You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
SIRÇA BİR
MEKTUPTU
KALBİM
Hamdi Özyurt
Defterimden hiç silmedim Muş’u. Çocukluğumun
kenti; yoksul, sıcak, sevecen insanların yurdu;
beni ben eden buğdayın, suyun doğduğu
toprak; içinde ağladığım, içinde güldüğüm
şehir… Rüyalarıma girdi, benliğimde yaşadı yıllarca. Gitmek
isteyip de gidemediğim, hasretini çektiğim Muş’u
ancak yirmi yıl sonra yeniden görme olanağım oldu.
Eski yakışıklılardan Naif Ağbi, bizi istasyonda ağırladı.
Onu bıraktığımda pembe yanaklı, gömleğinin bağrı açık,
yirmi beş yaşlarında bir delikanlıydı. Yıllar üst üste
buğular bindirmiş Naif Ağbi’nin gözlerine, bir daha kalkmayacak
karlar yağmış saçlarına.
Misafir söz konusu olunca, elmayla at gözünde birdir
Muş insanının. Varını yoğunu bir cevize sığdırıp bize
sunmaya hazırdı Bakkal Şebap. Aklımda kalan isimleri
sordum ona. Kavaz Dayı, Saraye Bibi, Kekil Kirve, Memedi,
Şazi… Birçoğu hayatta değildi artık. Herbiri bir
şekilde teslim olmuş: Kanser, kan davası, savaş; olur olmaz
araçlara binip saçma sapan kazalarda ölenler…
Doğduğum eve götürdüler bizi. Yarısı yıkılmış, yarısı
ayaktaydı. Bahçesi, boşa harcanan emek gibi yok olmuştu.
Karımla kızım bir yanımda, bir yanımda meraklı birkaç
kadın, hiçbiri görmüyordu benim gördüklerimi. Kanı
çekilmiş bir ölü gibi donmuştu zaman. Anılar, buzdan
heykeller gibi serpilmişti her yana. Daha babamın çaktığı
çivi duruyordu duvarda, annem çıkacakmış gibi aralıydı
kapı. Yıllar önce uçurduğum kumru başını uzattı çatıdan...
Postaya atsam kırılacak sırça bir mektuptu kalbim.
Muş’un yolu yokuştur, bilirsiniz. Bu tatlı yokuşu bir
kuş gibi yorulmadan inersiniz. İnişten bir santim bile
daha uzun değil, ama çık çık bir türlü bitmez yokuş.
Güneş dağların ardına başka türlü düşer Muş’ta. Sonra
firar ateşleri yanar, bağ evleri sanırsınız uzaktan. Sonra
yuvasına döner kurtkuş. Akşamları, anlatılması güç bir
keder konaklar kerpiç evlerde; kavaklarda, soğuk sularda.
Akşamları Muş’ta, başa tütün gibi vurur sevda.
Fidan isminde bir kız sevmiştim Baraka Mahallesi’nde.
Daha orta okuldaydık o zamanlar, ikimiz bir ayardaydık.
Yüzü ayın yüzü, gülün yüzü, sevincin yüzüydü. İki ucu
Fidan kokardı oturduğu sokağın. Cumbadaki sardunya,
pembe ortanca, ikindi ufuklarının şarabi hali… Her şey
Fidan gibiydi, her şey Fidan’dı sanki. Ben kapıdan geçerken
o cama çıkardı, perdeler aralanmasa canım çıkardı.
Baraka Mahallesi’ne yalnız gittim. Başka çöpler, başka
kediler, başka serseriler... Evleri yoktu yerinde, yeni binalar
yapılmıştı her tarafa. Sorsam tanıyan bulunur mu
acaba? Hikmeti Huda’ydı sanki, vurdu bir yaz yağmuru.
Eskisi gibi koktu toprak. Yıllar sonra yeniden tutuştu
içimde aynı orman. Fidan’ı nasıl bulsam, Fidan’ı nasıl
bulsam?!. Karım ve kızım beni bekliyorlardı amcamlarda,
öğle yemeği yiyecektik birlikte; karnım açtı. Kaç gün
aç kalsam daha incelirim aşktan?!.
Kendi kendimi doğurur gibi bir acı çektim memleketimi
gezerken. Yirmi yılda gelişme adına bir şey yok
Muş’ta. En büyük banknot on milyon lira, çocuk harçlığı
kadar değeri var, ama kimsede yok. Banka önlerinda para
kaptırmış mudiler bekliyordu, kahvelerde işsizler. Yüzleri
bir küf yeşili, bir mum sarısı. Dilenciler tutmuştu
kaldırımları. Demek ki şaklabanlıktan başka bir şey
değilmiş bu ülkede politika.
Hayat, en inandırıcı yalan, neler neler yaşatıyor insana!
Bir düşün içinden geçer gibi geçtik eski çarşıdan, Kale
Mahallesi’nde bize türkü söyledi on yaşında bir çocuk,
şeker fabrikasında üç gece yattık.
Ağlayarak ayrıldık Muş’tan
Doğduğum eve götürdüler
bizi. Yarısı yıkılmış, yarısı
ayaktaydı. Bahçesi, boşa harcanan
emek gibi yok olmuştu.
Kanı çekilmiş bir ölü gibi
donmuştu zaman.
Anılar, buzdan heykeller gibi
serpilmişti her yana.
Daha babamın çaktığı çivi
duruyordu duvarda, annem
çıkacakmış gibi aralıydı
kapı. Yıllar önce uçurduğum
kumru başını uzattı çatıdan...
Postaya atsam kırılacak sırça
bir mektuptu kalbim.