Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit
Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit
Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
uğramış iç dünyamızı kendi fıtrî ve temiz haline getirmeye<br />
bakmalıyız. Zaten Cenab-ı Hakk’ın lütufları <strong>da</strong> kirlenmemiş,<br />
iç deformasyona uğramamış temiz fert ve toplumların<br />
üzerine yağar. Başımıza gelen musibetlerin sebeplerini<br />
dışarı<strong>da</strong> aramak çok defa bir al<strong>da</strong>nmışlıktır ve problemlere<br />
çözüm olmak bir yana, çözümü geciktirmekten başka bir<br />
işe de yaramayacaktır. Hazreti Ömer efendimizin işaret buyurduğu<br />
gibi her fert kendini, kendi içini kontrol etmeli ve<br />
‘’Benim başıma gelen bu belâ, acaba hangi günahım sebebiyle<br />
geldi?’’ demelidir.<br />
Değişik renk ve desenleriyle başımıza gelen belâ ve<br />
musibetlerin kendi işlediğimiz günah ya <strong>da</strong> hatalar<strong>da</strong>n<br />
kaynaklandığını düşünmekle yani problemlerin kaynağını<br />
kendimizde görmekle, <strong>da</strong>ha sonra ayrı bir madde olarak<br />
bahsedilecek olan dua ve teveccüh arasın<strong>da</strong> <strong>da</strong> ciddi bir<br />
irtibat vardır ki o <strong>da</strong> şudur: Bir insan şayet kusur ve hatalarını<br />
kabul ederse aczini de kabul eder. Onu kabul edince<br />
gönlünde çok defa Cenab-ı Mevlâ’ya tazarru ve niyaz<strong>da</strong> bulunma<br />
ihtiyacı hisseder. Öte yan<strong>da</strong>n sıkıntıların kaynağını<br />
hep dışarı<strong>da</strong> arayanlar asla Allah’a iltica ve yakarma ihtiyacı<br />
hissetmezler. Evet, herhangi bir musibetle karşılaştığımız<strong>da</strong><br />
onun sebebini kendimizde yani hata ve kusurlarımız<strong>da</strong> aramak<br />
bir basiret; aksi ise en hafif ifadesiyle bir cehalettir.<br />
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’den mevzumuza ışık<br />
tutacak bir-iki cümle arzedelim:<br />
“Yapılan işlerin ahenkli gidebilmesi, meyelân-ı hayrın<br />
sürekli güçlendirilmesi için her işin başın<strong>da</strong>, ortasın<strong>da</strong>, sonun<strong>da</strong><br />
Cenab-ı Hakk’a tazarru ve niyaz<strong>da</strong> bulunmak şarttır.<br />
Belki bu çerçevede hayatının yarısı münacaatla geçmelidir.<br />
Mevcut çıkmazlar, açmazlar, problemler karşısın<strong>da</strong> “Benim<br />
yüzümden <strong>oldu</strong>’’ deyip sabahlara ka<strong>da</strong>r başını secdeye koyup<br />
tevbe ve istiğfar etmek icab eder. Bir gün yetmezse ertesi<br />
gün bir <strong>da</strong>ha, ertesi gün bir <strong>da</strong>ha...<br />
Hasılı; “Benim yüzümden <strong>oldu</strong>’’ diyecek yürekli insanlar<br />
istiyor. Kaf Dağı’nın arkasın<strong>da</strong> Anka kuşuna bir şey<br />
olmuş; “Benim yüzümden <strong>oldu</strong>’’ diyecek. Oysa ki ne Kaf<br />
Dağı var, ne de Anka... Bu, Müslümanların yitirdiği yürektir.”<br />
(Gurbet Ufukları, sh. 110)<br />
Bura<strong>da</strong> ayrı bir husus olarak şunu <strong>da</strong> zikredebiliriz:<br />
İşlenen günah ve hatalar karşısın<strong>da</strong> cezaların bu dünya<strong>da</strong><br />
verilmesinden insan şikayetçi değil belki memnun olmalı;<br />
bu tür cezaların ahirete bırakılmış olmasın<strong>da</strong>n endişe etmeliyiz.<br />
Tabiî Cenab-ı Mevlâ’<strong>da</strong>n her zaman bizi affetmesini ve<br />
âfiyet ihsan etmesini istemek ayrı bir mesele.<br />
Her sıkıntı teveccühümüzü artırmalı<br />
Başımıza gelen musibetler hususun<strong>da</strong> bakış açımızı<br />
belirleyen bir diğer husus <strong>da</strong> Rabbimize gerektiği ölçüde<br />
teveccüh edemediğimiz, bulunduğumuz yer ile bulunmamız<br />
gereken yer arasın<strong>da</strong>ki mesafeyi bir an önce kapatıp,<br />
Allah’ın bizi koyduğu yerin hakkını veremediğimiz, vazifelerimizi<br />
hakkıyla yerine getiremediğimiz, Allah’ın izniyle<br />
tamamlamak niyetiyle yola çıktığımız hizmetlerin gerektirdiği<br />
ölçüde Ulu Dergâh’a yönelip yana/yakıla, tazarru içerisinde<br />
dua edemediğimiz ve işte bütün bu önemli hususlar<strong>da</strong>ki<br />
kusurlarımız nedeniyle musibetlerin gelip başımıza<br />
çöreklendiği düşüncesidir. İşte böyle bir salim düşünce ile<br />
musibetler, belâlar bizde Rabbimize karşı inabe, tevbe ve<br />
dua iştiyakını tetikliyor, yeniden bir kere <strong>da</strong>ha kâmil mânâ<strong>da</strong><br />
bir teveccühle kalblerimizi dönülmesi gereken asıl kapıya<br />
çeviriyorsa, kaybetmenin olabileceği bir yerde kazançlı<br />
çıktığımızı düşünerek o musibetlerden dolayı şekvacı değil<br />
aksine Yaratan’a karşı hamd ü minnet duygularıyla dopdolu<br />
olmalıyız. Evet, biz küfür ve <strong>da</strong>lalet dışın<strong>da</strong> ki her şey için<br />
Rabbimiz’e hamdederiz. Hamd O’na, minnet O’na!..<br />
Efendimizin sadık yârenlerinden Abdullah ibn-i Abbas<br />
hazretleri şöyle bir hadis-i şerif nakleder: “Her kim bir<br />
musibete uğradığın<strong>da</strong> ‘istirca’<strong>da</strong> bulunur yani ‘İnnâ lillah<br />
ve innâ ileyhi râciûn’ demek suretiyle Rabbine yönelir ve<br />
sığınırsa Allah, o musibetten kaynaklanan yarayı sarıp sarmalar..<br />
o kişiye güzel bir akıbet hazırlar.. o musibeti izale<br />
buyurup onun yerine çok uygun ve kulunun <strong>da</strong> hoşnut olacağı<br />
şartlar yaratır.”(Taberânî, Mu’cemü’l Kebir, 12/255)<br />
Son iki hususla alâkalı olarak bura<strong>da</strong> şunu <strong>da</strong> ifade etmekte<br />
fay<strong>da</strong> mülahaza ediyoruz: Allah nezdinde kıymeti<br />
olanlar en küçük bir hata yahut gaflet sebebiyle şefkat tokadıyla<br />
okşanıyorlarsa, Hakk’a yakın durmaya çalışanlar, konumlarının<br />
hakkını veremediklerini, kulluğa yakışmayacak<br />
ve Rabbe karşı bir ayıp sayılabilecek günahlara düştüklerini<br />
nazara alıp başlarına gelenleri çok görmemelidirler. “İstihkakımız<br />
varmış’’ demeli, bir an önce istenen ve beklenen<br />
kıvama ulaşmanın yollarını araştırmalıdırlar. Evet, Rabbimizin<br />
bir ismi de Hakk’tır. O’nun yaptıkların<strong>da</strong> haksızlık<br />
olmaz; ne yapıyorsa haktır ve mutlak doğrudur. Yapılanlar<br />
bizim istihkakımız, haksızlığı yapanlar <strong>da</strong> başkalarıdır. Bilmeliyiz<br />
ki, Rahman olan Allah kullarına asla zulmetmez.<br />
Yürüdüğümüz yolun kaderi<br />
Dördüncü husus şudur: Zulüm, fıtratının bir yanı haline<br />
gelmiş yahut kininin, nefretinin, hasedinin esiri olmuş bazı<br />
insanlar eliyle başımıza gelebilecek musibetlere <strong>da</strong>ha doğrusu<br />
onların yapabilecekleri kötülüklere, komplolara, hile ve<br />
hud’alara her zaman hazır olmalıyız. Çünkü bu sadece günümüze<br />
yahut tarihin herhangi bir zaman dilimine münhasır<br />
bir hal değildir. Hazreti Âdem’in iki erkek çocuğun<strong>da</strong>n<br />
birisinin diğerinin kanına girmesiyle başlamış bu, zulmetin<br />
nura tasallutu, karanlığın gelip aydınlığın üzerine çökmesi,<br />
haksızlığın hakka saldırısı ve düşmanlığın sevgiye taarruzu<br />
dünden bugüne devam ettiği gibi bun<strong>da</strong>n sonra kıyamete<br />
ka<strong>da</strong>r <strong>da</strong> devam edecektir. “Fazilet ehline <strong>da</strong>im tahakküm-i<br />
cühelâ / Cihan<strong>da</strong> kaidedir ta cihan cihan olalı” ifadesi bu<br />
22