EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT
1MAJ7jV
1MAJ7jV
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
kaybolandefterler<br />
/ zine<br />
38<br />
kaldı yanında. Kendimden iri bir yük bindi sırtıma. Bir güzel söz duyamadan kaybetmenin, hem de<br />
böyle budalaca bir sebepten kaybetmenin acınası çaresizliği belimi büktü. Ne çözerdi bu düğümü,<br />
bu kederi bozacak ne vardı? Bu işin olmazlığını öğrenmeden önce güya çok yakındık da, bir anda<br />
uzaklaşmıştık; tam yokluğuna alışmışken yaramı deşmek için geri gelmişti sanki; bu zamana kadar<br />
benimleymiş gibi sözde, yüzünü esirgeyen bir başka tanrıya dönüştü Yasemin Hanım.<br />
Tuvalete gidip döndüm fakat ocağa girmedim. İkizler, Cemal ve Meryem abla konuşuyorlardı. İsmimi<br />
işittim ve kulak kesildim.<br />
“Kız alevi hakikaten,” diyordu Meryem abla. “Kız alevi ama iş oraya gelmedi ki. Ne diyeceğimi anlar<br />
anlamaz çığlığı kopardı hatun. Efendim, gidip de böyle bir teklifi ona nasıl getirirmişim. Öyle bir garibanla<br />
onun gibi birinin ne işi olurmuş, yok efendim adam çaycıymış da, bu çöpçatanlık da neyin<br />
nesiymiş…Kör şeytan erik hoşafını başından aşağı dök dedi.”<br />
“Meryem abla,” dedi Zekai. “Şeytan kör ise, erik hoşafı olduğunu nereden biliyormuş?”<br />
Kısık sesle güldüklerini duydum. “Buraya kadarmış Necat,” dedim, önlüğü atıp fırladım.<br />
Koşarken oraya buraya çarptım. Birkaç kişinin etrafa savrulduğunu gördüm. Ayaklı küllükler, çöp<br />
bidonları ve temizlik leğeni etrafa saçıldı, giren çıkanı yönlendirmek için çekilmiş emniyet bandını<br />
yırtıp kendimi otomatik kapıdan dışarı attım. Arkamdan kimse geldi mi bilmem, o ara umursadığımı<br />
da söyleyemem. Bir süre koştum insanlar arasında; ciğerim yanıp kaslarım uyuşana ve oksijensizlikten<br />
istifra edene dek koştum; geçtiğim yerlerin hepsinde bir yıkım yarattım, harabeler bıraktım<br />
ardımda.<br />
Kalbine tecavüz edebilir misiniz bir insanın? İçine zorla girip paramparça ettikten sonra hevesle<br />
çarpmak yerine titreyerek yaşamaya çalışan bir yürek bırakabilir misiniz ardınızda? Sizler bana<br />
bunu yaptınız. Bende bir neşe, bir ümit, gözün görüp ruhun hissettiği mutluluklara karşı bir beklenti<br />
oluşturdunuz; her şeyin güzel olabileceğine yönelik sözler edip kendimi sevmemi, yaşama<br />
tutunmamı öğütlediniz; eşitliğime, özgürlüğüme, insan oluşuma dair vaazlar verdiniz, sırtımı<br />
sıvazlayıp arkamdan güldünüz, yüzüme bakıp görmezden geldiniz; biriniz de çıkıp uslanmaz dilin<br />
tehditkar sivriliğini, sakınganların o bedbin tedbirciliğini öğretmedi bana. Savaşılmadan dünya, terbiye<br />
edilmeden insan güzel olurmuş gibi, iyimserliğinizle öldürüp merhameten gömdünüz, kurban<br />
ettiniz beni.<br />
Gece aynı gece, sigara aynı sigaraydı. Yalnız paket biraz hızlıca tükendi. Paltomu giyip kendimi<br />
dışarı attım. Gitmemem gereken yerlere gittim, çalmamam gereken kapılar çaldım. İzin almadan,<br />
içimden geldiği gibi hanelere daldım; itiraz ve çırpınışlara da aldırış etmedim. Cüssemin yıkıcı gücü<br />
karşısında çaresizce eridi direnişler. Geçtiğim her yeri kan, yaş ve uğursuzluğun kırk dokuz numara<br />
ayak izlerine boyadım. Artık varlığımı kabul edeceklerini biliyorum ve adam yerine konduğum sürece<br />
takip edilip yakalanmak umurumda bile değil.<br />
Karanlık çöktüğü vakitlerde ziyaretini alışkanlık haline getirdiğim son bir yer daha vardı: annemin<br />
kabri. Benim gibi hayattan tecrit edilmiş münzevilerin dışarıdan fark edilmeyen acayip huyları<br />
vardır. Varlıklarının en sade ve hür yanlarını bu yadırganan huylar sayesinde keşfeder, bu huyları<br />
sayesinde insanların aksine yalnızken de pürneşe kalabilirler. Siz bilmeyin diye kendilerini iyice<br />
kamufle eder, hayatlarının masum yüzünü size açar, diğer yüzünü ise itinayla gizlerler. Ne zamanki<br />
zekanızla böbürlenir, kibrinizin teşvikiyle kendinizi bir şey sanır ve karşınızdakini küçümsersiniz;<br />
işte o zaman anlayacağınız dilden bir ders vermek kaçınılmaz olur. Unutmayın, bir dışlanmışın<br />
ustaca gizlediği içlenmişlikleri vardır. Hem kötü bir insan sayılmam; doğaya, sanata, okumaya karşı<br />
bir düşkünlüğüm oldu hep. Bir şeyler, adını koyamadığım bir şeyler, beni böyle, işte böyle yaptı:<br />
Geceleri annesinin mezarı başında göz yaşı döken ve insanlardan kaçtıkça onlara nefreti artan bir<br />
alıngan. İsyan edip ardında lanet ile anılacak bir isim, kalabalık da bir protestocu ordusu bırakacak<br />
olan, sofistike bir cani.<br />
Sirenler, bağırışlar, çığlıklar ve bir hengameden yükselebilecek türlü sesin kulak yırtan gürültüsünü<br />
işittim. Annemin toprağını eşeleyip kabarttım. Evvelsi gün otoparkın bahçesinden koparttığım<br />
beyaz yaseminleri nemli toprağa serptim. Kuşların suluğunu doldurdum. Annemin güzel isminin<br />
anlamlandırdığı mezar taşına melek uçlu kolyeyi astım. Kalanlara güzel hatıralar bırakıp vicdanları<br />
yumuşatmak bir ruhun sonsuz olması için yeterli bir hayır değil de neydi?<br />
Mezarlıktan içeri akın eden jandarmanın sesi kulağımı yırttı:<br />
“Dağılın! Kıyı, köşe arayın bulun o şerefsizi. Gerekirse mezarları kazın!”<br />
Kimseyi rahatsız etmenin gereği yok; buradayım, burada bekliyorum; beni annemin mezarı başında,<br />
güzel hatıralara sarılmış halde, doğayla iç içe bulacaksınız. Ruhum ağaçların ruhu, soyum<br />
toprağın soyu, kalbim gecenin kalbi. Isıtalı çok oldu tükenmez kanımla mezar taşlarının ölümcül<br />
soğuğunu. Ölülerin bayat nefesini ensemde hissediyorum; bitmenin donuk titremesi kaplıyor<br />
gözlerimi. Ve ben, sonlu benlikler cemaatinin kadim hizmetçisi; leşim bulunmadan önce oturdum,<br />
anlayasınız diye size bunları yazıyorum.<br />
ARALIK 2015 - OCAK 2016<br />
SINIR