Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Darbe sonrasında hemen 21 Eylül 1980’de kurdurulan Bülent Ulusu Hükümeti<br />
de AET’yle ilişkilerin devamına önem verdiğini ilan etti. Bunda Avrupa/Batı dünyası<br />
gözünde meşruiyet kazanmak, ekonomiyi yeniden yapılandırmak ve hatta<br />
1979’da AET’yle katılım antlaşması imzalayan Yunanistan’ın gerisinde kalmamak<br />
gibi düşünceler etkiliydi. Nitekim öngörülen tarihte biraz gecikme yaşansa da 3<br />
Aralık 1980’de bir Ortaklık Konseyi toplantısı yapıldı. Somut herhangi bir adım atılamasa<br />
da, AET’yle ilişkiler bir şekilde sürmekteydi. Üstelik Ulusu Hükümeti’nde<br />
Başbakan Yardımcısı olarak yer alan Turgut Özal, mimari olduğu 24 Ocak Kararları’nı<br />
hayata geçiriyor ve Türkiye hızla serbest piyasa ekonomisine geçiyordu.<br />
Bu arada, Yunanistan da 1 Ocak 1981’de AET’ye tam üye oldu. Böylece Türkiye’nin<br />
Avrupa pazarındaki ekonomik rekabette geride kalma ihtimali arttığı gibi, Yunanistan<br />
da ikili siyasi sorunlarda Türkiye karşısındaki konumunu güçlendirdi.<br />
Tüm bu iç ve dış ekonomik ve siyasi gelişmelerin de etkisiyle, darbeci Milli Güvenlik<br />
Konseyi 25 Mart 1981’de yaptığı toplantıda AET’ye “tam üyelik” hedefini<br />
benimsedi. Bu toplantının bir diğer önemli özelliğiyse, yapılan kurumsal değişikliklerle<br />
planlı ekonomi taraftarı DPT’nin AET’yle ilişkilerdeki etkisinin azaltılması<br />
oldu. Aslında planlı ekonomi anlayışının devleti ekonomik olarak dışa karşı koruma<br />
boyutu tümüyle terkedilmedi. Ancak dünya serbest piyasa ekonomilerinin<br />
yeni biçiminde devlet sadece ekonomik değil sosyal hayattan da büyük ölçüde<br />
çekiliyordu ve Türkiye de bu yolu izlemeye başladı.<br />
Bu arada, AET’yle yapılan Ortaklık Konseyi toplantılarında ilişkileri daha fazla ilerletmek<br />
için Türkiye’de demokratik sisteme dönüşün esas olduğu görüşü ağırlık<br />
kazanmaktaydı. Zira darbecilerin 1981’de artan anti-demokratik uygulamaları ve<br />
insan hakları ihlalleri, özellikle ilk kez doğrudan seçimle görev yapan yani “demokratik<br />
heyecanı yüksek olan” Avrupa Parlamentosu tarafından ön plana çıkarılmaktaydı.<br />
Bu itirazları daha güçlü kılansa, dünya genelinde güvenlikçi paradigmaları<br />
esas olan Soğuk Savaş’ın bitmekte olması ve insan haklarıyla demokrasi kavramlarının<br />
daha fazla duyulur olmasıydı. AET de, hem ABD’nin güvenlik şemsiyesine<br />
artık daha az ihtiyaç duyduğu hem de ekonomik ve hukuksal bütünleşmede belirli<br />
bir aşamaya geldiği için, toplumsal ve hatta siyasal bütünleşmeyi gündemine almaya<br />
başlamıştı. Bu ise AET’nin hem içte hem dışta siyasal konulara daha fazla<br />
önem vermesi anlamına geliyordu.<br />
55