17.07.2018 Views

Aytek Sever - Hiperbor - III

Aytek Sever, Şiirler

Aytek Sever, Şiirler

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />

HİPERBOR-<strong>III</strong>


AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek<br />

lisans öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-<br />

kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli alt kitaplardan oluşan <strong>Hiperbor</strong>,<br />

Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı sıra, yayımlanmış<br />

veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın İdaresi),<br />

Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben,<br />

Jack Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), Tagore (Firari;<br />

Gitanjali; Meyve Hasadı), D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar)<br />

çevirileri vardır.


<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />

HİPERBOR-<strong>III</strong>


<strong>Hiperbor</strong> - <strong>III</strong><br />

<strong>Aytek</strong> <strong>Sever</strong><br />

Kapak Resmi:<br />

‘Orpheus’, ayrıntı<br />

Gustave Moreau, 1865<br />

1. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Temmuz 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır.<br />

Her hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla<br />

basılamaz, kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir<br />

mecra veya internet sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için<br />

lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


Deniz’e


İÇİNDEKİLER<br />

<strong>Hiperbor</strong> - <strong>III</strong><br />

Zemberek …………………………………………………………….. 17<br />

Tutsak ………………………………………………………………… 18<br />

Jest …………………………………………………………………….. 19<br />

Un-blessed …………………………………………………………… 20<br />

Pipo İçen Adam ……………………………………………………… 23<br />

Özne …………………………………………………………………... 25<br />

Kripto - I ……………………………………………………………… 26<br />

Kripto - II ……………………………………………………………... 28<br />

Fadeaway …………………………………………………………….. 29<br />

Dirim ………………………………………………………………….. 31<br />

Karonun Genişliği …………………………………………………… 33<br />

Silkiniş ………………………………………………………………… 34<br />

Doku …………………………………………………………………... 36<br />

Adını Arayan ………………………………………………………… 39<br />

Momentum Ancyranum ……………………………………………. 42<br />

Kutlu Fırtına ………………………………………………………….. 44<br />

Twist …………………………………………………………………... 46


Görüntü - I ……………………………………………………………. 47<br />

Görüntü - II …………………………………………………………… 48<br />

Onay …………………………………………………………………… 50<br />

İtiraz …………………………………………………………………… 52<br />

1986 Yılındaki Evimiz ……………………………………………….. 54<br />

Sessizliği Hatırlatan Şeyler ………………………………………….. 56<br />

Kurban - I ……………………………………………………………… 61<br />

Kurban - II …………………………………………………………...... 63<br />

Kar Manzarası ………………………………………………………… 64<br />

Soru ……………………………………………………………………. 65<br />

Laboratuvar …………………………………………………………… 66<br />

Giz - I …………………………………………………………………... 69<br />

Giz - II …………………………………………………………………. 71<br />

Ev ……………………………………………………………………… 73<br />

Ekranda ……………………………………………………………….. 74<br />

Daha Büyük Bir Deha ……………………………………………….. 76<br />

Olağan ………………………………………………………………… 79<br />

Momus ………………………………………………………………… 82<br />

Dağ ve Kent …………………………………………………………… 86<br />

Gör-sel …………………………………………………………………. 89<br />

Karaçam ………………………………………………………………... 92<br />

Yol ………………………………………………………………………. 93<br />

İp …………………………………………………………………….….. 97<br />

Seyir Defteri ……………………………………………………………. 99


Gizli Yaşam ……………………………………………………………. 102<br />

Görüntüdeki Direnç ………………………………………………….. 104<br />

Mistik Geveleme ……………………………………………………… 106<br />

Kış Efsanesi ……………………………………………………………. 108<br />

Satır …………………………………………………………………….. 111<br />

Serebris, Bir Uydu …………………………………………………….. 114<br />

Kış Yolculuğu …………………………………………………………. 116<br />

Human Figures ………………………………………………………... 118<br />

At ……………………………………………………………………….. 120<br />

Dağlara Giden ………………………………………………………… 122


www.isaretatesi.com<br />

“Sehen wir uns ins Gesicht. Wir sind<br />

Hyperboräer, – wir wissen gut genug, wie<br />

abseits wir leben. ‘Weder zu Lande noch zu<br />

Wasser wirst du den Weg zu den Hyperboräern<br />

finden’: das hat schon Pindar von uns gewusst.<br />

Jenseits des Nordens, des Eises, des Todes –<br />

unser Leben, unser Glück...”<br />

“Kendimize karşı dürüst olalım. <strong>Hiperbor</strong>luyuz<br />

biz, – pek iyi biliriz ne denli kopuk<br />

yaşadığımızı. ‘<strong>Hiperbor</strong>lulara giden yolu ne<br />

karadan, ne denizden bulabilirsin’: Daha<br />

Pindaros söylemişti bunu bizim için. Kuzeyin<br />

ötesinde, buzun ötesinde, ölümün ötesinde –<br />

bizim yaşamımız, bizim mutluluğumuz…”<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

HİPERBOR-<strong>III</strong><br />

(2010-2012)<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

ZEMBEREK<br />

Parlak endüstriyel manzaranın önünden geniş bir kavis<br />

çizdi tren. Yeraltı tünellerinden çıkarken yüreği hop etti<br />

herkesin. İndim, kalabalıkla ilerledim sonra. Pirinç levhalar,<br />

tunç çiviler gördüm, dikensi pürüzler duvarlarda. Ekranlarda<br />

karmaşa. Sağımda solumda koşuştular insanlar, dans ettiler,<br />

kavgaya tutuştular. Pustan geçtim, naylon sokağa çıktım.<br />

Yatıştırıcı ziller çalındı. Camların kırıldığını duydum. Çelik<br />

büküldü. Meşaleler yakıldı, fişekler patladı, tüttü pembe<br />

duman. Tel kılıçlar, kurdeleler sallandı havada. Masama garip<br />

bir şerbet koydular, diktim kafaya. Gökdelenler gömüldü<br />

akşam göğüne. Kaygan yüzeylerden alaca ışıklar yansıdı.<br />

Etekler savruldu havada, konfeti yağdı her yana. Sonunda,<br />

geniş bir meydanın üzerinde bulutlu dolunay dikildi karşıma.<br />

Oralı olmadım.<br />

Ben senin sokağın sonunda görünüp kaybolduğun, emin<br />

olamadığım o hiçten ana takılıp kaldım.<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

TUTSAK<br />

İspirtoyla doldurdum eğri büğrü vazoları. Kireç<br />

kesilmişti süt. Akvaryumda jöle, duvarlarda zımpara kâğıdı,<br />

lambalarda safra. Kaçtım evimin solunmaz havasından,<br />

kemikleşmiş mobilyalar arasındaki mum kokusundan;<br />

zihnimin köşelerini yatırabileceğim döşekler yoktu. Sokağa<br />

çıktım. Binanın sıvası dökülmüş cephesinde hayvan eti,<br />

kaburga kemikleri görünüyordu. Kavşaklara bıraktığım taş<br />

küreler tüm hava akımlarını dindirmiş, yollarda rüzgâr esmez<br />

olmuştu. Bir öyle bir böyle değişiyordu mizacım. Isınamadım<br />

güne. Yabancı bir dili konuşan ağaçlara ezberden şarkılar<br />

söyledim. Dışarıdan baktım dünyaya. Kenti gören yüksek<br />

karargâha vuran güneşte içim çekildi: “Bu, son!” dedim.<br />

Ağaçlar kupkuru direk. Heykellerde dip suyu. Kaldırımda<br />

azot. Toprakta küf kokusu. Çiçeklerde kalıp. Zamanı her an<br />

tanımlayan, tiz bir bitiş zili sesi. Ve aksayan irademin tek<br />

ölçütü, kentsel kargaşaya mekanik bir dokunaçla olur olmaz<br />

müdahale edişim.<br />

Bazen göz açıp kapayıncaya kadar kuyu gibi karanlık bir<br />

yaşam belirir derinden, gerisi gelir.<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

JEST<br />

Sen bileğini kıvırarak elinle bir hareket yaptın ve ona<br />

edalı bir mimik eşlik etti. Etkilendim. Kapalı bir anlamı vardı<br />

bunların. Zihnime fena halde yerleşti senin o jestin.<br />

Senin o jestin, izole ortamda bir prototiptir: Koşullar<br />

sabit, bir tek o var. – Onda yoğunlaşmış tüm varlık ve erk.<br />

Senin o jestin, kültür solucanıdır: Işığını yakar kırk çeşit<br />

temanın, japon fenerleri gibi dizer onları boşluğa. Ve girer o<br />

ambiyansın içine, bir madenin içine girermişçesine; orada<br />

serinler, ılır, solur, başkalaşır.<br />

Senin o jestin, milyar yıllık dünyada bir yeniliktir:<br />

Zamanın ve mekânın rengi onunla bir anda değişmiştir.<br />

Senin o jestin, hareketin özetidir. Senin o jestin, etki-tepki<br />

ağında bir yumrudur. Senin o jestin, sessizliğin eklemini<br />

bildirir.<br />

Senin o jestin, kadim deliliktir: Ezel kapısından çıkıp<br />

gelen bulutvari kısrak gibi gerçektir.<br />

Bil ki ısrarla, çılgınca düşünüyorum senin o jestini –<br />

sabırla, zorla, zorlanarak, sınırları zorlayarak.<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

UN-BLESSED<br />

Being un-blessed is a variant of being blessed. What does<br />

that mean? There are those who are blessed; and there are also<br />

those who are, deservedly, first blessed, then, unintentionally,<br />

un-blessed — till the next time they are somehow once more as<br />

blessed as before. The latter are the real ones when the case is<br />

being blessed or not blessed at all.<br />

Why would one live were it not for the sake of receiving<br />

blessing? What sacrifices wouldn’t we be ready to make to be<br />

blessed? We are dying to see the signs of blessing vibrate in the<br />

bliss-blurred contours of visions. Then we feel fine to be there<br />

— being blessed.<br />

But there is this special case of being blessed, so much so<br />

that it turns, afterwards, to being un-blessed. This is not the<br />

same as never having been blessed. On the contrary, this is<br />

rather like being twice-blessed, or, in other words, being overblessed.<br />

However, the problem is that, now, the “blessingvibrations”<br />

and “bliss-blurs” are lacking from those “contours<br />

of visions” where they should normally be — and yet, they are<br />

so subtly undone that it is almost impossible to distinguish<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

their absence, because, as blessed, we had seen that they were<br />

there — that they could and, hence, should be there. That is the<br />

reason why being un-blessed feels confusingly fine! We have<br />

the knowledge of blessing even when it is undone in our blessed<br />

selves. So why not pretend (to ourselves) the full bliss at all<br />

times and in every circumstance?<br />

We are un-blessed but blessed! Thus, it all goes fine with<br />

a spoiled stomach full of faint hunger. We know what it is to be<br />

blessed, even while seeing with its full breadth the<br />

deprivedness of the soil of its brilliance! Feels fine. No<br />

problem. As there is the witnessed excessive profundity of<br />

blue. Somewhat un-profound though. Not to worry.<br />

There is something deliberately strong and intensive<br />

down to the field between the dull sun afar and the artificial<br />

flowers hereby. Voices descend down to the shades beyond the<br />

pine trees and, dying out, accumulate there without reason.<br />

How low-pitched… Still we go on, compelled so much to far<br />

and remote inland. We just can’t give up forcing it the way we<br />

are used to as those having experienced blessing. All the way<br />

to the dead-end impression above the dark bog that is there<br />

without reason (or with out-reason)! All the way — the gusts of<br />

the forest that are doomed to blow directly into the dead-end<br />

through any shortcut! Straight forward! The route is one and<br />

the same — we have to realize every time what we have<br />

already memorized.<br />

Being un-blessed, we have no choice but to be attentive to<br />

our “rendered-dreamless” vacuum that distorts our basic<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

orientation. We are forever left to recover balance in a slanting<br />

orient. Of the mysteries of the hour, we, the un-blessed, are too<br />

much afraid. We are never able to abandon our voluntary<br />

gazes and our intended tints and reflections. We are the unblessed<br />

— we can never refrain from glancing whenever the<br />

compulsive moon beckons, even when we are sure that it is<br />

absolutely for nothing at all in the end.<br />

The worst for us is that we are — till the rotation of<br />

blessings brings us back to our original not-undone blessing.<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

PİPO İÇEN ADAM<br />

-portre-<br />

Enver’e<br />

Gördüm loş mutfağın köşesinde pipo içen adamı.<br />

Kendini yavaşlığın ortasında sabit kılmış. Etrafında külrengi<br />

bulut; odada tek duyulabilir ses, tütünün çıtırtısı ve nefes.<br />

Gördüm onun dünyayı duman duman kıvırışını. Tüten,<br />

yığılan, dolanan, dağılan, dalgalanan yumakta gördüm, vavı,<br />

mimi, sini. Duydum onda, odanın duvarlarında uğuldayan alt<br />

sesin tınısını. Bilinç pıhtı, zaman pelte, pipodan her fırt çağrıyı<br />

bölen hemze. O suskunken zemin ve tavan teflon, halı fosforlu<br />

çamur, onda buldum hamlesizliğin kadife kisvesini. Gördüm<br />

onda, taşlaşmışken, yanardöner Jokond bıyığını, alnını ve göz<br />

çukurlarını karıştıran Tatar nakışını, onda gördüm amacının<br />

tersini. Çalınca duvarın ardında kendisini ilgilendirmeyen<br />

telefon, iyimser düşünüşünün topakları çil yavrusu gibi<br />

dağıldığında, yine ağzına götürüyor piposunu lambanın<br />

solgun ışığında. İzliyor kendi duman kozasından, seçili<br />

saniyelerin okunun uzayda çaprazlamasına harekete geçişini,<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

kendisini ayıltacak son suyu arıyor. Yine odanın ince zarıyla<br />

buluşturuyor, bir titreşimde, düş dünyasının ılık sınırını.<br />

Dışarısı kış, hava buz.<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

ÖZNE<br />

Yalnızca baştan aşağı yıkanmış olduğumda yoğun<br />

kaynak suyuyla, yalnızca çılgın bir patlamanın eşiğinden renk<br />

değiştirerek geçtiğimde, yalnızca gümüş filmin ortasından ve<br />

camın göbeğinden çekip aldığımda büyüterek kendimi,<br />

yalnızca ve yalnızca bir tam turu tamamladığında dünya,<br />

gürültü yarıklarından çıkıp geldiğimde, küplerin içinden<br />

çekildiğinde rüzgârlar ve şimşek aydınlığında bir an<br />

göründüğümde, – ve görüntü ve koku crescendo’sundan<br />

uzaklaşmışken bulduğum açıklıkta sessizlik tiyatrosuna<br />

durduğumda, tamamen demlenmiş olduğunda pembe,<br />

kulaklarımın pasını giderdiğinde kavak hışırtıları, çağlayan<br />

donduğunda, çocuk kitaplarının lekesiz güneşini, ovasını,<br />

nehrini, evlerini, insanlarını gördüğümde etrafta, – ve derin bir<br />

nefesle, üzerimde ışık atlaslarıyla kurulduğunda ülkü çadırım,<br />

– anlıyorum: toprak yığınlarından sekerek giden bir<br />

saksağanın dünyada yarattığı büyük değişikliği.<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

KRİPTO - I<br />

Adam taburede iki büklüm oturuyor. Yüzünü<br />

buruşturmuş. Rahat edemiyor, bir bacağını göğsüne<br />

doğru kıvırıyor, diğer bacağını dümdüz uzatıyor. Sonra<br />

doğrularak kalkıyor ayağa bir çırpıda. Kıyafetleri<br />

vücuduna pek oturmamış, görünüşü paspal. Yürüyor<br />

birkaç adım; omuzları düşük, sırtı kambur, zayıf dirsekleri<br />

geriye doğru çıkık, elleri avuçlarında bir şey tutuyormuş<br />

gibi top top, ince uzun parmakları ayrık ayrık. Oturur gibi<br />

yürüyor. Pek sersem görünüyor, uyku mahmuru sanki.<br />

Duraklıyor, ileri, bilinmeyen bir noktaya doğru<br />

dikkatle bakıyor. Kirli sakallı çenesini ovuştururken ağzını<br />

şapırdatıyor. Saçları birbirine karışmış. Kalakalıyor bir<br />

süre. Bir şeyler geçiyor aklından.<br />

Oflayarak geri dönüyor tabureye, oturacak gibi<br />

eğiliyor, ama tekrar doğruluyor, düşünekalıyor. Başını<br />

çevirip, ciddi bir tavırla, kısık gözlerle uzaklara bakıyor.<br />

Birden sehpadaki bardağı alıp dibindeki çayı kafasına<br />

dikiyor. Alışkanlıktan ceplerini yokluyor. Dudaklarını<br />

kemirirken kaşları hâlâ çatık. Sonra, iki adım atıyor,<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

beklenmedik şekilde rahat ve kendinden emin, başlıyor,<br />

nihayet hakkını vererek, görme mesaisine: Uçup gelen<br />

kargayı takip ederek onun gürgen dalına konuşunu<br />

izliyor, sonra, hayli memnun, anlaşılmaz derecede<br />

huzurlu bir yüz ifadesiyle, ağacın dallarını, gövdesini,<br />

kabuğunu inceliyor, gür yapraklara, kozalaklara, ağacın<br />

genel görünümüne ve gerideki puslu gökyüzüne, sonra<br />

tekrar ağacın dış hatlarına, renk tonlarına, kıvrımlarına,<br />

gölgelerine ve daldaki karganın kıpırtılarına bakıyor – bir<br />

insan burada dikilip bunlara neden böylesine sonu gelmez<br />

bir süre boyunca, böylesi dikkatle, ısrarla, neredeyse<br />

kıvranırcasına bakarsa.<br />

Ne zaman “tamam, bu kadar yeter” diyor, ne oluyor<br />

da sarsak yürüyüşüyle geri dönüp taburesine oturuyor ve<br />

başını ellerinin arasına alıyor belli değil.<br />

Gözlerini yummuş şimdi de, heykel gibi hareketsiz,<br />

eli çenesinde, dirseği dizine dayalı.<br />

Dışarıdan bakınca: bulmaca.<br />

İçeriden: yaşamaca.<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

KRİPTO - II<br />

Balkondan çarşaf sarkıttım. Serdim külçelerimi<br />

kurumaya. Toprağa uzanıverdim, sonra koştum banyoya,<br />

soğuk suya. İçtim suyu. Un yedim. Güneye çıktım. Devirdim<br />

dil gibi bir taş bloğu, uzandım yanlamasına, tam uykuya<br />

dalarken yine yerimden kalktım. Tuz çektim fidandan. Tohum<br />

gibi ektim saçmaları. Böldüm dumanı. Toz üfürdüm. Beton<br />

merdiveni çatlattım, yağ sızdı kuşların gezindiği sarı otlara.<br />

Ardıma döndüm. Fır döndüm. Sağım solumla yarıştım<br />

soluksuz kalıncaya dek. Yine güneye çıktım. Ağaçları saydım.<br />

Soluğum tamdı. Cam gibi sustum. Rüzgârı zorladım. Ateşi<br />

iyice harlattım, sıcaksızlaştırdım.<br />

Sonra, bronz heykelim dikildi.<br />

Dışarıdan bakınca: bulmaca.<br />

İçeriden: yaşamaca.<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

FADEAWAY<br />

öğle güneşiyle, bozkırla,<br />

dev bulutlar ve taş binalarla<br />

akıp giderken görsel rapsodi,<br />

ışığı bir anda kısılıvermişti dünyanın.<br />

sonra titreyip sarsıldı<br />

yerini yadırgayan<br />

köşe taşları, çatılar, duvarlar,<br />

sessiz çerçevesi güzelliğin:<br />

ürpererek geçtim.<br />

kalmadıysa gözlerimde<br />

bakışlarımı bezeyecek<br />

gizli pırıltı,<br />

iki sokağın kesiştiği<br />

köşeden başlayacak görkemli yazı<br />

ne yapsam bulamam.<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

yitirdim özgün<br />

zamanı,<br />

debeleniyorum,<br />

önemsiz yaşantılara<br />

takılıp kaldım.<br />

atalete gömüldüğüm<br />

her an<br />

beynim demir<br />

bir kalıba hapsolacak.<br />

ama ani ayarsız direncimle<br />

renklerini hepten bozuyorum<br />

dehşetli tükenen dünyanın:<br />

kireç beyazı gökte<br />

uçuk mavi iskelet dallar,<br />

dalda bakır rengi kavrulan<br />

atmaca.<br />

30


www.isaretatesi.com<br />

DİRİM<br />

bir kasabadan diğerine<br />

Soluduğum yoğun kül ve dumanın göl pırıltılarını ve<br />

yemyeşil obrukları boğduğu, dünyanın atlaslarını<br />

tarayamadığım, boşluğa saldığım notaların çarçabuk yolunu<br />

şaşırdığı ve seçilemez olduğu, sokakların yerinde sonrasız,<br />

sorusuz, kapalı uçlu sokak resimleri bulduğum, tek tip sıvayı<br />

ellerimle her yöne kabaca yaydığım ve kabına sığmazlığımın<br />

önüne hep aynı yüksek desibelli orkestra bağırtısının geçtiği<br />

uzun, sonu gelmez günler boyunca, düşüncemde sabit bir kara<br />

düş yılanını etrafından betonla sararak püriten tüneli elde<br />

etmek gibi önemini abarttığım, terse işleyen bir angaryaya<br />

odaklanmıştım. Her an, her koşulda ve her aşamada<br />

kırlangıçların dipten kurtulma eğrilerini taklit ediyor olmamın<br />

hayatımı zehirlediğinin farkında değildim. Tuhaf bir zevk<br />

veriyordu, apartmanlar arasında kalmış arsanın üzerinde ödü<br />

kabarmış akşamda miti deşmek.<br />

Gitmek gerekiyordu; yaptığım genel yanlışın gitmeyip de<br />

kalmak olduğunu geç de olsa anladım. – Ama kalkıp gitmek<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

gerçekten işe yaradı: Bazen aranan en ufak bir canlılık<br />

kırıntısını bulabilmek için kasaba değiştirmek gerekebilir.<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

KARONUN GENİŞLİĞİ<br />

Gözlerimin iliştiği koyu renkli duvar karosuna tüm<br />

genişliği boyunca baktım. Bir çizgi üzerinde soldan sağa ağır<br />

ağır kaydı gözlerim.<br />

Karonun genişliği, eğilip gecenin içine bağırdıkları yere<br />

kadar gitti.<br />

Karonun genişliği, sınır tellerini uyaran küçük rüzgârlara<br />

kadar gitti.<br />

Karonun genişliği, birinin cadde köşesinde, eski banka<br />

binasının önündeki aydınlıktan yaptığı gece başlangıcına<br />

kadar gitti.<br />

Karonun genişliği, kentsel bir mekân boşluğuna yerleşen<br />

büyük zevk ampulüne kadar gitti.<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

SİLKİNİŞ<br />

-uvertür-<br />

Şaziye için<br />

İnsan nasıl olur da usanç duyar yaşamdan, yabancılaşır<br />

yazgısına, yerini şaşırır dünyada da bulmaya çabalamaz – nasıl<br />

gelinir bu noktaya, anlamak güç. Bir muamma bu; kişi her<br />

nasılsa azar azar, adım adım, bir fazlalıkmışçasına dışına<br />

taşıyor yaşamın ve kalıyor orada, ana damardan kopuyor,<br />

yitik bir insan oluyor. Vazgeçiyor büyük resminden ülkelerin,<br />

inanıyor çabasının boşunalığına, indiriyor kanatlarını iki yana,<br />

unutuyor amaçları, nedenleri, dayanakları. İşlevsiz ve<br />

içeriksiz, boşa dönüyor. – Oysa dünyaya kendi koşullarıyla<br />

gelir insan, yazgının yatağında kararlılıkla akar yaşam: Soluk<br />

alıp verildiği sürece daima bir yol vardır tutulacak ve daima<br />

tekrar geri dönülebilir, dönülmelidir bu yola.<br />

İşte, duvardaki incecik gedikten sızan, kıtalara bedel altın<br />

ışığı dışarının. İşte, ileride, en uzakta, ufkun tam kalbine<br />

yerleşmiş çağ kıblesi. Duyuyorum, pırıl pırıl insan soyları<br />

ağıyor yükseklere sıra sıra. Kabuk değiştiriyor yeryüzü,<br />

titreşiyor zaman. Ses köprülerini art arda izleyerek koşabilirim;<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

varabilirim ip gibi dizilip kültürün çemberini tamamlayan<br />

çılgın yığınların arasına; kentin kabaran köpüğüne bebek<br />

kokusu gibi doğabilirim.<br />

Yetilerimi olanaklarımın yuvasına toplayıp istemimi<br />

ateşliyorum; benzersiz bir seçicilikle, en ışıltılı duyum ve<br />

dürtüleri kovalıyorum; dev bir Ekvator güneşi gibi görmek<br />

için varımı yoğumu, sağımı solumu, geçmişimi, geleceğimi –<br />

kabartıyorum göğsümü, derin bir nefesle dolduruyorum<br />

ciğerlerimi, büyüyorum büyüyebildiğim kadar.<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

DOKU<br />

yeni güzellik<br />

Ateşbulum Vadisi’ne o yüksek taraçadan ilk baktığım ânı<br />

hatırlıyorum: Bir Walhalla genişliği duymuştum karşılıklı<br />

yamaçlar arasındaki boşlukta. Ufuktan sapsarı bir ışık kuşağı<br />

yayılıyordu – ve ön planda, netliğin hoş kasveti. O andan<br />

sonra ne zaman taraçaya çıksam aynı görüşü aradım. İdeal<br />

vadi fikri bende sağlamca yer etti. Çünkü Ateşbulum, bir kere<br />

öyle görülebildiyse, aslında hep öyleydi: Mesele görebilme<br />

meselesiydi.<br />

Bir dönem böyle geçti, vadiyle koyun koyuna, nefes<br />

nefeseydim. Sonra, ardı görünmeyen kayalıkların ötesinde<br />

beklettiğim çarpıcı dünyanın damarı kabardı gitgide; çılgınca<br />

attı nabız; kabuk çatladı, kan sızdı mekâna. Karışmadım kanın<br />

karıştığı burçlara. – Bir kırılmaydı bu; doğrudanlık ortadan<br />

kalktı; yitirdim kesinliği, keskinliği; benim kopuşumdu bu<br />

Ateşbulum’dan: Ötede beklettiğim dünya hâlâ orada, geride,<br />

arkadaydı, bekliyordu ateşli çarpıcılığıyla; biliyordum orada<br />

olduğunu ama erişemiyordum ona, hamlelerim ters tepiyordu.<br />

Ayrılma vaktim geldi vadiden; düştüm yollara; canlılığı, ışığı,<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

rengi, manzarayı, parıltıyı, gözbebeğinin nakışını başka<br />

yerlerde kovaladım.<br />

Kopmadım ama doğadan! Ne var ki aramıyorum artık<br />

doğal olanın o eski büyük resmini… – Güzel’i yeni baştan<br />

tanıyorum. Ağaçlara, çalılara, toprağa, çiçeklere pek uzun süre<br />

baktım. Araştırdım uyumu, deseni, karşıtlığı, alacayı, geçişleri,<br />

bileşimin mührünü. Aralara baktım, dışarıya kaydım,<br />

etrafından baktım, buğular üzerinden baktım, delice baktım.<br />

Fırıl fırıl döndü gözlerim, birdenbire odaklandım. – Doğal<br />

olanda şimdi ne Constable havası, ne bahçe estetiği, ne de<br />

ikonik imgelerdir bulduğum. İşte vardığım yeni detaycı bakış:<br />

Karşı yamaçtaki orman kesitinde otlar, saplar, gür yapraklar,<br />

eğri büğrü dallar, tüylü tohumlar, kuş üzümü salkımları,<br />

tombul meyveler, sarmaşıklar, ağaç kabukları, bombeler,<br />

kıvrımlar, boğumlar – ve bunların tümündeki biçimler,<br />

renkler, derinlik açıları, yoğunluk, ısı, yansımalar, kıpırtı,<br />

karmaşa… Mevcut nesnel görünümün ardında yer ve hava<br />

etkenleri, coğrafi yapı, iklimin koşulladığı yerel birliktelik,<br />

türlerin yakınlığı gibi somut temeller var aslında; ama onların<br />

da ardında, hepsine hayat veren çok daha derin, açıklanması<br />

güç, gizli, karmaşık kaynaklar yatıyor. Capcanlı bir temasın;<br />

öğelerin eksiksiz bütünlüğüyle yoğun bir ilişki kurmanın<br />

peşindeyim.<br />

Düşüncem ani bir ivme yakaladığında, etrafımda güçlü<br />

bir ilişkiyle birbirini tamamlayan ilkeler duyduğumda, işte o<br />

zaman, karşımdaki en olağan çerçeveden, tıpkı Ateşbulum’da<br />

olduğu gibi, yepyeni bir güzellik gerçekliği doğuruyorum<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

kendim için: Dönüp dolaşıp, eninde sonunda aynı elektrikli<br />

doku var kılıyor dünyayı!<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

ADINI ARAYAN<br />

Adını arayan, bulur.<br />

“Adımı arıyorum” dedi ve yola koyuldu. Nereye<br />

varacağını düşünmeksizin ilerledi; özgün eylemin peşindeydi,<br />

karşısına gelen her şeye özel bir anlam biçti. (Neden adını<br />

arıyordu? Ne demekti bu?)<br />

Görüntüleri doldurdu çerçevelerine hıncahınç. Renkleri<br />

ayarladı, belirledi renkleri. Bakışlarıyla ilerlerken sert<br />

omurgasını duydu ormanın, kasabanın, uzaklar pusunun<br />

içindeki lekelerin; kurşun çekirdeğe ulaştı dağın konisinde,<br />

durdu. Hücum ettiğinde ardı ardına rafine görüntüler,<br />

dağarcığının tüm zenginliğiyle karşıladı, karşılıklar buldu<br />

flaşlar, kös davulları ve zillerle çakılan zeminlerde. Ani gördü<br />

bulutu, ani gördü gölü, ani gördü iri kıyım NATO binasını.<br />

Yolda giderken, otobüs durakları, reklam panoları, metro<br />

girişleri ışıltılarla akıp gitti yanından. Borsanın taçkapısına<br />

dimdik baktı. Pastel renkli fonlara yerleştirdi billboardların<br />

önünde bekleşen kadın profillerini; paralel evren<br />

bembeyazlığıyla ortasından yırtıldı siyasi lider afişleri;<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

guruldadı ekranlar; berber makasıyla daldı fenomene. Kesti,<br />

biçti, ölçtü, rastgetirdi, yerleştirdi. İradesini şaşırdı; buyruğunu<br />

savurdu kentin ötesine. Işık hızıyla kaçacakken ufuk<br />

tanımayan öz, fagotun işareti süsü oldu son uzlaşmanın:<br />

Mağazalar, restoranlar, kuaförler, atölyeler, marketler ve<br />

bekleme salonlarındaki iç mimari, insanları paket deneyimlere<br />

koyuyor, böylece onları çağcıl bir dinlenceyle<br />

uysallaştırıyordu.<br />

Kendi de tadını çıkaramaz mıydı böyle bir iç mimarinin;<br />

beslenemez miydi çağcıl deneyimden? – Boş bir kafeye girdi,<br />

köşedeki bir masaya oturdu; tek başına oyalandı orada;<br />

latte’sini içip etrafına bakınırken ve çalan müziğe kulak<br />

verirken, sıradan bir doyum eşiğine varmayı bekledi. O birkaç<br />

dakikalık süre yetti ona; hemen dışarı, tekrar açık havaya<br />

çıkacak kıvama geldi.<br />

İstediğini almıştı, – öyle ki, ön değil, arka kapıdan çıktı,<br />

kentin sınırında buluverdi kendini birden. Kırsal arazi<br />

başlıyordu burada, koşullar farklıydı. Kentte geçirdiği saatlerin<br />

deneyim rezervinden cesaret alarak, tereddütsüzce ilerlemeye<br />

koyuldu yeniden. Tutturduğu ivmenin değerine<br />

güvendiğinden, bir aşama daha atlamak adına hızlı gitti ve<br />

bunda bir sakınca görmedi. Durmadı dinlenmedi, düzlükleri<br />

katetti, yorulduysa da önemsemedi. Bir yerden sonra ezbere,<br />

kurulmuşçasına gidiyor gibiydi. Farkında değildi hız kesmesi<br />

gerektiğinin, tıkanacaktı yoksa. Ayakları sürünmeye<br />

başladığında, orasından burasından yer yer ot tutamları bitmiş<br />

kumulların olduğu bir açıklığa varmıştı. Yorgun düşmüştü,<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

uykusu bastırıyordu. Sonunda, soluklanmak adına tepeciklerin<br />

arasına bağdaş kurup çöktü, sağına soluna bakındı, ama<br />

rahatlamak şöyle dursun, birdenbire öyle çabuk, öyle tüketici<br />

bir şekilde alıştı çevresine ve pat diye düşüşe geçişini öyle<br />

apaçık duydu ki, baştan beri izlediği hiper-yolun sakıncasını<br />

ikinci bir işarete gerek duymaksızın anlayıverdi: Adını<br />

arıyordu, – “kumullarda” buldu: Killdunes…<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

MOMENTUM ANCYRANUM<br />

Nasıl anlamalıyım kenti? Nasıl bakmalıyım; nasıl<br />

görmeliyim onu?<br />

Yağmurlu gecede uzakta ışıl ışıl titreşen sinematografik<br />

masalsılık mıdır o? – Ya da, gün ışığında daha yakından,<br />

anıtlara, meydanlara odaklanmalı, gerisini bulanık bir yığın<br />

olarak mı almalıyım?<br />

Kalbinden yakalamak istiyorum kenti. Araba işlek<br />

caddelerden geçip köşebaşlarını dönerken, devinimle örtüşen<br />

şurup gibi bir duyuma mı denktir kent? Böyle mi<br />

algılamalıyım onu? Veya her köşede yoğun ayrımlarla, içten<br />

içe bir magma mı duymalıyım? Ya da denizlerden hafif bir<br />

çalkantı, bir medcezir izlenimi mi taşıyıp getirmeliyim<br />

yaylılarla, yayvan semtlerin karnına?<br />

Yoksa gün ortasının kapalı, yağmursuz havasında<br />

yıldırımlara karşı yalıttığım kaba kütle mi olmalı kent?<br />

Taşlaştırmalı mıyım onu, yekpareymişçesine? İçine saldığım<br />

duyargaların, uzandıkları noktalarda donup kalacağı kaskatı<br />

bir son mu kılmalıyım onu?<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

Kokusu nedir kentin?<br />

Odadayım. Susup gözlerimi yumuyorum, içime derince<br />

çektiğim soluğu tutup, durdurduğum zamana kulak<br />

kabartıyorum: Kent devasa bir heykel gibi canlanıyor içimde.<br />

Bunu capcanlı duyduğum ateş gibi uçta kendi sınırımdan<br />

dönüyorum, şimşek aydınlığından bir siluet kalıyor geriye,<br />

orada, kentin yerinde. Tanıyorum bu silueti – kendimden, –<br />

yaratılıştan içime bırakılmış bir imza gibi: gizli ismim gibi.<br />

Kent nedir, ona nasıl bakmak, onu nasıl duymak gerekir,<br />

bunun en ideal tavrı nedir? Bilmiyorum, tanımlayamıyorum,<br />

ama bu kentte en varsıl ânımdan da en yoksul ânımdan da<br />

aynı muammayı doğurarak, tinin can alıcı yerindeki ebedî<br />

noktayla geri dönüyorum.<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

KUTLU FIRTINA<br />

Karanlıkta tufan kopuyor.<br />

Gecenin fırtınaya doyduğu bomboş arazide tek bir<br />

Allah’ın kulu yok.<br />

Bir Allah’ın kulu – benim.<br />

Tekinsiz tepelerde çalılar. Toprakla yüksekler arasında<br />

halat gibi kıvrılan, kapkara duman bağları. Dünyanın<br />

bilinmeyen ucuna açılan tarla şu taraftan başlıyor.<br />

Buyruğunu dört bir yana duyuran kış soğuğu gibi,<br />

engebeleri kaplamış tok bir bilinç bu! Benliğin öz kokusu! –<br />

Yamaçların ıpıslak çığırları, kararlı rüzgâr, karıncalanma.<br />

Gizemli yazgıların kesiştiğine inandığım yoğun vadiye doğru<br />

kaydığında zamanın ağırlığı, hayvanın kürkündeki alaca gibi<br />

duyuyorum içimde tepelerin kalıcı şeklini. – Şimşek.<br />

Gökgürültüsü sustuğunda, boşlukta uğultular.<br />

Derinlerde yumrular. Tohum, kök, kuyular. Yeraltı mağaraları,<br />

dereler, gediklerden kaynayan sular.<br />

Tepenin yoğun kütlesinde, yoklukta, ışıltılı bir gelecek<br />

fikri göz kırpıyor defalarca, ametist bir damarda.<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

Susuyorum, geri dönüyorum: Ben ki ölümlüyüm, nasıl<br />

da kutludur ölümsüzlüğü böyle içeriden duyabilmek –<br />

dışarıda!<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

TWIST<br />

What a sage!<br />

Intense with presence, solemn and stark, full of dark<br />

aura. No apparent drama. Concealing gloom, prompting grace.<br />

In the face of duty, flagging prematurely. Urging power with<br />

whatever breath incapable. A well-engineered grin for a<br />

circumstance exhausted. Smart gesture for a failure registered.<br />

Resorting to former charm. Trapped in rigor, pretending vigor<br />

— to attain fatal substance and animal malfunction.<br />

Compulsively rehearsing rapture, destined for doom.<br />

Utterly funny!<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

GÖRÜNTÜ - I<br />

Plan bellidir; kâğıt üzerinde çizili olan, uygulanacaktır.<br />

Taşınıp getirilir tuğla, taş, çimento, kereste, demir. Temel<br />

kazılır, sütunlar çıkılır, iskelet kurulur, duvarlar örülür, cephe<br />

ve çatı tamamlanır. Pencereler, kapılar, balkon, bacalar – ve<br />

sonuçta, ölçe biçe konumlanmıştır bina. Barınma ihtiyacına<br />

uygun, işlevsel bir mimariyle düzenlenmiştir tüm yapı<br />

elemanları, bahçe tasarımı, giriş-çıkışlar, müştemilat. Hepsi bir<br />

bütünde bir araya gelir, tamamlanır.<br />

Sonunda bir görüntü olur bu, birileri için, uzakta.<br />

Kendinden başka – bir görüntü. Hiç öyle değilken kuvars olur<br />

öğle güneşinde, ya da sarmaşıklarla bezenmiş beyaz bir kale.<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

GÖRÜNTÜ - II<br />

Uzun boylu, genç bir adam. İnce yapılı. Sırtı biraz<br />

kambur, omuzları düşük. Elleri iri iri, kolları cılız.<br />

Anatomisinin kendine özgü birtakım orantısızlıkları var,<br />

üstündeki giysiler eğreti duruyor. Pantolonu bacaklarında<br />

boru gibi, dizleri hafiften pot yapmış. Trençkotu da tam<br />

oturmamış gövdesine; beli bol, koltukaltları kırış kırış. Rengi<br />

atmış bir fuları gevşekçe bağlamış boynuna. Saçları dağınık;<br />

bir iki tutamı öylece dikilip kalmış. Başının manidar eğikliği ve<br />

kaşlarının çatıklığı kişiliğinin katı bir ifadesini yansıtıyor.<br />

Genel anlamda donuk bir görünüşü olduğu söylenebilir belki;<br />

öte yandan, hem ince hem de hayli sağlam görünen yapısı,<br />

şaşırtıcı bir dengeyi dışavuruyor. Tuhaf şekilde sakin,<br />

kontrollü, serinkanlı bir hava seziliyor onda: Sanki istekle<br />

kavruluyor yine de. Kaos rüzgârlarının ortasında bir heykel<br />

âdeta, durumu dirim olarak anlıyormuş da sessizce kulak<br />

kabartmış, dikkat kesilmiş: Kim bilir nelere, – çılgınlıktan<br />

bakışlarını sakınırken, şehla gözlerindeki girdabın ve<br />

kıvılcımların manyetik merkezini saptayabilmek imkânsız.<br />

Ondaki temel çelişki ve uzlaşmanın aykırı karakteri, keskin<br />

sinyallerle dalga dalga yayılıyor boşluğa.<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

Yok, hayır. Görüntü olur o da birileri için. Kendinden<br />

başka – bir görüntü. Hiç öyle değilken, akşamın kapısında,<br />

sadakat timsali karanlık beyefendi olur, sıkıcı âşık, düzen<br />

kölesi.<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

ONAY<br />

Kafam dinç, gece arı.<br />

Hava kabarcığı gibi şişip yükseliyor asfalt, duvarlarda<br />

tırmanıyor siren sesi, zamanın çizgisine yürüyor oluklardan<br />

özellikli su. – Boş sokaklardan geç, rüzgârlı yola güğüm bırak<br />

geceyarısı.<br />

Kafam dinç, gece arı.<br />

Dükkân tabelalarının oluşturduğu rengârenk mozaik<br />

zeminde, ölümsüz çocukluğun uğultusu. Dünyaya ait olmanın<br />

kasılması, şimdi, yıldızların önünde serbest kalır. Dokun<br />

ağacın kabuğuna, taşı tut, buhar tüttür mazgallardan,<br />

ayaklarının altındaki toprağın cevherlerine göre yaşa.<br />

Kafam dinç, gece arı.<br />

Işık uğrasın ara sıra, ihmal edilmiş kıyı köşeye. Görünsün<br />

pas lekeleri, görünsün yosun, çizikler, çentikler, çamur, âtıl<br />

yığınlar: Parmaklıkların ardında, elektrik tellerinin altında,<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

kuyuda, demlenen pelte. – Sahipsiz dünya bir surete bürünsün<br />

böylece: Üstün duyarlılıktan bir izlenim kalıt bırak.<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

İTİRAZ<br />

duyumların yeniden değerlendirilmesi<br />

Benim merkez.<br />

İtirazım var – dışarıya, içeriden. Tepkim derinden, en<br />

temelden. Toptan bir karşı çıkış bu. Esası bulmuşum, etkinim;<br />

değişiklik yaratmak, belirleyici olmak istiyorum. İradem kıpır<br />

kıpır, capcanlı, yabanıl.<br />

İtirazım var. – Meşe ağaçlarının üzerindeki geniş, uçuk<br />

mavi gökyüzünde dağınık duran, aslında birer bulut değildir:<br />

Aralarındaki boşluklarda, gözbebeğini duyarsızlaştıran pullara<br />

rastgelinir.<br />

Buradayım, itirazım var. Eğik çitte tünemiş duran, tarla<br />

kuşu değildir: Alacası üstün zekâ bileşimlerini uyarır.<br />

Varım, bakıyorum, duyuyorum. – İtirazım var: Yarısı<br />

yıkık duvarın sıvası dökülmüş yerlerinden görünenler, tuğla<br />

değil, edimin gizemine zemin oluşturan lekelerdir.<br />

Esas bende, içerik bende; her şeyi başkalaştırabilirim<br />

dilediğim an. – Havadan geçen, ne toprak kokusudur, ne de<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

kömür dumanı: Yoğun güç yumaklarının kofuludur, varlığı<br />

muamma, niteliğine erişilmez.<br />

Hava soğuk, temiz, berrak; açık alanlarda bütün<br />

mesafeler daha geniş. Taptaze bir nefes çekiyorum içime.<br />

Vahşi hızar sesleri yankılanıyor. – Yarı yıkık duvarın<br />

yüzeyindeki yosun lekelerinin geometrisi, istemi ansızın<br />

düzensizleştirebilecek bir duyum aralığını ima ediyor.<br />

Yüzümü çeviriyorum.<br />

Karga değil bu gelen, bir kuş uçuşu değil kapkara, hayır –<br />

düpedüz do sesi: Odun deposunun güneşte parlayan ıslak<br />

tomruklarından, çimenler ve kızıl toprak boyunca ormanın<br />

başlangıcına doğru ilk kez uzanıyor, tastamam, buğulu saat<br />

beş kuşağı.<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

1986 YILINDAKİ EVİMİZ<br />

İnci’ye<br />

Evimizi ben beş yaşındaykenki haliyle hatırlamayı<br />

seviyorum. Özel bir evdi bu, tuhaftı, eşi benzeri yoktu.<br />

Ilıklığıyla kendini belli ederdi bu ev. Eşyalara yönelen her<br />

bakışı bir hâle, gölgelerin sızısı sarardı. Floresan<br />

aydınlığındaydı odalar. Elektrikliydi susku. Cilalıydı kıyı köşe,<br />

duvarların ve mobilyaların detayları canlı bir bozarmışlıkla<br />

dururdu derinde. Kofralar gibi vınlardı ev tümden. İçine<br />

girerdim bu evin. Dışarıda su damlaları şıpırdardı.<br />

Salonda potinler sıralanırdı. Arka odalarda battaniyeler,<br />

loşluk ve boğukluk, – ve düzenli provalar olurdu. Masa<br />

örtüleri kareli muşambaydı. Metal tastan yayla çorbaları<br />

içilirdi. Duvarlar sekiz metre yüksekti. Annem babam<br />

meditasyon yapardı geceler boyu koltuklarda. Tüycükler<br />

uçuşurdu havada. Yağmursuz anlarda insan durup dururken<br />

çıldıracak gibi olurdu.<br />

Gelip geçerdi binbir çeşit gelecek. Baharat çarşıları<br />

taşınırdı masanın dört ayağının altına. Koliler açılırken –<br />

Deliorman’daki akrabalar yollardı– buz keserdi usul dünya.<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

Bilinirdi, uzaktan karanlığın damarları gibi gelen ince<br />

derelerin bizim sokak başındaki kavşakta kavuştuğu. Herkesi<br />

yöneten zihinsel merkez gecenin yoğun peltesiydi.<br />

Sesler nasıl da döşenirdi, uykusal bir rahatlıkla,<br />

tamıtamına, yaşayış kanallarına! Korna seslerinin<br />

insanoğlunun sonsuzluğa yanıtı olduğunu her an duyarak, bir<br />

tabure ayarlardım kendime oturacak, bitimsiz bir hevesle<br />

ürpererek. Çünkü her an, açık televizyondan Amerikan<br />

filminin dinlendirici gizem melodileri gelirdi, ezberlediğim:<br />

Her an olabilecek önemli bir şeyi beklerken, günün değeri<br />

şaşırtıcı derecede yükselmiş olurdu.<br />

Evimiz 1986 yılında dünyayı kalbinden yakalamıştı. En<br />

uzak ışıkları duymak için terasa çıktığım hiçbir zaman elim<br />

boş dönmedim. İlgimi küçük küçük zevklere topladım. İşe<br />

koyulduğumda, uzun süre kopmadım uğraşın düzgün<br />

çizgisinden. Kulaklarımda çınladı, bilginin ödü.<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

SESSİZLİĞİ HATIRLATAN ŞEYLER<br />

deli mistisizmi<br />

Yaşamımın başka yaşamlara göre bana çok katı<br />

göründüğü zamanlar olur. Öyle anlarda katılığı kırıp<br />

gevşemek hemen mümkün olmaz ya, yine de bulunduğum<br />

yerden yüzümü öteye döner, bana bir an evvel nefes aldıracak<br />

şeyi ararım. (Çünkü katılığın yaşamımın temel koşulu<br />

olmadığını, durumun geçici olduğunu duymak isterim.) –<br />

<strong>Sever</strong>im dünyanın sessizliğini hatırlatan şeyleri. Onlar nefes<br />

aldırır bana. Alıcılarımı dört açar, etrafta sessizlik zeminini<br />

tararım.<br />

Zamanın içinde dinlenir bu zemin; gizli, uyur vaziyette<br />

bir dokudur, ama doğru bir dokunuşla etkinleşmeye de<br />

hazırdır. Bir kere etkinleşebilirse eğer, – sessizliktedir,<br />

sakınmaya uğraştığım katılıktan uzak, işlerliğin, serbestliğin,<br />

uyumda çözülüşün anahtarını barındıran köken.<br />

Fakat her an el altında değildir sessizliğe dair bu şeyler.<br />

Bir ustalık gerektirir onları bulmak ve doğru yerden açmak.<br />

Ne birdenbire gözlerimin boşlukta sabit bir noktaya dalıp<br />

gitmesi yeter bu anlamda, ne de ciddi bir tavır takınıp bilinçli<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

olarak seçtiğim bir tarafa meyletmekten sonuç alabilirim. Öyle<br />

anlar olur, bu tutumların her ikisi de, katılığı kırmak şöyle<br />

dursun, daha da pekiştirir. Çünkü aynı koşullar hem kişiyi<br />

nefes almak adına başka tarafa yönelmeye zorlar, hem de onu<br />

cendereye sokar, nefessiz bırakır.<br />

İşte tam da o durumda teklemeye, aksamaya başlar<br />

sessizliği hatırlatan şeylere dair içgüdüm; takılır, tekrarlayıp<br />

durur, arızalı bir reflekse dönüşür. Bir yandan katılık, diğer<br />

yandan sessizliğin dürtüsü, ikisi bir o yana bir bu yana çeker<br />

durur beni. – Lastik gibi uzarım.<br />

Bu anlamda, benim sessizliğe kafayı takmam da bir<br />

muammadır, sessizliği bulamamam da. Şansımı her an zorlar,<br />

sessizliği hatırlatacak şeyleri arar dururum. Işık bir öyle yanar,<br />

bir böyle.<br />

* * *<br />

Okuma salonunun benim bulunduğum noktası gerilimin<br />

merkezidir: Seslere karşılık dikkat yoğunlaşması, hareketliliğe<br />

karşı durgunluk, uyarımlara karşı sebat, – düğüm burada<br />

toplanmıştır. Mekânın işaretleri yanardönerdir; duyum<br />

alanıma giren, seçtiğim her öğe her an kabuk değiştirebilir.<br />

Dakikalar başkalaşımdan geçer. – Ama koşullar ne olursa<br />

olsun, okuma salonunun benim için çılgın bir mücadele<br />

alanına dönüştüğünü kabul etmek istemem. Aklım, her an,<br />

zihnin kartal gözü için oralarda bir yerde olan delildedir.<br />

Ödev gibi üstlenmişimdir elimdeki kitabı okumayı. –<br />

Okumanın hiç kolay olmayan çetrefil yolculuğu, birbirine<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

giren satırlar, çaprazlama anlam kesişimlerindeki kısırlık ve<br />

içgüdünün başkaldırısıyla kendini gösteren yarı istemli<br />

disleksi, sonuçta programlı uğraşın mantığıyla karşı karşıya<br />

getirir kişisel bilinç izleğini: Bu karşıtlıktan hızla türeyen<br />

açmazın önünü alabilmek adına, mekânda alternatif bir<br />

duyarlılığın ışığını yakabilecek her türden koku, renk, ses<br />

anahtarını çabucak deneyiverir, bir kıvılcım yakalamak<br />

isterim.<br />

Bana sessizliği hatırlatan şeyleri severim. Ama<br />

yaşamımın katılığı da amansızca duyurur kendini. İçinden<br />

çıkılmaz bir durum. Yapılabilecek en topyekûn hamleyi<br />

yapmış ve karşılaşılabilecek en kuvvetli dirençle<br />

karşılaşmışsanız, bunu kabullenemez, söz konusu işleyişi<br />

yanlışlayana kadar aynı hamleyi tekrarlamayı göze alırsınız.<br />

Gelgelelim böylesi karşı hücumlar ters tepmeye mahkûmdur:<br />

Yumuşaklığı elinden alınmış olan dünya, üzerine gidildikçe<br />

kendini dehşet verici bir sertlikle dayatır. – Onun yerine,<br />

ortaya çıkan gerilimi doğrudan ve kestirme yollarla değil,<br />

dolaylı yollarla çözüme ulaştırmak gerekir. Daha en baştan,<br />

gücün işleyişini yoluna koyma ve gücü pekiştirmeye yönelik<br />

belli bir mecaz ustalığı geliştirmiş olmak elzemdir.<br />

* * *<br />

Okuma salonuna geri dönelim.<br />

Ortam sıkıntısı gitgide bastırıyor; yan yana, uç uca<br />

eklenen bilinç yamalarıyla zihnin görüşü her an daha da<br />

bulanıklaşıyor; yetmezmiş gibi, bir de irade paraziti ekleniyor<br />

ardı arkası kesilmeyen örüntüye. – Gene de bir anlığına<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

camdan dışarı bakmayı başararak, ileride, yamaçtaki yağmurlu<br />

orman parçasında sanki Sistina Şapeli için bırakılmış gibi<br />

duran yayvan bir açıklık buluyorum; rahatlamak adına oradan<br />

güç alıyorum.<br />

Fakat sinir gerilimi, uykululuk, düşünsüzlük karışımı<br />

yarı esrik bir ruh halinin serbest seçiciliği, olur da bir korku<br />

nişinden kendini sakınmazsa, oranın iç koşullarını genel bir<br />

dehşete dönüştürebilir. Gerilim birdenbire artar, en köklü ve<br />

açıklanması güç güvensizlik ve çelişkiler tırmanışa geçer. Öyle<br />

bir anda düz bir duvar bile endişeyi yüklenebilir, beyaz boyalı<br />

bir saksı ya da cam bir vazo başlı başına tekinsizdir. Gelin<br />

görün ki, durum benim için tam da öyleyken (düz duvardan,<br />

saksıdan ve vazodan lanet saçılırken), – yine yüzümü çevirip<br />

bu defa öteki pencereden bakıyorum, karşıki binada külrengi<br />

göğün boşluğuna karşı yalnız başına çatıyı onaran işçiyi<br />

görüyor, onun adına tuhaf bir duyarlılıkla ürperiyorum:<br />

Adamın duruşundaki tavrı capcanlı yakalıyorum ve bunda<br />

evrensel bir gizem buluyorum.<br />

* * *<br />

Öncelikler ikincil birtakım işlevlerle altüst oldukça, sonuç<br />

olarak, dev bir irade vakumu türüyor, aksaklık kök salıyor.<br />

Böyle bir arızaya tutulmuş halde, camın kirli köşesinden nefes<br />

nefese baktığım kilometrelerce uzaktaki gökdeleni bir<br />

görebiliyorum, bir göremiyorum; düğüm bir gevşiyor, bir<br />

sıkılıyor. Tamamen kopup gidiyorum okuduğum kitaptan.<br />

Gökdelen imgesinden vazgeçip, başka bir imge peşine<br />

düşüyorum. Ama duvarda asılı çerçeveye, çerçevenin içindeki<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

leylek göçü resmine bakarken, aniden, geri dönüşsüz bir<br />

şekilde tükendiğimi duyuyorum, – çünkü leylek göçünün<br />

kendisi değil bu, resmi yalnızca. – Her yanı boğuyor zorlu<br />

trajedi; kayıp yüzyılın sancısıyla inliyor eşya; eylem için<br />

beklettiğim kaynaklar zehirlenmiş; deneyimin omurgası yok;<br />

yarım yamalak bir patlamayı abartmaya çalışıyorum.<br />

İşte tüm bunlar yüzünden, yalnızca ben bilebilirim, kent<br />

merkezinin üzerindeki akşam bulutunda şu an nasıl bir<br />

manyetizmi sabitleştirmeye çalıştığımı; bir türlü<br />

okuyamadığım kitaptan, orada olmayan nasıl bir baş karakter<br />

türetmeye çalışarak yanıp kavrulduğumu; dikkatim dağıldıkça<br />

etrafta neden tuhaf, aykırı, çarpık göstergeler yakaladığımı,<br />

boşluğa sonsuz değer atfettiğimi – ve neden, bana sessizliği<br />

hatırlatacak şeyler aradığımı: sehpanın üzerinde duran beyaz<br />

ciltli Sayılar Teorisine Giriş kitabına neden böyle bir olağanüstü<br />

meta incelemesi yaptığımı…<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

KURBAN - I<br />

denize doğru kaçan bir danaya<br />

Güvendeydi ilk zamanlar. Bazen dörtduvar arasında,<br />

bazen dışarıdaydı, ama bir başına değildi, kendi gibilerin<br />

yanındaydı. Açık havaya çıktığında, güneşi, çayırı<br />

gördüğünde, esenlik ve iştah doluydu, şendi.<br />

Dünyanın halleri, havalar, mevsimler, solunan, yaşanan<br />

bin beş yüz upuzun gün. – Sonra, kalabalık bir sürüyle<br />

koparılıp alıştığı topraklardan, şehre getirildi, tahta çitle<br />

çevrili, çekilmez bir otuz metrekareye sıkış tepiş hapsedildi. –<br />

Adamın biri gelip seçti onu, çekiştirerek götürdü, bir canlı nasıl<br />

alınıp satılabilirse.<br />

Bir anda dünyada tek başına. Kıyamet gibi bir sabah<br />

gelip çatmış. Hiç yandaşı yok, yardımcısı yok, herkes canına<br />

düşman. Üzerine geldiler, çirkindiler, kaçtı. Kopardı ipini,<br />

güçlüydü, çiti parçaladı, gördüğü ilk boşluğa doğru koştu.<br />

Bırakmadılar peşini. Her köşesini tutmuşlar dünyanın,<br />

her tarafa yayılmışlar, işgal edilmedik tek bir karış<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

bırakmamışlar. Kovaladılar, sıkıştırdılar, sahile doğru<br />

sürdüler. Suya giremez dediler.<br />

Ama kaçtı denize doğru. Yürüdü, başına kadar girdi<br />

kıpırtısız külrengi sulara. İlk kez gördüğü deniz nasıl da uçsuz<br />

bucaksız, nasıl da gizemli… Su nasıl da şıpırdıyor… – Bu<br />

adamlar böylesine canavarca, şimdi, nasıl gelebiliyor onun<br />

canını almaya? İçinde yaşamanın kocaman bir soru işareti<br />

olduğu şu garip dünyada nasıl…<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

KURBAN - II<br />

Ve nasıl olageldiyse öyle sürüp gidecek bir dünyada,<br />

insan eliyle yavanlığa ve kötülüğe mahkûm edilmiş bir<br />

dünyada – kanını döktüler onun. Öyle gür, öyle tazyikle<br />

fışkıran, sağlıklı, kıpkırmızı bir kan…<br />

Oysa o hiç ayrılmak istememişti dünyadan. Yitiktir artık.<br />

O eksildiği an, zamanı ve mekânı parçalayan, her şeyi boşluğa<br />

salan bir yarık açıldı – onun varlığının görünür olan sonsuz<br />

uçurumundan: O âlemler kadar sarp ve derin yarıktan aşağı<br />

akıyor, dağılıp saçılıyor şimdi tufanlar, zevk suları, kutsal<br />

nektar, buz kristalleri, buhar, ışıltılar, – iradenin,<br />

yapabilmenin, varolmanın başlangıcında ve sonundaki<br />

bedensel soluğun bir zerrelik hikmeti.<br />

Dünya onsuz bir daha asla aynı olmayacak.<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

KAR MANZARASI<br />

-gece şiiri-<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

SORU<br />

Birbirlerine göre konumlarını biliyor insanlar. Kurallar<br />

çizilmiş; yaptırım gerektirmeyen özel konularda bile işleyiş<br />

belli. Neyin nerede duracağı bildirilmiş herkese.<br />

Elektromanyetik aygıt, atanmış işlevinden şaşmıyor. Kalbur<br />

duvara dayanmış. Ekranlarda anlaşılır kadın yüzleri. Elma,<br />

tezgâhta çarpıcı renklerle steril. Dinlenmeyi biliyoruz, geçen<br />

zamana hayıflanmak yok, tasasızca oyalanıyoruz. Semtlerimiz<br />

sakin, semtlerimiz saten gibi. Bize her koşul için çizilen<br />

protokoller, gizemi sıraya koymuştur mekânda. Kapıdan<br />

geçmeyi biliyoruz. Sokağa uyduk. Her şey olağan. Biliniyor<br />

kentlerde, kişi kendini sabah nasıl açar, nasıl kapar geceleyin.<br />

Karşılıklı anlaşıldı ahşap, demir, cam, mermer üzerinde.<br />

Ehlileştirildi dışarının karanlığı. İşte, sizin istediğiniz gibi<br />

geceye karışıyor Kafkas treni. Belirli bir yaşantının iç hüznünü<br />

üç notada çağrıştırabilirsiniz. Başlangıçtan beri şüphe<br />

duymadınız, bir ömrün nasıl yaşanabileceğinden.<br />

Mobilyalar arasında serbestçe uçuşan tozların zamanını<br />

mı yavaşlatmak istemiştiniz?<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

LABORATUVAR<br />

deli mistisizmi - II<br />

Kişi dünyada yerini şaşırabilir; doğaya, eşyanın<br />

düzenine, yaşamın akışına ve kendi yazgısına dair imgeyi<br />

zihninden yitirebilir. Böylece tümden yolunu kaybederek,<br />

uzun süre boşlukta sürüklenebilir. Bazen insan temel bir<br />

öğenin eksik olduğunu, varoluşunu tanımlayan bir işlevin<br />

aksadığını görebilir.<br />

Ama yeter ki yokolup gitmesin, onun için geçici bir<br />

durumdur bu mutlaka; imgeler geri dönecek, işlevler<br />

düzelecektir. Varoluşun anahtarları, bileşenleri doğanın<br />

şaşmaz bir kanunu gibi döngüler üzerine kuruludur.<br />

Ne var ki, asıl sorun, söz konusu geri dönüş gerçekleşene<br />

dek kişinin rahat durmaması, beklemeyi bilememesi, dar bir<br />

düşünce kümesine sıkışarak arızalı tekrarlarla sürekli hamleler<br />

yapmasıdır. Kolay kolay bastırılamayan bir dürtüdür bu; insan<br />

hummalı bir telaş içinde sınırlı bir dünyanın göstergeleriyle,<br />

varoluş laboratuvarının elemanlarıyla oynar durur, kendi için<br />

işleri zorlaştırır.<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

* * *<br />

Kafede tek başıma oturuyorum. Burada olmaktan<br />

şimdiden fazlasıyla sıkıldım; bu masa, bu sandalye hiçbir şey<br />

ifade etmiyor bana. Kalkıp gitmeliyim belki de, ama nereye?<br />

Ne yapıp edip, içinde bulunduğum “sırf burada olma”<br />

durumunu aşmam gerek. Algım dışarı kapalı, boynum önüme<br />

düşüyor, yetersizliğimin at gözlükleri beni oturduğum masaya<br />

ve önümdeki tabağa, bardağa mecbur ediyor, – ama bir<br />

yerlerden denemeye başlamak zorundayım.<br />

İçgüdüm bir oyun oynamamı söylüyor bana: Etraftan bir<br />

şeyler bulup onları birbiriyle ilişkilendirmeli, örneğin onlardan<br />

bir üçgen kurmayı denemeliyim. Üçgen, evet! Üçlüler bulmalı,<br />

üçgenler kurmalıyım. Basit, güzel bir oyun. Hiç yoktan iyidir.<br />

Elbette oyunuma etraftaki her şeyi malzeme yapmamın<br />

sakıncaları olacak, bunu biliyorum. Doğru üçlüyü tutturup<br />

gerçek bir üçgen kurana kadar sayısız defa deneyeceğim ve<br />

belki de bu sırada her şeyi birbirine sokarak, kaotik bir yumak<br />

yaratacağım. Belki de tam tersi. Denemek gerek. Hem böylece<br />

elim kolum bağlı beklememiş olurum. Gelsin raflar,<br />

pencereler, kapılar, gelsin saksılar, masalar, sandalyeler, tavan<br />

süsleri, heykeller! Fazladan fazladan deneyeceğim, başka yolu<br />

yok. Çünkü nihayet doğru üçgeni yakalayarak bir anlam<br />

geometrisi kurabilmem biraz da tesadüflere bakıyor: Ne yapıp<br />

edip, mekânın dokusunda bilincin yüzeyine göre alternatif bir<br />

akışı ima edebilecek özgün bir açı ve aykırı bir eğim bulmam<br />

gerek.<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

* * *<br />

Önümdeki kare masanın üzerinde kalın bir cam var.<br />

İçerinin görüntüleri yansıyor bu yüzeyden. Tabağımdaki<br />

yemek artıklarına, çatalıma ve kaşığıma, dibinde son bir<br />

yudum çay kalmış bardağıma bakarken farkediyorum<br />

camdaki yansımayı. Bulanık, titrek, tuhaf ayna görüntüleri var<br />

orada. Ortamı bu yüzeyden görmek bambaşka. Uykulu bir<br />

yavaşlık ve dumanlı bir değişim hâkim bu cam-içi evrenin<br />

ruhuna; oyunun gizemi hâkim. Tavandaki dört kollu avize,<br />

orada, kıpırdanan bir venüs sinek kapanı, ses de çıkarıyor.<br />

Çayım, orada, yakut. Duvarın boyası orada mavi bir<br />

akvaryumun suyuyken, tavanın ahşap kenarlığı orada<br />

kurutulmuş engerek.<br />

Yansıma evrenin bu gerçeküstü öğelerinde gezinmek<br />

gözlerim için başlı başına bir zevk. Bu fantastik uğraşı sırf bu<br />

yüzden öylece devam ettirebilirim, vaktimi böyle geçirebilirim.<br />

– Peki ama, bunun ötesinde, yansıma evren benim için beri<br />

taraftaki evrene, buranın zamanına bir ayna olabilir mi? Yani,<br />

yansıma öğelerin birbiriyle olan ilişkisinden canlı, etkin bir ilke<br />

türetebilsem, onu hem o evrende hem bu evrende kullanabilir<br />

miyim? Kısacası, nihayet doğru üçgeni kurarak kötü gidişi<br />

kırabileceğim ve en başta yitirdiğim imgeyi geri<br />

getirebileceğim, aksayan temel işlevi düzeltebileceğim zaman<br />

gelmiş midir artık?<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

GİZ - I<br />

Geminin limana girerken her şey olağanmışçasına açtığı<br />

bayrak ve flamalar anlaşılabilir; salgın haberlerini hiçe sayarak<br />

kente yanaşmaları anlaşılabilir. Rıhtıma demirlerken<br />

ateşledikleri fişekler anlaşılabilir. Karşılamaya gelenlere teslim<br />

ettikleri dostane hediyeler –gümüş at nalı, keçi postu, geyik<br />

boynuzu– anlaşılabilir.<br />

Temmuz güneşinde uzaktan ışıl ışıl gördükleri kente dair<br />

trajedi geçerli değildir onlar için. Niyetlerle ve amaçlarla<br />

gelmişlerdir. Boşaltırlar sandıkları kıyıya. Pirinci bırakırlar,<br />

buğdayı bırakırlar, patatesi bırakırlar. Viran ambarlara<br />

kasalarca afyon, küplerle yağ bırakırlar. Valiye elma şarabı<br />

yollarlar, kılıç yollarlar, inci kolyeler yollarlar. Baştabiple<br />

konuşurlar. Ceset çukurlarına kireç atmaya yardımcı olurlar.<br />

Sonra bekledikleri altınlar gelir, zümrüt ve elmas gelir, gemiye<br />

yüklerler. Bir ara çatışma çıkar, soyguncular öldürülür.<br />

Kadınlar kaçar. Tersane tarafından gelen isyancılar yaylım<br />

ateşine tutulurlar. O sırada konsolos canından olmuş,<br />

gümrükçüler yaralanmıştır. Demir alıp hareket ederken sahile<br />

meşaleler atarlar, çürümüş gemileri ateşe verirler. Teleskoptan<br />

seyrettikleri yamaçlardaki kargaşa onlara dokunamaz. Havaya<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

işaret okları atarak uzaklaşırlar. Yardıkları suyun geçici beyaz<br />

köpüğünü bırakırlar geride, parlak güneşin altında ufka doğru<br />

yönelirler.<br />

Bunların hepsi anlaşılabilir. Başından sonuna dek olaylar<br />

akışının tam ortasında olup da nasıl bağımsız, ayrık<br />

kalabildikleri belki bir şekilde anlaşılabilir. – Fakat asıl sır,<br />

bütün olanlardan sonra, yelkenler arasından gökyüzüne<br />

suspus bakan kaptanın, bir ara neden başındaki sinekleri<br />

kovmaya kafayı taktığı, olağanüstü okyanus manzarasına karşı<br />

gözlerini sersemce yumup ağzında bir saman çöpü<br />

geveleyerek, bayağı bir şarkı söylemeye başladığıdır.<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

GİZ - II<br />

Ormandadır. Patikalardan, seyrek çalılıklar arasından<br />

yürür. Rastgele bir yerinden girdiği ormanın neresinde<br />

olduğunu bilmez. Bir haritası yoktur; sezgileri ne tarafa<br />

yönlendirirse o tarafa gider.<br />

İnsanların dünyasından saatlerdir uzak. Yürür, atlar,<br />

seker, dikkat kesilir, solur. Beden işler, ruh işler; duyuları<br />

açıktır, zihni berrak. İlerlerken, göğü gözden kaçırmaz; rüzgâr<br />

geniş bulutlara göre eser yüksek dallar arasında. Taşların<br />

yüzeyinde madenî dalgalar parlar. Geçtiği yerlerde çalıları ve<br />

yaprakları hışırdatır; ilgisini çeken taşları, tohumları eğilip<br />

toplar. Durur, toprağa yansıyan titrek bir gölgeye bakar.<br />

Takılıp kalır su boyunda. Su sineklerini sayar. Dinmez<br />

ormanın sesleri. Çiçeklerdeki renklerin, yapraklardaki<br />

pırıltıların, yosunlu kayaların, su damlalarının, kıvrımlı<br />

dalların, zengin bitkisel biçimlerin, esintilerin, kımıltıların<br />

belirlediği ve böceklerin, sürüngenlerin, kuşların, memelilerin<br />

uyduğu zamana ayak uydurmuştur. Bıkmadan izler<br />

kertenkeleyi, yılanın kıvrılışını, karıncaları,<br />

peygamberdevesini. Gölgelerin arttığı yerde kuvvetli,<br />

dramatik bir ilişki sezer ormanın iki yakası arasında. Kıvrım<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

kıvrım ağaç kabuğuna bakarken hipnotize olmuş gibidir,<br />

zaman durmuştur sanki.<br />

Ne var ki, sonunda, ormanın kıyısında çıplak bir tümseğe<br />

karşı dikilirken, ne kadar zorlarsa zorlasın, salyangoz<br />

kabuğunun sarmalında yitip gitmiş kuyruklu düşünceyi<br />

yeniden doğuramaz.<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

EV<br />

Bir evim olsaydı, duvarları yeşil boyalı tek odasında<br />

günlerimin kurulu düzeni işliyor olsaydı; orada yatıp<br />

kalksaydım bej çarşaflar arasında, tembelliği sevseydim;<br />

uyandığımda eşyalara göz gezdirseydim, duvarlarda deniz<br />

dibi, kanyon, katamaran resimleri, madalyonlar ve süs<br />

tabakları, raflarda muntazam dizili kitaplar, kız bibloları,<br />

küçük küçük kaktüsler, ayna kaplı bir piramit, bir tütsü altlığı<br />

olsaydı; aniden televizyonun köşesinde duran tepsiyi,<br />

sevdiğim kadının bana bıraktığı sandviç ve sütü farketseydim;<br />

bir not kâğıdı eğik duruyor olsaydı panoda; tavanın sadeliğine<br />

baksaydım, baksaydım, baksaydım; sonra perdenin<br />

aralığından sızan parlak ışıkta tozların uçuştuğu yoğun kesite<br />

doğru kaysaydı gözlerim; pencereden gördüğüm martının tek<br />

bir anlamı olsaydı kısacası…<br />

İşte o zaman, erken baharın büyüklüğünü çılgınca<br />

irdelerken uğurlu taşların ve falların küçük gizeminden<br />

yoksun bıraktığım şimdiki yaşamımdan, – çıtırtının, toplu<br />

iğnenin, yüksüğün ve ellerin eşsiz öyküsünü bulmak adına<br />

vazgeçebilirdim.<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

EKRANDA<br />

bir kadın haber spikerine<br />

Sana bakarken bulduk kendimizi.<br />

Sen, görüntü olmayı seçmiştin bizler için. Fakat sana<br />

bakmaya nereden başlamalıydık, bunun için özel bir an mı<br />

kollamalıydık, bilemedik. Rastgele bakmaya başlamışız,<br />

farkında bile değiliz. Kabullenmişsin kendini bize sunmayı,<br />

karşımızdasın.<br />

Çerçevenin ortasındasın. Giyim kuşamın, saçlarının<br />

biçimi, makyajın, takıların belli bir tarzın bütünlüğü içinde bir<br />

araya geliyor. Seninle sunulmak istenen portre, istendiği gibi<br />

ulaşıyor bize.<br />

Ama bunlar senin kendini o portreye uydurmak için<br />

harcadığın çabanın yanında ne ki? Sen tüm konuşmanı,<br />

tavrını, okuyuşunu programlamışsın: Sesinin tonu ve<br />

yüksekliği, vurgular, söyleyişteki netlik, hız ve akıcılık –<br />

bunların hepsini kurallı kılmayı başarmışsın. Üstelik bu bilinçli<br />

ve ölçülü tutum mimiklerin için de geçerli. Falanca vurgu için<br />

falanca mimik. Falanca anlam imi için falanca tebessüm, yaslı<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

tavır veya yadırgama. Duruşun dimdik; kendinden emin,<br />

serinkanlısın; jestlere yer yok, soylu bir ciddiyet takınmışsın.<br />

Hiç kimseye bakmamıza izin verilmediği kadar izin<br />

veriliyor sana bakmamıza. Belki bir dakika boyunca, aralıksız,<br />

sende gözlerimiz. Sadece senin kıpırtıların, sadece senin<br />

ağzından çıkan sözler, senin yüz ifaden, duruşun, bakışların.<br />

Başrolde sen varsın. Uzun uzun inceleyebiliriz seni.<br />

Detaylarına odaklanabiliriz. Parça parça ayırıp sonra yeniden<br />

birleştirebiliriz. Ya da parça parça bırakabiliriz. Belki de görsel<br />

bir aşırılık daha iyi bir estetikle anlatırdı, bir görüntü olarak,<br />

seni. Tek bir alaycı mimik, onlarca enstantanede. Ya da genel<br />

portren, kristalin otuz iki façetasında. Kısa, kestane rengi<br />

saçlarının omuzlarının üzerinde ara ara dalgalanışına mutlak<br />

bir sessizlikle odaklanarak orada özel bir zaman yakalamak,<br />

hareketin mekanik işleyişindeki biricik insani ilgiyi aramak.<br />

Ekran sana adanmış. Romanya’yı basan sel, Nevada’daki<br />

planör kazası, Kırgız kartal terbiyecileri ve yeni tanıtılan robot<br />

teknolojisi haberlerinin görüntüler dizisi arasında, senin otuzkırk<br />

saniyelik kesitlerin geliyor: Sen, yine Sen, – yeterince<br />

sabredebilirsek, belki de nihayet kişiliğin belirecek o kesitlerin<br />

toplamından, – çağın nesnelliğini taklit ederek.<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

DAHA BÜYÜK BİR DEHA<br />

Ne tuhaftır dâhinin kendinden daha büyük bir deha ile<br />

karşı karşıya kaldığı an! Başka bir dehanın büyüklüğüyle<br />

yüzleşmekten söz ediyorum: Hem yaşanan ani kırılma ve<br />

ardından gelen karmaşık değişimler, hem de böylece açığa<br />

çıkan ölçüsüz enerji itibarıyla üzerine kafa yorulmaya değer<br />

bir mesele sunar bu karşılaşma ânı.<br />

Bunun gerilimsiz olması beklenemez örneğin. Hatta<br />

tümden gerilimdir dense yeridir. Çünkü dâhi öncelikle dâhi<br />

kalmak ister; denebilir ki onun dehasının özü budur; oysa bir<br />

başka dehanın varlığında bu pek kolay değildir. – O, kendi<br />

isteğiyle değil, mecburen tutmuştur dehasının yolunu; bu daha<br />

en başından böyledir; işlemiş, elden geçirmiştir dünyayı; iç<br />

huzursuzlukları rahat bırakmadığından üzerine gitmiştir<br />

kentin, günün, havanın, duyum ve alışkanlıkların; olduğu gibi<br />

bırakamamıştır nesneleri, deneyimleri; çatışa çelişe, zar zor bir<br />

şeye benzeyebilmiştir doğanın ve kültürün koşulları içinde;<br />

ayrıksı dürtülerini yeni alanlarda uygulamaya koymuştur:<br />

Artık sadece kendi işlenmiş dünyasında rahat edebilir; ya da<br />

edemezse de, yine orada rahat edemez; ayrılmaya niyeti<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

yoktur binbir zorlukla yakaladığı özgün uyumdan, çapraşık<br />

dengeden. – Bir başka dehanın varlığı ise bunu zora sokar.<br />

Yani kapsamlı bir projedir deha. Abartılı bir işçilikle,<br />

algılanabilen tüm dünya ve bütün eğilimler değişikliğe<br />

uğratıldığından; girift içyapının ve özgün reflekslerin<br />

gereklerine uygun, toptan yeni bir yaşayış üslûbu ve çelişme<br />

zemini geliştirildiğinden; ve son olarak da, deha kendini<br />

sağlama almakla kalmayıp bir de kendi tiranlığını<br />

dayatabilmesi için geçerli bir meşruiyete şiddetle ihtiyaç<br />

duyduğundandır ki, – emin olmak zorundadır o, kendi ne plus<br />

ultra büyüklüğünden.<br />

Dâhi, varlığının temellerini işte böyle ilkel ve yabanıl bir<br />

çerçevede denetler. – Yabancı bir dehadan sakınır, dahası, onu<br />

gereksiz görür. Eğer karşısına çıkan kendinden küçükse, yer<br />

onu, – kolayca sindirebildiği için beslenir bile bu sayede. Ama<br />

kendi kadar veya kendinden daha büyük bir deha ile<br />

karşılaşmak, arzu edilir bir durum değildir kesinlikle; öylesi,<br />

dehanın kurulum mantığına ters düşer. Göz göre göre buna<br />

yönelmesi halinde, dâhi kendini tümden tehlikeye atacaktır;<br />

çünkü o, en köklü tehlikelere karşı kendini savunmaktan<br />

acizdir aslında.<br />

Dâhi kendinden daha büyük bir deha ile karşılaştığında,<br />

kıyamet kopar: Sûr’a üfürülmüş gibi olur gerçekten de. – Bunu<br />

takip eden birkaç saniye içindeki bir dizi olayın anlaşılması<br />

imkânsız gizemi dehaya içkin düşüklük ve yetersizlikleri<br />

apaçık kılacağından, denebilir ki, bu ilk birkaç saniyede<br />

sonrası için kalıcı tahribat yaratabilecek bir değişim<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

potansiyeli, korkulan yıkımın tohumu gizlidir. – Çünkü dâhi,<br />

kendini açıklamaktan sakınmıştır hep.<br />

Sözgelimi, o birkaç saniyede, önce, uğurlu sineklerini<br />

kaçırır dâhi. Sonra, kitabı elinden bırakır, lambayı söndürür,<br />

pencereye gidip meydana bakar, süs havuzlarının civarında ve<br />

yürüyüş yollarında insan kalabalığının tuhaf bir şekilde<br />

serbest kaldığını görür: Aykırı, kopuk, başıboşturlar, rastgele<br />

hareket ederler, içeriksizdirler. – Havada bir gıcırtı duyulur;<br />

halatlar gerilir, teller kopar. Derken, uzakta, çingene kentine<br />

uzanan yağmur ıslağı otobanının sapsarı rengi pis pis sırıtır,<br />

kükürt koktuğunu belli eder. Çiçekçi kulübesinden<br />

kaybolmuştur tropik işaret: Birkaç dakika önce varolan, şimdi<br />

yoktur. Hava vakumlanır. Beton kaplanır kıyı köşe.<br />

Ortamahalle’nin yamaçları beylik renklerle badanalanır.<br />

Taflanlar artık tabudur; ufuk, işlevsiz. Gönderlerse tam<br />

kuzgunluk.<br />

Başka olmanın derin acısıdır bu. Tüm değerlerin<br />

istemsizce yenilenişi yönünde bir zorlanmaya karşılık, tüm<br />

değerlerin histerikçe yinelenişinin doğurabileceği en köklü<br />

benlik şüphesinin kaçışsız dehşeti…<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

OLAĞAN<br />

M. D. için<br />

odanın dört köşesini<br />

kavuran elektriğin ortasında<br />

cürümden sakınarak gezinirken,<br />

masa yüzeyindeki ahşap dalgalarında<br />

zekâ anakaralarını uyanmış<br />

bulduğum egzotik evimde,<br />

taba rengine bürünmüş<br />

ketum bir ben ––<br />

bir de bana gözünü dikmiş<br />

kedi:<br />

atalarının kozmik silsilesinden bakan.<br />

geçiyorum<br />

bir koltuktan diğerine (allargando)<br />

yalpalayarak:<br />

kulağımda müzik,<br />

kendimi parlak<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

güneşlere karşı kurulmuş<br />

bronz medeniyetlerde,<br />

yokuş tepelerindeki Dvorak şatolarının<br />

üzerinde, gökte, bulutun ucunda<br />

kopyalayarak.<br />

beylik duvarlarda<br />

aksayan gözlerim için<br />

bir incipit belirtisi,<br />

havada tenime bir ısı şoku<br />

veya kulaklarıma boşluktan<br />

sessiz ormanlar arıyorsam,<br />

dayanağım istemdir, tabudur, oruçtur,<br />

yanardönerliğin sırrıyla<br />

bu dünyaya tutunmuş<br />

mobilyalardır,<br />

karanlığın eklemleridir.<br />

çünkü salonun<br />

zengin duyum cangılı ile<br />

dülgerin ahşap ve ciladan ibaret<br />

kuru gerçekliği arasındaki uzlaşmazlığın<br />

hep yeniden tetiklediği düşüklüğü<br />

ve kopuşu önceleyegelmiştir<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

–– beni alıp yoğun uzaya yerleştiren,<br />

etrafımı çepeçevre sezinleyişim,<br />

durduramadığım yüksek dürtü,<br />

delilim.<br />

bilir bunu kedim, beni tanır:<br />

yansın ocağın ateşi,<br />

fokurdasın mutfakta tencere,<br />

kabarsın suda baloncuklar,<br />

aksın havada toz,<br />

yayılsın koku,<br />

duyulsun tıkırtılar,<br />

–– kireç, amber ve eskilik<br />

kokan evimde<br />

uğursuzca dikilsin isterse<br />

beni sonsuzluğa karşı yapacağım<br />

bir hatanın azabıyla tehdit eden<br />

dörtduvar:<br />

eninde sonunda<br />

masumiyetim<br />

bağdaş kurup kemirdiğim<br />

mısır koçanından,<br />

birdenbire hapşırmamdan<br />

anlaşılır.<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

MOMUS<br />

Oyun sırasında domino taşları masanın üzerinde nasıl<br />

sıralanırsa, yaşamının akışı içinde o da edimleri öyle<br />

sıralayabileceğini düşünüyor: Her edim bir diğerinin<br />

ardından, bir birim, bir taş gibi; örneğin bir taşın dördüyle<br />

öbürünün dördü, onun ikisiyle bir diğerinin ikisi nasıl yan<br />

yana gelirse, öyle. Dizilim bu şekilde devam ettikçe, tutarlı bir<br />

bütün ortaya çıkıyor ona göre.<br />

Peki, madem öyle, madem edimleri domino taşları gibi<br />

sıralayabiliyor, – o halde neden hiç gülmüyor? Oyun değil<br />

midir domino? Sıkı bir domino oyuncusunun neden bir karış<br />

suratla oynaması gereksin; iyi oynamanın yolu neden katı bir<br />

ciddiyetten geçiyor olsun? – Edimler domino taşları gibi<br />

sıralanıyorsa eğer, öncelikle oyun zevkini korumak gerek.<br />

Çünkü somurtmak bir yöntem değildir. Çocuksu bir neşe ve<br />

masumiyet içinde oynamıyorsanız, hiç oynamamak daha iyi.<br />

Gülmeyi bilmiyorsanız, en korktuğunuz şey başınıza gelir,<br />

kendiniz gülünç duruma düşersiniz: Domino taşları bile güler<br />

halinize.<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

Aslında en esaslı işlerde bile hep böyledir bu; ama hep de<br />

gözden kaçırılır. Sanırız ki, önemli edim hep solgun ışıkla<br />

aydınlanmış olmalı. Üzerinde çalıştığımız proje ne kadar<br />

kapsamlı ve uzun solukluysa, o kadar surat asarız. Karartırız<br />

mekânı – ve bunun böyle olması gerektiğini düşünürüz. İşe ne<br />

kadar odaklanırsak, uyguladığımız program uğruna ne denli<br />

sıkıya girersek, işin eğlencesini o denli kaçırır, gitgide<br />

tuhaflaşırız. Üstelik bu durum, başarıyla ilerlediğimiz ölçüde,<br />

daha da böyledir, – söz konusu olan ister bir sanat, edebiyat ya<br />

da düşünce yapıtı, ister bir felsefenin ve yaşam programının<br />

kökleşmesine koşut bir benlik çalışması, özyaşamsal bir ödevin<br />

dürtü ölçeğinde gerçekleşmesi olsun. Kulak verin,<br />

duyacaksınız: Yapıt ilerliyor mu, – o halde gülünüyordur bize!<br />

Kahkahalar göklerde yankılanır. Her yerdedir kahkaha! Her<br />

taşın altında kahkaha, her köşenin ardında kahkaha!<br />

* * *<br />

Benim durumum da aynen böyle işte: Çalışma disiplinim<br />

ve yapıta odaklanmışlığım beni bugüne dek türlü gülünç<br />

hallere düşürmüş, kahkaha kaçınılmaz şekilde musallat olmuş<br />

üzerime. Örnekleri sayısız. Gerçi gizlerim ya bunları. Ama bir<br />

kez olsun dürüst olayım, anlatayım az buçuk. Bu da benim<br />

“itiraflarım” olsun: Görün ne hallerdeyim, gülmeden iş<br />

yapacağım diye.<br />

Örneğin, bir defasında, çok tatsız bir ânımdı, lüks bir<br />

kafedeydim ve tek derdim iç sıkıntımı gidermekti, kafenin<br />

köşesindeki kırmızı pasta tezgâhının, önünde duran yeşil<br />

önlüklü, Hitler bıyıklı garsonla belirgin bir enerji yaymaya<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

başladığına tanık olmuştum. Buna ne demeli? Kırmızı pasta<br />

tezgâhında, yeşil önlükte ve Hitler bıyığında yaşamsal bir<br />

kaynak olduğuna inanmaz mı insan? Bu kaynaktan, tezgâhın<br />

üzerinde, önlüğün kırışıklarında ve bıyıkta bakışlarımı<br />

gezdirerek o kadar uzun süre faydalandım, öyle çok baktım ve<br />

baktım ki – bu suistimal garsonun sipariş almak için<br />

yanıbaşımda bitivermesiyle sonuçlandı. Kırmızı tezgâhla,<br />

önlükle ve Hitler bıyığıyla özdeşleştirdiğim deneyim<br />

bozuluverdi birdenbire. Hem bakınca, önlük yeşildi ve bıyık<br />

Hitler bıyığıydı, ama tezgâh o kadar da kırmızı değildi, kiremit<br />

rengi, turuncuya çalan, soluk bir şeydi. Anlayacağınız,<br />

kaynağa yabancılaştım. Suçu garsona attım. Siparişleri<br />

getirdiğinde, olmadık bir bahane bulup çıkıştım çocuğa. O da<br />

anlamadı ne olduğunu. (–Tüm bunlar bir şiirin yazım<br />

aşamasına, o amansız zihin meşguliyetine denk gelmişti, buna<br />

ne dersiniz?)<br />

Bunun gibi daha neler vardır hayatımda. Anlatsam<br />

şaşarsınız. Örneğin, şu, eylemlerimin mavimsi bir aydınlıkta<br />

daha meşru görüneceğine inandığım ve evimde tüm kapalı<br />

mekân ışıklarını mavi kılmaya çabaladığım dönem. Nasıl boşa<br />

harcanmış bir emek! (Ampul sormaya gittiğim elektrikçilerin<br />

suratıma nasıl baktığını hâlâ hatırlıyorum.)<br />

Ya da o an farkedemediğim bir dillerarası kelime<br />

köprüsünün trafiğin sıkıştığı caddeleri reçelleşmiş olarak<br />

algılamama neden olması, ama bunu farkedemeyip de reçelin<br />

kentin ruhunda gizli olduğunu ilk kez benim keşfettiğimi<br />

sanarak müthiş derecede gururlanmam!<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

Ya da bir dönem, Wagner’in Uçan Hollandalı’sında, susam<br />

kokusuna ve genç kız günlüklerine dair notalar olduğuna<br />

ciddi ciddi inanmam, hatta leitmotifler kafamda yankılandıkça<br />

havada sürekli susam kokusu, karşılaştığım tüm genç kızlarda<br />

matbaadan yeni çıkmış birinci hamur kâğıt kokusu duymam!?<br />

Peki, hiç düşünür müydünüz, benim gibi birinin<br />

panoramik bir manzarayı baştan başa duyabilmek için yapay<br />

bir algıya, bir tür bumerang efektine ihtiyaç duyacağını?<br />

Gülünç, değil mi? Olur olmadık her yerde her an nereden<br />

bulunur bumerang, nasıl temin edilir? Seni gidi mimesis<br />

bağımlısı seni! Ne kafa!<br />

Onu bırakın, müzede rastladığım bir güneş kursunu,<br />

kendime rakip görerek, güreşerek devirmeye çalışmışlığım<br />

vardır! (–Hatta beyin eğer bir böcek olarak düşünülebilirse,<br />

benimki kimi günler hamamböceği bile değil, düpedüz<br />

ambitidir, benden duymuş olmayın.)<br />

Bu dünyada zencerek fobisi olanlar veya bir bacağı kısa<br />

olan tavuklara ayak altlığı yapmaya kendini adamış olanlar<br />

var, – adım gibi eminim bundan. Çünkü sabırsızlığımla,<br />

huysuzluğumla, inatçılığımla, histerik kudurmuşluğumla (seni<br />

gidi Momus seni!) yaşamın fizik temellerini hiçe sayan aceleci<br />

uygulamaların külliyatını çıkarıp dağarcığıma yazdım,<br />

saçmalığa talimliyim, oradan biliyorum.<br />

Körfezin ucunda ışıltılı imgelerin kıvılcımını çaktırmaya<br />

çalışırken, dünyayı buuumm! diye havaya uçuran birini<br />

biliyorum.<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

DAĞ VE KENT<br />

Sessizliktir, düştür, uykunun ipeğidir sabahları kentin<br />

dokusu.<br />

Doğudan gelen çarpıcı işaretle, günüm binaların,<br />

anıtların ve kulelerin üzerinde kurar devasa ülkü çadırını, açar<br />

yelkenlerini.<br />

Ovaya yayılan kentin genel karakterini doğudaki konik<br />

dağ belirler. Çünkü kent ne denli gelişip kök salarsa salsın,<br />

aslında hep coğrafyanın baskın ifadesiyle sunar kendini. Dağ<br />

bölgede temel bir anlam matrisinin merkezidir, yönler ve çevre<br />

için kuvvetli bir ilgi düğümüdür; kütlesiyle, eğim ve bakısıyla,<br />

renkleriyle, gölgeleriyle, hava olaylarının etkisi altında<br />

sergilediği değişimlerle, duyum odaklarıyla, yerel geçişleriyle,<br />

kenti kendine endeksler.<br />

Yatay doğrultuda bölgeyi tarayan göz, dağa gelince, rutin<br />

işlevinden sıyrılıp yaşamsal bir görüş kazanır: Koniyi, tepede,<br />

evvelki günkü kardan kalan beyazlık bir külâh gibi bezemiştir;<br />

alçakta, geniş bir bant boyunca uzanan ormanlık alan, sanki<br />

derin uykudaki, dev, mitolojik bir hayvanın postu gibidir;<br />

kentin sınırında, yamacın boz bir parselindeki araç parkında,<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

felaket kamyonları için stratosfer burgaçlarının metafizik<br />

karanlıklarından krom rengi bir izdüşüm vardır.<br />

Dağın kuzeye bakan yamacında, yoğun bulutların<br />

daracık eflatun bir katmana sıkıştırdığı araştırma istasyonu<br />

başlı başına güçlü bir işarettir. Güney yamaçta ise, doğru bir<br />

anda bakınca uğultularla ve ayinin büyüsüyle kaynayan,<br />

sunağa benzer kayalık bir uçurum göze çarpar. Kütlenin can<br />

alıcı damarından havaya derin, belli belirsiz bir ısı yayılır.<br />

Bu ve benzeri tüm etkileri olanaklı kılan, temelde, dağın,<br />

kendisinde barındırdığı ağırlık, sağlamlık ve sarsılmazlıkla<br />

bölge için bir eksen, bir dayanak, bir denge noktası olması,<br />

böylece kentin ve topoğrafyanın bütünlüğünü tek başına<br />

kuruyor olmasıdır.<br />

İşte bu sayede, şimdi, kenti neredeyse tanrısal bir gözle,<br />

olabilecek en geniş aralıktan seyrediyorum uzaktan. Dağın<br />

etkisiyle; kapsamlı basınç değişimlerini, yönler arası<br />

gerilimleri, ani oluş ve dönüşümleri, iniş çıkış ve kıpırtıları<br />

ortak bir müziğe ait motifler olarak duyuyorum. Hepsinin<br />

sıralanışı, ahengi ve farklılığı, her birinin kattığı tını bana ayrı<br />

bir zevk veriyor. Gelişigüzel karmaşaları, beklenmedik çelişki<br />

ve zıtlıkları bile, hiç kazaya uğramadan, berrak bir gözle, sanki<br />

üstün matematiksel işlemlermiş gibi seyrediyorum. Akıp<br />

giden stoik yavaşlıkta ara ara küçük kırılmalar, duyu pırıltıları,<br />

elektrikli sıçramalar, manyetik uğraklar yakalıyorum. Bu<br />

yüzden ayrılmıyorum bulunduğum seyir taraçasından; art<br />

arda, sınırsız olanakların tadını çıkarıyorum.<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

Gökdelenlerini, meydanlarını, anıtlarını, kanal ve<br />

köprülerini, yokuş ve düzlüklerini, yeşilli, grili, kahverengili<br />

tüm renklerini müziğin magmasıyla yaşadığım kentte<br />

mizansen doluyor sokaklara ve parlıyor yığınların ortasında<br />

büyülü dejavu. Anten kulesinden bir anlığına geçen tekinsiz,<br />

tuhaf işaret korkutmuyor beni: Dağın sessiz re majörüyle<br />

boşluğa her an üstün geliyorum.<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

GÖR-SEL<br />

“TV screen is the retina<br />

of the mind’s eye.”<br />

Bozkırın belirsiz bir yerinde, taşın dibinde titreyen yerel<br />

bitki: Görmeli miydik bunu? Yağmurlu, kapkaranlık günün<br />

ortasında ıssız taşra yolunda virajı alan araba: Bu bize<br />

gösterilmek zorunda mıydı kamera merceğinden? Su<br />

birikintisine düşen meşe palamudu: Biz görelim diye miydi bu<br />

düşüş? Karla karışık çamurda ayak, pati, tekerlek izlerini<br />

gördük – ekranda. Hurda yığınları gördük, mağara ağzında<br />

yosun kolonileri gördük. Oda büyüklüğünde bir su tankının<br />

içindeki boşluğu tanıdık.<br />

Tren yolu geçiyordu bomboş araziden, öylece<br />

bırakamadık rayları, görmeyi seçtik: paslı çelik, çakıllar<br />

arasında bitmiş dikenli otlar, sıvanmış katran.<br />

Görmeyi seçtik: Ne kadar görecektik; her şeyi göreceksek,<br />

görmeyi nerede kesecektik, kesebilecek miydik, düşünmedik.<br />

Görmeyi seçtik. İşte, harıl harıl işliyor ekranlar: Dalmaçya<br />

kıyılarında bembeyaz, sıkıntılı bir gün ışığı; beklenmedik bir<br />

anda ardı ardına çakan devlet kurucusu portreleri; mat bir<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

zeminde çoğalan formüller, banknotlar, sayılar; yakın çekim<br />

palyaço suratları; radyoaktif bir obruk ve helikopterdeki<br />

araştırma ekibi; podyumda mor, pembe, elektrik kırmızısı<br />

renkler içinde abartılı kadınsılık; Cava’da kurban ateşleri; bir<br />

müzayedede satılan amfibik hayvan fosili; Weimar’da uzaktan<br />

Belvedere; katabatik rüzgârının estiği ıssız boşlukları, Büyük<br />

Sahra’yı, okyanus çukurlarını belgesel prodüksiyon marifetiyle<br />

anında dolduruveren insancıl tanım; sadece iki saniyemizi<br />

ayırdığımız müren balığı; havai fişeklerin, maytapların, şerit<br />

kurdelelerin, fırıldakların, ışık şovlarının ortalama anlatımıyla<br />

çabucak özetlenen görkem; düşsel ejderha tasvirleri; filmin<br />

final sahnesinde teatral ölüm; akışkan grafik tasarımlarla<br />

birbirine giren çınar yaprakları, notalar, kalpler; kızıl bir<br />

mercekten bakılan iletişim uyduları, lüks restoranlar, Wall<br />

Street kalabalıkları; su yüzeyine yakın seyreden İkinci Dünya<br />

Savaşı denizaltısında sepya efektiyle pekiştirilen sinsi kötülük;<br />

tekil eylemcinin en can alıcı anda tökezlemesinin dokuz<br />

doğurtan tekrarları; balıkçı tekneleri, iskeleler, oltalar, ağlar ve<br />

halatlar üzerinden, tüm dokusu balıkçılık teması üzerinden<br />

örülmüş bir Amasra.<br />

Akıp gidiyor, sona ermiyor görüntü dizisi; eksilmiyor,<br />

çaptan düşmüyor ekran. Dizi birdenbire kesilse ve araya süresi<br />

belirsiz bir karanlık girecek olsa bile, hiç merak etmeyin,<br />

tanımlı blank bir siyahımız var, boşlukta kalmamamız, korkuya<br />

kapılmamamız için.<br />

Seçimimizi en baştan yapmış, görmeyi seçmiştik: olanı<br />

kendimize katmayı, kendimizden saymayı. Böyle böyle<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

görüntülerle doldurduk gözümüzü. – Çünkü bizler,<br />

görüntünün kararmasından bile korkmamıştık, ama daha en<br />

baştan görmeyi seçmezsek eğer, sonra, örneğin Monument<br />

Valley’de kör bir nokta, Eyfel Kulesi’nde mekânsızlık, ya da<br />

San Pietro Meydanı’nda dipsiz bir kuyu buluruz diye<br />

çekinmiştik.<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

KARAÇAM<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

YOL<br />

tüm bedenim<br />

ilkyaz köpüğüne<br />

bulanmışken<br />

soluğum kesiliyor da<br />

öyle tanıyorum<br />

güneşin çekildiği batı<br />

ufkundaki geniş mesafeleri ––<br />

bozkırlara göre,<br />

yelkenlere göre,<br />

kampanalara göre<br />

akşamın geniş pembe bulutları altında<br />

titrek ışıklarıyla cevher gibi parlayan,<br />

keskin bakışlar, hız, ıslık ve ateş için<br />

buz gibi bir menzil olan<br />

ve minörlerle karışan<br />

arı kovanı kent ––<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

işte!<br />

irademin ötelere<br />

aniden hücumuyla sarsılıyor:<br />

benden kopan majör dalgaya<br />

mitolojik falez<br />

kovuğuna sürüyorum<br />

dolunayı,<br />

rüzgârı ufka uzanan<br />

koridorda tutuyorum,<br />

eşikte duruyor çağın taklası,<br />

baktığım tepede<br />

bir mühür:<br />

geçitlerin ağzında<br />

sonsuz dokuya teğetim yine,<br />

–– alışkanlıktan<br />

tıp diyorum zamana<br />

yüksekteki martıları<br />

takımyıldızlar vertigosunda<br />

mekik dokumaya koyabilmek için<br />

ve oluşlar kanyonunda<br />

darboğazda koruyabilmeleri için onlar<br />

yanan içeriklerini ––<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

sırtımı leitmotifin<br />

elektriğine yaslıyor,<br />

tamlıkla kavrulmayı göze alıyorum<br />

eylemler kalabalığında<br />

kömürleşmemek adına<br />

bir boşluk yarattığım an,<br />

soluğumu tutarak<br />

dirimimin ayrımına<br />

en uygun sade<br />

zemine doğru yürüyorum,<br />

durumumu aydınlatan<br />

günlük öyküm<br />

rüzgârın akımında<br />

kırpışan şifreli dallarla<br />

bana gelirken,<br />

–– birdenbire<br />

öteye dönüp<br />

bana “sakın bakma” dedikleri<br />

ters tarafa,<br />

göz kamaştıran kaldırımın<br />

kör noktasına<br />

bakıyorum,<br />

–– tarhtaki biricik<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

sarı gülün sarmalında,<br />

en içte<br />

kendi sarmalımın<br />

sonuna yaklaşayazıyorum<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

İP<br />

elinize tutuşturulmuş işte:<br />

nedir ip?<br />

–– iki ucundan gerilince<br />

düz çizgi olan bir eğri.<br />

ip nedir?<br />

bağlayın: iki karışlık mesafede<br />

şunun buna, bunun ona ilgisi.<br />

ip nedir?<br />

ilmik yapın, vazonun boğumuna takın,<br />

seramiği vanitas dokusundan alır.<br />

ip nedir?<br />

bir ucundan tutup sarkıtın,<br />

ayrımdır, sınırdır, düşeyin anlamıdır.<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

ip nedir?<br />

boşlukta sallanınca yılan gibi kıvrılır,<br />

eğrinin dansıdır, ortamın zehrini alır.<br />

ip nedir?<br />

dolaşır ––<br />

düğümken çözümünü,<br />

çözükken düğümünü arar:<br />

en uçta kördüğümdür, yumaktır.<br />

ip nedir?<br />

–– elinizden bıraktığınız an,<br />

yine eğri.<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

SEYİR DEFTERİ<br />

Yoğun siste yerimi yönümü seçemeyip iki adım önümü<br />

dahi göremezken yol almakta diretmemin yersiz olduğunu<br />

sonunda anladım. İlerlemek neden zorunlu olsun, mademki sis<br />

izin vermiyor ilerlemeye? Daha da beteri; en iyiyi görmüş<br />

olmanın alışkanlığıyla sisi bir üst döngü üzerinden yaşamaya<br />

çalışmak. Oysa sis sistir: Dumanla, pusla, göz gözü görmez<br />

halde yaşanacaktır, başka yolu yok. Koşullara boyun eğmek<br />

gerek. Ya sisin içinde sise boğulacağım, ya da ısrar etmeyip,<br />

ilerlemekten vazgeçeceğim; ikisinden biri. Alışkını olduğum<br />

yüksek edimleri ortaya koyabilmem şu an imkânsız.<br />

* * *<br />

Zorlamak boşuna. Sis yolcusu olmayı bıraktım. Parlak bir<br />

fikir geldi aklıma: Oyun! Hem vites düşürmenin bir yolu,<br />

yumuşak bir geçiş, hem de aniden kesilen yolculuğun ikamesi.<br />

Boş durmayıp işlemeye devam edebilmek için sudan bir<br />

bahane. Tam aradığım şey. Yeter ki oyalasın beni, sisten uzak,<br />

dörtduvar arasında. Ağırlaştırsın kanı; zamanı unuttursun.<br />

Bittiğinde, kış uykusundan çıkmış gibi dinlenmiş, taptaze<br />

olayım. Yenilenmiş olayım. Bir başlangıç sıfırı olayım.<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

* * *<br />

Oyunun başına geçerken bir tanığım yok. Bu seçimin<br />

neye karşılık geldiğini ben bilebilirim yalnız.<br />

* * *<br />

Minimal bir oyun buldum. Boş bir kâğıt gerek, tek bir<br />

sayfa yeterli. Nasıl da geniş bir boşluk var kâğıt üzerinde.<br />

Matematiksel bir oyun; sudokuya benziyor. Tek başıma<br />

oynuyorum. Kurallar belli, her şey gayet basit. Harfleri ve<br />

rakamları boş hanelere işliyorum, düz ve çapraz çizgiler yön<br />

veriyor. Doldura doldura ilerliyorum. Düzen, ilintiler, diziler.<br />

Kâh dizileri bozan hatalar, kâh alternatifler, kâh açmazlar, kâh<br />

absürt rastlantılar ve kırılmalar. Örüntünün soyut gerçekliği.<br />

* * *<br />

Sayfa desen desen oldu. Bu da bir iştir, bir edim.<br />

Dakikalar akıp gidiyor. Masumiyeti yakaladım, çocuksu bir ses<br />

yankılanıyor içimde. Uykuya yatmış her türlü art niyet. Tıkır<br />

tıkır ilerliyor oyunum. Şu an en doğru şey burada olmak.<br />

* * *<br />

Masanın başından kalkınca aslolanın oyun olmadığını<br />

hatırladım. Adımlarım beni loş yatak odasına götürdü, neden<br />

bilmiyorum. Tuvalet aynasının önünde bir saat önce yaktığım<br />

tombul mumlar yanıyor hâlâ. Aynadan mumların kırmızı, sarı,<br />

yeşil renkleri ve alevlerin parlaklığı tatlı tatlı yansıyor.<br />

Zamanın ürperti dolu dokusunu bir aralık yeniden<br />

yakalıyorum. Hesaplamış mıydım bu ânı, önceden planlamış<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

mıydım? Hepsi planlıymış gibi, sahipleniveriyorum mekânı,<br />

ışığı, yeşili, sarıyı, kırmızıyı.<br />

* * *<br />

Aynanın önünde geçen yoğun birkaç dakikanın<br />

ardından, rahat, tereddütsüz adımlarla odanın arka tarafa<br />

bakan penceresine yöneliyorum. Başımı dışarı uzatıyorum.<br />

Hâlâ sis var. Bakışlarım sokağın aşağısına doğru kayıyor.<br />

Karşıki apartman bloğunun sonundaki boş arsada pusun<br />

bulandırdığı sokak lambasını gördüğümde, hipnotize<br />

olmuşçasına incelemeye başlıyorum sisin etkilerini – ve bir<br />

anda, başka hiçbir zaman yakalayamayacağım tuhaf bir<br />

nesnellikle özünü duyuyorum sisin, pusun, isin, buhurun,<br />

kimyasal gazların, yoğun endüstriyel bulutların, dumanın.<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

GİZLİ YAŞAM<br />

Savaş, yıkım ve felaket tasvirleri zararsız, uysal, eğlenceli<br />

bir seyirliğe dönüşerek kırpışıyordu evler içre, odaların<br />

loşluğunda. Tuba sesleri işliyor, çelesta duyuluyordu<br />

derinden.<br />

Boğuk duvarlarda, aylaklığın lacivert tekinsizliğinde,<br />

Assulin’in büyük tekerlekleri ağır ağır dönüyordu: 1930’lardan<br />

beri lux aeterna tıkırtıları, – bengi tahtakuruları.<br />

Kapalı iç mekânlar dışarının geniş, uzak, aydınlık<br />

alanlarının kopyalarını arar hep. (Günlük değişimlere büyük<br />

gerekçeler bulmak gerek: açlığa yorum.)<br />

Bir zamanlar dünyayı vahşi bir güzellik içinde görmek<br />

istemiş, sıradan bir yürüyüşün ucuna bile çamların,<br />

lavantanın, derelerin, toprağın koku âlemlerini, efsaneleri,<br />

Ekvator güneşini beklemiştim. Israrım tüm varlıkları<br />

yoğunlaştırdı, doldurdu, şişirdi, kabarttı, her şey çatlamaya<br />

durdu, zonkladı, sancıdı. Çünkü karşılaşacağım direncin, bakır<br />

renginin ani bir baskını gibi zorlayıcı (ve bakışsızlaştırıcı)<br />

olacağını, düşüncemdeki karanlık tohumun kadın yüzlerinde<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

peyda olacak metalik yansımalara hazırlıksız yakalanacağını<br />

kestirememiştim.<br />

Yine de yoğun, rastlantılarla, içgüdüyle, yanlışlarla dolu,<br />

heyecanlı bir yol tuttum. Görünür değildim eylemde; hatta<br />

eylerken, bir çuval siğilotu yutmuş gibi görünmezdim. Ama<br />

öyleyken bile ayrımımı eylemle ortaya koydum: Dünyayı<br />

içeriden değiştirdim, şeylerin düzeniyle oynadım, büyük bir<br />

dönüşüm yarattım. Kusurdu bıraktığım nişan.<br />

Şimdi, gizli yaşam dağarcığıma uygun, bilinmeyen bir<br />

araştırmalar ve deneyler döneminin eski yöntemiyle, –<br />

koridordaki bir kıvılcım yanılsamasının ardından, alto seslerin<br />

tuhaf bir çekim doğrultusunda derinleştiği antre köşesine<br />

doğru hemen harekete geçiyorum, – ne yaptığımı iyi<br />

biliyorum.<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

GÖRÜNTÜDEKİ DİRENÇ<br />

Sırttaki taşra yolunda uzaklaşan otobüs, geçtiği<br />

dönemeçten uzak sivri tepenin üzerindeki girdapsı buluta<br />

doğru hayalî bir uçuş yolu gösteriyor. Yörenin en can alıcı<br />

perspektifinden bakıyorum; buradan her an o doğrultuda<br />

fırlatılacak gibiyim.<br />

Ham nesnel gerçekliğiyle manzara yekpare hiçtir; ama<br />

bana dokunan tek bir öğeyi dayanak alarak, oradan beni<br />

ilgilendiren yeni bir gerçeklik doğurabilirim. Görmenin<br />

anahtarını bulmuş olmam, buradaki varlığım için sağlam bir<br />

gerekçe.<br />

Dönemeç, otobüs, tepe ve bulut beni ovanın pusunda<br />

çakan devasa yabanıl çehrelere götürüyor. Menderes çizen<br />

dereden, sulak otlardan ve yosunlu kayalardan buğu tüterken,<br />

kararlı bir titreşimle araştırıyorum boşluğu, yamacı,<br />

hendekleri. Toprak altı damarlarda, maden katmanları<br />

arasında, mağaralarda hayalet sular gezindiğini duyuyorum.<br />

Sonra, onları görüyorum – saman balyalarını alıp gelmiş,<br />

düzlükte birer karaltı olan insanları: Tanımsız jest ve<br />

devinimlerle, non plus ultra tarlada ürpertici dalgalanmalar<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

yaratıyorlar; sonra, yazgılarının adresine çarçabuk ulaşarak,<br />

küçük yalımların dansında kayboluyorlar.<br />

Kadim tepenin içinde zaman işleyedursun diye, ovayı<br />

hummalı alacalarla karıştırıyor hissiz bulutlar.<br />

Duracakmışçasına yavaşlıyor dalış yapan şahin. Halka halka<br />

yayılıyor sessizlik; engebeler pelte gibi titriyor. Fakat aniden<br />

görünmez bir sınıra dayanıyorum, gerilim tırmanıyor.<br />

Cendereye giriyor uzaklar. İpin ucu kaçtı kaçacak.<br />

Belki de yörenin can alıcı perspektifini, otobüsün<br />

gösterdiği uçuş yolunu tekrar denemeliyim hemen. Ama<br />

bakışlarımı biraz zorlayınca irademin ters teptiğini<br />

görüyorum: Çerçeve tek bir noktaya doğru amansızca<br />

daralıyor; görüntüdeki şiddetli dirençle, nereye evrileceği belli<br />

olmayan bir krize doğru sürükleniyorum; ne otobüs ve<br />

dönemeç kaldı, ne tepe, ne bulut; aldığım derin nefes yetmiyor<br />

karşılık vermeye; başa dönüyorum, tekrar hiçliğe düşüyor<br />

manzaranın nesnelliği.<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

MİSTİK GEVELEME<br />

İşlek kavşağın görüntü yığınından kocaman, bembeyaz,<br />

ışıl ışıl bir çocuk suratı doğuyor. Kalabalıkta seçiyorum onu:<br />

Keşke güneş gibi yükseldiğini görsem onun aşkınlığa, beni<br />

bıkmadan usanmadan aradığım dokuya çıkarsa!<br />

Sonsuz açlık… Sinekler uçuşuyor, güveler mekik<br />

dokuyor obur gözlerimin önünde, kafam karışıyor,<br />

afallıyorum.<br />

Hoşlandığım imgeyi egemen kılmak istiyorum, ama<br />

sabredemiyorum bu konuda, aceleciyim, hemen sonuç almak<br />

istiyorum. İmgenin çarşafını yayarken, tam ortada geniş bir<br />

boşluk kalıyor. (Uzlaş bununla uzlaşabilirsen.)<br />

Kentin dokusunda tekrar tekrar yakalıyorum kauçuk<br />

kuytuyu. Ama bulunduğu yerin dışına çıkaramam onu. – Ya<br />

da büyülü bir manivelam olsa, işime yaramaz; onu takıp da<br />

nesnel yığınları makine gibi çalıştıramam.<br />

Çünkü eylemleri her koşulda doğru sıraya koymanın (ve<br />

gücün akışını bozmamanın) formülü kimsede yok – ve herkes<br />

deneye yanıla, düşe kalka ilerlemek zorunda. (Göbek bağıyla<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

bağlı olduğumuz kaynağın ne olduğunu bilmiyoruz; ama o<br />

her neyse bize bir hayli deneme ve yanılma cesareti veriyor.)<br />

Birisi, söz gelimi bir sahil kasabası sakini, denizden<br />

ölesiye usanabiliyor ve çareyi gizlice rıhtıma inmekte, ufkun<br />

kaba beyazlığını itebildiği kadar öteye itmekte bulabiliyor – ve<br />

böylesi bir eylemin tanımsızlığına takılıp kalmıyor. Bir başkası,<br />

an geliyor, yerin elektriğini kilitlemek adına dibi yokluyor,<br />

yüksek bir delili kopyalamak uğruna göğü cızırdatıyor.<br />

(Cızırdatmak?) – Çünkü öznel refleksler yelpazesi bu denli<br />

geniş.<br />

Ki öyleleri vardır, yalnızca gecenin başkalaşım<br />

geçirmişçesine başka olduğunu sezince tatmin bulur: Örneğin,<br />

endüstriyel bir bölgenin âtıl bir köşesinin otantik renklerinde,<br />

maddenin kozmik durumunda. – Teolojik bilimkurgu nasıl da<br />

her yerde!<br />

Ve dönüş vardır, döngüler içindir her şey: Artık her<br />

defasında insan nereden getirirse, tekinsiz ayazın orta yerinde,<br />

bütüne dair tam bir algının kadifesini…<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

KIŞ EFSANESİ<br />

tabaklar kırılıyor,<br />

külrengi gökte yankılanıyor ses;<br />

kargalar havalanıyor,<br />

kenti çevreleyen tepelere<br />

dokunuyor soğuğun halkası,<br />

ovanın çanaksı boşluğunda<br />

kara bir flaş patlıyor:<br />

kış başlıyor.<br />

donmuş göl parlıyor,<br />

hurdalıkta pembe bir mühür.<br />

metal bloklar yıkılır da<br />

hiçbir şey olmazken,<br />

sessizlik belki de<br />

bir alâmet:<br />

rüzgârın buyruğu<br />

bomboş kameriyelerde<br />

duyulmazdan önce.<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

donuk caddede<br />

beylik bir kıpırtı hapsolmuş,<br />

kendini tekrarlıyor;<br />

parktaki çıplak çınarları<br />

uzak karlı dağın zirvesine<br />

doğru harekete geçmeye zorlayan<br />

keskin soluk,<br />

olmayan bir buzu<br />

arıyor henüz burada.<br />

göğün yükseğinde<br />

havanın gerilimini<br />

yoklayan zorlu<br />

çıtırtıyı tararken<br />

beton gibi bulutlara<br />

takılıyorum,<br />

içine dolduğu düş kabarcığında<br />

erkenden kasılıp kalıveren<br />

zamanı tanıyorum.<br />

derken kar başlıyor,<br />

mutlak bir değişimle<br />

düğüm çözülüveriyor:<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

gökyuvarlağı camdan bir fanus,<br />

her şey kendiliğinden<br />

çocuksu bir güven<br />

ve masumiyetle taptaze,<br />

kent sanki bir kar küresinin<br />

içinde.<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

SATIR<br />

“Oku.”<br />

yüzüme bir avuç<br />

su çarpıp<br />

deneyimin enkazından<br />

arınırmışcasına ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

manzaraya bakan birinin<br />

yamaçtaki mineral damarı boyunca<br />

akan görüşünü yüklenmişçesine ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

kılıcın buğusunda lacivert<br />

resimler çakarmışçasına ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

yüzüğü çubuktan<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

değdirmeden geçirirmişçesine ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

tam tek satırlık<br />

bilgi içerirken ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

delili bulmuş da<br />

kalan tüm dünyayı<br />

iptal edermişçesine ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

kelimeler birbirine girmeden,<br />

delil her an<br />

oradaymışçasına ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

ıtırlar yayan<br />

çözülmüş bir şifre gibi ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

gümüş irtifalar<br />

terk olunur gibi ––<br />

okuyacağım satırı.<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

bilincin özgün bir numarasıyla<br />

zamanı şaşırtıp<br />

mekânda evrekayı<br />

yeniden çağırdığım an ––<br />

sesli okuyacağım satırı.<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

SEREBRİS, BİR UYDU<br />

Atmosfer boşluğunu belirsiz bir süre turladıktan sonra,<br />

bulutsuz lacivert gökyüzünde yüksek bir noktaya sabitlendi<br />

Serebris. Antimeridyen ve kutup dairesine yakın, kafa<br />

karıştırıcı matematiksel koordinatlar üzerinde bir bölge burası.<br />

Zaman sanki başka bir çizgide akıyor bu kuşakta.<br />

Aşağıda, alabildiğine tundra. Kutup gecesi hâkim<br />

bölgeye; dondurucu rüzgârlar esiyor durmadan. Ufukta bir<br />

parça alacakaranlık. Kimseler yok geniş düzlüklerde; yalnızca<br />

sivri kayaların, tek tük çalı ve ağaççıkların karaltıları var, ve<br />

sessizce kıvrımlar çizen cılız bir dere.<br />

Sabit bir yıldız gibi asılı duruyor Serebris. Mekânda tüm<br />

ilgilerden bağımsız sanki. Aşağıdaki terk edilmiş gözlemeviyle<br />

arasında bir irtibat, bir ilinti yok.<br />

Yüksekte kapalı bir kutu Serebris; göğün lacivert<br />

dokusuna gizlenmiş; ne bir sinyal yayıyor, ne manyetik bir<br />

etki. Havada ondan başka ne bir uçak veya helikopter var, ne<br />

de bir kuş. Serebris’in bir tanığı yok.<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

Ama o, belli ki bir şeylerin tanığı olmak için burada.<br />

Havayı ve tundrayı tarıyor durmadan; dünyanın dönüş hızına<br />

göre sabitlemiş kendini bölgenin üzerinde. Sanki yüksekte<br />

ilâhi bir göz.<br />

Sayısız kutup gecesi boyunca bekliyor Serebris – kendi<br />

kapalılığı içinde nöron gibi hassas. Düzlükler üzerinde hiçbir<br />

canlılık belirtisinin ve hareketin görülmediği, hava olaylarının,<br />

mevsimsel değişimlerin neredeyse hiç yaşanmadığı, dakikalar<br />

arasında bir ayrımın olmadığı, tekdüzeliğin garip gerilimiyle<br />

art arda sıralanan günler boyunca, aynı noktada doğaüstü bir<br />

ısrarla bekliyor.<br />

Ve tüm o süreç boyunca etrafta ne bir kıpırtı görülüyor,<br />

ne bir suret, ne de en ufak bir işaret. Hep aynı tundra, aynı<br />

alacakaranlık, aynı rüzgâr…<br />

Fakat zamanı gelip de Serebris yerinden aniden ayrıldığı<br />

sırada (neredeyse ışınlanırcasına oluyor bu), hiçbir geçiş ve<br />

değişimin algılanmadığı mutlak tekdüzelikte bile zamanın<br />

çizgisel akışı sayesinde dünyanın aynı kalmadığının eşsiz<br />

kanıtını götürüyor kendisiyle beraber.<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

KIŞ YOLCULUĞU<br />

the man who could<br />

not work miracles<br />

Gün çoktan öğleye döndü, ama bulutlar güneşi<br />

perdeliyor, hava nispeten karanlık.<br />

Karla kaplı düzlükler, engebeler; uçurumlardan aşağı<br />

sarkan devasa buz saçakları; manzarayı karartan pus; yoğun<br />

tipi girdabında yer yer sıfır görüş: Varla yok arası bir<br />

yolculuktan numuneler; kulaklıkla dinlediğim müziğin<br />

yolculuğun seyrine uyacağına dair beklentimin fena halde<br />

boşa çıktığı yarım saatlik bir kesitten nesnel artıklar.<br />

Fakat bir ara, kulaklarımda yavan bir uğultu gibi gezen<br />

senfonideki kasvetli daralmayı yeni olanakların sürprizini<br />

hazırlayan bir geçiş olarak alabileceğimi, otobüs yokuşu<br />

inerken uzak bir dağ sırasını aşağı yönde görerek anlıyorum.<br />

Ama yolculuğun tüm kötü etkilerini bir çırpıda silme<br />

hevesiyle, aynı dağ sırasını bir de ters yönde görmeye<br />

çalıştığımda, girişimim boşa çıkıyor ve hareketi takip eden<br />

içeriksizlik güneşi yeniden baskın hale geliyor – çünkü dağ<br />

sırasını ters yönde göremiyorum.<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

Görebilseydim eğer, bu defa da zamanı hem ileri hem<br />

geri doğru yaşayabilen bir ucubeye dönüşürdüm.<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

HUMAN FIGURES<br />

evil documentary<br />

ON THE EARTH. URBAN LANDSCAPES.<br />

MOBILE MASSES.<br />

PEEPING TOM OF SCIENTIFIC VISION: OBSERVING<br />

THE FLOW OF BODIES.<br />

(PURE BOREDOM, PURE INTEREST.)<br />

LOWERMOST ATMOSPHERIC LAYER THE SIZE OF<br />

HUMAN BEINGS.<br />

INDIVIDUAL BODIES ACTIVE IN DOINGS.<br />

OPERATING WITH FORCE VECTORS ON.<br />

CROWDS OF INSTINCT. ANIMATE CORPORA.<br />

(RANDOM BEAUTY, RANDOM UGLINESS.)<br />

MECHANICAL PRECISION IN ANIMAL FUNCTION.<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

BODY STRIPPED OF THOUGHTS.<br />

BODY OBLIVIOUS:<br />

BODY GOES, BODY ACTS.<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

AT<br />

Yoktu, ete kemiğe büründü, varoldu. At oldu.<br />

Onda bir bütündür et, iskelet, kan ve kuvvet. Yoğun bir<br />

özdür ki, irade, hareket ve eylemde ifade bulur.<br />

Alevler içinde şekillenmiş, magma gibi yanarak,<br />

patlayarak, fokurdayarak suret bulmuştur. Şimdi cinsinde<br />

sabittir, yine de derisi kumullar gibi değişir, sanki hâlâ bir<br />

hamurdur yoğrulan.<br />

Dev gibidir. Yüksekten ağır ağır inmiştir kıtalara.<br />

Soluktur, rüzgârlarla bir. Güçlü bir ilgiyle bağlayandır doğu ile<br />

batıyı, kuzey ile güneyi.<br />

Upanishad tanrısı misali, Ganj’a doğru alçalır. Gövdesini<br />

ovaya salar, başı nehrin ağzındadır; ardında Himalaya, yüzü<br />

hep okyanuslara bakar. Yerleşir, yayılır, tamamlar. Bir<br />

tarafında gündüz, diğer tarafında gece. Sonsuz zamanı ve<br />

döngüyü solur.<br />

Büyür. Önüne geçilemez gelişiminin, büyüdükçe dünyayı<br />

zorlar. Tüm kuvvetler içinde ayrık bir ana kuvvettir: İter dışarı<br />

doğru, kendi dışındakileri. Sığmaz, sıkıştırır pirinç tarlalarını,<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

ormanları, dağları, vadileri. Göğü, bulutları, güneşi bile zorlar.<br />

Doğa gerilir.<br />

Aşırılaşmıştır, yine de durmaz. Harekete geçtiğinde,<br />

sağrısında fırtınalar, girdaplar kopar: gözlerinde şimşekler,<br />

göğsünde humma; yelesinde ateşin darboğazları, bacaklarında<br />

hem sürat, hem kurşun ağırlık. Dörtnala ilerlerken alev<br />

alevdir; hiçbir engele takılmaz; zaptedilemez bir çılgınlıkla<br />

yıka dağıta gider; taşkın varlığıyla bu dünya için fazladır;<br />

zorlu inadıyla sanki maddeyi tanımaz, derisi pürüzlüdür<br />

tümden, havayı bile kazır, öğütür, kendi de yanar kavrulur,<br />

katran terler.<br />

Giderek sıkılan dev bir düğümdür.<br />

Yorgunluğu âlemlerin felaketi, varlığın krizidir.<br />

Yorgunluğunun sonu gelmez. Tüm şeyler onun dinlenişini<br />

arar.<br />

O, yalnızca ortalık katiyen sütlimanken dinlenebilir.<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

DAĞLARA GİDEN<br />

Nereye gidiyordum?<br />

Dağlara.<br />

Beklenmedik şeyler oldu, yol uzadı, kafam karıştı.<br />

Dağlara gittiğimi hatırlamam gerek.<br />

Karşısındayım bir yamacın. Yolum buraya düştü. Adı<br />

sanı olmayan bir yer. Neresi burası? – Siste bir çınar ağacı.<br />

Bu ağaç kim bilir ne zamandan beri burada. Varlığı için<br />

bana gerek duymamış ki geldiğimde burada buldum onu:<br />

Ama karşımda sanki onu önceden düşünmüşüm gibi duruyor.<br />

Evet, doğru, kişi sadece hazırlıklı olduğu bir ağacı görebilir;<br />

ama önceden düşünülmüş bir ağacı da göremez – bu da bir o<br />

kadar doğru. Benim şimdi göremediğim ağaç budur. – İşte,<br />

yasası hiçe sayılan maddenin anlamsız yığını. İşte, yokoluş<br />

tohumu: aşkınlığın ipucunu vermeyen kök varlık.<br />

Bozulan gecelerden, fırtınalı güllerden,<br />

karanlık ışıklardan kalan bir belirti şimdi bu<br />

ağaç.<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

Bana bir çobanın aktardığı efsaneye göre, sulak çayırın<br />

sisinde bir çini mürekkebi lekesi gibi duran bu ağaç çok uzun<br />

zamandır buradaymış. Yüzyıllar önce köklerini salmış<br />

derinlere; toprağa sıkıca tutunup sapasağlam boy atmış,<br />

dallarını havaya yaymış. Onca yağmurda, kar fırtınalarında,<br />

pusta, doluda, kırağıda bir anıt gibi duruyormuş; bir gün artık<br />

öyle serpilip güçlenmiş ve gürleşmiş ki, çayırda gündüzün ve<br />

gecenin nabzı onda atmaya başlamış. Efsane bu ya, yine çok<br />

uzun zaman önce, uğursuz bir ayin gününün akşam<br />

karanlığında, çivit mavisi sazlığın kıyısında, ağaç, topraktan<br />

yükselen dumandan aniden en benzersiz tılsımını almış. Sihirli<br />

pırıltılar uçuşmuş. Fakat uğursuz ayin yeniden başlamış. İyice<br />

bastırmış karanlık. Ağaç, tılsımını katı bir dirençle korurken,<br />

sonu gelmeyen ışıksız günlerden birinin akşamında, kasvetli<br />

bataklıktan nihayet birkaç kuş havalanmış. İşte o an, hep<br />

kaskatı duran ağaç kendi varlığından ürkmüş; çünkü anlamış<br />

ki, günlerine lanetten sakınmak hâkim. Böylece ayin sona<br />

ermiş. Geriye, ağacın kendi varlığından duyduğu derin<br />

korkunun tılsımla olan esrarlı bileşimi kalmış.<br />

Uzaklaştın, sislerde kayboldun.<br />

Yine de biliyorum ki buralardasın.<br />

Dağları bile yutar sis.<br />

Gittiğin yerden, şimdi, çağırıyorum seni.<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

124

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!