04.11.2014 Views

Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit

Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit

Vilâdetin, insanlığın da vilâdeti oldu. Dost-düşman ... - Yeni Ümit

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

kendilerine bahşedilmesidir. Meselâ, Hz. İbrahim (a.s.),<br />

ateşe atılma, akrabasın<strong>da</strong>n Hz. Lût’un kavminin helâk<br />

edilmesi, oğlu Hz. İsmail’i kurban etmesi emri gibi ağır<br />

imtihanlar<strong>da</strong>n geçtikten sonra insanlara imam kılınmıştır<br />

(Bakara, 2/124). Hz. Davut, hüküm ve kazâ konusun<strong>da</strong>ki<br />

imtihanı vermesi üzere insanlar arasın<strong>da</strong> hükmetmek<br />

için halifelik (Sâd, 38/26); oğlu Hz. Süleyman ise, tahtı<br />

üzerine bir cesedin bırakılmasıyla imtihan edilmesinin<br />

ardın<strong>da</strong>n, tarihte başka kimseye nasip kılınmayacak meliklikle<br />

şereflendirilmiştir (Sâd, 38/35). İlgi çekicidir ki,<br />

Kur’an-ı Kerim, bu iki resûlden, yani Hz. Davut ve Hz.<br />

Süleyman’<strong>da</strong>n söz ederken, her ikisine de hüküm ve ilim<br />

verildiğini bilhassa anmakta (Enbiyâ, 21/ 79) ve böylece<br />

hilâfet ve meliklik için gerekli iki önemli değere dikkat<br />

çekmekte, ayrıca, bu her iki resûlün sahip bulundukları<br />

yüksek dünyevî makamlara rağmen Allah’a yakın ve<br />

O’na çok yalvaran güzel kullar <strong>oldu</strong>klarına vurgu yaparak<br />

(Sâd, 38/17, 25, 30, 40), halifelik ve melikliğin ibadet,<br />

kulluk, göz yaşı ve evbe ile bir ara<strong>da</strong> yürümesi gerektiğine<br />

telmihte bulunmaktadır.<br />

Resûlleri karşılaştırırken dikkat çekici ikinci nokta,<br />

misyonları gereği karakterlerinde ve bazı tutumların<strong>da</strong><br />

kendini gösteren farklılıklardır. Bir hadis-i şerifte de kendisine<br />

dikkat çekilen bu farklılık (İbn Hanbel, 7/ 487 ; Beyhakî,<br />

6/ 321), isyankâr kavimleri hakkın<strong>da</strong> Hz. İbrahim ve Hz.<br />

İsa ile, Hz. Nuh ve Hz. Musa’nın yaptığı dualar<strong>da</strong> ortaya<br />

çıkmaktadır. Hz. İbrahim, “Ya Rabbî! Doğrusu onlar<br />

(putlar) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık bun<strong>da</strong>n<br />

sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana<br />

karşı gelirse o <strong>da</strong> Sen’in merhametine kalmıştır, şüphesiz<br />

Sen Ğafursun, Rahîmsin.” (İbrahim, 14/36); Hz. İsa, “Eğer<br />

onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır.<br />

Onları affedersen, Aziz ve Hakîm (üstün kudret,<br />

tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin.” şeklinde<br />

münacatta bulunurken; Hz. Nuh, “Ya Rabbi, yeryüzünde<br />

dolaşan bir tek kâfir bile bırakma!” (Nuh, 71/26); Hz.<br />

Musa <strong>da</strong>, “Ey bizim büyük Rabbimiz, mahvet, sil süpür<br />

onların (Firavun ve kavminin) servetlerini ve kalplerini<br />

şiddetle sık! Belli ki o acı azabı görmedikçe onlar imana<br />

gelmeyecekler!” (Yunus, 10/88) diyerek dua etmektedir. Hz.<br />

İbrahim ile Hz. İsa’nın, H. Nuh ile Hz. Musa’nın duası<br />

birbirine benzerken, Hz. İbrahim ile Hz. İsa’nın birbirine<br />

benzer duası arasın<strong>da</strong> bile dikkat çekici bir farklılık olarak,<br />

Hz. İbrahim duasını Cenab-ı Allah’ın Ğufran ve Rahmet<br />

dergâhına gönderirken, Hz. İsa İzzet ve Hikmet dergâhına<br />

göndermektedir.<br />

Resûller arasın<strong>da</strong> göze çarpan bir diğer farklılık, her<br />

birinin Cenab-ı Allah ile olan münasebetidir. Konu gereği<br />

bura<strong>da</strong> sadece, yukarı<strong>da</strong> mealini naklettiğimiz duaları birbirine<br />

benzeyen Hz. Nuh ile Hz. Musa’nın Allah ile olan<br />

münasebeti arasın<strong>da</strong>ki farklılığa kısaca temas edeceğiz.<br />

Hz. Nuh (a.s.), Tufan öncesi kendisinin, anne-babasının<br />

ve ailesi içinde mü’min olanların ve erkek-kadın<br />

bütün mü’minlerin bağışlanması için dua etmişti (Nuh,<br />

71/28). Tufan başlama<strong>da</strong>n önce de Cenab-ı Allah (c.c.),<br />

ona ailesi içinde mü’min olanları ve diğer mü’minleri gemiye<br />

almasını emretti (Hûd, 11/40). Hz. Nuh, oğulların<strong>da</strong>n<br />

birinin gemiye binmemiş <strong>oldu</strong>ğunu görünce onu gemiye<br />

<strong>da</strong>vet etti. O ana ka<strong>da</strong>r, onun mü’min <strong>oldu</strong>ğunu düşünüyordu;<br />

çünkü inkârına ait bir şeyini ihtimal görmemişti.<br />

Ama oğlunun <strong>da</strong>vetine icabet etmeyip, boğulup gittiğini<br />

görünce, “Yâ Rab! Oğlum <strong>da</strong> (mü’min olarak) aileme katılanlar<strong>da</strong>ndı.<br />

Senin, (mü’min olarak aileme dâhil olanları<br />

kurtaracağına <strong>da</strong>ir) va’din de elbette haktır ve Sen hâkimler<br />

Hâkimi’sin.” diye inledi. Allah, ona şöyle cevap verdi:<br />

“Ey Nuh! O, senin ailenden değildi; çünkü onun bütün<br />

hayatı, yanlış inanç, yanlış tavır ve <strong>da</strong>vranış üzerine kuruluydu.<br />

O halde, hakkın<strong>da</strong> kesin bilgi sahibi olmadığın bir<br />

meselede Ben’den istekte bulunma. Sana emrim odur ki,<br />

sen cahilce bir <strong>da</strong>vranış içinde olamazsın.” (Hûd, 11/46)<br />

Hz. Musa (a.s.), Tur Dağı’n<strong>da</strong> Cenab-ı Allah’ın Kelâmına<br />

mazhar olunca, O’nu görme isteğinde bulundu.<br />

Cenab-ı Allah <strong>da</strong>, Kendisini görmesinin mümkün olmadığını,<br />

yanıbaşın<strong>da</strong>ki <strong>da</strong>ğa yapacağı tecellide eğer <strong>da</strong>ğ<br />

yerinde kalırsa, Kendisini görebileceğini buyurdu. Ama<br />

Cenab-ı Allah’ın bir lem’acık Kudret tecellisi karşısın<strong>da</strong><br />

<strong>da</strong>ğ toz haline gelirken, Hz. Musa <strong>da</strong>, yıldırım çarpmışçasına<br />

yere düşüp bayıldı. Kendine gelince tesbihte bulundu<br />

ve tevbe etti. Cenab-ı Allah’ın mukabelesi ise şöyle <strong>oldu</strong>:<br />

“Ey Musa! Ben seni seçtim, seni risaletle ve hitabıma<br />

mahzar kılmakla insanlar üzerinde bir mevkie çıkardım.<br />

Şimdi sen, (senin için olmayanı talepten vazgeçerek) sana<br />

ne vermişsem onu al ve karşılığın<strong>da</strong> şükredenlerden ol!”<br />

(A’râf, 7/143–144)<br />

Âyetlerden anlaşıldığı üzere, Cenab-ı Allah’ın Hz.<br />

Nuh’a cevabı Allah ile Resûlü arasın<strong>da</strong>ki münasebete has<br />

celâl edâlı bir itab ifade ederken, Hz. Musa’ya cevabın<strong>da</strong><br />

ihtar, ama iltifat yüklü bir ihtar söz konusudur. Hz. Nuh<br />

niyaz peygamberi olarak görülürken, Cenab-ı Allah ile<br />

olan münasebeti içinde Hz. Musa, <strong>da</strong>ha başka pek çok<br />

âyetin de ortaya koyduğu üzere (Tâ-Hâ, 20/39–41; Kasas,<br />

28/24), baştan itibaren bir naz peygamberi gibi görülmektedir.<br />

Bu hususun misalleri çoksa <strong>da</strong>, bu ka<strong>da</strong>rla yetineceğiz.<br />

Peygamberler Arasın<strong>da</strong> Peygamber Efendimiz (s.a.s.)<br />

Peygamberler de mânen terakki ederler. Bunu, “Seni<br />

dinin hükümlerinden habersiz bulup seçerek dosdoğ-<br />

39

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!