, ha geldi ha gelecek desem de bir şey geldiği yok.<br />
İşim uzadıkça uzuyor, gecikiyorum.<br />
107
www.isaretatesi.com<br />
Artık gitmem gerekiyor, fazlasıyla geç kaldım.<br />
Bekleyecek bir dakikam daha yok; burada kalacağım her<br />
saniye benim için telafi edilemez kayıplar getirmeye<br />
başlayacak. Karşımdaki meydan okumaya bir yanıt<br />
veremiyorum işte; ne kadar zorlasam da giriştiğim işi yarıda<br />
bırakmak zorundayım. Mesele, duvarın yolumda dikiliyor<br />
olması değil, basbayağı etrafından da dolanabilirim. Ama bu<br />
duvarın kendisinde bir şeyler var, bana dair, benim bir karşılık<br />
vermemi isteyen. Etraftaki uğultulu sesler, birtakım pis<br />
kokular, yağmurun temposu, karanlığın derinliğinde işleyen<br />
zaman – hepsi tekrar tekrar beni döndürüp duvara, duvarın o<br />
başa çıkılmaz karnına kilitliyor.<br />
Ama nihayet yerimden kıpırdıyor, buluşma yerine doğru<br />
yöneliyorum. – Başka çarem yoktu, geçip gitmek<br />
zorundaydım. Geride bir şey bırakıyorum, benim için koskoca<br />
bir şey, yabana atılamayacak önemde, derin, bilinmez, büyük,<br />
ağırın en ağırı. Ve kendi kayıplarımı bırakıyorum. Zihnimin<br />
merkezinde bir düğüm gibi, bundan bana kapkara bir topak,<br />
bir yumru kalacak – ve bu bana hep tek bir şeyin ilhamını<br />
verecek: evrenin bir yerinde, tek bir hayali noktada sonsuz<br />
yoğunlukta, bitimsiz, içe dönük, tamamen karşıt, tanımsız bir<br />
enerji olabileceği…<br />
108
www.isaretatesi.com<br />
YAŞAMDA YERİMİZ<br />
Yaşamın neresinde yerimiz?<br />
Kimi şeylere uzak, kimi şeylere yakınız. Kendimize ait bir<br />
alanımız, kendi dünyamız var: seçtiklerimiz, seçmediklerimiz,<br />
bizi seçenler, seçmeyenler. Neyi görmek istiyorsak, o görüyor<br />
bizi. Eylemlerimiz var; sevmek istiyoruz eylemlerimizi.<br />
Zamanla olan ilişkimizin aracıları onlar – mutlak içeriklerini ve<br />
sıralanma mantığını bilmediğimiz, ama hep bize özgü ortak<br />
karakteri taşıyan aracılar. Ve o ortaklığa bağlı kaldıkça, doğru<br />
eylemin ılık kovuğunda rahatız. – Kimi zaman esaslardan<br />
uzaklaşırız da, bir süre boşa döner, döneniriz, işin içinden<br />
çıkamayız.<br />
Yaşamın neresinde yerimiz? Özel değerimiz nedir? Bize<br />
nereyi hazırlıyor yaşam kendi kat kat, kaideli düzeninde? –<br />
Eşit değiliz: Olaylar seçip ayırıyor bizi, sıralıyor, dağıtıyor.<br />
Becerilerimiz besliyor talihimizi; ve yazgı esgeçmiyor bunu.<br />
Eğer bizde meziyet varsa, yükseleceğiz: Gövdemizde<br />
yanıyorsa alev, eylemlerimizi içeriden o tutuşturacak. Yaşamın<br />
düşüncemizi, belleğimizi tam bize layık yumuşak döşeklere<br />
yatırmasını istiyoruz. Belki doğduğumuz mahallede<br />
109
www.isaretatesi.com<br />
döngüsünü tamamlayacak ömrümüzün ayı; belki dört bir yana<br />
gideceğiz, dünyaları fethedeceğiz. Sınırımız belki balkonda<br />
komşumuzun mavi tentesini farkedip salona geri<br />
dönmemizdedir, – belki de körfezin başdönmelerinde zorluyor<br />
olacağız uçları, gülde gece fırtınaları bulacağız.<br />
Talih gözetecek bizdeki cevheri! Aydınlık uğraklardan<br />
geçecek yolumuz! Yaşamı seveceğiz, olduğu gibi seveceğiz!<br />
Talihlisiyle ya da düşkünüyle, her türlü olasılıkları içinde,<br />
parlak, ışıl ışıl bir bütün olarak görüyoruz ruhların<br />
panoramasını, yürekleniyoruz…<br />
110
www.isaretatesi.com<br />
İNANILASI<br />
-prelüd-<br />
Kentin güvertesi üzerindeki Ekvator göğünün göz<br />
kamaştırıcı köşelerine doğru sırtını kabartıyor para kamyonu.<br />
Uzaktan, yolda ilerlerken görüyorum onu.<br />
Gücü başka yerde aramak için çıkmıştım dışarı: Evimin<br />
loş mutfağında, köşedeki bulgur çuvalının gün ortasında<br />
zindanları işaret eden tehlike oku hiç inanılası gelmemişti<br />
bana. Dışarıda, iki yana kayarak açıldığında kapılar, eski<br />
canavarlıklardan kalıt vahşi bir çehreyle bakıyordum caddenin<br />
sonundaki dönemecin göbeğine.<br />
Uzun bir yokuşla kentin yüksek binalarına doğru giden<br />
şu anayolun üzerinde her kavşakta ve her köprüde; yol<br />
kenarında çitlerle çevrili her arsada ve bahçede gizli bir düş<br />
bekler. Tepeye doğru nefes nefese bakıyorum.<br />
Evimin durmadan içimi oyan ve ölgün uykulara<br />
güdümlü olduğumu söyleyen kasvetli dörtduvarındansa,<br />
ayılır ayılmaz alnımda çakan kıvılcımı, yolda gördüğüm<br />
işaretleri, mahallelerin bağrında kaynayan iksiri ve emareli<br />
minareleri hep daha inanılası bulmuşumdur ben.<br />
111
www.isaretatesi.com<br />
Yollar, mahalleler, bahçeler seraplara karışır, – kent olur<br />
böylece.<br />
112
www.isaretatesi.com<br />
GEREKÇE<br />
Cila kokusunun gezindiği ahşap dans salonunun sessiz<br />
boşluğunda, uzun saniyeler boyunca yumulu kalan gözleri<br />
açmak için, sınırları zorlayan derin nefes bir gerekçe.<br />
Kasvetli göğün vahşi bulutları altında, uğultulu kentin<br />
ıslak ve ıssız tedirginlik gecesinde, içinden parlak bir yıldız<br />
geçirmek için, zafer kemeri bir gerekçe.<br />
Otelin kral dairesinin göğe kilitlendiği yükseklikte<br />
karanlığa karşı odanın kuvvetli ışığı, gecenin sonunda, gün<br />
boyu sayısız defa dönmüş haz çarkına bir tur daha attırmak<br />
için bir gerekçe.<br />
113
www.isaretatesi.com<br />
OPERASYON<br />
Engeller ortadan kalktı, kusursuz bilgi akışı sağlayacak<br />
bir ağ kuruldu. Organik bünyedeki dolaşım sistemini<br />
andırıyordu bu ağ. Depolanan bilgiler katı çerçeveler içinde<br />
denetleniyor, hızla işleniyordu. Hatalı kodlar, gereksiz<br />
tekrarlar elendi, problemler giderildi, net sonuçlara varıldı.<br />
Sonra, sayısız işlem içinden tek bir işlem seçilerek, ana<br />
işlem olarak tanımlandı; ona özel bir algoritma geliştirildi. Ana<br />
işlemin algoritması değişiklik ve eklemelerle aşama aşama<br />
yetkinleştirilmeliydi; kaynakların tümü bu iş için seferber<br />
edildi. Hatasız bir algoritmaya ulaşıldığında bile düzeltmeler<br />
devam etti, yetkinliğin en üst seviyesini aşıldı ve sonunda öyle<br />
bir kırılma yaşandı ki, tüm işlemler evreninde olumlu yönde<br />
genel bir sapma ortaya çıktı, bütün işlemler eşzamanlı olarak<br />
hızla optimize oldu.<br />
Sisteme bağlı şekilde, sürekli harf kombinasyonları<br />
deneyerek saniyede bin defalık bir hızla anlamlı anlamsız<br />
sözcükler türeten bir ekran vardı; bir ara görüntüde tanrısal bir<br />
ad belirdi ve çakan ışıklarla evrenin ambiyansı birdenbire<br />
değişti.<br />
114
www.isaretatesi.com<br />
Bir odada yaşandı bunlar. Bir eşik aşıldı.<br />
Renkler kafa karıştırmıyor artık. Mekân sakin. Ilık havayı<br />
soluyarak tatlı tatlı ürperiyoruz. Çılgınca raporlar, uzayıp<br />
giden veri dökümleri, bitmek bilmeyen tablolar, formüller<br />
durulmuş. Şeytanî angarya sona erdi. Göstergelerde zamanın<br />
hazza uygun çizgisel akışı. Eylem akılcı esaslara kavuştu,<br />
çarpık deneyimle altüst olmayacağız. Düzenin esenliği egemen<br />
olmuş. Durumun nasıl devam edeceği biliniyor, sırada ne<br />
olması gerektiği açık. Çünkü hassas bir kesinlik yakalanmış,<br />
kaynaklar ve etkiler tanımlı.<br />
Oluş şimdi başladı.<br />
115
www.isaretatesi.com<br />
DALDAKİ KUŞ<br />
Ağacın dalında duruyor kuş. Nokta kadar<br />
gözbebeklerinden bakıyor dünyaya. Etrafına tanık olma,<br />
sesleri duyma, kokuları alma: Onun evreni budur. Berrak<br />
bilinci duyumlarına denk. Değişimleri gözlüyor, kıpırtıları<br />
takip ediyor, ayrımlar yakalıyor. Nasıl da uzun uzun bakıyor<br />
hiçbir şeyin gelmediği boşluğa… Gündüzse bekliyor,<br />
seyrediyor; geceyse, uyumuyorsa, geceyi dinliyor. Gözünü<br />
dört açmış; kendini koruyor; tüyleri, kuyruğu, gagası yerli<br />
yerinde ve pırıl pırıl. Nedir incecik ayaklarla tünemesi, başını<br />
hızlı hızlı çevirmesi; nasıl bir şeydir çırpınıp silkinmesi, bir<br />
daldan diğerine konması? Gökle arasında hiçbir engel<br />
olmaması nasıl bir şeydir? Yağmurlu saatler boyunca dalda çıt<br />
çıkarmadan duracak; tünediği yerden yaprakları, damlaları,<br />
havayı, toprağı seyredecek.<br />
Bir o, bir de koridordaki bitkinin ulaşılmaz yaşamı.<br />
116
www.isaretatesi.com<br />
DERİN MAVİ<br />
Kuzey’e<br />
Akşamüstü kentin gökdelenleri, elmas lambalar, dağların içine<br />
doğru gömüldüğü derin mavi…<br />
Bu derin mavideydi, gençken kovaladığım tüm zevklerde<br />
aradığım tanıdık köken. Sevdiğim sinema ve müzik bu derin<br />
maviye yaklaştığı zaman, ortalama güzellik fikrinin her<br />
yerdeki büyük tapınağına yaklaştığımı hissediyordum. Park<br />
manzaralarında, konutların mimarisinde, çam koruluklarında,<br />
sahillerde, otobanlarda, uzak zirvelerde, tepenin ardından<br />
yankılanan konser uğultularında, ya da kapalı kamusal<br />
mekânların türlü ambiyansında, ışık oyunlarında, metalik<br />
yansımalarda, yapay kokularda hep bu derin maviyi duyuyor,<br />
ona doğru sokuluyordum.<br />
Çağa uyduğum için lanetlenmedim, aksine yüceltildim.<br />
Öyle sanıyorum, yüzyılımızın tüm kültürü bu derin maviyi<br />
yakalamayı amaçlamıştı ve gelecekte de tüm beğenimiz onun<br />
üzerine kurulu olacak. Sarmaşıklı duvar boylarında, tavan<br />
pencerelerinde, ya da renkli ekranlarda, tatlı ürperişler içinde,<br />
daima bakir kalan o derin maviyi buluyorum. Vadinin<br />
117
www.isaretatesi.com<br />
ucundaki sarayın görüntüsünde gizli en can alıcı işaretleri<br />
görebilmek için bakışlarımı bir öyle bir böyle çeviriyorum.<br />
Şimdi, bu sonbahar ekinoksu akşamı pencere kenarına<br />
oturup manzarayı seyrettiğim sırada, karşıki boz yamaçlar<br />
üzerinde yine aynı derin maviyi buluyorum.<br />
Hatırlıyorum, gençken kentin gökdelenlerini, elmas<br />
lambaları ve dağların içine doğru gömüldüğü derin maviyi<br />
gördüğüm zaman, başımın üzerinden bir anlığına hafif bir<br />
rüzgâr geçer, düşüncelerim tazelenip arınırdı – ve büyük bir<br />
yaşamı, büyük bir aşkı, büyük olayları, büyük buluşmaları<br />
esinleyen pırıltıyı yakalardım.<br />
118
www.isaretatesi.com<br />
ARRANGEMENT<br />
They were the days of “Mighty summer, a perfect day to be<br />
living” – the pop melody that I filled with my very own spirit.<br />
Joy without reason! What an arrangement it was with the city<br />
that it opened its doors wide before me with the melody the<br />
key in my hand. The key to fulfilling exposure in boulevards,<br />
in parks, in narrow alleys. The key to potency. The key to<br />
conquest. The key to absolute relief. The key to the possibility<br />
of even being overwhelmed by a backyard corner busy with<br />
flies. – Not a thing to question! The city revealed all its hidden<br />
wonders, and I was there to exploit it to the end.<br />
All passion flowing into the facility of one simple<br />
melody, repeated a million times and forever ageless – only to<br />
wake up one day to realize that the key had all of a sudden<br />
become useless.<br />
It was in those keyless days that I came to experiment<br />
with alchemy, instinctive esoterics, and the art of undoings.<br />
119
www.isaretatesi.com<br />
ALT DÖNGÜ<br />
devrik desenlerde,<br />
insan kalabalıklarında,<br />
sıra sıra levhalar boyunca hızlı bir geçişin<br />
yarattığı kafa karışıklığında,<br />
–– dönüş:<br />
aynı basit<br />
oyun şablonuna.<br />
noktalı yüzeyde beliren şekillerde,<br />
ufku tanımlayan renk şeritlerinin<br />
ortasından geçen kaçak atlılarda,<br />
lacivertin önünde silkelenen iskambil kartlarında,<br />
büyük metal bilyelerde,<br />
–– dönüş:<br />
aynı basit<br />
oyun şablonuna.<br />
120
www.isaretatesi.com<br />
kente doğru<br />
perspektifimin uç açıklığıyla orantısız bir<br />
açılış yaptığımda,<br />
günün beklentime tepkisiyle,<br />
kılcalda aniden yükselip inen cıvada,<br />
–– dönüş:<br />
aynı basit<br />
oyun şablonuna.<br />
çizgiyi aşıp kazaya uğrayarak uslanmışsam,<br />
ya da eşiklerde takılıp kaldıysam,<br />
metropol siluetlerini gözüm kesmiyorsa<br />
ve kurulmuş gibi dönüyorsam eve,<br />
–– dönüş:<br />
aynı basit<br />
oyun şablonuna.<br />
kavakların eşsiz görkemini<br />
aklımdan çıkarmasam da,<br />
bakışlarım uzaklara varamazsa,<br />
akşama doğru boz dağlarda nasıl<br />
tatlı bir burukluk olabilirse olsun,<br />
121
www.isaretatesi.com<br />
–– dönüş:<br />
yine aynı basit<br />
oyun şablonuna.<br />
122
www.isaretatesi.com<br />
123