15.07.2021 Views

Prizma 14-15

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

öykü

Stockholm’den Portreler I

Orhan Sunar

Tanıştığımızdan beri ‘’abi!’’ derdi bana. Çalıştığım

işyerine geldiğinde, sırça ve yüzük parmakları

ile orta parmağı arasını hafif aralıyarak açtığı

elini uzatır, tokalaşır, yanaklarımızdan öpmeyi

ihmal etmezdi. Bıçkın halini zaman zaman açığa vurur,

inceliğinden ise hiç fire vermezdi.

Karagöz perdesi kadar ince ve yumuşak *sayalı

ayakkabılarının tabanları iskanbil kağıdı gibi, görünüşü

ise Goya, Tanca, kokardı. Bıçak gibi ütülü pantolonlarının

rengine ahenk bir süeter, bir gömlek daima o çok sevdiği

pabuçlarının mizanseni olurdu.

Tatlı bir Osmanlı kabadayılılığı tipi, gençliğimdeki

bıçkın İstanbul külhanbeylerini hatırlatırdı bana.

Raconu, kendi deyimi ile sadece ‘’Kartal çekmek’’

değildi. Lumpen İngilizcesini, sevdiklerine sempati

tezahürü olarak gösterir, her telefon konuşmasına

‘’Goodmorning, how are you’’ diye başlardı.

Her insan gibi sevgi ve hobileri vardı. Hayvan sevgisi

ülkesinde başlamış hala devam ediyordu, ama haşır neşir

olamıyordu. Çünkü o atlar burada yoktu. Sadece, dostlarının

hiç ihmal etmeden gönderdikleri yarış mecmualarından isim

ve resimlerini izler, içini özlem alevi sarar, her birinin adını,

yaşını, anasını, babasını sayar, sonradan da ‘’Ben bunların

hepsinin cemazül evvelini bilirim.’’ derdi.

Nekre*, sohbeti zevkli, ödün vermeyen inançları içinde

zaman zaman politikaya takar, günlük gazete haberlerinden

kendi görüşü doğrultusunda yorumlar yapar, kızar, tatlı bir

küfürle rahatlar, her çıranın alevini yanışına göre üflerdi.

En hoşa gidilecek tarafı dobra dobra oluşu idi. Siyaset

dünyasının göbeğine oturmuş gibi, günlük çerçeveden

ve görüşüne göre ahkâm keser hem nalına hem mıhına

vururdu. Hele bazen, sinirlenip de tepedeki politikacılara

kızarsa; ‘’kurtaramazlar bu ülkeyi abi!’’ diye dert yanar,

Doğu olaylarına değinmek isteyince de;’’Evvela Suriye’yi

dümdüz edeceksin abi!’’ der, o sinirle yerinden kalkar, çay

almak için mutfağa giderken bile ‘’Pezevenkler!’’ diyerek

rahatlamaya çalışırdı. Bazan kendisini öyle kaptırırdı ki, su

içerken, tuvalete giderkenbile küfürle politika konuşurdu.

Söz arasında siyaset çevrelerinden bir iki isim söylesem, ya

‘’Partal herif!’’ diye tanımlar veya ‘’O da davar abi, dana

dana!’’ diyerek hayvan sevgisine çifte bahis oynardı.

Bir gelişinde günlük veya aylık ekonomi balansını

sağlayamadığı için, ‘’Yandık valla abi! Öldük.’’ der, ertesi

gün aynı mevzuda; ‘’Bizi dağda eşkiyalar soymadı abi, bende

para bok gibi.’’ diyerek evellki yakınmasını süngerlemeye

kalkardı.

Çok sevdiği talih oyunlarından ahım şahım kazanamazdı

ama her hafta milyoner olma hayaliyle kendine ve beraberlerindekine

ümit verirdi. ‘’Bu hafta yırtıcaz abi!’’ diye

içeri girer, ‘’ama şu Liverpoll maçına çok fena takılıyorum,

sen ona bir bak abi!’’ lafıyla yükünü biraz hafifletmek isterdi.

Bazan, ‘’Sen bana bırak onları abi, ben bu işlerin raconunu

bilirim. Hele bu hafta iki direk koycam abi, milletin ağzı açık

kalacak.’’ diye tutturur, bir süre sonra da; ‘’Ah be abi, nasıl

kaçırdık on üçü geçen hafta.’’ diyerek hayıflanırdı.

Telefon etmediği Cumartesi akşamları, spor talih oyununun

O’na yine oyun oynadığını anlardım. Çünkü, az da olsa

kazandığı haftalar muhakkak telefon eder, neticesini

bilemediği maçların uzun uzun kritiğini yapar, bazan

oyunculara, bazan oyunlara kızardı.

Her şeyde olduğu gibi yemeklerinde de zevk sahibi idi. Gün

geçmez ‘’Bu gün de Konyalı da yedim.’’ diye ikramlarımızı

eliyle iterdi. Uzun zaman İstanbul’daki meşhur Konyalı

lokantası ile karşılaştırmalar yaparak, dost-u şefiki Konyalı

bir arkadaşının evinde nefsi körelttiğini anlardık.

İkinci ve de değiştirmeyi aklından geçirmediği hobisi

de yüzmekti. Bu nedenle şehirdeki yüzme havuzlarına

dadanmıştı. Öylesine dakik idi ki, iki eli kanda olsa saatinde

oralarda bulunurdu. Böylesine bir hobi tutkunluğunu başka

kimsede göremezdiniz. Sonradan öğrendim ki, gittiği yüzme

havuzları o saatlerde huriler ve su perileri ile dolarmış.

Saçları ve dişleri için çalmıyacağı kapı, aramıyacağı hekim

ve ilaç yoktu. En çok korktuğu ve onu ürküten alın üstü

bölgesinin, gelecekte Cumaovası havaalanına dönüşmesi

kaygusu idi. Saçları dökülebilir, berber ücretinden

kurtulabilirdi ama şimşir tarağı nereden bulacaktı.

Bazan, yerli yabancı gazete ve mecmualardan kesitiği

küpürleri getirir ‘’Abi!’’ derdi, ‘’Benim kafam hafızama

yeter ama saçlarım yetmez, şunlara bir bak bakalım’’ diye

masama bırakır, ‘’Eksik organı olan çok üşür ben şimdi

I’m going to Swimming-pool, sonra görüşürüz.’’ Der, ateş

almaya gelmiş gibi oturmadan giderdi.

Dişlerinin geleceğini dişçiye bağlamıştı. Zaman zaman

beraber gittiğimiz klinikte, kuştüyü yatak gibi rahat ettiği

koltuğa yayılıp da sırt üstü uzanınca ümitle sorardı. ‘’iyi

olacak mı’’ diye. Dişleri de az saçları gibi rüyasına girer,

hatta onlar için kafiyeli laflar bile düzenler, sohbetlerinde

sıkıldığı mevzulardan atlamak için; ‘’Bırak bu işleri, fırçala

alt dişleri.’’ diyerek, dişlerini hatırlar ve hatırlatırdı.

Her haliyle sevimli idi. Öylesine ki; eşinin sempatik bir

eleştiri sözüne bile hemen kafiyeli bir cümlecik bulur.

Mesela, ‘’Ben zor olsam bile rengârengim, senin gibi tekdüze

değilim.’’ Diyerek tatlı bir tebessüm ile gönül alırdı. Hararetli

konuşmaları arasına başka bir kelâm girse, akabinde ’’Abi,

nerde galdık.’’ Lafı ile sohbetini tamamlamaya çalışır, eğriye

eğri, doğruya doğru konuşmasını severdi.

Bir gün, ‘’M...bey!’’ dedim. ‘’Türkiye’ye gittiğimde bir

günlüğüne olsa Ankara’ya seni görmeye geleceğim. Bakalım

beni orada nasıl karşılayacaksın.’’ Hemen oturduğu yerden

ayağa kalktı, bana doğru bir yarım devrildi ve ‘’Abi, sen

yanılıp da bi gel Ankara’ya, sana kral bir hayat yaşatayım

aklın dursun.’’ diyerek hem bana olan sempatisini ve hem de

oradaki yaşamını vurgulamak istedi.

O günden beri, O Ankara’ya dönüşü, ben ise yaşayacağım

bir günlük kral hayatı düşlüyor ve bekliyoruz

Stockholm, Mart 1990

*Saya: Ayakkabının tabandan yukarı olan yumuşak bölümü.

*Nekre:Beklenmedik hoş ve şaşırtıcı cevapları ya da düşünceleri

olan kimse (TDK)

PRİZMA/14-15 19

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!