GEZİ VENEDİK VENEDİK: BİR TİYATRO SAHNESİ 36 “Masal kenti” olarak bilinir Venedik. Dünyanın en büyük tiyatro i sahnesi h i gibidir ibidi yorgun şehir; hi gündüz ü dü perdelerini d l i i turistlere i l açar, onlar için ve onlarla yaşar… Yazı Ahmet Özel, Fotoğraflar Corbis
Bundan yirmi yıl önce Çukurcuma eskicilerini dolaşırken, dükkanlardan birinde telaş içinde yerdeki, yığına çömelmiş insanları gördüğümde, meraklanarak içeri girmiştim. Dükkana eski “mallar” gelmişti. Bir evden alınmış tüm eşyalar minik bir tepe halinde üst üste atılmıştı. Çevre esnafı ve bazı müşteriler de bu yığını karıştırıyor, kendince “iyi malları” seçip ayırıyordu. Buruk bir duyguyla dükkanda bir saate yakın o eşyaların talanını seyrettim. Sonunda “para etmeyen” fotoğraf albümü ile özel notların yer aldığı mektuplar yığını kalmıştı. Dükkan sahibi “istersen onları sen alabilirsin, para istemez” dedi. Bana anılar yığınının son parçaları olan bu emanetler kalmıştı. Albümde Fas, Mısır, Fransa ve en çok da Venedik fotoğrafları yer alıyordu. Özel mektuplardan anlaşıldığı üzere, Ferit Bey’in aile albümüydü bu. Venedik’te San Marco Meydanı’ndaki kafelerde oturmuş, Santa Maria della Saluta kilisesinin önünde fotoğraflar çektirmiş, dar Venedik kanallarında refikasıyla gondolla dolaşmış ve yosun kaplı evlerin cephelerinde yankılanan aryalar dinlemişti. Bu albümü yıllarca hüzünle karıştırdım. Siyah beyaz gezintilerinin ne denli renkli olduğunu düşündüm hep. Venedik’e gitmeyi bu albümden sonra daha çok istedim. Birkaç yıl sonra Floransa’dan hareket eden gece trenine bindiğimde bu hayalimin artık gerçekleşmesine sadece saatler kalmıştı. Yoğun, karışık ve heyecanlı duygular içinde uykusuz geçen bu yolculuk sonunda sabaha karşı sisler arasında bir hayal adası görünümündeki Venedik’teydim artık. İstasyondan inip telaşla büyük kanaldan geçen onlarca “vapuretto”yu ve gondolları görünce, artık hiç şüphem kalmamıştı. Burası, Venedik’ti. İtalya’ya gelirken birlikte getirdiğim Ferit Bey’in siyah beyaz Venedik fotoğraflarının yer aldığı albümün sayfalarını karıştırdım. Yanıma yeni bir şehir rehberi de almamıştım. Rehber, Ferit Bey’in fotoğrafları olacaktı. Kendimi San Marco meydanında bulduğumda, albümdeki sayfayı çıkardım ve Ferit Bey’in fotoğraf çektirdiği noktayı buldum. Ferit Bey’in çektirdiği bu fotoğrafın üzerinden tam 62 yıl geçmişti ve kadraja baktığımda, Haziran 1924 tarihli Venedik fotoğrafları Ahmet Özel’in yazısına esin kaynağı olan Ferit Bey’in albümünden. birkaç sandalye görüntüsü dışında hiçbir şeyin değişmediğini ürpererek gördüm. Bu noktada çektirdiğim birkaç poz fotoğraf, turistik birer fotoğraf değildi. Bu Ferit Bey’le daha ben doğmadan birbirimize orada olma sözü veren iki kişinin buluşmasının resmiydi. Birbirimizle hasret giderdik. Ferit Bey’in yaptığı gibi San Marco Meydanı’nın ortasındaki devasa çan kulesinin hemen yanındaki kafelerden birine oturdum. Garsona espresso sipariş ettim. Karşımda bin yıldan fazla süredir hemen hemen hiç değişmemiş Bizans yapısı olan San Marco Bazilikası ve Düka Sarayı ihtişamla duruyordu. Bazilikanın giriş bölümünde yer alan, ince dantel etkisi veren altın yaldızlı Bizans mozaikleriyle kaplı giriş bölümünü ve meydanı çepeçevre saran sütunlarla desteklenmiş ünlü Venedik kitaplığının ve Correr Müzesi’nin de yer aldığı sıra sıra yapılar, güvercinlerin kanat çırpışları arasında ne kadar da güzel görünüyordu. Turistler kahvaltılarını henüz yeni yapmışlar ve büyük kalabalıklar halinde Lido’dan, Mestre’den ve Jesolo’dan, Venedik’in kalbi olan bu meydana akmaya başlamışlardı. Espresso’yu hızla yudumladım ve kendimi, şehri labirent gibi saran dar sokaklara attım. Sıra sıra dükkanların yer aldığı bu sokaklarda sanki her şey turistler için düşünülmüştü. Maske satıcıları, Murano camları satanlar ve sıra sıra pizzacı, spagetti restoranları… Önce Ferit Bey’in favori yerini görecektim. Albümü açtım. San Marco Meydanı’nın yanından ilerleyen dar sokaklardan, küçük köprülerden geçtim ve Büyük Kanal’ın çıkış bölümüne yakın, burun kısmında yer alan Santa Maria della Saluta Kilisesine geldim. Muhteşem silueti ile karşımda duran bu kilisede de çoğu Venedik kilisesinde olduğu gibi döneminin birçok sanatçısının eserleri bulunuyordu. Büyük Kanal’ın bu bölümündeki alana kurulmuş iki önemli müze de vardı. Academia Müzesi ve özel Guggenheim Müzesi… “Tanrısal yaratıcılar” olarak gördüğümüz büyük Venedikli ustaların Academia Müzesi’ndeki devasa boyutlardaki eserleri, doyulmaz bir haz veriyordu. Tiziano, Caravaggio, Tinteretto, Carpaccio ve Bellini’lerin, çoğunluğu Venedik’i ve döneminin ihtişamını konu alan, eserleri göz 37