22.03.2018 Views

Rabindranath Tagore - Gitanjali

Tagore, Gitanjali, 2. baskı

Tagore, Gitanjali, 2. baskı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

www.isaretatesi.com<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

GİTANJALİ<br />

Çeviren: Aytek Sever


RABİNDRANATH TAGORE<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941), Kalküta’da doğdu. Brahman bir ailedendi; dedesi<br />

ve babası Brahma-Samaç adlı dinî ve sosyal reform hareketinin ileri gelen<br />

temsilcilerindendi. Genç yaşta çokyönlü bir eğitim alan <strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı<br />

edebiyat ve düşüncesinin çeşitli kaynaklarıyla tanıştı, hem entelektüel hem manevi<br />

anlamda yoğun ve derin bir havayı soluyarak yetişti. Başta şiir, tiyatro oyunu,<br />

roman, hikâye ve deneme olmak üzere edebiyatın hemen her türünde örnekler<br />

verdi; bir müzisyen olarak çok sayıda şiirini şarkı olarak besteledi; resimle uğraştı,<br />

sergiler açtı. Kendi şiirlerinden yaptığı İngilizce çeviriler sayesinde dünyada<br />

tanındı; saygın bir Hint-İngiliz şairi olarak kendine yer edindi; 1913’te Nobel<br />

Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Dünyanın çeşitli bölgelerine geziler yapan <strong>Tagore</strong><br />

geniş bir yelpazeden pek çok entelektüel ile tanıştı; aralarında W. B. Yeats, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Juan Ramón Jiménez, Anna Ahmatova, Pablo<br />

Neruda’nın da olduğu çok sayıda edebiyatçıyı etkiledi. Başlıca yapıtları arasında<br />

Gora (1910), <strong>Gitanjali</strong> (1912), Bahçıvan (1913), Sadhana (1913), Kabir’in Şarkıları (1915),<br />

Meyve Hasadı (1916), Yuva ve Dünya (1916), Firari (1921) sayılabilir.<br />

AYTEK SEVER<br />

Şair, çevirmen. 1981 yılında Bursa’da doğdu. Üniversite ve yüksek lisans öğrenimini<br />

Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de tamamladı. E-kitap halinde yayımlayacağı, çeşitli<br />

alt kitaplardan oluşan Hiperbor, Siòn, Moto Perpetuo, Anka adlı şiir toplamlarının yanı<br />

sıra, yayımlanmış veya e-kitap halinde yayımlanacak olan Emerson (Yaşamın<br />

İdaresi), Thoreau (Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler), Whitman (Ben, Jack<br />

Engle; Benliğimin Şarkısı), Kandinsky (Sesler), <strong>Tagore</strong> (Firari; <strong>Gitanjali</strong>; Meyve Hasadı),<br />

D. H. Lawrence (İnsanlar ve Öteki Yaratıklar) çevirileri vardır.


<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

GİTANJALİ<br />

Çeviren: Aytek Sever


<strong>Gitanjali</strong><br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong><br />

Özgün adı:<br />

<strong>Gitanjali</strong>: Song Offerings (1912)<br />

Çeviren ve Yayına Hazırlayan:<br />

Aytek Sever<br />

Kapak Resmi:<br />

‘<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’<br />

Sir William Rothenstein, 1912<br />

1. Baskı:<br />

Kırmızı Yayınları, 2010<br />

Yeniden Hazırlanmış 2. Baskı:<br />

© İşaret Ateşi, Mart 2018<br />

E-kitap olarak www.isaretatesi.com sitesinde yayımlanmıştır. Her<br />

hakkı saklıdır. Eserin tamamı veya bölümleri hiçbir yolla basılamaz,<br />

kopyalanamaz, eser sahibinin izni olmadan başka bir mecra veya internet<br />

sitesi üzerinden yayımlanamaz. Alıntılar için lütfen kaynak gösteriniz.<br />

www.isaretatesi.com<br />

isaretatesi@gmail.com


İÇİNDEKİLER<br />

Yazar Hakkında Bilgi ………………………… 9<br />

Çevirmenin Notu ……………………………. 17<br />

Önsöz – W. B. Yeats ..………………………... 19<br />

GİTANJALİ ………………………………….. 29


www.isaretatesi.com<br />

YAZAR HAKKINDA BİLGİ<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> (1861-1941). Hintli şair, mistik, düşünür,<br />

romancı, denemeci, oyun yazarı, müzisyen, ressam, eğitim<br />

reformcusu. Varlıklı ve nüfuzlu bir Brahman ailenin on<br />

dördüncü ve en küçük çocuğu olarak Kalküta’da dünyaya<br />

geldi. Dedesi Dvarkanath ve babası Debendranath <strong>Tagore</strong>,<br />

Ram Mohan Roy’un kurduğu, tüm inançlara, dinlere,<br />

milletlere, renklere, kastlara kapılarını açmış, Hinduizm,<br />

Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli yanlarını bir araya getiren<br />

önemli bir dinî ve sosyal reform hareketi olan Brahma-Samaç<br />

okulunun ileri gelenlerindendiler; <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da<br />

böyle bir etki altında yetişti.<br />

Özel bir öğrenim gördü; hem Doğu hem Batı kültürünü<br />

tanıdı; küçük yaşta Hindistan içinde geziler yapma fırsatı<br />

buldu; Hint düşünüşü, tarih, edebiyat, sanat, çağdaş bilim,<br />

Sanskritçe ve yabancı diller konularında donanım kazandı;<br />

Upanishadlar’ın mistik anlayışını benimsedi; Hint klasik<br />

şiirinin Kalidasa, Kabir, Vidyapati gibi şairlerini, Vaishnava<br />

şairlerini okudu; çok genç yaşta şiir yazmaya başladı. Küçük<br />

9


www.isaretatesi.com<br />

“Rabi” ilk şiirini yazdığında 8 yaşındaydı, ilk kitabı<br />

yayımlandığında ise 17 yaşında. Hukuk öğrenimi görmek<br />

üzere 1879’da Londra’ya gittiyse de yarım bırakarak bir yıl<br />

sonra ülkesine döndü. 1883’te Mrinalini Devi ile evlendi, eşiyle<br />

beş çocukları oldu.<br />

Bengalce, bazen de Sanskritçeleşmiş bir Bengal lehçesiyle<br />

yazan <strong>Tagore</strong>, 1890’da ailesinin sahip olduğu topraklarla<br />

ilgilenmek üzere Doğu Bengal’e (bugünkü Bangladeş) giderek<br />

bir süre orada kaldı. Bu dönemde yerel köy kültüründen<br />

beslendi, kendisinde önemli etki bırakacak olan Baul<br />

şarkıcılarını tanıdı. 1891-1900 yılları arasında üretken bir<br />

dönem yaşadı, toplamda yedi cilt tutan şiirler ve pek çok kısa<br />

hikâye yazdı, dergiler çıkardı.<br />

1901’de Batı Bengal’e dönerek Santiniketan’da, ailesinin<br />

sahip olduğu topraklarda Patha Bhavana adını verdiği<br />

deneysel okulu kurdu; burada bahçeler ve ağaç korulukları<br />

arasındaki doğal ortamda Upanishadlar’a dayalı, Doğu’nun ve<br />

Batı’nın bilgisini kaynaştırmaya çalışan yenilikçi bir eğitim<br />

anlayışını yerleştirmeye çalıştı. Bu okul, daha sonra 1918<br />

yılında genişletilerek Vişva-Bharati adıyla özgün bir üniversite<br />

halini aldı. “Vişva-Bharati, zengin akıl mirası tüm insanlığın<br />

hizmetinde olan Hindistan’ı temsil etmektedir; Vişva-Bharati,<br />

Hindistan’ın kendi kültürünün en iyi ürünlerini başkalarına<br />

sunma sorumluluğunu ve onlardan en iyi ürünlerini kabul<br />

etme hakkını tanımaktadır,” diye söz etmekteydi <strong>Tagore</strong>,<br />

okulundan.<br />

10


www.isaretatesi.com<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>, ellili yaşlarına gelene kadar<br />

yalnızca Hindistan içinde, hatta ağırlıklı olarak Hindistan’ın<br />

Bengalce konuşulan bölgelerinde tanınıyor, Hindistan dışında<br />

ise hiç bilinmiyordu. Ancak 1912 yılında yaptığı İngiltere<br />

seyahati onun için çok şeyi değiştirdi. O güne dek hep<br />

Bengalce yazmış olan <strong>Tagore</strong>, yolculuğu sırasında şiirlerinden<br />

İngilizce’ye çeviriler yapmaya başladı. Çevrilmiş şiirler,<br />

İngiltere’ye vardığında önce ressam arkadaşı William<br />

Rothenstein’e, onun aracılığıyla da William Butler Yeats ve<br />

Ezra Pound’a ulaştı. Bir yıl sonra, önsözünü Yeats’in yazdığı<br />

<strong>Gitanjali</strong> yayımlandı. <strong>Tagore</strong>’un şiiri kısa sürede önce<br />

Londra’da, ardından da tüm dünyada büyük ses getirdi ve<br />

çeşitli edebiyat çevrelerinde etki yarattı: Daha evvel hiç kimse<br />

İngiliz dilinde bu tonda bir söyleyiş duymamıştı. Kısa süre<br />

sonra <strong>Tagore</strong>, bu onura layık görülen ilk Asyalı olarak 1913 yılı<br />

Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.<br />

<strong>Tagore</strong>, kısa sürede elde ettiği ünle, Avrupa’da pek çok<br />

önemli kişiyle temas kurdu, çeşitli çevrelere fikirlerini aktarma<br />

şansı buldu, dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.<br />

Hem yeni şiirler, kısa hikâyeler, tiyatro oyunları, roman ve<br />

denemeler yazarak, hem de yazdıklarından İngilizce’ye<br />

çeviriler yaparak yaratıcı dehasını ortaya koyduğu bu üretken<br />

döneminde, bir yandan da beş kıtada otuzdan fazla ülkeyi<br />

ziyaret etti. ABD’de, Japonya’da, Çin’de, Güneydoğu Asya’da,<br />

çeşitli Latin Amerika ülkelerinde, İtalya, Danimarka, İsviçre,<br />

Almanya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinde, SSCB, İran,<br />

Irak ve Seylan’da bulundu. Henri Bergson, Albert Einstein,<br />

Robert Frost, Thomas Mann, Bernard Shaw, H. G. Wells,<br />

11


www.isaretatesi.com<br />

Romain Rolland, Saint-John Perse gibi önde gelen isimlerle<br />

tanıştı.<br />

Yaptığı tüm bu geziler ve kurduğu dostluklar aracılığıyla<br />

<strong>Tagore</strong>, Doğu ve Batı’nın birliği ülküsünü yaymaya çabaladı;<br />

Santiniketan’daki okulu için dünyanın çeşitli yerlerinden<br />

destek topladı; uluslararası işbirliği ve dostluğu<br />

güçlendirmeye çalıştı; Avrupa emperyalizmini eleştirdi;<br />

milliyetçiliğin tehlikelerine işaret etti. Onun yücelttiği, ruhani<br />

değerler ve Doğu ve Batı adına çokseslilik, karşılıklı anlayış,<br />

hoşgörü ve “bilinç birliği” üzerine kurulu yeni bir “dünya<br />

kültürü” fikriydi.<br />

Kendi ülkesi içinde de, kendi tarzından ödün<br />

vermeyerek, siyasi anlamda etkin bir rol üstlenen <strong>Tagore</strong>,<br />

Mohandas Gandhi’nin yakın bir dostu ve destekçisiydi.<br />

Hindistan’ın tam bağımsızlığını sonuna dek savunuyordu.<br />

Bununla beraber siyasete hiçbir zaman doğrudan dâhil olmadı,<br />

ağırlıklı olarak reformcu fikirleriyle ve zaman zaman coşkulu<br />

özgürlük şarkılarıyla etkisini hissettirdi. Ailesinin sahip<br />

olduğu geniş arazileri de yönetmiş olmanın tecrübesiyle insan<br />

hakları, eğitim, kültür, tarımsal ve sosyal reformlar konularına<br />

eğildi. Gandhi ile sosyal konularda, özellikle toplumda<br />

yerleşik olan kast bilinci ve dışlanmış alt tabakanın gördüğü<br />

muameleye karşı çıkış hususunda görüş birliği içindeydi.<br />

Ancak siyaseten Gandhi ile anlaşamadığı noktalar da oldu;<br />

<strong>Tagore</strong> özellikle milliyetçilik ve militarizmin tehlikelerine<br />

dikkat çekiyor, bununla ilintili olarak zaman zaman<br />

Gandhi’nin kimi yöntemlerini eleştirmekten geri durmuyordu.<br />

12


www.isaretatesi.com<br />

Hindistan’daki emperyalist İngiliz uygulamalarının ülke<br />

içindeki tüm olumsuzlukların temel nedeni değil, ülkenin<br />

içinde bulunduğu sosyal sayrılık durumunun bir sonucu<br />

olduğu düşüncesiyle, Hindistan için tam anlamıyla bir<br />

dirilişin, köylerin gerçekleştirilecek bir tarım ve eğitim reformu<br />

sayesinde kabuğunu kırması ve “bilginin canlanması” yoluyla<br />

mümkün olacağını savundu. Bu yönde, Vişva-Bharati’nin yanı<br />

sıra Şriniketan adını verdiği bir enstitü de kurarak çaba<br />

harcadı; bu projeleri için dünyanın çeşitli bölgelerindeki<br />

akademisyenlerden, bağışçılardan, çeşitli siyasi aktörlerden<br />

destek gördü. <strong>Tagore</strong>, Hindistan adına tam bir bağımsızlık için<br />

izlenmesi gereken yolun ve kullanılacak yöntemlerin, bütünsel<br />

bir kültürel uyanış vizyonu çerçevesinde ortaya konup<br />

uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Hindistan içinde kendi<br />

fikirlerine yeterli ideolojik destek bulmakta zorlandığı ve<br />

Hindu-Müslüman ayrımına doğru giden tehlikeli tırmanışı<br />

sezdiği zaman ise kenara çekilmeyi tercih etti.<br />

<strong>Tagore</strong>, 1930’lu yıllara doğru, yani yetmişli yaşlarına<br />

gelmişken, resimle de uğraşmaya başladı; kendine özgü bir<br />

tarz geliştirdi. Resimleri Paris, Birmingham, Berlin, Moskova<br />

ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilendi. Bu arada,<br />

yaşamının son dönemine girerken, çeşitli edebî türlerde bolca<br />

eser vermeye devam etti.<br />

Hayli trajik bir şekilde, yaşarken kendisinden evvel<br />

eşinin, çocuklarının ve tüm aile fertlerinin ölümüne ve<br />

Bengal’in düşüşüne tanık olan <strong>Tagore</strong>’un, seksen yaşına<br />

yaklaşırken sağlığı kötüleşti. Ancak uzun süren hastalık<br />

13


www.isaretatesi.com<br />

dönemleri ve kronik ağrılarla mücadele ettiği bu dönemde<br />

üretkenliğinde bir gerileme olmadı, en derinlikli ve aydınlık<br />

şiirlerinden bazılarını bu dönemde yazdı. Yaşamı üzerine<br />

yazdığı ikinci otobiyografiyi tamamladıktan birkaç ay sonra ve<br />

son şiirini dikte ettirdikten dakikalar sonra 7 Ağustos 1941’de<br />

bu dünyaya veda ederek sonsuzluğa göçtü.<br />

Yaşamı süresince sayısız yapıt ortaya koyan <strong>Tagore</strong>,<br />

öncelikle bir şairdi. Şiirlerini Bengalce yazdı; bununla beraber<br />

çok iyi hâkim olduğu İngilizce’ye kendi şiirlerinin büyüleyici<br />

çevirilerini yaptığı için bir Hint-İngiliz şairi olarak da kabul<br />

edilir.<br />

Yapıtlarının devasa hacmi, daha ilk bakışta bu ölümsüz<br />

edebiyat ve düşünce insanı hakkında çok şey anlatmaktadır.<br />

Şaşılacak bir üretkenlikle ortaya koyduğu ciltler dolusu şiir,<br />

kısa hikâye, roman, kısa ve uzun tiyatro oyunları, gezi<br />

günlükleri, iki otobiyografi çalışması, felsefe, din, eğitim ve<br />

sosyal konulardaki denemeleri ve Santiniketan okulu<br />

öğrencileri için yazdığı ders kitapları bugün bile hâlâ eksiksiz<br />

olarak bir araya toplanmamıştır. Tüm bunların yanı sıra,<br />

<strong>Tagore</strong>, bir şair olduğu kadar bir müzisyendir de: Onun pek<br />

çok şiiri, aslen müziğinden ayrılmaması gereken şarkı<br />

sözleridir; bu anlamda o, “Rabindrasancit” üslubunda üç bine<br />

yakın şarkı bestelemiştir. Bunlar bugün Bengal bölgesinde tüm<br />

evlerde söylenen halk türkülerine dönüşmüştür. Dahası,<br />

Hindistan ve Bangladeş ulusal marşları da aslında <strong>Tagore</strong>’un<br />

şarkılarıdır.<br />

14


www.isaretatesi.com<br />

Hint edebiyatını modern çağda yeniden canlandıran isim,<br />

hatta bazen, gelmiş geçmiş en büyük Hint şairi olarak<br />

nitelendirilen <strong>Tagore</strong>, ülkesinin ve muazzam Hint kültür<br />

mirasının büyük bir temsilcisi olduğu gibi aynı zamanda<br />

eksiksiz bir “dünya vatandaşı”, bir dünya aydınıdır. Kendinde<br />

hem Doğu hem de Batı bilincinin rengini taşıyan, Doğu ve Batı<br />

düşüncesini “insan olma bilinci” olarak kendisinde<br />

sentezleyen, eski çağların bilgisiyle modern çağların bilgisi<br />

arasında bilinç köprüleri kuran bir “yeniden doğuş” insanıdır.<br />

<strong>Tagore</strong>’un etkilediği, bazıları <strong>Tagore</strong> çevirileri de yapmış<br />

olan edebiyatçılar arasında W. B. Yeats, Romain Rolland, Ezra<br />

Pound, André Gide, Gabriela Mistral, Victoria Ocampo, José<br />

Ortega y Gasset, Juan Ramón Jiménez, Zenobia Camprubi,<br />

Yasunari Kawabata, Anna Ahmatova, Octavio Paz, Pablo<br />

Neruda, Boris Pasternak’ın adı sayılabilir.<br />

<strong>Tagore</strong>’un yapıtlarının başlıcaları: Manasi (1890), Altın<br />

Kayık (Sonar Tari-1894), <strong>Gitanjali</strong> (1910), Şarkılar Çelengi<br />

(Gitimalya-1914), Turnaların Uçuşu (Balaka-1916) adlı şiir<br />

kitapları; Valmiki’nin Dehası (Valmiki Pratibha-1881), Adak<br />

(Visarjan-1890), Karanlık Sarayın Kralı (Raja-1910), Postane (Dak<br />

Ghar-1912), Yerli Yerinde (Achalayatan-1912), Çağlayan<br />

(Muktadhara-1922), Kızıl Zakkumlar (Raktakaravi-1926) adlı<br />

oyunlar; Harap Yuva (Nastanirh-1901), Gora (1910), Yuva ve<br />

Dünya (Ghare Baire-1916), Aykırılar (Yogayog-1929) adlı<br />

romanlar; Anılarım (1912) ve Çocukluk Günlerim (1940) adlı<br />

otobiyografiler. <strong>Tagore</strong>’un İngilizce’ye bizzat çevirdiği, çoğu<br />

derleme niteliğindeki yapıtları ise şunlardır: <strong>Gitanjali</strong> (1912),<br />

15


www.isaretatesi.com<br />

Bahçıvan (The Gardener-1913), Yeni Ay (The Crescent Moon-1913),<br />

Sadhana (1913), Chitra (1914), Kabir’in Şarkıları (Songs of Kabir-<br />

1915), Avare Kuşlar (Stray Birds-1916), Meyve Hasadı (Fruit-<br />

Gathering-1916), Aç Taşlar (The Hungry Stones-1916), Firari (The<br />

Fugitive-1921), Yaratıcı Birlik (Creative Unity-1922).<br />

Aytek Sever<br />

16


www.isaretatesi.com<br />

ESERİN İKİNCİ BASIMI İÇİN ÇEVİRMENİN NOTU<br />

Bundan iki yıl kadar önce, 2009-2010 yıllarında yayımlanmış<br />

<strong>Tagore</strong> çevirilerimin –Firari ve <strong>Gitanjali</strong>– ikinci baskılarını<br />

hazırlamaya karar verdiğimde, her iki çeviriden de memnun<br />

olmadığımdan, bunları baştan sona yeniden ele almayı<br />

düşünmüştüm. <strong>Gitanjali</strong>’nin piyasada mevcut başka çevirileri<br />

de vardı, dolayısıyla bunları da incelemem en doğrusu<br />

olacaktı. Fakat yaptığım çalışmalar sırasında, hangi önemli<br />

yayınevinin hangi prestijli dizisinden çıkmış olursa olsun<br />

<strong>Gitanjali</strong>’nin tüm Türkçe çevirilerinin hayli sorunlu olduğunu,<br />

özellikle de orijinal metinle kıyaslanınca sorunların<br />

katmerlendiğini gördüm. Ne yazık ki, <strong>Tagore</strong>’un ilk bakışta<br />

basitmiş gibi görünen İngilizcesine aldanıp şiirlerini çevirmeye<br />

kalkışan çeşitli çevirmenler, verdikleri bütün emeğe rağmen,<br />

hem orijinal metinden dikkat çekici derecede sapmışlar, hem<br />

de Türkçe söyleyişte yanlışlar yapmışlardı; ve yayınevleri de<br />

redaksiyon hususunda ihmalkâr davranmıştı.<br />

Şayet <strong>Tagore</strong>’un hakkını verebilecek bir ikinci baskı<br />

hazırlayacaksam, <strong>Gitanjali</strong>’nin tüm metninin üzerinden titiz bir<br />

şekilde yeniden geçmem, hem de bunu yalnızca bir kez değil<br />

17


www.isaretatesi.com<br />

defalarca kez yapmam gerekiyordu. Benzer şekilde, W. B.<br />

Yeats’in meşhur <strong>Gitanjali</strong> önsözünü tekrar çevirmem ve aslına<br />

tam anlamıyla sadık kalarak metne dahil etmem de şarttı.<br />

<strong>Gitanjali</strong> görseli için biçilmiş kaftan olan <strong>Tagore</strong> eskizine de,<br />

gerçek eser sahibinin, ressam Sir William Rothenstein’in adıyla<br />

yapıtın kapağında yer vermeyi de kendime görev bildim.<br />

Yaklaşık iki yıllık süreçte, metnin üzerinden, biri beni hiç<br />

tatmin etmeyen bağımsız bir redaksiyon çalışması olmak üzere<br />

yedi ya da sekiz defa geçildi. Her defasında araya biraz zaman<br />

koyup metni bir kenarda beklettim, çeviriye son şeklini<br />

vermek adına hiç aceleci davranmadım. İşaret Ateşi için e-<br />

kitapları hazırlarken <strong>Gitanjali</strong>’nin üzerinden iki defa daha<br />

geçtim ve noktayı ancak böyle koyabildim.<br />

Hazırladığım <strong>Gitanjali</strong> çevirisinin hâlâ geliştirilmeye açık<br />

noktaları kalmış olabilir elbette. Ancak baştan sona hiçbir<br />

aşamada emeğimi sakınmadığımdan, yaptığım işin tüm<br />

sorumluluğunu gönül rahatlığıyla üzerime alıyorum. Yetkin<br />

bir çeviri ortaya çıkarmayı başarabilmişsem eğer, <strong>Tagore</strong>’un bu<br />

önemli yapıtını ilk defa Türkçeye gerçekten çevrilmiş<br />

sayacağım.<br />

Takdir elbette okurların.<br />

Aytek Sever<br />

18


www.isaretatesi.com<br />

ÖNSÖZ<br />

-William Butler Yeats-<br />

Birkaç gün önce tanınmış Bengalli bir doktora “Almanca<br />

bilmem,” demiştim, “ama bir Alman şairinden yapılmış bir<br />

çeviri beni etkilerse, British Museum’a gider, o şairin yaşamına<br />

ve düşünce geçmişine dair bana bir şeyler söyleyebilecek<br />

İngilizce kitaplar bulurum. Oysa <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’un bu<br />

düzyazı şiir çevirileri beni yıllardır hiçbir şeyin yapmadığı<br />

kadar heyecanlandırdığı halde, Hintli bir konuk bana<br />

anlatmadığı sürece ne bu şairin yaşamına ne de onun şiirini<br />

mümkün kılan düşünce akımlarına dair bir şey<br />

öğrenebileceğim.” Bengalli doktor etkilenmiş olmamı doğal<br />

karşıladı, “Ben her gün <strong>Rabindranath</strong> okurum,” dedi, “onun<br />

tek bir dizesi insana dünyanın tüm dertlerini unutturur.” Buna<br />

karşılık, “II. Richard devrinde,” dedim, “Londra’da yaşayan<br />

bir İngiliz, Petrarca veya Dante çevirileriyle karşılaşsaydı,<br />

sorularına yanıt verecek kitap bulamayacağından, tıpkı benim<br />

size sorduğum gibi Floransalı bir bankerle veya Lombardiyalı<br />

bir tacirle konuşurdu. Zira görebildiğim kadarıyla bu şairin<br />

şiiri öyle verimli ve öyle yalın ki, âdeta yeni Rönesans sizin<br />

19


www.isaretatesi.com<br />

ülkenizde doğmuş ve ben bunu yalnızca kulak dolgunluğuyla<br />

öğrenebileceğim.” O ise, “Başka şairlerimiz de var,” diye yanıt<br />

verdi, “ama hiçbiri onun dengi değildir; biz bu çağa<br />

<strong>Rabindranath</strong> Çağı diyoruz. Bana öyle geliyor ki, Avrupalı<br />

hiçbir şair ülkesinde onun kadar tanınmıyor. O, şiirde olduğu<br />

kadar müzikte de üstündür; şarkıları Batı Hindistan’dan<br />

Birmanya’ya kadar Bengalce konuşulan her yerde söylenir.<br />

Daha on dokuz yaşında ilk romanını yazdığında ünlü olmuştu;<br />

hemen ardından yazdığı oyunlar ise bugün Kalküta’da hâlâ<br />

oynanıyor. Ben en çok onun yaşamının tamlığına hayranlık<br />

duyuyorum; henüz pek gençken doğal şeyler hakkında bolca<br />

yazardı ve gün boyu bahçesinde otururdu; yaklaşık yirmi beş<br />

yaşından belki otuz beş yaşına kadar, büyük ıstırap çektiği<br />

zamanlar dilimizin en güzel aşk şiirlerini kaleme aldı.”<br />

Ardından, derin bir hissiyatla, “On yedi yaşımdayken onun<br />

aşk şiirlerine neler borçlu olduğumu size anlatamam,” dedi.<br />

“Daha sonra onun sanatı derinleşti, dinî ve felsefi oldu;<br />

insanlığın tüm esinleri vardır onun ilâhilerinde. Yaşamı<br />

yadsımayıp yaşamın içinden konuşan ilk ermişimizdir o; bizler<br />

bu yüzden sevgimizi sunuyoruz ona.” Bengalli doktorun<br />

özenle seçtiği sözcükler belki belleğimden silinmiş olabilir,<br />

ama düşüncelerinin özü böyleydi. “Kısa süre önce<br />

kiliselerimizden birinde –ki biz Brahma-Samaç üyeleri sizin<br />

‘kilise’ (church) sözcüğünüzü kullanırız– <strong>Tagore</strong> ayin için ilâhi<br />

okuyacaktı; o gün hem Kalküta’dakilerin en büyüğü olan o<br />

kilise hıncahınç dolmuş, hem de sokaklar kalabalıktan<br />

geçilmez hale gelmişti.”<br />

20


www.isaretatesi.com<br />

Görüştüğüm başka Hintliler de oldu. Onların bu şaire<br />

olan saygıları bizim küçük büyük her şeyi bariz bir alay ve yarı<br />

ciddi küçümseme örtüsü altına gizlediğimiz dünyamız için<br />

hayli tuhaf kaçıyordu. Acaba bizler katedraller kurarken<br />

büyük insanlarımıza böyle bir saygı beslemiş miydik? “Her<br />

sabah üçte –biliyorum, çünkü gözlerimle gördüm bunu–”,<br />

dedi konuklarımdan biri, “<strong>Rabindranath</strong> kıpırdamadan oturur,<br />

tefekküre dalar, Tanrı’nın hakikatine dair hayalinden iki saat<br />

boyunca uyanmazdı. Babası Ulu Maharishi 1 bazen böyle gün<br />

boyu otururdu; bir defasında nehirde giderken manzaranın<br />

güzelliğiyle tefekküre dalmış, kürekçiler yola devam<br />

edebilmek için sekiz saat beklemişlerdi.” Sonra bana Bay<br />

<strong>Tagore</strong>’un ailesinden, onların soyundan nesiller boyu nasıl<br />

büyük insanlar çıktığından söz etti. “Bugün” dedi, “sanatçı<br />

olan Gogonendranath ve Abanindranath <strong>Tagore</strong>; ve<br />

<strong>Rabindranath</strong>’ın ağabeyi, büyük bir düşünür olan<br />

Dvijendranath var; dallardan sincaplar iner, onun dizlerine<br />

tırmanır; ellerine kuşlar konar.” Bu insanların düşüncesinde,<br />

açıkça görülebilen bir güzellik ve anlam duygusu buluyorum<br />

ben; sanki Nietzsche’nin, er ya da geç somut nesneleri etki<br />

altına almayan hiçbir ahlâki veya düşünsel güzelliğe<br />

inanmamamız gerektiği şeklindeki öğretisine sahipler onlar.<br />

“Siz Doğulular,” dedim, “bir aileyi nasıl saygın kılacağınızı<br />

biliyorsunuz. Geçenlerde bir müze yöneticisi bana Çin<br />

gravürlerini düzenleyen esmer tenli, ufak tefek bir adamı<br />

1<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’un babası Debendranath <strong>Tagore</strong>, Brahma-Samaç hareketinin<br />

önde gelen figürlerinden, büyük bir mistikti. “Maharishi” ona yakıştırılan, “ermiş”,<br />

“hakikati gören yüce ruh” anlamlarındaki bir addır. (ç.n.)<br />

21


www.isaretatesi.com<br />

göstererek, ‘Bu adam, soya dayalı olarak Mikado’nun sanat<br />

sorumlusu; aynı aileden bu mevkide görevli olan on dördüncü<br />

kuşak,’ dedi.” Bunun üzerine Hintli konuğum, “<strong>Rabindranath</strong><br />

küçükken evinde dört bir yanı edebiyat ve müzikti,” dedi.<br />

Onun şiirlerinin bolluğu ve yalınlığını düşündüm, “Ülkenizde<br />

fikir yayma veya eleştiri amaçlı yazın yok mu?” dedim,<br />

“Özellikle de benim ülkemde biz bunlarla öyle çok uğraşmak<br />

zorundayız ki, zihinlerimiz günbegün yaratıcılığını yitiriyor,<br />

buna engel olamıyoruz. Eğer yaşamlarımız daimi bir savaş<br />

olmasa, bir beğenimiz olmaz, iyinin ne olduğunu bilemeyiz,<br />

dinleyici ve okur bulamayız. Enerjimizin beşte dördünü, gerek<br />

kendi zihinlerimizdeki gerek başkalarının zihnindeki kötü<br />

beğeniyle kavga ederek geçiriyoruz.” Konuğum, “Sizi<br />

anlıyorum,” diye yanıt verdi, “fikir yayma amaçlı yazın bizde<br />

de var; köylerimizde Orta Çağ Sanskritçe’den uyarlanmış uzun<br />

mitolojik şiirler okuyanlar vardır, araya sık sık insanlara<br />

görevlerini yapmaları gerektiğini söyleyen parçalar eklerler.”<br />

* * *<br />

Bu çevirilerin elyazmalarını günlerce yanımda taşıdım ve<br />

trende, omnibüste, restoranlarda okudum; sık sık da başkaları<br />

ne denli etkilendiğimi görmesin diye kapağını kapatmak<br />

zorunda kaldım. Hintli dostlarımın bana söylediğine göre<br />

kendi dilinde ritim incelikleriyle, tercüme edilemez renk<br />

zarafetleriyle ve vezin buluşlarıyla dolu olan bu şiirler,<br />

içerdikleri düşüncelerle benim hayatım boyunca düşlediğim<br />

bir dünyayı yansıtıyordu. Bu dizeler hem üstün bir kültürün<br />

eseri, hem de çimenler ve sazlar misali alelâde toprağın<br />

22


www.isaretatesi.com<br />

ürünüydüler. Şiir ve dinin aynı olduğu bir gelenek çağlardan<br />

süzülerek gelmiş, gerek tahsilliden gerek tahsilsizden mecaz<br />

ve duygu toplamış, âlimin ve uluların düşüncesini yığınlara<br />

geri taşımıştı. Eğer Bengal uygarlığı kesintiye uğramazsa ve<br />

sezildiği üzere her şeyin içinden akan o ortaklaşa akıl bizde<br />

olduğu gibi birbirinden habersiz bir düzine akla bölünmezse, o<br />

zaman bu dizelerdeki en kavranılması zor inceliklerin bile bir<br />

kısmı birkaç kuşak sonra sokaktaki dilenciye kadar ulaşacaktır.<br />

İngiltere’de böyle tek bir akıl varken Chaucer Troilus ve<br />

Cressida’yı yazmış, okunmak üzere, daha doğrusu sesli<br />

okunmak üzere yazdığını düşünmüştü –zira bizim zamanımız<br />

hızla yaklaşıyordu– ve böylece bunlar bir dönem halk<br />

ozanlarınca çalınıp söylendi. Chaucer’ın öncelleri gibi şimdi<br />

<strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong> da şiirlerini besteliyor ve insan her an<br />

onun nasıl da verimli, kendiliğinden, tutkusunda gözüpek,<br />

nasıl da sürprizlerle dolu olduğunu farkediyor; çünkü o asla<br />

tuhaf, yapay veya savunulmaya muhtaç görünen bir şey<br />

yapmıyor. Bu şiirler bir takım hanımlar uyuşuk ellerle<br />

sayfalarını çevirsin ve az buçuk tanıdıkları yaşamın<br />

anlamsızlığına iç geçirsin diye, veya üniversite öğrencileri<br />

yanlarında gezdirip hayata atılınca bir kenara bıraksın diye<br />

masaların üzerinde, hoş baskılı kitaplarda kalmayacak; aksine,<br />

nesiller geçtikçe yoldaki yolcular, nehirdeki kürekçiler onları<br />

mırıldanacak. Âşıklar, birbirlerini beklerken onları<br />

mırıldanarak, bu Tanrı sevgisinde kendi acı tutkularının<br />

yıkanıp gençleşeceği büyülü bir girdap bulacaklar. Bu şairin<br />

yüreği hiç küçümsemeden, hiç aşağılamadan her an o<br />

insanlara doğru akar, zira o onların kendisini anlayacağını<br />

23


www.isaretatesi.com<br />

bilir, kendini onların hayat koşullarıyla doldurmuştur. Tozu<br />

göstermesin diye toprak rengi cübbe giymiş gezgin, yatağında<br />

soylu sevgilisinin çelenginden düşmüş taç yapraklar arayan<br />

genç kız, boş evinde efendisinin eve dönüşünü bekleyen<br />

hizmetkâr veya gelin – bunların hepsi Tanrı’ya geri dönen<br />

yüreğe dair imgelerdir. Çiçeklerle nehirler, öttürülen deniz<br />

kabukları, Hint temmuzunun şiddetli yağmuru, vuslatta veya<br />

ayrılıkta yüreğin halleri, bir Çin resmindeki gizemli anlamlar<br />

yüklü bir figür misali nehirdeki teknede oturmuş saz çalan<br />

adam – bunlar Tanrı’nın ta kendisidir. Son derece yabancısı<br />

olduğumuz koskoca bir halk, koskoca bir uygarlık bu<br />

imgeleme kapılmış; ancak o bizleri de derinden etkiliyor –<br />

tuhaflığından dolayı değil, aksine, sanki Rossetti’nin söğüt<br />

korusunda 2 yürümüşçesine kendi imgemizle<br />

karşılaştığımızdan, ya da belki de edebiyatta ilk kez olmak<br />

üzere, kendi sesimizi tıpkı bir rüyada olduğu gibi<br />

duyduğumuzdan.<br />

Rönesans’tan beri, Avrupalı azizlerin yazıları –onların<br />

mecazlarına ve genel düşünce yapılarına ne denli aşina olursak<br />

olalım– artık hiçbirimizi ilgilendirmiyor. En azından dünyadan<br />

vazgeçmemiz gerektiğini biliyoruz, üstelik bezginlik veya<br />

esrime anlarında gönüllü bir vazgeçişe meyletmeye de<br />

yatkınız; fakat bizler, tenin ve ruhun çığlığının bir olduğu onca<br />

şiir okumuş, onca tabloya bakmış, onca müzik dinlemişken,<br />

nasıl olup da öylesi haşin, kaba bir şekilde vazgeçebiliriz<br />

2<br />

Yazar, Dante Gabriel Rossetti’nin “Söğüt Korusu” (Willowwood) sonelerine atıf<br />

yapıyor. (ç.n.)<br />

24


www.isaretatesi.com<br />

dünyadan? İsviçre göllerinin güzelliğine takılıp kalmamak için<br />

gözlerini kapayan Aziz Bernard’la veya Vahiy Kitabı’nın 3 ateşli<br />

söylemiyle neyimiz ortak ki bizim? <strong>Rabindranath</strong> <strong>Tagore</strong>’un<br />

kitabında olduğu gibi incelik dolu sözleri yeğleriz:<br />

“Artık ayrılıyorum. Elveda kardeşlerim!<br />

Selamlıyorum hepinizi ve işte gidiyorum.<br />

Buyrun, kapımın anahtarlarını geri veriyorum –<br />

vazgeçiyorum evimin mülkiyetinden. Yalnızca son birkaç<br />

nazik söz diliyorum sizden.<br />

Komşuyduk bizler uzun zaman; verebildiğimden<br />

çoğunu aldım hem de sizden. Şimdi gün doğdu, karanlık<br />

köşemi aydınlatan lamba söndü. Bir çağrı gelmiştir bana<br />

ve ben hazırım yolculuğuma.” 4<br />

À Kempis’ten 5 veya San Juan de la Cruz’dan 6 alabildiğine<br />

uzak olan şu haykırış bizim ruh durumumuzu anlatır:<br />

“Ve bu hayatı sevdiğimdendir ki, biliyorum, ölümü de<br />

seveceğim.” 7<br />

3<br />

Yeni Ahit’in son kitabı (Apokalips). Kapalı, simgesel, şifreli ifadelerle dolu bir<br />

kıyamet anlatımıdır. (ç.n.)<br />

4<br />

<strong>Gitanjali</strong>, XCIII. (ç.n.)<br />

5<br />

Thomas à Kempis (1380-1471): Geç Ortaçağ’ın en önemli Hıristiyan<br />

mistiklerinden biri. En önemli yapıtı “İsa’nın İzinde”dir (De Imitatione Christi).<br />

(ç.n.)<br />

6<br />

San Juan de la Cruz (1542-1591): İspanyol mistik ve Katolik azizi. Karşı-<br />

Reform’un önemli bir figürüdür; İspanyol dilinin büyük ustaları arasında sayılır.<br />

(ç.n.)<br />

25


www.isaretatesi.com<br />

Ne var ki, <strong>Tagore</strong>’un kitabı yalnızca ölüme dair<br />

düşüncelerimiz üzerinden kavramıyor bizi. Bizler Tanrı’yı<br />

sevdiğimizi bilmiyorduk, O’na inandığımızı bile bilmiyorduk;<br />

ancak geriye dönüp yaşamımıza baktığımız zaman, orman<br />

patikalarında keşfe çıkışımızda, tepelerdeki ıssız yerlerden<br />

duyduğumuz hazda, âşık olduğumuz kadını öyle gizemli, boş<br />

yere arzulayışımızda bu baştan çıkarıcı hoşluğu yaratan<br />

duyguyu buluyoruz:<br />

“Sen, ey Kralım, sıradan kalabalıktan biriymişçesine,<br />

hiç farkettirmeden, davetsizce kalbime girerek, yaşamımın<br />

nice geçici ânına sonsuzluk mührünü bastın.” 8<br />

Bu, inziva hücresinin veya çilenin kutsallığı değildir<br />

artık; daha ziyade, âdeta, tozu ve güneş ışığını resmeden<br />

sanatçının müthiş yoğun ruh durumuna doğru bir yüceliştir;<br />

buna benzer bir ses için bizim, çalkantılı tarihimizde birer<br />

yabancı olarak kalmış Aziz Francis’e, William Blake’e<br />

gitmemiz gerekir.<br />

* * *<br />

Bizler tıpkı kavga ettiğimiz, para kazandığımız, kafamızı<br />

siyasetle doldurduğumuz, yani hep tatsız şeyler yaptığımız<br />

gibi, tek bir sayfası bile yazma zevki vermeyen upuzun<br />

kitaplar yazar, yalnızca genel bir çerçeveye güveniriz. Oysa<br />

Hint uygarlığının kendisi gibi Bay <strong>Tagore</strong> da ruhu<br />

keşfetmekten, onun kendiliğindenliğine teslim olmaktan<br />

7<br />

<strong>Gitanjali</strong>, XCV’ten. (ç.n.)<br />

8<br />

<strong>Gitanjali</strong>, XLIII’ten. (ç.n.)<br />

26


www.isaretatesi.com<br />

memnuniyet duyuyor. Çoğu zaman o, bizim tarzımızla<br />

yaşayan ve görünüşte dünyada daha fazla ağırlığı olanların<br />

yaşamıyla karşılaştırıyor yaşamı ve bunu yaparken de, kendisi<br />

için en iyisinin kendi yolu olduğuna eminmişçesine, daima<br />

alçak gönüllü:<br />

“Evlerine gidenler bana bakıp gülüyorlar, beni<br />

utandırıyorlar. Dilenci bir kız gibi oturuyorum, çarşafımı<br />

başıma geçiriyorum; bana ne istediğimi sorarlarsa<br />

gözlerimi aşağı çevirip susuyorum.” 9<br />

Ve bazen, yaşamının eskiden nasıl bambaşka olduğunu<br />

hatırlayıp şöyle diyor:<br />

“İyi ile kötünün çekişmesiyle geçirmiştim nice<br />

saatleri, fakat şimdi aylak günlerimin oyun arkadaşı<br />

kalbimi cezbetmekten keyif duyuyor. Bilmiyorum nedendir<br />

bu apansız çağrı, hangi amaçsız tesadüfe doğru…” 10<br />

Edebiyatta eşi bulunmayan bir masumiyet ve yalınlık,<br />

kuşları ve yaprakları çocuklar için nasılsalar öyle yakın<br />

gösteriyor ona; mevsimlerin değişmesi, düşüncelerimiz o<br />

mevsimlerle aramıza girmeden önce bir zamanlar nasıl büyük<br />

olaylarsa, onun için gene öyle. Bazen onun bunu Bengal<br />

edebiyatından veya dinden mi aldığını merak ediyorum,<br />

bazense ağabeyinin ellerine konan kuşları hatırlayarak, bu<br />

9<br />

<strong>Gitanjali</strong>, XLI’den. (ç.n.)<br />

10<br />

<strong>Gitanjali</strong>, LXXXIX’dan. (ç.n.)<br />

27


www.isaretatesi.com<br />

özelliğin aileden gelen, Tristan veya Pellinore’un 11 asaleti gibi<br />

yüzyıllar içinde şekillenmiş bir gizem olduğunu düşünmekten<br />

zevk alıyorum. Hakikaten o, çocuklardan söz ettiğinde onlarla<br />

öyle iç içe görünüyor ki, insan onun çocuklardan mı, yoksa<br />

ermişlerden mi söz ettiğine emin olamıyor:<br />

“Kumdan evler kurar onlar, boş deniz kabuklarıyla<br />

oynarlar. Kurumuş yapraklardan yaparlar gemilerini,<br />

gülümseyerek yüzdürürler onları engin denizde. Çocuklar<br />

oyunlarını oynar dünyaların sahilinde.<br />

Yüzmeyi bilmezler, denize ağ atmasını bilmezler. İnci<br />

avcıları suya dalar, tacirler gemileriyle açılır; o sırada<br />

çocuklar çakıl taşlarını bir toplar, bir saçar. Gizli hazineler<br />

aramaz onlar, ağ atmasını bilmezler.” 12<br />

<strong>Gitanjali</strong>’nin İngilizce ilk baskısı<br />

için W. B. Yeats tarafından<br />

ressam William Rothenstein’e<br />

hitaben yazılmış giriş yazısı, 1912<br />

11<br />

Tristan de Bois ve Sir Pellinore: Kral Arthur efsanelerinde geçen karakterler.<br />

(ç.n.)<br />

12<br />

<strong>Gitanjali</strong>, LX’tan. (ç.n.)<br />

28


www.isaretatesi.com<br />

GİTANJALİ<br />

29


www.isaretatesi.com<br />

30


www.isaretatesi.com<br />

I.<br />

Sen beni sonsuz kıldın, böyledir zevkin. Bu kırılgan kabı<br />

boşaltır durursun, daima taze yaşamla doldurursun.<br />

Bu küçük kavalı dere tepe dolaştırdın sen, ondan<br />

ebediyen yeni ezgiler üfledin.<br />

Ölümsüz dokunuşunla kalbim neşeyle taşar<br />

sınırlarından, tarifsiz sesler çıkarır.<br />

Senin bitip tükenmeyen armağanların bana sadece bu<br />

küçücük ellerimle gelir. Çağlar geçer ve sen yağdırır da<br />

yağdırırsın, gene de ellerimde her zaman yer vardır.<br />

31


www.isaretatesi.com<br />

II.<br />

Sen şarkı söylememi buyurduğun zaman yüreğim<br />

gururla kabarır; yüzüne bakarım, gözlerim dolar.<br />

Yaşamımda kaba ve ahenksiz ne varsa eriyip hoş bir<br />

ezgiye dönüşür – ve denizi aşan kıvançlı bir kuş gibi<br />

kanatlarını açar tapınışım.<br />

Bilirim ki sen benim şarkı söylememden zevk duyarsın.<br />

Bilirim ki senin huzuruna ben yalnızca bir şarkıcı olarak<br />

gelebilirim.<br />

Şarkımın genişçe açılan kanadının ucuyla, ulaşmayı asla<br />

ummadığım ayağına temas ederim.<br />

Şarkı söylemenin neşesiyle kendimden geçer, Efendim<br />

olan sana arkadaşım diye seslenirim.<br />

32


www.isaretatesi.com<br />

III.<br />

Senin nasıl şarkı söylediğini bilmem, ey Sahibim! Daima<br />

suskun bir hayranlıkla dinlerim.<br />

Senin müziğinin ışığı aydınlatır dünyayı. Göklerden<br />

göklere koşar senin müziğinin yaşam soluğu. Senin müziğinin<br />

kutsal seli tüm kayalık engelleri yıkıp geçer, akar gider.<br />

Kalbim şarkına katılmaya can atar, fakat boş yere çırpınır<br />

bir ses verebilmek için. Konuşurum, fakat şarkıya dönüşmez<br />

sözlerim; hayretle bağırırım. Ah Sahibim, sen müziğinin<br />

sonsuz örgüleri arasında yüreğimi tutsak ettin benim!<br />

33


www.isaretatesi.com<br />

IV.<br />

Ey ruhuma can veren! Senin hayat dolu dokunuşunun<br />

tüm uzuvlarımda olduğunu bilerek, bedenimi hep saf tutmaya<br />

çalışacağım.<br />

Zihnimde aklın ışığını tutuşturan hakikatin sen olduğunu<br />

bilerek, düşüncelerimden hakikat olmayan her şeyi uzak<br />

tutmaya çalışacağım.<br />

Senin yerinin kalbimin en iç mabedinde olduğunu<br />

bilerek, her türlü kötülüğü kalbimden kovacağım ve hep<br />

çiçeklenecek sevgim.<br />

Bana eylem gücü veren kudretin sen olduğunu bilerek,<br />

tüm eylemlerimde seni ortaya koymaya çabalayacağım.<br />

34


www.isaretatesi.com<br />

V.<br />

İzin ver, bir müddet yanında oturayım. Elimdeki işleri<br />

sonra bitirebilirim.<br />

Yüzünün suretinden uzakken kalbim ne durmak bilir ne<br />

de dinlenmek; uçsuz bucaksız bir didinme denizinde sonsuz<br />

bir didinmeye dönüşür işlerim.<br />

Bugün, iç çekişleri ve mırıltılarıyla yaz gelmiş pencereme;<br />

arılar, çiçeklenen koruluğun sarayında gezgin ozanlar misali<br />

şarkılarını sunuyorlar.<br />

Şimdi, seninle yüz yüze sessizce oturmanın; bu suskun,<br />

coşkulu aylaklığın ortasında yaşama adanmışlığın şarkısını<br />

söylemenin zamanıdır.<br />

35


www.isaretatesi.com<br />

VI.<br />

Bu küçük çiçeği kopar, al, geç kalma! Boynunu büküp<br />

toprağa düşer diye korkuyorum.<br />

Çelenginde kendine bir yer bulamaz belki, ama elinin<br />

acıtan bir dokunuşuyla kopar, onurlandır onu. Ben farkına<br />

varmadan gün biter ve adak vakti geçer diye korkuyorum.<br />

Rengi soluk, kokusu belli belirsizse de, ayinine kat bu<br />

çiçeği – kopar onu henüz vakit varken.<br />

36


www.isaretatesi.com<br />

VII.<br />

Şarkım süslerini attı üzerinden. Gururlandırmaz onu<br />

elbiseler, takılar. Süsler zarar verir ikimizin birliğine; seninle<br />

benim aramıza girerler, şıngırtılarıyla senin fısıltını boğarlar.<br />

Şairimin kibri senin görünüşün karşısında utançla solar.<br />

Ey en yüce şair, ayağının dibine oturmuşum! Yalnızca izin ver,<br />

sade ve düzgün kılayım yaşamımı, senin müziğinle<br />

dolduracağın bir kaval misali…<br />

37


www.isaretatesi.com<br />

VIII.<br />

Prens cübbesi giymiş, boynunu mücevherli zincirlerin<br />

sardığı çocuk, tüm oyun zevkini yitirir. Giydikleri köstek olur<br />

ona her adımında.<br />

Kıyafeti yıpranır veya toza bulanır diye geri durur<br />

dünyadan, hatta korkar kımıldamaya bile.<br />

Anne! Eğer senin şıklığının boyunduruğu çocuğu yerin<br />

esenlik dolu tozundan uzak tutuyorsa ve ondan sıradan insan<br />

yaşamının büyük şenliğine katılma hakkını çalıyorsa, bir<br />

kazanç değildir bu.<br />

38


www.isaretatesi.com<br />

IX.<br />

Ey kendi omuzlarında kendini taşımaya çalışan ahmak!<br />

Ey kendi kapısında dilenen dilenci!<br />

Tüm yükünü ona, hepsini ellerinde taşıyabilecek olana<br />

bırak ve ardına dönüp bakma.<br />

Sendeki istek, nefesiyle anında söndürüyor lambayı.<br />

Şeytanidir o; armağanlarını onun kirli ellerinden alma. Kutsal<br />

aşkın sunduklarını kabul et yalnızca.<br />

39


www.isaretatesi.com<br />

X.<br />

Buradadır senin ayak iskemlen, burada dinlenir senin<br />

ayakların – en yoksul, düşkün ve yenik olanların yaşadığı<br />

yerde.<br />

Önünde eğildiğimde, senin ayaklarının en yoksul,<br />

düşkün ve yenik olanların arasında dinlendiği o derinliğe<br />

ulaşamaz boyun eğişim.<br />

Gurur asla yaklaşamaz senin mütevazı bir giyimle en<br />

yoksul, düşkün ve yenik olanların arasında yürüdüğün o yere.<br />

Yüreğim senin en yoksul, düşkün ve yenik olanların<br />

arasında yoldaşsızlara yoldaş olduğun yere giden yolu<br />

bulamaz.<br />

40


www.isaretatesi.com<br />

XI.<br />

Bırak bu mırıltıları, teraneleri, bu dua okuyup tespih<br />

çekmeleri! Kapalı kapılar ardında, tapınağın bu ıssız, karanlık<br />

köşesinde kime taparsın? Gözlerini aç ve gör, Tanrın karşında<br />

değil!<br />

O, orada, çiftçinin toprağı sürdüğü, yol işçisinin taş<br />

kırdığı yerdedir. Güneşte ve sağanak yağmurda onlarladır O;<br />

tozlara bulanmıştır elbisesi. Sen de ayin cübbeni üzerinden<br />

çıkar ve Onun gibi aşağı, tozlu toprağa gel!<br />

Kurtuluş mu? Nerededir bu kurtuluş? Yaratılışın<br />

bağlarını sevinçle üzerine almıştır Efendimiz; sonsuza dek<br />

bağlıdır O bize.<br />

Çık bu ayinden; bir kenara bırak çiçeklerini, tütsülerini!<br />

Giysilerin lekelenip paralansa ne olur? Kavuş Ona; emeğinle,<br />

alnının teriyle kal Onun yanında.<br />

41


www.isaretatesi.com<br />

XII.<br />

Pek uzun sürer benim yolculuğum ve çoktur gidilecek<br />

yolum.<br />

İlk ışık huzmesinin arabası üzerinde beliriverdim, yaban<br />

âlemler arasından tuttum yolumu, nice yıldızda ve gezegende<br />

iz bıraktım.<br />

Kişi en uzak rotayı izlerken en çok yaklaşır kendine; bir<br />

ezginin kusursuz sadeliğine götüren terbiyedir en karmaşık<br />

olan.<br />

Yolcu her yabancı kapıyı çalmalı ki kendi kapısına<br />

gelebilsin. Tüm dış âlemleri gezdikten sonra nihayet en içteki<br />

mabede ulaşabilir insan.<br />

Bakışlarım alabildiğine uzaklara kaymıştı ki, gözlerimi<br />

kapadım, “Buradasın sen!” dedim.<br />

“Ah, nerede?” feryadı eriyip binlerce nehrin gözyaşlarına<br />

karıştı ve “Benim!” diyebilmenin güveniyle sellere boğdu<br />

dünyayı.<br />

42


www.isaretatesi.com<br />

XIII.<br />

Söylemek için geldiğim şarkıyı hâlâ söylemedim.<br />

Günlerim çalgımın tellerini takıp çıkarmakla geçti.<br />

Ölçü tutmadı henüz, sözler oturmadı, kalbimde yalnızca<br />

arzunun sancısı.<br />

Daha açmadı çiçek; rüzgâr iç çekiyor bir tek.<br />

Görmedim Onun yüzünü hâlâ, duymadım sesini;<br />

yalnızca evimin önündeki yoldan Onun nazik ayak seslerini<br />

işittim.<br />

Tüm günüm Ona oturacağı yeri hazırlamakla geçti; fakat<br />

lambamın ışığı yanmadı henüz ve ben Onu evime çağıramam.<br />

Onunla buluşmanın umuduyla yaşıyorum ben; ama bu<br />

buluşma henüz olmayacak.<br />

43


www.isaretatesi.com<br />

XIV.<br />

Arzularım pek çoktur ve haykırışım içler acısıdır, ama<br />

sen sert reddedişlerinle korursun beni daima. Senin bu katı<br />

merhametin yaşamıma işlenmiştir baştan başa.<br />

Sen beni günden güne, karşılıksız bahşettiğin basit ve<br />

harikulade hediyelerine, bu gökyüzüne ve ışığa, bu bedene,<br />

yaşama ve zihne layık hale getiriyorsun, taşkın arzunun<br />

tehlikelerinden koruyorsun.<br />

Tembelce oyalandığım veya uyanır uyanmaz amacımın<br />

peşine düştüğüm zamanlar vardır, fakat sen nasıl da zalimce<br />

saklarsın kendini benden.<br />

Beni sık sık reddediyor, böylece günden güne, senin<br />

tarafından tam bir kabule layık hale getiriyorsun; zayıf, belirsiz<br />

arzunun tehlikelerinden koruyorsun.<br />

44


www.isaretatesi.com<br />

XV.<br />

Sana şarkılar söylemek için buradayım ben. Senin kabul<br />

salonunda bir köşede bana da yer vardır.<br />

Senin dünyanda yapacak bir işim yoktur benim; bu<br />

yararsız yaşamımla ancak amaçsız ezgiler söyleyebilirim.<br />

Saat geceyarısının karanlık mabedinde sana sessizce<br />

tapınışın saatini vurduğunda, emret Sahibim, şarkı söylemek<br />

için karşında yerimi alayım.<br />

Sabahleyin altın arp ahenk bulduğunda, huzuruna<br />

gelmemi buyur, onurlandır beni…<br />

45


www.isaretatesi.com<br />

XVI.<br />

Bu dünyanın bayramına beni de çağırdılar, böylece<br />

kutsandı yaşamım. Gözlerim gördü, kulaklarım işitti.<br />

Bu şölende bana düşen sazımı çalmaktı ve elimden<br />

gelenin en iyisini yaptım.<br />

Şimdi, soruyorum; zaman gelmiş midir artık içeri<br />

girebilmem, yüzünü görebilmem ve sana sessiz selamımı<br />

sunabilmem için?<br />

46


www.isaretatesi.com<br />

XVII.<br />

Sonunda kendimi onun ellerine teslim etmek için<br />

yalnızca aşkı bekliyorum ben. Bu yüzdendir ki, vakit şimdi bu<br />

kadar geç olmuş ve ihmalkârlıkla suçlanıyorum.<br />

Onlar kanun ve kurallarıyla elimi kolumu bağlamaya<br />

gelirler, fakat ben hep savuştururum onları; zira sonunda<br />

kendimi onun ellerine teslim etmek için yalnızca aşkı<br />

bekliyorum ben.<br />

İnsanlar ayıplar beni, umursamaz derler bana;<br />

suçlamalarında haklı olduklarına şüphem yok.<br />

Pazarda alışveriş bitmiş, herkes işini tamamlamış. Beni<br />

boş yere çağırmaya gelenler öfkelenerek geri gittiler. Sonunda<br />

kendimi onun ellerine teslim etmek için yalnızca aşkı<br />

bekliyorum ben.<br />

47


www.isaretatesi.com<br />

XVIII.<br />

Bulut üstüne bulut yığılıyor, hava kararıyor. Ah<br />

sevdiğim, neden bir başıma kapının dışında bekletiyorsun<br />

beni?<br />

Öğle mesaisinin en yoğun anlarında hep<br />

kalabalıklayımdır ben; fakat bu ıssız, karanlık günde tek<br />

umduğum sensin.<br />

Sen bana yüzünü göstermez ve beni hiçe sayarsan,<br />

bilmiyorum bu uzun, yağmurlu saatler nasıl geçer.<br />

Göğün uzak kasvetine gözümü dikmiş, bakıyorum;<br />

kalbim dinmek bilmeyen rüzgârla inleye inleye geziniyor bir<br />

oraya bir buraya.<br />

48


www.isaretatesi.com<br />

XIX.<br />

Eğer sen konuşmazsan, ben kalbimi senin sessizliğinle<br />

dolduracak, buna katlanacağım. Kıpırtısız duracak ve<br />

bekleyeceğim, gecenin başını sabırla öne eğdiği ve yıldızlarla<br />

nöbet tuttuğu gibi.<br />

Sabah elbet gelecek, karanlık kaybolacak; senin sesin<br />

göklerden altın sağanaklar halinde yağacak.<br />

O zaman benim bütün kuş yuvalarımdan, şarkılarla,<br />

senin sözlerin kanatlanacak; tüm ağaç koruluklarımdan<br />

ezgilerin çiçek çiçek fışkıracak.<br />

49


www.isaretatesi.com<br />

XX.<br />

Ah, lotus çiçek açtığı gün aklım başka yerdeydi, bunu<br />

bilemedim. Sepetim boştu ve ihmal edildi çiçek.<br />

Ara sıra hüzün çöküyordu üzerime, uyandım düşümden,<br />

güney rüzgârında tuhaf bir rayihanın hoş izini buldum.<br />

Bu belirsiz hoşluk, özlemle sızlattı kalbimi; bana kemâlini<br />

arayan yazın hevesli soluğu gibi geldi.<br />

O zaman bilemedim bana nasıl da yakınmış o, benimmiş;<br />

bu mükemmel hoşluk kalbimin derinlerinde çiçek açmış…<br />

50


www.isaretatesi.com<br />

XXI.<br />

Kayığımı çözüp açılmalıyım. Sahilde geçip gidiyor<br />

durgun saatler, eyvah!<br />

Çiçek zamanı geride kaldı, bahar geçti. Şimdi, solup<br />

gitmiş bir yığın nafile çiçekle, duruyor, bekliyorum.<br />

Dalgalar bir yaygaradır koparıyor; kıyının yukarısında,<br />

gölgeli yolda, sararmış yapraklar çırpınarak düşüyor.<br />

Ne diye gözünü boşluğa diktin böyle? Karşı kıyıdan<br />

sürüklenip gelen uzak şarkının ezgileriyle bir ürperti geçiyor<br />

havadan, duymuyor musun?<br />

51


www.isaretatesi.com<br />

XXII.<br />

Yağmurlu temmuzun derin gölgelerinde gizli adımlarla<br />

yürüyorsun sen, gece gibi sessiz, tüm gözcüleri atlatarak.<br />

Bugün gözlerini yummuş sabah, gürültülü doğu<br />

rüzgârının ısrarlı çağrılarına aldırış etmiyor; kalın bir örtü<br />

çekilmiş o her daim uyanık mavi göklerin üzerine.<br />

Ormanlar susturmuş şarkılarını; kapılar kapanmış bütün<br />

evlerde. Bu ıssız sokakta tek yolcusun sen. Ah, benim biricik<br />

arkadaşım, sen en çok sevdiğim, benim evimin kapıları açıktır<br />

– ne olur bir düş gibi geçip gitme…<br />

52


www.isaretatesi.com<br />

XXIII.<br />

Bu fırtınalı gecede yurdundan uzak, aşk yolculuğunda<br />

mısın dostum? Istırap çeken biri gibi inliyor gökyüzü.<br />

Bu gece hiç uykum yok. Ah dostum, kapıyı açıp açıp<br />

karanlığa doğru bakıyorum…<br />

İleride hiçbir şey göremiyorum. Merak ediyorum, nerede<br />

uzanıyor senin yolun?<br />

Mürekkep karası nehrin hangi loş kıyısından, çatık kaşlı<br />

ormanın hangi ırak köşesinden, koyu karanlığın hangi<br />

dolambaçlı derinliğinden örüyorsun sen bana doğru gelen<br />

yolu, dostum?<br />

53


www.isaretatesi.com<br />

XXIV.<br />

Eğer sona ermişse gün, artık ötmüyorsa kuşlar, bitkin<br />

düşmüşse rüzgâr, o zaman üzerime karanlığın kalın örtüsünü<br />

çek benim – nasıl ki uykunun çarşaflarıyla dünyayı sararsan<br />

sen; ve gün batarken, nazikçe, boynunu büken lotusun taç<br />

yapraklarını kapatırsan.<br />

Eğer yolcunun azık torbası yarı yolda boşalmışsa,<br />

kıyafetleri yırtılıp tozlara batmışsa onun, tükenmişse eğer<br />

gücü, uzaklaştır ondan utancı ve fukaralığı, hayat ver ona –<br />

senin şefkatli gecenin örtüsü altındaki bir çiçek misali.<br />

54


www.isaretatesi.com<br />

XXV.<br />

Bitkinlik gecesinde, lütfet, kendimi sana emanet ederek,<br />

çabalamaksızın uykuya yenik düşebileyim.<br />

Hükmet bana; takatsiz ruhumu sana tapınma yolunda<br />

zayıf bir hazırlığa zorlamayayım.<br />

Sensin günün yorgun gözlerine gecenin örtüsünü çeken,<br />

böylece onun görüşünü taptaze bir uyanışın sevinciyle<br />

yenileyen…<br />

55


www.isaretatesi.com<br />

XXVI.<br />

O geldi ve yanıma oturdu, fakat ben uyanmadım. Ne<br />

uğursuz bir uykuydu bu, yazıklar olsun bana!<br />

Geldiğinde sakindi gece, arpı elindeydi; onun ezgileriyle<br />

çınladı düşlerim.<br />

Ah, nedendir, hep böyle yitip gider benim gecelerim? Ah,<br />

neden hep onu görme fırsatını kaçırırım ben – onun nefesidir<br />

ki, uykumda değer bana?<br />

56


www.isaretatesi.com<br />

XXVII.<br />

Işık, ah, nerede ışık? Arzunun yanan ateşiyle tutuştur<br />

onu!<br />

Lamba var, ama bir alev pırıltısı yok – senin kaderin bu<br />

mudur yüreğim? Ah, ölmek çok daha hayırlı olurdu senin<br />

için!<br />

Istırap çalıyor kapını; sana getirdiği haber, efendinin<br />

uyanık olduğudur, gecenin karanlığından aşk buluşmasına<br />

çağırıyor seni.<br />

Bulutlar kaplamış göğü, dinmiyor yağmur. Bilmiyorum<br />

nedir içimde kaynayıp duran – mânâsı nedir, bilmiyorum.<br />

Bir anlık şimşek aydınlığı daha da derin bir karanlık<br />

indiriyor gözlerime; kalbim, el yordamıyla, gecenin müziğinin<br />

beni çağırdığı yere götüren yolu arıyor.<br />

Işık, ah, nerede ışık? Arzunun yanan ateşiyle tutuştur<br />

onu! Gök gürlüyor ve rüzgâr çığlık çığlığa akın ediyor boşluğa.<br />

Gece kara bir taş gibi simsiyahtır. Saatler karanlıkta geçsin<br />

istemiyorum. Yaşamınla tutuştur aşkın lambasını, can ver<br />

ona…<br />

57


www.isaretatesi.com<br />

XXVIII.<br />

Ayağıma pranga vurulmuş, ama onu koparmaya<br />

kalksam yüreğim sancır.<br />

Özgürlüktür tek istediğim, ama bunu dilemeye utanırım.<br />

Eminim ki sendedir paha biçilmez zenginlikler ve sensin<br />

en iyi arkadaşım; ama odamı dolduran süsleri atmaya yüreğim<br />

elvermez.<br />

Beni örten kefen bir toz ve ölüm kefenidir; nefret ederim<br />

ondan, gene de sevgiyle sarılırım ona.<br />

Borçlarım büyüktür, başarısızlıklarım dağlar kadar,<br />

utancımsa gizli ve ağır. Ama senden iyilik dilemeye geldiğim<br />

zaman, duam kabul olacak diye ödüm kopar.<br />

58


www.isaretatesi.com<br />

XXIX.<br />

İsmimin içine kapattığım kişi, bu zindanda gözyaşı<br />

döküyor. Ben hep bu duvarı çepeçevre yükseltmekle<br />

meşgulüm – ve bu duvar günbegün göğe doğru yükseldikçe,<br />

hakiki benliğim onun karanlık gölgesinde gözden kayboluyor.<br />

Bu devasa duvarla gururlanıyor, üzerinde en ufak bir<br />

gedik kalmasın diye onu toprakla, kumla sıvıyorum. Ve<br />

gösterdiğim tüm özenin karşılığında hakiki benliğim gözden<br />

kayboluyor.<br />

59


www.isaretatesi.com<br />

XXX.<br />

Buluşma yerine gitmek için bir başıma yola çıktım. Fakat<br />

sessiz karanlıkta kimdir beni takip eden?<br />

Varlığından kurtulmak için kenara çekiliyorum, ama<br />

ondan kaçamıyorum.<br />

Çalımlı yürüyüşüyle yerden tozlar kaldırıyor o;<br />

ağzımdan çıkan her söze kendi yüksek sesini katıyor.<br />

Ey Sahibim, o benim küçücük benliğimdir, utanmak<br />

nedir bilmez. Fakat ben onun eşliğinde senin kapına gelmeye<br />

utanırım.<br />

60


www.isaretatesi.com<br />

XXXI.<br />

Mahpus, anlat bana, kimdi seni hapseden?<br />

“Efendimdi,” dedi mahpus. “Zenginlik ve güçte herkesi<br />

geçebileceğimi düşündüm, hükümdarımın olan parayı kendi<br />

hazine dairemde yığdım. Uyku bastırdı, efendim için olan<br />

yatağa uzandım. Uyanınca bir de baktım ki kendi hazine<br />

dairemde mahpus olmuşum.”<br />

Mahpus, anlat bana, kimdi bu kırılmaz zinciri işleyen?<br />

“Bendim,” dedi mahpus. “Bendim bu zinciri büyük bir<br />

özenle döverek şekillendiren. Yenilmez gücümün dünyayı<br />

tutsak edeceğini ve beni sınırsız bir özgürlüğe salacağını<br />

düşündüm. Böylece zincirin başında devasa ateşlerle ve sert,<br />

acımasız darbelerle gece gündüz çalıştım. Nihayet iş<br />

tamamlanıp halkalar kopmaz bir şekilde uç uca eklenmiş<br />

olduğunda, bir de baktım ki zincirle sıkı sıkıya sarılmışım.”<br />

61


www.isaretatesi.com<br />

XXXII.<br />

Bu dünyada beni sevenler beni her halükârda ellerinde<br />

tutmaya uğraşırlar. Fakat senin onlardan daha yüce olan<br />

sevginle her şey bambaşkadır, sen serbest bırakırsın.<br />

Onları unuturum diye beni yalnız bırakmayı göze<br />

alamazlar. Fakat günler geçer ve sen ortalarda görünmezsin.<br />

Dualarımda adını anmasam bile, seni kalbimde<br />

saklamasam bile, senin bana olan sevgin sevgimi bekler.<br />

62


www.isaretatesi.com<br />

XXXIII.<br />

Gündüz evime geldiler ve “Biz sadece en küçük odayı<br />

istiyoruz,” dediler.<br />

Sonra, “Tanrına tapınışında sana yardımcı olacağız ve<br />

Onun inayetinden payımıza düşeni tevazuyla alacağız,”<br />

dediler. Bir köşede sessizce yerlerini aldılar, uysalca oturdular.<br />

Fakat gecenin karanlığında onların kutsal mabedime<br />

daldıklarını gördüm; güçlü ve zaptedilmezdiler, Tanrı’nın<br />

sunağındaki adakları şeytani bir açgözlülükle kapıp<br />

götürdüler.<br />

63


www.isaretatesi.com<br />

XXXIV.<br />

Benden geriye o kadar azım kalsın ki sana her şeyim<br />

diyebileyim.<br />

İrademden geriye o kadar azı kalsın ki her yanda seni<br />

duyabileyim, her şeyde sana gelip her an sevgimi sunabileyim.<br />

Benden geriye o kadar azım kalsın ki seni asla<br />

örtmeyeyim.<br />

Zincirlerimden geriye o kadar azı kalsın ki sadece senin<br />

iradene tâbi olayım, senin gayeni yerine getirsin yaşamım –<br />

senin aşkının zincirine bağlı olayım…<br />

64


www.isaretatesi.com<br />

XXXV.<br />

Zihnin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu; bilginin<br />

özgür olduğu; dünyanın daracık iç duvarlarla kısım kısım<br />

ayrılmadığı; sözcüklerin hakikatin derinliğinden doğduğu;<br />

sonu gelmez çabanın kollarını yetkinliğe doğru uzattığı; aklın<br />

berrak akışının, ölü alışkanlıkların yavan çölüne doğru yolunu<br />

şaşırmadığı; ve zihnin senin tarafından, sürekli genişleyen<br />

düşünce ve eyleme sevk edildiği bir diyarda – işte öyle bir<br />

özgürlük cennetine, ey Tanrım, uyandır benim ülkemi…<br />

65


www.isaretatesi.com<br />

XXXVI.<br />

Senden duam şudur, Sahibim – vur, vur kalbimdeki<br />

sefaletin köküne!<br />

Güç ver bana; sevincimi de, kederimi de tevazuyla<br />

yaşayayım.<br />

Güç ver bana; ibadette semereli olsun sevgim.<br />

Güç ver bana; kibirli kudretin önünde diz çökmeyeyim,<br />

düşkünü reddetmeyeyim.<br />

Güç ver bana; fikrimi günün hayhuyundan yukarıda<br />

tutayım.<br />

Ve güç ver bana – tüm gücümü senin iradene aşkla<br />

bırakayım.<br />

66


www.isaretatesi.com<br />

XXXVII.<br />

Gücüm tükenmiş, yolculuğumun sona erdiğini<br />

düşünmüştüm – yolumun kapalı olduğunu, azığımın bittiğini,<br />

sessiz bir karanlığa sığınma zamanının geldiğini…<br />

Ama görüyorum ki bende sonu yoktur senin<br />

buyruğunun. Ağızda eski sözcükler ölürken yeni ezgiler<br />

fışkırıyor yürekten; eski yolların kaybolduğu yerde harikalarla<br />

dolu yeni bir diyar beliriyor yeniden…<br />

67


www.isaretatesi.com<br />

XXXVIII.<br />

Seni, yalnız seni istediğimi tekrar edip dursun kalbim.<br />

Gece gündüz aklımı çelen bütün arzular boş ve sahtedir.<br />

Gecenin, karanlığı içinde bir ışık talebi saklaması gibi,<br />

benim de bilinçsizliğimin en derinlerinde “Seni, yalnız seni<br />

istiyorum” haykırışı çınlar.<br />

Fırtınanın, bütün şiddetiyle sükûneti dövüp duruyorken<br />

bile sükûnette son bulmayı araması gibi, senin sevgini dövüp<br />

duruyor benim de isyanım, gene de tek bir şey haykırıyorum:<br />

“Seni, yalnız seni istiyorum.”<br />

68


www.isaretatesi.com<br />

XXXIX.<br />

Yürek kavrulup kaskatı olduğu zaman, üzerime bir<br />

merhamet sağanağıyla gel!<br />

Tadı kalmayınca yaşamın, fışkıran bir şarkıyla gel!<br />

Hummalı bir mesainin patırtısı kabarıp dört bir yanımı<br />

sardığı zaman, ah Sükûtun Efendisi, huzuru ve rahatı<br />

taşıyarak gel!<br />

Kalbim bir köşede dilenci gibi sinip kaldığı zaman, ey<br />

Hükümdarım, kapıları ardına dek aç ve şahane bir törenle gel!<br />

Yanılsamanın tozu dumanıyla zihnimi körleştirdiğinde<br />

istek, sen ey en kutsal, en uyanık olan, parıltınla ve<br />

gümbürdemenle gel!<br />

69


www.isaretatesi.com<br />

XL.<br />

Tanrım, günlerdir yağmur yok şu çorak kalbimde. Ufuk<br />

bomboş, çırılçıplak – ne hafif bir bulutun incecik örtüsü var, ne<br />

de uzaktaki serin bir sağanaktan en ufak bir işaret.<br />

Ölümle kapkara, öfke dolu fırtınanı gönder, eğer buysa<br />

dilediğin – şimşeğinin kırbacıyla irkilt göğü baştan başa!<br />

Fakat ey Sahibim, her yanı kaplayan, yüreği berbat bir<br />

umutsuzlukla kavuran bu sessiz, bu kıpırtısız, keskin ve zalim<br />

hararetten kurtar beni…<br />

Lütfet, yükseklerden insin rahmet bulutu – babanın<br />

gazap gününde annenin gözü yaşlı bakışı misali.<br />

70


www.isaretatesi.com<br />

XLI.<br />

Ah sevgilim, bütün hepsinin ardında, nerede<br />

duruyorsun, gölgelerde gizlenerek? İnsanlar itip geçiyorlar<br />

seni tozlu yolda, hiçe sayıyorlar. Bense uğruna adaklar<br />

sunarak bekliyor, saatlerimi yorgun geçiriyorum burada; gelip<br />

geçenler çiçeklerimi bir bir alıp götürüyor, boşalıyor sepetim.<br />

Sabah de geçti, öğle de. Akşamın loşluğunda gözlerim<br />

uykulu. Evlerine gidenler bana bakıp gülüyorlar, beni<br />

utandırıyorlar. Dilenci bir kız gibi oturuyorum, çarşafımı<br />

başıma geçiriyorum; bana ne istediğimi sorarlarsa gözlerimi<br />

aşağı çevirip susuyorum.<br />

Ah, onlara beklediğimin sen olduğunu, geleceğine dair<br />

söz verdiğini nasıl söyleyebilirim? Utana sıkıla, bu<br />

yoksulluğun benim çeyizim olduğunu onlara nasıl<br />

anlatabilirim? Ah, kalbimin en gizli yerinde tutunmuşum ben<br />

bu gurura…<br />

Çimenlerde oturarak göğü seyrediyorum, senin aniden<br />

görkemle gelişini hayal ediyorum: Parlıyor bütün ışıklar,<br />

araban üzerinde uçuşuyor altın flamalar, şaşkınlıktan ağzı açık<br />

kalmış olanlar orada, yolun kenarında duruyorlar – ve sen<br />

tahtından iniyorsun, beni tozlu yerden kaldırıyorsun, hicap ve<br />

71


www.isaretatesi.com<br />

kıvanç içinde yaz meltemindeki bir sarmaşık misali titreyen bu<br />

pejmürde dilenci kızı yanına alıyorsun…<br />

Fakat zaman akıp gidiyor ve hâlâ duyulmuyor arabanın<br />

tekerlek sesleri. Debdebeli bir gürültüyle, bağrışlarla ve<br />

coşkuyla bir tören alayıdır gidiyor. Yoksa hepsinin ardında,<br />

gölgede sessizce duruyor musun sen? Yoksa, bekleyerek ve<br />

gözyaşı dökerek, beyhude bir hasretle kendimi harap mı<br />

ediyorum ben?<br />

72


www.isaretatesi.com<br />

XLII.<br />

Sabah erkenden bana fısıldandı ki, sen ve ben, yalnızca<br />

ikimiz, bir tekneyle açılacağız ve menzili ya da amacı olmayan<br />

bu hac yolculuğumuzu kimseler bilmeyecek.<br />

O sahili olmayan ummanda, senin sessizce dinleyen<br />

tebessümünle, benim şarkılarım ezgiler halinde kabarır –<br />

dalgalar gibi özgür, sözcüklerin tüm bağlarından bağımsız.<br />

Vakit gelmedi mi henüz? Yapacak işler mi var daha? İşte,<br />

sahile akşam çöküyor; havada ışık azalırken, yuvalarına geri<br />

dönüyor deniz kuşları.<br />

Kim bilir zincir ne zaman çözülecek ve teknem<br />

günbatımının son pırıltısı misali gece karanlığında<br />

kaybolacak…<br />

73


www.isaretatesi.com<br />

XLIII.<br />

Kendimi sana hazır tutmadığım bir gündü; ve sen, ey<br />

Kralım, sıradan halktan biri gibi, hiç fark ettirmeden,<br />

davetsizce kalbime girerek, yaşamımın nice geçici ânına<br />

sonsuzluk mührünü bastın.<br />

Ve ben, bugün tesadüfen o anları aydınlatıp senin<br />

mührünü gördüğümde, farkediyorum ki, onlar unutulmuş<br />

önemsiz günlerimin sevinç ve kederlerinin hatırasına karışmış<br />

halde, tozlara saçılıymışlar bunca zaman.<br />

Sen tozlar arasındaki çocukça oyunumu hor görerek<br />

benden yüz çevirmedin – oyun odamda duyduğum o ayak<br />

sesleri aynısıdır senin yıldızdan yıldıza yankılanan ayak<br />

seslerinin.<br />

74


www.isaretatesi.com<br />

XLIV.<br />

Budur benim eğlencem – burada, gölgenin ışığı<br />

kovaladığı ve yazın hemen ardından yağmurun geldiği yol<br />

kenarında böylece durmak, seyretmek.<br />

Bilinmeyen göklerden haber taşıyan ulaklar beni<br />

selamlıyorlar ve hızla uzaklaşıyorlar. Kalbim içten içe<br />

hoşnuttur; esip geçen meltemin nefesi pek tatlıdır.<br />

Seher vaktinden akşam karanlığına kadar, burada,<br />

kapımın önünde oturuyorum ve biliyorum ki, birdenbire onu<br />

göreceğim o mutlu an gelecek.<br />

Gülümsüyorum ve bir başıma şarkı söylüyorum. Derken<br />

vaadin hoş kokusuyla doluyor hava…<br />

75


www.isaretatesi.com<br />

XLV.<br />

Onun sessiz adımlarını duymadınız mı? O gelir, gelir,<br />

hep gelir.<br />

Her an ve her çağda, her gün ve her gece, O gelir, gelir,<br />

hep gelir.<br />

Nice ruh halinde nice değişik şarkılar söyledim, ama<br />

bütün sesleriyle hep aynı şeyi ilan etti onlar: “O gelir, gelir, hep<br />

gelir.”<br />

Güneşli nisan ayının ıtırlı günlerinde ormandaki<br />

patikadan – O gelir, gelir, hep gelir.<br />

Temmuz gecelerinin yağmurlu karanlığında, bulutların<br />

gürüldeyen arabası üzerinde – O gelir, gelir, hep gelir.<br />

Bir hüzün diğeri ardına, onun adımlarıdır yüreğime<br />

bastıran; onun ayaklarının altın dokunuşudur sevincimi<br />

ışıldatan.<br />

76


www.isaretatesi.com<br />

XLVI.<br />

Bilmiyorum benimle buluşmak için hangi uzak<br />

zamandan beri yaklaşıyorsun bana. Güneş ve yıldızlar seni<br />

benim gözlerimden saklayamayacak sonsuza kadar.<br />

Nice sabah ve akşam senin ayak seslerin duyuldu; ulağın<br />

geldi kalbimin içine, çağırdı beni gizlice.<br />

Bilmiyorum neden bugün böyle kıpır kıpırdır yaşamım;<br />

kalbime oynak bir sevinç hâkim.<br />

İşlerimi toparlamanın vakti gelmiş gibidir; havada belli<br />

belirsiz kokusunu duyuyorum senin hoş varlığının.<br />

77


www.isaretatesi.com<br />

XLVII.<br />

Boş yere onu beklemekle geçti gecem. Bitkin düşerek<br />

uyuyakalırım da sabah o aniden kapıma gelir diye<br />

korkuyorum. Ah dostlarım, yolu açık tutun onun için, ne olur<br />

engel olmayın ona.<br />

Onun ayak sesiyle uyanmazsam eğer, uyandırmayın<br />

beni, yalvarıyorum. Uykumdan çağrılmak istemem yaygaracı<br />

kuşlar korosuyla, gün ışığı şenliğinde rüzgârın çılgın<br />

coşkusuyla. Hatta aniden kapıma gelse bile Efendim, bırakın<br />

uyuyayım rahatsız edilmeksizin.<br />

Ah, sona ermek için yalnızca onun dokunuşunu bekleyen<br />

kıymetli uykum benim… Ah, yalnızca karanlıktan doğan bir<br />

düş misali o karşıma dikildiği an, onun aydınlık tebessümüne<br />

açılacak kapalı gözlerim benim…<br />

Karşımda tüm ışıkların ve suretlerin ilki olarak belirsin o.<br />

Onun bakışlarından gelsin uyanan ruhuma, hazzın ilk ürperişi.<br />

Ve benim kendime dönüşüm, ona olan dönüşüm olsun…<br />

78


www.isaretatesi.com<br />

XLVIII.<br />

Sabahın sessizlik denizi birdenbire dalgalandı kuş<br />

şakımalarıyla; çiçekler şendi yol kenarında; altın zenginlikler<br />

saçılmıştı bulutlar arasındaki açıklığa. Fakat meşgul bir şekilde<br />

yolumuzda gittik biz, aldırış etmedik o sırada.<br />

Sevinçli şarkılar çalmadık, söylemedik; alışveriş için<br />

kasabaya gitmedik; konuşmadık, gülmedik; yolda<br />

oyalanmadık. Zaman akıp giderken adımlarımızı hızlandırdık,<br />

hızlandırdık.<br />

Tepeye yükseldi güneş; güvercinler kuğurdu<br />

gölgeliklerde. Solgun yapraklar uçuştu sıcak öğle havasında.<br />

Çoban çocuk uyukladı ve düş gördü banyan ağacının 13<br />

gölgesinde. Suyun kıyısına uzandım ben de, yorgun<br />

bacaklarımı uzattım çimenlere.<br />

Yol arkadaşlarım hor görerek güldüler bana; gözlerini<br />

ufuktan ayırmayarak alelacele devam ettiler yollarına; asla<br />

arkalarına bakmadılar, dinlenmediler, uzakların mavi pusunda<br />

13<br />

Banyan: Etkileyici bir görünüme sahip banyan ağacı, birçok kök üzerinde<br />

tutunarak ayakta kalır, geniş bir gölge sağlar. Bu özelliğiyle Hindular için sonsuz<br />

yaşamın simgesidir. (ç.n.)<br />

79


www.isaretatesi.com<br />

kaybolup gittiler. Nice çayırları, tepeleri aştılar; ırak, tuhaf<br />

diyarlardan geçtiler.<br />

Selam olsun sana, ey sonu gelmez yolun heybetli ev<br />

sahibi! Alay ve sitemler beni ayağa kalkmam için dürttü, gene<br />

de bir karşılık bulamadı bende. Kendimi kayboluşa terk ettim,<br />

hoşnut bir utancın derinliğinde – sönük bir zevkin gölgesinde.<br />

Güneşle nakşedilmiş yeşil bir karanlığın huzuru yayıldı<br />

usulca kalbime. Unuttum ne uğruna yolculuk ettiğimi –<br />

düşüncemi salıverdim gölgelerin ve şarkıların labirentine.<br />

Sonunda, uykumdan uyanıp gözlerimi açtığımda,<br />

yanımda duran seni gördüm; tebessümünle sel gibi taşıyordu<br />

uykum… Oysa nasıl da korkmuştum yolun uzun ve yıpratıcı<br />

olacağından, sana varma mücadelesinin pek zahmetli<br />

olacağından!<br />

80


www.isaretatesi.com<br />

XLIX.<br />

Sen tahtından indin ve kulübemin kapısında durdun.<br />

Bir köşede bir başıma şarkı söylüyordum, kulağına geldi<br />

mırıldandığım ezgi. İndin ve kulübemin kapısında durdun.<br />

Sarayında üstatlar çoktur; orada her saat şarkılar söylenir.<br />

Fakat bu aceminin basit şarkısı dokundu senin sevgine.<br />

Küçücük, hüzünlü bir ahenk karıştı dünyanın büyük müziğine<br />

ve mükâfat olarak sen bir çiçekle tahtından indin, kulübemin<br />

kapısında durdun.<br />

81


www.isaretatesi.com<br />

L.<br />

Dilenerek kapı kapı dolaşıyordum köy yolunda; senin<br />

altın zafer araban göz kamaştırıcı bir düş gibi beliriverdi<br />

uzakta. Sordum kendime, kimdir bu Hükümdarlar<br />

Hükümdarı diye…<br />

Umudum kabardı, kötü günlerimin sonu geldi dedim;<br />

istenmeden verilecek sadakalar, dört bir yanda tozlara<br />

saçılacak zenginlikler bekledim.<br />

Araban bulunduğum yerde durdu. Bakışların bana<br />

yöneldi ve gülümseyerek indin aşağı. Nihayet talih beni buldu<br />

diye düşündüm. Sonra birden sağ elini uzattın ve “Bana<br />

verecek neyin var?” diye sordun.<br />

Ah, nasıl da asil bir şakaydı, bir dilenciye avuç açman!<br />

Aklım karıştı ve kalakaldım; sonra, kesemden son mısır<br />

tanesini usulca çıkarıp sana uzattım.<br />

Fakat günün sonunda heybemi silkeleyip de o acınası<br />

öteberinin arasında küçücük bir altın parçası bulduğumda, ne<br />

büyüktü şaşkınlığım! Acı acı ağladım ve keşke sana her şeyimi<br />

verebilecek bir yüreğim olsaydı diye hayıflandım.<br />

82


www.isaretatesi.com<br />

LI.<br />

Hava kararmış, günün işleri sona ermişti. Gece için tüm<br />

konuklar geldi diye düşünüyorduk ve köyde tüm kapılar<br />

kapanmıştı. Yalnızca, bazıları kralın geleceğini söylüyordu.<br />

Güldük, “Hayır, mümkün değil,” dedik.<br />

Bir ara kapı çalındı sanki, ama biz, “Rüzgârdır,” dedik.<br />

Lambaları söndürdük, uykuya yattık. Yalnızca bazıları,<br />

“Habercidir bu!” dedi. Güldük, “Hayır, rüzgârdır!” dedik.<br />

Gecenin bir yarısı bir ses duyuldu. Uyku sersemliğiyle,<br />

bunun uzaktaki bir fırtına olduğunu düşündük. Yer titredi,<br />

duvarlar sarsıldı, uykumuzda kıvrandık. Yalnızca bazıları<br />

bunun tekerlek sesi olduğunu söyledi. Uyuşuk bir<br />

mırıldanmayla, “Hayır, bulutların gürlemesi olmalı!” dedik.<br />

Henüz gece kapkaranlıktı ki davullar vuruldu. Bir ses<br />

duyuldu: “Uyanın! Geç kalmayın sakın!” Ellerimizi kalbimize<br />

bastırdık ve korkuyla titredik. Kimileri, “İşte! Kralın bayrağı!”<br />

dedi. Ayağa fırladık ve bağırdık: “Kaybecek vaktimiz yok!”<br />

Kral geldi; peki nerede lambalar, çelenkler? Onu<br />

oturtacak taht nerede? Ah yazık! Çok yazık! Nerede kabul<br />

salonu, hani nerede süsler? – “Bu sızlanmalar boşuna!” dedi<br />

83


www.isaretatesi.com<br />

biri. “Bomboş ellerle karşılayın onu, tamtakır odalarınıza<br />

buyur edin!”<br />

Açılsın kapılar, üflensin deniz kabuğundan borular!<br />

Gecenin derinliğinden kasvetli evimizin kralı gelmiştir. Gök<br />

gürlüyor. Şimşeklerle titriyor karanlık. Yırtık pırtık hasırını<br />

çıkarıp getir ve onu avluya ser. Fırtınayla beraber ansızın,<br />

korkunç gecemizin kralı gelmiştir.<br />

84


www.isaretatesi.com<br />

LII.<br />

Senden boynundaki gül çelengini istemeyi düşündüm,<br />

ama buna cesaret edemedim. Böylece, sen ayrılıp gidince<br />

yatağında ondan birkaç parça bulma umuduyla sabahı<br />

bekledim. Seher vakti, bir dilenci gibi, rastgele bir iki taç<br />

yaprak aradım.<br />

Ah, nedir bu bulduğum? Nasıl bir nişanedir bu, aşkından<br />

bana kalan? Ne bir çiçek, ne tütsü, ne de ıtırlı su kabı. Senin<br />

haşmetli kılıcındır o, alev gibi parlayan, yıldırım gibi sert.<br />

Pencereden sabahın taptaze ışığı geliyor, yatağına vuruyor.<br />

Sabah kuşu cıvıldayarak soruyor: “Kadın, nedir o elindeki?” –<br />

Hayır, ne bir çiçek, ne tütsü, ne de ıtırlı su kabı. Senin korkunç<br />

kılıcındır bu.<br />

Hayretler içinde oturup düşünüyorum, nasıl bir<br />

armağandır senin bu armağanın. Saklayacak olsam onu,<br />

saklayamam. Cılızımdır, utanırım, kuşanamam. Göğsüme<br />

bastırsam acıtır, dayanamam. Gene de bu ıstırap yükünün<br />

şerefini, senin bu armağanını sinemde taşıyacağım.<br />

Artık korkacak bir şey yok benim için bu dünyada;<br />

kazanan sen olacaksın tüm kavgamda. Bana ölümü yoldaş<br />

bıraktın sen, taçlandıracağım onu yaşamımla. Kılıcın bağlarımı<br />

85


www.isaretatesi.com<br />

kesip atmam için benimledir; artık korkacak bir şey yok benim<br />

için bu dünyada.<br />

Üzerimden atıyorum bütün adi süsleri. Kalbimin<br />

efendisi, artık bir köşede beklemek, ağlayıp sızlamak yok<br />

benim için; şirinlikler, nazlanmalar yok. Süs olarak kılıcını<br />

verdin sen bana. Benim için artık oyuncak süsler yok!<br />

86


www.isaretatesi.com<br />

LIII.<br />

Güzeldir senin yıldızlarla bezenmiş, rengârenk taşlarla<br />

ustaca işlenmiş bilekliğin. Fakat ondan da güzeli, şimşeği<br />

andıran eğrisiyle kılıcındır senin; kutsal kuş Vishnu’nun 14 iki<br />

yana açılmış, günbatımının hiddetli kıpkızıl aydınlığında<br />

harikulade duran kanatlarına benzer.<br />

Titreşir o, ölümün nihai darbesine yaşamın ıstırap vecdi<br />

içindeki son cevabı gibi; ışık saçar, varlığın şiddetli bir<br />

parlayışla tüm dünyevi hisleri ateşe veren saf alevi gibi.<br />

Güzeldir senin ışıl ışıl taşlarla bezenmiş bilekliğin. Fakat<br />

ey gök gürlemelerinin efendisi, senin kılıcın katbekat üstün bir<br />

güzellikle işlenmiştir; onu seyretmek yahut hayal etmek bile ne<br />

müthiş şeydir!<br />

14<br />

Vishnu: Hint tanrılar üçlemesi Trimurti’de kâinatın muhafazasıyla sorumlu olan<br />

tanrı. Onun yeryüzündeki her tecellisi, bozulmuş olan düzeni daha iyi bir biçimde<br />

yeniden kurar. (ç.n.)<br />

87


www.isaretatesi.com<br />

LIV.<br />

Senden bir şey istemedim, ismimi kulağına söylemedim.<br />

Ayrılıp giderken sen, sessizce durdum. Su kuyusunun<br />

yanında, ağacın gölgesinin eğrilemesine düştüğü yerde bir<br />

başımaydım. Kadınlar toprak testilerini ağzına kadar doldurup<br />

evlerine giderken bana seslendiler: “Bizimle gel, vakit öğleye<br />

yaklaşıyor.” Fakat ben, derin, muğlâk düşüncelerde<br />

kaybolarak, takatsizce oyalandım uzun zaman.<br />

Gelirken adımlarını duymadım. Gözlerin hüzünlüydü<br />

bana baktığında; sesin yorgundu usulca konuştuğunda: “Ah,<br />

susamış bir yolcuyum ben.” Silkinip uyandım hülyalarımdan;<br />

testimden su döktüm bitiştirdiğin avuçlarına. Üzerimizde<br />

hışırdadı yapraklar; görünmeyen karanlıktan şarkı söyledi<br />

gugukçuk; yolun dönemecinden kokusu geldi babla 15<br />

çiçeklerinin.<br />

Adımı sorduğunda mahcup bir halde kalakaldım. Öyle<br />

ya, sana beni hatırlaman için ne iyilik yapmıştım? Fakat<br />

susuzluğunu dindirmek için sana su vermiş olmanın hatırası<br />

kalbime sıkıca tutunacak, onu tatlılıkla saracak. Gün ilerliyor;<br />

15<br />

Babla: Gür yapraklı, sakızlı, yüksekçe, hoş görünüşlü bir akasya türü. Çiçekleri<br />

altın sarısı olur. (ç.n.)<br />

88


www.isaretatesi.com<br />

bezgin nağmelerle şakıyor kuş; neem 16 yaprakları hışırdıyor<br />

yukarıda ve ben oturup düşünüyorum, düşünüyorum.<br />

16<br />

Neem: Hint-Bengal bölgesine özgü yarı tropik bir ağaç. Boyu yüksektir, her dem<br />

yeşil kalan yaprakları ince uzun olur. Şifalı bir bitki olmasıyla ünlüdür. (ç.n.)<br />

89


www.isaretatesi.com<br />

LV.<br />

Yüreğinde atalet; gözlerin uyku mahmuru.<br />

Haber ulaşmadı mı sana, dikenler arasında ışıl ışıl hüküm<br />

sürüyor çiçek! Uyan, haydi uyan! Boşa geçmesin zaman!<br />

Taşlık yolun sonunda, bakir yalnızlığın diyarında, bir<br />

başına oturuyor arkadaşım. Yüzünü kara çıkarma onun, haydi<br />

uyan!<br />

Öğle güneşinin hararetiyle gökyüzü nefes nefese<br />

kalmışsa ve sarsılıyorsa, bundan ne çıkar? Ne çıkar, susuzluk<br />

örtüsünü yayıyorsa kavrulan kumlar?<br />

Neşe yok mudur kalbinin derinlerinde? Ayağının her<br />

adımında, yolun arpı ıstırabın tatlı müziğiyle coşmayacak mı?<br />

90


www.isaretatesi.com<br />

LVI.<br />

İçim senin neşenle öyle dolu ki! Sen kalbime öyle bir<br />

eriştin ki! Ey arşın efendisi, ben olmasam sevgin nerede<br />

olurdu?<br />

Sen beni ortak ettin tüm bu zenginliğe. Sevincin sonu<br />

gelmez oyunudur sürüp gidiyor kalbimde. Daima senin iraden<br />

şekilleniyor hayatımda.<br />

Bu yüzden, sen, hükümdarlar hükümdarı, kalbimi esir<br />

almak için güzellikle süslemişsin kendini. Ve bu yüzden<br />

âşığının sevişinde yitiriyor senin aşkın kendini – ve o zaman<br />

sen görünüyorsun, sen, ikinin mükemmel birliğinde.<br />

91


www.isaretatesi.com<br />

LVII.<br />

Işık, ah benim ışığım, dünyayı dolduran ışık, gözleri<br />

öpen ışık, yüreği tatlandıran ışık!<br />

Ah sevgilim, hayatımın merkezinde dans eder ışık; ah,<br />

aşkımın tellerine vurur ışık; gökler açılır, rüzgâr coşar,<br />

kahkaha geçer yeryüzünden.<br />

Işığın denizlerinde yelken açar kelebekler. Zambaklar ve<br />

yaseminler kabaran ışık dalgalarında yükselir.<br />

Her bulutta altınlara parçalanır ışık, ah sevgilim, nice<br />

cevherler saçılır.<br />

Yapraktan yaprağa bir cümbüş, ölçüsüz bir sevinç<br />

yayılıyor sevgilim; cennetin nehri kıyılarından taşmış ve işte,<br />

neşe seli her yanı kaplamış…<br />

92


www.isaretatesi.com<br />

LVIII.<br />

Son şarkımda birbirine karışsın neşenin tüm ezgileri! O<br />

neşedir ki, yeryüzünü çimenlerin taşkın bolluğuyla kaplar; ikiz<br />

kardeşler yaşam ve ölümü engin dünyanın üzerinde dansa<br />

bırakır; kasırgayla hücum eder ve tüm yaşamı kahkahayla<br />

sarsıp uyandırır; ıstırabın kızıl lotus çiçeği üzerinde gözü yaşlı,<br />

sessizce oturur – ve o neşedir, sahip olduğu her şeyi tozlara<br />

atar da tek kelime bile etmez!<br />

93


www.isaretatesi.com<br />

LIX.<br />

Evet, biliyorum, ey kalbimin sevgilisi, senin aşkındır<br />

yapraklarda dans eden bu altın ışık, gökte yelken açmış bu<br />

avare bulutlar, alnıma serinliğini bırakarak geçen bu rüzgâr –<br />

senin aşkındır yalnızca.<br />

Gözlerim sabah aydınlığına boğulmuş – budur senden<br />

kalbime ulaşan haber. Yukarıdan eğilmiş yüzün; gözlerin<br />

gözlerimde; ayağına temas ediyor kalbim.<br />

94


www.isaretatesi.com<br />

LX.<br />

Sonsuz dünyaların sahilinde çocuklar buluşur. Engin<br />

gökyüzü kıpırtısızdır, çalkantılı sular yaygara koparır. Sonsuz<br />

dünyaların sahilinde, bağrışlar ve danslarla, çocuklar buluşur.<br />

Kumdan evler kurar onlar, boş deniz kabuklarıyla<br />

oynarlar. Kurumuş yapraklardan yaparlar gemilerini,<br />

gülümseyerek yüzdürürler onları engin denizde. Çocuklar<br />

oyunlarını oynar dünyaların sahilinde.<br />

Yüzmeyi bilmezler, denize ağ atmasını bilmezler. İnci<br />

avcıları suya dalar, tacirler gemileriyle açılır; o sırada çocuklar<br />

çakıl taşlarını bir toplar, bir saçar. Gizli hazineler aramaz onlar,<br />

ağ atmasını bilmezler.<br />

Kahkahalarla kabarır deniz; kumsalın tebessümü parıl<br />

parıl parlar. Ölüm satan dalgalar, beşikte bebeğini sallayan<br />

anne misali, çocuklara anlamsız şarkılar söyler. Deniz, oynar<br />

çocuklarla; kumsalın tebessümü parıl parıl parlar.<br />

Sonsuz dünyaların sahilinde buluşur çocuklar. Yolların<br />

olmadığı gökyüzünde gezinir fırtına; gemiler harap olur<br />

işaretsiz sularda; ölüm kol gezer her yanda; çocuklar ise oyun<br />

oynar.<br />

95


www.isaretatesi.com<br />

Çocukların büyük buluşmasıdır sonsuz dünyaların<br />

sahilinde.<br />

96


www.isaretatesi.com<br />

LXI.<br />

Bebeğin gözlerinde uçuşan uyku – bilen var mıdır,<br />

nereden gelir o? Derler ki, ateş böceklerinin aydınlattığı loş<br />

ormanın gölgeleri arasındaki peri köyünde, iki titrek, büyülü<br />

goncanın asılı olduğu yerdeymiş onun yuvası. Oradan gelerek<br />

bebeğin gözlerini öpermiş.<br />

Uyurken bebeğin dudaklarında titreyen tebessüm – bilen<br />

var mıdır, nereden doğmuştur o? Derler ki, yeni ayın taze,<br />

soluk bir huzmesi kaybolan bir güz bulutunun ucuna değmiş<br />

ve bebeğin tebessümü, çiyle yıkanmış bir sabahın hayalinde ilk<br />

defa oradan doğmuş. – Uyurken bebeğin dudaklarında<br />

titreyen tebessüm buymuş.<br />

Bebeğin kollarında ve bacaklarında çiçeklenen tatlı,<br />

yumuşacık tazelik – bilen var mıdır, bunca zaman nerede<br />

saklıymış o? Evet, anne henüz genç bir kızken, o tazelik, aşkın<br />

buruk, sessiz esrarıyla onun tüm kalbine yayılmış. – Bebeğin<br />

kollarında ve bacaklarında çiçeklenen tatlı, yumuşacık tazelik<br />

buymuş.<br />

97


www.isaretatesi.com<br />

LXII.<br />

Sana renkli oyuncaklar getirdiğimde, çocuğum,<br />

anlıyorum neden böyle bir renk oyunu vardır bulutlarda ve<br />

suda, neden değişik tonlara boyanmıştır çiçekler. Sana renkli<br />

oyuncaklar verdiğimde, çocuğum, anlıyorum…<br />

Seni dans ettirmek için şarkı söylediğimde, biliyorum<br />

neden bir müzik vardır yapraklarda, dinleyen toprağın kalbine<br />

neden bir sesler korosu yollar dalgalar. Seni dans ettirmek için<br />

şarkı söylediğimde, biliyorum…<br />

Senin hevesli ellerine hoş şeyler getirdiğimde, biliyorum<br />

neden bal vardır çiçeklerin kâsesinde, neden hoş bir şurup<br />

saklıdır meyvelerde. Hoş şeyler getirdiğimde senin hevesli<br />

ellerine, biliyorum…<br />

Seni gülümsetmek için yüzünü öptüğümde, canımın içi,<br />

anlıyorum gökten nasıl bir haz yağar sabah aydınlığında, nasıl<br />

bir sevinç taşır yaz meltemi bedenime. Seni gülümsetmek için<br />

yüzünü öptüğümde, anlıyorum…<br />

98


www.isaretatesi.com<br />

LXIII.<br />

Sen beni tanımadığım dostlara tanıttın. Benim olmayan<br />

evlerde bir yer verdin bana. Uzağı yakına getirdin, yabancıyı<br />

kardeş kıldın.<br />

Alıştığım barınağı terk etmem gerektiğinde huzursuz<br />

olur içim; unuturum ki, yeni olanda yaşar eski ve orada<br />

yaşarsın sen de.<br />

Doğumdan ölüme, bu âlemde veya diğerlerinde, beni her<br />

nereye yönlendirirsen yönlendir, gene sensin sonsuz<br />

yaşamımda biricik yoldaşım; neşenin bağlarıyla yüreğimi<br />

tanımadıklarıma bağlarsın.<br />

Biri seni bildiği zaman, artık yabancılık yoktur onun için,<br />

kapalı değildir ona hiçbir kapı. Ah, duama karşılık ver, ne<br />

olur, çok’un oyununda tek’in temasıyla yaşadığım vecdi asla<br />

yitirmeyeyim!<br />

99


www.isaretatesi.com<br />

LXIV.<br />

Kasvetli nehrin yamacında, uzamış otların arasında<br />

sordum ona: “Erden kız, lambanı çarşafınla siper ederek<br />

nereye gidiyorsun böyle? Evim kapkaranlık ve kimsesiz –<br />

ışığını ödünç ver bana!” Bir an için kara gözlerini kaldırdı,<br />

alacakaranlıkta yüzüme baktı. “Nehre geldim,” dedi, “gün<br />

ışığı batıda kaybolurken lambamı yüzdüreceğim suda.”<br />

Uzamış otların arasında yalnız başıma durdum, akıntıda<br />

amaçsızca sürüklenen lambasının titrek alevini izledim.<br />

İlerleyen gecenin sessizliğinde, sordum ona: “Erden kız,<br />

evinde bütün ışıklar yanıyor – elinde lambanla nereye<br />

gidiyorsun böyle? Evim kapkaranlık ve kimsesiz – ışığını<br />

ödünç ver bana.” Kara gözlerini kaldırıp baktı, bir an kuşkuyla<br />

duraksadı. “Buraya geldim,” dedi, “zira lambamı adayacağım<br />

gökyüzüne.” Durdum, lambasının boşlukta amaçsızca yanışını<br />

seyrettim.<br />

Geceyarısının mehtapsız karanlığında, sordum ona:<br />

“Erden kız, lambayı sinende tutarak ne arıyorsun böyle? Evim<br />

kapkaranlık ve kimsesiz – ışığını ödünç ver bana.” Bir an<br />

durdu, düşündü, karanlıkta yüzüme uzun uzun baktı. “Işığımı<br />

lambaların şenliğine katılmaya getirdim,” dedi. Durdum, onun<br />

100


www.isaretatesi.com<br />

ışıklar arasında amaçsızca kaybolup giden küçücük lambasını<br />

izledim.<br />

101


www.isaretatesi.com<br />

LXV.<br />

Yaşamımın bu taşkın kadehinden nasıl bir kutsal içki<br />

içmek isterdin, Yüce Tanrım?<br />

Ey Ulu Ozan, var ettiklerini benim gözlerimden görmek<br />

ve kulaklarımın geçidinde durup kendi ebedî ahengini<br />

dinlemek midir zevkin?<br />

Dünyan sözcükler nakşediyor zihnime; müzik katıyor<br />

senin neşen bu sözcüklere. Aşkta kendini veriyorsun sen bana<br />

ve sonra büsbütün kendi hoşluğunu duyuyorsun içimde.<br />

102


www.isaretatesi.com<br />

LXVI.<br />

Daima benliğimin derinliğinde, pırıltıların ve<br />

yansımaların alacakaranlığında kalmış, yaşmağını gün<br />

ışığında asla açmamış olan o kadın – o olacak, Ulu Tanrım,<br />

sana son adağım, en son şarkımda sarıp sarmalanmış.<br />

Sözcükler istedi ama elde edemedi onu; boşuna uzattı<br />

hevesli kollarını ona doğru tüm dil dökmeler.<br />

Diyar diyar dolaştım, onu bağrımda taşıdım; yaşamım<br />

gelişimiyle ve bozuluşuyla onun etrafında yükseldi, alçaldı.<br />

Düşüncelerimde ve eylemlerimde, uykumda ve<br />

düşlerimde, oydu hüküm süren – gene de o hep bir başına,<br />

herkesten ayrı yaşadı.<br />

Nice adamlar kapımı çaldı onun için, hepsi de ümitsizce<br />

ardını dönüp gitti.<br />

Bu dünyada onun yüzünü görebilen olmadı; o hep, senin<br />

tanımanı bekleyerek, kendi yalnızlığında kaldı.<br />

103


www.isaretatesi.com<br />

LXVII.<br />

Göksün sen ve yuvasın aynı zamanda.<br />

Ah güzeller güzeli, orada, senin aşkındır yuvada, senin<br />

aşkındır ruhu renklerle, seslerle, kokularla saran…<br />

Sağ elinde altın sepetiyle geliyor Sabah; yeryüzünü<br />

sessizce taçlandıracak olan güzellik çelengini taşıyor.<br />

Ve işte, sürülerin terk ettiği ıssız çayırlara iniyor Akşam;<br />

izsiz yollardan, altın testisinde batının huzur denizinden<br />

sükûnetin yudum yudum serinliğini taşıyarak geliyor.<br />

Fakat ileride, ruhun kanatlanması için göğün uçsuz<br />

bucaksız uzandığı yerde, lekesiz parlak bir aydınlık hüküm<br />

sürüyor: Ne gündüz var ne gece, ne renk var ne de suret – ve<br />

yok asla tek bir söz bile.<br />

104


www.isaretatesi.com<br />

LXVIII.<br />

Senin güneş ışığın iki yana açılmış kollarıyla gelir benim<br />

bu dünyama; ve gözyaşlarımdan, iç çekişlerimden,<br />

şarkılarımdan yapılmış bulutları ayaklarına geri taşımak için<br />

gün boyu bekler kapımda.<br />

Sevecen bir neşeyle sararsın sisli bulutun örtüsünü<br />

yıldızlı göğsüne; böylece sayısız biçimler verir, büklüm<br />

büklüm edersin onu, durmadan değişen renklere boyarsın.<br />

Nasıl da hafif, nasıl da gelip geçici, hassas, mahzun ve<br />

karanlıktır o; bundandır senin onu sevmen, ey lekesiz ve<br />

dingin olan! Bundandır ki senin pasparlak ışığını örtebiliyor o,<br />

acınası gölgeleriyle.<br />

105


www.isaretatesi.com<br />

LXIX.<br />

Damarlarımda gece gündüz akan hayat, akar dünyanın<br />

içinden de, dans eder uyumlu ölçülerle.<br />

O hayattır tozun toprağın arasından başını sayısız sivri<br />

otlarla uzatan. O hayattır yapraklarla ve çiçeklerle dalga dalga<br />

olan, çalkalanan.<br />

O hayattır doğumun ve ölümün okyanus beşiğinde<br />

medcezirle sallanan.<br />

Hissediyorum, tüm uzuvlarım yüceliyor bu hayat<br />

âleminin dokunuşuyla; kıvanç duyuyorum çağların şu an<br />

kanımda dans eden nabzıyla…<br />

106


www.isaretatesi.com<br />

LXX.<br />

Senden uzak mıdır bu ritmin neşesiyle coşmak? Bu<br />

korkulu hazzın girdabında yuvarlanmak, parçalanmak,<br />

kaybolmak?<br />

Akar gider her şey, duraksamaz, dönüp bakmaz, hiçbir<br />

güç engel olamaz, her şey akar gider.<br />

Bu yatışmak bilmeyen hızlı müziğe ayak uydurarak,<br />

mevsimler dans ede ede gelir ve geçip gider; renkler, ezgiler,<br />

kokular taşkın bir neşeyle sonsuz çağlayanlar halinde her an<br />

akar, saçılır, diner, coşar.<br />

107


www.isaretatesi.com<br />

LXXI.<br />

Kendimi çoğaltmalı ve etrafıma yaymalı, böylece senin<br />

aydınlığına renkli gölgeler bırakmalıyım. Böyledir senin<br />

mayan. 17<br />

Sen kendi varlığında bir sınır çizer, sonra da binbir<br />

ezgiyle bu apayrı benliği anlatırsın. Bende böyle suret buldu<br />

senin kendini ayırmışlığın.<br />

Bütün gökte rengârenk gözyaşları ve gülüşlerle, endişe<br />

ve ümitlerle yankılanır acıklı şarkı; dalgalar bir kabarır bir<br />

alçalır; bozulur ve şekillenir düşler. İçimde, senin kendini<br />

mağlup edişin…<br />

Senin gerdiğin bu perde, günün ve gecenin fırçasıyla<br />

sayısız biçimlere boyanır. Onun ardında, kavislerin hayret<br />

verici esrarıyla şekillenmiş tahtın vardır senin, düzgünlüğün<br />

tüm kısır çizgilerini hiçe sayar.<br />

17<br />

Maya, Hinduizmde hem bir ilâhın soyut bir kavramı somut bir cisme<br />

dönüştürebilme kudretini, hem de duyular dünyasının aldatıcı gerçekliğini karşılar.<br />

(ç.n.)<br />

108


www.isaretatesi.com<br />

İkimizin büyük şenliği gökkubbeye yayılmıştır. Hava hep<br />

ikimizin ezgisiyle titreşir; çağlar geçer ikimizin saklambaç<br />

oyunuyla.<br />

109


www.isaretatesi.com<br />

LXXII.<br />

Odur O, en içte olan, gizli derin dokunuşlarla benliğimi<br />

uyandıran.<br />

Odur gözlerime tılsımını bırakan, kalbimin tellerinde<br />

hazzın ve acının değişip duran ezgisini neşeyle çalan.<br />

Odur altının ve gümüşün, mavinin ve yeşilin geçici renk<br />

tonlarıyla bu maya’nın ağını ören; örgülerin arasından ayağını<br />

salıp, dokunuşuyla beni mest eden.<br />

Günler gelir, çağlar geçer; Odur, pek çok isimler ve<br />

kılıklar altında kalbimi sevincin ve kederin coşkusuna boğan.<br />

110


www.isaretatesi.com<br />

LXXIII.<br />

Kurtuluş el etek çekmekte değildir benim için. Hazzın<br />

beni saran binbir bağında özgürlüğün kucaklayışını<br />

hissederim ben.<br />

Sen rengârenk, hoş kokulu şarabını yudum yudum,<br />

taptaze akıtırsın içime; bu toprak kabı ağzına kadar<br />

doldurursun.<br />

Senin alevinle yüz değişik lambasını yakacak benim<br />

âlemim; onları senin tapınağının sunağına koyacak.<br />

Hayır, asla kapatmayacağım duyularımın kapılarını!<br />

Görmenin, işitmenin, dokunmanın hazzı senin hazzını<br />

taşıyacak.<br />

Evet, tüm kuruntularım tutuşup sevincin aydınlığıyla<br />

parlayacak; tutkularım olgunlaşacak, sevginin meyveleri<br />

olacak.<br />

111


www.isaretatesi.com<br />

LXXIV.<br />

Gün sona ermiş, karanlık çöküyor dünyaya. Testimi<br />

doldurmak üzere nehre inmemin zamanıdır.<br />

Akşamın havası suyun hüzünlü ezgisiyle özlem dolu…<br />

Ah, dışarıya, alacakaranlığa çağırıyor beni o, duyuyorum. Issız<br />

yoldan geçen kimse yok; rüzgâr çıkmış, dalgalar coşuyor<br />

nehirde.<br />

Bilmiyorum eve geri dönecek miyim… Kiminle<br />

karşılaşacağım, bilmiyorum. Orada, sığlıktan geçen küçük<br />

teknede, sazını çalıyor meçhul adam.<br />

112


www.isaretatesi.com<br />

LXXV.<br />

Senin biz fanilere olan armağanların tüm ihtiyaçlarımızı<br />

doyurur ve eksilmeden geri döner sana.<br />

Nehrin yapacak günlük işleri vardır, tarlalar ve mezralar<br />

arasından aceleyle ilerler; dinmeyen akışıyla nihayet senin<br />

ayaklarının yıkandığı yere doğru uzanır.<br />

Çiçek, ıtırıyla hoşluk katar havaya; ama sana kendini<br />

sunmasıdır onun son hizmeti.<br />

Sana tapınmak yoksullaştırmaz dünyayı.<br />

Şairin sözlerinden hoşlarına giden anlamı çıkarır insanlar;<br />

gene de o sözlerin nihai anlamı seni işaret eder.<br />

113


www.isaretatesi.com<br />

LXXVI.<br />

Bir günden diğerine, ey hayatımın sahibi, karşında<br />

durayım seninle yüz yüze. Ellerimi kavuşturup, ey tüm<br />

âlemlerin sahibi, karşında durayım seninle yüz yüze.<br />

Engin göğün altında mütevazı bir yürekle tek başıma ve<br />

sessiz, karşında durayım seninle yüz yüze.<br />

Çaba ve mücadele patırtısıyla dolu bu zahmetli dünyada,<br />

telaşlı kalabalıklar arasında – karşında durayım seninle yüz<br />

yüze.<br />

Ve bu dünyada işim sona erdiğinde, ey hükümdarlar<br />

hükümdarı, karşında durayım yalnız ve suskun, seninle yüz<br />

yüze.<br />

114


www.isaretatesi.com<br />

LXXVII.<br />

Seni Tanrım olarak bilirim ve ayrı dururum – kendim<br />

zannederek yaklaşmam sana. Seni babam olarak bilirim ve<br />

önünde yerlere kapanırım – arkadaşımmışçasına tutmam elini.<br />

Seni bağrıma basayım ve yoldaşım yapayım diye<br />

yükseklerden inip kendini bana sunmanı beklemem.<br />

Sen kardeşlerim arasında Kardeşsin, ama aldırış etmem<br />

ötekilere, kazancımı paylaşmam onlarla, her şeyim seninle<br />

ikimizindir.<br />

Hazda ve acıda, insanların yanında değil, senin yanında<br />

dururum. Yaşamımı teslim etmeye korkarım; atamam kendimi<br />

hayatın engin sularına.<br />

115


www.isaretatesi.com<br />

LXXVIII.<br />

Yaratılış henüz yeniyken ve yıldızlar ilk ihtişamlarıyla<br />

parlarken, Tanrılar meclisi toplanmıştı gökyüzünde; şarkılar<br />

söylemişlerdi: “İşte, mükemmelliğin resmi! Yekpare neşe!”<br />

Derken haykırmıştı içlerinden biri: “Işık zincirinde bir<br />

kopukluk var, yıldızlardan biri eksik sanki!”<br />

Arplarının altın teli kopmuştu o an, susmuştu şarkıları,<br />

perişan bir halde bağrışmışlardı: “Kayıp olan, en güzeliydi<br />

yıldızların, gözdesiydi o tüm semanın!”<br />

O gün bugündür bir an olsun dinmemiştir arayış.<br />

Ağızdan ağıza yayılır, “Dünya onunla biricik neşesini yitirdi!”<br />

diyen bir haykırış.<br />

Fakat gecenin en derin sessizliğinde gülümsüyor yıldızlar<br />

ve aralarında fısıldaşıyorlar: “Boşunadır bu arayış! Her<br />

yerdedir kesintisiz mükemmellik, işte, o her yerde…”<br />

116


www.isaretatesi.com<br />

LXXIX.<br />

Eğer seninle karşılaşmak düşmemişse bu yaşamda benim<br />

payıma, müsaade et, suretinden mahrum kaldığımı<br />

hissedeyim hep – bir an bile unutmayayım bunu; düşlerimde<br />

ve uyanık saatlerimde bu kederin ıstırabını yaşayayım.<br />

Günlerim dünyanın kalabalık pazarında geçerken ve<br />

avuçlarım günlük kazançlarla dolarken, müsaade et, hiçbir şey<br />

kazanmadığımı hissedeyim hep – bir an bile unutmayayım<br />

bunu; düşlerimde ve uyanık saatlerimde bu kederin ıstırabını<br />

yaşayayım.<br />

Yolun kenarında yorgun argın, nefes nefese oturup<br />

kaldığımda ve yatağımı tozlara yaydığımda, müsaade et,<br />

önümde hâlâ en uzun yolun uzandığını hissedeyim hep – bir<br />

an bile unutmayayım bunu; düşlerimde ve uyanık saatlerimde<br />

bu kederin ıstırabını yaşayayım.<br />

Evimin odaları süslenip donatıldığında, kavallar çalınıp<br />

kahkahalar yükseldiğinde, müsaade et, seni çağırmadığımı<br />

hissedeyim hep – bir an bile unutmayayım bunu; düşlerimde<br />

ve uyanık saatlerimde bu kederin ıstırabını yaşayayım.<br />

117


www.isaretatesi.com<br />

LXXX.<br />

Ben, gökte amaçsızca dolaşan bir güz bulutunun artığı<br />

gibiyim. Ey benim kutlu güneşim! Senin temasın bana<br />

buharımı bıraktırarak ışığınla bir yapmadı henüz beni. Senden<br />

ayrı, ayları ve yılları sayıyorum böyle.<br />

Eğer buysa istediğin, eğer eğlencen buysa, benim geçip<br />

giden bu boşluğumu al, renklerle boya, altınlara bula, sürükle<br />

serseri rüzgârda ve yay çeşit çeşit harikalarla.<br />

Ve geceleyin, dileğin bu oyuna son vermek olduğunda,<br />

eriyip kaybolayım karanlıkta – yahut parlak sabahın<br />

tebessümünde olsun bu, saf, berrak serinlikte.<br />

118


www.isaretatesi.com<br />

LXXXI.<br />

Aylak geçen nice gün, kaybolan zamana üzüldüm. Fakat<br />

o asla kayıp değildir, Sahibim. Yaşamımın her ânını sen<br />

avuçlarına almışsın.<br />

Eşyanın kalbinde saklı, sensin tohumları sürgünlere,<br />

tomurcukları çiçeklere büyüten, çiçekleri olgunlaştırıp meyve<br />

verdiren.<br />

Yorulmuştum, boş yatağıma uzandım ve tüm işlerin<br />

bittiğine inandım. Sabah oldu, uyandım, bahçemi çiçek<br />

harikalarıyla dolup taşmış buldum.<br />

119


www.isaretatesi.com<br />

LXXXII.<br />

Zaman senin ellerinde sonsuzdur Efendim. Yoktur senin<br />

dakikalarını sayacak.<br />

Günler ve geceler geçer, çiçek gibi açılıp solar çağlar. Sen<br />

beklemesini bilirsin.<br />

Asırlar birbirini izler, küçük yabani bir çiçek kemâle erer.<br />

Oysa bizim kaybedecek vaktimiz yoktur ve fırsatları<br />

kovalarız. Geç kalamayacak kadar zavallıyız.<br />

Zaman işte böyle geçip gidiyor ve talep eden her<br />

yaygaracıya veriyorum ben onu. Senin sunağında ise tek bir<br />

adak bile yok.<br />

Günün sonunda, kapıların kapanacak diye telaşla<br />

koşuyorum; fakat görüyorum ki vakit vardır henüz.<br />

120


www.isaretatesi.com<br />

LXXXIII.<br />

Anne, kederli gözyaşlarımdan bir inci kolye yapacağım<br />

gerdanına.<br />

Yıldızlar ışıktan halhallar yaptı süs olsun diye senin<br />

ayaklarına; benim kolyem ise sinende duracak.<br />

Senden gelir servet ve şöhret; senin elindedir onları<br />

vermek veya esirgemek. Ama benim bu kederim tamamen<br />

benimdir ve onu sana sunmak için getirdiğimde, inayetinle<br />

ödüllendirirsin beni sen.<br />

121


www.isaretatesi.com<br />

LXXXIV.<br />

Ayrılığın sancısıdır tüm âleme yayılmış olan ve engin<br />

gökyüzünde sayısız şekiller doğuran.<br />

Bu ayrılık kederidir her gece yıldızdan yıldıza sessizce<br />

bakan; budur, yağmurlu temmuz karanlığında hışırdayan<br />

yapraklar arasında dokunaklı bir şiir olan.<br />

Her yanı kaplayan bu ıstıraptır, insanların evlerinde<br />

sevgiye ve arzuya, acıya ve neşeye doğru derinleşen; budur,<br />

ozanın gönlünden şarkılarla akan.<br />

122


www.isaretatesi.com<br />

LXXXV.<br />

Savaşçılar ustalarının sarayından ilk defa çıktığında,<br />

güçleri nerede saklıydı? Neredeydi onların zırhları, silahları?<br />

Zavallı ve âciz görünüyorlardı; ustalarının sarayından<br />

çıktıkları gün üstlerine oklar yağmıştı.<br />

Savaşçılar ustalarının sarayına geri döndükleri zaman,<br />

güçleri nerede saklıydı?<br />

Kılıcı bırakmışlar, oku ve yayı bırakmışlardı; ustalarının<br />

sarayına geri döndükleri gün, yüzlerinde huzur yer etmişti,<br />

hayatlarının semeresini geride bırakmışlardı.<br />

123


www.isaretatesi.com<br />

LXXXVI.<br />

Kapımdadır ölüm, senin sadık hizmetkârın. Bilinmeyen<br />

denizi geçti o, çağrını evime getirdi.<br />

Gece kapkaranlık, kalbim korku dolu – gene de lambayı<br />

alacağım, kapımı açıp önünde eğilerek onu buyur edeceğim.<br />

Kapımda duran senin habercindir.<br />

Ayaklarına kalbimin hazinesini sunarak tapacağım ona.<br />

Vazifesini yerine getirince, gündüzüme karanlık bir gölge<br />

bırakarak gidecek; sana son adağım olarak ıssız evimde kolum<br />

kanadım kırık, ben kalacağım bir tek.<br />

124


www.isaretatesi.com<br />

LXXXVII.<br />

Bir umut, gidiyorum, o kadını evimin her odasında, her<br />

köşede arıyorum, ama bulamıyorum.<br />

Küçücüktür benim evim ve ondan bir kez eksilen bir<br />

daha geri gelmez, bilirim.<br />

Oysa senin konağın uçsuz bucaksızdır, ey Sahibim – ve<br />

ben o kadını araya araya kapına geldim.<br />

Senin akşam göğünün altın kubbesi altında duruyorum,<br />

hevesli gözlerimi yüzüne doğru çeviriyorum.<br />

Sonsuzluğun eşiğindeyim; hiçbir umudun, hiçbir<br />

mutluluğun, gözyaşları arasından görünen hiçbir çehrenin ve<br />

hiçbir şeyin kaybolamayacağı yerdeyim.<br />

Ah! Bomboş kalmış yaşamımı bu ummana batır, en derin<br />

doluluğa daldır! Sen lütfet ki, yitirdiğim o hoş teması kâinatın<br />

birliğinde bir kez olsun duyayım…<br />

125


www.isaretatesi.com<br />

LXXXVIII.<br />

Harap mabedin ilâhı! Vina’nın 18 kopuk telleri sana<br />

methiyeler çalmıyor artık. Akşam çanları sana ibadet vaktini<br />

ilan etmiyor. Etrafında hava durgun, sessiz…<br />

Terk edilmiş yuvanda avare bahar rüzgârı esiyor ve<br />

çiçeklerden haber getiriyor; o çiçekler ki artık senin ibadetine<br />

sunulmuyor.<br />

Sana tapan ihtiyar, esirgenmiş lütuflara hasret duyarak<br />

geziniyor hâlâ. Akşamleyin alevler ve gölgeler toprağın<br />

kasvetine karışırken, o, bitkin bir halde, açlık çeken bir yürekle<br />

harap mabede geri geliyor.<br />

Nice kutsal gün sessiz geçiyor, ey harap mabedin ilâhı!<br />

Lamba yakılmadan bitiyor nice ayin gecesi.<br />

Nice yeni tasvir çiziyor en marifetli ustalar; zamanı<br />

gelince hepsi de kutlu unutuş nehrine taşınıyor.<br />

Fakat sonsuz bir ihmal edilmişlikle, harap mabedin ilâhı<br />

tapınılmadan kalıyor…<br />

18<br />

Vina: Uda benzeyen, uzun saplı bir Hint sazı. Hint müziğinin başlıca<br />

çalgılarındandır. (ç.n.)<br />

126


www.isaretatesi.com<br />

LXXXIX.<br />

Yüksek sesli, gürültülü sözler duymayacaksınız artık<br />

benden – efendimin buyruğu böyledir. Bundan böyle<br />

fısıltılarla konuşacağım. Gönlümün seslenişi bir şarkının<br />

mırıltısıyla akıp gidecek.<br />

İnsanlar alelacele Kralın pazarına gidiyorlar. Tüm alıcılar<br />

ve satıcılar orada. Fakat gün ortasında işlerin en yoğun olduğu<br />

an, zamansızca ayrılıyorum oradan ben.<br />

Çiçeklensin bahçem! Çiçeklensin, henüz zamanı değilse<br />

bile! Gün ortasında tembel vızıltılarını duyursun arılar!<br />

Nice saatler geçirdim iyinin ve kötünün çekişmesiyle;<br />

fakat şimdi, aylak günlerimin oyun arkadaşı kalbimi<br />

cezbetmekten haz duyuyor. Bilmiyorum nedendir bu apansız<br />

çağrı, hangi amaçsız tesadüfe doğru…<br />

127


www.isaretatesi.com<br />

XC.<br />

Ölüm kapını çaldığı gün ne sunacaksın ona?<br />

Ah, yaşamımın dolu kadehini koyacağım konuğumun<br />

önüne; asla bırakmayacağım onu boş ellerle.<br />

O gün gelip de ölüm kapımı çaldığında, güz günlerimin<br />

ve yaz gecelerimin bütün tatlı şarabını, meşgul yaşamımın<br />

bütün kazanç ve birikimini koyacağım onun önüne.<br />

128


www.isaretatesi.com<br />

XCI.<br />

Sen hayatın nihai taçlanışı, ey Ölüm, benim ölümüm, gel<br />

ve fısılda bana!<br />

Yolunu gözledim her gün; hayatın sevinç ve sancılarını<br />

senin için taşıdım kendimde.<br />

Hayatta neysem, neye sahip olduysam, ne umduysam ve<br />

neyi sevdiysem, gizliden gizliye sana doğru uzandım. Şimdi,<br />

gözlerinin son bir bakışıyla sonsuza dek senin olacak yaşamım.<br />

Çiçekler örülmüş; çelengi hazır damadın. Düğünden<br />

sonra evinden ayrılacak gelin; gecenin ıssızlığında sevdiğiyle<br />

buluşacak.<br />

129


www.isaretatesi.com<br />

XCII.<br />

Biliyorum, dünyayı bir daha göremeyeceğim gün gelecek<br />

ve hayat sessizce müsaade isteyerek gözlerime son perdeyi<br />

indirecek.<br />

Gene de gözleyecek geceleyin yıldızlar; gün eskisi gibi<br />

doğacak; saatler denizdeki dalgalar misali kabaracak, kıyıya<br />

hazlar ve acılar vuracak.<br />

Yaşadığım anların böyle sona erdiğini düşündüğümde,<br />

anların sınırı ortadan kalkıyor ve ölümün aydınlığında bütün<br />

bereketiyle görüyorum dünyayı. Orada nasıl da nadidedir en<br />

aşağı mevki, en bayağı yaşam bile…<br />

Boşa arzuladığım şeyler ve elde ettiklerim – geçip gitsin<br />

hepsi. Bir kez olsun, gerçekten, hor görüp reddettiğim şeylere<br />

sahip olayım.<br />

130


www.isaretatesi.com<br />

XCIII.<br />

Artık ayrılıyorum buradan. Elveda kardeşlerim!<br />

Selamlıyorum hepinizi ve işte gidiyorum.<br />

Buyrun, kapımın anahtarlarını geri veriyorum,<br />

vazgeçiyorum evimin mülkiyetinden. Yalnızca son birkaç<br />

nazik söz diliyorum sizden.<br />

Komşuyduk bizler uzun zaman; verebildiğimden çoğunu<br />

aldım hem de sizden. Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi<br />

aydınlatan lamba söndü. Bir çağrı gelmiştir bana ve ben<br />

hazırım yolculuğuma.<br />

131


www.isaretatesi.com<br />

XCIV.<br />

Veda ânım geldi, bana iyi şanslar dileyin dostlarım!<br />

Şafağın sökmesiyle kıpkızıl oldu gökyüzü ve güzel bir yol<br />

uzanıyor önümde.<br />

Giderken yanıma ne aldığımı sormayın bana. Bomboş<br />

ellerle, yüreğimde bir beklentiyle çıkıyorum yola.<br />

Düğün çelengimi takacağım boynuma. Gezginin toprak<br />

rengi cübbesi değildir benimki; ve yolda tehlikeler varsa bile,<br />

hiç korku yok içimde.<br />

Yolculuğum bittiğinde akşam yıldızı belirecek,<br />

Kralımızın taçkapısından alacakaranlığın kederli ezgileri<br />

duyulacak…<br />

132


www.isaretatesi.com<br />

XCV.<br />

Hayatın eşiğinden ilk geçtiğim an bunu fark etmemiştim.<br />

Neydi acaba, geceyarısı ormandaki bir tomurcuk misali,<br />

beni bu engin gizeme açtıran kuvvet?<br />

Sabah olup ışığa baktığımda bu âlemde bir yabancı<br />

olmadığımı, ismi ve sureti olmayan o kavranılmazın beni<br />

annem suretinde kollarına aldığını hissetmiştim.<br />

Her ne olursa olsun, gene aynı bilinmez bana ölümde de<br />

tanıdık görünecek. Ve bu hayatı sevdiğimdendir ki, biliyorum,<br />

ölümü de seveceğim.<br />

Bebek, annesi onu bir memesinden aldığında ağlar, ama<br />

hemen sonra öbür memede teselli bulur.<br />

133


www.isaretatesi.com<br />

XCVI.<br />

Buradan ayrılırken son sözüm şu olsun ki, benim<br />

gördüklerimin ötesine geçilemez.<br />

Işık deryaları boyunca uzanan şu lotusta saklı olan balı<br />

tattım; kutsandım böylece. – Son sözüm bu olsun.<br />

Oyunumu sonsuz suretlerin oyun evinde oynadım ve<br />

burada bir an için gördüm onu, o ki suretsizdir.<br />

Bütün bedenim ve uzuvlarım onun dokunuşuyla ürperdi,<br />

o ki dokunulmazdır. Şimdi, yaklaşıyorsa eğer yaklaşsın akıbet.<br />

– Son sözüm bu olsun.<br />

134


www.isaretatesi.com<br />

XCVII.<br />

Seninle oynuyorken, kim olduğunu hiç sormamıştım. Ne<br />

utanmayı bilirdim ne korkmayı; bir cümbüştü yaşamım.<br />

Yoldaşım olup erkenden kaldırırdın beni uykumdan;<br />

ormanlarda kayrandan kayrana koştururdun.<br />

O zamanlar hiç bilmek istemedim, neydi bana söylediğin<br />

şarkıların anlamı. Yalnızca eşlik etti sesim; değişen ezgilerle<br />

dans etti yüreğim.<br />

Şimdi, oyun vakti sona ermişken, karşımda buluverdiğim<br />

bu görüntü de nedir? Dünya gözlerini senin ayaklarına eğmiş,<br />

bütün sessiz yıldızlarıyla huşu içinde beklemektedir.<br />

135


www.isaretatesi.com<br />

XCVIII.<br />

Seni yenilgimin ganimet ve çelenkleriyle taçlandıracağım.<br />

Yenik düşmemek elimden gelmez benim.<br />

Elbet duvara çarpacak gururum; dayanılmaz bir acıyla<br />

bağlarını koparacak yaşamım; kof bir kamış gibi inleyecek<br />

bomboş yüreğim; koskoca bir kaya eriyip gözyaşı olacak<br />

nihayet.<br />

Elbet sonsuza dek kapalı kalmayacak lotusun yüz taç<br />

yaprağı; ondaki balın gizli yuvası nihayet meydana çıkacak.<br />

Masmavi gökten bana bir göz bakacak, beni sessizce<br />

huzuruna çağıracak. Hiçbir şey kalmayacak benim için, hiç<br />

ama hiçbir şey; senin ayağının dibinde mutlak ölüme<br />

varacağım.<br />

136


www.isaretatesi.com<br />

XCIX.<br />

Dümeni elden bıraktığım zaman, biliyorum ki senin onu<br />

devralma zamanın gelecek. Olacak olan, hemen olacak.<br />

Boşunadır direnmek.<br />

O halde, ey kalbim, kollarını kavuştur ve sessizce<br />

kabullen yenilgini. Kıpırdamadan durmayı talihin olarak gör.<br />

Lambalarım söner gider rüzgârın en ufak esintisinde;<br />

onları yakmaya çabalarken aklımı yitiririm her seferinde.<br />

Ama bu defa akıllı davranacak, hasırımı yere sererek<br />

karanlıkta bekleyeceğim. Sen, ey Sahibim, ne zaman dilersen<br />

sessizce gel, yanımda yerini al…<br />

137


www.isaretatesi.com<br />

C.<br />

Suretler deryasının derinliklerine dalarım, Suretsiz<br />

Olanın o mükemmel incisini elde etmeyi umarım.<br />

Artık bu harap tekneyle liman liman dolaşmayacağım!<br />

Eğlencemin dalgalarda savrulmak olduğu günler geride kaldı.<br />

Şimdi, Ölümsüz Olanda ölmeye can atıyorum.<br />

Yaşamımın bu arpını, dipsiz kuyunun yanıbaşında<br />

ruhsuz çalgıların müziğinin kabardığı kabul salonuna<br />

taşıyacağım.<br />

Sonsuzun ezgisine uyduracağım onun ahengini; ve son<br />

mırıltısını hıçkırdığı zaman, bu sessiz arpı Sessiz Olanın<br />

ayaklarının dibine bırakacağım.<br />

138


www.isaretatesi.com<br />

CI.<br />

Hayatta hep seni aradım şarkılarımla. Onlardı beni kapı<br />

kapı dolaştıran; onlarla yokladım etrafımı, araştırıp dokundum<br />

dünyama.<br />

Şarkılarımdı öğrendiğim her şeyi bana öğreten; onlar<br />

gizli yollar gösterdi bana, nice yıldızlar gördüm yüreğimin<br />

ufkunda.<br />

Hazlar ve acılar diyarının esrarında şarkılarım kılavuzluk<br />

etti günler boyu bana. Şimdi, nihayet bu akşam, hangi sarayın<br />

büyük kapısıdır onların beni getirdiği, yolculuğumun<br />

sonunda?<br />

139


www.isaretatesi.com<br />

CII.<br />

İnsanlar arasında, seni tanıyorum diye övünürüm. Tüm<br />

eserlerimde suretini görürler. Gelip sorarlar bana, “Kimdir<br />

bu?” derler. Onlara nasıl cevap vereceğimi bilemem. “Aslına<br />

bakarsanız, söyleyemem,” derim. O zaman ayıplarlar beni, hor<br />

görerek çeker giderler. Ve orada, gülümseyerek oturursun sen.<br />

Seni anlatan hikâyelerimi kalıcı şarkılara dökerim. Sırlar<br />

fışkırır yüreğimden. Gelip sorarlar bana, “Bunların mânâsı<br />

nedir?” derler. Onlara nasıl cevap vereceğimi bilemem. “Ah,<br />

onların mânâsını kim bilebilir?” derim. Gülerler bana, hor<br />

görerek çeker giderler. Ve orada, gülümseyerek oturursun sen.<br />

140


www.isaretatesi.com<br />

CIII.<br />

Seni selamladığımda, Ulu Tanrım, taşsın benden tüm<br />

duyularım, ayaklarının dibindeki bu âleme dokunsun.<br />

Seni selamladığımda, Ulu Tanrım, yağmamış<br />

yağmurların yüküyle alçalan bir bulut misali, kapının eşiğine<br />

varsın alnım.<br />

Seni selamladığımda, Ulu Tanrım, türlü ezgileri tek bir<br />

akışta toplasın şarkılarım, bir sükût denizine aksın.<br />

Seni selamladığımda, Ulu Tanrım, dağdaki yuvalarına<br />

doğru sıla hasretiyle gece gündüz uçan bir turna sürüsü misali,<br />

tüm hayatım ezelî yurduna doğru yola çıksın.<br />

141


www.isaretatesi.com<br />

142


www.isaretatesi.com<br />

.<br />

143

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!