15.06.2020 Views

Hotel Restaurant Magazine June 2020

Hotel Restaurant Magazine June 2020

Hotel Restaurant Magazine June 2020

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İngilizce biliyordum. Onun için beni

olimpiyat kongresinde Prens Albert’in

mihmandarı olarak verdiler. O da o

dönemde olimpiyat organizasyonunun

genel sekreteriydi. Tabii bu da ayrıca

heyecan verici ve onurluydu. Bütün

dünyadan çok tanınmış kişiler ve

devlet başkanlarının katıldığı düzeyde

bir kongreydi. Ama şu ayrıntıyı da

geçemeyeceğim. O zamanlar dünya

daha naifti, daha basitti. İnsanlar sanki

daha iyi niyetliydi. Şimdi düşünüyorum,

bu kadar büyük güvenlik önlemleri

yoktu. Vardı tabii ki ama bugünkü gibi

insan insandan çok fazla korkmuyordu.

Herkes daha erişilebilir daha

ulaşılabilirdi. Bu esnada Prens Albert’in

mihmandarıydım ama Prens Albert ile

benim herhangi bir ilişki kurabilmem

söz konusu değildi. İlk geldiği gün

aramızda en az 10 kişi vardı. Hürriyet

gazetesinin Kelebek eki Fransızca da

bildiğim için bana röportaj yapmamı

teklif etti. O bana çok daha ilginç geldi.

“Tabii ki yapabilirim” dedim. Böylece ne

kadar büyük bir şeye söz verdiğimi, ne

kadar ulaşılmaz bir şeye söz verdiğimi

o an fark etmedim tabii ki. Bana çok

kolay geldi ve Prens Albert’ten randevu

talep ettim. Hem mihmandarı olarak

hem de Hürriyet Kelebek olarak ondan

söz aldım. Ama dediği saatte, dediği gibi

röportaja gelmedi. Lobide bekledim,

yaşım da 20’ydi. Bekledim bekledim,

otel dışındaydı, o zaman turistlere

yönelik çok ünlü şov yapan Kervansaray

Night Club’ları vardı.

Gençlik cesareti ve verdiğim söze karşı

utanma hissiyatı, mahcup olmama

isteği ile beklemeye devam ettim.

Geldiği zaman da kendisine açıkçası

çıkıştım. Çok cesurmuşum şimdi dönüp

geçmişe baktığımda… Bunun benim

işim olduğunu, bana söz verdiğini, bu

işten ekmek parası kazanacağımı, şu

anda onu engellemiş olduğunu yüzüne

söyledim. Sanırım samimiyetle bu cesur

davranışım onun dikkatini çekti ve

oturdu benimle 3,5 saat dostluk kurdu.

Röportajımızı yaptık ve yayınlandı.

Ertesi gün artık beni seçebiliyordu ve

benden bir ricada bulundu. Sanırım

Türkiye’ye ilk ya da ikinci ziyaretiydi,

o da çok gençti. Normal programının

dışında kalan zamanlarda turistik yerler

dışında halkın gittiği yerleri görmek

istediğini söyledi ve bizim dostluğumuz,

arkadaşlığımız bu şekilde başladı.

Bu çalışmalar böyle devam etti bu

“Tura Turizm, sektörde

en fazla kadın istihdamı

olan firmalar arasında

ilk sıralarda yer alıyor.

Nitelikli bir kalkınma için

kadınlarımızın ekonomiye

katma değer sağlaması

gerekiyor. Kadınların iş

ortamında bulunduğu

yeri güzelleştirdiğine

inanıyoruz. Güzel

enerjiler veriyoruz.

Mutlu, dinamik, eğlenceli

bir ekibiz. Kadının gücüne

inanıyor, çalışıp üretmeyi

sürdürüyoruz.”

süreç içerisinde de ben çok radikal bir

karar alarak bölümümü değiştirdim.

Hatta zamanın rektörü benim Turizm

ve Otelcilik Bölümü’ne yatay geçiş

yapma kararımı emin misin diye iki

kere sormuştu ama ben turizme

aşık olmuştum. Turizmcinin kanına

bu meslek bir kere girdi mi bir daha

çıkmıyor. Turizm Otelcilik’e geçtim.

Gerçekten Boğaziçi Üniversitesi’nde o

dönem de bu dönemde olduğu gibi çok

kıymetli hocalar vardı. İşin hem pratiği

hem de teorisini, acente işletmesinden

muhasebesine kadar iyi bir eğitim aldık.

“Otelciliği çok sevemedim”

Okulu bitirdikten sonra neler

yaptınız? Profesyonel hayata ilk

girişiniz, kararlarınız ne yönde

oldu?

Bitirme stajı olarak Monaco’ya gittim.

Prens Albert ile kurduğum bu güzel

dostluk bana bu kapıyı açtı. Orada

biliyorsunuzdur belki, Monaco’yu

gerçekten Prens yönetir ve birçok

kurumun sahibidir. İngiltere’deki gibi

sembolik değildir. Birçok otel, birçok

eğlence merkezi ve gazinolar prensliğe

aittir. Orada Monaco’nun neredeyse

tek acentesinde, Monaco Kongre

Acentesi’nde işe başladım. Acenteden

önce aslında otelde başladım ama

otelciliği çok sevemedim. Çok daha

disiplinleri olan, özgür hareket

edemediğim bir alan olduğuna karar

verdim. Onun için acenteye geçtim. İlk

işim acenteydi. İlk defa bu kadar yoğun

kongre, incentive, event, bugün MICE

dediğimiz alanla Türkiye’de bu kadar

yaygın değilken orada şahitlik ettim,

bunun bir parçası oldum.

Bunlardan biri de Cannes Film

Festivali’ydi. Monaco’da kaldığım

süre içerisinde, 4 senede, her sene

Cannes Film Festivali’nde İngiltere’nin

Pavilion’unda İngilizce’yi de çok iyi

konuştuğum için ben çalışıyordum.

Hatta Monaco’da yaşayan çok az

insan İngilizce’yi bu kadar rahat

konuşabiliyordu. Dolayısıyla hem

Fransızca hem İngilizce bilmem bana

orada çok büyük avantaj getirdi. 4

sene boyunca birçok kongrede, hem

işin planlanmasında hem de acentede

çalıştım. Bahsettiğim yıllar 80’li yılların

sonu, 90’ların başıydı. O zamanlar

bu kadar dünyaya açık değildik. Bu

kadar dünyayı tanımıyorduk. Özellikle

ailelerimiz tanımıyordu. Daha sonra

ailevi nedenlerden dolayı, annemin çok

ısrarı, korkuları, baskıları neticesiyle

geri dönmek zorunda kaldım. Monaco

çok pahalı bir yerdi. Her ne kadar

çalışıyor olsam da orada kalabilmek

için hala ailemin desteğine ihtiyacım

vardı. Annemin baskıları neticesiyle

geçici olarak Türkiye’ye geldim. Hatta

evimi kapattım, eşyalarımı bir depoya

koyduk. Annemin “Geçici olarak

Türkiye’de dene tekrar, seni çok

özlüyoruz” sözleriyle hem duygusal

hem de maddi yaptırımlar uygulayarak

kısa bir süreliğine dönüyormuşum gibi

bir döneme girdim. Ama dönüş o dönüş

oldu.

“Türkiye’ye incentive

organizasyonlarıyla döndüm”

Monaco’dan bavulumda döndüğüm

alan ise, en fazla deneyim kazandığım

alan olan incentive organizasyonlarıydı.

Türkiye’ye geldiğimde incentive

organizasyonlarında çalışmalarda

bulundum. Michael Jackson konseri

olsun, vaftiz törenleri olsun bunlar

çok büyük organizasyonlardı. Daha

sonra kariyerime direkt incoming

alanında devam ettim. Yurt dışından

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!