10.03.2014 Views

küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO

küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO

küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İSTANBUL TİCARET ODASI YAYIN NO: 2001-47<br />

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE<br />

FINANSAL KRİZLER VE<br />

FİNANSAL DÜZENLEMELER<br />

HAZIRLAYAN<br />

Prof. Dr. Turan YAY<br />

Doç. Dr. Gülsün GÜRKAN YAY<br />

Yrd. Doç. Dr. Ensar YILMAZ<br />

İSTANBUL


© Bu eserin tüm telif haklan İstanbul Ticaret Odası'na (İTO) aittir.<br />

İTO'nun <strong>ve</strong> yazarının ismi kaydedilmek koşuluyla yayından alıntı yapmak<br />

mümkündür. Ancak, İTO'nun yazılı izni olmadan yayının tamamı <strong>ve</strong>ya bir<br />

bölümü kopyalanamaz, çogaltılamaz, ticari amaçlarla kullanılamaz.<br />

Bu kitapta öne sürülen fikirler eserin yazarına aitttir. İstanbul Ticaret Odası'nın<br />

görüşlerini yansıtmaz.<br />

1. BASKI<br />

ARALIK 2001 İSTANBUL<br />

ISBN 975-512-603-1<br />

İTO yayınları için ayrıntılı bilgi<br />

Etüt <strong>ve</strong> Araştırma Şubesi Ticari Dokümantasyon Servisi'nden edinilebilir.<br />

Tel. : (212) 455 60 00 / 63 21 - 63 28<br />

Faks: (212) 513 88 27 - 520 10 27<br />

E. Posta : dokümantasyon (cb tr-ito.com<br />

BASKI<br />

MEGA AJANS<br />

REKLAMCILIK MATBAACILIK FUAR HiZM. LTD. ŞTİ.<br />

Tel.: (212)519 24 41 Faks : (212)519 42 43


ÖNSÖZ<br />

Hızla gelişen ulaşım <strong>ve</strong> iletişim teknolojileri, ticari ilişkilerin<br />

kıtalararası düzeyde yürütülmesini kolaylaştırmıştır. Bankacılık sisteminin<br />

dünya çapında hizmet sunabilecek bir etkinliğe ulaştığı, "Dünya Ticaret<br />

Örgütü" gibi kurumlaşmaları desteklediği düzen ortamında dünya ticareti<br />

hızla gelişirken sermaye <strong>ve</strong> teknoloji birikimleri de dünya çapında artan<br />

ölçüde hareketlilik kazanmıştır.<br />

Bugün globalleşme kavramıyla ifade edilen bu entegrasyon<br />

<strong>sürecinde</strong> para piyasalarının da ulusal hudutların ötesinde bütünleştiği<br />

görülmektedir. Mal <strong>ve</strong> hizmet akımları karşılığı olmayan sermaye<br />

hareketlerinin gelişmesi yeterli avantajların sağlanabilmesi şartıyla sermaye<br />

temini kolaylaştırmış, ancak para arzının kontrolünü <strong>ve</strong> sabit kuru esas alan<br />

ulusal istikrar politikalarını etkisiz kılmaya başlamıştır. Böylece avantaj<br />

üstünlükleri doğrultusunda kıt faktör olmaktan çıkan sermaye, ulusal para<br />

piyasalarının Merkez Bankası politikalarıyla kontrolünü zorlaştırırken, mali<br />

dengesizliklere çözüm aranmasının ertelenmesine de fırsat <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

Bütün bu gelişmeler 90'lı yıllarda uluslararası düzeyde etkili olan<br />

mali <strong>krizler</strong>e yol açmış, para <strong>ve</strong> bankacılık sistemlerini düzenlemek <strong>ve</strong><br />

parasal <strong>krizler</strong>i önlemek amacıyla yeni <strong>finansal</strong> düzenleme modelleri<br />

üzerinde çalışılmaya başlanmıştır.<br />

Bu kapsamda, içinde bulunduğumuz ortamda, dönemsel olarak<br />

<strong>krizler</strong>in ne gibi farklılıklar taşıdığının incelendiği, <strong>finansal</strong> düzenleme<br />

modellerinin analiz edildiği, dünyadaki düzenleme uygulamalarının ele<br />

alındığı bu çalışmada, özellikle <strong>küreselleşme</strong> sonucu ortaya çıkan <strong>finansal</strong><br />

<strong>krizler</strong>in Türkiye"e olan etkilerinin <strong>ve</strong> Türk bankacılık sisteminin düzenleme<br />

yapısı ile bu konuyla ilgili kurumsal <strong>ve</strong> yasal çerçe<strong>ve</strong>nin de irdelendiği<br />

"Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler <strong>ve</strong> Finansal Düzenlemeler" isimli<br />

çalışmanın üyelerimize <strong>ve</strong> tüm ilgililere faydalı olmasını diler,<br />

çalışmayı Odamız adına gerçekleştiren Prof. Dr. Turan Yay'a,<br />

Doç. Dr. Gülsün G. Yay'a <strong>ve</strong> Yrd. Doç. Dr. Ensar Yılmaz'a teşekkür ederiz.<br />

Prof. Dr. İsmail Özaslan<br />

Genel Sekreter


İÇİNDEKİLER<br />

Tablolar Listesi - 8<br />

GİRİŞ ..• 11<br />

I. BOLUIVI<br />

İKTİSADİ KRİZLER 15-59<br />

1.GİRİŞ 15<br />

2. ESKİ VE YENİ TİP KRİZLER:1990 KRİZLERİNİN FARKLILIKLARI 16<br />

3. KRİZ TANIMLARI, MODELLERİ VE GÖSTERGELERİ 20<br />

3.1. Kriz Tanımları 20<br />

3.2. Krizleri Açıklayan Modeller 23<br />

3.2.1. Birinci Nesil ModeiierSürdürülemez Ekonomik Yapılar <strong>ve</strong><br />

Yapısal Dengesizlikler 23<br />

3.2.2. İkinci Nesil Modeller(Self-fulfilling <strong>ve</strong>ya Escape Clause)<br />

Modeller 24<br />

3.2.3. Asya Krizini Açıklayan Modeller 25<br />

3.2.4. Yayılma/Sirayet (Contagion) Etkisi Modeli 27<br />

3.2.5. Krizlerde Dışsal Etkenlerin Rolü 28<br />

3. 3. Krizlerin Göstergeleri 28<br />

4. 1990'LARDA YAŞANAN KRİZLER 30<br />

4.1. ERM Krizi (1992-1993) 31<br />

4.2. Meksika Krizi (1994-1995) 32<br />

4.3. Asya Krizi (1997-1998) 35<br />

4.4.Rusya Krizi (Ağustos 1998) 40<br />

4.5. Brezilya Krizi (1999) 41<br />

5. TÜRKİYE 2000-2001 KRİZİ 42<br />

5.1. Aralık 1999 İstikrar Programı 43<br />

5


5. 2.Yaşanan İki Kriz 47<br />

5. 3. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı 49<br />

5. 4. Krizlerin Temel Nedenleri 51<br />

5. 4. 1. Makroekonomik Temeller 51<br />

5. 4. 2. Finansal Kesim/Bankacılık Kesiminin Sorunları 52<br />

5. 4. 3. Sabit Kura Dayalı İstikrar Programlarının Sorunları 54<br />

5. 4. 4. Sermaye Hareketlerinin Değişkenliği Sorunu 54<br />

5. 4. 5. Politik İstikrarsızlıklar 54<br />

6. SONUÇ 56<br />

II. BÖLÜM<br />

FİNANSAL REGÜLASYONUN TEORİK ÇERÇEVESİ 61-91<br />

1. GİRİŞ 61<br />

2. FİNANSAL REGÜLASYONUN RASYONALİTESİ 62<br />

2.1 Piyasa Başarısızlıkları 62<br />

2.2 Politik Regülasyon 72<br />

2.3 Parasal Kontrol 74<br />

3. FİNANSAL REGÜLASYONA KARAR VERMEK 77<br />

4. FİNANSAL REGÜLASYONUN DİNAMİĞİ 80<br />

4. 1. Regülasyon Etkileşimi 81<br />

4. 2. Uluslararası Regülasyon 84<br />

5. SONUÇ 90


III. BOLUM<br />

BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYON, GÖZETİM VE DENETİM<br />

UYGULAMALARINDA GELİŞMELER 93-121<br />

1. GİRİŞ 93<br />

2. BASEL BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KOMİTESİ 95<br />

2. 1. 1988 Basel Sermaye Uzlaşısı 96<br />

2. 2. 1999 Yeni Sermaye Yeterliliği Çerçe<strong>ve</strong>si 97<br />

2. 3. Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri 99<br />

3. ULUSLARARASI PARA FONU <strong>ve</strong> DÜNYA BANKASI: FİNANSAL<br />

SEKTÖR DEĞERLENDİRME PROGRAMI 110<br />

4. BANKACILIK KESİMİ REGÜLASYON, DENETİM VE GÖZETİM<br />

UYGULAMALARI 114<br />

4. 1. Mevduat Sigortası Uygulamalan 116<br />

IV. BÖLÜM<br />

TÜRK BANKACILIK SİSTEMİ : REGÜLASYON YAPISI, SORUNLARI VE<br />

YENİDEN YAPILANDIRILMASI 123-157<br />

1. GİRİŞ 123<br />

2. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI 124<br />

2.1. Merkez Bankası 124<br />

2.2. Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu 126<br />

2. 3. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 128<br />

2. 4. Hazine Müsteşarlığı 13?<br />

2.5. Türkiye Bankalar Birliği 132<br />

3. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN YAPISI VE SORUNLARI 133


4. BANKACILIK SİSTEMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI 139<br />

SONUÇ 152<br />

EKLER 158<br />

EK 1: Banka Krizlerinin Kronolojisi 158<br />

EK 2 : Krizlerin Belirtileri <strong>ve</strong> Temel Göstergeleri 161<br />

EK 3: Dünyada Bankacılık Sistemlerine İlişkin Temel Farklılıklar 162<br />

EK 4: 4672 Sayılı Kanunla Değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun Basle<br />

Komite'nin Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime İlişkin Temel<br />

İlkelerine Uyumu 167<br />

KAYNAKÇA ....179<br />

TABLOLAR LİSTESİ<br />

Tablo 1.1: Gelişen Piyasalara Giden Özel Sektör Sermaye Akımları 18<br />

Tablo l.2:Asya'da Özel Sektöre Açılan Banka Kredileri (Yıllık % Artış) ,<br />

1991-97 37<br />

Tablo 1.3: Reel Döviz Kurları 1990-97 38<br />

Tablo l.4:Asya Ülkelerinde Cari İşlemler Açığı, 1990-97 38<br />

Tablo 1.5: Geridönmeyen Borçların Toplam Borçlara Oranı 1996 39<br />

Tablo 1.6: Makroekonomik Göstergeler ı 57<br />

Tablo 1.7: Makroekonomik Göstergeler II 58<br />

Tablo 1.8 : Çeşitli Ülkelerde Krizlerin Belirtileri 59<br />

Tablo lll.1:Finansal Sisteme İlişkin Uluslararası Standartlar .....94<br />

Tablo III. 2. A: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...100<br />

Tablo III. 2. B: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...101<br />

Tablo III. 2. C: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...102<br />

Tablo III. 2. D: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...103


Tablo lll.3:Gelişen Piyasalarda İhtiyati Oranlar <strong>ve</strong> Kredi Kısıtlamaları ....109<br />

Tablo III.4: İhtiyatlı Makro-Göstergeler 113<br />

Tablo lll.5:Açık Mevduat Sigortasına Sahip Ülkeler- 1999 117<br />

Tablo lll.6:Seçilmiş Bazı Ülkelerin Mevduat Sigortası Maksimum Limiti <strong>ve</strong><br />

Milli Gelirleri 118<br />

Tablo III. 7 :Ortak-Sigorta Sistemine Sahip Ülkeler 120<br />

Tablo III. 8:Riske Bağlı Primli Mevduat Sigortası Sistemleri 121<br />

Tablo IV. 1: Türk Mali Sisteminin Regülasyon Yapısı 123<br />

Tablo IV.2:Bankacılık Sektöründeki Gelişmelere İlişkin Bazı Göstergeleri33<br />

Tablo IV.3:Bankacılık Sisteminin Finansal Büyüklüklerindeki Gelişmeler. 134<br />

Tablo IV.4 Toplam Aktif Büyüklüğüne Göre Banka Sayısı 135<br />

Tablo IV.5 [Kredilerin Takibe Dönüşme Oranları 135<br />

Tablo IV.6: Kredilerin Türlerine Göre Dağılımı 136<br />

Tablo IV.7:Dövize Endeksli Pozisyon Hariç Bilanço içi Yabancı<br />

Para Pozisyonu 136<br />

Tablo IV.8:Döviz Pozisyonundaki Gelişmeler (TMSF Bankaları Hariç Özel<br />

Bankalar) 137<br />

Tablo IV.9: Sermaye Yeterliliği Rasyosu 137<br />

Tablo IV. 10 :Bankacılık Sisteminde Yapısal Bozulma 138<br />

Tablo IV.11:Banka Reformlarının Sonuçları <strong>ve</strong> Maliyetleri 142<br />

TablolV.12:BankaGilık Reformlarında Kullanılan Yeniden Yapılandırma<br />

Araçları <strong>ve</strong> Etkinlikleri 144<br />

Tablo IV.13:TMSF Bankalarında Yaşanan Yeniden Yapılanma 146<br />

Tablo IV.14:TMSF Bünyesine Devredilen Bankalar Listesi.......... 147<br />

Tablo IV. 15 TMSF Bünyesindeki Bankaların Döviz Pozisyonundaki<br />

Gelişmeler 148<br />

Tablo IV.16 Hazine Tarafından TMSF'na Verilen Özel Tertip Tahviller...149<br />

Tablo IV.17 :Fon Bankalarına Aktarılan Kaynak Tutarı 150


GİRİŞ<br />

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ulusal <strong>ve</strong> uluslar arası düzeyde<br />

parasal <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemlerdeki gelişmelerin belirgin özelliklerini,<br />

çalışmamızın başlığı yansıtmaktadır: Küreselleşme, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> <strong>ve</strong><br />

<strong>finansal</strong> regülasyon.<br />

1970İİ yıllara kadar para <strong>ve</strong> mali sistemler denilince akla, ulusal<br />

düzeyde, merkez bankalarının kontrolünde (altın <strong>ve</strong> gümüş gibi değerli<br />

madenlerden çok merkez bankasının itibarına dayanan) bir para (fiat<br />

money) sistemi <strong>ve</strong> mevduat sahiplerini korumak, <strong>finansal</strong> piyasaların<br />

istikrarını sağlamak amacıyla oluşturulan bir mali gü<strong>ve</strong>nlik ağı (safety net)<br />

ile, uluslar arası düzeyde sabit döviz kuruna dayalı Bretton Woods sistemi,<br />

gelirdi. 1971'de Bretton Woods sabit döviz kuru sisteminin çökmesinden<br />

sonra, dünya yeni bir uluslar arası mali sisteme geçti: Bir yandan tüm<br />

dünyada esnek döviz kuru sisteminin benimsenmesi, diğer yandan<br />

ülkelerde giderek artan serbestleşme (deregulation) <strong>ve</strong> liberalizasyon<br />

girişimleri, önce dünya ticaret hacmine ardından da sermaye hareketlerine<br />

büyük bir ivme <strong>ve</strong>rdi. Sözkonusu bu gelişme bir yandan ulusal mali<br />

sistemlerde merkez bankalarının hakim gücünü kırarken, diğer yandan da<br />

<strong>finansal</strong> sistemlerin uluslar arası sermaye hareketleri karşısında<br />

kırılganlığını artırdı. Sermaye akımlarının uluslar arası düzeyde hareket<br />

imkanı kazanması, merkez bankalarını iki seçenekle karşı karşıya<br />

bıraktı:Ya uluslar arası <strong>finansal</strong> sistemi yönlendirebilecek "büyük oyuncu"<br />

olmak, ya da kredibilitelenni koruyabilmek. Dünya, merkez bankalarının<br />

itibarlarını/kredibiltelerini koruyabilmelerinin, büyük ölçüde ülke <strong>finansal</strong><br />

sistemlerini uluslar arası sermaye hareketlerinin yıkıcı etkilerinden<br />

koruyabilmelerine <strong>ve</strong> bu amaçla da sağlıklı <strong>ve</strong> etkin çalışan mali sistemlere<br />

sahip olunması gerektiği gerçeğini yaşayarak öğrendi. 19701i yıllardan<br />

itibaren <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> gelişmiş ya da gelişmekte olan bir çok ülkeyi, bazen<br />

tekrar tekrar vurdu. Bu nedenle yirminci yüzyılın son çeyreği, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong><br />

dönemi olarak adlandırılır oldu. Gelişm^elerin doğal sonucu, ulusal mali<br />

sistemlerin sağlıklı, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> etkin işlemesi, uluslar arası mali sistemin<br />

istikrarının sağlanması için, <strong>finansal</strong> sistemlerin nasıl (daha iyi) regüle<br />

edilebileceği tartışmasının gündeme gelmesiydi. Ülkelerin tek tek kendi<br />

regülasyon yapılarını restore etme çabaları, giderek uluslar arası düzeyde<br />

bu konuda çalışan bir dizi kuruluşun ortaya çıkmasına neden oldu.<br />

Son yıllarda artan <strong>küreselleşme</strong> <strong>ve</strong> beraberinde gelen <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong><br />

<strong>ve</strong> bunlara karşı daha etkin regülasyon sisStemleri geliştirme tartışmalarının,<br />

tüm dünya için geleceğe yönelik üç seçenek ortaya koyduğunu<br />

söyleyebiliriz(Klein, 1999):


Merkez Bankasının bağımsızlığını artırmayı, mevduat sigortası <strong>ve</strong> son<br />

kredi mercii geleneksel araçlarını destekleyecek <strong>ve</strong> çeşitli suistimalleri<br />

önleyecek regülasyon araç <strong>ve</strong> sistemlerini geliştirmeyi amaçlayan<br />

geleneksel piyasa-temelli bağımsız regülasyon seçeneği.<br />

Uluslar arası sermaye hareketlerinin yıkıcı etkisi <strong>ve</strong> bankaların<br />

regülasyonunda yaşanan sorunlar nedeniyle tekrar önplana çıkan<br />

kontrollara dönüş seçeneği. (Malezya <strong>ve</strong> Rusya'da sermaye hareketlerine<br />

getirilen kısıtlamalar, Çin <strong>ve</strong> Hindistan'da liberalizasyona geçişin yavaş <strong>ve</strong><br />

kontrollü olması, Şili gibi bazı ülkelerde geçici uygulamalar)<br />

Paranın bir çok kuruluş tarafından çıkarıldığı, hiçbir emniyet ağının<br />

olmadığı, serbest bankacılığa dayanan 18. Ve 19. Yüzyıl Ingilteresinde<br />

uygulanan Laissez Faire <strong>finansal</strong> sistem, ya da gü<strong>ve</strong>nlik ağı(safety net)<br />

olmayan piyasa disiplini seçeneği.<br />

Bizim kişisel görüşümüz o dur ki, görünür gelecekte uluslar arası<br />

<strong>finansal</strong> sistemdeki gelişmeler, iki uç (serbest <strong>finansal</strong> sistem <strong>ve</strong> kontrollü<br />

<strong>finansal</strong> sistem) seçenektense, piyasa disiplinine ağırlık <strong>ve</strong>ren bağımsız<br />

regülasyon sistemi çerçe<strong>ve</strong>sinde gelişecektir.<br />

Çalışmamız bu bağlamda dört bölümden oluşmaktadır: İlk bölümde,<br />

önce, yirminci yüzyılda kapitalist sistemin yaşadığı <strong>krizler</strong>in özellikleri ele<br />

alınmakta <strong>ve</strong> 1990'lı yıllardaki <strong>krizler</strong>in farklılıkları vurgulanmaktadır. Daha<br />

sonra 1990'lı yıllarda yaşanan <strong>finansal</strong> (para <strong>ve</strong> bankacılık) <strong>krizler</strong>i<br />

açıklayan teorik modeller incelenmektedir.. Bu modeller çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan ERM (Exchange Rate Mechanism)<br />

Krizi(1992), Meksika Krizi (1994), Güney Doğu Asya Krizi (1997), Rusya<br />

Krizi(1998) <strong>ve</strong> Brezilya Krizi(1999), özellikleri vurgulanarak açıklanmaktadır.<br />

Bölüm, Türkiye'nin yaşadığı 2000-2001 krizinin, uygulanan istikrar<br />

politikaları çerçe<strong>ve</strong>sinde ayrıntılı bir değerlendirilmesi ile son bulmaktadır.<br />

Çalışmanın İkinci bölümünde regülasyonun teorik analizi ele<br />

alınmakta <strong>ve</strong> nasıl <strong>ve</strong> niçin regülasyon? Sorularına yanıt aranmaktadır. Bu<br />

bağlamda, <strong>finansal</strong> piyasalara devletin müdahalesine ilişkin teorik<br />

gerekçeler (piyasa başarısızlıkları, politik regülasyon <strong>ve</strong> parasal kontol) ele<br />

alınmakta <strong>ve</strong> başarılı regülasyon için gerekli araçlar <strong>ve</strong> koşullar<br />

incelenmektedir. Ayrıca regülasyonun dinamiği başlığı altında regülasyon<br />

otoritesi, bankalar <strong>ve</strong> kullanılan regülasyon araçları arasındaki etkileşim ele<br />

alınmaktadır. Bölümde uluslararası regülasyona da değinilmektedir.<br />

Üçüncü bölümde, dünyada regülasyon uygulamalarının<br />

geliştirilmesine ilişkin çalışmalar değerlendirilmektedir. Özellikle uluslar<br />

arası regülasyonun standartları saptanmaya çalışılmakta <strong>ve</strong> Basel Komite<br />

ile IMF-Dünya Bankası'nın çalışmaları değerlendirilmektedir. Ayrıca


dünyada uygulanan regülasyon sistemleri ile mevduat sigortası<br />

uygulamaları ele alınmaktadır.<br />

Çalışmanın dördüncü bölümünde, Türk Bankacılık Sistemi'nin<br />

regülasyon yapısı ortaya konmakta, regülasyona dayanak oluşturan yasal<br />

çerçe<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> regülasyondan sorumlu kurumlar ele alınmaktadır. Ayrıca Türk<br />

Bankacılık Sistemi'nin son yıllardaki yapısal sorunları <strong>ve</strong> yaşanan 2000-<br />

2001 krizi çerçe<strong>ve</strong>sinde Bankaların yeniden yapılandırılması <strong>ve</strong><br />

regülasyonu konusundaki gelişmeler incelenmektedir.<br />

Çalışma boyunca bazen regülasyon bazen de düzenleme sözcüğü<br />

aynı anlama gelmek üzere kullanılmıştır. Bunun nedeni yazarların<br />

"düzenleme" sözcüğünün her zaman "regülasyon" sözcüğünün taşıdığı<br />

anlamı yansıtmadığı görüşüdür.<br />

Çalışmanın birinci bölümü Doç. Dr. Gülsün Gürkan Yay, ikinci bölümü<br />

Yard. Doç. Dr. Ensar Yılmaz tarafından kaleme alınmıştır. Üçüncü <strong>ve</strong><br />

dördüncü bölümler Prof. Dr. Turan Yay tarafından yazılmıştır. Üçüncü<br />

bölümün 4.1. kısmını Yrd. Doç. .Dr. Ensar Yılmaz yazmıştır.<br />

Yazarlar, "Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler <strong>ve</strong> Finansal<br />

Düzenlemeler" adlı bu projenin hazırlanmasına olanak <strong>ve</strong> destek sağlayan,<br />

İstanbul Ticaret Odası <strong>ve</strong> Sayın Yöneticilerine teşekkürü bir borç bilirler.<br />

Prof. Dr.Turan Yay, Doç. Dr. Gülsün G. Yay, Yrd. Doç. Dr. Ensar Yılmaz<br />

İstanbul, 15 Eylül 2001


I. BÖLÜM<br />

İKTİSADİ KRİZLER<br />

1. GİRİŞ<br />

1990'larda Kapitalist dünyada üstüste yaşanan <strong>krizler</strong>, iktisat<br />

literatürünün en önemli konusunu <strong>ve</strong> ilgi alanını oluşturmaya başladı.<br />

Türkiye açısından da 2000 yılında yaşanan <strong>ve</strong> halen etkisinde bulunulan<br />

"kriz", en önemli tartışma <strong>ve</strong> gündem konusunu oluşturmaktadır. Aslında<br />

Kapitalist sistem ciddi ekonomik <strong>krizler</strong>le tarihi boyunca sıklıkla<br />

karşılaşmıştır. Bunların en önemlisi, kuşkusuz 1929 Dünya Bunalımı'ydı.<br />

Etkileri <strong>ve</strong> sonuçları açısından,günümüzde bütün yaşananlara karşın, hala<br />

kapitalizmin en büyük krizi olma özelliğini sürdürmektedir.<br />

1929 Krizinin izlerinin silinmesinden <strong>ve</strong> uzunca bir dönem yaşanan<br />

istikrardan sonra, 1960'ların sonlarında başlayıp iki petrol kriziyle de ivme<br />

kazanan Bretton VVoods sonrası döneme ait 1970'ler <strong>ve</strong> 1980'lerdeki borç<br />

<strong>krizler</strong>i de, Dünya ekonomisi açısından ikinci önemli kriz dalgasını<br />

oluşturmuştur.<br />

1990'ların başından beri üstüste yaşanan altı önemli krizden sonra,<br />

kapitalist sistem, yeniden <strong>krizler</strong>in nedenlerini, ortak noktalarını,<br />

farklılıklarını <strong>ve</strong> çözümlerini tartışmaya odaklanmıştır. 1990'larda kriz<br />

kavramını bu kadar yaşamımızın içine sokan etken, dünya ölçeğinde<br />

yaygınlığının yanısıra, teknolojinin <strong>ve</strong> bu sayede medyanın <strong>krizler</strong>i en hızlı<br />

<strong>ve</strong> en etkili şekilde algılamamızı sağlaması olmuştur. Aslında yaşananlar,<br />

geçmişte yaşananlarla oldukça benzerdir. Ödemeler Dengesi krizleh de,<br />

bankacılık <strong>krizler</strong>i de geleneksel <strong>krizler</strong>dir. 1970 <strong>ve</strong> 1980 <strong>krizler</strong>i ile<br />

1990'lardakl <strong>krizler</strong> cari açıklar, üretim <strong>ve</strong> bankacılık zafiyetleri gibi pek çok<br />

ortak kriz özelliklerini taşımaktadırlar (Kamin, 1999). Ancak koşullar<br />

farklıdır. Bu nedenle bildik <strong>krizler</strong> yeni boyutlar kazanıp farklılaşmış<br />

görünmektedir. Tarih tekerrür etse de, hiçbir zaman aynen<br />

tekrarlanmamaktadır. 1990larda yaşanan üç önemli değişiklik (bilgi<br />

teknolojisindeki buluş <strong>ve</strong> yenilikler; bunun <strong>finansal</strong> tekniklerde <strong>ve</strong> araçlarda<br />

sağladığı yenilikler; deregülasyon <strong>ve</strong> serbest sermaye hareketleri gibi<br />

liberalizasyon politikalarının yaygınlaşması ile yoğunlaşan globalleşme<br />

olgusu), yaşanan <strong>krizler</strong>e farklı boyutlar katmıştır. Özellikle bilgisayar <strong>ve</strong><br />

bilgi teknolojisindeki yeniliklerin <strong>finansal</strong> araçlar <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> hizmetler<br />

üzerindeki etkisi, hiçbir alanda olmadığı kadar yoğun olmuş; haberleşme<br />

maliyetlerinin düşüşü, yeni <strong>finansal</strong> araçların (derivati<strong>ve</strong>s) olağanüstü<br />

boyutta artması, liberalizasyonla zaten artan sermaye akımlarının<br />

hızlanmasını kolaylaştırmıştır. Bu teknolojilerin sağladığı faydaların, <strong>krizler</strong>i<br />

yaygınlaştırmada da hızlandırıcı rolü vardır. Herhangi bir sıkıntı anında,<br />

mevduat sahipleri bilgisayar <strong>ve</strong> telefon yardımıyla hesaplarını çekebilmekte,<br />

15


hızlı banka paniklerine/kaçışlara neden olabilmektedirler. Artık "sessiz"<br />

elektronik para kaçışları, "gürültülü" banka paniklerinin yerini almıştır<br />

(Kaufman, 1999).<br />

2. ESKİ VE YENİ TİP KRİZLER:1990 KRİZLERİNİN FARKLILIKLARI<br />

Eski tip <strong>krizler</strong>le 1990 <strong>krizler</strong>i arasında hızları, etki alanları, finansman<br />

araçları, <strong>ve</strong> üretilen politika önerileri açısından farklılıklar olduğu için,<br />

kapitalizmin yukarda belirttiğimiz üç önemli kriz dalgasını çeşitli açılardan<br />

karşılaştırmayı faydalı buluyoruz. Buna göre, 1990 ların özellikleri daha net<br />

ortaya çıkacaktır.<br />

/7/c farklılık, <strong>krizler</strong>in etki alanlarının farkıdır. 1930'lartam bir global kriz<br />

olmuştu. Oysa 1970'li <strong>ve</strong> 1980'li yıllardaki <strong>krizler</strong> belli bölgeleri etkileyen<br />

(1970'lerde Güney Latin Amerika, 1980lerde Latin Amerika'nın tümü)<br />

<strong>krizler</strong>di. 1990'lardakiler ise bir ülke <strong>ve</strong>ya bölgeyle sınırlı olan, birbirlerine<br />

yayılsa da, izole edilmiş <strong>krizler</strong>dir (Avrupa Birliği ülkeleri, Meksika <strong>ve</strong>ya<br />

Doğu Asya bölgesi gibi). Bu fark kısmen <strong>krizler</strong>in yarattığı makroekonomik<br />

şokların şiddetiyle bağlantılı olmaktadır. 1930'larda yaşanan kriz global bir<br />

krizdi. Büyük depresyonla tüm gelişmiş <strong>ve</strong> az gelişmiş dünyada <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong><br />

reel piyasalar şiddetle çökmüştür. 1980'ler <strong>ve</strong> 1990'larda ise<br />

makroekonomik şoklar çok daha küçük olduğundan, <strong>krizler</strong> daha az<br />

geneldir.<br />

İkinci farklılık ise, bu üç dönemdeki <strong>krizler</strong>in finansman biçimleri/<br />

araçları arasındaki farklılıktır. Ticari krediler, sabit faizli tahviller, doğrudan<br />

yabancı yatırımlar, portföy yatırımları her dönemde mevcut olsa da, sözü<br />

geçen dönemlerin her birinde ağırlık farklı ""inansal araç <strong>ve</strong> kurumlarda<br />

olmuştur. 1920'lerde öncelikle devlet tahvilleri, gelişmiş ülkelerden<br />

gelişmekte olanlara doğru portföy sermaye akımının en önemli motoru<br />

olmuştur. Bu dönemin özelliği tahvil finansman dönemi olmasıdır. ABD<br />

bankaları <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> aracıları, uluslar arası piyasalarda tahvil ihraç etmek<br />

için şiddetli ataklarla bir rekabet yaratarak yabancı hükümet <strong>ve</strong> şirketlerle<br />

anlaşmalar yapmışlardır. Bu dönemde de <strong>finansal</strong> yenilik <strong>ve</strong> yatırım tröstleri<br />

hızla gelişmiştir (Eichengreen <strong>ve</strong> Fish!ow, 1998:38). Bu dönemdeki uluslar<br />

arası sermaye akımlarının12 büyük ülkenin GSYlH'sına oranı, %6 ya<br />

ulaşmıştır. Bu oran 1960'larda %1; 1990'larda %2' dir (Kaufman, 1999).<br />

1970 <strong>ve</strong> 8Ü'lerde ise banka finansmanı ön plandadır. 1973-74 ilk petrol<br />

şokunun en önemli etkilerinden biri, petrol ihracatçısı ülkelerde(OPEC) cari<br />

hesap fazlalarının oluşması <strong>ve</strong> bu ülkelerin, ülke içindeki politik sorunla


ithalatçı ülkeler de bu borçların önemli bir kısmını OPEC Ülkelerinden<br />

petrol ithal etmek için kullandılar. Özel sermaye akımlarının çoğu ticari<br />

bankalardan alınan sendikasyon kredileri biçimini aldı. Borçluların çoğu da<br />

ülkelerin kamu kesimleriydi (Bustelo, 2000). Bu borçlar, dolar cinsinden <strong>ve</strong><br />

LİBOR olarak bilinen faize bağlı olarak dalgalanıyordu. En çok borçlu 15<br />

ülkenin çoğu Latin Amerika ülkesiydi. 1974-78 arasmda petrol ithal eden<br />

gelişmekte olan ülkelenn cari hesap açıkları 180 milyar $'ı bulmuştu.<br />

1980'iere kadar tüm gelişmekte olan ülkelerin orta vadeli borçları 135 milyar<br />

$' dı (Bu miktar 1970'te sadece 4 milyar $' dı). Meksika <strong>ve</strong> Brezilya en fazla<br />

borçlu olan ülkeler olarak toplamın %37 'sini oluşturuyorlardı (Solomon,<br />

1999).<br />

1980'lerin başında, ABD <strong>ve</strong> İngiltere gibi gelişmiş ülkelenn<br />

enflasyona karşı uyguladığı aşırı sıkı para politikaları, bu ülkelerde likidite<br />

sıkıntısına, yüksek faizlere <strong>ve</strong> .^esesyona yol açarken, gelişmekte olan<br />

ülkelerde de borç <strong>krizler</strong>ine yol açtı. Çok yüksek seviyelere ulaşan faiz<br />

oranları (1978'de libor %9,2 iken 1981'de %16,7'ye yükselmişti) borçlu<br />

ülkelerin faiz maliyetlerini aşırı yükseltti (Solomon, 1999). Aynı zamanda,<br />

gelişmiş ülkelerdeki resesyon nedeniyle gelişen ülkelerin ihraç malları<br />

fiyatları <strong>ve</strong> ihracat gelirleri düşmeye başladı. Sonuç olarak, borçlu ülkelenn<br />

cari hesap açıkları hızla arttı <strong>ve</strong> bu ülkelerin borçlarını geri ödemeyi<br />

sürdürmeleri imkansız hale geldi (Ailen, 1994:111). En ağır borçlu 17<br />

ülkenin faiz ödemeleri, 1978'de ihraç gelirlerinin ortalama %10'unu<br />

oluştururken 1982'de bu oran % 28 oldu. Ticari bankaların borç <strong>ve</strong>rme<br />

gönüllülüğünde azalma gündeme geldi. 1980'lerde Baker Planı ile borçlu<br />

ülkelerin yeniden borçlanabilirliğini sağlamak için, borçlarının miktarını<br />

azaltmak, mevcut borçların faiz oranlarını düşürmek gibi seçenekler<br />

sağlandı. Bunların yanı sıra borçlu ülkelere makro ekonomik politikalarını<br />

iyileştirmeleri <strong>ve</strong> yapısal reformlar (özelleştirme, deregülasyon, dış ticareti<br />

liberalize etme <strong>ve</strong> doğrudan yatırımları teşvik etme gibi) yapmaları<br />

öneriliyordu. Ticah banka borçlarının yeniden yapılanmasını sağlayan<br />

Brady Planı ile 1980lerin borç <strong>krizler</strong>ine nokta konuldu.<br />

1980'lerin sonu <strong>ve</strong> daha çok 1990'larda hisse senedi finansmanı<br />

yaygınlaşmıştır (Tomita, 2000 :2). Özellikle ABD'de hayat sigortası şirketleri<br />

<strong>ve</strong> emeklilik fonlarının yaygınlaşmasıyla çeşitlenen uluslar arası portföy<br />

yatırımları, denetleme <strong>ve</strong> düzenlemeye ilişkin gevşemelerle hızlanmış;<br />

<strong>finansal</strong> piyasaların liberalizasyonu, ortak fonların büyümesi <strong>ve</strong> gelişmiş<br />

ülke (özellikle ABD) faiz oranlarının düşmesi de bu etkiyi arttırmıştır. Tıpkı<br />

1920 <strong>ve</strong> 1970'lerde olduğu gibi. Merkezdeki faiz oranlarındaki düşüşler,<br />

bankaları <strong>ve</strong> ortak fon portföy yöneticilerini daha yüksek faizli Gelişmekte<br />

Olan Piyasalarda getiri aramaya yönlendirmiştir. 1990'da Latin Amerika'ya<br />

yönelmiş sermaye akımı, 1978-81 arasında ulaşılan doruk miktarını (24<br />

milyar $) çok aşmış, 199rde 40 milyar $.. 1992'de 54 milyar $, 1993'te 69<br />

milyar $ <strong>ve</strong> 1994'te 42 milyar $'a ulaşmıştır (Eichengreen <strong>ve</strong> F!shlow,1998<br />

! /


:48). Gelişen piyasalara yönelen (özellikle Latin Amerika <strong>ve</strong> Doğu Asya<br />

ülkelerine) bu sermaye akımı patlamasının temel nedeni, sermaye ihraç<br />

eden ülkelerle ithal eden ülkeler arasındaki faiz oranlan farkı olmuştur. Bu<br />

önemli etkenin yanısıra, gelişen piyasalarda gerçekleştirilen makro<br />

ekonomik iyileşmeler <strong>ve</strong> yapısal reformlar da, sermaye akımını bu ülkelere<br />

çeken etkenler olmuşlardır. Sermaye akımının biçimi, genellikle alan<br />

ülkelenn politikalan kadar, yabancı banka <strong>ve</strong> yatırımcıların tercihlerine<br />

bağlıdır. 1990'lar boyunca doğrudan yatırımlar artmaya devam etse de,<br />

1990'larda ortaya çıkan bütün <strong>krizler</strong>den önce portföy yatırımları <strong>ve</strong> banka<br />

borçlarının payının şiddetle arttığı görülmektedir (Bkz. Tablo 1.1). Bu<br />

dönemde borçlananlar daha çok özel kesim <strong>ve</strong> daha az ölçüde de kamu<br />

kesimidir. Resmi borçlanmalar ciddi ölçüde azalmıştır (Kahler,1998:3).<br />

Krizler arasında üçüncü önemli farklılık, bu üç kriz döneminde kredi<br />

<strong>ve</strong>ren ülkelerin hükümetlennin <strong>ve</strong> multilateral kurumların müdahalelerindeki<br />

farklılıklardır. 1920lerde borç <strong>ve</strong>ren ülkelerin hükümetleh <strong>ve</strong> Merkez<br />

bankaları <strong>finansal</strong> sistemin istikrarı için çok sınırlı tepki <strong>ve</strong>rmiştir. Tersine<br />

1980' lerde borç <strong>ve</strong>ren ülkelerin bankacılık sistemlerinin riski nedeniyle,<br />

gelişmiş ülkeler IMF' kanalıyla erken <strong>ve</strong> etkili bir müdahaleyi harekete<br />

geçirmiştir. 1990'lardaki müdahaleler de hem lider ülkeler hem de IMF<br />

kanalıyla gerçekleştirilmektedir.<br />

Tablo L 1: Gelişen Piyasalara Giden Özel Sektör Sermaye Akımları<br />

1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999<br />

Tüm dünya<br />

Toplam özel-sektör 118,1 112,6 172,1 136,3 226,9 215,9 147,6 75,1 80,5<br />

sermaye akımı<br />

Doğrudan yatırım<br />

Potföy yatırımı<br />

Diğer <strong>finansal</strong><br />

31,5<br />

24,7<br />

62,5<br />

35,4<br />

56,1<br />

21,0<br />

59,4<br />

84,4<br />

28,3<br />

84,0<br />

109,6<br />

-57,3<br />

92,6<br />

36,9<br />

97,4<br />

113,2<br />

77,8<br />

24,9<br />

138,6<br />

52,9<br />

-43,9<br />

143,3<br />

8,5<br />

-76,7<br />

149,8<br />

23,3<br />

-92,5<br />

işlemler<br />

Asya<br />

Toplam özel-sektör 32,5 20,7 57,4 63,6 105,0 104,1 -1,4 -42,6 -27,1<br />

sermaye akımı<br />

Doğrudan yatırım<br />

Potföy yatırımı<br />

Diğer <strong>finansal</strong><br />

14,5<br />

1,2<br />

16,6<br />

15,7<br />

9,0<br />

-4,0<br />

33,9<br />

21,8<br />

1,7<br />

47,1<br />

11,7<br />

4,7<br />

46,6<br />

14,2<br />

38,2<br />

53,0<br />

12,9<br />

38,2<br />

55,4<br />

3,5<br />

-60,3<br />

58,3<br />

-17,9<br />

-82,9<br />

49,8<br />

-5,6<br />

-71,3<br />

işlemler<br />

Etkilenen beş ülke<br />

Toplam özel-sektör 24,8 29,0 31,8 36,1 74,2 65,8 -20,4 -25,6 -24,6<br />

sermaye akımı<br />

Doğrudan yatırım<br />

Potföy yatırımı<br />

Diğer <strong>finansal</strong><br />

6,2<br />

3,2<br />

15,4<br />

7,3<br />

6,4<br />

15,3<br />

7,6<br />

17,2<br />

7,0<br />

8,8<br />

9,9<br />

17,4<br />

7,5<br />

17,4<br />

49,2<br />

8,4<br />

20,3<br />

37,1<br />

10,3<br />

12,9<br />

-43,6<br />

8,6<br />

-6,0<br />

-28,2<br />

10,2<br />

6,3<br />

-41,1<br />

işlemler<br />

Latin Amerika<br />

Toplam özel-sektör 24,1 55,6 66,8 49,4 53,1 72,1 85,5. 70,0 54,1<br />

sermaye akımı<br />

Doğrudan yatırım<br />

Portföy yatınmı<br />

Diğer <strong>finansal</strong><br />

11,3<br />

14,7<br />

-2,0<br />

13,9<br />

30,3<br />

11,4<br />

13,4<br />

44,0<br />

9,4<br />

23,1<br />

66,7<br />

-40,4<br />

24,7<br />

3,0<br />

25,5<br />

39,5<br />

41,0<br />

-8,4<br />

53,1<br />

19,2<br />

13,2<br />

işlemler 1<br />

56,1<br />

'14,7<br />

-0,8<br />

63,6<br />

10,6<br />

. -20,1


Geçiş ekonomileri<br />

Toplam özel-sektör -9,9 2,3 21,0<br />

sermaye akımı<br />

4,5 44,0 17,0 22,8 14,2 11,6<br />

Doğrudan yatırım 2,4 4,2 6,0 5,4 13,6 13,7 19,7 21,0 23,5<br />

Portföy yatırımı - 0,1 8,7 20,0 13,3 19,2 21,5 7,0 3,7<br />

Diğer <strong>finansal</strong> -12,3 -2,0 6,3 -21,0 17,1 -15,8 -18,4 -14,0 -15,6<br />

işlemler<br />

Notlar: 1)"Yükselen Piyasalar" gelişen ülkelerle geçiş ekonomilrini kapsamaktadır. 2) Etkilenen 5 ülke<br />

Endonezya; Güney Kore, Malezya; Filipinler <strong>ve</strong> Tayland'dır. 3) Diğer <strong>finansal</strong> işlemler, kısa <strong>ve</strong> uzun<br />

dönem ticari finasmanı, banka borçlarını <strong>ve</strong> mevduatları içermektedir.<br />

KAYNAK: World Economic Outlook, IMF, Mayıs 2000<br />

Dönemler arasındaki dördüncü farklılık, borçlu ülkelerin kendi<br />

içlerinde <strong>krizler</strong>e gösterdikleri tepkilerdeki farklılıklardır. 1930'lerde tepki ithal<br />

ikamesi biçimini almıştır; 1980'lerde mali (fiscal) ayarlamalar; 1990'larda ise<br />

parasal ayarlamalar önem kazanmıştır: 1930'larda mal <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />

piyasaların çökmesinden sonra sermaye ithal eden ülkeler, yabancı fonlar<br />

olmadan yaşamayı, yabancı piyasa <strong>ve</strong> sermaye bağımlılığını azaltmayı <strong>ve</strong><br />

ithal ikamesi politikalarıyla dış yükümlülüklerini azaltmayı düşünmüşlerdir.<br />

1980'lerde ise borçlanmaların durduğu dönemde bile, ihraç piyasaları<br />

varlığını sürdürdüğü için ithal ikamecilik artık cazip değildi. Fakat<br />

gelişmekte olan ülkelere borç <strong>ve</strong>rme şiddetle azaldığı için bu ülkeler,<br />

bütçelerini kısmayı kurumsallaştırmak zorunda kaldılar. Mali <strong>düzenlemeler</strong>,<br />

dış ayarlanmalar için temel araç oldu. 1990'larda ise, yabancı sermaye<br />

akımları daha çok özel <strong>ve</strong> yarı kamusal işletmelere yöneldiğinden <strong>ve</strong><br />

hükümetler eskisi kadar yabancı fonları kullanmadıklarından, mali<br />

düzenleme gereği daha azalmıştır. Her ülke için aynı derecede olmamakla<br />

beraber, 1990'larda pek çok ülkede hükümetler bütçe açıklarını para arzını<br />

arttırarak finanse etme kolaycılığına kapılmamaya çalıştılar <strong>ve</strong> yabancı<br />

sermaye girişlerini sterilize etmek için sınırlı para politikalarına yöneldiler.<br />

Para politikası, makroiktisat politikalarının temel aletlehnden biri olurken.<br />

Merkez Bankaları da çok önemli roller üstlendilerBankalara yük getirdiği<br />

düşünüldüğü için yüksek zorunlu rezerv oranları düşürülerek açık piyasa<br />

işlemleri tercih edilen politika aracı oldu. Sermaye akımlarının serbestleştiği<br />

bir dünyada ülkeler hem bağımsız para politikasını, hem döviz politikasını<br />

hem de sermaye hareketlenni aynı anda düzenleyemedikleri (trilema) için<br />

çoğunlukla sterilizasyon politikalarına (açık piyasa işlemleri) <strong>ve</strong>ya<br />

revalüasyon (ya da sabit, yarı-sabit kur politikalarına) ya da az sayıda<br />

ülkenin baş vurduğu sermaye kontrolü politikalarına yöneldiler (Reinhart <strong>ve</strong><br />

Reinhart, 1998:94-96).<br />

Özellikle, Bretton Woods sonrası ortaya çıkan çok sayıda ödemeler<br />

dengesi <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>i bilinen <strong>ve</strong> benzerlik taşıyan <strong>krizler</strong>dir. Ancak<br />

<strong>finansal</strong> kesimlerin müdahalelere tabi olduğu <strong>ve</strong> daha az liberal olduğu<br />

1970-80'lerdeki eski tip <strong>krizler</strong>de sorun daha çok ödemeler dengesine ilişkin<br />

görülmektedir. Yukarda belirttiğimiz koşullardaki değişimler, 1990'larda<br />

ödemeler dengesi <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>inin birbirlennden bağımsızlığını


ortadan kaldırmış, onları karşılıklı ilişkili hale getirmiştir. Bu bağlantı, hızlı<br />

yabancı sermaye girişiyle birlikte, deregüle edilmiş ülke içi <strong>finansal</strong> kesimin<br />

döviz cinsinden yükümlülüklerinin varlığı nedeniyle kurulmaktadır. Karşılıklı<br />

ilişkili bu "twin" <strong>krizler</strong> durumunda sorun karmaşıklaşmakta, <strong>krizler</strong>den çıkış<br />

yolları da daha karmaşık <strong>ve</strong> maliyetli hale gelmektedir (Kruger, 2000 :39).<br />

Beşinci farklılık da, <strong>krizler</strong>in çözümlenmesindeki farklılıklardır.<br />

Ödemeler dengesi krizinde geleneksel çözüm, devalüasyon ile para <strong>ve</strong><br />

maliye politikalarının sıkılaştırılması iken, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>deki geleneksel<br />

çözüm ise, para arzını genişletip faiz oranlarını düşürmektir. Düşen faiz<br />

oranlan borçluların yükünü azaltıp yükümlülüklerini daha kolay yerine<br />

getirebilmelerini sağlar. Oysa devalüasyon <strong>ve</strong> yüksek faizler, bankaları (<strong>ve</strong><br />

<strong>finansal</strong> kesimi ) daha da zayıflatır. Para arzının genişletilmesi <strong>ve</strong> düşük<br />

faizler ise, ödemeler dengesi <strong>krizler</strong>ini daha kötüleştirmektedir. 1990'larda<br />

"ikiz" <strong>krizler</strong>i yaşayan ülkeler bu ikilemle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu<br />

ikilem nedeniyle optimal çözüm, ülkelerin şartlarına (iç paranın değerlenme<br />

derecesine, enflasyon oranına, iç <strong>ve</strong> dış borçlann hacmine, bankacılık <strong>ve</strong><br />

finans kesiminin zayıflık derecesine) göre değişir. Paranın değerlenme<br />

derecesi <strong>ve</strong> iç borç hacmi ne kadar yüksekse, nispi olarak daha yüksek bir<br />

devalüasyon tercih edilebilirken; öncelikli sorunu yüksek enflasyon <strong>ve</strong> dış<br />

borçlar olan ülkelerde, sıkroara <strong>ve</strong> daha az devalüasyon daha makul<br />

görünmektedir. Ülkelerin iç yükümlülüklerinin vade yapısı da bu iki politika<br />

tercihini etkilemektedir (Krueger, 2000:40).<br />

3. KRİZ TANIMLARI, IVIODELLE;^.İ. VE GÖSTERGELERİ<br />

3.1. Kriz Tanımlan<br />

Yukarıdaki bölümde 20.yüzyılda farklı dönemlerde yaşanan <strong>krizler</strong>i<br />

anlatırken, "kriz" sözcüğünün birbirinden farklı ekonomik durumları ifade<br />

ettiğini gördük. 1990'lardan önce yaşanan <strong>krizler</strong>in daha çok ödemeler<br />

dengesi <strong>ve</strong> dış borç <strong>krizler</strong>i olduğunu, 1970-1985 arasındaki <strong>krizler</strong> içinde<br />

bankacılık <strong>krizler</strong>inin sayısının çok az olduğunu, 1980 ortalarından itibaren<br />

bankacılık <strong>krizler</strong>inin artıp 1990'!2rdan itibaren de <strong>krizler</strong>in ikiz bir yapı<br />

kazandığını belirtmiştik. Bizim de içinde yaşadığımız kriz ortamını daha iyi<br />

anlayabilmemiz açısından, kriz kavramını tanımlayıp kavrama netlik<br />

getirmekte yarar var.<br />

Kriz tanımlarf çeşitli şekiüerde ayrımlanabiii.r Genellikle ödemeler<br />

dengesi <strong>ve</strong> döviz <strong>krizler</strong>i, Para (Currency) krizi olarak adlandırılmaktadır.<br />

Ayrıca bankacılık <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> kesi.n <strong>krizler</strong>i ile dış borç <strong>krizler</strong>i vardır.<br />

Para <strong>krizler</strong>i, döviz kurunda ani bir hareket <strong>ve</strong> sermaye akımında<br />

keskin bir değişmeyi içerir . Para knzi, ülke parasının döviz olarak değeri<br />

üzerindeki spekülatif bir atağın bir devalüasyonla sonuçlanması halinde<br />

20


<strong>ve</strong>ya ülke otoritelerinin uluslararası rezervlerin hacmini arttırarak <strong>ve</strong> faiz<br />

oranlarını yükselterek ülke parasını savunmaya zorlandıkları durumda<br />

ortaya çıkar. Her zaman olmasa da, çoğunlukla sabit <strong>ve</strong>ya yarı-sabit döviz<br />

kuru standardları altında ( crawling peg uygulaması altında) <strong>ve</strong>ya Para<br />

Kurulu (Currency Board) uygulamasında ya da ülke parasından kaçış<br />

durumlarında ortaya çıkar (Caprio, 1998; Aziz,2000; Eichengreen, Rose <strong>ve</strong><br />

Wyplosz,1996). Bir Para (Currency) krizi, basit olarak paranın önemli bir<br />

miktarda devalüasyonu olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte bu kriter,<br />

kurun otoriteler tarafından faiz oranlarını yükselterek <strong>ve</strong> döviz piyasasına<br />

müdahale ederek şiddetle baskılandığı koşulları dikkate almamaktadır.<br />

Alternatif bir yaklaşım, sadece döviz kuru değişimlerini değil, uluslararası<br />

rezerv <strong>ve</strong> faiz oranları hareketlerini dikkate alan bir spekülatif baskı endeksi<br />

oluşturmaktır. O zaman, para krizi döviz kuru değişimlerinin, yabancı rezerv<br />

<strong>ve</strong> faiz oranı değişimlerinin ağırlıklı ortalaması olan spekülatif baskı<br />

endeksinin değeri olarak tanımlanır (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart,1999:476).<br />

Bankacılık <strong>krizler</strong>i ise, genellikle bankaları yükümlülüklerini yerine<br />

getiremeyip ertelemeye zorlayan banka başarısızlıkları <strong>ve</strong> banka iflasları<br />

durumunda; mevduatlarının kendilerine ödenemeyeceği algı <strong>ve</strong> korkusu<br />

nedeniyle mudilerin bir ya da daha fazla bankadan kaçışları/panikleri<br />

durumunda; <strong>ve</strong>ya hükümetlerin bu durumu önlemek için kurtarma <strong>ve</strong><br />

kamulaştırma operasyonlarıyla müdahale ettiği durumlarda <strong>ve</strong>ya geniş<br />

ölçüde dönmeyen kredilerin (non performing loans) varlığı halinde ortaya<br />

çıkabilir (Caprio,1998).<br />

Finansal <strong>krizler</strong>, reel ekonomi üzerinde büyük yıkıcı etkiler yaratabilen<br />

<strong>ve</strong> piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan <strong>finansal</strong> piyasalardaki<br />

çöküşlerdir. Banka <strong>ve</strong>ya banka-dışı <strong>finansal</strong> kesimdeki şirket <strong>ve</strong>ya<br />

şirketlerin borç problemlerini içerir. Bazen bankacılık kesimine ilişkin bir<br />

ödeyememe (insol<strong>ve</strong>ncy) durumundan kaynaklanabilir <strong>ve</strong>ya tersine bir<br />

bankacılık krizini teşvik eder. Çoğunlukla aktif fiyatlarında bir çöküşle<br />

belirginleşir (IMF,1998:75 ).<br />

Dış Borç <strong>krizler</strong>i ise, bir ülkenin dış borçlarını, ister kamu ister özel<br />

kesim dış borcu olsun, ödeyememe durumudur.<br />

Bankacılık <strong>krizler</strong>ini ampirik olarak tanımlamak ise, <strong>ve</strong>rilerdeki<br />

eksiklikler <strong>ve</strong> problemin doğası nedeniyle çok daha zordur: Pek çok ülkenin<br />

banka mevduat <strong>ve</strong>rilerine ulaşmak <strong>ve</strong> krizi mevduat kaçışı olarak<br />

tanımlamak mümkün olsa da, son yıllardaki pek çok bankacılık problemi<br />

banka bilançolarının yükümlülüklerinden değil, aktif tarafından<br />

kaynaklandığı için, bankacılık <strong>krizler</strong>ini tanımlamakta; banka<br />

portföylerindeki geriye dönmeyen borçların payı, gayri menkul <strong>ve</strong> borsa<br />

fiyatlarındaki dalgalanmalar, firma başarısızlıkları gösterge olarak<br />

kullanılabilir. Bu sınırlamalar nedeniyle pek çok araştırmacı bankacılık<br />

21


<strong>krizler</strong>ini iki tip olguyla tahmin etmektedirler;Bunlar, bir <strong>ve</strong>ya daha fazla<br />

<strong>finansal</strong> kurumun kapatılması, birleştirilmesi <strong>ve</strong>ya kamu sektörünce el<br />

konulması olgusu ile banka kaçışlarının olduğu durumda yoğun bir kamu<br />

müdahalesinin gündeme gelmesidir (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart, 1999:476).<br />

Bankacılık <strong>krizler</strong>i çoğunlukla nakit (para) <strong>krizler</strong>ini öncelemiştir.<br />

Özellikle 1990'ların ortalarında bazı gelişen ülkelerde (Türkiye <strong>ve</strong><br />

Venezüella gibi) böyle olmuştur. Şiddetli para <strong>krizler</strong>inin de, bankacılık<br />

<strong>krizler</strong>inin tetiğini çektiği de görülmüştür. Oysa ılımlı bir para krizi bankacılık<br />

krizi olmadan sona erebilir (1992-93 ERM krizi gibi (Caprio,1998)).<br />

Bankacılık problemlerinin borç <strong>krizler</strong>ini öncelediği de görülmüştür (1981-<br />

1982 Arjantin <strong>ve</strong> Şili); tersi durumlar da mevcuttur(1982'de Columbia,<br />

Meksika, Peru <strong>ve</strong> Uruguay). Son zamanlarda ise, Doğu Asya ülkelerinde,<br />

para krizi olarak başlayan <strong>krizler</strong>, metaztaz yaparak bankacılık <strong>ve</strong> borç<br />

<strong>krizler</strong>ine dönüşmüştür (Aziz, 2000 <strong>ve</strong> Kaufman, 1999).<br />

Çoğunlukla, bir bankacılık probleminin bilinmesi, gelecek bir ödemeler<br />

dengesi krizini öngörmeyi kolaylaştırır. Yine de nedensellik tek yönlü<br />

değildir. Para <strong>krizler</strong>i de bankacılık <strong>krizler</strong>ini derinleştirdiği için bir kısır<br />

döngü mevcuttur. Genellikle bankacılık krizinin doruğu, çoğunlukla paranın<br />

çöküşünden sonra gelmektedir (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart, 1999:474).<br />

1970'lerden 1990'lara uzanan dönemde yapılan araştırmalarda çıkan<br />

sonuçlara göre, 1970-85 arasında daha çok para <strong>krizler</strong>i olmuşken,<br />

1980'lerin ortalarından itibaren bankacılık <strong>krizler</strong>i artmıştır. Gelişmekte olan<br />

piyasalarda ortaya çıkan para <strong>krizler</strong>inin sayısı, sanayileşmiş ülkelerin iki<br />

katı kadarken; bankacılık <strong>krizler</strong>inin sayısı iki katından da fazladır.<br />

Bankacılık <strong>krizler</strong>i, bir <strong>ve</strong>ya iki yıl içinde para <strong>krizler</strong>ine yol açmıştır. Bazı<br />

<strong>krizler</strong>de ise (özellikle 1990'dakiler) her iki kriz hemen hemen aynı yıl<br />

içinde ortaya çıkmıştır (IMF,1998).<br />

Bankacılık <strong>krizler</strong>inin maliyeti de, üretimde yarattığı kayıplar da para<br />

<strong>krizler</strong>inden daha fazladır. Bu maliyetin yüksekliği hem daha fazla üretim<br />

kaybına yol açmasından, hem de <strong>finansal</strong> sektörün yeniden<br />

yapılandırılması için gerekli olan <strong>finansal</strong> desteğin yüksekliğinden ileri<br />

gelmektedir (Kaufman, 2000). Gelişmekte olan ülkelerde bu kayıplar ise,<br />

gelişmiş ülkelere göre da.ha fazladır. Örneğin, bankacılık <strong>krizler</strong>ini<br />

destekleyici mevduat garantisi transfer ödemeleri, Kore, Arjantin, Tayland,<br />

Endonezya'da GSMH' nın %10'una ulaşmış, Malezya 'da ise GSMH'nın<br />

%40'lannı aşmıştır. Bankacılık <strong>krizler</strong>i ortalama üç yılda sona ererken, para<br />

<strong>krizler</strong>i bu sürenin yarısında sona ermektedir.


3.2. Krizleri Açıklayan Modeller<br />

1990'larda yaşanan çok sayıda kriz, <strong>krizler</strong>i açıklamaya çalışan<br />

modellerin de sayısını arttırmıştır. Krizler ortaya çıktıkça, yeni olgular<br />

gündeme geldikçe, yeni tip modellerle en son kriz açıklanmaya çalışılır<br />

olmuştur. Oysa en son üretilen model bir sonraki krizi açıklamakta yetersiz<br />

kalabiliyor. 1990'lardaki <strong>krizler</strong> birbirleriyle pek çok ortak özelliği paylaşsa<br />

da, hiçbir kriz birbirinin aynı olmadığından, açıklayıcı teorik modellerin<br />

sınırlı kaldığı doğrudur. Teorik modeller eksik <strong>ve</strong> yetersiz kalsa da <strong>ve</strong><br />

<strong>krizler</strong>in nedenleri konusunda bir uzlaşmaya varamasalar da, her biri<br />

<strong>krizler</strong>in farklı bir boyutuna dikkat çektiği Fçin, gelmekte olan bir krizin<br />

mümkün semptomlarının ne olduğunu anlamaya yardımcı olmaktadırlar.<br />

Eichengreen'in yapmış olduğu bir sınıflamaya göre, 1. <strong>ve</strong> 2. Nesil<br />

modeller olarak adlandırılan iki model çerçe<strong>ve</strong>si dışında, özellikle Asya<br />

krizini açıklamaya <strong>ve</strong> bankacılık/para <strong>krizler</strong>inin ilişkilerini kurmaya çalışan<br />

modeller ile yayılma (contagion) etkisini <strong>ve</strong> dışsal etkenlerin önemini<br />

vurgulayan modeller vardır. Bu modeller aslında birbirinin yerini alan değil,<br />

birbirlerini tamamlayan modellerdir.<br />

3.2.1. Birinci Nesil Modeller:Sürdürülemez Ekonomik Yapılar <strong>ve</strong><br />

Yapısal Dengesizlikler<br />

Krugman(1979) ile başlayan <strong>ve</strong> Flood <strong>ve</strong> Garber(1984) ile geliştirilen<br />

bu modeller (Spekülatif Atak Modelleri de denir) krizi ateşleyen temel<br />

makroekonomik faktörlerin önemini vurgulamakta <strong>ve</strong> para <strong>krizler</strong>ini,<br />

sürdürülemez politikalar ile yapısal dengesizliklerin kaçınılmaz sonucu<br />

olarak görmektedir. Bu tutarsız politikalara en çarpıcı örnek ise, bütçe<br />

açıklarını para basarak finanse eden genişleyici para politikaları ile sabit<br />

(<strong>ve</strong>ya yarı sabit ) döviz kuru politikalarının birleşimidir. Böyle bir tutarsızlık<br />

bir zaman için <strong>ve</strong> MB yeterince rezerv bulundurduğu sürece gözardı edilir;<br />

fakat rezervler düşük seviyeye indiğinde <strong>ve</strong> piyasalar tarafından yetersiz<br />

görüldüğünde, para üzerinde ani bir spekülatif atak oluşacaktır. Bu<br />

modellere göre, makroekonomik temellerdeki bozukluklar bir krizin<br />

göstergeleri olmaktadır. Bu temel bozukluklar, yüksek <strong>ve</strong> artan bütçe<br />

açıkları; yüksek parasal artış oranları; yüksek enflasyon; aşırı değerli döviz<br />

kuru; geniş cari açıklar; uluslararası rezervlerde düşüşler <strong>ve</strong> yükselen ülke<br />

içi faiz oranlarıdır.<br />

Bu modellerin eksikliği onların aşırı mekanik <strong>ve</strong> tek boyutlu<br />

olmasından; hükümetlerin otomatik olarak tüm bütçe açıklarını monetize<br />

ettiğini <strong>ve</strong> Merkez Bankasının ekonomideki gelişmelere bakmadan rezerv<br />

satarak döviz kurunu baskıladığını varsaymalarından kaynaklanıyordu.<br />

Şüphesiz ki, bütçe açıklarının sürekli olduğu zamanlarda bile, açıkları<br />

monetize etmenin ötesinde başka politika seçenekleri vardır. Bununla<br />

23


eraber, hükümetlerin çok çeşitli amaçları olduğunda, hemen hemen tüm<br />

politika seçenekleri arasında trade off oluşmaktadır. Ayrıca I. Nesil kriz<br />

Modellerinde sabit döviz kurunun yaşayabilirliği, tamamen ekonomik<br />

ajanların davranışlarından bağımsız, dışsal olarak varsayılmaktadır. Yani<br />

bu modellerde, iktisadi ajanların gelecek beklentilerinin <strong>ve</strong>ya iktisadi<br />

faaliyetlerinin hiçbir şekilde mali dengesizlikler <strong>ve</strong>ya kredi politikaları<br />

üzerinde etkisinin olmayacağı vurgulanmaktadır.<br />

3.2.2, İkinci Nesil Modener(Self-fulfilling <strong>ve</strong>ya Escape Clause Modeller)<br />

İlkinin tersine, 2. Nesil modellerde, iktisadi ajanların (özellikle<br />

yatırımcıların) beklentileri ile fiili politika sonuçları arasındaki etkileşim<br />

temeldir <strong>ve</strong> bu etkileşim kendi kendini yaratan <strong>krizler</strong>e yol<br />

açmaktadır.Obstfeld(1986,1994)de geliştirilen bu modellerde, politikaların<br />

amaç <strong>ve</strong> hedefleri arasında yaşanan çelişkiler <strong>ve</strong> gerilim durumunda <strong>ve</strong>ya<br />

politik belirsizlik durumunda, iktisadi ajanların beklentilerinin ekonomik<br />

sonuçları değiştirecek çok önemli etkilehnin olduğu belirtilmektedir.<br />

Örneğin, para otoritelerinin sabit bir kuru savunmayı taahhüt ettikleri, fakat<br />

herhangi bir olağan üstü koşulda kurları dalgalanmaya bırakabilecekleh<br />

durumu düşünelim. Bu politika belirsizliğine ila<strong>ve</strong>ten, eğer kuru savunmanın<br />

maliyeti, iktisadi ajanların sabit kurun kaldırılacağına inandıkları durumda<br />

artıyorsa, o zaman döviz piyasaları kendi kendini yaratan beklentilere<br />

bağlı olacaktır (Aziz, 2000). Eğer, güçlü temellere rağmen yatırımcılar<br />

hükümetin, sabit kurdan vazgeçeceğini bekliyorlarsa, bu inanca dayanarak,<br />

yatırımcılar hükümeti sabitlemeyi kaldırmaya zorlayabilir. Nihai olarak,<br />

yatırımcıların tahminleri kendi kendini yaratan tahminlerdirDevalüasyon<br />

beklentileri, sabit kuru savunmanın fırsat maliyetini arttıran faaliyetlere (risk<br />

priminin yükselmesi) yol açmaktadır. Bu yüzden, yapılan tahminler,<br />

başlangıçtaki beklentileri geçerli kılan politikalara neden olmaktadır.<br />

Bu modellerde mümkün olan tek senaryo yukarıda belirtilen değildir.<br />

Alternatif olarak, yatırımcıların bir devalüasyon beklemediği, risk priminin<br />

değişmediği bir durumda, otoriteler sabit kuru korumayı sürdürebilirler.<br />

Böylece devalüasyon gereği doğmayabilir. Halbuki beklentilerin<br />

devalüasyon yoluna kayması bir para krizine yol açacaktır. Dolayısıyla<br />

bütün şartlar aynıyken, piyasa katılımcılarının beklentilerindeki ani <strong>ve</strong> keyfi<br />

değişimler bir ekonomideki para istikrarını ortadan kaldıran <strong>ve</strong>ya<br />

kaldırmayan durumları yaratabilmekte, böylece bir krizin ortaya çıkıp<br />

çıkmamasında önemli rol oynamaktadır. Buna göre, bu modeller<br />

ekonomide "çoklu dengeler"in olası olduğunu vurgulamaktadır(Pesenti <strong>ve</strong><br />

Till, 2000).


ikinci Nesil Modellerinin global <strong>finansal</strong> piyasaların yapısına daha iyi<br />

uyduğu belirtilmekle beraber, analizin temel taşını oluşturan gü<strong>ve</strong>n<br />

kaybının (<strong>ve</strong> beklentilerdeki kaymanın) nedenleri konusunda yetersiz<br />

kalmaktadır.<br />

3.2.3. Asya Krizini Açıklayan Modeller<br />

İlk iki tip modeller, bazı <strong>krizler</strong>i açıklamakta yardımcı olsalar da, Asya<br />

krizini tam olarak açıklayamadılar. Dolayısıyla Krugman(1999,2001)<br />

,üçüncü tip,belki de daha fazla modellere ihtiyaç duyulduğunu<br />

vurgulamaktadır.Para <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>inin(ikiz <strong>krizler</strong>in) ortak bazı faktör<br />

<strong>ve</strong> olgular tarafından yaratıldığını vurgulayan <strong>ve</strong> problemlerin kaynağının<br />

banka <strong>ve</strong> finans sektörü olduğunu belirten çok sayıda model üretildi.<br />

Bu tip modellerin çeşitli <strong>ve</strong>rsiyonları vardır:<br />

İlk <strong>ve</strong>rsiyon, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun ardından iyi regüle edilmemiş<br />

bir bankacılık sisteminin <strong>ve</strong> mikroekonomik bozuklukların -gizli mevduat<br />

sigortası <strong>ve</strong> gizli kamu garantileri gibi- ahlaki risk(Moral hazard) <strong>ve</strong> aşırı<br />

borçlanma (ö<strong>ve</strong>r lending) yaratarak ciddi <strong>krizler</strong>e yol açtığını belirten<br />

modellerdir(Mishkin,1999, 2000 ;Krugman,1998 <strong>ve</strong> Mc Kinnon,1994,1996 ).<br />

Hızlı bir <strong>finansal</strong> liberalizasyondan sonra denetimi <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>i<br />

zayıf bir bankacılığın varlığı durumunda, yoğun sermaye girişleri,risk<br />

yönetimi gelişmemiş <strong>ve</strong> sermaye yeterlik oranları düşük bankalar<br />

aracılığıyla, aşın bir borç <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya tüketim patlamasına yol<br />

açmakta;aşırı borçlanma, borsada <strong>ve</strong> gayrı menkul fiyatlarında patlamaya<br />

neden olmaktadır (boom dönemi).Ekonomi resesyona girdiğinde ise, iyi<br />

değerlendirmeden <strong>ve</strong> izlemeden <strong>ve</strong>rilen krediler bankaları kırılgan <strong>ve</strong> krize<br />

duyarlı hale getirmekte, ülke içi parayı savunmak zorlaşmakta <strong>ve</strong> parada<br />

bir çöküşü tetiklemektedir (Boom/bust cycle).<br />

Yine bu tip modellerin bir diğer vurgusu da, hükümet tarafından<br />

gizlice desteklenen <strong>ve</strong> bağlı şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rmesine göz yumulan<br />

(Crony Capitalism) bankaların ahlaki riske dayalı olarak yarattığı aşırı<br />

borçlanmanın <strong>ve</strong> fonlanmamış yükümlülüklerinin aslında gizli devlet<br />

borcuna dönüşeceğidir (Corsetti, Pesenti <strong>ve</strong> Roubini,1998 a/b). Bu<br />

durumda, makroekonomik temellerdeki sağlamlık bir yanılsama halini<br />

almakta <strong>ve</strong> hükümetler fiilen dikkatsiz <strong>ve</strong> sürdürülemez harcamalara<br />

katlanmak durumunda kalmaktadırlar.<br />

Bir başka alternatif görüş ise, Redelet <strong>ve</strong> Sachs(1998)'de vurgulanan<br />

<strong>ve</strong> Chang <strong>ve</strong> Valesco(1998a/b) tarafından geliştirilen, krizlehn banka<br />

paniklerinin ürünü olduğunu belirten modellerdir. Özellikle Asya krizinde bu<br />

ülkelerin hiçbir hatalı politikaları olmadığı halde, uluslararası yatırımcıların<br />

25


kendi kendini besleyen kötümser davranışlarının etkisiyle banka paniği <strong>ve</strong><br />

<strong>finansal</strong> kırılganlıkla sıkıntıya düştükleri belirtilmektedir.<br />

Son tip modeller ise, <strong>krizler</strong>in temelinde bankacılık <strong>ve</strong> finans kesiminin<br />

sorunlarının, özellikle bilanço sorunlarının yattığını ileri süren modellerdir<br />

(Krugman,1999a/b). Bu yaklaşıma göre, <strong>krizler</strong>in büyük çoğunluğu ya<br />

ekonominin önemli bir kısmının (kamu <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya özel kesim) bilançolarının<br />

kredi <strong>ve</strong>rilebilirliğine, ya da döviz kurlarına duyulan kuşkudan doğmaktadır.<br />

Sermaye akımları da bu iki sorunu hızla birbiriyle ilişkili hale getirir.<br />

Mishkin'in vurguladığı gibi, bir <strong>finansal</strong> sektör problemi,paranın altını<br />

zayıflatırken bir devalüasyon da bankaların pozisyonunu (eğer<br />

yükümlülüklerinin büyük kısmı döviz cinsindense) şiddetle zayıflatır (Kısır<br />

döngü).<br />

Bankaların <strong>ve</strong> banka-dışı <strong>finansal</strong> kurumların bilançolarının sağlığı<br />

çok önemli bir faktördür. Bankalann bilanço sorunları büyük ölçüde<br />

uyumsuzluk (mismatches) sorunlarıyla bağlantılıdır. Bu hem para hem de<br />

vade uyumsuzluğudur Bankalar döviz olarak borçlanıp ülke parası<br />

cincinden borç <strong>ve</strong>riyorlarsa <strong>ve</strong> aynca kısa vadeli borç alıp uzun vadeli<br />

yatırımlar için borç <strong>ve</strong>riyorlarsa, sırasıyla hem para hem de vade<br />

uyumsuzluğu (currency and maturity mismatches) sorunlarıyla<br />

karşılaşıyorlar demektir. Bir uyumsuzluk durumunda döviz kurunda bir<br />

değer kaybı, iflaslara yol açabilecek olan istikrarsızlığı harekete geçirmekte,<br />

sermaye akımlarının aceleciliği artmakta <strong>ve</strong> kriz<br />

yaratılmaktadır.Uyumsuzluk sorununun yanısıra, banka kırılganlığını<br />

arttıran diğer unsurlar yanlış değerlenmiş (piyasa değerlerinden sapmış)<br />

döviz kurları (misaligned exchange rate) <strong>ve</strong> gen dönmeyen borçlar<br />

biçimindeki bilanço sorunlarıdır.<br />

Kısaca toparlarsak, eğer bir ülkede döviz kurlan sabit <strong>ve</strong>ya yarı-sabit<br />

bir kur politikası gereği denge değerlerinden sapmışsa (misalignment);<br />

<strong>finansal</strong> aracıların kısa vadeli <strong>ve</strong> döviz cinsinden borçları <strong>ve</strong> uzun<br />

vadeli/yerli para cinsinden alacaklan varsa (mismatches);banka bilançoları<br />

geri-dönmeyen (non performing) borçlarla bozulmuş durumdaysa; banka<br />

portföyleri risklere karşı korunmamış (unhedged) durumdaysa, bankaların<br />

likidite, ödeyememe <strong>ve</strong> organizasyon bozukluğu sorunları var demektir.<br />

Böyle bir durumda, patlayan bir devalüasyon <strong>finansal</strong> şokların büyüklüğünü<br />

şiddetle arttırmaktadır (Dornbusch, 2001; Pesenti <strong>ve</strong> Till, 2000). Kur<br />

üzerinde spekülatif bir atak ortaya çıktığında, politika seçenekleri ikilem<br />

yaratır. Kuru korumak için faiz oranlarını kullanmak (özellikle geri<br />

dönmeyen borçlar durumunda), örneğin faiz oranlarını düşürmek dövize<br />

saldırıyı arttırırken; faiz oranlarını yükseltmek de borç yükünü ağırlaştırarak<br />

bankacılık sektörünü daha da kötü duruma düşürmektedir.


Böyle bir durumda, mikroekonomik göstergeler, bir krizin olasılığını<br />

<strong>ve</strong>ya yaklaşmakta olduğunu, standart makroekonomik göstergelerden daha<br />

anlamlı şekilde yansıtabilir. Bu göstergeler, şirket karlılığı, borç/aktif oranı,<br />

sermaye/aktif oranı, nakit/aktif oranı gibi göstergelerdir.<br />

3.2.4. Yayılma/Sirayet (Contagion) Etkisi Modeli<br />

Yukarda açıkladığımız modelerle ilişkili fakat ayrı bir açıklama da<br />

yayılma etkileri üzerine odaklanmıştır. 1990'lardaki <strong>krizler</strong>in çarpıcı bir yönü<br />

birkaç ülkede birden olması <strong>ve</strong>ya hızla bölgesel olarak yayılmasıdır.<br />

Farklı ülkelerde eşanlı olarak ortaya çıkan <strong>krizler</strong>le ilgili öne sürülen<br />

bir tez, ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıkları taşıdıklarını(örneğin<br />

Asya'da sabit bir döviz kuru sistemi <strong>ve</strong> dolar cinsinden aşırı dış borçlar gibi)<br />

<strong>ve</strong> bu yüzden ortak şoklarla sarsıldıklarını belirtmektedir. Ortak şokların<br />

olmadığı durumlarda ise, bir kriz bir ülkeden diğerine çeşitli kanallarla<br />

yayılmaktadır. Bu kanallardan biri, ülkelerin birbirleriyle olan ticari<br />

bağlarıdır. Birbirleriyle ticari bağlantıları olan ülkelerden birinin devalüasyon<br />

yapması, diğer ülkeleri de rekabet edebilirliği sağlamak için devalüasyona<br />

zorlayabilir. Buradaki geçiş etkisi sadece ülkeler arasında ticaretin<br />

genişliğine değil, rakip olmalarına da bağlıdır. Ticari bağların dışında,<br />

<strong>finansal</strong> piyasaların karşılıklı bağlılığı; ortak kreditörlerden borçlanma <strong>ve</strong>ya<br />

kreditörlerin portföylerinin karşılıklı bağımlı olması da yayılma etkisini<br />

sağlayan kanallardır.Asya'da olduğu gibi, bir piyasadaki likidite eksikliği<br />

durumunda borç<strong>ve</strong>renler/yatırımcılar diğer piyasalardaki aktiflerini likit hale<br />

getirmeye çalışmaktadırlar. Borç<strong>ve</strong>renler, her piyasa hakkında yeterli<br />

bilgiye sahip olmadıkları <strong>ve</strong> yeni bilgi de maliyetli olduğu için,bir ülkedeki<br />

borçlular ödemelerini yerine getiremediğinde, diğer ülkelerdeki borçlarını da<br />

geri çağırmaktadırlar. Bu da yatırımcıların "sürü" (herding) davranışı ile<br />

yayılma etkisini hızlandırmaktadır (Kawai vd., 2001; IMF,1998). Yayılma<br />

etkisi, komşu ülkelerin krizin maliyetlerini düşürmek için birlikte<br />

devalüasyon yapma taahhütleri nedeniyle de ortaya çıkabilir (Aziz, 2000).<br />

Yayılma etkisi 1990'lardaki <strong>krizler</strong>in çoğunda görülmüştür. ERM Krizi<br />

sırasında, İtalya lirası, İngiliz sterlini <strong>ve</strong> Finlandiya Markka'sı<br />

dalgalandığında, Fransız Frangı, İrlanda poundu <strong>ve</strong> İs<strong>ve</strong>ç kronu spekülatif<br />

baskı altında kalmıştır. Meksika peso devalüasyonu (Aralık1999) da<br />

Arjantin, Brezilya hatta bir ölçüde Filipinler üzerinde spekülatif baskı<br />

yaratmıştır (Tekila Etkisi). En yoğun yayılma etkisi, şüphesiz Asya'da<br />

yaşanmıştır. Tayland'daki kriz hızla Endonezya, Malezya <strong>ve</strong> Filipinlere,<br />

sonra da Güney Kore, Hong Kong, Singapur <strong>ve</strong> Tayvan'a yayılmıştır. Rusya<br />

da krizden önemli ölçüde etkilenmiştir (Pesenti <strong>ve</strong> Till,2000 ;Tornell,1999).


3.2.5. Krizlerde Dışsal Etkenlerin Rolü<br />

Diğer bir açıklamalar seti ise, özellikle gelişmekte olan ülkelerde<br />

yaşanan <strong>krizler</strong>in temel nedeninin dışsal etkenler olduğuna dikkat<br />

çekmektedir. Özellikle sanayileşmiş ülkelerdeki önemli ekonomik<br />

değişmeler (dış ticaret hadlerinde, faiz oranlarında <strong>ve</strong> döviz kurlarındaki<br />

kaymalar), yatırımların globalleşmesi <strong>ve</strong> sermaye piyasalarının artan<br />

bütünleşmesi yoluyla krizi tetikleyen etkenler olabilmektedir ("Moonsonal<br />

Effect").<br />

Sanayileşmiş ülkelerin faiz oranlarındaki düşme, sermaye akımlarını<br />

gelişmekte olan piyasalara yönlendiriken, faiz oranı artışları da bu akımları<br />

tersine çevirebilmektedir. Faiz oranlarındaki bu artışlar, gelişmekte olan<br />

ülkelerde banka <strong>ve</strong> firmaların sadece kendilerini fonlama maliyetlerini<br />

arttırmakla kalmaz, aynı zamanda yanlış seçim <strong>ve</strong> ahlaki risk problemlerini<br />

<strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemin kırılganlığını arttırır (IMF; 1998). Meksika (1994)<br />

krizinde ABD faiz oranlarının artışı böyle bir etki yapmıştır. 1980'lerdeki<br />

Latin Amerika borç <strong>krizler</strong>inde de, sıkı para politikaları uygulayan gelişmiş<br />

ülkelerde artan faizler gelişmekte olan ülkelerin borçlarının katlanarak<br />

artmasına yol açarak önemli bir kriz nedeni olmuştu.<br />

Benzer şekilde, Asya krizinde dış faktör, döviz kurlarındaki değişim<br />

olmuştur. 1995 ortalarından itibaren doların yen karşısında aşırı<br />

değerlenmesiyle birlikte, paralarını dolara sabitleyen bu ülkelerin en önemli<br />

ticaret partnerleri olan Japonya karşısındaki rekabetçilikleri kaybolmuş, bu<br />

da ülkelerin cari açıklarını arttırmıştır (Kaminsky,1999). Türkiye'nin 2000<br />

yılında uyguladığı istkirar politikası sırasında da, doların euro karşısında<br />

beklenenin çok üstünde değer kazanması da, dış ticaretini yoğun şekilde<br />

Avrupa ülkeleriyle gerçekleştiren Türkiye'nin cari açıklarını aşırı şekilde<br />

attırarak programdan çıkışta <strong>ve</strong> krizde önemli bir etken olmuştur.<br />

3. 3. Krizlerin Göstergeleri<br />

Mevcut teori <strong>ve</strong> modeller, <strong>krizler</strong>in nedenlerini tam olarak<br />

açıklayamasalar da, potansiyel bir krizin olası semptomlarının ne olduğunu<br />

göstermeye yararlar.Bununla beraber, bunların göreli ağırlıklarının ne<br />

olduğunu <strong>ve</strong> ayrıştırılmalarını sağlayamazlar. Bu semptomlar ekonomik<br />

rahatsızlığın göstergelerinin kurulmasında yapı taşlarını oluşturmaktadırlar.<br />

Bunlardan hareketle, <strong>krizler</strong> vuku bulmadan önce <strong>krizler</strong>in kontrol<br />

edilebilmesini sağlayacak bir erken uyarı sistemi yapılandırmak için pek çok<br />

ampirik çalışma yapılmıştır (Bkz.Demirgüç-Kunt <strong>ve</strong> Detragiache, 1997,<br />

2000; Kaminsky, Lizondo <strong>ve</strong> Reinhart,1997; Kaminsky, 1999; Kaminsky <strong>ve</strong><br />

Reinhart, 1999). Bu çalışmalar çoğu ortak pek çok gösterge belirlenmiştir.


Göstergelerin oluşturulmasında, iki yaklaşım kullanılmaktadır:<br />

Signalling Yaklaşımı: Bu modellerde, çeşitli göstergelerin, normal<br />

(tranquil) zamanlardaki seyri ile kriz dönemleri içindeki seyri arasındaki fark<br />

karşılaştırılır.<br />

Kalitatif Tepki Modelleri ise, regresyon teknikleri kullanılarak<br />

oluşturulur. Makro <strong>ve</strong> mikro yaklaşımları vardır (Bell,2000).<br />

Kriz göstergeleri çeşitli kategorilere ayrılır.(Burkart <strong>ve</strong> Coudert,2000;<br />

Berg <strong>ve</strong> Pattillo,2000)<br />

IVlakroekonomik Göstergeler.<br />

-Enflasyon<br />

-Kamu açıkları/GSMH<br />

-Yatırım/GSMH<br />

-Yatırım artış oranı/GSMH<br />

-Reel GSMH artış oranı<br />

-ABD faiz oranlarına göre fark<br />

-sermaye kontrolleri<br />

-Bölgesel yayılma göstergeleri<br />

Cari lıesapia <strong>ve</strong> borçlarla ilgili Göstergeler.<br />

-Dış Ticaroi dengesi<br />

-Dış ticaret hadleri<br />

-Cari hesap açığı/GSMH<br />

-İhracat artış oranı<br />

-İhracat/GSMH<br />

-Ithalat/GSMH<br />

-Ihracat+Ithalat/GSMH<br />

-Reel döviz kuru değerlenme oranı<br />

-Toplam borç/GSMH<br />

-Borç servisi/GSMH<br />

-Kısa vadeli borç/Toplam borç<br />

-Kısa vadeli dış borç/Uluslar arası rezerv<br />

-Toplam borç/Uluslar arası rezerv<br />

-Toplam borç/İhracat<br />

-Borç servisi/İhracat<br />

-Faiz ödemeleri/İhracat<br />

-Kamu borcu/Toplam borç<br />

-Yabancı doğrudan yatırımlar/Toplam borç


Finansal Göstergeler.<br />

-İç kredilerin artış oranı<br />

-Özel sektöre açılan kredi artışı/GSMH artışı<br />

-Bankalara <strong>ve</strong>rilen MB kredileri/GSMH<br />

-Para çarpanındaki değişmeler<br />

-M 2/Uluslar arası rezerv<br />

-M 2/GSMH<br />

-Uluslar arası rezervler/İthalat<br />

-Faiz oranlarındaki değişmeler<br />

-Özel sektör yükümlülüklerinin artışı<br />

Mikroekonomik Göstergeler:<br />

Bankaların ödeme kabiliyetini yansıtan göstergeler:<br />

-Geri dönmeyen borçlar/toplam borç<br />

-Toplam borç/Aktif<br />

-Sermaye/Aktif<br />

Karlılıkla ilgili Göstergeler:<br />

-Faiz gelirleri/Aktifler<br />

-İşlem harcamaları/Aktifler<br />

-Karlar/Aktifler<br />

4.1990TARDA YAŞANAN KRİZLER<br />

1990'larda yaşanan <strong>krizler</strong>in pek çok ortak özelliği olduğunu daha<br />

önce belirttik. Ancak hiçbir kriz birbirinin aynı değildir. Hepsinde öne çıkan<br />

özelliklerin <strong>ve</strong> bunların göreli ağırlığının farklı olduğunu görüyoruz. Örneğin<br />

1990'ların başında Avrupa Birliği Ülkelerinde ortaya çıkan <strong>ve</strong> bir para krizi<br />

olan ERM krizi, sıkı para politikalarından kaynaklanan bir krizken, Meksika<br />

krizi bir aşırı tüketim, Asya krizi de bir aşırı yatırım krizi özelliği<br />

taşımaktadır. Ancak bazı ortak özellikleri paylaştıkları görülmektedirHer<br />

üçü de, temel makro ekonomik değişkenlerdeki sorunlardan değil, daha<br />

çok sabit, yarı-sabit <strong>ve</strong> ortak bir para birimine bağlı döviz kuru<br />

sistemlerinden <strong>ve</strong> yoğun sermaye giriş/çıkışlarından kaynaklanmıştır.<br />

Ancak faktörlerin şiddetleri <strong>ve</strong> ortaya çıkış biçimleri oldukça farklıdır.<br />

Meksika <strong>ve</strong> Asya'da bu faktörlere ilavaten bankacılık kesimi sorunları<br />

önemli rol oynamıştır.Her üçünde de kendikendini yaratan beklentiler süreci<br />

etkili olmuştur. Rusya <strong>ve</strong> Brezilya Krizlerinde ise, hakim etken<br />

makroekonomik temellerdeki bozukluklardır. Türkiye Krizinde ise sözü<br />

geçen bütün etkenlerin krizde önemli payı olmuştur. Şimdi bu <strong>krizler</strong>i tek tek<br />

inceleyelim.


4.1. ERM Krizi (1992-1993)<br />

Avrupa Para Sistemi, temeli döviz kuru mekanizması olan bir parasal<br />

istikrar çerçe<strong>ve</strong>sini oluşturmak için 1979 yılında hayata geçirildi. Üye ülkeler<br />

arasında enflasyon oranlarını yakınlaştırmak amacını taşıyordu. 1988'de 7<br />

üye ülke paralarını ayarlanabilir sabit kur sistemiyle Alman markına (DM)<br />

bağladılar. Her üye ülkenin dalgalanma marjı +/-%2.5'du. Zaten 1987'nin<br />

başından itibaren üye ülkeler (Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika,<br />

Danimarka, Lüksenburg <strong>ve</strong> İtalya ) arasında döviz kurları, faiz oranları <strong>ve</strong><br />

enflasyon oranları farklılıkları hızla azalmıştı. Sisteme 1989'da İspanya,<br />

1990'da İngiltere <strong>ve</strong> 1992'de Portekiz +/-%6 geniş marjıyla dahil oldular.<br />

Döviz kuru istikrarının süreceğine olan inanç, bu ülkelere yönelik yabancı<br />

sermaya akımlarını hızlandırdı. Özellikle sisteme sonradan dahil olan <strong>ve</strong><br />

1987'den beri yüksek büyümeli <strong>ve</strong> nispeten yüksek enflasyonlu olan<br />

ülkelerde (İngiltere, İspanya <strong>ve</strong> İtalya), sıkı para politikalan faiz oranlarını<br />

diğer ERM ülkelerinden farklı kılıyordu. Bu yüksek faiz oranları da yabancı<br />

sermayeyi cezbediyordu. Bu ülkelerdeki faiz oranlan Almanya'dan yüksek<br />

olduğu için, Almanya'dan borçlanıp bu ülkelerde yatırım yapmak karlı<br />

oluyordu. Kabaca akan sermayenin 300 milyar $ olduğu tahmin ediliyordu<br />

(Solomon, 1999:59). Sermaye akımı bu ülkelerin paralarını aşırı değerli<br />

hale getirip cari dengelerini bozmaya başlıyordu.<br />

Almanya'nın 1990 Ekiminde Doğu Almanya ile birleşmesinden sonra<br />

politikalarında değişiklikler başlamıştır. Doğu Almanya'ya yapılan transfer<br />

harcamaları nedeniyle bütçe açıkları hızla artarken biryandan da sıkı para<br />

politikaları sürdürülmeye çalışıldı. Bu dönemde Almanya'da hem büyüme<br />

arttı (1989'da %3.6, 1990'da %5.7, 1991'de %5); hem enflasyon yükseldi<br />

(1989'da %5.2'den 1992'de %8.72ye); hem de faiz oranları (1988'de<br />

%6.6'dan %9.2'ye) arttı (Solomon, 1999:60). Faiz oranlan, Japonya <strong>ve</strong><br />

ABD'de ise %5'ti. Alman markı özellikle dolara karşı değer kazandı (1980-<br />

1992 arasında %30). Cari açıklar arttı. Bundesbank bu durumdan rahatsız<br />

değildi, ancak diğer EMS ülkeleriyle anlaşması gerekiyordu. Hernekadar,<br />

DM diğer ERM paralarına göre nominal olarak değer kazanmasa da,<br />

Almanyadaki enflasyonun daha yüksek olması nedeniyle DM reel olarak<br />

değer kazanmıştı. Bu durumda diğer EMS ülkelerinin devalüasyon yaparak<br />

<strong>ve</strong>ya daha deflasyonist politikalara yönelerek tepki göstermeleri gerekirken,<br />

enflasyonun <strong>ve</strong> işsizliğin artması korkusuyla bu politikalara yönelmeyip kuru<br />

tutmayı sürdürdükleri görülmektedir. Bu durumda ülkelerin birbirleri<br />

arasında para politikalarının hedefleri açısından çelişkiler olduğu ortaya<br />

çıkmıştır. Bunun ötesinde Maastricht Anlaşması gereği, Avrupa Para<br />

Birliğine giren ülkelerin ikiyil devalüasyon yapamayacakları şartı ile,<br />

Anlaşma gereği sermaye hareketlerinin sınırlandırılamaması da sıkıntı<br />

yaratıyordu.


1992'de Danimarka'da Maastricht Anlaşmasının referandumda reddi ,<br />

Fransa'da ise sonucun belirsiz kalması istikrarsızlığı arttırdı. Bunlara<br />

ila<strong>ve</strong>ten Almanya'nın 1992'de Iskonto oranlarını %8'den % 8.75'e<br />

yükseltmesi de beklenmedik bir etki yarattı. ERM nin gü<strong>ve</strong>nilirliği <strong>ve</strong><br />

ülkelerin kurlarını tutmaları nedeniyle Ağustosa kadar bir patlama<br />

ertelendiyse de, özellikle İtalya <strong>ve</strong> İngiltere'de döviz rezervleri eridi. İngiltere<br />

"kara çarşamba" günü tüm döviz rezervlerini kaybetmişti. Eylülde<br />

Finlandiya parasını dalgalanmaya bıraktı. 16 Eylülde İngiltere ERM'den<br />

çekildi. Almanya faiz oranlarını düşürdüğünü ilan etse de dalgalanmalar <strong>ve</strong><br />

devalüasyonlar sürdü: Peseta önce %5 sonra tekrar %6 devalüe edildi.<br />

Ağustos 1993'de EMS'deki para bandı %5'ten (+,-%2.5) %30'a (+,-%15)<br />

genişletildi (Bustelo,2000).<br />

Sonuç olarak ERM Krizini yaratan etkenler kısaca şöyle toparlanabilir:<br />

Özellikle ABD faiz oranlarına göre yüksek olan Avrupa ülkeleri faiz<br />

oranlarının yabancı sermayeyi bu istikrarlı bölgeye çekmesi, ülke<br />

paralarının aşırı değerlenmesi <strong>ve</strong> cari açıkların artması en önemli<br />

faktördür. İkincisi, Avrupa ülkelerinde krizden önce uygulanan nispeten<br />

gevşek maliye politikasıyla sıkı para politikasının sonuçlarının <strong>ve</strong>rimli<br />

olmamasıdır: Cari açıkları finanse etmede gerekli olan yabancı sermayeyi<br />

çekmek için yüksek tutulan faiz oranları yatırım <strong>ve</strong> iş yaratmayı engellemiş<br />

<strong>ve</strong> daha sonra resesyona yolaçmıştır. Ayrıca paralarını DM'a bağlayan<br />

diğer Avrupa ülkelerini de Almanya'nın bu sıkı para politikalarına<br />

uyumlaşma zorunda bırakarak onları da resesyona itmiştir.Bütün bu<br />

faktörlere göre ERM Krizi, sabitienmiş döviz kurunun, aşırı değerli<br />

paraların, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun, çelişkili politikaların <strong>ve</strong> uluslar arası<br />

sermaye piyasalarındaki spekülatif davranışların bir sonucu olarak oluşan<br />

bir para krizidir (Bustelo,2000).<br />

4.2. Meksika Krizi (1994-1995)<br />

Meksika 1980'lerin ilk yarısı yaşadığı borç krizinden sonra, Brady<br />

Planı çerçe<strong>ve</strong>sinde, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, 1980'lerin<br />

ortalarından itibaren çok sayıda yapısal, ekonomik <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> reformlar<br />

yapmış;Salinas iktidarı döneminde dışa açılma, özelleştirme gibi reformları<br />

hızlandırmış; GATT'a katılıp OECD'nin üyesi olmuş; Kanada <strong>ve</strong> ABD ile<br />

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını şekillendirmişti. Bu olumlu<br />

deneyimler, Meksika'yı hem uluslar arası piyasalara önemli miktar tahvil<br />

ihraç eden hem de portföy yatırımlarını en çok çeken ülkelerden biri<br />

konumuna getirmişti.<br />

Aralık 1988'de dolara bağlanmış sabit kur politikasına dayalı <strong>ve</strong> IMF<br />

destekli yeni bir istikrar/dezenflasyon politikasını devreye sokmuştu. 1989<br />

Ocak ayından Kasım 1991'e ka^ar üç y:l önceden belirlenmiş oranda<br />

devalüasyon yapılıyordu. Enflasyon ataletini <strong>ve</strong> beklentilerini kırmak için<br />

32


devalüasyon oranı, enflasyon oranının altında tutuluyordu. Kasım 1991'den<br />

itibaren sistemi biraz daha esnek kılmak için taban <strong>ve</strong> tavanı belli bir<br />

asimetrik bant saptandı. 1993 Ekimine kadar dolar/peso paritesi oldukça<br />

istikrarlıydı (Edwards, 1998:682). Her ne kadar nominal kur belirlenen<br />

oranda değer kaybediyorsa da, enflasyon oranı, nominal döviz kuru değer<br />

kaybını aştığı için peso reel olarak değerleniyordu. Ancak enflasyon oranı<br />

da 1990-93 arasında %100'den %56'ya gerilemiş, ekonomi bu dönemde<br />

ortalama %3 büyümüştü. Enflasyon oranı düşse de halen ABD'ye göre çok<br />

yüksekti <strong>ve</strong> peso 1990-1993 arasında dolara karşı değer kazanmıştı. Bu<br />

durum cari hesap açığını artırdı. 1990'da 7,5 milyar $ olan açık, 1994'te 29,5<br />

milyar $ olmuştu. Bu GSMH'nın % 7 'sini oluşturuyordu (Tomita, 2000).<br />

Öte yandan bütçe açıklarında azalma olsa da, bütçe dışı fonlar<br />

GSMH'nın %5'ine yükselmişti. Para politikası ise karmaşıktı: Sıkı bir para<br />

politikası ile Mı artış oranı 1993'te % 17.7'den 1994'te %5.7'ye<br />

düşürülmüştü. Buna karşılık iç krediler hızla artıyordu. Giren yabancı<br />

sermaye ülkede tüketim kredilerini <strong>ve</strong> tüketim harcamalannı kamçıladı.<br />

Kurun istikrarı, enflasyon oranının düşmesi <strong>ve</strong> faiz gelirlerinin cazip<br />

olması yabancı portföy yatırımlarını Meksika'ya çekiyordu. Meksika da cari<br />

açıklarını sermaye girişleriyle kolayca finanse ediyordu. Meksika'nın<br />

yabancı döviz rezervleri 1990'da 9.4 milyar $' dan 1994'te 25.7 milyar $'a<br />

çıktı (Edwards, 1999 ).<br />

Aslında 1994 başında bazı kriz sinyalleri görülür hale gelmişti.<br />

Pesoya bağlı piyasa enstrümanlarını (CETES) ihraç etmek gittikçe<br />

güçleşiyordu. Onun yerine hükümet dolara endeksli kamu<br />

kağıtları(tesobonos) ihraç etmeye başladı. Ayrıca özel şirketler de dolara<br />

endeksli finansman kağıtları çıkardılar. Bu artan miktarda tesobonos<br />

ihracı, yatırımcılarda pesonun yakında devalüe edileceği beklentisi yarattı.<br />

Meksika bankaları bu kağıtları satın alıp, ABD bankalarından dolar<br />

borçlanmak için teminat olarak kullandılar.Bu sinyallerin yanısıra. Ekim<br />

1993'ten itibaren para politikasını sıkılaştırmaya başlayan ABD'nin1994<br />

şubatında başlayarak aşamalı olarak faiz oranlarını yükseltmesi de<br />

Meksika'ya giren yabancı sermayeyi azaltmaya başladı.<br />

Nisan 1994'te Dornbusch <strong>ve</strong> Werner, Brooking Papers on Economic<br />

Activity'de yayınladıkları makalede, Meksika'nın pesoyu %20 devalüe<br />

etmesini <strong>ve</strong> yeni bir Pacto'yu öneriyorlardı. Eğer yeni bir Pacto mümkün<br />

değilse, peso dalgalanmaya bırakılmalıydı. Ancak 1994 seçim yılıydı.<br />

Seçim iktisat politikası tedbirlerini etkiledi; Kamu açıklarını azaltmak için<br />

gerekli olan sıkı maliye <strong>ve</strong> kredi politikaları rafa kaldırıldı; tek yapılan şey,<br />

kurun bandın en alt sınırına düşmesine izin <strong>ve</strong>rilmesiydi. Ayrıca seçim<br />

öncesi politik istikrarsızlıklar şiddetlendi. Gerçekleşen siyasi suikastler<br />

politik belirsizliği arttırınca sermaye çıkışlar: arttı <strong>ve</strong> döviz rezervleri hızla<br />

33


eridi. 1994 Ocağında 29 milyar $ olan döviz rezervi Nisan -Ekim arasında16<br />

milyar $ <strong>ve</strong> Aralıkta da 6 milyar $ oldu (Bustelo, 2000). IMF 'y^ göre,<br />

devalüasyon öncesi bu sermaye çıkışı <strong>ve</strong> döviz rezen/ erimesi yabancı<br />

yatırımcıların kaçışından çok Meksika vatandaşlarının spekülatif pozisyon<br />

almalarıdan kaynaklanıyordu (Tomita, 2000).<br />

Sonuçta peso % 15 devalüe edildi. Ortamı istikrarlı hale getirecek<br />

yeni bir programın olmamasından <strong>ve</strong> 6 milyar $'a düşmüş bir rezerv<br />

miktarının tesobonos borçlarını bile karşılayamayacağı düşünüldüğünden,<br />

piyasa bu devalüasyonu yetersiz buluyordu. Sonuçta Ekim 1994'te peso<br />

dalgalanmaya bırakıldı. Borsa çöktü; faiz oranları yükseldi. Meksika bir<br />

ikilemle karşılaştı: Faiz oranlarını yükseltmemek pesonun düşüşünü<br />

hızlandırıp yabancı döviz cinsinden borçları ödemeyi zorlaştırırken,<br />

oranların yükselmesi de bankacılık sistemini daha da zayıflatıyordu.<br />

Meksika'da 1992'de bankacılık kesiminde özelleştirme tamamlanmış;<br />

çoğunluğu büyük holdinglere satılmış olan bankalar bankacılığı bilmedikleri<br />

gibi, liberalizasyon sonrası yapılan deregülasyonlarla da ihtiyatsız bir<br />

bankacılık devreye girmişti: Bankaların zorunlu rezerv gerekleri<br />

düşürülmüş, <strong>finansal</strong> sisteme giriş engelleri <strong>ve</strong> borçla finansman sınırları<br />

gevşetilmişti. Bu nedenlerle bankaların risk yapısı <strong>ve</strong> riskli krediler artmış;<br />

kredilerin çoğu tüketim,konut <strong>ve</strong> ipotek kredileri olmuştu (Edwards,<br />

1999:289).<br />

Meksika'daki kriz yayılma etkisi yarattı (Tekila Etkisi). Krizin<br />

yansımaları en şiddetli olarak, Arjantin <strong>ve</strong> Brezilya'da hissedildi. ABD'deki<br />

bankalar krizin ardından bu ülkelerde de yatırımlarını azalttılar.<br />

Arjantin'de1991'de başlayan <strong>ve</strong> Para Kuruluna dayalı bir istikrar politikası<br />

uygulanıyordu. Bu politika gereği ülke içindeki para miktan ancak ülkeye<br />

giren döviz miktarına bağlı olarak artabildiğinden <strong>ve</strong> bu durumda girişler de<br />

azaldığından, faiz oranları aşın şekilde arttı <strong>ve</strong> ülke resesyona girdi.<br />

Brezilya'da da borsa düştü <strong>ve</strong> uluslar arası rezervler 1/4 oranında azaldı.<br />

Meks-ika kriziyle birlikte <strong>krizler</strong>le ilgili önemli dersler çıkarılmıştı:<br />

-Sabit <strong>ve</strong>ya yarı sabit kura dayalı istikrar politikalarının ilk etkileri<br />

olumlu olsa da, orta /uzun vadede aşırı değerli döviz kuru yaratarak cari<br />

açıklara yol açtığı,<br />

-Geniş cari açıkları kısa vadeli yabancı sermaye ile finanse etmenin<br />

ciddi sorunlar yarattığı,<br />

-Portföy yatırımlarının, kısa vadeli sermaye akımlarının aşırı şekilde<br />

değişken <strong>ve</strong> istikrar bozucu olduğu,<br />

-Bankaların denetim <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inin yapılma gereği:Zayıf<br />

bankacılık, krizin yayılmasına yol açtığı gibi. Merkez Bankasının kriz<br />

zamanında faiz oranları silahını kullantjıasını da engellediği,


-Finansal işlemlerdeki şeffaflığın yatırımcıların gü<strong>ve</strong>nini tesis etmede<br />

çok önemli rolü olduğu.<br />

Bütün bu derslere rağmen, 1997-98'de uluslararası piyasaları vuran<br />

Asya krizinde de yukarda sayılan sorunların çoğu mevcuttu. Yeterince ders<br />

alınmadığı gibi, pek çok yatırımcı, bilim adamı, borç değerleme ajanları <strong>ve</strong><br />

kriz uzmanları da ekonomik temelleri sağlam görünen Asya ülkelerinde bir<br />

kriz beklemiyordu.<br />

4.3. Asya Krizi (1997-1998)<br />

1990-1996 arasında Asya-5 (Endonezya, Malezya, Filipinler, Güney<br />

Kore <strong>ve</strong> Tayland) Ülkelerinin tümünde, geleneksel içsel <strong>ve</strong> dışsal<br />

makroekonomik koşullarda görünürde bir rahatsızlık yoktu. İç cephede<br />

bütçe fazlaları( ya da 1990-1994 arası Filipinler <strong>ve</strong> Malezya'da olduğu gibi<br />

çok düşük kamu açıklan); (Filipinler <strong>ve</strong> Endonezya'da bazı yıllar %12-<br />

%18'e çıkmakla birlikte) genel olarak tek haneli ılımlı bir enflasyon,<br />

(GSYlH'nın %30'unu aşan) yüksek yatırım <strong>ve</strong> tasarruf oranları; yüksek<br />

büyüme hızları (Asya-5'in ortalaması %8); (1990-1996 arasında GSYlH'nın<br />

%6'sını aşan <strong>ve</strong> tüketimden çok yatırımları finanse eden) yüksek <strong>ve</strong><br />

sürdürülebilir net sermaye girişi; düşük işsizlik oranları (Malezya'da %3'den<br />

düşük, Kore; Tayland <strong>ve</strong> Endonezya'da %4, Filipinler'de %7).<br />

Uluslararası koşullara baktığımızda ise ABD <strong>ve</strong> Japonya'da faiz<br />

oranları düşük, Japonya hariç gelişmiş ülkelerde büyüme oranları yüksekti.<br />

Dünya mal piyasaları istikrarlı iken, dünya ticaret hacmi de büyüyordu.<br />

Sonuç olarak hiçbir geleneksel makroekonomik temeller(göstergeler) bir<br />

kriz olacağının işaretini <strong>ve</strong>rmiyordu (Veriler için Bkz. Edwards, 1999,<br />

Bustelo, 2000).<br />

Bütün olumlu görünen iç <strong>ve</strong> dış faktörlere rağmen önce Tayland'da<br />

başlayan "ikiz kriz" (twin crises), hızla bölgedeki diğer ülkelere (özellikle<br />

Asya-5 ülkelerine) yayıldı. Kısaca kronolojik sırayla olaylar şöyle gelişti:<br />

1989 sonrasında dar bir bantta (1$=B25-25.5) dolara bağlanan<br />

Tayland parası bahtla ilgili olarak, 1996'n!n sonunda ihracattaki düşme,<br />

cari açıklardaki artma, şişen gayri-menkul fiyatlarının düşmeye başlaması<br />

<strong>ve</strong> bazı fınans şirketlerinin zor duruma düşmesiyle devalüasyon beklentisi<br />

arttı. Merkez Bankası'nın kuru tutma girişimi için piyasaya yaptığı yoğun<br />

müdahaleler <strong>ve</strong> şirketleri desteklemek için likidite <strong>ve</strong>rmesi, sermayenin<br />

kaçmasına <strong>ve</strong> uluslar arası rezerv kayıplarına yol açtı. 1997 Temmuz'unda<br />

sabit kur kaldırılıp baht devalüe edildi. Bahtın devalüasyonu Güney Doğu<br />

Asya bölgesinde <strong>finansal</strong> panik yarattı. Bahtın devalüasyonundan sonra<br />

Filipinler pesonun dalgalanmasına izin <strong>ve</strong>rdi(11 Temmuz 1997). Malezya<br />

da ringgit'in sabitlenmesini kaldırdı(14 Temmuz). IMF; Tayland'la 14<br />

35


Ağustos'ta anlaşma paketini imzaladığında Endonezya da rupiah'ı<br />

dalgalanmaya bıraktı. Döviz piyasası baskısı nedeniyle Tayvan da Yeni<br />

tayvan dolarını 17 Ekimde dalgalanmaya bıraktı. Hong Kong para kurulunu<br />

savunmak için faiz oranlarını yükseltti. Bu Heng Seng indeksinde keskin bir<br />

düşüş yarattı. IMF'nin Endonezya'ya yardım paketinden sonra da<br />

rupiah'taki değer kaybı sürdü.Güney Kore de para bandını genişletip<br />

aralıkta IMF ile 35 milyar$'lık yardım anlaşması yaptıktan sonra bandı<br />

kaldırarak won'u dalgalanmaya bıraktı (Tomita, 2000).<br />

Kriz öncesinde bu ülkelerin hepsinde ortak bazı semptomlar<br />

görülmektedir: Cari açıklar, aşın değerli reel döviz kuru, ihracat artışında<br />

düşüşler, aşırı borçlanma, kredi artışı <strong>ve</strong> aktif fiyatlarında bir balon, kısa<br />

vadeli yükümlülüklerde aşırı artışlar, borçlanma <strong>ve</strong> krediler arasında nakit<br />

<strong>ve</strong> vade uyumsuzluklan (currency and maturity mistmaches), dönmeyenkredilerde<br />

artış, banka <strong>ve</strong> şirket bilançolarında bozulma <strong>ve</strong> özellikle<br />

şirketlerde düşük sermaye/aktif oranları (high le<strong>ve</strong>rage); bu ekonomilerin<br />

hemen hepsinde, aynı şiddette olmaca da kırılganlığı artıran temel<br />

semptomlar olarak görülmektedir.<br />

Bu semptomları yaratan temel nedenleri ise şöyle sıralayabiliriz:<br />

ilk neden, kısa vadeli global özel sermaye akımlarına yol açan<br />

liberalizasyon politikalarıdır. Doğu Asya ülkeleri, 1990'lardan itibaren hem<br />

deregülasyonu hem de sermaye hesaplarını dışa açmayı içeren hızlı bir<br />

<strong>finansal</strong> liberalizasyon sürecine girdiler. Ancak bu liberalizasyon kısmi <strong>ve</strong><br />

sağlıksızdı(ill-sequenced). Finansal sektöre giriş engelleri, şirketlerin<br />

borçlanmayla finansmanına ilişkin sınırlar, faiz oranları <strong>ve</strong> borçlar<br />

üzerindeki düzenleyici kurallar kaldırıldı. Buna karşılık doğrudan yabancı<br />

sermaye yatırımlarının girişinde <strong>ve</strong> bankacılık sektöründe yabancıların mülk<br />

edinmesi konusundaki sınırlamalar sürdürülmüştür. Bu konudaki ihtiyatlılık,<br />

kısa vadeli portföy fonlarının girişinde gösterilmemiştir. Ancak yine de ülke<br />

uygulamalannda farklılıklar vardır: Endonezya, sermaye kontrollerini en<br />

erken kaldıran, kısa vadeli sermaye girişlerine izin <strong>ve</strong>ren ülke olmuştur.<br />

Tayland 1993'de yabancı sermayeyi çekmeye yardımcı olmak için bir<br />

hükümet kurumu (BİBF) oluşturmuştur. Malezya, kısa vadeli sermaye<br />

hareketlerine uyguladığı bazı kontrolleri sürdürmüştür. Kore ise istisnai<br />

olarak, en, azından kağıt üstünde, uzunca bir süre kısa vadeli yabancı<br />

sermayeye karşı kuşkuculuğunu sürdürse de, OECD'ye katılmak için<br />

yaptığı müzakarelerde bu gönülsüzlüğünü devam ettirememiş <strong>ve</strong> uluslar<br />

arası bankalardan kısa vadeli olarak yoğun şekilde borçlanmaya izin<br />

<strong>ve</strong>rmiştir. 1996'nın sonuna kadar OECD bankalarından aldığı borç 67<br />

milyar $'dı; bunun 50 milyar $'lık kısmının vadesi bir yıldan azdı. Kore'nin<br />

ileri ülkelerden aldığı kısa vadeli banka borçları, uluslar arası rezervlerinin<br />

iki katı olmuştur (Endonezya'da bu oran 1.2; Malezya'da 0.61; Filipinler'de<br />

0.S5 <strong>ve</strong> Tayland'da 1.45'di)(Edwards, 1999:287). Yabancı para cinsinden<br />

alınan bu kısa vadeli borçlar, bankacılık sektöründeki rekabetle birleşince


aşırı bir kredi artışına dönüştü. Aşırı borçlanmayla birlikte ortaya çıkan kredi<br />

patlaması iç piyasada dış ticarete açık olmayan(non-tradable) sektörde<br />

aşırı yatırıma yöneldi. Bu da bu sektörlerdeki aktif fiyatlarında bir fiyat<br />

balonu oluşturdu (Tayland'da inşaat <strong>ve</strong> gayrimenkul sektörüne, Kore'de de<br />

etkinsiz imalat sektörüne (cheabol şirketlere) aktı. Dışandan yabancı para<br />

cinsinden kısa vadeli <strong>ve</strong> düşük faizle borç alıp, bunu yüksek faizle borç<br />

<strong>ve</strong>rmek, bankalar için karlı oluyordu. Ancak bu durum hem vade, hem de<br />

nakit uyumsuzluğu sorununun (maturity and currency mismatches)<br />

yanısıra, kısa dönemli borçlann birikmesine yol açtı.<br />

1990-1997 Arasında özel sektöre açılan banka kredilehnin ortalama<br />

yıllık artış oranları Tablol.2' de görülmektedir. Bu oranlar Meksika'da %5.2,<br />

Brezilya'da %2.3^idi (Edwards, 1999:333; Bustelo, 2000).<br />

Tablo 1.2 :<br />

Asya'da Özel Sektöre Açılan Banka Kredileri (Yıllık % Artış), 1991-97<br />

Ekonomi 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />

Kore 20,78 12,55 12,94 20,08 15,45 20,01 21,95<br />

Endonezya 17,82 12,29 25,48 22,97 22,57 21,45 46,42<br />

Malezya 20,58 10,79 10,80 16,04 30,65 25,77 26,96<br />

Filipinler 7,33 24,66 40,74 26,52 45,39 48,72 28,79<br />

Singapur 12,41 9,77 15,15 15,25 20,26 15,82 1,68<br />

Tayland 20,45 20,52 24,03 30,26 23,76 14,63 19,80<br />

Çin 19,76 20,84 43,52 24,58 24,23 24,68 20,96<br />

Tayvan(Çin) 21,25 28,70 19,46 16,18 10,00 6,00 8.92<br />

Hong Kong n.a. 10,17 20,15 19,94 10,99 15,75 20,10<br />

Kaynak:Edwards, 1999:333<br />

Asya ülkelerindeki bankaların yabancı para yükümlülüklerinin GSYlH'a<br />

oranı ise 1993'den 1997'ye Tayland'da %11'den %27'ye; Filipinler'de<br />

%6'dan %17'ye; Güney Kore'de %4'den %'a yükseldi (yüksek yabancı para<br />

risk limiti). Ayrıca gayrimenkul risk limiti de yüksekti: Gayrimenkul<br />

piyasalarına yönelen borçlar Tayland <strong>ve</strong> Malezya'da toplam borçların %30-<br />

40'ına ulaşmıştı.<br />

Zamansız-sıralamasına dikkat edilmeksizin liberalizasyona geçişle<br />

başlayan bu kısa vadeli kredi boom'u, içerden borç almaya göre daha karlı<br />

olan yabancı fon talebinin artmasısonucunda ortaya çıkmıştır.<br />

İkinci önemli etken, liberalizasyon dışında yabancı kredi patlamasına<br />

yol açan bir dizi makro <strong>ve</strong> mikroekonomik politika uygulamalarıdır. Adeta bu<br />

uygulamalarla bir tersine teşvik yapısı oluşmuştur.


Bunların başında döviz cinsinden borçlanmayı risksiz hale getiren fiili<br />

sabit ya da yarı-sabit döviz kuru <strong>düzenlemeler</strong>i gelmektedir. Sabit döviz<br />

kuru politikaları, bir yandan döviz riskini en aza indirgeyerek dövizle<br />

borçlanmayı teşvik etmiştir. Öte yandan da yoğun döviz girişleriyle birleşen<br />

(doları çapa olarak kabul eden) sabit kur politikası, bu ülkelerde zaman<br />

içinde ülke paralarının aşırı değerli hale gelmesine <strong>ve</strong> ödemeler açığı<br />

sorununa yolaçmıştır. Özellikle 1995'den itibaren doların yene karşı değer<br />

kazanmaya başlamasıyla (1995'de 1$=85 yen iken. Nisan 1997'de 127 <strong>ve</strong><br />

Aralık 1997'de 135 yene çıkmasıyla). Ülkelerin paralarındaki değerlenme<br />

artmış, Japonya karşısında rekabet güçlerini kaybedip ihracatları<br />

gerilemeye <strong>ve</strong> cari açıkları artmaya başlamıştır: İhracat artış oranları<br />

Tayland'da 1995'de %25'iken 1996'da %-1.3'e, Kore'de %30.3'den %5.3'e<br />

<strong>ve</strong> Malezya'da %26'dan %6.7'ye gerilemiştir (Bustelo, 2000).<br />

Asya ülkelerinin paralarının aşırı değerlenmesiyle ilgili çok sayıda<br />

tahmin yapılmıştır: Redelet <strong>ve</strong> Sachs (1998)'e göre. Aralık 1990 <strong>ve</strong> Mart<br />

1997 arasında bu ülkelerin paralarının reel anlamda değerlenme oranları<br />

sırasıyla şöyledir: Filipinler'de %47, Malezya'da %28, Endonezya <strong>ve</strong><br />

Tayland'da %25 <strong>ve</strong> Güney Kore'de %11 (Bkz. Bustelo,2000 ; Edwards,<br />

1999).<br />

Tablo 1.3 : Reel Döviz Kurları 1990-97<br />

Ekonomi 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />

Kore<br />

Endonezya<br />

Malezya<br />

Filipinler<br />

Singapur<br />

Tayland<br />

Tayvan<br />

96,0<br />

97,40<br />

97,0<br />

92,40<br />

101,20<br />

102,20<br />

99,70<br />

91,5<br />

99,60<br />

96,90<br />

103,10<br />

105,70<br />

99,0<br />

103,90<br />

87,7<br />

100,80<br />

109,70<br />

107,10<br />

106,00<br />

99,70<br />

108,50<br />

Hong Kong 96,50 95,70 95,70<br />

Kaynak:Edwards, 1999:<br />

85,20<br />

103,80<br />

111,0<br />

97,40<br />

108,60<br />

101,90<br />

116,0<br />

91,40<br />

84,70<br />

101,00<br />

107,10<br />

111,70<br />

111,90<br />

98,30<br />

114,50<br />

92,60<br />

87,70<br />

100,50<br />

106,90<br />

109,60<br />

112,70<br />

101,70<br />

116,0<br />

90,40<br />

Tablo 1.4 :Asya Ülkelerinde Cari İşleml^^^^^^^^ 1990-97<br />

87,20<br />

105,40<br />

112,10<br />

116,40<br />

118,20<br />

107,60<br />

125,80<br />

89,60<br />

58,60<br />

62,40<br />

84,90<br />

90,90<br />

114,40<br />

72,40<br />

138,40<br />

89,20<br />

Ekonomi 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />

Kore -0,69 -2,83 -1,28 0,30 -1,02 -1,86 -4,75 -1,85<br />

Endonezya -2,82 -3,65 -2,17 -1,33 -1,58 -3,18 -3,37 -2,24<br />

Malezya -2,03 -8,69 -3,74 -4,66 -6,24 -8,43 -4,89 -4,85<br />

Filipinler -6,08 -2,28 -1,89 -5,55 -4,60 -2,67 -4,77 -5,23<br />

Singapur 8,33 11,29 11,38 7,57 16,12 16,81 15,65 15,37<br />

Tayland -8,50 -7,71 -5,66 -5,08 -5,60 -8,06 -8,10 -1,90<br />

Çin 3,09 3,27 1,33 -1,94 1,26 0,23 0,87 3,24<br />

Tayvan(çin) 4,74 4,39 1,69 1,6 1,66 1,61 3,45 2,35<br />

Kaynak: Edwards,1999:284<br />

Makroekonomik politikalar çerçe<strong>ve</strong>sinde ikinci faktör, hükümetlerin<br />

<strong>finansal</strong> kurumları risk almaya yüreklendirecek şekilde açık <strong>ve</strong> gizli<br />

garantiler <strong>ve</strong>rmesi olmuştur. Bunların başında sağlam <strong>ve</strong> ihtiyatlı olmayan


egülasyon <strong>ve</strong> denetim-gözetim uygulamaları gelmektedir. Açık ya da zımni<br />

mevduat sigorta garantileri, düşük sermaye yeterlilik oranları, yüksek yasal<br />

borçlanma limitleri, <strong>finansal</strong> kurumları aşırı risk almaya <strong>ve</strong> kredilerini<br />

artırmaya, şirketleri de aşırı borçlanmaya itmiştir. Bütün bu etkenler ilerki<br />

bölümde üzerinde duracağımız yanlış seçim, ahlaki risk <strong>ve</strong> asimetrik bilgi<br />

problemlerini beslemiştir. Bu bağlamda geri-dönmeyen borçlar aşırı şekilde<br />

artmıştır (Bkz. Edwards, 1999).<br />

ülke (%)<br />

Kore 8,0<br />

Endonezya 13,0<br />

Malezya 10,0<br />

Filipinler 14,0<br />

Singapur 4,0<br />

Tayland 13,0<br />

Hong Kong 3,0<br />

Çir 14,0<br />

Tayvan 4,0<br />

Kynak:Edwards,1999:291<br />

Ayrıca yüksek iç borçlanma maliyetleri <strong>ve</strong> dışarıdan borçlanmayı<br />

teşvik eden piyasa segmentasyonu da kısa vadeli borçların patlamasını<br />

teşvik eden bir politika olmuştur. Piyasa içinden borçlanmak, kıyıbankacılığından<br />

borçlanmaktan çok daha pahalıydı (Kawai vd.,2001).<br />

Önemli bir mikroiktisadi sorun ise, şeffaf olmayan bir ortamda <strong>ve</strong><br />

zayıf/yetersiz bir düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetim (regülasyon/süpervizyon)<br />

ortamında <strong>finansal</strong> kurumlann <strong>ve</strong> reel şirketlerin karşılıklı ilişkilerinde<br />

yatmaktaydı. Asya ülkelerinin çoğunda bankalar kendi gruplarına ait<br />

firmalara kredi <strong>ve</strong>riyorlardı. Riskleh, kredi değerlemeyi, <strong>finansal</strong> raporlamayı<br />

<strong>ve</strong> şeffaflığı yönetecek bir düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetim ortamının<br />

olmadığı bir <strong>finansal</strong> kesim, piyasa disiplinine göre hareket etmeyen,<br />

karlılığı zayıflamış, borç/aktif oranı yüksek düzeylere çıkmış firmaları<br />

finanse ediyorlardı. Bu "crony kapitalizm" olarak adlandırılmaktadır (Perry<br />

<strong>ve</strong> Lederman, 1998:7). Bu da yolsuzluk <strong>ve</strong> dolandırıcılığı beslemektedir<br />

(Letter, 1997:27).<br />

Asya Ülkelerinde bilgi <strong>ve</strong> şeffaflık eksikliği çok barizdir: Bankaların<br />

portföy kalitesi, bilançolarının durumu, hakim şirketlerin borçlarının hacmi<br />

konularında bilgi son derece yetersiz <strong>ve</strong> yanlıştı. Belki bu yüzden<br />

derecelendirme kuruluşlan Güney Doğu Asya Ülkeleririn zayıflık<br />

derecelerini tahminde başarılı olamadılar. Hatta Standart & Poors 1<br />

Ağustos 1997'ye kadar Tayland'ın, 31 aralık 1997'ye kadar Endonezya'nın<br />

ratingini düşürmedi (Edwards, 1999:293).


üzerinde pek durulmayan üçüncü bir etken de , Asya ülkelerinde<br />

ortak bir faktör olarak politik belirsizliğin varlığıdır: Tayland'da 1997<br />

ortalarında kurulan koalisyon zayıftı; Kore'de ilk kez demokratik bir ortamda<br />

muhalefetin zaferi ekonomik politikalara olan ilgiyi ateşlemişti. Problem en<br />

açık Endonezya'daydı (Kawai vd., 2001).<br />

4.4. Rusya Krizi (Ağustos 1998)<br />

17 Ağustos 1998'de Rusya'yı hem devalüasyona hem de bankaların<br />

borçlarını tek taraflı olarak ödeyemeyeceklerini ilan etmeye iten nedenler<br />

içsel <strong>ve</strong> dışsal etkenlerden kaynaklanıyordu.<br />

İçsel etkenlerin başında Krugman(1979) anlamında makroekonomik<br />

temellerdeki kusurlar (özellikle mali açıklar) yatmaktadır. Rusya 1992'den<br />

itibaren piyasa ekonomisine geçiş <strong>ve</strong> özelleştirme çabalarını yavaş da olsa<br />

hayata geçirmeye başlamıştı. 1995 de IMF ile görüşmelere başlayarak Mart<br />

1996'da seçimlerden birkaç ay önce Stand-by anlaşması imzaladı. Buna<br />

göre, yeni hükümet 1995'de %130 olan enflasyon oranını düşürmeyi , bütçe<br />

açıklarını küçültmeyi <strong>ve</strong> bazı yapısal reformlan yapmayı taahhüt ediyordu<br />

(Fischer, 2001). Ancak seçimden sonraki iktidar zayıftı. Sıkı bir para<br />

politikası ile döviz kuru bandını (1$=Rb.4.3-Rb4.9) uygulamaya koyarak<br />

enflasyonu düşürmeyi başardıysa da (enflasyon 1996'da %22'ye<br />

düşmüştü), gevşek bütçe uygulamasını değiştiremedi. Reformcu hükümet<br />

sübvansiyonları azaltmak, <strong>ve</strong>rgi gelirlerini artırmak hedeflerinde<br />

parlamentonun tutucu kararlarına takılarak başarılı olamadı (Desai, 2000:<br />

49). Vergi gelirlerinin artırılamaması hükümeti iç borçlanmaya yöneltti.<br />

Devlet kağıtlarının yıllık getirilen diğer ülkelere göre yüksek olduğundan<br />

(%23-30), yabancı sermaye akımları özellikle Meksika Krizi sonrasında<br />

Rusya'ya yöneldi (Tomita, 2000). Rusya'nın finans kurumları da<br />

portföylerinde devlet tahvillerini artırarak, dışarıdan döviz cinsinden<br />

borçlandılar.<br />

Kısaca, Rusya'nın makroekonomik temelleri açısından durumu, zayıf<br />

bir mali yönetim, yüksek dış borçlanmayla bütünleşmiş sıkı bir para<br />

politikasıyla düşürülen enflasyon ile belirginleşiyordu. Aşırı yüksek dış<br />

borçlanma, herhangi bir kriz beklentisi halinde, sermaye akışını tersine<br />

çevirebilirdi.<br />

Sermaye hareketlerinin serbestliği <strong>ve</strong> sabit kur politikalannın<br />

cesaretlendirdiği ülke içine doğru olan sermaye akımları, 1997'nin<br />

ortalarında tersine dışarıya kaçmaya başladı. Bunun başlıca nedeni Doğu<br />

Asya krizi <strong>ve</strong> petrol fiyatlarının düşmesi sonucunda Rusya'nın ihracat<br />

gelirlerinin azalması <strong>ve</strong> ödemeler dengesi üzerinde baskı yaratmasıydı.<br />

Dışsal şok Rusya'nın ödemeler dengesini vururken, bütçeyi borçlanmayla<br />

finanse eden hükümetin rublenin istikrannı koruma çabası, kamu<br />

40


kağıtlarının değerinin çok düşmesine neden oldu. Ocak 1998'den itibaren<br />

yabancı yatırımcılar, hem kamu kağıtlarını hem de ruble satışlarını<br />

artırdılar. Hükümetin iskonto oranlarını %50'den %150'ye çıkarması bunu<br />

engelleyemedi. Haziran-Temmuz'da dolara indeksli tahviller ihraç<br />

edildi(Tomita,2000). Ayrıca kamu kağıtlarını kullanarak dış bankalardan<br />

borçlanan bankalar, kamu kağıtlarının değeri düştükçe borçlarını<br />

döndüremez hale geldiler <strong>ve</strong> bilanço yapılarının bozulmasıyla karşılaştılar.<br />

Rusya Temmuz 1998'de IMF'den 4.8 milyar $ yardım aldıysa da bu çok<br />

yetersizdi. Rus Hükümeti 17 Ağustos 1998'de rublenin bant aralığını<br />

(1$=Rb6-Rb9.5) düşürdü <strong>ve</strong> özel dış borçları için doksan günlük<br />

moratoryum ilan etti. Bundan sonra Ruble devalüasyonları sürdü. Aralık<br />

sonunda $=18.56Rb oldu.<br />

Rusya 1999'da IMF'le tekrar anlaşma yaptı.Bu gün gelinen noktada<br />

büyüme oranları artıp enflasyon % 10'lara düşmesine rağmen,2000 <strong>ve</strong><br />

2001'de GSMH'nın yüzde 18'ine varan cari fazlalar nedeniyle,artan yabancı<br />

sermaye <strong>ve</strong> rezerv birikimi enflasyonun ari:ması yönünde baskı<br />

oluşturmaktadır. Mali sorunlar <strong>ve</strong> yapısal problemleri ise yerii yerinde<br />

durmaktadır (Fischer, 2000).<br />

4. 5. Brezilya Krizi (1999)<br />

Brezilya da Türkiye gibi, uzun bir dönem enflasyon sorunları yaşamış<br />

bir ülkedir. 1980'lerde borç krizi yaşamış, 1981-1994 arasında yıllık<br />

enflasyon oranı ortalama % 100'ü aşmış, 1993-94 'te hiper enflasyon<br />

(%2700) yaşamış, bu nedenle de çok sayıda başarısızlıkla sonuçlanan<br />

istikrar pogramını devreye sokmuştur: 1986 Cruzado Planı, 1989 Summer<br />

Planı, 1990 Collar Planı <strong>ve</strong> en son 1994 temmuzunda kabul edilen Real<br />

Plan (Cordosa <strong>ve</strong> Helwege,1999).<br />

1990-94 arasında, kamu sektörünü bütün olarak yeniden<br />

yapılandıran, yoğun bir özelleştirme programını devreye sokan <strong>ve</strong> dış<br />

rekabete açılan Brezilya bir yandan da ekonomideki endekslemeyi giderici<br />

pek çok önlem almış, borçları konusundaki moratoryum durumunu IMF ile<br />

görüşmeye başlamıştır. 1990-93 arasında faiz ödemelerini de içeren<br />

operasyonel açığı tamamen ortadan kaldırmış <strong>ve</strong> hatta 1994'te fazlaya<br />

çevirmişti.Bütün bu olumlu gelişmeler sonrasında 1993 sonunda Real planı<br />

devreye girmiştir: Bu plan mali ayariama.parasal reform <strong>ve</strong> kuru çapa<br />

olarak kullanan politikalara dayanıyordu. Real plan enflasyonu hızla kontrol<br />

altına alıp1994'te dört haneli rakamlardan, 1995'te iki hanelilere, 1998'de<br />

ise,%2'den daha aza düşürdü. Büyüme, 1994-97 arasında% 4 arttı.<br />

İthalatta <strong>ve</strong> tüketimde patlama yaşandı. Bundan sonra hükümetler mali <strong>ve</strong><br />

ticari açıklaria <strong>ve</strong> değişken sermaye girişleriyle başa çıkmak için çelişen<br />

politika seçeneklerini denemek zorunda kaldılar.


Sermaye hareketlerini cezbetmek için gerekli yüksek faiz oranları,<br />

kamu borçlarının GSMH 'ya oranını 1995-1999 arasında iki katı arttırdı <strong>ve</strong><br />

bu oran %45'e ulaştı (Fraga,2000). 1998'de seçimler nedeniyle bütçe<br />

açıkları GSMH nın % 8'ine ulaştı.Kamu açıkları, iç borçlarla finanse<br />

edilirken, cari açıklar da sermaye akımlanyla finanse ediliyordu. Sermaye<br />

akımları, aşırı değerli para <strong>ve</strong> geniş cari açıklarla destekleniyordu (Cordosa<br />

<strong>ve</strong> Helw6ge,1999).<br />

1990-94 arasında oluşturulan operasyonel denge, 1995'te kötüleşip<br />

GSMH'nın % 5, 1996 <strong>ve</strong> 97'de ise % 4 açığa dönüştü. Bu artışta. Devlet<br />

bankalannın bütçe açığı benzeri açıklarının <strong>ve</strong> Hazinenin tarımı <strong>ve</strong> ihracatı<br />

destekleyen iki bankanın sermayelerini arttırmasının payı büyüktü.<br />

Real plan altında paranın hızla değerlenmesi 1995 te başladı. 1995-<br />

1998 arasında ortalama reel döviz kuru, bir önceki on yıl ortalamasının<br />

yüzde %30 üzerindeydi. Paranın aşırı değerlenmesinin asıl delili, ihracat<br />

artış hızının1991-94 döneminde ortalama % 11 olmasına karşılık, 1995-<br />

1998 arasında % 4 olmasıydı. Cari açıklar da GSMH'nın % 5'ine ulaşmıştı.<br />

Artan mali açıklar <strong>ve</strong> cari açıklarla beraber, Rusya'daki kriz de<br />

Brezilya'yı etkiledi.1999 başında real dalgalanmaya bırakıldı. Ocakta 1<br />

dolar 1,2 realken. Şubat ayında 2,5 oldu. Aslında sabit kurdan daha ev<strong>ve</strong>l<br />

çıkılması gerekiyordu (Eriş,2001:10).<br />

Brezilya bu krizden sonra, 35 milyar $ dış yardım sağladı. Kısa bir<br />

geçiş döneminden sonra Haziran 1999'da enflasyon hedeflemeye geçildi.<br />

Özetle krize tepki politikası sıkı maliye politikası,enflasyon hedefleme <strong>ve</strong> dış<br />

destekten oluşmaktaydı. Buna göre, enflasyon hedefi1999 için % 8,2000<br />

için % 6 <strong>ve</strong>2001 için %4 'tür (Fraga, 2000).<br />

5. TÜRKİYE 2000-2001 KRİZİ<br />

Gelişmekte olan piyasalara özgü son kriz ise ülkemizin bizzat içinde<br />

yaşamakta olduğu krizdir. Türkiye 1999'un sonunda, bir çeyrek yüzyıldır<br />

yaşadığı yüksek enflasyon sorununu çözmek <strong>ve</strong> özellikle 1990'larda ivme<br />

kazanarak bu enflasyonist süreci besler hale gelen sürdürülemez kamu iç<br />

borçlanma mekanizmasına son <strong>ve</strong>rmek için IMF ile bir Stand by anlaşması<br />

yapıp ciddi <strong>ve</strong> iddialı b^r dezenflasyon/ stabilizasyon süreci başlattı. Ancak,<br />

üç yıla yayılan bu sürecin daha i!k yîlı dolmadan ekonomi beklenmedik<br />

ölçüde önemli <strong>krizler</strong> yaşayınca, bu ilk program iptal edilerek 2001<br />

Mayısında son şeklini alan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı "başlatıldı.<br />

Biz öncelikle, bu iki programın özelliklerini <strong>ve</strong> yaşanan iki krizin anahatlarını<br />

açıklayıp, ikinci olarak da <strong>krizler</strong>in nedenleri <strong>ve</strong> dinamikleri üzerinde<br />

duracağız. Daha önce çeşitli ülkelerde yaşanan <strong>krizler</strong>i anlatmış olduğumuz<br />

için, Türkiye'deki krizle diğerlerinin farklan <strong>ve</strong> paraleliklerini de vurgulamak<br />

mümkün olacaktır.


5.1. Aralık 1999 İstikrar Programı<br />

Bilindiği gibi, 1999 Aralık ayında IMF ile yapılan Stand-by<br />

anlaşmasından önce, Türkiye 1998 Temmuz ayında başlayan Yakın İzleme<br />

Anlaşmasıyla bütçe, para politikası <strong>ve</strong> yapısal reformları içeren <strong>ve</strong><br />

enflasyonu dizginlemeyi hedefleyen bir yola zaten girmişti. 1998'in ilk<br />

yarısında rezerv parada ilan edilen bir hedef bandıyla, yılın ikinci yarısında<br />

ise Net İç Varlıkları hedefleyen para programıyla Merkez Bankası, kamu<br />

açıklarının hiçbir zaman parasallaştırılmayacağı mesajını <strong>ve</strong>riyordu. Siyasi<br />

otoritenin de bütçe disiplinine dikkat etmesi (özellikle 1999'un ikinci<br />

yarısında) <strong>ve</strong> bazı <strong>ve</strong>rgi kanunlarıyla Tahkim yasasını çıkarması bu<br />

konudaki kararlılığı pekiştirmiştir. 1998'de yıllık enflasyon oranı %68 <strong>ve</strong><br />

1999'da ise %67'ye inmiştir.<br />

9 Aralık 1999'da Uluslararası Para Fonu'na sunulan niyet mektubu ile<br />

başlayan Stabilizasyon Programı ise, yukarıdaki çerçe<strong>ve</strong>nin çok daha<br />

ayrıntılı, teknik <strong>ve</strong> geliştirilmiş bir <strong>ve</strong>rsiyonuydu <strong>ve</strong> çeyrek yüzyıldır ülkenin<br />

kaderi haline gelen enflasyonu düşürme yolunda samimi <strong>ve</strong> üzerinde<br />

düşünülmüş bir niyeti yansıtmaktaydı. Üç yıl sürdürülmesi üzerinde görüş<br />

birliğine varılan anlaşmanın temel amaçları, tüketici enflasyonunu (2000<br />

yılı sonunda %25, 2001 sonunda %12 <strong>ve</strong> 2002'de %7 ye) indirmek, reel faiz<br />

oranlarını makul düzeylere düşürmek, ekonominin büyüme potansiyelini<br />

arttırmak <strong>ve</strong> kaynakların daha etkin <strong>ve</strong> adil dağılımını sağlamak olarak<br />

belirtilmişti. Program üç temel unsura dayanmaktaydı:Kamu sektörü temel<br />

fazlasını mümkün olduğu kadar yüksek tutmak için sıkı bir maliye politikası;<br />

sıkı bir para <strong>ve</strong> döviz kuru politikası; ilk iki politikayı destekleyen tutarlı<br />

gelirler politikaları ile yapısal reformlar.<br />

1999'da GSMH'nın %-2.8'i olan kamu sektörü temel fazlasını, 2000<br />

yılında GSMH'nın %1.5'u olarak tahmin edilen deprem harcamaları hariç,<br />

GSMH'nın %3.7'sine yükseltmek için, kamunun faiz yükünü düşürmek<br />

öncelikli olmaktaydı. Bu amacın gerçekleştirilmesinde 26 Kasım 1999'da<br />

onaylanan <strong>ve</strong>rgi paketinin <strong>ve</strong> deprem nedeniyle devreye girecek olan ek<br />

<strong>ve</strong>rgilerin <strong>ve</strong> yine Eylü! 1999'da yasalaşan sosyal gü<strong>ve</strong>nlik reformunun<br />

olumlu katkılarının yanısıra, personel <strong>ve</strong> diğer cari harcamalardaki<br />

kısıntıların önemi büyük olacaktır. Bunların yanısıra dış borcu iç borç<br />

yerine ikame ederek <strong>ve</strong> kapsamlı bir özelleştirme (GSMH'nın en az<br />

%3.5'una karşı gelen şekilde 7.6 milyar ABD doları gelir getirecek)<br />

programı yaparak da bu amaç desteklenecekti.<br />

Para <strong>ve</strong> döviz kuru politikaları ise, geleceğe dönük belirsizliği<br />

azaltmak için önceden taahhüt edilmiş hedefleri belirleme <strong>ve</strong> bunu<br />

yaparken de gereksiz katılıklara yol açmayacak şekilde esneklik sağlama<br />

<strong>ve</strong> vadeyi önceden saptama ilkelerine dayandırılmıştı. Buna göre,<br />

fiyatlama kararlarını etkilemede çok önemli role sahip olan döviz kurunun<br />

43


"çapa" olarak kullanılması <strong>ve</strong> bu yolla fiyat ayarlamalarının kurdaki<br />

değişime yaklaşmasının sağlanması benimsenmekte <strong>ve</strong> 1 ABD Doları<br />

+0.77 EURO olarak belirlenmiş bir kur sepetinin bir yıllık bir zaman için<br />

önceden ilan edilmesi yolu izlenmişti. Programın ikinci 18 aylık dönemini<br />

kapsayan Temmuz 2001-Aralık 2002 döneminde ise, merkez parité<br />

etrafında simetrik olarak giderek genişleyen bir "band" uygulamaya<br />

sokularak daha esnek bir kura aşamalı geçişin başlayacağı<br />

belirtilmekteydi. Bandın toplam genişliği Aralık 2001 sonunda %7.5'a; 2002<br />

Haziran sonunda %15'e <strong>ve</strong> 2002 Aralık sonunda %22.5'a çıkarılacaktı.<br />

Döviz kuru politikasında olduğu gibi, para politikasında da Yakın<br />

İzleme Anlaşmasının hedefleri sürdürülmekte; temel büyüklük olarak<br />

merkez bankası bilançosundaki Net İç Varlıklar kalemine getirilen "tavan"<br />

limiti sürdürülmekteydi. İlk 18 aylık dönem boyunca, net iç varlıklar,<br />

hedeflenen maksimum değeri (-1.2 trilyon TL) merkez alınarak <strong>ve</strong> bir önceki<br />

üç ayın sonundaki para tabanı büyüklüğünün (+-) yüzde 5'inin belirlediği<br />

paralel bir bant içinde dalgalanmasına izin <strong>ve</strong>rilerek sürdürülecekti. "Net<br />

Uluslararası Rezervler' .(Net dış Varlıklar-Bankalarm Döviz Mevduatları)<br />

kalemi ise, rezervlerin vH'şebileceği minimum seviye (2000 yılı için bu alt<br />

sınır 12 ile 13.5 milyar ABD Doları) ile sınırlandırılmaktaydı. Merkez<br />

Bankasının piyasalar için TL yaratma işlemi ise, belirlenen kurdan getirilen<br />

tüm dövizi almak <strong>ve</strong> istendiğinde piyasaya döviz karşılığı TL likiditesi<br />

<strong>ve</strong>rmek şeklinde gerçekleştirilecekti. Bu uygulama bir nevi Para Kurulu<br />

benzen bir uygulamadır. 2001 yılı ikinci yarısından itibaren aşamalı olarak<br />

esnetilen döviz kuru politikasıyla beraber para politikası da, net iç varlıklar<br />

hedefi de esnetilecektir. Bu esnemelerin devamında kura dayalı bir<br />

politikadan enflasyon hedeflemeye yönelik bir para politikasına geçiş<br />

amaçlanmaktaydı.<br />

Programın gelirler politikası ayağı, daha az ayrıntılı <strong>ve</strong> diğer<br />

politikaları destekleyici nitelikte saptanmıştı. Daha çok kamu çalışanları<br />

ücret <strong>ve</strong> maaşlarının, hedeflenen TÜFE ile aynı oranda artması şeklinde<br />

belirlenmişti. Özel Sektör ücret <strong>ve</strong> fiyatları konusunda Ekonomik <strong>ve</strong> Sosyal<br />

Konseyi çalıştırma hedefi, 2. Ek Niyet mektubunda Haziran 2000 olarak<br />

belirtilse de, bu uygulama hayata geçirilememiş <strong>ve</strong> özel sektör ücret<br />

artışları parçalı bir yapı göstermişti.<br />

Programın en ağırlıklı <strong>ve</strong> belki de uygulanması en zor kısmını<br />

oluşturan Yapısal Reformlar ise, öncelikle kamu finansmanını<br />

kuv<strong>ve</strong>tlendirmeyi <strong>ve</strong> kamu harcamalarındaki israfı azaltmayı hedefleyen<br />

tarım <strong>ve</strong> sosyal gü<strong>ve</strong>nlik reformlarını, kamu mali yönetiminde şeffaflığı,<br />

<strong>ve</strong>rgi politikasında <strong>ve</strong> idaresinde reformu, kapsamlı bir özelleştirme<br />

programını <strong>ve</strong> bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması <strong>ve</strong><br />

düzenlenmesini içermekteydi.


Bir yıllık sürecin sonunda program hedeflerini aşan <strong>ve</strong>ya altında<br />

kalan değişkenler olmuştu. Kamu maliyesi konusunda hükümetin program<br />

hedeflerine ciddiyetle uyması <strong>ve</strong> mali disiplini sağlaması sonucunda ,kamu<br />

sektörü faiz dışı fazlası hedefi aşılmış; GSMH'nın %3.7 si yerine %4.9<br />

olarak gerçekleşmişti. 2001 için ise bu fazlanın GSMH'nın %5.7'si olması<br />

hedeflenmekteydi.<br />

Hedefin üstünde kalan diğer önemli büyüklükler enflasyon oranı, cari<br />

açık <strong>ve</strong> büyüme oranı olmuştur. Döviz kuruna dayalı İstikrar politikalarında<br />

başlangıçta ekonominin canlanacağı, tüketimin artacağı, enflasyon<br />

oranının istenen hızda düşmeyeceği <strong>ve</strong> cari açığın ortaya çıkacağı, yani<br />

"önce genişleme-sonra resesyon" çevriminin olacağı, programı yapanlar<br />

tarafından beklense de, beklenmeyen iç <strong>ve</strong> dış etkenler hedeflerin<br />

aşılmasına yol açmıştır. Öte yandan bu sonuçlar, bir dezenflasyon<br />

politikasından genellikle daralma bekleyen pek çok kesimi de şaşırtmıştı.<br />

Bu tüketim artışı/büyüme/enflasyon etkisinin şu kanallardan işlediği<br />

görülmektedir: Öncelikle, döviz kurlanndaki sabitlemenin sonucunda faiz<br />

oranı paritesine göre faiz oranlarının düşmesi tüketimi tasarruflar aleyhine<br />

genişletmiştir. İkinci olarak, faiz oranlarındaki düşmeyle birlikte artan nakit<br />

talebi, halkın yabancı varlıklannı bozdurup yerli paraya geçmesine. Merkez<br />

Bankasının da para arzını arttırmasına yol açmış; bankaların da kredilerini<br />

(daha az riskli olduğu için özellikle tüketim kredilerini) genişletmesine neden<br />

olmuştur. Üçüncüsü, faiz oranlanndaki düşüş halkın (<strong>ve</strong> bankaların)<br />

ellerindeki menkul değerlerin (kamu kağıtlarının) sermaye kazançlarını<br />

arttırmış ye gelecekteki <strong>ve</strong>rgi yükümlülüklerinin bu kazançları<br />

dengelemeyeceği düşünüldüğünden, bu ser<strong>ve</strong>t etkisi de talebi<br />

canlandırmıştır. Son olarak, programa duyulan gü<strong>ve</strong>nin tam olmaması <strong>ve</strong><br />

mevcut uygun koşullann gelecekte ortadan kalkabileceği ihtimali de bu<br />

günkü tüketimin canlanmasına etki etmiştir. Bu talep <strong>ve</strong> harcama artışı, bir<br />

yandan ekonomiyi canlandırıp büyümeyi artırırken, öte yandan istenen<br />

hızda düşmeyen bir enflasyon yaratarak anti-enflasyonist bir politika için<br />

dezavantaj oluşturmaktaydı. Enflasyondaki düşmeyi sınırlayan bir diğer<br />

etken de, dış ticarete konu olmayan mal <strong>ve</strong> hizmetlerde enflasyon<br />

bekleyişlerinin geriye dönük olması <strong>ve</strong> uzun dönemli sözleşmelere bağlı<br />

olması nedeniyle bu sektörlerde enflasyon ataletinin sürmesidir. Sonuç<br />

olarak, %25 olması hedeflenen 2000 yılı sonu enflasyon oranı %38 olarak<br />

gerçekleşmişti . Programın başlangıcında çok eleştirilen <strong>ve</strong> gerçekleşmesi<br />

mümkün görülmeyen % 5 -5.5'luk büyüme oranı hedefi de fazlasıyla<br />

aşılmıştır.<br />

İstenen hızda düşmeyen <strong>ve</strong> süren enflasyonla sabit döviz kurunun<br />

birleşmesi sonucunda ise yerli para aşırı değer kazanmış;cari işlemler açığı<br />

artmış; bunun da daha sonraki dönemde talebi kısıcı, resesyona yol açıcı<br />

bir etki yaratacağı beklenir olmuştu. Gerçekten 2000 yılı sonu itibariyle 8.2<br />

milyar $ olacağı <strong>ve</strong> GSMH'ya oranının %1.8 olacağı hedeflenen cari açığın


oran olarak %4.8 olacağı anlaşılmıştı. Cari açıkta bu beklenenden çok<br />

yüksek gerçekleşmenin altında TL'nin değerlenmesinin yanısıra, Türkiye'nin<br />

dış ticaretinin büyük bölümünü gerçekleştirdiği Avrupa Birliği ülkeleri para<br />

birimi euro'nun dolar karşısında beklenmedik düzeyde değer<br />

kaybetmesinden dolayı bu ülkelerden yapılan ithalatın (başta otomobil)<br />

artmasının <strong>ve</strong> petrol fiyatlarının 1999 'a göre üç kattan fazla yükselmesinin<br />

yattığı bilinmektedir.<br />

Programın ilk yılının bitimine bir ay kalana kadar (Kasım 2000<br />

başları) Programda yaşanan yukarda belirttiğimiz tüketim, büyüme,<br />

enflasyon <strong>ve</strong> cari açıktaki ciddi hedef sapmalarının <strong>ve</strong> bazı yapısal<br />

reformlardaki gecikmelerin (Telekem satışının gecikmesi, kamu<br />

bankalarının satılamaması. Bankacılık sektöründeki <strong>düzenlemeler</strong>in<br />

gecikmesi, bütçe dışı fonların denetiminin gerçekleştirilememesi ); gelirler<br />

politikasındaki yetersizliklerin bilinmesine <strong>ve</strong> toplumun çeşitli kesimleriyle<br />

sağlanması gereken diyalog <strong>ve</strong> konsensüsün ihmal edilmesine rağmen,<br />

genellikle bütün toplum kesimlerinde programın başarılı olduğu <strong>ve</strong> mevcut<br />

eksikliklerin üstesinden gelineceği konusunda gü<strong>ve</strong>n vardı. Para <strong>ve</strong> kur<br />

politikası hedefler aşılmadan yürüyordu. İşadamları "on yıl sonrasını<br />

görebildiklerini" belirtirken, İktisatçı bilim adamları programın bazı<br />

aksaklıklarla beraber iyi yürüdüğüne, gereken önlemler alınırsa sorunların<br />

aşılacağına inanıyorlardı. IMF Heyetinin Eylül 2000'de dikkati çektiği<br />

hususlar <strong>ve</strong> alınması gereken önlemler de aşağı yukarı bu konuları<br />

kapsıyordu: Devletin tüketim <strong>ve</strong> yatırım harcamalarının daha da fazla<br />

kısılması; eğitim, sağlık <strong>ve</strong> konut gibi enflasyonda inatçı sektörler için<br />

önlemlerin alınması; tüketici kredileriyle canlanan iç talebi kısıcı<br />

politikaların uygulamaya geçmesi; özelleştirmenin hızlandırılmasının<br />

sağlanması. Bütün bunlar çok sıkı bütçe <strong>ve</strong> maliye politikası demekti. 2001<br />

Bütçesi de IMF ile yapılan sıkı pazarlıklarla bu çerçe<strong>ve</strong>de hazırlandı: Buna<br />

göre, faiz dışı harcamalardaki artış %21 olarak hedeflenirken (2000'de bu<br />

artış %49.8 di) faiz ödemelerinin %17.5 azaltılacağı (2000'de bu oran<br />

+%89.3 'dü) <strong>ve</strong> faiz dışı fazlanın GSMH'nın %5'ine çıkarılacağı<br />

hedeflenmekteydi. Vergi gelirlerinin ise, nominal %32.4 arttırılarak 31.8<br />

katrilyon TL'ye yükselmesi; bütçe açığının da 2001'de GSMH'nın %3.4'üne<br />

gerileyeceği hesaplanmaktaydı.<br />

Bize göre, bütün eksikliklerine rağmen tam olmasa da gü<strong>ve</strong>nin<br />

sürmesindeki <strong>ve</strong> şikayetlerin dozunun zayıf kalmasındaki temel etken, bir<br />

istikrar politikasından beklenenin <strong>ve</strong> geçmişteki deneyimlerin aksine<br />

ekonominin bir daralma değil, bir büyüme trendine girmiş olması <strong>ve</strong> (sabit<br />

gelirliler hariç) toplumun hiçbir kesiminin 2000 yılı içinde dezenflasyonun<br />

maliyetlerini henüz yaşamamış olmasıdır.


Programın uygulama eksikliklerinden doğan sorunlarının dışında,<br />

Sabit kura dayalı istikrar programlarına özgü <strong>ve</strong> uygulayan ülkelerin<br />

hepsinde istisnasız yaşanan bilinen riskleri vardı: Ülke parasının aşırı<br />

değerlenmesi, cari hesap açıkları sorunu, başlangıçtaki büyüme eğiliminin<br />

sürdürülemeyip resesyona girileceği <strong>ve</strong> sabit kur uygulamasının <strong>finansal</strong><br />

kesimde yarattığı zafiyetler. Bütün bu riskler biliniyorken böyle bir<br />

programın neden yapıldığı sorusu ,programı terk ettiğimizden beri sıkça<br />

sorulan bir sorudur. Bize göre böyle bir seçişte IMF'nin de, Türkiye<br />

otoritelerinin de makul gerekçeleri vardı. Öncelikle, program geçmişte<br />

başka ülkelerde yaşanan olumsuz deneyimlerden ders alınarak<br />

hazırlanmış, üzerinde oldukça düşünülmüş bir programdı. Geçmişte<br />

Meksika <strong>ve</strong> Brezilya benzer programları 4-5 yıllık bir dönem boyunca<br />

sürdürebilmişlerdi;Türkiye için kurun sabit olduğu süre ise sadece 1,5 yıldı.<br />

Bu sürenin sonunda genişleyen bir banda geçme olanağıyla programın<br />

kendisi, herhangi bir sorun doğduğunda programdan çıkış stratejisini zaten<br />

içeriyordu. Dolayısıyla bir yıl bile dolmadan programın kırılacağını (belki<br />

bankacılık kesimine ilişkin eksik bilgilenme nedeniyle) IMF de<br />

beklemiyordu. Otoritelerin rasyoneli ise,bu tür programların kısa/orta<br />

dönemde kur riskini azaltarak faizleri düşürmesi, tam istenen kadar olmasa<br />

da enflasyonu düşürmesi, büyümeyi canlandırmasının sağladığı gü<strong>ve</strong>nin<br />

yanısıra, para otoritelehnin para politikasını yönetmelerinde de ince<br />

ayarlamalara gerek bırakmamasıydı. Dolayısıyla IMF de, Türkiye de bu<br />

deneyimi göze aldılar. Ancak yapılan hata, Eylül 2000'den itibaren bazı<br />

göstergelerden (TL'nin aşırı değerlenmesi, cari açıklar, ihracatta ciddi<br />

düşüşler, dış borç/rezerv oranının, M2/rezerv oranının azalması gibi) <strong>ve</strong><br />

uygulama/reform eksikliklerinden dolayı uluslararası piyasalarda programa<br />

duyulan gü<strong>ve</strong>nde kırılganlık başlamışken (yani programın maliyeti artmaya<br />

başlamışken) hükümetin çıkış stratejisi (exit strategy) uygulamasına, kasım<br />

krizinden sonra bile gerek duymaması olmuştur. Bu tek başına durumu<br />

düzeltmese de, geciktirilen yapısal refomların hızlandırılmasıyla birlikte<br />

kırılganlığı azaltabilirdi.<br />

5. 2. Yaşanan İki Kriz<br />

Kasımda yaşanan kriz başlangıçta tek bir bankaya özgü bir likidite<br />

sorunu gibi göründüyse de, aslında altında yatan, kamu iç borçlanma<br />

kağıtlarını tutanların bunların finansmanını yapamaması <strong>ve</strong> dolayısıyla da<br />

<strong>finansal</strong> kesime, kamuya <strong>ve</strong> programa duyulan gü<strong>ve</strong>nin zayıflamasıydı.<br />

Demirbank, 2000 yılında battığı zamana kadar tek başına gerçekleşen<br />

kamu ihraçlarının %15'ini almış bir bankaydı. Programın hedeflediği gibi<br />

faiz oranlarındaki sürekli düşme beklentisine göre, portföy tercihini bu<br />

yönde yaparak ciddi bir risk üstlenmişti. Kasım ayına kadar da ciddi bir<br />

sorunu görünmüyordu, hatta S&P kasımda bankanın derecesini<br />

yükseltmişti. Eylül/Ekim aylarından itibaren Türk bankalarına yabancı<br />

bankaların kredi yollarının kapanacağına dair spekülasyonlar başlamıştı.


Ayrıca Arjantin'deki olumsuz gelişmeler nedeniyle yükselen piyasalara<br />

karşı yabancı sermayenin ihtiyatlı yaklaşımı artmıştı. Demirbank da,<br />

Uluslararası sendikasyon piyasasında sendikasyon kredilerini azaltma<br />

yoluna gittiği için, elindeki bono <strong>ve</strong> tahvil portföyünü yurt içinden finanse<br />

etmek durumundaydı. Ancak, yurt içinden iki bankanın Demirbank'a<br />

kredilerini kesmeleri <strong>ve</strong> elindeki devlet kağıtlarını garanti olarak kabul<br />

etmemeleri bankayı ödeme güçlüğüne düşürdü. Vadeli kamu kağıtlarını<br />

gecelik borçlarla finanse etme alışkanlığı (Vade uyumsuzluğu) faiz riskini<br />

arttırmıştı. Faiz oranları yükseldi; bankanın elindeki hazine bono <strong>ve</strong><br />

tahvillerini düşük fiyattan satmaya başlaması kamu tahvil satış paniğini<br />

başlattı. Bu durumda Demirbank TMSF'ye devredilmek durumunda kaldı.<br />

Merkez Bankasının piyasayı fonlamamasının nedeni ise, hem IMF'ye karşı<br />

taahhütlerini yerine getirmek (net iç varlık sınırını korumak) <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilirliğini<br />

kaybetmemek isteği, hem de çıkan paranın dövize yöneleceği korkusudur.<br />

Eylül/Ekim aylarında bankacılık sektöründe yaşanan huzursuzlukta,<br />

eylül ayında faaliyete geçen BDDK'nın bankaları denetleme düzenlemede<br />

dozunu ayarlayamayıp, polisiye tedbirlere başvurmasının <strong>ve</strong> ayrıca<br />

bankaları yıl sonuna kadar açık pozisyonlarını kapatmaya (<strong>ve</strong><br />

sermayelerinin %20'sine düşürmeye) zorlamasının da payı olduğu gözardı<br />

edilemez. Asıl anlaşılması gereken şey ise, <strong>finansal</strong> kesimin yapısal<br />

sorunlarının temel meselelerden biri olduğudur. Bu sorunları ilerde<br />

açacağız.<br />

Kasım krizi, bankacılık kesiminde yarattığı sarsıntıyla birlikte,<br />

programın en sağlam ayağı sanılan para <strong>ve</strong> kur politikalarının da<br />

karışmasına yol açmış; programa ^ gü<strong>ve</strong>ni ciddi şekilde bozmuştur.<br />

Programın bütünüyle gözden geçirilmesi gereği doğmuş <strong>ve</strong> IMF ile temaslar<br />

hızlandırılarak sağlanan parasal destekle piyasalar kısmen durulmuştur.<br />

Fakat faiz oranları, kriz öncesi seviyelerine inememiş <strong>ve</strong> krizden sonra iç<br />

borçlanma piyasası toparlanamamıştır. Bir yandan devalüasyon riski, öte<br />

yandan yüksek faizler nedeniyle, aşırı şekilde gecelik borçlanma ihtiyacında<br />

olan kamu bankaları <strong>ve</strong> portföylerinde yoğun DİPS bulunduran TMSF<br />

kapsamındaki bankaların mali yapıları iyice bozulmuştur. Önemli bir ihale<br />

öncesi yaşanan siyasi tartışma ise, bardağı taşıran son damla olmuştur. 19<br />

Şubatta 7.6 milyar $ lık döviz talebi olmuştur. Kasımda yabancıların<br />

piyasayı terk etmelerinden kaynaklanan döviz talebi, bu kez yerli<br />

bankaların döviz talebine dönüşmüştür. Merkez Bankasının likiditeyi<br />

kontrol etme çabası, kamu bankalarının günlük aşın düzeyde likidite<br />

ihtiyacı nedeniyle, ödemeler sisteminin kilitlenmesine yolaçmıştır. Her iki<br />

krizde de MB eleştirilerin hedefi olmuştur. Gü<strong>ve</strong>nilirliği korumak için<br />

esneklikten vazgeçmesi ciddi sıkıntı yaratmıştır (Credibility/flexibility tradeoff).<br />

Olağan koşullarda kuralları uygulamanın gü<strong>ve</strong>nilirlik açısından önemi<br />

kabul edilse de, olağanüstü koşullarda(kısa dönemde) esnetilebilir <strong>ve</strong><br />

duruma uygun politikaların gerekliliği ortaya çıkmıştır. Ancak bu tür kriz


koşullarında, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yeterli gü<strong>ve</strong>n olmadığı için,<br />

MB son başvuru merci olma özelliğini kaybetmektedir. Likiditeyi serbest<br />

bıraksa dövize kaçış yaşanmakta. Likidite <strong>ve</strong>rmese de artan faizler<br />

bankaların borçlarını daha da katlamaktadır.<br />

Sonuç olarak, bankacılık sektörü kasım krizinde faiz riski, şubat<br />

krizinde ise hem faiz hem döviz riski sonucunda önemli kayıplara<br />

uğramıştır. Kurların dalgalanmaya bırakılması ile birlikte para <strong>ve</strong> likidite<br />

krizi, bir bankacılık krizine dönüşmüştür.<br />

5. 3. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı<br />

Şubat krizini takiben IMF ile müzakere edilerek dalgalı kur politikasına<br />

geçme kararından sonra,nisanda başlayarak aşamalı olarak mayıs ortasına<br />

kadar yeni bir programın ilan edilmesi arasında geçen süre içinde Türkiye<br />

ekonomisine ciddi bir belirsizlik hakim olmuştur. Güçlü Ekonomiye Geçiş<br />

Programı olarak sunulan program,temel olarak sürdürülemez boyutlara<br />

gelen kamu iç borç dinamiğini kırarak, bir önceki programın altını oyan<br />

yapısal sorunları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Aslında böyle bir<br />

yapısal reform programının 1999 programından daha önce hayata geçirilip<br />

sağlam bir altyapı oluşturulması daha makul olurdu.<br />

Programın temel hedeflen şöyledir:<br />

• Kamu finansman sorununun temelli olarak çözülmesi <strong>ve</strong><br />

bunun için gereken yapısal reformların (başta bankacılık<br />

kesimi reformu olmak üzere, Kamunun şeffaflığının<br />

arttırılması <strong>ve</strong> kamu finansmanının güçlendihimesi, bütçe<br />

disiplininin sağlanması, özelleştirme, ekonomide rekabetin<br />

<strong>ve</strong> etkinliğin arttırılması gibi) gerçekleştirilmesi.<br />

• Bu amaç için yasal <strong>düzenlemeler</strong>in belirlenen takvimden<br />

sapılmadan gerçekleştirilmesi<br />

• Sosyal dayanışmayı güçlendirecek <strong>düzenlemeler</strong>in<br />

yapılması<br />

• Reel ekonomiye ilişkin önlemlerin alınması<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de makroekonomik hedefler de şöyle belirlenmektedir<br />

• Dalgalı kura geçme nedeniyle, enflasyon artışı olacağı<br />

beklenmektedir. 2001 yılı için TÜFE enflasyon oranının<br />

(Aralık/Aralık) %52; Aralık 2002'de ise, %20 olması<br />

hedeflenmektedir.<br />

• Dış cari hesap dengesinin, dalgalı kur nedeniyle artan<br />

rekabet gücü <strong>ve</strong> ekonomik faaliyetlerde daralma sonucunda<br />

önemli ölçüde iyileşmesi <strong>ve</strong> 2001 <strong>ve</strong> 2002'de genel olarak<br />

dengede olacağı beklenmektedir.


• 2000 yılında GSMH'nın %3'üne yakın gerçekleşen <strong>ve</strong> Aralık<br />

2001'de %5 olarak hedeflenen kamu sektörü faiz dışı<br />

fazlasının, yeni programda 2001 için GSMH'nın %5,5'una;<br />

2002'de de %6,5'una ulaşması hedeflenmektedir. Konsolide<br />

bütçe faiz dışı fazlasının (özelleştirme gelirleri, TCMB kar<br />

transferleri <strong>ve</strong> faiz gelirleri hariç) 2001'de GSMH'ya oran<br />

olarak % 5.1; 2002'de ise %5.6 olacağı hedeflenmektedir.<br />

Bu hedeflere varmada <strong>ve</strong>rgi gelirleri artışından çok kamu<br />

harcamalarının kısılması ağırlık kazanacaktır.<br />

• Net kamu borçlarının GSMH'ya oranının 2000 sonundaki<br />

%58,4'lük seviyesinden 2001 yılına özgü olarak, yıl sonu<br />

itibariyle %79'a çıkması beklenmektedir: Bu büyük ölçüde<br />

kamu bankaları <strong>ve</strong> TMSF kapsamındaki bankaların<br />

borçlanma maliyetlerindeki artıştan kaynaklanmaktadır.<br />

• Ekonominin 2001 yılı içinde % 3 küçüleceği; 2002'de<br />

GSMH artış hızının %5; 2003'te de %Ç olacağı tahmin<br />

edilmektedir.<br />

Dalgalı döviz kuru çerçe<strong>ve</strong>sinde, para politikası eski programın<br />

aksine aktif bir rol oynayacaktır Enflasyonla mücadele amacı<br />

doğrultusunda, öncelikle parasal büyüklüklerin kontrolü üzerinde<br />

yoğunlaşacak olan para politikasının, orta dönemde ise Enflasyon<br />

Hedeflemeye yöneleceği belirtilmektedir. Para tabanı programın temel<br />

çapasını oluşturmaktadırparasal tabanın 2001 yılında %25.8 oranında<br />

artacağı (Mayıs 2001 parasal taban üst limiti 5850 trilyon TL den Aralık<br />

2001 'de 7300 trilyon TL ye çıkacağı) hesaplanmaktadır.<br />

Yeni programın ilkinden temel farkı, özellikle kur politikasındaki<br />

farklılıktır. Bu da daha aktif bir para politikası <strong>ve</strong> politika üzerinde daha etkili<br />

olacak bir Merkez Bankası demektir. Etkili <strong>ve</strong> bağımsız bir Merkez<br />

Bankasının varlığı için program çerçe<strong>ve</strong>sinde MB yasası değiştirilmiştir.<br />

İkinci önemli farklılık ise. Yapısal reformlara <strong>ve</strong>rilen öncelikte göze<br />

çarpmaktadır. Her ne kadar, ilk programda da aynı yapısal reformların<br />

takvimleri saptanmış <strong>ve</strong> ayrıntıları belirtilmiş olsa da,yasaların<br />

çıkarılmasında <strong>ve</strong> işletilmesinde sorunlar yaşanmıştı. Yasaların çıkarılması<br />

<strong>ve</strong> işletilmesinde mevcut programın etkinliğinin, siyasi iradenin, yaşanan iki<br />

krizden aldığı derslere bağlı olacağı açıktır.


5. 4. Krizlerin Temel Nedenleri<br />

Türkiye'de yaşanan birbirini takip eden iki ekonomik patlamanın<br />

aslında tek bir krizin parçaları olduğunu biliyoruz. Krizin ortaya çıkışının<br />

diğer ülkelerdekine benzer boyutları çoktur. Ancak Türkiye'ye özgü<br />

boyutları da vardır. Bu boyutların çoğu bir istikrar programına girmeden<br />

önce mevcuttu <strong>ve</strong> zaten bir istikrar programına ihtiyaç duyuran da bu<br />

problemlerin varlığıydı. Ancak istikrar programı da ila<strong>ve</strong> sorunlar<br />

yaratmıştır. Bu sorunları yukarda programları anlatırken yeri geldikçe<br />

açıklamamıza rağmen, ana başlıklar halinde sınıflamak <strong>ve</strong> daha ayrıntıyla<br />

üzerinde durmayı gerekli görüyoruz. Bize göre, aslında çoğu birbiri içine<br />

geçmiş <strong>ve</strong> birbirini besleyen sorunlar şunlardır: Birincisi, yapısal <strong>ve</strong><br />

makroekonomik temellerdeki önemli <strong>ve</strong> kökleşmiş/birikmiş sorunların<br />

mevcudiyetidir. İkincisi, bankacılık kesimine ait çok sayıda sorunun,<br />

programla birlikte daha belirgin şekilde su yüzüne çıkmasıdır. Üçüncüsü,<br />

sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği <strong>ve</strong> dışsal etkenlerle de artan<br />

ek riskler. Dördüncüsü, yabancı sermaye girişlerinin <strong>ve</strong> liberalleşmenin<br />

yarattığı sorunlar. Beşincisi, politik istikrarsızlıklar.<br />

5. 4. 1. Makroekonomik Temeller<br />

Türkiye 1999 sonunda bir istikrar programına başlarken, çok önemli<br />

<strong>ve</strong> kemikleşmiş makro ekonomik <strong>ve</strong> yapısal sorunlarla işe başladı. Bunların<br />

başında yirmi beş yıldır yaşadığı kronik enflasyon sorunu görünüyorsa da ,<br />

asıl sorun kamu açıklarını finanse etmekte 1990'lardan beri hızla içine<br />

sürüklendiği borçlanma kısır döngüsü geliyordu. Başlangıçta, iç borçla<br />

finansman monetizasyon dışında mucizevi <strong>ve</strong> enflasyon yaratmayacak bir<br />

alet gibi görünse de, ekonomik <strong>ve</strong> politik belirsizliklerden dolayı giderek kısa<br />

vadeli <strong>ve</strong> daha yüksek faizli bir iç borçlanmaya dönüşen sürecin de<br />

enflasyonu beslediğini anladık. Bu kısır döngü 1990'ların ortalarında<br />

yaşanan 1994 krizinden sonra belirginleşmeye başladı <strong>ve</strong> 1997'de daha<br />

fazla hissedilir hale geldi. Türkiye yüksek enflasyonlu, borçlarıyla boğuşan<br />

<strong>ve</strong> istikrarlı olarak büyüyemeyen bir ülke durumundaydı (Bkz. Tablo 1.6.<br />

Makroekonomik Göstergeler I). Türkiye'nin 1995 seçimlerinden hemen<br />

sonra, asıl çapanın yapısal reformlar, katı <strong>ve</strong> radikal maliye politikaları <strong>ve</strong><br />

özenli para/kredi politikaları olan orta vadeli bir altyapı oluşturacak gerçek<br />

bir istikrar programını hayata geçirmesi gerekiyordu. Aslında bu konuda<br />

adımlar da atıldı, ama gereken ısrar <strong>ve</strong> özen gösterilemediği için sorunlar<br />

ertelendi. 1999 Programı bütün sorunları bir bütün halinde üç yıl içinde <strong>ve</strong><br />

eşanlı olarak çözmeyi hedefleyen, bunun için kesin <strong>ve</strong> ayrıntılı tarihler<br />

saptayan <strong>ve</strong> esas çapası da yarı-sabit bir kur politikası olan iddialı bir<br />

programdı. Ancak bize göre kur çapası bu kadar derin sorunları taşıyacak<br />

kadar güçlü değildi. Ayrıca politik süreç içinde her geciken yasalaşma <strong>ve</strong><br />

uygulama gecikmesinin programın altını oyup geciktirmesi <strong>ve</strong> hedeflere<br />

varmayı zorlaştırması kaçınılmazdı.


5. 4. 2. Finansal Kesim/Bankacıhk Kesiminin Sorunları<br />

Türkiye'de Bankacılık kesimi <strong>finansal</strong> sektörün %80'ini oluşturduğu<br />

için temel olarak bu sektör üzerinde yoğunlaşacağız.<br />

Bankacılık kesiminin zaten varolan yapısal sorunlarına dezenflasyon<br />

politikasına uyumlaşma <strong>sürecinde</strong> ek sorunlar/riskler eklemiştir. Bankacılık<br />

kesiminin temel sorunlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:yüksek enflasyon<br />

<strong>ve</strong> kamu borçlanma gereğinin bir sonucu olarak bankaların kamu kesimini<br />

finanse eder hale gelmesi; <strong>finansal</strong> liberalizasyon sürecinin bankaların<br />

dışarıdan borçlanmasına ivme kazandırması; Kamu bankalarının sistem<br />

içinde payının yüksekliği; bankaların zayıf <strong>ve</strong> ihtiyatsız bir denetim <strong>ve</strong><br />

düzenlemeye tabi olması. Bu temel sorunlara dezenflasyona ayarlanma<br />

sorunları eklenmiştir.<br />

(i) Yüksek enflasyon döneminde, özellikle 1980'lerin ortalarından<br />

itibaren, kamu kesimi açıklarının borçlanmayla finansmanı nedeniyle artan<br />

iç borçlanma gereksinimine bağlı olarak reel faiz oranları artış göstermiştir.<br />

Kamu kağıtlarının getirilerinin yüksek olması, DlBS'lerin bankaların menkul<br />

değerler cüzdanı içinde payının giderek artmasına yolaçmıştır. Yüksek<br />

enflasyon döneminde kredi risklerinin de yüksek olduğu gözönüne<br />

alındığında, getirilerinin yanısıra risklerinin de düşük olması kamu<br />

kağıtlarını bankalar için cazip kılmıştır. Bu enflasyonist süreçte krediler<br />

azalmış;bankalar ise, toplam aktiflerine <strong>ve</strong> öz kaynaklarına göre yüksek<br />

karlar elde etmişlerdir (Babuşçu vd.2000:41).<br />

Program uygulaması sonucunda, 2000 yılında iç borçlanmada vade<br />

15 aya uzadığından, ellerindeki uzun vadeli kağıtları gecelik borçlanmalarla<br />

kısa vadeli mevduat kaynakları <strong>ve</strong> dış borçla fonlayan bankalar vade<br />

uyumsuzluğu nedeniyle yükselen bir faiz riski taşır hale gelmişlerdir.<br />

(ii) 1989'dan sonra <strong>finansal</strong> liberalizasyon süreci bankalann dış borç<br />

almalarını kolaylaştırmış, yukarıda belirttiğimiz süreç de bunu besleyerek<br />

bankaların açık pozisyonlarını arttırmıştır. Bankalar, sendikasyon kredileri<br />

alımını arttırıp döviz cinsinden borçlanarak <strong>ve</strong> dövizlerini TL olarak hazine<br />

bonosu ihalelerinde yüklü teklifler <strong>ve</strong>rmede kullanarak açık pozisyonlarını<br />

arttırmışlardır. Açık pozisyon artışında, döviz kuru değişimiyle faiz oranları<br />

arasındaki fark artışı önem kazanmaktadır <strong>ve</strong> bu fark ihale faiz oranları<br />

lehine arttıkça da bankalar açık pozisyonlarını arttırıp karlarını<br />

katlamaktadırlar. Bu devletin de istediği bir şeydir; bu suretle hem döviz<br />

rezervleri artmakta, hem de daha çok bono daha düşük faizle satılmaktadır.<br />

Program sonrası sabit kura dayalı sistem, kur riskini azalttığı için<br />

dövizle borçlanma bankaların açık pozisyonlarını da arttırmıştır. Haziran<br />

2000'de açık pozisyon miktarı 19 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Bu,<br />

52


11-12 milyar dolar civarında sermaye tabanı olan bankacılık sisteminin<br />

sermayesinin iki katı kadar açık pozisyonda olduğu anlamına gelir .Yasal<br />

sınır ise, haziran 2000'den sonra % 50'den % 20'ye düşürülmeye<br />

çalışılmıştır (Keyder,2001:40).<br />

(İÜ) Kamu bankalarının bankacılık sistemi içinde payının yüksek<br />

olması <strong>ve</strong> bu bankalann <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> şeffaf olmayan işleyiş biçimleri de,<br />

önemli bir sorundur. Programın uygulanması süresi içinde de bu bankaların<br />

mali disiplini bozucu yapısı değiştirilememiştir. Krizden sonra çokça sözü<br />

edilen Kamu bankalarının "görev zararlan"nın bir nedeni, bu. bankaların<br />

bazı kesimlere düşük faizli <strong>ve</strong> uzun vadeli kredi <strong>ve</strong>rmesi, diğer nedeni ise ,<br />

hazinenin 'nakit karşılığı olmayan' adı altında bu bankalara piyasadaki<br />

faizin çok altında <strong>ve</strong> geçerli vadenin çok üstünde devlet kağıdı satmasıdır.<br />

Bu uygulama sayesinde, kamu borcu <strong>ve</strong> bütçe açığı kağıt üstünde gerçekte<br />

olduğundan çok daha küçük görünmektedir (Çakman <strong>ve</strong> Çakmak,2001:<br />

50).<br />

(iv) Bankacılık sektörünün denetim <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inin de zayıf<br />

olduğunu söyleyebiliriz. 1990'larda banka kurmanın aşırı şekilde<br />

kolaylaştırılması sonucu banka sayısı hızla çoğalmış <strong>ve</strong> kasım krizi öncesi<br />

80'i bulmuştu. Bunlann önemli bir kısmı küçük, sermayesi yetersiz,<br />

kurucusunun iştirak <strong>ve</strong> üretimini finanse etmek amacıyla kurulmuş<br />

bankalardı. Bu denetimsiz ortamda bankaların çoğunlukla kendi bağlı<br />

şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rdiği <strong>ve</strong> bazı durumlarda ,bilinçli olarak bankalarının içini<br />

boşalttıkları yaşanan gerçeklerdi.- Bazıları sermayelerinin kat kat üstünde<br />

kamu kağıdı taşıyordu. 1994'te yaşanan kriz aslında bankacılık kesiminin bu<br />

zafiyeti konusunda sinyal <strong>ve</strong>rmişti. 4 banka TMSF'ye devredilmiş <strong>ve</strong> %100<br />

mevduat sigortası da o dönemde alınan bir karar olmuştu. Ancak<br />

bankaların denetim <strong>ve</strong> düzenlenmesine ilişkin pek bir somut adım<br />

atılamamıştı. Ancak 1999'da bu konuları dikkate alan Bankacılık yasası<br />

çıkarılmıştı.2000 yılı programı çerçe<strong>ve</strong>sinde Bankacılık reformuyla ilgili<br />

olarak oluşturulması gereken BDDK oldukça gecikmeli olarak faaliyete<br />

geçebilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, denetimlerini uygulayış biçimi<br />

bankacılık sektörü üzerindeki olumsuzluklan <strong>ve</strong> paniği arttırmıştır.<br />

(v) Dezenflasyon programına ayarlanma riskleri de ortaya çıkmıştır.<br />

Enflasyonun <strong>ve</strong> faiz oranlarının düşmesiyle bankacılık sektörünün eski<br />

karlılığının azalacağı beklenen bir durumdu. Gerçi, faiz düşüşleri kısa<br />

dönemde ellerinde yüklü miktar kamu kağıdı bulunduran bankaların<br />

kağıtlarının fiyatını arttırıp bir defaya mahsus olarak nakit akımlarını<br />

arttırmıştır. Ancak orta dönemde. Bankalar normal bankacılık faaliyetlerine<br />

geçme, kredi <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> kredi riskini üstlenmek durumunda kalacaklardır. Bu<br />

da bankaların risk yönetimini daha ciddiye almalannı <strong>ve</strong> daha rasyonel<br />

çalışmalarını gerektirecektir.


Program süresince, hazine kağıtlarından sağlanan karlılık fırsatlarının<br />

azalmasıyla birlikte, bankaların tüketici kredilerine yöneldiklerini <strong>ve</strong> bağlı<br />

şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rme yoluna gittiklerini <strong>ve</strong> bazı bankaların da seçme <strong>ve</strong><br />

izleme yetenekleri zayıf olduğu için riskli kredilere yöneldiklerini görmek<br />

mümkündür.<br />

Bankaların risk üstlenmesini adeta teşvik eden politikalar da olmuştur<br />

Bunlardan en önemlisi sabit kura dayalı programın varlığıdır. Döviz kuru<br />

riskini azaltarak dövizle borçlanmayı teşvik etmiştir. Mevduat sigortasının<br />

sürdürülmesi de bir ahlaki risk (moral hazard) unsurudur. Kamu<br />

finansmanının borçla sürdürülmesine <strong>ve</strong> faiz oranlarının düşeceğine olan<br />

beklentiye dayanarak bazı bankaların yanlış portföy seçimleri de önemli bir<br />

risk faktörü olmuştur. Sonuçta, bankacılık kesimi sorunları programın altını<br />

oymuş,program da bankacılık kesimini daha kırılgan hale getirmiştir.<br />

5. 4. 3. Sabit Kura Dayalı İstikrar Programlarınrn Sorunları<br />

Krizi yaşayan ülkelerin hemen hepsinde bu tür programların bir risk<br />

unsuru olduğunu ayrıntıyla belirtmiştik. Bu risklerden biri, bu tür<br />

programların sadece bankacılık sektörünü değil tüm toplum kesimlerini<br />

dövizle borçlanmaya itmesidir. İkinci <strong>ve</strong> daha önemlisi ise, reel döviz kurunu<br />

aşırı değerlendirerek tasarruflar aleyhine tüketimi arttırması <strong>ve</strong> ithalatı<br />

patlatmasıdır. Bu da cari açık sorunlarına neden olmaktadır. Türkiye<br />

örneğinde de bunlar yaşanmış, cari hesap açığının GSMH'ya oranının% 1.5<br />

olması beklenirken yıl sonunda bu oran %4,8 olmuştur. Hedeflenenden bu<br />

kadar büyük sapmada daha önce de belirttiğimiz gibi, euronun dolar<br />

karşısında değer kaybetmesi <strong>ve</strong> petrol fiyatlarındaki artışların da önemli<br />

payı olmuştur(Bkz. Tablo 1.7.Makroekonomik Göstergeler II).<br />

5. 4. 4. Sermaye Hareketlerinin Değişkenliği Sorunu<br />

1999 Sabit kura dayalı İstikrar programı. Para Kuruluna benzer bir<br />

uygulamayı devreye sokmuştu. Buna göre,ülke içine yabancı para<br />

girdiğinde Merkez Bankası döviz rezervleri artıyor,parasal taban genişliyor,<br />

likidite artıyor <strong>ve</strong> bu da faiz oranlarının düşmesine katkı yapıyordu.<br />

Programın uygulandığı ilk 6-7aylık sürede olumlu konjonktür nedeniyle<br />

önemli bir yabancı sermaye girişi olmuş;bu da istenenden daha fazla faiz<br />

oranlarını düşürmüştü. Eylül ekimden itibaren ise süreç tersine dönmüş,<br />

sermaye çıkışları likidite sorununu kötüleştirmiştir.<br />

5. 4. 5. Politik İstikrarsızlıklar<br />

Aslında 1999 seçimlerinin hemen akabinde kurulan <strong>ve</strong> oldukça farklı<br />

politik/ekonomik görüşleri içinde barındıran üçlü koalisyon Hükümeti,böyle<br />

zor <strong>ve</strong> riskli bir programı devreye sokma konusunda başlangıçta samimi bir<br />

54


irade göstermiştir. Ancak, yapısal reformların yasal <strong>ve</strong> uygulamaya dönük<br />

takvimi işlerken, önce su yüzüne çıkmayan alttan alta hissedilen itiraz <strong>ve</strong><br />

engellemelerin daha sonra programın işleyişini zafiyete uğrattığı<br />

görülmüştür. Politik bir süreç içinde kamu bankalarının/ kurumlarının<br />

özelleştirilmesi, tarımda reform yapılması gibi senelerdir söylenip de<br />

yapılamamış konuların bir ko-^lisyon hükümeti tarafından<br />

gerçekleştirilmesinin çok güç olduğu ortaya çıkmıştır. İkincisi, böyle zorlu bir<br />

program resmi kanaldan halka anlatılmamış; halkın desteği alınmamış <strong>ve</strong><br />

gerekli kesimlerle müzakere edilmemiştir. Programın, hükümet içinde bir<br />

sahibinin olmaması da çok eleştirilen bir konu olmuştur. Son olarak,<br />

Cumhurbaşkanı <strong>ve</strong> Başbakan arasındaki anlamsız tartışma ise tetiği<br />

çekmiştir.


6. SONUÇ<br />

İncelediğimiz <strong>krizler</strong>in ortak noktaları Tablo 1.8'de gösterilmiştir<br />

Krizlerden sonra tepkiler neler olmuş, ne gibi politika önlemleri alınmıştır?<br />

Özetle bunları sıralayarak bölümü bitirelim.<br />

Krizlere tepki olarak, önce yabancı yatırımcı <strong>ve</strong> spekülatörler suçlanır,<br />

bir çok ülkede önce hükümetler değiştirilir. Çok çeşitli senaryolar <strong>ve</strong> sihirli<br />

çözümler üretilir. Sonunda da IMF ile anlaşılıp gü<strong>ve</strong>nilir bir yeni program<br />

yapılır. Önemli olan Ulusal <strong>ve</strong> Uluslararası düzeyde krize çözüm üretecek<br />

akılcı <strong>ve</strong> uygulanabilir çözümlerdir (Summers,2000):<br />

Ulusal düzeyde ilk yapılması gereken şey, gü<strong>ve</strong>ni tesis etmek <strong>ve</strong><br />

krizin derinliği konusunda belirsizliği ortadan kaldırmaktır .İkincisi, güçlü <strong>ve</strong><br />

istikrarlı bir makroekonomik çerçe<strong>ve</strong>yi hızla oluşturmaktır. Bunun için<br />

öncelikle uygun döviz kuru sisteminin seçimi, gü<strong>ve</strong>n için gerekli olan doğru<br />

maliye <strong>ve</strong> para politikalarının oluşturulması gerekir. Üçüncüsü <strong>finansal</strong><br />

istikrarı sağlamak için güçlü bir <strong>finansal</strong> sistemi yapılandırıcı adımları<br />

kararlılıkla atmaktır. Bunun için, sağlıklı kurumları destekleyip, sisteme<br />

zarar <strong>ve</strong>renlere müdahale etmek gerekir.Dördüncüsü, ülkeler (ister kamu<br />

ister özel kesim olsun) likidite <strong>ve</strong> borçlarını çevirme (rollo<strong>ve</strong>r) riskleri ile<br />

bilanço risklerini azaltıcı tedbirleri almalıdır. Son olarak, krizin yıkıcı<br />

etkilerinden yoksulların korunmasını sağlayıcı destekleme programlarını<br />

devreye sokmaktır.<br />

Bütün bunların yapılabilmesi güçlü bir siyasi iradeyi, işini iyi bilen<br />

politikacıları <strong>ve</strong> bürokratları, olumlu bir dünya konjonktürünü <strong>ve</strong> ciddi bir dış<br />

yardımı gerektirmektedir.


o<br />

; ^.<br />

CD co CT)<br />

^ CT) CNJ CD<br />

LO<br />

CD CD CO CNJ<br />

NT<br />

LO IO<br />

CD<br />

LO<br />

O<br />

ŞÎ2<br />

CNJ<br />

CD<br />

CD<br />

O) ^<br />

CD CNJ<br />

CD co<br />

V- C\J<br />

^ S S<br />

1^<br />

CD co co ^<br />

' CD IT) ^<br />

S'<br />

gi<br />

o<br />

CD<br />

CD ^<br />

CD LO<br />

co ' •:<br />

CD co<br />

CD T-<br />

T- LO<br />

CNJ O ,<br />

G) CD CNJ '<br />

CO CO O '<br />

00 h-<br />

CD<br />

CNJ<br />

CO<br />

CD<br />

^ 00<br />

CO<br />

O<br />

00<br />

CT) co<br />

a> CD<br />

T- co<br />

CT) CNJ<br />

CNJ<br />

CD CNI CO<br />

CT) CC> LO T—<br />

•5—<br />

CO CO<br />

CN<br />

h»'<br />

CNJ<br />

CD<br />

00<br />

CD CD<br />

00<br />

CD<br />

LO<br />

CNJ<br />

CNJ<br />

CD h-<br />

0)<br />

CD<br />

^<br />

00 CD<br />

CO LO<br />

CT)<br />

1^<br />

CD<br />

CNJ<br />

lO<br />

00 ^ •<br />

00<br />

CO<br />

CNJ<br />

co<br />

CD<br />

00 00<br />

CD<br />

O<br />

2 s !;::<br />

CD<br />

CO<br />

1<br />

o<br />

c<br />

, o<br />

0)<br />

o<br />

CD<br />

CO<br />

CD ^<br />

CD CD<br />

CD CD<br />

CNJ<br />

CNJ<br />

CD CD<br />

co<br />

CNJ<br />

CT) í::<br />

T- CD<br />

CD<br />

LO<br />

CD CD<br />

CNJ<br />

T- co CD<br />

00 od CD 00<br />

CD LO<br />

CD ^ T-<br />

h- CNJ<br />

CD<br />

^<br />

2 o<br />

CT) O O<br />

CT)<br />

LO<br />

CD CNJ<br />

CD<br />

CD<br />

CD<br />

CD<br />

CD<br />

CD '<br />

CNJ<br />

T- CD<br />

en co<br />

CD ^<br />

^ co<br />

CD<br />

00 LO ,<br />

O ^ '<br />

CD LO ¡<br />

d<br />

CD LO '<br />

O ,<br />

CNJ<br />

CO CNJ<br />

LO<br />

^<br />

o<br />

CD<br />

CD<br />

1^<br />

^<br />

1^<br />

CD<br />

co<br />

it<br />

co >. (Dé<br />

co<br />

CD CO<br />

CNJ CNJ<br />

CD<br />

LO CD Ö CNJ<br />

CD LO<br />

_ o o ra<br />

ö ^ s ^ -s -<br />

irr irr ^ ^ ^<br />

>,LJJ LU Z3 __ Z3 ^<br />

N<br />

o LL LL. "O ^ T 3<br />

ÛÛ O LU > ><br />

rî LZ CD CL)<br />

S"<br />

CO<br />

co<br />

q<br />

co<br />

^<br />

o<br />

< X<br />

û-<br />

Q<br />

^ 3 — -O ^ < en<br />

O =o ^<br />

o<br />

ÛÛ<br />

03<br />

C<br />

03


8 S<br />

c\j<br />

co<br />

00<br />

CTİ<br />

O<br />

tri<br />

o<br />

CM<br />

CD<br />

Ö<br />

CM<br />

O<br />

ai<br />

CNJ<br />

o<br />

CD<br />

LO<br />

CT)<br />

CT)<br />

CD<br />

T—<br />

CD<br />

CNİ<br />

CT)<br />

co<br />

co<br />

co<br />

CT) o co<br />

CNJ<br />

C\J<br />

CD<br />

00<br />

00<br />

oo<br />

CJ)<br />

CT)<br />

IT)<br />

CNJ<br />

Ö<br />

CNİ<br />

CJ)<br />

CNJ<br />

CD CJ) OO CNJ<br />

CD<br />

CN CJ) CN<br />

CN<br />

LO<br />

CD<br />

00 LO<br />

CD<br />

CNJ<br />

LO<br />

co<br />

CO<br />

00<br />

CN<br />

CD<br />

OO<br />

00<br />

O<br />

O<br />

LO<br />

co<br />

CD<br />

Ö<br />

00<br />

CJ)<br />

00<br />

CD<br />

CJ)<br />

to<br />

:0<br />

O<br />

E<br />

c<br />

o<br />

o<br />

O)<br />

2<br />

00<br />

en<br />

IS -<br />

iCJ) 00<br />

LO<br />

CO<br />

CN<br />

CO<br />

CN<br />

CO<br />

CNİ<br />

CD<br />

CNİ<br />

O<br />

CNİ<br />

CD<br />

O<br />

O<br />

CJ)<br />

O<br />

CO<br />

CJ)<br />

CT)<br />

1^<br />

CD<br />

CD<br />

CN<br />

00<br />

CNJ<br />

co<br />

h-<br />

o<br />

CD<br />

ıh<br />

CD<br />

LO<br />

CN<br />

1^<br />

co<br />

CT)<br />

00<br />

CD<br />

|CJ)<br />

co<br />

CN<br />

CN<br />

00<br />

CD<br />

9<br />

CD<br />

CO<br />

CNJ<br />

CD<br />

CJ)<br />

iO<br />

CJ) LO CNİ<br />

If)<br />

O<br />

T- ^<br />

CN<br />

CN<br />

(D<br />

CD<br />

CJ)<br />

'if<br />

1^ LO Ö<br />

CJ) lO CJ)<br />

g °<br />

CJ) co<br />

CD<br />

CTİ<br />

CD<br />

CNİ<br />

o<br />

00<br />

lO<br />

lO<br />

CJİ<br />

Oî<br />

O<br />

<<br />

)D)<br />

?<br />

E _<br />

co c<br />

o S<br />

jğ)<br />

ü<br />

E<br />

3<br />

co<br />

o<br />

.Br<br />

^<br />

o<br />

o 00<br />

o<br />

CÛ<br />

3<br />

o<br />

s i<br />

5 Í<br />

c><br />

o<br />

Dû<br />

(D<br />

•D<br />

TO<br />

CO<br />

O<br />

CL<br />

CD<br />

c


i E J<br />

>> o E<br />

m ^ (D<br />

N LU h- X<br />

X<br />

03<br />

N<br />

c<br />

0)<br />

Z<br />

X<br />

03<br />

X<br />

CD<br />

C<br />

Z N ^ N<br />

^ E<br />

o o<br />

CL >-<br />

^ ^3 0<br />

^ E -M<br />

*S (D 03<br />

a; c c (D 0<br />

> :0 03 > ><br />

LJJ -D Ji¿ LU LU<br />

LU<br />

(D 0 0 0<br />

> > > ><br />

LU LU LJJ LU<br />

03<br />

N<br />

E<br />

2<br />

3 ^<br />

^ 0 ^<br />

0 ^ 0<br />

> 0 ><br />

LU Û LU<br />

il<br />

• ^ "5<br />

1 (i> c<br />

0 M-<br />

ii=<br />

en<br />

l i<br />

0<br />

0 o<br />

es Bf ^<br />

03 O<br />

N û.<br />

il<br />

<<br />

03<br />

Cû<br />

03<br />

s¿ Ü ^2<br />

j=: O<br />

0 0 50) 0 0 0 S- 0<br />

> > 03 > TD<br />

LU LU ^ LU 0<br />

> > ><br />

LU LU Z LU<br />

3 E<br />

N a3<br />

> >0)<br />

Û Q<br />

LU X<br />

0 0 0 0 0<br />

> > > > ><br />

LU LU LU LU LU<br />

E<br />

2 Q cr:<br />

0 >^<br />

> 03<br />

LU X<br />

co<br />

Cû E<br />

0 ...^<br />

I l<br />

I C/) LU Cû LU LU w<br />

c<br />

^<br />

o<br />

>-<br />

O<br />

<<br />

E<br />

O<br />

E o<br />

ILU :^LU 03<br />

J5<br />

ID CD<br />

O) CD<br />

CD CD<br />

LO p<br />

CD<br />

Ç E<br />

X<br />

X<br />

>- ><br />

^ ?i<br />

O O<br />

1 1<br />

LU =<br />

N ^„<br />

_0 0<br />

03 o<br />

CO<br />

X<br />

O<br />

o<br />

•D<br />

in<br />

CD<br />

CD<br />

5<br />

00<br />

X.Î<br />

C/5<br />

c/) ~ co<br />

O 0 O ^<br />

^ CD ^<br />

m c m m<br />

> 0 > ><br />

LU Q LU LU<br />

CD<br />

^<br />

00 2? o<br />

CJ> CJ» o<br />

CD ^ C\j<br />

Lj_ û:: CÛ h-<br />

co<br />

CM<br />

ò:><br />

co<br />

•D<br />

i<br />

-o<br />

LU<br />

i¿<br />

(D<br />

C<br />

CO


II. BÖLÜM<br />

FİNANSAL REGÜLASYONUN TEORİK ÇERÇEVESİ<br />

1, GİRİŞ<br />

Geleneksel iktisat literatüründe parasal/<strong>finansal</strong> değişkenlerin reel<br />

ekonomiyi etkilemediği düşünüldüğünden, <strong>finansal</strong> kesim-reel kesim<br />

etkileşimi ihmal edilmiştir. Ancak iktisatçıların son yıllarda <strong>finansal</strong><br />

yapılara gösterdikleri ilginin artış nedenlerinin başında, <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />

başlayıp reel ekonomiye yayılan <strong>finansal</strong> şoklarla, reel ekonomide<br />

başlamakla birlikte <strong>finansal</strong> piyasalarla etkileşimi nedeniyle daha da<br />

büyüyen şoklara ilişkin ampirik gözlemlerin giderek artması gelmektedir.<br />

Yapılan teorik <strong>ve</strong> ampirik çalışmalar, <strong>finansal</strong> ekonomi alanında olanların<br />

reel ekonomiyi etkilediğini <strong>ve</strong> bu yüzden de <strong>finansal</strong> piyasaların <strong>ve</strong><br />

kurumların istikrarlı işleyişinin, hem <strong>finansal</strong> kesimdeki hem de reel<br />

kesimdeki kişi <strong>ve</strong> kurumlar için önemli olduğu düşüncesini yaygınlaştırdı.<br />

Finansal sistem; kendi fonksiyonlarını (ödemeler mekanizmasının<br />

işleyişi, risk yönetimi <strong>ve</strong> kaynak tahsisi gibi) <strong>finansal</strong> piyasalar <strong>ve</strong> aracılar<br />

kanalıyla gerçekleştirirken, bünyesinde, reel ekonomik sistemle<br />

karşılaştırıldığında daha fazla risk <strong>ve</strong> değişkenlik taşır. Tarihsel olarak da<br />

bakıldığında, hem ulusal hem de uluslararası düzlemde <strong>finansal</strong><br />

kurumların iflası <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> piyasaların çökmesinin yaygınlığı <strong>ve</strong> sürekliliği<br />

net bir şekilde görülür. 1990'lı yıllarda hızla artan <strong>finansal</strong> globalleşmenin<br />

bir sonucu olarak kısa bir sürede global bir krize dönüşen Asya <strong>finansal</strong><br />

krizi, <strong>finansal</strong> piyasa <strong>ve</strong> kurumların istikrarlı <strong>ve</strong> etkin işletilmesi için sağlıklı<br />

kontrol mekanizmaları oluşturabilmek için hem ulusal hem de uluslararası<br />

düzlemde <strong>finansal</strong> regülasyonu tekrar -1970'lerın ortalarından başlayıp<br />

1980'lerde devam eden deregülasyon uygulamalarından sonra - tartışma<br />

gündemine getirmiştir.<br />

Finansal regülasyon, regülatörün (düzenleyici otorite) <strong>finansal</strong><br />

ajanların kararlarına <strong>ve</strong> hareketlerine kendi sosyal amaç fonksiyonunu<br />

maksimize etmek için getirdiği kurallar <strong>ve</strong> kısıtlamalardır. Bu kural <strong>ve</strong><br />

kısıtlamalar doğrultusunda^ seçilen regülasyon enstrümanlarını (mevduat<br />

sigortası, portföy sınırlamaları, faiz tavanları, zorunlu karşılık oranları <strong>ve</strong><br />

sermaye oranı gibi) kullanarak amaç fonksiyonunu gerçekleştirmeye çalışır.<br />

Bu bölümde, önce <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesi -piyasa<br />

başarısızlıklarının giderilmesi, parasal kontrol <strong>ve</strong> politik regülasyon- ele<br />

alınacaktır. Daha sonra, <strong>finansal</strong> regülasyona karar <strong>ve</strong>rmede belirleyici<br />

unsurlar -regülasyon işlem maliyetleri <strong>ve</strong> regülasyon başarısızlıkları gibi<br />

alternatif maliyetler- etrafında regülasyonun optimalitesi fayda-maliyet<br />

kriteri etrafında tartışılacak. Son alt-başlıkta ise, yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin <strong>ve</strong><br />

kurumların gelişimi <strong>ve</strong> artan entegrasyon düzeyi ile ortaya çıkan<br />

uluslararası <strong>finansal</strong> regülasyonun dinamiği incelenecektir.


2. FİNANSAL REGÜLASYONUN RASYONALİTESİ<br />

Finansal regülasyonun ardındaki mantığa bakarken regülasyon analizi<br />

<strong>ve</strong> regülasyon tasarımı (Freixas <strong>ve</strong> Rochet, 1997:258) ayrımını yapmakta<br />

fayda var. Regülasyon analizi daha pozitif bir yaklaşım olup, belirli bir<br />

amaç çerçe<strong>ve</strong>sinde mevcut ya da regülasyon otohtelen tarafından üzerinde<br />

çalışılan <strong>ve</strong>ri regülasyonun sonuçları ile ilgilenir. Regülasyon tasarımı ise<br />

normatif bir yaklaşımdır <strong>ve</strong> regülasyonun nasıl olması gerektiği ile ilgilenir.<br />

Genel regülasyon teorisinin temelde ilgilendiği alan optimal regülasyon<br />

kurallarının belirlenmesi olmasına rağmen, normatif analiz literatürde fazla<br />

yer tutmaz. Fakat biz <strong>finansal</strong> regülasyonun niçin <strong>ve</strong> nasıl olması<br />

gerektiğine ait soruları araştırırken bu iki yaklaşımı da iç içe geçmiş bir<br />

şekilde kullanacağız: Bazen uygulanan regülasyonun sonuçlarından<br />

hareketle yeniden nasıl tasarlanması gerektiğini, bazen de optimal<br />

regülasyon tasarımı sonucunda uygulamaya geçilen regülasyonun pozitif<br />

(reel) bir süreçten sonra tekrar yeniden nasıl tasarlanması gerektiğini<br />

tartışacağız. Her iki yaklaşım da <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesinden<br />

hareketle uygun regülasyon enstrümanlan kullanarak, optimal regülasyon<br />

biçiminin elde edilmesine yardımcı olur.<br />

Finansal regülasyonun nedenlerine ait farklı teorik yaklaşımlar vardır.<br />

Bu farklı yaklaşımların regülasyonun temelindeki nedenleri keşfetme<br />

çabası, hem optimal bir regülasyon tasarımına hem de dinamik sürecin<br />

analizi ile değişen şartlara uygun yeni regülasyon yapılarına imkan sağlar.<br />

Bu rasyonaliteleri üç başlık altında toplayacağız: (i) piyasa başarısızlıkları<br />

(ii) parasal kontrol, <strong>ve</strong> son olarak (iii) politik regülasyon.<br />

2.1. Piyasa Başarısızlıkları<br />

Piyasa başarısızlığı kısaca, piyasaların kendi hallerine<br />

bırakıldıklarında (teorik ifade ile Pareto anlamında) etkin koşullarda<br />

işlememesi durumudur. Piyasa başarısızlıklarının <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />

yarattığı sorunlar, hem etkileme alanın genişliği hem de yayılma hızının<br />

yüksekliğinden dolayı, kamu müdahalesini, yani regülasyonu zorunlu kılar.<br />

Kamu otoritesi, <strong>finansal</strong> regülasyonla, <strong>finansal</strong> ajanların tahsis <strong>ve</strong> üretim<br />

etkinliği türünden performansını piyasa güçleri ile birlikte belirlemeye çalışır.<br />

Finansal piyasaların, etkinliğinin yanı sıra istikrarının da önemli bir faktör<br />

olması, <strong>finansal</strong> piyasalardaki başarısızlıkların niteliğini değiştirir. Bu<br />

yüzden regülasyon otoritesinin hedefi, etkinlik <strong>ve</strong> istikrarı dengeleyen<br />

sosyal refahı maksimum kılan bir denge oluşturmaktır.<br />

Piyasa başarısızlıklarının kamu otoritelerinin düzenleyici kuralları ile<br />

önlenebileceğini iddia eden teori, orijinal adı ile "kamu yararı teorisi" (public<br />

interest theory) daha sonraki adıyla "positi<strong>ve</strong> bir teori olarak normatif<br />

analizdir (PNA)" (normatif analysis as a positi<strong>ve</strong> theory) (Viscusi, Vernon


<strong>ve</strong> Harrington, 1995, 10.bölüm). Bu yaklaşım ilk olarak endüstriyel<br />

organizas-yonun bir parçası kabul edilmeyen <strong>finansal</strong> sektörün dışındaki<br />

endüstrilerdeki piyasa başarısızlıklarını dikkate aldı. Bu yüzden de tekeller<br />

<strong>ve</strong> dışsallıklar gibi piyasa başarısızları üzerinde odaklanmıştır. Bu gibi<br />

durumların yarattığı etkinsizlik, kamu müdahalesi <strong>ve</strong>ya regülasyon için<br />

gerekçe oluşturur. PNA yaklaşımına göre regülasyon gerektiği zaman,<br />

gerçekleşir. Piyasa başarısızlıklarının giderilmesi ile oluşacak net refah<br />

kazancı, kamunun regülasyon talebi olarak ortaya çıkar. Böylece normatif<br />

analiz kullanılarak (ne zaman regülasyon yapılmalı?) pozitif bir teori yaratılır<br />

(ne zaman regülasyon gerçekleşir?).<br />

PNA'nın reel ekonomide oluşan piyasa başarısızlıklarının düzeltilmesi<br />

için regülasyon politikası önermesinde bulunması önemli eleştirilere uğrasa<br />

da, piyasa başarısızlıklarının <strong>finansal</strong> piyasalarda yarattığı sorunların<br />

yaygınlığı <strong>ve</strong> sosyal maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle bu alanda<br />

regülasyonu gerekçelendiren önemli bir argüman olmaya devam eder.<br />

Finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek olası piyasa başarısızlıi


Bir çol< önemli iktisatçının gözlemi, <strong>finansal</strong> sistemin en önemli ayağı<br />

olan bankacılığın, doğası gereği istikrarsızlığa <strong>ve</strong> iflaslara yatkın olduğudur.<br />

Bunun temelinde ise, "kısmi rezerv bankacılığı" (fractional reser<strong>ve</strong><br />

banking) yatmaktadır. Yani bankalar uzun dönem aktiflerini kısa dönem<br />

mevduatlarla finanse etmelerinden dolayı ani mevduat çekilmeleri<br />

durumunda aktiflerini büyük Iskonto kayıpları olmadan satamazlar <strong>ve</strong> aynı<br />

zamanda düşük sermaye oranlarına sahip olmalanndan dolayı da likidite<br />

sorunuyla karşılaşırlar (likidite riski);sonuçta borçlarını ödeyemez duruma<br />

düşerler (ödeyememe riski). Bu da bankanın ilişkide bulunduğu diğer<br />

<strong>finansal</strong> kurumları <strong>ve</strong> piyasaları zincirleme olarak likidite <strong>ve</strong>ya ödeyememe<br />

riski ile karşı karşıya getirir. Bu <strong>finansal</strong> yapının - kısa dönemli <strong>ve</strong> düşük<br />

sermaye oranı (borç/özsermaye) - yanında, aşırı kredi genişlemesi<br />

(Kindleberger, 1978), asimetrik bilgi, bir takım dışsal şoklar <strong>ve</strong> bankaları<br />

zayıflatan kurumsal <strong>ve</strong> kanuni sınırlamalar (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995) da<br />

bankaların kırılgan yapılarını tehdit ederek <strong>finansal</strong> yayılma etkilerinin<br />

oluşmasına neden olabilirler. Tüm bu faktörler yirminci yüzyılın yaklaşık son<br />

yirmi yılında 181 IMF üyesi ülkenin 131'nin bankalarla önemli sorunlar<br />

yaşamasına neden olmuştur (De Bonis, Giustiniani <strong>ve</strong> Gomel, 1996:3).<br />

Kötü bankanın iflası ile oluşan irrasyonel hava, iyi <strong>ve</strong> kötü banka<br />

ayrımını ortadan kaldırır. Kümülatif olarak artan bir paniğe dönüşür. Domino<br />

etkisi ile bankadan bankaya (interbank hesapları ile), diğer aracı<br />

kurumlara, kredi alanlara, mudilere <strong>ve</strong> nihayetinde reel sektöre aktarılan<br />

makroekonomik bir zincirleme süreç oluşur (Paroush, 1988). Ortalama yıllık<br />

banka iflasları sayısı ile <strong>finansal</strong> olmayan firmaların ortalama yıllık iflası<br />

yaklaşık olarak aynı olmasına rağmen banka iflaslarının daha dikkat<br />

çekmesi bu domino etkisi nedeniyledir (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995:227).<br />

Banka iflaslarının <strong>ve</strong> paniklerinin banka sektörü üzerinden diğer sektörlere<br />

''nakite hücum" (currency attack) yoluyla taşan etkisi, kredi (<strong>ve</strong>rme)lerde ani<br />

<strong>ve</strong> büyük düşüşlere <strong>ve</strong> yoğun kredi-geri-çağırmalarına neden olur. Bu da<br />

para arzında bir daralmaya <strong>ve</strong> nihayetinde reel kesimin olumsuz<br />

etkilenmesine yol açacaktır. Diğer yandan, banka paniği ortamında etkin bir<br />

ödemeler mekanizması beklenemez. Banka panikleri sonucu ödemeler<br />

mekanizmasında oluşabilecek aksaklıklar, toplam iktisadi faaliyetlerin<br />

azalmasına neden olacaktır. Çünkü banka pasiflerinin büyük bir kısmının<br />

para arzını oluşturan vadesiz mevduatlardan oluşması <strong>ve</strong> bankaların<br />

birbirlerini fonladığı interbank piyasasının varlığı dolayısıyla da etkin bir<br />

ödemeler sistemi, etkin işleyen bir makroekonominin ön şartı anlamına<br />

gelir.<br />

Yayılma etkisinin mekanizmalarını anlamak optimal regülasyonun<br />

tasarlanması <strong>ve</strong> uygulanması için de gereklidir. Yayılma etkileri ya bilgi<br />

kanalları ile ya da reel (kurumsal) kanallarla aktarılır. Bilgi kanalları pür <strong>ve</strong><br />

gürültülü yayılma şeklinde gerçekleşir. Pür yayılma, bir bankanın kötü<br />

yönetim <strong>ve</strong>ya kredi kayıpları nedeniyle iflas etmesi durumunda, bu iflasın


anonsunun, diğer bankaların gü<strong>ve</strong>nliği <strong>ve</strong> sağlamlığını olumsuz<br />

etkilemesidir. Gürültülü yayılma ise, bir bankanın kayıplarının (döviz<br />

işlemlerinden <strong>ve</strong> kredi kaybından) öğrenilmesiyle diğer bankaların da<br />

benzer durumda olduğuna dair gürültülü fakat sistemik sinyallerin yayılması<br />

durumunda söz konusudur (Saunders, 1987). Bankalardan çekilen<br />

paraların sistem içinde kalacağı beklentisi, <strong>finansal</strong> yapının çökmesine<br />

neden olmayacağı düşüncesini doğurur. Fakat gerçekte interbank piyasası<br />

sabit toplamlı bir oyun değildir. Mevduatlar bankalardan devlet tahvillerine<br />

kayabilir. Bu yüzden de diğer bankalardan fon çağrısında bulunanlar geç<br />

kalıp kaynak bulamayabilir. Bu da sistemik panik problemine neden olabilir.<br />

Bir <strong>finansal</strong> kurumdan <strong>ve</strong>ya piyasadan diğerine kolaylıkla <strong>ve</strong> hızlı bir<br />

şekilde yayılan negatif dışsallıkların yarattığı sistemik riski azaltmak için<br />

başvurulan belirli regülasyon araçları vardır. Bu regülasyon araçları<br />

fonksiyonları bakımından ikiye ayrılır: Önleyici regülasyon araçları <strong>ve</strong><br />

koruyucu regülasyon araçları (Baltensperger <strong>ve</strong> Dermine, 1987). Önleyici<br />

regülasyonlar, <strong>finansal</strong> sistemin taşıdığı riskleri kontrol etmeyi <strong>ve</strong> özellikle<br />

de banka iflaslannın olma olasılığını minimize etmeyi amaçlar. Önleyici<br />

regülasyon araçlarına, likidite oranı, portföy sınırlamaları (sermaye oranı,<br />

kredi miktarı <strong>ve</strong> kalitesi gibi) <strong>ve</strong> asimetrik bilgi sorununu hafifletmek için<br />

gerekli <strong>ve</strong> yeterli bilgi sunumunu zorunlu tutma gibi örnekler <strong>ve</strong>rilebilir.<br />

Koruyucu regülasyon araçları ise olası banka iflaslarından sonra mevduat<br />

sahiplerini, bankaları <strong>ve</strong> dolayısıyla <strong>finansal</strong> sistemin kendisini korumayı<br />

amaçlar. Finansal gü<strong>ve</strong>nliği sağlamaya dönük koruyucu regülasyonlar<br />

ihtiyari <strong>ve</strong> kurumsallaşmış kontrat yaklaşımları altında incelenir. İhtiyari<br />

koruyucu müdahaleler politika yapıcıların insiyatifindedir. Temel özelliği,<br />

uygulanıp uygulanmama riski taşımasıdır. Daha çok sistemik riskin<br />

büyüklüğüne bağlı olarak işletilebilecek bir mekanizmadır. Örneğin, merkez<br />

bankasının kredi alınabilecek son merci olmasından kaynaklanan kredi<br />

imkanlannın merkez bankası kontrolünde olması <strong>ve</strong> istenilen amaçlar için<br />

kullanılması gibi. Banka paniklerinin olduğu <strong>ve</strong>ya nakite hücumun<br />

gerçekleştiği durumlarda eğer merkez bankası bu fonksiyonunu kullanırsa<br />

banka <strong>ve</strong>ya diğer <strong>finansal</strong> kurum başarısızlıkları oluşmaz. Merkez bankası<br />

bunu ya reeskont penceresi ile ya da açık piyasa işlemleri ile gerçekleşiirir.<br />

Reeskont penceresi imkanı, merkez bankalarının geleneksel bir tekniği<br />

olup, kendilerinden hızlı bir şekilde mevduat çekilmesi ile karşılaşan<br />

bankalar, merkez bankasına kısa dönemli likidite sorunlarının çözümü için<br />

başvurabilirler. Merkez bankası da likidite yardımında bulunur. Fakat<br />

reeskont penceresine uygulanacak faiz oranı düzeyinin tespitindeki<br />

belirsizlik <strong>ve</strong> ödeyememe/likidite problemlerinin ayrım güçlüğünden dolayı<br />

<strong>finansal</strong> kurumların likidite problemleri daha çok açık piyasa işlemleri ile<br />

çözülmeye çalışılır. Böylece reeskont penceresi aracılığıyla tek tek<br />

bankalara likidite sağlamak yerine (mikro likidite) açık piyasa işlemleri<br />

yoluyla bankacılık sistemine likidite (makro likidite) sağlanır. Diğer yandan<br />

bazı iktisatçılar (Eichengen <strong>ve</strong> Portes,1987;Guttentag <strong>ve</strong> Herring,1987),


anka paniklerinin bir ülkeden diğer bir ülkeye yayılmasını önlemek için<br />

uluslararası bir son kredi mercii yaratılması gerektiğini belirtirler. Fakat<br />

ülkelerin bankacılık <strong>ve</strong> ödemeler sistemini kendi merkez bankaları ile gü<strong>ve</strong>n<br />

altına almamaları için bir neden yoktur. Dahası uluslararası para arzı diye<br />

bir büyüklük tanımı olmadığından banka paniklerinin <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> reel<br />

piyasaları tehdit edecek bir zincirleme para <strong>ve</strong> kredi daralmasına neden<br />

olması söz konusu değildir.<br />

Kurumsallaşmış kontrat yaklaşımında ise regülatörün ilan ettiği<br />

<strong>düzenlemeler</strong>in uygulanmama riski yoktur. Regülatör, <strong>finansal</strong> ajanların<br />

<strong>finansal</strong> başarısızlıklar sonucu oluşan refah kayıplarını, bir kontrat<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde korumayı taahhüt eder. Daha sonra daha detaylı ele<br />

alacağımız mevduat sigortası buna örnek <strong>ve</strong>rilebilecek en önemli<br />

kurumsallaşmış kontratlardan biridir.<br />

Hem önleyici hem de koruyucu regülasyonlar <strong>finansal</strong> sistemin içine<br />

konmuş emniyet aygıtları gibi <strong>finansal</strong> sistemde olası sorunları önleme <strong>ve</strong><br />

onlardan korunmayı amaçlar. Bu iki sınıf regülasyon uygulamaları gerçekte<br />

birbiriyle bir çok açıdan ilişkilidir. Birbirlerinin etkinlik alanlarını hem olumsuz<br />

hem de olumlu anlamda etkilerler. Koruyucu regülasyonların yarattığı<br />

gü<strong>ve</strong>n ortamı, aynı zamanda önleyici bir tedbire dönüşerek banka<br />

paniklerinin <strong>ve</strong> sistem <strong>krizler</strong>inin oluşma olasılığını azaltır. Fakat bu durum<br />

aynı zamanda ahlaki risk (moral hazard)<strong>ve</strong> yanlış seçim (ad<strong>ve</strong>rse selection)<br />

olasılığını artırarak sistemik riski artırır. Önleyici regülasyonlar da koruyucu<br />

regülasyonların varlığından dolayı gevşetilebilir; bu da <strong>finansal</strong> sorunların<br />

nedeni olan toplam riski artıran bir yapının oluşmasına neden olabilir. Bu<br />

yüzden bu iki regülasyon kategorisi toplam sistemik riski azaltıcı bir<br />

sonucun oluşmasını sağlayacak bir koordinasyon doğrultusunda<br />

kullanılmalıdır. Diğer yandan bazen önleyici bir regülasyon, zaman içinde<br />

amaçladığının tersi bir duruma da neden olabilir. Örneğin önleyici bir tedbir<br />

olarak düşünülen sermaye oranı, aynı zamanda resesyon dönemlerinde<br />

azalan sermayeye bağlı olarak kredi imkanlarını daraltacağından<br />

makroekonomik daralmaları derinleştirebilir (Blum <strong>ve</strong> Helivvig, 1995).<br />

Finansal aracı kurumlar çok sayıda ekonomistin üzerinde zamanla<br />

daha fazla ittifak ettiği şu fonksiyonları yerine getirirler: (i) <strong>finansal</strong> işlemleri<br />

kolaylaştırırlar (ödemeler mekanizması <strong>ve</strong> ser<strong>ve</strong>t tranferi) (ii) portföyde<br />

çeşitlendirme <strong>ve</strong> risk yönetimine imkan <strong>ve</strong>rirler (iii) likit transformasyonu<br />

garantisi sağlarlar <strong>ve</strong> (iv) asimetrik bilgi sorununu daha az işlem maliyetleri<br />

ile çözmeye çalışırlar. Fakat bu önemli fonksiyonların işleyiş mekanizması,<br />

rekabetçi bir <strong>finansal</strong> sistemin etkinliği <strong>ve</strong> istikrarı için, aynı zamanda<br />

<strong>finansal</strong> aracı kurumların regülasyonunun gerekçesini oluşturur.


Likit olmayan aktifleri likite dönüştürme imkanı <strong>ve</strong>ren mevduat<br />

kontratlarının varlığı, sistemik negatif dışsallığa imkan <strong>ve</strong>rir. Mudilerin<br />

bankalarla imzaladığı mevduat kontratları, bankaların ödeyememe riskinin<br />

yüksekliğine inanıldığı durumlarda, bankaları mudilerin "panik hücumlarına"<br />

açık hale getirir. Optimal mevduat kontratı, banka ile riskten kaçınan<br />

mudiler arasında erken çekilen mevduat için sabit bir ödeme ihtiva etse<br />

bile, büyük bir mudi kitlesinin panik bir hücumla mevduatlarını çekmeleri<br />

durumunda, bankaların iflasıyla <strong>ve</strong> dolayısıyla <strong>finansal</strong> sistemin çökmesiyle<br />

karşılaşılabilinir. Toptan mevduat çekimi, aktiflerin vadelerinden önce<br />

likiditeye çevrilmesinden dolayı, reel üretim sürecini olumsuz etkiler.<br />

Mudiler mevduatlannı, diğerlerinin daha önce çekmeleri korkusuyla,<br />

hemen çekmek isterler. Herkesin bankaya hücum ettiği bir durumda,<br />

bankadaki aktiflerin değer kaybedeceğini bildiklerinden, her mudi için en iyi<br />

hareket, mevduatını çekmektir. Banka hücumları ya bankaların aktifleri<br />

hakkındaki bilgiye ya da diğer mudilerin davranışlarına bağlı olarak<br />

gerçekleşir. Çoğu zaman mudiler bankaların net varlığı hakkında kesin bir<br />

bilgiye sahip değildirler. Asimetrik bilgi durumu mevcuttur. Yani yayılma<br />

etkisi olarak tanımlayacağımız bu problem, temelinde banka ile mudiler<br />

arasındaki asimetrik bilgiden kaynaklanır (Diamond <strong>ve</strong> Dybvig, 1983).<br />

Merrick <strong>ve</strong> Saunders (1985) banka hücumlarına, dolayısıyla <strong>finansal</strong> krize<br />

radikal bir çözüm olarak, klasik mevduat kontratlarının yeniden<br />

tasarlanmasını önerir. Bu yeni tasanma göre, mevduat nominal değeri<br />

üzerinden değil, net aktif değeri üzerinden hesaplanmalıdır. Böylece<br />

mudiler aktif değer riski taşımış olacaklardır. Bu da toplu mevduat<br />

çekimlerindeki gerekçeyi ortadan kaldırır.<br />

Yayılma etkisinin halka halka, panik hücumlar halinde <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> reel<br />

ekonomik sistemi tehdit eden bir faktöre dönüşmesini önlemenin en etkin<br />

regülasyon aracı mevduat sigortasıdır. Kontrata dayalı müdahale olarak<br />

nitelendirdiğimiz mevduat sigortasıyla, bankaların <strong>ve</strong> diğer aracı kurumların<br />

iflasları durumunda mudilere mevduatlannm bir kısmı <strong>ve</strong>ya tamamı ödenir.<br />

Mevduat sigortasını düzenleyen regülasyon kontratı kapsamında prim<br />

yapısı (sabit, değişken <strong>ve</strong>ya riske bağlı primler), sigorta kapsam.ındaki<br />

mevduatın düzeyi, kamu <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya özel mevduat sigortalan, <strong>ve</strong><br />

zorunlu/gönüllü katılım gibi şartlar vardır. Mevduat sigortasının temel<br />

amacı, sistemik mevduat çekilmelerinin gerçekleşmesini engelleyecek bir<br />

gü<strong>ve</strong>n ortamı oluşturmaktır. Sosyal amaç olarak küçük yatırımcıları<br />

korumak gösterilse bile asıl amaç (rasyonalite), makro anlamda <strong>finansal</strong><br />

gü<strong>ve</strong>nliği sağlamaktır. Bu, diğer sektörlerdeki küçük yatırımcıların neden<br />

korunmadığını da açıklayıcı niteliktedir


öte yandan mevduat sigortası, asimetril< bilgiden kaynaklanan negatif<br />

dışsallığı azaltmayı hedeflerken, aynı zamanda bu riski artıran bir<br />

davranışa da neden olur: ahlaki risk. Mevduat sigortası garantisi altında<br />

olan mevduat sahibi için, riskli <strong>ve</strong> risksiz banka aynı çekiciliktedir. Mudi için<br />

banka seçimi tek göstergeye inecek; mudi sadece getiri oranını dikkate<br />

alacaktır. Her iki banka kategorisinin varlığına imkan sağlayan bu<br />

uygulama; riskli bankanın riskine bağlı olarak daha ucuz fon bulmasına,<br />

dolayısıyla daha yijksek getiri sunmasına yol açacak, bu da, bu tür<br />

bankaları daha da çekici kılacaktır. Sonuçta mevduat sigortası aşırı risk<br />

alımını teşvik eden <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> kırılganlığı artıran bir faktöre dönüşür.<br />

Mudiler banka seçiminde ahlaki risk eğilimi gösterirlerken, bankalar da<br />

kullandırdıkları kredilerde ahlaki risk eğilimi gösterirler. Mevduat sigortası<br />

altında riskli bankalar mudilere sundukları yüksek getirilen karşılamak için,<br />

kredileri geri dönmeme riski yüksek yatırııtılara yönlendirirler. Bu da<br />

sistemdeki toplam riski artıran diğer bir faktördür.<br />

Mevduat sigortası kontratı ile ortaya çıkan ahlaki risk sorununu<br />

ortadan kaldırmak, için alternatif mevduat sigortası kontratları ileri<br />

sürülmüştür. Bu modellerin ortak amacı, farklı mevduat sigortası<br />

uygulamalarıyla ahlaki risk problemini asgariye indirmektir. Örneğin riskprimli<br />

mevduat sigortası modellerinde, bankaların risk düzeylerine .bağlı<br />

olarak prim ödemeleri şart koşulur. Risk böylece fiyatlandırılmış olur. Daha<br />

riskli bankaların daha fazla prim ödemesinden dolayı, mevcut mevduat<br />

sigortası şeması içinde bankalar daha az risk alarak daha az prim ödemeye<br />

teşvik edilir. Çünkü sabit oranlı mevduat sigortasının bankaların aşırı risk<br />

almasına neden olduğu gözlenmiştir (Keeley, 1990). Mudiler cephesinden<br />

bakıldığında ise ahlaki risk problemini çözmek için önerilen başlıca<br />

regülasyon politikası, sigorta kapsamına giren mevduat miktarını sınırlı<br />

tutmaktır. Mevduat miktarını sınırlı tutmak yoluyla mudilerin hem risksiz<br />

banka seçimi, hem de bu bankaları denetlemeleri sağlanır. Diğer yandan<br />

mevduat sigortasının hem sistemik riski azaltacak hem de ahlaki risk<br />

problemini minimize edecek optimal tasanmını gerçekleştirmek için piyasadisiplininl<br />

temel alan regülasyon çözüm önerileri de ileri sürülmüştür.<br />

Bunlardan biri "miktar-temelli kısmi mevduat sigortası" dır. Piyasa disiplinini<br />

artırmak için riske dayalı prim uygulaması yerine, sadece büyük mevduatlar<br />

kısmen sigortalanır. Böylece bu tür bir mevduat sigortası yöntemiyle<br />

fonların sabit oranlı primlerden kaynaklanan yanlış tahsis edilmesiyle ortaya<br />

çıkan maliyetler azalır. Piyasa disiplinini sağlayan ikinci bir mevduat<br />

sigortası alternatifi "vadeye dayalı kısmi mevduat sigortası" dır. Bu<br />

mevduat sigortası şemasında sigorta kapsamına alınmada kriter,<br />

mevduatların miktarı değil, likidite düzeyleridir. Likit olan tüm mevduatlar<br />

sigorta kapsamındayken, likit olmayanlar sigorta kapsamında değildir. Bu<br />

uygulamayla olumsuz bir haberin <strong>ve</strong>ya gelişmenin -irrasyonel bir tavır<br />

olarak gelişen paniğin sebebi bir olumsuz hükümet raporu olabilirbaşlatacağı<br />

panik, mudilerin likit mevduatlarının sigorta edildiğini


ilmelerinden dolayı banka hücumlarına dönüşmeyecektir (Merrick <strong>ve</strong><br />

Saunders, 1985).<br />

İktisat biliminin merkezine zamanla daha fazla yerleşen asimetrik bilgi<br />

kavramı, <strong>finansal</strong> regülasyon olgusunun incelenmesinde <strong>ve</strong> tasarlanmasında<br />

da oldukça önemli bir analiz metodu olarak karşımıza çıkar.<br />

Kavramın geliştirildiği/ortaya çıktığı alan da, diğer bir <strong>finansal</strong> piyasa olan<br />

sigorta piyasalarıdır. Asimetrik bilgi, bir piyasa başansızlığı durumudur <strong>ve</strong><br />

bu nedenle, sosyal refah açısından etkinliği azaltan bir sonuç yaratır.<br />

Finansal kontratın taraflan arasındaki bilgi farklılığı, birinin lehine diğerinin<br />

aleyhine bir durum yarattığından, Pareto-etkin durum söz konusu<br />

olmayacaktır. Kontrata katılan <strong>finansal</strong> ajanlar, kontrat öncesi <strong>ve</strong><br />

sonrasında oluşabilecek bilgi farklılığından dolayı bir takım problemlere<br />

maruz kalabilirler. Bu yüzden de tasarlayacakları kontrat, olası asimetrik<br />

bilgi alanlarını dikkate almalıdır. Finansal piyasalarda karşılıklı<br />

yükümlülüklere sıkça rastlanır: Örneğin krediyi <strong>ve</strong>ren (phncipal olarak<br />

tanımlıyoruz) ile krediyi alan (agent olarak tanımlıyoruz) arasında<br />

imzalanan kontratlar gibi. Bu tür kontratların tasarlandığı problemlere<br />

principal-agent problemi denmektedir. Principal <strong>ve</strong> agent arasında bilgiye<br />

bağlı olarak, iki sorun ortaya çıkabilir: Bunlardan birincisi gizlenen bilgi diye<br />

tanımlanan yanlış seçim (ad<strong>ve</strong>rse selection) durumudur. Borçlu (agent)<br />

kendi risk durumuna ait özel bilgiyi kredi alırken krediyi <strong>ve</strong>renden (phncipal)'<br />

saklamış olabilir. Bu bilgi kontratın tüm taraflan tarafından bilinmediği için<br />

de kamusal bilgi değildir. İkinci sorun gizlenen davranış diye tanımlanan<br />

ahlaki risk (moral hazard) durumudur. Agent, kontratı imzaladıktan sonra<br />

aldığı krediyi kontratta belirtilen amacın dışında kullanabilir. Principal, bunu<br />

gözlemleyemediği için bu durum, kamuca gözlenemez bir durumdur<br />

(Akerlof, 1970; Kreps,1990; MassCollel, VVhinston <strong>ve</strong> Green,1995:477-509 ;<br />

Molho,1997).<br />

Asimetrik bilgi sorunu, özel bilgi <strong>ve</strong> kamuca gözlenememezlik<br />

olgularının varlığından dolayı, tam kontrat şartlarının belirlenmesinin<br />

önünde her zaman önemli bir engel oluşturur. Ancak, <strong>finansal</strong> aracı<br />

kurumlar hem bilginin toplanması <strong>ve</strong> işlenmesinin maliyetlehni azaltabilir,<br />

hem de asimetrik bilgi sorununa tek tek bireylerden daha iyi çözüm<br />

bulabilirler: Finansal aracı kurumlar, fon fazlası olan birimlerden fon açığı<br />

olan bihmlere fon aktarırken, sahip olduklan bilgilen (ölçek ekonomileri<br />

nedeniyle) daha çabuk <strong>ve</strong> daha az maliyetle kullanacaklanndan, fonların<br />

denetimini <strong>ve</strong> gözetimini daha etkin gerçekleştihrler. Ne var ki aracı<br />

kurumlar asimetrik bilgi sorununa çözüm getirmeye çalışırlarken aynı<br />

zamanda asimetrik bilgi sorununun kaynağı haline de gelebilirler. Bu^^<br />

yüzden de devreye regülasyönlar girer. Regülasyon uygulamalarının temel<br />

amaçlanndan birinin, bir piyasa başansızlık durumu olan asimetrik bilgi<br />

sorununu çözmek olduğunu daha önce belirtmiştik. Finansal sistemin kendi<br />

içinde çözemediği phncipal-agent problemlehnin doğasında olan asimethk


ilgi durumlarının çözümü için regülasyon otoritesi, kamuya bilgi sunumunu<br />

zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong> getirir. Fakat bu <strong>düzenlemeler</strong> de (ilerde daha<br />

detaylı göreceğimiz gibi) beraberinde diğer bir takım riskler getirir. Örneğin<br />

kamuya bilgi sunmayı zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong>, mudilerin mevduatlarını<br />

yatırdıkları bankaların bilançolarının riskli olduklarını öğrenmelerine <strong>ve</strong> bu<br />

yüzden de banka hücumları yaratma potansiyeline sahiptir. Asimetrik bilgi<br />

sorununu çözerken getirilen <strong>düzenlemeler</strong>in yarattığı diğer bir sorun da<br />

regülasyon otoritesi ile regüle edilen arasında yeni bir principal-agent<br />

probleminin ortaya çıkmasıdır. Bu da yeni bir asimetrik bilgi durumudur. Bu<br />

yüzden de optimal bir regülasyon tasarımı, hem çözmeyi amaçladığı hem<br />

de yarattığı sorunu dikkate almalıdır.<br />

Asimetrik bilginin yarattığı sorunların sadece kontratın tarafları ile<br />

sınırlı olduğunu düşündüğümüzde <strong>finansal</strong> sistemin içinde barındırdığı<br />

asimetrik bilgi problemlerinin diğer reel yapılardan farklı olmadığı sonucuna<br />

varabiliriz. Ancak <strong>finansal</strong> sistemdeki asimetrik bilgi problemi, diğer<br />

piyasalardan, bilginin tüm <strong>finansal</strong> sistemi hızlı <strong>ve</strong> yaygın bir şekilde<br />

sarması <strong>ve</strong> tehdit etmesi niteliği ile ayrılır. Mudilerin bankanın portföy<br />

niteliğini bilmemesinden kaynaklanan bir panik ortamı, tüm bir <strong>finansal</strong><br />

yapıyı tehdit eder. Miskhin'e (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995) göre mevduat<br />

sahipleri, iktisadi, politik (doğal ya da jeopolitik) olumsuz gelişmeler<br />

sözkonusu olduğunda, hem ödeme gücü olan hem de ödeme gücü<br />

olmayan bankalara hücum ederler.<br />

Asimetrik bilgi sadece mudi ile banka arasında değil, banka ile kredi<br />

alan arasında da geçerlidir; Bu zincirleme asimetrik bilgi sorunu, olumsuz<br />

gelişmelerin tetikleyebileceği potansiyel bir sistemik risk kaynağı olarak<br />

varlığını sürdürür. Sistemik riskin arttığı durumlarda kredi tayınlaması,<br />

bankaların kendi dinamikleri içinde asimetrik bilgi sorununa karşı<br />

geliştirdikleri bir informal düzenlemedir. Regülasyon otoritesinin, kredi<br />

riskinin arttığı ortamlarda kredi hacmini daraltıcı bir regülasyon getirmesi<br />

yerine bankaların bu tür gönüllü regülasyon-benzeri uygulamalara gitmeleri<br />

hem regülatörün toplam riski azaltma amacıyla uyumlu hem de piyasa içsel<br />

dinamiklerini yansıtması anlamında daha etkin <strong>ve</strong> istikrarlı sonuçlar<br />

<strong>ve</strong>rebilir. Şu da bir gerçek ki asimetrik bilgi sorununu azaltma<br />

metodlarından biri olarak, bankaların uzun dönemli ilişkide bulundukları<br />

büyük, yatırımcıları fonlaması nispeten daha küçük firmalara kaynak<br />

aktarımını engelleyebilir. Bu durum da kaynak tahsisini <strong>ve</strong> üretim etkinliğini<br />

bozabilir.<br />

Diğer yandan <strong>finansal</strong> ürünlerin regülasyonlarla standardize edilmeleri<br />

asimetrik bilgi sorununu azaltan bir diğer önemli faktördür. Finansal ürün<br />

kullanıcılarının <strong>finansal</strong> ürünler ( krediler, tahviller, mevduatlar, türevler <strong>ve</strong><br />

sigorta kontratları gibi) hakkında yeterince bilgiye <strong>ve</strong> gözleme sahip<br />

olmaları, işlem maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı oldukça zordur. Bu


yüzden de bu ürünlerin temel ticari <strong>ve</strong> etik standartlara sahip bir şekilde<br />

düzenlenmeleri gerekir. Böylece küçük yatırımcılar korunmuş oluriar.<br />

Asimetrik bilgiden sonra bir diğer piyasa başarısızlığı durumu piyasa<br />

gücüdür. Reel ekonomide piyasa gücünün tekelleşmesi, kar, fiat<br />

sınıriamaları <strong>ve</strong> giriş-çıkış engelleri gibi <strong>düzenlemeler</strong>ie engellenir. Fakat<br />

<strong>finansal</strong> piyasalarda piyasa gücü farklı bir boyut kazanır. Finansal<br />

regülasyon otoriteleri etkinlik-istikrar ikileminde (trade-off) istikrara daha<br />

fazla önem <strong>ve</strong>ririer. Bu yüzden de örneğin bankaların monopol değilse bile<br />

oligopol yapılarını, getirdikleri <strong>düzenlemeler</strong>ie korumaya çalışıriar. Çünkü<br />

genelde <strong>finansal</strong> aracı kurumların, özelde bankalann rekabetçi piyasalarda<br />

daha fazla risk aldıkları gözlemlenmiştir (Meltzer, 1967). Bir çok ülkede<br />

liberal rekabetçi deregülasyon uygulamaları sonrasında, banka iflaslarında<br />

artma görülmüştür. Bu yüzden de yapılan yeni <strong>düzenlemeler</strong>ie banka<br />

girişlerine şınıriamalar getirilmiştir. Bu <strong>düzenlemeler</strong> <strong>finansal</strong> olmayan<br />

piyasalarda tekelleşmeden doğan refah kayıplarını önlemeye dönük giriş<br />

kolaylıklarının sağlanmasının tersine, <strong>finansal</strong> rekabetin toplam riski artırma<br />

eğiliminde oldukları gözleminden hareketle <strong>finansal</strong> istikrarı sağlamayı<br />

amaçlar. Bu yüzden de üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık bir çok ülkede yaygınlaşmıştır.<br />

Üni<strong>ve</strong>rsal bankacılıkta bankacılık <strong>ve</strong> menkul kıymet faaliyetleri birbirinden<br />

ayrı tutulmaz. Ticari bankalar klasik bankacılığın tüm hizmetlerini<br />

sürdürdükleri gibi, menkul kıymet alım satımı <strong>ve</strong>ya sigortacılıkla da<br />

ilgilenebilirier. Kısaca üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık bir tür <strong>finansal</strong> piyasa<br />

tekelleşmesidir. Fakat bazı ülkelerde, ABD gibi, Büyük Bunalım sonrası<br />

bankaların sadece bankacılık faaaliyetleri ile ilgilenmeleri zorunlu<br />

tutulmuştur. Bu düzenlemenin amacı <strong>finansal</strong> kurumların -özellikle<br />

bankaların- tekelleşmelerini engelleyerek portföylerindeki riski azaltmaktır.<br />

Diğer yandan globalleşmenin en yoğun yaşandığı bu dönemde ölçek<br />

ekonomilerinden en fazla yararianma imkanı bulunan <strong>finansal</strong> kurumların,<br />

<strong>düzenlemeler</strong>ie tekel-benzeri yapıları desteklenmiştir. Bu <strong>düzenlemeler</strong>ie<br />

büyük <strong>finansal</strong> şirketlerin artan getirili ölçeklerinden dolayı global<br />

piyasalardaki rekabetçi yapıya uyumları kolaylaştırılmış olur. Fakat <strong>finansal</strong><br />

<strong>düzenlemeler</strong>ie bankaların az sayıda <strong>ve</strong> büyük olmalarına imkan <strong>ve</strong>rilmesi<br />

-yani tekelleşmelerinin kolaylaştırılması- hem daha önce de belirttiğimiz<br />

gibi istikrar tercihinden hem de bankaların çıktılarının (temelde krediler)<br />

tekel bir güç olan merkez bankasının kontrolunda olmasından kaynaklanır.<br />

Çünkü büyük oranda kredi miktarı <strong>ve</strong> faiz oranları, merkez bankasının<br />

kontrol ettiği parasal taban tarafından belirienir. Parasal taban da merkez<br />

bankasının kendi amaçları doğrultusunda belirienir. Bu yüzden de kredi<br />

miktarı <strong>ve</strong> faiz oranları büyük oranda merkez bankasının kontrolündedir.<br />

Tekelci piyasalarda bir diğer düzenleme alanı da fiyatlardır. Endüstri<br />

sektörierindeki tekelci piyasalarda, üretim kısılarak tüketici artığı refah kaybı<br />

pahasına üretici artığına dönüştürülür. Bu etkiasizliği <strong>ve</strong> kaynak transferini


engellemek için dijzenlemelerle fiyatlar sınırlandırılır. Benzer sınırlamalar<br />

<strong>finansal</strong> piyasalarda da geçerlidir, örneğin faiz oranları tavanlan. Gerçi<br />

<strong>finansal</strong> piyasaların geldiği noktada faiz oranlarına <strong>ve</strong> kredi faizlerine tavan<br />

limitler getirme uygulaması artık yerini daha dolaylı <strong>ve</strong> informal<br />

müdahalelere bırakmıştır. Örneğin, merkez bankası kendi kredi<br />

olanaklarına uyguladığı faiz oranı (reeskont faiz oranı) ile piyasa faiz<br />

oranlarını yönlendirir.<br />

2.2 Politik Regülasyon<br />

Daha önce tanımladığımız pozitif bir teori olarak normatif analiz<br />

(PNA), piyasa başarısızlıklarının giderilmesi rasyonalitesinden yola çıkarak<br />

bir regülasyon tasarımı sunar. Bu yaklaşım regülasyon sonuçları <strong>ve</strong><br />

süreçleri ile çok ilgilenmediğinden pozitif bir regülasyon analiz metodu<br />

değildir. Piyasa başarısızlıklarının varlığı nedeniyle, net sosyal refah<br />

kazanma potansiyelinin yarattığı regülasyon talebinin nasıl bir süreçten<br />

sonra regülasyona dönüştüğü açıklanmaz. Regülatör <strong>ve</strong> diğer çıkar<br />

grupları -regül.asyondan olumlu <strong>ve</strong> olumsuz etkilenen tüm çıkar gruplarıarasındaki<br />

regülasyon üreten politik süreç bu yüzden dikkate alınmaz. Bu<br />

da daha çok regülasyon otoritelerinin çıkar gruplarına karşı nötr oldukları<br />

yani temel amaçlarının sadece sosyal refahı artırmaya çalışan <strong>ve</strong> kâr amacı<br />

olmayan uygulayıcılar olduğu varsayımından kaynaklanmaktadır.<br />

Posner'in (1974) belirttiği gibi, çok sayıda i^egülasyon uygulamaları ile,<br />

piyasa başarısızlıkları arasında bir korelasyon olmadığının gözlenmesi,<br />

pozitif regülasyon teorilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece<br />

regülasyonların, hem regüle eden hem de regüle edilen tarafların fayda<br />

fonksiyonlarının maksimize edildiği bir süreç olduğunu iddia eden pozitif<br />

regülasyon teorileri geliştirilmiştir. Bu teorileri, politik regülasyon süreci<br />

içinde bulunan çıkar grupları -regülatör de dahil- ile ilgili varsayımlarında<br />

farklılıklar görülürse de genel olarak tek bir kategori altında toplamak<br />

mümkündür: "regülasyon sürecinin ele geçirilmesi" (regulatory capture)<br />

<strong>ve</strong>ya "çıkar grubu" teorisi.<br />

Günümüzde regülasyon hem ekonomistlerin hem de siyaset<br />

bilimcilerinin ortak çalışma alanıdır. Bu da regülasyonun salt ekonomik<br />

kavramlarla anlaşılmaya çalışılmasının güçlüğünü göstermektedir. Özellikle<br />

son yıllarda regülasyon ekonomisinin merkezinde hiyerarşik regülasyon<br />

diye nitelendirdiğimiz regülasyon yapıları ile politik yapılar arasındaki<br />

ilişkilerinin anlaşılması <strong>ve</strong> formalize edilmesi tartışmaları mevcuttur.<br />

Ele-geçirme teorisine göre piyasayı regüle eden otorite, piyasa<br />

aktörleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yönlendihlirler.<br />

Regülasyon <strong>düzenlemeler</strong>i ya ilgili endüstrinin talebine göre -yasama<br />

erkinin ele geçirilmesi şeklinde- ya da regülatörün zaman içinde kontrol


edilmesi şeklinde gerçekleşir. Her regülasyon uygulaması, kazanan <strong>ve</strong><br />

kaybeden taraflar yaratır. Hedef kazanan tarafta olmaktır. İlk ele-geçirme<br />

teorileri regülasyonlann üretici lehine olduğunu iddia ettiler. Bu durum çok<br />

sayıda ampihk bulgularla da desteklenmiştir: çok sayıda endüstri kolunda,<br />

regülasyönlar, tüketici, sendika <strong>ve</strong>ya diğer çıkar gruplarından çok,<br />

üreticilehn lehine olmuştur. Fakat bu çerçe<strong>ve</strong>si dar tutulmuş tek-çıkar<br />

gruplu yaklaşım, hem teorik anlamda yeterli olmayan, hem de çok sayıda<br />

ampirik gözlemle ters düşen bir sonuç ortaya koymuştur.<br />

Stigler; "The Theory of Economic Regulation" (1971) adlı<br />

çalışmasıyla, çıkar sağlamaya dönük politik-temelli regülasyon<br />

paradigmasını'genişletmiştir: Regülasyon nedeniyle refahı etkilenen çok<br />

sayıda farklı çıkar grubu, regülasyon sürecine müdahale etmeyi amaçlar.<br />

Dolayısıyla her çıkar grubunun amacı, devletin regülasyon kanalıyla<br />

yeniden gelir dağıtma yeteneğinden yararlanarak, kendisine kaynak<br />

transferi sağlamaktır. Bu yaklaşımda politik <strong>ve</strong> ekonomik davranış, tek bir<br />

model içinde kapsanır <strong>ve</strong> model, hem reel regülasyon analizi yapılmasına<br />

hem de hangi endüstrinin hangi formda regüle edilebileceğine dair<br />

tahminlerde bulunmaya imkan <strong>ve</strong>rir.<br />

Stigler'in regülasyon teorisine bu .önemli katkısı Peltzman (1976)<br />

tarafından daha da geliştirilmiştir. Stigler/Peltzman formülasyonu üç önemli<br />

unsura sahiptir: Birincisi, regülasyon yasaması ekonomik ajanlara kaynak<br />

dağıtır; farklı çıkar gruplan arasında regülasyon yoluyla refah transferi<br />

gerçekleştirilir. İkincisi, kanun yapıcılar görevde kalmayı amaçlariar. Bu<br />

yüzden de yasama, politik desteğini maksimize etmeye çalışır. Üçüncü <strong>ve</strong><br />

son olacak ise, çıkar grupları istedikleri regülasyonu çıkartmak için<br />

birbirieriyle rekabet halindedirler.<br />

Stigler/Peltzman iktisadi regülasyon modeli, politik desteği maksimize<br />

etmeyi amaçlayan regülatörün, regülasyon araçlarının seçimine dayanır.<br />

Becker (1983) modeli ise daha çok çıkar grupları arasındaki rekabete<br />

odaklanmıştır. Buna göre yasa koyucu/regülatörün rolü; politikacıların,<br />

politik partilerin, seçmenlerin <strong>ve</strong>ya diğer aktif çıkar gruplarının çıkariarını<br />

yansıtnrva1


problemlerini ele alan bir çok çalışma yapılmıştır. Ele-geçirme regijlasyon<br />

teorilerine yöneltilen diğer bir eleştiri, bu teorilerin politik-ekonomik süreçte<br />

yargının rölü üzerinde fazla durmamasıdır. Başka bir eleştiri, bu teorilerin<br />

regülasyonun daha çok talep tarafı (çıkar grupları) ile ilgilenmesi, politik <strong>ve</strong><br />

regülasyon kurumlarıyla yani arz tarafı ile fazla ilgilenmemesidir.<br />

Öte yandan ele-geçirme teorileri, daha çok reel sektör<br />

regülasyonlarının analizi için kullanılmıştır. Fakat çıkar grup paradigması<br />

zamanla gelişen <strong>ve</strong> büyüyen <strong>finansal</strong> piyasalarca da uygulanmaya<br />

başlanmıştır. PNA yaklaşımının yüksek piyasa başarısızlıkları olasılığından<br />

dolayı yoğun regülasyon^ alanı olarak tanımladığı <strong>finansal</strong> piyasalar, elegeçirme<br />

teorilerinin regülasyon <strong>ve</strong> politik yapılar arasındaki çok katlı<br />

hiyerarşik ilişkiler analizinin eklenmesiyle de daha detaylı incelenme imkanı<br />

bulmuştur. Özellikle <strong>finansal</strong> piyasalardaki hiyerarşik ilişkilerde asimetrik<br />

bilgi yoğun bir şekilde ortaya çıkar. Bu da <strong>finansal</strong> piyasalardaki regülasyon<br />

düzeyini artıran bir faktöre dönüşür.<br />

2.3. Parasal Kontrol<br />

Finansal regülasyonun önemli gerekçelerinden biri, parasal kontrolü<br />

sağlamaktır. Parasal kontrol, üretim <strong>ve</strong> fiyat istikrarı sağlamayı amaçlayan<br />

bir makroekonomik istikrar politikası aracıdır. Özellikle para arzı değişimleri<br />

ile reel üretim <strong>ve</strong> fiyat düzeyindeki değişimler arasındaki korelasyona <strong>ve</strong><br />

nedenselliğe ilişkin ampirik gözlemlerin varlığı, iktisatçılar arasında "parasal<br />

büyüklüklerin reel değişkenleri etkilediği" görüşünün yaygınlaşmasına yol<br />

açtı.<br />

Parasal <strong>ve</strong> reel değişkenler arasındaki bu ilişkinin niteliğine ait<br />

temelde iki farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlardan birincisi, temelini<br />

Friedman'ın attığı parasal görüştür. Parasal görüşe göre, para arzı ile<br />

nominal gelir arasında bir nedensellik ilişkisi vardır. Parasal tabanı kontrol<br />

eden merkez bankası, rezervlerdeki artış yoluyla para arzını değiştirir; bu<br />

da parasal aktarım mekanizrrasıyla nominal gelirde değişmelere neden<br />

olur. Bu yüzden makroekonomik hedefler için parasal tabanın kontrol<br />

edilmesi gerekir. Diğer yaklaşım ise kredi görüşüdür. Bu görüşe göre<br />

ekonomideki makro büyüklükleri, para stoğu değil ekonominin <strong>finansal</strong><br />

kapasitesini ifade eden toplam kredi miktarı belirler. Bankacılık sistemi bu<br />

anlamda ürettiği kredi miktarının büyüklüğü açısından önem kazanır. Kredi<br />

artışları hem parasal tabandaki değişmelerden hem de <strong>finansal</strong> sistemin<br />

yaratabildiği kredi potansiyelinden kaynaklanır. Fakat para arzındaki artışlar<br />

ister parasal tabandan iste." <strong>finansal</strong> sistemin üretebildiği toplam kredi<br />

miktarından kaynaklansın makro değişkenlerin (reel üretim, fiat düzeyi <strong>ve</strong><br />

faiz oranı gibi) kontrol edilmesi, parasal kontrolü sağlayacak araçların bu<br />

doğrultuda düzenlenmeleri ile n':ümkündür.


Zorunlu karşılıklar oranı, parasal otoritenin parasal büyüklükler<br />

üzerindeki kontrolünü artırmak için kullandığı en önemli düzenleme<br />

aracıdır. Zorunlu karşılıklar oranı, kısaca bankaların mevduatlarının belirli<br />

bir oranını merkez bankasında tutma zorunluluğudur. Mevduata uygulanan<br />

bir tür <strong>ve</strong>rgidir. Dolayısıyla her <strong>ve</strong>rgi uygulaması gibi, bu oran etrafında da<br />

etkinlik tartışmaları mevcuttur. Daha yüksek zorunlu karşılık oranları hedef<br />

parasal büyüklük üzerinde daha fazla kontrol anlamına gelse de -<strong>finansal</strong><br />

sistemin ne kadar para yaratacağı büyük oranda zorunlu karşılık oranına<br />

bağlıdır- parasal büyüklükler üzerinde daha fazla <strong>ve</strong>rgi anlamına gelir.<br />

Düşük zorunlu karşılık oranları durumunda ise bankalara yüklenen <strong>ve</strong>rgi<br />

azalsa da parasal kontrol azalır. Kısaca parasal kontrol-zorunlu karşılık<br />

oranı <strong>ve</strong>rgisi ikilemi diyebileceğimiz bu duruma alternatif düzenleme<br />

önerileri geliştirilmiştir. Bu alternatif düzenleme önerileri içinde en radikal<br />

olanları, tamamen <strong>finansal</strong> kontrolü önemseyen bu yüzden de vadesiz<br />

mevduata %100 karşılık oranı <strong>ve</strong>rilmesinin bankacılık sektörünün<br />

yaratacağı parasal dalgalanmaları minimize edeceğini ileri süren görüşle,<br />

bu görüşün tam tersi olan %0 karşılık oranı ile <strong>finansal</strong> sistemin etkinliğini<br />

amaçlayan görüştür. Nispeten daha ılımlı sayılabilecek önerilerden biri,<br />

zorunlu karşılıklara devletin faiz ödemesidir. Böylece hem zorunlu karşılık<br />

oranları istenilen düzeye çekilir, hem de faiz ödemesiyle <strong>ve</strong>rgiden doğan<br />

maliyetler telafi edilir. Fakat bu öneri çok kabul görmemiştir. Çünkü hem bu<br />

uygulamanın parasal kontrolü nasıl etkileyeceği net değildir, hem de<br />

uygulanacak faiz oranı düzeyi tartışmalıdır. Bu ikileme diğer bir çözüm<br />

önerisi ise, zorunlu karşılık oranlarının mevduat sigortası primlerine<br />

dönüştürülmesi olmuştur (Laurent, 1981). Bu metodla hem bankaların<br />

kendileri önemli bir kamu hizmeti olan mevduat sigortasını finanse etmiş<br />

olurlar, hem de merkez bankası parasal kontrolü mevduat sigortası<br />

primleriyle sağlamış olur. Bu öneriye göre aynı zamanda parasal otorite<br />

(merkez bankası) ile mevduat sigortası kurumu birleşeceğinden <strong>finansal</strong><br />

yapıda devletin rolü daha basitleşir<strong>ve</strong> rasyonalleşir.<br />

Parasal kontrol ile ilişkili diğer bir <strong>finansal</strong> regülasyon aracı da<br />

disponibilité oranıdır. Disponibilité oranı kısaca bankaların belirlenen<br />

oranlarda likit aktif tutma zorunluluğudur. Bu düzenleme daha çok banka<br />

hücumlarına <strong>ve</strong> likit şoklarına karş! <strong>finansal</strong> sistemi korumak için alınan bir<br />

tedbirdir. Parasal istikrarı sağlamaya yönelik diğer bir para politikası aracı,<br />

açık piyasa işlemleridir. Para otcritesi emrine formai regülasyon kanalıyla<br />

<strong>ve</strong>nlen açık piyasa işlemleri '/apma yetkisi, <strong>finansal</strong> piyasaların likit düzeyini<br />

ayarlamak için kullanılan bir tür <strong>finansal</strong> müdahale tekniğidir. Açık piyasa<br />

işlemleri, <strong>finansal</strong> sistem içinde oldukça yaygın kullanılan <strong>ve</strong> bir o kadar da<br />

gerekli olduğu düşünülen bir araç olduğundan varlığı etrafından çok<br />

tartışma yapılmayan bir düzenlemedir.


Diğer yandan merkez bankasının bankaları kontrol etmeye dönük<br />

farklı nitelikte regülasyonları devreye sokması, bankaların portföy<br />

kompozisyonlarını değiştirmelerine (farklı risklere sahip aktifler arasında<br />

seçim yapmalarına) neden olabilir. Bu da para politikası araçlarının<br />

etkinliğini azaltır. Finansal sistemin, kendi dinamizmini sınırlayıcı<br />

regülasyonlara karşı geliştirdiği <strong>finansal</strong> yenilikler de parasal büyüklüklerin<br />

kompozisyonunu <strong>ve</strong> büyüklüğünü değiştireceğinden, hedeflenen parasal<br />

sonuçların gerçekleşme olasılığı azalır. Örneğin, yüksek zorunlu karşılık<br />

oranları empoze edilmesi bankaların mevduat dışında diğer <strong>finansal</strong> araçlar<br />

geliştirmesine neden olabilir. Bu da açıktır ki para otoritesinin hedef parasal<br />

büyüklüğü kontrol etmesini güçleştirir. Diğer yandan, <strong>finansal</strong> piyasalardaki<br />

kontroller gibi deregülasyon da <strong>finansal</strong> yenilikleri artıran bir faktördür<br />

(deregülasyon <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> yenilik kavramlarını ilerleyen bölümlerde daha<br />

ayrıntılı bir şekilde göreceğiz). Finansal deregülasyonla birlikte, alternatif<br />

ikame edilebilir aktiflerin artması sonucu para talebinin faiz elastikiyeti<br />

azalır. Bu yüzden de para talebi fonksiyonu istikrarlı <strong>ve</strong> tahmin edilebilir<br />

olmaktan çıkar. Çünkü mevduat faiz oranları çok sayıda diğer ikame<br />

edilebilir aktiflerin getirileriyle birlikte hareket edeceğinden mevduat talebi<br />

faiz değişimlerine karşı çok hassas olmayacaktır. Bu da para politikasının<br />

etkinliğini azaltan bir faktöre dönüşür. Faiz oranlarındaki dalgalanmalara<br />

karşı alternatif korunma imkanları (hedging), yatırım talebinin faiz oranı<br />

duyarlılığını azaltan bir faktöre dönüşür.<br />

Sermaye <strong>ve</strong> faiz kontrollerinin kaldırılması, serbest döviz kurlarının<br />

serbest bırakılması gibi deregülasyon politikalarının -daha liberal<br />

regülasyonlar-; hem faiz oranlarının değişkenliğini hem de sermaye<br />

akımlarının ülkeye giriş <strong>ve</strong> çıkış (miktar <strong>ve</strong> hız)ını artırarak, banka <strong>ve</strong> diğer<br />

<strong>finansal</strong> kurumların kriz <strong>ve</strong> panik yaşama olasılığını artıracağı endişesi<br />

oldukça yaygındır. Merrick <strong>ve</strong> Saunders'e (1985) göre deregülasyon ile<br />

bankacılık sistemi istikrarsızlığı arasında bir paralellik vardır. Örneğin bir<br />

çok ülkede 1980'lerde artan <strong>finansal</strong> deregülasyonlarla birlikte <strong>finansal</strong><br />

istikrarsızlık düzeyinde artış gözlenmiştir. Melitz <strong>ve</strong> Bordes'e (1991) göre<br />

deregülasyon geçiş <strong>sürecinde</strong> parasal kontrolün zor olabileceğini fakat<br />

durağan duruma geçildiğinde -para çarpanı istikrarlı durağan bir hal<br />

aldığından- deregülasyon parasal kontrolü güçleştiren bir unsur olmaktan<br />

çıkar. Fakat Baltensperger <strong>ve</strong> Dermine'e (1987) göre ise parasal otoritenin<br />

parasal tabanı kontrol etmesi parasal kontrol için yeterlidir.<br />

Şimdiye kadar regülasyonun rasyonalitesi başlığı altında belirttiğimiz<br />

tüm nedenler -piyasa başarısızlıkları, politik regülasyon <strong>ve</strong> parasal kontrolülkelerin<br />

makro ekonomik politika tercihlerinin regülasyon yapıları<br />

üzerindeki etkilerinin göz ardı edildiği anlamına gelebilir. Fakat ülkelerin<br />

regülasyon yapılarının oluşumunda piyasa tasarım <strong>ve</strong> dinamiklerinden<br />

kaynaklanan nedenler yanında ülkelerin ekonomik-politik tercihleri de<br />

etkilidir. Örneğin, Japonya'da II.Dünya savaşından sonra genelde tüm


sektörlerin, özelde <strong>finansal</strong> sektörün yoğun bir şekilde regülasyonu, makrostratejik<br />

politikaların ürünü, piyasa-uyumlu müdahale politikalarının bir<br />

sonucudur. Regülasyonlarla, daha çok <strong>finansal</strong> piyasaların istikrarının<br />

koruması <strong>ve</strong> stratejik sektörlere kredi aktarılması amaçlanmıştır. Faiz<br />

oranları uzun süre düşük tutulmuş, uzun dönemli "istikrar" kısa dönemli<br />

"etkinliğe" tercih edilmiş <strong>ve</strong> deregülasyona geçiş tedricen<br />

gerçekleştirilmiştir. Japonya'da regülasyon, bir tür endüstriyel dayanışma<br />

aracı olarak kullanılmış, makro hedefleri gerçekleştirmek <strong>sürecinde</strong> Japon<br />

bürokrasisi, çıkar gruplarının taleplerinden <strong>ve</strong> hükümetlerin<br />

müdahalelerinden kendini koruyabilmiştir. Japonya örneğinde diğer önemli<br />

bir nokta, 1970 <strong>ve</strong> 19801erde başlayan deregülasyon sürecinin içsel<br />

dinamiklerden çok Amerikan taleplerinden kaynaklanmasıdır. Bu da bize<br />

ileride daha detaylı göreceğimiz regülasyon dinamiğinde uluslararası<br />

faktörlerin rolünün globalleşen <strong>finansal</strong> piyasalarda önemini göstermektedir.<br />

Diğer yandan İngiltere'nin, Japonya'nın tersine "rekabet-lehine" regülasyon<br />

politikaları uygulaması, dar anlamda çıkar grupları arasındaki ilişkilerden<br />

<strong>ve</strong>ya piyasa başarısızlıklarından çok tarihsel <strong>ve</strong> politik makroekonomik<br />

mirasıyla ilgilidir (Vogeİ, 1996) .<br />

3. FİNANSAL REGÜLASYONA KARAR VERMEK<br />

Finansal kurumların <strong>ve</strong> piyasaların regüle edilmesinin ardındaki<br />

rasyonaliteyi tartıştıktan sonra bu aşamada regülasyonun düzeyini <strong>ve</strong><br />

biçimini yani optimalitesini tartışacağız.<br />

Bu yüzden de ilk önce bir regülasyondan istenilen sonuçları elde<br />

etmek için etkin <strong>ve</strong> sağlam bir regülasyon çatısı kurmak gerekir. Bunun için<br />

de yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz (Dumez <strong>ve</strong> Jeunemaitre,<br />

1997:7):<br />

(i) Regülasyonun amaçları açık <strong>ve</strong> tutarlı olmalı. Amaçlar<br />

birbiriyle çatışan <strong>ve</strong> iyi tanımlanmamış olursa ortaya<br />

çıkabilecek olası belirsizlikler, etkinsizliklere neden olabilir.<br />

(ii) Regülasyon kararları <strong>ve</strong> dava prosedürleri yargı denetimine<br />

tabi olduğundan, regülatörlerin daha şeffaf <strong>ve</strong> net bir<br />

regülasyon doktrinine sahip olmaları gerekir.<br />

(iii) Regülasyon yapısı içinde regülasyon otoritelerinin yaptırım<br />

güçlerinin açık <strong>ve</strong> net olarak belirlenmesi, <strong>finansal</strong> ajanların<br />

regülasyona uyumunu kolaylaştıracaktır.<br />

(iv) Regülasyon araçları regülasyon amaçlarını gerçekleştirecek<br />

nitelikte olmalıdır.<br />

Bu kriterleh sağlamış regülasyon uygulamaları, optimal kabul<br />

edilebilir. Fakat bu regülasyonların sonuçlan açısından optimal olduğu<br />

anlamına gelmez. Çünkü regülasyonların etkilehni tartışmak için referans<br />

durumlar tanımlanmalıdır. Bunun için başlıca üç kriter kullanılabilir:


Bunlardan birincisi, herhangi bir refah kriter tanımına uygun olarak optimal<br />

çalışan bir endüstrinin sonuçları ile regülasyon sonuçlarını karşılaştırmak.<br />

İkinci olarak, regülasyonun olmadığı yani deregülasyon ortamında ortaya<br />

çıkacak sonucu referans kabul ederek regülasyon etkilerini karşılaştırmak.<br />

Üçüncü <strong>ve</strong> son olarak bir regülasyon setini diğer bir regülasyon setiyle<br />

karşılaştırmak. Tüm bu benchmark tanımlar ampirik çalışmalarla elde<br />

edilen regülasyon etkilerinin analizine <strong>ve</strong> normatif değerlendirmelere imkan<br />

sağlar. Regülasyon uygulamalarının etkinliği hakkında bize etkinlik kriterleri<br />

olarak yardımcı olurlar.<br />

Optimal regülasyon uygulamalarının temel niteklikleri şöyle<br />

sıralanabilir: (a) regülasyon, süreç yönetimli değil, amaç-yönetimli olmalıdır.<br />

Sürekli devingen <strong>finansal</strong> bir yapı içinde dahi bu amaç değişmemeli, neyi<br />

gerçekleştirmeyi amaçladığımız net bir şekilde ortaya konmalıdır; (b)<br />

regülatör amacını etkin bir şekilde <strong>ve</strong> sektöre en az maliyet yükleyecek<br />

şekilde gerçekleştirmelidir. Bunu gerçekleştirmek için de farklı regülasyon<br />

metotları kullanılabilir. Bunlardan biri, piyasa mekanizmasına gü<strong>ve</strong>nmektir.<br />

Eğer piyasa katılımcıları sahip olduğu teşvik <strong>ve</strong> bilgi ile faydalarını<br />

maksimize ederlerken regülasyon amaçları da gerçekleşiyorsa bu durumda<br />

regülasyona ihtiyaç duyulmayacaktır. Eğer bu gerçekleşmiyorsa regülatör<br />

bu amacın gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırmalı; bilgi yeterli<br />

değilse bilgi sağlanmalı, piyasa aksaklıkları varsa bunlar giderilmelidir.<br />

Diğer bir etkin regülasyon metodu regülasyonların teşvik-uyumlu olmasıdır.<br />

Buna göre regülasyonların yasaklayıcı <strong>ve</strong> yasaklayıcı olmayan şeklinde<br />

sınıflandırılması etkin bir yaklaşım değildir. Regülasyonlar <strong>finansal</strong> ajanların<br />

çıkarları ile regülasyon otoritesinin çıkarlarını uyumlu hale getirecek<br />

teşviklere sahip olmalıdır. Son olarak (c) regülasyon dinamikleri aynı<br />

zamanda teknoloji <strong>ve</strong> piyasadaki değişimleri engellemeyen bir esnekliğe<br />

sahip olmalıdır.<br />

Regülasyon otoritesi empoze ettiği regülasyonla ortaya çıkabilecek<br />

maliyetler <strong>ve</strong> faydalar arasında denge kurmak durumundadır. Her<br />

regülasyon yeni maliyetler <strong>ve</strong> faydalar getirir. Örneğin, banka iflaslarını<br />

asgariye çekmek için bankalara riskten arındırılmış likit menkul değerler<br />

(disponibilité değerler) bulundurma zorunluluğu getirilmesi, uzun dönemli<br />

yüksek getirili yatırımların kısılması gibi <strong>finansal</strong> aracılık maliyetlerini artıran<br />

bir sonuç yaratır. Benzer şekilde, bilanço bilgilerinin açıklanmasını şart<br />

koşan bir düzenleme, kamuya daha şeffaf bir bilgi ortamı sunarken, -aynı<br />

zamanda bilginin yayılma etkisinden dolayı bankaları nakit hücumlarına<br />

açık hale getirir. Mevduat sigortası <strong>ve</strong> kredi <strong>ve</strong>ren son merci olarak merkez<br />

bankasının varlığı, banka hücumlarının gerçekleşmesini engelleyen bir<br />

faktör olsa da, ahlaki hsk probleminin doğmasına da neden olur. Tüm bu<br />

örneklerde gördüğümüz, regülasyonların piyasalara yüklediği maliyetlerle<br />

sağladığı faydalar arasındaki farka "regülasyon yükü" denir (Kane, 1987).<br />

Regülatörün amacı bu yükü minimize etmektir. Bu anlamda regülasyonun


düzeyi <strong>ve</strong> formu yani optimalitesi bu amaç etrafında gerçekleşir. Meltzer'e<br />

(1967) göre de düzenlemede esas, düzenlemeden doğan faydaların<br />

maliyetlerinden fazla olmasıdır. Uygulamaya ilişkin gözlemlerinde ise<br />

özellikle bankacılık sistemine getirilen <strong>düzenlemeler</strong>in yarattığı maliyetlerin<br />

faydalarından daha fazla olduğunu belirtir. Bir regülasyon uygulaması, etkin<br />

olduğu kadar, diğer alternatif regülasyon önerilerine tercih edilir de<br />

olmalıdır.<br />

Optimal regülasyon düzeyini belirlemek için hem etkinlik <strong>ve</strong> hem de<br />

/sf/Tcrarunsuriarını dikkate almak gerekir. Finansal etkinlik Pareto-optimalite<br />

çevresinde yapılırken <strong>finansal</strong> istikrar hem bireysel hem de sistemik risk<br />

kavramlan ile analiz edilmektedir. Finansal piyasalarda bazı durumlarda<br />

etkinlik <strong>ve</strong> istikrar arasında birbirinin yerine geçme (trade-off) söz konusu<br />

iken bu genel bir kura! olarak düşünülemez. Bazı durumlarda istikrar <strong>ve</strong><br />

etkinlik birbirini tamamlayan unsuriardır. İstikrar özellikle sistemik riski<br />

azaltarak kaynakların etkin dağılımı için rrr*kan sağlar. Etkinlik <strong>ve</strong> istikrara<br />

ila<strong>ve</strong> olarak optimal regülasyon düzeyinin belirienmesinde <strong>finansal</strong> kesimreel<br />

kesim etkileşimi de dikkate alınmalıdır. Finansal kesim-reel kesim<br />

nedenselliğinin yönü tartışmalı olsa da, bu iki kesimin (değişkenlerinin)<br />

birbirierini etkiledikleri görüşü genelkabul görmektedir. Bu yüzden de<br />

regülatörün amaç fonksiyonu, sadece <strong>finansal</strong> değişkenleri değil (sistemik<br />

risk, <strong>finansal</strong> kırılganlık <strong>ve</strong> banka hücumları gibi) reel değişkenleri de<br />

(büyüme <strong>ve</strong> yatırım gibi) dikkate alarak tasarianmalıdır.<br />

Optimal regülasyon probleminde düşünülmesi gereken diğer bir konu<br />

da regülasyon otoritesinin neyi maksimize etmeyi amaçladığıdır.<br />

Regülatörün, regülasyon amaçlarını açık <strong>ve</strong> uygulanabilir bir şekilde<br />

formüle etmede karşılaştığı zoriuklar vardır. Çoğu <strong>finansal</strong> ajanların kâr<br />

maksimizasyonu gibi tek hedefi varken, kamu otoritesi çeşitli amaçları aynı<br />

anda gerçekleştirmek durumundadır. Örneğin ekonominin etkinliğini<br />

artırmak, gelir dağılımını düzeltmek, ekonomik şoklardan kaçınmak <strong>ve</strong><br />

istikrarı sağlamak gibi. Bu hedeflerin bazıları birbiriyle çatıştığı gibi<br />

bazılarını da gerçekleştirmek oldukça zordur. Örneğin, regülasyon<br />

otoriteleri toplam sosyal refahı mı, yoksa belirii çıkar gruplarının refahını mı<br />

amaç fonksiyonuna dahil edeceklerdir?<br />

Diğer yandan optimalite probleminin temelinde ölçme sorunu vardır.<br />

Net regülasyon yükünü beliriemek için regülasyondan kaynaklanan<br />

faydaların <strong>ve</strong> maliyetlerin ölçülmesi gerekir. Uygulamada ölçme sorunu zor<br />

olmakla biriikte, fayda <strong>ve</strong> maliyetlerin teorik olarak değeriendirilmesi<br />

mümkündür. Genel olarak regülasyon maliyetleri için beş neden<br />

gösterilir(White,1996):


ahlaki risk: Kamu birimleri, regüle ettikleri kişi <strong>ve</strong> kurumlardan daha<br />

fazla bilgiye sahip değildir. Bilgi eksikliğini azaltmayı amaçlayan<br />

<strong>düzenlemeler</strong>, hem bunu gerçekleştirmek için yetersiz kalır, hem de<br />

<strong>finansal</strong> sistemi olumsuz bilgilerin yaratacağı şoklara karşı açık hale<br />

getirirler. Regülasyonlar aynı zamanda <strong>finansal</strong> ajanların davranışlarını<br />

etkileyerek daha fazla risk almalannı teşvik ederler. Bu da ihtiyatlı davranış<br />

standartlarını azaltan bir faktöre dönüşerek sistemik riski artırır<br />

uyum maliyetleri:<br />

maliyetleridir<br />

Yeni <strong>düzenlemeler</strong>e uyumdan kaynaklanan işlem<br />

ekonomik refah kaybı: Regülasyondan dolayı <strong>finansal</strong> . ajanlar<br />

gerçekleştirmek istediklerinden daha az işlem gerçekleştirirler. Böylece,<br />

denge, optimal-altı <strong>finansal</strong> işlem miktarında oluşur<br />

dinamik maliyetler: Bu maliyet türü yukarıda saydığımız statik<br />

maliyetlerden farklı olarak zamana bağlı olarak ortaya çıkan maliyetlerdir.<br />

Finansal ajanların davranışı <strong>ve</strong> performansı, ekonomik şartlarla<br />

<strong>düzenlemeler</strong> arasındaki sistematik ilişki tarafından belirlenir. Bu ilişki<br />

zamanla <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasaların geçtiği dinamik süreçte kendisini<br />

yeniden üretmesini engelleyen bir yapıya dönüşebilir. Çünkü<br />

regülasyonların empoze ettiği faydalar <strong>ve</strong> maliyetler değişen ekonomik<br />

koşullar <strong>ve</strong> ilişkiler sonucu zamanla değişebilir, daha sınırlayıcı olabilirler.<br />

Fakat bu durum, aynı zamanda regülasyonlardan kaçınmak için <strong>finansal</strong><br />

yeniliklerin ortaya çıkışını sağlayan bir etkiye dönüşebilir.<br />

regülasyon sürecinin ele geçirilmesi: Bu da daha çok politik<br />

regülasyon bölümünde de gördüğümüz gibi regülasyon politikalarının bazı<br />

çıkar gruplarını diğerlerine tercih etmesinden kaynaklanan sosyal refah<br />

kayıplarıdır<br />

Regülasyon bir kamu müdahalesi olduğuna göre, regülasyondan<br />

kaynaklanan yukarıdaki maliyetlere kamu başansızlıkları diyebiliriz. Aksak<br />

(imperfect) <strong>ve</strong> eksik (incomplete) <strong>finansal</strong> piyasaların etkinliğini <strong>ve</strong> istikrarını<br />

artırmaya dönük bu müdahaleler, amaçlarını gerçekleştirmede başarısız<br />

olabilirler.<br />

4. FİNANSAL REGÜLASYONUN DİNAMİĞİ<br />

Regülasyon süreçleri <strong>ve</strong> sonuçlan; regülasyondan etkilenen çıkar<br />

gruplarının yapısına, mevcut ekonomik şartlara <strong>ve</strong> farklı çıkar gruplarının<br />

çıkarlarını belirleyen kurumsal yapıya (regülasyon kurumlarının politik, <strong>ve</strong><br />

hukuki yapılarına) bağlıdır. Bu yüzden de regülasyon yapılarının<br />

incelenmesi; <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasaların temel nitelikleri ile bunların<br />

iktisadi davranış <strong>ve</strong> performanslar üzerindeki etkilerini ele almaya yardımcı<br />

80


olacak detaylı dinamik metotlar kullanılmasını gerektirir. Hem ulusal hem de<br />

uluslararası düzlemde regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki ilişkilerin yeniden<br />

üretildiği dinamik sürecin analizi bize zaman tutarlı optimal regülasyon<br />

düzeyini <strong>ve</strong> biçimini belirleme imkanı <strong>ve</strong>rir.<br />

Bu bölümde önce, regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki etkileşim ile<br />

regülasyon araçlarının yarattığı etkileri, daha sonra ise uluslararası<br />

düzlemde farklı regülasyon yapılarının birbirlerine etkilerini ele alacağız.<br />

4. 1. Regülasyon Etkileşimi<br />

Belirli bir dönemde optimal olan bir düzenleme eğer sonraki<br />

dönemlerde sistemik riski artıran <strong>finansal</strong> yeniliklere yol açarsa, orta <strong>ve</strong><br />

uzun dönemde optimal olmaktan çıkar. Regülasyon etkileşiminden dolayı,<br />

optimal dinamik regülasyon tasarımı, <strong>finansal</strong> sistemin etkinliği <strong>ve</strong> istikrarı<br />

açısından oldukça önem kazanır.<br />

Regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki reaksiyon diye<br />

tanımlayabileceğimiz regülasyon etkileşiminin katalizörü ise net regülasyon<br />

yüküdür. Her yeni-regülasyon uyarlaması en azından kısmi olarak regülen<br />

edilen üzerinde dengeleyici reaksiyonlar yaratır. Bu, net regülasyon yükünü<br />

azaltma çabasından kaynaklanmaktadır. Regüle edilen <strong>finansal</strong> ajanlar<br />

regülasyon otoritesinin dayattığı sınırlamalard'an doğan maliyet-getih farkını<br />

yani net regülasyon yükünü minimize etmeye çalışırlar. Bunun için de bu<br />

sınırlamalara tabi olmayan yeni <strong>finansal</strong> enstrümanlar geliştirirler. Regüle<br />

edilenin reaksiyon eğilimlerini gözlemleyen regülatör de yeni regülasyonlar<br />

empoze eder. Bu etkileşim sonucunda, regülasyon yapılarının dengesi<br />

uzun bir zaman <strong>sürecinde</strong> gerçekleşir. Yani oldukça kompleks <strong>ve</strong> dinamik<br />

bir ekonomik^zeminde <strong>finansal</strong> kontratların biçimi <strong>ve</strong> regülasyonu sürekli<br />

optimal kalamaz. Dinamik etkinlik bu anlamda katı, değişmez regülasyon<br />

sınırlamaları yerine, daha esnek <strong>ve</strong> duruma-uygun regülasyonlar gerektirir.<br />

Diğer yandan <strong>finansal</strong> dinamizim süreci içinde sadece regülasyon<br />

otoriteleri ile regüle edilen ajanlar arasındaki etkileşim değil, aynı zamanda<br />

farklı regülasyon otoriteleri arasındaki etkileşim de oldukça önemlidir.<br />

Kane'e (1984) göre uzun dönemde <strong>finansal</strong> regülatörler arasındaki rekabet<br />

regülasyon yükünü azaltarak, regülasyon hizmetlerinin üretimindeki<br />

etkinliğini artırır. Regülasyon kurumlarının regüle ettikleri alanların<br />

örtüşmesinden dolayı, kısa dönemli maliyetler ortaya çıkabilir. Fakat<br />

rekabetin gizli eli uzun dönemde dinamik <strong>ve</strong> evrimci optimaliteyi artıran bir<br />

yapıya da dönüşebilir. Yapılan bir çalışmaya göre (AIbrecht, Bronfman <strong>ve</strong><br />

Messenheimer,1996), ikame malların bulunduğu piyasaların regülatörleri<br />

arasındaki rekabet, etkinliği arfırırken, böyle bir rekabet, tamamlayıcı<br />

piyasaların etkinliğini azaltan bir faktöre dönüşür. Tamamlayıcı piyasaların<br />

regülatörleri arasındaki işbirliği ise, etkinliği artırırken ikame piyasaların


egülatörleri arasındaki işbirliği etkinliği azaltır. Kısaca bu çalışmaya göre<br />

optimal regülasyon yapısı regülatörlerin eğilimlerine (işbirliği <strong>ve</strong> rekabet) <strong>ve</strong><br />

piyasaların tamamlayıcı <strong>ve</strong> ikame olma derecelerine bağlı olacaktır.<br />

Levich (1998:365-384)' de regülasyonun <strong>finansal</strong> piyasalar üzerindeki<br />

dinamik etkilerini analiz etmek için üç <strong>finansal</strong> piyasa katılımcısından biri<br />

olan kural koyan <strong>ve</strong> işlemleri denetleyen regülasyon otoritelerinin (diğer<br />

ikisi <strong>finansal</strong> hizmet talebinde bulunan birey <strong>ve</strong> kurumlar, <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> hizmet<br />

arz eden kurumlar) kendi aralarındaki ilişkilerin önemli olduğunu belirtir. Bir<br />

regülatörün koyduğu sınırlamaya <strong>finansal</strong> ajanlar yeni <strong>finansal</strong> ürünler<br />

üreterek <strong>ve</strong>ya sınırlamaların olmadığı diğer alanlara kayarak tepki<br />

gösterirler. Bu yüzden regülatör kendi alanında işlemlerin azalmasıyla karşı<br />

karşıya kalır. Örneğin sınırlamalar <strong>ve</strong> işlem maliyetleri futures, options, <strong>ve</strong><br />

swaps piyasalarını kısıtlarsa bu durumda banka kredilerinin <strong>ve</strong>ya tahvillerin<br />

future-gibi, option-gibi <strong>ve</strong>ya swap-gibi olmalarına neden olabilir. Oluşan bu<br />

yenilikliklerle regülatörün regülasyon alanı daralır. Fakat eğer regülatörler<br />

<strong>finansal</strong> kullanıcıların sahip oldukları eğilimleri kavrar <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>i<br />

değişen şartlara adapte ederse kaybettikleri regülasyon alanlarını yeniden<br />

kazanabilirler <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> yenilikleri kendi regülasyon alanları içinde<br />

tutabilirler. Bu da regülatörlerin rekabetçi piyasa zemininde pasif unsurlar<br />

değil, aynı zamanda rekabetçi diğer güçleri de etkileyen aktif bir yapıya<br />

sahip olmaları gerektiği anlamına gelir. Böylece regülasyon otoriteleri<br />

arasındaki rekabet, <strong>finansal</strong> kullanıcıların yararına kural <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>in<br />

arz edilmesini <strong>ve</strong> aynı zamanda regülatörün empoze edebileceği<br />

regülasyon yükünü de sınırlayan bir faktördür. Farklı regülasyon<br />

kurumlarının varlığı <strong>ve</strong> aralarındaki rekabet, önemli faydalar sağlamakla<br />

birlikte gereksiz <strong>ve</strong> tutarsız işlem <strong>ve</strong> sonuçlara da yol açabilir. Bu yüzden<br />

de farklı adlarda oluşturulmuş olan bu kurumların birleştihimesi gerektiği<br />

görüşü öne sürülür. Fakat bu görüş daha çok yetki alanlarını artırma<br />

kaygıları olan politika yapıcılarına aittir. Ancak akademisyenler arasındaki<br />

yaygın kanıya göre, çoklu regülasyon yapılarının aralarındaki rekabet, kısa<br />

dönemde maliyetleri yükseltse de uzun dönemde piyasa katılımcılarının<br />

yararına olabilecek seçimler üretecektir.<br />

Şu ana kadar <strong>finansal</strong> yeniliklerin temel belirleyici unsurunun<br />

"regülasyondan kaçınmak" davranışı olduğunu belirttik. Fakat <strong>finansal</strong><br />

yeniliklerin regülasyon dışında bir çok nedenden dolayı gelişme<br />

potansiyeline sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Bunlardan biri teknolojik<br />

gelişmedir. Özellikle telekomünikasyon alanındaki yeni gelişmeler işlem<br />

maliyetlerinde önemli oranda bir azalma sağlamıştır. Bu da daha ucuz<br />

işlem maliyetli yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />

Finansal yeniliklerin gelişmesinde diğer bir neden de başarısız ekonomi<br />

politikalarının varlığıdır. Bu sebepten kaynaklanan <strong>finansal</strong> yenilikler<br />

özellikle makroekonomik zeminde önemli sorunların yaşandığı dönemlerde<br />

gelişmiştir. Özellikle 1970'li yıllarda bir çok ülkede yaşanan yüksek


enflasyon oranları, değişken faiz oranları <strong>ve</strong> döviz kurları, <strong>ve</strong> artan<br />

oranlarda işsizlik gibi iktisadi karar alma <strong>sürecinde</strong> belirsizlik yaratan bu<br />

olumsuz gelişmelerden korunmak çabası, risk transferi <strong>ve</strong> risk dağılımını<br />

sağlayan futures <strong>ve</strong> optionlar araç <strong>ve</strong> piyasalarının ortaya çıkmasına yol<br />

açmıştır.<br />

Diğer yandan gelişen <strong>finansal</strong> yeniliklerin istenilir bir şey olup olmadığı<br />

ya da hangi düzeyde <strong>finansal</strong> yenilik olması gerektiği tartışmaları da<br />

önemlidir. Bazı ekonomistlere göre, <strong>finansal</strong> yenilikler <strong>finansal</strong> sistemdeki<br />

toplam riski artırmıştır. Risk artışı, yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin daha kompleks<br />

yapılarından <strong>ve</strong> yeterince test edilmemiş olmalarından kaynaklanmaktadır.<br />

Yeni <strong>finansal</strong> araçların büyük bir kısmının bilançolarda görülmemesinden<br />

dolayı denetimden kolayca kaçmaları, sistemik riski artıran bir diğer sebep<br />

olarak göstehlir. Ancak genelde iktisatçıların, yeni <strong>finansal</strong> ürünleh <strong>finansal</strong><br />

sistem için istikrarsızlık unsuru olarak görmediklerini bunların mevcut riski<br />

artırmayıp onu sadece alınır-satılır kıldığını savunduklarını söyleyebiliriz.<br />

Bu yolla da olası risklerden korunmanın araçları geliştirilmiş olur.<br />

Ulusal <strong>ve</strong> uluslararası düzlemde <strong>finansal</strong> yenilikler <strong>ve</strong> deregülasyon -<br />

regülasyon kurallarının gevşemesi, daha az sınırlamalar içermesi- ile<br />

birlikte sistemik riskin arttığı şeklinde kanıların yaygınlaşması reregülasyon<br />

kavramının gelişmesine neden oldu. Kane'e (1987) göre reregülasyon,<br />

mevcut <strong>ve</strong>ya devralınan regülasyon yapılarının yeniden değişen şartlara<br />

uyarlanmasıdır. 1980'lerden itibaren ulusal <strong>ve</strong> uluslararası anlamda <strong>finansal</strong><br />

hizmetler üzerindeki sınırlamalar dünya ölçeğinde hızlı bir şekilde ortadan<br />

kalkmaya başlamıştır. Reregülasyon kavramı gelişen regülasyon<br />

tepkilerinin yerine kullanılabilecek genel bir tanımdır. Fakat genel kanı<br />

reregülasyonun deregülasyonun karşıtı olduğu şeklindedir. Eğer regülatör<br />

bir sınırlamayı esnetirse bu deregülasyon, fakat eğer sonuçtan hoşlanmaz<br />

<strong>ve</strong> bir sınırlama eklerse bu reregülasyondur. Kane de regülasyon<br />

ayarlamalarının bir kurallar kümesini sıklaştırırken, diğer alt kuralları<br />

esnetebileceğini belirtir. Yani pür anlamda deregülasyondan söz etmek zor<br />

olabilir. Bu yüzden regülasyon uyarlaması genel terimini kullanarak net<br />

regülasyon yükünü azaltan <strong>düzenlemeler</strong>i deregülasyon, artıranları ise<br />

reregülasyon olarak tanımlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.<br />

Örneğin, bankaların faiz oranı tavanı koyması reregülasyon, buna tepki<br />

olarak ortaya çıkan <strong>finansal</strong> kurumlar <strong>finansal</strong> yenilik, bu yeni <strong>finansal</strong><br />

kurumları kontrol etme çabalarından doğan yeni <strong>düzenlemeler</strong><br />

reregülasyon, bu <strong>düzenlemeler</strong>in de değişen koşullardan -teknolojik<br />

ilerlemeler <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> globalleşme gibi- dolayı etkinliğini yitirmesinden<br />

dolayı ya kaldırılması ya da sınırlamalarının azaltılması deregülasyon<br />

olacaktır. Amerika'da ticari bankalarla yatırım bankaları arasındaki katı<br />

ayrım bu sınırlamaları aşmak için yeni kurumsal yapılanmalar geliştirirken<br />

Almanya'da böyle bir sınırlama olmadığı için -üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık geçerlibenzer<br />

yenilikler gözlenmemiştir.


Piyasalar geliştikçe uygun regülasyon düzeyi de değişir. Bu da<br />

regülatörün ince-ayar regülasyonu ile düzenlediği piyasanın çalışma<br />

mekanizmaları hakkında doğru bilgiyi sürekli sağlamasıyla mümkün olur.<br />

Fakat regülatör bilgiyi piyasadan sonra elde eder. Yani regüle edenle edilen<br />

arasındaki bilgi akışında bir gecikme problemi oluşur. Bu gecikmenin<br />

büyüklüğü de regülasyon kurumlarının piyasa katılımcılarından doğru bilgi<br />

elde etme yeteneğine <strong>ve</strong> imkanlarına bağlıdır. Fakat şu da bir gerçek ki<br />

regülasyonla, ondan kaçınma arasındaki gecikme, ortalama olarak kaçınma<br />

ile reregülasyon arasındaki gecikmeden daha kısadır. Çünkü regülasyon<br />

sonrası <strong>finansal</strong> ajanların tepkileri daha kısa bir sürede gerçekleşirken bu<br />

tepkilerin kontrolü için devreye konan yeni <strong>düzenlemeler</strong> ise ancak tepkiler<br />

regülatöre ulaştıktan sonra gerçekleşebilir. Bu da ilk durumdan daha uzun<br />

bir süredir.<br />

4. 2. Uluslararası Regülasyon<br />

Ülkeler arasındaki karşılıklı-bağımlılıklar geçen yarım yüzyılda önemli<br />

ölçüde artmıştır. Örneğin, endüstriyel ülkelerin üretim değeri 1964 ile 1992<br />

arasında yılda ortalama olarak %9 oranında, ihraç ettikleri ürünlerin değen<br />

%12 oranında artarken bu ülkeler arasında kredi miktarı %23 oranında<br />

artmıştır (Herring <strong>ve</strong> Utan, 1987:xvii). Bu rakamlar artan uluslararası<br />

<strong>finansal</strong> bağımlılığın önemli bir göstergesidir. 1990'larda da süren bu<br />

gelişme trendi, <strong>finansal</strong> sektörü en hızlı <strong>ve</strong> en fazla globalleşen bir sektör<br />

olarak ön plana çıkarmıştır.<br />

Uluslararası <strong>finansal</strong> işlemlerin önündeki engellerin kaldırılması,<br />

uluslararası ticarete görece, daha yeni bir durumdur. Engellerin ortadan<br />

kalkmasının, bir başka ifade ile uluslararası <strong>finansal</strong> entegrasyon<br />

olgusunun ortaya çıkışının, iki temel nedeninden söz edebiliriz: globalleşme<br />

<strong>ve</strong> deregülasyon. Birbirlerini de önemli oranda etkileyen bu iki gelişme, son<br />

yıllarda uluslararası <strong>finansal</strong> gelişme trendinin yapısını belirlemiştir. 1980<br />

<strong>ve</strong> 1990'larda telekomünikasyon alanında meydana gelen hızlı gelişmeler,<br />

<strong>finansal</strong> piyasalardaki değişimlerle yakından ilgilidir. Elektronik data işleme<br />

<strong>ve</strong> telekomünikasyondaki hızlı ilerlemeler işlem <strong>ve</strong> bilgi maliyetlerini<br />

azaltmış, <strong>finansal</strong> kurumların maliyet yapılarını değiştirmiş <strong>ve</strong> arbitraj<br />

kolaylığı sağlamıştır. Teknolojik gelişmelerin ivme kazandırdığı globalleşme<br />

ile birlikte ulusal hükümetlerin, global <strong>finansal</strong> ajanların davranışlarını<br />

kontrol etmeleri güçleşmiştir. Zaman içinde fiili deregülasyonlar oluşmuştur.<br />

Ulusal regülatörlerin, kendi yasama alanı dışındaki piyasalarda alman<br />

kararlarla belirlenen döviz kurları <strong>ve</strong> faiz oranı gibi değişkenler üzerindeki<br />

otoriteleri giderek azalmıştır.-Teknolojik gelişmelerin de ivme kazandırdığı<br />

globalleşme ile birlikte ulusal hükümetlerin global <strong>finansal</strong> ajanların<br />

davranışlarını kontrol etmeleri güçleşmiştir. Bu yüzden de ulusal<br />

regülatörler <strong>finansal</strong> sınırlamaları kaldırarak global düzlemde rekabetçi bir<br />

<strong>finansal</strong> yapının oluşmasına katkıda bulunma durumunda kalmışlardır.


Finansal globalleşme trendi, ülkelerin artan oranda deregülasyon<br />

uygulamalan ile daha da hızlanmış, <strong>finansal</strong> şirketlerin hareket alanını<br />

genişletmiştir. Öte yandan genel liberalleşme politikalan da bu süreci<br />

hızlandırmış, piyasaların liberalleştihimesinin büyümeyi hızlandıracağı<br />

görüşü yaygınlık kazanmıştır. Mc Kinnon (1973) <strong>ve</strong> Shaw (1973) da<br />

<strong>finansal</strong> baskının, tasarrufları teşvik etmediğini <strong>ve</strong> kaynak dağılımını<br />

olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Böylece daha liberal <strong>finansal</strong> sistemler<br />

başarılı büyüme stratejisinin önemli bir ayağı olarak düşünülmüştür.<br />

Finansal deregülasyonu bu anlamda piyasaların hükümetler üzerindeki<br />

zaferi olarak düşünebiliriz.<br />

Uluslararası deregülasyon sürecinin temel değişkenlerini, çıkar<br />

gruplarının rolü ile açıklayan yaklaşımlar da mevcuttur. Bu yaklaşıma göre<br />

deregülasyonun biçimini <strong>ve</strong> düzeyini politikacılar-regülatörler-regüle<br />

edilenler arasındaki ilişkilerin yapısı belirler. Vogel (1996) de piyasa<br />

güçlerinin <strong>ve</strong> çıkar gruplarının baskılarına inanmakla beraber, ulusal<br />

regülasyon alanındaki gelişmelerde -deregülasyon gibi- bir yapı <strong>ve</strong> aktör<br />

olarak tanımladığı devletin de etkin rolü olduğunu savunur.<br />

Önemli bir diğer gelişme de, globalleşen <strong>finansal</strong> piyasaların,<br />

beraberinde getirdikleri sorunları da globalleştirmeleridir: Global <strong>finansal</strong><br />

piyasalar, 1971'de çöken Bretton VVoods sistemi sonrası oluşan yüksek faiz<br />

<strong>ve</strong> döviz kuru volatilitesi, teknolojinin <strong>ve</strong>rdiği imkanlarla hızlı bir şekilde ülke<br />

değiştiren yüksek miktarlarda sermaye hareketlen <strong>ve</strong> daha liberal<br />

bankacılık sistemiyle ülkeleri dışsal şoklara daha açık hale getirmiştir. 1974<br />

yılında Almanya'da Herstatt bankasının iflası,. 1982 yılında uluslararası<br />

bankacılık sisteminin gelişmekte olan ülkelere <strong>ve</strong>rdikleri kredilerin geri<br />

ödenmemesiyle oluşan <strong>finansal</strong> kriz, 1994'de Meksika'da başlayan Peso<br />

kriziyle tecquila etkisi de denilen özellikle Arjantin <strong>ve</strong> Brezilya'ya yayılan<br />

<strong>finansal</strong> kriz, 1997'de Uzak Doğu'da aktif fiatlarının hızlı düşüşü <strong>ve</strong> büyük<br />

devalüasyonlarla başlayan <strong>finansal</strong> krizin diğer ülkelere de hızlı bir şekilde<br />

yayılması <strong>ve</strong> nihayetinde Rusya <strong>ve</strong> Türkiye <strong>krizler</strong>i, global <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>i<br />

önleyici <strong>ve</strong> koruyucu mekanizmalar içeren gü<strong>ve</strong>nlik ağları <strong>düzenlemeler</strong>inin<br />

yapılması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşmasına neden olmuştur.<br />

Finansal piyasaların uluslararası boyut kazanması; bankacılık, menkul<br />

kıymet işlemleri <strong>ve</strong> diğer <strong>finansal</strong> hizmetlere ait etkin ulusal regülasyonların,<br />

diğer ülkelerdeki regülasyon düzey ya da <strong>ve</strong> biçimlerinden bağımsız olarak<br />

yürütülemeyeceğini göstermiş <strong>ve</strong> bir ölçüde ulusal <strong>finansal</strong> sistemler, global<br />

sistemin alt kümelen haline dönüşmüştür. Tasarruf sahiplerinin <strong>ve</strong><br />

yatırımcıların sermayeleri, ulusal sınırları hızlı bir şekilde aşan bir yapıya<br />

dönüşmüştür. Ancak <strong>finansal</strong> rejimler, daha çok <strong>finansal</strong> piyasaların ulusal<br />

olduğu dönemlerde tasarlandıkları için uluslararası <strong>finansal</strong> akımları <strong>ve</strong><br />

fonksiyonları başlangıçta yeferince dikkate almamışlardır. Uluslararası<br />

regülasyon, zamanla, sadece akademik bir çaba olmaktan çıkıp


uluslararası reel bir koordinasyon politikasına dönüşmüştür Örneğin, 1988<br />

yılında G-10 ülkeleri arasında bankaların uluslararası sermaye yeterlilikleri<br />

Basle Antlaşmasıyla tespit edilmiştir. Bu anlaşmayla uluslararası bankacılık<br />

sisteminin istikrarını <strong>ve</strong> sağlamlılığını korumak için, bankalara minimum<br />

sermaye yeterlilik oranı şartı getirilmiştir. Böylece bankacılık sisteminin<br />

çökme riskinin <strong>ve</strong> bu riskin etki alanının azaltılması için üye ülkelerin<br />

bankaları arasında sermaye yeterlilik oranlarının aynı olması <strong>ve</strong> bankaların<br />

risk profilini yansıtacak sermaye yeterlilik standartlan getirilmesi<br />

amaçlanmıştır. Gelişmiş ülkeler arasında yapılan diğer bir düzenleme çatısı<br />

Menkul Kıymet Komisyonlarının Uluslararası Organizasyonu (lOSCO) 'dur.<br />

Bu organizasyonun getirdiği <strong>düzenlemeler</strong>le menkul kıymet ihraç eden<br />

firmalara belirli sermaye yeterlilik oranları getihlir. Aynca 1993'de Avrupa<br />

Birliğinin yayınladığı Sermaye Yeterlilik Direktifi ile de menkul kıymet ihraç<br />

eden firmalara ortak yeni standartlar getirildi.<br />

Uzak Doğuda başlayan son <strong>finansal</strong> krizle birlikte, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in<br />

ulusal sınırlara hapsedilemeyeceği görülmüştür. Uluslararası <strong>finansal</strong><br />

entegrasyon, ulusal sınırları anlamsızlaştırmıştır. Bu yüzden de uluslararası<br />

işbirliği mekanizmaları daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmış,<br />

sistemik istikran sağlamaya dönük global işbirlikçi stratejik regülasyonlann<br />

herkes için refah kazançları sağlayabileceği düşüncesi daha da yaygınlık<br />

kazanmıştır. White (1996) uluslararası işbirliğinin, uyumlaştırmadan<br />

başlayıp, rekabet etmeye kadar giden bir yelpaze içinde alternatifleri<br />

olduğunu belirtir. Yani ülkeler arasındaki koordinasyon düzeylerine bağlı<br />

olarak uluslararası <strong>düzenlemeler</strong>e gidilebilir. Uyumlaştırma regülasyonları<br />

dört temel fayda sağlar: (i) uyumlaştırma sürecinin kendisi, koruyucu ulusal<br />

regülasyonları esnetir (ii) uyumlaştırma süreci uluslararası düzlemde<br />

<strong>finansal</strong> faaliyetlerle uğraşanlann işlem maliyetlehni, farklı ulusal kural <strong>ve</strong><br />

prosedürleri tek-tipleştirerek <strong>ve</strong> basitleştirerek azaltır (iii) piyasa<br />

başarısızlığını azaltmak için geliştirilen spesifik ulusal regülasyönlar<br />

yurtdışına kaçacak <strong>finansal</strong> işlemlerden dolayı etkinsizleşir (iv) regülasyon<br />

sürecinin ele geçirilmesi güçleşir. Bu gerekçelerden hareketle, ulusal<br />

regülasyon alanlarının daraltılarak daha büyük ölçekte uyumlaştırılmış<br />

uluslararası regülasyon alanlannın oluşması, bir çok kolaylıklar<br />

sağlayacaktır. Ancak uluslararası uyumlaştırıcı düzenleme stratejisinin, bu<br />

avantajlarının yanında bir takım dezavantajları da vardır. Bunlardan biri,<br />

yerel yani ulusal sorunlara karşı duyarsız olması <strong>ve</strong> bu tür uluslararası<br />

<strong>düzenlemeler</strong>in değişmesinin daha güç olması. Diğer bir dezavantaj, ulusal<br />

regülasyon rejimleri arasındaki rekabeti azaltarak bir tür kartel anlaşmasına<br />

dönüşmesidir. Burada da her kartel anlaşmasının karşılaştığı sorunla<br />

karşılarız: kartel üyelerinin hile yapması. Bunun için de tavsiye edilen güçlü,<br />

politik <strong>ve</strong> etik bağlılıklar içeren bir regülasyon uyumlaştırma anlaşmasının<br />

ortaya çıkmasıdır.


Kane (1987) daha önce belirttiğimiz gibi farklı ulusal regülasyonların<br />

tekrarlı <strong>ve</strong> örtüşen yapılarına statik bakış açısıyla bakıldığında etkinsiz<br />

görülebileceğini, fakat regüle eden ile edilenlerin adaptif çabalarından<br />

kaynaklanan arbitrajlar için dinamik avantajlar sağladığını belirtir. Örtüşen<br />

regülasyon yasama alanlan içinde rekebet eden ulusal <strong>ve</strong>ya daha yerel<br />

regülatörler benzer problemleri tecrübe ile test ederek alternatif çabaların<br />

oluşumuna katkıda bulunurlar. Bu da uzun dönemde etkinliği sağlar. Ulusal<br />

<strong>finansal</strong> <strong>düzenlemeler</strong>, diğer ulusal regülatörlerin yapılarını da dikkate alan<br />

<strong>ve</strong> etkinlik artırıcı bir rekabet ortamı içinde bugüne <strong>ve</strong> yarına ait piyasa<br />

dinamiklerini de içerecek bir yapıda olacaktır. Çok sayıda hükümetin <strong>ve</strong><br />

regülasyon otoritesinin olduğu açık <strong>ve</strong> rekabetçi uluslararası bir platformda<br />

<strong>finansal</strong> firmalar, karşılaştıkları net regülasyon yüklerini azaltabilecek<br />

<strong>ve</strong>rimli bir alana sahip olurlar. Ulusal regülasyon otoriteleri de regülasyon<br />

alanlarını korumak <strong>ve</strong>ya yeniden ele geçirmek için net regülasyon yükü<br />

temelinde rekabet ederler. Finansal hizmetlerdeki uluslararası rekabetin<br />

etkilerini <strong>ve</strong> rekabetin hangi temelde ilerleyeceğini tahmin etmek için bir<br />

referans noktasına ihtiyacımız var: Bu da, <strong>finansal</strong> kurumların uluslararası<br />

piyasalara giriş maliyetlerinin, döviz alım-satım maliyetlerinin, bankacılık<br />

hizmetlerinin dünyaya sunma maliyetlerinin <strong>ve</strong> politik riskin (so<strong>ve</strong>reign risk)<br />

olmadığı, uluslararası <strong>finansal</strong> piyasaların tam entegre olduğu bir<br />

durumdur. Böyle bir durumda <strong>finansal</strong> faaliyetleri yönlendiren tek kıstas, net<br />

regülasyon yükü olacaktır. Uluslararası <strong>finansal</strong> piyasalarda net regülasyon<br />

yükü farklılıklarından kaynaklanan bir rekabetçi denge durumu oluşacaktır.<br />

Ulusal regülatörler net regülasyon yükünü yüksek tutarlarsa piyasa<br />

paylarını diğerlerine kaptırma riski ile karşılaşırlar; düşük tutmaları<br />

durumunda ise regüle edilmeyen aktivitelerden doğan kayıplar dolayısıyla<br />

gelir kaybetme riski ile karşılacaklardır. Eurobond, eurocurrency <strong>ve</strong> offshore<br />

piyasaların varlığı bu anlamda ulusal regülatörleri daha dikkatli<br />

olmaya itmektedir. Regülasyon arbitrajından kaynaklanan ulusal<br />

regülatörler arasındaki bu rekabet, ortak <strong>ve</strong> sürdürülebilir bir net<br />

regülasyon yükünün oluşması için ortak <strong>düzenlemeler</strong>i teşvik eder. Yani net<br />

regülasyon yükünün eşitlenme süreci başlayacaktır. Fakat bu regülasyonun<br />

eşitlenmesi anlamına gelmiyor. Richard Levich <strong>ve</strong> Ingo VValker'e (Levich,<br />

1998:614) göre uzun dönem regülasyon dengesi pozitif net regülasyon<br />

yükü ile sürdü^'ülecektir.<br />

Diğer yandan uluslararası piyasalarda işbirlikçi <strong>düzenlemeler</strong>in<br />

yapılmasını engelleyen sorunlardan biri de "mahkumlar çıkmazı" sorunudur.<br />

Mahkumlar çıkmazı problemi, kısaca tüm ulusal regülatörlerin birlikte<br />

hareket etmeleri durumunda refah düzeyleri daha yüksek olabilecekken<br />

ulusal regülasyonlarını manipule ederek diğer ulusal regülatörlerin <strong>finansal</strong><br />

regülasyon alanlarını kazanmak çabalarından doğar. Bu şekildeki<br />

uluslararası regülasyon rekabeti, global <strong>finansal</strong> sistemi daha riskli hale<br />

getirir. Fakat bu tehditten hareketle uluslararası regülasyon<br />

uyumlaştırmasının her ülke için iyi olacağı sonucunu çıkarmak zordur.


Çünkü ülkelerin farklı <strong>finansal</strong> yapıları <strong>ve</strong> bu farklı yapıların hangi<br />

stratejilerin gerçekleştirilmesi için yönlendirildiği farklılık gösterir.<br />

Regülasyon arbitrajı, çağdaş uluslararası <strong>finansal</strong> sistemin en güçlü özelliği<br />

olmasına rağmen, ulusal "regülasyon mahkumları" gönüllü olarak işbirliğini<br />

tercih etmediklerinden dolayı, nispeten az sayıda mahkumlar çıkmazı<br />

durumu oluşacaktır. Fakat eğer regülasyon arbitrajı imkanlarının varlığı,<br />

oluşturacağı rekabet ile önleyici <strong>ve</strong> koruyucu <strong>düzenlemeler</strong>i aşağı çekerse,<br />

bu durum global <strong>finansal</strong> sistemi tehdit eden sistemik riskin artması<br />

anlamına gelebilir.<br />

Diğer yandan bazı iktisatçılara göre regülasyon piyasası "giriş-çıkışı<br />

kolay" (contestable) bir piyasadır Yani ulusal regülatörler diğer ulusal<br />

regülatörlerin teklif ettiği <strong>ve</strong>ya teklif etmeyle tehdit ettiği kuralların<strong>düzenlemeler</strong>in<br />

varlığıyla karşı karşıyadır Bu reel <strong>ve</strong> potansiyel rekabet,<br />

<strong>finansal</strong> regülatörlerin daha optimal regülasyon alanları aramalarına neden<br />

olur. Böylece ulusal regülasyon yapılarının tekelleşmesinden doğabilecek<br />

olası etkinsizlikler, potansiyel rakiplerin varlığından dolayı ortadan kalkar<br />

Fakat <strong>finansal</strong> regülasyon hizmetleri piyasasından çıkış maliyetleri oldukça<br />

yüksektir Bu yüzden de ulusal regülatörlerin piyasalardan çekilmeleri<br />

düşünülemez. Finansal piyasalardan çekilmek yehne optimal reregülasyon<br />

politikaları ile kendini yeniden üretme imkanı yaratır Fakat regülasyon<br />

gecikmeleri kaçınma gecikmelerinden daha uzun olacağından -regüle<br />

edilenler daha optimal regülasyon alanı bulmakta daha hızlıdır- pazar<br />

paylarını kaybetmemek için daha hızlı <strong>ve</strong> yerinde davranmak<br />

durumundadır. Çünkü piyasa payları regülasyon gecikmesinin uzunluğuna<br />

bağlı olacaktır.<br />

1997'nin ikinci yarısında başlayan Asya <strong>finansal</strong> krizinde de görüldü<br />

ki, uluslararası <strong>finansal</strong> entegrasyonla birlikte, dışsallıkların etki alanı<br />

genişleyip uluslararası alana taşınmıştır Özellikle uluslararası düzeyde<br />

bankalararası piyasalar <strong>ve</strong> yüksek hacimli kısa dönemli sermaye akımları<br />

bu krizi derinleştirmiştir Spekülatif motiflerle bir ülkeden diğerine çok hızlı<br />

bir şekilde hareket eden sıcak para, global ekonomi için ciddi anlamda bir<br />

tehdit oluşturmaya başlamıştır Anlık olumsuz haberlerin yayılmasıyla<br />

ülkeleri terkeden kısa vadeli dış sermaye, <strong>finansal</strong> aktiflerin değerini çok<br />

süratli şekilde düşürerek ulusal ekonomileri enkaza dönüştürebilmededir<br />

Bu ülkelerdeki olumsuzluklar da reel <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> entegrasyonun yarattığı<br />

negatif dışsallıklarla diğer ülkelere yayılabilmektedir Bu gelişmeler,<br />

spekülatif amaçlı sıcak paranın böylesine çok hızlı <strong>ve</strong> yüksek miktarlarda<br />

hareket etmesini engellemek gerektiği konusunda ciddi tartışmalar<br />

başlatmıştır. Örneğin, kısa vadeli sermaye hareketlerine, belirli bir oranda<br />

<strong>ve</strong>rgi konulmasının (Tobin <strong>ve</strong>rgisi) (Tobin tax) spekülatif amaçlı sermayenin<br />

hareketini önleyeceği savunulmuş <strong>ve</strong> bu tür bir uygulama Şili'de 1991-1993<br />

yılları arasında uygulanmıştır Fakat henüz reel bir <strong>finansal</strong> düzenleme<br />

politikası olarak açıkça kabul görmemiştir Asya krizi ile birlikte ortaya çıkan


diğer bir önemli sorun, krizin bu ülkelerin makroekonomik değişkenlerinden<br />

çok mikroekonomik yapılarından kaynaklandığı görüşüdür: Bölge ülkelerinin<br />

bankacılık sistemlerinin yeterii bilgi sunan bir şeffaflıktan uzak olması, bilgi<br />

sunmayı zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong>in yetersizliği <strong>ve</strong> fiilen de<br />

<strong>düzenlemeler</strong>e uyulmaması krizde önemli rol oynamıştır (Singh,1998). Bu<br />

nedenle, <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasalann risk yapılanna ait bilgilerin<br />

açıklanması ya da yayımlanmasına ilişkin <strong>düzenlemeler</strong>in gerekliliği önem<br />

kazanmıştır.


5. SONUÇ<br />

1970'lerdeki yoğun regülasyon <strong>ve</strong> 1980'lerdeki deregülasyon<br />

uygulamalarının ardından, 1990'ların sonlarında meydana gelen global<br />

<strong>finansal</strong> krizle birlikte, regülasyon tartışmaları hem teorik düzeyde hem de<br />

uygulama düzeyinde tekrardan yoğunluk kazandı. Artan <strong>finansal</strong><br />

entegrasyonla birlikte potansiyel negatif dışsalllıkların artmış olması, ulusal<br />

piyasaların yanında uluslararası piyasaların da etkinlik <strong>ve</strong> istikrar kriterleri<br />

etrafında yeniden düzenlenmeleri gerektiği görüşünün genel kabul<br />

görmesine yol açtı. Böylece <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesi,<br />

optimalitesi, <strong>ve</strong> dinamiği uluslararası bir boyut kazanmış oldu.<br />

Oysa <strong>finansal</strong> piyasalar, bir yandan iktisat teorisinde, <strong>finansal</strong> sistemin<br />

fonksiyonu <strong>ve</strong> kompozisyonunun ekonomik gelişme <strong>ve</strong> büyüme için<br />

önemsiz olduğu gerekçesiyle on yıllarca ihmal edilirken, diğer yandan da<br />

hükümetlerin kendi dar amaçları (<strong>ve</strong>rgi toplamak, düşük maliyetli iç<br />

borçlanmaya gitmek <strong>ve</strong> çeşitli sosyal projelere sübvansiyone edilmiş<br />

krediler dağıtmak) doğrultusunda kullanılmıştır. Finansal <strong>krizler</strong><br />

sonrasındaki gelişmeler, başta bankacılık <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>le karşılaşan<br />

ülkeler olmak üzere, bir çok ülkede, "<strong>finansal</strong> sistemlerin karşılaştığı<br />

sorunların temelinde kötü düzenleme <strong>ve</strong> denetleme uygulamalarının yattığı,<br />

dolayısıyla hükümetlerin <strong>finansal</strong> sistemdeki rolünün yeniden gözden<br />

geçirilmesi gerektiği" fikrini önplana çıkarmıştır. Bu çerçe<strong>ve</strong>de,<br />

hükümetlerin <strong>finansal</strong> piyasalarla ilgili yetki <strong>ve</strong> sorumluluklarının, para arzını<br />

kontrol etme <strong>ve</strong> son kredi mercii olma işlevlerinin ötesine geçerek, banka <strong>ve</strong><br />

banka-dışı tüm <strong>finansal</strong> sistemin kontrol <strong>ve</strong> denetlenmesini içerecek şekilde<br />

genişletilmesi ihtiyacı doğmuştur.<br />

Son yıllarda <strong>finansal</strong> sistemin reformuna ilişkin gelişmelere<br />

baktığımızda, ülkelerin <strong>finansal</strong> sistemlerinde reform yapılması gerektiği<br />

konusunda genel bir kanı olmakla birlikte, reformun niteliği konusunda<br />

henüz bir anlaşma olmadığını söyleyebiliriz. Daha gü<strong>ve</strong>nli-ihtiyatlı <strong>finansal</strong><br />

rasyolar mı (prudential ratios) ?, Bilgi sunumunun miktar <strong>ve</strong> kalitesinin<br />

artırılması mı? Yoksa, sürekli iyi denetim mi? Ileriki bölümde göreceğimiz<br />

gibi, IMF, Dünya Bankası, Basel Komite gibi uluslarası kuruluşlar, <strong>finansal</strong><br />

sistemlerin iyi <strong>ve</strong> etkin düzenlenmesine ilişkin kural, politika <strong>ve</strong> standatları<br />

saptamaya yönelik çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu aşamada önplana<br />

çıkan düzenleme önerilerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: Finansal<br />

sisteme ilişkin hukuk, hesap-kayıt <strong>ve</strong> bilgi sunumuna ilişkin altyapıların<br />

geliştirilmesi; bankaların mevduat faiz oranlarına, kişi ya da sektörlere


açabilecekleri kredi miktarlarına sınırlama getirilmesi; bankaların faaliyette<br />

bulunacakları alanların <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> araçların belirlenmesi. Ancak burada<br />

belirtilmesi gereken bir nokta, uygulanacak düzenleme araç <strong>ve</strong><br />

politikalannın saptanmasında, her ülkenin iktisadi şartlan <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />

siseminin yapısının dikkate alınması ne kadar önemi ise, <strong>düzenlemeler</strong>in<br />

<strong>finansal</strong> sistemdeki tüm tarafların davranış güdülerini bankacılık <strong>ve</strong> finans<br />

sisteminin sağlam, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> etkin bir şekilde çalışmasına yöneltici<br />

nitelikte olması da o kadar önemlidir.


III. BÖLÜM<br />

BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYON, GÖZETİM <strong>ve</strong> DENETİM<br />

UYGULAMALARINDA GELİŞMELER<br />

1. GİRİŞ<br />

1970'lerden günümüze uzanan dönemde, gelişmiş ya da gelişmekte,<br />

yükselen (emerging) ya da geçiş (transition) <strong>sürecinde</strong> bir çok ülkede, mali<br />

boyutu GSMH'nın yüzdesi olarak %3'lerden %50-60'lara varan önemli<br />

<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> yaşanmaktadır. Üstelik bu <strong>krizler</strong>, yalnızca ortaya çıktığı<br />

ülke ile sınırlı kalmamakta, çevre ülkelere de yayılmakta <strong>ve</strong> hatta<br />

uluslararası sermaye hareketlerinin artan miktar <strong>ve</strong> hızının etkisi ile, tüm<br />

uluslararası <strong>finansal</strong> piyasaları da etkisi altına alabilmektedir. Tüm bu<br />

gelişmeler, her ülke için olduğu kadar uluslararası <strong>finansal</strong> sistem için de,<br />

sağlam, istikrahı <strong>ve</strong> etkin bir bankacılık ya da <strong>finansal</strong> sisteminin ne kadar<br />

önemli olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Krizle karşılaşan<br />

ülkelerin bankacılık kanun <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inde değişiklikler yapma <strong>ve</strong><br />

yenilikler arama süreci tekil ülke bazında kalmamış, uluslararası düzeyde<br />

<strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> bankacılık sisteminin düzenleme, gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

standartlannı saptamak üzere, ülkelerin bölgesel ya da uluslar arası işbiriiği<br />

ile oluşturduklan bir dizi kurum ortaya çıkmıştır. Bu bölümde söz konusu<br />

kurum ya da kuruluşların yaptıkları çalışmaları ele alarak, son yıllarda<br />

kurumsal (uygulama) düzey(in)de <strong>finansal</strong> sistemin <strong>ve</strong> özellikle bankacılık<br />

sisteminin düzenlenmesi konusundaki gelişmeleri <strong>ve</strong> oluşan çağdaş<br />

standartları saptamayı amaçlamaktayız.<br />

Aşağıda Tablo 111.1'de Finansal Sistemlerie ilgili <strong>düzenlemeler</strong>i<br />

geliştirmeye çalışan belli başlı Uluslararası kurumlaria, yerieştirmeye<br />

çalıştıkları standartlar belirtilmiştir. Finansal sistemin üç önemli ayağı,<br />

bankacılık (Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi), menkul<br />

kıymetler (Uluslararası Sigorta Denetim Otoriteleri Biriiği) <strong>ve</strong> sigortacılık<br />

(Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü) piyasalarının<br />

düzenlenmesi konusunda ayrı ayrı <strong>ve</strong> eşgüdümlü olarak çalışan bu<br />

kurumlann ortak amacı, sağlam, gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> etkin ulusal <strong>finansal</strong><br />

sistemlerie, istikrarii bir uluslararası <strong>finansal</strong> sistem oluşturmaktır.<br />

Tablodan da görüleceği gibi, bu standartlar ikiye aynlmaktadır<br />

(Sundararajan, Marston, Basu, 2001):<br />

(i) para <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> politikalan doğrudan etkileyen<br />

sağlam düzenleme <strong>ve</strong> denetleme yapıları<br />

oluşturmaya yönelik düzenleme <strong>ve</strong> sistem<br />

oluşturma standartları (regulatory and system<br />

design standards)<br />

(ii) <strong>ve</strong> bunlara destek niteliğinde piyasa disiplinini<br />

önplana çıkaran şeffaflık-açık bilgi standartları<br />

(transparency and disclosure standards).


Tablo lll.1:FİNANSAL SİSTEME İLİŞ KİN ULUSLARARASI STANDARTLAR<br />

Standart<br />

Kuruluş<br />

Şeffaflık<br />

Düzenleme<br />

Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi<br />

(Basel Committe on Banking Supervision)<br />

(BOBS)<br />

Uluslararası Sigorta Denetim Otoriteleri Birliği<br />

(International Association of Insurance<br />

Supervisors)(IAIS)<br />

Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü<br />

(International Organization of Securities<br />

Commissions)(IOSCO)<br />

Ödeme Sistemleri Komitesi<br />

(Committee on Payment and Settlement<br />

Systems) (CPSS)<br />

Birleşik Tartışma Grubu<br />

(Joint Forum Comprising<br />

Uluslararası Para Fonu<br />

(International Monetary Fund)(IMF)<br />

Finansal İstikrar Tartışma Grubu<br />

(The Financial Stability Forum)<br />

BCBS-IAIS-İOSCO)<br />

Birleşik WB-IMF Finansal Sektör Değerlendirme<br />

Programı<br />

(The Joint Bank-Fund Financial Sector<br />

Assessment Program) (FSAP)<br />

Dünya Bankası (The World Bank)<br />

Etkin Bankacılık Gözetim<br />

<strong>ve</strong> Denetim Temel<br />

ilkeleri<br />

Sigortacılık Gözetim <strong>ve</strong><br />

Denetim İlkeleri<br />

Menkul Kıymet<br />

Piyasalarının<br />

Düzenlenme Amaç <strong>ve</strong><br />

İlkeleri<br />

Sistemik-Onemde<br />

Ödeme Sistemleri Temel<br />

İlkeleri<br />

Bankacılık, Menkul<br />

Değerler <strong>ve</strong> Sigortacılık<br />

Düzenlemelerindeki<br />

Tutarsızlıkları Giderme<br />

Finansal Sistemin<br />

Regülasyon İlkeleri<br />

Para <strong>ve</strong> Mali<br />

Politikalarda Şeffaflık<br />

ilkeleri<br />

Kamu Maliyesi Şeffaflık<br />

İlkeleri, Veri Yayma<br />

Standartı/sistemi<br />

Mali İstikrarla İlgili '<br />

Standartların<br />

Uygulanmasını Sağlama<br />

BCBS- lAlS- lOSCO-CPSS ile ilgili ilkelerle<br />

Para <strong>ve</strong> Finansal politikalarına ilişkin şeffaflık<br />

ilkelerinin temel tartışılma / değerlendirilme birimi<br />

muhasebe <strong>ve</strong> hesap<br />

standartları<br />

İflas, şirket yönetişimi,<br />

ilke <strong>ve</strong> tavsiyeleri<br />

Birleşmiş Milletler Ticaret Hukuku Komisyonu<br />

(United Nations Commission on International<br />

Trade Law-) (ÜNCITRAL)<br />

Ekonomik İşbirliği <strong>ve</strong> Kalkınma Örgütü<br />

(Organization for Economic Cooperation and<br />

De<strong>ve</strong>lopment) (OECD)<br />

Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu<br />

(International Federation of Accountants)(IFAC)<br />

Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi<br />

(International Accounting Standards Committee)<br />

(lASC)<br />

40 Sayıda<br />

Uluslararası Muhasebe<br />

Standartları<br />

30 Sayıda<br />

Uluslararası Hesap<br />

Standartları<br />

İflas İlke <strong>ve</strong> tavsiyeleri<br />

Şirket Yönetişim İlkeleri


Biz bu bölümde, önce, 1970'lerin ortalarında kurulan <strong>ve</strong> saptadığı<br />

ilkelerin bankacılık düzenlemesine ilişkin uluslar arası standartlar olarak<br />

benimsendiği Basel Bankacılık Düzenleme Gözetim <strong>ve</strong> Denetim<br />

Komitesfn\n çalışmalarını inceleyeceğiz. Daha sonra 1990'ların ikinci<br />

yarısında yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> sonrasında IMF <strong>ve</strong> Dünya Bankası'nın<br />

ortaklaşa başlattığı Finansal Sektör Değerlendirme Programlanın amaç <strong>ve</strong><br />

çerçe<strong>ve</strong>sini ele alacağız. Bölüm, bankacılık sisteminin önemli<br />

clüzenle(n)me araçlarından biri olan mevduat sigortası konusunda son<br />

yıllarda gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde görülen uygulamaların<br />

değerlendirilmesiyle son bulacak.<br />

2. BASEL BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KOMİTESİ<br />

Basel Komite, Uluslararası Para <strong>ve</strong> Bankacılık piyasalarında<br />

dalgalanmaların sözkonusu olduğu 1974 yılı sonunda (özellikle Alman<br />

Herstatt Bankası krizi sonrasında), G10 Ülkelerinin Merkez Bankası<br />

Başkanları tarafından Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Uygulamaları<br />

Komitesi olarak kurulmuştur. Günümüzde Komite üyeleri, Belçika, Kanada,<br />

Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksembourg, Hollanda, İspanya, İs<strong>ve</strong>ç,<br />

İsviçre, İngiltere <strong>ve</strong> ABD'nin Merkez Bankası ya da Bankacılık Denetleme<br />

Kurumları Başkanlarından oluşmaktadır.<br />

Komite, bankacılık denetleme konularında üye ülkeler arasında<br />

sürekli işbirliği sağlayacak bir tartışma platformu olarak düşünülmüştür.<br />

Önceleri bankacılık denetim ağındaki açıkları kapamaya yönelik<br />

uluslararası işbirliği usullerini tartışmakla işe başlayan Komitenin amacı,<br />

dünya ölçeğinde bankacılık denetim anlayışını <strong>ve</strong> denetim kalitesini, üç<br />

temel yoldan (ulusal denetim sistemlerine ilişkin bilgi alış<strong>ve</strong>rişinin<br />

yaygınlaştırılması, uluslararası bankacılık denetim tekniklerinin etkinliğinin<br />

artırılması, gerekli görülen alanlarda minimum denetleme standartlarının<br />

oluşturulması) hareketle geliştirmeye dönüşmüştür. Komite, resmi bir<br />

uluslar-üstü denetim otoritesi vasfına <strong>ve</strong> yasal yaptırım gücüne sahip<br />

olmayıp, her ülkenin kendi ulusal sistemlerine uygulayabilecekleri, en iyi<br />

standartları ya da tavsiye nitelikli önermeleri saptamaya çalışmaktadır.<br />

Böylece, üye ülkelerin denetim tekniklerinin ince ayrıntılara kadar<br />

uyumundan çok, genel yaklaşım ya da standartların uyumunu<br />

önemsemektedir.<br />

Komite'nin çalışmalarının önemli amaçlarından biri, iki temel ilkenin<br />

(hiçbir yabancı bankacılık kurumunun denetimden kaçamaması <strong>ve</strong><br />

denetimin yeterli olması) gerçekleştirilmesinin uluslararası denetiminde<br />

ortaya çıkan açıkları kapamak olmuştur. Bu bağlamda, aslında orijinali<br />

1975'te hazırlanmakla birlikte, zaman içindeki <strong>finansal</strong> gelişmeleri <strong>ve</strong><br />

uluslararası bankacılık gruplarının konsolide denetimini de kapsayacak<br />

şekilde genişletilerek Mayıs 1983'te "Bankaların Dış Ülkelerdeki


Kuruluşlarının Denetim İlkeleri" adlı bir belge yayımlanmıştır. Bankaların<br />

yabancı ülkelerde açacakları şubeler, iştirakler (subsidiaries) <strong>ve</strong><br />

birleşmelerine ilişkin denetim sorumluluğunun, iki ülke denetim otoriteleri<br />

arasında nasıl paylaşılacağının kurallarını belirleyen bu belge, ''Concordat"<br />

(Antlaşma-Uzlaşı?) olarak bilinir. Nisan 1990'da, farklı ülkelerin denetim<br />

otoriteleri arasındaki bilgi akışını geliştirmek amacıyla, Concordat'a ek<br />

yapılmış. Temmuz 1992'de ise, Concordat'ın bazı ilkeleri yeniden formüle<br />

edilerek "Minimum Standartlar" olarak yayımlanmıştır(Basle Committee,<br />

2001).<br />

2.1.1988 Basel Sermaye Uzlaşısı<br />

Son yıllarda Komite' nin asıl üzerinde yoğunlaştığı konu, bankaların<br />

"sermaye yeterliliği" dir. Bu konu 1980'li yılların başında başlıca<br />

uluslararası bankaların sermaye oranlarının gerilemesi <strong>ve</strong> özellikle yüksekderecede<br />

borçlu ülkeler (Latin Amerika Ülkeleri) nedeniyle uluslararası<br />

risklerin artması sonucunda gündeme gelmiştir. Böylece Basel Komite<br />

üyeleri arasında, uluslararası bankacılık sisteminin istikrarını güçlendirmek<br />

<strong>ve</strong> ulusal sermaye yeterlik oranlan farklılığından doğan haksız rekabeti<br />

ortadan kaldırmak için, uluslararası bir anlaşma (uzlaşı) ya gerek olduğu<br />

fikri yaygınlaşmıştır. Bunun sonucunda Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel<br />

Capital Accord) (ya da 1988 Uzlaşısı) olarak adlandırılan bir sermaye<br />

yeterlik oranını ölçme sistemi, G10 Ülkeleri Merkez Bankaları<br />

Başkanlarınca kabul edilmiş <strong>ve</strong> uygulamaya konmuştur.<br />

Bankalarda minimum sermaye seviyelerinin oluşturulmasını<br />

sağlamak için düzenlenen 1988 Uzlaşısı özellikle kredi riski (kredi <strong>ve</strong>rilen<br />

tarafın başarısızlık riski) ile ilgili sermaye değerlendirilmesi üzerine<br />

yoğunlaşmıştır: 4 bölümden oluşan Uzlaşı'nın 1. bölümünde sermayenin<br />

ana sermaye <strong>ve</strong> katkı sermaye kalemleri ile sermayeden indirilecek<br />

değerler tanımlanmıştır. Risklerin ağırlıklandırılmasının ele alındığı ikinci<br />

bölümde, varlıklann risk derecesine göre (%0,10,20,50,100 olarak)<br />

ağırlıklandırıldığı ağırlıklı risk oranı yöntemi, bankaların sermaye<br />

yeterliğinin tespiti için benimsenmiştir. Bu bölümde, yatırım, faiz haddi,<br />

döviz kuru <strong>ve</strong> yoğunlaşma risklerinden söz edilmekle birlikte, asıl kredi riski<br />

<strong>ve</strong> onun bir boyutu olan ülke transfer riski üzerinde de durulmaktadır. 3.<br />

bölümde riske göre ağırlıklandırılmış varlıklar (assets) için hedef standart<br />

sermaye oranı (en az %4'ü çekirdek-ana sermaye olmak üzere) %8 olarak<br />

kabul edilmiştir. Son bölüm ise, geçiş sürecine ait <strong>düzenlemeler</strong>i<br />

içermektedir. Sözkonusu bu sistem, 1993 yılının ortalarına kadar G10<br />

ülkelerinin tamamında gerçekleştirilmesinin ötesinde, üye olan ya da<br />

olmayan yüzden fazla ülkede de benimsenmiştir(Basle Committee, 1988;<br />

1999).


1988 Sermaye Çerçe<strong>ve</strong>si statik kalmamış zaman içinde<br />

geliştirilmiştir: Kasım 1991'de sermaye yeterliğinin hesaplanmasında<br />

kullanılan genel karşılıklar ya da genel kredilerden doğabilecek zararlar için<br />

karşılık ayırma (loan-loss réser<strong>ve</strong>s) konularına açıklık getiren bir ek<br />

yapılırken, 1995'de türev ürünlerde banka kredilerinin ikili bağlantılarının <strong>ve</strong><br />

çoklu bağlantılarının etkilerini dikkate alacak ikinci bir ek yapılmıştır Komite<br />

yine 1996'da, 1988 UzlaşısT nın odağını oluşturan kredi riski dışındaki<br />

riskleri de kapsayacak bir çerçe<strong>ve</strong> geliştirmeye girişmiş <strong>ve</strong> Uzlaşı'da<br />

bankaların döviz açık pozisyonları, tahvil, hisse-senedi ticareti nedeniyle<br />

doğabilecek piyasa risklehni de kapsayacak bir başka değişiklik yapmıştır<br />

(Bu değişiklik, 1997'de uygulanmaya başlanmıştır). Bu ekin önemli yanı,<br />

standart ölçme yöntemine alternatif olarak, bankalara, piyasa riskinden<br />

doğan sermaye gerekliliğini ölçmek için nitel ya da nicel standartlara bağlı<br />

olarak riskyönetim (value-at-risk) modelleri kullanma izni <strong>ve</strong>rilmesidir.<br />

2. 2. 1999 Yeni Sermaye Yeterliliği Çerçe<strong>ve</strong>si<br />

Haziran 1999'da komite, 1988 Uzlaşısı ile değiştirilmek üzere yeni bir<br />

sermaye yeterlilik çerçe<strong>ve</strong> tasarısı hazırladı. Bu tasarı, Ocak 2001'de daha<br />

geliştirilmiş bir şekilde uluslararası bankacılık <strong>ve</strong> mali kesimlerinin ilgili<br />

kurum ya da kişilerinin eleştiri <strong>ve</strong> görüşüne açık bir paket olarak<br />

yayımlandı. Gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bir uluslar arası <strong>finansal</strong> sistemin<br />

köşetaşı/temeli olarak görülen 7999 Yeni Sermaye Yeterliği Çerçe<strong>ve</strong>si,<br />

1980'ler sonrasında dünya <strong>finansal</strong> sisteminde yaşanan hızlı <strong>ve</strong> büyük<br />

değişkenliğin (turbulence) yarattığı (yalnızca kredi riskini değil) tüm riskleri,<br />

<strong>finansal</strong> yenilikleri <strong>ve</strong> risk ölçme <strong>ve</strong> kontrol sistemlerindeki gelişmeleri<br />

kucaklamak amacıyla hazırlanmıştır. Yeni Çerçe<strong>ve</strong> üç temele<br />

dayanmaktadır: 1988 Uzlaşı'sının standart ilkelerini geliştirmeyi <strong>ve</strong><br />

genişletmeyi amaçlayan yeni minimum sermaye gerekleri (requirement),<br />

bankaların sermaye yeterliği <strong>ve</strong> içsel değerlendirme süreçlerinin denetim<br />

otoritesince denetim-gözetimi <strong>ve</strong> şeffaflığın-açıklığın (disclosure)<br />

güçlendirilmesi <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bankacılık uygulamalarının teşviki için<br />

piyasa disiplininin etkin bir şekilde kullanımı.<br />

Çerçe<strong>ve</strong>'nin yeni minimum sermaye gerekleri bölümünde, 1988<br />

Uzlaşısı gibi, sermayenin kapsamı, risk ölçekleri <strong>ve</strong> bunlara göre gerekli<br />

sermayenin saptanması ele alınmakta <strong>ve</strong> bu amaçla sağlam muhasebe<br />

ilkelerinin önemine dikkat çekilmektedir Öncekinden farklı olarak riskler üç<br />

kategoriye ayrılmaktadır: Kredi riski, piyasa riski <strong>ve</strong> diğer riskler (faiz haddi,<br />

operasyonel, likidite <strong>ve</strong> yasal riskler).<br />

Kredi hski bağlamında minimum sermaye gereklerinin hesaplanması<br />

için üç yöntem düşünülmektedir 1988 Uzlaşı'smdaki yöntemin değiştirilmiş<br />

bir biçimi, bankaların kendilerinin geliştireceği bahka-içi-risk değerlendirme<br />

(Value at'Risk) sistemleri kurmaları <strong>ve</strong> portfolyo kredi risk modelleri. İlk


yöntemle ilgili olarak, banka hissedarlannın, bankalann <strong>ve</strong> şirketlerin<br />

risklerini ayırabilmek için, ulusal denetleme ot^itelehnin saptadığı, açıklık,<br />

nesnellik, kredibilite, bağımsızlık gibi kriterler taşıyan dış kredi<br />

değerlendirme kurumları kullanılması önerilmektedir. Komite, gelişmiş<br />

bankalann geliştirdikleri kendi iç risk-ölçüm yöntemlerini desteklemekte,<br />

portfolyo risk yönetim modellerinin ise henijz temel bir yaklaşım olarak<br />

kullanılmasını erken bulmaktadır. Ayrıca kredi risklerinin hesaplanmasında<br />

vade yapısının da dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır. Kredi <strong>ve</strong><br />

piyasa hski dışında özellikle operasyonel risk <strong>ve</strong> faiz haddi riski için de<br />

sermaye ayrılması gereği vurgulanmaktadır.<br />

Sermaye yeterliği <strong>ve</strong> içsel değerlendirme süreçlerinin denetim<br />

otoritesince denetim-gözetimi, bankaların tüm hsk profilleh <strong>ve</strong> stratejilerine<br />

uygun sermaye gereklerine sahip olduklannın teftişi <strong>ve</strong> bu seviyelerin<br />

korunması için gerekli tedbirierin önceden alınmasını amaçlamaktadır. Bu<br />

bağlamda Ulusal Denetim Otoriteleri, bankaların, sübjektif risk ölçme,<br />

dikkatli sermaye tahsisi yöntemleri <strong>ve</strong> modelleri kullanmalan durumunda,<br />

bunların riskleri sağlıklı yansıtıp yansıtmadığını ya da çeşitli stres-testleri<br />

sonuçlarını denetlerier.<br />

Komite piyasa disiplinini, gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bankacılık <strong>ve</strong> finans<br />

sistemleri için gerekli diğer iki denetim-gözetim tedbirini destekleyicitamamlayıcı<br />

bir unsur olarak görmektedir. Bu bağlamda bankalann,<br />

tasarruf sahibi, kreditör, yatırımcılaria olan ilişkilerinde, bankalann mali<br />

koşulları, peri'ormanslan, ticari faaliyetleri, iştirakleri, risk profilleri <strong>ve</strong> risk<br />

yönetim faaliyetleri hakkında gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> zamanında bilgi açıklamalan,<br />

şeffaflık önem kazanmaktadır (Basel Committee, 1999).<br />

Haziran 1999 Çerçe<strong>ve</strong>si'he ilişkin yorumlar sonrasında. Komitenin<br />

Ocak 2001'de hazıriayarak 31 Mayıs 2001'e kadar danışma <strong>ve</strong> eleştirileri<br />

alma amacıyla dünya ölçeğinde tartışmaya açtığı taslağın, önceki<br />

çerçe<strong>ve</strong>den en önemli farkı, Sermaye Yeteriik Rasyosuna,<br />

Banka Sermaye Yeteriik<br />

Toplam Sermaye<br />

Oranı (%8)<br />

(KrediRiski+ Piyasa Riski + Operasyonel Risk)<br />

şeklinde operasyonel riski dahil etmesi <strong>ve</strong> operasyonel riski ön plana<br />

çıkarmasıdır(TBB, 2001). Bu taslağın, eleştiriler ışığında yeniden<br />

düzenlenerek 2001 yılı sonunda yayımlanması <strong>ve</strong> 2004'e kadar da<br />

uygulamaya konulması amaçlanmıştır. Ancak şimdiden, özellikle<br />

Çerçe<strong>ve</strong>'nin piyasa disiplini bölümü, bankalann risklerinden, risk ölçüm<br />

sistemlerine, stratejilerinden, hedeflerine kadar her türiü mali koşullanna<br />

ilişkin bilgileri açıklamalannın çok amaca hizmet etmeyeceği nedeniyle


eleştirildiği, Komite'nin bu eleştirileri haklı bulduğu <strong>ve</strong> uygulama sürecine<br />

geçişin gecikeceği anlaşılmaktadır (Acti<strong>ve</strong>Line, 2001).<br />

2. 3. Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri<br />

Dünya ölçeğinde sağlam denetim standartlarının oluşturulması<br />

konusundaki rolü giderek artan Komite, Haziran 1996'da Lyon Zir<strong>ve</strong>si'nde<br />

G7 Hükümet Başkanlan'nın aldığı kararla. Gelişen Piyasalardaki (emerging<br />

markets) denetim standartlarının geliştirilmesi çabalarına katılmış <strong>ve</strong> gerek<br />

G10 gerekse diğer ülke temsilcileri ile işbirliğine girişerek, 1997'de etkin bir<br />

denetim sistemi için gerekli olan "Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin<br />

Temel llkelen"'n\ yayımlamıştır. Bu ilkelerin giderek bankacılık düzenleme,<br />

denetim <strong>ve</strong> gözetiminin uluslar arası standartları olarak benimsendiğini<br />

söyleyebiliriz (Karadağ <strong>ve</strong> Taylor, 2000).<br />

25 maddeden oluşan bu ilkeler, 7 gruba ayrılmaktadır:<br />

1. Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetimin Önkoşulları (1.madde)<br />

2. Faaliyet İzni <strong>ve</strong> Banka Yapısı (2-5. Maddeler)<br />

3. Bankaların İhtiyatlı Yönetimine İlişkin Yükümlülükler<br />

4. (6-15. maddeler)<br />

5. Sürekli banka gözetim <strong>ve</strong> denetimine ilişkin<br />

yöntemler (16-20. maddeler)<br />

6. Bilgi <strong>ve</strong>rme yükümlülükleri(21 madde)<br />

7. Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Otoritelerinin Yasal<br />

Yükümlülükleri (22. Madde)<br />

8. Sınır Ötesi Bankacılık (23-25. Maddeler)<br />

Sözkonusu bu ilkeler Tablo III. 2'de şemalar halinde belirtilmiştir.


Tablo III. 2. A. Etkin Bankacıirk Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri<br />

ÖNKOŞULLAR<br />

j(i) Gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> Doğru Makroekonomik Politikalar<br />

i ii) Gelişmiş-Sağlam Kamu Altyapısı<br />

Etkin Hukuk Sistemi<br />

Uluslararası Standartlara Uygun Muhasebe Sistemi<br />

Nitelikli Bağımsız Denetim Kurumları<br />

Bankacılık-Dışı Mali Piyasaların Etkin Düzenlenme <strong>ve</strong><br />

Denetimi<br />

Etkin <strong>ve</strong> Gü<strong>ve</strong>nilir Ödeme <strong>ve</strong> Takas Sistemi<br />

İÜ) Etkin Piyasa Disiplini<br />

• Bankacılık Piyasasında Etkin Bilgi Akışı<br />

• İyi Bankacılık Yönetiminin Teşviki<br />

• Şirketlere İlişkin Doğru-Gü<strong>ve</strong>nilir-Şeffaf-Güncel Bilginin<br />

Açıklanması<br />

iv) Bankaların Problemlerinin Etkin Bir Şekilde Çözümlenmesine Yönelik<br />

Süreçler<br />

• İlk Aşamada:<br />

Bankaların iyi çalışması <strong>ve</strong> yükümlülüklerini yerine getirmeye<br />

yönelik tedbirler<br />

• İkinci Aşamada:<br />

Mevduat Sahiplerinin Haklarının Korunması <strong>ve</strong> Sistemin<br />

İstikrar <strong>ve</strong> Etkinliğini Korumak İçin<br />

Sorunlu Bankalann Sistem Dışına Çıkarılması<br />

Daha Güçlü Bir Kuruluş Tarafından Alınması<br />

Yeni Sermaye Girişinin Sağlanması<br />

v) Sistemik Korumanın Net Bir Şekilde Ortaya Konması<br />

• MB - BDDK İlişkisinin Netleştirilmesi<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de,<br />

(1)<br />

BDDK,amaç <strong>ve</strong> yetkileri açıkça belirlenmiş, bağımsız <strong>ve</strong> yeterli kaynağa<br />

sahip bir kurum olmalı, bankaların kuruluş izinleri <strong>ve</strong> denetimlerinin<br />

devamını sağlayan, denetçileri yasal gü<strong>ve</strong>nceye alan, banka bilgilerinin<br />

denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong> gizliliği konusunda <strong>düzenlemeler</strong><br />

içeren yasal bir çerçe<strong>ve</strong>ye sahip olmalıdır.


d)<br />

£<br />

(D<br />

C<br />

"c<br />

1<br />

d)<br />

c<br />

o<br />

o<br />

><br />

0)<br />

N<br />

:0<br />

O<br />

Ô<br />

03<br />

C<br />

Oí<br />

Cû<br />

LU<br />

CÛ<br />

CN<br />

(75<br />

ıJ<br />

< •D<br />

£<br />

< o<br />

ns<br />

>- "D<br />

< c<br />

z •+3<br />

o C5<br />

z Ô<br />

I-<br />

"o: '*-»<br />

C<br />

LU<br />

.2<br />

E<br />

c<br />

J5<br />

"5<br />

Jî:<br />

c<br />

LU<br />

Q E<br />

E<br />

< 5<br />

Q<br />

Z<br />

c<br />

CO c<br />

ns<br />

û.<br />

S2<br />

<<br />

>• "rö<br />

E<br />

c<br />

a:<br />

£<br />

E<br />

LU •+J<br />

> CTS<br />

O<br />

"co<br />

LU O<br />

CÜ<br />

-J CTS<br />

c<br />

LU<br />

ra<br />

> CP<br />

•4-»<br />

O<br />

Z ><br />

N<br />

LU<br />

>- C<br />

c:<br />

C5<br />

< CT5<br />

Li. CO<br />

m<br />

0<br />

£ ^<br />

O m<br />

0 O<br />

z £<br />

s|<br />

sİSE<br />

0<br />

D)<br />

C<br />

Ü<br />

9<br />

CO •-<br />

IL<br />

N<br />

" 1 1 i ^ -2 Ê M Ü i CÜ<br />

«<br />

CD<br />

E<br />

il<br />

_ •cl' i<br />

W 0 CQ .-<br />

m 0<br />

I :3 ?<br />

Ü<br />

5 I<br />

?<br />

^ >- (0 0<br />

X Q<br />

> o<br />

— — CÛ<br />

Û- O<br />

C<br />

B: W ~<br />

0 NJ Î2 OÏ<br />

i<br />

" o i 15 s<br />

V ..s >- ^<br />

i<br />

0 —<br />

s :i E :e<br />

0<br />

^<br />

)Ö)<br />

C 0<br />

CÛ<br />

CD<br />

^ 0 :^<br />

O<br />

^ 0<br />

m E<br />

"O 0<br />

1.1<br />

X<br />

CÛ<br />

-1<br />

-c N<br />

0 -£<br />

Q- N Q.<br />

Q 03<br />

0<br />

C 03<br />

03<br />

CÛ<br />

0<br />

C 0<br />

S!<br />

Z<br />

ÍS -<br />

.= c ^ E<br />

d) < P E<br />

•= ^ 8 £<br />

i> >• c ç<br />

c ^— >,<br />

CÜ -û:<br />

m co 0<br />

u! -5= W<br />

_ CD ^<br />

C (/) F<br />

CTJ < ë<br />

C (D<br />

m -F û<br />

?|-^<br />

•S<br />

^ Cû<br />

O<br />

0 03<br />

o _ E<br />

'0 O<br />

0<br />

CD


Q<br />

S<br />

CD<br />

C<br />

'E<br />

C<br />

O<br />

o T—<br />

>^<br />

:I3<br />

CÛ<br />

o<br />

"—'<br />

_^<br />

•B<br />

c:<br />

c:<br />

h=<br />

c<br />

Cü<br />

(/) (/) JO) m<br />

ü:: CÛ O<br />

Q<br />

><br />

N<br />

O<br />

O<br />

J¿<br />

c<br />

m<br />

CD<br />

c<br />

'*-»<br />

LU<br />

Ò<br />

evi<br />

•n.<br />

(D<br />

E<br />

co 0<br />

Q: "co<br />

03<br />

C/)<br />

co<br />

'cd<br />

E<br />

(D<br />

C<br />

O<br />

CM<br />

E ^ I,<br />

.N :ş TO<br />

co :rÉ co<br />

Ü I Li.<br />

ce o .i^ ri<br />

SI<br />

| E 5<br />

E<br />

CT3<br />

rv ^<br />

_ 11.0)0)<br />

ïïJll-gll il<br />

^^OÛ::Û.LJ ILL>-.±i<br />

>> .-9 7=¡<br />

o .<br />

N 0 Û_ ro<br />

E c<br />

i=<br />

m<br />

o<br />

\¿<br />

D) •<br />

—<br />

1 I :S 1 ^<br />

cô ;n


o<br />

E<br />

C<br />

'E<br />

E<br />

O)<br />

c<br />

o<br />

Û<br />

o<br />

><br />

co<br />

c<br />

"c<br />

E<br />

'I—<br />

0<br />

'•*-><br />

Q) 0<br />

c -Q<br />

£ (D 3<br />

•O<br />

o<br />

c<br />

c<br />

"I—<br />

"o-<br />

0 0 0<br />

•O 0<br />

CD -Q O<br />

> c<br />

~<br />

E ^5 03<br />

0<br />

0<br />

03<br />

N<br />

TD<br />

:0<br />

0<br />

O)<br />

C<br />

CT<br />

03<br />

0<br />

Si<br />

;o<br />

O E<br />

£=<br />

"o c<br />

C/3 03 03 0<br />

c -Q C<br />

o<br />

03 03 0<br />

>- -O<br />

>-<br />

N<br />

O<br />

ü<br />

C<br />

C3<br />

CÛ<br />

LU<br />

d<br />

E .E<br />

o ^<br />

si<br />

Q<br />

•<br />

o<br />

SI<br />

c<br />

0 CD<br />

iS<br />

c E =3 w<br />

m<br />

1<br />

> ><br />

I >^ C<br />

ra E E<br />

"O 03 (D<br />

C (0 C<br />

CL :0<br />

sil<br />

cos2 "<br />

Is<br />

o -E<br />

Q. N<br />

^ ce .03<br />

^ m X<br />

0 —<br />

0 £= N<br />

03 03<br />

CO<br />

03 — 0 0)<br />


Tablo III.2. A'da görüldüğü gibi, Etkin İlkelerin ilk maddesi. Gözetim <strong>ve</strong><br />

Denetim Otoritesinin (BDDK olarak alınmıştır) yasal çerçe<strong>ve</strong>sine ilişkindir.<br />

Ancak Basel Komite daha önce, bankacılığın etkin gözetim <strong>ve</strong> denetimi için<br />

bazı önkoşullara dikkat çekmektedir: Sağlam makroekonomik politikalar,<br />

hukuksal <strong>ve</strong> teknik anlamda gelişmiş bir <strong>finansal</strong> sistem altyapısı, piyasa<br />

disiplini olarak ifade edilen doğru <strong>ve</strong> zamanında bilgi<br />

temininin/açıklanmasının sağlanması, karşılaşılabilecek problemlerin<br />

çözümüne yönelik plan <strong>ve</strong> süreçlerin belirlenmesi <strong>ve</strong> sistemik <strong>krizler</strong><br />

karşısında düzenleme kurumlannın (Merkez Bankası - BDDK) görev <strong>ve</strong><br />

yetkilerinin açıkça belirlenmesi.<br />

Etkin İlkelerin 2-5 maddeleri, bankaların etkin gözetim <strong>ve</strong> denetiminde<br />

çok önemli bir araç olan, kuruluş <strong>ve</strong> faaliyet izni <strong>ve</strong>rilmesi aşamasıdır: Bu<br />

aşamada, bankaların faaliyet alanları açıkça tanımlanmalı, faaliyet izin<br />

sürecinin gerekli denetimi (hissedarlar <strong>ve</strong> üst düzey yöneticiler, bankanın<br />

organizasyon yapısı, faaliyet planı, sermaye miktarına ilişkin bilgilerin<br />

değerlendirilmesi <strong>ve</strong> gerektiğinde izin talebinin reddi) yapılmalıdır. Banka<br />

hisselerinin devredilmesi <strong>ve</strong> bankanın girişeceği yatırım faaliyetleri de aynı<br />

şekilde denetlenmelidir.<br />

Bankaların sürekli gözetim <strong>ve</strong> denetiminin bir diğer önemli aşaması,<br />

banka yöneticilerinin karşılaşacakları riskleri ihtiyatsız yönetmemeleri için,<br />

risk yönetiminde uyulması gereken ihtiyati <strong>düzenlemeler</strong>in(sermaye<br />

yeterliliği, kredi karşılıkları, aktif yoğunluğu, likidite yönetimi, risk yönetimi <strong>ve</strong><br />

iç denetime ilişkin kontroller) tanımlanması <strong>ve</strong> uygulanmasının<br />

sağlanmasıdır. Kısaca, risk yönetmek anlamına gelen bankacılığın ihtiyatlı<br />

davranmasını sağlayacak <strong>düzenlemeler</strong>dir. Bankaların karşılaşabilecekleri<br />

riskleri şu şekilde sıralayabiliriz:<br />

(i)<br />

(ii)<br />

(İÜ)<br />

Kredi Riski: Bankaların temel işlevi kredi <strong>ve</strong>rmek olduğundan,<br />

en çok karşılaştıkları risk olan kredi riski, kredi <strong>ve</strong>rilen kişi ya<br />

da kuruluşun sözleşme koşullarına uymaması durumunu ifade<br />

eder. Bu nedenle, kredi <strong>ve</strong>rilecek kişilerin kredibilitesi çok iyi<br />

değerlendirilmelidir. Bankaların kredi riskini değerlendirirken,<br />

kredi <strong>ve</strong>rilen kişinin bağlantılı olduğu grupların taşıdığı riskler,<br />

kredilerin belirii sektör ya da bölgede yoğunlaşması da dikkate<br />

alınmalıdır. Ayrıca, banka hissedariarına, yöneticilerine, yan<br />

kuruluş <strong>ve</strong> bağlı ortaklıklarına <strong>ve</strong>rdikleri riskler de<br />

kontroledilmelidir.<br />

Ülke <strong>ve</strong> Transfer Riski: Uluslar arası kredi işlemlerinde kredi<br />

<strong>ve</strong>rilen kişi ya da kuruluşun ülkesinin iktisadi, politik yapısından<br />

kaynaklanan riskleri ifade eder. Bu özellikle hükümetlere ya da<br />

kamu kurumlarına açılan kredilerde önem kazanır.<br />

Piyasa Riski: Bankaların piyasadaki (menkul kıymetlerin <strong>ve</strong>


özellikle döviz kuru) fiyat değişmelerinden kaynaklanan riskleri<br />

ifade eder. Bankaların dövizle yaptığı işlemler, açık döviz<br />

pozisyonları arttığı ölçüde riskleri artar.<br />

(iv) Faiz R/s/c/: Faiz oranlarındaki değişmeler nedeniyle, bankaların<br />

hem gelirlerinin hem de bilanço <strong>ve</strong> bilanço dışı kalemlerinin<br />

ekonomik değerlerinin etkilenmesinden kaynaklanan risklerdir.<br />

(v) L/'/c/d/fe R/s/c/: Bankaların aktiflerindeki artışı karşılayacak<br />

yeterli kaynak bulundurmamasından doğar. Likidite sıkıntısı<br />

çeken banka, yükümlülüklerini artıramaz, ya da aktiflerini<br />

nakde çevirerek gerekli fonu sağlayamazsa, yükümlülüklerini<br />

yerine getiremez duruma (insol<strong>ve</strong>ncy) düşebilir.<br />

(vi) Yasal Risk: Bankaların yetersiz ya da yanlış yasal bilgi <strong>ve</strong><br />

belge nedeniyle alacaklarında değerkaybı yada bankacılıkla<br />

ilgili yasalardaki değişmelerden doğabilir.<br />

(vii) İtibar Riski: Bankaların faaliyetlerindeki başarısızlık ya da yasal<br />

<strong>düzenlemeler</strong>e uymamaları halinde ortaya çıkan risklerdir.<br />

Bankaları ihtiyatlı risk yönetimine yönlendirecek değişkenlerin<br />

başında gelen sermaye yeterliliği oranı. Tablo III.2. C.'de görüldüğü gibi.<br />

Etkin İlkelerin 6. maddesini oluşturmaktadır. Bankaya fon sağlaması,<br />

büyüklüğü ölçüsünde risk alınması, zararların karşılanması <strong>ve</strong> bankanın<br />

büyümesine olanak <strong>ve</strong>rmesi gibi amaçlara hizmet eden sermaye yeterlilik<br />

oranının minimum seviyesi, Basel Komite tarafından (%4'ü ana sermaye<br />

olmak üzere) %8 olarak belirlenmiştir. Rasyoda kullanılan sermaye,<br />

özkaynaklar (tier one capital) <strong>ve</strong> (tier two capital olarak adlandırılan)<br />

sermaye ölçümüne dahil edilmesi gereken diğer rezervler, melez sermaye<br />

türlerini içeren diğer sermaye alt gruplarından oluşmaktadır. Basel Komite,<br />

denetim otoritelerince, bankaların <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> piyasaların durumuna göre, bu<br />

rasyoların daha yüksek tutulmasının teşvik edilmesini önermektedir.<br />

Kredi riskinin yönetiminin tanımlandığı 7-11 maddeler kredi <strong>ve</strong>rme<br />

standarlarının saptanması, aktif kalitesi, kredi karşılıkları <strong>ve</strong> rezervlerinin<br />

yeterliliklerinin, büyük ya da bağlantılı kredlerin değerlendirilmesini ele<br />

almaktadır. Ayrıca bu bölümde diğer (faiz, likidite, faaliyet) risklerin ihtiyatlı<br />

yönetimi vurgulanmaktadır.<br />

İlkelerin 4. kısmı, denetim otoritesinin, dışarıdan <strong>ve</strong> yerinde denetim<br />

yetkilerini tanımlamakta; ayrıca bağımsız denetim kuruluşlarının<br />

faaliyetlerine olanak <strong>ve</strong>rmektedir. Sonraki maddeler sırasıyla; bankaların<br />

standartlara uygun zamanında <strong>ve</strong> doğru bilgi sağlama yükümlülüklerini,<br />

sorumsuz ya da ihtiyatsız davranan bankalar için uygulanacak yasal<br />

çerçe<strong>ve</strong> gereğini <strong>ve</strong> nihayet sınır-ötesi bankacılığın denetimini ele<br />

almaktadırlar.


Basel Komitenin 1988 Semaye Uzlaşısı, yaklaşık on yılı aşan bir<br />

süredir yüzü aşan ülke tarafından uygulanmaktadır. Uygulama sonuçları<br />

hakkında kısaca şunları belirtebiliriz(Jackson,1999):<br />

(i) Gelişmiş ülkelerdeki (G-10) uygulama sonuçlannı değelendiren bir<br />

raporda;sermaye yeterlilik koşulunun, banka sermayesini risklere karşı<br />

daha duyarlı kılması, bilanço dışı hesapların risk değerlendirilmesinde<br />

dikkate alınması <strong>ve</strong> bankaları riskli aktiflere yönelten müşevviklerin ortadan<br />

kaldırılması konularında ne gibi gelişmeler kaydedildiği sorgulanmış <strong>ve</strong> şu<br />

sonuçlara ulaşılmıştır: Mininnum sabit sermaye yeterlilik oranı koşulu,<br />

özellikle zayıf bankalan sermaye artışına yöneltmiştir. G10 Ülkelerinde<br />

sermaye yeterlik oranları 198§'de ortalama %9.3 iken, 1996'da %11.2<br />

olmuştur. Raporda bu artışta, bankalar arası rekabetin <strong>ve</strong> piyasa disiplininin<br />

(şeffaflık) de rolü olduğu vurgulanmaktadır. Bankalar sermaye yeterlilik<br />

oranlanndaki artışı, kısmen sermaye artışıyla kısmen de bilançolarında riskli<br />

aktiflerin miktarlarını azaltarak geçekleştirmişlerdir. Tüm aktifler için aynı<br />

sermaye oranlannın kullanılması zaman zaman bazı bankaları riskli aktiflere<br />

yöneltmiştir. Minimum sermaye koşulları, özellikle ekonomilerin daralma<br />

dönemlerinde, kredi kısılmasına yol açarak reel ekonomiyi etkilemesi ya da<br />

bankalar arasındaki rekabeti olumsuz etkilemesi konularında, diğer<br />

faktörlerle birlikte düşünüldüğünde, kesin bir şey söylenemeyeceği<br />

sonucuna varılmıştır.<br />

(ii) Basel Komite'nin "Asya Krizi'nde Çıkarılan Denetim Gözetim<br />

Dersleri" adlı bir raporda ise, G10 bankaları açısından şu değerlendirme<br />

yapılmaktadır: G10 bankalan Asya ülkelerine kredi açarken, banka <strong>ve</strong><br />

banka-dışı kuruluşların zımni devlet garantisi ile korunacakları düşüncesiyle<br />

yeterince ihtiyatlı davranmadıkları anlaşılmıştır. Bu nedenle, özellikle ülke<br />

riskinin <strong>ve</strong> çok çeşitli vade yapılarına sahip kredilerin risk yönetiminde<br />

önemli olduğu anlaşılmıştır. Kriz anında, yabancı para likidite yönetimi, kredi<br />

risk yönetimi, farklı kategorideki riskler arasındaki ilişkiler, Basel Komite'nin<br />

minimum şartları, açık <strong>ve</strong> muhafazakar muhasebe kayıtları <strong>ve</strong> kredi<br />

değerlendirme kuralları konulanna daha fazla dikkat edilmesi<br />

vurgulanmaktadır(Bonte,1999).<br />

(İÜ) Öte yandan Gelişmekte Olan ya da Yükselen Piyasa Ekonomileri<br />

(emerging market economies)nde Basel Komitenin etkin gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

ilkelerinin ne ölçüde uygulandığına baktığımızda; tartışmanın sermaye<br />

yeterlilik oranlannın sağlanması, bağlantılı <strong>ve</strong> yoğunlaşmış kredilerin kötü<br />

yönetimi <strong>ve</strong> bankacılık sistemi için risk yönetim <strong>ve</strong> kontrol sistemlerinin<br />

gerekliliği konulannda toplandığını söyleyebiliriz (Bkz. Tablo III.3) (Hawkins,<br />

Turner, 1999: 84).


Yükselen Piyasa Ekonomileri'nin hemen hemen hepsi Basel<br />

Sermaye Uzlaşısının minimum sermaye yeterlilik oranı koşulunu<br />

sağlamaktadır. Hatta, Arjantin(%11.5), Brezilya <strong>ve</strong> Singapur(%12)<br />

gibi ülkelerde bu oranlar çok daha yüksektir. Ayrıca hemen her ülkede, 5-<br />

120 milyon ABD $'ına karşılık gelen başlangıç-sermayesi koşulu<br />

bulunmaktadır.<br />

Bununla birlikte Basel standartlarının gelişmiş ülkeler için önerildiği <strong>ve</strong><br />

yükselen ekonomiler için uygun olmadığı eleştirisi yapılmaktadır: her kredi<br />

türüne karşılık gelmek üzere toplam % 8Tık sermaye oranı, özellikle çok<br />

değişken makroekonomik koşullarda yeterli olmayabilir. Arjantin bu<br />

gerekçeyle, yüksek faizli krediler için daha fazla sermaye yeterlik oranı<br />

saptarken, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde de gayri menkul kredilerinde daha<br />

yüksek sermaye oranı ayrılmaktadır.<br />

Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle, Şili, Endonezya <strong>ve</strong> Kore gibi<br />

ülkelerde, bankacılık problemlerinin nedenleri olarak gösterilen önemli bir<br />

konu, bankaların hissedarlarına, yöneticilerine <strong>ve</strong> kendi şirketlerine<br />

aktardıkları, "bağlantılı krediler"sorunudur. Bu krediler genellikle objektif<br />

kredi değerlendirmesine tabi tutulmadığı gibi, ne yakın takibi yapılır ne de<br />

geri-dönmemesi önemsenir. Bir ifadeyle "bankaların içeriden soyulması<br />

daha kolaydır". Bu nedenle örneğin Brezilya'da bankaların hisse sahipleri<br />

<strong>ve</strong> üst yöneticilerine Merkez Bankasından izin almadan kredi <strong>ve</strong>rilmesi<br />

kanunen suçtur.<br />

Bu ülkelerdeki önemli bir bankacılık kriz nedeni de aşırı kredi<br />

yoğunlaşmasıdır. Belirli kişi, kurum ya da sektörlere aşırı kredi açılması,<br />

bankaları şoklara karşı kırılgan hale getirir. Bu durum bazen hükümetlerce<br />

gizil ya da açık devlet garantileri ile ya da bazı regülasyon tedbirleri ile belirli<br />

sektörlere yönlendirilen krediler için de söz konusudur. Ayrıca kredilerin<br />

gayrimenkul piyasası gibi belirli sektörlerde yoğunlaşması, gayrimenkul<br />

fiyatlarındaki değişmeler bankaları önemli ölçüde olumsuz<br />

etkileyebilmektedir.<br />

Çoğu yükselen piyasa ekonomilerinde, tekil kişi, bağlı krediler <strong>ve</strong><br />

sektör kredileri konusunda ihtiyatlı oranlar benimsenmiştir. Bu ekonomilerde<br />

tekil kişiye açılacak kredi limitinin %10-%25 arasında değiştiği görülmektedir<br />

(en yüksek oran Peru'da %30'dur). Bağlı-krediler ihtiyat oranları, ülkeden<br />

ülkeye daha fazla değişiklik göstermekle birlikte, hemen her ülkede tekil<br />

kredilere göre kısıtlamanın daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz (Örneğin,<br />

bağlantılı kredilerin sermayeye oranı, Arjantin'de %5, Brezilya'da %10,<br />

Polonya'da %25'tir). Sektörel kredi sınırlaması konusunda ise uygulamalar<br />

farklılıklar göstermekte, kimi ülkelerde gayrimenkul (Filipinler, Endonezya)<br />

ya da menkul değerler (Singapur) sektörlerine ilişkin kısıtlamalar


ulunmaktadır.<br />

Bu ülkelerde yaşanan bir başka sorun, vade-uyumsuzluğu (kısa vadeli<br />

mevdutlarla uzun dönemli aktiflerin-kredilerin çevrilmesi) nun neden olduğu<br />

likidite riskidir. Genellikle, mevduat sahiplerinin ani para çekişleri, ya da<br />

yabancı bankaların kredilerini geri çağırması sonucunda oluşan likidite<br />

sorunu bazı aktiflerin likite dönüştürülmesi ile aşılabilinirse de, bunun için<br />

yeterli piyasaların olmaması bankaların ödeme güçlüğüne düşmesine yol<br />

açabilir. Vade-uyumsuzluğu problemi aynı zamanda faiz hadlerini<br />

yükselterek bankaların bilançolarının aktif tarafını erozyona uğratarak teknik<br />

ödeyemezliğe de neden olabilir.<br />

Asya Krizinde yaşanan önemli bir diğer olgu da, bankaların döviz<br />

pozisyonlarının neden olduğu bankacılık krizidir: Bankalar ülke içindeki<br />

yüksek getiriden <strong>ve</strong> sabit (uygun) döviz kuru avantajından yararlanmak<br />

için, ülke içindeki uzun vadeli yatırımları kısa vadeli kredilerle finanse<br />

etmişler, ancak bir süre sonra döviz kuru yön değiştirip, krediler kesilince,<br />

döviz kuru, likidite <strong>ve</strong> kredi riski "öldürücü kokteyl"i ile karşı karşıya<br />

kalmışlardır. Bankaların vade-uyumsuzluğu <strong>ve</strong> yerli para-yabancı para<br />

uyumsuzluğunun yaratacağı kırılganlıkları önleyici çeşitli araçlar<br />

kullanılmaktadır. Vade-uyumsuzluğuna karşı bazı ülkelerde sınırlama<br />

getirilirken, bazı ülkelerde bankalardan limitlerini kendilerinin saptaması,<br />

bunların izlenmesi <strong>ve</strong> raporlanması istenmektedir. Yabancı para cinsinen<br />

hesaplara uygulanan ihtiyati rasyo ya da kısıtlamalar daha yaygın olarak<br />

görülmektedir. Örneğin Polonya'da hem toplam olarak hem de her yabancı<br />

para cinsi için ayrı ayrı sınırlamalar getirilmiştir. Şili'de yabancı paranın<br />

dalgalanma derecesi <strong>ve</strong> ülke riskine göre ağırlıklandırılmış tüm pozisyonlar<br />

için bir sınırlama getirilmektedir. Likidite sorununa karşı başvurulan yaygın<br />

bir araçta mevduatlara karşılık likidite ya da zorunlu karşılık ayırmalarıdır.<br />

Likidite oranı Kore'de %30, Malezya'da %15, Brezilya'da %20 iken, gerekli<br />

rezerv oranları Kore'de %3, Malezya'da %4 <strong>ve</strong> Brezilya'da vadesiz mevduat<br />

için %75 vadeli mevduat için %20'dir.<br />

İhtiyatlı rasyo oranlarına ilişkin belirli kural ya da kısıtlamaların,<br />

bankların kayıtlarına ilişkin <strong>ve</strong>rilerin denetim ile desteklenmesinn gerekliliği<br />

açıktır. Bunun için, bankaların yayımladıkları hesapların düzenleme<br />

otoritelehnce ya da özel denetim kuruluşlarınca yerinde-denetim <strong>ve</strong> gözetimi<br />

ile bankaların hesaplarına <strong>ve</strong> risk ölçme tekniklerine ilişkin şeffaf <strong>ve</strong> açık<br />

olmaları (transparency) (piyasa disiplini) öneilmektedir. Ancak yükselen<br />

piyasa ekonomilerinde hükümetler ya da düzenleme otoriteleri, ilke olarak<br />

bankaların doğru, standartlara uygun <strong>ve</strong> zamanında bilgi yayımlamalarını<br />

destekleme-lerine rağmen, bankaların zayıf <strong>finansal</strong> yapılarının tüm<br />

kamuoyu tarafından bilinmesi ile doğacak gü<strong>ve</strong>n kaybından korkmaktadırlar.


Tablo III.3. : GELİŞEN PİYASALARDA İHTİYATİ ORANLAR VE KREDİ KISITLAMALARI<br />

Çin<br />

Hindistan<br />

Hong Kong<br />

Endonezya<br />

Kore<br />

Malezya<br />

Filipinler<br />

Singapur<br />

Tayland<br />

Arjantin<br />

Brezilya<br />

Şili<br />

Meksika<br />

Peru<br />

Venezuela<br />

Çek Cumh.<br />

Macaristan<br />

Polonya<br />

Rusya<br />

İsrail<br />

Suudi Arab.<br />

Güney Afr.<br />

Sermaye/Ağırlıklı<br />

Aktifler Oranı<br />

(O/o)<br />

10-1<br />

4<br />

(2001 Sonuna<br />

kadar 12)<br />

10<br />

12<br />

8.5<br />

11.5<br />

11<br />

8.7<br />

•<br />

Sermaye<br />

1 milyar.<br />

RMB<br />

1 milyar<br />

Rupee<br />

150milyon<br />

HK$<br />

SOOOmilyar<br />

rupiah<br />

lOOmilyar<br />

won<br />

20milyar<br />

ringgit<br />

2-5milyar<br />

peso<br />

1.5 milyar<br />

8$<br />

7<br />

5-15 milyon<br />

ABD$<br />

9.3milyar<br />

real<br />

25milyon<br />

ABD$<br />

13mlyon<br />

ABD$<br />

16.9milyon<br />

NS<br />

1.2-3<br />

milyarBS.<br />

500milyon<br />

Crown<br />

2milyarfoint<br />

5Milyon<br />

5milyon<br />

lOmilyon NIS<br />

250 milyon<br />

SR<br />

250 rnilyon R<br />

Likidite Zorunlu Rezerv Tek Kişiye Kredi/<br />

Oranı Oranları<br />

Sermaye<br />

(%)<br />

(%)<br />

(%)<br />

25 8 10<br />

25 10<br />

25<br />

(Bağ.grup50)<br />

25 0 25<br />

30<br />

15<br />

7<br />

18<br />

Ş<br />

20<br />

Yok<br />

20 yab.para<br />

Yok<br />

20<br />

5<br />

3-5<br />

4<br />

7-10<br />

3<br />

O<br />

75(vadesiz)<br />

20(vadeli)<br />

9(vadesiz<br />

3.6(vadeli)<br />

O<br />

7(ülke parası)<br />

38(yab.para)<br />

19<br />

5<br />

12<br />

7(vadesiz)<br />

2(vadeli)<br />

2.5<br />

20<br />

15<br />

(Bağ.grup 45)<br />

toplam 500<br />

25<br />

25<br />

25<br />

25<br />

,15<br />

25<br />

Kişi 10<br />

Kuruluş 30<br />

10-30<br />

10<br />

bağlantılı grup 20<br />

25<br />

enbüyük 10 kredi<br />

toplam 230<br />

25<br />

toplam 800<br />

25<br />

toplam 800<br />

25<br />

toplam 800<br />

15 (grup30)<br />

25-50<br />

Toplam800<br />

Banka<br />

ilgililerine<br />

Krediler/Serma<br />

ye (%)<br />

Max. Hisseleri<br />

Oranında<br />

yasak<br />

Toplam 10<br />

10<br />

Yasak<br />

Toplamı 00<br />

Max. 5000$<br />

5<br />

(teminat. 10)<br />

toplam 20<br />

10<br />

Toplam 100<br />

Toplam 100<br />

Toplam 75<br />

yasak<br />

20<br />

25<br />

20<br />

toplam 50<br />

toplam 10<br />

10


3. ULUSLARARASI PARA FONU <strong>ve</strong> DÜNYA BANKASI: FİNANSAL<br />

SEKTÖR DEĞERLENDİRME PROGRAMI<br />

1990'ların ikinci yarısında Asya, Latin Amerika, <strong>ve</strong> Rusya <strong>krizler</strong>i ile<br />

uluslararası <strong>finansal</strong> sistemde görülen çalkantılar <strong>ve</strong> yaşanan telaş, ulusal<br />

<strong>ve</strong> uluslararası düzeyde <strong>finansal</strong> sistemlerin sağlamlaştırılması <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />

sistemlerin izlenmesi konusunu ön plana çıkardı. Bu bağlamda Uluslararası<br />

Para Fonu (IMF)'nun Finansal Sistemin İstikrarlılığının Değerlendirilmesi<br />

çalışmaları. Mayıs 1999'da Uluslararası Para Fonu-Dünya Bankası Finansal<br />

Sektör Değerlendirme Programı'na dönüşmüştür. Uluslararası Para Fonu<br />

Eylül 1999 <strong>ve</strong> Ocak 2000'de, merkez bankası ya da regülasyon otoriteleri,<br />

akademisyenler, çeşitli uluslararası kurumlar <strong>ve</strong> özel sektör temsilcileri ile iki<br />

önemli toplantı gerçekleştirmiştir. Bu toplantılarda, ulusal <strong>finansal</strong><br />

sistemlerin sağlamlığı ya da kırılganlığının, ulusal <strong>ve</strong> uluslararası düzeyde<br />

izlenmesi <strong>ve</strong> kontrolü içi'n gerekli <strong>ve</strong>rilerin saptanması, standardize edilmesi<br />

<strong>ve</strong> toplanmasına ilişkin bir çerçe<strong>ve</strong> benimsenmiştir. Bu çerçe<strong>ve</strong> bağlamında<br />

çalışmalar halen sürdürülmektedir.<br />

Finansal Sektör Değerlendirme Programı'na göre, Finansal<br />

Sistemlerin sağlamlılığını izleme çalışmaları, sektörün sağlamlığı <strong>ve</strong><br />

istikrarını değerlendirmeye yönelik bazı göstergelerin varlığını gerektirir.<br />

Makro-ihtiyati göstergeler (Macroprudential indicators) olarak adlandırılan<br />

bu göstergeler birkaç nedenle önemlidir: Her şeyden önce mali sistemin<br />

sağlamlığının değerlendirilmesi, objektif ölçütlere dayandırılmış olur. Bu<br />

göstergelerin kamuya açık olması piyasaların temel mali göstergeler<br />

hakkında bilgi edinmesini sağlarken; uluslararası standartlara uygun <strong>ve</strong><br />

dolayısıyla çeşitli ülkelerin bu açıdan karşılaştırılmasına el<strong>ve</strong>rişli olması da,<br />

göstergelerin yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası sermaye<br />

hareketlerinin miktar <strong>ve</strong> akışkanlığı ile <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in yayılma riskinin<br />

önemli boyutlara ulaştığı günümüzde, uluslararası/küresel düzeyde de<br />

izlenmesini sağlar.<br />

Makro-ihtiyati göstergeler; tekil mali kurumların sağlıklılığını gösteren<br />

mikro-ihtiyati göstergelerle, mali sistemin sağlamlılığını gösteren<br />

makroekonomik değişkenlerden oluşur. Finansal <strong>krizler</strong> çoğunlukla bu<br />

göstergelerin kırılganlığın arttığını işaret ettiğinde doğmaktadır.<br />

Bir <strong>finansal</strong> sistemin sağlıklı olup olmamasını tespite yönelik<br />

göstergeler, o <strong>finansal</strong> sistemdeki tekil kurumların sağlıklı olup olmadığını<br />

gösteren <strong>ve</strong>rilenn bütüncül' hale getirilmesi ile elde edilir. Bu amaçla<br />

kullanılan çerçe<strong>ve</strong> (aslında daha önceden de çeşitli derecelendirme (rating)<br />

kuruluşlarının da kullandığı) CAMELS çerçe<strong>ve</strong>si olarak adlandırılmaktadır.<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>, bir mali kurumun altı önemli mali göstergesinin [Sermaye<br />

Yeterliği (Capital adequacy), Aktif Kalitesi (Asset quality). Yönetimde


Sağlamlık (Management soundness), Kazanç (karlılık) (Earnings), Likidite<br />

(Liquidity), Piyasa Riskine Duyarlılık (Sensitivity to market risk)] baş<br />

harflerinden oluşmuştur:<br />

CAMELS Çerçe<strong>ve</strong>si<br />

• Sermaye(Capital): Sermaye Yeterliliği, bir mali kurumun<br />

bilançosunun, şokla karşılaşıldığında nasıl etkileneceğinin ya da<br />

bilançosundan hareketle şokla nasıl baş edeceğinin temel<br />

göstergesidir. Bu nedenle mali kurumların/bankaların<br />

varlıklarının (döviz kuru, kredi, faiz haddi gibi) çeşitli <strong>finansal</strong><br />

risklere göre ağırlıklandırılmış sermaye-yeterlik oranlarının<br />

izlenmesi çok önemlidir.<br />

• Varlıklar (Assets): kalitesi bozulan mali kurumların ödeyememe<br />

(insol<strong>ve</strong>ncy) riski artacağından, aktiflerin kalitesini izleme<br />

göstergeleri (spesifik risklere aşırı açıklık, ödenmeyen-kredilerin<br />

gelişme trendi, bankadan kredi alan kişi ya da kuruluşların<br />

sağlamlığı <strong>ve</strong> karlılığı) önem kazanir.<br />

• Yönetim (Assets): İyi yönetim, bankaların performanslarında en<br />

önemli etkenlerden biri olmakla birlikte ölçülmesi zor, niteliksel<br />

(qualitati<strong>ve</strong>) bir etkendir. Bu nedenle çeşitli etkinlik kriterleri ile<br />

nicelleştirilmeye çalışılır.<br />

• Karlılık (Earnings): Karsız <strong>finansal</strong> kurumlar, ödeyememe riski<br />

yüksek kurumlardır. Bununla birlikte kurumların karlılık<br />

trendlerinin yorumlanması diğer göstergelere göre daha zordur:<br />

Genellikle yüksek karlılık, yüksek risk alma anlamına<br />

gelmektedir.<br />

• Likidite (Liquidity): Ödeyememe sorunu olmayan bir mali<br />

kurum, kötü (kısa dönemde) likidite yönetimi nedeniyle kapanma<br />

durumuyla karşılaşabilir. Bu nedenle göstergeler, fon<br />

kaynaklarını <strong>ve</strong> vade-uyumsuzlukları (maturity mismatches) ile<br />

ülke parası-yabancı para uyumsuzluklarını (currency<br />

mismatches)dikkate almalıdır.<br />

• Piyasa Riskine Duyarlılık (Sensitivity to Market Risk):<br />

Bankacılık işlemleri, uluslarası sermaye hareketlerinin artması <strong>ve</strong><br />

yeni mali araçların gelişimi ile giderek genişlemekte <strong>ve</strong><br />

karmaşıklaşmaktadır. Bu nedenle, faiz, döviz kuru riskleri ile<br />

menkul değerier <strong>ve</strong> mal fiyatlarının değişme riski de izlenmelidir.


Makroekonomik Göstergeler<br />

Mali sistemin işleyişi, ekonominin genel gidişine bağlıdır <strong>ve</strong> bu nedenle<br />

mali kurumlar makroekonomik değişkenlerdeki değişmelerden önemli<br />

ölçüde etkilenir. Yapılan çalışmalar belirli makroekonomik trendlerdeki<br />

gelişmelerin bankacılık <strong>krizler</strong>i hakkında sinyaller <strong>ve</strong>rdiğini gösterdiğinden,<br />

mali sağlamlığın değerlendirilmesinde, daha geniş, ekonomi bazında bir<br />

bakış açısına (özellikle ülkenin sermaye giriş <strong>ve</strong> çıkışları ile para (currency)<br />

<strong>krizler</strong>i karşısında kırılganlıklannın göz önünde tutulmasına) gerek vardır.<br />

Belli başlı makroekonomik değişkenleri, bütüncül yada sektörel<br />

büyüme oranlan, ödemeler bilançosundaki gelişmeler, enflasyon oranı <strong>ve</strong><br />

enflasyon oranı değişkenliği, faiz <strong>ve</strong> döviz kurian, kredi hacmindeki<br />

gelişmeler, menkul <strong>ve</strong> gayrimenkul variıklann fiyatlarındaki değişmeler<br />

şeklinde sıralayabiliriz.<br />

' Bunların yanında, ülkenin, diğer ülkelerdeki <strong>finansal</strong> gelişmelerden<br />

etkilenme derecesini, <strong>krizler</strong>in yayılmasına karşı duyariilığını dikkate alan<br />

göstergelere de bakılmalıdır.<br />

Mikro <strong>ve</strong> makro ihtiyati göstergeler Tablo III.3.'de toplu olarak gösterilmektedir.


Tablo III. 4. İHTIYATLI-MAKRO- GÖSTERGELER (MACRO PRUDENTIAL INDICATORS)<br />

Bütüncül Mikro-lhtivati Göstergeler<br />

Makroekonomik Göstergeler<br />

Sermaye Yeterliği Likidite İktisadi Büyüme<br />

(Capital Adequasy) • Mali Kurumlara Açılan MB • Bütüncül Büyüme Oranları<br />

• Bütüncül Sermaye Oranları Kredileri • Sektörel Üretim Gelişmeleri<br />

• Sermaye Oranlarının Sıklık • Mevduat/Parasal Büyüklükler<br />

• Dağılımı Oranları Ödemeler Dengesi<br />

• interbank Faiz Oranlarının • Cari işlemler Dengesi<br />

Sınıflanması • Döviz Rezerv Yeterliliği<br />

• Kredi/mevduat Oranı • Dış Borçlar (<strong>ve</strong> Vade Yapısı)<br />

Varlık <strong>ve</strong> Yükümlülüklerin • Dış Ticaret Haddi<br />

Vade Yapısı • Sermaye Akımlarının<br />

• İkincil Piyasa Likidite Ölçüleri Bileşimi <strong>ve</strong> Vade Yapısı<br />

Aktif Kalitesi (Asset quality) Piyasa Riskine Duyarlılık Enflasyon<br />

• Kredi Kurumu'nun (Sensitivity to Market Risks) • Enflasyonun Değişkenliği<br />

• Sektörel Kredi Yoğunlaşması • Döviz Kuru Riski<br />

• Yabancı Para Kredileri • Faiz Haddi Riski Faiz Haddi <strong>ve</strong> Döviz kurları<br />

• Geri Dönmeyen Krediler • Menkul-Değer Fiyatları Riski • Faiz Haddi <strong>ve</strong> Döviz Kuru<br />

• Kamu Krumlarına Krediler • Mal fiyatları Riski Hareketliliği<br />

• Varlıkların Risk Profili • Ülke içi Reel Faiz Oranı<br />

• Bağlantılı Krediler • Döviz Kurunun<br />

• Kaldıraç Oranları Piyasa-Temelli Göstergeler Sürdürülebilirliği<br />

• Finansal Araçların Piyasa • Döviz Kuru Garantileri<br />

• Borçlu'nun • Fiyatları<br />

• Kredi/Özsermaye • Karlılık Göstergeleri Kredi <strong>ve</strong> Aktif Fiyatları Artışı<br />

• Oranı • Kredi Reytingleri • Kredilerde artış<br />

• Şirket Karlılığı • Aktif Fiyatları Artışı<br />

Şirket Hakkında<br />

• Diğer Bilgiler Sirayet Etkileri<br />

• Bireysel Borçlar<br />

• Finansal Piyasa<br />

Korelasyonu<br />

• Ticaretin yayılması<br />

İyi Yönetim<br />

(Management soundness)<br />

• Harcama Oranları<br />

• İşçi Başına Kazanç<br />

• Mali Kurumların<br />

• Sayısında Artış<br />

Diğer Faktörler<br />

• Kredi <strong>ve</strong> Yatırımlar<br />

• Hükümetin Bankacılık<br />

Kesimine Başvurması<br />

• Ekonmide Gecikmiş Borçlar<br />

• Kazanç <strong>ve</strong> Karlılık<br />

• (Earnings and Profitability)<br />

• Aktiflerin Getirişi<br />

• Özsermaye Betirisi<br />

• Gelir-Harcama Oranları<br />

• Yapısal Karlılık Oranları


4.BANKACILIK KESİMİ REGÜLASYON, DENETİM VE GÖZETİM<br />

UYGULAMALARI<br />

Bu alt-başlıkta, bankaların düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetimi<br />

konusunda dünyada uygulamalar nelerdir? Ülke uygulamalannda hangi<br />

benzerlik ya da farklılıklardan söz edilebilir? sorulannı. Dünya Bankası'nm<br />

1998'de 107 ülkede yaptığı anket çalışmasının sonuçlanndan hareketle<br />

yanıtlamaya çalışacağız(Barth, Capho <strong>ve</strong> Levine, 2001):<br />

• Düzenleme Otoritesi: Etkin bankacılık düzenlemesinde,<br />

denetim kurumlannın sayısı, kimlerden oluştuğu, bağımsız<br />

olup olmaması gibi hususlar önemli bir tartışma konusudur.<br />

Ankete katılan 107 ülkenin 89'unda tek bir düzenleme otoritesi<br />

varken, 18 ülkede iki <strong>ve</strong> daha fazla sayıda kurum/otorite<br />

bankacılığın düzenlemesinden sorumludur. Düzenleme<br />

kurumu tek olan ülkelerin 3/4'ünde, bu kurum Merkez<br />

bankasıdır. Denetim kurumlarından sorumlu kamu otoritesi ise,<br />

genellikle maliye bakanlığıdır.<br />

• Bankacılık sektörünün büyüklüğü: Bu konuda ankette iki<br />

gösterge kullanılmaktadır. (Toplam Banka Aktifleh / GDP) oranı<br />

<strong>ve</strong> 100.000 kişiye düşen banka sayısı. İlk gösterge ile ilgili<br />

ilginç bir farklılık Almanya <strong>ve</strong> ABD'de görülmektedir Toplam<br />

banka aktiflerinin GDP'ye oranı Almanya'da %313 iken,<br />

ABD'de %66 dır. Aralanndaki farklılık, Almanya'nın bankaağıriıklı,<br />

ABD'nin ise sermaye piyasası-ağıriıklı <strong>finansal</strong><br />

sisteme sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Her iki ülkede<br />

de 100.000 kişiye düşen banka sayısı aşağı yukan birbirine<br />

yakındır. Ancak bu sayı, diğer bir çok ülkeye göre oldukça<br />

yüksektir.<br />

• Bankacılık Sektörünün Yapısı: Bu konudaki değişkenlerden<br />

ilki, en büyük 5 bankanın toplam mevduattaki payına<br />

bakıldığında bu oranın ABD'de nispeten düşük olduğu(%21)<br />

görülmektedir. Çok sayıda banka olan ülkelerde bile bu oranın<br />

yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Rusya'da 1300 banka<br />

bulunmasına rağmen ilk beş bankanın mevduattaki payı<br />

%80'dir. İkinci değişken toplam bankacılık aktiflerinde<br />

kamunun payının genellikle yüksek olduğu görülmektedir.<br />

Dokuz ülkede bu o.ran %60' dan büyükken, Almanya'da %42,<br />

Hindistan'da %80'dir. Bu oranın diğer uç noktası ABD <strong>ve</strong><br />

İngiltere'dir: %0. Bankacılık sisteminde yabancı bankalann<br />

oranı, yabancı bankalaria ilgili kısıtlamalar nedeniyle çok<br />

farklılık göstermektedir. Bu oran Hindistan'da sıfır iken Yeni<br />

Zelanda'da %99'dır. Aynı oran, Almanya, ABD <strong>ve</strong> Japonya'da


sırasıyla, %4, %5, %6'dır. Bankaların ölçek büyüklükleri de<br />

ülkeler asında çok çeşitlilik göstermektedir. Banka ölçeklerinin<br />

küçüklüğü ABD'de banka-dışı aracı kurumlarının önemini<br />

gösterirken, diğer ülkelerde genellikle <strong>finansal</strong> sistemin<br />

sığlığının bir göstergesidir<br />

• Bankaların faaliyet alanları <strong>ve</strong> banka sahipliği konusunda<br />

sınırlama: Ankette ülkeler, menkul kıymet, sigortacılık,<br />

gayrimenkul piyasalarında faaliyet gösterme <strong>ve</strong> bankaların<br />

banka-dışı şirketlere sahip olabilme (ya da tersi) açısından<br />

kısıtlama derecesine göre [1 (sınırlama yok) ile 4(sınırlama çok<br />

yüksek)] derecelendirilmiştir. Buna göre sınırlamanın en az<br />

olduğu ülkelerden ikisi Yeni Zelanda (1) <strong>ve</strong> Almanya(1.3) iken,<br />

en fazla sınırlamanın olduğu ülkeler arasında Çin (3.5) <strong>ve</strong><br />

Endenozya (3.5) gelmektedir. Yakın zamana kadar Japonya<br />

<strong>ve</strong> ABD de sınırlamaların yüksek olduğu ülkeler arasındaydı.<br />

Banka dışı <strong>finansal</strong>-sektörler içinde kısıtlamanın, en fazla<br />

olduğu sektör gayrimenkul sektörü (107 ülkenin %37'sinde<br />

yasaklanmıştır), en az olduğu sektör ise, menkul-değerler<br />

sektörü' (sadece %7'sinde yasaklanmıştır) dür. Bankaticaret/sanayi<br />

kesimi bütünleşmesine baktığımızda, 107 ülkenin<br />

%36'sında banka dışı firmaların banka sahibi olmasında bir<br />

kısıtlama yokken, %13'ünde <strong>finansal</strong> sektör-dışındaki firmaların<br />

banka sahibi olması yasaklanmıştır (Bkz. Grafik.1)<br />

• Düzenleme Denetleme Şartları: Banka başına profesyonel<br />

denetçi sayısı bazı ülkelerde oldukça yüksekken (Taiwan %18,<br />

Honduras %12), bazı ülkelerde çok düşüktür (ABD'de %0.1,<br />

Türkiye'de %0.4). Aralarında Arjantin, Brezilya'nın da<br />

bulunduğu 42 ülkede denetçiler faaliyetleri dolayısıyla yasal<br />

sorumluluk taşırken, ABD <strong>ve</strong> İngiltere'nin de dahil olduğu 56<br />

ülkede böyle bir sorumluluk yoktur. Minimum risk-ağırlıklı<br />

sermaye yeterlilik oranları açısından karşılaştırdığımızda, bu<br />

oran ülkelerin %60'ında %8 iken, %14'ünde %10 civarındadır.<br />

Ülkelerin %96'sında fiili sermaye/toplam aktif oranı, gerekli<br />

minimum orana eşit ya da oranı aşıyor.


Grafik I Banka Akt^nls en üzermdekı R&gulasvon Sin^rlandırîrıals^i'- lonj^ken^n<br />

RbnıÂ::ih>/OP. Su mil ikkm DiB'^iUM^i^e Göm VO^de ('iH^ûtnn<br />

Gnyn Me "kul<br />

>ıacrl;3c:!iifs<br />

Mp-KuI<br />

Ktyn&tler<br />

•Jvr<br />

x.1Ü{J<br />

Kaynak: Barth, Caprio <strong>ve</strong> Levine (2001)<br />

4. 1. Mevduat Sigortası Uygulamalan<br />

Fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olanlar arasında aracılık, para<br />

politikasının yürütıjlmesi, ödeme hizmeti sağlama gibi işlevleriyle <strong>finansal</strong><br />

sistemin en önemli unsuru olan bankacılık sistemleri; portföylerinin yapısı<br />

gereği likidite <strong>ve</strong> ödeyememe güçlüğüne düşme olasılığının <strong>ve</strong> sermayekaldıraç<br />

oranının yüksek olması, bir bankanın başarısız olmasının kolayca<br />

tüm sisteme yayılabilmesi gibi gerekçelerle, bir çok ülkede, oluşturulan<br />

gü<strong>ve</strong>nlik ağı (safety net) (mevduat sigortası <strong>ve</strong> son kredi mercii) ile<br />

korunmaya çalışılmaktadır. İkinci bölümde koruyucu düzenleme aracı olarak<br />

tanımladığımız mevduat sigortası, halen dünya ölçeğinde %50'ye yakın<br />

ülkede bulunmamasına rağmen, özellikle 1980'li <strong>ve</strong> 1990'lı yıllarda yaşanan<br />

<strong>krizler</strong>le birlikte bir çok ülkede uygulanmaya başlanmış ya da var olan<br />

mevduat sigortası sistemi reforma tabi tutulmuştur. Garcia (1999)'a göre,<br />

sözkonusu dönemde 68 ülkeden 52'si mevduat sigortası uygulamasına<br />

geçerken, 16 ülke de varolan mevduat sigortasında yeni <strong>düzenlemeler</strong><br />

yapmıştır.<br />

Dünya ölçeğinde mevduat sigortası uygulamalarına baktığımızda altı<br />

seçenek olduğunu görüyoruz: (i) Mevduat sahiplerinin korunmasınn<br />

sözkonusu olmadığı sistem (Yeni Zelanda); (ii) Mevduat garantisi yerine, bir<br />

banka başarısız olduğunda mevduat sahplerinin alacaklarına öncelik<br />

<strong>ve</strong>rildiği sistem (Avusturalya); (iii) Mevduat sigorta kapsamının belirsiz<br />

116


olduğu sistem; (iv) Zımni mevduat garantisinin sözkonusu olduğu sistem(55<br />

ülkede uygulanan sistem); (v) Açık <strong>ve</strong> sınırlı kapsamlı mevduat sigorta<br />

sistemi (68 ülkede uygulanmaktadır); (vi) Açık <strong>ve</strong> tüm mevduatın sigorta<br />

kapsamında olduğu sistem (10 kriz ülkesinde uygulanmaktadır) (Garcia,<br />

1999:4).<br />

Normal koşullarda (kriz dönemleri hariç) en iyi <strong>ve</strong> en yaygın mevduat<br />

sigortası uygulama biçiminin, açık <strong>ve</strong> sınırlı kapsamlı mevduat sigortası<br />

sistemi olduğu anlaşılmaktadır. Açık mevduat sigortası sistemine sahip<br />

ülkelerin yaklaşık üçte ikisi son 15 yıl içinde bu uygulamaya geçmişlerdir.<br />

1999 yılı itibariyle açık mevduat sigortasına sahip ülkeler Tablo lll:5'de<br />

belirtilmiştir.<br />

Tablo III.S.Açık Mevduat Sigortasına Sahip Ülkeler-1999<br />

Almanya İrlanda Peru<br />

Amerika İspanya Polonya<br />

Arjantin İs<strong>ve</strong>ç Portekiz<br />

Avusturya İsviçre Romanya<br />

Bahreyn İtalya Slovak Cumhuriyeti<br />

Bangladeş İzlanda Sri Lanka<br />

Belçika Jamaika Şili<br />

Brezilya Japonya Tanzanya<br />

Bulgaristan Kamerun Tayvan<br />

Çad Kanada Türkiye<br />

Çek Cumhuriyeti Kenya Uganda<br />

Danimarka Kolombiya Ukranya<br />

Dominik Cumhuriyeti Kongo Umman<br />

Ekvator Kore Venezüella<br />

El Salvador Litvanya Yunanistan<br />

Filipinler<br />

Lijksemburg<br />

Finlandiya<br />

Lübnan<br />

Fransa<br />

Macaristan<br />

Hırvatistan<br />

Makedonya<br />

Hindistan<br />

Meksika<br />

Hollanda<br />

Nijerya<br />

İngiltere<br />

Nor<strong>ve</strong>ç<br />

Kaynak: Garcia,1999:16<br />

Mevduat sigortası bankacılık sisteminin istikrarını korumak yanında,<br />

küçük mudileri de banka iflasları sonucu oluşabilecek kayıplardan korumayı<br />

amaçlayan bir mekanizmadır. Açık olabileceği gibi zımni (örtük) olarak da<br />

uygulanabilir. Açık mevduat sigortası uygulamalarında hükümetler, mudilerin<br />

hangi mevduatlarının ne kadarının sigorta kapsamında olduğunu, sigortanın


nasıl finanse edildiğini, bankalann sigortaya üyelik durumlannı, sigortanın<br />

yönetim biçimini <strong>ve</strong> bankaların tasfiye mekanizmalannı kanuni olarak<br />

belirtir. Böyle formal <strong>düzenlemeler</strong>in olmadığı ülkelerde genelde zımni<br />

mevduat sigortası olduğu varsayılır. Bu da daha çok banka iflasları sonucu<br />

oluşan sosyal maliyetlerin hükümetlerin üstlenmesi gerekir düşüncesinden<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

Mevduat sigortasının kapsadığı maksimum limit piyasa disiplinini<br />

belirieyen önemli bir faktördür. Bu limit ülkelere göre farklılıklar<br />

göstermektedir (Tablo III.3.6). Mevduat sigortasının kapsadığı maksimum<br />

limitin çok düşük olduğu sistemlerde mudiler daha gü<strong>ve</strong>nli sistemler arariar.<br />

Bu yüzden bu düzey ne <strong>finansal</strong> sistemin istikrarını sağlar ne de mudilerin<br />

kayıplarını önler. Fakat tam tersi bu limitin oldukça yüksek tutulması ise,<br />

mudilerin, bankaları gözetim motivasyonunu azaltacağından piyasa<br />

disiplinini bozar. Örneğin, Kore, Japonya, Türkiye, Meksika <strong>ve</strong> Ekvator 1999<br />

yılı itibariyle mudilerini sınırsız sigorta kapsamına aldılar. Fakat yaşadıkları<br />

bankacılık <strong>krizler</strong>i sonunda maksimum sigorta limitini belirii düzeylere çekme<br />

eğilimine girdiler.<br />

Tablo III.3.6.'da seçilmiş ülkelerin maksimum sigorta düzeylerinin<br />

kişi başına GSMH'ya oranlan da <strong>ve</strong>rilmiştir. IMF, bu oranın iki olmasını<br />

tavsiye etmektedir.<br />

Tablo III. 6:<br />

Seçilmiş Bazı Ülkelerin Mevduat Sigortası Maksimum Limiti <strong>ve</strong> Milli Gelirleri<br />

Ülke sigorta kapsamı{1) milli gelir(2) 1\2<br />

Almanya $ 21,918 $ 26,161 0.8<br />

Amerika $ 100,000 $ 31,433 3.2<br />

Arjantin $ 30,000 $ 9,649 3.1<br />

Avusturya $ 24,075 $ 26,246 0.9<br />

Bahreyn $ 5,600 $ 8,383 0.7<br />

Bangladeş $ 2,123 $ 348 6.1<br />

Belçika $ 16,439 $ 24,947 0.7<br />

Brezilya $ 17,000 $ 4,566 3.7<br />

Bulgaristan $ 1,784 $ 1,401 1.3<br />

Çad $ 3,557 $ 245 14.5<br />

Danimarka $ 21,918 $ 33,307 0.7<br />

El Salvador $ 4,720 $ 1,915 2.5<br />

Finlandiya $ 29,435 $ 24,404 1.2<br />

Fransa $ 65,387 $ 24,700 2.6


Hırvatistan $ 15,300 $ 4,688 3.3<br />

Hindistan $ 2,355 $ 387 6.1<br />

Hollanda $ 21,918 $ 24,143 0.9<br />

İngiltere $ 33,333 $ 23,598 1.4<br />

İrlanda $ 16,439 $ 21,788 0.8<br />

İspanya $ 16,439 $ 14,241 1.2<br />

İs<strong>ve</strong>ç $ 31,412 $ 25,743 1.2<br />

İsviçre $ 19,700 $ 36,840 0.5<br />

İtalya $ 125,000 $ 20,633 6.1<br />

İzlanda $ 21,918 $ 29,228 0.7<br />

Jamaika $ 5,512 $ 2,876 1.9<br />

Kamerun $ 5,336 $ 600 8.9<br />

Kanada $ 40,770 $ 19,700 2.1<br />

Kenya $ 1,757 $ 323 5.4<br />

Kolombiya $ 5,500 $ 2,430 2.3<br />

Kongo $ 3,557 $ 726 4.9<br />

Litvanya $ 6,250 $ 2,844 2.2<br />

Luksemburg $ 16,439 $ 39,233 0.4<br />

Lübnan $. 3,300 $ 5,145 0.6<br />

Macaristan $ 4,564 $ 4,631 1<br />

Makedonya $ 183 $ 1,480 0.1<br />

Nijerya $ 588 $ 287 2.1<br />

Nor<strong>ve</strong>ç $ 260,800 $ 32,986 7.9<br />

Peru $ 21,160 $ 2,485 8.5<br />

Polonya $ 1,096 $ 3,896 0.3<br />

Portekiz $ 16,439 . $ 11,565 1.4<br />

Romanya $ 3,600 $ 1,848 1.9<br />

Şili $ 1,470 $ 5,253 0.7<br />

Tanzanya $ 376 $ 245 1.5<br />

Tayvan $ 38,500 $ 11,633 3.3<br />

Uganda $ 2,310 $ • 280 8.2<br />

Ukranya $ 250 $ 837 0.3<br />

Umman $ 52,630 $ 5,986 8.8<br />

Venezüella $ 7,309 $ 3,910 1.9<br />

Yunanistan $ 21,918 $ 11,501 1.9<br />

Kaynak: Garcia, 1999<br />

Diğer yandan, bazı ülkeler maksimum bir sigorta limiti belirlemenin<br />

yanında, mevduat sigortası şemalarına ortak-sigorta (co-insurance)<br />

mekanizmasını da katmışlardır. Bu mekanizma ile sigorta kapsamı içinde<br />

bulunan mevduatın belirli bir oranını mevduat sigortası fonu karşılarken,<br />

kaybın diğer kısmına mudinin kendisi katlanmaktadır. Tablo III.7.'de hangi<br />

ülkelerin birlikte-sigorta şemasına sahip olduğunu göstermektedir.


Tabiolll.7:<br />

Ortak-Sigorta Sistemine Saiıip Üll


Tablo İli. 8.<br />

Riske Bağlı Primli Mevduat Sigortası Sistemleri<br />

Arjantin<br />

Bulgaristan<br />

Kameron<br />

Orta Africa Cumhuriyeti<br />

Çad<br />

Kongo<br />

El Salvador<br />

Gine<br />

Finlandiya<br />

Gabon<br />

Amerika<br />

Macaristan<br />

İtalya<br />

Makedonya<br />

Marshall Adaları<br />

Mikronesya<br />

Peru<br />

Portekiz<br />

Romanya<br />

İs<strong>ve</strong>ç<br />

Türkiye<br />

Kaynak: Demirgüç-Kunt <strong>ve</strong> Sobacı (2000)<br />

IMF, tüm ülkelere mevduat sigortasını uygulamayı tavsiye<br />

etmektedir. Fakat ülkelerin, mevduat sigortası sistemlerini<br />

yapılandırırken sınırlı düzeyde sigorta kapsamına sahip olmasını,<br />

zorunlu üyelik <strong>ve</strong> politik müdahaleden uzak bir yönetimin olması gibi<br />

unsurları dikkate almalarını belirtmektedir. Mevduat sigortası<br />

sistemlerinin, mudileri <strong>ve</strong> diğer <strong>finansal</strong> katılımcıları ihtiyatlı olmaya<br />

teşvik etmesi, ahlaki risk sorununu önemli oranda azaltacaktır.


IV. BÖLÜM<br />

TÜRK BANKACILIK SÎSTEMİ:REGÜLASYON YAPISI, SORUNLARI VE<br />

YENİDEN YAPILANDIRILMASI<br />

1. GİRİŞ<br />

Türk Mali Sisteminin regülasyon yapısı Tablo IV.L'de görülmektedir.<br />

Buna göre, mali piyasaların doğrudan ya da dolaylı regülasyonundan beş<br />

kamu kuruluşunun yetkili <strong>ve</strong> sorumlu olduğunu söyleyebiliriz: Merkez<br />

Bankası (TCMB), Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu (BDDK),<br />

Türkiye Bankalar Birliği (TBB), Hazine Müsteşarlığı (HM) <strong>ve</strong> Sermaye<br />

Piyasası Kurulu(SPK).<br />

Türkiye'de bankaların <strong>ve</strong> özel finans kuruluşlannın regülasyon,<br />

denetim <strong>ve</strong> gözetiminden, 31 Ağustos 2000 tarihi itibariyle bağımsız bir<br />

kuruluş olarak faaliyetlehne başlayan BDDK yetkili <strong>ve</strong> sorumludur. Önceki<br />

bölümlerde gördüğümüz gibi önemli bir regülasyon aracı olan Tasarruf<br />

Mevduatı Sigorta Fonu'nun yönetimi de BDDK'nın uhdesindedir. Ancak,<br />

BDDK'nın yetki <strong>ve</strong> sorumluluğuna dayanak oluşturan Bankalar Kanunu'na<br />

göre, bankacılık sisteminin regülasyonuna ilişkin TCMB <strong>ve</strong> HM'nın da görev<br />

<strong>ve</strong> yetkilen bulunmaktadır. Bu kurumlann yanında bir regülasyon kurumu<br />

olarak Türkiye' de faaliyette bulunan bankaların oluşturdukları TBB'den de<br />

söz etmek gerekir.<br />

TABLO IV.1:<br />

TÜRK MALİ SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI<br />

TCMB<br />

(Son Başvuru<br />

M.)<br />

BDDK<br />

(TMSF)<br />

HAZİNE<br />

MÜSTEŞARLIĞI<br />

4—•<br />

SPK<br />

Bankalar<br />

Özel Finans K.<br />

Finansal<br />

Kiralama<br />

Finansman Ş.<br />

Faktöring<br />

Sigortacılık<br />

IMKB<br />

Altın Borsası<br />

Vadeli İşlemler<br />

P.<br />

Türkiye'de (özel finans kurumlan hahç) bankacılık-dışı mali kesim<br />

olarak adlandırılan Finansal Kiralama, Faktöhng <strong>ve</strong> Sigortacılık kuruluşlan<br />

ile Finansman Şirketlerinin düzenleme <strong>ve</strong> denetimi. Hazine Müsteşariiğı'nın<br />

yetki <strong>ve</strong> sorumluluğundadır.


Mali sistemin bir diğer önemli ayağı olan sermaye piyasasının (<strong>ve</strong><br />

onun aracı-kuruluşları olan IMKB, Altın Borsası <strong>ve</strong> Vadeli İşlemler<br />

Piyasası'nın) düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetiminden ise Sermaye Piyasası<br />

Kurulu yetkili <strong>ve</strong> sorumludur.<br />

Biz çalışmamızda bankacılık sisteminin düzenleme, denetim <strong>ve</strong><br />

gözetimi üzerinde durduğumuzdan, yalnızca <strong>ve</strong> özellikle dört kurumun,<br />

TCMB, BDDK, <strong>ve</strong> HM <strong>ve</strong> TBB'nin görev <strong>ve</strong> yetkilerini ele alacağız. Bu<br />

kurumların görev <strong>ve</strong> yetkileri. Bankalar Kanunu ile TCMB Kanunu'nda<br />

tanımladığından, kısaca bu kanunlardaki tarihsel gelişmelere de<br />

değineceğiz. Bölümde aynca Türk Bankacılık Sisteminin yapısı <strong>ve</strong> sorunlan<br />

ile bankaların yeniden yapılandırılmasını ayrı başlıklar altında tartışacağız.<br />

2. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI<br />

2.1. Merkez Bankası<br />

11 Haziran 1930'da 1715 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

Kanunu' nun kabul edilmesinin ardından 3 Ekim 1931'de kurulan <strong>ve</strong> 1 Ocak<br />

1932'de faaliyete geçen Merkez Bankası'na, ilkin, 30 yıl süreyle banknot<br />

ihracı imtiyazı <strong>ve</strong>rilmişken, 1955 yılında 1999 yılına kadar uzatılan bu<br />

imtiyaz, 25 Nisan 1994'de yapılan değişiklikle süresiz şekilde uzatılmıştır.<br />

1715 Sayılı Kanun, yeni Merkez Bankası kanununun çıktığı. Ocak<br />

1970'e kadar 40 yıl yürürlükte kalmıştır. Merkez Bankası'nın kuruluş<br />

yasasında bankanın temel amacı, ''ülkenin iktisadi kalkınmasına yardımcı<br />

olmak" şeklinde belirlenmiş <strong>ve</strong> bu amaçla Banka'ya, reeskont oranını<br />

belirleme <strong>ve</strong> para piyasasını düzenleme, hazine işlemlerini yapma <strong>ve</strong><br />

hükümetle ortaklaşa olarak Türk parasının değerinin korunmasına ilişkin<br />

tüm önlemleri alma görevleri <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu dönemde Merkez Bankası'nın<br />

temel işlevi, etkin bir para politikası yürütmekten çok, kamu kesimi (Hazine<br />

<strong>ve</strong> KİT'ler) finansman açığını kapatmak olmuştur.<br />

14.1.1970 tarih <strong>ve</strong> 1211 Sayılı Kanunla kabul edilen <strong>ve</strong> 26.1 1970'de<br />

yürürlüğe giren Merkez Bankası Kanunu; ilkin 1986 yılında Açık Piyasa<br />

İşlemlerini yürütebilmesi gibi yeni ihtiyaçları karşılamak amacıyla 3291<br />

Sayılı Kanun'la değişikliğe uğramış <strong>ve</strong> nihayet, içinde bulunduğumuz yıl<br />

içinde, "geçen 31 yıllık süre içinde hızla değişen ekonomik koşullar,<br />

Türkiye'nin uzun yıllardan beri kronik enflasyon sorununu çözememesinin<br />

getirdiği giderek artan tepki <strong>ve</strong> merkez bankacılığı konusunda başta Avrupa<br />

Birliği normları olmak üzere dünyada meydana gelen gelişmelere'' uyum<br />

gerekçeleri ile 25.4.2001 tarih <strong>ve</strong> 4651 Sayılı Değişiklik Kanunu ile son<br />

şeklini almıştır.


4651 sayılı Kanunla, 1211 sayılı Kanun'un ondört maddesinde<br />

değişiklik yapılmış, yedi maddesi yümrlükten kaldırılmış <strong>ve</strong> Kanun'a bir yeni<br />

madde eklenmiştir. Sözkonusu bu değişikliklerle;<br />

a) temel amacının fiyat istikrarı olduğunun açıklıkla vurgulanması;<br />

para politikasının <strong>ve</strong> araçlarının belirlenmesi <strong>ve</strong> uygulanmasında tek yetkili<br />

<strong>ve</strong> sorumlu olması; Hazine'ye <strong>ve</strong> kamu sektörüne avans <strong>ve</strong> kredi <strong>ve</strong>rme<br />

uygulamasının kaldırılması; Hazine ile kamu kuruluşlarının ihraç ettiği<br />

borçlanma araçlarının birincil piyasadan satın alınmasının yasaklanması;<br />

Başkan Yardımcılan'nın atanması, görev süreleri, görevden alınamamaları<br />

konularının açıklıkla düzenlenmesi anlamında daha bağımsız,<br />

b) para politikasının belirlenmesi <strong>ve</strong> uygulanmasında şeffaflığın <strong>ve</strong><br />

para politikası kararlarında hesap <strong>ve</strong>rilebilirliğin/açıklanabilirliğin artması<br />

anlamında daha şeffaf,<br />

c) enflasyon hedefinin belirlenmesi, Türk Lirası'nın iç <strong>ve</strong> dış değerini<br />

korumak için gerekli tedbirlerinin alınması <strong>ve</strong> yabancı paralar ile altın<br />

karşısındaki denkliğini tespit etmeye yönelik kur rejiminin belirlenmesi gibi<br />

hükümetle birlikte karar alma/hareket etme yetki <strong>ve</strong> sorumluluk alanları<br />

açıklıkla düzenlenmiş,<br />

d) temel para politikası amacını gerçekleştirmeye yönelik analitik <strong>ve</strong><br />

istatistiki çözümlemenin gerektirdiği istatistiki <strong>ve</strong>rileri toplama, <strong>finansal</strong><br />

sistemde istikrarı sağlama görev <strong>ve</strong> yetkisi kapsamında, mali sistemin alt<br />

yapısının güçlendirilmesi <strong>ve</strong> mali sistemin taşıdığı risklerin belirlenmesi<br />

amacıyla, sistemi izleme <strong>ve</strong> değerlendirmeler yapma, mali sistemdeki<br />

risklerin sektörün geneline yayılmasını önlemek için gerekli tedbirleri alma,<br />

teknolojik gelişmelerden de yararlanarak etkin <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir bir ödeme<br />

sistemi kurma <strong>ve</strong> sürdürme görev <strong>ve</strong> yetkileri ile donatılmış, bir merkez<br />

bankası amaçlanm.iştır.<br />

Merkez Bankası'nın <strong>finansal</strong> piyasaların düzenlenmesine ilişkin görev<br />

ya da yetkileri, MBK'nun Merkez Bankası'nın genel görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />

belirtildiği 4. Maddesi ile, para <strong>ve</strong> kredi konusundaki görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />

belirtildiği 40. Maddesinde yer almaktadır:<br />

Kanunun 4. Maddesinin 1. Fıkrasının f bendinde, TL.nin hacim <strong>ve</strong><br />

tedavülünün düzenlenmesi yanında, <strong>finansal</strong> sistemin alt yapısını oluşturan<br />

ödeme <strong>ve</strong> menkul kıymet transferi <strong>ve</strong> mutabakat sistemleri kurmak <strong>ve</strong> bu<br />

sistemlerin kesintisiz işlemesini <strong>ve</strong> denetimini sağlayacak <strong>düzenlemeler</strong>i<br />

yapmak yetkisi Merkez Bankası'na <strong>ve</strong>rilmiştir. İyi işleyen bir ödemeler<br />

sistemi, hem Merkez Bankası'nın "nihai kredi mercii" işlevini etkin bir<br />

şekilde gerçekleştirmesi açısından, hem de para politikası ile <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong>


eel kesim arasındaki bağlantıyı oluşturan "likidite yönetimr<br />

açısından önemlidir.<br />

nin başarısı<br />

Yine, her ne kadar bankacılık sisteminin denetim <strong>ve</strong> gözetimi 2000 yılı<br />

Ağustos ayı sonunda faaliyetine başlayan BDDK'ya bırakılmışsa da, 4.<br />

Madde' nin 1. Fıkrasının g <strong>ve</strong> h bendlerinde, sağlıklı bir ekonomi <strong>ve</strong> başarılı<br />

bir para politikası için gerekli olan, mali piyasaların istikrarını sağlamaya<br />

yönelik para <strong>ve</strong> döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirler almak <strong>ve</strong> mali<br />

piyasaları izlemek (bankalar, özel finans kurumları <strong>ve</strong> diğer mali<br />

kurumlardan düzenli <strong>ve</strong> doğru bilgi akışı sağlamak) Merkez Bankası'nın<br />

görevleri arasında sayılmıştır.<br />

Merkez Bankası'na ayrıca banka sisteminin ihtiyaç duyduğu günlük<br />

likidite sıkışıklığını gidermek üzere bankalara kredi <strong>ve</strong>rme, bir başka ifade<br />

ile "nihai kredi mercii" yetkisi <strong>ve</strong>rilmiştir. Ayrıca, mali sistemde belirsizlik <strong>ve</strong><br />

gü<strong>ve</strong>nsizliğin doğması gibi olağanüstü durumlarda, aşırı fon çekilmesi ile<br />

karşılaşılan bankalara "nihai borç <strong>ve</strong>rme mercii" olarak kredi <strong>ve</strong>rme yetkisi<br />

yanında, ödeme güçlüğüne girip Tasarruf Mevduat Sigortası Fonu' na<br />

devredilen bankaların gerektirdiği tazminat ödemeleri <strong>ve</strong> bankanın<br />

rehabilitasyona tabi tutulup satılması <strong>sürecinde</strong> fonun kaynaklarının<br />

yetersiz olması durumunda, TMSF'na avans <strong>ve</strong>rebilme yetkisi tanınmıştır.<br />

Bunun yanında, Merkez Bankası "mali piyasaları izlemek amacıyla<br />

bankalar <strong>ve</strong> diğer mali kurumlardan <strong>ve</strong> bunları düzenlemek <strong>ve</strong><br />

denetlemekle görevli kurum <strong>ve</strong> kuruluşlardan gerekli bilgileri isteme <strong>ve</strong><br />

istatistiki bilgi toplama'' yetkisine sahiptir.<br />

2,2. Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu<br />

Türkiye'deki Bankacılık Sistemi'ne ilişkin tüm işlem <strong>ve</strong> faaliyetlerin<br />

denetleme <strong>ve</strong> düzenlemesinden, 18 Haziran 1999 tarih <strong>ve</strong> 4389 Sayılı<br />

Bankalar Kanunu ile kurulan <strong>ve</strong> 31 Ağustos 2000'de faaliyete geçen<br />

Bankacılık Denetleme <strong>ve</strong> Düzenleme Kurumu (BDDK) sorumlu <strong>ve</strong> yetkildir.<br />

BDDK yetki <strong>ve</strong> sorumluluklarını, Türkiye'de faaliyette bulunan tüm banka<br />

işlem <strong>ve</strong> faaliyetlerini düzenleyen adı geçen Bankalar Kanunu'ndan<br />

almaktadır. Bu nedenle Türkiye'de Bankalar Kanunu'nun geçirdiği<br />

aşamalara kısaca değinmekte yarar var:<br />

. Türkiye'deki ilk Bankalar Kanunu, 1933 yılında kabul edilen 2243<br />

Sayılı Mevduatı Koruma Kanunu'dur. Ardından 1936 yılında kabul edilen<br />

2999 Sayılı Bankalar Kanunu 22 yıl yürürlükte kalmış <strong>ve</strong> yerini 23.6.1958<br />

tarih <strong>ve</strong> 7129 Sayılı Kanuna bırakmıştır. Bu kanun, 27 yıl sonra 24.4.1985<br />

tahh <strong>ve</strong> 3182 Sayılı Bankalar Kanun ile değiştirilmiştir. 18 Haziran 1999<br />

tarih <strong>ve</strong> 4389 Sayılı Kanun'la "Avrupa Birliği uygulamalarına büyük ölçüde<br />

paralel <strong>ve</strong> uluslararası standartlarda bir yapıya'' dönüştürülen Bankalar


Kanunu, önce 19 Aralık 1999 tarih <strong>ve</strong> 4491 Sayılı Kanun'la değişikliğe<br />

uğrarken, yaşanan Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 Krizlerinin ardından<br />

"Bankacılık sektörüne ilişkin sorunların hükümetçe uygulanan ekonomik<br />

programın başarıya ulaşması bakımından hızla çözümlenmesi (...)öncelikle<br />

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bünyesinde bulunan bankaların çok hızlı<br />

bir şekilde rehabilite edilmesi <strong>ve</strong> satılması (...)Bu itibarla bu bankalarla ilgili<br />

olarak 4389 sayılı Bankalar Kanununda yer alan bazı mekanizmaların daha<br />

hızlı çalışır hale getirilmesi, bunlann mali bünyelerinin zaafa uğratılmasında<br />

sorumluluğu bulunanlara -uygulanacak yaptırımların da bir an önce<br />

uygulamaya konulması, özellikle kamu vicdanının rahatlatılması"<br />

gerekçeleriyle, 29.5.2001 tarihli 22416 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan<br />

4672 Sayılı Kanunla ikinci bir değişikliğe uğramış <strong>ve</strong> bugünkü son şeklini<br />

almıştır(Taşcıoğ;u, 1998; Reisoğlu, 2001).<br />

Türkiye'de Bankacılık Sistemi'nin yasal çerçe<strong>ve</strong>sini oluşturan<br />

Bankalar Kanunu, amaçları açısından, 4389 Sayılı Kanun'la çağdaş<br />

<strong>finansal</strong>-bankacılık sistemlerine uygun bir yapıya dönüştürülmüştür:<br />

Gerçekten de Nisan 1985-Haziran 1999 tarihleri arasında yürürlükte kalan<br />

3182 Sayılı Kanun'un amacı yalnızca "tasarrufları korumak <strong>ve</strong> ekonomik<br />

kalkınmanın gereklerine göre kullanılmalarını sağlamak" iken, yeni kanun<br />

"tasarruf sahiplerinin hak <strong>ve</strong> menfaatlerini korumak, mali piyasalarda<br />

gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> istikran <strong>ve</strong> ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak<br />

kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere<br />

(Türkiye'de kurulmuş ya da kurulacak yada Türkiye'de şube açacak)<br />

bankaların kuruluş, yönetim, çalışma, devir, birleşme, tasfiye <strong>ve</strong><br />

denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemek."şeklinde, çağdaş <strong>finansal</strong> ya<br />

da bankacılık sistemlerinin üç temel amacını benimsemiştir.<br />

Kanun'daki bir diğer önemli değişiklikte, önceki Bankalar Kanunu'nda<br />

Hazine Müsteşarlığı'na <strong>ve</strong> Merkez Bankası'na (1983 yılında kurulan<br />

TMSF'nın yönetim <strong>ve</strong> temsili) <strong>ve</strong>rilmiş yetki <strong>ve</strong> sorumluklann, Avustralya,<br />

İngiltere, Finlandiya, Nor<strong>ve</strong>ç, Brezilya, Meksika, Kanada gibi bir çok ülkede<br />

olduğu gibi ayn bir kuruma, BDDK'ya <strong>ve</strong>rilmesidir. Kanunun 3. maddesine<br />

göre; "Bu Kanun <strong>ve</strong> ilgili diğer mevzuatın, Kanunda gösterilen yetkiler<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde <strong>düzenlemeler</strong> de yapmak suretiyle uygulanmasını sağlamak,<br />

uygulamayı denetlemek <strong>ve</strong> sonuçlandırmak, tasarrufların gü<strong>ve</strong>nce altına<br />

alınmasını temin etmek <strong>ve</strong> Kanunla <strong>ve</strong>rilen diğer görevleri yapmak <strong>ve</strong><br />

yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari <strong>ve</strong> mali özerkliğe<br />

sahip "Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu" kurulmuştur Kurum,<br />

tasarruf sahiplerinin haklarını <strong>ve</strong> bankaların düzenli <strong>ve</strong> emin bir şekilde<br />

çalışmasını tehlikeye sokabilecek <strong>ve</strong> ekonomide önemli zararlar<br />

doğurabilecek her türlü işlem <strong>ve</strong> uygulamaları önlemek, kredi sisteminin<br />

etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar <strong>ve</strong> tedbirleri<br />

almak <strong>ve</strong> uygulamakla yükümlü <strong>ve</strong> yetkilidir" Yine son Kanunda özel


finans kurumiarı da Bankalar Kanunu'na dahil edildiğinden, bu kurumların<br />

düzenleme <strong>ve</strong> denetiminden de BDDK yetkili <strong>ve</strong> sorumludur.<br />

Bankalar Kanunu'nu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bankacılık<br />

düzenleme <strong>ve</strong> denetim kıstasları açısından, Uluslararası Bankacılık<br />

standartları (Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi'nin saptamış<br />

olduğu "Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Temel Prensipleri") ile<br />

büyük ölçüde uyumlu olduğunu söyleyebiliriz(Bkz. Ek 1). (Ancak Kanun,<br />

bankacılık sistemindeki yolsuzluklar nedeniyle içerdiği bazı maddeler<br />

nedeniyle kanun tekniği açısından eleştirilmiştir.)(Emirdağ,2001;<br />

Reisoğlu,2001).<br />

Bankalar Kanun'dan hareketle, Türk Bankacılık Sistemi'nde etkin<br />

denetim <strong>ve</strong> gözetimde dikkate alınan bazı rasyoları şu şekilde<br />

sıralayabiliriz:<br />

• Türkiye'de bankaların asgari kuruluş sermayesi 20 trilyon<br />

liradır. Asgari sermaye yeterlilik rasyosu ise %8 olarak<br />

sınırlandırılmıştır.Bu oran konsolide olarak hesaplanacaktır.<br />

• Bankalar kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş ya da<br />

doğması beklenen zararları için karşılık ayırmak zorundadırlar.<br />

• Bir bankanın gerçek <strong>ve</strong>ya tüzel kişiye doğrudan <strong>ve</strong> dolaylı<br />

olarak <strong>ve</strong>rebileceği kredi, özkaynaklarının %(25)'i ile<br />

sınırlandırılmıştır. Banka özkaynaklarının %10'unu aşan<br />

krediler büyük kredi sayılmaktadır, bu kredilerin toplamı<br />

özkaynaklarının 8 katını aşamaz.<br />

• Bağlantılı kredilerle ilgili bir sınır bulunmamakta; bu krediler de<br />

yukarıda sözünü ettiğimiz doğrudan <strong>ve</strong> dolaylı krediler için<br />

öngörülen genel kredi sınırları kapsamında<br />

değerlendirilmektedir.<br />

• Bankalar mali kuruluşlar dışındaki ortaklıklara,<br />

özkaynaklarının en fazla %15'i oranında iştirak edebilirler <strong>ve</strong><br />

toplam banka iştirakleri özkaynaklarının %60'ını aşamaz.<br />

2. 3. Tasarruf Mevduatr Sigorta Fonu<br />

Temel işlevi, "tasarruf mevduatının sigorta edilmesi, kendisine intikal<br />

eden bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması<br />

<strong>ve</strong> üçüncü kişilere devredilmesr olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />

(TMSF)'nun ayrıntılı görev <strong>ve</strong> yetkileri, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 3<br />

üncü maddesinin onbirinci fıkrası <strong>ve</strong> 15 inci maddesinin üç <strong>ve</strong> dördüncü<br />

fıkralarına dayanılarak hazırlanan <strong>ve</strong> 3 Ağustos 2001 tarihli <strong>ve</strong> 24482 sayılı<br />

Resmi Gazete'de yayımlanan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />

Yönetmeliği'nde tanımlanmıştır. Buna göre, Fonun görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />

bellibaşlıları aşağıdaki gibidir(Madde 8):


a) Kurulca belirlenecek esaslar çerçe<strong>ve</strong>sinde bankalardaki tasarruf<br />

mevduatını sigorta etmek, sigorta kapsamındaki mevduatı izlemek, fon<br />

mevcudunu yönetmek <strong>ve</strong> değerlendirmek,<br />

b) Bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya mevduat kabul etme izni<br />

kaldırılan bankaların; yönetim <strong>ve</strong> denetimini üstlenmek, mevduat<br />

sahiplerine sigorta kapsamında bulunan mevduatı doğrudan <strong>ve</strong>ya ilan<br />

edeceği bir banka aracılığı ile ödemek <strong>ve</strong> mevduat sahiplen yehne<br />

bankanın iflasını istemek, iflas karan alınması halinde iflas masasına<br />

imtiyazlı alacaklı sıfatı ile iştirak etmek. Kanunun uygulaması ile sınırlı<br />

olmak üzere 2004 sayılı Kanunda yazılı iflas dairesi <strong>ve</strong> alacaklılar toplantısı<br />

ile. iflas idaresi görev <strong>ve</strong> yetkilerine de sahip olarak bankayı Kanun<br />

hükümleri çerçe<strong>ve</strong>sinde tasfiye etmek,<br />

c) Temettü hariç ortaklık haklan ile yönetimi <strong>ve</strong> denetimi kendisine<br />

devredilen <strong>ve</strong>ya hisseleri kendisine intikal eden bankalann mali<br />

bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandınlması, mevcut <strong>ve</strong>ya yeni<br />

kurulacak bir banka ile birieştirilmesi, devri <strong>ve</strong>ya satışıyla ilgili gerekli<br />

çalışmalan yapmak,<br />

d) Kanuna aykırı karar <strong>ve</strong> işlemleriyle bankanın iflasına neden olan<br />

banka yönetim kurulu <strong>ve</strong> kredi komitesi başkan <strong>ve</strong> üyeleri ile genel müdür,<br />

genel müdür yardımcılah <strong>ve</strong> imzaları bankayı ilzam eden memuriar<br />

hakkında alınacak karariara ilişkin gerekli çalışmalan yapmak,<br />

e) Olağanüstü hallerde Hazine Müsteşariiğından izin almak kaydıyla<br />

borçlanmak,<br />

f) Olağanüstü hallerde Fon kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması<br />

durumunda Kurumun talebi üzerine Türkiye Cumhuriyet Merkez<br />

Bankasından avans almak,<br />

g) Fon mevcudunun ihtiyacı karşılayamaması durumunda<br />

bankalardan ileride doğacak prim yükümlülüklerine mahsuben bir önceki<br />

yılda ödedikleri sigorta primi toplamına kadar avans almak.<br />

TMSF'nun asıl finansman kaynaklan, aşağıdaki tutarlar<br />

toplamından oluşmaktadır:<br />

- Bankalann tasarruf mevduatı tutan üzerinden kapsamı, tutarı,<br />

tarifesi, tahsil şekil <strong>ve</strong> zamanı Kurulca belirienecek sigorta primleri,<br />

-Bankalardaki zamanaşımına uğrayan mevduat, emanet <strong>ve</strong><br />

alacaklar,


-Kuruluş izni <strong>ve</strong>rilen bankaların kurucuJarının, banka asgari<br />

sermayesinin yüzde onu tutarında Fona yatıracakları sisteme giriş<br />

payları,<br />

- Bankaların hisse devir izinlerinde, hisseleri devralan ortaklar<br />

tarafından, devralınan hisselerin nominal bedelinin <strong>ve</strong>ya borsa değeri<br />

daha yüksek olduğu takdirde borsa değerinin yüzde biri oranında<br />

Fona yatırılacak tutarlar,<br />

-BDDK'nın, faaliyetlerine son <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> tasfiye kararı alan bankalardan<br />

devraldıkları <strong>ve</strong> on yıl süre ile her yıl başında usulüne göre ilan<br />

etmek suretiyle sakladıkları değerlerden, son ilan tarihinden itibaren<br />

altı ay içinde aranmadığı için fona irat kaydedilen miktarlar,<br />

-Kanun hükümlerine aykırılık dolayısıyla hükmolunacak adli para<br />

cezalan ile idah para cezalarının yüzde ellisi,<br />

-Türkiye Bankalar Birliğince alınan özel <strong>ve</strong> genel nitelikteki tedbirlere<br />

zamanında <strong>ve</strong> tam olarak uymayan üyeleri hakkında Türkiye Bankalar<br />

Birliği Yönetim Kurulunca uygulanan para cezaları,<br />

-1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı<br />

maddesinin ikinci fıkrası gereğince tahsil edilen zorunlu karşılık <strong>ve</strong><br />

umumi disponibilité cezai faizleri.<br />

TSMF'nun olağanüstü durumlardaki finansman kaynaklan ise,<br />

bankalardan ilerde doğacak prim yükümlülüklerine mahsuben alacağı<br />

avanslar. Hazine Müsteşarlığından izin almak koşuluyla yapacağı<br />

borçlanma. Hazine Müsteşarlığından fona ikrazen özel tertip Devlet İç<br />

Borçlanma Senedi çıkarılması <strong>ve</strong> nihayet Merkez Bankasından avans talep<br />

etme usulleri ile elde edebileceği fonlardır.<br />

Türkiye'de Eylül 2001 itibariyle sigortaya tabi mevduatları şu<br />

şekilde belirtebiliriz:<br />

• 01.06.2000 tarih <strong>ve</strong> 24066 Mükerrer sayılı Resmi Gazete'de<br />

yayımlanan Bakanlar Kurulu'nun 2000/682 sayılı Karan'na<br />

göre, Türkiye'de faaliyet gösteren <strong>ve</strong> mevduat kabulüne yetkili<br />

bulunan bankaların, yurt içi şubelerinde gerçek kişiler (yerli<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya yabancı) tarafından açılmış olan Türk Lirası cinsinden<br />

tasarruf mevduatı ile tasarruf mevduatı niteliğine haiz altın<br />

depo <strong>ve</strong> döviz tevdiat hesapları mevduat sigortasına tabidir.<br />

Türkiye'de münhasıran kıyı bankacılığı faaliyeti göstermek<br />

üzere kurulan bankalarda bulunan mevduat, mevduat<br />

sigortasına tabi değildir.


Yine aynı Bakanlar Kurulu Karan'na göre; Türkiye'de faaliyet<br />

gösteren <strong>ve</strong> mevduat kabulüne yetkili bulunan bankaların, yurt<br />

içi şubelerinde gerçek kişiler (yerli <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya yabancı) tarafından<br />

açılmış olan Türk Lirası cinsinden tasarruf mevduatı ile<br />

tasarruf mevduatı niteliğine haiz altın depo <strong>ve</strong> döviz tevdiat<br />

hesaplanndan;<br />

1.6.2000 tarihinden önce açılan <strong>ve</strong>ya yenilenenlerin vadesi<br />

ne olursa olsun vadeleri sonuna kadar tamamı,<br />

-1.6.2000 -31.12.2000 tarihleri arasında açılan <strong>ve</strong>ya<br />

yenilenenlerin vadesi ne olursa olsun vadeleri sonuna kadar<br />

100 milyar Türk Liralık tutarı,<br />

-01.01.2001 tarihinden sonra açılan <strong>ve</strong>ya yenilenenlerin ise<br />

50 milyar Türk Liralık tutan sigorta kapsamındadır.<br />

Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul<br />

etme izninin 4389 sayılı Bankalar Kanunu çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

kaldırılması halinde, mudilerine Fon'dan ödeme yapılacak olan<br />

bankanın izninin kaldırıldığı tarih itibariyle mevduat<br />

hesaplanna tahakkuk ettirdiği faizlerin, herhalükarda; Bankaca<br />

kamuya ilan edilen <strong>ve</strong> Merkez Bankası'na bildirilen azami faiz<br />

oranları üzerinden hesaplanacak tutarları aşan kısmı ile;<br />

Mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz<br />

oranlannm ortalamasını aşan kısmı sigorta limiti içerisinde<br />

kalsa dahi, sigorta kapsamında değildir.<br />

• Sigorta kapsamında Türk Lirası olarak yapılacak ödemelerde,<br />

bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul izninin<br />

kaldırıldığı tarihteki Merkez Bankası döviz alış kurları esas<br />

alınır. Altın depo hesaplannın Türk Lirası karşılıklan ise,<br />

bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul izninin<br />

kaldırıldığı tarihteki İstanbul Altın Borsası seans kapanış<br />

fiyatına <strong>ve</strong> Merkez Bankası döviz alış kurlarına göre belirlenir.<br />

Tasarruf mevduatı sigorta primleri] bankalann. Kanunun 13. maddesi<br />

uyarınca düzenledikleri üç aylık hesap özetleri esas alınarak hesaplanır.<br />

Prim oranı, tasarruf mevduatı sigorta kapsamına giren hesaplar toplamının<br />

üçer aylık dönemler itibanyla;<br />

a) Rasyoların tamamını tutturan bankalar için onbinde 25'i,<br />

b) Rasyolardan herhangi birini tutturamayan bankalar için onbinde 26'sı<br />

olarak uygulanır.


2. 4. Hazine Müsteşarlığı<br />

4389 Sayılı Bankalar Kanunun kabulüne kadar, bankacılık<br />

sistemine ilişkin tüm politikaların hazırlanması, izlenmesi <strong>ve</strong> denetiminden,<br />

12.1994 tahhli <strong>ve</strong> 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret<br />

Müsteşarlığı Teşkilat <strong>ve</strong> Görevlen Hakkında Kanun'un 2. maddesine göre,<br />

Hazine Müsteşarlığı (HM) (Banka <strong>ve</strong> Kambi^yo Genel Müdürlüğü) görevli <strong>ve</strong><br />

yetkili idi. Ancak 4389 Sayılı yeni Bankalar Kanunu'nun 25. maddesi ile<br />

HM'nın bu görev <strong>ve</strong> yetkilen, BDDK'ya devredilmiştir.<br />

Türk Mali Sistemi ile ilgili Hazine Müsteşariiğı'nın günümüzdeki yetki<br />

<strong>ve</strong> sorumluluklarını; bankacılık-dışı mali kurumlann düzenleme, denetim <strong>ve</strong><br />

gözetimi ile BDDK'ya olağanüstü durumlarda ya da ihtiyaç durumunda<br />

borçlanmak için izin <strong>ve</strong>rmek ya da TMSF'na ikrazen özel tertip Devlet İç<br />

Borçlanma Senedi çıkarmak şeklinde ifade edebilhz. Bunun yanında<br />

Müsteşarlık, bağlı olduğu Bakanlık ile, para piyasasına ilişkin TCMB <strong>ve</strong><br />

BDDK, sermaye piyasasına ilişkin olarak da SPK <strong>ve</strong> Menkul Kıymet<br />

Borsalan ile ilişkileh düzenlemek işlevini yürütmektedir.<br />

2.5. Türkiye Bankalar Birliği<br />

Tüzel kişiliği haiz <strong>ve</strong> kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak<br />

tanımlananTürkiye Bankalar Birliği'nin amaçlan Bankalar Kanunu'nun 19<br />

maddesinde aşağıdaki gibi belirlenmiştir.<br />

a) Bankacılık mesleğinin gelişmesini temin etmek,<br />

b) Bankalann bihik <strong>ve</strong> bankacılık mesleğinin gerektirdiği vakar <strong>ve</strong><br />

disiplin içinde ekonominin ihtiyaçlanna uygun olarak çalışmalannı<br />

sağlamak,<br />

c) Bankalar arasındaki haksız rekabeti önlemek amacıyla, gerekli her<br />

türlü tedbih almak <strong>ve</strong> uygulamak,<br />

d) İlan <strong>ve</strong> reklamlannda bankaların uyacaklan esas <strong>ve</strong> şartlan; tür,<br />

şekil, nitelik <strong>ve</strong> miktarlan itibanyla Kurumun uygun görüşünü<br />

alarak tespit etmektir.<br />

Bankalar faaliyet izni aldıklan tahhten itibaren bir ay içinde Türkiye<br />

Bankalar Birliğine üye olmak zorundadırlar


3.TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN YAPISI<br />

Türk mali sistemi, fon ihtiyacının büyük ölçüde (yaklaşık %75)<br />

bankacılık sisteminden karşılandığı banka-ağırlıklı (bank-based ) bir mali<br />

sistemdir. Bu yapısıyla Anglosakson (ABD <strong>ve</strong> İngiliz) <strong>finansal</strong> sistemlerden<br />

çok kıta Avrupası <strong>finansal</strong> sistemlerine benzemektedir (Sermaye<br />

Piyasasının kapitalize değeri İngiltere'de %110 <strong>ve</strong> ABD'de %80 iken,<br />

Fransa'da%35, Almanya'da %24 düzeylerindedir) (Barth, Nolle <strong>ve</strong> Rice,<br />

2000).<br />

Bankacılık sektörü, 1980'den günümüze uzanan dönemde, banka<br />

<strong>ve</strong> şube sayısı, personel istihdamı <strong>ve</strong> teknolojik alt yapı açısından önemli<br />

gelişmeler göstermiştir. 1980'de 43 olan banka sayısı, 2000'de 79'a çıkmış,<br />

ancak yaşanan <strong>krizler</strong>in ardından (TMSF'na 2001 yılı içinde 7 banka<br />

devredilmesi; TMSF Kapsamındaki 7 bankanın Sümerbank <strong>ve</strong> Etibank<br />

çatısı altında birleştirilmesi <strong>ve</strong> Türk Ticaret Bankası ile Emlak Bankası'nın<br />

bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme lisanslarının iptal edilmesi<br />

sonucunda) 67'ye düşmüştür (Bkz.Tablo IV:1).<br />

Tablo [V.2: Bankacılık Sektöründeki Gelişmelere İlişkin Bazı Göstergeler<br />

1980 1990 1994 1999 2000<br />

Banka Sayısı 43 66 67 81 79<br />

Şube Sayısı 5.954 6.560 6.087 7.691 7.837<br />

On-Line Şube Sayısı 6.938 7.523<br />

ATM Sayısı 3.209 4.023 9.939 11.991<br />

POS Sayısı 16.135 188.957 299.950<br />

Personel Sayısı 125.312 154.089 139.046 173.988 170.401<br />

Kredi Kartı Sayısı (Bin) 1.564 10.045 13.408<br />

Banka Kartı Sayısı (Bin) 10.469 24.107 29.560<br />

K. Kartı İşlem Hacmi (Mil. $) 1.273 12.410 16.413<br />

Kaynak: BDDK, 2001a:3<br />

Bankacılık Sisteminin mali yapısının son yirmi yıldaki gelişimi Tablo<br />

IV.2.'de görülmektedir: 1980'de 20.7 milyar(GSMH'nın %28.6'sı) $ olan<br />

toplam aktif büyüklüğü, 2000 yılında 155 milyar $'a (GSMH'nın %76.9'una)<br />

çıkmıştır. Toplam kredilerin GSMH'ya oranı 1980-2000 arasında %15.4<br />

'den %25.2 'ye çıkmıştır. Tasarruf mevduatı da önemli gelişme kaydetmiş,<br />

%6'dan %32'ye çıkmıştır. Tasarruf mevduatlarının yaklaşık %60'ı Döviz<br />

Tevdiat Hesaplarından oluşmaktadır. Devlet İç Borçlanma Senetlerinin repo<br />

yoluyla fonlanması <strong>ve</strong> dövizle ilgili vadeli işlemlerin artması sonucu, bilanço<br />

dışı işlemlerin toplam aktifler içindeki payı, 1994'de %49.5 iken 2000'de<br />

%100'e ulaşmıştır. Kamu bankaları aktiflerinin toplam aktifler içindeki payı,<br />

1980'de %44'iken 2000'de %34 inmekle birlikte önemini korumaktadır.


Bankacılık sisteminde yoğunlaşmanın derecesine baktığımızda; ilk<br />

beş bankanın toplam aktiflerdeki payı 1990'da %54 iken 1997-98'de %44' e<br />

düşmüş, 2000'de ise %48' çıkmıştır. İlk beş bankanın 2000 yılı itibariyle<br />

toplam mevduat <strong>ve</strong> toplam krediler içindeki payı, sırasıyla %51 <strong>ve</strong> %42dir<br />

(TBB, 2001:41j<br />

Tekil bankalann aktif büyüklüklerine baktığımızda; 20milyar $' aşan<br />

bir kamu bankası bulunmakta, yine aktif büyüklüğü, sırasıyla 10-20 milyar $<br />

olan 3, 5-10 milyar $ olan 5, 1 milyar $'ın altında olan ise 49 banka<br />

bulunmaktadır. (TBB, 2001:41) (Bkz. Tablo IV.3). Türk mali siteminin<br />

yalnızca 5 bankası dünyanın 1000 büyük bankası içinde yer almaktadır.<br />

Tablo IV.3: Bankacılık Sisteminin Finansal Büyüklüklerindeki Gelişmeler<br />

(Milyon Dolar)<br />

1980 1990 1994 1999 2000<br />

Toplam Aktifler 20.785 58.171 52.552 133.533 155.237<br />

Toplam Krediler 11.168 27.342 20.559 40.206 50.931<br />

Menkul Değerler Cüzdanı 1.339 5.997 5.955 22.955 17.848<br />

Mevduat (Bankalararası Mevd. 10.188 32.564 33.191 89.361 101.884<br />

Dahil)<br />

-Tasarruf Mevduatı 4.288 19.343 24.190 58.807 64.352<br />

-TL 4.288 11.914 -8.612 24.701 26.628<br />

-YP 7.429 15.578 34.106 37.724<br />

Mevduat Dışı Kaynaklar 1.289 11.760 9.019 22.934 29.435<br />

-Yurt Dışı Bankalar 3.460 2.675 12.073 16.284<br />

Özkaynakiar+Kar 1.147 5.903 4.409 7.840 11.367<br />

Toplam Aktif/GSMH (%) 28,6 38,2 40,3 71,7 76,9<br />

Toplam Krediler/GSMH (%) 15,4 17,9 15,8 21,6 25,2<br />

Men. Değ. Cüzd./GSMH (%) 1,8 3,9 4,6 12,3 8,8<br />

Tasarruf Mevduatı/GSMH (%) 5,9 12,7 18,5 31,6 31,9<br />

Kamu Bank. Aktifleri/Toplam 44,1 44,6 39,6 34,9 34,2<br />

Sektör Aktifleri (%)<br />

Bilanço Dışı İşlemler/Toplam 49,5 103,5 100,8<br />

Aktifler (%)<br />

Kaynak: BDDK, 2001 :a


Tablo IV.4 : Toplam Aktif Büyüklüğüne Göre Banka Sayısı<br />

(Milyar$) 20<br />

Ticaret 25 8 15 4 5 3 1<br />

Bankaları<br />

• Kamu S. 2 1 1<br />

• Özel S. 8 5 8 2 3 2<br />

. TMSF B. 3 1 6 1<br />

• Yabancı S. 14 2 1 1<br />

Kalkınma <strong>ve</strong> 16 1 1<br />

Yatırım B.<br />

Sektör Toplam 41 8 16 5 5 3 1<br />

Kaynak:TBB, 2001:1-41<br />

Bankaların kredilerinin takibe dönüşme oranları, sektör itibariyle<br />

1998'de %7.2 den.%11'e çıkmıştır. Bu oran 2000 yılında özel kesim<br />

bankalan için %6 iken kamu sermayeli bankalar için 11.6 <strong>ve</strong> TMSF<br />

İdaresindeki Bankalar için %42'dir.<br />

Tablo IV,5 : Kredilerin Takibe Dönüşme Oranları<br />

Yüzde 1998 1999 2000<br />

Kamu Bankaları 5,6 9,6 11,6<br />

Özel Bankalar 7,3 3,7 6,0<br />

TMSF idaresindeki Bankalar 49,8 62,4 41,8<br />

Yabancı Bankalar 1,1 2,2 2,6<br />

Kalkınma <strong>ve</strong> Yatırım Bankaları 3,4 3,1 2,5<br />

SEKTÖR 7,2 10,5 11,0<br />

Kaynak: BDDK,2001a:33<br />

Bankalann özkaynaklannın gelişimine baktığımızda, (Özkaynak<br />

+Toplam Kar) / Toplam Aktifler) oranı 1998'de %8.9 iken bu oran 1999'da<br />

%5.9'a düşmüş 2000'de %7.3 olmuştur. 2000'de aynı oran, kamusal<br />

sermayeli bankalar için %3.1, özel sermayeli bankalar için %14 <strong>ve</strong> TMSF<br />

kapsamındaki bankalar için %-23.2 dir.<br />

Yine bankaların karlılıklarına baktığımızda, (Net Kar(Zarar)/Ortalama<br />

Özkaynaklar) oranının kamusal sermayeli bankalar için 1998'de %20 iken,<br />

1999'da %48.2 2000'de ise -20.6 olmuştur. Aynı oranlar özel bankalar için<br />

sırasıyla, %70.8, %65.2 <strong>ve</strong> %12.5dir. Bankalar 2000 yılını karlannın<br />

azalmasıyla <strong>ve</strong> zararla kapatmışlardır(TBB, 2000).<br />

2000 yılında ihracatta yaşanan yavaşlamaya bağlı olarak ihracat<br />

kredilehnin toplam krediler içindeki payı, 1999 yıl sonunda yüzde 23,4 iken,<br />

yüzde 18,9'a gehlemiştir(BDDK, 2001a)


Tablo IV.6: Kredilerin Türlerine Göre Dağılım»<br />

Yüzde<br />

Yüzde<br />

(Trilyon TL) 1998<br />

1999<br />

Pay<br />

Pay<br />

2000<br />

Yüzde<br />

Pay<br />

Iskonto <strong>ve</strong> İştira Senetleri 100 0,8 91 0,5 137 0,4<br />

İhracat Kredileri 3.523 26,8 4.656 23,4 6.049 18,9<br />

İthalat Kredileri 28 0,2 10 0,1 9 0,1<br />

İhracat Garantili Yatırım Kredileri 404 3,1 567 2,8 692 2,2<br />

Diğer Yatırım Kredileri 311 2,4 856 4,3 1.078 3,4<br />

İşletme Kredileri 195 1,5 443 2,2 1.009 3,1<br />

İhtisas Kredileri 1.448 11,0 2.101 10,5 2.829 8,9<br />

Fon Kaynaklı Krediler 806 6,1 1.647 8,3 2.941 9,2<br />

Tüketici Kredileri 699 5,3 982 4,9 4.633 14,5<br />

Kredi Kartları 642 4,9 1.161 5,8 2.168 6,8<br />

Müşteri Adına Menkul Değ. Alım. K. 1 0,0 6 0,0 7 0,0<br />

Altın Kredileri 35 0,3 36 0.2 56 0,2<br />

Diğer Krediler 4.942 37,6 7.367 37,0 10.421 32,3<br />

SEKTÖR TOPLAMI 13.133 100,0 19.925 100,0 31.849 100,0<br />

Kaynak: BDDK,2001a:32<br />

Uygulanan iktisat politikalannın sonucunda döviz kurunun blirsizliğinin<br />

azalması, faiz oranlanndaki hızlı düşüşle birleşince, 2000 yılında özel<br />

tüketim talebinde önemli bir canlanma olmuş <strong>ve</strong> tüketici kredileri 1999 yıl<br />

sonuna göre 3,7 kat artmıştır. Böylece, tüketici kredilerinin toplam krediler<br />

içindeki payı 1999 yılında yüzde 4,9 iken 2000 yılında yüzde 14,5'e<br />

yükselmiştir. Aynı dönemde kredi kartlan bakiyesi ise yüzde 86,7 oranında<br />

artarak, toplam krediler içinde yüzde 6,8'lik bir pay almıştır(BDDK,<br />

2001:33).<br />

Bankalann 2000 yılı açık pozisyonu Tablo IV.7'de görülmektedir.<br />

Kasım krizinde 15.8 milyar $ açık pozisyonla yakalanan Türk Bankacılık<br />

Sisteminin bu sorununu önemli ölçüde çözdüğü görülmektedir. TMSF<br />

Bünyesindeki bankalann açık pozisyon durumu Nisan-Temmuz 2001<br />

arasında -4.3 milyar $ dan -844 milyon $'a düşmüştür.<br />

Tablo IV.7:Dövize Endeksli Pozisyon Hariç Bilanço içi Yabancı Para<br />

Pozisyonu<br />

_^<br />

Milyon dolar<br />

Ocak Kasım Aralık 2000 Ocak-Aralık<br />

2000 2000 2000 (% Değ.)<br />

YP Aktifler 54.115 59.484 63.122 16,6<br />

YP Pasifler 68.482 81.019 81.111 18,5<br />

NET YP POZİSYONU -14.367 -21.535 -17.989 25,2<br />

NET YP POZİSYONU -8.553 -15.780 -13.675 60,0<br />

(TMSF hariç)<br />

KaynakiBDDK ,2001a:42


Tablo IV.8:Döviz Pozisyonundaki Gelişmeler (TMSF Bankaları Hariç Özel Bankalar)<br />

(Milyon $) 27 Nisan 25 Mayıs 15 Haziran 29 Haziran<br />

Bilanço içi döviz pozisyonu -8,177 -8,417 -8,270 -8,300<br />

Dövize endeksli pozisyon 1,831 2,157 2,139 6,153<br />

Bilanço içi döviz pozisyonu (*) -6,346 -6,260 -6,131 -2,147<br />

Vadeli pozisyon 5,922 5,992 5,757 2,290<br />

Net genel pozisyon -424 -268 -374 143<br />

Kaynak: BDDK,2001e :4 ;(*) Dövize endeksli pozisyon dahildir. ~ ~ ~ ~<br />

Bankaların sermaye yeterlilik oranlarına baktığımızda, kamu<br />

bankaları için 2000'de %7.79'dur. Özel bankalar için ise %18.4dür. TMSF<br />

Bankaları katılmadığında sektör ortalaması %17 iken, bunlar katıldığında<br />

%13.36'ya düşmektedir.<br />

Tablo IV,9: Sermaye Yeterliliği Rasyosu<br />

Yüzde 1998 1999 2000<br />

Kamu Bankaları 8,47 11,65 7,79<br />

Özel (TMSF hariç) Bankalar 13,92 17,23 18,42<br />

TMSF Bankaları -37,40 -94,91 - 39,73<br />

Yabancı Bankalar 21,72 22,50 17,77<br />

Kalkınma <strong>ve</strong> Yatırım Bankaları 24,39 25,02 31,01<br />

SEKTÖR (TMSF Bankaları dahil) 13,00 8,24 13,36<br />

SEKTÖR (TMSF Bankaları hariç) 13,75 16,87 17,07<br />

Kaynak: BDDK,2001a:36<br />

Bu <strong>ve</strong>riler ışığında Türk Bankacılık Sisteminin yapısal özelliklerini şu<br />

şekilde sıralayabiliriz(BDDK):<br />

• Yetersiz Özkaynaklar<br />

• Küçük ölçekli <strong>ve</strong> parçalı bankacılık yapısı<br />

• Kamu bankalarının sistem içindeki payının yüksekliği


gibi,<br />

• Zayıf aktif kalitesi (kredi yoğunlaşması, grup bankacılığı <strong>ve</strong><br />

risklerinin yoğunluğu, kredi <strong>ve</strong> karşılıklar arasındaki<br />

uyumsuzluk)<br />

• Piyasa risklerine aşın duyarlılık <strong>ve</strong> kırılganlık (vade<br />

uyumsuzluğu, açık pozisyon)<br />

• Yetersiz iç kontrol, risk yönetimi <strong>ve</strong> kurumsal yönetişim<br />

• Saydamlık eksikliği<br />

Bu gelişmenin nedenleri Tablo IV.lO'da özetlenmektedir: Görüldüğü<br />

TABLO IV. 10 ıBANKACILIK SİSTEMİNDE YAPISAL BOZULMA<br />

NEDENLERİ<br />

Makro<br />

Ekonomik<br />

İstikrarsızlık<br />

Yüksek Kamu<br />

Kesimi<br />

Açıkları<br />

Kamu Bankaları<br />

(Görev zararları,<br />

yönetim zaafiyeti,<br />

fon ihtiyacı)<br />

Mevduatın Yapısının<br />

Değişmesi: Kısa Vadeli<br />

Mevduat <strong>ve</strong> Döviz Tevdiat<br />

Hesaplarının Payında Artma<br />

Açık Pozisyonlarda Artış<br />

(DİBS/AKT F) Oranın<br />

Artması<br />

Yüksek Faiz Oranlari<br />

Risk<br />

Algılama <strong>ve</strong><br />

Risk<br />

Yönetiminin<br />

Zayıflaması<br />

Likidite Riski<br />

Faiz Riski<br />

Döviz Kuru<br />

Risklerinde<br />

Artış<br />

Kaynak: BDDK<br />

Türk ekonomisinde yıllardır süren, makroekonomik istikrar arayışlarının hep<br />

"sözde kalma", makroekonomik dengelerin ise hep daha kötüye gitme<br />

süreci; toplumun hükümetlere karşı gü<strong>ve</strong>n kaybına uğramasına yol<br />

açarken, yaşanan belirsizlikler, bireyleri kendileri için "akılcı"(rasyonel) tüm<br />

toplum <strong>ve</strong> ekonomi için ise "akılcı-olmayan" (irrasyonel) bir iktisadi davranış<br />

kalıbına itmiştir. Bu davranış kalıbının Türk Bankacılık sistemine yansıması<br />

ise, mevduatların yapısında, giderek kısa vadeli mevduatlarla döviz tevdiat<br />

hesaplarının oranının artması şeklinde-olmuştur. İktisat yazınında "para<br />

ikamesi", günlük halk dilinde "dolarizasyon" olarak adlandırılan gelişme çok<br />

açık olarak görülmektedir.


öte yandan hükümetlerin bütçe <strong>ve</strong> kamu kesimi dengesini dikkate<br />

almayan, aksine kamu harcamalarını körükleyen <strong>ve</strong> bunun finansmanında<br />

giderek daha fazla borçlanmaya başvuran uygulamalarının, Türk Mali<br />

Sisteminin en büyük <strong>ve</strong> en önemli ayağı olanTürk bankacılık sistemine<br />

etkisi ise; kaynakların yanlış yönlendirilmesi, bankacılık sisteminin<br />

doğasında var olan riskleri <strong>ve</strong> kırılganlığı dikkati almayan bir davranış<br />

kalıbının benimsenmesi olmuştur. Sonuç, bankaların aktifleri içinde Devlet<br />

iç Borçlanma Senetlerinin payının artması, bankaların açık pozisyonlarının<br />

giderek yükselmesidir.<br />

Türk bankacılık sisteminde yapısal bozulmanın bir diğer nedeni, kamu<br />

bankalarından kaynaklanmaktadır. Buradaki sorun tek başına sistemdeki<br />

kamu bankalarının payının yüksek olması değildir. Önceki bölümlerde<br />

gördüğümüz gibi bankacılık sisteminde kamu kesiminin payı Türkiye'den<br />

çok daha yüksek olan çok sayıda ülke bulunmaktadır (Örneğin, Almanya).<br />

Sorun kamu bankalarının, hükümetlerce bir rant kollama aracı, bir<br />

görünmeyen "bütçe açığı" kalemi olarak kullanılmasıdır. Yıllardır her<br />

hükümet değişiminde kamu bankalarının yöneticilerinin de değişmesinin<br />

olağan bir hale dönüşmesi, yöneticilere bir anlamda bankacılık<br />

yaptırılmaması <strong>ve</strong> bir sorumluluklarının olmaması, bir açıdan "benden sonra<br />

tufan" zihniyeti, başka bir'-açıdan başka çare olmamasının doğal sonucu,<br />

artan fon ihtiyaçlarının gijnlük yüksek faizlerle bankalar arası piyasadan<br />

karşılanmasıdır. Krizler öncesinde uygulanan istikrar programının doğal bir<br />

gelişmesi, faiz hadlerinin artan volatilesi de buna ila<strong>ve</strong> edilince, kamu<br />

bankaları bankacılık sistemi için önemli bir istikrarsızlık kaynağı olmuştur.<br />

Sonuç, Türk Bankacılık Sitemi'ndeki bankaların riskleri <strong>ve</strong> risk<br />

yönetimini dikkate almayan davranış kalıbını benimsemeleri <strong>ve</strong> likidite, faiz<br />

<strong>ve</strong> döviz kuru "öldürücü kokteyl"ini içmek zoruna kalmalarıdır.<br />

4. BANKACILIK SİSTEMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI<br />

Finansal <strong>krizler</strong> <strong>ve</strong> bankacılık sistemi'nin regülasyonuna ilişkin<br />

iktisadi yazın, bankacılık ya da <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in, ^ büyük ölçüde,<br />

(makroekonomik denge bozukluklannın yanısıra) <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />

görülen ahlaki zafiyet (moral hazard) davranış kalıbı, bankacılık sisteminin<br />

zayıf yapısı <strong>ve</strong> regülasyon kurumlarının yetersizliği olgularından hareketle<br />

açıklanabileceğini göstermektedir. Yine iyi bir bankacılık regülasyonu için<br />

alınması gereken önlemler olarak şu noktalar vurgulanmaktadır:<br />

• Bankaların kredi, likidite, döviz kuru <strong>ve</strong> faiz risklerine karşı<br />

korunması için ihtiyatlı rasyolar benimsenmelidir. Bankaların<br />

sektör olarak kaldıraç güçlerinin yüksek olmiası nedeniyle,<br />

sermaye yeterliği oranları hiç olmazsa uluslar arası standartlara


(%8) uygun olmalı; hatta gelişmekte olan ülkeler için hsklere göre<br />

daha da fazla olarak belihenmelidir.<br />

• Bankalar ihtiyatlı rasyolann ötesinde, likidite, faiz, döviz kuru <strong>ve</strong><br />

operasyonel hskleh iyi hesaba katan kendi iç hsk yönetim<br />

sistemlerini oluşturmalıdıriar.<br />

• Bankalann etkin gözetimi için; bankalann her türiü faaliyet <strong>ve</strong><br />

risklerine ilişkin hesaplannda, uluslararası standartlara uygunluk,<br />

şeffaflık, doğruluk ilkelerine uyulması <strong>ve</strong> bunun kamuoyuna<br />

sunulması sağlanmalıdır.<br />

• Bankaların düzenlenmesi <strong>ve</strong> denetimi, bankaları kısıtlayıcı değil,<br />

gü<strong>ve</strong>nli risk yönetimini teşvik edici nitelikte olmalıdır.<br />

• Özellikle gelişmekte olan ülkelerin <strong>finansal</strong> piyasalannda<br />

kınlganlığı artıran önemli bir etken olan uluslararası sermaye<br />

hareketlerinin büyük değişkenliğine karşı, <strong>ve</strong>rgi ya da miktar<br />

kısıtlamalan ile belirii sınıriamalar dikkate alınmalıdır. Bu<br />

tedbirierin özellikle kriz-sonrası dönemde bankacılık sisteminin<br />

güçlendirilmesine yardımcı olacağı, IMF tarafından da kabul<br />

edilmektedir.<br />

Finansal ya da bankacılık <strong>krizler</strong>inin yönetimi üç aşamalı bir süreç<br />

olarak tanımlanabiir(Fisher,2001):<br />

(i)<br />

(ii)<br />

(iii)<br />

Paniğin durdurulması <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> (ödeme) sistemin(in) kısa<br />

dönemde istikrarının sağlanması;<br />

Finansal kurumları <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemi kısa dönemde <strong>ve</strong> hızlı<br />

bir şekilde yeniden yapılandıracak gü<strong>ve</strong>nilir bir stratejinin<br />

hazırianması;<br />

Finansal stratejinin uygulanmasının denetimi <strong>ve</strong> sistemin<br />

normalleştirilmesi.<br />

Bankaclık sistemlerinin yeniden yapılandırılmasında ideal olan,<br />

Bankacılık sisteminin reforma ihtiyacı olduğunun önceden<br />

saptanması <strong>ve</strong> nispeten <strong>finansal</strong> piyasalann sakin olduğu dönemlerde<br />

gerçekleştirilmesidir. AncaK genellikle politika otoritelernin önemli reform<br />

karariannı almaları, <strong>krizler</strong>den sonra olur. Bankacılık <strong>krizler</strong>inde, mevduat<br />

sahipleri, bankaya kredi <strong>ve</strong>ren kişi ya da kuruluşlar, <strong>ve</strong> banka hissedarian;<br />

oluşan gü<strong>ve</strong>n kaybı ile fonlannı çekerek kurtarmak isterier. Tek bir<br />

bankanın başansızlığı her zaman tüm bankacılık sistemin sarsmayabilir;<br />

ancak krizdeki bankanın bankacılık sistemi içindeki payının büyüklüğü<br />

oranında, tekil banka krizinin tüm <strong>finansal</strong> sisteme <strong>ve</strong> ekonomiye yansıması<br />

<strong>ve</strong> sistemik krize dönüşmesi ihtimali oldukça yüksektir.


Bankacılığın sistemik yeniden yapılandırılması; banka<br />

performanslannın geliştirilmesini, bankaların ödeyememe güçlüğCı<br />

problemlerinin giderilmesini, <strong>ve</strong> karlı hale getirilmesini, fon arz edenlerle fon<br />

talep edenler arasında <strong>finansal</strong> aracılık yapma işlevinin yeniden tesisi ile<br />

kamu gü<strong>ve</strong>ninin oluşturulmasını ifade eder. Bu anlamda bankalann yeniden<br />

yapılandırılmasında;<br />

(i) İlk panik anında mevduat sigortası, tam garanti (blanket guarantee)<br />

<strong>ve</strong> nihai kredi <strong>ve</strong>rme gibi araçlar kullanılır.<br />

(ii) Yeniden yapılandırma stratejisi, üç boyutlu araçlar kümesinden<br />

oluşur: Finansal yeniden yapılandırma, bankaların bilançolarının<br />

iyileştirmesini <strong>ve</strong> böylece ödeyememe güçlüğünün aşılması sürecini ifade<br />

eder. Bu amaçla, bankaların sermayelerinin artırılması, yükümlülüklerinin<br />

azaltılması <strong>ve</strong> aktiflerinin kalitesinin düzeltilmesine çalışılır. Operasyonel<br />

yeniden yapılandırma ise; bankalann karlılığını artırmaya yönelik, bankanın<br />

faaliyet stratejisinin yeniden belirlenmesi, yönetim <strong>ve</strong> muhasebe kayıt<br />

sistemleri ile kredi <strong>ve</strong> risk değerlendirme tekniklerinin geliştirilmesi yanında<br />

işlem maliyetlerini düşürmeye yönelk personel <strong>ve</strong> şube sayısılarının<br />

azaltılmasını ifade eder. İhtiyatlı düzenleme <strong>ve</strong> denetim gözetim sistemi ile<br />

de diğer iki boyut desteklenmelidir.<br />

Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu'nun (1985) 15 ülkede uygulanan<br />

bankacılık reformlannın maliyetleri <strong>ve</strong> sonuçları ile kullanılan araçlann<br />

etkinliği. Tablo IV. 11 <strong>ve</strong> Tablo IV. 12'de gösterilmiştir.<br />

Bu tablolardan <strong>ve</strong> konu ile ilgili diğer çalışmalardan hareketle başarılı<br />

uygulamalardan çıkanlabilecek dersleri şu şekilde sıralayabiliriz(Bkz.<br />

Honohan,2000; Claessens, Klingebiel <strong>ve</strong> Lae<strong>ve</strong>n, 2001;Honohan <strong>ve</strong><br />

Kliengbiel, 2000):<br />

• Başanlı bankacılık reformlannda önemli olan, kısa zamanda<br />

bankacılığın sorunlanna doğru teşhis koymak <strong>ve</strong> belirlenen<br />

stratejiyi kısa zamanda uygulamaya koymaktır. Bankacılık<br />

reformlannda başanlı olan ülkelerin, krizi izleyen bir yıl içinde<br />

reformlan uygulamaya koyduklannı görmekteyiz.<br />

• Başanlı reformlar, ödeyememe güçlüğü probleminin bir an<br />

önce çözülerek bankalann kredi <strong>ve</strong>rme işlevini normal olarak<br />

sürdürmesini gerektirir Ancak bankalar karlı hale<br />

getirilemediği takdirde problemler tekrar ortaya çıkmaktadır.<br />

Bu ise, maliyetlerin kısılmasını <strong>ve</strong> yasal, düzenleme<br />

tedbirlerinin da alınmasını gerektirir. Bankaların karlı hale<br />

getirilmesi, ödeyememe problemini çözmekten daha zor <strong>ve</strong><br />

zaman alan bir süreçtir.<br />

• Kullanılan belli başlı araçlar, bankaların sermaye yeterlilik


oranlarını güçlendirilmesi, aktiflerinin kalitesinin düzeltilmesi<br />

(nakit ya da devlet tahvilleri ile) <strong>ve</strong> yükümlülüklerinin<br />

azaltimasıdır.<br />

IV.11:Banka Reformlarının Sonuçları <strong>ve</strong> Maliyetleri<br />

Başarılı<br />

İyileşme<br />

Maliyet İlımlı<br />

İyileşme<br />

Maliyet Yavaş<br />

İyileşme<br />

Maliyet<br />

Cote<br />

d'lvoire(1991)<br />

13.0 Şili (1983) 33.0 Ku<strong>ve</strong>yt (1992) 45.0<br />

Peru (1991) 0.4 Mısır(1991) -- Mauritanya(1993) 15.0<br />

Filipinler<br />

(1984)<br />

4.0 Finlandiya(1991) 9.9 Tanzanya81992) 14.0<br />

lspanya(1980) 15.0 Ghana(1989) 6.0<br />

-<br />

!s<strong>ve</strong>ç(1991) 4.3 Macaristan(1993) 12.2<br />

Kore(1993) --<br />

Poionya(1993) 5.7<br />

Not:Yıllar reformun başlangıç yılını, maliyetler GSYİH'nın %'si olarak toplam mali zararları<br />

ifade ediyor.<br />

Kaynak: Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu, 1985:3<br />

Başarılı reformlarda önemli bir nokta merkez bankasının<br />

reformlardaki rolünün tanımlanmasıdır: Reformlarını<br />

gerçekleştirme işini merkez bankasının sürdürmesi, asıl işi<br />

olan para poliikasının yönetimi ile çelişebilir. Bu nedenle,<br />

kaynakları^yeterli, denetim gözetim araçları ile donatılmış ayrı<br />

bir kurumun reformu yürütmesi daha doğrudur. Merkez<br />

bankasının likidite desteği aracının reformların yarısından<br />

fazlasında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak başarılı reform<br />

uygulamalarında, merkez bankalarının son kredi mercii olarak<br />

kullanılmasının pek yaygın olmadığını görüyoruz.<br />

Ayrı bir düzenleme <strong>ve</strong> denetim otoritesi oluşturulduğunda<br />

merkez bankası likidite desteği sağlamaya hazır olmalıdır.<br />

Rezerv-karşılık yeterlilik oranları, iskonto işlemleri <strong>ve</strong> kısa<br />

dönemli krediler konusundaki sınırlamaları geçici olarak<br />

gevşetmelerin yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz.<br />

Bankacılık sistemine uzun dönemli bir kaynak aktarılacaksa<br />

142


u bütçeden, kaynağı açıkça belirtilmiş kamu harcamaları ile<br />

karşılanmalıdır.<br />

• Bankaların yeniden yapılandırılmasında önemli bir nokta da<br />

maliyetlerin, bankalar, devlet <strong>ve</strong> mevduat sahipleri arasında<br />

paylaştırılmasıdır. Burada başvurulacak bir araç, mevduat<br />

sigorta fonunun kullanılmasıdır. Geri-dönmeyen borçların<br />

. düzenleme denetim otoritesine devri <strong>ve</strong> otoritece takibi,<br />

bankaları rahatlatan <strong>ve</strong> sık uygulanan bir diğer uygulamadır.<br />

Borç temizlemede, aktiflerin likite çevirilmesi yanında,<br />

bankalara borçlu, ödeyememe krizine giren şirketlere çeşitli<br />

kredi-kolaylıkların sağlanması yoluna da başvurulabilmektedir.<br />

• Bankaların özelleştirilmesi <strong>ve</strong> kapatılması uygulaması bir çok<br />

ülkede görülmektedir. Ancak buradaki sorun, hızlı <strong>ve</strong> sağlıklı<br />

olmayan bir özelleştirmenin, bir süre bankacılık <strong>krizler</strong>ini<br />

yineleyebilme, tekrar bir kamulaştırma olasılığıdır.<br />

• Kamu bankaları ile ilgili bir diğer nokta da, hükümetlerce<br />

yolsuzluk <strong>ve</strong> rant kollama amacıyla kullanılmasının<br />

engellenmesidir.<br />

Bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasında otoritelerin<br />

çok katı <strong>ve</strong> sıkı ihtiyat tedbirlerine başvurması, zayıf bankacılık<br />

sistemini krize soktuğuna ilişkin örnekler de bulunmaktadır.<br />

• Bankacılık reformunun ekonomi üzerinde de etkileri olabilir.<br />

Genellikle <strong>krizler</strong>, enflasyon <strong>ve</strong> bütçe açıklarını artırmakta,<br />

toplam talebi ise kısmaktadır. Dolayısıyla, bankaların reform<br />

süreci ile dezenflasyonist politikalar birlikte uygulandığından<br />

merkez bankasının kredi ihtiyacını sağlama işlevi ile<br />

dezenflasyon politikaları arasında uyuma dikkat edilmelidir.<br />

Bu çerçe<strong>ve</strong>de Türkiye'de yaşanan iki krizin ardından şunları<br />

söyleyebiliriz: Krizin hemen ardından Merkez Bankası, uyguladığı istikrar<br />

programının dayandığı kur <strong>ve</strong> para politikası nedeniyle son başvuru mercii<br />

işlevini yehne getirmekte çelişkiler yaşamıştır. İlk krizde IMF'den alınan<br />

kredi ile uygulanan para <strong>ve</strong> döviz kuru sisteminden sapılmamakla birlikte,<br />

ikinci krizde sistem tutulamamış <strong>ve</strong> dalgalı döviz kuru sistemine geçilmiştir.<br />

BDDK üç ayaklı bankacılık sistemini yeniden yapılandırma programını<br />

açıklamıştır: Kamusal sermayeli bankaların yeniden yapılandırılması;<br />

TMSF'na devredilen bankaların yeniden yapılandırılması, özel kesime devri<br />

<strong>ve</strong> kapatılması <strong>ve</strong> özel bankaların <strong>finansal</strong> yapılarının güçlendirilmesi. Bu<br />

üç ayaklı programla amaçlanan, mali <strong>ve</strong> operasyonel yapının<br />

güçlendirilmesi <strong>ve</strong> etkin gözetim <strong>ve</strong> denetimin geliştirilmesi ile birlikte Türk<br />

Bankacılık Sistemi'nin sağlıklı <strong>ve</strong> rekabetçi bir yapıya kavuşturulmasıdır.


Bankaların Yeniden Yapılandınlması Programı çeçe<strong>ve</strong>sindeki<br />

gelişmeleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:<br />

Tablo IV.12:Bankacılık reformlarında Kullanılan Yeniden Yapılandırma Araçları <strong>ve</strong><br />

Etkinlikleri<br />

Başarılı<br />

Ilımlı<br />

Yavaş Halen Süren<br />

YapısalTedbirler/Araçlar<br />

Merkez bankasının<br />

yeniden yapılandırmadan<br />

tek sorumlu olması<br />

Merkez bankasının likidite<br />

desteği<br />

Sorunlu Kredilerin<br />

temizlenmsikamu ya da<br />

banka-ağırlıklı)<br />

Ödeyememe<br />

Durumundaki Bankaların<br />

Kapatiması<br />

Ödeyememe<br />

Durumundaki bankalann<br />

Birleştirilmesi<br />

Ozelleştirme(Mümkün<br />

olduğuda)<br />

Kredileri İyileştirmeye<br />

yönelik yeniden yapılanma<br />

girişimleri<br />

Yabancı bankalarla<br />

birleşme<br />

Finansal<br />

Tedbirler/Araçlar<br />

Tahviller(in kötü kredilerle<br />

değiştirilmesi)<br />

İyileşme<br />

(5)<br />

İyileşme<br />

(7)<br />

İyileşme<br />

(3)<br />

Reform lar(*)<br />

20 57 100 89<br />

40 86 100 100<br />

100 86 67 56<br />

80 57 33 67<br />

60 86 33 44<br />

100 100 33 71<br />

40 71 0 44<br />

20 29 0 22<br />

100 86 100 56<br />

Yeni Sermaye Eklenmesi 60 57 33 44<br />

Mudi-ağırlıklı araçlar 60 57 67 44<br />

Banka sahipliği <strong>ve</strong><br />

yönetime ilişkin piyasa<br />

teşvikleri<br />

Kullanılan Ortalama Araç<br />

100 71 33 78<br />

Sayısı 8 9 7 8<br />

Not: (*) Çalışmanın yapıldığı tarihte Arjantin, Endonezya, Japonya, Kazakistan, Latvia,<br />

144<br />

(9)


Meksika, Moldova, Venezuela <strong>ve</strong> Zambia'da süren reformları göstermektedir.<br />

Kaynak: Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu, 1985:3<br />

Kamu Bankaları:<br />

• Kamu Bankalarının Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 <strong>krizler</strong>i döneminde<br />

faiz hadlerinin daha da yükselmesi ile artan fon ihtiyacının neden olduğu<br />

önemli zararları kapatmak <strong>ve</strong> gecelik yükümlülükleri sıfırlamak amacıyla<br />

Kamu Bankalarına Ocak-Mayıs 2001 içinde 23 katrilon liralık devlet tahvili<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir. Kamu Bankaları bu devlet tahvilleri aracılığıyla 16 Mart 2001<br />

itibariyle 8.7 katrilyon civannda olan gecelik yükümlülüklerini<br />

sıfırlamışlardır.<br />

• Kamu Bankalannın yasal sermaye yeterlilik rasyolarını<br />

tutturabilmeleri <strong>ve</strong> sermaye yapılarını güçlendirmeleri için 2001 Mart ayında<br />

Ziraat Bankası'na 217.6 trilyon TL., Nisan ayında Halk Bankası'na 67.2,<br />

Emlak Bankası'na 40.8 trilyon TL. tutarında nakit sermaye ödemesi<br />

yapılmıştır. Ayrıca, mayıs ayında Halk Bankası'na 900 trilyon TL. Emlak<br />

Bankası'na ise 624 thiyon TL.'lik sermayelerine mahsuben kağıt <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

• (TMSF bünyesindeki bankalar dahil) Kamu bankalarının Merkez<br />

Bankasındaki repo stoklarının 7 kathiyon TL ile sınırlandırılması Mayıs<br />

2001 sonu itibariyle gerçekleştirilmiştir.<br />

• Kamu Bankalannın en önemli sorunu olan görev zararlarına ilişkin<br />

yasal gerekçeleri ortadan kaldıran <strong>ve</strong> yeni görev zararlarının oluşmasını<br />

engelleyen 4684 sayılı Kanun 20 haziran 2001'de kabul edilmiş <strong>ve</strong> 3<br />

Temmuz 2001 tarih <strong>ve</strong> 24451 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.<br />

• Kamu bankalan kanalıyla, gerekli görüldüğü durumlarda sağlanacak<br />

destekler için bütçeye 400 tilyon TL. lik ödenek konmuştur.<br />

• 2001 nisan ayında Kamu bankalanna profesyonel <strong>ve</strong> Ortak Yönetim<br />

Kurulu mayıs ayında ise yeni banka yönetimi atanmıştır.<br />

• Kamu Bankalarının mevduat faiz oranlarına üst sınır getirilmiş <strong>ve</strong><br />

DİBS faiz oranlarının altında <strong>ve</strong> ortak olarak belirlenmesi sağlanmıştır.<br />

• Emlak Bankası'nın bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat toplama izni<br />

Mayıs 2001 sonu itibariyle kaldırılmış <strong>ve</strong> 9. 7. 2001 itibariyle Ziraat Bankası<br />

bünyesine dahil edilmiştir.<br />

• Operasyonel yeniden yapılanma bağlamında kamu bankalannın<br />

şube sayıları azaltılmakta <strong>ve</strong> personel sayısının azaltılması için emeklilik<br />

teşvik edilmektedir.


TMSF Bünyesindeki Bankalar<br />

1983 yılında oluşturulan <strong>ve</strong> 31 Ağustos 2000'de BDDK'ya devredilene<br />

kadar Merkez Bankası bünyesinde faaliyet gösteren TMSF'na 1997 yılında<br />

1, 1998'de 1, 1999'da 6 2000'de 3 <strong>ve</strong> 2001'de 7 olmak üzere toplam 18<br />

banka devredilmiştir. Bu bankalardan 5'i (Egebank, Yurtbank, Yaşarbank,<br />

Bank Kapital <strong>ve</strong> Ulusal Bank) Sümerbank çatısı altında; 2'si (Interbank <strong>ve</strong><br />

Esbank) Etibank çatısı altında birleştirilmiştir. Birleştirilmiş haliyle<br />

Sümerbank <strong>ve</strong> Bank Ekspres özel kesime satılmıştır. Türk Ticaret<br />

Bankası'nın bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme lisansı iptal<br />

edilmiştir. Aşağıda TMSF bünyesindeki bankaların yeniden<br />

yapılandırılmaları ile ilgili gelişim tablolar halinde sunulmuştur:<br />

Demirbank'ın HSBC Bankası'na 20 Eylül 2001 itibariyle satışı ile<br />

birlikte TMSF bünyesinde 7 banka kalmıştır: Etibank (birleşik), İktisat<br />

Bankası, Sitebank, Tahşbank, Bayındırlık Bank, Kent Bank <strong>ve</strong> EGS Bank.<br />

IV.13:TMSF Bankalarında Yaşanan Yeniden Yapılanma<br />

1997 1998 1999 2000 2001 Toplam<br />

(Rapor<br />

tarihi<br />

itibariyle)<br />

Devralınan Banka Sayısı 1 1 6 3 7 18<br />

Birleştirilen Banka Sayısı (1) - - - - 7 7<br />

Satılan Banka Sayısı (2) - - - - 2 2<br />

Lisansı İptal Edilen Banka Sayısı - - - - 1 1<br />

Fon Bünyesindeki Banka Sayısı 1 2 8 11<br />

Kaynak: BDDK,2001c:3<br />

Fon Bankalarının mali yapılarına baktığımızda, toplam aktif<br />

büyüHflükleri ile Türk Bankacılık sisteminin yaklaşık %15'ini oluşturduğunu<br />

söyleyebiliriz. Bu bankaların öz kaynakları kamu kağıdı <strong>ve</strong>rilmesi ile<br />

güçlendirilmiş böylece negatif 5.1 katrilyon TL olan öz kaynakları toplamı<br />

3.4 kathiyon TL'ye yükselmiştir. Kamu kağıtlarının büyük kısmını<br />

oluşturduğu, menkul değerler cüzdanı <strong>ve</strong> bağlı menkul değerler toplamının<br />

toplam aktiflerdeki payı %64.3'tür. 31 Temmuz 2001 itibariyle Fon<br />

kapsamındaki bankaların toplam zararı 12.7 katrilyon TL. dir.


Bu bankaların açık pozisyonu da önemli ölçüde azaltılmıştır. Mayıs<br />

2001 dönemine kadar4-5 milyar $ civannda olan net açık pozisyon kamu<br />

kağıdı <strong>ve</strong>rilmesi ile 600 milyon$ seviyelerine inmiştir.<br />

IV.14: TMSF Bünyesine Devredilen Bankalar Listesi<br />

Banka Adı<br />

Hisselerin Fona<br />

Geçiş Tarihi<br />

1. T. Ticaret Bankası 6 Kasım 1997 lisansı<br />

2. Bank Ekspres 12 Aralık 1998<br />

Mevcut Durum<br />

Bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme<br />

1 Temmuz 2001 tarihi itibariyle iptal edilmiştir.<br />

30 Haziran 2001 tarihinde Tekfen Grubuna<br />

satılmıştır.<br />

3. Interbank 7 Ocak 1999 15 Haziran 2001'de Etibank ile birleştirilmiştir.<br />

4. Egebank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />

5. Yurtbank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />

6. Sümerbank 22 Aralık 1999<br />

Birleşik Sümerbank 10 Ağustos 2001 tarihinde<br />

Oyak Grubuna satılmıştır.<br />

7. Esbank 22 Aralık 1999 15 Haziran 2001'de Etibank iJe birleştirilmiştir.<br />

8. Yaşarbank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />

22 Ağustos 2001 tarihinde Koç Holding ile gizlilik<br />

9. Etibank 27 Ekim 2000 anlaşması yapılarak, teklifini hazırlaması için<br />

gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

10. Bank Kapital 27 Ekim 2000 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />

11. Demirbank 6 Aralık 2000<br />

HSBG ile hisse satış <strong>ve</strong> devir görüşmeleri 20 Eylül<br />

2001 tarihine kadar sonuçlandırılacaktır.<br />

12. Ulusal Bank 27 Şubat 2001 17 Nisan 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />

17 Ağustos 2001 tarihinde UniCredito Jtaliano Spa<br />

13. İktisat Bankası 15 Mart 2001 ile gizlilik anlaşmasr yapılarak, teklifini hazırlaması<br />

için gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

22 Ağustos 2001 tarihinde Novabank S.A. ile gizlilik<br />

14. Sitebank 9 Temmuz 2001 anlaşması yapılarak, teklifini hazırlaması için<br />

gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

15. Tarişbank 9 Temmuz 2001<br />

16. Bayındırbank 9 Temmuz 2001<br />

17. Kentbank 9 Temmuz 2001<br />

18. EGS Bank 9 Temmuz 2001<br />

Kaynak: BDDK, 2001f<br />

Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />

çözüme kavuşturulacaktır.<br />

Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />

çözüme kavuşturulacaktır.<br />

Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />

çözüme kavuşturulacaktır.<br />

Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />

çözüme kavuşturulacaktır.


IV.15:TMSF Bünyesindeki Bankaların Döviz Pozisyonundaki<br />

Gelişmeler<br />

13<br />

18<br />

29<br />

(Milyon Dolar)<br />

Nisan Mayıs Haziran<br />

Bilanço içi döviz pozisyonu<br />

4.812<br />

-2.764 -3.894<br />

27<br />

Temmuz<br />

-3.353<br />

Dövize endeksli pozisyon 630 2.233 3.383 2.722<br />

Ara Toplam<br />

4.182<br />

-531 -511<br />

Vadeli pozisyon -132 -116 -50 -48<br />

Genel Pozisyon ( son 5 banka* hariç)<br />

4.314<br />

-647 -561<br />

Genel pozisyon ( son 5 banka*) -165<br />

Genel Pozisyon ( son 5 banka* dahil) -844<br />

Kaynak: BDDK,2001f<br />

Fon bankalarının kamu sermayeli bankalar gibi önemli sorunlardan<br />

olan gecelik borçlanma gereksiniminin azaltılması yapılan çalışmalarla<br />

gerçekleştirilmiş, merkez bankası dışındaki yükümlülükler ise sıfırlanmıştır.<br />

Bankaların operasyonel etkinliğini artırmak üzere şube saylarında<br />

%27, personel sayısında ise %35 oranında indirime gidilmiştir.<br />

TMSF bünyesindeki bankaların mali yapılarını güçlendirmek için,<br />

Hazine TMSF'na 8.007 milyon $ tutarında döviz cinsinden, 8.528 trilyon-TL.<br />

tutarında TL.cinsinden kağıt ihraç etmiştir. TL. cinsinden toplam kağıt tutarı<br />

16.3 katrilyon TL. dir. Hazine sözkonusu kağıtlardan 5.526 trilyon lirasını<br />

erken itfaya tabi tuttuğundan TMSF'nun elinde kağıt stoku 10.8<br />

katrilyonTL'ye inmiştir. BDDK kağıtlardan 751 trilyon TL.sini Merkez<br />

Bankası'na teminata <strong>ve</strong>rerek nakit almış <strong>ve</strong> fon bankalarına mevduat olarak<br />

aktarmıştır. Dolayısıyla fon bankalarına aktarılan kamu kağıdı tutarı 15.536<br />

trilyon liradır.<br />

-631<br />

-679


IV.16:Hazine Tarafından TMSF'na Verilen Özel Tertip Tahviller(17 Ağustos 2001 )<br />

Döviz Cinsinden<br />

TL<br />

Cinsinden<br />

Genel<br />

Toplam<br />

Milyon TL Karşılığı Trilyon TL. Trilyon TL.<br />

Dolar<br />

(Trilyon TL.)(1)<br />

2000 Yıl Sonu 2.687 1.826 2.037 3.863<br />

2001 Ocak 261 250 250<br />

Şubat - - -<br />

Mart 559 529 1.493<br />

2:022<br />

Nisan - - 773 773<br />

Mayıs 4.500 5.154 4.225 • 9.379<br />

Haziran-17 Ağustos - - - -<br />

2001 Toplam 5.320 5.933 6.491 12.424<br />

Genel Toplam-1 8,007 7.759 8.528 16.287<br />

Erken İtfa Tutarı (2) 370 260 5,266 5.526<br />

Genel Toplam-2 7.637 7.499 3.262 10.761<br />

Kaynak: BDDK, 2001f. Hazine Müsteşarlığı. (1) İhraç edildikleri tarihteki Merkez Bankası<br />

döviz alış kuruna göre hesaplanmıştır. (2) Erken itfa tutan, Fon'un Hazine'ye olan borcundan<br />

yapılan mahsup <strong>ve</strong> nakit geri ödemelerin toplamını ifade etmektedir.


IV.17: Fon Bankalarına Aktarılan Kaynak Tutarı<br />

Özel Tertip Toplam Yüzde<br />

Devlet<br />

Kaynak<br />

Banka Adı Tahvili (4) Sermaye Mevduat Aktarımı<br />

Dağılım<br />

Demirbank 3.144 275 0 3.419 19.0<br />

Etibank (1) 4.933 175 692 5.800 32.2<br />

İktisat Bankası 2.126 30 0 2.156 12.0<br />

Ara Toplam 10.203 480 692 11.375 63.2<br />

Tarişbank 0 55 0 55 0.3<br />

Sitebank 0 9 25 34 0.2<br />

Baymdırbank 0 30 0 30 0.2<br />

Kentbank 0 50 0 50 0.3<br />

EGS Bank 0 87 0 87 0.5<br />

Ara Toplam 0 231 25 256 1.4<br />

Genel Toplam-1 10.203 711 717 11.632 64.6<br />

Türk Ticaret<br />

Bankası<br />

354 101 0 455 2.5<br />

Bank Ekspres (2) 89 0 141 230 1.3<br />

Sümerbank (3) 4.890 133 665 5.688 31.6<br />

Genel Toplam-2 15.536 946 1.523 18.006 100.0<br />

(17 Ağustos 2001 iyle) (Trilyon TL.)<br />

Kaynak: BDDK. 2001f. 1)lnterbank <strong>ve</strong> Esbank Etibank bünyesinde birleştirilmiştir. (2) Bank<br />

Ekspres <strong>ve</strong>rileri satış tarihi olan 30 Haziran 2001 itibariyledir. (3) Egebank, Bank Kapital,<br />

Yurtbank, Yaşarbank <strong>ve</strong> Ulusal Bank Sümerbank bünyesinde birleştirilmiştir. (4) Hazine'nin<br />

yaptığı erken itfalardan önceki kağıt tutarlarını ifade etmektedir.<br />

Özel Bankacılık Sektörünün Güçlendirilmesi<br />

Özel bankalardan mali durumlannı güçlendirmeleri için aşağıdaki<br />

konularda taahhüt mektupları alınmıştır.<br />

• Sermaye artırımı<br />

• Sermaye benzeri kredi temini<br />

• Birleşme<br />

• Şube <strong>ve</strong> personel sayısının rasyonalize edilmesi<br />

• Maliyetlerin düşürülmesi<br />

• Yoğunlaşmış kredilerin yeniden yapılandırılması<br />

150


• iştirak <strong>ve</strong> gayrimenkul satışı<br />

• Hisselerin bir kısmı ya da tamamının yabancı <strong>ve</strong> yerli<br />

ortaklara satışı<br />

Özel bankaşarın 1.4 milyar $ olarak taahhüt edilen sermaye<br />

artırımlarının 1.1 milyar $'ı Temmuz Ayı sonu itibariyle gerçekleşmiştir.<br />

Ayrıca, 15 haziran 2001'de Hazine gönüllü olarak bir borç takası<br />

gerçekleştirmiş, 9.335trilyon TL.lik (8 milyar$) iç borç dolar <strong>ve</strong> TL. cinsinden<br />

tahvillerle değiştirilmiştir. Bu yolla 5.3 ay olan bono <strong>ve</strong> tahvillerin ortalama<br />

vadesi 37.2'aya çıkarılmıştır. Bu takas işlemi bankların açık pozisyonlarını<br />

önemli ölçüde kapatmıştır.<br />

BDDK'nın kriz sonrasındaki faaliyetlerini bir bütün olarak<br />

değerlendirdiğimizde, Türkiye'de yaşananlann "ilk defa olan" ya da<br />

"bilinmeyen" sorunlar olmadığını söyleyebiliriz. BDDK, kamu bankalan ile<br />

ilgili olarak, zararlann karşılanması, sermayelerinin güçlendirilmesi <strong>ve</strong><br />

yönetimin iyileştirilmesi konusunda önemli adımlar atmıştır. TMSF'na kriz<br />

öncesi <strong>ve</strong> kriz sonrasında devredilen bankalarla ilgili olarak, 8 bankanın<br />

birleştirilmesi, 2 bankanın özel kesime satılması gerçekleştirilmiştir. BDDK<br />

elinde bulunan 8 bankayla ilgili faaliyetlerini 2001 yılı sonuna kadar<br />

tamamlamayı hedeflemektedir. Bu bankalann zararlan <strong>ve</strong> açık pozisyonları<br />

önemli önemli ölçüde azaltılmışır. Ödeme güçlüğüne düşmemiş özel<br />

bankalar, sermayelerini güçlendirmeleri, kendi iç risk yönetimi sistemlerini<br />

kurmaları <strong>ve</strong> operasyonel yönetimlerini etkinleştirmek için teşvik<br />

edilmektedir.<br />

Bu bağlamda bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasında <strong>ve</strong><br />

uluslar arası standartlara kavuşturlması konusunda, hukuksal alt yapı<br />

açısından önemli ilerlemeler kaydedildiğini, uygulamada sistemin istikrara<br />

kavuşturulması konusunda zamana ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz.<br />

BDDK'nın düzenleme-denetim <strong>ve</strong> gözetim işlevini daha iyi yapacak şekilde<br />

personel <strong>ve</strong> donanım açısından güçlendirilmesi; bankalann risk yönetim<br />

yetilerinin geliştirilmesinin teşvik edilmesi, ahlaki zaafiyet davranışlarına<br />

fırsat <strong>ve</strong>rilmemesi açısından yararlı olacaktır.


SONUÇ<br />

Denilebilir ki, 20 Yüzyılın son çeyreğinde uluslararası <strong>finansal</strong><br />

sistemin en belirgin özelliği, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>den kendini kurtaramamasıdır.<br />

Gelişmiş ya da azgelişmiş, büyük ya da küçük, yükselen (emergent) ya da<br />

geçiş <strong>sürecinde</strong>, doğu yada batı, kuzey ya da güney, hemen her ülkede<br />

<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>le karşılaşılmakta. IMF'in yaptığı bir çalışmaya göre, 181 IMF<br />

üyesi ülkenin 133'ünde 1980-1996 yılları arasında önemli bankacılık<br />

sorunları yaşanmıştır. Yine bir başka çalışmaya göre, son yirmi yılda,<br />

ekonomilerde büyük durgunluklara yol açan bankacılık <strong>krizler</strong>i sayısı 90'a<br />

varmıştır. Bu <strong>krizler</strong>in yaklaşık %73'ü, etkisi ortalama 4-5 yıl süren sistemik<br />

<strong>krizler</strong>den oluşurken, (geri kalan %27) sistemik olmayan <strong>krizler</strong>in ortalama<br />

süresi de. azımsanacak gibi değil:3.4 yıl. Krizler, gelişmiş (ABD, iskandinav<br />

ülkeleri gibi), azgelişmiş (Latin Amerika Ülkeleri) demeden, bazı ülkeleri<br />

tekrar tekrar(Arjantin, Meksika, Venezüella <strong>ve</strong> Türkiye) etkisi altına almakta<br />

<strong>ve</strong> kimi kez ülkelerin GSYİH'larının %5-10'una, kimi kez %50-60'ına varan<br />

mali kayıplara yol açmaktadır. Üstelik <strong>krizler</strong>in etkileri yalnızca ortaya çıktığı<br />

ülke ile sınırlı kalmamakta, çevre ülkelere de yayılmakta, hatta, giderek<br />

büyüyen <strong>ve</strong> hız kazanan uluslararası sermaye hareketlerinin etkisiyle, tüm<br />

uluslar arası mali sitemi de sarsmaktadır.<br />

Şüphesiz sözkonusu bu gelişmelerin iktisat teorisini <strong>ve</strong> ülkelerin<br />

<strong>finansal</strong> sistemlerinin kurumsal yapılarını etkilememesi olanaksızdı:<br />

iktisatçılar, sürekli ihmal edegeldikleri mali piyasaların ne kadar önemli<br />

olduğunu yaşayarak öğrenirken, açığı kapama gayretiyle neredeyse<br />

geometrik olarak artan bir literatür ortaya koymuşlardır. Öte yandan,<br />

<strong>krizler</strong>le birlikte ülkelerin tek tek kendi <strong>finansal</strong> regülasyon yasa <strong>ve</strong><br />

yapılarını değiştirme çabaları, bir süre sonra, "sağlam- gü<strong>ve</strong>nilir Ulusal mali<br />

sistemler <strong>ve</strong> istikrarlı bir uluslararası mali sistem" için gerekli regülasyon<br />

politikalarını, kurallarını <strong>ve</strong> standartlarını saptamaya çalışan bir dizi<br />

bölgesel ya da uluslararası kurumun ortaya çıkmasına yol açmıştır.<br />

Bu bağlamda çalışmamızda, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>, <strong>finansal</strong> regülasyon <strong>ve</strong><br />

bunların etkileşimine ilişkin son yıllardaki gelişmelerden hareketle,<br />

Türkiye'deki bankacılık sisteminin regülasyonu, bankacılık sisteminin<br />

yapısal sorunları ile yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> arasındaki ilişkinin incelenmesi<br />

amaçlanmıştır.<br />

Çalışmamızın birinci bölümünde, özellikle son 20 yıllık dönemde<br />

yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in, daha önceki dönemlerdeki <strong>krizler</strong>den farklılıkları<br />

vurgulanmış <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>de geliştirilen teorik modeller incelenmiştir.<br />

Ayrıca ERM, Meksika, Güney Doğu Asya, Rusya, Brezilya <strong>ve</strong> Türkiye<br />

Krizlerinin ortak <strong>ve</strong> kendilerine has özellikleri saptanmaya çalışılmıştır.<br />

Teorik modeller <strong>ve</strong> uygulama sonuçlarından hareketle <strong>krizler</strong>in nedenlerinin


iki ana grupta toplanabileceğini söyleyebiliriz: Krizlerin önemli<br />

nedenlerinden biri ülkelerin (kamu açıkları, ödemeler bilançosu açıklan gibi)<br />

makroekonomik dengelerinin bozuk olmasıdır. İkinci önemli nedense,<br />

(Güney Doğu Asya krizinde görüldüğü gibi) makroekonomik dengeleri<br />

sağlam olmakla birlikte, riskleri dikkate almayan bir bankacılık kesimi <strong>ve</strong><br />

ona ait zayıf bir regülasyon sistemine sahip ülkelerin (tek bir bankanın<br />

ödeme güçlüğüne girmesi gibi) mikro bazlı bir sorununun, kısa zamanda<br />

tüm ekonomiyi etkisi altına alabilen bir krize (sistemik krize) dönüşmesi, bir<br />

başka ifade ile bankacılık sisteminin kırılgan yapısıdır. Şüphesiz Türkiye<br />

gibi her iki nedenin aynı anda görüldüğü <strong>krizler</strong>in hem maliyeti daha yüksek<br />

hem de çözümü zor <strong>ve</strong> zaman alıcı olmaktadır.<br />

Regülasyon teorisinin iki temel sorusundan biri niçin regülasyon?,<br />

diğeri ise nasıl regülasyon? sorusudur. İkinci bölümde ele aldığımız gibi,<br />

devletin <strong>finansal</strong> piyasalara müdahale etmesini (regülasyona baş<br />

vurmasını) açıklayan önemli teorik çerçe<strong>ve</strong>lerden biri, piyasa<br />

başarısızlıl


sistemlerini geliştirmeleri, şeffaf olmalan gibi) uluslar arası standartlar<br />

olarak yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Yine Bankacılık sisteminin gerek<br />

ulusal gerekse uluslararası düzeyde izlenebilmesi <strong>ve</strong> yatırımcıların doğru<br />

kararlar <strong>ve</strong>rebilmesi için gereken, dünya ölçeğinde mikro <strong>ve</strong> makro ihtiyati<br />

göstergelerle ilgili <strong>ve</strong>rilerin oluşturulması <strong>ve</strong> toplanabilmesi amacıyla IMF <strong>ve</strong><br />

Dünya Bankası'nm başlattığı Finansal Sektör Değerlendirme Programı da<br />

bu konuda önemli bir aşamadır.<br />

Yaşanan <strong>krizler</strong>i <strong>ve</strong> dünya genelinde regülasyon uygulamalannı göz<br />

önüne aldığımızda, gelişmekte olan, ya da yükselen piyasa ekonomilerinde<br />

bankacılık sistemlerinin güçlendirilmesine yardımcı olacak belli başlı<br />

politikaları şu şekilde sıralayabiliriz(Goldstein, Turner, 1996):<br />

(i) Ekonomideki Değişkenlik Hızını (volatilité) Azaltmak: Bu ülkelerde<br />

genellikle bankacılık sistemleri nispeten değişken bir ortamda faaliyet<br />

göstermektedirler.<br />

• Değişkenliğin azaltılmasına yardımcı olacak araçlardan biri, daha<br />

disiplinli bir para <strong>ve</strong> maliye politikalandır. Makroekonomik istikrar,<br />

uluslar arası sermaye hareketlerinin akışında önemli bir gösterge<br />

olduğundan, ülkelerin daha iyi koşullarda (uzun vadeli) <strong>ve</strong><br />

çeşitlilikte (farklı <strong>finansal</strong> aktifler) fonlar bulmasına yol açar ki bu<br />

da değişkenliği azalttığı gibi, oluşabilecek mikro bazlı bir sorunun<br />

sistemik hale dönüşmemesine de yardımcı olabilir.<br />

• Finansal sistemde yabancı bankalann bulunması; portföylerinde<br />

sözkonusu ülkede kullandıracağı krediler nispeten az olacağından<br />

<strong>ve</strong> kaynaklan merkez ülkeye dayandığından, ülkeye ilişkin şoklan<br />

bu bankalann kolay absorbe edebilmesi <strong>ve</strong> hükümetten<br />

kaynaklanacak çeşitli baskılara karşı koyabilmeleri nedenleriyle,<br />

değişkenliği azaltabilir.<br />

• Uluslar arası faiz, döviz <strong>ve</strong> mal fiyatlannın değişkenliğinden<br />

korunma yollarından biri, <strong>finansal</strong> sistemde yeni <strong>finansal</strong> araçların<br />

(swap, futures, options gibi) kullanımının yaygınlaştırılmasıdır.<br />

• Bir diğer politika seçeneği, bu ülkelerde sermaye yeterlilik<br />

oranlarının yüksek tutulmasıdır.<br />

(ii) Kredi artışına <strong>ve</strong> özel sermaye akımlarının dalgalanmasına karşı<br />

tedbir almak:<br />

• Bu konuda sıkı maliye politikası <strong>ve</strong> esnek döviz kuru sistemi ile<br />

bazı geçici kontrol <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rgi kısıtlamalannın yararlı olduğu<br />

görülmüştür. Ancak <strong>ve</strong>rgilerle ilgili bu olumlu etkiler zamanla<br />

kaybolmaktadır. Uzun dönemde önemli olan sağlam <strong>finansal</strong><br />

sistemlere sahip olmaktır.<br />

• Kredi genişlemesine karşı uygulanabilecek denetim <strong>ve</strong> gözetim<br />

tedbih ise, zorunlu karşılık oranlannı <strong>ve</strong> sermaye yeterlik


oranlarını artırmaktır. Ancak bu araçlar parasal kontrole yardımcı<br />

olsa da, iyi banka-kötü banka ayrımını ortadan kaldırdığı şeklinde<br />

eleştirilmektedir. Bu nedenle zayıf bankaların kredi genişlemesinin<br />

kontrolü daha önemlidir.<br />

(İÜ) Ukidite-Vade-Para Uyumsuzluğunun Azaltılması: Bankaların<br />

likididite-vade uyumsuzluğuna karşı alınabilecek bir tedbir, bankaların<br />

ayıracakları karşılık oranlarını artırmaktır. Para uyumsuzluğuna karşı<br />

ise, bankaların kısa vadeli döviz cinsinden borçlanması yakından<br />

izlenmeli <strong>ve</strong> sınırlamalar getirilmelidir.<br />

(iv) Finansal Liberalizasyona İyi Hazırlanmak:<br />

• Yeni bankaların kurulmasının teşviki ya da kamu bankalarının<br />

özelleştirilmesi, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun bir parçası olarak<br />

düşünülüyorsa, yeni banka sahiplerinin bankacılık için<br />

uygunluğuna dikkat edilmelidir. Aksi takdirde, Şili <strong>ve</strong> Türkiye'de<br />

olduğu gibi özelleştirilen bankaların belirli şirketlerin fonlanması<br />

işlevini görmesi <strong>ve</strong> nihayetinde tekrar kamulaştırılması sonucunu<br />

doğurabilir.<br />

• ikinci önemli nokta da liberalizasyondan önce bankacılığın<br />

denetim <strong>ve</strong> gözetim teşkilatının riskleri <strong>ve</strong> yeni <strong>finansal</strong> araçları<br />

değerlendirebilecek şekilde güçlendirilmesi gerekir.<br />

(v) Kamu Bankalarının <strong>ve</strong> Bağlantılı Kredilerin Azaltılması:<br />

• Hükümetin kamu bankaları ile ilişkisinin mümkün olduğu kadar<br />

şeffaf olması, kamu bankalarının özel ticari banka olarak çalışma<br />

koşullarının yaratılması önemli bir politika aracıdır.<br />

• Bir başka çözüm "liyakatli" kişilere bankaların satılması,<br />

özelleştilmesidir.<br />

• Bağlantılı krediler konusunda ilkin, bankaların gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritelerine doğru kayıt <strong>ve</strong> bilgi <strong>ve</strong>rmeleh sağlanmalıdır.<br />

Şeffaflık arttığı ölçüde bankaya kredi <strong>ve</strong>renlerin bağlantılı kredileri<br />

değerlendirilmeleri mümkün olacaktır. Ayrıca düzenleme otoritesi,<br />

bağlantılı krediler konusunda ilgili taraflan uyarabilmek için, belirli<br />

eşik- oranlar saptamalıdır.<br />

{y\)Muhasebe Kayıtlarının, Şeffaflığın, Bilgi Yayımlanmasının <strong>ve</strong><br />

Yasal Çerçe<strong>ve</strong>nin Güçlendirilmesi: Bankaların aktiflerinin durumu,<br />

karlılığı, batık kredileri gibi çeşitli bilgilerin yayımlanması<br />

sağlanmalıdır.


(vii) Banka Sahipliği, Yöneticiliği <strong>ve</strong> Kreditörlüğü ile Banka Denetçiliği<br />

-Gözetimciliğinin Teşviki:<br />

• * Bu konudaki önerilerden biri, bankalara sermayeleriyle bağlantılı<br />

olarak bazı faaliyetler yapma/yapmama olanağının tanınması gibi<br />

teşvikler <strong>ve</strong>rilmesidir.<br />

• Bir diğer politika aracı, devlet garantilerine sınırlamalar<br />

getirilmesidir. Örneğin zorunlu, açık <strong>ve</strong> dar kapsamlı bir mevduat<br />

sigorta sisteminin, bankalan daha disipline edeceği öne<br />

sürülmüştür.<br />

• Bunun yanında uluslar arası standartlara uygun ihtiyatlı rasyoların<br />

oluşturulması <strong>ve</strong> kurala-dayalı denetim sistemlerinin oluşturulması<br />

da yararlı olacaktır.<br />

Yükselen piyasa ekonomilerine ilişkin bu değerlendirmelerden<br />

hareketle, Türkiye'de yaşanan kriz <strong>ve</strong> kriz sonrasında yaşananlar <strong>ve</strong><br />

bankacılık sisteminin regülasyonu <strong>ve</strong> yeniden yapılandınlması konusundaki<br />

gelişmelerle ilgili değerlendirmelerimizi şu şekilde sıralayabiliriz:<br />

• Türkiye'de yaşanan Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 <strong>krizler</strong>i, hem zayıf<br />

bankacılık sistemi hem de bozuk makroekonomik dengelerin<br />

sonucunda yaşanmıştır. Krizlerin ateşleyicisi; bankalann, biraz<br />

hükümetin kredibilitesine gü<strong>ve</strong>nme, biraz uygulanan istikrar<br />

programının yarattığı ortam sonucunda, risk yönetimini dikkate<br />

almamalan sonucunda içmek zorunda kaldıklan, likidite, faiz <strong>ve</strong><br />

döviz kuru "öldürücü kokteyl"idir. Ama Türkiye'nin asıl sorunu,<br />

klasik kriz teorilerinin vurguladığı, özellikle kamu kesiminden<br />

kaynaklanan makroekonomik dengelerinin bozukluğudur. Kamu<br />

kesiminin borç yönetiminin kriz sonrasında daha da bozulması,<br />

bankacılık sisteminin kendi telaşına düşmesi, makroekonomik<br />

dengelerin kurulmasının daha . çok zaman alacağını<br />

göstermektedir.<br />

• Krizin çözümüne yönelik sermaye hareketlerinin serbestliğinin<br />

kaldırılması ya da bazı kısıtlayıcı tedbirler alınması, kısa dönemli<br />

bir tedbir olarak önerilebilir. Nitekim, Şili, Malezya gibi ülkelerde<br />

başanlı olmuştur. Ama uzun dönemde yapılması gereken,<br />

sermaye hareketlerinden tamamen soyutlanma değil, ülkelerin<br />

kendi ekonomik <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong>,alt yapılarını geliştirmektedir. İktisatçı<br />

Summers'ın benzetmesi ile, "hızlı, rahat <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nli ulaşımı<br />

sağlayan jet uçaklannın kaza yapma olasılığı var diye<br />

kullanılmaması değil, onlar için gerekli alt yapının (iyi hava<br />

alanları, kontrol sistemleri <strong>ve</strong> iyi pilotların)<br />

oluşturulmasıdır"(Summers,2000). Bu nedenle modern global<br />

<strong>finansal</strong> piyasalann potansiyel faydalanndan yararlanmak gerekir.


Finansal piyasaların yqniden yapılandırılması bağlamında,<br />

bankaların düzenlenmesi, gözetim <strong>ve</strong> denetimi konusunda yasal<br />

boyutuyla önemli gelişmeler kaydedildiğini, yeni Merkez Bankası<br />

Kanunu ile Bankalar Kanunu'nun önemli bir adım olduğunu <strong>ve</strong> bu<br />

açıdan uluslar arası standartlara oldukça yakın bir çerçe<strong>ve</strong><br />

oluşturulduğunu söyleyebiliriz.<br />

Türkiye'de Bankacılık Sisteminin düzenleme, gözetim <strong>ve</strong><br />

denetiminden • sorumlu BDDK'nın bağımsız bir kurum olarak<br />

kurulmasının üzerinden henüz bir yıl geçmiştir. Her şeyden önce<br />

regülasyon 4


Fk 1 Kn7İPrin Kronolojisi<br />

Çalışma<br />

Ulke<br />

Undgren,<br />

Garcia <strong>ve</strong><br />

Saal (1996)<br />

Kammsky <strong>ve</strong><br />

Reinhart<br />

(1996)<br />

and Kaminsky<br />

(1998)<br />

Hardy <strong>ve</strong><br />

Pazarbaşioğlu<br />

(1998)<br />

Kunt <strong>ve</strong><br />

Detragiache<br />

(1998a)(1998b)<br />

(1999)<br />

*Kriz*<br />

^Problem*<br />

Cezayir 1990<br />

Arjantin 1980-2,<br />

1989-90, 1995<br />

Benin 1988<br />

Bolivia<br />

Brezilya<br />

Bulgaristan 1991-96<br />

1980, 1985,<br />

1994<br />

1987<br />

1985. 1994<br />

1987<br />

Kamerun<br />

Kanada<br />

1989-<br />

93,1995*96<br />

1989<br />

1983<br />

Central African<br />

Republic<br />

1976-92<br />

Chad 1979-83<br />

Şili 1981-87<br />

Kolombiya<br />

Kongo 1994-96<br />

Cote d'lvoire<br />

Kosta Rika<br />

Danimarka<br />

Dominican<br />

Republic<br />

1981 1981*<br />

1982 1984 1982-85<br />

1994<br />

1988<br />

1994<br />

1987 1990<br />

1992<br />

Ekvator<br />

El Salvador<br />

Equatorial<br />

Guinea 1983-85<br />

1992<br />

1995<br />

1995*<br />

1989<br />

Estonya<br />

1992-95


Finlandiya 1991-94 1991 1991 1991-94<br />

Fransa 1994<br />

Guinea<br />

1980-85<br />

Guyana 1993-95<br />

Hindistan<br />

Endonezya<br />

1992 1997 1992 1992-94<br />

Iceland 1985<br />

İsrail<br />

1983 1983-84<br />

İtalya 1990-94<br />

Jamaica 1994<br />

Japonya 1992 1992-94<br />

Ürdün<br />

1989-90 1989 1989-90<br />

Kenya 1993 1993<br />

Kore<br />

1997<br />

Ku<strong>ve</strong>yt<br />

Latvia<br />

Lebanon<br />

Liberia<br />

Lithuania<br />

Macedonia<br />

1980'lerin ortası<br />

1995-96<br />

1988-90<br />

1991-95<br />

1995-96<br />

1993-94<br />

Madagascar<br />

Malaysia<br />

Mali<br />

Meksika<br />

Yeni Zelanda<br />

1988<br />

1985-88 1985 1985 1985-88<br />

1987 1987-89<br />

1982, 1994-96 1982, 1992 1982,1994 1982,1994<br />

1989<br />

Nepal 1988-94<br />

Niger 1983-96<br />

Nijerya 1991-94


Nor<strong>ve</strong>ç 1987-93 1988 1991 1987-93<br />

Panama 1988-89 1988*<br />

Papua Yeni Gine 1989*<br />

Paraguay 1995<br />

Peru 1983 1983 1983*<br />

Philippines 1981-87 1981 1981 1997 1981-87<br />

Portekiz 1986*<br />

Sao Tome 1980-96<br />

Senegal 1983-88 1983 1983-88**<br />

Somalia 1990<br />

Sri-Lanka 1989-93<br />

Güney Afrika 1985 1985 1989 1985<br />

İspanya 1977-85 1978<br />

Swaziland 1995*<br />

İs<strong>ve</strong>ç 1990-93 1991 1992 1990*<br />

Tanzanya 1988-96 1988-94**<br />

Tayland 1983-87 1979-1983 1983,1997 1983*<br />

Togo 1989<br />

Türkiye 1982, 1991 1991 1982 1991,1994<br />

Uganda 1990-94**<br />

Uruguay 1981-85 1971, 1981 1982 1981-85<br />

ABD 1980*<br />

Venezüella 1994-96 1993 1994 1993-94<br />

Total no. of<br />

countries<br />

/nvo/wcf<br />

36 20 16 25 36<br />

* Sadece Demirgüç-Kunt & Detragiache 'de dahil edilmiştir (1999);<br />

** Sadece Demirgüç-Kunt & Detragiache 'de dahil edilmiştir (1998a) <strong>ve</strong> (1998b)


EK 2 : Krizlerin Belirtileri <strong>ve</strong> Temel Göstergeleri<br />

Belirtiler<br />

(Symptoms)<br />

Gösterge<br />

Kritik-Şok<br />

İşareti<br />

Yorum<br />

Aşırı Borçlanma<br />

Çevrimi<br />

M2 Para Çarpanı<br />

İç Krediler/ GSYİH<br />

İç <strong>ve</strong> Dış Fnansal<br />

Liberalizasyon<br />

Positif<br />

Positif<br />

Bankacılık <strong>ve</strong> Para(Currency)<br />

Krizleinin berikisi de <strong>finansal</strong><br />

sistemin liberalizasyonu <strong>ve</strong><br />

sermaye akımlarındaki<br />

kısıtlamaların kaldırılması ile<br />

beslenen aşırı kredi artışı ile<br />

bağlantılıdır<br />

Banka İflasları Mevduatlar Negatif Bankacılık <strong>ve</strong>para <strong>krizler</strong>i banka<br />

iflaslarını izler<br />

Para Poltikası Aşırı MI Para arzı Positif Gevşek para politikası para krizini<br />

besler (Bkz. Krugman, 1979).<br />

Devalijasyon bankacılık sektörünün<br />

sağlıklılığını bozduğu ölçüde<br />

bankacılık krizini de tetikler<br />

Cari İşlemler dengesi İhracat Negatif<br />

Problemleri İthalat Positif<br />

Dış Ticaret haddi Negatif<br />

Reel döviz Kuru Negatif<br />

Aşırı değerlenmiş reel döviz kuru<br />

<strong>ve</strong> zayıf dış ticaret dengesi para<br />

krizinin bir boyutunu oluşturur.<br />

Rekabet gücünün kaybolması, ticari<br />

sorunlar <strong>ve</strong> kredi kalitesinin<br />

düşmesi bankacılık sektörünün<br />

kırılganlığını artırır. İhracat büyük<br />

düşüşler, ticaret hadlerinin<br />

bozulması <strong>ve</strong> ithalatta patlama,<br />

<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in belirtileri olarak<br />

yorumlanabilir.<br />

Sermaye Hesaplan<br />

problemleri<br />

Rezervler<br />

M2/Rezervler<br />

Reel Faz Haddi ile<br />

Dünya Faiz<br />

hadlerinde<br />

farklılaşma.<br />

Dış Borçlar,<br />

Kısa Dönem Dış<br />

Negatif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Yüksek dünya fiaz hadleri sermaye<br />

kaçışma yol açtığından para<br />

krizleinin habercsidir. Ülke dış<br />

borçları arttıkça sermaye hesbı<br />

problemleri öenm kazanır; borçların<br />

sürdürülebilirliği kuşkuu artar. Kısa<br />

vadeli borç artışı ülkenin dış şoklar<br />

karşısında kırılganlığını artırır. Para<br />

krzi bankacılık krizini derinleştirir.<br />

Düşük Büyüme<br />

Üretim<br />

İç reel faiz hadleri<br />

Kredi/Mevduat Oranı<br />

Hisse Senetleri<br />

fiyatları<br />

Negatif<br />

Positif<br />

Positif<br />

Negatif<br />

Resesyon <strong>ve</strong> aktif fiyatlarının<br />

yükselmesi <strong>ve</strong> düşmesi <strong>finansal</strong> kriz<br />

habercisidir.Yükek faiz hadleri<br />

likidit probleminin habercisidir.<br />

Kredi/Mevduat oranındaki artış<br />

kredi kalitesinin bozulmasına yol<br />

açar


g) 2 "5 £<br />

O) ^ .-5 ^ ^<br />

•- 03<br />

CÛ >^ CÛ ;=<br />

o::<br />

o<br />

Un<br />

o<br />

03<br />

o<br />

O)<br />

•n<br />

co<br />

E<br />

(D<br />

CO<br />

03<br />

><br />

0<br />

><br />

LLİ<br />

03<br />

X<br />

LU<br />

LU<br />

1<br />

03<br />

X<br />

0<br />

>-<br />

03<br />

(/)<br />

03<br />

0 >-<br />

c<br />

C<br />

0 0<br />

Q 03<br />

LL<br />

•D<br />

^<br />

E<br />

O 2<br />

o<br />

LU<br />

LLİ<br />

03<br />

X<br />

0<br />

0<br />

><br />

m LU la<br />

j5<br />

05<br />

LL<br />

"55<br />

E<br />

CÛ<br />

03<br />

CO<br />

H"<br />

0<br />

Q.<br />

0 i> ><br />

0<br />

e<br />

OL 0<br />

Û<br />

E<br />

Q.<br />

O<br />

Q.<br />

'sı<br />

03<br />

CO<br />

0<br />

TD<br />

03<br />

-Q<br />

03<br />

E<br />

c<br />

_<br />

J5 (/)<br />

03<br />

Û_<br />

o<br />

ro<br />

CNJ<br />

00<br />

CNJ<br />

O<br />

O<br />

CD<br />

00<br />

Oí<br />

co<br />

co<br />

o<br />

o<br />

co<br />

O<br />

d<br />

OD<br />

CD<br />

03 • —<br />

CD<br />

CM<br />

in<br />

(0^<br />

0)<br />

_c<br />

E<br />

o<br />

E<br />

TO<br />

Q.<br />

O<br />

0<br />

TD<br />

00<br />

f2<br />

CO<br />

00<br />

in<br />

00<br />

CD<br />

co<br />

ü<br />

c<br />

05<br />

CÛ<br />

05<br />

T3<br />

05<br />

>%<br />

C<br />

:3<br />

Q<br />

CO<br />

LU<br />

0 er 03<br />

>, 0 ^<br />

Û CÛ<br />

E 03<br />

B Û-<br />

< Ü<br />

03<br />

co<br />

co<br />

CD<br />

03<br />

co<br />

ò<br />

q<br />

co<br />

Cu<br />

0<br />

T3<br />

03<br />

co<br />

6<br />

0<br />

iCÛ CÛ<br />

co<br />

CD<br />

CNJ<br />

CÛ<br />

co<br />

ò<br />

O)<br />

> c<br />

03<br />

E<br />

o<br />

i5


LU<br />

LU


(D<br />

en<br />

co<br />

Dû<br />

CÛ CÛ<br />

O<br />

O)<br />

E<br />

io<br />

co<br />

li<br />

LU<br />

03<br />

X LU LU<br />

— ^ —<br />

0 2 E<br />

-D<br />

•Ë >- o<br />

I<br />

^<br />

O<br />

(/)<br />

CO<br />

'o.<br />

E<br />

><br />

CÛ CQ<br />

û_<br />

Q<br />

IT)<br />

Q<br />

ra<br />

GÛ<br />

0 ~<br />

> Q.<br />

00 s¿<br />

o<br />

c\i<br />

05<br />

Ll.<br />

O<br />

E<br />

CD<br />

.E<br />

03<br />

>-<br />

E<br />

Q-<br />

o<br />

i 1<br />

0<br />

0<br />

TD<br />

C 1- _<br />

CÛ<br />

05<br />

Û_<br />

0<br />

"0<br />

H"<br />

CD<br />

CD<br />

en<br />

CD<br />

o<br />

CM<br />

C<br />

O<br />

E<br />

CÛ<br />

o<br />

o"<br />

o<br />

E<br />

O<br />

s<br />

c<br />

03<br />

CÛ<br />

CL<br />

CO<br />

o<br />

CNJ<br />

CD<br />

O<br />

CNJ<br />

Ö<br />

§<br />

Ö<br />

o<br />

03<br />

m<br />

OJ<br />

"D<br />

OJ<br />

>.<br />

C<br />

:3<br />

Q<br />

LU<br />

E<br />

Q.<br />

O<br />

CÛ<br />

Q-<br />

Q<br />

O<br />

15<br />

0<br />

O<br />

i<br />

O<br />

-Q<br />

E<br />

CNJ<br />

IT)<br />

CNJ<br />

><br />

O<br />

o


o<br />

8<br />

8<br />

0)<br />

><br />

LJ LÜ<br />

03<br />

li:<br />

, 03 03<br />

X X X<br />

03<br />

X<br />

LU<br />

LU<br />

><br />

UJ<br />

03<br />

LU<br />

03<br />

X<br />

CD<br />

d<br />

5<br />

in<br />

lo<br />

o<br />

un<br />

Ö<br />

o<br />

co<br />

s<br />

Si<br />

00<br />

uo<br />

co<br />

h=í" OO CD<br />

CD CO co<br />

J5<br />

(D<br />

N<br />

E<br />

(D<br />

>-<br />

03<br />

^ E<br />

o<br />

8<br />

o:<br />

o<br />

(D<br />

o: co


0<br />

O)<br />

(D<br />

03<br />

X<br />

0<br />

03<br />

X<br />

TO<br />

X<br />

X<br />

>^<br />

TO<br />

X<br />

ı_ 1- 03<br />

0<br />

£=<br />

(D<br />

Q<br />

TO TO<br />

X<br />

0 TO TO<br />

X X<br />

TO<br />

X<br />

j5<br />

0)<br />

«si<br />

o<br />

05<br />

E<br />

(D<br />

0<br />

^ ~<br />

03<br />

.if<br />

03<br />

C/)<br />

o<br />

co<br />

«0^<br />

Cû<br />

CD<br />

O<br />

c<br />

£<br />

d)<br />

03<br />

C<br />

03<br />

Cû<br />

LO<br />

CD<br />

8<br />

S<br />

o<br />

c<br />

05<br />

Cû<br />

05<br />

T3<br />

05<br />

>><br />

C<br />

:3<br />

Q<br />

co<br />

E<br />

^<br />

^<br />

^<br />

Q<br />

E 03<br />

& I ¿<br />

^ CD ^<br />

i2<br />

co<br />

CD<br />

^1<br />

\CJ)\<br />

li<br />

-a<br />

c<br />

TO<br />

-a


EK 4:<br />

4672 Sayılı Kanunla Değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun<br />

Basle Komite'nin Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime İlişkin<br />

Temel İlkelerine Uyumu<br />

Basel Komite İlkeleri<br />

Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong><br />

Denetim İçin Önkoşullar<br />

1. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesinin amaçları <strong>ve</strong> sorumlu<br />

oldukları kuruluşlara ilişkin yetkileri<br />

açıkça tanımlanmalı, bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetimi konusunda faaliyetlerine<br />

ilişkin bağımsızlığı <strong>ve</strong> yeterli ölçüde<br />

kaynağı bulunmalıdır Ayrıca, gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim sisteminin, bankaların kuruluş<br />

izinleri <strong>ve</strong> denetimlerinin devamlılığının<br />

sağlanmasına, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> sağlıklı bir<br />

sistem içinde yasalara uyma<br />

zorunluluğuna <strong>ve</strong> denetim elemanlarının<br />

yasal olarak korunmasına ilişkin<br />

hükümler içeren yasal bir çerçe<strong>ve</strong>si<br />

olmalıdır Elde edilen bilgilerin gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong><br />

bu tür bilgilerin gizliliği konusuna yasal<br />

<strong>düzenlemeler</strong>de ayrıca yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

1(1) Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

otoritesinin amaçları <strong>ve</strong> sorumlu oldukları<br />

kuruluşlara ilişkin yetkileri açıkça<br />

tanımlanmalıdır<br />

1(2) Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

otoritesi bağımsız olmalı <strong>ve</strong> yeterli<br />

kaynaklara sahip olmalıdır<br />

1(3) Gözetim <strong>ve</strong> denetim, sisteminin,<br />

bankaların kuruluş izinleri <strong>ve</strong> denetimlehnin<br />

devamlılığının sağlanmasın yönelik yasal bir<br />

çerçe<strong>ve</strong>si olmalıdır<br />

1(4) Gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> sağlıklı bir sistem<br />

içinde yasalara uyma zorunluluğuna <strong>ve</strong><br />

denetim elemanlarının yasal olarak<br />

korunmasına ilişkin hükümler içeren yasal bir<br />

çerçe<strong>ve</strong> olmalıdır<br />

Bankalar Kanunu<br />

Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

yetkisi Bankalar Kanunu'na göre idari <strong>ve</strong><br />

mali özerkliğe sahip olarak kurulan<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetim<br />

Kurumuna'na <strong>ve</strong>rilmiştir. Kurumun karar<br />

organı Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />

Denetleme Kurulu'dur.<br />

Madde 3.1'de Bankacılık<br />

Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu'nun<br />

kuruluş esasları ile amaç <strong>ve</strong> sorumlulukları<br />

tanımlanmıştır.<br />

Madde 3.1'de Bankacılık<br />

Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu'nun<br />

mali <strong>ve</strong> idari özerkliğe sahip olduğu hükmü<br />

yer almaktadır. Madde 6.3'de Kurumun<br />

giderlerinin bankalardan tahsil olunacak<br />

katılma payı ile karşılanacağı belirtilmiştir.-<br />

Bankalar Kanunu'nda bankaların<br />

faaliyet izni alması <strong>ve</strong> denetimiyle ilgili<br />

gerekli yetki <strong>ve</strong> sorumluluk tanımlanmıştır.<br />

Madde 14'de denetimler sonucunda<br />

Kanun'a <strong>ve</strong> ilgili <strong>düzenlemeler</strong>e, bankacılık<br />

ilke <strong>ve</strong> teammüllerine aykırı <strong>ve</strong> bankanın<br />

emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye<br />

düşürecek işlemlerin tespiti halinde<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme


Kurumu'nun alacağı tedbirler ayrıntılı<br />

olarak düzenlenmiştir.<br />

Madde 3.8'de Bankacılık<br />

Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurulu üyeleri <strong>ve</strong><br />

Kurum personelinin görevleri esnasında<br />

<strong>ve</strong>ya görevleri nedeniyle işledikleri suçlar<br />

bakımından Devlet memuru sayılacağı<br />

hükme bağlanmıştır.<br />

1(5)Elde edilen bilgilerin gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong> bu tür<br />

bilgilerin gizliliği konusuna yasal<br />

<strong>düzenlemeler</strong>de ayrıca yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Madde 3.9'da Kurum görevlileri ile<br />

ilgili konularda resmi <strong>ve</strong> özel kuruluşlardan<br />

gizli dahi olsa her türlü bilgi <strong>ve</strong> belgeyi<br />

istemeye yetkili kılınmıştır. Aynı maddenin<br />

10. fıkrasında Kurui'un yabancı ülkelerin<br />

denetime yetkili otoriteleri ile her türlü bilgi<br />

alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabileceği, 8. fıkrasında<br />

ise bilgilerin gizliliğinin korunması esası<br />

hükme bağlanmıştır.<br />

Faaliyet İzni <strong>ve</strong> Yapı<br />

2. Bankacılık<br />

faaliyetlerinde bulunmasına izin <strong>ve</strong>rilen<br />

<strong>ve</strong> bu kapsamda denetim <strong>ve</strong> gözetiminin<br />

yapılmasına karar <strong>ve</strong>rilen kuruluşların<br />

faaliyet alanlan açıkça tanımlanmalıdır.<br />

Banka unvanının kullanımı mümkün<br />

olduğu ölçüde kontrol altında tutulmalıdır<br />

3. Bankacılık<br />

faaliyetlerinde bulunulmasına izin <strong>ve</strong>ren<br />

kurumun faaliyet iznine, ilişkin esasları<br />

belirleme yetkisine <strong>ve</strong> bunlara uygun<br />

olmayan başvuruları reddetme hakkı<br />

olmalıdır Faaliyet iznine ilişkin<br />

prosedürde en azından bankanın<br />

mülkiyet yapısı, genel müdür <strong>ve</strong> diğer<br />

üst yöneticilerin nitelikleri, faaliyet planı,<br />

iç denetim sistemi <strong>ve</strong> sermaye<br />

yeterliliğini de içerecek şekilde bankanın<br />

mali yapısıyla ilgili projeksiyonların<br />

değerlendirilmesine yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Başvuru sahibinin yabancı bir banka<br />

olması durumunda ise ait olduğu ülkenin<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesinin onayının<br />

Madde 7.4 <strong>ve</strong> Madde 10.1'de banka<br />

terimi, mevduat toplama ya da bankacılık<br />

işlemleri yapmak şeklinde dolaylı olarak<br />

tanımlanmaktadır. Ancak bankacılık<br />

faaliyetlerinin neler olduğuna dair açık bir<br />

hüküm bulunmamaktadır. Banka<br />

tanımındaki yetersizliğin giderilmesi <strong>ve</strong><br />

banka faaliyetlerinin Kanun ya da Kurul'dan<br />

alınacak faaliyet iznine ilişkin<br />

<strong>düzenlemeler</strong>de tanımlanması ile bu<br />

prensibe tam uyum sağlanabilecektir.<br />

Madde 22'de banka teriminin izinsiz<br />

kullanımıyla ilgili cezai hükümlere yer<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Madde 7'de bankaların kuruluş <strong>ve</strong><br />

faaliyete geçme esasları tanımlanmıştır.<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme<br />

Kurumu, kuruluş izni için yapılacak başvuru<br />

<strong>ve</strong> iznin <strong>ve</strong>rilmesine ilişkin esas <strong>ve</strong> usulleri<br />

belirlemeye yetkilidir. Kurumca<br />

düzenlenecek yönetmeliklerde izin<br />

alınmasına ilişkin esaslar belirlenmektedir.<br />

Bankanın iç denetim sistemi ilgili<br />

hususlar yönetmelikle düzenlenmiştir.<br />

Ancak izin başvurusunun geri çevrilmesine<br />

yol açacak koşullar Kanun'da yer<br />

almamaktadır.<br />

Yabancı ülkelerin denetim otoriteleri


alınması<br />

gerekmektedir.<br />

arasında her türlü işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />

alış<strong>ve</strong>rişinin öngörüldüğü Madde 3.10<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılacak anlaşmalarda,<br />

Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı<br />

bankalar için ilgili ülke gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

otoritelerinin görüşünün alınması yönünde<br />

hükümlere yer <strong>ve</strong>rilebilecektir.<br />

İlgili<br />

Düzenlemeler<br />

Banka Kuruluşunda<br />

<strong>ve</strong>ya Mevcut Bankaların Hisselerinin<br />

Devralınmasmda ya da Tasarruf<br />

Mevduatı Sigorta Fonu Bünyesinde<br />

Bulunan Bankalann Hisselerini Satın<br />

Almak Üzere Başvuracaklarda Aranacak<br />

Koşullara İlişkin Karar (5 Kasım 2000<br />

Tarih <strong>ve</strong> 24221 Sayılı R.G.'de<br />

yayımlanmıştır.)<br />

Bankalann<br />

Kuruluşu <strong>ve</strong> Hisse Devirleri İçin<br />

Yapılacak İzin Başvurulannın Usul <strong>ve</strong><br />

Esaslan Hakkında Yönetmelik (19 Kasım<br />

2000 Tarih <strong>ve</strong> 24235 Sayılı R.G.'de<br />

yayımlanmıştır;.<br />

• Bankaların İç Denetim<br />

Sistemleri ile Risk Yönetim Sistemlerinin<br />

Kurulmasına <strong>ve</strong> Faaliyetine İlişkin Esas<br />

<strong>ve</strong> Usullerin Tespiti Hakkında<br />

Yönetmelik (8 Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24312<br />

Sayılı R.G.'de yayımlanmıştır;.<br />

4. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların büyük<br />

hissedarlarına ait paylarının ya da bunlar<br />

üzerindeki kontrol haklarının el<br />

değiştirmesine ilişkin taleplerini inceleme<br />

<strong>ve</strong> reddetme yetkisine sahip olmalıdır.<br />

5. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların önemli<br />

büyüklükteki ele geçirme faaliyetlerini <strong>ve</strong><br />

yatırımlannı inceleme <strong>ve</strong> bu oluşumların<br />

banka için yeni riskler yaratmasına ya da<br />

denetimin etkinliğini azaltmasına yol<br />

açmaması için gerekli kriterleri belirleme<br />

yetkisine sahip olmalıdır.<br />

Madde 8'de bankaların ana<br />

sözleşmelerinde değişiklik yapılması <strong>ve</strong><br />

belli oranda hisselerin el değiştirmesi<br />

Kurumun iznine tabi tutulmuştur.<br />

Madde 18.1'e göre bankaların devir<br />

<strong>ve</strong> birleşmesine izin <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> ilgili esasları<br />

belirleme yetkisi Kurul'a aittir. Bankaların<br />

iştirak edinmesi ile ilgili esaslar ise Madde<br />

12'de belirlenmiştir. Bankaların yurtdışında<br />

ortaklık kurmaları <strong>ve</strong> kurulmuş ortaklıklara<br />

katılmaları Kurul'un iznine tabidir.<br />

Ancak bankacılık faaliyetlerinin<br />

Kanun'da açıkça tanımlanmamış olması<br />

dolayısıyla gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesinin<br />

bankaların yatırım <strong>ve</strong> ele geçirme<br />

faaliyetlerinin<br />

uygunluğunu<br />

değerlendirilmesi hususundaki yaklaşımı<br />

önem taşımaktadır.


Bankaların İhtiyatlı Yönetimine<br />

İlişkin Düzenlemeler <strong>ve</strong> Yükümlülükler<br />

6. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />

taşıdıkları riskleri karşılayacak şekilde<br />

asgari sermaye yükümlülüklerini<br />

tanımlamalıdır Ayrıca, sermayenin<br />

banka zararlarını karşılayabilmesine<br />

yönelik sermaye alt kalemlerinin<br />

tanımlanması<br />

gerekmektedir<br />

Uluslararası alanda faaliyet gösteren<br />

bankalar için bu standart Basle<br />

Komite'nin belirlediği Sermaye Yeterliliği<br />

Rasyosu'nun altında olmamalıdır<br />

Madde 7.2.d'de asgari kuruluş<br />

sermayesi 20 trilyon olarak<br />

belirlenmiştir. Madde 13'de bankaların<br />

mali bünyeleri <strong>ve</strong> kaynaklarınm<br />

kullanımıyla ilgili standart oranları<br />

uluslararası ilke <strong>ve</strong> standartları dikkate<br />

alarak belirleme yetkisi Kurul'a<br />

<strong>ve</strong>rilmiştir. Basel Komite'nin öngördüğü<br />

üzere asgari sermaye yeterlilik rasyosu<br />

yüzde 8 ile sınırlandırılmıştır. Basel<br />

Komite'nin sermaye yeterliliği<br />

düzenlemesi ile uyumlu Sermaye<br />

Yeterliliği Yönetmeliği'nde sermaye alt<br />

kalemleri tanımlanmıştır. Konsolide<br />

denetim esasına göre konsolide<br />

sermaye yeterlilik rasyosunun<br />

hesaplanması yükümlülüğü getirilmiştir.<br />

Ilciili<br />

Düzenlemeler<br />

Bankalann Sermaye<br />

Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />

Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />

(10 Şubat 2001 Tahtı <strong>ve</strong> 24314 Sayılı<br />

R.G.'de yayımlanmıştır;<br />

7. Gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim sistemlerinin en önemli<br />

özelliklerinden birisi bankaların kredi<br />

<strong>ve</strong>rme, yatırım yapma, kredi <strong>ve</strong> yatırım<br />

portföyle hni yönetmelerine ilişkin<br />

politika, yöntem <strong>ve</strong> uygulamalarının<br />

bağımsız olarak değerlendirilebilmesidir<br />

Madde 9.1'de kredi açma yetkisinin<br />

banka yönetim kuruluna ait olduğu, bu<br />

yetkisini Kurulca belirlenecek usul <strong>ve</strong><br />

esaslar çerçe<strong>ve</strong>sinde oluşumu, çalışma <strong>ve</strong><br />

karar alma esasları belirlenecek olan kredi<br />

komitesine devredebileceği hükmü yer<br />

almıştır. Ayrıca Madde 11.11'e göre<br />

bankaların açacakları krediler <strong>ve</strong><br />

<strong>ve</strong>recekleri kefalet ya da teminatlar için,<br />

Kurumca belirlenecek esas <strong>ve</strong> usuller<br />

dahilinde hesap durumu alma zorunluluğu<br />

bulunmaktadır.<br />

Bu hükümler dışında uygulamada<br />

bankaların yer <strong>ve</strong>rdikleri kredi <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong><br />

yatırım politika <strong>ve</strong> uygulamalarının<br />

oluşturulması <strong>ve</strong> onaylanmasına ilişkin<br />

yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.<br />

Sözü edilen düzenleme denetçilerin banka<br />

denetimleri sırasında söz konusu politika<br />

<strong>ve</strong> uygulamalardaki eksikliklerin giderilmesi<br />

için alınacak önlemlerin uygulanması<br />

konusundaki yetkilerini güçlendirecektir.


8. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların aktif<br />

kalitesi <strong>ve</strong> kredi karşılıklarının<br />

yeterliliğinin değerlendirilmesine ilişkin<br />

oluşturduğu poiitikalan <strong>ve</strong> kullandığı<br />

yöntemleri yeterli bulmalıdır.<br />

Madde 11.12'ye göre bankaların<br />

kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş <strong>ve</strong><br />

ya doğması beklenen zararları için karşılık<br />

ayırma zorunluluğu bulunmaktadır. 21<br />

Aralık 1999 tarihli Karar ile bankaların<br />

ayırmaları gerekli karşılıklara ilişkin esas <strong>ve</strong><br />

usuller belirlenmiştir.<br />

İlgili<br />

Düzenleme<br />

• Bankalarca Karşilik<br />

Ayrilacak Kredilerin <strong>ve</strong> Diğer Alacakların<br />

Niteliklerinin Belirlenmesi <strong>ve</strong> Ayrilacak<br />

Karşiliklara İlişkin Esas Ve Usuller<br />

Hakkinda Karar (21 Aralık 199 tarih <strong>ve</strong><br />

23913 Mükerrer Sayılı Rsmi Gazete'de<br />

yayımlanmıştır).<br />

9. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />

portföylerindeki<br />

yoğunlaşmayı<br />

belirlemelerine olanak <strong>ve</strong>recek yeterli<br />

kapasitede Milgi. iletişim ağına satıip<br />

oldukları konusunda tatmin olmalıdır.<br />

Ayrıca, gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesi bir<br />

kişi ya da gruba <strong>ve</strong>rilebilecek kredilerin<br />

sınırlandırılmasına ilişkin esasları<br />

belirleme yetkisine sahip olmalıdır<br />

AB <strong>düzenlemeler</strong>ine paralel olarak<br />

kredi tanımı genişletilmiştir. "Genel kredi<br />

sınırları, iştiraklere, ortaklara <strong>ve</strong><br />

mensuplara kredi" başlıklı 11. Madde<br />

kapsamı içinde varlıkların vadeli satışından<br />

doğan alacaklar, vadeli işlem <strong>ve</strong> opsiyon<br />

sözleşmeleri de kredi tanımına dahil<br />

edilmiştir.<br />

Madde 11.2.de bir bankanın<br />

gerçek <strong>ve</strong>ya tüzel bir kişiye doğrudan<br />

<strong>ve</strong>ya dolaylı olarak <strong>ve</strong>receği krediler<br />

özkaynakların yüzde 25'i ile<br />

sınırlandırılmıştır. Aynı maddenin 2.<br />

fıkrasında banka özkaynaklarının yüzde<br />

10'unu aşan krediler büyük kredi olarak<br />

tanımlanmış <strong>ve</strong> bu kredilerin toplamı<br />

özkaynakların sekiz katı ile<br />

sınırlandırılmıştır.


10. Bankaların birbiriyle<br />

bağlantılı kuruluşlara <strong>ve</strong>rdikleri krediler<br />

nedeniyle artabilecek zararlardan<br />

korunabilmesi için bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi bankaların söz konusu<br />

bu kuruluşları sürekli gözetim altında<br />

bulundurmalarına imkan <strong>ve</strong>recek gerekli<br />

<strong>düzenlemeler</strong>i oluşturmalıdır Ayrıca, bu<br />

riskleri kontrol altına alabilmek <strong>ve</strong><br />

bilançoya yayılmasını önlemek için<br />

bankaların gerekli önlemleri almalarını<br />

sağlamalıdır<br />

Bağlantılı kuruluşlara <strong>ve</strong>rilecek<br />

kredilere ilişkin doğrudan bir kredi<br />

sınırlaması bulunmamakta, söz konusu<br />

krediler de Madde11'de dolaylı <strong>ve</strong><br />

doğrudan krediler için öngörülen genel<br />

kredi sınırları kapsamında<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Kanun uygulamasında dolaylı pay<br />

sahipliği, dolaylı kredi <strong>ve</strong> dolaylı iştirak<br />

tanımları ile kredi sınırları hesabında<br />

gayrinakdi krediler, ortaklık payları, vadeli<br />

işlem <strong>ve</strong> opsiyon sözleşmelerinin dikkate<br />

alınma oran <strong>ve</strong> esaslarını belirleme yetkisi<br />

Madde 11.3'de Kurul'a <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

İştiraklerle ilgili Madde 12'de AB<br />

normlarına paralel olarak bir bankanın<br />

mali kurumlar dışındaki bir ortaklığa<br />

özkaynaklarmm en fazla yüzde 15'i<br />

oranında iştirak edebileceği, toplam<br />

iştiraklerin ise banka özkaynaklarmm<br />

yüzde 60'ını aşamayacağı hükme<br />

bağlanmıştır.


11. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi, bankaların uluslararası<br />

kredilendirme <strong>ve</strong> yatırım faaliyetlerine<br />

ilişkin olarak ülke <strong>ve</strong> transfer risklerinin<br />

saptanması, izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol<br />

edilmesine ilişkin yeterli politika <strong>ve</strong><br />

uygulamalara sahip olduklarından <strong>ve</strong><br />

söz konusu risklerin karşılanması için<br />

yeterii rezervlerinin olduğundan emin<br />

olmalıdır<br />

12. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi bankaların piyasa<br />

hsklerinin etkin olarak ölçülmesi,<br />

izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol edilmesine imkan<br />

<strong>ve</strong>ren sistemlere sahip olduklarından<br />

emin olmalıdır. Piyasa hskine maruz<br />

kalındığında, gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

otoritesinin üstlenilebilecek piyasa<br />

hskine limit getirme ya da sermaye<br />

artırımı gibi yaptırımları uygulayabilme<br />

yetkisi olmalıdır.<br />

13. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi, bankaların taşıdıkları<br />

tüm risklerini tespit edecek, ölçecek,<br />

yönetecek, kontrol edecek, <strong>ve</strong> bu hskler<br />

için yeterli sermayeyi bulunduracak<br />

şekilde geniş kapsamlı bir risk yönetimi<br />

sistemi (yönetim kurulu <strong>ve</strong> üst düzey<br />

yönetimin izlenme işlevini de içermek<br />

üzere) olduğuna ikna olmalıdır.<br />

14. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi, bankaların<br />

faaliyetlerinin yapısına uygun <strong>ve</strong> yeterli<br />

iç kontrollehnin bulunduğundan emin<br />

olmalıdır Söz konusu kontroller yetki <strong>ve</strong><br />

sorumlulukların<br />

paylaşılması,<br />

fonksiyonel ayırımlar, fon ödemeleh,<br />

aktif-pasif yönetimi, bu işlemlerin<br />

mutabakatı <strong>ve</strong> variıklann korunmasına<br />

ilişkindir. Hem bu iç kontrollere hem de<br />

yasal <strong>ve</strong> idah <strong>düzenlemeler</strong>e uyulup<br />

uyulmadığının kontrolü için uygun iç<br />

<strong>ve</strong>ya bağımsız dış denetimin<br />

Madde 9.4'de bankalar işlemleri<br />

nedeniyle karşılaştıkları risklerin izlenmesi<br />

<strong>ve</strong> kontrolünü sağlamak amacıyla<br />

faaliyetlerinin kapsamı <strong>ve</strong> yapısıyla uyumlu<br />

esas <strong>ve</strong> usulleri Kurumca çıkarılacak<br />

yönetmeliklerle belirlenecek etkin bir iç<br />

denetim sistemi ile risk kontrol <strong>ve</strong> yönetim<br />

sistemi kurmakla yükümlü kılınmıştır.<br />

Bankaların işlemlerinin bankacılık ilkelerine<br />

<strong>ve</strong> mevzuatına uygunluğunu denetlemek<br />

üzere yeteri kadar müfettiş çalıştırmaları<br />

zorunludur.<br />

Bankaların ülke riski, transfer riski,<br />

piyasa riski <strong>ve</strong> diğer tüm risklerinin<br />

izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol edilmesine imkan<br />

<strong>ve</strong>recek şekilde Basle Komite'nin yeni<br />

sermaye yeterliliği düzenlemesine<br />

paralel olarak çıkarılan Sermaye<br />

Yeterliliği Yönetmeliği uygulamasında<br />

piyasa riskinin konsolide <strong>ve</strong> konsolide<br />

olmayan bazda sermaye yeterliliği<br />

rasyosuna katılmasına yönelik<br />

bankaların hazırlıkları sürmektedir.<br />

İlgili<br />

Düzenleme<br />

• Bankalann İç Denetim<br />

Sistemleri ile Risk Yönetim Sistemlerinin<br />

Kurulmasma <strong>ve</strong> Faaliyetine İlişkin Esas<br />

<strong>ve</strong> Usullerin Tespiti Hakkmda<br />

Yönetmelik (S Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24312<br />

Sayılı R.G.'de yayımlanmıştır^.<br />

• Bankalann Sermaye<br />

Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />

Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />

(10 Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24314Sayılı<br />

R.G.'de yayımlanmıştır/<br />

Madde 9.4'e göre bankaların<br />

işlemlerinin bankacılık ilkelerine <strong>ve</strong><br />

mevzuatına uygunluğunu denetlemek<br />

üzere yeteri kadar müfettiş çalıştırmaları<br />

zorunludur. Bankalarda Teftiş Kurulu<br />

Başkanlıkları iç denetimlerin izlenmesinden<br />

sorumludur. İç denetimlere yönelik kurallar<br />

banka yönetim kurulları tarafından<br />

belirlenmektedir. Bankalarda iç<br />

denetimlerin uygunluğu ise denetim<br />

otoritesince yapılan denetimlerde<br />

değerlendirilmektedir.


fonksiyonları<br />

belirlenmelidir<br />

15. Mali sektörde<br />

mesleki <strong>ve</strong> ahlaki yüksek standartların<br />

gelişmesi <strong>ve</strong> bankacılık faaliyetleriyle<br />

bilerek <strong>ve</strong>ya bilmeyerek kötüye<br />

kullanımlann engellenebilmesi için<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesi müşterini<br />

tanı prensibinin uygulanmasına yönelik<br />

bankaların uygun politika <strong>ve</strong><br />

uygulamalannın olduğundan emin<br />

olmalıdır<br />

Aralıksız Banka Gözetimi<br />

Yöntemleri<br />

16. Bankacılıkta etkin gözetim<br />

hem yerinde hem de uzaktan denetimi<br />

kapsamalıdır.<br />

17. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />

faaliyetlerini tam olarak anlamalı <strong>ve</strong><br />

banka yönetimiyle düzenli olarak<br />

temaslarda bulunmalıdır<br />

Madde 20.4'de bankaların<br />

kimliklerini <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rgi kimlik numaralarını<br />

belgelemeyen müşterilere bankacılık<br />

hizmeti <strong>ve</strong>rmeleri yasaklanmıştır. FAFT<br />

üyesi olan Türkiye karaparanın<br />

aklanmasının önlenmesine ilişkin 4208<br />

sayılı Kanun kapsamında bankalar<br />

müşterilerine ait kimlik belgelerinin en az<br />

beş yıl süre ile saklamak <strong>ve</strong> şüpheli<br />

işlemleri Mali Suçlar Araştırma Kurulu'na<br />

bildirmekle yükümlüdür. Ayrıca Türkiye<br />

Bankalar Birliğine ilişkin Madde 19'da<br />

Birliğin amacı bankaların birlik <strong>ve</strong><br />

bankacılık mesleğinin gerektirdiği vakar <strong>ve</strong><br />

disiplin içinde ekonominin ihtiyaçlarına<br />

uygun olarak çalışmalarını sağlamak<br />

şeklinde tanımlanmıştır.<br />

Mali <strong>ve</strong> idari özerkliğe sahip<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme<br />

Kurumu bankacılık sisteminin etkin<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetiminden sorumludur.<br />

Bankalar Kanunu Madde 4 <strong>ve</strong> 5'de<br />

bankaların yerinde <strong>ve</strong> uzaktan<br />

denetiminden sorumlu bankalar yeminli<br />

murakıpları <strong>ve</strong> bankacılık uzman <strong>ve</strong><br />

yardımcılarının görevlendirilmesine ilişkin<br />

esaslar belirlenmiştir.<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />

Denetleme Kurulu bankaların mali yapıları<br />

<strong>ve</strong> gerekli diğer konularda bankaların<br />

yönetim kurulu <strong>ve</strong> üst düzey yönetimi ile<br />

temaslarda bulunabilecektir.


18. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, denetim raporları<br />

<strong>ve</strong> bankalara ait istatistiklerin<br />

toplanması, banka bazında <strong>ve</strong> konsolide<br />

olarak analiz edilmesi için uygun<br />

araçlara sahip olmalıdır<br />

Madde 13.4'e göre Bankalar,<br />

Kurulca tespit edilecek kapsam <strong>ve</strong><br />

uygulama esasları çerçe<strong>ve</strong>sinde, doğrudan<br />

<strong>ve</strong> dolaylı iştirakleri ile yönetim <strong>ve</strong><br />

denetimine sahip oldukları ortaklıkları<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ortakları ile bu ortakların doğrudan<br />

<strong>ve</strong>ya dolaylı olarak sahip <strong>ve</strong>ya yönetim <strong>ve</strong><br />

denetimine hakim oldukları mali <strong>ve</strong> mali<br />

olmayan ortaklıkların hesaplarını konsolide<br />

ederek konsolide mali tablolar hazırlamak<br />

zorundadır.<br />

Ayrıca, sermaye yeterliliği rasyosu<br />

<strong>ve</strong> net yabancı para pozisyonu rasyosunun<br />

konsolide bazda hesaplanmasına ilişkin<br />

<strong>düzenlemeler</strong> bulunmaktadır.<br />

İlgili<br />

Düzenleme<br />

"Yabancı Para Net Genel<br />

Pozisyon / Sermaye Tabanı" Standart<br />

Rasyosunun<br />

Bankalarca<br />

Hesaplanmasına <strong>ve</strong> Uygulanmasına<br />

İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ (Önceki<br />

Tebliğ'de değişiklik yapan son değişiklik<br />

5 Ağustos 1999 tarih <strong>ve</strong> 23777 sayılı<br />

Resmi Gazete'de yayımlanmıştır).<br />

20. Bankacılıkta etkin<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetimin gereklehnden<br />

birisi de banka gruplarının konsolide<br />

bazda denetlenmesi konusunda<br />

bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />

otoritesinin yetkisinin bulunmasıdır<br />

19. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bağımsız<br />

denetçiler kullanarak ya da yerinde<br />

denetim yaparak gözetim bilgilerinin<br />

doğruluğunu bağımsız olarak<br />

değerlendirebilecek araçlara sahip<br />

olmalıdır<br />

• Bankaların Sermaye<br />

Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />

Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />

(10 Şubat 2001 Tarifi <strong>ve</strong> 24314Sayılı<br />

R.G.'de yayımlanmıştırj.<br />

Madde 5'de Bankacılık Düzenleme<br />

<strong>ve</strong> Denetleme Kurumu bünyesinde yer alan<br />

Bankalar Yeminli Murakıplarının denetim<br />

yetkileri <strong>ve</strong> atanmalarına ilişkin esaslar<br />

belirlenmiştir.<br />

Madde 13.2'ye göre bankaların<br />

genel kurullarına sunacağı yıllık bilançoları<br />

ile kâr <strong>ve</strong> zarar cet<strong>ve</strong>lleri bağımsız denetim<br />

kuruluşlarınca onaylanmalıdır.


Bilgi Verme<br />

Yükümlülükleri<br />

21. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi, her bankanın<br />

muhasebe uygulamaları ile uyumlu<br />

şekilde bankanın karlılığı <strong>ve</strong> finansman<br />

durumu hakkında doğru <strong>ve</strong> yeterli bilgiyi<br />

sağlayacak kayıtların mevcut<br />

olduğundan <strong>ve</strong> bankanın bunları gerçek<br />

durumlarını yansıtacak şekilde düzenli<br />

olarak yayımladığından emin olmalıdır<br />

Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim<br />

Otoritesinin Yasal Yetkileri<br />

22. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların sermaye<br />

yeterliliği yükümlülüğünü yehne<br />

getiremez duruma düşmeleh, yasal<br />

<strong>düzenlemeler</strong>e aykırı davranmaları ya<br />

da mevduat sahiplerinin menfaatlerine<br />

yönelik herhangi bir şekilde tehdit<br />

oluşturmaları halinde düzenleyici<br />

tedbirler alma yetkisine sahip olmalıdır<br />

Madde 13'de bankaların hesap <strong>ve</strong><br />

kayıt düzenine ilişkin esaslar belirlenmiştir.<br />

Bankaların Konsolide Mali Tablolar<br />

Düzenlemesine İlişkin 1997 tarihli Tebliğ <strong>ve</strong><br />

Tek Düzen Hesap Planı <strong>ve</strong> İzahnamesi<br />

çerçe<strong>ve</strong>sinde uygulanan muhasebe<br />

kuralları büyük ölçüde Uluslararası<br />

Muhasebe Kuralları (lAS) ile uyumlu<br />

olmakla birlikte bu yöndeki tamamlayıcı<br />

çalışmalar sürdürülmektedir.<br />

Banka kayıtlarını inceleyen<br />

bağımsız denetim kuruluşlarının<br />

faaliyetlerinin etkin olarak izlenmesi önem<br />

taşımaktadır.<br />

Bankalar Kanunu Madde 14'de<br />

denetimler sonucunda alınacak tedbirler <strong>ve</strong><br />

bunlara ilişkin Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />

Denetleme Kurumu'na <strong>ve</strong>rilen yetkiler<br />

ayrıntılı olarak sıralanmıştır.<br />

Sınır Ötesi<br />

Bankacılık<br />

23. Bankacılık gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların yabancı<br />

ülkelerdeki şubeleh, ortaklıkları <strong>ve</strong><br />

iştiraklerince yürütülen işlemlerinin temel<br />

prensiplere uygunluğu <strong>ve</strong> ihtiyatlı<br />

yönetimi konusunda gereken yaptırımları<br />

uygulayarak, global konsolide denetimin<br />

gereklerini yerine getirmelidir.<br />

24. Konsolide" gözetim<br />

<strong>ve</strong> denetimin temeli, ev sahibi ülkenin<br />

yetkili otohtelen başta olmak üzere, tüm<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetim otohtelen ile<br />

temaslarda bulunmak <strong>ve</strong> bilgi alış<br />

<strong>ve</strong>rişini sağlamaktır<br />

25. Gözetim <strong>ve</strong><br />

denetim otoritesi, yabancı bankaların<br />

ülke içindeki faaliyetlerine ilişkin olarak,<br />

yerel bankalara uygulanan aynı yüksek<br />

standartları aramalıdır. Konsolide bazda<br />

gözetim <strong>ve</strong> denetimin yapılabilmesi için<br />

Madde 13.4'de bankalar konsolide<br />

bazda mali tablolar hazırlamak ile yükümlü<br />

kılınmıştır.<br />

Madde 3.10'a göre; Kurul, yabancı<br />

ülkelerin denetime yetkili mercileri ile<br />

yapacağı anlaşmalar çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />

bankacılıkla ilgili her türlü işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />

alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabilecektir. Bu<br />

kapsamda sürdürülen temaslar yoluyla<br />

gerekli bilgi alış<strong>ve</strong>rişinde bulunulması<br />

mümkün olabilecektir.<br />

Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı<br />

bankalar Türk bankaları ile aynı yasal<br />

<strong>düzenlemeler</strong>e tabidir. Bankalar<br />

Kanunu'nda <strong>ve</strong> diğer bankacılık<br />

mevzuatında ayrımcı bir hüküm<br />

bulunmamaktadır.


söz konusu yabancı bankalann ait<br />

oldukları ülke otoriteleri ile bilgi<br />

paylaşımı yetkisine de sahip olmalıdır.<br />

Bankalar Kanunu Madde 7.1.'e göre<br />

Türkiye'de bir bankanın kurulmasına <strong>ve</strong>ya<br />

yurtdışında kurulmuş bir bankanın<br />

Türkiye'de ilk şubesinin açılmasına Kurul<br />

izin <strong>ve</strong>rmektedir. İzin için yapılacak<br />

başvurulara <strong>ve</strong> iznin <strong>ve</strong>rilmesine ilişkin<br />

esas <strong>ve</strong> usuller Kurumca düzenlenecek<br />

yönetmelikle belirlenmektedir. Madde<br />

9.6.'ya göre Kanun uyarınca yürürlüğe<br />

konulacak standart oranları<br />

gerçekleştirmeleri kaydıyla her bankanın<br />

yeni şube açması serbesttir. Madde 3.10<br />

Kuru! ile yabancı ülkelerin denetim<br />

otoriteleri arasında işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />

alış<strong>ve</strong>rişini mümkün kılmaktadır.<br />

Kaynak: http://www.tbb.org.tr


KAYNAKÇA<br />

Acti<strong>ve</strong>Line(2001): "Basel Geri Adım Attı", Sayı: 17, Ağustos<br />

Adam, N. (1992): Regulatory Global Financial Markets. New York:<br />

Business International Corporation.<br />

Adler.M. (1999): "Emerging Market In<strong>ve</strong>sting: Problems and Prospects", ",<br />

A. Harwood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets and<br />

De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />

:Brookings Institution Press, 367-396<br />

Akerlof, G.A.(1970): "The Market for 'Lemons': Quality Uncertainty and the<br />

Market Mechanism"., Quarterly Journal of Economics 84(3): 488-500.<br />

Albrect, W.P., C.Bronfman, <strong>ve</strong> H.C.Messenheimer. (1996): Regulatory<br />

Regimes: The Interdepence of Rules and Regulatory Structures. 7/7e<br />

Industrial Organization and Regulation of the Securities Industry'6e A.W.Lo<br />

(derleyen).Chicago: Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago Press.<br />

Allen, R. E. (1994): Financial Crises and Recession in the Global<br />

Edward Elgar<br />

Economy,<br />

Aziz, J. (et.al.)(2000): "Currency Crises: In Search of Common Elements",<br />

IMF Working Papers, May<br />

Babuşcu, Ş., M.O. Koksal (v.d.) (2000): "Yüksek Enflasyondan Düşük<br />

Enflasyona Geçiş Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü: Sorunlar <strong>ve</strong> Çözüm<br />

Önerileri", İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 15(174), Eylül<br />

Baltensperger, E. <strong>ve</strong> J.Dermine. (1987):"The Role of Public Policy in<br />

Ensuring Financial Stability: A Cross-Country, Comparati<strong>ve</strong> Perspecti<strong>ve</strong>.",<br />

Threats to International Financial Stabilityöe R. Portes <strong>ve</strong> A. Swoboda<br />

(derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu (2001a): Yillik<br />

Mayıs, www.bddk.org.tr<br />

Rapor:2000,<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001b): Bankacılık<br />

Yeniden Yapılandırma Programı, 18 Mayıs, www.bddk.org.tr<br />

Sektörü<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001c): Tasarruf Mevduatı<br />

Sigorta Fonu 2000 Yılı Faaliyet Raporu, Mayıs, www.bddk.Qrg.tr


Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001d): "Bankaların<br />

Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong> Değerlendirilmesine İlişkin<br />

Yönetmelik", www.bddk.org.tr<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001e): Bankacılık<br />

Reformu:Gelişme Raporu, 2 Ağustos, www.bddk.org.tr<br />

Sektörü<br />

Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001f): Tasarruf Mevduatı<br />

Sigorta Fonu Kapsamındaki BankalarPerformans <strong>ve</strong> gelişme Raporu, 24<br />

Ağustos, www.bddk.org.tr<br />

Barth, J.R., G.Caprio <strong>ve</strong> R.Levine. (1998)."Financial Regulation and<br />

Performance: Cross-Country Evidence" World Bank Working Papers,<br />

No:2037.<br />

Barth, J., G. Caprio <strong>ve</strong> R. Levine (2001a):"The Regulation and Supervision<br />

of Banks Around the World: A New Database", World Bank Working<br />

Papers, No:2588.<br />

Barth, J.R., Caprio Jr. <strong>ve</strong> R. Levine (2001b): "Bank Regulation and<br />

Supervision: What Works Best?", World Bank Working Paper<br />

Barth, J.R., D.E. Rolle <strong>ve</strong> T.N. Rice (2001): "Commercial Banking Structure,<br />

Regulation and Performance: An International Comparison", World Bank<br />

Working Paper, No:2537.<br />

Basel Committee on Banking Supervision (1988): "International<br />

Con<strong>ve</strong>rgence of Capital Measurement and Capital Standards", July, Basle<br />

Basel Committee on Banking Supervision (1997): "Core Principles for<br />

effecti<strong>ve</strong> Banking Suprvsion ", September<br />

Basel Committee on Banking Supervision (1999): "A New Capital<br />

Adequasy Framework", Consultati<strong>ve</strong> Paper, Basel, June<br />

Basel Committee on Banking Supervision (2001):"History of The Basel<br />

Committee and It's Membership", March<br />

Becker, G. (1983): "A Theory of Competition among Pressure Groups for<br />

Political Influence", Quarterly Journal of Economics 98 (3 ): 371-400.<br />

Bell, J.(2000): "Leading Indicator Model of Banking Crisis: A Critical<br />

Review", Financial Stability Review, December


Benston, G.J <strong>ve</strong> G.G. Kaufman (1995): "Is the Banking and Payments<br />

System Fragile?", Journal of Financial Services Research 9: 209-240.<br />

Berg, A. <strong>ve</strong> C. Pattillo (2000): 'The Challange of Predicting Economic<br />

Crises", IMF Economic Issues, No:22,<br />

(http://www.imf.org/external/pubs/ft/issues22/index.htm)<br />

Blum, J: <strong>ve</strong> M. Hellwig. (1995):"The Macroeconomic Implications of<br />

Capital Requirements for Banks", European Economic Review 39: 1137-78.<br />

Bonte, R. (1999): "Supervisory Lessons To Be Drawn From Asian Crisis",<br />

Basle Committee on Banking Supervision, Working Papers, No:2<br />

Boratav, K. (2001):"2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri'; İktisat,<br />

İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(186), Eylül<br />

Burkart, O. <strong>ve</strong> V. Coudert (2000): "Leading Indicators of Currency Crises in<br />

Emerging Economies", NER # 74, May.<br />

Bustelo, P. (2000): "No<strong>ve</strong>lties of Financial Crisis in the 1990's and the<br />

Search for<br />

Caprio; G. (1998):" Banking on Crises: Expensi<strong>ve</strong> Lessons from Recent<br />

Financial Crises", World Bank, Working Papers, No: 1979,<br />

http://econ.worldbank.org/resource.php<br />

Cardosa, E. <strong>ve</strong> A. Helwege(1999): "Currency Crises in the 1990's:the Case<br />

of Brasil", (http://www.stern.nvu.edu/globalmacro)<br />

Cooper, R. N. (1999): "The Asian Crises:Causes and Consequences", A.<br />

HanA/ood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets and<br />

De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />

: Brookings Institution Press, 17-28<br />

Çakman,K. <strong>ve</strong> U. Çakmak (2001): "Krizin Oluşumu Üzerine Yorumlar <strong>ve</strong><br />

Prognoz", İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(185),<br />

Claessens, S., D. Kliengebel, L. Lae<strong>ve</strong>n (2001): "Financial Restructuring in<br />

Banking and Corporate Sector Crises: What Policies to Pursue", NBER<br />

Working Paper Series, July


De Bonis, R., A.Giustiniani <strong>ve</strong> G.Gomel. (1996): "Crises and Bail-outs and<br />

Countries: Interconnections, Analogies, Differences.", Banca d'ltalia<br />

Research Department (yayınlanmamış çalışma).<br />

Demirguc-Kunt, A <strong>ve</strong> E. Detragiache (1997): "The Determinants of Bank<br />

Crises: Evidence From De<strong>ve</strong>loped and De<strong>ve</strong>loping Countries, IMF Working<br />

Papers, May<br />

Demirguc-Kunt, A <strong>ve</strong> E. Detragiache(2000): "Does Deposit Insurance<br />

Increase Banking System Stability", IMF Working Papers, No:3<br />

Demirguc-Kunt, A. <strong>ve</strong> T. Sobacı. (2000): "Deposit Insurance Around the<br />

World: A Data Base", World Bank Working Papers, Washington, D.C.<br />

Desai, P. (2000):"Why did the Ruble Collapse in August 1998", American<br />

Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />

Diamond, D. <strong>ve</strong> P.H.Dybvig (1983):"Bank Runs, Deposit Insurance, and<br />

Liquidity", Journal of Political Economy 91(3): 401-19.<br />

Dornbush, R. (2001): A Primer on Emerging Market Crises",<br />

http://web.mit.edu/rudi/www<br />

Dumez, H. <strong>ve</strong> A.Jeunemaitre. (1997): Financial Regulation: From Economic<br />

Analysis to Practical Experience. Financial Markets Regulation: A<br />

Practitioner's Perpecti<strong>ve</strong>'de A. Jeunemaitre (derleyen). New York:<br />

ST.Martin Press.<br />

Dziobek, C. <strong>ve</strong> C. Pazarbaşioğlu (1998): "Lessons from Systemic Bank<br />

Restructuring", IMF Economic Issues No. 14 (http://www.imf.org/external/<br />

Pübs/ft/!ssues14/lndex.htm)<br />

Edwards, S. (1998): "Two Crises: Inflationary Inertia and Credibility" The<br />

Economic Journal, May, 680-701.<br />

Edwards, S. (1999): On Crisis Pre<strong>ve</strong>ntion: Lessons from Mexico and East<br />

Asia", A. Harwood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets<br />

and De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />

:Brookings Institution Press, 269-334.<br />

Edwards, S.(2000):"Exchange Rate Regime, Capital Flows and Crisis<br />

Pre<strong>ve</strong>ntion", NBER, December.


Eichengen, B. <strong>ve</strong> R.Portes. (1987): "The Anatomy of Financial Crises",<br />

Threats to International Financial Stability'6e R.Portes <strong>ve</strong> A.Swoboda.<br />

Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Eichengreen, B. A. Rose <strong>ve</strong> C. Wyplosz (1996): "Contagious Currency<br />

Cnses", NBER Working Paper, No: 5681<br />

Eichengreen, B. <strong>ve</strong> Fishlow, A. (1998): Contending with Capital Flows:<br />

What is Different About the 1990's", Capital flows and Financial Crises,<br />

Itheca, NY: Cornell Un. Press, 23-68<br />

Emirdağ, O. (2001): "Bankalar Kanunda 4672 Sayılı Kanun İle Getirilen<br />

Değişiklikler" www.tbb.org.tr<br />

Evans, O. A.M. Leone, M. Gill <strong>ve</strong> P. Hilbers (2000):"Macroprudential<br />

Indicators of Financial System Soundness", IMF Occasional Paper, 192<br />

Feldstein, M. (1991): The Risk of Economic Crisis: Introduction. 7/7e Risk of<br />

Economic Crisis'de M.Feldstein (derleyen). Chicago: Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago<br />

Press.<br />

Fischer, S. (2001a):"Russian Economy: Prospects and Retrospect", IMF,<br />

Speeches, June<br />

Fisher, S. (2001b): "Financial Sector Crisis Mangement", IMF Speeches,<br />

file://A::\Financial Sector Crisis Management, Remarks by Stanley<br />

Fischer.htm<br />

Flood, R. P. Garber(1984): "Collapsing Exchange Rate Regimes: Some<br />

Linear Examples", Journal of International Economics 17(august), 1-13<br />

Frexias, X. <strong>ve</strong> J.C.Rochet.(1997): Microeconomics<br />

Mass.: MIT Press.<br />

of Banking. Cambridge,<br />

Frydl, E.J. <strong>ve</strong> M. Quntyn (2000): "The Benefits and Costs of Inter<strong>ve</strong>ning in<br />

Banking Crises", IMF Working Paper, No: 147<br />

Garcia, G.G.H.1999. Deposit Insurance: A Sur<strong>ve</strong>y of Actual and Best<br />

Practices, IMF Working Paper No. 99/54.<br />

Goldstein, M. <strong>ve</strong> P. Turner (1996): Banking Crises in Emerging Economies:<br />

Origins and Policy Options, Bank for International Settlements, Economic<br />

Papers, NO:46.


Guttentag, J. <strong>ve</strong> R.Herring. (1987): Emergency Liquidity Assistance for<br />

International Banks. Threats to International Financial Stabilityde RPortes<br />

<strong>ve</strong> A.Swoboda (derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Hawkins, J. <strong>ve</strong> P.Turner (1999): "Bank Restructuring in Practice: An<br />

O<strong>ve</strong>rview", Bank Restructuring in Practice, BIS Policy Papers, No:6, Bank<br />

for Internetional Settlements.<br />

Heremans, D. (2000): "Regulation of Banking and Financial Markets",<br />

Bouckaert, Boudewijn and De Geest, Gerrit (eds.). Encyclopedia of Law<br />

and Economics, Volume III. The Regulation of Contracts , 950-986,<br />

Cheltenham, Edward Elgar, http://allserv.rug.ac.be/-gdegeest/tablebib.htm<br />

Herring, J.R. <strong>ve</strong> R.E. Litan. (1995): Financial Regulation in the Global<br />

Economy. Washington, D.C.: The Brookings Institution.<br />

Hilbers, P. R. Kruger<strong>ve</strong> M. Moretti (2000): "New Tools for Assessing<br />

Financial System Soundness"; Finance and De<strong>ve</strong>lopment, 37(3),<br />

September<br />

Honohan, P. (2001): "Recapitalizing Banking Systems: Implications for<br />

Incenti<strong>ve</strong>s and Fiscal and Monetary Policy", World Bank Working Papers,<br />

2540.<br />

Honohan, P. <strong>ve</strong> D. Klingebiel (2000): "Controlling Fiscal costs of Banking<br />

Crises", World Bank Working Papers, 2441<br />

IMF (1998): World Economic Outlook,<br />

IMF (2000): World Economic Outlook,May<br />

Jackson, P. (1999): "Capital Requierements and Bank BehaviourThe<br />

Impact of the Basle Accord", Basle Committee on Banking Supervision,<br />

Working Papers, No:1.<br />

Kahler, M (1998): "Introduction: Capital Flows and Financial Crises in the<br />

1990's", Capital Flows and Financial Crises, Itheca, NY: Cornell Un. Press,<br />

1-22.<br />

Kamin,S.B. (1999): "The Current International Financial Crisis: How Much<br />

is New?", Journal of International Money and Finance, 18, 501-514.<br />

Kaminsky (1999): "Currency and Banking Crises: The Early Warning of<br />

Distress", IMF Working Papers, no. 178, December.


Kaminsky, G. L. <strong>ve</strong> CM. Reinhart (1999): "The Twin Crises: The Causes of<br />

Banking and Balance of Payment Problems", American Economic Review,<br />

89(3), June, 473-500.<br />

Kane, E.J. (1984): Regulatory Structure in Futures Markets: Jurisdictional<br />

Competition between the SEC, the CFTC, and Other Agencies. Journal of<br />

Futures Markets 4 (3): 367-84.<br />

Kane, E.J. (1987): Competiti<strong>ve</strong> Financial Reregulation: An International<br />

Perspecti<strong>ve</strong>. Threats to International Financial Stabilityde R.Portes <strong>ve</strong><br />

A.Swoboda (derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Karacadağ <strong>ve</strong> Taylor (2000): "Toward a New Global Banking Standart:The<br />

Basel Committee's Proposals", Finance and De<strong>ve</strong>lopment, 37(4).<br />

Kaufman, G. G. (1997): "Pre<strong>ve</strong>nting Banking Crises in the Future: Lessons<br />

from Past Mistakes", The Independent Review, 2(1), 55-77.<br />

Kaufman,G. (1999): "Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A<br />

Taxanomy and Review", Yayımlanmamış Çalışma.<br />

Kawai, M., R.Newfarmer <strong>ve</strong> S.Schumukler (2000) : "Crisis and Contagion in<br />

East Asia: Nine Lessons", February 27.<br />

Keely, CM. (1990): Deposit Insurance, Risk and Market Power in Banking.<br />

American Economic Review 80 (5): 1183-99.<br />

Keyder, N. (2001): "Türkiye'de 2000-2001 Krizleri <strong>ve</strong> İstikrar Programlan",<br />

İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(183), Haziran, 37-53<br />

Kindleberger, CP. (1978): Manias, Panics, and Crashes. New York: Basic<br />

Books.<br />

Kreps, M.D. (1990): Game Theory and Economic Modelling. New York:<br />

Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Krueger, A.G.(2000):"Conflicting Demands on the International Monetary<br />

Fund", American Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />

Krugman, P. (2001): "Crises: The Next Generation",<br />

http://web.mit.edu/krugman/www/<br />

Krugman, P.(1979): "A Model of Balance of Payments Crises",^ Journal of<br />

Money, Credit and Banking, 11 (Agust), 311-25


Krugman, P.(1999):" Balance Sheets, the Transfer Problem and Financial<br />

Crises",<br />

http://web.mit.edu/krugman/www/<br />

Latter, T.(1997): Causes and Management of Banking Crises, Center for<br />

Central Banking Studies, Bank of England, Handbooks in Central Banking<br />

Laurent, D.R. (1981): "Reser<strong>ve</strong> Requirements, Deposit Insurance and<br />

Monetary Control", Journal of Money, Credit, and Banking 13 (3) : 315-24.<br />

Levich, R.M. (1998) International Financial Markets: Prices and Policies.<br />

Boston,^ Mass.: Irwin/McGraw Hill.<br />

Mass-Colell, A. , M.Whinston , <strong>ve</strong> J.R. Green (1995): Microeconomics<br />

Theory. Oxford, New York: Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

McKinnon, R.I. (1973): Money and Capital in Economic De<strong>ve</strong>lopment.<br />

Brookings, Washington D.C.<br />

The<br />

Melitz, J. <strong>ve</strong> Ç. Bordes. (1991):"The Macroeconomic Implications of<br />

Financial Deregulation", European Economic Review 35: 155-78.<br />

Meltzer, A.H. (1967): Major Issues in the Regulation of Financial<br />

Institutions. Journal of Political Economy 75: 482-501.<br />

Merrick, J.J. <strong>ve</strong> A. Saunders. (1985):" Bank Regulation and Monetary<br />

Policy", Journal of Money, Credit, and Banking 17 (4): 691-702.<br />

Mishkin, F. S. (1999): "Global Financial Instability: Framework, E<strong>ve</strong>nts,<br />

Issues", Journal of Economic Perspecti<strong>ve</strong>s, 13(4), Fall, 3-20<br />

Mishkin, F.S. (2000): "Financial Policies and The Pre<strong>ve</strong>ntion of Financial<br />

Crises In Emerging Market Countries", NBER Conference, September<br />

Molho , I. (1997): The Economics of Information. Oxford: Blackwell<br />

Publishers.<br />

New Indicators", Emerging Markets Review, 1, 229-251<br />

Obstfeld, M. (1986): "Rational and Self-Fulfilling Balance of Payment<br />

Crises", American Economic Review, 76(March), 72-96<br />

Paroush, J. (1988): The Domino Effect and the Supervision of the Banking<br />

System. Journal of Finance 38 (5): 1207-18.


Peltzman, S. (1976):" Toward a More General Theory of Regulation",<br />

Journal of Law EconomicsA9{2): 211-40.<br />

Perry, G. E. <strong>ve</strong> D. Lederman (1998): Financial Vulnerability, Spillo<strong>ve</strong>r<br />

effects and Contagion. Lessons from the Asian Crises for Latin America,<br />

The World Bank<br />

Pesenti, P. <strong>ve</strong> C. Tille(2000): "The Economics of Currency Crises and<br />

Contagion: An Introduction", FRBNY Economic Policy Review, September,<br />

3-16<br />

Posner, R.A. 1974. Theories of Economic Regulation. Bell Journal of<br />

Economics and Management Science 5:335-58.<br />

Radalet, S. <strong>ve</strong> J. Sachs(1998): "The Onset of the EAST Asian Financial<br />

Chses", NBER Working Paper no:6680<br />

Reinhart, C. M. <strong>ve</strong> V. R. Reinhart(1998): "Some Lessons for Policy Makers<br />

Who Deal with the Mixed Blessing of Capital Inflows", M. Kahler<br />

{^998)•.Capital Flows and Financial Crises, Itheca, NY: Cornell Un. Press,<br />

93-127<br />

Reisoğlu, S. (2001): "Bankalar Kanunda 4672 Sayılı Yasa ile Getirilen<br />

Değişiklikler", www.tbb.org.tr<br />

Santos, J. A.C.(2000): "Bank Capital Regulation in Contemporary Banking<br />

Theory: A Review of the Literature", BIS Working Papers No:90, Bank For<br />

International Settlements<br />

Saunders, A. (1987): "The Interbank Market, Contagion Effects and<br />

International Financial Crises.", Threats to International Financial<br />

Stability de R.Portes <strong>ve</strong> A.Swoboda. Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity<br />

Press.<br />

Shaw, E.S. (1973): Financial Deepening in Economic De<strong>ve</strong>lopment.<br />

York: Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

New<br />

Singh, A. (1998): "Asian Capitalism and The Financial Crisis.", ODTÜ<br />

Uluslararası Ekonomi Konferansında sunulmuş tebliğ.<br />

Solomon, R. (1999): Money on the Mo<strong>ve</strong>: The Revolution in International<br />

Finance Since 1980, Princeton, New Jersey :Princeton Uni<strong>ve</strong>rsity Press,


Stigler, J. G. 1971. The theory of economic regulation. Bell Journal of<br />

Economics and Management Science 2:3-21.<br />

Summers, L.H.(2000) :"lnternational Financial Crisis: Causes, Pre<strong>ve</strong>ntation<br />

and Cures", American Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />

Sundarararajan, V., D. Marston <strong>ve</strong> R. Basu (2001 ):"Financial System<br />

Standards and Financial Stability: The Case of the Basel Core Principles",<br />

IMF, WP/01/62<br />

T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı(2001): Niyet Mektubu, 3 Mayıs<br />

Taşçıoğlu, A. (1998): Cumhuriyet Dönemi Bankalar Kanunları <strong>ve</strong> İlgili Yasal<br />

Düzenlemeler, IstanbuhTükiye Bankalar Biriiği<br />

Tomita,T.(2000): "The Mechanisms of 21^^ Century Type International<br />

Financial Crises", Nomura Research Institute, August.<br />

Tornell, A. (1999):" Common Fundamentals in the Tequila and Asian<br />

Crises", NBER Working papers, No:7139, May<br />

Türel, O., N. K. Ekinci (v.d.) (2001): "Kriz Üzerine:Panel", İktisat, İşletme <strong>ve</strong><br />

Finans, 180, Mart<br />

Türkiye Bankalar Biriiği (2001): "Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime<br />

İlişkin Temel Prensipler", Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi,<br />

(www.tbb.org.tr)<br />

Türkiye Bankalar Birliği (2001): Bankalarımız 2000, İstanbul<br />

Türkiye Bankalar Biriiği (2001):"Yeni Sermaye Uzlaşısı:Basel Bankacılık<br />

Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi Ocak 2001 Belgesi", (www.tbb.org.tr)<br />

Viscusi,W.K., J.M. Vernon <strong>ve</strong> J.E. Harrington. (1995): Economics of<br />

Regulation and Antitrust. Cambridge, Massachussetts: MIT Press.<br />

Vogel, K.S. (1996): Freer Markets, More Rules: Regulatory Reform in<br />

Advanced Industrial Countries. Ithaca: Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />

Ware, D. (1996): Basic Principles of Banking Supervision, Centre for<br />

Central Banking Studies, Bank of England, Handbook in Central Banking<br />

No:7


White, L.J. (1996). "International Regulation of Securities Markets:<br />

Competition or Harmonization". A. W. Lo (derleyen). The Industrial<br />

Organization and Regulation of the Securities Industry, Chicago <strong>ve</strong> London:<br />

Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago Press.<br />

World Bank(1999): Global Economic Prospects: Beyond Financial Crises<br />

Yay, G.G. (2001a): "Enflasyonu Düşürme Politikalarının Maliyetleri:Teori,<br />

Uygulama <strong>ve</strong> Türkiye" İktisat İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16 (184), Temmuz<br />

Yay, G.G. (2001b): "Krize Karşı Başarı İçin", Radikal, 22 Mart<br />

Yılmaz, E. (2000): Finansal Regülasyon Üzerine Oyun Teorik Üç Deneme,<br />

Yayımlanmamış Doktora Tezi, YTÜ-SBE


İSTANBUL TİCARET ODASI<br />

2001 YILI ODA YAYINLARI (*)<br />

YAYIN NO:<br />

YAYIN ADI:<br />

2001/01 AB'DE BAZI ÜYE DEVLETLERDE VE TÜRKİYE'DE<br />

ELEKTRONİK TİCARETİN HUKUKSAL SORUNLARI<br />

ELEKTRONİK SÖZLEŞMELER<br />

2001/02 SORULARLA ELEKTRONİK TİCARET<br />

2001/03 2001 YILI YURTİÇİ İNDİRİMLİ OTELLER KATALOGU<br />

2001/04 2001 YILI YURTDIŞI İNDİRİMLİ OTELLER KATALOGU<br />

2001/05 2001 YILI İNDİRİMLİ SAĞLIK KURULUŞLARI REHBERİ<br />

2001/06 2001 YILI YURTDİŞİ FUARLAR REHBERİ<br />

2001/07 KALIP İMALAT SEKTÖRÜNÜN TEKNİK SORUNLARI VE<br />

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ<br />

2001/08 TACİRLERİN GENEL İŞLEM ŞARTLARINA KARŞI<br />

KORUNMASİ YOLLARI<br />

2001/09 KOBİLERDE MALİYET ANALİZLERİ VE FİRMA ÇAPINDA<br />

MALİYET DÜŞÜRME UYGULAMALARI<br />

2001/10 2000 YİLİ SEKTÖRLER İTİBARİYLE ANKETE DAYALI<br />

EKONOMİK DURUM ANALİZİ<br />

2001/11 2000 YİLİ İSTANBUL KÜÇÜK SANAYİ KAPASİTE<br />

KULLANIM ARAŞTIRMASI<br />

2001/12 DIŞ TİCARETTE ÜRÜN AMBALAJLAMA VE ETİKETLEME<br />

2001/13 İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞTIRMA RUHSATI İŞLEMLERİ REHBERİ<br />

2001/14 DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE EKOLOJİK TARIM ÜRÜNLERİ<br />

ÜRETİMİ VE İHRACATI GELİŞTİRME OLANAKLARI<br />

2001/15 TÜRKİYE'DE KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI<br />

2001/16 RAKAMLARLA TÜRKİYE EKONOMİSİ (TÜRKÇE)<br />

2001/17 RAKAMLARLA TÜRKİYE EKONOMİSİ (İNGİLİZCE)<br />

2001/18 BAŞARILI İHRACATÇILAR 2000<br />

2001/19 AİLE ŞİRKETLERİNDE KURUMSALLAŞMA VE KOBİLERİN<br />

YÖNETİM SORUNLARI<br />

2001/20 İNGİLİZCE TAHKİM YÖNETMELİĞİ<br />

2001/21 TURKEY YOUR BUSİNESS PARTNER<br />

2001/22 KÖRFEZ ÜLKELERİ PAZAR ARAŞTIRMASI


2001/23<br />

2001/24<br />

2001/25<br />

2001/26<br />

2001/27<br />

2001/28<br />

2001/29<br />

2001/30<br />

2001/31<br />

2001/32<br />

2001/33<br />

2001/34<br />

2001/35<br />

2001/36<br />

2001/37<br />

2001/38<br />

2001/39<br />

2001/40<br />

2001/41<br />

2001/42<br />

2001/43<br />

2001/44<br />

2001/45<br />

2001/46<br />

2001/47<br />

İŞVERENİN SOSYAL SİGORTA YÜKÜMLÜLÜKLERİ<br />

İSTANBUL'UN EKONOMİK VE SOSYAL GÖSTERGELERİ<br />

SOCIAL AND ECONOMIC INDICATORS OF İSTANBUL<br />

KOBİLERDE BİLGİSAYAR TEKNOLOJİLERİ UYGULAMALARI<br />

BAŞARILI VERGİ MÜKELLEFLERİ 2000<br />

ANADOLU'DA YENİ TURİZM OLANAKLARI VE BÖLGESEL<br />

KALKINMADAKİ ROLÜ<br />

TİCARET SİCİLİ REHBERİ<br />

TÜRKİYE'DE İŞ PİYASASININ YENİDEN YAPILANMASI:<br />

Özel İstihdam Büroları<br />

TURKEY YOUR BUSINESS PARTNER<br />

İŞLETMELERARASI ELEKTRONİK TİCARET<br />

RÜZGAR ENERJİSİ<br />

TÜRKİYE'DE ENTEGRE HAYVANCILIK SEKTÖRÜ ÜZERİNE<br />

BİR MODEL ÖNERİSİ<br />

TÜRKİYE'DE YOLSULUĞUN SOSYO EKONOMİK NEDENLERİ,<br />

ETKİLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ<br />

İŞ DÜNYASI İÇİN ÖNEMLİ ADRESLER<br />

İNŞAAT İŞLETMELERİNDE ÇAĞDAŞ YÖNETİME GEÇİŞ<br />

(DEĞİŞİM MODELİ)<br />

DIŞ SATİM POTANSİYELİ YÜKSEK BAZI TARIM ÜRÜNLERİNİN<br />

İŞLENMESİ VE SEKTÖRE GENEL BİR BAKİŞ<br />

AB-MEKSİKA SERBEST TİCARET ANLAŞMASININ ÜLKENİN<br />

TEKSTİL VE HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNE ETKİLERİ<br />

VE ALINACAK TEDBİRLER<br />

KOBİLER İÇİN TEMEL ELEKTRİK KULLANIMI EL KİTABI<br />

İSPANYA VE PORTEKİZ KALIPÇILIK SEKTÖRÜ ARAŞTIRMASI<br />

İŞ DÜNYASI İNTERNET REHBERİ<br />

DIŞ REKABET BASKISINDAKİ SEKTÖRLERDE<br />

MALİYET PROFİLİ<br />

TİCARET ODASİ YAYINLARI BROŞÜRÜ<br />

EKONOMİK RAPOR<br />

TÜRKİYE'DE KOOPERATİFÇİLİK, TÜRK KONUT<br />

KOOPERATİFÇİLİĞİNDE ALTERNATİF BİR MODEL: ALMANYA<br />

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE FİNANSAL KRİZLER VE<br />

FİNANSAL DÜZENLEMELER

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!