İstikbal Dergi Eylül 2020 Sayısı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Eylül Sayısı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Eylül Sayısı
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
L İ D E R G A Z E T E E S K İ Ş E H İ R ’ İ N S E S İ
PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR AYLIK iŞ, SiYASET, SPOR ve YAŞAM DERGiSi Sayı: EYLÜL 2020
büyükşehİr’Den
tarİhİ DOkuya
yepyenİ bİr
Sanat prOjeSİ
Özel
bİreyler
tepebaşı’Da
Daha Özel
Odunpazarı Belediye
Başkanı Kazım Kurt:
“Devrim erbil
Sanatevi
ODunpazarı’na
çOk yakışacak”
“şampİyOn
Olmak çOk
Güzel bİr
DuyGu”
t5’de
4
Grip mi oldum?
Corona Virüs
mü kaptım?
Bir Zamanlar Eskişehir,
Azınlıklar ve Eğitim
t8’de
OMM
1 YAŞINDA
t16’da
Kadın isterse
her
şeyi
yapar
t28’de
Fırsat bu fırsat!
Yaşanan virüs salgınının getirmiş olduğu bazı zorunlu
kısıtlamalar var.
Bunlardan biri de yurtdışına yapılan turistik seyahatler.
Görünen o ki, salgının bitmediği ve tehlikenin hala söz
konusu olduğu göz önüne alındığında, yurtdışı turistik seyahatlerin
uzunca bir süre yapılamayacağı ortada.
Salgın nedeniyle ortaya çıkan bu zorunlu durum ülkemiz
açısından olumsuz sonuçları olacak.
Şöyle ki;
Nasıl ki Türkiye’den diğer ülkelere turistik gezi yapılamayacaksa,
diğer ülkelerden de Türkiye’ye aynı şekilde
turistik geziler yapılamayacak.
Bu turizm gelirleri açısından ülkemizi n büyük bir
kayıp yaşaması demek.
Öte yandan…
Yurtdışı gezilerinin yerini yurtiçi gezileri alacak…
İşte virüs salgınıyla birlikte ortaya çıkan bu zorunlu
durum, son yıllarda turizm hareketiyle göz dolduran Eskişehir
açısından büyük bir fırsat doğuruyor…
Zira…
Salgın ile birlikte ortaya çıkan bu zorunlu durum, yerli
turistin Eskişehir’e daha fazla ilgi duyacağı ihtimalini arttırıyor.
Sonuç olarak…
Son yıllarda yerli turizmin gözde şehri haline gelen Eskişehir’e
olan ilginin, önümüzdeki süreçte daha da artması
sürpriz olmayacak.
O halde bugünden yapılması gereken tek şey, Eskişehir’in
artacak yerli turist oranını da hesap ederek, Eskişehir’in
turizmi ile ilgili doğabilecek sıkıntıların ortadan
kaldırılmasına yönelik bir yol haritası hazırlamak olmalı.
Bu bir sempozyumla mı yapılır yoksa kurumların geniş
çaplı bir araya gelmesiyle mi bilemiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, salgının Eskişehir’e yerli turizm
konusunda bir fırsat yarattığı ve Eskişehir’in de bu fırsatı
sorun-sıkıntı yaşayıp, yaşatmadan değerlendirmek durumunda
olduğudur…
GAZETESİ’NİN AYLIK İŞ, SİYASET VE YAŞAM DERGİSİ
PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR www.istikbalgazetesi.com Sayı : EYLÜL 2020
UĞUR OFSET MATBAACILIK, GAZETECİLİK SAN. VE TİC. A.Ş. ADINA
Sahibi : Burak TÜRKMEN
EDiTöR
Murat Taşkın
Genel Yayın Yönetmeni : Burak TÜRKMEN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Murat TAŞKIN
Gazete, Haber ve Reklam :
Arifiye Mah. Yalbı Sk. No: 13/A K:6 D:10 ESKİŞEHİR
Tel & Faks : 0.222. 220 19 06 - 220 19 08
e-mail : haber@istikbalgazetesi. com
Baskı :
ÖNKA OFSET BASIM ve MATBAACILIK HİZMETLERİ
Zübeyde Hanım Mah. Sebze Bahçeleri Cad. No: 80
İSKİTLER 06070 ALTINDAĞ/ANKARA
Tel: 0.850 346 26 86 / 0.312. 384 26 85 - 384 26 86
e-posta : onkamatbaa@gmail.com
t
Grip mi oldum?
Corona Virüs
mü kaptım?
Koronavirüsün en yaygın belirtileri ateş,
kuru öksürük, nefes darlığı, kas ağrısı, yorgunluk
ve bitkinlik hissi. Uzmanlar nadiren
görülen belirtileri arasında ise baş ağrısı, kan
tükürme, ishal ve balgam geldiğini belirtiyor.
Koronovirüs hastalarında rastlanmayan
semptomlar ise boğaz ağrısı ve burun akması.
Virüs bulaşanlar hastalanıyor mu?
Virüs bulaşan herkeste hastalığın semptomları
görülmeyebiliyor. Uzmanlar, çoğu kişinin
hastalığı hafif atlattığını ya da hiç belirti
göstermediğini bildiriyor. Alman Robert Koch
Enstitüsü, hastalığın kuluçka süresinin iki haftaya
kadar sürebileceğini açıkladı. Virüs bulaşıp
bulaşmadığından emin olmak isteyenlere
önerilen, bir hekime başvurmaları ve tükürük
testi yaptırmaları.
çıkıyor.
Akabinde ise günlerce süren boğaz ağrısı,
balgamlı öksürük veya kuru öksürük ile baş
ağırış ve halsizlik görülüyor.
Grip ise şiddetli baş ağrısı ve eklem ağrıları
ile kendini hissettiriyor. Kuru öksürük, boğazda
gıcık hissi ve ağrı, 41 dereceye ulaşan
ateş ile titreme görülüyor. Hastalar halsizlikten
yataktan kalkmakta zorlanırken saatlerce uyuyabiliyor
ve açlık da hissetmiyor.
Ayrıca soğuk algınlığı birkaç günlük istirahat
ile atlatılıp semptomları yaklaşık bir
haftada ortadan kalkarken, grip daha uzun
sürüyor ve bazen atlatılması haftalar sürebiliyor.
Almanya Daimi Aşı Komitesi, özellikle
risk grubunda olan kişilere yıllık grip aşısı
yaptırmayı tavsiye ediyor. Risk grubuna 60
yaş üstü kişiler, kronik hastalığı olanlar, hamileler,
sağlık personeli ve kalabalık insan grupları
ile çalışanlar giriyor.
Griple arasındaki farklar neler?
Soğuk algınlığında önce boğazda kaşıntı,
burun akması ve onu takiben öksürük ortaya
şüphelendiğinizde
bu tabloya bakın
COVID-19 olduğunuzdan şüphelendiğinizde
aşağıdaki tabloya göz atın bir fikir verecektir,
Bazı semptomlar gösteriyorsunuz ve
COVID-19 olma endişeniz var ise bu tablo
sizlere yol gösterebilir. Unutmayın, virüsler
semptom göstermediğiniz kuluçka döneminde
de bulaşabilir.
Kaynak:Peter Gulick; Michigan State
University,CDC, Merck Manual;University of
Michigan, Mayo Clinic
Tablo Kaynak: Düzen Laboratuvarı
5
büyükşehir’den tarihi dokuya
Başkan
yepyeni bir sanat projesi
Büyükerşen
çalışmaları
yerinde inceledi
6
Büyükşehir Belediyesi
tarafından Eskişehir turizminin
kalbi konumunda
olan Tarihi
Odunpazarı Bölgesi'nde
Kentsel Gelişim Projesi
kapsamında Hamam ve
Hamam Müzesi ile Sanat
Sokağı çalışmaları devam
ediyor. Çalışmalar
tamamlandığında
Odunpazarı'na büyük
hareketlilik getirecek alanlar
sayesinde Eskişehir turizmi
yeni bir cazibe alanı daha
kazanmış olacak. İnşaat
çalışmalarını yerinde inceleyen
Büyükşehir Belediye
Başkanı Yılmaz Büyükerşen,
inşaat çalışmalarını yıl sonuna
kadar tamamlamayı
hedeflediklerini ifade etti.
Büyükerşen "Şehrimiz özellikle
iç turizmde her yıl on binlerce
yurttaşımız tarafından
ziyaret ediliyor. Eskişehir'in
kalbi konumunda olan Tarihi
Odunpazarı Bölgesi'nde hayata
geçirdiğimiz projeler ile bu
alan bir cazibe merkezi haline
geldi. Şehrimize gelen turistlerin
uzun süre vakit geçirdiği
bu alanı yeni projeler ile daha
da canlandırmak istiyoruz.
Medeniyetimizin en önemli
değerlerinden biri olan
hamamlarımızı ve
Eskişehir'in hamam
kültürünü anlatan bir hamam
ile müze inşaatımız devam
ediyor. Ayrıca sanata ve
sanatçıya verdiğimiz değeri
yaşatacak bir sokak
tasarladık. İçerisinde tiyatro
salonu, atölyeler, sergi
rampaları, fuaye alanları, kitap
evi gibi farklı noktalar bulunacak.
Bu sokakta
düzenleyeceğimiz atölyeler
ile farklı disiplinlerden
sanatçıları bir araya
getireceğiz. Kaybolmaya yüz
tutmuş kukla sanatını ve üretim
atölyeleri ile burayı sanatseverlerin
içerisinde
bulunmaktan keyif alacakları
bir yer haline getirmek istiyoruz.
İnanıyorum ki
çalışmalarımızın
tamamlanmasıyla birlikte bu
bölge daha hareketlenecek"
dedi.
>>
Tarihi Odunpazarı Bölgesi'nde Büyükşehir
Belediyesi tarafından inşaat çalışmaları
devam eden Hamam ve Hamam Müzesi ile
Sanat Sokağı'nda incelemeler gerçekleştiren
Başkan Yılmaz Büyükerşen, inşaat
çalışmalarını yıl sonuna kadar bitirmeyi hedeflediklerini
belirterek, Hamam Müzesi ve Sanat
Sokağı'nın Tarihi Odunpazarı Bölgesi'ne sosyoekonomik
açıdan büyük katkı sunacağını ifade
etti.
Büyükşehir Belediyesi hafriyat atıklarını geri kazandırıyor
>>
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, hafriyat atıklarının izinli tesislerde bertaraf edilmesi, insan ve
çevre sağlığı ile şehir estetiğinin bozulmaması için kapsamlı çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
Ayrıca, Keskin Mahallesi'nde bulunan İnşaat ve Yıkıntı Atıkları Geri Kazanım Tesisin de 1 tona
kadar olan atıkları ücretsiz bir şekilde teslim alarak çevrenin kirlenmesine engel oluyor.
Eskişehir'in daha yeşil ve daha
yaşanabilir bir kent olması için
çalışmalarına devam eden
Büyükşehir Belediyesi, Keskin Mahallesi'nde
kurduğu tesis ile inşaat ve yıkıntı
atıklarını teknolojiyi de kullanarak geri
dönüştürüyor. Yaklaşık 13 hektarlık araziye
kurulu tesise kabul edilen atıklar, sabit
kırıcı ile geri
kazanılmakta
olup kırılmış
ürün alt yapı ve
dolgu malzemesi
olarak
kullanılmaktadır.
Böylece, ürünün
hammadde
olarak
kullandırılması
sağlanmış ve
ekonomiye
kazandırılmıştır.
Tesisin açıldığı
günden bugüne
700 bin tondan
fazla inşaat ve
yıkıntı atığı kabulü
yaptığını belirten
Büyükşehir
Belediyesi yetkilileri,
500 bin
tona yakın atığın
kırma eleme
işlemine tabi tutularak geri kazandırıldığını
ifade ettiler. Tesise 1 tona kadar atığın ücretsiz
olarak alındığını belirten yetkililer, 1 tondan
sonra ton başına 11 TL ücret alındığını
ifade ettiler. İlçe belediyelerinin, özellikle
evlerde yapılan küçük tadilat işlemleri
sonucu ortaya çıkan atıkları 5 çuvala kadar
ücretsiz teslim alarak, İnşaat ve Yıkıntı
Atıkları Geri Kazanım Tesisi'ne getirdiğine
dikkat çeken yetkililer, vatandaşları da
atıklarını sokaklara bırakmamaları
konusunda uyardı.
Ayrıca Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma
ve Kontrol Dairesi Başkanlığı ekipleri
kaçak dökümlerle ilgili denetimlerine de
devam ediyor.
7
Bir Zamanlar Eskişehir,
Azınlıklar ve Eğitim
8
Eskişehir’in ekonomik ve sosyal gelişim tarihinin
kırılmalarla (dönüm noktaları ile) belirlendiğinden
zaman zaman söz ediyorum. Bunlar arasında
Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen göçlerin,
Bağdat-İstanbul Demiryolu’nun ve Cumhuriyet’in
ilk dönemindeki kamu yatırımlarının belirgin
yerleri var.
Bu süreçlerden söz ettiğimde; 19’uncu yüzyılın
sonuna kadar Eskişehir’in küçük bir yerleşim olduğunu
da dile getiriyorum. Bu yönüyle Eskişehir,
Antik Çağlardan beri yerleşime konu
olmasına rağmen Anadolu mimarisi ve yerleşim
tarzı açısından çok eski bir kent sayılmaz. Özetle;
Eskişehir’i adındaki ‘eskiliğe’ rağmen genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin genç kentlerinden birisi
saymak daha doğru olur.
Eskişehir’de Demiryolu
Yakub Karkar, 1975’te yayınlanan ABD’de İngilizce
yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğunda Demiryolunun
Gelişimi 1856-1914” başlıklı
çalışmasında Eskişehir hakkında yukarıda söylediklerimi
doğrulayan 1892 tarihli bir resim çiziyor:
“Demiryolunun gelişinden önce sadece bir
köydü. Alman girişimi burayı gelişen bir kasabaya
çevirmiştir. Demiryolu için temel depo alanı
seçilmesinden sonra, gösteriş kazanmaya başlamış,
kendi adına Anadolu’nun en yoğun merkezidir.
Demiryolu, kendi yalnız 60 aileyi temsil
etmekte; yetişkinler, şoförlük, tren bekçiliği, atölyelerin
mühendisliği ya da ağır trafiğin yükünü
çeken insanlardı. 50 lokomotif, 2000 araba ve
kamyon Eskişehir’de tutuluyor ve bakımları yapılıyordu.
Atölyeler genişçe ve iyi donatılmıştı,
bütün alanın değeri birkaç yüz bin sterlin idi.”
M. Yerçil 2004’te lületaşı ile ilgili olarak yayınladığı
İngilizce bir çalışmada Grundzel’in 1897 yılındaki
Eskişehir gözlemlerini şöyle aktarıyor:
“Oldukça canlı ve kalabalık olan kentin yaklaşık
20 bin kişi olduğu ileri sürülmektedir, ancak bu
sayı bugün için kesinlikle doğru değildir. Demiryolu
dolayısıyla artan inşaat hareketi hiçbir
yerde burada olduğu kadar başarılı bir sürpriz
yapmamıştır. İstasyon civarında içlerinde birkaç
Avusturyalının da bulunduğu yabancı kolonisi
YAZI
Gürcan BANGER
sebebiyle büyük bir Avrupa mahallesi doğmuştur.
Kentin bir başka mahallesinde Sultan’ın emriyle
binlerce muhacir yerleştirilmiştir. Evleri, dış
cephesinde pencere olmamasına rağmen yine de
düzgünce inşa edilmiş ve bakımları yapılmaktadır,
kentin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.
Eskişehir Anadolu Demiryoluna ait üç hattın kesişme
noktasında yer alır ve Konstantinople, Ankara
ve Konya ile doğrudan ilişkisi vardır. Bu
sebeple Anadolu Demiryolları Genel Müdürlüğü
başından beri Eskişehir’e aktarmak istemektedir.”
Y. Mimar Yonca Kösebay Erkan, 2007 tarihli
doktora tezinde 1901-1902 tarihli Hüdavendigar
Vilayeti Salnamesi’nden (-ki o tarihte Eskişehir,
bu vilayet kapsamındadır) bazı bilgiler
aktarıyor. Erkan’ın aktardıklarına göre; o tarihte
Eskişehir, 169 köyden oluşuyor. Tarım yapılıp
keçi ve koyun besleniyor. Padişahın özel
çiftlikleri var. Demiryolu bağlantısı nedeniyle
ticari yaşam gelişmiş.
1904-1905 yıllarında yaptığı Anadolu gezisinde
The Times Gazetesi’nin İstanbul muhabiri
olan kişi de Eskişehir’e ilişkin tasvirler veriyor:
“Demiryolundan kaynaklanan bu bereketine
rağmen Eskişehir hâlâ bir kaymakamlık. Kütahya
Sancağına ve Bursa Vilayetine bağlı. Şehrin
nüfusu kazada 35.000 kişi, 250 köyde ise
73.000 kişi. Bunlardan 70.000 Türk ya da Müslüman.
2000 Ermeni, 1000 Rum…”
Devamla: “Demiryolunun gelmesiyle Eskişehir,
Anadolu’nun en parlak şehirlerinden biri olmuştur.
Ancak görünüşte davetkâr değildir. Yapılar
kerpiçten ve ahşap bağdadidir. Sokaklar
dağınık evler serpiştirilmiş, yollar geniş fakat
bakımsız tam bir Rus köyünü anımsatıyor.
Ancak yine de burada bir hafta sıkılmadan kalınabilir.
Çünkü Eskişehir Anadolu Demiryolunun
merkezidir.”
Demiryolunun Belirleyiciliği
Eskişehir’in küçük bir yerleşimden çağdaş bir
kente doğru olan yürüyüşünde dış göçlerin yanında
demiryolunun belirleyiciliği inkâr edilemez.
Demiryolu sayesinde Eskişehir; İstanbul ve
Avrupa için erişilebilir hale gelen Anadolu yerleşimlerinden
birisidir. Bir başka deyişle; şehir
merkezindeki termal su kaynağı, Porsuk Çayı ve
düşük seviyedeki zemin suyu sayesinde bir ‘su
kenti’ olarak kabul ettiğimiz Eskişehir, 19’uncu
yüzyılın sonunda yapılan Anadolu Demiryolu ile
aynı zamanda bir ‘demiryolu kenti’ olarak belirginleşir.
1890’larda işletmeye alınan hat ile önceleri Haydarpaşa’dan
Ankara’ya iki tam günde gidilebiliyordu.
Birinci günün sonunda Eskişehir’de
konaklanılan seyahatle ilgili değişik kişilerin anı
ve seyahatnamelerinde anekdotlar buluyoruz.
Edebiyatta Anadolu’yu ilk kez tanıtan yazarlardan
Refik Halit Karay (1888-1965) Haydarpaşa –
Ankara tren yolculuğunu şöyle tasvir eder: “Bu
devirde bütün Anadolu için
her gün, sabahları Haydarpaşa’dan
bir tek tren kalkıyor
ve banliyö
istasyonlarına da uğrayarak
ağır ağır, gacur
gucur, akşama, geç vakit
ancak Eskişehir’e varabiliyor.
Oraya varınca
bütün yolcular inmeye
ve geceyi vagonlardan
baksa bir yerde geçirmeye
mecburdurlar. Paralılar
bir Alman kadının
işlettiği otele giderler,
parasızlar, civardaki hamama!”
Ve devam eder: “Otel hayatına,
alafranga yemeğe
ve alafranga yeme
usulüne alışamamış paralılar
da hamamı tercih
ederler... Sabahleyin pek
erken kalkıp trene yetişmek,
daha önceden nevalesini
de düzmek icap
eder. Koca trende bavullu
kimse yoktur; sepet,
heybe, bohça ve en lüzumlu
iki nesne: testi ve ibrik!
Vagonli, vagon restoran? Direktör Hügnen, ‘Pöh,
bu ahali daha iki yüz sene o ihtiyaçları hissedemez
ve istifade kabiliyetine erişemez!’ ”
Karay’ın “bir Alman kadının işlettiği” dediği otel,
Eskişehir tarihinin ünlü Hotel Tadia’sıdır. Aynı
yıllarda Türkiye’de görev yapan İngiliz elçilik görevlisi
Elliot, 1905 yılında The Times Gazetesi’nde
yayınlanan anılarında bu otelden söz eder:
“Eskişehir’de kişi trenden ayrılmak zorunda ve
geceyi istasyona yakın bir otelde geçirmek zorunda.
Ancak Eskişehir’deki gibi bir girişim hiçbir
yerde yoktur, istasyondan birkaç adım ötede
Madam Tadia tarafından işletilen küçük bir otel,
tüm hatta çorbaları, börekleri ve sütlü kahvesiyle
ünlüdür.” O tarihlerde Madam Tadia, Anadolu
Demiryolunu kullanan yolcular için bir
marka olmuş gibi görünüyor. Bazı kaynaklarda
otelin birkaç resmini bulmak mümkün ama bu
ünlü otel de zaman içinde yok olup gitmiş. Yeni
bir mekânda da olsa (örneğin yeni bir otele bu
ismi vererek ve tarihî otelin mirasına sahip çıkarak)
marka değerini yaşatmakta bir yarar olabilir.
20’nci yüzyılın başlarında demiryolunun Eskişehir’e
ekonomik ve sosyal katkılarını o dönemde
burayı ziyaret edenlerin anılarında görmek
mümkün. 1785’ten bu yana yayınlanan ünlü İngiliz
gazetesi The Times’da Anadolu Demiryolu
ile ilgili olarak görevli muhabirin 1904 yılı anılarını
buluyoruz:
“Depo ve atölyelerinde 43 lokomotif 1880 vagon
bakımı yapılmaktadır. Buradan 3 hat geçer: Eskişehir
– Ankara, Eskişehir – Konya, Eskişehir – Bilecik.
(Haydarpaşa – Bilecik kısmı için depo
Haydarpaşa’dadır). Vagonlar mükemmel kalitede,
Alman yapımı, bunun yanı sıra Fransız ve Belçika
yapımı olanlar da var. Atölyeler eski Prusya Devlet
Demiryollarında görev yapmış olan Alman
mühendisin kontrolünde. Burada çok modern ve
pahalı araçlar var. Örneğin güç motoru 1903 yapımı.
1 milyon Sterlin değerindeki atölye ve depoların
parçaları Almanya’da üretildi.
Atölyelerde 280 kişi çalışmakta; bunların azı
Alman, çoğu Avusturyalı. Mekanikçilerin yüzde
80’i bu konuda doğal yetenekleri olan Türkler…
Geçtiğimiz aylarda şirket bir mühendislik teknik
okulu açtı. 24 öğrencisi var. 18’i Türk, 2 Ermeni,
2 Rum, 1 İtalyan, 1 Avusturyalı. Eğitim dili demiryolu
şirketinin ana dili olan Fransızca. Depolarda
140 kişi çalışmakta. Baslarında Prusya-
Polonyalı bir mühendis var, birkaç da Avrupalı.
Atölyelere bağlı bir de yedek parça deposu var.
Burası lokomotiflerin ihtiyacı olabilecek yedek
parçaları barındırıyor. Bu depo çok geniş olmak
zorunda ve değeri 40.000 Sterlin ve sürekli yenilenmekte.
Bu adamlar dışında 140 kişi de istasyon
görevlisi (Şoförler, Bilecik, Ankara, Konya
trenlerinde görevli bekçiler) olarak çalışmakta,
bunların çoğu Rum ve Ermeni. Böylelikle Eskişehir’de
demiryolu nüfusu 500 ailenin üzerinde…
Eskişehir ihraç ve ithalat merkezi olarak büyük
bir alana hizmet veriyor. 20 saatlik yolculukla
mallar depolanmak üzere Eskişehir’e getiriliyor.
Üstelik istasyon 20 Ermeni hamalı barındıran bir
yatakhaneye sahip olduğu için istasyonda hamal
bulmak kolay”.
Eskişehir’in demiryolu serüvenini yazarken
kendi kaynaklarım yanında Dr. Y. K. Erkan’ın
2007 tarihli (çok nitelikli bir çalışma izlenimi
edindiğim) doktora tezinden yararlandım. Eskişehir’le
ilgili, benim henüz erişememiş olduğum
bazı kaynaklardan da bilgi sahibi oldum. Eskişehir
ve demiryolu konusu, hiç kuşkusuz burada
özetlediklerimden ibaret değil. Ama bu özetle
bile ortaya çıkan bir konu var ki; o da Eskişehir’in
bir ‘demiryolu kenti’ olduğudur. Tarihten
gelen bu özelliği yitirmemek lazım…
Beylikahır’da Yahudiler
Eskişehir’in yoğun olmayan yerleşime uğramamış
bereketli toprakları 18’inci yüzyıldan itibaren
göç almaya başlar. İlk gelenler Çerkezler ve
Abazalardır. 1860 yılında Kırım’dan Anadolu’ya
büyük sayılacak bir göç gerçekleşir. Bugün de
mevcut olan pek çok Tatar köyünün başlangıcı
bu tarihe kadar gider. Daha sonra sırasıyla
187/’de Balkan göçleri ve 1877-1878 ile
1882’de Kafkaslardan Çerkez göçleri gelir. 20’nci
yüzyıl başlarında Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler
devam eder. 1917 ve sonrasında Kırım ve Kazan’dan
Anadolu’ya gelenler olur. Eskişehir’in
geleneksel yerleşim alanı Odunpazarı’ndan kuzeye
yayılan yerleşiminde bu göçlere bağlı olarak
kurulan yeni mahalleler etki yapar.
Eskişehir tarihinin yukarıda özetlediğim yakın
dönem tarihi az çok bilinir. Ama bu göç sürecine
sıkışmış bazı olaylar var ki; onları yeterince bildiğimizden
emin değilim. Belki de; kapsamlı ve
bütünleşik bir Eskişehir Tarihi’nin yazılmamış olmasının
bu eksik bilgilenmede etkisi var.
Dünyaca ünlü The Times Gazetesi’nin 31 Aralık
1904 tarihli sayısında “The Land of the Anatolian
Railway II (Anadolu Demiryolu’nun Geçtiği Topraklar
II)” başlıklı bir makaleden alıntı yapmak istiyorum.
Yazıda Bulgaristan’dan göç eden ve
Ankara – Eskişehir
arasında üç farklı
yerleştirilen Yahudi
göçmenlerden
söz
edilmektedir:
“Eskişehir ve Ankara
arasında Romanya’daki
Ortaçağ İspanyol
Yahudileri gibi
haçın gölgesi yerine
hilali yeğlemiş
üç küçük
Yahudi yerleşmesi
bulunur. Bu
kolonicilerin 100
aile oldukları
söyleniyor. Türkiye’ye
5 yıl önce
geldiler ve Dobruca’dan
geldiklerinde
muhacir
statüsü ile Sultan’ın
kamu topraklarından
geniş
araziler verildi.
Başlangıçta çok az
şey talep ediyorlardı
ancak kıyafetlerinin
yetersizliği nedeniyle, soğuktan, açlıktan çok
etkilendiler. Sefaletleri yüzde 90 oranında kentli
olmalarından ve tarım hakkında pek bir şey bilmemeleri
yüzünden artmıştı. Bu halde iken Berlin’den
Prof. Otto Warburg tarafından
keşfedildiler. Kolonilerin basına bilimsel tarım
bilgisi olan yetkin idareciler atadı ve yerleşmelerin
tüm masraflarını karşıladı. Beylikahır’daki koloni
100 kişinin 48’inin barındığı koloni olduğu
için en önemlisidir. Burası imar edilmiş anlamına
gelen ‘mamure’ adını taşır ve oldukça iyi durumdadır.
Kireç boyalı kerpiç evlerin kırmızı kiremitli
çatıları ve kerpiç ağılları özgün bir mimaridir.
Köylüler yaklaşık 400 koyun, 400 keçi sahibidirler.
800 hektar alanda bu yıl tarım yapılmıştır,
kolonistlerin çoğu gettolardan gelmiş olsalar da,
tarıma yavaş yavaş alışmaktadırlar. Çok çalışmaktadırlar
ve sahip oldukları başarıdan daha
çoğunu hak etmektedirler. Bu yılın hasatı oldukça
büyük bir hüsran oldu. Mayıs basına kadar mısır
harika durumdaydı, ancak bundan sonra 5 ay
süren kuraklık sonucunda ürün zayıf oldu.”
HHH
“Başlangıçta yerleşim komünist ilkelerle işletilmek
istendi ancak bunun büyük bir hata olduğu
anlaşıldı ve hemen terk edildi. Arazi aileler arasında
sanki kendi mülkleriymiş gibi bölümlere
ayrıldı. Her aile sıradan bir sapan ile bazı tarımsal
aletlere sahipken her grup (3 aileden oluşan)
3’lü sapana sahipti. Ambarlar, demirciler ve ağır
9
makineler, örneğin buharlı harman makinesi
genel kullanımdaydı. Koloni makineler açısından
iyi donanımlıydı ki bunların çoğu birinci sınıf İngiliz
makineleridir. Baş edilmek zorunda kalınan
iki güçlükten biri kuraklık ki tüm Anadolu’da yaygındır,
diğeri köyün sağlıksız konumudur. Bölgede
sıtma o kadar yaygın ki istasyon şefi birkaç
ayda bir değişiyor. Köy sakinleri yerleşimlerinin
ilk iki yılında ateşten çok yakınıyorlardı ancak
simdi çevreye bir ölçüde alıştılar. Yaşanan küçük
tatsızlıklar arasında zaman zaman büyük sayıda
koyunu telef eden kurtlardan da bahsedilmektedir.
Köyün hükümete ödediği vergiler oldukça
ağır. Şu ana kadar koloni Prof. Warburg ve Paris
Cemiyeti’ne aile basına 300-400 Franka mal
oldu. Beylikahır trenle Eskişehir’den 2 saat uzaklıkta.
Diğer koloniler Sazılar’da yer almakta, Ankara
ile Beylikahır arasında ve diğeri hemen
Ankara’nın yanında”.
The Times’da bu makalenin
yayınlandığı
yıllarda (bugünkü
adı Beylikova olan)
Beylikahır’ın 150
dolayında haneden
oluşan önemli bir
köy olduğu anlaşılmaktadır.
Beylikahır,
Yunanlıların bu
bölgeyi işgalinden
önce nüfusun çokluğu,
çarşısı ve dükkânlarının
zenginliği ile gelişmiş
bir köy olarak
tanınmaktadır.
Yukarıda bir kısmını
verdiğim The Times
Gazetesi’ndeki
1904 tarihli makalede
ismi anılan
Prof. Otto Warburg,
1859-1938 yılları
arasında yaşamış
bir Alman botanikçi
ve endüstriyel
tarım uzmanıdır.
1897’de İsviçre Basel’de
kurulmuş
(1960’da Dünya Siyonist
Örgütü adını
almış) olan Siyonist Örgütü’nün aktif bir üyesidir.
1911-1921 tarihleri arasında örgütün başkanlığını
yapmıştır. Örgütün başkanlığını yaptığı dönemde
temel bakışı, “Yahudiler için Filistin’de
yasal olarak güvence altına alınmış bir ev /
vatan” yaratmaktı.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi’nin 1993 yılı I. Cilt 3
no’lu sayısında yer alan H. Siren Bora imzalı “Alliance
Israelite Universelle’in Osmanlı Yahudi Cemaatini
Tarım Sektöründe Kalkındırma
Çalışmaları ve İzmir Yakınlarında Kurulan Bir
Çiftlik Okul: Or Yehuda” isimli makaleden birkaç
alıntıyı da dikkate sunmak isterim: Alliance Israelite
Universelle; “… Jewish Colonization Association’ın
(Yahudi Kolonizasyon Derneği’nin)
desteğiyle Beylikahır, Sazılar ve Selanik Tarım
Okullarını kurdu.”
Makalenin bir başka yerinde ise “Jewish Colonization
Association Mezopotamya’da, Eskişehir’de
(Mamure), İstanbul vilayetinde (Mesila Hadaşa),
Silivri’de (Fethiköy), Akhisar’da (Or Yehuda) ve
Balıkesir’de (Tekfur Çiftlik) yeni tarım kolonileri
kurdu” deniyor.
H. Siren Bora’nın makalesinde; (sonraki yıllarda
yaşanan süreç sonucu adı Kayalı kasabası olan)
Or Yehuda isimli tarım çiftliğinde yaşamış Yahudi
ve diğer dinî / etnik kimliklere sahip ailelerin
isimlerinden söz ediliyor. Araştırmacı ve yazar
Rifat N. Bali, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan
büyük kargaşa ve yıkımdan bu çiftliklerin de
10
zarar gördüğünü ve 1930’lu yıllarda tasfiye edildiğini
yazıyor.
Beylikahır’dan Dünyanın
Dört Bir Yanına
1890’lı yıllarda Romanya ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye
göç edip Anadolu’nun değişik noktalarında
çiftlikler (Yahudi yerleşimleri) olarak
konuşlanan göçmenlerin hikâyesine yukarıda değindim.
Yaptığım küçük araştırmalarda Eskişehir’de
ikamet etmiş Yahudi topluluğu ile fazlaca
çalışma yapılmadığını gözledim. Biraz daha ayrıntılara
girmeye çalışınca birkaç ilginç olaya
rastladım. Aşağıda bunları kısaca paylaşmak istiyorum.
Konuyu araştırırken soybilim konusunda uzmanlığı
olan LK’in yaşam öyküsü ile karşılaştım.
Halen ABD’de yaşayan Bay LK, ailesinin köklerini
bulmak için bir dizi araştırma yapmış. (Kişilerin
isimlerini, herhangi bir rahatsızlığa neden vermemek
için sadece baş harfleri ile verdim.) Aile
büyüklerinin 1890 ya da 1900’lü yıllardan Romanya’dan
ayrılarak Bursa’nın 75 km kadar yakınında
olan Eskişehir’e yerleştiğini söylüyor.
Daha sonra 1900’lü yılların başlarında Eskişehir’den
ayrılarak Kanada’ya göç etmişler. Ailenin
halen Kanada, ABD ve Fransa’da yaşayan üyeleri
olduğunu söylüyor. Konuyla ilgili Internet sitesinde
aradıkları arasında Braunstein, Meraru,
Hechter, Finger, David, Isovitz, Siegall, Perlow,
Lieberman, Kieves, Buium ve Shafron gibi aile
isimlerini belirtiyor.
Braunstein ailesinden Moise Yitzhak (1802-
1885), Ruhleia (1825-1885?), Rivenu (1852-
1908?), Adasia (1861-1908?), Marcu
(1872-1933) ve Esther (1878-1940) hakkında
biraz daha fazla bilgi var. 1900’lü yıllarda Rivenu
ve Adasia Türkiye’ye gitmek üzere Romanya’yı
terk etmişler. Kaçış nedenleri ise yaşadıkları bölgede
yükselen anti-semitik (Yahudi karşıtı) hareketler…
Eskişehir’deki Yahudi çiftlik kolonisine
yerleşmişler. Eskişehir olarak ifade edilen, muhtemelen
önceki yazımda sözünü ettiğim Beylikahır
Çiftliği… Yanlarında henüz evli olmayan sekiz
çocukları varmış. Daha sonraki yıllarda aile bireyleri
Kanada ve Fransa’ya gitmek üzere Eskişehir’den
ayrılmışlar.
Bir başka hikâye ise Şikago’da yaşayan Bay
KDR’ye ait. Aşağıda anlatacağım hikâyesinde en
ilginç yanlardan birisi, Türkiye’de Arapların yaşadığı
gibi bir yanlış yapıyor olması… 2007’de
ABD’de bir sinagogda yaptığı konuşmada kendi
ailesinin geçmişinden söz ediyor.
Büyükannesi Mollie hiç okula gitmemiş. Ama Bay
KDR, onu en önemli öğretmenlerinden birisi olarak
algılıyor. Büyük anne 1894 yılında Romanya’da
doğmuş. 1897 yılında büyükbaba ve
çocukları, Romanya kırsalındaki anti-semitik eylemler
nedeniyle göç etmeye karar vermişler.
Yüzlerce Aşkenaz (Alman veya Avrupa kökenli)
aile ile birlikte Eskişehir yakınlarında kırsal bir
noktaya yerleşmişler. (Bay KDR’nin sözünü ettiği
yer de Beylikahır olabilir.)
Bu dönemde Yahudilerin önde gelenleri, Filistin’de
bir yerleşim kurmak için Osmanlı ile pazarlık
etme derdinler. Bay KDR’nin ailesi de günün
birinde o topraklara gitmek
üzere Eskişehir’e gelmişler.
Büyükanne, çiftlikteki
yaşamın çok zor
olduğundan söz
edermiş. Onun anlattığını
göre başlarda
toprağı kazıp üstünü
sazlarla örttükleri
barınaklarda yaşamışlar.
İlk geldiklerinde
kışın yaklaştığı
bir zamanda komşu
köylerden insanlar
gelip Yahudilere o
bölgede kışın sert
geçtiğini ve sağlam
yapılar kurmazlarsa
soğuktan donup ölebileceklerini
söylemişler.
Göçmen Yahudiler
ise paraları olmadığını,
bu nedenle sağlam
konutlar
yapmalarının da
mümkün olamayacağını
söylemişler.
Müslüman köylüler
ise çevrede çok miktarda
yaban domuzu
bulunduğunu, kendilerinin
bunları avlayabileceğini ama dokunmalarının
ve yemelerinin dince yasak olduğunu
anlatmışlar. Köylüler, eğer kendilerinin vurdukları
yaban domuzlarını Yahudiler yüzüp domuz
kıllarını biriktirerek İstanbul’da fırça / tarak yapılmak
üzere satarlarsa parayı bölüşebileceklerini
söylemişler. Böylece iki kesim arasında adil
bir işbirliği başlamış.
Bir araştırma meraklısı olarak Eskişehir tarihinin
ayrıntılarını gördükçe; bu kentin sağlam ve yeterli
bir tarihinin yazılmamış olmasını üzüntü ile
karşılıyorum. Sanırım; bu konuda Valilik veya
üniversitelerimizden birisinin koordinasyonun
bir çalışma takımı oluşturularak “Eskişehir Ansiklopedisi”
türünde bir eseri hazırlamanın zamanı
geldi. Belki de geçiyor. Biraz daha gecikirsek; yazılısı
olmayan tarihin sözel olanını da tümüyle
yitirmiş olacağız.
Bir Zamanlar Eğitim
Eskişehir ile ilgili olarak övündüğümüz özelliklerin
başında yüksek okullaşma oranı ile iki üniversitenin
varlığı gelir. Önümüzdeki yıllarda
kentteki üniversite sayısı ile birlikte diğer öğretim
düzeylerinde nitel ve nicel artış bekleniyor.
Bu yönüyle Eskişehir, başka özelliklerinin yanında
bir ‘eğitim kenti’ olarak da gelişiyor.
Porsuk Çayı ve termal su kaynağı ile Eskişehir,
her zaman ilgi gören bir yer oldu. Ama 1800’lü
yılların son çeyreğine kadar büyük bir yerleşim
değildi. 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar Konya
ya da Bursa kentlerinin gelişkinliğine erişemedi.
Osmanlı’nın kuruluş döneminde Eskişehir bir
sancak merkezi idi. Osmanlı’da sancaklar vilayetleri
oluşturur ve kazalara ayrılırdı. Birden fazla
ili bünyesinde bulunduran yapılara ise eyalet adı
verilirdi. Tanzimat’ın ilanından sonra Anadolu
Eyaleti’nin kaldırılması ile Eskişehir, Hüdâvendigâr
Eyaleti’nin Kütahya Sancağı’na bağlı bir kaza
haline dönüştü. Bu durum, Eskişehir’in kuruluş
döneminden Tanzimat’a kadar nasıl (ağır aksak
ve ilgi görmeyen) bir ekonomik ve sosyal gelişme
gösterdiğinin işaretidir.
Eskişehir’in gelişimine eğitim açısından baktığımızda;
Osmanlı’nın kuruluşundan Tanzimat’a
kadar olan döneminde Anadolu’nun başka yerlerine
oranla hayli gerilerde kaldığını görürüz.
1869’da yürürlüğe konan Maarif Nizamnamesi,
Osmanlı’da eğitim açılımının başlangıcı sayılır.
Özellikle 19’uncu yüzyılda Balkanlar, Kafkaslar
ve Kırım’dan gelen göçlerle Batı tarzında
eğitim veren kurumların sayısında bir artış
görülür.
Sıklıkla belirttiğim gibi; Anadolu Demiryolu’nun
yapımı ve Eskişehir’den geçmesi
kentte önemli değişikliklere neden olur. Bu
hattın yapımında Fransız, İtalyan ve İsviçreli
mühendis ve işçilerin bulunması, yabancılar
için bir okulun açılmasını sağlar. 1891 yılında
(muhtemelen misyonerlik çalışmaları için) Eskişehir’e
yerleşen Saint Augustin de I’Assomption
rahipleri bir okul açarlar.
Osmanlı tarihi, büyük ölçüde saray tarihidir.
Bu nedenle Anadolu hakkındaki bilgilerin
ciddi bölümünü (çoğunluğu yabancı olan) seyyahların
yazdıklarından öğreniriz. Sözünü ettiğim
bu okul hakkında da birkaç
seyahatname dışında fazlaca bilgi yoktur. Bir
bölüm bilgi de salname adı verilen yerel /
bölgesel resmî yıllıklardan elde edilebilir.
Gene Eskişehir ve civarında Ermenilerin,
Rumların ve Yahudilerin açtıkları okullar, bunların
müfredatı, eğitimin niteliği ve ders verenlerin
kimlikleri hakkında yeterli bilgiye
ulaşmak zordur.
Tanin Gazetesi yazarı Ahmet Şerif, 1900’lü yılların
başlarında Anadolu’ya yaptığı seyahatlerde
bu toprakların gerçeğini ortaya koyar. Yazılarında
çözümün eğitimden geçtiğini belirtir. Bu
geziler sırasında ziyaret ettiği eğitim kurumlarından
birisi de Eskişehir’de 1909’da Ermeni vatandaşların
açtığı okuldur. Hükümet yardımı
olmaksızın Ermeniler tarafından açılan okulun
başarılı durumu Ahmet Şerif’in dikkatini çeker ve
yazılarına konu olur.
Ahmet Şerif’in daha sonra ziyaret ettiği Numunei
Terakki isimli ilkokuldaki izlenimleri de anlamlıdır.
Bir hayırsever tarafından bağışlanan konakta
kurulan okuldaki eğitimi (kıyaslamalı olarak) beğenmediğini
ifade eder.
Eskişehir’in geçmişini çok fazla seyahatnamede
bulmak mümkün değil. 1554’te Busbecq, 18’inci
yüzyılda Paul Lucas, gene 18’inci yüzyılda Piton
de Tournefort Eskişehir’de söz ederler. 19’uncu
yüzyılın başlarında Charles Texier, 1864’te Perrot,
1882’de Humann ve Puchstein, Eskişehir ve
civarına seyahat yapan gezginlerdir. 1893’te Georges
Radet ve 1894’te Vital Cuinet Eskişehir’de
söz ederler. Bunlara Körte, Amsverdh, Tchihatcheff,
Heimmer ve Naumann gibi başka isimleri
de ekleyebilirim. Ama genelde Eskişehir’in ekonomik,
sosyal ve eğitsel yaşamının ayrıntılarını
bulmak pek mümkün olmaz.
Eskişehir eğitim alanındaki atılımını Cumhuriyet
ile birlikte yapar. 1935 yılında Türkiye’nin eğitimli
insan ortalaması yüzde 17 iken bu oran Eskişehir’de
yüzde 29’a ulaşmıştır.
Eskişehir’in eğitim tarihinin diğer detaylarına bir
başka yazıda değinme dileğiyle bir tespitimi ileterek
bitirmek isterim. Bugün (Türkiye şartlarına
oranla) Eskişehir, eğitimli bir nüfusa sahiptir.
Ama çağın gereklerini yerine getirmek için mevcut
eğitim düzeyi ve kalitesi yeterli değildir. Kent
sanayisindeki gözlemlerim bu durumu net olarak
ortaya koyuyor. Bu nedenle Eskişehir’in eğitim
içeriği, çeşitliliği ve kalitesi konusunda yeni atılımlara
ihtiyacı var.
Ahmet Refik ve
Eskişehir Ermenileri
Eskişehir’in tarihinden söz edince Ahmet Refik
Altınay’ı anmadan geçmek olmaz. Elimdeki kitabın
adı “İki Komite, İki Kıtal”… 1919 yılında Kitaphane-i
İslam ve Askeri tarafından
yayınlanmış olan kitabın yazarı ise artık yeterince
bilip hatırlayamadığımız Ahmet Refik. O,
bir tarihçi ve yazar. 1880 ile 1937 yılları arasında
yaşamış. Askeri okullarda ve son olarak
Harbiye’de okumuş. Coğrafya ve Fransızca dersleri
vermiş. İrtika, Malumat, Hazine-i Fünun, Mecmua-i
Ebuzziya gibi dergilerde yazılar yazmış.
Tercüman-ı Hakikat gazetesinin başyazarlığını
yapmış. Değişik eserleri gazetelerde tefrika edilmiş.
Yurt içinde ve dışında pek çok askeri görevde
bulunmuş.
Önemli bir görev olarak 1915’te Eskişehir’de
Sevk Komisyonu Başkanlığı yapmış. Bu görevi,
Çanakkale Savaşı’nın en kritik günlerine ve Ermeni
Tehciri olarak bilinen sürgünlere rastlar. Birinci
Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin
Türklere yaptıkları eziyetleri yerinde incelemek
üzere (özellikle Doğuda görev yapan) uluslararası
bir heyetin başkanlığını yapmış; Doğu ve Kuzeydoğu
Anadolu’yu gezmiş, görmüş. Bu iki görevin
sonunda 1919’da “İki Komite, İki Kıtal” ve “Kafkas
Yollarında” isimli kitaplarını oluşturmuş.
Ahmet Refik, tarihi üstün bir doğrulukla ama şiirsel
bir dille yazabilmiş kişilerden birisi. Yazdıkları
bir roman lezzetinde okunabiliyor. Onu
okurken ulusal ve toplumsal tarihimiz yanında
yerel tarihimiz konusunda da ne denli bihaber
olduğumuz duygusuna kapıldım. Sanırım; bu
durum, ulusal eğitim sistemimizin bir beceriksizliği
olarak giderek vahim bir hale dönüşüyor.
Kitaba geri dönelim. Ahmet Refik’in bu kitapta
anlattıklarının en önemli yanı, Eskişehir’in tehcir
günlerine farklı bir bakış geliştirmesidir. Yerel
tarih konusunda çok fazla kaynak bulmamamıza
rağmen akademik çalışmalar (yüksek lisans ve
doktora tezleri çalışmaları) arasında bu anılardan
yeterince yararlanılmadığını şaşırarak görmüştüm.
Ahmet Refik’in anılarının önemini kavramak için
iyi yollardan birisi kitaptan birkaç paragraf sunmak
olabilir. Yazar, 1915 Eskişehir’inden (ki Eskişehir,
Osmanlı’nın kurulduğu kenttir) şöyle bir
manzarayı aktarıyor: “Eskişehir’de bir sükûnet
var. Osmanlı saltanatının ilk kahramanlık devirlerini
yaşayan bu güzel belde, ömründe görmediği
bir vazifeyi ifa edecek: Bir zamanlar saltanat tesisi
için Sakarya ovalarından Bizans surlarına
doğru akınlar eden kahraman Osman’ın zaaf ve
ihmal içinde yaşayan torunları, senelerden beri
türediler elinde oyuncak olmuş şimdi saltanatını,
payitahtını, servetini, saraylarını, camilerini,
cehil ve hamâkatının (bilmezlik ve anlamamazlığın)
kurbanı olan tebaasını bırakarak kaçacak,
saraylarının ve saltanatının debdebe ve ihtişamını
terk ederek köylüler arasına sığınacak.”
“Hazine-i Hümayun çoktan Konya’ya taşınmış. İstasyon
civarındaki zarif Ermeni evleri bomboş.
(Ahmet Refik’in gözlemlediği dönemde Ermeni
cemaatinin önemli bir bölümü Eskişehir İstasyonu
civarında yaşamakta.) Servetiyle, ticaretiyle
üstünlük gösteren bu anasır (unsurlar),
hükümetin emrine tabi olmuş, evlerini boşaltmış,
Eskişehir’in yukarı mahallelerine çekilmiş.
Şimdi bütün boşalan evler, kıymettar halıları,
zarif odaları, kapanmış kapılarıyla, adeta firarilerin
teşriflerine muntazır (hazır, bekliyor).”
Yazar; firariler derken, İstanbul’dan Anadolu’ya
kaçan İttihat Terakki yandaşlarından söz ediyor.
Ahmet Refik’in 1915’in Eskişehir’ini anlattığı
başka birkaç cümleye göz atalım: “Eskişehir’in
en mutena en güzel evleri İstasyon civarında. Bu
binalar; Almanların henüz duvarları badanadan
mahrum dışı bile kalmamış mektepleri Sultan
Mehmet Reşad’a, büyük bir Ermeni konağı şehzadegâna
(şehzadelere), Sarısu Köprüsü civarında
kanarya sarısı renginde yan yana iki
Ermeni evi Talat Bey’le dostu Canbolat Bey’e,
içeride Ermeni mahallesinde muhteşem bir Ermeni
köşkü Topal İsmail Hakkı’ya, İstasyona
yakın oturmaya uygun bütün evler İttihatçıların
en mühim ricaline (rütbe ve mevki sahibi kimselere)
tahsis olunmuş.”
Yazarın aşağıdaki cümlelerinin ardı arkasının
(gerçek tarih adına) aranması ve araştırılması gerekmez
mi? Aktarıyorum: “Günler geçti. İstanbul’dan
hiçbir gelen yoktu. Fakat ilk firari kafilesi
Eskişehir’e çoktan yerleşmişti. Eskişehir’in kırmızı
çarşaflı, nakışlı çoraplı, omuzları bohçalarla
kamburlaşmış kadınların arasında, yüksek ökçeli
iskarpinleri, ajurlu ipek çorapları, zarif çarşaflarıyla
İstanbul hanımları da görülüyordu.”
“İstanbul firarileri arasında bilinen bir sima, herkesin
nazarı dikkatini celp ediyordu: Arkasında
siyah cüppesi, ayağında geniş şalvarı iri ve ak
sakalıyla Eskişehir sokaklarında dolaşan bu zat,
İstanbul halkının hidayetini, namusunu, şerefini,
hakkını muhafaza ettiği için intihap (seçilmiş)
değil, fakat İttihat ve Terakki’nin tayin ettiği bir
mebustu.”
Ahmet Refik’in farklı dönemlerde yazdığı kitaplarda
değişen bazı görüşlerini izlemek mümkün.
Diğer yandan tarih alanında çalışan uzmanların
onu eleştirdikleri bazı yönler de yok değil. Ama
yerel tarih konusunda yerel tarihin yazılı hale getirilmesi
konusunda ciddi eksiklikleri olduğunu düşündüğüm
Eskişehir için “İki Komite, İki Kıtal”
kanımca okunması gereken değerli bir anı demeti…
Bitirirken
Geçmişte Eskişehir, yukarıda özetlemeye çalıştığım
şekliyle değişik yaşam kültürlerinin merkezi
olmuş. Özellikle demiryolu ve eğitim konuları
dikkate alındığında şehrin geçmişinin ticari bir
merkez olması çoğunlukla yabancı kaynaklara
konu olmuş. Bize düşen ise bundan sonra bu
kenti geleceğe taşımak için geçmişimizi sadece
yabancı kaynaklardan okumamak için konu hakkında
özenli çalışmalar yapılması konusunda girişimlerde
bulunmaktır. Bununla ilgili olarak da
şehrin ilgili birimlerinin üzerlerine düşen görevi
yerine getirmesi kanaatindeyim. Zira Eskişehir’in
tarihi Türkiye tarihi için de bir dönüm noktasıdır.
11
Kalıplar! Bizleri sıkıştıran, bir
kafese hapseden kalıplar!
Düşününce daha çok fark ettiğimiz
duvarlarımız var bizim.
Hatta sınırlarımız...
Bir adım öteye gitmeden öylece
bekleyip duruyoruz kendimize
çizdiğimiz sınırın içinde.
Bir mucize bekliyoruz hepimiz.
“Bir sihirli değnek olsa...” diye
başlayan onlarca cümle kuruyoruz.
Koşturup duruyoruz nereye varacağımızı
bilmeden ya da varılacak bir
nokta var mı onu bile bilmiyoruz.
Çaresizligimizi dillendiriyoruz
genelde.
Şikâyet ediyoruz.
İsyan cümleleri düşmüyor dilimizden.
“Yapamam” , “Başaramam” gibi
yargılar hâkim oluyor hayatımıza.
Ya da “Aslında yapardım ama...”
gibi bahaneler...
O kadar yargı doluyuz ki...
Başta kendimize!
Kavgalıyız kendimizle.
En basit hatamızda bile defalarca
BİZİ KAFESE
SOKAN
KALIPLAR!
ceza
kesiyoruz.
Sürekli geçmişin pişmanlıkları ve
geleceğin kaygıları ile doluyuz.
Pekiyi ya ‘şu an’?
Hangimiz şimdinin farkına varabiliyor?
Kaç gün geçirdik kim bilir şimdileri
çöpe atarak…
Şikâyet ettiğimiz monotonluk da
bundan kaynaklanıyor.
Evet, hayatımız monoton!
Çünkü aynı şeylerin pişmanlığı ve
aynı şeylerin kaygıları ile geçiyor her
gün.
Kendimizle ettiğimiz kavgalarla
devam ediyor sonra.
Bu haldeyken, henüz kendimizle
barışamamışken kurtuluşu “mucizelerde”
arıyoruz.
Ama mucize zannettiğimiz şeyler
değil, mucize biziz!
Ne zaman kendimizle barışıp
“Sen ne istiyorsun?” diye sorabilirsek
kendimize, o zaman kaldıracağız sınırları.
Bir bir yıkılacak duvarlar.
Kimseye ihtiyacımız olmadığını
anladığımız o ‘an’, iyi-kötü, doğruyanlış
gibi kalıplardan da sıyrılacağız.
Bir hamstr gibiyiz çoğu zaman.
Bir kafesin içinde, bir parça peynirin
peşinde, hiçbir noktaya varmadan
koşturup duruyoruz. Kafeste
olduğumuzu fark etmediğimizden ya
da kafesten çıkmaya korktugumuzdan
bu kafesi “yaşam” olarak tanımlıyoruz.
Kafesten çıkmaya çalışsak orada
gerçek bir dünyanın bizi beklediğini
görebiliriz.
Hayatımız zannettiğimiz gibi ‘bu
kafesten’ ibaret değil.
Bunlar bizim çizdiğimiz sınırlar.
Sınırı aşabilirsek, “cesaret, istek ve
gayretle” o kafesten çıkabiliriz.
Sonra gerçekten yaşamaya başlayabiliriz.
Emine Girgin
eminagirgin@hotmail.com
GİDEN GERİ DÖNER Mİ?
Sizce gidenler geri
mutlaka döner mi? Bu
soruyu sorduğumda
çoğu kişi eninde sonunda döneceğini
söylüyor.
Gidene “geri dön” demek hiç tarzım değil
ama dönüyorsa da ” niye döndün?”
demem. Ben de bulduklarını başkasında
bulamayacağını çabuk idrak etmiş derim.
Şaka bir yana bu ay gidenin dönüşünü
konu alalım istedim. Biliyorum
gidişinden dolayı acı çekiyorsunuz ve
acının geçmesi için kendini teselli ediyor
ama bir türlü teselli de olamıyorsunuz.
BEKLE!
12
Hayatınızı eskisi gibi devam ettirmeye
özen gösterin. Yine arkadaşlarınızla
dışarı çıkın, işinize odaklanın, film izleyin;
yani o varken nasıl hayatınızı devam
ettiriyorsanız yine aynı şekilde devam ettirin.
Böylece onsuz olabilmeyi de
göstermiş olursunuz.
HEMEN AFFETMELİ Mİ?
Bir süredir birlikte olduğunuz ve
bağlandığınız kişi, türlü sebeplerden
dolayı sizden gitti ve bir süre sonra diyelim
ki geri geldi, barışmak istediğini
söyledi. Peki, bu durumda ne
yapacaksınız? Hemen affetmeli mi?
Çoğu kişi hemen affediyor, çünkü
gerekçesi hala çok sevmesi. Ben biraz
düşünün derim. Bazen çok sevmek
ilişkiyi kurtarmak için yeterli bir sebep
olamayabiliyor.
İLİŞKİNİZİ GÖZDEN GEÇİRİN
Onunla birlikte olduğunuz süreçteki
yaşanan olumsuzlukları gözden geçirin.
Öncelikle partneriniz sizden neden
gitmişti? Bunu düşünün. Sorunları
sıraladıktan sonra ilişkiyi kurtarmak için
neler yapılabilir? Bunları listeleyin. Eğer
ki çözümsüz kalan bir şeyler varsa,
barışmanız ve o kişiyi affetmeniz sizin
acınızı dindirmeyecek. Hatta affettiğiniz
için kendinizi küçük düşmüş gibi bile
Seviyorum oradan buradan
abuk subuk konuşmayı…
Yine o abuk subuk şeye saatlerce
kafa yormayı…
Anlamsız şeylerin hayatıma
anlam katması hoşuma gidiyor.
Anlamsızlıklar içerisinde
‘anlam’ buluyorum belki de…
Bazen içimde bir fırtına kopuyor.
‘Saçmalıklar fırtınası’ koydum
ben bunun adını…
Telefon listemdeki herhangi birine
mesaj atarak anlamsız bir espri
yapmak geliyor içimden durduk
yere…
Sonra o kişinin yüzündeki şaşkınlığı
düşünüp kendi kendime gülüyorum.
Ne güzeldir değil mi oysa?
İnsanın kendi kendini güldürebilmesi…
Hüzün gibi!
İnsan kendi kendisini hüzünlendirdiğinde
sorun olmaz da ‘güldürüyorum’
dese dünyanın sonu gelmiş
gibi bir tepki alabilirsin.
Delirmiş bu herhalde diye bir ön
yargı hazır olda bekler!
Bazen yolda giderken ‘güldüğümü’
fark ediyorum.
Utanıyorum sonra...
ABUK SUBUK…
Özge Zaim Sarıoğlu
ozgezaim1@gmail.com
‘Kafayı yemiş olmalı baksana
kendi kendine gülüyor’ diyecekler
diye bir an da kalbim sıkışıyor.
Yanaklarımı çekiştiriyorum ve
geri getiriyorum yüzümü...
Tüm ciddiyetimi topluyorum,
devam ediyorum yoluma...
Ne garip değil mi?
İnsanın başkalarıyla yaparken
keyif aldığı anları kendisiyle yapıyor
olması utandırır insanı…
Özellikle sokak ortasında kendi
kendinle baş başa kalmana, kendin
olmana bir türlü izin vermezler.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kendin olmak en doğal
halindir.
Çünkü kendin olmak özelindir.
Çünkü kendin olmak mahremdir.
Çünkü kendin olmak sana aittir…
Toplumun tabusu maalesef ki
böyledir.
Kendin olmana izin vermezler
sokak ortasında kardeş!
Kendi kendine yaptığın espriye
gülmen ‘deli’ olarak tabir edilebilir.
Aman ha!
Başına iş açarsın!
TESADÜF DEĞİL…
Bazen bir sokakta, evin
önünde…
Bazen bir banka kuyruğunda sıra
halinde…
Bazen bir dolmuş seyir halinde…
Yanından geçer gider o ‘tanıdık’
yüz…
Anlamsızdır o an…
Doğrusu da budur kimbilir?
Fark etmeye başladıktan sonra
fark edersin.
Adına tesadüf denilen nice şeyin
‘tesadüf ’ olmadığını…
Derim ki size;
Yürürken ayakların kaldırım taşında!
Hep bak yanından geçip giden
yüzlere…
Elbet…
Zamanın birinde kesişecek hikayeniz…
İyi gelecek…
En olmadık zamanda, en istemsiz
an da iyi gelecek üstelik…
hissedebilirsiniz.
ESKİ SEVGİLİDEN YENİ SEVGİLİ
OLUYOR MU?
Çoğu kişi giden sevgiliyi affedip yeniden
ilişkiye başlıyor ama yukarıda
bahsettiğim gibi çözümsüz bir sorun
yoksa kaldıkları yerden devam edebiliyorlar.
Ben her kavgada ayrılık kelimesini
çok fazla kuran partnerlerden
kaçınmasını tavsiye ediyorum. O ilişki er
ya da geç bir anlık sinirle zaten bitecektir.
Biraz anlayış ve mücadele gerekiyor.
Karşı tarafta bu yoksa hep benim
dediğim olacak mantığı varsa ilişki sizin
anlayışınız sayesinde yürüyordur.
Buna da zaten çok fazla
dayanmayacağınız aşikâr.
Eski sevgiliyle tekrar denemeyi,
tekrar tekrar affetmeyi çokta sağlıklı
bulmuyorum. Bence biten şeyler
gerçekten bitmiştir. Birlikte
geçirdiğiniz güzel günlerin
büyüsüne kapılıp “acaba bir kere
daha mı denesem” diye
düşünmeyin. Çünkü karşı tarafta şu
algı oluşuyor bu kez, “ bir kere affetti,
yine affedecek” . Bunun rahatlığıyla
kaybetmekten korkmayarak
özgürce hatalar yapabiliyorlar.
Karakterinizden ve kendi
kurallarınızdan ödün vermeyerek,
çözümü olabilen basit hatalara göz
yumabilirsiniz tabi ama bahsettiğim
gibi karakterinize zarar veren, kendi
koyduğunuz kurallara aykırı hatalarda
asla bir daha denemeyin
derim.
13
eskişehir kahve
satışının en yüksek
olduğu şehirlerin
başında geliyor
pandemi döneminde
evlere kapandık
kahvenin
dibine
vurduk…
>>
Pandemi döneminde evlerde kahve tüketimi rekor kırdı .Kahve aramaları yüzde 650
oranında artış gösterdi . En fazla kahve satışı İstanbul’da Anadolu yakasında
Pandemi döneminde maske ve
kolonyadan sonra en çok arama yapılan
ürün kahve oldu. Kahve aramaları yüzde
650 oranında artış gösterdi.
Koronavirüs pandemi döneminde e-ticaret
üzerinden yapılan satışlar büyük artış gösterdi.
Özellikle ofis çalışanlarının evlerini ofis
14
haline getirmesi sonucunda evlerden yoğun
biçimde ofis malzemesi siparişleri verildi.
Ofis malzemesi tedarikçisi ofix.com bu
dönemdeki siparişler konusunda bir
araştırma gerçekleştirdi. En fazla arama
yapılan maske ve kolonyadan sonra bu ürünleri
kahve takip ei. Açıklanan verilerde kahve
aramaları yüzde 650 oranında artış gösterdi.
En fazla kahve alımı 25 -44 yaş arasında
yapıldı. Bu yaş grubunun kahve alım oranı ise
yüzde 65 ve alım yapanların yüzde 62’sini ise
kadınlar oluşturuyor. Bu dönemde özellikle filtre
kahveye oldukça yoğun bir talep gözlendi.
Filtre kahve satışlarının Türk kahvesi
satışlarına yaklaştığı görüldü.
En fazla kahve satışı İstanbul’da
Anadolu yakasında
Kahve satışlarının en yoğun
olduğu yer İstanbul’da
Kadıköy. Kadıköy’ü ise
sırasıyla Sarıyer ve
Beşiktaş izliyor. Bu üç ilçeyi
de Ankara, İzmir ve
Eskişehir izliyor.
Araştırmayı değerlendiren
e-ticaret sitesinin Genel
Müdürü Fırat İçmeli, “Pandemi
döneminde e-ticaret
satışlarının artmasını takiben
ürün gamımızda bulunan
kahve çeşitlerini
artırmaya karar verdik.
Ancak filtre kahveye olan
yoğun talep bizleri de
şaşırı. Maske ve kolonya
satışlarımızı katladık buna
ilaveten kahve
satışlarımızda da büyük
patlama oldu’’ dedi.
Efsane şarkıya
yeni versiyon geliyor
Mithat Körler’in 10 yıl
önce çıkarttığı
“Güneşimi kaybettim”
şarkısı yenileniyor
Eskişehirli ünlü sanatçı Mithat Körler’in bundan
10 yıl önce çıkarttığı ve kısa süre içinde Efsane
olup, dillerden düşmeyen “Güneşimi
Kaybettim” şarkısı yeni versiyonu ile geliyor.
Şarkının yeni versiyon ve klip çalışmalarını İstanbul’da
gerçekleştirecek olan sanatçı, Israrlı
talep üzerine şarkıya yeni bir versiyona
kavuşturtmak için kolları sıvadığını söylüyor.
Eskişehir’in aynı zamanda tanıtım
elçisi olan sanatçısı Mithat
Körler’in 10 yıl önce dinleyicileriyle
buluşturduğu ve o günden bu
yana dillerden düşmeyen “Güneşimi
Kaybettim” şarkısına yeni
versiyon geliyor.
Piyasaya çıktığında ülke genelinde
büyük sükse yapan, kısa sürede
büyük beğeni kazanan ve
süreç içinde bir
Güneşimi
kaybettim…
çok sanatçı tarafından
seslendirilen
Mithat
körler’in “Güneşimi
Kaybettim”
şarkısı, sanatçı
tarafından yeniden
düzenleniyor.
Youtube üzerinden
en fazla
dinlenen ve izlenen
şarkı olma
özelliğine de
sahip olan 2Güneşimi
kaybettim”
şarkısına ilginin hala devam ettiğini,
bunun da kendisini ziyadesiyle
memnun ettiğini söyleyen
Dün akşam yüreğimden
Çıkarttım anıları
Yaşadım bir yangın gibi
İçimde acıları
Ben benden geçtim ama
Bir senden vazgeçemem
Dokunulmazımsın benim
Yüreğime hükmedemem
Güneşimi kaybettim
Gözlerini görmem gerek
Yaşamaya dönmem için
Hasretini silmem gerek
sanatçı, gelen istekler üzerine şarkıya
yeni bir versiyon kazandırmak
için kolları sıvadığını
söylüyor.
Şarkının yeni versiyon
hazırlığını İstanbul’da
gerçekleştirecek
olan ve yine şarkının
klipinin de yenileneceğini
söyleyen Mithat
Körler, yenilenen şarkının
hem o eski güzel tadını
koruyacağını, hem
de müzik teknolojisi
kullanılarak şarkının
daha huzur veren bir
şekle bürüneceğini
söylüyor.
Güneşimi kaybettim şarkısının
yeni versiyonunun beğenileceğine
şimdiden emin olduğunu söyleyen
sanatçı “Şarkı 10 yıl önce çıktığında,
kısa sürede müzik dünyasında
isminden söz ettiren bir
şarkı oldu. Aynı şarkının yeni ver-
siyonunun da aynı beğeni ve ilgiyi göreceğini
düşünüyorum. Çünkü Türk
halkı bu şarkıyı çok sevdi, o günden bu
yana da dillerden düşmedi.” diyor…
Cem KaraCa İle başlayan
İlK turne ve 43 yıl…
Güneşimi kaybettim şarkısının yeni versiyon
hazırlıklarını sürdüren Mithat Körler aynı
zamanda bu yıl 43’ncü sanat yılını kutluyor.
Aslında 1976 yılında sanat hayatı başlayan
Mithat Körler’in müzik yaşamında, ünlü sanatçı
Cem Karaca’nın büyük yeri var.
Çünkü, Mithat Körler’in 40 ili kapsayan ilk
yurtiçi konser turnesi bundan tam 43 yıl önce
Cem karaca turnesiyle başlamış.
Bu denli güçlü bir sanatçı ile ilk turne Mithat
Körler’in sanat hayatına adeta yön vermiş.
O turneyi üzerinden 43 yıl geçmesine rağmen
dün gibi yaşıyor sanatçı…
15
Herkesi kendine hayran bırakan müze birinci yılını kutluyor
168,321
Kişi gezdi
OMM
1 YAŞINDA
2019 yılının Eylül ayında Eskişehir'de kapılarını açan ve Türkiye'nin sanat yaşamına yeni bir
soluk getiren OMM - Odunpazarı Modern Müze, 1.yıl dönümünü sanatseverler ile birlikte kutladı.
1yıl içerisinde Türkiye'den ve yurt dışından binlerce
ziyaretçiyi ağırlayan, eğitim programları
ile farklı yaştan bireyleri müze ile buluşturan
OMM'u açılışından bu yana (2 Eylül 2020
itibarıyla) 166.321 kişi ziyaret ei, 6.700 öğrenci
ücretsiz okul turlarıyla müzeyi gezdi, 990 kişi
eğitim programlarına katıldı.
HerKeSİ KenDİne Hayran
bıraKan mÜZe
Japon mimarlık ofisi Kengo Kuma and
Associates’ın (KKAA) imzasını taşıyan ve etkileyici
tasarımı ile ilk günden itibaren dikkatleri
üzerine çeken OMM 1. yaşını doldurmadan, müze
ve kültürel miras alanlarında dünya çapında
önemli girişimleri öne çıkarmak ve
onurlandırmak amacıyla İngiltere’de düzenlenen
“18th Museums + Heritage Awards” (Müze ve
Kültürel Miras Ödülleri) kapsamında, Yılın
Uluslararası Projesi ödülü için gösterilen 5 adaydan
biri oldu.
Türkiye’nin kültür mirasına ve sanat dünyasına
özgün eser, uygulama, yorum veya bilimsel
araştırmalarıyla katkı sunanlara minnet ve
teşekkür ifadesi olarak, 1979 yılından günümüze
her yıl verilmekte olan T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Özel Ödülü'ne 2019 yılında OMM -
Odunpazarı Modern Müze layık görüldü.
yıldönümüne özel olarak Pazartesi
günü ziyarete açılan müze, eskişehir
büyükşehir belediyesi Senfoni
Orkestrası müzisyenlerinin verdiği
mini konserlerle ziyaretçilerini
karşıladı. müze ziyareti sonrası ÇeKÜl
vak tarandan hazırlanan tohum
topları sanatseverlere hediye edildi.
bİrbİrİnDen FarKlı İÇerİKler
SanatSeverle buluştu
Sanatseverler için bir buluşma noktası olma hedefiyle
yola çıkan OMM’da bir yıl içerisinde çağdaş
sanatın farklı pratiklerini ziyaretçilerle buluşturan
dört farklı sergi hayat buldu.
Haldun Dostoğlu küratörlüğünde gerçekleşen
açılış sergisi “Vuslat” kapsamında yaklaşık bin
sanat eserinden oluşan Erol Tabanca koleksiyonundan
65 yerli ve yabancı sanatçının 100’e yakın
eseri, özel bir seçkiyle ziyaretçilere sunuldu. Dijital
sanat alanında dünyanın önde gelen kolektiflerinden
Marshmallow Laser Feast’in teknoloji ve
bilimi sanatla bir araya getiren iki büyük çaplı
sanal gerçeklik enstalasyonu Türkiye’de ilk defa
sanatseverlerle buluştu. OMM misafir sanatçı
programının ilk konukları Tyler Thacker ve Erin
Wolf Mommsen’ın Eskişehir’de kaldıkları üç ay
boyunca üreiği eserler Üçüncü Yer
başlıklı bir sergiyle OMM izleyicisi ile
buluştu. Karina Smigla-Bobinski’nin ADA
isimli interaktif kinetik heykeli yine
Türkiye’de ilk defa sergilendi; “performans
makinesi” olarak tanımlanan eser ziyaretçilerin
aktif katılımıyla hayat buldu.
Dünyaca ünlü Japon bambu ustası Tanabe Chikuunsai
IV’ün, müzeye özel tasarladığı ve görenleri
hayran bırakan enstalasyonu OMM’un en çok ilgi
çeken eserlerinden biri oldu. Müze mimarisi ile iç
içe geçen bu özel enstalasyonda örme bambu
tekniğini kullanıldı. Müzenin kalıcı eserleri
arasında yer alan enstalasyon çalışması yeni sezonda
da OMM’da görülebilecek. OMM aynı zamanda
açılışının ardından sergilediği eserler kadar
müze üniformalarıyla da ziyaretçilerin ilgisini
çekti. Bir sanat kurumuyla ilk defa iş birliği yapan
ünlü moda tasarımcısı Dilara Fındıkoğlu, geleneksel
Anadolu motiflerini barındıran üniforma koleksiyonunu
OMM için özel olarak tasarladı.
bÜyÜKşeHİr’Den 1. yaşa KlaSİK
mÜZİKlİ Kutlama
Birbirinden farklı içeriklerin ziyaretçilerle
buluştuğu müzede, şehrin sanat hayatına büyük
katkıda bulunan Büyükşehir Belediyesi Senfoni
Orkestrası da ziyaretçilere kuruluş yıldönümünde
müzik ziyafeti yaşaı. Müze içerisinde mini konserler
ile ziyaretçilerle buluşan Senfoni Orkestrası
üyeleri, Odunpazarı Modern Müzesi'nin Eskişehir'e
artı bir değer kaığını belirterek bu özel günlerinde
yanlarında olmaktan büyük mutluluk duyduklarını
ifade ei. Eskişehir'in gerçek bir kültür sanat şehri
olduğunu ifade eden ziyaretçiler ise böylesine özel
bir müzede klasik müzik notalarının adeta dans
eiğini görmekten büyük keyif aldıklarını belirttiler.
Odunpazarı Modern Müze'nin yapımında
emeği geçen herkese teşekkür eden ziyaretçiler,
Türkiye'de böylesine genç ve özel bir Senfoni
Orkestrası'na sahip olan Eskişehir'in de çok şanslı
bir kent olduğunu ifade eiler.
16
şehir tiyatroları “tahta pencere” oyununun
sahneye konulması için hazırlıklara başladı
ŞEHİR
TİYATROLARI’NDAN
Pandemi tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ortaya çıkan bir
virüs neredeyse tüm yaşamımızı alt üst etti. Sosyal
yaşamımız tam anlamıyla sekteye uğradı. Eskişehirlilerin
en çok sevdiği tiyatrolar da perdelerini indirmek zorunda
kaldı. Ancak yavaş yavaş sıkıntılı günleri geride
bırakmaya hazırlanıyoruz. “Pandemi elbette ömür boyu
sürmeyecek” Eskişehir Şehir Tiyatroları da, yeniden ve bir
kez daha o çok sevdiğimiz sahnelere artık geri dönüyor.
“Tahta Pencere” isimli oyun için hazırlıklara başladı Şehir
Tiyatroları ekibi. Karantina altında yıllarca yaşayan ve
gün ışığı göremeyen evli bir çiftin yaşadıklarını anlatabilmek
için yoğun şekilde süren provalar var. Gökyüzünün
rengini bile anımsamakta güçlük çeken çiftin, sevgi,
adalet, özgürlük, aile, gibi temel insani değerlerini kaybetmemek
ve direnebilmek için verdikleri mücadele Ekim
ayında bizlerle olacak.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının yeni
sezon oyunu “Tahta Pencere” salgın hastalık nedeniyle karantina
koşullarında yaşamak zorunda kalan bir karı kocanın
ilişkisine odaklanırken, insan ilişkileri, sosyalleşme, yaşam
hakkı ve kaybedilen erdemler gibi birçok konuya farklı bir
bakış ve eleştiri ile yaklaşıyor.
Eskişehir Şehir Tiyatroları sanatçısı Mustafa Kılıkçı’nın kaleme
aldığı ‘Tahta Pencere’ adlı iki kişilik oyun, konusu itibarıyla
içinde yaşadığımız sıkıntılı dönemi yansıtan, anlatım gücü
yüksek ve etkili bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Oyundan
kısaca bahsetmek gerekirse; Ülkede, uzun yıllardır yaşanan
pandemi’nin etkisi ile normal hayatın tamamen değiştiği bir
yaşam biçimi sürdürülmektedir. Kendilerini kapattıkları evlerinin
içinde yıllardır gün ışığı görmeden yaşayan evli bir çift,
bir yandan çok geride kalan eski yaşamlarının izlerini
hatırlamaya çalışırken, diğer yandan yağmacılar, salgınla mücadele
eden devlet görevlileri ve takasçıların türediği yeni
gülünç düzene ayak uydurmaya çabalamaktadırlar.
Gökyüzünün rengini bile anımsamakta güçlük çeken çiftimiz,
sevgi, adalet, özgürlük, aile, gibi temel insani değerlerini kaybetmemek
ve direnebilmek için mücadele vermektedir.
Kurum sanatçılarından Mete Ayhan’ın yönettiği iki kişilik
oyunda, Özlem Boyacı ve Umut Bazlama rol alıyorlar. Oyun
Ekim ayında izleyici ile buluşacak.
17
Sahibi Barış Saadettin
Ekici ve duvar resimlerini
yapan Mehmet
Ateşli ile “KAHVECİ
SAADETTİN”
mekanının hikayesi
Hava güzel…
Cıvıltılı…
Sırtımda lacivert çantam tutuyorum
yolunu gideceğim mekânın…
Çok oldu yeşil çantamı takmayalı…
O an fark ediyorum.
Kahveci Saadettin’e doğru yol alıyorum.
Taşbaşı Çarşısının arka tarafında…
Neredeyse her gün geçiyorum önünden,
tam yolumun üstü…
Çok kez oturup bir dostun sohbetiyle
kahve içmişliğim var.
Ama hikayesi meraklandırıyor beni…
Eskiyi eskitememenin verdiği özlemle
buluyorum sahibi Barış Ekiciyi…
Sadece onu da değil…
Mekana o anlamı katan bir emekçi
daha var aslında…
Duvar resimlerini yapan Mehmet Ateşli
ile birlikte geliyoruz nostaljik kokulu
yere…
‘Ünlü trafo’ adını verdikleri Müslüm
Gürses’in resminin olduğu duvar
önüne atıyoruz tabureleri, çaylarımız da
geliyor, başlıyoruz burun direklerini
sızlatan sohbete…
O an kulak kesiyorum ki arkada Yeliz’in
şarkısı ‘Yalan’ bize eşlik ediyor.
İçimde anlamsız bir kıpırtı…
Barış anlatırken öyküsünü: “Burayı 8 ay
da yaptık. 8 ay da gökdelen yapıyorlar
düşünün. Çorbacıydı burası, eski virane
bir binaydı. Eski yapısını da bozmamaya
çalıştık. Gecemi, gündüzümü buraya
verdim. 8 ay boyunca burada
uyudum” diyor.
Mehmet ise ünlü trafo adını verdikleri o
duvara Müslüm Gürses’i neden tercih
ettiklerini samimiyetle aktarıyor.
Keyifle dinliyorum bu mucize mekanın
öyküsünü Hem Barış’tan hem
Mehmet’ten…
20
Belki çok demode olacak ama herkes bu soruyu
merak ediyor. Bu Saadettin kim?
Ben… ( Gülüyor) İsmim Barış Saadettin Ekici.
Kendi adımı vermek istedim.
Öyle mi bilmiyordum. Tanıyalım mı o zaman
bu Saadettin’i?
Eskişehir’e 2015 yılında yerleştim. Amasyalıyım
aslında… 2011 yılında askeri okula gittim.
Uzman Jandarmaydım. Sonra malulen emekli
oldum. Sağlığımda biraz problem vardı. Ayrıldım.
Eskişehir’e geldim, yerleştim. Bir daha
dönmedim. Kumda Kahveyi açtım.
Nerden çıktı böyle nostaljik bir mekanı şehre
kazandırmak?
Benim çocukluk hayalim. Herkesin bir çocukluk
hayali vardır ya yıllardır bir cafem olsun,
istediğim tarz da bir yer olsun istedim. Onun
için de memleketten kaçtım. Benim ailem
orada esnaftı. Galericiydi. Kimse önümüzü açmadı,
destek de olmadı. Yapacağım iş belliydi.
Galerici olacaktım. Bende nasıl kaçarım diye
düşünürken polislik sınavını kazandım. O zamanlar
da askeri okul var. Bir sene askeri okul
okuyorsun, maaşa bağlıyorlar. Gittim, askeri
okulu okudum, mezun oldum. Başladım Siirt’te…
Birkaç yıl sonra sağlık problemlerimiz
oldu. Malulen emekli oldum. O yıllarda benim
ufak kardeşim burada öğrenci. Bir ayağım burada.
Gelip gidiyorum izinlerde… Sağlık problemlerinden
emekli olunca da Kumda Kahve’yi
açtım. Orasını da kendime göre çok zorluklarla
açtım. Bir adımdı benim için… Sonra burası
oldu. Tabi aradan 5 yıl geçti.
İçine sindi mi yeni mekan?
Çok güzel tepkiler alıyorum bu doğru ama
benim hayalimin onda biri aslında burası…
Gerçek hayalin ne?
Daha büyük bir mekan… Şu konseptin daha
ciddi hali benim hayalim, öyle söyleyeyim.
Çok güzel tepkiler alıyoruz, her şey çok güzel
ama aslında şu an da daha çok yapacağımız
işler var.
Eskiye ilgin nerden geliyor?
O hep vardı bende… Olmayan bir
şey Eskişehir’de olsun istedim. Aslında
ben burada eskiyi kast ederken
sadece bizim eskimiz değildi.
Dünyada bulunan ve bizi gülümseten
her şeyi işlemek istiyorum
bu mekânda… Bize hafif bir tebessüm
verecek ne varsa hepsi burada
var. Örneğin Frida… Azıcık
tebessüm, azıcık anı, azıcık güzel
bir şey hissettiriyorsa bize ben
mutlu oluyorum. Bu mekân hayalimin
yüzde biri bile değil. Neden?
O kadar güzel şey var ki bizi gülümseten…
Gördüğüm kadarıyla mekanda
‘Yeşilçam’ havası ağırlıkta…
Sadece Yeşilçam yok aslında burada…
İşlemek istediğim şu. Hepimizin
anılarında, zihninde birileri
vardır. Bu sadece Yeşilçam odaklı
değil. Dünya odaklı düşündüm.
Frida örneğini verdim mesela…
Frida aramızdan birilerinde bir iz
bırakıyor. Türkan Şoray birilerinde
bir iz bırakıyor ya da Müslüm Gürses
de öyle… Ferdi Tayfur…
Eski kokuyor mekan ama insanı hüzünlendirmiyor…
Burayı diğer mekanlardan ayıran
özellik nedir?
Eskiye özlem var aslında… Ben yeniyi seven
bir adam değilimdir aslında ama burada yeniyi
ve eskiyi birleştirmek istedim. Karamsar
bir yere de sokabilirdim aslında sizi bu mekânda…
Eskiyi işlemeye çalışan her işletmeye
gidin genelde de öyledir. İç karartıcı bir durum
vardır. Ben istedim ki insanlar geldiğinde güzel
bir nefes alsın. Buradan Alaçatı’ya gittiğimizde
güzel bir nefes alıyoruz. Eskişehir’e geldiğimizde
bütün mekânlar, cafeler karamsar… Dünyada
öyle aslında… Bütün nostaljik cafeler hep
bir kahverengi, hep bir standart, aynı… Yüz
mekâna gideyim, hepsi aynı, hepsi yapılabilir.
Yaratıcılık yok.
Ne kadar süre de ortaya çıktı bu mekan?
Burayı 8 ay da yaptık. 8
ay da gökdelen yapıyorlar
düşünün. Çorbacıydı
burası, eski virane bir binaydı.
Eski yapısını da
bozmamaya çalıştık.
Herkes çok merak ediyorum.
O yüzden sormadan
edemeyeceğim. Kaç paraya
mal oldu?
(Gülüyor) Maliyeti beni
psikolojik olarak üzmüyor.
Belki de 3 milyon
harcamışımdır. Gecemi,
gündüzümü buraya verdim
ben. Ben 8 ay boyunca
burada uyudum.
Parayla ölçülecek bir şey
değil. Bazı şeylerin manevi
anlamı var. Burada 32
kişi çalışıyor. Buradaki insanları
gülerek çalıştırabilmek,
aile olabilmek çok
önemli… Görsellik sadece
parayla yapılabilecek bir
şey değil…
Çok teşekkür ediyorum. Biraz da Mehmet’i
dinlemek istiyorum. Mehmet Ateşli kim?
25 yaşındayım. İlkokuldan beri öğretmenlerim
resme yeteneğimin olduğunu söylüyor. Bütün
derslerim kötüydü ama resim dersim çok
iyiydi. Matematik dersinde bile resim yapıyordum.
Karamanlıyım. Aksaray Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesini kazandım. Birçok
üniversitede sınava girdim. Aydın’da birinci
oldum. Burada da ilk kez Organize Sanayi bölgesinde
bir yere yaptım resim, Barlar Sokağında
çoğu mekana resim yaptım.
Müslüm Gürses’in resminin olduğu bu duvara
‘Ünlü trafo’ adını koymuşsunuz. Neden Müslüm
Gürses tercih edildi?
Müslüm Gürses’e çok ilgi var. Müslüm Gürses
olmasını ben tercih ettim. Ölmeden önce genellikle
arabeskçiler dinlerdi, herkes dinlemezdi.
Filmden sonra patladı. Hayatını
öğrenince patladı. Öldükten sonra kıymete biniyorlar.
Müslüm Gürses yapalım dedik. Yaşam
mücadelesi var aslında. O yüzden tercih ettim.
Peki, neden ünlü trafo adını koydunuz?
Pandemi sürecinde biz burada resim yapıyorduk.
Saadettin açılmadan önce bile çok fotoğraf
çektiren vardı. Ünlü trafo diye geçiyor
burası… Öyle koyduk adını…
Belirli sürelerde değişecek mi buradaki resim
yoksa sabit mi?
Yok, sabit kalacak… Hikâyesi bu. Üstüne başka
bir resim yapılmaz. Ticaret gibi olur. Gerek
yok.
Bundan sonraki hedefin ne Eskişehir için?
Eskişehir’e imzamı atmak için büyük bir duvar
arıyorum. Devasa flamingolar yapacağım.
Barışla nasıl tanıştınız?
Bir mekana vos vos yapmıştım. Orada görmüşler
beni… Geldik mekanı gördük. Barış abi
benim hayalim hep nostalji dedi. Sonrasında
dostluğumuz ilerledi.
Çok teşekkür ederim bu nostaljik hikaye için…
Biz teşekkür ediyoruz.
21
Odunpazarı Belediye
Başkanı Kazım Kurt:
“DEVRiM ERBiL SAnATEVi
ODunPAzARI’nA çOK YAKIŞAcAK”
Odunpazarı’nı tarihin, kültürün, sanatın ve
bilimin merkezi yapmak için çalışmalarını
sürdüren Odunpazarı Belediye Başkanı
Kazım Kurt, Odunpazarı Tarihi Bölgeye yeni
bir sanatevi kazandırmaya hazırlanıyor.
Ünlü ressam Devrim Erbil’in adını taşıyacak
olan bu sanatevinin
çalışmaları ile yakından
ilgilenen Başkan
Kurt, çalışmaları yerinde
görmek için
Odunpazarı Tarihi
Bölge’ye giderek incelemelerde
bulundu.
Odunpazarı Belediye
Başkanı Kazım Kurt,
Odunpazarı’nı tarihin,
kültürün, sanatın ve
bilimin merkezi yapmak
için çalışmalarını
sürdürüyor. Odunpazarı
Tarihi Bölge’de
yer alan Cemalciler
Sokak’ta yaklaşık 150
yıllık tescilli bir konağı
sanatevine dönüştüren
Odunpazarı
Belediyesi, çalışmalarına
son sürat devam
ediyor. 3 katlı olan
konağa, Türkiye’nin
yetiştirdiği en iyi ressamlarından
biri olan
Devrim Erbil’in adının verilecek. Erbil’in
eserlerinin sergileneceği Devrim Erbil Sanatevi’nde,
aynı zamanda atölye çalışmaları da
yapılacak.
Sanatevi ile ilgili açıklama yapan Başkan
Kurt, “Ünlü ressamımız Devrim Erbil’in adını
vereceğimiz sanatevimizin çalışmaları yakında
tamamlanacak. Odunpazarı’nı tarihin,
kültürün, sanatın ve bilimin merkezi yapmak
için bir adım daha atıyoruz. Devrim Erbil Sanatevi
Odunpazarı’na çok yakışacak. Hemşehrilerimize
hayırlı uğurlu olsun” dedi.
ODunPAzARI BELEDiYESi ;
Odunpazarı Belediyesi, vatandaşları da can dostlarımız için duyarlı olmaya çağırdı.
24
Odunpazarı Belediyesi Kırsal
Hizmetler Müdürlüğü, Odunpazarı
Bölgesi başta olmak üzere
13 ilçede sokakta yaşayan hayvanların
kısırlaştırılması ve rehabilitasyonu
için 7 gün 24 saat
hizmet
kır-
veriyor. Ekipler
sal alanlar
dâhil ilçe
genelinde
belirli periyotlar
halinde
besleme
faaliyetlerini
aralıksız
sürdürüyor.
Sokakta yaşayan hayvanlar,
Odunpazarı Belediyesi Geçici
Hayvan Bakımevi’nde tedavi
ediliyor. İyileşinceye kadar bu
merkezde misafir edilen can
dostlarımız, daha sonra tekrar
doğal ortamlarına bırakılıyor.
Görevlilerce bakımevine getirilerek
çeşitli sağlık kontrollerinden
geçirilen hayvanlar için planlanma
yapılarak uzman veterinerler
ve ekibi eşliğinde aşılama,
kısırlaştırma ve rehabilitasyon
faaliyetleri yürütülüyor. Ekipler,
duyarlı vatandaşların ihbarlarını
da değerlendiriyor.
CAN DOSTLARIMIZ İÇİN
250 KÖPEK KULÜBESİ;
59 KEDİ EVİ
Geçici bakımevine getirilen yaralı,
hasta ve kötü durumdaki sokakta
yaşayan hayvanların
sağlık kontrolleri, uzman veteriner
ve ekibi tarafından yapılıyor.
Ekipler tarafından barınağa getirilen
hayvanlar, ilk önce triaj
odasına alınarak ön muayeneden
geçiriliyor. Daha sonra
konulan teşhisle birlikte hayvanın
tedavisine başlanıyor. Yapılan
bu çalışmalar sonucunda
sokakta yaşayan hayvanlardan
ODunPAzARI BELEDİYESİ’nDEn EĞİTİME TAM DESTEK
“Kadınları ve çocukları ile mutlu bir Odunpazarı”
sloganıyla çalışmalarını yürüten
Odunpazarı Belediyesi, Yeni Yol Okulları
ile bir protokol imzaladı. İmzalanan protokolle,
COVID-19 salgını nedeniyle eğitimde
yaşanan aksaklıkları gidermek ve öğrencilere
destek olmak amacıyla ortak çalışmalar
Merkezleri tarafından belirlenen 5., 6., 7.
ve 8. sınıf öğrencilerine Yeni Yol Kişisel
Gelişim Kursları tarafından uzaktan eğitim
videoları ve deneme sınavları yapılacak.
Yine Odunpazarı Gençlik Merkezleri tarafından
belirlenen 9., 10., 11. ve 12. sınıf
öğrencilerine Yeni Yol Özel Öğretim kurslarının
uygulamasından faydalanmalarına
olanak sağlanacak. Ayrıca Uluslararası Bakalorya
Projelerinde Odunpazarı Belediyesi
ile Yeni Yol Okulları ortak çalışma
yürütecek.
Başkan Kurt, imza töreninde Yeni Yol
Okulları ile aralarında imzalanan protoko-
yürütülmesi planlanıyor.
lün her iki tarafa da hayırlı olmasını
Odunpazarı Belediyesi ile
Yeni Yol Okulları ile protokol imzalandı diledi. Koronavirüs birçok alanda olduğu
Yeni Yol Okulları arasında
imzalanan protokol öncesi
Yeni Yol Okulları Kurucusu
Yiğit Şentürk, Yeni Yol Özel
Öğretim Kursları Koordinatörü
Hasan Mercan ve Yeni
Yol Özel Öğretim Kursları
Müdürü Bekir Kırlot, Odunpazarı
Belediye Başkanı
Kazım Kurt’u ziyaret etti.
Başkan Kurt ve Yeni Yol
Okulları arasında karşılıklı
olarak imzalanan protokole
göre Odunpazarı Gençlik
gibi eğitime de büyük bir
darbe indirdiğini ifade eden Başkan
Kurt, “Pandemi sürecinde eğitimin,
ciddi anlamda, aksadığı bir dönemde
bu protokolün bölgemizdeki çocuklar
için yararlı olacağına inanıyorum.
Bu konuda, bize destek olan Yeni Yol
Okulları kurucularına ve yöneticilerine
teşekkür ediyorum” dedi.
Yeni Yol Okulları Kurucusu Yiğit
Şentürk de Odunpazarı Belediyesi’nin,
Eskişehir için çok önemli işlere
imza attığını söyleyerek, Başkan
Kurt’a teşekkür etti.
GEnçLiK MERKEzinDE OnLinE EĞiTiM
Odunpazarı Belediyesi’nin, gençlerin hayatın her alanında
aktif olarak yer alabilmesi, kendi projelerini gerçekleştirebilmeleri
ve kişisel gelişimlerine destek olabilmek amacıyla
başlattığı online Gençlik Atölyeleri devam ediyor.
Geçtiğimiz Mart ayında koronavirüs nedeni ile çalışmaları
durdurulan Odunpazarı Belediyesi Ceren Özdemir Adalar
Gençlik Merkezi, yeni dönem atölye çalışmalarına online
olarak yeniden başladı. Haftada bir gün gerçekleştirilen
atölye çalışmalarına kayıt yaptıran herkes katılabiliyor.
İşaret dili, diksiyon, temel oyunculuk, modern dans ve kısa
film atölyelerine online olarak devam eden Ceren Özdemir
Adalar Gençlik Merkezi, böylece gençlerin koronavirüs tedbirlerine
uyarak çalışmalara katılmalarını sağlıyor.
HAYVAn DOSTu BELEDiYE
insanlara geçebilecek
zoonoz hastalıkların da
önüne geçiliyor. Odunpazarı
Belediyesi, ilçe sınırları
içerisinde can
dostlarımızın barınması
ve beslenmesi için 250
adet köpek kulübesi; 9
adet büyük 50 adet de
küçük kedi evi yerleştirdi.
Sadece vatandaşların refahı
için değil, hayvanların
da refahı ve
mutluluğu için de çalıştıklarını
söyleyen yetkililer,
vatandaşlardan
sokakta yaşayan dostlarımızı
unutmamaları istedi.
25
UZAKTAN EĞİTİMDE
BAŞARI İÇİN
NE YAPMALI?
Eskişehir Özel Ümit Hastaneleri
Psikoloğu Seda Gün
Namal, pandemide uzaktan
eğitim sürecinde çocukların
yaşayabileceği sorunlar
hakkında konuşarak, dikkat
eksikliği ve hiperaktivite
sorununa ilişkin bilgi verdi.
Pandemi ile birlikte pek çok yeni kazanımın
alışkanlık haline getirildiğini ifade eden
Psikolog Namal, “Bunun beraberinde eğitim
sisteminde de yeni düzenlemeler hayatımıza
girdi. Uzaktan eğitim süreci eğitimin devamlılığı
adına öğrencileri ekran karşısına getirdi.
Geçtiğimiz süreçte ekran karşısında eğitimin
yüz yüze eğitimden birtakım farklılıkları olduğu
gözlemlendi. Uzaktan eğitimde yüz yüze
eğitimde olan ‘etkileşim, öğrenme ortamı ve
öğretmenin sınıf yönetimi’ konuları bir takım
farklılıklar gösterdi. Uzaktan eğitim algısının
öğrencilerin ‘performansı’ ile yakından ilişkili
olduğu düşünülmektedir. Etkileşimin etkililiği
ile ilgili öğrencinin algısı da öğrenme sonuçlarını
etkilemektedir” ifadelerini kullandı.
uzAKTAn EĞİTİMDE ETKİLEŞİM
Bilgisayar kullanma imkanı, motivasyon
ve uzaktan eğitim algısının, uzaktan eğitimdeki
başarıda birincil öneme sahip olduğunu
belirten Seda Gün Namal, “Bunlar sağlanmadığı
takdirde, eğitim açısından, uzaktan eğitim
başarılı sonuçlar vermeyebilir. Etkileşimin,
dersin derinlemesine kavranmasında ve yanlış
anlaşılmaların giderilmesinde birincil derecede
öneme sahip olduğu sonucuna varılmıştır.
Etkileşimsiz bir uzaktan eğitim
ortalama düzeyde, dersin kavranmasında
sorun yaşamasa da, etkileşimsiz bir uzaktan
eğitim uygulaması, eğitim açısından derinliğin
sağlanmasında, sınıf ortamındaki
eğitimin başarısını sağlayamamaktadır”
şeklinde konuştu.
İlkokul ve ortaokul seviyelerinde eğitim
gören çocuklarda eğitim ortamını hazırlamanın
aile ve çocuk arasındaki
düzenleme ile sağlanır hale geldiğini
vurgulayan Namal, “Uzaktan eğitim sürecinde
sorumluluk bilincine sahip yapılandırma
ve organize etme becerisi iyi olan
çocuklar sürece daha kolay uyum sağlayabilmektedirler”
dedi.
AİLELERE ÖnERİLER
Ailelerin çocuk okula giderken sahip olduğu
rutinleri uzaktan eğitim sürecinde de
sağlıyor olması çocukların dikkat ve eğitimin
evden dahi olsa ehemmiyetini anlamaları
için yardımcı olacağına dikkat çeken
Namal, neler yapılabileceğini şöyle anlattı:
“Kahvaltı saatleri düzenlenebilir, eğitim
sırasında giyeceği kıyafetleri bir gün
önceden seçilebilir. Evde ders saatleri içerisinde
bulunacağı mekân çocuk ile birlikte
karar verilir ve bir anlaşma sağlanır.
Çalışacağı ortamda ihtiyaç duyacağı malzemelerin
çocuğun erişebileceği şekilde halihazırda
yanında olması ortamda kalmasını sağlar,
odaklanmayı çeldirici engeli ortamdan kaldırır.
Ders esnasında görsel ve işitsel uyaranlardan
izole bir ortam oluşturulması ve ders sırasında
sürdürülebilir olması önemlidir. Uzaktan eğitim
sürecinde interaktif bir ortamın sağlanması
son derece önemli görünüyor. Çocukların
katılım sağlamaları, dersten kopmamaları
adına ve ders öncesi hazırlık çalışmaları açısından
destekleyici olabiliyor. Kavrama, öğrenme
becerilerini destekliyor. İşlenecek konu
hakkında yapılacak kısa ön araştırmalar çocukların
dersi dinlerken konudan kopmamalarını
sağlıyor.”
Psk. Seda GÜn
nAMAL
Psikolog
DİKKAT
EKSİKLİĞİ VE
HİPERAKTİVİTE
Odaklanma
ile ilgili sorun yaşayan
çocukların
olabileceğini
kaydeden
Namal, "Böyle
bir durumla
karşılaştığımızı
anlayabilmek
için bazı
terimleri
bilmekte,
sinyalleri farketmekte fayda vardır.
Dikkat iç ve dış uyaranları ihmal ederek bir
iş üzerinde odaklanmaktır. Dikkat Eksikliği
ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocuklar
için bu dikkati sağlamak kolay değildir"dedi.
Geçmişte tek başına dikkat eksikliği
bozukluğu, hastalık olarak tanımlanmadığı
için bu bozukluğa sahip birçok kişinin hayatı
boyunca başarısız olarak damgalanarak, akademik
başarıları düşük kişiler olarak kabul
edildiğini aktaran Namal, şu bilgileri verdi:
“Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
genetik geçişli, biyolojik bir hastalıktır.
Üstelik anne babasından birinde DEHB olan
çocukların DEHB geliştirme oranı diğer popülasyona
göre daha yüksektir. Aynı zamanda
rahatsızlığın, kardeşte de ortaya çıkma ihtimali
topluma kıyasla daha yüksektir. Prematüre
doğum ve ciddi kafa travmalarının da
DEHB nedenleri arasında olduğu kabul edilmektedir.
Dikkat eksikliği varlığında en sık
görülen belirti, okul başarısındaki düşüklüktür.
Çocuk derse konsantre olamaz, dikkatini
bir süre toplayabilse bile dikkatini koruma
noktasında sıkıntı ve güçlük yaşar. Genellikle
hayallere dalma, anlatılanları dinlememe,
kendi dünyasına kapanma şeklinde dalgınlıklar
yaşar. Buna Hiperaktivite eşlik ediyor ise
çocuklarda sürekli aşırı hareketli davranışlar
mevcuttur. Dürtüsellik ise kişinin yapılan eylemin
sonuçlarını düşünmeden yapılan ani
davranışlar şeklinde görülür. Çocuklarda bir
işi yaparken sabırsızlık, aniden arkadaşlarının
elinden oyuncaklarını alma, oyun sırasında
sırayı beklememe, karşısındaki
konuşurken sürekli sözünü kesme ile kendini
gösterebilir. Tüm bunlara ek olarak, kendini
tehlikeye atacak davranışlarda da bulunabilir.”
uzMAnLA GÖRÜŞÜn
Çocukta bu gibi sinyaller var ise uzmanla
görüşmenin doğru olacağını belirten Psikolog
Seda Gün Namal, “Yapılan testler ışığında
dikkat tipi, sorunu, düzeyi belirlenip, bazen
ilaçla tedavi edilebilir; bazı durumlarda ise
psikolojik destek türlerinden biri olan terapi
de süreç boyunca uygulanabilir. Ailenin
tedavi süreci boyunca anlayışlı ve sabırlı olması
gerekir. Çocuğun yaptığı eylemlerin yaramazlıktan
değil, bir rahatsızlıktan
kaynaklandığı unutulmamalıdır” dedi.
26
Bu Hastalık Korona’dan
Daha Tehlikeli
Eskişehir Özel Ümit Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı
Uzm. Dr. Murat Taraktaş, kalp hastalıklarının Koronavirüs
’ten daha çok ölüme neden olduğunu söyledi.
Dr. Murat Taraktaş, “Dünyadaki
ölümlerin en sık nedeni kalp ve damar
hastalıklarıdır, kanser daha sonra geliyor.
Kalp ve damar hastalıkları nedeniyle
Koronavirüs’ten çok daha fazla
insan yaşamını yitiriyor. Tabi Koronavirüs’ü
daha korkutucu kılan bulaşma riskinin
çok yüksek olması” dedi. Kalpkrizi
vakalarında özellikle 45 yaş altında
ölüm oranının çok daha fazla olduğuna
dikkat çeken Dr. Taraktaş, “Bu, yüzde
40’lara varan oranlarda olabiliyor” dedi.
Taraktaş aynı zamanda, kalp hastalarının
Korona’ya karşı da daha dikkatli olması
gerektiğini belirtti.
HAnGİ FAKTÖRLER
RİSKİ ARTTIRIYOR
Kalp hastalarında ani tansiyon iniş
ve çıkışları kalp krizi riskini arttırdığına
dikkat çeken Taraktaş, kalp krizi belirtilerini
ise şöyle sıraladı:
“Tipik belirtiler; göğsün ortasında
fil oturur gibi baskı şeklinde yakıcı,
boğaza alt çeneye yayılan ağrıdır,
genellikle efor sonrası ortaya çıkan
ağrılardır. Bu ağrılar kalp krizi esnasında
20 dakikadan daha uzun
süren ağrılardır. Kalp krizi alt
çene, diş ağrısı gibi hiç beklenmedik
belirtiler de verebiliyor.
Kalbi besleyen damarlar tutulduğu
gibi sinir sistemi de tutulduğu
için, özellikle şeker
hastaları kalp krizi geçirdiğini
fark etmeyebiliyor.” Dr. Taraktaş,
kalp krizi riskini arttıran
faktörleri ise; “Şeker hastalığı,
tansiyon hastalığı, sigara kullanımı, hareketsiz
yaşam, obezite , ailede genç
yaşta kalp krizi görülmesi, erkek cinsiyet,
bel çevresi genişliği, stresli ve hareketsiz
yaşam ve erken menopoz” olarak
sıraladı.
ÜzÜnTÜ DE nEDEn OLABİLİYOR
“Kalp vücuttaki pek çok şeye yanıt
verebiliyor, üzüldüğünüz zaman veya
vücuttaki idrar yolu enfeksiyonunda
kalp daha hızlı atabilir” diye konuşan
Taraktaş, bunu, “Eşi vefat ettiği için aşırı
üzüntüden kalp krizi geçiren bir hastamız
olmuştu, damarda herhangi bir tıkanıklık
yoktu ani üzüntüyle damarın
büzülmesi söz konusuydu.” örneği ile
anlattı. Özel- likle bazı uyuşturucu
maddelerin kullanımının
da
kalp krizine
neden olabildiğini
belirten
Murat
Taraktaş,
“Kanda pıhtılaşmalar
da
kalp krizine
neden olabiliyor,
uzm. Dr. Murat
TARAKTAŞ
Kardiyoloji Uzmanı
bunun en önemli nedenlerinde biri de sigara”
şeklinde konuştu.
ERKEn MÜDAHALE çOK ÖnEMLİ
Kalp krizinde erken müdahalenin de
çok büyük önemi olduğuna dikkat çeken
Dr. Taraktaş, “Kalp krizinin en ölümcül
kısmı ilk 1 saattir, ilk 1 saatte erken müdahale
ile şok yapılması ile hastalar düzeliyor,
ancak geç gelindiğinde beyne
kan gitmemesi sonucunda beyin ölümü
gerçekleştiğinden kalp çalışsa da faydası
olmayabiliyor” dedi. Taraktaş, “Kalp krizinin
kalpte nasıl bir hasar bıraktığı
önemli, ilk olarak hastanın yaşaması
önemli, sonrasında kalp yetmezliğinin
takip edilmesi çok önemli, bir tanı ve tedavi
yöntemi olan anjiyo sayesinde bu
riski elimizden geldiğince azaltıyoruz”
ifadelerini kullandı.
SİGARA VE HAREKETSİz YAŞAM!
Genelde kalp krizi geçiren insanların;
sigara kullanan, kızartma ve hamur
işlerini çok tüketen hareketsiz kişiler olduğunu
ifade eden Dr. Taraktaş, şunları
söyledi: “Tüm bunların değiştirilerek
yeni bir yaşam tarzının benimsenmesi
gerekiyor. Kalp sağlığımızı korumak için
sporun hayatımızda rutin hale gelmesi
gerekiyor. Çocuklara örnek olarak sporun
günlük hayatın bir parçası haline getirilmesi
gerekli, hayatımızın geri kalanı
için yapabileceğimiz en güzel yatırım
spor. Sigara ile sporun bir arada olması
ise çok tehlikeli. Yürüyüş yapmak, dengeli
beslenmek, düzenli uyku üçlüsü
mutlaka olmalı. Ailesinde kalp hastası
olanlara 30 yaşından sonra 2 yılda 1, 40
yaşında sonra yılda bir, ailesinde kalp
hastası olmayanlara ise 35 yaşından
sonra 2 yılda 1, 45 yaşından sonra ise
yılda 1 kalp doktoruna görünmelerini
öneriyorum.”
27
İşsiz kalınca yeteneğini keşfetti
Kadın isterse
her şeyi yapar
2 Çocuk annesi olan Sağlık Teknikeri Şerife Yorgun
hastane kapanıp işsiz kalınca resim yapmaya
başladı. O günden bu yana 4 yıldır muhteşem resimler
ortaya çıkardı.
Başarıya imza atmış, yürünmeyen
yollarda yürüyen o kadınları, öykülerini
yazmaya devam ediyorum,
edeceğim…
Onlardan birisiyle daha tanıştırıyorum
sizleri…
Şerife Yorgun…
Kadın ressam…
Şerife Hanım’ı diğer ressamlardan ayıran
özellik 4 yıldır resim yapıyor
olması…
İşsiz kaldıktan sonra merak sarıyor
birdenbire…
İlgisini çekiyor.
Çizimler yaptıkça geliştiğini
fark ediyor.
Ama tablolarını bir görün!
Bir profesyonel ressam kadar
harika işlere imza atmış.
Özellikle beyaz bir atı resmettiği çizim
var ki kendisi de yanı başında duruyor.
Muhteşem bir detay…
Adımlar Cafe’de buluşuyoruz Şerife
Hanım ile…
O gün bende bir telaş…
Geç kalıyorum randevuya biraz…
O erkenden gelmiş, beni bekliyor.
Selam verdikten sonra oturuyorum yanına…
Mütevazi, naif, şık bir kadınla başlıyoruz
sohbete…
4 senedir resim yaptığından bahsediyor
ilk olarak naif tonuyla, kendisini anlatıyor:
28
“İŞSİZ KALDIKTAN SONRA
RESSAM OLDUM”
“Aslen Antalyalım ama Eskişehir’de yaşıyorum.
33 yaşındayım. Evliyim. 2 çocuğum
var. Sağlık teknikeriyim. İşsiz
kaldıktan sonra da, hastane kapadıktan
sonra resme merakım başladı. 4 yıl
oldu. 4 yıldır resim yapıyorum.”
Bir yandan soğuk suyunu yudumlarken
anlatmaya da devam ediyor:
“Öncesinde resme ilgim yoktu. Birkaç
sene önce evde resim çizerek başladım.
Daha sonra yağlı boya tablolar öğrenmek
için eğitim aldım. Kurs eğitiminden
sonra da evde devam ettim. Kurs eğitimim
bir buçuk yıl sürdü. Sipariş üzerine
de çalışıyorum aynı zamanda…”
En çok hangi konularda çizim yaptığını
soruyorum:
“Hayvan figürleri çok yaptım. Portre ve
hayvan figürleri üzerinde çok çalışıyorum.
Manzara resimleri yaptıklarım da
var.”
Anlatırken gözlerinin içi gülüyor, gülüyorsa
en içi severek yaptığını anlıyorum.
“Var mı çizdiğin herhangi bir resmin hikayesi?”
diye devam ediyorum.
Biraz durgunlaşıyor.
Şöyle konuşuyor: “Bir kişi aramıştı. Papağanları
varmış. 1 yaşında ölmüş. Hayatımıza
sayısız güzellik kattı ve biz onu
bizimle yaşasın diye ölümsüzleştirmek
istedik. Resmini çizdirdi bana. Evin en
sevdiği köşesine astılar tabloyu. Beni
çok etkilemişti.”
“RESİMLERİM
SOSYAL MEDYADA
BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ”
Kısa bir sessizlik oluşuyor.
“İlgi nasıl resimlerinize?” diyerek sessizliği
dağıtıyorum.
Anlatıyor aynı sakinlikte:
“Evde çizim yapmıştım. Facebookta paylaşmıştım.
Çok ilgi görünce gece gündüz
çizimler yapmaya başladım. Çizdikten
sonra da kursa yazılmaya karar verdim.
Kursta da hem kara kalem eğitimi hem
de yağlı boya eğitimi almış oldum. Şimdi
de evde yapıyorum. İki tane sergim
oldu. Çok güzel tepkiler aldım. Beyaz
bir at yapmıştım, twitarda paylamıştım.
Büyük bir tabloydu.90 bin beğeni aldı.3
buçuk milyon görüntüleme olunca haliyle
siparişler yoğunlaştı. İnsanlar bana
ulaştı. Evde de sipariş almaya başladım.”
RÖPORTAJ
Özge Zaim Sarıoğlu
“KADINLARIN
HAYELLERİ OLMALI”
Kendisini tebrik ediyorum, vaktini
almak istemiyorum fazla,
kadınlara bir mesajın olup olmadığını
soruyorum.
Şöyle tamamlıyor sözlerini:
“Kadınların hayalleri, idealleri
olmalı. Evde boş oturmasınlar.
Bende işsiz kalmıştım. Kadınların
mutlaka bir yeteneği vardır. Hem
kendilerini iyi hissetmek hem de geliştirmek
için uğraşmalı kadınlar. Çok güzel
hobiler var. İnsan kendini her alanda geliştirmeli.
Kadınlara tavsiyem mutlaka
hayalleriniz olsun. Yaşamak için mutlaka
bir amaç olmalı.”
Çok teşekkür ediyorum kendisine…
Hayallerine ulaştığı, tüm kadınlara
örnek olduğu için…
29
Zihinsel engelliler için
oluşturulan merkez
harikalar yaratıyor
Tepebaşı Belediyesi ile Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi (EOSB) işbirliğiyle hayata geçirilen Türkiye’de
ilk olma özelliğini taşıyan Engelliler Montaj Atölyesi, ülkenin pek çok yerinde örnek proje olarak
dikkat çekmeye devam ediyor. Her geçen gün daha da gelişen merkez, bu ay içerisinde önemli
gelişmeler yaşadı. “Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme Programı, düzenlenen tören ile
imza altına alınırken, bir başka anlaşma ile de yeni bir fabrika için daha özel bireyler parça üretmeye
başlayacak. Özel yetenekli bireyler ise, ortaya koydukları mücadele ile, fırsat verildiğinde
neler başarabileceklerini Tepebaşı’nda bir kez daha ispatladılar.
Tepebaşı Belediyesi’nin engelli bireylerin
sosyalleşmesine ve iş ortamlarına
katılmalarına yönelik hayata geçirdiği
örnek projeler, tüm kesimler tarafından
büyük beğeni ve takdir topluyor.
ÖN İMALAT ELEMANI
İÇİN PROTOKOL
Tepebaşı Belediyesi, Eskişehir Organize Sanayi
Bölgesi ve İŞKUR iş birliğinde hayata
geçirilen “Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü
Yetiştirme Programı protokolü düzenlenen
tören ile imzalandı.
Tepebaşı Belediyesi ve EOSB tarafından Türkiye’de
bir ilk olarak hayata geçirilen Engelliler
Montaj Atölyesi’nde gerçekleştirilen
törene; Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet
Ataç, EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir
Küpeli, İŞKUR Eskişehir İl Müdürlüğü yetkilileri,
Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Özel Eğitim Bölümü öğretim üyeleri ve özel
bireyler katıldı.
“HOBİ DEĞİL İSTİHDAM”
İmza töreninde davetlilere hitap eden Tepebaşı
Belediye Başkanı Dt. Ahmet Ataç, özel
çocuklar için hobi değil istihdam projeleri
ürettiğini belirterek, “2009 yılında ikinci kez
seçildiğimde, özel çocuklarımıza hobi değil
istihdam çalışmaları yapacağımızı söylemiştim.
Bunun da bugüne kadar hep arkasında
30
durdum. Bu tip projelerde dikkat ettiğimiz
iki şey var. Biri fırsat eşitliği, diğeri de ekonomik
getiri. Bunlar ön plana alınırsa her
zaman projeler önemli ve değerli oluyor.
Böyle olduğunda gençlerimiz toplum içindeki
yerlerini biliyor, becerileri gelişiyor, özgüven
kazanıyor ve ekonomik getirileri
oluyor. Bizim projelerimize baktığınızda
bunların hepsini içinde görürsünüz” diye konuştu.
Konuşmaların ardından Başkan Ataç, Başkan
Küpeli ve İŞKUR temsilcisi tarafından “Ön
İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme
Programı protokol metni imzalandı. Tören,
hep birlikte çektirilen hatıra fotoğrafı ile son
buldu.
SERTİFİKA ALARAK
ÜRETİME DAHİL OLACAKLAR
“Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme
Mesleki Eğitim Programı ile 18 yaş
üzeri özel bireylerin ara insan gücü olarak
üretime katılması hedefleniyor. Programa
katılan bireylerin özgüvenlerini artırarak tüketiciyken
üretici konuma getirilmesi, toplumda
bir yer edinmeleri ve toplumun bir
parçası olduklarının hissettirilmesi sağlanacak.
Eğitim programı, 72 saat teori, 448 saat
de uygulama olmak üzere 520 saat ve 21
hafta olarak planlandı. Tepebaşı Belediyesi
ve EOSB iş birliğinde Türkiye’de ilk ve tek
olma özelliği ile hizmet veren Engelliler
Montaj Atölyesi’nde gerçekleştirilecek kurs
bitiminde katılımcı bireyler, ülke genelinde
geçerli olan bir sertifika almaya hak kazanacak.
Bireyler ayrıca kazandırılacak meslek
ile işgücü piyasasında istihdam edilerek
gelir de elde etmiş olacak.
EN AZ YÜZDE 25
İSTİHDAM HEDEFİ
Programa ile zihinsel yetersizliği
olan bireylerin istihdam edilebilmeleri
için gerekli olan beceriler,
sorumluluk, teknolojik uyum, kendini
yönetme, ekip çalışması, akademik
beceriler, iletişim becerileri
gibi kazanımlar elde etmesi amaçlanıyor.
Anadolu Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Özel Eğitim Bölümü
ve Türkiye İş Kurumu Eskişehir İl
Müdürlüğü ile iş birliği halinde uygulanacak
programa, ilk aşamada
13 kişilik öğrenci grubu dahil
edildi. Kurs aşamasını başarı ile tamamlayan
öğrencilerin, Kurs sonunda
verilmesi planlanan beceriyi
edinebilen kursiyerlerin EOSB desteği
ile OSB’de yer alan fabrikalarda
en az yüzde 25 oranında
istihdam edilmesi hedefleniyor.
BUGÜNE KADAR 22 ÖZEL
BİREY İSTİHDAM EDİLDİ
Tepebaşı Belediyesi tarafından gerçekleştirilen
ve İŞKUR tarafından desteklenen projeler
kapsamında bugüne kadar eğitimlere
katılan 45 kişiden 22’si iş hayatına katıldı.
İŞ AĞLARI GİDEREK
GENİŞLİYOR
Öte yandan Tepebaşı Belediyesi ve Eskişehir
Organize Sanayi Bölgesi (EOSB) iş birliğinde
Türkiye’de ilk ve tek olma özelliği ile hizmet
veren Engelliler Montaj Atölyesi, bir fabrikaya
daha parça montajı yapacak.
Tepebaşı Belediyesi, EOSB ve Anot Makina
Kalıp Plastik arasında düzenlenen protokolün
imzalanması ile Engelliler Montaj Atölyesi,
bir yıl süre ile Anot demonte parçaların
montajını yapacak. Beyaz eşyalar için üretilen
malzemelerin montajını kapsayan protokole
Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet
Ataç, EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir
Küpeli ve Anot Makine Kalıp Plastik Genel
Müdür Yardımcısı Eray Gönenli imza attı.
Protokolün imzalanmasının ardından Eray
Gönenli, “Bu protokolün yapılmasıyla birlikte
hedefimiz aylık yaklaşık 100 bin ilave
parça vermek. Arkadaşlarımızın bunu başaracaklarına
eminiz. Kısa vadede bu sayının
da üzerine çıkacağımıza inanıyoruz.” diye
konuştu.
Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet Ataç
ve EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir Küpeli
de Gönenli’ye teşekkür ederek, bu girişimin
tüm sanayicilere örnek olması
gerektiğini ifade etti. Başkan Ataç ve Başkan
Küpeli, “Üretene engel yok” sloganı ile hareket
eden özel bireylerin, azim ve disiplinli
çalışma anlayışları ile kendilerini ispatladığını
belirtti.
FIRSAT VERİLDİĞİNDE
BAŞARIYORLAR
Yapılan anlaşmaların ardından “Ön İmalat
Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme Programı
kapsamında eğitimleri devam eden
kursiyerler, projede yer almaktan dolayı
duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Kursiyerlerden
Serkan Sarı, “Atölyede eğitim almaya
başladım ve çok mutluyum. Burada
eğitmenlerimiz eşliğinde demonte parçaların
montajını yapmayı öğreniyoruz. Eğitimimiz
tamamlandıktan sonra ise Organize Sanayi
Bölgesi’ndeki fabrikalarda iş bulmayı umuyoruz”
dedi.
Barış Genç ise, “Öncelikle bizlere bu imkanı
sağlamasından dolayı Tepebaşı Belediye
Başkanımız Ahmet Ataç ve EOSB Başkanı
Nadir Küpeli’ye çok teşekkür ederiz. Burada
olmaktan dolayı çok mutluyuz. Burada demonte
parçaların montajını yapmayı öğreniyoruz.
Projenin sonunda sertifika alıp
fabrikalarda iş bulmak istiyoruz” diye konuştu.
Nilay Savaş da, “Bizlere böyle bir imkan sağlanmasından
ötürü çok mutluyuz. Proje tamamlanmasının
ardından sertifika alıp iş
hayatına atılmak istiyoruz. Ahmet Başkanımıza
ve Nadir Başkanımıza çok teşekkür
ederim” ifadelerini kullandı.
Kursiyerlerden Seher Uçar ise, duygularını
şöyle aktardı: “Projede yer almaktan dolayı
çok mutluyum. Burada hem arkadaş edindim
hem de iş öğreniyorum. Projenin tamamlanmasının
ardından bir yerde işe başlamak istiyorum.
Ahmet Başkanımıza ve Nadir
Başkanımıza bize bu imkanı sağlamasından
dolayı çok teşekkür ediyorum.”
31
ESKİ EĞİTİM SEN ŞUBE BAŞKANI- TARİH ÖĞRETMENİ SERKAN DEMİR İLE
YENİ ÇIKARDIĞI ‘BİR NEHİR GİBİ’ ŞİİR KİTABI VE ŞİİR SANATI ÜZERİNE…
“ÖĞRENCİLER TARİH SINAVI
OLURKEN BEN ÇOK ŞİİR YAZDIM”
Hava sıcak…
Eylül ayının ilk günleri…
Mevsim hüznün moduna girmeye
çalışıyor belli…
Yer yer dökülen kuruyan yapraklardan
anlıyorum.
Hüzne ne yakışır?
Elbet şiir…
Eğitim Sen Eski Şube Başkanı Serkan
Demir’in ‘Bir Nehir gibi’ adını verdiği şiir
kitabını gördüğüm an ulaşıyorum.
Böyle şiir kokulu bir aya konuk almazsam
nankörlük edeceğimi biliyorum.
Palmiye Cafe’de buluşuyoruz.
Önce kitabını imzalayarak hediye
ediyor bana…
Kişiye ait olan kitapların hediye
edilmesi ayrı sevindiriyor.
Röportajdan ziyade sohbet ediyoruz
Serkan Hocayla…
Öyle bir atmosfer var ortamda…
Sendikal yönüyle öne çıksa da Tarih öğretmeni
aslında...
Öğretmenliğe devam ettiğini anlatıyor bir
yandan…
Şairaneliği ise sevdiğini ifade ediyor.
‘Herkes bu yönü mü çok da bilmezdi açıkçası’
diye devam ediyor tane tane, bir öğretmen
edasıyla konuşurken…
Çaylarımızı söyledikten sonra ilk soruyu
yöneltiyorum: “Size böyle derinden yazdıran
ne oldu hocam?”
Gülümsüyor bir yandan anlatırken:
“Herkesin farklı sebepleri vardır ama duyguların
en yoğun olduğu süreç bende üniversite
birinci ve ikinci sınıftır. Çünkü her anlamda
duyguları yoğun yaşadığımız bir süreç. Memleketi
ben kurtarabilirim diye düşündüğümüz, özgüvenimizin
olduğu bir süreç. Okuduğumuz,
aşık olduğumuz bir süreç. Hem memlekete hem
de gönlünüze değen birine aşık oluyorsunuz.
Ben bunu iki başlıkla anlatabilirim. Birincisi
ülke sevgisi, diğeri ise aşk diyebilirim.”
“Şiirlerinizi okudum, hepsi ayrı bir hüzünlü
geldi bana, samimi… İlham kaynağınız
ne oldu?” diye devam ediyorum bir yandan
çekingen…
“O cÜMLELER uYuTMAz BAzEn…”
Şiir özeldir neticede, belki yanıtlamak istemez
diye düşünürken o tam tersine rahat…
Şöyle konuşuyor:
“Bunun net bir yanıtı yok. Hiç ummadığınız
bir an da doğada olabilir, yaşadığınız bir
olay da olabilir. Geçmiş olabilir, bir fotoğraf da
olabilir. Tabi o an da tüm insanların duyguları
da olabilir, benzer şeyleri hissedebiliyoruz. Çok
özel şeyler hissedenler de var ama tabi onu yazıya
dökmek çok ayrı. Bunu başarıp başaramadığımı
bilmiyorum ama bir kafeteryaya oturup
bir kurbağa ya da bir çekirgeye de şiir yazabilirsiniz.
Yani şiirin nerede ve nasıl geleceği belli
olmuyor. Bazen de yazmak gelmiyor içinizden…
Bir örnekle anlatayım. Çok yorgunum, uyumaya
çalışıyorum, kafam biraz meşgul ama aklıma
öyle cümleler geliyor ki kalkıyorum
hemen not alıyorum, sabah hepsi gidecek biliyorum.
Zaten duygu da odur. Cümleyi bir türlü
32
RÖPORTAJ
Özge Zaim Sarıoğlu
yakalayamazsınız, onun sancısı da odur. O an
kalkarsınız, yazmak zorunda olursunuz. Çünkü
uyutmaz o cümleler sizi… Yarın bu şiirleri kitaba
koyacaksınız diye değil, kendinizle dertleşmek,
belki de uyuyabilmek için…
Bir yandan çayımızı yudumlarken bir yandan
da sohbete kaldığım yerden devam ediyorum.
Her gün şiir yazıp yazmadığını merak
ediyorum.
O esnada bunaltıcı hava ufak bir rüzgar
esintisiyle az da olsa rahatlıyor.
‘İlginç bir yerde yazdığınız ve kalbinize dokunan
bir şiir oldu mu?” diyerek devam ediyorum.
Kısa bir düşünüyor, aklına geliyor ansızın
ve devam ediyor:
“Sınıfta yazmıştım bir kere… Tarihte öğrenciler
sınav olurken ben çok şiir yazdım. Tabi onları
da gözlemliyorum ama şiir de yazıyorum.
Örneğin ‘Harita’ şiirim de ben haritaya bir daldım
gittim, görev yaptığım yerler, memleketim,
oradaki nehirlerin bana dokunduğunu hissettim
o an da… Harita şiiri çıktı ortaya…”
“GİTTİĞİM HER ŞEHİRDE
nEHİR VARDI”
Hemen devam ediyorum arkasından: ‘Bir
Nehir gibi’ ismi oradan mı geliyor?
Geçmişse gider gibi kısa bir duraksıyor,
sözcükler daha ağır çıkmaya başlıyor:
“Hikâyesi uzun… Çok klasik bir isim geldi
bana önce… İlk kitabın ismini ‘Gideceğin Yer’ yapacaktım.
Farklı birçok şiir de bu cümle var kitabın…
Büyük oğluma yazdığım şiirin içinde de
bu cümle var. Birde özellikle o şiirde olduğu için
aldım. Ben köyde büyüdüm, çocuklukta gitmeyi
en çok sevdiğim, en gizemli yer, en uzak yer
nehirdi. Gittiğim her şehirde bir nehir vardı.
Nehir kenarlarında çok yürüdüm, fotoğraflarımın
çoğu nehir kenarında… Nehre biçtiğim anlamda
bitmiyor. Biraz da kendime benzettim.
Gibi orada zaten… Nehir olma şansınız yok.
Nehir gibi hissetmek şöyledir. Bazen nehir kenarında
kimse olmaz, dertleşirsiniz. Bazen siluetine
bakarsınız boş boş ama nehir bir çaba
içindedir. Dağları deler, coğrafyaları, gurbetleri
geçer. Siz dokunursunuz, başka bir yerde başkası
dokunur nehre… Ve her biri akmak ister bir
yere… Nehir hem güçlüdür, hem gizemlidir
hem amaçlıdır. Enginlere ulaşmak ister. Hissettiğiniz
o çabanın metaforu gibi geliyor. O
vurgusunda… Ondan dolayı bu ismi seçtim.”
Kısa bir sessizlik oluşuyor o esnada…
Sessizliğe kulak kesiyoruz birkaç saniye…
O sırada çaylarımızın bittiğini fark ediyoruz,
yine söylüyoruz.
Güzel sohbete demli çay iyi gidiyor sanırım…
“ŞAİRAnELİĞİ SEVİYORuM”
“Gelen tepkiler nasıl? İçinizde şair bir
ruh taşımanıza şaşırdılar mı?”
Gülüyor: “Evet, şaşırdılar. Şairim demiyorum
ama şairaneliği seviyorum. Bizde
belli kalıplar olduğu için belli konular sizin
özelinizdir. Şiir yazmak da öyle bir şey…
Şiir yazdığımı bilen insan sayısı çok azdır.
İnsanların şaşırması benim hoşuma gidiyor.
Yıllarca yazdım ama şiirliğine, derinliğine güvenemediğim
için çok belli etmedim. Sadece bundan
da değil. Yayınlamak için yazmadım şiirleri.
O şiirler amacına ulaştı bende… Dertleştim,
içimdeki duyguyu bir kağıda yazdım. Kitaplaşması
farklı bir süreç ve olay… Bence kitap olması
da gerekmiyor.”
“HER MESLEK ŞİİRE DEĞMELİ!”
Demode sorumu sormadan buradan ayrılmayacağımı
da belirttikten sonra “Öğretmenlik
mi şairlik mi?” diyorum.
Küçümsemiyor sorumu, uzun uzun yanıtlıyor:
“ İkisi de… Öğretmenlikle şairlik aslında çok
uzak değil… İkisinde de üretim var. Öğretmen
kendini yenileyen biriyse şiire değmeden
olmaz. Her mesleğin şiire değmesi gerektiğini
düşünüyorum. Doktorun, avukatın… Mesleğini
daha iyi icra edeceğini, empati yeteneğinin gelişeceğini
düşünüyorum. Öğretmene şiir yazmak
çok uygundur aslında… Öğretmenlik yapan
çok yazarımız var aslında… Rıfat Ilgaz öğretmendir,
Nazım Hikmet öğretmenlik yaptı, Sebahattin
Ali yaptı, Behçet Necatigil yaptı, Aziz
Nesin yaptı diye biliyorum. Öğretmenlik ve şair
zıt değildir. Öğretmenler için yazması daha kolaydır.
Hem yazı ile iç içeler, hem konuşmaları
gerekiyor, hep dersini anlatamaz, duygu dünyasına
girmesi lazım, okuyan da insanlar…”
“MAzLuM ÖĞREncİLERE
ŞİİR YAzDIM”
Daha fazla vaktini almak istemiyorum
Serkan Hoca’nın, bir öğrencisine şiir yazıp yazmadığını
soruyorum.
Şu sözlerle noktalıyor sohbetimizi:
“Yazdım. Daha çok mazlum, hayatta zorluk
çekmiş öğrencilere şiir yazdım. Eskişehir’e ilk
geldiğimde hayata daha çok bağlı ama aile olarak
yoksul öğrenciye şiir yazdığımı hatırlıyorum
ama kitap da yok. Genel anlamda bir
öğrenciye yazmaktan ziyade okula, okuldan dış
dünyanın nasıl göründüğüne, okulun bizde yarattığı
duygu dalgalanmalarına çok şiir yazdım.”
Bu keyifli sohbet için teşekkür ediyorum…
Eylül ayına yakışan şiir dolu bir sohbet imkanı
tanıdığı için bizlere…
Fotoğrafçılık sadece dış
dünyayı aktarmak değildir
bana kalırsa…
Makineye çektiren bir hissiyat
var elbet…
O el deklanşöre gidiyorsa,
duyguları da ona bir yandan
eşlik ediyorsa ortaya
muhteşem bir sanat çıkıyor.
Tıpkı şiir gibi…
O da sözcüklerle yapmıyor mu
yapması gerekeni?
Fotoğraf Sanatçısı- Şair Ömer
Asaf Tosun’la bir araya geliyoruz.
Fotoğraflardan, şiirden
konuşurken kendisine ait
fotoğrafları da inceliyorum bir
yandan…
İçinde öyle kareler var ki
hikayesini hiç bilmememe
rağmen en baştan yazarım herhalde
diye düşünüyorum.
Çünkü anlatıyor anlatması
gerekeni…
Ömer Bey’in bir diğer özelliği
ise fotoğrafla şiir sanatını
birleştiriyor olması…
Şiirin kafamızda oluşturduğu
imgeleri gerçekliğe
dönüştürüyor.
İmgeler karşımızda duruyor
belki de kim bilir?
Çağdaş Gazeteciler
Derneği’nde bir araya
geldiğimiz Ömer Beyle kısa
ama güzel bir sohbet
gerçekleştiriyoruz.
Hep hüznü, şiiri, duygusallığı
konuşmadık!
Çok güldüğümüz anlar da oldu.
Ama…
Bir şiirini okudu ki…
Kalbimde bir yerlerde
dokunmadı desem yalan olur:
“yağmurun ardına saklanmış Sizi tanıyalım
şehrin kirli yüzü;
mı öncelikle?
bulut sayıklarken gece vakti Sanırım en zor
başından geçenleri...
sorudan
başladık.
sabahlar örneğine tapmış Ankara’ da
çiçekler renginden dertli; doğup büyümüş
yitik bir gülümseme rastlamış bir
suyun kenarında, o istasyonda...
Bu anlamda
Eskişehirliyim.
dörtte üç
insan,
Eskişehirli
ağladığı kadar sorunca dörtte bir
kendine..."
Ankaralı
sayılırım. Emekliyim.
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme
Bölümünden ayrıldıktan sonra; Anadolu Üniversitesi
İktisat Bölümü (Lisans) ve daha sonra
Fotoğrafçılık ve Kameramanlık (Ön lisans) Bölümlerini
bitirdim. Şu anda Ankara Tıp Fakültesi beşinci
sınıfında okuyan Öykü’mün babasıyım. Uzun yıllar
Çankaya Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak
çalıştım. Üniversitenin Güzel Sanatlar Biriminde
“Temel Fotoğrafçılık” dersleri verdim. 2018 yılında
çok özel ve çok güzel bir nedenden dolayı
Eskişehir’e tamamen yerleşme kararı aldım. Bu
karar doğal olarak severek yaptığım üniversitedeki
görevimden ayrılma kararını da beraberinde getirdi.
Bugünlerde her zamanki gibi iki bozkır
arasında mekik dokuyarak yaşıyorum.
“YEDİĞİM FIRçADAn SOnRA
KIYMETİnİ AnLADIM”
Fotoğraf sanatına ilginiz nasıl başladı?
Fotoğraf sanatına ilgim; yedi sekiz yaşlarında rahmetli
büyükbabamın fotoğraf makinesini elimden
düşürüp kırmamla başladı. Yediğim fırçalardan
sonra fotoğraf makinesinin kıymetli bir şey
olduğunu çabucak kavradım. Daha sonraları 1986 –
87 yıllarında Ankara Fotoğraf Sanatçıları
Derneğinde (AFSAD) ilk temel eğitimi alarak
fotoğraf dünyasına adım atmış oldum. O günden bu
yana, bazen uzun süreli uzaklaşsam da beni
heyecanlandıran bir konu karşıma çıktığında
Fotoğraf sanatçısı-şair
ÖMER ASAF TOSUN ile
“Şiirin fotoğraflarla
buluşması“ üzerine
makineyi hevesle boynuma geçirmeye devam ediyorum.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki;
fotoğrafta usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Bu anlamda
benim şansım; Türkiye’nin en önemli fotoğraf
sanatçılarından biri olan sevgili hocam İbrahim
Demirel’dir. Onunla her zaman usta-çırak, hep dost
ve yeri geldiğinde baba-oğul gibi uzun yıllardır
süregelen ilişkimizdir. Bana kattığı değerler için
kendisine minnettarım.
Fotoğraf konusunu belirlerken önceliğiniz
nedir?
Fotoğraf üretimini kurgusal ve belgesel olarak
kabaca ikiye ayırırsak, ben işin daha çok belgesel
tarafındayım. Elbette kurgulayarak ürettiğim
fotoğraflar da var ama belgesel fotoğrafçılık
başından beri beni çok daha fazla cezbetti. Tek tek
fotoğraflar kurgulamak yerine, ilgimi çeken bir
konuyu çoklu fotoğraflarla tümdengelim ya da
tümevarım yöntemleriyle, belgesel tarzda anlatabilmeyi
her zaman tercih ettim. Dolayısıyla
önceliğim her zaman bu yönde oldu.
“ŞİİRLERİ FOTOĞRAFLAMAK
BAnA AYRI DEnEYİM KAzAnDIRDI”
Fotoğraflar aslında kompozisyondur. çok şey
anlatırlar anlayana… çektiğiniz bir fotoğrafın
hikayesini dinlemek isteriz…
Biliyorsunuz geçen ay sevgili dostum Birtürk
Özkavak ile beraber kolektif bir çalışmayla
ürettiğimiz kitabımız yayınlandı. Birtürk, memleketi
olan Hacıbektaş coğrafyası ve kültürü üzerine
hazırladığı dosyasındaki şiirleri fotoğraflamam
önerisiyle geldi. Bugüne kadar herhangi bir
görselden etkilenip yazdığım şiirler olmuştu fakat
bir dosyadaki şiirleri tek tek fotoğraflamak önerisi
beni hem ürküttü hem de heyecanlandırdı. Çok da
derinlemesine birikiminiz olmayan bir konudaki
şiirleri fotoğraflamak bana da yepyeni bir deneyim
kazandırmış oldu. Her fotoğrafın bir hikayesi vardır.
Bu deneyimle birlikte kitaptaki her fotoğraf,
hikayesini de beraberinde sunmuş oldu. Umarım
benzerleri arasında hoş bir örnek olarak yerini alır.
Siyah-beyaz fotoğraflar hüznü mü anlatmak
zorundadır? Gülümserken de çekilemez mi?
RÖPORTAJ
Özge Zaim Sarıoğlu
Siyah-beyaz çekim yapmak benim çok keyif aldığım
bir alan. Hem belgesel fotoğrafa hem de özellikle
portre çekimlere çok yakıştırıyorum. Ama hüzün
konusunda öyle bir ayrımım yok. Sanırım siyahbeyaz
fotoğraflar hüznü değil de daha çok geçmişi
anımsattıklarından dolayı böyle bir algı var. Yoksa
dünyaca ünlenmiş; acıyı, kederi, çaresizliği ve
hüznü anlatan pek çok renkli çekilmiş fotoğraf var.
Bence hüzün insanın ana duygusudur ve diğer
bütün duygularımız onun üzerinde şekillenir. Bir
gün doğaya karışacağının bilinciyle yaşayan tek
canlı türüyüz. Dolayısıyla mizah duygumuzu bile
biraz eşelediğimizde derinlerde bir yerde hüzün denilen
ana damarla karşılaşırız gibi gelir bana…
“ŞİİR VE FOTOĞRAF BİRBİRİnE
çOK YAKIŞIYOR”
Daha çok şair olarak tanınıyorsunuz. Şiir ve
fotoğrafı buluşturmaya nasıl karar verdiniz?
Şiir ve fotoğraf öteden beri birbirine çok yakışan iki
ayrı disiplin. Bazen bir şiir fotoğraf gibi bazen de
bir fotoğraf şiir olup çıkar karşınıza. Sanırım bunun
nedeni, şiir okurken konusuyla ilgili görsellerinde
belleğinizde uçuşmaya başlamasıdır. Ya da estetik
düzeyi yüksek bir fotoğrafı incelerken aynı zamanda
konusunun gönderme yaptığı alanla ilgili
cümleler kurmaya başlar belleğiniz. İşte bu hâli
sevgili dostum Birtürk Özkavak’la birlikte
somutlaştırmaya karar verdik. Sonuçta böyle bir
eser ortaya çıktı.
Şiir kitaplarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?
Uzun yıllardan beri, belki fotoğraftan da önce şiirle
ilgiliyim. Biriken dosyalarımdan seçtiklerimden
oluşan ilk şiir kitabım “ala pranga” 2015 yılında
yayınlandı. İkinci şiir kitabım olan “çelişigüzel” ise
bu yılın Ocak ayında çıktı.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak şunları söyleyebilirim. Eskişehir benim
için zaten bir şiirdir. Bu keyifli söyleşi için başta sen
olmak üzere tüm gazete emekçilerine teşekkür
ediyorum. Ve elbette şehrimizdeki şiir ve fotoğraf
dostlarına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum.
33
Plyos kasabasının Volga
Nehri’nden görünümü.
RUSYA’NIN İSVİÇRESİ:
Gezi
zEKİ
PEKGEnç
PlyOS
Gemimiz Rusya’nın kalbinde yol alıyor.
Volga Nehri’nin iki yakasındaki manzara
doyumsuz. Ormanların içindeki
ve nehir kıyısındaki Rusların daçaları bu
manzarayı daha da güzelleştiriyor. İğne
yapraklılar ile yaprağını döken ağaçlar bir
arada. Sonbaharın yarattığı renk armonisi
şahane. Tabiat yeşil, sarı, kahverengi ve kızıl
renklere bürünmüş.
Volga üzerindeki en büyük beş baraj gölünden
birisi olan Gorki Rezervuarı’nda gidiyoruz.
Biraz sonra varacağımız kente
yaklaştıkça peyzaj daha da güzelleşti. Nehrin
iki kıyısındaki evler, tesisler son derecede göz
alıcı. Sanki bambaşka bir ülkeye geldik.
Geldiğimiz bu cennet gibi yer, Moskova’nın
370 kilometre kuzey doğusundaki Plyos
(Ples) Kasabası. 1142 yılında kurulmuş. Mikro
iklime sahip olması nedeniyle, on yıllardır bir
sayfiye ve popüler tatil yeri. Aynı zamanda
hiç bozulmamış tarifsiz güzellikte bir 19.
yüzyıl taşra kasabası.
Beni burada çok şaşırtan şey; Kostroma
şehrinden itibaren nehirden dümdüz
gelmemiz oldu. Yani yükseğe, dağlara
çıkmadık. Ama tabiat ve iklim inanılmaz
şekilde değişti. Buranın denizden yüksekliği
sadece 140 metre! Ancak, etrafımıza baktıkça
kendimizi Alp Dağları’nın arasında bir yerde
hissediyoruz. Adeta dingin bir göl gibi duran
Volga, iki yakasından yükselen yemyeşil yamaçlar,
tertemiz bir hava, asude bir çevre. Her
biri bir sanat abidesi ahşap evler, doğaya
uyum sağlamış tesisler.
Buraya «Rusya’nın İsviçre’si» diyorlar.
Volga Nehri’ne paralel bir şekilde uzanan
kasaba sadece 3 kilometre karelik bir alanda.
Nehir kenarında boydan boya uzanan bir
caddesi var. Cadde üzerinde tütsülenmiş,
çeşit çeşit Volga balıklarını, el işi keten hediyelikleri
satanları görüyoruz. Nehir manzaralı
kafeler ve şık lokantaların bulunduğu cadde
ile Volga arasında da “Sanatçılar Patikası”
uzanıyor. Yamaçlardan bu caddeye ve
dolayısıyla nehre dik uzanan sokaklarda
harika görünümlü geleneksel ahşap Rus evlerinden
gözümüzü alamıyoruz. Kapı ve
34
pencerelerinin pervazları ahşap dantelli ve
canlı renklerle boyanmış. Yağmur olukları
bile birer sanat eseri. Neredeyse tüm evlerin
fotoğrafını çektim. Büyükçe olanların bazıları
butik otel ya da pansiyon olarak işletiliyor.
Şimdi bazı zenginler, yazarlar, besteciler eskiden
çarlık aristokratlarının ya da yerel
tüccarların yaşadığı evleri satın alıyormuş.
Sahilde bir yat kulübü ve yakın zamanda inşa
edilmiş modern mimaride ve fakat çevreyle
uyumlu iki tane dört yıldızlı konaklama tesisi
var.
NÜFUSU SADECE ÜÇ BİN OLAN PLYOS’TA
BİR TİYATRO VE BEŞ TANE MÜZE VAR
Bu kasabaya gezmeye gelenlerin başını
sanatçılar çekiyormuş. Özellikle de peyzaj
ressamları. Nüfusu sadece üç bin olan
Plyos’ta bir tiyatro ve beş tane müze var. En
meşhuru «Peyzaj Resimleri Müzesi». İki yüz
yıl önce inşa edilmiş, eskiden bir tüccar malikânesi
olan üç katlı binada Rusya’nın
meşhur ressamlarının eserleri sergileniyor.
Müze çok düzenli bir şekilde dizayn edilmiş,
birçok salonu var ve iç ışıklandırma mükemmel.
Görevliler her salondaki eserleri ve
sanatçılarını detaylı olarak anlatıyor. Üç salon
Levitan ve Kuvshinnikova’nın peyzaj resimlerine
ayrılmış, Levitan’ın 22 eseri
Kapı ve pencerelerinin pervazları ahşap dantelli
ve canlı renklerle boyanmış geleneksel ahşap
Rus evleri birbirinden güzel.
sergileniyor. Ayrıca, giriş katında dönemsel
sergiler düzenlenip, yerel sanatçıların resimleri
satışa sunuluyormuş.
Plyos’un bu denli üne kavuşmasının önemli
bir nedeni de Rus realist ressam Isaac Levitan‘ın
buraya gelip, Volga kıyılarının resimlerini
yapmış olması. 1860 – 1900 yıllarında
yaşamış olan, Rusya’nın en ünlü peyzaj
ressamı Levitan’ın burada kaldığı, nehre paralel
caddedeki özgün Rus mimarisinde inşa
edilmiş ev de şimdi ayrı bir müze. Asma
katından tüm Volga vadisi ve nehir görülüyor.
Evde, sanatçının burada kaldığı süreçte
kullandığı eşyaları ile bazı eserleri
sergileniyor.
Levitan, doğanın şekillerinin, insan ruhunun
koşullarının taşıyıcısı olduğu fikrini öne
çıkaran bir tarz üretmiş. Çalışırken, en çok ormandaki
ya da kırsaldaki şiirsel yerlere
yönelmiş. Çalışmalarının karakteristik
özelliği, büyük oranda insan varlığından yoksun
olan pastoral manzaraların ortasında,
neredeyse hüzünlü ve melankolik bir kompozisyon
anlayışıdır.
Şehrin güney yamacında, tüm Volga vadisini
gören tepeye «Levitan Dağı» ismi verilmiş. Buraya
sanatçının çok anlamlı bir bronz heykeli
yerleştirilmiş; hayran olduğu Volga kıyılarını
resmediyor. Ayrıca, nehir kenarındaki
caddede bir büstü de var. Her yıl
Ağustos ayında, Levitan’ın doğum
gününde, bu kentte resim ve şiir üzerine
bir festival düzenleniyormuş.
Taşradaki bu küçük kasaba; “peyzaj
sanatının gerçek başyapıtlarının
doğum yeri” olarak kabul edilmekte…
ANTON CHEKHOV’UN
KISKANÇLIĞI
Sanatçılar patikasının, kentin en
doğusundaki ucunda bulunan
«Peyzaj Resimleri Müzesi» ’ne yakın
bir yerde bronz heykeldeki kadın
sadece bronz çerçevesi olan boş tuvalden
Volga vadisine bakıyor.
Yanında resim çektirdiğim bronz
heykeldeki bu kadın, ressam
Levitan’ın öğrencisi ve kız arkadaşı
(ya da metresi) sanatçı Sofia Petrovna
Kuvshinnikova imiş. 1888-1890 yılları
arasında, üç yazı burada birlikte
geçirmişler, onları ünlendiren birçok
eserlerini burada meydana
getirmişler. Kuvshinnikova, aslında
evli bir kadın ve eşi Moskova’da
tanınmış, yaşlı bir doktor. O dönem
Rus sanatçıları ve aristokratları
arasında doktorun eşinin ünlü
ressamla olan ilişkisi bir skandal
olarak kulaktan kulağa yayılmış. Levitan
ve Sofia’nın Moskova’ya
dönüşlerinden sonra, Anton
Chekhov’un 1892 yılında yayımladığı
kısa hikâyesi “Çekirge” de bu skandalı
betimlediği iddia edilir. Sofia’nın hikâyedeki
başkaraktere ilham kaynağı olduğu söylenir.
Aslında Anton Chekhov, hem Levitan’ın ve
hem de Sofia’nın yakın arkadaşıdır. Hatta
onları tanıştıran da Chekhov’dur. Bu ilişkiyi
kıskandığı için çekirge hikâyesini yazdığı
söylenir. Levitan’ın bu gelişmeden sonra onu
düelloya davet ettiği söylentisi de var. Çok
yankı uyandıran bu hikâyeye dayalı, 1955
yılında aynı isimle (Çekirge) bir Rus filmi de
çekilmiş.
Sanata meraklı ve de iki peyzaj ustasının
(Levitan ve Sofia’nın) ilişkilerini bilen, eserlerini,
beraber yaşadıkları mekânları merak
ederek Dünyanın değişik yerlerinden buraya
gelenlerin yanı sıra dingin bir hafta sonu
geçirmek isteyen komşu şehirlerin sakinleri
hatta Moskovalılar buraya her mevsimde
akın ediyormuş. Bahar ve yaz aylarında
Sofia Petrovna
Kuvshinnikova
ile birlikte…
Tüm Volga vadisini gören tepeye «Levitan
Dağı» ismi verilmiş. Buraya sanatçının çok
anlamlı bir bronz heykeli yerleştirilmiş;
hayran olduğu Volga kıyılarını resmediyor.
hemen her gün iskelesinde
birkaç tane bembeyaz nehir
gemisinin birbirine
yanaşarak durduğunu
görmek mümkünmüş.
Bu kasabayı ziyaret için
başka bir neden de “Golden
Ring” olarak tanımlanan
rotanın içinde bulunması.
Rusya’da “altın halka” bölgesi,
bugüne kadar eski
Rusya’nın birçok geleneğini
ve kültürünü güçlü bir
şekilde muhafaza eden bölgelerden
birisi. Moskova’nın
kuzey doğusunda yer alan
ve bir halka şeklinde
sıralanan bazı şehirler Rus
tarihindeki önemli olayların
anılarını barındırıyor. Bu
kentler; manastırları, altın ya
da soğan kubbeli Ortodoks
kiliseleri ve 12. – 18. Yüzyıl
Rus mimarisinin örnekleriyle
adeta birer açık hava
müzesi. Tamamı UNESCO
Dünya Mirası Listesi’nde.
Aynı zamanda her biri
Rusya’nın en pitoreskleri
arasında. Bunlardan
İvanovo ve Kostroma
şehirlerinin tam ortasında
bulunan Plyos, en küçük
“altın halka” kasabası.
Plyos’ta biri altın kubbeli olmak üzere birkaç
tane tarihi kilise var.
Rusya’yı tanımak için sadece büyük
şehirlerine gitmek yeterli değil. Küçük Rus
kasabalarında gerçek Rus yaşamını ve
kültürünü bulabilirsiniz. Aşağı Volga cruise
rotası üzerinde yer alan Plyos, belki de bunlardan
en güzeli.
Sahilde bir yat kulübü ve yakın zamanda inşa edilmiş modern mimaride
ve fakat çevreyle uyumlu iki tane dört yıldızlı konaklama tesisi var.
35
1. HAFTA
ÜMRANİYESPOR-BANDIRMA
ADANASPOR-İSTANBULSPOR
ANKARASPOR-ESKİŞEHİRSPOR
ALTAY-YILPORT SAMSUNSPOR
BOLUSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ
BURSASPOR-ADANA DEMİRSPOR
MENEMENSPOR-ALTINORDU
BALIKESİRSPOR-GİRESUNSPOR
AKHİSARSPOR-TUZLASPOR
İLK YARI FİKSTÜRÜ
2. HAFTA
SAMSUNSPOR-ÜMRANİYESPOR
KEÇİÖRENGÜCÜ-ANKARASPOR
ESKİŞEHİRSPOR-ADANASPOR
ALTINORDU-BURSASPOR
ADANA DEMİRSPOR-BOLUSPOR
GİRESUNSPOR-MENEMENSPOR
İSTANBULSPOR-ALTAY
TUZLASPOR-BALIKESİRSPOR
BANDIRMASPOR-AKHİSARSPOR
6. HAFTA
GİRESUNSPOR-ADANASPOR
ADANA DEMİR-ÜMRANİYESPOR
MENEMEN SPOR-BURSASPOR
BALIKESİRSPOR-BOLUSPOR
ESKİŞEHİRSPOR-SAMSUNSPOR
ALTINORDU-ALTAY
ANK. KEÇİÖRENGÜCÜ-BANDIRMA
İSTANBULSPOR-AKHİSARSPOR
TUZLASPOR-ANKARASPOR
7. HAFTA
ÜMRANİYESPOR-ALTINORDU
SAMSUNSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ
İSTANBULSPOR-ESKİŞEHİRSPOR
BOLUSPOR-MENEMENSPOR
ADANASPOR-TUZLASPOR
ANKARASPOR-BALIKESİRSPOR
BANDIRMASPOR-ADANA DEMİR
AKHİSARSPOR-BURSASPOR
ALTAY-GİRESUNSPOR
8. HAFTA
GİRESUNSPOR-ÜMRANİYESPOR
BALIKESİRSPOR-ADANASPOR
ANK.KEÇİÖRENGÜCÜ-İSTANBUL
ADANA DEMİRSPOR-SAMSUNSPOR
BURSASPOR-BOLUSPOR
TUZLASPOR-ALTAY
ALTINORDU-BANDIRMASPOR
ESKİŞEHİRSPOR-AKHİSARSPOR
MENEMENSPOR-ANKARASPOR
9. HAFTA
SAMSUNSPOR-ALTINORDU
ESKİŞEHİRSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ
ALTAY-BALIKESİRSPOR
ADANASPOR-MENEMENSPOR
ÜMRANİYESPOR-TUZLASPOR
AKHİSARSPOR-BOLUSPOR
ANKARASPOR-BURSASPOR
İSTANBULSPOR-ADANA DEMİR
BANDIRMASPOR-GİRESUNSPOR
3. HAFTA
ADANA-ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ
ALTAY-ESKİŞEHİRSPOR
BOLUSPOR-ALTINORDU
AKHİSARSPOR-BALIKESİRSPOR
MENEMENSPOR-TUZLASPOR
BANDIRMASPOR-SAMSUNSPOR
ANKARASPOR-ADANA DEMİR
BURSASPOR-GİRESUNSPOR
ÜMRANİYESPOR-İSTANBULSPOR
4. HAFTA
ADANA DEMİRSPOR-ADANASPOR
ESKİŞEHİRSPOR-ÜMRANİYESPOR
ALTINORDU-ANKARASPOR
TUZLASPOR-BURSASPOR
GİRESUNSPOR-BOLUSPOR
ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ-ALTAY
İSTANBULSPOR-BANDIRMASPOR
BALIKESİRSPOR-MENEMENSPOR
SAMSUNSPOR-AKHİSARSPOR
5. HAFTA
ADANASPOR-ALTINORDU
BANDIRMASPOR-ESKİŞEHİRSPOR
ÜMRANİYE-ANK. KEÇİÖRENGÜCÜ
AKHİSARSPOR-MENEMEN SPOR
BURSASPOR-BALIKESİRSPOR
BOLUSPOR-TUZLASPOR
ALTAY-ADANA DEMİRSPOR
ANKARASPOR-GİRESUNSPOR
SAMSUNSPOR-İSTANBULSPOR
İstikbal
10. HAFTA
BALIKESİRSPORÜMRANİYESPOR
ALTINORDU-İSTANBULSPOR
BURSASPOR-ADANASPOR
MENEMENSPOR-ALTAY
GİRESUNSPOR-YILPORT SAMSUN
TUZLASPOR-BANDIRMASPOR
ADANA DEMİR-ESKİŞEHİRSPOR
KEÇİÖRENGÜCÜ-AKHİSARSPOR
BOLUSPOR-ANKARASPOR
11. HAFTA
ESKİŞEHİRSPOR-ALTINORDU
BANDIRMASPOR-BALIKESİRSPOR
SAMSUNSPOR-TUZLASPOR
ÜMRANİYESPOR-MENEMENSPOR
ADANASPOR-BOLUSPOR
KEÇİÖRENGÜCÜ-ADANA DEMİR
ALTAY-BURSASPOR
AKHİSARSPOR-ANKARASPOR
İSTANBULSPOR-GİRESUNSPOR
12. HAFTA
BURSASPOR-ÜMRANİYESPOR
ANKARASPOR-ADANASPOR
TUZLASPOR-İSTANBULSPOR
BOLUSPOR-ALTAY
BALIKESİR-YILPORT SAMSUNSPOR
MENEMENSPOR-BANDIRMASPOR
ADANA DEMİRSPOR-AKHİSARSPOR
ALTINORDU-KEÇİÖRENGÜCÜ
GİRESUNSPOR-ESKİŞEHİRSPOR
13. HAFTA
ADANA DEMİRSPOR-ALTINORDU
İSTANBULSPOR-BALIKESİRSPOR
SAMSUNSPOR-MENEMENSPOR
ESKİŞEHİRSPOR-TUZLASPOR
ÜMRANİYESPOR-BOLUSPOR
BANDIRMASPOR-BURSASPOR
AKHİSARSPOR-ADANASPOR
KEÇİÖRENGÜCÜ-GİRESUNSPOR
ALTAY-ANKARASPOR
14. HAFTA
ANKARASPOR-ÜMRANİYESPOR
MENEMENSPOR-İSTANBULSPOR
BURSASPOR-YILPORT SAMSUN
GİRESUNSPOR-ADANA DEMİRSPOR
ADANASPOR-ALTAY
BOLUSPOR-BANDIRMASPOR
ALTINORDU-AKHİSARSPOR
BALIKESİRSPOR-ESKİŞEHİRSPOR
TUZLASPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ
15. HAFTA
ALTAY-AKHİSARSPOR
GİRESUNSPOR-ALTINORDU
KEÇİÖRENGÜCÜ-BALIKESİRSPOR
ESKİŞEHİRSPOR-MENEMENSPOR
ADANA DEMİRSPOR-TUZLASPOR
İSTANBULSPOR-BURSASPOR
YILPORT SAMSUNSPOR-BOLUSPOR
ÜMRANİYESPOR-ADANASPOR
BANDIRMASPOR-ANKARASPOR
16. HAFTA
ALTAY-ÜMRANİYESPOR
AKHİSARSPOR-GİRESUNSPOR
BOLUSPOR-İSTANBULSPOR
ANKARASPOR-YILPORT SAMSUN
BALIKESİRSPOR-ADANA DEMİR
ADANASPOR- BANDIRMASPOR
TUZLASPOR-ALTINORDU
MENEMENSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ
BURSASPOR-ESKİŞEHİRSPOR
Eskişehirspor’a Başarılar Diler
17. HAFTA
ÜMRANİYESPOR-AKHİSARSPOR
ALTINORDU-BALIKESİRSPOR
BANDIRMASPOR-ALTAY
GİRESUNSPOR-TUZLASPOR
ADANA DEMİRSPOR-MENEMEN
ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ-BURSA
ESKİŞEHİRSPOR-BOLUSPOR
SAMSUNSPOR-ADANASPOR
İSTANBULSPOR-ANKARASPOR
Eskişehir’in
gururu Şahin
Çatma
“ŞAMPİYOn OLMAK
çOK GÜzEL BİR DuYGu”
>>
Voleybolda Avrupa
şampiyonu
genç kızların
başarılı antrenörü
Şahin Çatma bir
Eskişehirli. Kızlarla
büyük bir
zafer elde eden
Çatma “Ülkemize
iki bayramı yaşattığımız
için arkadaşlarım
ve ben
de çok gururlandık”
dedi.
38
>>
Şahin Çatma
“Takım sporlarında
beraber çalıştığınız
teknik
ekip kadrosu çok
önemli . Benim de
şanslı olduğum
noktalardan birisi
burası herhalde.
Buradaki tüm başarılar
da benim
kadar onların da
çok payı var”
BÜYÜK GuRuR…
Voleybolda genç kızlar tarih yazdı….
2020 CEV U19 Genç Kızlar Avrupa Voleybol
Şampiyonası’nda mücadele eden
19 Yaş Altı Genç Kız Milli Takımı rakiplerini
tek tek devirirken, finalde ise
Sırbistan’ı 3-2 yenerek altın madalyanın
sahibi oldu.
Ve bu büyük başarıda en büyük payda
takımın başında bulunan Eskişehirli
antrenör Şahin Çatma’ya ait.
Eskişehir’de voleybol oynayan ve
ardından teknik adamlığa soyunan Şahin
Çatma nereden nerelere geldiklerini İstikbal
Dergi’ye anlattı.
Biz sorduk o da içtenlikle cevap verdi;
-Öncelikle tebrik ederiz. Bize büyük bir
gurur yaşattınız , neler hissediyorsunuz?
“Teşekkür ederim . Şampiyon olmak çok
güzel bir duygu , fakat bunun 30
Ağustos Zafer Bayramı gününde olması
daha da özel kıldı. Ülkemize iki bayramı
yaşattığımız için arkadaşlarım ve ben de
çok gururlandık”
-Voleybol ne zaman başladınız ve hangi
takımlar da oynadınız .
“İlk -Orta ve Lise eğitimimi Eskişehir de
tamamladım. Evliyim . Bir kızım var . O
da eski bir voleybolcu idi. 1977 yılında
Eskişehir de Işık spor kulübü ile voleybol
hayatıma başladım. Sırası ile DSİ
Bentspor – Anadolu Üniversitesi-İstanbul
Kara gücü-Tavşanlı Linyit spor –
kulüplerin de voleybol oynadım “
-Antrenörlüğe nerede ve ne zaman
başladınız?
Antrenörlük yaşantıma 1985 yılında
Eskişehir DSİ Bentspor ile başladı . Daha
sonra Yeşilyurt spor kulübü -Anadolu
Üniversitesi – Bursa Nilüfer Belediyesi-
Bursa Büyükşehir Belediyesi -Salihli
Belediyesi – Karayolları Spor Kulübü-
Son olarak ta 2017 yılında Türkiye Voleybol
Federasyonun da şimdiki
görevime başladım . Halen bu görevime
devam etmekteyim .
Tüm bu sporculuk ve antrenörlük
yaşantımda bana verdikleri destekler ile
bugünlere gelmem de yardımcı olan
Anadolu Üniversitesi Spor kulübün de
Yöneticisi olarak Eskişehir sporuna çok
büyük hizmetler de bulunan Sayın
Muzaffer Öğütveren , Rahmetli DSI
Bölge Müdürü Avni Nalcacıoğlu, Yö-
39
neticimiz Rahmetli Hasan Sözen , ve daha ismini
sayamadığım birçok antrenör ve yöneticilerime
teşekkür ediyorum”
-Zor bir dönemde hazırlandınız
şampiyonaya. O dönem nasıldı? Mental
ve fizik olarak pandemi oyuncularda
sıkıntı yarattı mı?
“Kamp başlangıcı bizim için önemli idi . 3,5
aydır pandemi süreci ile gelişen pasif bir
durum vardı. Mental olarak kampa katılan
sporcularımız da bir takım endişeler
taşıyorlardı. Fakat bu durum sağlık kurulundan
sorumlu yönetim kurulu üyemiz sayın Nihan
Karaçam’ın yoğun çabası ile kısa sürede aşıldı .
Federasyonumuzun Spor tesisleri olarak iyi durumda
olması bizlerin bu tür kamplardaki
çalışma olanağını artırıyor. Sayın başkanımız
Mehmet Akif Üstündağ bizlere her türlü
desteği veriyor olması bizleri çok rahatlatıyor.
Zaman zaman Erkek Milli Takımları da aynı
yerde kampa girdiği zaman sıkıntı yaşıyoruz
ama olsun. Onu da başkanımız inşallah yakın
bir zaman da yeni bir salon ile çözecek”
-Tekrar şampiyonaya dönelim ve finalde
önemli bir rakibi yendiniz.
“Şampiyon olduğumuz gün 30 Ağustos Zafer
Bayramı kutlamaları vardı, iki zaferi bir
arada yaşadık. Sırbistan çok önemli, Dünya
voleybolunda ekol olmuş ülkelerden
biriydi. 2-1 geriden gelerek final maçını
kazandık. Bizi destekleyen güzel ülkeme
çok teşekkür ediyorum”
-A Millilere iyi oyuncular geliyor diyebilirmiyiz..
“Bir önceki sene 16 yaş altı
takımımız Avrupa şampiyonu
olmuştu. Bir önceki sene dünya
şampiyonasında ilk dörde kalmıştık.
Bizim için önemli olan A Milli Takım’a
güzel oyuncular yetiştirebilmek. Şampiyonluk
da gelince daha güzel oluyor”
“Kadın Milli Takımlar altyapısını nasıl
değerlendiriyorsunuz?”
“2002 jenerasyonumuz bizim için sıkıntılı bir
jenerasyon idi . Köşe oyucusu olarak Üst seviyede
değerlendirebileceğimiz oyuncu havuzumuz
kısıtlı idi. Mevcut oyunculardan ve 2004-2005
jenerasyonundan takviyeler yaparak iyi bir
grup oluşturduk.
2004-2005 jenerasyonumuz ise bildiğiniz üzere
çok yetenekli oyunculardan kurulu. Bu
takımımız 2019 yılında Avrupa Şampiyonu oldu
. Bu yılda Ekim ayında yapılacak olan Avrupa
Şampiyonası için hazırlık süreci devam ediyor.
2021 senesinde Avrupa Şampiyonası oynayacak
olan 2006-2007 jenerasyonumuz için
Türkiye genelinde 900 sporcu tarandı. 2019
yılında yapılan Türkiye Şampiyonaları ve Festival
voleybol takip edildi. sonrasında 2019
yılında 3 tane Gelişim kampı yapıldı. Bu sene
Balkan Şampiyonası ve hazırlık kamplarını pandemi
den dolayı ertelemek zorunda kaldık. Alt
yapı çalışmalarının esas hedefi A takımımıza
çıkabilecek oyuncuları bulup onları A Milli
takımımıza gönderebilmek.
Sonuç olarak iki jenerasyonumuz ve oluşan
2006-2007 jenerasyonu içlerinde A Milli
Takımımıza yükselebilecek önemli oyunculardan
oluşmaktadır. İyi yoldayız.
Türk voleybolunun ve alt yapı voleybolunun
gelmiş olduğu nokta çok önemli bir yerde. Fakat
yetişen genç oyuncuların Kariyer planlamasının
içinde kendilerine oynayabilecekleri ve
gelişebilecekleri takımları seçerek voleybol
yaşantılarına devam etme başarısını gösterirlerse
kendileri ve Türk voleybolu açısından iyi
yönde daha farklılık gösterebilir. Alt yapılar da
çalışan kulüp antrenörlerimiz önemli işler
yapıyorlar. Kulüp yöneticilerimiz kendilerine
biraz daha fazla sabır göstererek şampiyonluk
yerine A takımlarımıza oyuncu yetiştirme
ilkelerinden yola çıksalar alt yapılarımızda,
dolayısıyla Milli takımlarımıza çok daha önemli
oyuncular yetişebilir.”
-Dünya şampiyonasına gitme hakkı da elde ettiniz.
Bizi dünya şampiyonasında neler bekliyor?
“Dünya şampiyonasına Dünya sıralaması ve
Avrupa Şampiyonası sıralaması ile gidiliyor.
Bizim bu jenerasyonda Dünya sıralamamız da
4. olduğumuz için böyle bir sıkıntımız yoktu.
Dünya Şampiyonası yaş grubu olarak önemli bir
organizasyon. Dünyanın en iyileri burada
yarışıyor. Farklı voleybol ekolleri ve oyun sistemlerinin
karşı karşıya geldiği bir
şampiyona. Genç oyuncular
için iyi bir deneyim.”
40
-Şöyle bir handikap var
mı? Bu çocuklar daha
üst yaşlarda, kendi A
takımlarında yer bulmakta
zorlanıyorlar
mı?
“Kendi A takımlarında
yer almak bazı oyuncular
için zor oluyor tabii ki .
Fakat kendi takımlarında
yer alamayan fakat farklı
takımlar da yer alabilecek
oyuncular da
bulundukları
takımlardan ayrılmak
istemiyor. Takımın da
oynamamasına
rağmen bulunduğu
takımdan bir başka
takıma gitmek istemiyor. Bu da kendi
gelişimini etkiliyor. Fakat şimdi birçok
takımın bir alt ligde oynayan takımları
oluştu. Genç oyuncuların gelişimleri için
bu liglerde oynamak çok faydalı olacak
.”
-Bu sporcuların, voleybolun dışında
federasyon-kulüp işbirliğinde hayata
hazırlanması anlamında bir eğitim verilebilir
mi?
“Tabii ki verilebilir. Doğru bir kariyer
planlaması için mutlaka profesyonel
desteğe ihtiyaç duyuluyor.”
-Takım sporlarında ekip önemli . Sizin
ekip olarak çalışmanız nasıl?
“Takım sporlarında beraber çalıştığınız
teknik ekip kadrosu çok önemli. Benim
de şanslı olduğum noktalardan birisi
burası herhalde. Tüm çalıştığım kulüplerde
ve Milli takımlarımız da beraber
çalıştığım arkadaşlarım oyuncularıma ve
bana çok yardımcı olan, birbirimizden
farklı uygulamaları öğrendiğimiz özel insanlar.
Buradaki tüm başarılar da benim
kadar onların da çok payı var.”
-Bir dünya, bir Avrupa
şampiyonluğunuz var (Atladıklarım olabilir).
Başkaca hedefleriniz de var mı?
“Dünya Şampiyonluğu ve Avrupa
şampiyonluğu Milli Takımlar da, Bursa
Büyükşehir de bir Avrupa
Şampiyonluğu, hepsi de güzel heyecan
ve mutluluk. Antrenörlerin kendilerini
besleyecekleri ve motivasyonlarını
güçlendiren etkiler. Fakat bunlar
geçmişte kaldı . Şimdi yeni bir heyecan
gerekir. Onları hayal etmek ve onların
hayali ile yaşamak gelecek zaman için
güzeldir. Fakat çok ÇALIŞMAK şartı ile
Olimpiyatlar da yarışmak her
Antrenörün ve sporcunun hedefi olması
gerekir.”
-Son olarak söylemek istediğiniz bir şey
var mı ? (Ben ekledim )
“Biraz klasik olacak ama ,bizim için
önemli ; Başkanımız Sayın Mehmet Akif
Üstündağ ve yönetim kuruluna , her
daim yanımızda olan Bahar Mert Üçoklara,
antrenmanlardan sonra buz
torbaları ile gezen ekibime, tabii kulüplerimize
ve sporcuların yetişmesinde
çok fazla emekleri olan Antrenör
arkadaşlarıma ve tabii ki Sevgili eşime
ve kızıma bana gösterdikleri sabırdan
dolayı teşekkür ederim ..”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehirli antrenör Şahin Çatma
gözetiminde 2020 Genç Kızlar Avrupa Voleybol Şampiyonası’nda altın
madalya kazanan Türkiye 19 Yaş Altı Kız Voleybol Milli Takımı’nı kabul etti.
41
emeğe Saygı emekliye Saygı
“DEMOKRASİ
MÜcADELESİnDEn
EMEKLİ OLunMAz”
Emekliler Bize Katılarak GÜÇ verİn