28.09.2020 Views

İstikbal Dergi Eylül 2020 Sayısı

İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Eylül Sayısı

İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Eylül Sayısı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

L İ D E R G A Z E T E E S K İ Ş E H İ R ’ İ N S E S İ

PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR AYLIK iŞ, SiYASET, SPOR ve YAŞAM DERGiSi Sayı: EYLÜL 2020

büyükşehİr’Den

tarİhİ DOkuya

yepyenİ bİr

Sanat prOjeSİ

Özel

bİreyler

tepebaşı’Da

Daha Özel

Odunpazarı Belediye

Başkanı Kazım Kurt:

“Devrim erbil

Sanatevi

ODunpazarı’na

çOk yakışacak”

“şampİyOn

Olmak çOk

Güzel bİr

DuyGu”




t5’de

4

Grip mi oldum?

Corona Virüs

mü kaptım?

Bir Zamanlar Eskişehir,

Azınlıklar ve Eğitim

t8’de

OMM

1 YAŞINDA

t16’da

Kadın isterse

her

şeyi

yapar

t28’de

Fırsat bu fırsat!

Yaşanan virüs salgınının getirmiş olduğu bazı zorunlu

kısıtlamalar var.

Bunlardan biri de yurtdışına yapılan turistik seyahatler.

Görünen o ki, salgının bitmediği ve tehlikenin hala söz

konusu olduğu göz önüne alındığında, yurtdışı turistik seyahatlerin

uzunca bir süre yapılamayacağı ortada.

Salgın nedeniyle ortaya çıkan bu zorunlu durum ülkemiz

açısından olumsuz sonuçları olacak.

Şöyle ki;

Nasıl ki Türkiye’den diğer ülkelere turistik gezi yapılamayacaksa,

diğer ülkelerden de Türkiye’ye aynı şekilde

turistik geziler yapılamayacak.

Bu turizm gelirleri açısından ülkemizi n büyük bir

kayıp yaşaması demek.

Öte yandan…

Yurtdışı gezilerinin yerini yurtiçi gezileri alacak…

İşte virüs salgınıyla birlikte ortaya çıkan bu zorunlu

durum, son yıllarda turizm hareketiyle göz dolduran Eskişehir

açısından büyük bir fırsat doğuruyor…

Zira…

Salgın ile birlikte ortaya çıkan bu zorunlu durum, yerli

turistin Eskişehir’e daha fazla ilgi duyacağı ihtimalini arttırıyor.

Sonuç olarak…

Son yıllarda yerli turizmin gözde şehri haline gelen Eskişehir’e

olan ilginin, önümüzdeki süreçte daha da artması

sürpriz olmayacak.

O halde bugünden yapılması gereken tek şey, Eskişehir’in

artacak yerli turist oranını da hesap ederek, Eskişehir’in

turizmi ile ilgili doğabilecek sıkıntıların ortadan

kaldırılmasına yönelik bir yol haritası hazırlamak olmalı.

Bu bir sempozyumla mı yapılır yoksa kurumların geniş

çaplı bir araya gelmesiyle mi bilemiyoruz.

Bildiğimiz tek şey, salgının Eskişehir’e yerli turizm

konusunda bir fırsat yarattığı ve Eskişehir’in de bu fırsatı

sorun-sıkıntı yaşayıp, yaşatmadan değerlendirmek durumunda

olduğudur…

GAZETESİ’NİN AYLIK İŞ, SİYASET VE YAŞAM DERGİSİ

PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR www.istikbalgazetesi.com Sayı : EYLÜL 2020

UĞUR OFSET MATBAACILIK, GAZETECİLİK SAN. VE TİC. A.Ş. ADINA

Sahibi : Burak TÜRKMEN

EDiTöR

Murat Taşkın

Genel Yayın Yönetmeni : Burak TÜRKMEN

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Murat TAŞKIN

Gazete, Haber ve Reklam :

Arifiye Mah. Yalbı Sk. No: 13/A K:6 D:10 ESKİŞEHİR

Tel & Faks : 0.222. 220 19 06 - 220 19 08

e-mail : haber@istikbalgazetesi. com

Baskı :

ÖNKA OFSET BASIM ve MATBAACILIK HİZMETLERİ

Zübeyde Hanım Mah. Sebze Bahçeleri Cad. No: 80

İSKİTLER 06070 ALTINDAĞ/ANKARA

Tel: 0.850 346 26 86 / 0.312. 384 26 85 - 384 26 86

e-posta : onkamatbaa@gmail.com


t

Grip mi oldum?

Corona Virüs

mü kaptım?

Koronavirüsün en yaygın belirtileri ateş,

kuru öksürük, nefes darlığı, kas ağrısı, yorgunluk

ve bitkinlik hissi. Uzmanlar nadiren

görülen belirtileri arasında ise baş ağrısı, kan

tükürme, ishal ve balgam geldiğini belirtiyor.

Koronovirüs hastalarında rastlanmayan

semptomlar ise boğaz ağrısı ve burun akması.

Virüs bulaşanlar hastalanıyor mu?

Virüs bulaşan herkeste hastalığın semptomları

görülmeyebiliyor. Uzmanlar, çoğu kişinin

hastalığı hafif atlattığını ya da hiç belirti

göstermediğini bildiriyor. Alman Robert Koch

Enstitüsü, hastalığın kuluçka süresinin iki haftaya

kadar sürebileceğini açıkladı. Virüs bulaşıp

bulaşmadığından emin olmak isteyenlere

önerilen, bir hekime başvurmaları ve tükürük

testi yaptırmaları.

çıkıyor.

Akabinde ise günlerce süren boğaz ağrısı,

balgamlı öksürük veya kuru öksürük ile baş

ağırış ve halsizlik görülüyor.

Grip ise şiddetli baş ağrısı ve eklem ağrıları

ile kendini hissettiriyor. Kuru öksürük, boğazda

gıcık hissi ve ağrı, 41 dereceye ulaşan

ateş ile titreme görülüyor. Hastalar halsizlikten

yataktan kalkmakta zorlanırken saatlerce uyuyabiliyor

ve açlık da hissetmiyor.

Ayrıca soğuk algınlığı birkaç günlük istirahat

ile atlatılıp semptomları yaklaşık bir

haftada ortadan kalkarken, grip daha uzun

sürüyor ve bazen atlatılması haftalar sürebiliyor.

Almanya Daimi Aşı Komitesi, özellikle

risk grubunda olan kişilere yıllık grip aşısı

yaptırmayı tavsiye ediyor. Risk grubuna 60

yaş üstü kişiler, kronik hastalığı olanlar, hamileler,

sağlık personeli ve kalabalık insan grupları

ile çalışanlar giriyor.

Griple arasındaki farklar neler?

Soğuk algınlığında önce boğazda kaşıntı,

burun akması ve onu takiben öksürük ortaya

şüphelendiğinizde

bu tabloya bakın

COVID-19 olduğunuzdan şüphelendiğinizde

aşağıdaki tabloya göz atın bir fikir verecektir,

Bazı semptomlar gösteriyorsunuz ve

COVID-19 olma endişeniz var ise bu tablo

sizlere yol gösterebilir. Unutmayın, virüsler

semptom göstermediğiniz kuluçka döneminde

de bulaşabilir.

Kaynak:Peter Gulick; Michigan State

University,CDC, Merck Manual;University of

Michigan, Mayo Clinic

Tablo Kaynak: Düzen Laboratuvarı

5


büyükşehir’den tarihi dokuya

Başkan

yepyeni bir sanat projesi

Büyükerşen

çalışmaları

yerinde inceledi

6

Büyükşehir Belediyesi

tarafından Eskişehir turizminin

kalbi konumunda

olan Tarihi

Odunpazarı Bölgesi'nde

Kentsel Gelişim Projesi

kapsamında Hamam ve

Hamam Müzesi ile Sanat

Sokağı çalışmaları devam

ediyor. Çalışmalar

tamamlandığında

Odunpazarı'na büyük

hareketlilik getirecek alanlar

sayesinde Eskişehir turizmi

yeni bir cazibe alanı daha

kazanmış olacak. İnşaat

çalışmalarını yerinde inceleyen

Büyükşehir Belediye

Başkanı Yılmaz Büyükerşen,

inşaat çalışmalarını yıl sonuna

kadar tamamlamayı

hedeflediklerini ifade etti.

Büyükerşen "Şehrimiz özellikle

iç turizmde her yıl on binlerce

yurttaşımız tarafından

ziyaret ediliyor. Eskişehir'in

kalbi konumunda olan Tarihi

Odunpazarı Bölgesi'nde hayata

geçirdiğimiz projeler ile bu

alan bir cazibe merkezi haline

geldi. Şehrimize gelen turistlerin

uzun süre vakit geçirdiği

bu alanı yeni projeler ile daha

da canlandırmak istiyoruz.

Medeniyetimizin en önemli

değerlerinden biri olan

hamamlarımızı ve

Eskişehir'in hamam

kültürünü anlatan bir hamam

ile müze inşaatımız devam

ediyor. Ayrıca sanata ve

sanatçıya verdiğimiz değeri

yaşatacak bir sokak

tasarladık. İçerisinde tiyatro

salonu, atölyeler, sergi

rampaları, fuaye alanları, kitap

evi gibi farklı noktalar bulunacak.

Bu sokakta

düzenleyeceğimiz atölyeler

ile farklı disiplinlerden

sanatçıları bir araya

getireceğiz. Kaybolmaya yüz

tutmuş kukla sanatını ve üretim

atölyeleri ile burayı sanatseverlerin

içerisinde

bulunmaktan keyif alacakları

bir yer haline getirmek istiyoruz.

İnanıyorum ki

çalışmalarımızın

tamamlanmasıyla birlikte bu

bölge daha hareketlenecek"

dedi.

>>

Tarihi Odunpazarı Bölgesi'nde Büyükşehir

Belediyesi tarafından inşaat çalışmaları

devam eden Hamam ve Hamam Müzesi ile

Sanat Sokağı'nda incelemeler gerçekleştiren

Başkan Yılmaz Büyükerşen, inşaat

çalışmalarını yıl sonuna kadar bitirmeyi hedeflediklerini

belirterek, Hamam Müzesi ve Sanat

Sokağı'nın Tarihi Odunpazarı Bölgesi'ne sosyoekonomik

açıdan büyük katkı sunacağını ifade

etti.


Büyükşehir Belediyesi hafriyat atıklarını geri kazandırıyor

>>

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, hafriyat atıklarının izinli tesislerde bertaraf edilmesi, insan ve

çevre sağlığı ile şehir estetiğinin bozulmaması için kapsamlı çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.

Ayrıca, Keskin Mahallesi'nde bulunan İnşaat ve Yıkıntı Atıkları Geri Kazanım Tesisin de 1 tona

kadar olan atıkları ücretsiz bir şekilde teslim alarak çevrenin kirlenmesine engel oluyor.

Eskişehir'in daha yeşil ve daha

yaşanabilir bir kent olması için

çalışmalarına devam eden

Büyükşehir Belediyesi, Keskin Mahallesi'nde

kurduğu tesis ile inşaat ve yıkıntı

atıklarını teknolojiyi de kullanarak geri

dönüştürüyor. Yaklaşık 13 hektarlık araziye

kurulu tesise kabul edilen atıklar, sabit

kırıcı ile geri

kazanılmakta

olup kırılmış

ürün alt yapı ve

dolgu malzemesi

olarak

kullanılmaktadır.

Böylece, ürünün

hammadde

olarak

kullandırılması

sağlanmış ve

ekonomiye

kazandırılmıştır.

Tesisin açıldığı

günden bugüne

700 bin tondan

fazla inşaat ve

yıkıntı atığı kabulü

yaptığını belirten

Büyükşehir

Belediyesi yetkilileri,

500 bin

tona yakın atığın

kırma eleme

işlemine tabi tutularak geri kazandırıldığını

ifade ettiler. Tesise 1 tona kadar atığın ücretsiz

olarak alındığını belirten yetkililer, 1 tondan

sonra ton başına 11 TL ücret alındığını

ifade ettiler. İlçe belediyelerinin, özellikle

evlerde yapılan küçük tadilat işlemleri

sonucu ortaya çıkan atıkları 5 çuvala kadar

ücretsiz teslim alarak, İnşaat ve Yıkıntı

Atıkları Geri Kazanım Tesisi'ne getirdiğine

dikkat çeken yetkililer, vatandaşları da

atıklarını sokaklara bırakmamaları

konusunda uyardı.

Ayrıca Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma

ve Kontrol Dairesi Başkanlığı ekipleri

kaçak dökümlerle ilgili denetimlerine de

devam ediyor.

7


Bir Zamanlar Eskişehir,

Azınlıklar ve Eğitim

8

Eskişehir’in ekonomik ve sosyal gelişim tarihinin

kırılmalarla (dönüm noktaları ile) belirlendiğinden

zaman zaman söz ediyorum. Bunlar arasında

Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen göçlerin,

Bağdat-İstanbul Demiryolu’nun ve Cumhuriyet’in

ilk dönemindeki kamu yatırımlarının belirgin

yerleri var.

Bu süreçlerden söz ettiğimde; 19’uncu yüzyılın

sonuna kadar Eskişehir’in küçük bir yerleşim olduğunu

da dile getiriyorum. Bu yönüyle Eskişehir,

Antik Çağlardan beri yerleşime konu

olmasına rağmen Anadolu mimarisi ve yerleşim

tarzı açısından çok eski bir kent sayılmaz. Özetle;

Eskişehir’i adındaki ‘eskiliğe’ rağmen genç Türkiye

Cumhuriyeti’nin genç kentlerinden birisi

saymak daha doğru olur.

Eskişehir’de Demiryolu

Yakub Karkar, 1975’te yayınlanan ABD’de İngilizce

yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğunda Demiryolunun

Gelişimi 1856-1914” başlıklı

çalışmasında Eskişehir hakkında yukarıda söylediklerimi

doğrulayan 1892 tarihli bir resim çiziyor:

“Demiryolunun gelişinden önce sadece bir

köydü. Alman girişimi burayı gelişen bir kasabaya

çevirmiştir. Demiryolu için temel depo alanı

seçilmesinden sonra, gösteriş kazanmaya başlamış,

kendi adına Anadolu’nun en yoğun merkezidir.

Demiryolu, kendi yalnız 60 aileyi temsil

etmekte; yetişkinler, şoförlük, tren bekçiliği, atölyelerin

mühendisliği ya da ağır trafiğin yükünü

çeken insanlardı. 50 lokomotif, 2000 araba ve

kamyon Eskişehir’de tutuluyor ve bakımları yapılıyordu.

Atölyeler genişçe ve iyi donatılmıştı,

bütün alanın değeri birkaç yüz bin sterlin idi.”

M. Yerçil 2004’te lületaşı ile ilgili olarak yayınladığı

İngilizce bir çalışmada Grundzel’in 1897 yılındaki

Eskişehir gözlemlerini şöyle aktarıyor:

“Oldukça canlı ve kalabalık olan kentin yaklaşık

20 bin kişi olduğu ileri sürülmektedir, ancak bu

sayı bugün için kesinlikle doğru değildir. Demiryolu

dolayısıyla artan inşaat hareketi hiçbir

yerde burada olduğu kadar başarılı bir sürpriz

yapmamıştır. İstasyon civarında içlerinde birkaç

Avusturyalının da bulunduğu yabancı kolonisi

YAZI

Gürcan BANGER

sebebiyle büyük bir Avrupa mahallesi doğmuştur.

Kentin bir başka mahallesinde Sultan’ın emriyle

binlerce muhacir yerleştirilmiştir. Evleri, dış

cephesinde pencere olmamasına rağmen yine de

düzgünce inşa edilmiş ve bakımları yapılmaktadır,

kentin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.

Eskişehir Anadolu Demiryoluna ait üç hattın kesişme

noktasında yer alır ve Konstantinople, Ankara

ve Konya ile doğrudan ilişkisi vardır. Bu

sebeple Anadolu Demiryolları Genel Müdürlüğü

başından beri Eskişehir’e aktarmak istemektedir.”

Y. Mimar Yonca Kösebay Erkan, 2007 tarihli

doktora tezinde 1901-1902 tarihli Hüdavendigar

Vilayeti Salnamesi’nden (-ki o tarihte Eskişehir,

bu vilayet kapsamındadır) bazı bilgiler

aktarıyor. Erkan’ın aktardıklarına göre; o tarihte

Eskişehir, 169 köyden oluşuyor. Tarım yapılıp

keçi ve koyun besleniyor. Padişahın özel

çiftlikleri var. Demiryolu bağlantısı nedeniyle

ticari yaşam gelişmiş.

1904-1905 yıllarında yaptığı Anadolu gezisinde

The Times Gazetesi’nin İstanbul muhabiri

olan kişi de Eskişehir’e ilişkin tasvirler veriyor:

“Demiryolundan kaynaklanan bu bereketine

rağmen Eskişehir hâlâ bir kaymakamlık. Kütahya

Sancağına ve Bursa Vilayetine bağlı. Şehrin

nüfusu kazada 35.000 kişi, 250 köyde ise

73.000 kişi. Bunlardan 70.000 Türk ya da Müslüman.

2000 Ermeni, 1000 Rum…”

Devamla: “Demiryolunun gelmesiyle Eskişehir,

Anadolu’nun en parlak şehirlerinden biri olmuştur.

Ancak görünüşte davetkâr değildir. Yapılar

kerpiçten ve ahşap bağdadidir. Sokaklar

dağınık evler serpiştirilmiş, yollar geniş fakat

bakımsız tam bir Rus köyünü anımsatıyor.

Ancak yine de burada bir hafta sıkılmadan kalınabilir.

Çünkü Eskişehir Anadolu Demiryolunun

merkezidir.”


Demiryolunun Belirleyiciliği

Eskişehir’in küçük bir yerleşimden çağdaş bir

kente doğru olan yürüyüşünde dış göçlerin yanında

demiryolunun belirleyiciliği inkâr edilemez.

Demiryolu sayesinde Eskişehir; İstanbul ve

Avrupa için erişilebilir hale gelen Anadolu yerleşimlerinden

birisidir. Bir başka deyişle; şehir

merkezindeki termal su kaynağı, Porsuk Çayı ve

düşük seviyedeki zemin suyu sayesinde bir ‘su

kenti’ olarak kabul ettiğimiz Eskişehir, 19’uncu

yüzyılın sonunda yapılan Anadolu Demiryolu ile

aynı zamanda bir ‘demiryolu kenti’ olarak belirginleşir.

1890’larda işletmeye alınan hat ile önceleri Haydarpaşa’dan

Ankara’ya iki tam günde gidilebiliyordu.

Birinci günün sonunda Eskişehir’de

konaklanılan seyahatle ilgili değişik kişilerin anı

ve seyahatnamelerinde anekdotlar buluyoruz.

Edebiyatta Anadolu’yu ilk kez tanıtan yazarlardan

Refik Halit Karay (1888-1965) Haydarpaşa –

Ankara tren yolculuğunu şöyle tasvir eder: “Bu

devirde bütün Anadolu için

her gün, sabahları Haydarpaşa’dan

bir tek tren kalkıyor

ve banliyö

istasyonlarına da uğrayarak

ağır ağır, gacur

gucur, akşama, geç vakit

ancak Eskişehir’e varabiliyor.

Oraya varınca

bütün yolcular inmeye

ve geceyi vagonlardan

baksa bir yerde geçirmeye

mecburdurlar. Paralılar

bir Alman kadının

işlettiği otele giderler,

parasızlar, civardaki hamama!”

Ve devam eder: “Otel hayatına,

alafranga yemeğe

ve alafranga yeme

usulüne alışamamış paralılar

da hamamı tercih

ederler... Sabahleyin pek

erken kalkıp trene yetişmek,

daha önceden nevalesini

de düzmek icap

eder. Koca trende bavullu

kimse yoktur; sepet,

heybe, bohça ve en lüzumlu

iki nesne: testi ve ibrik!

Vagonli, vagon restoran? Direktör Hügnen, ‘Pöh,

bu ahali daha iki yüz sene o ihtiyaçları hissedemez

ve istifade kabiliyetine erişemez!’ ”

Karay’ın “bir Alman kadının işlettiği” dediği otel,

Eskişehir tarihinin ünlü Hotel Tadia’sıdır. Aynı

yıllarda Türkiye’de görev yapan İngiliz elçilik görevlisi

Elliot, 1905 yılında The Times Gazetesi’nde

yayınlanan anılarında bu otelden söz eder:

“Eskişehir’de kişi trenden ayrılmak zorunda ve

geceyi istasyona yakın bir otelde geçirmek zorunda.

Ancak Eskişehir’deki gibi bir girişim hiçbir

yerde yoktur, istasyondan birkaç adım ötede

Madam Tadia tarafından işletilen küçük bir otel,

tüm hatta çorbaları, börekleri ve sütlü kahvesiyle

ünlüdür.” O tarihlerde Madam Tadia, Anadolu

Demiryolunu kullanan yolcular için bir

marka olmuş gibi görünüyor. Bazı kaynaklarda

otelin birkaç resmini bulmak mümkün ama bu

ünlü otel de zaman içinde yok olup gitmiş. Yeni

bir mekânda da olsa (örneğin yeni bir otele bu

ismi vererek ve tarihî otelin mirasına sahip çıkarak)

marka değerini yaşatmakta bir yarar olabilir.

20’nci yüzyılın başlarında demiryolunun Eskişehir’e

ekonomik ve sosyal katkılarını o dönemde

burayı ziyaret edenlerin anılarında görmek

mümkün. 1785’ten bu yana yayınlanan ünlü İngiliz

gazetesi The Times’da Anadolu Demiryolu

ile ilgili olarak görevli muhabirin 1904 yılı anılarını

buluyoruz:

“Depo ve atölyelerinde 43 lokomotif 1880 vagon

bakımı yapılmaktadır. Buradan 3 hat geçer: Eskişehir

– Ankara, Eskişehir – Konya, Eskişehir – Bilecik.

(Haydarpaşa – Bilecik kısmı için depo

Haydarpaşa’dadır). Vagonlar mükemmel kalitede,

Alman yapımı, bunun yanı sıra Fransız ve Belçika

yapımı olanlar da var. Atölyeler eski Prusya Devlet

Demiryollarında görev yapmış olan Alman

mühendisin kontrolünde. Burada çok modern ve

pahalı araçlar var. Örneğin güç motoru 1903 yapımı.

1 milyon Sterlin değerindeki atölye ve depoların

parçaları Almanya’da üretildi.

Atölyelerde 280 kişi çalışmakta; bunların azı

Alman, çoğu Avusturyalı. Mekanikçilerin yüzde

80’i bu konuda doğal yetenekleri olan Türkler…

Geçtiğimiz aylarda şirket bir mühendislik teknik

okulu açtı. 24 öğrencisi var. 18’i Türk, 2 Ermeni,

2 Rum, 1 İtalyan, 1 Avusturyalı. Eğitim dili demiryolu

şirketinin ana dili olan Fransızca. Depolarda

140 kişi çalışmakta. Baslarında Prusya-

Polonyalı bir mühendis var, birkaç da Avrupalı.

Atölyelere bağlı bir de yedek parça deposu var.

Burası lokomotiflerin ihtiyacı olabilecek yedek

parçaları barındırıyor. Bu depo çok geniş olmak

zorunda ve değeri 40.000 Sterlin ve sürekli yenilenmekte.

Bu adamlar dışında 140 kişi de istasyon

görevlisi (Şoförler, Bilecik, Ankara, Konya

trenlerinde görevli bekçiler) olarak çalışmakta,

bunların çoğu Rum ve Ermeni. Böylelikle Eskişehir’de

demiryolu nüfusu 500 ailenin üzerinde…

Eskişehir ihraç ve ithalat merkezi olarak büyük

bir alana hizmet veriyor. 20 saatlik yolculukla

mallar depolanmak üzere Eskişehir’e getiriliyor.

Üstelik istasyon 20 Ermeni hamalı barındıran bir

yatakhaneye sahip olduğu için istasyonda hamal

bulmak kolay”.

Eskişehir’in demiryolu serüvenini yazarken

kendi kaynaklarım yanında Dr. Y. K. Erkan’ın

2007 tarihli (çok nitelikli bir çalışma izlenimi

edindiğim) doktora tezinden yararlandım. Eskişehir’le

ilgili, benim henüz erişememiş olduğum

bazı kaynaklardan da bilgi sahibi oldum. Eskişehir

ve demiryolu konusu, hiç kuşkusuz burada

özetlediklerimden ibaret değil. Ama bu özetle

bile ortaya çıkan bir konu var ki; o da Eskişehir’in

bir ‘demiryolu kenti’ olduğudur. Tarihten

gelen bu özelliği yitirmemek lazım…

Beylikahır’da Yahudiler

Eskişehir’in yoğun olmayan yerleşime uğramamış

bereketli toprakları 18’inci yüzyıldan itibaren

göç almaya başlar. İlk gelenler Çerkezler ve

Abazalardır. 1860 yılında Kırım’dan Anadolu’ya

büyük sayılacak bir göç gerçekleşir. Bugün de

mevcut olan pek çok Tatar köyünün başlangıcı

bu tarihe kadar gider. Daha sonra sırasıyla

187/’de Balkan göçleri ve 1877-1878 ile

1882’de Kafkaslardan Çerkez göçleri gelir. 20’nci

yüzyıl başlarında Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler

devam eder. 1917 ve sonrasında Kırım ve Kazan’dan

Anadolu’ya gelenler olur. Eskişehir’in

geleneksel yerleşim alanı Odunpazarı’ndan kuzeye

yayılan yerleşiminde bu göçlere bağlı olarak

kurulan yeni mahalleler etki yapar.

Eskişehir tarihinin yukarıda özetlediğim yakın

dönem tarihi az çok bilinir. Ama bu göç sürecine

sıkışmış bazı olaylar var ki; onları yeterince bildiğimizden

emin değilim. Belki de; kapsamlı ve

bütünleşik bir Eskişehir Tarihi’nin yazılmamış olmasının

bu eksik bilgilenmede etkisi var.

Dünyaca ünlü The Times Gazetesi’nin 31 Aralık

1904 tarihli sayısında “The Land of the Anatolian

Railway II (Anadolu Demiryolu’nun Geçtiği Topraklar

II)” başlıklı bir makaleden alıntı yapmak istiyorum.

Yazıda Bulgaristan’dan göç eden ve

Ankara – Eskişehir

arasında üç farklı

yerleştirilen Yahudi

göçmenlerden

söz

edilmektedir:

“Eskişehir ve Ankara

arasında Romanya’daki

Ortaçağ İspanyol

Yahudileri gibi

haçın gölgesi yerine

hilali yeğlemiş

üç küçük

Yahudi yerleşmesi

bulunur. Bu

kolonicilerin 100

aile oldukları

söyleniyor. Türkiye’ye

5 yıl önce

geldiler ve Dobruca’dan

geldiklerinde

muhacir

statüsü ile Sultan’ın

kamu topraklarından

geniş

araziler verildi.

Başlangıçta çok az

şey talep ediyorlardı

ancak kıyafetlerinin

yetersizliği nedeniyle, soğuktan, açlıktan çok

etkilendiler. Sefaletleri yüzde 90 oranında kentli

olmalarından ve tarım hakkında pek bir şey bilmemeleri

yüzünden artmıştı. Bu halde iken Berlin’den

Prof. Otto Warburg tarafından

keşfedildiler. Kolonilerin basına bilimsel tarım

bilgisi olan yetkin idareciler atadı ve yerleşmelerin

tüm masraflarını karşıladı. Beylikahır’daki koloni

100 kişinin 48’inin barındığı koloni olduğu

için en önemlisidir. Burası imar edilmiş anlamına

gelen ‘mamure’ adını taşır ve oldukça iyi durumdadır.

Kireç boyalı kerpiç evlerin kırmızı kiremitli

çatıları ve kerpiç ağılları özgün bir mimaridir.

Köylüler yaklaşık 400 koyun, 400 keçi sahibidirler.

800 hektar alanda bu yıl tarım yapılmıştır,

kolonistlerin çoğu gettolardan gelmiş olsalar da,

tarıma yavaş yavaş alışmaktadırlar. Çok çalışmaktadırlar

ve sahip oldukları başarıdan daha

çoğunu hak etmektedirler. Bu yılın hasatı oldukça

büyük bir hüsran oldu. Mayıs basına kadar mısır

harika durumdaydı, ancak bundan sonra 5 ay

süren kuraklık sonucunda ürün zayıf oldu.”

HHH

“Başlangıçta yerleşim komünist ilkelerle işletilmek

istendi ancak bunun büyük bir hata olduğu

anlaşıldı ve hemen terk edildi. Arazi aileler arasında

sanki kendi mülkleriymiş gibi bölümlere

ayrıldı. Her aile sıradan bir sapan ile bazı tarımsal

aletlere sahipken her grup (3 aileden oluşan)

3’lü sapana sahipti. Ambarlar, demirciler ve ağır

9


makineler, örneğin buharlı harman makinesi

genel kullanımdaydı. Koloni makineler açısından

iyi donanımlıydı ki bunların çoğu birinci sınıf İngiliz

makineleridir. Baş edilmek zorunda kalınan

iki güçlükten biri kuraklık ki tüm Anadolu’da yaygındır,

diğeri köyün sağlıksız konumudur. Bölgede

sıtma o kadar yaygın ki istasyon şefi birkaç

ayda bir değişiyor. Köy sakinleri yerleşimlerinin

ilk iki yılında ateşten çok yakınıyorlardı ancak

simdi çevreye bir ölçüde alıştılar. Yaşanan küçük

tatsızlıklar arasında zaman zaman büyük sayıda

koyunu telef eden kurtlardan da bahsedilmektedir.

Köyün hükümete ödediği vergiler oldukça

ağır. Şu ana kadar koloni Prof. Warburg ve Paris

Cemiyeti’ne aile basına 300-400 Franka mal

oldu. Beylikahır trenle Eskişehir’den 2 saat uzaklıkta.

Diğer koloniler Sazılar’da yer almakta, Ankara

ile Beylikahır arasında ve diğeri hemen

Ankara’nın yanında”.

The Times’da bu makalenin

yayınlandığı

yıllarda (bugünkü

adı Beylikova olan)

Beylikahır’ın 150

dolayında haneden

oluşan önemli bir

köy olduğu anlaşılmaktadır.

Beylikahır,

Yunanlıların bu

bölgeyi işgalinden

önce nüfusun çokluğu,

çarşısı ve dükkânlarının

zenginliği ile gelişmiş

bir köy olarak

tanınmaktadır.

Yukarıda bir kısmını

verdiğim The Times

Gazetesi’ndeki

1904 tarihli makalede

ismi anılan

Prof. Otto Warburg,

1859-1938 yılları

arasında yaşamış

bir Alman botanikçi

ve endüstriyel

tarım uzmanıdır.

1897’de İsviçre Basel’de

kurulmuş

(1960’da Dünya Siyonist

Örgütü adını

almış) olan Siyonist Örgütü’nün aktif bir üyesidir.

1911-1921 tarihleri arasında örgütün başkanlığını

yapmıştır. Örgütün başkanlığını yaptığı dönemde

temel bakışı, “Yahudiler için Filistin’de

yasal olarak güvence altına alınmış bir ev /

vatan” yaratmaktı.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Tarihi

Araştırmaları Dergisi’nin 1993 yılı I. Cilt 3

no’lu sayısında yer alan H. Siren Bora imzalı “Alliance

Israelite Universelle’in Osmanlı Yahudi Cemaatini

Tarım Sektöründe Kalkındırma

Çalışmaları ve İzmir Yakınlarında Kurulan Bir

Çiftlik Okul: Or Yehuda” isimli makaleden birkaç

alıntıyı da dikkate sunmak isterim: Alliance Israelite

Universelle; “… Jewish Colonization Association’ın

(Yahudi Kolonizasyon Derneği’nin)

desteğiyle Beylikahır, Sazılar ve Selanik Tarım

Okullarını kurdu.”

Makalenin bir başka yerinde ise “Jewish Colonization

Association Mezopotamya’da, Eskişehir’de

(Mamure), İstanbul vilayetinde (Mesila Hadaşa),

Silivri’de (Fethiköy), Akhisar’da (Or Yehuda) ve

Balıkesir’de (Tekfur Çiftlik) yeni tarım kolonileri

kurdu” deniyor.

H. Siren Bora’nın makalesinde; (sonraki yıllarda

yaşanan süreç sonucu adı Kayalı kasabası olan)

Or Yehuda isimli tarım çiftliğinde yaşamış Yahudi

ve diğer dinî / etnik kimliklere sahip ailelerin

isimlerinden söz ediliyor. Araştırmacı ve yazar

Rifat N. Bali, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan

büyük kargaşa ve yıkımdan bu çiftliklerin de

10

zarar gördüğünü ve 1930’lu yıllarda tasfiye edildiğini

yazıyor.

Beylikahır’dan Dünyanın

Dört Bir Yanına

1890’lı yıllarda Romanya ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye

göç edip Anadolu’nun değişik noktalarında

çiftlikler (Yahudi yerleşimleri) olarak

konuşlanan göçmenlerin hikâyesine yukarıda değindim.

Yaptığım küçük araştırmalarda Eskişehir’de

ikamet etmiş Yahudi topluluğu ile fazlaca

çalışma yapılmadığını gözledim. Biraz daha ayrıntılara

girmeye çalışınca birkaç ilginç olaya

rastladım. Aşağıda bunları kısaca paylaşmak istiyorum.

Konuyu araştırırken soybilim konusunda uzmanlığı

olan LK’in yaşam öyküsü ile karşılaştım.

Halen ABD’de yaşayan Bay LK, ailesinin köklerini

bulmak için bir dizi araştırma yapmış. (Kişilerin

isimlerini, herhangi bir rahatsızlığa neden vermemek

için sadece baş harfleri ile verdim.) Aile

büyüklerinin 1890 ya da 1900’lü yıllardan Romanya’dan

ayrılarak Bursa’nın 75 km kadar yakınında

olan Eskişehir’e yerleştiğini söylüyor.

Daha sonra 1900’lü yılların başlarında Eskişehir’den

ayrılarak Kanada’ya göç etmişler. Ailenin

halen Kanada, ABD ve Fransa’da yaşayan üyeleri

olduğunu söylüyor. Konuyla ilgili Internet sitesinde

aradıkları arasında Braunstein, Meraru,

Hechter, Finger, David, Isovitz, Siegall, Perlow,

Lieberman, Kieves, Buium ve Shafron gibi aile

isimlerini belirtiyor.

Braunstein ailesinden Moise Yitzhak (1802-

1885), Ruhleia (1825-1885?), Rivenu (1852-

1908?), Adasia (1861-1908?), Marcu

(1872-1933) ve Esther (1878-1940) hakkında

biraz daha fazla bilgi var. 1900’lü yıllarda Rivenu

ve Adasia Türkiye’ye gitmek üzere Romanya’yı

terk etmişler. Kaçış nedenleri ise yaşadıkları bölgede

yükselen anti-semitik (Yahudi karşıtı) hareketler…

Eskişehir’deki Yahudi çiftlik kolonisine

yerleşmişler. Eskişehir olarak ifade edilen, muhtemelen

önceki yazımda sözünü ettiğim Beylikahır

Çiftliği… Yanlarında henüz evli olmayan sekiz

çocukları varmış. Daha sonraki yıllarda aile bireyleri

Kanada ve Fransa’ya gitmek üzere Eskişehir’den

ayrılmışlar.

Bir başka hikâye ise Şikago’da yaşayan Bay

KDR’ye ait. Aşağıda anlatacağım hikâyesinde en

ilginç yanlardan birisi, Türkiye’de Arapların yaşadığı

gibi bir yanlış yapıyor olması… 2007’de

ABD’de bir sinagogda yaptığı konuşmada kendi

ailesinin geçmişinden söz ediyor.

Büyükannesi Mollie hiç okula gitmemiş. Ama Bay

KDR, onu en önemli öğretmenlerinden birisi olarak

algılıyor. Büyük anne 1894 yılında Romanya’da

doğmuş. 1897 yılında büyükbaba ve

çocukları, Romanya kırsalındaki anti-semitik eylemler

nedeniyle göç etmeye karar vermişler.

Yüzlerce Aşkenaz (Alman veya Avrupa kökenli)

aile ile birlikte Eskişehir yakınlarında kırsal bir

noktaya yerleşmişler. (Bay KDR’nin sözünü ettiği

yer de Beylikahır olabilir.)

Bu dönemde Yahudilerin önde gelenleri, Filistin’de

bir yerleşim kurmak için Osmanlı ile pazarlık

etme derdinler. Bay KDR’nin ailesi de günün

birinde o topraklara gitmek

üzere Eskişehir’e gelmişler.

Büyükanne, çiftlikteki

yaşamın çok zor

olduğundan söz

edermiş. Onun anlattığını

göre başlarda

toprağı kazıp üstünü

sazlarla örttükleri

barınaklarda yaşamışlar.

İlk geldiklerinde

kışın yaklaştığı

bir zamanda komşu

köylerden insanlar

gelip Yahudilere o

bölgede kışın sert

geçtiğini ve sağlam

yapılar kurmazlarsa

soğuktan donup ölebileceklerini

söylemişler.

Göçmen Yahudiler

ise paraları olmadığını,

bu nedenle sağlam

konutlar

yapmalarının da

mümkün olamayacağını

söylemişler.

Müslüman köylüler

ise çevrede çok miktarda

yaban domuzu

bulunduğunu, kendilerinin

bunları avlayabileceğini ama dokunmalarının

ve yemelerinin dince yasak olduğunu

anlatmışlar. Köylüler, eğer kendilerinin vurdukları

yaban domuzlarını Yahudiler yüzüp domuz

kıllarını biriktirerek İstanbul’da fırça / tarak yapılmak

üzere satarlarsa parayı bölüşebileceklerini

söylemişler. Böylece iki kesim arasında adil

bir işbirliği başlamış.

Bir araştırma meraklısı olarak Eskişehir tarihinin

ayrıntılarını gördükçe; bu kentin sağlam ve yeterli

bir tarihinin yazılmamış olmasını üzüntü ile

karşılıyorum. Sanırım; bu konuda Valilik veya

üniversitelerimizden birisinin koordinasyonun

bir çalışma takımı oluşturularak “Eskişehir Ansiklopedisi”

türünde bir eseri hazırlamanın zamanı

geldi. Belki de geçiyor. Biraz daha gecikirsek; yazılısı

olmayan tarihin sözel olanını da tümüyle

yitirmiş olacağız.

Bir Zamanlar Eğitim

Eskişehir ile ilgili olarak övündüğümüz özelliklerin

başında yüksek okullaşma oranı ile iki üniversitenin

varlığı gelir. Önümüzdeki yıllarda

kentteki üniversite sayısı ile birlikte diğer öğretim

düzeylerinde nitel ve nicel artış bekleniyor.

Bu yönüyle Eskişehir, başka özelliklerinin yanında

bir ‘eğitim kenti’ olarak da gelişiyor.

Porsuk Çayı ve termal su kaynağı ile Eskişehir,

her zaman ilgi gören bir yer oldu. Ama 1800’lü

yılların son çeyreğine kadar büyük bir yerleşim

değildi. 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar Konya


ya da Bursa kentlerinin gelişkinliğine erişemedi.

Osmanlı’nın kuruluş döneminde Eskişehir bir

sancak merkezi idi. Osmanlı’da sancaklar vilayetleri

oluşturur ve kazalara ayrılırdı. Birden fazla

ili bünyesinde bulunduran yapılara ise eyalet adı

verilirdi. Tanzimat’ın ilanından sonra Anadolu

Eyaleti’nin kaldırılması ile Eskişehir, Hüdâvendigâr

Eyaleti’nin Kütahya Sancağı’na bağlı bir kaza

haline dönüştü. Bu durum, Eskişehir’in kuruluş

döneminden Tanzimat’a kadar nasıl (ağır aksak

ve ilgi görmeyen) bir ekonomik ve sosyal gelişme

gösterdiğinin işaretidir.

Eskişehir’in gelişimine eğitim açısından baktığımızda;

Osmanlı’nın kuruluşundan Tanzimat’a

kadar olan döneminde Anadolu’nun başka yerlerine

oranla hayli gerilerde kaldığını görürüz.

1869’da yürürlüğe konan Maarif Nizamnamesi,

Osmanlı’da eğitim açılımının başlangıcı sayılır.

Özellikle 19’uncu yüzyılda Balkanlar, Kafkaslar

ve Kırım’dan gelen göçlerle Batı tarzında

eğitim veren kurumların sayısında bir artış

görülür.

Sıklıkla belirttiğim gibi; Anadolu Demiryolu’nun

yapımı ve Eskişehir’den geçmesi

kentte önemli değişikliklere neden olur. Bu

hattın yapımında Fransız, İtalyan ve İsviçreli

mühendis ve işçilerin bulunması, yabancılar

için bir okulun açılmasını sağlar. 1891 yılında

(muhtemelen misyonerlik çalışmaları için) Eskişehir’e

yerleşen Saint Augustin de I’Assomption

rahipleri bir okul açarlar.

Osmanlı tarihi, büyük ölçüde saray tarihidir.

Bu nedenle Anadolu hakkındaki bilgilerin

ciddi bölümünü (çoğunluğu yabancı olan) seyyahların

yazdıklarından öğreniriz. Sözünü ettiğim

bu okul hakkında da birkaç

seyahatname dışında fazlaca bilgi yoktur. Bir

bölüm bilgi de salname adı verilen yerel /

bölgesel resmî yıllıklardan elde edilebilir.

Gene Eskişehir ve civarında Ermenilerin,

Rumların ve Yahudilerin açtıkları okullar, bunların

müfredatı, eğitimin niteliği ve ders verenlerin

kimlikleri hakkında yeterli bilgiye

ulaşmak zordur.

Tanin Gazetesi yazarı Ahmet Şerif, 1900’lü yılların

başlarında Anadolu’ya yaptığı seyahatlerde

bu toprakların gerçeğini ortaya koyar. Yazılarında

çözümün eğitimden geçtiğini belirtir. Bu

geziler sırasında ziyaret ettiği eğitim kurumlarından

birisi de Eskişehir’de 1909’da Ermeni vatandaşların

açtığı okuldur. Hükümet yardımı

olmaksızın Ermeniler tarafından açılan okulun

başarılı durumu Ahmet Şerif’in dikkatini çeker ve

yazılarına konu olur.

Ahmet Şerif’in daha sonra ziyaret ettiği Numunei

Terakki isimli ilkokuldaki izlenimleri de anlamlıdır.

Bir hayırsever tarafından bağışlanan konakta

kurulan okuldaki eğitimi (kıyaslamalı olarak) beğenmediğini

ifade eder.

Eskişehir’in geçmişini çok fazla seyahatnamede

bulmak mümkün değil. 1554’te Busbecq, 18’inci

yüzyılda Paul Lucas, gene 18’inci yüzyılda Piton

de Tournefort Eskişehir’de söz ederler. 19’uncu

yüzyılın başlarında Charles Texier, 1864’te Perrot,

1882’de Humann ve Puchstein, Eskişehir ve

civarına seyahat yapan gezginlerdir. 1893’te Georges

Radet ve 1894’te Vital Cuinet Eskişehir’de

söz ederler. Bunlara Körte, Amsverdh, Tchihatcheff,

Heimmer ve Naumann gibi başka isimleri

de ekleyebilirim. Ama genelde Eskişehir’in ekonomik,

sosyal ve eğitsel yaşamının ayrıntılarını

bulmak pek mümkün olmaz.

Eskişehir eğitim alanındaki atılımını Cumhuriyet

ile birlikte yapar. 1935 yılında Türkiye’nin eğitimli

insan ortalaması yüzde 17 iken bu oran Eskişehir’de

yüzde 29’a ulaşmıştır.

Eskişehir’in eğitim tarihinin diğer detaylarına bir

başka yazıda değinme dileğiyle bir tespitimi ileterek

bitirmek isterim. Bugün (Türkiye şartlarına

oranla) Eskişehir, eğitimli bir nüfusa sahiptir.

Ama çağın gereklerini yerine getirmek için mevcut

eğitim düzeyi ve kalitesi yeterli değildir. Kent

sanayisindeki gözlemlerim bu durumu net olarak

ortaya koyuyor. Bu nedenle Eskişehir’in eğitim

içeriği, çeşitliliği ve kalitesi konusunda yeni atılımlara

ihtiyacı var.

Ahmet Refik ve

Eskişehir Ermenileri

Eskişehir’in tarihinden söz edince Ahmet Refik

Altınay’ı anmadan geçmek olmaz. Elimdeki kitabın

adı “İki Komite, İki Kıtal”… 1919 yılında Kitaphane-i

İslam ve Askeri tarafından

yayınlanmış olan kitabın yazarı ise artık yeterince

bilip hatırlayamadığımız Ahmet Refik. O,

bir tarihçi ve yazar. 1880 ile 1937 yılları arasında

yaşamış. Askeri okullarda ve son olarak

Harbiye’de okumuş. Coğrafya ve Fransızca dersleri

vermiş. İrtika, Malumat, Hazine-i Fünun, Mecmua-i

Ebuzziya gibi dergilerde yazılar yazmış.

Tercüman-ı Hakikat gazetesinin başyazarlığını

yapmış. Değişik eserleri gazetelerde tefrika edilmiş.

Yurt içinde ve dışında pek çok askeri görevde

bulunmuş.

Önemli bir görev olarak 1915’te Eskişehir’de

Sevk Komisyonu Başkanlığı yapmış. Bu görevi,

Çanakkale Savaşı’nın en kritik günlerine ve Ermeni

Tehciri olarak bilinen sürgünlere rastlar. Birinci

Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin

Türklere yaptıkları eziyetleri yerinde incelemek

üzere (özellikle Doğuda görev yapan) uluslararası

bir heyetin başkanlığını yapmış; Doğu ve Kuzeydoğu

Anadolu’yu gezmiş, görmüş. Bu iki görevin

sonunda 1919’da “İki Komite, İki Kıtal” ve “Kafkas

Yollarında” isimli kitaplarını oluşturmuş.

Ahmet Refik, tarihi üstün bir doğrulukla ama şiirsel

bir dille yazabilmiş kişilerden birisi. Yazdıkları

bir roman lezzetinde okunabiliyor. Onu

okurken ulusal ve toplumsal tarihimiz yanında

yerel tarihimiz konusunda da ne denli bihaber

olduğumuz duygusuna kapıldım. Sanırım; bu

durum, ulusal eğitim sistemimizin bir beceriksizliği

olarak giderek vahim bir hale dönüşüyor.

Kitaba geri dönelim. Ahmet Refik’in bu kitapta

anlattıklarının en önemli yanı, Eskişehir’in tehcir

günlerine farklı bir bakış geliştirmesidir. Yerel

tarih konusunda çok fazla kaynak bulmamamıza

rağmen akademik çalışmalar (yüksek lisans ve

doktora tezleri çalışmaları) arasında bu anılardan

yeterince yararlanılmadığını şaşırarak görmüştüm.

Ahmet Refik’in anılarının önemini kavramak için

iyi yollardan birisi kitaptan birkaç paragraf sunmak

olabilir. Yazar, 1915 Eskişehir’inden (ki Eskişehir,

Osmanlı’nın kurulduğu kenttir) şöyle bir

manzarayı aktarıyor: “Eskişehir’de bir sükûnet

var. Osmanlı saltanatının ilk kahramanlık devirlerini

yaşayan bu güzel belde, ömründe görmediği

bir vazifeyi ifa edecek: Bir zamanlar saltanat tesisi

için Sakarya ovalarından Bizans surlarına

doğru akınlar eden kahraman Osman’ın zaaf ve

ihmal içinde yaşayan torunları, senelerden beri

türediler elinde oyuncak olmuş şimdi saltanatını,

payitahtını, servetini, saraylarını, camilerini,

cehil ve hamâkatının (bilmezlik ve anlamamazlığın)

kurbanı olan tebaasını bırakarak kaçacak,

saraylarının ve saltanatının debdebe ve ihtişamını

terk ederek köylüler arasına sığınacak.”

“Hazine-i Hümayun çoktan Konya’ya taşınmış. İstasyon

civarındaki zarif Ermeni evleri bomboş.

(Ahmet Refik’in gözlemlediği dönemde Ermeni

cemaatinin önemli bir bölümü Eskişehir İstasyonu

civarında yaşamakta.) Servetiyle, ticaretiyle

üstünlük gösteren bu anasır (unsurlar),

hükümetin emrine tabi olmuş, evlerini boşaltmış,

Eskişehir’in yukarı mahallelerine çekilmiş.

Şimdi bütün boşalan evler, kıymettar halıları,

zarif odaları, kapanmış kapılarıyla, adeta firarilerin

teşriflerine muntazır (hazır, bekliyor).”

Yazar; firariler derken, İstanbul’dan Anadolu’ya

kaçan İttihat Terakki yandaşlarından söz ediyor.

Ahmet Refik’in 1915’in Eskişehir’ini anlattığı

başka birkaç cümleye göz atalım: “Eskişehir’in

en mutena en güzel evleri İstasyon civarında. Bu

binalar; Almanların henüz duvarları badanadan

mahrum dışı bile kalmamış mektepleri Sultan

Mehmet Reşad’a, büyük bir Ermeni konağı şehzadegâna

(şehzadelere), Sarısu Köprüsü civarında

kanarya sarısı renginde yan yana iki

Ermeni evi Talat Bey’le dostu Canbolat Bey’e,

içeride Ermeni mahallesinde muhteşem bir Ermeni

köşkü Topal İsmail Hakkı’ya, İstasyona

yakın oturmaya uygun bütün evler İttihatçıların

en mühim ricaline (rütbe ve mevki sahibi kimselere)

tahsis olunmuş.”

Yazarın aşağıdaki cümlelerinin ardı arkasının

(gerçek tarih adına) aranması ve araştırılması gerekmez

mi? Aktarıyorum: “Günler geçti. İstanbul’dan

hiçbir gelen yoktu. Fakat ilk firari kafilesi

Eskişehir’e çoktan yerleşmişti. Eskişehir’in kırmızı

çarşaflı, nakışlı çoraplı, omuzları bohçalarla

kamburlaşmış kadınların arasında, yüksek ökçeli

iskarpinleri, ajurlu ipek çorapları, zarif çarşaflarıyla

İstanbul hanımları da görülüyordu.”

“İstanbul firarileri arasında bilinen bir sima, herkesin

nazarı dikkatini celp ediyordu: Arkasında

siyah cüppesi, ayağında geniş şalvarı iri ve ak

sakalıyla Eskişehir sokaklarında dolaşan bu zat,

İstanbul halkının hidayetini, namusunu, şerefini,

hakkını muhafaza ettiği için intihap (seçilmiş)

değil, fakat İttihat ve Terakki’nin tayin ettiği bir

mebustu.”

Ahmet Refik’in farklı dönemlerde yazdığı kitaplarda

değişen bazı görüşlerini izlemek mümkün.

Diğer yandan tarih alanında çalışan uzmanların

onu eleştirdikleri bazı yönler de yok değil. Ama

yerel tarih konusunda yerel tarihin yazılı hale getirilmesi

konusunda ciddi eksiklikleri olduğunu düşündüğüm

Eskişehir için “İki Komite, İki Kıtal”

kanımca okunması gereken değerli bir anı demeti…

Bitirirken

Geçmişte Eskişehir, yukarıda özetlemeye çalıştığım

şekliyle değişik yaşam kültürlerinin merkezi

olmuş. Özellikle demiryolu ve eğitim konuları

dikkate alındığında şehrin geçmişinin ticari bir

merkez olması çoğunlukla yabancı kaynaklara

konu olmuş. Bize düşen ise bundan sonra bu

kenti geleceğe taşımak için geçmişimizi sadece

yabancı kaynaklardan okumamak için konu hakkında

özenli çalışmalar yapılması konusunda girişimlerde

bulunmaktır. Bununla ilgili olarak da

şehrin ilgili birimlerinin üzerlerine düşen görevi

yerine getirmesi kanaatindeyim. Zira Eskişehir’in

tarihi Türkiye tarihi için de bir dönüm noktasıdır.

11


Kalıplar! Bizleri sıkıştıran, bir

kafese hapseden kalıplar!

Düşününce daha çok fark ettiğimiz

duvarlarımız var bizim.

Hatta sınırlarımız...

Bir adım öteye gitmeden öylece

bekleyip duruyoruz kendimize

çizdiğimiz sınırın içinde.

Bir mucize bekliyoruz hepimiz.

“Bir sihirli değnek olsa...” diye

başlayan onlarca cümle kuruyoruz.

Koşturup duruyoruz nereye varacağımızı

bilmeden ya da varılacak bir

nokta var mı onu bile bilmiyoruz.

Çaresizligimizi dillendiriyoruz

genelde.

Şikâyet ediyoruz.

İsyan cümleleri düşmüyor dilimizden.

“Yapamam” , “Başaramam” gibi

yargılar hâkim oluyor hayatımıza.

Ya da “Aslında yapardım ama...”

gibi bahaneler...

O kadar yargı doluyuz ki...

Başta kendimize!

Kavgalıyız kendimizle.

En basit hatamızda bile defalarca

BİZİ KAFESE

SOKAN

KALIPLAR!

ceza

kesiyoruz.

Sürekli geçmişin pişmanlıkları ve

geleceğin kaygıları ile doluyuz.

Pekiyi ya ‘şu an’?

Hangimiz şimdinin farkına varabiliyor?

Kaç gün geçirdik kim bilir şimdileri

çöpe atarak…

Şikâyet ettiğimiz monotonluk da

bundan kaynaklanıyor.

Evet, hayatımız monoton!

Çünkü aynı şeylerin pişmanlığı ve

aynı şeylerin kaygıları ile geçiyor her

gün.

Kendimizle ettiğimiz kavgalarla

devam ediyor sonra.

Bu haldeyken, henüz kendimizle

barışamamışken kurtuluşu “mucizelerde”

arıyoruz.

Ama mucize zannettiğimiz şeyler

değil, mucize biziz!

Ne zaman kendimizle barışıp

“Sen ne istiyorsun?” diye sorabilirsek

kendimize, o zaman kaldıracağız sınırları.

Bir bir yıkılacak duvarlar.

Kimseye ihtiyacımız olmadığını

anladığımız o ‘an’, iyi-kötü, doğruyanlış

gibi kalıplardan da sıyrılacağız.

Bir hamstr gibiyiz çoğu zaman.

Bir kafesin içinde, bir parça peynirin

peşinde, hiçbir noktaya varmadan

koşturup duruyoruz. Kafeste

olduğumuzu fark etmediğimizden ya

da kafesten çıkmaya korktugumuzdan

bu kafesi “yaşam” olarak tanımlıyoruz.

Kafesten çıkmaya çalışsak orada

gerçek bir dünyanın bizi beklediğini

görebiliriz.

Hayatımız zannettiğimiz gibi ‘bu

kafesten’ ibaret değil.

Bunlar bizim çizdiğimiz sınırlar.

Sınırı aşabilirsek, “cesaret, istek ve

gayretle” o kafesten çıkabiliriz.

Sonra gerçekten yaşamaya başlayabiliriz.

Emine Girgin

eminagirgin@hotmail.com

GİDEN GERİ DÖNER Mİ?

Sizce gidenler geri

mutlaka döner mi? Bu

soruyu sorduğumda

çoğu kişi eninde sonunda döneceğini

söylüyor.

Gidene “geri dön” demek hiç tarzım değil

ama dönüyorsa da ” niye döndün?”

demem. Ben de bulduklarını başkasında

bulamayacağını çabuk idrak etmiş derim.

Şaka bir yana bu ay gidenin dönüşünü

konu alalım istedim. Biliyorum

gidişinden dolayı acı çekiyorsunuz ve

acının geçmesi için kendini teselli ediyor

ama bir türlü teselli de olamıyorsunuz.

BEKLE!

12

Hayatınızı eskisi gibi devam ettirmeye

özen gösterin. Yine arkadaşlarınızla

dışarı çıkın, işinize odaklanın, film izleyin;

yani o varken nasıl hayatınızı devam

ettiriyorsanız yine aynı şekilde devam ettirin.

Böylece onsuz olabilmeyi de

göstermiş olursunuz.

HEMEN AFFETMELİ Mİ?

Bir süredir birlikte olduğunuz ve

bağlandığınız kişi, türlü sebeplerden

dolayı sizden gitti ve bir süre sonra diyelim

ki geri geldi, barışmak istediğini

söyledi. Peki, bu durumda ne

yapacaksınız? Hemen affetmeli mi?

Çoğu kişi hemen affediyor, çünkü

gerekçesi hala çok sevmesi. Ben biraz

düşünün derim. Bazen çok sevmek

ilişkiyi kurtarmak için yeterli bir sebep

olamayabiliyor.

İLİŞKİNİZİ GÖZDEN GEÇİRİN

Onunla birlikte olduğunuz süreçteki

yaşanan olumsuzlukları gözden geçirin.

Öncelikle partneriniz sizden neden

gitmişti? Bunu düşünün. Sorunları

sıraladıktan sonra ilişkiyi kurtarmak için

neler yapılabilir? Bunları listeleyin. Eğer

ki çözümsüz kalan bir şeyler varsa,

barışmanız ve o kişiyi affetmeniz sizin

acınızı dindirmeyecek. Hatta affettiğiniz

için kendinizi küçük düşmüş gibi bile


Seviyorum oradan buradan

abuk subuk konuşmayı…

Yine o abuk subuk şeye saatlerce

kafa yormayı…

Anlamsız şeylerin hayatıma

anlam katması hoşuma gidiyor.

Anlamsızlıklar içerisinde

‘anlam’ buluyorum belki de…

Bazen içimde bir fırtına kopuyor.

‘Saçmalıklar fırtınası’ koydum

ben bunun adını…

Telefon listemdeki herhangi birine

mesaj atarak anlamsız bir espri

yapmak geliyor içimden durduk

yere…

Sonra o kişinin yüzündeki şaşkınlığı

düşünüp kendi kendime gülüyorum.

Ne güzeldir değil mi oysa?

İnsanın kendi kendini güldürebilmesi…

Hüzün gibi!

İnsan kendi kendisini hüzünlendirdiğinde

sorun olmaz da ‘güldürüyorum’

dese dünyanın sonu gelmiş

gibi bir tepki alabilirsin.

Delirmiş bu herhalde diye bir ön

yargı hazır olda bekler!

Bazen yolda giderken ‘güldüğümü’

fark ediyorum.

Utanıyorum sonra...

ABUK SUBUK…

Özge Zaim Sarıoğlu

ozgezaim1@gmail.com

‘Kafayı yemiş olmalı baksana

kendi kendine gülüyor’ diyecekler

diye bir an da kalbim sıkışıyor.

Yanaklarımı çekiştiriyorum ve

geri getiriyorum yüzümü...

Tüm ciddiyetimi topluyorum,

devam ediyorum yoluma...

Ne garip değil mi?

İnsanın başkalarıyla yaparken

keyif aldığı anları kendisiyle yapıyor

olması utandırır insanı…

Özellikle sokak ortasında kendi

kendinle baş başa kalmana, kendin

olmana bir türlü izin vermezler.

Neden biliyor musunuz?

Çünkü kendin olmak en doğal

halindir.

Çünkü kendin olmak özelindir.

Çünkü kendin olmak mahremdir.

Çünkü kendin olmak sana aittir…

Toplumun tabusu maalesef ki

böyledir.

Kendin olmana izin vermezler

sokak ortasında kardeş!

Kendi kendine yaptığın espriye

gülmen ‘deli’ olarak tabir edilebilir.

Aman ha!

Başına iş açarsın!

TESADÜF DEĞİL…

Bazen bir sokakta, evin

önünde…

Bazen bir banka kuyruğunda sıra

halinde…

Bazen bir dolmuş seyir halinde…

Yanından geçer gider o ‘tanıdık’

yüz…

Anlamsızdır o an…

Doğrusu da budur kimbilir?

Fark etmeye başladıktan sonra

fark edersin.

Adına tesadüf denilen nice şeyin

‘tesadüf ’ olmadığını…

Derim ki size;

Yürürken ayakların kaldırım taşında!

Hep bak yanından geçip giden

yüzlere…

Elbet…

Zamanın birinde kesişecek hikayeniz…

İyi gelecek…

En olmadık zamanda, en istemsiz

an da iyi gelecek üstelik…

hissedebilirsiniz.

ESKİ SEVGİLİDEN YENİ SEVGİLİ

OLUYOR MU?

Çoğu kişi giden sevgiliyi affedip yeniden

ilişkiye başlıyor ama yukarıda

bahsettiğim gibi çözümsüz bir sorun

yoksa kaldıkları yerden devam edebiliyorlar.

Ben her kavgada ayrılık kelimesini

çok fazla kuran partnerlerden

kaçınmasını tavsiye ediyorum. O ilişki er

ya da geç bir anlık sinirle zaten bitecektir.

Biraz anlayış ve mücadele gerekiyor.

Karşı tarafta bu yoksa hep benim

dediğim olacak mantığı varsa ilişki sizin

anlayışınız sayesinde yürüyordur.

Buna da zaten çok fazla

dayanmayacağınız aşikâr.

Eski sevgiliyle tekrar denemeyi,

tekrar tekrar affetmeyi çokta sağlıklı

bulmuyorum. Bence biten şeyler

gerçekten bitmiştir. Birlikte

geçirdiğiniz güzel günlerin

büyüsüne kapılıp “acaba bir kere

daha mı denesem” diye

düşünmeyin. Çünkü karşı tarafta şu

algı oluşuyor bu kez, “ bir kere affetti,

yine affedecek” . Bunun rahatlığıyla

kaybetmekten korkmayarak

özgürce hatalar yapabiliyorlar.

Karakterinizden ve kendi

kurallarınızdan ödün vermeyerek,

çözümü olabilen basit hatalara göz

yumabilirsiniz tabi ama bahsettiğim

gibi karakterinize zarar veren, kendi

koyduğunuz kurallara aykırı hatalarda

asla bir daha denemeyin

derim.

13


eskişehir kahve

satışının en yüksek

olduğu şehirlerin

başında geliyor

pandemi döneminde

evlere kapandık

kahvenin

dibine

vurduk…

>>

Pandemi döneminde evlerde kahve tüketimi rekor kırdı .Kahve aramaları yüzde 650

oranında artış gösterdi . En fazla kahve satışı İstanbul’da Anadolu yakasında

Pandemi döneminde maske ve

kolonyadan sonra en çok arama yapılan

ürün kahve oldu. Kahve aramaları yüzde

650 oranında artış gösterdi.

Koronavirüs pandemi döneminde e-ticaret

üzerinden yapılan satışlar büyük artış gösterdi.

Özellikle ofis çalışanlarının evlerini ofis

14

haline getirmesi sonucunda evlerden yoğun

biçimde ofis malzemesi siparişleri verildi.

Ofis malzemesi tedarikçisi ofix.com bu

dönemdeki siparişler konusunda bir

araştırma gerçekleştirdi. En fazla arama

yapılan maske ve kolonyadan sonra bu ürünleri

kahve takip ei. Açıklanan verilerde kahve

aramaları yüzde 650 oranında artış gösterdi.

En fazla kahve alımı 25 -44 yaş arasında

yapıldı. Bu yaş grubunun kahve alım oranı ise

yüzde 65 ve alım yapanların yüzde 62’sini ise

kadınlar oluşturuyor. Bu dönemde özellikle filtre

kahveye oldukça yoğun bir talep gözlendi.

Filtre kahve satışlarının Türk kahvesi

satışlarına yaklaştığı görüldü.

En fazla kahve satışı İstanbul’da

Anadolu yakasında

Kahve satışlarının en yoğun

olduğu yer İstanbul’da

Kadıköy. Kadıköy’ü ise

sırasıyla Sarıyer ve

Beşiktaş izliyor. Bu üç ilçeyi

de Ankara, İzmir ve

Eskişehir izliyor.

Araştırmayı değerlendiren

e-ticaret sitesinin Genel

Müdürü Fırat İçmeli, “Pandemi

döneminde e-ticaret

satışlarının artmasını takiben

ürün gamımızda bulunan

kahve çeşitlerini

artırmaya karar verdik.

Ancak filtre kahveye olan

yoğun talep bizleri de

şaşırı. Maske ve kolonya

satışlarımızı katladık buna

ilaveten kahve

satışlarımızda da büyük

patlama oldu’’ dedi.


Efsane şarkıya

yeni versiyon geliyor

Mithat Körler’in 10 yıl

önce çıkarttığı

“Güneşimi kaybettim”

şarkısı yenileniyor

Eskişehirli ünlü sanatçı Mithat Körler’in bundan

10 yıl önce çıkarttığı ve kısa süre içinde Efsane

olup, dillerden düşmeyen “Güneşimi

Kaybettim” şarkısı yeni versiyonu ile geliyor.

Şarkının yeni versiyon ve klip çalışmalarını İstanbul’da

gerçekleştirecek olan sanatçı, Israrlı

talep üzerine şarkıya yeni bir versiyona

kavuşturtmak için kolları sıvadığını söylüyor.

Eskişehir’in aynı zamanda tanıtım

elçisi olan sanatçısı Mithat

Körler’in 10 yıl önce dinleyicileriyle

buluşturduğu ve o günden bu

yana dillerden düşmeyen “Güneşimi

Kaybettim” şarkısına yeni

versiyon geliyor.

Piyasaya çıktığında ülke genelinde

büyük sükse yapan, kısa sürede

büyük beğeni kazanan ve

süreç içinde bir

Güneşimi

kaybettim…

çok sanatçı tarafından

seslendirilen

Mithat

körler’in “Güneşimi

Kaybettim”

şarkısı, sanatçı

tarafından yeniden

düzenleniyor.

Youtube üzerinden

en fazla

dinlenen ve izlenen

şarkı olma

özelliğine de

sahip olan 2Güneşimi

kaybettim”

şarkısına ilginin hala devam ettiğini,

bunun da kendisini ziyadesiyle

memnun ettiğini söyleyen

Dün akşam yüreğimden

Çıkarttım anıları

Yaşadım bir yangın gibi

İçimde acıları

Ben benden geçtim ama

Bir senden vazgeçemem

Dokunulmazımsın benim

Yüreğime hükmedemem

Güneşimi kaybettim

Gözlerini görmem gerek

Yaşamaya dönmem için

Hasretini silmem gerek

sanatçı, gelen istekler üzerine şarkıya

yeni bir versiyon kazandırmak

için kolları sıvadığını

söylüyor.

Şarkının yeni versiyon

hazırlığını İstanbul’da

gerçekleştirecek

olan ve yine şarkının

klipinin de yenileneceğini

söyleyen Mithat

Körler, yenilenen şarkının

hem o eski güzel tadını

koruyacağını, hem

de müzik teknolojisi

kullanılarak şarkının

daha huzur veren bir

şekle bürüneceğini

söylüyor.

Güneşimi kaybettim şarkısının

yeni versiyonunun beğenileceğine

şimdiden emin olduğunu söyleyen

sanatçı “Şarkı 10 yıl önce çıktığında,

kısa sürede müzik dünyasında

isminden söz ettiren bir

şarkı oldu. Aynı şarkının yeni ver-

siyonunun da aynı beğeni ve ilgiyi göreceğini

düşünüyorum. Çünkü Türk

halkı bu şarkıyı çok sevdi, o günden bu

yana da dillerden düşmedi.” diyor…

Cem KaraCa İle başlayan

İlK turne ve 43 yıl…

Güneşimi kaybettim şarkısının yeni versiyon

hazırlıklarını sürdüren Mithat Körler aynı

zamanda bu yıl 43’ncü sanat yılını kutluyor.

Aslında 1976 yılında sanat hayatı başlayan

Mithat Körler’in müzik yaşamında, ünlü sanatçı

Cem Karaca’nın büyük yeri var.

Çünkü, Mithat Körler’in 40 ili kapsayan ilk

yurtiçi konser turnesi bundan tam 43 yıl önce

Cem karaca turnesiyle başlamış.

Bu denli güçlü bir sanatçı ile ilk turne Mithat

Körler’in sanat hayatına adeta yön vermiş.

O turneyi üzerinden 43 yıl geçmesine rağmen

dün gibi yaşıyor sanatçı…

15


Herkesi kendine hayran bırakan müze birinci yılını kutluyor

168,321

Kişi gezdi

OMM

1 YAŞINDA

2019 yılının Eylül ayında Eskişehir'de kapılarını açan ve Türkiye'nin sanat yaşamına yeni bir

soluk getiren OMM - Odunpazarı Modern Müze, 1.yıl dönümünü sanatseverler ile birlikte kutladı.

1yıl içerisinde Türkiye'den ve yurt dışından binlerce

ziyaretçiyi ağırlayan, eğitim programları

ile farklı yaştan bireyleri müze ile buluşturan

OMM'u açılışından bu yana (2 Eylül 2020

itibarıyla) 166.321 kişi ziyaret ei, 6.700 öğrenci

ücretsiz okul turlarıyla müzeyi gezdi, 990 kişi

eğitim programlarına katıldı.

HerKeSİ KenDİne Hayran

bıraKan mÜZe

Japon mimarlık ofisi Kengo Kuma and

Associates’ın (KKAA) imzasını taşıyan ve etkileyici

tasarımı ile ilk günden itibaren dikkatleri

üzerine çeken OMM 1. yaşını doldurmadan, müze

ve kültürel miras alanlarında dünya çapında

önemli girişimleri öne çıkarmak ve

onurlandırmak amacıyla İngiltere’de düzenlenen

“18th Museums + Heritage Awards” (Müze ve

Kültürel Miras Ödülleri) kapsamında, Yılın

Uluslararası Projesi ödülü için gösterilen 5 adaydan

biri oldu.

Türkiye’nin kültür mirasına ve sanat dünyasına

özgün eser, uygulama, yorum veya bilimsel

araştırmalarıyla katkı sunanlara minnet ve

teşekkür ifadesi olarak, 1979 yılından günümüze

her yıl verilmekte olan T.C. Kültür ve Turizm

Bakanlığı Özel Ödülü'ne 2019 yılında OMM -

Odunpazarı Modern Müze layık görüldü.

yıldönümüne özel olarak Pazartesi

günü ziyarete açılan müze, eskişehir

büyükşehir belediyesi Senfoni

Orkestrası müzisyenlerinin verdiği

mini konserlerle ziyaretçilerini

karşıladı. müze ziyareti sonrası ÇeKÜl

vak tarandan hazırlanan tohum

topları sanatseverlere hediye edildi.

bİrbİrİnDen FarKlı İÇerİKler

SanatSeverle buluştu

Sanatseverler için bir buluşma noktası olma hedefiyle

yola çıkan OMM’da bir yıl içerisinde çağdaş

sanatın farklı pratiklerini ziyaretçilerle buluşturan

dört farklı sergi hayat buldu.

Haldun Dostoğlu küratörlüğünde gerçekleşen

açılış sergisi “Vuslat” kapsamında yaklaşık bin

sanat eserinden oluşan Erol Tabanca koleksiyonundan

65 yerli ve yabancı sanatçının 100’e yakın

eseri, özel bir seçkiyle ziyaretçilere sunuldu. Dijital

sanat alanında dünyanın önde gelen kolektiflerinden

Marshmallow Laser Feast’in teknoloji ve

bilimi sanatla bir araya getiren iki büyük çaplı

sanal gerçeklik enstalasyonu Türkiye’de ilk defa

sanatseverlerle buluştu. OMM misafir sanatçı

programının ilk konukları Tyler Thacker ve Erin

Wolf Mommsen’ın Eskişehir’de kaldıkları üç ay

boyunca üreiği eserler Üçüncü Yer

başlıklı bir sergiyle OMM izleyicisi ile

buluştu. Karina Smigla-Bobinski’nin ADA

isimli interaktif kinetik heykeli yine

Türkiye’de ilk defa sergilendi; “performans

makinesi” olarak tanımlanan eser ziyaretçilerin

aktif katılımıyla hayat buldu.

Dünyaca ünlü Japon bambu ustası Tanabe Chikuunsai

IV’ün, müzeye özel tasarladığı ve görenleri

hayran bırakan enstalasyonu OMM’un en çok ilgi

çeken eserlerinden biri oldu. Müze mimarisi ile iç

içe geçen bu özel enstalasyonda örme bambu

tekniğini kullanıldı. Müzenin kalıcı eserleri

arasında yer alan enstalasyon çalışması yeni sezonda

da OMM’da görülebilecek. OMM aynı zamanda

açılışının ardından sergilediği eserler kadar

müze üniformalarıyla da ziyaretçilerin ilgisini

çekti. Bir sanat kurumuyla ilk defa iş birliği yapan

ünlü moda tasarımcısı Dilara Fındıkoğlu, geleneksel

Anadolu motiflerini barındıran üniforma koleksiyonunu

OMM için özel olarak tasarladı.

bÜyÜKşeHİr’Den 1. yaşa KlaSİK

mÜZİKlİ Kutlama

Birbirinden farklı içeriklerin ziyaretçilerle

buluştuğu müzede, şehrin sanat hayatına büyük

katkıda bulunan Büyükşehir Belediyesi Senfoni

Orkestrası da ziyaretçilere kuruluş yıldönümünde

müzik ziyafeti yaşaı. Müze içerisinde mini konserler

ile ziyaretçilerle buluşan Senfoni Orkestrası

üyeleri, Odunpazarı Modern Müzesi'nin Eskişehir'e

artı bir değer kaığını belirterek bu özel günlerinde

yanlarında olmaktan büyük mutluluk duyduklarını

ifade ei. Eskişehir'in gerçek bir kültür sanat şehri

olduğunu ifade eden ziyaretçiler ise böylesine özel

bir müzede klasik müzik notalarının adeta dans

eiğini görmekten büyük keyif aldıklarını belirttiler.

Odunpazarı Modern Müze'nin yapımında

emeği geçen herkese teşekkür eden ziyaretçiler,

Türkiye'de böylesine genç ve özel bir Senfoni

Orkestrası'na sahip olan Eskişehir'in de çok şanslı

bir kent olduğunu ifade eiler.

16


şehir tiyatroları “tahta pencere” oyununun

sahneye konulması için hazırlıklara başladı

ŞEHİR

TİYATROLARI’NDAN

Pandemi tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ortaya çıkan bir

virüs neredeyse tüm yaşamımızı alt üst etti. Sosyal

yaşamımız tam anlamıyla sekteye uğradı. Eskişehirlilerin

en çok sevdiği tiyatrolar da perdelerini indirmek zorunda

kaldı. Ancak yavaş yavaş sıkıntılı günleri geride

bırakmaya hazırlanıyoruz. “Pandemi elbette ömür boyu

sürmeyecek” Eskişehir Şehir Tiyatroları da, yeniden ve bir

kez daha o çok sevdiğimiz sahnelere artık geri dönüyor.

“Tahta Pencere” isimli oyun için hazırlıklara başladı Şehir

Tiyatroları ekibi. Karantina altında yıllarca yaşayan ve

gün ışığı göremeyen evli bir çiftin yaşadıklarını anlatabilmek

için yoğun şekilde süren provalar var. Gökyüzünün

rengini bile anımsamakta güçlük çeken çiftin, sevgi,

adalet, özgürlük, aile, gibi temel insani değerlerini kaybetmemek

ve direnebilmek için verdikleri mücadele Ekim

ayında bizlerle olacak.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının yeni

sezon oyunu “Tahta Pencere” salgın hastalık nedeniyle karantina

koşullarında yaşamak zorunda kalan bir karı kocanın

ilişkisine odaklanırken, insan ilişkileri, sosyalleşme, yaşam

hakkı ve kaybedilen erdemler gibi birçok konuya farklı bir

bakış ve eleştiri ile yaklaşıyor.

Eskişehir Şehir Tiyatroları sanatçısı Mustafa Kılıkçı’nın kaleme

aldığı ‘Tahta Pencere’ adlı iki kişilik oyun, konusu itibarıyla

içinde yaşadığımız sıkıntılı dönemi yansıtan, anlatım gücü

yüksek ve etkili bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Oyundan

kısaca bahsetmek gerekirse; Ülkede, uzun yıllardır yaşanan

pandemi’nin etkisi ile normal hayatın tamamen değiştiği bir

yaşam biçimi sürdürülmektedir. Kendilerini kapattıkları evlerinin

içinde yıllardır gün ışığı görmeden yaşayan evli bir çift,

bir yandan çok geride kalan eski yaşamlarının izlerini

hatırlamaya çalışırken, diğer yandan yağmacılar, salgınla mücadele

eden devlet görevlileri ve takasçıların türediği yeni

gülünç düzene ayak uydurmaya çabalamaktadırlar.

Gökyüzünün rengini bile anımsamakta güçlük çeken çiftimiz,

sevgi, adalet, özgürlük, aile, gibi temel insani değerlerini kaybetmemek

ve direnebilmek için mücadele vermektedir.

Kurum sanatçılarından Mete Ayhan’ın yönettiği iki kişilik

oyunda, Özlem Boyacı ve Umut Bazlama rol alıyorlar. Oyun

Ekim ayında izleyici ile buluşacak.

17




Sahibi Barış Saadettin

Ekici ve duvar resimlerini

yapan Mehmet

Ateşli ile “KAHVECİ

SAADETTİN”

mekanının hikayesi

Hava güzel…

Cıvıltılı…

Sırtımda lacivert çantam tutuyorum

yolunu gideceğim mekânın…

Çok oldu yeşil çantamı takmayalı…

O an fark ediyorum.

Kahveci Saadettin’e doğru yol alıyorum.

Taşbaşı Çarşısının arka tarafında…

Neredeyse her gün geçiyorum önünden,

tam yolumun üstü…

Çok kez oturup bir dostun sohbetiyle

kahve içmişliğim var.

Ama hikayesi meraklandırıyor beni…

Eskiyi eskitememenin verdiği özlemle

buluyorum sahibi Barış Ekiciyi…

Sadece onu da değil…

Mekana o anlamı katan bir emekçi

daha var aslında…

Duvar resimlerini yapan Mehmet Ateşli

ile birlikte geliyoruz nostaljik kokulu

yere…

‘Ünlü trafo’ adını verdikleri Müslüm

Gürses’in resminin olduğu duvar

önüne atıyoruz tabureleri, çaylarımız da

geliyor, başlıyoruz burun direklerini

sızlatan sohbete…

O an kulak kesiyorum ki arkada Yeliz’in

şarkısı ‘Yalan’ bize eşlik ediyor.

İçimde anlamsız bir kıpırtı…

Barış anlatırken öyküsünü: “Burayı 8 ay

da yaptık. 8 ay da gökdelen yapıyorlar

düşünün. Çorbacıydı burası, eski virane

bir binaydı. Eski yapısını da bozmamaya

çalıştık. Gecemi, gündüzümü buraya

verdim. 8 ay boyunca burada

uyudum” diyor.

Mehmet ise ünlü trafo adını verdikleri o

duvara Müslüm Gürses’i neden tercih

ettiklerini samimiyetle aktarıyor.

Keyifle dinliyorum bu mucize mekanın

öyküsünü Hem Barış’tan hem

Mehmet’ten…

20


Belki çok demode olacak ama herkes bu soruyu

merak ediyor. Bu Saadettin kim?

Ben… ( Gülüyor) İsmim Barış Saadettin Ekici.

Kendi adımı vermek istedim.

Öyle mi bilmiyordum. Tanıyalım mı o zaman

bu Saadettin’i?

Eskişehir’e 2015 yılında yerleştim. Amasyalıyım

aslında… 2011 yılında askeri okula gittim.

Uzman Jandarmaydım. Sonra malulen emekli

oldum. Sağlığımda biraz problem vardı. Ayrıldım.

Eskişehir’e geldim, yerleştim. Bir daha

dönmedim. Kumda Kahveyi açtım.

Nerden çıktı böyle nostaljik bir mekanı şehre

kazandırmak?

Benim çocukluk hayalim. Herkesin bir çocukluk

hayali vardır ya yıllardır bir cafem olsun,

istediğim tarz da bir yer olsun istedim. Onun

için de memleketten kaçtım. Benim ailem

orada esnaftı. Galericiydi. Kimse önümüzü açmadı,

destek de olmadı. Yapacağım iş belliydi.

Galerici olacaktım. Bende nasıl kaçarım diye

düşünürken polislik sınavını kazandım. O zamanlar

da askeri okul var. Bir sene askeri okul

okuyorsun, maaşa bağlıyorlar. Gittim, askeri

okulu okudum, mezun oldum. Başladım Siirt’te…

Birkaç yıl sonra sağlık problemlerimiz

oldu. Malulen emekli oldum. O yıllarda benim

ufak kardeşim burada öğrenci. Bir ayağım burada.

Gelip gidiyorum izinlerde… Sağlık problemlerinden

emekli olunca da Kumda Kahve’yi

açtım. Orasını da kendime göre çok zorluklarla

açtım. Bir adımdı benim için… Sonra burası

oldu. Tabi aradan 5 yıl geçti.

İçine sindi mi yeni mekan?

Çok güzel tepkiler alıyorum bu doğru ama

benim hayalimin onda biri aslında burası…

Gerçek hayalin ne?

Daha büyük bir mekan… Şu konseptin daha

ciddi hali benim hayalim, öyle söyleyeyim.

Çok güzel tepkiler alıyoruz, her şey çok güzel

ama aslında şu an da daha çok yapacağımız

işler var.

Eskiye ilgin nerden geliyor?

O hep vardı bende… Olmayan bir

şey Eskişehir’de olsun istedim. Aslında

ben burada eskiyi kast ederken

sadece bizim eskimiz değildi.

Dünyada bulunan ve bizi gülümseten

her şeyi işlemek istiyorum

bu mekânda… Bize hafif bir tebessüm

verecek ne varsa hepsi burada

var. Örneğin Frida… Azıcık

tebessüm, azıcık anı, azıcık güzel

bir şey hissettiriyorsa bize ben

mutlu oluyorum. Bu mekân hayalimin

yüzde biri bile değil. Neden?

O kadar güzel şey var ki bizi gülümseten…

Gördüğüm kadarıyla mekanda

‘Yeşilçam’ havası ağırlıkta…

Sadece Yeşilçam yok aslında burada…

İşlemek istediğim şu. Hepimizin

anılarında, zihninde birileri

vardır. Bu sadece Yeşilçam odaklı

değil. Dünya odaklı düşündüm.

Frida örneğini verdim mesela…

Frida aramızdan birilerinde bir iz

bırakıyor. Türkan Şoray birilerinde

bir iz bırakıyor ya da Müslüm Gürses

de öyle… Ferdi Tayfur…

Eski kokuyor mekan ama insanı hüzünlendirmiyor…

Burayı diğer mekanlardan ayıran

özellik nedir?

Eskiye özlem var aslında… Ben yeniyi seven

bir adam değilimdir aslında ama burada yeniyi

ve eskiyi birleştirmek istedim. Karamsar

bir yere de sokabilirdim aslında sizi bu mekânda…

Eskiyi işlemeye çalışan her işletmeye

gidin genelde de öyledir. İç karartıcı bir durum

vardır. Ben istedim ki insanlar geldiğinde güzel

bir nefes alsın. Buradan Alaçatı’ya gittiğimizde

güzel bir nefes alıyoruz. Eskişehir’e geldiğimizde

bütün mekânlar, cafeler karamsar… Dünyada

öyle aslında… Bütün nostaljik cafeler hep

bir kahverengi, hep bir standart, aynı… Yüz

mekâna gideyim, hepsi aynı, hepsi yapılabilir.

Yaratıcılık yok.

Ne kadar süre de ortaya çıktı bu mekan?

Burayı 8 ay da yaptık. 8

ay da gökdelen yapıyorlar

düşünün. Çorbacıydı

burası, eski virane bir binaydı.

Eski yapısını da

bozmamaya çalıştık.

Herkes çok merak ediyorum.

O yüzden sormadan

edemeyeceğim. Kaç paraya

mal oldu?

(Gülüyor) Maliyeti beni

psikolojik olarak üzmüyor.

Belki de 3 milyon

harcamışımdır. Gecemi,

gündüzümü buraya verdim

ben. Ben 8 ay boyunca

burada uyudum.

Parayla ölçülecek bir şey

değil. Bazı şeylerin manevi

anlamı var. Burada 32

kişi çalışıyor. Buradaki insanları

gülerek çalıştırabilmek,

aile olabilmek çok

önemli… Görsellik sadece

parayla yapılabilecek bir

şey değil…

Çok teşekkür ediyorum. Biraz da Mehmet’i

dinlemek istiyorum. Mehmet Ateşli kim?

25 yaşındayım. İlkokuldan beri öğretmenlerim

resme yeteneğimin olduğunu söylüyor. Bütün

derslerim kötüydü ama resim dersim çok

iyiydi. Matematik dersinde bile resim yapıyordum.

Karamanlıyım. Aksaray Üniversitesi

Güzel Sanatlar Fakültesini kazandım. Birçok

üniversitede sınava girdim. Aydın’da birinci

oldum. Burada da ilk kez Organize Sanayi bölgesinde

bir yere yaptım resim, Barlar Sokağında

çoğu mekana resim yaptım.

Müslüm Gürses’in resminin olduğu bu duvara

‘Ünlü trafo’ adını koymuşsunuz. Neden Müslüm

Gürses tercih edildi?

Müslüm Gürses’e çok ilgi var. Müslüm Gürses

olmasını ben tercih ettim. Ölmeden önce genellikle

arabeskçiler dinlerdi, herkes dinlemezdi.

Filmden sonra patladı. Hayatını

öğrenince patladı. Öldükten sonra kıymete biniyorlar.

Müslüm Gürses yapalım dedik. Yaşam

mücadelesi var aslında. O yüzden tercih ettim.

Peki, neden ünlü trafo adını koydunuz?

Pandemi sürecinde biz burada resim yapıyorduk.

Saadettin açılmadan önce bile çok fotoğraf

çektiren vardı. Ünlü trafo diye geçiyor

burası… Öyle koyduk adını…

Belirli sürelerde değişecek mi buradaki resim

yoksa sabit mi?

Yok, sabit kalacak… Hikâyesi bu. Üstüne başka

bir resim yapılmaz. Ticaret gibi olur. Gerek

yok.

Bundan sonraki hedefin ne Eskişehir için?

Eskişehir’e imzamı atmak için büyük bir duvar

arıyorum. Devasa flamingolar yapacağım.

Barışla nasıl tanıştınız?

Bir mekana vos vos yapmıştım. Orada görmüşler

beni… Geldik mekanı gördük. Barış abi

benim hayalim hep nostalji dedi. Sonrasında

dostluğumuz ilerledi.

Çok teşekkür ederim bu nostaljik hikaye için…

Biz teşekkür ediyoruz.

21




Odunpazarı Belediye

Başkanı Kazım Kurt:

“DEVRiM ERBiL SAnATEVi

ODunPAzARI’nA çOK YAKIŞAcAK”

Odunpazarı’nı tarihin, kültürün, sanatın ve

bilimin merkezi yapmak için çalışmalarını

sürdüren Odunpazarı Belediye Başkanı

Kazım Kurt, Odunpazarı Tarihi Bölgeye yeni

bir sanatevi kazandırmaya hazırlanıyor.

Ünlü ressam Devrim Erbil’in adını taşıyacak

olan bu sanatevinin

çalışmaları ile yakından

ilgilenen Başkan

Kurt, çalışmaları yerinde

görmek için

Odunpazarı Tarihi

Bölge’ye giderek incelemelerde

bulundu.

Odunpazarı Belediye

Başkanı Kazım Kurt,

Odunpazarı’nı tarihin,

kültürün, sanatın ve

bilimin merkezi yapmak

için çalışmalarını

sürdürüyor. Odunpazarı

Tarihi Bölge’de

yer alan Cemalciler

Sokak’ta yaklaşık 150

yıllık tescilli bir konağı

sanatevine dönüştüren

Odunpazarı

Belediyesi, çalışmalarına

son sürat devam

ediyor. 3 katlı olan

konağa, Türkiye’nin

yetiştirdiği en iyi ressamlarından

biri olan

Devrim Erbil’in adının verilecek. Erbil’in

eserlerinin sergileneceği Devrim Erbil Sanatevi’nde,

aynı zamanda atölye çalışmaları da

yapılacak.

Sanatevi ile ilgili açıklama yapan Başkan

Kurt, “Ünlü ressamımız Devrim Erbil’in adını

vereceğimiz sanatevimizin çalışmaları yakında

tamamlanacak. Odunpazarı’nı tarihin,

kültürün, sanatın ve bilimin merkezi yapmak

için bir adım daha atıyoruz. Devrim Erbil Sanatevi

Odunpazarı’na çok yakışacak. Hemşehrilerimize

hayırlı uğurlu olsun” dedi.

ODunPAzARI BELEDiYESi ;

Odunpazarı Belediyesi, vatandaşları da can dostlarımız için duyarlı olmaya çağırdı.

24

Odunpazarı Belediyesi Kırsal

Hizmetler Müdürlüğü, Odunpazarı

Bölgesi başta olmak üzere

13 ilçede sokakta yaşayan hayvanların

kısırlaştırılması ve rehabilitasyonu

için 7 gün 24 saat

hizmet

kır-

veriyor. Ekipler

sal alanlar

dâhil ilçe

genelinde

belirli periyotlar

halinde

besleme

faaliyetlerini

aralıksız

sürdürüyor.

Sokakta yaşayan hayvanlar,

Odunpazarı Belediyesi Geçici

Hayvan Bakımevi’nde tedavi

ediliyor. İyileşinceye kadar bu

merkezde misafir edilen can

dostlarımız, daha sonra tekrar

doğal ortamlarına bırakılıyor.

Görevlilerce bakımevine getirilerek

çeşitli sağlık kontrollerinden

geçirilen hayvanlar için planlanma

yapılarak uzman veterinerler

ve ekibi eşliğinde aşılama,

kısırlaştırma ve rehabilitasyon

faaliyetleri yürütülüyor. Ekipler,

duyarlı vatandaşların ihbarlarını

da değerlendiriyor.

CAN DOSTLARIMIZ İÇİN

250 KÖPEK KULÜBESİ;

59 KEDİ EVİ

Geçici bakımevine getirilen yaralı,

hasta ve kötü durumdaki sokakta

yaşayan hayvanların

sağlık kontrolleri, uzman veteriner

ve ekibi tarafından yapılıyor.

Ekipler tarafından barınağa getirilen

hayvanlar, ilk önce triaj

odasına alınarak ön muayeneden

geçiriliyor. Daha sonra

konulan teşhisle birlikte hayvanın

tedavisine başlanıyor. Yapılan

bu çalışmalar sonucunda

sokakta yaşayan hayvanlardan


ODunPAzARI BELEDİYESİ’nDEn EĞİTİME TAM DESTEK

“Kadınları ve çocukları ile mutlu bir Odunpazarı”

sloganıyla çalışmalarını yürüten

Odunpazarı Belediyesi, Yeni Yol Okulları

ile bir protokol imzaladı. İmzalanan protokolle,

COVID-19 salgını nedeniyle eğitimde

yaşanan aksaklıkları gidermek ve öğrencilere

destek olmak amacıyla ortak çalışmalar

Merkezleri tarafından belirlenen 5., 6., 7.

ve 8. sınıf öğrencilerine Yeni Yol Kişisel

Gelişim Kursları tarafından uzaktan eğitim

videoları ve deneme sınavları yapılacak.

Yine Odunpazarı Gençlik Merkezleri tarafından

belirlenen 9., 10., 11. ve 12. sınıf

öğrencilerine Yeni Yol Özel Öğretim kurslarının

uygulamasından faydalanmalarına

olanak sağlanacak. Ayrıca Uluslararası Bakalorya

Projelerinde Odunpazarı Belediyesi

ile Yeni Yol Okulları ortak çalışma

yürütecek.

Başkan Kurt, imza töreninde Yeni Yol

Okulları ile aralarında imzalanan protoko-

yürütülmesi planlanıyor.

lün her iki tarafa da hayırlı olmasını

Odunpazarı Belediyesi ile

Yeni Yol Okulları ile protokol imzalandı diledi. Koronavirüs birçok alanda olduğu

Yeni Yol Okulları arasında

imzalanan protokol öncesi

Yeni Yol Okulları Kurucusu

Yiğit Şentürk, Yeni Yol Özel

Öğretim Kursları Koordinatörü

Hasan Mercan ve Yeni

Yol Özel Öğretim Kursları

Müdürü Bekir Kırlot, Odunpazarı

Belediye Başkanı

Kazım Kurt’u ziyaret etti.

Başkan Kurt ve Yeni Yol

Okulları arasında karşılıklı

olarak imzalanan protokole

göre Odunpazarı Gençlik

gibi eğitime de büyük bir

darbe indirdiğini ifade eden Başkan

Kurt, “Pandemi sürecinde eğitimin,

ciddi anlamda, aksadığı bir dönemde

bu protokolün bölgemizdeki çocuklar

için yararlı olacağına inanıyorum.

Bu konuda, bize destek olan Yeni Yol

Okulları kurucularına ve yöneticilerine

teşekkür ediyorum” dedi.

Yeni Yol Okulları Kurucusu Yiğit

Şentürk de Odunpazarı Belediyesi’nin,

Eskişehir için çok önemli işlere

imza attığını söyleyerek, Başkan

Kurt’a teşekkür etti.

GEnçLiK MERKEzinDE OnLinE EĞiTiM

Odunpazarı Belediyesi’nin, gençlerin hayatın her alanında

aktif olarak yer alabilmesi, kendi projelerini gerçekleştirebilmeleri

ve kişisel gelişimlerine destek olabilmek amacıyla

başlattığı online Gençlik Atölyeleri devam ediyor.

Geçtiğimiz Mart ayında koronavirüs nedeni ile çalışmaları

durdurulan Odunpazarı Belediyesi Ceren Özdemir Adalar

Gençlik Merkezi, yeni dönem atölye çalışmalarına online

olarak yeniden başladı. Haftada bir gün gerçekleştirilen

atölye çalışmalarına kayıt yaptıran herkes katılabiliyor.

İşaret dili, diksiyon, temel oyunculuk, modern dans ve kısa

film atölyelerine online olarak devam eden Ceren Özdemir

Adalar Gençlik Merkezi, böylece gençlerin koronavirüs tedbirlerine

uyarak çalışmalara katılmalarını sağlıyor.

HAYVAn DOSTu BELEDiYE

insanlara geçebilecek

zoonoz hastalıkların da

önüne geçiliyor. Odunpazarı

Belediyesi, ilçe sınırları

içerisinde can

dostlarımızın barınması

ve beslenmesi için 250

adet köpek kulübesi; 9

adet büyük 50 adet de

küçük kedi evi yerleştirdi.

Sadece vatandaşların refahı

için değil, hayvanların

da refahı ve

mutluluğu için de çalıştıklarını

söyleyen yetkililer,

vatandaşlardan

sokakta yaşayan dostlarımızı

unutmamaları istedi.

25


UZAKTAN EĞİTİMDE

BAŞARI İÇİN

NE YAPMALI?

Eskişehir Özel Ümit Hastaneleri

Psikoloğu Seda Gün

Namal, pandemide uzaktan

eğitim sürecinde çocukların

yaşayabileceği sorunlar

hakkında konuşarak, dikkat

eksikliği ve hiperaktivite

sorununa ilişkin bilgi verdi.

Pandemi ile birlikte pek çok yeni kazanımın

alışkanlık haline getirildiğini ifade eden

Psikolog Namal, “Bunun beraberinde eğitim

sisteminde de yeni düzenlemeler hayatımıza

girdi. Uzaktan eğitim süreci eğitimin devamlılığı

adına öğrencileri ekran karşısına getirdi.

Geçtiğimiz süreçte ekran karşısında eğitimin

yüz yüze eğitimden birtakım farklılıkları olduğu

gözlemlendi. Uzaktan eğitimde yüz yüze

eğitimde olan ‘etkileşim, öğrenme ortamı ve

öğretmenin sınıf yönetimi’ konuları bir takım

farklılıklar gösterdi. Uzaktan eğitim algısının

öğrencilerin ‘performansı’ ile yakından ilişkili

olduğu düşünülmektedir. Etkileşimin etkililiği

ile ilgili öğrencinin algısı da öğrenme sonuçlarını

etkilemektedir” ifadelerini kullandı.

uzAKTAn EĞİTİMDE ETKİLEŞİM

Bilgisayar kullanma imkanı, motivasyon

ve uzaktan eğitim algısının, uzaktan eğitimdeki

başarıda birincil öneme sahip olduğunu

belirten Seda Gün Namal, “Bunlar sağlanmadığı

takdirde, eğitim açısından, uzaktan eğitim

başarılı sonuçlar vermeyebilir. Etkileşimin,

dersin derinlemesine kavranmasında ve yanlış

anlaşılmaların giderilmesinde birincil derecede

öneme sahip olduğu sonucuna varılmıştır.

Etkileşimsiz bir uzaktan eğitim

ortalama düzeyde, dersin kavranmasında

sorun yaşamasa da, etkileşimsiz bir uzaktan

eğitim uygulaması, eğitim açısından derinliğin

sağlanmasında, sınıf ortamındaki

eğitimin başarısını sağlayamamaktadır”

şeklinde konuştu.

İlkokul ve ortaokul seviyelerinde eğitim

gören çocuklarda eğitim ortamını hazırlamanın

aile ve çocuk arasındaki

düzenleme ile sağlanır hale geldiğini

vurgulayan Namal, “Uzaktan eğitim sürecinde

sorumluluk bilincine sahip yapılandırma

ve organize etme becerisi iyi olan

çocuklar sürece daha kolay uyum sağlayabilmektedirler”

dedi.

AİLELERE ÖnERİLER

Ailelerin çocuk okula giderken sahip olduğu

rutinleri uzaktan eğitim sürecinde de

sağlıyor olması çocukların dikkat ve eğitimin

evden dahi olsa ehemmiyetini anlamaları

için yardımcı olacağına dikkat çeken

Namal, neler yapılabileceğini şöyle anlattı:

“Kahvaltı saatleri düzenlenebilir, eğitim

sırasında giyeceği kıyafetleri bir gün

önceden seçilebilir. Evde ders saatleri içerisinde

bulunacağı mekân çocuk ile birlikte

karar verilir ve bir anlaşma sağlanır.

Çalışacağı ortamda ihtiyaç duyacağı malzemelerin

çocuğun erişebileceği şekilde halihazırda

yanında olması ortamda kalmasını sağlar,

odaklanmayı çeldirici engeli ortamdan kaldırır.

Ders esnasında görsel ve işitsel uyaranlardan

izole bir ortam oluşturulması ve ders sırasında

sürdürülebilir olması önemlidir. Uzaktan eğitim

sürecinde interaktif bir ortamın sağlanması

son derece önemli görünüyor. Çocukların

katılım sağlamaları, dersten kopmamaları

adına ve ders öncesi hazırlık çalışmaları açısından

destekleyici olabiliyor. Kavrama, öğrenme

becerilerini destekliyor. İşlenecek konu

hakkında yapılacak kısa ön araştırmalar çocukların

dersi dinlerken konudan kopmamalarını

sağlıyor.”

Psk. Seda GÜn

nAMAL

Psikolog

DİKKAT

EKSİKLİĞİ VE

HİPERAKTİVİTE

Odaklanma

ile ilgili sorun yaşayan

çocukların

olabileceğini

kaydeden

Namal, "Böyle

bir durumla

karşılaştığımızı

anlayabilmek

için bazı

terimleri

bilmekte,

sinyalleri farketmekte fayda vardır.

Dikkat iç ve dış uyaranları ihmal ederek bir

iş üzerinde odaklanmaktır. Dikkat Eksikliği

ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocuklar

için bu dikkati sağlamak kolay değildir"dedi.

Geçmişte tek başına dikkat eksikliği

bozukluğu, hastalık olarak tanımlanmadığı

için bu bozukluğa sahip birçok kişinin hayatı

boyunca başarısız olarak damgalanarak, akademik

başarıları düşük kişiler olarak kabul

edildiğini aktaran Namal, şu bilgileri verdi:

“Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

genetik geçişli, biyolojik bir hastalıktır.

Üstelik anne babasından birinde DEHB olan

çocukların DEHB geliştirme oranı diğer popülasyona

göre daha yüksektir. Aynı zamanda

rahatsızlığın, kardeşte de ortaya çıkma ihtimali

topluma kıyasla daha yüksektir. Prematüre

doğum ve ciddi kafa travmalarının da

DEHB nedenleri arasında olduğu kabul edilmektedir.

Dikkat eksikliği varlığında en sık

görülen belirti, okul başarısındaki düşüklüktür.

Çocuk derse konsantre olamaz, dikkatini

bir süre toplayabilse bile dikkatini koruma

noktasında sıkıntı ve güçlük yaşar. Genellikle

hayallere dalma, anlatılanları dinlememe,

kendi dünyasına kapanma şeklinde dalgınlıklar

yaşar. Buna Hiperaktivite eşlik ediyor ise

çocuklarda sürekli aşırı hareketli davranışlar

mevcuttur. Dürtüsellik ise kişinin yapılan eylemin

sonuçlarını düşünmeden yapılan ani

davranışlar şeklinde görülür. Çocuklarda bir

işi yaparken sabırsızlık, aniden arkadaşlarının

elinden oyuncaklarını alma, oyun sırasında

sırayı beklememe, karşısındaki

konuşurken sürekli sözünü kesme ile kendini

gösterebilir. Tüm bunlara ek olarak, kendini

tehlikeye atacak davranışlarda da bulunabilir.”

uzMAnLA GÖRÜŞÜn

Çocukta bu gibi sinyaller var ise uzmanla

görüşmenin doğru olacağını belirten Psikolog

Seda Gün Namal, “Yapılan testler ışığında

dikkat tipi, sorunu, düzeyi belirlenip, bazen

ilaçla tedavi edilebilir; bazı durumlarda ise

psikolojik destek türlerinden biri olan terapi

de süreç boyunca uygulanabilir. Ailenin

tedavi süreci boyunca anlayışlı ve sabırlı olması

gerekir. Çocuğun yaptığı eylemlerin yaramazlıktan

değil, bir rahatsızlıktan

kaynaklandığı unutulmamalıdır” dedi.

26


Bu Hastalık Korona’dan

Daha Tehlikeli

Eskişehir Özel Ümit Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı

Uzm. Dr. Murat Taraktaş, kalp hastalıklarının Koronavirüs

’ten daha çok ölüme neden olduğunu söyledi.

Dr. Murat Taraktaş, “Dünyadaki

ölümlerin en sık nedeni kalp ve damar

hastalıklarıdır, kanser daha sonra geliyor.

Kalp ve damar hastalıkları nedeniyle

Koronavirüs’ten çok daha fazla

insan yaşamını yitiriyor. Tabi Koronavirüs’ü

daha korkutucu kılan bulaşma riskinin

çok yüksek olması” dedi. Kalpkrizi

vakalarında özellikle 45 yaş altında

ölüm oranının çok daha fazla olduğuna

dikkat çeken Dr. Taraktaş, “Bu, yüzde

40’lara varan oranlarda olabiliyor” dedi.

Taraktaş aynı zamanda, kalp hastalarının

Korona’ya karşı da daha dikkatli olması

gerektiğini belirtti.

HAnGİ FAKTÖRLER

RİSKİ ARTTIRIYOR

Kalp hastalarında ani tansiyon iniş

ve çıkışları kalp krizi riskini arttırdığına

dikkat çeken Taraktaş, kalp krizi belirtilerini

ise şöyle sıraladı:

“Tipik belirtiler; göğsün ortasında

fil oturur gibi baskı şeklinde yakıcı,

boğaza alt çeneye yayılan ağrıdır,

genellikle efor sonrası ortaya çıkan

ağrılardır. Bu ağrılar kalp krizi esnasında

20 dakikadan daha uzun

süren ağrılardır. Kalp krizi alt

çene, diş ağrısı gibi hiç beklenmedik

belirtiler de verebiliyor.

Kalbi besleyen damarlar tutulduğu

gibi sinir sistemi de tutulduğu

için, özellikle şeker

hastaları kalp krizi geçirdiğini

fark etmeyebiliyor.” Dr. Taraktaş,

kalp krizi riskini arttıran

faktörleri ise; “Şeker hastalığı,

tansiyon hastalığı, sigara kullanımı, hareketsiz

yaşam, obezite , ailede genç

yaşta kalp krizi görülmesi, erkek cinsiyet,

bel çevresi genişliği, stresli ve hareketsiz

yaşam ve erken menopoz” olarak

sıraladı.

ÜzÜnTÜ DE nEDEn OLABİLİYOR

“Kalp vücuttaki pek çok şeye yanıt

verebiliyor, üzüldüğünüz zaman veya

vücuttaki idrar yolu enfeksiyonunda

kalp daha hızlı atabilir” diye konuşan

Taraktaş, bunu, “Eşi vefat ettiği için aşırı

üzüntüden kalp krizi geçiren bir hastamız

olmuştu, damarda herhangi bir tıkanıklık

yoktu ani üzüntüyle damarın

büzülmesi söz konusuydu.” örneği ile

anlattı. Özel- likle bazı uyuşturucu

maddelerin kullanımının

da

kalp krizine

neden olabildiğini

belirten

Murat

Taraktaş,

“Kanda pıhtılaşmalar

da

kalp krizine

neden olabiliyor,

uzm. Dr. Murat

TARAKTAŞ

Kardiyoloji Uzmanı

bunun en önemli nedenlerinde biri de sigara”

şeklinde konuştu.

ERKEn MÜDAHALE çOK ÖnEMLİ

Kalp krizinde erken müdahalenin de

çok büyük önemi olduğuna dikkat çeken

Dr. Taraktaş, “Kalp krizinin en ölümcül

kısmı ilk 1 saattir, ilk 1 saatte erken müdahale

ile şok yapılması ile hastalar düzeliyor,

ancak geç gelindiğinde beyne

kan gitmemesi sonucunda beyin ölümü

gerçekleştiğinden kalp çalışsa da faydası

olmayabiliyor” dedi. Taraktaş, “Kalp krizinin

kalpte nasıl bir hasar bıraktığı

önemli, ilk olarak hastanın yaşaması

önemli, sonrasında kalp yetmezliğinin

takip edilmesi çok önemli, bir tanı ve tedavi

yöntemi olan anjiyo sayesinde bu

riski elimizden geldiğince azaltıyoruz”

ifadelerini kullandı.

SİGARA VE HAREKETSİz YAŞAM!

Genelde kalp krizi geçiren insanların;

sigara kullanan, kızartma ve hamur

işlerini çok tüketen hareketsiz kişiler olduğunu

ifade eden Dr. Taraktaş, şunları

söyledi: “Tüm bunların değiştirilerek

yeni bir yaşam tarzının benimsenmesi

gerekiyor. Kalp sağlığımızı korumak için

sporun hayatımızda rutin hale gelmesi

gerekiyor. Çocuklara örnek olarak sporun

günlük hayatın bir parçası haline getirilmesi

gerekli, hayatımızın geri kalanı

için yapabileceğimiz en güzel yatırım

spor. Sigara ile sporun bir arada olması

ise çok tehlikeli. Yürüyüş yapmak, dengeli

beslenmek, düzenli uyku üçlüsü

mutlaka olmalı. Ailesinde kalp hastası

olanlara 30 yaşından sonra 2 yılda 1, 40

yaşında sonra yılda bir, ailesinde kalp

hastası olmayanlara ise 35 yaşından

sonra 2 yılda 1, 45 yaşından sonra ise

yılda 1 kalp doktoruna görünmelerini

öneriyorum.”

27


İşsiz kalınca yeteneğini keşfetti

Kadın isterse

her şeyi yapar

2 Çocuk annesi olan Sağlık Teknikeri Şerife Yorgun

hastane kapanıp işsiz kalınca resim yapmaya

başladı. O günden bu yana 4 yıldır muhteşem resimler

ortaya çıkardı.

Başarıya imza atmış, yürünmeyen

yollarda yürüyen o kadınları, öykülerini

yazmaya devam ediyorum,

edeceğim…

Onlardan birisiyle daha tanıştırıyorum

sizleri…

Şerife Yorgun…

Kadın ressam…

Şerife Hanım’ı diğer ressamlardan ayıran

özellik 4 yıldır resim yapıyor

olması…

İşsiz kaldıktan sonra merak sarıyor

birdenbire…

İlgisini çekiyor.

Çizimler yaptıkça geliştiğini

fark ediyor.

Ama tablolarını bir görün!

Bir profesyonel ressam kadar

harika işlere imza atmış.

Özellikle beyaz bir atı resmettiği çizim

var ki kendisi de yanı başında duruyor.

Muhteşem bir detay…

Adımlar Cafe’de buluşuyoruz Şerife

Hanım ile…

O gün bende bir telaş…

Geç kalıyorum randevuya biraz…

O erkenden gelmiş, beni bekliyor.

Selam verdikten sonra oturuyorum yanına…

Mütevazi, naif, şık bir kadınla başlıyoruz

sohbete…

4 senedir resim yaptığından bahsediyor

ilk olarak naif tonuyla, kendisini anlatıyor:

28

“İŞSİZ KALDIKTAN SONRA

RESSAM OLDUM”

“Aslen Antalyalım ama Eskişehir’de yaşıyorum.

33 yaşındayım. Evliyim. 2 çocuğum

var. Sağlık teknikeriyim. İşsiz

kaldıktan sonra da, hastane kapadıktan

sonra resme merakım başladı. 4 yıl

oldu. 4 yıldır resim yapıyorum.”

Bir yandan soğuk suyunu yudumlarken

anlatmaya da devam ediyor:

“Öncesinde resme ilgim yoktu. Birkaç

sene önce evde resim çizerek başladım.

Daha sonra yağlı boya tablolar öğrenmek

için eğitim aldım. Kurs eğitiminden


sonra da evde devam ettim. Kurs eğitimim

bir buçuk yıl sürdü. Sipariş üzerine

de çalışıyorum aynı zamanda…”

En çok hangi konularda çizim yaptığını

soruyorum:

“Hayvan figürleri çok yaptım. Portre ve

hayvan figürleri üzerinde çok çalışıyorum.

Manzara resimleri yaptıklarım da

var.”

Anlatırken gözlerinin içi gülüyor, gülüyorsa

en içi severek yaptığını anlıyorum.

“Var mı çizdiğin herhangi bir resmin hikayesi?”

diye devam ediyorum.

Biraz durgunlaşıyor.

Şöyle konuşuyor: “Bir kişi aramıştı. Papağanları

varmış. 1 yaşında ölmüş. Hayatımıza

sayısız güzellik kattı ve biz onu

bizimle yaşasın diye ölümsüzleştirmek

istedik. Resmini çizdirdi bana. Evin en

sevdiği köşesine astılar tabloyu. Beni

çok etkilemişti.”

“RESİMLERİM

SOSYAL MEDYADA

BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ”

Kısa bir sessizlik oluşuyor.

“İlgi nasıl resimlerinize?” diyerek sessizliği

dağıtıyorum.

Anlatıyor aynı sakinlikte:

“Evde çizim yapmıştım. Facebookta paylaşmıştım.

Çok ilgi görünce gece gündüz

çizimler yapmaya başladım. Çizdikten

sonra da kursa yazılmaya karar verdim.

Kursta da hem kara kalem eğitimi hem

de yağlı boya eğitimi almış oldum. Şimdi

de evde yapıyorum. İki tane sergim

oldu. Çok güzel tepkiler aldım. Beyaz

bir at yapmıştım, twitarda paylamıştım.

Büyük bir tabloydu.90 bin beğeni aldı.3

buçuk milyon görüntüleme olunca haliyle

siparişler yoğunlaştı. İnsanlar bana

ulaştı. Evde de sipariş almaya başladım.”

RÖPORTAJ

Özge Zaim Sarıoğlu

“KADINLARIN

HAYELLERİ OLMALI”

Kendisini tebrik ediyorum, vaktini

almak istemiyorum fazla,

kadınlara bir mesajın olup olmadığını

soruyorum.

Şöyle tamamlıyor sözlerini:

“Kadınların hayalleri, idealleri

olmalı. Evde boş oturmasınlar.

Bende işsiz kalmıştım. Kadınların

mutlaka bir yeteneği vardır. Hem

kendilerini iyi hissetmek hem de geliştirmek

için uğraşmalı kadınlar. Çok güzel

hobiler var. İnsan kendini her alanda geliştirmeli.

Kadınlara tavsiyem mutlaka

hayalleriniz olsun. Yaşamak için mutlaka

bir amaç olmalı.”

Çok teşekkür ediyorum kendisine…

Hayallerine ulaştığı, tüm kadınlara

örnek olduğu için…

29


Zihinsel engelliler için

oluşturulan merkez

harikalar yaratıyor

Tepebaşı Belediyesi ile Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi (EOSB) işbirliğiyle hayata geçirilen Türkiye’de

ilk olma özelliğini taşıyan Engelliler Montaj Atölyesi, ülkenin pek çok yerinde örnek proje olarak

dikkat çekmeye devam ediyor. Her geçen gün daha da gelişen merkez, bu ay içerisinde önemli

gelişmeler yaşadı. “Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme Programı, düzenlenen tören ile

imza altına alınırken, bir başka anlaşma ile de yeni bir fabrika için daha özel bireyler parça üretmeye

başlayacak. Özel yetenekli bireyler ise, ortaya koydukları mücadele ile, fırsat verildiğinde

neler başarabileceklerini Tepebaşı’nda bir kez daha ispatladılar.

Tepebaşı Belediyesi’nin engelli bireylerin

sosyalleşmesine ve iş ortamlarına

katılmalarına yönelik hayata geçirdiği

örnek projeler, tüm kesimler tarafından

büyük beğeni ve takdir topluyor.

ÖN İMALAT ELEMANI

İÇİN PROTOKOL

Tepebaşı Belediyesi, Eskişehir Organize Sanayi

Bölgesi ve İŞKUR iş birliğinde hayata

geçirilen “Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü

Yetiştirme Programı protokolü düzenlenen

tören ile imzalandı.

Tepebaşı Belediyesi ve EOSB tarafından Türkiye’de

bir ilk olarak hayata geçirilen Engelliler

Montaj Atölyesi’nde gerçekleştirilen

törene; Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet

Ataç, EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir

Küpeli, İŞKUR Eskişehir İl Müdürlüğü yetkilileri,

Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Özel Eğitim Bölümü öğretim üyeleri ve özel

bireyler katıldı.

“HOBİ DEĞİL İSTİHDAM”

İmza töreninde davetlilere hitap eden Tepebaşı

Belediye Başkanı Dt. Ahmet Ataç, özel

çocuklar için hobi değil istihdam projeleri

ürettiğini belirterek, “2009 yılında ikinci kez

seçildiğimde, özel çocuklarımıza hobi değil

istihdam çalışmaları yapacağımızı söylemiştim.

Bunun da bugüne kadar hep arkasında

30

durdum. Bu tip projelerde dikkat ettiğimiz

iki şey var. Biri fırsat eşitliği, diğeri de ekonomik

getiri. Bunlar ön plana alınırsa her

zaman projeler önemli ve değerli oluyor.

Böyle olduğunda gençlerimiz toplum içindeki

yerlerini biliyor, becerileri gelişiyor, özgüven

kazanıyor ve ekonomik getirileri

oluyor. Bizim projelerimize baktığınızda

bunların hepsini içinde görürsünüz” diye konuştu.

Konuşmaların ardından Başkan Ataç, Başkan

Küpeli ve İŞKUR temsilcisi tarafından “Ön

İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme

Programı protokol metni imzalandı. Tören,

hep birlikte çektirilen hatıra fotoğrafı ile son

buldu.

SERTİFİKA ALARAK

ÜRETİME DAHİL OLACAKLAR

“Ön İmalat Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme

Mesleki Eğitim Programı ile 18 yaş

üzeri özel bireylerin ara insan gücü olarak

üretime katılması hedefleniyor. Programa

katılan bireylerin özgüvenlerini artırarak tüketiciyken

üretici konuma getirilmesi, toplumda

bir yer edinmeleri ve toplumun bir

parçası olduklarının hissettirilmesi sağlanacak.

Eğitim programı, 72 saat teori, 448 saat

de uygulama olmak üzere 520 saat ve 21

hafta olarak planlandı. Tepebaşı Belediyesi

ve EOSB iş birliğinde Türkiye’de ilk ve tek

olma özelliği ile hizmet veren Engelliler

Montaj Atölyesi’nde gerçekleştirilecek kurs

bitiminde katılımcı bireyler, ülke genelinde

geçerli olan bir sertifika almaya hak kazanacak.

Bireyler ayrıca kazandırılacak meslek

ile işgücü piyasasında istihdam edilerek

gelir de elde etmiş olacak.

EN AZ YÜZDE 25


İSTİHDAM HEDEFİ

Programa ile zihinsel yetersizliği

olan bireylerin istihdam edilebilmeleri

için gerekli olan beceriler,

sorumluluk, teknolojik uyum, kendini

yönetme, ekip çalışması, akademik

beceriler, iletişim becerileri

gibi kazanımlar elde etmesi amaçlanıyor.

Anadolu Üniversitesi Eğitim

Fakültesi Özel Eğitim Bölümü

ve Türkiye İş Kurumu Eskişehir İl

Müdürlüğü ile iş birliği halinde uygulanacak

programa, ilk aşamada

13 kişilik öğrenci grubu dahil

edildi. Kurs aşamasını başarı ile tamamlayan

öğrencilerin, Kurs sonunda

verilmesi planlanan beceriyi

edinebilen kursiyerlerin EOSB desteği

ile OSB’de yer alan fabrikalarda

en az yüzde 25 oranında

istihdam edilmesi hedefleniyor.

BUGÜNE KADAR 22 ÖZEL

BİREY İSTİHDAM EDİLDİ

Tepebaşı Belediyesi tarafından gerçekleştirilen

ve İŞKUR tarafından desteklenen projeler

kapsamında bugüne kadar eğitimlere

katılan 45 kişiden 22’si iş hayatına katıldı.

İŞ AĞLARI GİDEREK

GENİŞLİYOR

Öte yandan Tepebaşı Belediyesi ve Eskişehir

Organize Sanayi Bölgesi (EOSB) iş birliğinde

Türkiye’de ilk ve tek olma özelliği ile hizmet

veren Engelliler Montaj Atölyesi, bir fabrikaya

daha parça montajı yapacak.

Tepebaşı Belediyesi, EOSB ve Anot Makina

Kalıp Plastik arasında düzenlenen protokolün

imzalanması ile Engelliler Montaj Atölyesi,

bir yıl süre ile Anot demonte parçaların

montajını yapacak. Beyaz eşyalar için üretilen

malzemelerin montajını kapsayan protokole

Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet

Ataç, EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir

Küpeli ve Anot Makine Kalıp Plastik Genel

Müdür Yardımcısı Eray Gönenli imza attı.

Protokolün imzalanmasının ardından Eray

Gönenli, “Bu protokolün yapılmasıyla birlikte

hedefimiz aylık yaklaşık 100 bin ilave

parça vermek. Arkadaşlarımızın bunu başaracaklarına

eminiz. Kısa vadede bu sayının

da üzerine çıkacağımıza inanıyoruz.” diye

konuştu.

Tepebaşı Belediye Başkanı Dt. Ahmet Ataç

ve EOSB Yönetim Kurulu Başkanı Nadir Küpeli

de Gönenli’ye teşekkür ederek, bu girişimin

tüm sanayicilere örnek olması

gerektiğini ifade etti. Başkan Ataç ve Başkan

Küpeli, “Üretene engel yok” sloganı ile hareket

eden özel bireylerin, azim ve disiplinli

çalışma anlayışları ile kendilerini ispatladığını

belirtti.

FIRSAT VERİLDİĞİNDE

BAŞARIYORLAR

Yapılan anlaşmaların ardından “Ön İmalat

Elemanı” Ara İnsan Gücü Yetiştirme Programı

kapsamında eğitimleri devam eden

kursiyerler, projede yer almaktan dolayı

duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Kursiyerlerden

Serkan Sarı, “Atölyede eğitim almaya

başladım ve çok mutluyum. Burada

eğitmenlerimiz eşliğinde demonte parçaların

montajını yapmayı öğreniyoruz. Eğitimimiz

tamamlandıktan sonra ise Organize Sanayi

Bölgesi’ndeki fabrikalarda iş bulmayı umuyoruz”

dedi.

Barış Genç ise, “Öncelikle bizlere bu imkanı

sağlamasından dolayı Tepebaşı Belediye

Başkanımız Ahmet Ataç ve EOSB Başkanı

Nadir Küpeli’ye çok teşekkür ederiz. Burada

olmaktan dolayı çok mutluyuz. Burada demonte

parçaların montajını yapmayı öğreniyoruz.

Projenin sonunda sertifika alıp

fabrikalarda iş bulmak istiyoruz” diye konuştu.

Nilay Savaş da, “Bizlere böyle bir imkan sağlanmasından

ötürü çok mutluyuz. Proje tamamlanmasının

ardından sertifika alıp iş

hayatına atılmak istiyoruz. Ahmet Başkanımıza

ve Nadir Başkanımıza çok teşekkür

ederim” ifadelerini kullandı.

Kursiyerlerden Seher Uçar ise, duygularını

şöyle aktardı: “Projede yer almaktan dolayı

çok mutluyum. Burada hem arkadaş edindim

hem de iş öğreniyorum. Projenin tamamlanmasının

ardından bir yerde işe başlamak istiyorum.

Ahmet Başkanımıza ve Nadir

Başkanımıza bize bu imkanı sağlamasından

dolayı çok teşekkür ediyorum.”

31


ESKİ EĞİTİM SEN ŞUBE BAŞKANI- TARİH ÖĞRETMENİ SERKAN DEMİR İLE

YENİ ÇIKARDIĞI ‘BİR NEHİR GİBİ’ ŞİİR KİTABI VE ŞİİR SANATI ÜZERİNE…

“ÖĞRENCİLER TARİH SINAVI

OLURKEN BEN ÇOK ŞİİR YAZDIM”

Hava sıcak…

Eylül ayının ilk günleri…

Mevsim hüznün moduna girmeye

çalışıyor belli…

Yer yer dökülen kuruyan yapraklardan

anlıyorum.

Hüzne ne yakışır?

Elbet şiir…

Eğitim Sen Eski Şube Başkanı Serkan

Demir’in ‘Bir Nehir gibi’ adını verdiği şiir

kitabını gördüğüm an ulaşıyorum.

Böyle şiir kokulu bir aya konuk almazsam

nankörlük edeceğimi biliyorum.

Palmiye Cafe’de buluşuyoruz.

Önce kitabını imzalayarak hediye

ediyor bana…

Kişiye ait olan kitapların hediye

edilmesi ayrı sevindiriyor.

Röportajdan ziyade sohbet ediyoruz

Serkan Hocayla…

Öyle bir atmosfer var ortamda…

Sendikal yönüyle öne çıksa da Tarih öğretmeni

aslında...

Öğretmenliğe devam ettiğini anlatıyor bir

yandan…

Şairaneliği ise sevdiğini ifade ediyor.

‘Herkes bu yönü mü çok da bilmezdi açıkçası’

diye devam ediyor tane tane, bir öğretmen

edasıyla konuşurken…

Çaylarımızı söyledikten sonra ilk soruyu

yöneltiyorum: “Size böyle derinden yazdıran

ne oldu hocam?”

Gülümsüyor bir yandan anlatırken:

“Herkesin farklı sebepleri vardır ama duyguların

en yoğun olduğu süreç bende üniversite

birinci ve ikinci sınıftır. Çünkü her anlamda

duyguları yoğun yaşadığımız bir süreç. Memleketi

ben kurtarabilirim diye düşündüğümüz, özgüvenimizin

olduğu bir süreç. Okuduğumuz,

aşık olduğumuz bir süreç. Hem memlekete hem

de gönlünüze değen birine aşık oluyorsunuz.

Ben bunu iki başlıkla anlatabilirim. Birincisi

ülke sevgisi, diğeri ise aşk diyebilirim.”

“Şiirlerinizi okudum, hepsi ayrı bir hüzünlü

geldi bana, samimi… İlham kaynağınız

ne oldu?” diye devam ediyorum bir yandan

çekingen…

“O cÜMLELER uYuTMAz BAzEn…”

Şiir özeldir neticede, belki yanıtlamak istemez

diye düşünürken o tam tersine rahat…

Şöyle konuşuyor:

“Bunun net bir yanıtı yok. Hiç ummadığınız

bir an da doğada olabilir, yaşadığınız bir

olay da olabilir. Geçmiş olabilir, bir fotoğraf da

olabilir. Tabi o an da tüm insanların duyguları

da olabilir, benzer şeyleri hissedebiliyoruz. Çok

özel şeyler hissedenler de var ama tabi onu yazıya

dökmek çok ayrı. Bunu başarıp başaramadığımı

bilmiyorum ama bir kafeteryaya oturup

bir kurbağa ya da bir çekirgeye de şiir yazabilirsiniz.

Yani şiirin nerede ve nasıl geleceği belli

olmuyor. Bazen de yazmak gelmiyor içinizden…

Bir örnekle anlatayım. Çok yorgunum, uyumaya

çalışıyorum, kafam biraz meşgul ama aklıma

öyle cümleler geliyor ki kalkıyorum

hemen not alıyorum, sabah hepsi gidecek biliyorum.

Zaten duygu da odur. Cümleyi bir türlü

32

RÖPORTAJ

Özge Zaim Sarıoğlu

yakalayamazsınız, onun sancısı da odur. O an

kalkarsınız, yazmak zorunda olursunuz. Çünkü

uyutmaz o cümleler sizi… Yarın bu şiirleri kitaba

koyacaksınız diye değil, kendinizle dertleşmek,

belki de uyuyabilmek için…

Bir yandan çayımızı yudumlarken bir yandan

da sohbete kaldığım yerden devam ediyorum.

Her gün şiir yazıp yazmadığını merak

ediyorum.

O esnada bunaltıcı hava ufak bir rüzgar

esintisiyle az da olsa rahatlıyor.

‘İlginç bir yerde yazdığınız ve kalbinize dokunan

bir şiir oldu mu?” diyerek devam ediyorum.

Kısa bir düşünüyor, aklına geliyor ansızın

ve devam ediyor:

“Sınıfta yazmıştım bir kere… Tarihte öğrenciler

sınav olurken ben çok şiir yazdım. Tabi onları

da gözlemliyorum ama şiir de yazıyorum.

Örneğin ‘Harita’ şiirim de ben haritaya bir daldım

gittim, görev yaptığım yerler, memleketim,

oradaki nehirlerin bana dokunduğunu hissettim

o an da… Harita şiiri çıktı ortaya…”

“GİTTİĞİM HER ŞEHİRDE

nEHİR VARDI”

Hemen devam ediyorum arkasından: ‘Bir

Nehir gibi’ ismi oradan mı geliyor?

Geçmişse gider gibi kısa bir duraksıyor,

sözcükler daha ağır çıkmaya başlıyor:

“Hikâyesi uzun… Çok klasik bir isim geldi

bana önce… İlk kitabın ismini ‘Gideceğin Yer’ yapacaktım.

Farklı birçok şiir de bu cümle var kitabın…

Büyük oğluma yazdığım şiirin içinde de

bu cümle var. Birde özellikle o şiirde olduğu için

aldım. Ben köyde büyüdüm, çocuklukta gitmeyi

en çok sevdiğim, en gizemli yer, en uzak yer

nehirdi. Gittiğim her şehirde bir nehir vardı.

Nehir kenarlarında çok yürüdüm, fotoğraflarımın

çoğu nehir kenarında… Nehre biçtiğim anlamda

bitmiyor. Biraz da kendime benzettim.

Gibi orada zaten… Nehir olma şansınız yok.

Nehir gibi hissetmek şöyledir. Bazen nehir kenarında

kimse olmaz, dertleşirsiniz. Bazen siluetine

bakarsınız boş boş ama nehir bir çaba

içindedir. Dağları deler, coğrafyaları, gurbetleri

geçer. Siz dokunursunuz, başka bir yerde başkası

dokunur nehre… Ve her biri akmak ister bir

yere… Nehir hem güçlüdür, hem gizemlidir

hem amaçlıdır. Enginlere ulaşmak ister. Hissettiğiniz

o çabanın metaforu gibi geliyor. O

vurgusunda… Ondan dolayı bu ismi seçtim.”

Kısa bir sessizlik oluşuyor o esnada…

Sessizliğe kulak kesiyoruz birkaç saniye…

O sırada çaylarımızın bittiğini fark ediyoruz,

yine söylüyoruz.

Güzel sohbete demli çay iyi gidiyor sanırım…

“ŞAİRAnELİĞİ SEVİYORuM”

“Gelen tepkiler nasıl? İçinizde şair bir

ruh taşımanıza şaşırdılar mı?”

Gülüyor: “Evet, şaşırdılar. Şairim demiyorum

ama şairaneliği seviyorum. Bizde

belli kalıplar olduğu için belli konular sizin

özelinizdir. Şiir yazmak da öyle bir şey…

Şiir yazdığımı bilen insan sayısı çok azdır.

İnsanların şaşırması benim hoşuma gidiyor.

Yıllarca yazdım ama şiirliğine, derinliğine güvenemediğim

için çok belli etmedim. Sadece bundan

da değil. Yayınlamak için yazmadım şiirleri.

O şiirler amacına ulaştı bende… Dertleştim,

içimdeki duyguyu bir kağıda yazdım. Kitaplaşması

farklı bir süreç ve olay… Bence kitap olması

da gerekmiyor.”

“HER MESLEK ŞİİRE DEĞMELİ!”

Demode sorumu sormadan buradan ayrılmayacağımı

da belirttikten sonra “Öğretmenlik

mi şairlik mi?” diyorum.

Küçümsemiyor sorumu, uzun uzun yanıtlıyor:

“ İkisi de… Öğretmenlikle şairlik aslında çok

uzak değil… İkisinde de üretim var. Öğretmen

kendini yenileyen biriyse şiire değmeden

olmaz. Her mesleğin şiire değmesi gerektiğini

düşünüyorum. Doktorun, avukatın… Mesleğini

daha iyi icra edeceğini, empati yeteneğinin gelişeceğini

düşünüyorum. Öğretmene şiir yazmak

çok uygundur aslında… Öğretmenlik yapan

çok yazarımız var aslında… Rıfat Ilgaz öğretmendir,

Nazım Hikmet öğretmenlik yaptı, Sebahattin

Ali yaptı, Behçet Necatigil yaptı, Aziz

Nesin yaptı diye biliyorum. Öğretmenlik ve şair

zıt değildir. Öğretmenler için yazması daha kolaydır.

Hem yazı ile iç içeler, hem konuşmaları

gerekiyor, hep dersini anlatamaz, duygu dünyasına

girmesi lazım, okuyan da insanlar…”

“MAzLuM ÖĞREncİLERE

ŞİİR YAzDIM”

Daha fazla vaktini almak istemiyorum

Serkan Hoca’nın, bir öğrencisine şiir yazıp yazmadığını

soruyorum.

Şu sözlerle noktalıyor sohbetimizi:

“Yazdım. Daha çok mazlum, hayatta zorluk

çekmiş öğrencilere şiir yazdım. Eskişehir’e ilk

geldiğimde hayata daha çok bağlı ama aile olarak

yoksul öğrenciye şiir yazdığımı hatırlıyorum

ama kitap da yok. Genel anlamda bir

öğrenciye yazmaktan ziyade okula, okuldan dış

dünyanın nasıl göründüğüne, okulun bizde yarattığı

duygu dalgalanmalarına çok şiir yazdım.”

Bu keyifli sohbet için teşekkür ediyorum…

Eylül ayına yakışan şiir dolu bir sohbet imkanı

tanıdığı için bizlere…


Fotoğrafçılık sadece dış

dünyayı aktarmak değildir

bana kalırsa…

Makineye çektiren bir hissiyat

var elbet…

O el deklanşöre gidiyorsa,

duyguları da ona bir yandan

eşlik ediyorsa ortaya

muhteşem bir sanat çıkıyor.

Tıpkı şiir gibi…

O da sözcüklerle yapmıyor mu

yapması gerekeni?

Fotoğraf Sanatçısı- Şair Ömer

Asaf Tosun’la bir araya geliyoruz.

Fotoğraflardan, şiirden

konuşurken kendisine ait

fotoğrafları da inceliyorum bir

yandan…

İçinde öyle kareler var ki

hikayesini hiç bilmememe

rağmen en baştan yazarım herhalde

diye düşünüyorum.

Çünkü anlatıyor anlatması

gerekeni…

Ömer Bey’in bir diğer özelliği

ise fotoğrafla şiir sanatını

birleştiriyor olması…

Şiirin kafamızda oluşturduğu

imgeleri gerçekliğe

dönüştürüyor.

İmgeler karşımızda duruyor

belki de kim bilir?

Çağdaş Gazeteciler

Derneği’nde bir araya

geldiğimiz Ömer Beyle kısa

ama güzel bir sohbet

gerçekleştiriyoruz.

Hep hüznü, şiiri, duygusallığı

konuşmadık!

Çok güldüğümüz anlar da oldu.

Ama…

Bir şiirini okudu ki…

Kalbimde bir yerlerde

dokunmadı desem yalan olur:

“yağmurun ardına saklanmış Sizi tanıyalım

şehrin kirli yüzü;

mı öncelikle?

bulut sayıklarken gece vakti Sanırım en zor

başından geçenleri...

sorudan

başladık.

sabahlar örneğine tapmış Ankara’ da

çiçekler renginden dertli; doğup büyümüş

yitik bir gülümseme rastlamış bir

suyun kenarında, o istasyonda...

Bu anlamda

Eskişehirliyim.

dörtte üç

insan,

Eskişehirli

ağladığı kadar sorunca dörtte bir

kendine..."

Ankaralı

sayılırım. Emekliyim.

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme

Bölümünden ayrıldıktan sonra; Anadolu Üniversitesi

İktisat Bölümü (Lisans) ve daha sonra

Fotoğrafçılık ve Kameramanlık (Ön lisans) Bölümlerini

bitirdim. Şu anda Ankara Tıp Fakültesi beşinci

sınıfında okuyan Öykü’mün babasıyım. Uzun yıllar

Çankaya Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak

çalıştım. Üniversitenin Güzel Sanatlar Biriminde

“Temel Fotoğrafçılık” dersleri verdim. 2018 yılında

çok özel ve çok güzel bir nedenden dolayı

Eskişehir’e tamamen yerleşme kararı aldım. Bu

karar doğal olarak severek yaptığım üniversitedeki

görevimden ayrılma kararını da beraberinde getirdi.

Bugünlerde her zamanki gibi iki bozkır

arasında mekik dokuyarak yaşıyorum.

“YEDİĞİM FIRçADAn SOnRA

KIYMETİnİ AnLADIM”

Fotoğraf sanatına ilginiz nasıl başladı?

Fotoğraf sanatına ilgim; yedi sekiz yaşlarında rahmetli

büyükbabamın fotoğraf makinesini elimden

düşürüp kırmamla başladı. Yediğim fırçalardan

sonra fotoğraf makinesinin kıymetli bir şey

olduğunu çabucak kavradım. Daha sonraları 1986 –

87 yıllarında Ankara Fotoğraf Sanatçıları

Derneğinde (AFSAD) ilk temel eğitimi alarak

fotoğraf dünyasına adım atmış oldum. O günden bu

yana, bazen uzun süreli uzaklaşsam da beni

heyecanlandıran bir konu karşıma çıktığında

Fotoğraf sanatçısı-şair

ÖMER ASAF TOSUN ile

“Şiirin fotoğraflarla

buluşması“ üzerine

makineyi hevesle boynuma geçirmeye devam ediyorum.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki;

fotoğrafta usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Bu anlamda

benim şansım; Türkiye’nin en önemli fotoğraf

sanatçılarından biri olan sevgili hocam İbrahim

Demirel’dir. Onunla her zaman usta-çırak, hep dost

ve yeri geldiğinde baba-oğul gibi uzun yıllardır

süregelen ilişkimizdir. Bana kattığı değerler için

kendisine minnettarım.

Fotoğraf konusunu belirlerken önceliğiniz

nedir?

Fotoğraf üretimini kurgusal ve belgesel olarak

kabaca ikiye ayırırsak, ben işin daha çok belgesel

tarafındayım. Elbette kurgulayarak ürettiğim

fotoğraflar da var ama belgesel fotoğrafçılık

başından beri beni çok daha fazla cezbetti. Tek tek

fotoğraflar kurgulamak yerine, ilgimi çeken bir

konuyu çoklu fotoğraflarla tümdengelim ya da

tümevarım yöntemleriyle, belgesel tarzda anlatabilmeyi

her zaman tercih ettim. Dolayısıyla

önceliğim her zaman bu yönde oldu.

“ŞİİRLERİ FOTOĞRAFLAMAK

BAnA AYRI DEnEYİM KAzAnDIRDI”

Fotoğraflar aslında kompozisyondur. çok şey

anlatırlar anlayana… çektiğiniz bir fotoğrafın

hikayesini dinlemek isteriz…

Biliyorsunuz geçen ay sevgili dostum Birtürk

Özkavak ile beraber kolektif bir çalışmayla

ürettiğimiz kitabımız yayınlandı. Birtürk, memleketi

olan Hacıbektaş coğrafyası ve kültürü üzerine

hazırladığı dosyasındaki şiirleri fotoğraflamam

önerisiyle geldi. Bugüne kadar herhangi bir

görselden etkilenip yazdığım şiirler olmuştu fakat

bir dosyadaki şiirleri tek tek fotoğraflamak önerisi

beni hem ürküttü hem de heyecanlandırdı. Çok da

derinlemesine birikiminiz olmayan bir konudaki

şiirleri fotoğraflamak bana da yepyeni bir deneyim

kazandırmış oldu. Her fotoğrafın bir hikayesi vardır.

Bu deneyimle birlikte kitaptaki her fotoğraf,

hikayesini de beraberinde sunmuş oldu. Umarım

benzerleri arasında hoş bir örnek olarak yerini alır.

Siyah-beyaz fotoğraflar hüznü mü anlatmak

zorundadır? Gülümserken de çekilemez mi?

RÖPORTAJ

Özge Zaim Sarıoğlu

Siyah-beyaz çekim yapmak benim çok keyif aldığım

bir alan. Hem belgesel fotoğrafa hem de özellikle

portre çekimlere çok yakıştırıyorum. Ama hüzün

konusunda öyle bir ayrımım yok. Sanırım siyahbeyaz

fotoğraflar hüznü değil de daha çok geçmişi

anımsattıklarından dolayı böyle bir algı var. Yoksa

dünyaca ünlenmiş; acıyı, kederi, çaresizliği ve

hüznü anlatan pek çok renkli çekilmiş fotoğraf var.

Bence hüzün insanın ana duygusudur ve diğer

bütün duygularımız onun üzerinde şekillenir. Bir

gün doğaya karışacağının bilinciyle yaşayan tek

canlı türüyüz. Dolayısıyla mizah duygumuzu bile

biraz eşelediğimizde derinlerde bir yerde hüzün denilen

ana damarla karşılaşırız gibi gelir bana…

“ŞİİR VE FOTOĞRAF BİRBİRİnE

çOK YAKIŞIYOR”

Daha çok şair olarak tanınıyorsunuz. Şiir ve

fotoğrafı buluşturmaya nasıl karar verdiniz?

Şiir ve fotoğraf öteden beri birbirine çok yakışan iki

ayrı disiplin. Bazen bir şiir fotoğraf gibi bazen de

bir fotoğraf şiir olup çıkar karşınıza. Sanırım bunun

nedeni, şiir okurken konusuyla ilgili görsellerinde

belleğinizde uçuşmaya başlamasıdır. Ya da estetik

düzeyi yüksek bir fotoğrafı incelerken aynı zamanda

konusunun gönderme yaptığı alanla ilgili

cümleler kurmaya başlar belleğiniz. İşte bu hâli

sevgili dostum Birtürk Özkavak’la birlikte

somutlaştırmaya karar verdik. Sonuçta böyle bir

eser ortaya çıktı.

Şiir kitaplarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

Uzun yıllardan beri, belki fotoğraftan da önce şiirle

ilgiliyim. Biriken dosyalarımdan seçtiklerimden

oluşan ilk şiir kitabım “ala pranga” 2015 yılında

yayınlandı. İkinci şiir kitabım olan “çelişigüzel” ise

bu yılın Ocak ayında çıktı.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak şunları söyleyebilirim. Eskişehir benim

için zaten bir şiirdir. Bu keyifli söyleşi için başta sen

olmak üzere tüm gazete emekçilerine teşekkür

ediyorum. Ve elbette şehrimizdeki şiir ve fotoğraf

dostlarına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum.

33


Plyos kasabasının Volga

Nehri’nden görünümü.

RUSYA’NIN İSVİÇRESİ:

Gezi

zEKİ

PEKGEnç

PlyOS

Gemimiz Rusya’nın kalbinde yol alıyor.

Volga Nehri’nin iki yakasındaki manzara

doyumsuz. Ormanların içindeki

ve nehir kıyısındaki Rusların daçaları bu

manzarayı daha da güzelleştiriyor. İğne

yapraklılar ile yaprağını döken ağaçlar bir

arada. Sonbaharın yarattığı renk armonisi

şahane. Tabiat yeşil, sarı, kahverengi ve kızıl

renklere bürünmüş.

Volga üzerindeki en büyük beş baraj gölünden

birisi olan Gorki Rezervuarı’nda gidiyoruz.

Biraz sonra varacağımız kente

yaklaştıkça peyzaj daha da güzelleşti. Nehrin

iki kıyısındaki evler, tesisler son derecede göz

alıcı. Sanki bambaşka bir ülkeye geldik.

Geldiğimiz bu cennet gibi yer, Moskova’nın

370 kilometre kuzey doğusundaki Plyos

(Ples) Kasabası. 1142 yılında kurulmuş. Mikro

iklime sahip olması nedeniyle, on yıllardır bir

sayfiye ve popüler tatil yeri. Aynı zamanda

hiç bozulmamış tarifsiz güzellikte bir 19.

yüzyıl taşra kasabası.

Beni burada çok şaşırtan şey; Kostroma

şehrinden itibaren nehirden dümdüz

gelmemiz oldu. Yani yükseğe, dağlara

çıkmadık. Ama tabiat ve iklim inanılmaz

şekilde değişti. Buranın denizden yüksekliği

sadece 140 metre! Ancak, etrafımıza baktıkça

kendimizi Alp Dağları’nın arasında bir yerde

hissediyoruz. Adeta dingin bir göl gibi duran

Volga, iki yakasından yükselen yemyeşil yamaçlar,

tertemiz bir hava, asude bir çevre. Her

biri bir sanat abidesi ahşap evler, doğaya

uyum sağlamış tesisler.

Buraya «Rusya’nın İsviçre’si» diyorlar.

Volga Nehri’ne paralel bir şekilde uzanan

kasaba sadece 3 kilometre karelik bir alanda.

Nehir kenarında boydan boya uzanan bir

caddesi var. Cadde üzerinde tütsülenmiş,

çeşit çeşit Volga balıklarını, el işi keten hediyelikleri

satanları görüyoruz. Nehir manzaralı

kafeler ve şık lokantaların bulunduğu cadde

ile Volga arasında da “Sanatçılar Patikası”

uzanıyor. Yamaçlardan bu caddeye ve

dolayısıyla nehre dik uzanan sokaklarda

harika görünümlü geleneksel ahşap Rus evlerinden

gözümüzü alamıyoruz. Kapı ve

34

pencerelerinin pervazları ahşap dantelli ve

canlı renklerle boyanmış. Yağmur olukları

bile birer sanat eseri. Neredeyse tüm evlerin

fotoğrafını çektim. Büyükçe olanların bazıları

butik otel ya da pansiyon olarak işletiliyor.

Şimdi bazı zenginler, yazarlar, besteciler eskiden

çarlık aristokratlarının ya da yerel

tüccarların yaşadığı evleri satın alıyormuş.

Sahilde bir yat kulübü ve yakın zamanda inşa

edilmiş modern mimaride ve fakat çevreyle

uyumlu iki tane dört yıldızlı konaklama tesisi

var.

NÜFUSU SADECE ÜÇ BİN OLAN PLYOS’TA

BİR TİYATRO VE BEŞ TANE MÜZE VAR

Bu kasabaya gezmeye gelenlerin başını

sanatçılar çekiyormuş. Özellikle de peyzaj

ressamları. Nüfusu sadece üç bin olan

Plyos’ta bir tiyatro ve beş tane müze var. En

meşhuru «Peyzaj Resimleri Müzesi». İki yüz

yıl önce inşa edilmiş, eskiden bir tüccar malikânesi

olan üç katlı binada Rusya’nın

meşhur ressamlarının eserleri sergileniyor.

Müze çok düzenli bir şekilde dizayn edilmiş,

birçok salonu var ve iç ışıklandırma mükemmel.

Görevliler her salondaki eserleri ve

sanatçılarını detaylı olarak anlatıyor. Üç salon

Levitan ve Kuvshinnikova’nın peyzaj resimlerine

ayrılmış, Levitan’ın 22 eseri

Kapı ve pencerelerinin pervazları ahşap dantelli

ve canlı renklerle boyanmış geleneksel ahşap

Rus evleri birbirinden güzel.

sergileniyor. Ayrıca, giriş katında dönemsel

sergiler düzenlenip, yerel sanatçıların resimleri

satışa sunuluyormuş.

Plyos’un bu denli üne kavuşmasının önemli

bir nedeni de Rus realist ressam Isaac Levitan‘ın

buraya gelip, Volga kıyılarının resimlerini

yapmış olması. 1860 – 1900 yıllarında

yaşamış olan, Rusya’nın en ünlü peyzaj

ressamı Levitan’ın burada kaldığı, nehre paralel

caddedeki özgün Rus mimarisinde inşa

edilmiş ev de şimdi ayrı bir müze. Asma

katından tüm Volga vadisi ve nehir görülüyor.

Evde, sanatçının burada kaldığı süreçte

kullandığı eşyaları ile bazı eserleri

sergileniyor.

Levitan, doğanın şekillerinin, insan ruhunun

koşullarının taşıyıcısı olduğu fikrini öne

çıkaran bir tarz üretmiş. Çalışırken, en çok ormandaki

ya da kırsaldaki şiirsel yerlere

yönelmiş. Çalışmalarının karakteristik

özelliği, büyük oranda insan varlığından yoksun

olan pastoral manzaraların ortasında,

neredeyse hüzünlü ve melankolik bir kompozisyon

anlayışıdır.

Şehrin güney yamacında, tüm Volga vadisini

gören tepeye «Levitan Dağı» ismi verilmiş. Buraya

sanatçının çok anlamlı bir bronz heykeli

yerleştirilmiş; hayran olduğu Volga kıyılarını

resmediyor. Ayrıca, nehir kenarındaki


caddede bir büstü de var. Her yıl

Ağustos ayında, Levitan’ın doğum

gününde, bu kentte resim ve şiir üzerine

bir festival düzenleniyormuş.

Taşradaki bu küçük kasaba; “peyzaj

sanatının gerçek başyapıtlarının

doğum yeri” olarak kabul edilmekte…

ANTON CHEKHOV’UN

KISKANÇLIĞI

Sanatçılar patikasının, kentin en

doğusundaki ucunda bulunan

«Peyzaj Resimleri Müzesi» ’ne yakın

bir yerde bronz heykeldeki kadın

sadece bronz çerçevesi olan boş tuvalden

Volga vadisine bakıyor.

Yanında resim çektirdiğim bronz

heykeldeki bu kadın, ressam

Levitan’ın öğrencisi ve kız arkadaşı

(ya da metresi) sanatçı Sofia Petrovna

Kuvshinnikova imiş. 1888-1890 yılları

arasında, üç yazı burada birlikte

geçirmişler, onları ünlendiren birçok

eserlerini burada meydana

getirmişler. Kuvshinnikova, aslında

evli bir kadın ve eşi Moskova’da

tanınmış, yaşlı bir doktor. O dönem

Rus sanatçıları ve aristokratları

arasında doktorun eşinin ünlü

ressamla olan ilişkisi bir skandal

olarak kulaktan kulağa yayılmış. Levitan

ve Sofia’nın Moskova’ya

dönüşlerinden sonra, Anton

Chekhov’un 1892 yılında yayımladığı

kısa hikâyesi “Çekirge” de bu skandalı

betimlediği iddia edilir. Sofia’nın hikâyedeki

başkaraktere ilham kaynağı olduğu söylenir.

Aslında Anton Chekhov, hem Levitan’ın ve

hem de Sofia’nın yakın arkadaşıdır. Hatta

onları tanıştıran da Chekhov’dur. Bu ilişkiyi

kıskandığı için çekirge hikâyesini yazdığı

söylenir. Levitan’ın bu gelişmeden sonra onu

düelloya davet ettiği söylentisi de var. Çok

yankı uyandıran bu hikâyeye dayalı, 1955

yılında aynı isimle (Çekirge) bir Rus filmi de

çekilmiş.

Sanata meraklı ve de iki peyzaj ustasının

(Levitan ve Sofia’nın) ilişkilerini bilen, eserlerini,

beraber yaşadıkları mekânları merak

ederek Dünyanın değişik yerlerinden buraya

gelenlerin yanı sıra dingin bir hafta sonu

geçirmek isteyen komşu şehirlerin sakinleri

hatta Moskovalılar buraya her mevsimde

akın ediyormuş. Bahar ve yaz aylarında

Sofia Petrovna

Kuvshinnikova

ile birlikte…

Tüm Volga vadisini gören tepeye «Levitan

Dağı» ismi verilmiş. Buraya sanatçının çok

anlamlı bir bronz heykeli yerleştirilmiş;

hayran olduğu Volga kıyılarını resmediyor.

hemen her gün iskelesinde

birkaç tane bembeyaz nehir

gemisinin birbirine

yanaşarak durduğunu

görmek mümkünmüş.

Bu kasabayı ziyaret için

başka bir neden de “Golden

Ring” olarak tanımlanan

rotanın içinde bulunması.

Rusya’da “altın halka” bölgesi,

bugüne kadar eski

Rusya’nın birçok geleneğini

ve kültürünü güçlü bir

şekilde muhafaza eden bölgelerden

birisi. Moskova’nın

kuzey doğusunda yer alan

ve bir halka şeklinde

sıralanan bazı şehirler Rus

tarihindeki önemli olayların

anılarını barındırıyor. Bu

kentler; manastırları, altın ya

da soğan kubbeli Ortodoks

kiliseleri ve 12. – 18. Yüzyıl

Rus mimarisinin örnekleriyle

adeta birer açık hava

müzesi. Tamamı UNESCO

Dünya Mirası Listesi’nde.

Aynı zamanda her biri

Rusya’nın en pitoreskleri

arasında. Bunlardan

İvanovo ve Kostroma

şehirlerinin tam ortasında

bulunan Plyos, en küçük

“altın halka” kasabası.

Plyos’ta biri altın kubbeli olmak üzere birkaç

tane tarihi kilise var.

Rusya’yı tanımak için sadece büyük

şehirlerine gitmek yeterli değil. Küçük Rus

kasabalarında gerçek Rus yaşamını ve

kültürünü bulabilirsiniz. Aşağı Volga cruise

rotası üzerinde yer alan Plyos, belki de bunlardan

en güzeli.

Sahilde bir yat kulübü ve yakın zamanda inşa edilmiş modern mimaride

ve fakat çevreyle uyumlu iki tane dört yıldızlı konaklama tesisi var.

35


1. HAFTA

ÜMRANİYESPOR-BANDIRMA

ADANASPOR-İSTANBULSPOR

ANKARASPOR-ESKİŞEHİRSPOR

ALTAY-YILPORT SAMSUNSPOR

BOLUSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ

BURSASPOR-ADANA DEMİRSPOR

MENEMENSPOR-ALTINORDU

BALIKESİRSPOR-GİRESUNSPOR

AKHİSARSPOR-TUZLASPOR

İLK YARI FİKSTÜRÜ

2. HAFTA

SAMSUNSPOR-ÜMRANİYESPOR

KEÇİÖRENGÜCÜ-ANKARASPOR

ESKİŞEHİRSPOR-ADANASPOR

ALTINORDU-BURSASPOR

ADANA DEMİRSPOR-BOLUSPOR

GİRESUNSPOR-MENEMENSPOR

İSTANBULSPOR-ALTAY

TUZLASPOR-BALIKESİRSPOR

BANDIRMASPOR-AKHİSARSPOR

6. HAFTA

GİRESUNSPOR-ADANASPOR

ADANA DEMİR-ÜMRANİYESPOR

MENEMEN SPOR-BURSASPOR

BALIKESİRSPOR-BOLUSPOR

ESKİŞEHİRSPOR-SAMSUNSPOR

ALTINORDU-ALTAY

ANK. KEÇİÖRENGÜCÜ-BANDIRMA

İSTANBULSPOR-AKHİSARSPOR

TUZLASPOR-ANKARASPOR

7. HAFTA

ÜMRANİYESPOR-ALTINORDU

SAMSUNSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ

İSTANBULSPOR-ESKİŞEHİRSPOR

BOLUSPOR-MENEMENSPOR

ADANASPOR-TUZLASPOR

ANKARASPOR-BALIKESİRSPOR

BANDIRMASPOR-ADANA DEMİR

AKHİSARSPOR-BURSASPOR

ALTAY-GİRESUNSPOR

8. HAFTA

GİRESUNSPOR-ÜMRANİYESPOR

BALIKESİRSPOR-ADANASPOR

ANK.KEÇİÖRENGÜCÜ-İSTANBUL

ADANA DEMİRSPOR-SAMSUNSPOR

BURSASPOR-BOLUSPOR

TUZLASPOR-ALTAY

ALTINORDU-BANDIRMASPOR

ESKİŞEHİRSPOR-AKHİSARSPOR

MENEMENSPOR-ANKARASPOR

9. HAFTA

SAMSUNSPOR-ALTINORDU

ESKİŞEHİRSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ

ALTAY-BALIKESİRSPOR

ADANASPOR-MENEMENSPOR

ÜMRANİYESPOR-TUZLASPOR

AKHİSARSPOR-BOLUSPOR

ANKARASPOR-BURSASPOR

İSTANBULSPOR-ADANA DEMİR

BANDIRMASPOR-GİRESUNSPOR

3. HAFTA

ADANA-ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ

ALTAY-ESKİŞEHİRSPOR

BOLUSPOR-ALTINORDU

AKHİSARSPOR-BALIKESİRSPOR

MENEMENSPOR-TUZLASPOR

BANDIRMASPOR-SAMSUNSPOR

ANKARASPOR-ADANA DEMİR

BURSASPOR-GİRESUNSPOR

ÜMRANİYESPOR-İSTANBULSPOR

4. HAFTA

ADANA DEMİRSPOR-ADANASPOR

ESKİŞEHİRSPOR-ÜMRANİYESPOR

ALTINORDU-ANKARASPOR

TUZLASPOR-BURSASPOR

GİRESUNSPOR-BOLUSPOR

ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ-ALTAY

İSTANBULSPOR-BANDIRMASPOR

BALIKESİRSPOR-MENEMENSPOR

SAMSUNSPOR-AKHİSARSPOR

5. HAFTA

ADANASPOR-ALTINORDU

BANDIRMASPOR-ESKİŞEHİRSPOR

ÜMRANİYE-ANK. KEÇİÖRENGÜCÜ

AKHİSARSPOR-MENEMEN SPOR

BURSASPOR-BALIKESİRSPOR

BOLUSPOR-TUZLASPOR

ALTAY-ADANA DEMİRSPOR

ANKARASPOR-GİRESUNSPOR

SAMSUNSPOR-İSTANBULSPOR

İstikbal


10. HAFTA

BALIKESİRSPORÜMRANİYESPOR

ALTINORDU-İSTANBULSPOR

BURSASPOR-ADANASPOR

MENEMENSPOR-ALTAY

GİRESUNSPOR-YILPORT SAMSUN

TUZLASPOR-BANDIRMASPOR

ADANA DEMİR-ESKİŞEHİRSPOR

KEÇİÖRENGÜCÜ-AKHİSARSPOR

BOLUSPOR-ANKARASPOR

11. HAFTA

ESKİŞEHİRSPOR-ALTINORDU

BANDIRMASPOR-BALIKESİRSPOR

SAMSUNSPOR-TUZLASPOR

ÜMRANİYESPOR-MENEMENSPOR

ADANASPOR-BOLUSPOR

KEÇİÖRENGÜCÜ-ADANA DEMİR

ALTAY-BURSASPOR

AKHİSARSPOR-ANKARASPOR

İSTANBULSPOR-GİRESUNSPOR

12. HAFTA

BURSASPOR-ÜMRANİYESPOR

ANKARASPOR-ADANASPOR

TUZLASPOR-İSTANBULSPOR

BOLUSPOR-ALTAY

BALIKESİR-YILPORT SAMSUNSPOR

MENEMENSPOR-BANDIRMASPOR

ADANA DEMİRSPOR-AKHİSARSPOR

ALTINORDU-KEÇİÖRENGÜCÜ

GİRESUNSPOR-ESKİŞEHİRSPOR

13. HAFTA

ADANA DEMİRSPOR-ALTINORDU

İSTANBULSPOR-BALIKESİRSPOR

SAMSUNSPOR-MENEMENSPOR

ESKİŞEHİRSPOR-TUZLASPOR

ÜMRANİYESPOR-BOLUSPOR

BANDIRMASPOR-BURSASPOR

AKHİSARSPOR-ADANASPOR

KEÇİÖRENGÜCÜ-GİRESUNSPOR

ALTAY-ANKARASPOR

14. HAFTA

ANKARASPOR-ÜMRANİYESPOR

MENEMENSPOR-İSTANBULSPOR

BURSASPOR-YILPORT SAMSUN

GİRESUNSPOR-ADANA DEMİRSPOR

ADANASPOR-ALTAY

BOLUSPOR-BANDIRMASPOR

ALTINORDU-AKHİSARSPOR

BALIKESİRSPOR-ESKİŞEHİRSPOR

TUZLASPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ

15. HAFTA

ALTAY-AKHİSARSPOR

GİRESUNSPOR-ALTINORDU

KEÇİÖRENGÜCÜ-BALIKESİRSPOR

ESKİŞEHİRSPOR-MENEMENSPOR

ADANA DEMİRSPOR-TUZLASPOR

İSTANBULSPOR-BURSASPOR

YILPORT SAMSUNSPOR-BOLUSPOR

ÜMRANİYESPOR-ADANASPOR

BANDIRMASPOR-ANKARASPOR

16. HAFTA

ALTAY-ÜMRANİYESPOR

AKHİSARSPOR-GİRESUNSPOR

BOLUSPOR-İSTANBULSPOR

ANKARASPOR-YILPORT SAMSUN

BALIKESİRSPOR-ADANA DEMİR

ADANASPOR- BANDIRMASPOR

TUZLASPOR-ALTINORDU

MENEMENSPOR-KEÇİÖRENGÜCÜ

BURSASPOR-ESKİŞEHİRSPOR

Eskişehirspor’a Başarılar Diler

17. HAFTA

ÜMRANİYESPOR-AKHİSARSPOR

ALTINORDU-BALIKESİRSPOR

BANDIRMASPOR-ALTAY

GİRESUNSPOR-TUZLASPOR

ADANA DEMİRSPOR-MENEMEN

ANKARA KEÇİÖRENGÜCÜ-BURSA

ESKİŞEHİRSPOR-BOLUSPOR

SAMSUNSPOR-ADANASPOR

İSTANBULSPOR-ANKARASPOR


Eskişehir’in

gururu Şahin

Çatma

“ŞAMPİYOn OLMAK

çOK GÜzEL BİR DuYGu”

>>

Voleybolda Avrupa

şampiyonu

genç kızların

başarılı antrenörü

Şahin Çatma bir

Eskişehirli. Kızlarla

büyük bir

zafer elde eden

Çatma “Ülkemize

iki bayramı yaşattığımız

için arkadaşlarım

ve ben

de çok gururlandık”

dedi.

38

>>

Şahin Çatma

“Takım sporlarında

beraber çalıştığınız

teknik

ekip kadrosu çok

önemli . Benim de

şanslı olduğum

noktalardan birisi

burası herhalde.

Buradaki tüm başarılar

da benim

kadar onların da

çok payı var”


BÜYÜK GuRuR…

Voleybolda genç kızlar tarih yazdı….

2020 CEV U19 Genç Kızlar Avrupa Voleybol

Şampiyonası’nda mücadele eden

19 Yaş Altı Genç Kız Milli Takımı rakiplerini

tek tek devirirken, finalde ise

Sırbistan’ı 3-2 yenerek altın madalyanın

sahibi oldu.

Ve bu büyük başarıda en büyük payda

takımın başında bulunan Eskişehirli

antrenör Şahin Çatma’ya ait.

Eskişehir’de voleybol oynayan ve

ardından teknik adamlığa soyunan Şahin

Çatma nereden nerelere geldiklerini İstikbal

Dergi’ye anlattı.

Biz sorduk o da içtenlikle cevap verdi;

-Öncelikle tebrik ederiz. Bize büyük bir

gurur yaşattınız , neler hissediyorsunuz?

“Teşekkür ederim . Şampiyon olmak çok

güzel bir duygu , fakat bunun 30

Ağustos Zafer Bayramı gününde olması

daha da özel kıldı. Ülkemize iki bayramı

yaşattığımız için arkadaşlarım ve ben de

çok gururlandık”

-Voleybol ne zaman başladınız ve hangi

takımlar da oynadınız .

“İlk -Orta ve Lise eğitimimi Eskişehir de

tamamladım. Evliyim . Bir kızım var . O

da eski bir voleybolcu idi. 1977 yılında

Eskişehir de Işık spor kulübü ile voleybol

hayatıma başladım. Sırası ile DSİ

Bentspor – Anadolu Üniversitesi-İstanbul

Kara gücü-Tavşanlı Linyit spor –

kulüplerin de voleybol oynadım “

-Antrenörlüğe nerede ve ne zaman

başladınız?

Antrenörlük yaşantıma 1985 yılında

Eskişehir DSİ Bentspor ile başladı . Daha

sonra Yeşilyurt spor kulübü -Anadolu

Üniversitesi – Bursa Nilüfer Belediyesi-

Bursa Büyükşehir Belediyesi -Salihli

Belediyesi – Karayolları Spor Kulübü-

Son olarak ta 2017 yılında Türkiye Voleybol

Federasyonun da şimdiki

görevime başladım . Halen bu görevime

devam etmekteyim .

Tüm bu sporculuk ve antrenörlük

yaşantımda bana verdikleri destekler ile

bugünlere gelmem de yardımcı olan

Anadolu Üniversitesi Spor kulübün de

Yöneticisi olarak Eskişehir sporuna çok

büyük hizmetler de bulunan Sayın

Muzaffer Öğütveren , Rahmetli DSI

Bölge Müdürü Avni Nalcacıoğlu, Yö-

39


neticimiz Rahmetli Hasan Sözen , ve daha ismini

sayamadığım birçok antrenör ve yöneticilerime

teşekkür ediyorum”

-Zor bir dönemde hazırlandınız

şampiyonaya. O dönem nasıldı? Mental

ve fizik olarak pandemi oyuncularda

sıkıntı yarattı mı?

“Kamp başlangıcı bizim için önemli idi . 3,5

aydır pandemi süreci ile gelişen pasif bir

durum vardı. Mental olarak kampa katılan

sporcularımız da bir takım endişeler

taşıyorlardı. Fakat bu durum sağlık kurulundan

sorumlu yönetim kurulu üyemiz sayın Nihan

Karaçam’ın yoğun çabası ile kısa sürede aşıldı .

Federasyonumuzun Spor tesisleri olarak iyi durumda

olması bizlerin bu tür kamplardaki

çalışma olanağını artırıyor. Sayın başkanımız

Mehmet Akif Üstündağ bizlere her türlü

desteği veriyor olması bizleri çok rahatlatıyor.

Zaman zaman Erkek Milli Takımları da aynı

yerde kampa girdiği zaman sıkıntı yaşıyoruz

ama olsun. Onu da başkanımız inşallah yakın

bir zaman da yeni bir salon ile çözecek”

-Tekrar şampiyonaya dönelim ve finalde

önemli bir rakibi yendiniz.

“Şampiyon olduğumuz gün 30 Ağustos Zafer

Bayramı kutlamaları vardı, iki zaferi bir

arada yaşadık. Sırbistan çok önemli, Dünya

voleybolunda ekol olmuş ülkelerden

biriydi. 2-1 geriden gelerek final maçını

kazandık. Bizi destekleyen güzel ülkeme

çok teşekkür ediyorum”

-A Millilere iyi oyuncular geliyor diyebilirmiyiz..

“Bir önceki sene 16 yaş altı

takımımız Avrupa şampiyonu

olmuştu. Bir önceki sene dünya

şampiyonasında ilk dörde kalmıştık.

Bizim için önemli olan A Milli Takım’a

güzel oyuncular yetiştirebilmek. Şampiyonluk

da gelince daha güzel oluyor”

“Kadın Milli Takımlar altyapısını nasıl

değerlendiriyorsunuz?”

“2002 jenerasyonumuz bizim için sıkıntılı bir

jenerasyon idi . Köşe oyucusu olarak Üst seviyede

değerlendirebileceğimiz oyuncu havuzumuz

kısıtlı idi. Mevcut oyunculardan ve 2004-2005

jenerasyonundan takviyeler yaparak iyi bir

grup oluşturduk.

2004-2005 jenerasyonumuz ise bildiğiniz üzere

çok yetenekli oyunculardan kurulu. Bu

takımımız 2019 yılında Avrupa Şampiyonu oldu

. Bu yılda Ekim ayında yapılacak olan Avrupa

Şampiyonası için hazırlık süreci devam ediyor.

2021 senesinde Avrupa Şampiyonası oynayacak

olan 2006-2007 jenerasyonumuz için

Türkiye genelinde 900 sporcu tarandı. 2019

yılında yapılan Türkiye Şampiyonaları ve Festival

voleybol takip edildi. sonrasında 2019

yılında 3 tane Gelişim kampı yapıldı. Bu sene

Balkan Şampiyonası ve hazırlık kamplarını pandemi

den dolayı ertelemek zorunda kaldık. Alt

yapı çalışmalarının esas hedefi A takımımıza

çıkabilecek oyuncuları bulup onları A Milli

takımımıza gönderebilmek.

Sonuç olarak iki jenerasyonumuz ve oluşan

2006-2007 jenerasyonu içlerinde A Milli

Takımımıza yükselebilecek önemli oyunculardan

oluşmaktadır. İyi yoldayız.

Türk voleybolunun ve alt yapı voleybolunun

gelmiş olduğu nokta çok önemli bir yerde. Fakat

yetişen genç oyuncuların Kariyer planlamasının

içinde kendilerine oynayabilecekleri ve

gelişebilecekleri takımları seçerek voleybol

yaşantılarına devam etme başarısını gösterirlerse

kendileri ve Türk voleybolu açısından iyi

yönde daha farklılık gösterebilir. Alt yapılar da

çalışan kulüp antrenörlerimiz önemli işler

yapıyorlar. Kulüp yöneticilerimiz kendilerine

biraz daha fazla sabır göstererek şampiyonluk

yerine A takımlarımıza oyuncu yetiştirme

ilkelerinden yola çıksalar alt yapılarımızda,

dolayısıyla Milli takımlarımıza çok daha önemli

oyuncular yetişebilir.”

-Dünya şampiyonasına gitme hakkı da elde ettiniz.

Bizi dünya şampiyonasında neler bekliyor?

“Dünya şampiyonasına Dünya sıralaması ve

Avrupa Şampiyonası sıralaması ile gidiliyor.

Bizim bu jenerasyonda Dünya sıralamamız da

4. olduğumuz için böyle bir sıkıntımız yoktu.

Dünya Şampiyonası yaş grubu olarak önemli bir

organizasyon. Dünyanın en iyileri burada

yarışıyor. Farklı voleybol ekolleri ve oyun sistemlerinin

karşı karşıya geldiği bir

şampiyona. Genç oyuncular

için iyi bir deneyim.”

40

-Şöyle bir handikap var

mı? Bu çocuklar daha

üst yaşlarda, kendi A

takımlarında yer bulmakta

zorlanıyorlar

mı?

“Kendi A takımlarında

yer almak bazı oyuncular

için zor oluyor tabii ki .

Fakat kendi takımlarında

yer alamayan fakat farklı

takımlar da yer alabilecek

oyuncular da

bulundukları

takımlardan ayrılmak

istemiyor. Takımın da

oynamamasına

rağmen bulunduğu

takımdan bir başka


takıma gitmek istemiyor. Bu da kendi

gelişimini etkiliyor. Fakat şimdi birçok

takımın bir alt ligde oynayan takımları

oluştu. Genç oyuncuların gelişimleri için

bu liglerde oynamak çok faydalı olacak

.”

-Bu sporcuların, voleybolun dışında

federasyon-kulüp işbirliğinde hayata

hazırlanması anlamında bir eğitim verilebilir

mi?

“Tabii ki verilebilir. Doğru bir kariyer

planlaması için mutlaka profesyonel

desteğe ihtiyaç duyuluyor.”

-Takım sporlarında ekip önemli . Sizin

ekip olarak çalışmanız nasıl?

“Takım sporlarında beraber çalıştığınız

teknik ekip kadrosu çok önemli. Benim

de şanslı olduğum noktalardan birisi

burası herhalde. Tüm çalıştığım kulüplerde

ve Milli takımlarımız da beraber

çalıştığım arkadaşlarım oyuncularıma ve

bana çok yardımcı olan, birbirimizden

farklı uygulamaları öğrendiğimiz özel insanlar.

Buradaki tüm başarılar da benim

kadar onların da çok payı var.”

-Bir dünya, bir Avrupa

şampiyonluğunuz var (Atladıklarım olabilir).

Başkaca hedefleriniz de var mı?

“Dünya Şampiyonluğu ve Avrupa

şampiyonluğu Milli Takımlar da, Bursa

Büyükşehir de bir Avrupa

Şampiyonluğu, hepsi de güzel heyecan

ve mutluluk. Antrenörlerin kendilerini

besleyecekleri ve motivasyonlarını

güçlendiren etkiler. Fakat bunlar

geçmişte kaldı . Şimdi yeni bir heyecan

gerekir. Onları hayal etmek ve onların

hayali ile yaşamak gelecek zaman için

güzeldir. Fakat çok ÇALIŞMAK şartı ile

Olimpiyatlar da yarışmak her

Antrenörün ve sporcunun hedefi olması

gerekir.”

-Son olarak söylemek istediğiniz bir şey

var mı ? (Ben ekledim )

“Biraz klasik olacak ama ,bizim için

önemli ; Başkanımız Sayın Mehmet Akif

Üstündağ ve yönetim kuruluna , her

daim yanımızda olan Bahar Mert Üçoklara,

antrenmanlardan sonra buz

torbaları ile gezen ekibime, tabii kulüplerimize

ve sporcuların yetişmesinde

çok fazla emekleri olan Antrenör

arkadaşlarıma ve tabii ki Sevgili eşime

ve kızıma bana gösterdikleri sabırdan

dolayı teşekkür ederim ..”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehirli antrenör Şahin Çatma

gözetiminde 2020 Genç Kızlar Avrupa Voleybol Şampiyonası’nda altın

madalya kazanan Türkiye 19 Yaş Altı Kız Voleybol Milli Takımı’nı kabul etti.

41


emeğe Saygı emekliye Saygı

“DEMOKRASİ

MÜcADELESİnDEn

EMEKLİ OLunMAz”

Emekliler Bize Katılarak GÜÇ verİn



Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!