30
Prof. Dr. Halil İnalcık’ın, son röportajindaki bir cümle vefatından sonra çok fazla dikkat çekti ve bilhassa sosyal medyada sıkça paylaşıldı: “72 kitabım var, çoğunu 80 yaşından sonra yazdım.” Bu soz, Olgunluğun, yetkinliğin neye tekabül ettiğini gösteren güzel bir örnektir. Dolmak ve taşmadan olmanın en modern hâlidir. Belki de hayat şartlarının ya da iş kültürünün, emekliliği erkenden ölümü bekleme seanslarına dönüştürmesine, Belki de hayatın emekliliği, ilmin-amelin emekliliği ölümle olur demenin yaşanmış bir tefsiriydi Halil Hoca’nın neredeyse son günlerine kadar kalemi ve kitabı elinden düşürmediğini, daima bir araştırma faaliyeti içinde olduğunu, okuyup yazdığını biliyoruz. Hatta vefatından kısa bir süre önce Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet adlı yeni bir kitabı daha yayınlanmıştı.Peki, onlarca kitap, yüzlerce makale yazan, bugün her biri Türkiye’de ve dünyada Osmanlı tarihi okutan pek çok öğrenci yetiştiren yüz yaşında ebediyete intikal eden bu asırlık çınarın başarısının sırrı neredeydi? Bu sorunun cevabı Hoca’nın hayatının satır aralarında gizlidir. 1916’da imparatorluk payitahtında, İstanbul’da bir Osmanlı olarak gözlerini açar dünyaya Halil hoca. Cumhuriyet’in ilanından sonra da yeni başkent Ankara’ya taşınırlar. 1935’te Atatürk’ün emriyle açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girer. Hoca önce Sinoloji, yani Çinbilimi okumayı düşünmüş ancak çabuk vazgeçmişti. Kaynak açısından çok zenginliği ve İmparatorluk başkenti İstanbul’da doğup büyümesinden dolayı, ileriki yıllarda bir “ekol” oluşturacağı Osmanlı tarihi alanında çalışmaya karar verir. Fakültede pek çok değerli hocası olsa da, modern Türkolojinin kurucusu Prof. Fuad Köprülü üzerinde büyük bir tesir yapar. 1940’da Fakülteyi bitirdikten sonra Fuad Köprülü’nün tavsiyesi üzerine önce “ilmi yardımcı” olur. Bulgaristan’daki Tanzimat reformları üzerine doktora tezini hazırlar ve 1942’de bitirip üniversitede asistan olarak kalır. Doktorasını bitirmesinin ardından Osmanlı tarihinin hemen her alanında ince eleyip sık dokuduğu, binlerce arşiv vesikasından, yerli-yabancı tarihlerden süzdüğü bilgilerle inşa ettiği araştırmalarını yayınlamaya başlar. Yaptığı işin ne kadar önemli olduğunun farkındadır, bunu bir konuşmasında şöyle belirtir: “Tarihimizi millete iyi öğretmek icap eder. Bu bütün dünyada böyledir. Milletler medenileştikçe tarih tedrisatı ehemmiyet kesbeder. Bir milletin ilerlemesi, hatta yaşaması için, tarih şuuruna sahip olması lazımdır. İngiltere’nin kudreti, tarihe saygısından gelir. Tarih, geleceğimiz için sonsuz bir kaynaktır. Halil hoca’nin, “Tarihçi şahsiyetim üzerinde, hiç şüphesiz bu iki yazarın belirgin bir etkisi vardır” dediği Prof. Fuad Köprülü ve Prof. Ömer Lütfi Barkan’dan ve 1950’den sonra Fernand Braudel ve Annales okulundan etkilenmiş, araştırmalarında bu okulun yaklaşımlarından da istifade ederek özgün bir metodoloji ortaya koymuştur. Bunu yaparken nasıl bir yol izlediğini şöyle anlatıyor: “Tarihçi kendini iyi tanımalı temayüllerini bilmeli, neyin peşinde gideceğini belirlemeli. Sevmediğiniz bir konuda çalışamaz ve ilerleyemezsiniz. Ben büyük bir hırs ve sevgiyle kendimi Osmanlı tarihine verdim. Fransa veya Roma tarihi gibi çok çalışılmış konular yerine Osmanlı tarihi gibi henüz tamamıyla araştırılmamış ve Batılılar tarafından yanlış yorumlanan bir tarih konusu seçmek önemli. Batılılar, Fransız İhtilali’nden sonra azınlıkları ezdiğimizi düşünürler ve bize bu gözle bakarlar. Onun için yanlış yorumlanmış bir konuyu tayin edeceksin ve o konu üzerinde duracaksın. Avrupa’da Osmanlı’yı öven kitaplar yazarsan satamazsın. Çünkü Batılılarda hala önyargılar var. Bu sebeplerden dolayı başkalarının hata ve önyargılarla ele aldıkları konular seçilmeli ve öncelik Milli tarih konularına verilmeli.” Kırım Hanlığı ve Osmanlı ilişkileri, Fatih Sultan Mehmed devri ve İstanbul’un fethi, Balkanlardaki fetihler, kanunnameler ve hukuki yapı, Osmanlı şehirleri vs. konuları üzerinde çok sayıda makale ve kitaba imza atmistir. 1942-72 yılları arasında, her biri aradan geçen bunca zamana rağmen en önemli referans kaynaklarından olan bu çalışmaların yanında, Londra ve Harvard’da araştırmalar yapıp dersler vermiştir. İlk eserlerinden olan Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid yayını ile Osmanlı toprak ve timar sistemi ile alakalı önemli keşifler yapmış, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar ile de neredeyse ömrünü vakfettiği Fatih Sultan Mehmed hakkında dünyadaki ilk ciddi araştırmalardan birini orijinal vesikalara dayanarak ortaya koymuştur. 1972 yılı İnalcık’ın hayatında dönüp noktalarından biridir. Zira herkes için hayatın istirahat zamanları sayılan emeklilik yılları Hoca’nın sanki ikinci hayatının başlangıcı gibidir. Önce öğrencisi, sonra da hocası olduğu DTCF’den emekli olduktan sonra 1986’ya kadar sürecek Chicago Üniversitesi yılları başlar. Burayı bilim üretmek için ideal bir çalışma ortamı olarak gören Hoca, 4 milyon cildin üzerinde bir koleksiyona sahip üniversite kütüphanesinden istifade ederek çalışmalarına yeni bir sürat verir. 1973’te, pek çok yabancı dile çevrilen ve Osmanlı tarihi konusunda bir referans kitabı haline gelen The Ottoman Empire: The Classical Age: 1300-1600 kitabı yayınlanır. Burada Osmanlı tarihi alanında 12 öğrenciye doktora yaptırarak, öğrencilerinin hepsinin Osmanlı arşivini merkeze alarak tezlerini kaleme aldıklarını ve Ortadoğu’nun Osmanlı asırlarıyla ilgili önemli bilimsel yayınlar yaptıklarını vurguluyor. Bugün dünyanın sayılı üniversitelerinde Osmanlı tarihi okutan Rhoads Muphey’den Donald Quataert’e, Daniel Goffman’dan AmySinger’e, Bruce Master’dan Madeleine Zilfi’ye, profesörlerin çoğu Halil Hoca’nın öğrencisidir. 1994’teyse Hoca’nın bütün çalışmalarının bir özü olarak kabul edebileceğimiz, An Economic and Social History of the Ottoman Empire yayınlanır. Klasik dönemi içeren ilk bölümü tek başına Halil İnalcık yazmıştır. Bütün bu eserlere bakınca, değil tek bir kişinin bir ekibin bile altından zorlukla kalkacağı bir işi yapmış olduğunu görüyoruz Halil İnalcık’ın. Her büyük işte olduğu gibi, bunun arkasında da tesadüfler değil, aşk ve emek yatıyor. Halil Hoca bir roportajinda: “Tam bir tarihçi olmak çok güçtür. Bugünün tarihçileri hikâye anlatıyor. İyi tarihçi olmak için evvela altı dil öğrenilecek. Arapça, Farsça, Osmanlıca divan dili ile Fransızca, Almanca, İngilizceyi ileri seviyede bilmesi lazım. Yoksa Avrupalı tarihçilerle boy ölçüşemez. Ama ben ölçüştüm. Beş akademi beni üye seçti. Makale yazarken arşive ve sağlam vesikalara dayanıyorum. Zaman ve mekân içinde toplumun hayatına tarih denir. Bunun için bir tarihçi sosyoloji, ekonomi, kültür, coğrafya, her şeyi bilmeli. Halil İnalcık’ın çalışmaları, başta tarih olmak üzere sosyal bilimlerin değişik alanlarında önemli eserler veren bir alimin geniş ilgisine işaret etmektedir. İnalcık’ın bütün bir Osmanlı sisteminin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. birçok yönünü yıllarca arşiv belgeleri arasında inceledikten sonra, Osmanlıların adalet anlayışının sadece siyasal alanla sınırlı olmayıp başta ekonomi olmak üzere hayatın diğer alanlarıyla da olan ilgisini keşfetmesi, bir bilim adamının ötesinde, bir bilge olduğunu anlamamız için yeterlidir. Özellikle hep söylediği, ‘Osmanlı tarihi en yanlış yazılmış tarihtir yeni baştan yazılmalıdır.’ ifadesiydi ve ömrü boyunca da buna gayret etti. Hem Türkiye için hem yabancı literatür için Osmanlı tarihinde gördüğü yanlışlıkları düzeltmek, Osmanlı’nın hakkını vermek için mücadele etti, o şekilde eser ve talebe yetiştirerek birçok şeyi değiştirdi. Özellikle Batı dünyasında İngilizce literatür oluşmasında yardımcı oldu ve bu literatür birçok tarihçi tarafından kullanıldı. Aynı şekilde yaptığı yorumlarla Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyaya etkisini, ekonomik gücünü ve devlet teşkilatını ortaya çıkardı. Yazdığı kitaplar, makaleler bu açıdan son derecede önemlidir. O, “tarihçilerin kutbu,” “hocaların hocası,” idi ama ekranlarda sıkça boy gösteren pek çok meslektaşından farklı olarak, her durumda alçak gönüllülüğü ve tevazusunu koruyan, kibri kendinden her daim uzakta tutan olağanüstü kişiliğiyle bir çok kişinin gönlünde that kurmuş guzel bir insandı. Büyük bir iştiyakla, titizlikle, hiç bitmeyen hevesle, bir asırdan buyana tükenmeyen meslekî heyecanıyla, mesleğinden zevk alıp yaptığı işe saygı duymasıyla ve ardında bıraktığı o güzel izle tam bir örnek yaşantı sunuyor bizlere. Onu yakından tanıyanların aktardığı anekdotlardaki o heyecanı; “seksenli, hatta doksanlı yaşlarında iken yeni bulduğu bir belgeden sanki mezuniyet tezini hazırlayan genç bir talebe gibi heyecanlanması” bizlere birçok şey anlatıyor. Dünya bir pencere sırası gelen bakıp geçiyor ama ne gördüğü, gösterdikleri yaşadıkları ve ardında bıraktıklarıyla ilgili. Bu dünyadan bir asırlık bir çınar geçti, Allah rahmet eylesin. FURKAN GÜR 31