EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT
1MAJ7jV
1MAJ7jV
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Takvim yapraklarını kalbinde saklayan kadınları koruyun…<br />
Bazı rüyalar vardır, bir kez daha görebilmek için tüm yaşamınızı uykuya vermek isterseniz. Nur, o rüyalardan<br />
birini görüyordu o gece. Hâla köyü vardı. Bir kurşun sesi yırtmamıştı kulak zarını. Annesiyle topladıkları zeytinleri<br />
ayıklıyorlardı. Ablası kekikleri ayırıyordu. Hep birlikte dua edip uyumuşlardı o gece…<br />
Aynı sesle uyandı Nur. Kapıymış çalan. Gözlüğünü taktı, saati yaklaştırdı kendine, sabah beşti.<br />
-Nur anne, Nur anne aç! Benim Eylül! Nur anne ölüyorum.<br />
Nur, bu sesle irkildi, hemen krem rengi kenarları ince güpür sabahlığını sırtına geçirdi. Açtı kapıyı, elinde<br />
peruk duruyor, burnundan kan damlıyordu Eylül’ün. Eylül kadındı. Nur’un kiralık evine bakmaya geldiğinde<br />
öyle demişti,. “Ben de bir kadınım, anlarım yalnızlık ne demek.” Garipsememişti Nur. İnsan olmak yeterliydi<br />
yaşamak için. Hem kime neydi, kime hesap vermeliydi. Bir gün hesap günü gelecek diye haykıranlar, o gün<br />
geldiğinde hesap vermeye hazır mıydı? Köyünden bir gecede ayrılmak zorunda kalmıştı Nur. Geride kalanlar<br />
tüm dünyanın oturup izlediği, tüm Müslümanların sadece dua ettiği, otuz altı katlı gökdelenlerde altın yaldızlı<br />
masalarda iftar saatini bekleyen, aynı peygamberin soyundan olanların umrunda olmadığı bir acıyı haykırıyordu.<br />
Gazze şeridi, her Filistinli çocuğun alın yazısı olmuştu ve tüm Dünya öylece susuyordu. Eylül de köyünden<br />
kovulmak zorundaydı. Önceki hayatında bozulacak bir zarı yoktu. Doğal olarak hesap vermeye gerek<br />
yoktu. Nasıl anlaşılacaktı ki, amcası ona tecavüz etse... Kızlığının bozulduğu nasıl anlaşılacaktı. Yalvarmıştı<br />
Eylül, kimse duymamıştı. Yatmıştı Nur’un dizine ve “sen bana anne oldun” demişti.<br />
- Kızım!<br />
Kollarına sarıp elindeki peruğu yere atarak içeri aldı Eylül’ü. Hemen salondaki kanepeye yatırdı. Koşarak gitti<br />
mutfağa. Duvardaki tahta ecza dolabından gazlı bezi, tentürdiyotu aldı. Ağlıyordu Eylül.<br />
-Ne oldu kızım, gene mi parkı bastılar? O hainlerin sesi, dumanı da yoktu ama, bu sefer başka bir şey mi denediler?<br />
Kahkaha attı Eylül, sildi gözlerinin yaşını. Yırtık parlak eteğine sürdü elini. Askısı kopmuş mor bluzunun ucunu,<br />
eliyle ters çevirerek sildi burnunu.<br />
-Anam beni bu halde bile güldürüyorsun ya, kız gel öpücem. Nur şaşkın halde Eylül’e bakıyordu. Tam sırnaşıp<br />
öpmeye çalışırken suratını buruşturup geri itti Eylül’ü.<br />
– Dur deli, suratımı boya edeceksin. Ne oldu, sen onu anlat bakalım.<br />
Suratına hüzün yerleşti, gözleri buğulandı yavaşça gülümsedi. Nur’un elinden havluyu alıp burnunu sildi. Anlatacakları<br />
bir geceden değildi, insan acıyı anlatamıyordu. Kanayan burna havlu basılıyordu, peki ya kalbe?…<br />
Hangi modern tıp tekniği çare olabilirdi ki? Susmak en iyisiydi.<br />
– Boşver be anam. Hadi uyuyalım, hepsi geçer.<br />
Uzattı bacaklarını safran rengi kanepeye, döndü yüzünü zeytin yeşili duvara. Nur battaniye getirdi, gün ışıyordu,<br />
uykuya daldı Eylül. Mutfaktan gelen kokuyla uyandı. Dere otlu, peynirli poğaça her şeyi unutturabilirdi.<br />
Kalktı kanepeden cama doğru yürüdü. Ahşap pencerenin önünden dünyayı seyrediyordu Eylül. Döndü sırtını<br />
dünyaya, baktı Nur’un dünyasına. Duvardaki asılı duran eski resme baktı. Nur’un doğum gününde çekilmişti.<br />
Henüz beş yaşındaydı; ablası, annesi babası ve altı aylık kardeşi yaşıyordu. Mutluydular, tarih on mayıs bin<br />
dokuz yüz kırk sekizdi. Felakete sadece beş gün vardı. Nur o günü anlatırken “Kalbim hep o günde atıyor, ailemden<br />
bana kalan tek şey bu resim. Sığamıyorum çerçeveye, annemin rahmine, bu dünyaya sığamıyorum…”<br />
demişti. Duvarların zeytin yeşili Nur’un gözlerinin rengindendi. Şişhane’nin ucra bir sokağında, henüz belediyeye<br />
yem olmayan bu ev, Nur’la onun dünyasıydı. Köy çok uzaktı, geçmiş ise imkansız.<br />
-Sana en sevdiğin poğaçayı yaptım.<br />
Ancak o zaman görebildi Eylül kapıda duran Nur’u. Hemen masa örtüsünü Nur’un elinden alıp duvar dibindeki<br />
masanın üzerine serdi. Nur elinde tepsiyle içeri girdi. Tepsinin üstünde duran küçük yeşil zeytinlerin<br />
olduğu kasenin içine, domates üzerine zeytinyağı dökülüp kekik serpilmişti.<br />
–Allah be, ulan ben bir daha mı dayak yesem ne yapsam.<br />
Hemen kuruldu sandalyeye.<br />
– Olur ben döverim seni. Önce eşeğin ayağına taşına bağlarım, o zavallı hayvanı göle bırakırım. Sonra onun<br />
gelme vaktine kadar ben seni döverim.<br />
kaybolandefterler<br />
/ zine<br />
17