EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT
1MAJ7jV
1MAJ7jV
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
kaybolandefterler<br />
/ zine<br />
“Gel gel!” diye tekrar etti Meryem abla.<br />
Plastik sandalyeye oturup arkama yaslanmamla<br />
çatırtı kopması bir oldu; sandalyenin<br />
arka bacakları geriye doğru esneyip<br />
kırıldı. Buzdolabına tutunup zor ayakta<br />
kaldım. Az kalsın o da devrilecekti ya, bir iki<br />
sallanıp sükunete kavuştu. Meryem abla<br />
oralı olmayıp devam etmemi bekledi.<br />
“Var bir şeyler abla. İçimde, midemi kaynatıyor,<br />
soluğumu kesiyor. Düşününce<br />
bayılacak gibi oluyorum.”<br />
“Eyvah eyvah! Necat sen bal gibi aşık olmuşsun<br />
kuzum.”<br />
“Niye eyvah abla, güzel değil mi sevmek?<br />
İnsan kaç kere aşık olur ki hayatında?”<br />
“Neyse neyse boş ver, sen anlat bakayım<br />
ne düşünüyorsun onun hakkında. Kendi<br />
gözünden anlat ama. ‘Çok güzel’ diye geçiştirme.<br />
Güzellik geçer gider. Geçmeyecek<br />
neyi var bu kadının de bakalım.”<br />
Bir miktar düşündüm ve her gün kendime<br />
tekrarladığım kelimelerle anlattım onu:<br />
“O bakışları görmelisin abla! İliştiği yerde<br />
çiçekler açar, gözlerini yumsa ışıksız kalır<br />
hepsi. Nefesi su ve güneştir; konuştukça<br />
toprak sözlerinden beslenir. Saçları çirkinlikleri<br />
örten siyah bir tüldür, seyyal ve<br />
gizemli. Bir yüzü güler, son bulur beraberinde<br />
hayata düşmanlığım. Diğeri somurtur<br />
sebepsiz; peşi sıra yüreğim şişer, aklım<br />
bulanır. Fazlasını beklemem, orada olması<br />
yeter. Yılda on beş gün izni var. Çıkar da<br />
gelmez diye uykularım kaçar. Sahibine<br />
bağlılığında kusur etmeyecek bir köpek gibi<br />
kapısında beklemeye razıyımdır. Döndüğünü<br />
sabahtan anlarım onun. Uzaklardan<br />
gelen tatlı bir esinti dolar ciğerime; huzur,<br />
mutluluk, ümit kokar. Olmadığı günler<br />
erbaindir bana, her gördüğümde yeniden<br />
doğarım, tarihim onunla başlar. O bir gitse,<br />
bir kaybolsa kainat amaçsız kalır, kıyamet<br />
kopar. O neşelense, kahkaha atsa, şu ocağa<br />
kıyasla cennet sekara benzer.”<br />
Öylece bakakaldı. Gözlerinde bir ışıltı<br />
yakaladım. Sureti hem sıkıntıyla bunalmış<br />
hem de zevkle gevşemişti. Büzdüğü dudaklarından<br />
yayılan kaygılı ifade memnuniyetin<br />
şaşmaz çizgisi tarafından adeta infaz<br />
edilmiş, Meryem abla aşka boyun eğmişti.<br />
Bu boyun eğiş bükülme gerektirmeyen<br />
haz dolu bir teslimiyet, onurla dalgalanan<br />
beyaz bir bayraktı.<br />
Bir süre kaçamak kaçamak bakıştık. Sonunda<br />
kafasını toparlayıp “Konuşayım mı<br />
Yasemin ile, ister misin?” dedi.<br />
Telaşlandım. “Aman abla aman, ne konuşması.<br />
Ne diyeceksin onun gibi hanımefendiye?<br />
‘Bizim çaycı size vurulmuş, kahve<br />
getirdiğinde sizi gözler, bir de güzel şeyler<br />
söyledi hakkınızda duymayın gitsin’ mi? Hiç olur mu<br />
onun gibisi ile benim gibisi. Bir kere ne diyeceğimi<br />
bilemem yanında. Hem ben böyle sırık gibi, o ise<br />
öyle narin, tertemiz bir ay çiçeği…Ama sen konuşursan<br />
belki dinler kim bilir? Öyle ‘he’ deyince sevilir mi<br />
insan, ne dersin abla?”<br />
“Ben bir ağzını yoklarım. Varsa bir şey anlarım.<br />
Nereden bileceksin, mukadderat bu, olur mu olur.<br />
Belki onun da gönlü vardır.”<br />
“Ah abla! Olur mu dersin? Konuş o zaman sen, ben<br />
de hiç bilmem ki bu işleri.”<br />
“Merak etme hallerim ben. Olacağı varsa olur, olmazsa<br />
da üzülüp karalar bağlamak yok ama. Dünyanın<br />
sonu değil!”<br />
Ayaklanıp buzdolabına yöneldi. Artanlardan sakladığı<br />
bir tabak sarmayı önüme koydu.<br />
“Hadi afiyetle ye, senin için ayırmıştım. Başkaları<br />
bakarken yiyemiyorsun görüyorum kuzum.”<br />
Sarmaları silip süpürdüm. Her akşam yaptığım gibi<br />
ocaktan beş dakika erken çıkıp otoparkta dolandım.<br />
Palto cebimde taşıdığım usturayla, olur da Yasemin<br />
Hanım’a verebilirim diye biraz yasemin budadım.<br />
Eğip bükmeden cebe attım. Kötü bir insan sayılmam;<br />
doğaya, sanata, okumaya karşı bir düşkünlüğüm<br />
oldu hep. Gizlenmeme de gerek yoktu, nasılsa<br />
umursamayacaklardı. Görmezden gelinen biri<br />
olarak canlı sayılır mıydım, kararsızım. Zaman içinde<br />
şunu da öğrenmiştim; fark edilmeden her yere girip<br />
çıkabilecek sinsilikte bir cüce olsaydım insanlardan<br />
daha fazla ilgi görürdüm. Güven duygusu durgunluk<br />
demekti; onlar ise bir karabasan dehşetinden uyanmanın<br />
huzuruna aç, oburlardı. İnsan kavrayamadığının<br />
peşinden giderdi çünkü.Demem o ki benim<br />
gibi kendini daha iyiye yontamayan biri hayatlarında<br />
olsa da olurdu, olmasa da. Nasılsa zararsızdım;<br />
kim, niye bana ihtiyaç duyardı? Kendi halinde deyip<br />
geçiyorlardı ve haklıydılar. Bu durum işime gelmiyor<br />
da sayılmazdı aslında.<br />
Mucize beklentisi içinde olduğumu söyleyecek<br />
değilim. Arabasına uzak bir başka arabanın kaportasına<br />
dayanmış sigara içiyordum. Önce topukluların<br />
sesini duydum, sonra suretini gördüm. Dalgın<br />
ve hüzünlü izledim yürüyüşünü. Yanaşırken kilidi<br />
açtı, kulpu tuttu, kapıyı açmadan kesik bir çığlık attı.<br />
Bakışları ağlamaklı bir arayış içinde etrafı dolandı.<br />
Yakalandım. Belki ihtiyaçtan belki cüssemdendir bilmiyorum,<br />
ama gördü ya, bana yetti. Uzun adımlarla<br />
yanına vardım.<br />
“Necat Efendi tekerlek patlamış, gördün mü başıma<br />
geleni!” dedi. Konuşamadım, yutkunamadım, nefes<br />
alamadım. Ellerimi kavuşturup ovalamakla yetindim.<br />
“Sen anlar mısın bu işten Necat Efendi?”<br />
“Yok,” dedim. “Anlamam.”<br />
Ah, içimden nasıl lanet ettim beni bu şekilde yaratana.<br />
Bir hilkat garibesi, bir ucubeydim başka şey<br />
değil.<br />
“Tüh!” diye dertlendi ve otopark bekçisine doğru<br />
seğirtti. Bir şeyler konuştular. Adamın ‘hallederiz’<br />
türü mimiklerini seçebildim. Gelip bagajı açtı, yedek<br />
36<br />
ARALIK 2015 - OCAK 2016<br />
SINIR