26.12.2015 Views

EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT

1MAJ7jV

1MAJ7jV

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

kaybolandefterler<br />

/ zine<br />

o yana bir bu yana savrulmaya başlıyor. Sanırım nihayet kalabalıkların bulunduğu, aktığı caddedeyim.<br />

11. gezimi çağları aşan bir düzlemde gerçekleştireceğim caddeye bakmadan önce,<br />

bana çarpmaya devam eden gövdelerin arasında gözlerimi kapatıyor ve umudu ciğerlerime<br />

çekerek derin bir nefes alıyorum ve gözlerimi açıyorum. Aman tanrım! Ben neredeyim böyle?<br />

Tüm bu kalabalık, tüm bu baş döndürücü gürültü, tüm bu yazılar, ışıklı tabelalar, tüm bu<br />

üzerime dikilmiş gözler, tüm bu garip tipler… Yoksa 230 sene uyuduğumu sanan ben, gelişmiş<br />

bir çağın özlemi ile uyuduğumu sandığım o süreçte ölü müydüm yahut geldiğim bu yer Kalvenist<br />

son bulan hayatımın Katolik sürecinde oldukça sert bir şekilde dile getirilen ve sürekli<br />

korku salınarak anlatılan cehennemin kendisi mi? Ama hayır, kar hala tenime dokunduğuna<br />

ve en önemlisi dokunacak bir ten mevcut olduğuna göre demek ki hala yaşıyorum. O zaman<br />

bu kabus dolu yer de neyin nesi? Ben nerde uyandım ve çevremde gördüğüm tüm bu değişimler<br />

de ne? Bu caddeden çıkmalıyım, evet adını bile bilmediğim bu caddeden çıkmalı; daha<br />

sakin bir yer, mesela bir çayır filan bulmalıyım. Caddenin başını görebiliyorum. Eğer oraya<br />

ulaşabilirsem sanırım her şey için bir umut olabilir. Etrafıma bakmaksızın hızlı adımlarla oraya<br />

yürüyeceğim ve daha sakin bir yer bulacağım. Evet, bunu yapacağım. Caddenin başı olduğunu<br />

düşündüğüm yere doğru yürüyorum. Aman tanrım tüm bu makinelerde ne? Atlar, at arabaları<br />

nerede? Süratli metal şeyler, adını bilmediğim hızlı şeyler, anıt gibi bir şeyin ilerisindeki<br />

caddelerin her yerinden bir çağlayan gibi akıp geçiyor. Hiç at yok, at arabası yok… Tanrım bu<br />

nasıl bir çağ? Anlaşılan o ki caddeden kurtulup anıtın etrafında akıp giden metal taşıma aletlerine<br />

doğru gitmemin imkanı olmadığına göre, sanırım burada kalmak ve nihayetinde de boylu<br />

boyunca uzanan bu caddeye girmekten başka bir seçeneğim yok.<br />

Derin bir soluk alıp her şey son derece normalmiş gibi davranmaya ve o çağın insanları için<br />

çok normal olan bu hayatı 60 senedir tanıyan bir insanın sakinliğine bürünmeye çalışıp yürümeye,<br />

etrafıma bakınmaya ve ellerimi cebime güven almak istercesine sokarak sakin adımlarla<br />

yürümeye başlıyorum. Öncelikle yuvarlak bir alan içerisinde bulunan bir anıt gözüme<br />

çarpıyor. Anıt güzel ve göz doldurucu… Çevresinde de bir sürü insan var. Sanırım insanlar tüm<br />

korkunçluğuna rağmen bu yeniçağda, sanat eserlerine gereken değeri veriyorlar. Baksanıza<br />

çevresindeki kalabalığa… Ama bir süre sonra sanata ve esere değer veren bir çağın yeni üyesi<br />

olarak, artık ‘‘çağdaşım’’ sayabileceğim insanlara saygıyla bakacakken ve umutlarımı yeşertecekken<br />

bir şeyi fark ediyorum. Ne mi fark ediyorum? Kimsenin çevresinde toplandıkları anıta<br />

aslında dikkatlerini yöneltmediğini, hak ettiği ilgiyi göstererek bakmadıklarını… Herkes orada<br />

anıt dışında her şeye bakışını gezdirerek ya etrafına bakınıyor, ya birini bekliyor yahut da ellerindeki<br />

ne olduğunu anlayamadığım ve minik bir şimşeği andıran anlık bir ışık demeti yayan<br />

garip bir makinenin karşısına geçip anıt önünde durup garip pozlar veriyor. Kimileri ellerinde<br />

yine adını bilmediğim ve ne olduğu konusunda hiçbir fikrimin olmadığı minik bir aleti kulaklarına<br />

götürüp kendi kendilerine sohbet eder gibi konuşuyor. Tanrım bu ne garip bir çağ böyle!<br />

56<br />

İnsanlar anıtı çevreleyen yuvarlak alanda ya ayakta duruyor ya da birbirinden güzel çiçekleri<br />

çevreleyen demirlerin üstünde, çiçeklerin güzelliğinden habersiz bir şekilde oturup ya beklemekten<br />

ötürü homurdanıyor ya da garip pozlar verip adını bilmediğim o aletin önünde şekilden<br />

şekle giriyorlar. Garip, çok garip… ‘‘ Bu çağın insanları anıta neden gereken önemi vermiyor?<br />

Yoksa çağlar geçmesine rağmen idrak düzeyinde bir değişim olmadı mı?’’ diye düşünecek<br />

olurken, bu insanların benim gibi çağlar sonra uyanıp bu anıtı ilk defa görmediklerini hatırlıyor<br />

ve anıtı yüzlerce defa gördükleri için artık alışmanın getirdiği bir vurdumduymazlık gösterdiklerine<br />

kendimi ikna ederek umutlarımı yeniden yeşertip gülümsüyorum. İnsanlar ben anıtın<br />

olduğu yere doğru yürürken kıyafetlerime, saçımı çevreleyen peruğuma bakıp önce şaşırıp<br />

sonra kendi aralarında hınzırca gülüşüyorlar. Daha önce düşündüklerimi hatırlayıp aldırmıyor,<br />

sadece bu yeniçağın gelişmiş insanlarına gülümseyerek heykele doğru ilerliyorum. Anıt<br />

çok güzel fakat anıta bir ben bir de Çinli ya da Japon olduklarını çekik göz yapılarından tahmin<br />

ettiğim birkaç kişi inceleyerek ve hayranlık dolu gözlerle süzerek bakıp duruyoruz. Ardından<br />

gözüm anıtı çevreleyen yeşilliklere ve yeşillik üzerindeki birbirinden güzel çiçeklere takılıyor.<br />

Demirlerle kuşatılmış alanın üstünden atlayarak çiçeklere dokunmaya, uzun zaman boyunca<br />

sevdiğe kıza dokunmaktan mahrum kalmış bir genç adamın şefkati ve özlemi ile yapraklarını<br />

okşamaya başlıyorum. Bitki bilimiyle ilgili olduğum yıllardan öğrendiğim tüm o bilgiler sayesinde<br />

tüm çiçeklerin adlarını, türlerini hemen kavrıyor ve sevinçle gülüyorum. Anıtın çevresindeki<br />

insanlar ve anıtın çevresinden hızlı adımlara geçen tüm o yüzler bana şaşkın ve eleştiren<br />

hatta kınayan gözlerle bakmaya başlıyor. Bunun sebebini anlayamıyorum. Çevrelerindeki şu<br />

güzelliği nasıl takdir etmez ve binalarla dolmuş bu meydanda, caddede her şeye inat nefes<br />

alan bu çiçeklere nasıl sevgi duymazlar? Bir süre sonra formalı bir adam bana kızgın bir şekilde<br />

bir şeyler bağırıyor. Konuşulan bu dili bilmiyorum ama vücudun evrensel lugatındaki kızgınlığı<br />

hemen anlayıp üniformalı adamın çiçeklerin bulunduğu yerden uzaklaşmamı istediğini<br />

hatta emrettiğini tahmin edebiliyorum. Kalbim kırılmıyor değil, ama yine de bu çağı anlamadan,<br />

yapılan hareketleri değerlendirmemede kararlı bir şekilde, bana gülen insanlara ve bana<br />

kızgın sözler sarf eden adama gülümseyerek anıtın bulunduğu yeri terk etmeye başlıyorum.<br />

Güzeller güzeli bir anıtın görkemini ve çiçeklerin büyüsünü görmeyecek kadar gözlerine perde<br />

inmiş insan kalabalığını geride bırakarak tüm cesaretimi toplayıp caddeye doğru yürümeye<br />

ARALIK 2015 - OCAK 2016<br />

SINIR

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!