31.10.2020 Views

İstikbal Dergi Ekim 2020 Sayısı

İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı

İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

L İ D E R G A Z E T E E S K İ Ş E H İ R ’ İ N S E S İ

PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR AYLIK iŞ, SiYASET, SPOR ve YAŞAM DERGiSi Sayı: EKİM 2020

Eskişehir

bisiklet şehri

oluyor

Tepebaşı’nda

üretene

engel yok

Odunpazarı’nda

sağ elin verdiğini

sol el bilmiyor

“DANS EDİNCE

ÖZGÜRLÜĞÜ

BULDUM”

SİVRİHİSARLI

NASREDDİN

HOCA




EDiTöR

t18’de

ÇOCUKLARIN ODAKLANMASINI

KOLAYLAŞTIRACAK

7 ADIM

Etkilendikleri

t26’da

film

yaşamlarını

şekillendirdi

t20’de

HEYKELLER ŞEHRİ

Artık böyle bir Eskişehir

ile idare edeceğiz!

Parti kurulduğu ve iktidar

olduğu günden bu yana,

iktidar partisinin Eskişehir

milletvekilleri birbirleriyle

anlaşabilseydi...

HHH

Eskişehir'in tüm milletvekilleri,

en azından Eskişehir

ile ilgili meselelerde

birbirleriyle uyum içinde

çalışabilselerdi...

HHH

Belediye başkanları birbirleriyle

kavga halinde olmasaydı...

HHH

Milletvekilleri ile Belediye

başkanları en azından

Eskişehir ile ilgili meselelerde

birbirleriyle uyum

içinde çalışabilseydi...

HHH

Etkin oda ve mesleki

örgüt başkanları birbirleriyle

anlaşabilse, birbirlerine

karşı güç gösterisinde

bulunmasaydı.

Murat Taşkın

HHH

Söz konusu odalar, Eskişehir

ile ilgili meselelerde

birbirleriyle göstermelik

değil de, gerçekten samimiyet

içinde bir araya gelebilseydi.

HHH

Kurum yöneticileri birbirleriyle

ortak iş yapma

alışkanlığını edinmiş olabilseydi.

Kısacası...

Yukarıda saydıklarımız

birbirlerine karşı siyaset,

ego, kıskançlık, kibir, çekememezlik,

küçümseme, dedikodu,

engelleme, çelme

takma, taş koyma huyları ve

alışkanlıklarını bir yana bırakabilseydi...

Eskişehir bugün bambaşka

bir Eskişehir olurdu...

Bugün maalesef böyle

bir Eskişehir oldu!

Yukarıda saydıklarımız

bugüne kadar yaptıklarını

bundan sonra da ısrarla ve

yılmadan devam ettiklerine

bakılırsa, onlar böyle bir

Eskişehir'den gayet memnun

olsa gerek...

Genel Yayın Yönetmeni : Burak TÜRKMEN

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Murat TAŞKIN

GAZETESİ’NİN AYLIK İŞ, SİYASET VE YAŞAM DERGİSİ

Gazete, Haber ve Reklam :

Arifiye Mah. Yalbı Sk. No: 13/A K:6 D:10 ESKİŞEHİR

Tel & Faks : 0.222. 220 19 06 - 220 19 08

e-mail : haber@istikbalgazetesi. com

4

t32’de

PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR www.istikbalgazetesi.com Sayı : EKİM 2020

UĞUR OFSET MATBAACILIK, GAZETECİLİK SAN. VE TİC. A.Ş. ADINA

Sahibi : Burak TÜRKMEN

Baskı :

ÖNKA OFSET BASIM ve MATBAACILIK HİZMETLERİ

Zübeyde Hanım Mah. Sebze Bahçeleri Cad. No: 80

İSKİTLER 06070 ALTINDAĞ/ANKARA

Tel: 0.850 346 26 86 / 0.312. 384 26 85 - 384 26 86

e-posta : onkamatbaa@gmail.com



Büyükşehir Belediyesi, çeşitli projelerin yanı sıra

Eskişehir’e 50 Km.’lik bisiklet yolu kazandırıyor.

Eskişehir

bisiklet şehri oluyor

Eskişehir’de toplu taşıma ile birlikte yürüyüş ve bisiklet

kullanımını da ön plana çıkarmak isteyen Eskişehir

büyükşehir belediyesi, bu yöndeki projelerine devam

ediyor. Kent içi bisiklet trafiğini, toplu ulaşım ağına entegre

etmek için projeler yürüten Büyükşehir

Belediyesi, ilk olarak açık ve kapalı bisiklet otoparkları

geliştirip, toplu taşamı araçlarına bisiklet aparatları

taktı. İlk uygulamalar vatandaştan takdir toplarken,

olumlu sonuç verdi. Büyükşehir Beylediyesi, proje

kapsamında yeni uygulamaları da önümüzdeki dönemlerde

hayata geçirecek.

6

>>

Toplu taşıma başta olmak üzere yürüme

ve bisiklete binme ile alternatif

sürdürülebilir kent içi ulaşım biçimleri

konusunda farkındalık yaratılması amacıyla

Büyükşehir Belediyesi tarafından çeşitli uygulamalar

hayata geçirilmeye başlandı. Bisiklet

trafiğini, kent içi toplu ulaşım trafiğine entegre

etmek amacıyla yola çıkan Büyükşehir

Belediyesi, ilk olarak, toplu taşıma araçlarına

bisikleti entegre ederken, bisikletler için açık

ve kapalı otoparklar da oluşturdu. Uygumalara

Eskişehirlilerden tam not geldi.

Eskişehir’i bisiklet şehri

yapmak için kolları

sıvayan Büyükşehir

Belediyesi, bu konuda kolları

sıvayarak ilk adımlarını atmaya

başladı. Geçtiğimiz

günlerde yapılan Avrupa

Hareketlilik Haftası

kapsamında pek çok projeye

imza atarak bu konuda

kentin dikkatini çeken

Büyükşehir, önümüzdeki

günlerde yeni çalışmalarla

bisiklet kullanımının daha

da önünü açacak.

BİSİKLET ŞEHİR

ULAŞIMINA ENTEGRE

EDİLECEK

Yayalaştırma çalışmalarına

Tarihi Odunpazarı Bölgesi’ni

de ekleyen ve Otomobilsiz

Kent Günü’nde Kemal

Zeytinoğlu Caddesi’ni araç

trafiğine kapatan Büyükşehir

Belediyesi, toplu taşımaya

bisikleti entegre etmek için

çeşitli düzenlemeleri de bu

uygulamaya koydu.

Konuyla ilgili bilgiler veren

Büyükşehir Belediyesi Genel

Sekreteri Ayşe Ünlüce,

“Avrupa Hareketlilik

Haftası’nda bu yıl pandemi

nedeniyle vatandaşlarımızla

renkli etkinliklerde

buluşamasak da online

söyleşiler, farkındalık

çalışmaları ve bizim için bu

haftanın ruhuna son derece

yakışacak yeni uygulamaları

hayata geçirdik. Bu uygulamalardan

en önemlisi Kemal

Zeytinoğlu Caddesi’ni trafiğe


kapatılarak Tarihi Odunpazarı Bölgesi’ni

yayalaştırmak ve bölgedeki turizm

hareketliliğini biraz daha arttırmak oldu.

Diğer bir önemli proje de Eskişehir için

gelecek yıllarda büyük önem arz edeceğine

inandığımız bisikletin kent içi ulaşıma entegre

edilmesi ve vatandaşlarda da bisiklet

konusunda bir farkındalık oluşturulması

oldu.

ESKİŞEHİR’E

50 KİLOMETRELİK

BİSİKLET YOLU GELİYOR

Bu kapsamda Eskişehir’in var olan bisiklet

kültürünü gerçek anlamda bisiklet yolları

ile daha da desteklemek

için üzerinde

hassasiyet

ile çalıştığımız bir

projede sona

geldiğimizi belirtebilirim.

Sivil

toplum

kuruluşları,

dernekler ve çeşitli

kurumlardan da

görüşler alarak

hazırladığımız bu

proje

tamamlandığında

kent merkezinde

50 kilometrelik

bisiklet yoluna

sahip olacağız. Bu

bisiklet yollarını

toplu taşıma ile de

entegre ederek

bisikleti kentte

gerçek anlamda

bir ulaşım aracı

olarak kullanmak

istiyoruz” dedi.

Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında

toplu taşıma, yürüme ve bisiklete binme ile

alternatif sürdürülebilir kent içi ulaşım

biçimlerinin desteklenmesi amacıyla

çeşitli uygulamaları hayata geçiren

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, bisikletli

ulaşımı teşvik etmek amacıyla açık ve

kapalı otoparklarının kapılarını bisikletlilere

açtı. Uygulama kapsamında bisiklet

sürücüleri 3 açık, 3 kapalı otoparka

bisikletlerini güvenli ve ücretsiz bir şekilde

park edebilecekler.

Uygulama kapsamında Reşadiye Aş Evi

Otoparkı, Cumhuriye Otoparkı, Kurtuluş

Otoparkı, Dumlupınar Açık Otoparkı,

Sazova Parkı Dış Otoparkı ve Kemal

Zeytinoğlu Caddesi Açık Otoparkları olmak

üzere toplamda 6 otoparkın kapılarını

bisiklet kullanıcılarına açan Büyükşehir

Belediyesi, bisikletlerin güvenle ve ücretsiz

bir şekilde otoparklara park edilebileceğini

duyurdu.

Otoparklara bisikletlerini park eden

sürücüler uygulamadan büyük memnuniyet

duyduklarını ifade ederek, bisikletli

ulaşımın yaygınlaştırılması için

atılacak her adımda Büyükşehir

Belediyesi’nin yanında olacaklarını belirtti.

“BİSİKLETLERE

GÜVENLİ VE

ÜCRETSİZ

OTOPARKLAR”

“BİSİKLET TAŞIMA APARATLI

OTOBÜS HATTI HİZMETE BAŞLADI”

Projeler kapsamında yeni

uygulamaları bir bir hayata

geçiren Eskişehir Büyükşehir

Belediyesi, belediye otobüslerinde

bisiklet taşınması için de adım attı. İlk

olarak Vadişehir-Otogar hattında denenen

uygulama kapsamında bisikletli

vatandaşlar otobüslere yerleştirilen

aparatlar sayesinde bisikletleri ile otobüsleri

kullanmaya başladı. Uygulama

ile, Vadişehir-Otogar hattında seferler

gerçekleştiren Siyah 63 numaralı otobüslerin

ön bölümlerine bisiklet

aparatları takıldı. Aparatlar sayesinde

bisikletleri ile herhangi bir ilave ücret

ödemeden otobüsle ulaşım

gerçekleştirebilen bisiklet sürücüleri,

uygulamadan büyük mutluluk

duyduklarını ifade

etti. Başlatılan

çalışmanın olumlu

sonuçlanması

halinde farklı hatlarla

da

desteklenebileceğini

ifade eden

Büyükşehir

Belediyesi yetkilileri,

bisikletli

ulaşım konusunda

yeni adımlar atmaya

kararlı

olduklarını belirtti.

TEMATİK

PARK

MÜJDESİ

Bisiklet

kullanımını

özendirmek

amaçlı projelerine

devam edecek olan

Eskişehir Büyükşehir

Belediyesi, yeni bir

uygulamanın da

müjdesini verdi.

Büyükşehir Belediyesi

Genel Sekreteri Ayşe

Ünlüce, Sümer Mahallesi’nde

Porsuk

Çayı kenarında bir

alana tematik bir ‘Bisiklet

Parkı’ yapımına da

en kısa sürede

başlayacaklarının

müjdesini verdi.

7


SİVRİHİSARLI

Gürcan BANGER

NASREDDİN HOCA

YAZI

Nasreddin Hoca, kültürümüzün

en önemli

halk figürlerinden

birisidir. Yeterli yazılı kaynağın

olmadığı bir dönemde

yaşamış olan

Nasreddin Hoca’nın hayatı

hakkında farklı söylentiler

olmasını olağan karşılamak

gerekir. Muhtemelen

onun yaşam öyküsü, başkalarınınki

ile karışmış olabilir.

Ama kesin olan şu ki;

Nasreddin Hoca figürünü

bunların tamamı oluşturmaktadır.

Günümüzde yönetim

kültürü kitaplarında

bile Nasreddin Hoca’dan

söz ediliyor olması, onun

gücünü ve benimsenmişliğini

ifade eder.

Yazılı hale gelmiş ilk Nasreddin

Hoca hikâyesi Sarı

Saltuk’un yaşamını anlatan

Saltukname’de yer almaktadır.

Saltukname, Fatih

Sultan Mehmet’in oğlu Cem

Sultan’a 1480 yılında Ebu’l

Hayr Rumî’nin sunduğu bir

derlemedir. Bu eserde Anadolu’dan

ve Rumeli’nden

derlenen menkıbe ve rivayetler

yer almaktadır. O

dönem toplumunun bazı

sosyal, kültürel ve dinî

özelliklerinin yansıtıldığı

Saltukname’de Sarı Saltuk’un

Nasreddin Hoca’yı

Sivrihisar’da ziyaret etmesinden

söz edilmektedir.

Sivrihisar ve Akşehir’de yaşamış

olan Nasreddin Hoca’nın yaşamının

13’üncü yüzyıla (1208-1284) tarihlendiğine

bakılırsa, Saltukname’de verilen bilgiyi doğruluk

açısından en muhtemel olarak kabul etmek

gerekir. Daha sonraki dönemlerde Nasreddin

Hoca’nın yaşam öyküsünün, hikâyelerinin ve

fıkralarının değişime uğramış olması olasılığı

daha yüksektir.

Bu karışıklıklar açısından bir örnek verebiliriz.

Örneğin Hoca’nın Timur’un liderliğindeki Moğolların

Anadolu’yu işgali ve Hoca’nın Timur’la

görüştüğüne dair ünlü ‘filli fıkra’ bu konuda

önemli bir veridir. Timur’un 14’üncü yüzyılda

(1336-1406) yaşadığı düşünüldüğünde; bizim

bilip tanıdığımız Nasreddin Hoca ile çağdaş olması

mümkün değildir. ‘Filli fıkra’ türünde hikâyeler

ya sonradan üretilmiş ya da başka

kişiler Nasreddin Hoca ile karıştırılmıştır.

Bugün Türki cumhuriyetlerin bulunduğu bölgede

Nasreddin Hoca hikâye ve fıkralarının

yaygınlığına bakılırsa; Timur ile çağdaş olan

8

bir başka Nasreddin olması da muhtemeldir.

Diğer yandan Nasreddin Hoca’nın Mevlana Celâleddin

Rumi (1207-1273) ile tanışıp görüştüğüne

dair rivayetler de mevcuttur.

Mevlana’nın Nasreddin Hoca ile çağdaş olması

ve yaşamının bir bölümünü Akşehir’de geçirmiş

olması nedeniyle bu eşleme, akla yakın

gelebilir. Mevlana ile anılan Nasreddin Hoca’nın,

ismi günümüze değişerek gelmiş bir

başka kişi (örneğin Ahi Evran) olduğunu iddia

edenler de var.

Nasreddin Hoca’nın yaşadığı dönemi içine alan

yıllar, Anadolu tarihinin az bilinen dilimidir.

Nasreddin Hoca, Sarı Saltuk, Yunus Emre, Ahi

Evran ve Mevlana’nın etkileşimli yaşamları

adeta gerçekle hayal arasında kalır. Özetle;

Nasreddin Hoca konusunda çalışma yaparken

yukarıda kısaca özetlediğim karışıklıklar konusunda

dikkatli olmak gerekli. Halk kültürünün

doğası gereği içerdiği karmaşa

ve anakronizm nedeniyle

hızla tuhaflıklara savrulmak

mümkündür.

Nasreddin

Hoca’nın Yaşam

Öyküsü

Nasreddin Hoca, günümüzde

kendi adıyla anılan Sivrihisar’ın

Hortu Köyü’nde 1208

ylında doğdu, 1284 yılında

Akşehir’de öldü. Mevcut bilgilere

göre; babası Hortu

Köyü imamı Abdullah Efendi,

annesi ise yine aynı köyden

Sıdıka Hatun’dur. Kendisi ile

ilgili söylenip yazılanlarda

yaşamının Selçuklular dönemine

denk düştüğü anlaşılmaktadır.

Yaşadığı çağda

Sivrihisar bölgesi Anadolu

Selçukları ile Bizans arasında

sınırı oluşturmaktadır. Bilindiği

kadarı ile Nasreddin

Hoca; Selçuklu hükümdarlarından

Alâeddin Keykubat I,

Gıyaseddin Keyhüsrev II,

Kılıç Arslan IV ve Gıyaseddin

Keyhüsrev III dönemlerine

tanıklık etmiştir.

İlk eğitimini babası Abdullah

Efendi’den almıştır. Babasının

ölümü üzerine Nasreddin

Hoca’nın onun yerine imam

olduğu söylenir. Yine bir rivayete

göre Sivrihisar’da

medrese eğitimi gördüğü ve

babasının ölümü üzerine köye

dönerek imam olduğu ifade edilmektedir.

Söylentilerin doğruluğu

konusunda kuşkular olabilse de; edinilen izlenim,

Hoca’nın gençliğinde dini eğitim aldığı yönündedir.

Nasreddin Hoca’nın Akşehir’e göçü öncesinde

medresede ders okuttuğu ve Sivrihisar’da kadılık

görevinde bulunduğu rivayet edilmektedir.

Bu hizmetlerinden dolayı kendisine

Nasuriddin Hâce isminin verildiği, zamanla

bunun Nasreddin Hoca’ya dönüştüğü söylenir.

Babasının ölümünden sonra bir süre devam

ettirdiği imamlığı Cılız Mehmed olarak bilinen

birisine bırakarak 1237’de Akşehir’e göçtüğü

ve Seyyid Mahmud Hayrani’nin derslerini dinlediği

ve onun dervişi olduğu ifade edilmektedir.

Yine bu dönemde Seyyid Hacı İbrahim’in

derslerini dinlediği de söylenir. Gerek Seyyid

Mahmud Hayrani gerekse Seyyid Hacı İbrahim,

yaşadıkları çağın önemli din bilginleridir.

Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayranî’ye ait

1257 tarihli ve Seyyid Hacı İbrahim’e ait 1266


tarihli vakfiyelerde tanık olarak Nasreddin Hoca’nın

imzası mevcuttur.

Nasreddin Hoca’nın Sivrihisar’dan ayrıldığı zamana

ilişkin hoş bir hikâye anlatılır. O tarihte

Sivrihisar kale dizdarı (kaleden sorumlu komutan)

Alişar Bey’dir. Nasreddin Hoca’nın da tavsiyeleriyle

Alişar Bey, Konya’dan Tuğrul

Efendi’yi Sivrihisar’a getirir. Tuğrul Efendi’nin

vaazları Hoca da dâhil olmak üzere Konya ve

Akşehir din ve ilim çevresi konusunda bir çekicilik

uyandırır. Sonunda Nasreddin Hoca

Konya’ya gitmeye karar verir. Nasreddin Hoca

Sivrihisar’dan ayrılırken Alişar Bey kendisine

şöyle seslenir: “Sen bu işi önceden kurdun.

Kendi yerini dolduracak Tuğru Efendi’yi bana

buldurdun. Şimdi de gidiyorsun.” O an Nasreddin

Hoca, eşeğini durdurur ve semere ters oturur,

şöyle der: “Gidiyorum ama gözüm

üzerinizdedir.” Sonuçta Hoca’nın yolu sırayla

Emirdağ – Afyon – Bolvadin üzerinden Akşehir’e

ulaşır.

Nasreddin Hoca Sivrihisar ve Akşehir’de

imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, müderrislik

ve kadılık gibi işlerle

ilgilenmiştir.

Hoca’nın geçimini sağlamak

amacıyla çiftçilik,

bahçıvanlık ve

pazarcılık yaptığı,

1284 yılında 76 yaşında

Akşehir’de öldüğü

söylenir.

Bir Hoca

Hikâyesi

Nasreddin Hoca’yla

ilişkilendirilen pek çok

hikâye ve fıkra anlatılır.

Bunların pek çoğunu

daha

çocukluğumuzdan beri

duyar, okur ve aktarırız.

Bu küçük öykülerden

pek azı yer ve

tarih içerir. Pek çok

fıkranın hangi zamanda ve ortamda geçtiği

belli değildir. Ama Hoca’nın çağdaşı olduğu bilinen

bazı hikâyelerinin özel değeri vardır.

Hoca’nın en ilginç öykülerinden birisi Şeyyad

Hamza isimli bir kişiyle ilgili olanıdır. Bu hikayede

söz edilen Şeyyad Hamza’nın 13’üncü

yüzyılda yaşamış olan Sivrihisar – Akşehir yörelerinde

yaşamış –aruzla yazmış– sufi şair

Şeyyad Hamza olma olasılığı yüksektir. Fıkrada

anlatılan olay doğru olmasa bile; zaman

ve mekân uygunluğu açısından ilginç bir yakıştırmadır.

Her sanatçının sıradan insanlara

göre farklı özelliklere sahip olması konusu hatırlanırsa;

Nasreddin Hoca ile Şeyyad Hamza

arasında rekabeti hatırlatan böyle bir olayın

geçmesi de olağan karşılanmalıdır.

Rivayet edilir ki; Şeyyad Hamza bir gün topluluk

içinde Hoca’yı aşağılamak için “Behey

Hoca; senin bu halin nedir? Sen bu âleme maskaralık

etmeye mi geldin?” Hoca kızmamaya

çalışarak şöyle cevaplar: “Er olana bir marifet

yeter.” Bu cevap Şeyyad Hamza’yı ateşlemek

için yetmiştir. Hoca’ya cevap vermek üzere

hemen atılır: “Benim hünerlerim pek çoktur;

kemalimin sonu, sınırı yoktur. Örneğin her

gece maddeler dünyasından geçer, göğün sınırına

kadar uçarım. Oradan aşağıya el sallar,

yedi kat göğün katlarında ne varsa görürüm.”

Hoca sükûnetle şöyle bir soru ile karşılık verir:

“Pekala; orada sallamak üzere elini uzattığında,

hiç eline samur gibi nazik ve yumuşak

bir şey dokunur mu?” Şeyyad Hamza gökte

bulunuşunu doğrularcasına heybetle “Evet”

diye cevap verir. Şeyyad Hamza’yı oyuna getiren

Nasreddin Hoca taşı gediğine koyar:

“Behey ahmak! O eline değen şey, benim eşeğimin

kuyruğudur.”

Nasreddin Hoca kimdir?

Hiç kuşkusuz; Nasreddin Hoca’nın tarihi kişiliği

önemlidir. Ama ondan önemlisi, onun kıssadan

hisse ders veren bir öğretmen oluşudur. Bu

özelliği ile daha uzun zaman toplumun hiza

göstericisi olarak yer alacağı kanaatindeyim.

Örneğin günümüzde onun ismini ve ruhunu taşıyan

yönetim kültürü kitaplarının yazılmasının

altındaki ana fikir budur.

Bu nedenle Nasreddin Hoca konusunda yaşadığı

dönemle veya ona ilişkilendirilerek anlatılan

olaylarla yetinmemek gerekir. O ince

düşünmenin, ayrıntılara dikkat etmenin, yaşamın

gerçek anlamını gözden kaçırmamanın hatırlatıcısıdır.

Güldürü ile yaşamı olumlu yönden

eleştirmenin ve değerlendirmenin simgesidir.

Mizaha Bakış

Mizahı Nasreddin Hoca ile fark ettim. O zamana

kadar sayısız fıkra okudum ya da dinledim.

Komik filmler veya güldürme amaçlı TV

programları izledim. Öyküler okudum, çizgili

çalışmalar gördüm. Tanıdığımız insanlarla bizi

güldüren olaylar yaşadım. Şimdi daha iyi kavrıyorum

ki, mizah sadece gülmekten ibaret

değil. Bu yazdıklarımı bir toplulukta söylesem,

mutlaka mizahın bir tepki, eleştiri veya ders

içerdiğini söylemek için zihinlerini yoklayanlar

olacaktır. Ama mizahın bu kadar basite indirgenebileceği

kanaatinde değilim.

Sözlü veya yazılı edebiyatı göz önüne getirdiğimizde;

hızla roman, hikâye, masal ya da şiir

gibi türleri bir çırpıda sayabiliriz. Ama sıra mizaha

geldiğinde edebiyat çevrelerinde bu konuda

bir belirsizlik ve netsizlik var. Mizahı bir

kategori olarak ele alan her yazılı çalışmada

“Mizah edebi bir tür müdür?” gibi bir soruyla

karşılaşmak mümkündür. Ardından farklı

yazar ve eleştirmenlerden referanslarla çoğu

örnekte mizahın bir edebi tür olmadığı vurgulanır.

Bu bakış açısından mizah edebi tür olarak

kabul edilen eser türleri için bir tema,

konu veya içerik olarak benimsenir. Mizah her

edebi türle birlikte ‘pişirilebileceği’ bir malzeme

olarak kabul edilir.

Mizah kavramını yeterince incelememiş olanlar

için Antik Çağlardan bu yana çok sayıda filozofun

bu konuyu ele alıp düşünmüş ve

yazmış olmaları şaşırtıcıdır. Türkçe Sözlük mizahı

“1- Eğlendirme, güldürme ve bir kimsenin

davranışına incitmeden takılma amacını güden

ince alay, gülmece; 2- Gerçeğin güldürücü yanlarını

ortaya koyan edebiyat türü” olarak tanımlar.

Tanımın birinci bölümünde yer alan

‘eğlenme, gülme ve takılma’ terimleri özü açısından

kişinin duygu ve düşünce (zihin) faaliyetleri,

yani psikolojisi ile ilgilidir. İkinci

bölümde yer alan ‘gerçek’ terimi ise doğrudan

felsefenin ilgi alanına girer. Antik Çağlarda psikoloji

ve ilgili alt dallar felsefenin konuları arasında

yer alıyordu. Felsefe tarihi açısından

psikolojinin ayrı bir alan olarak ayrılıp –olabilen

ölçüde– özerkleşmesi zaten çok eski bir

döneme işaret etmez. Daha önceki yüzyıllarda

psikoloji terimine tek tük referanslar olmakla

birlikte psikolojinin bir alan olarak ortaya

19’uncu yüzyılı bulur. Özetle; mizah insanlığın

tüm duygusal ve düşünsel tarihi boyunca felsefenin

konusu olmuştur. Bu nedenle; eğer mizahı

bir tür olarak tanımlamak zorundaysak;

Freud, Bergson gibi

ünlü filozofların bu

alana duydukları ilgiyi

dikkate alarak ve

‘tür’ tanımını biraz

zorlayarak “Mizah bir

felsefi türdür” diyebiliriz.

Mizah ve

Felsefe

Nasreddin Hoca’dan

başlayarak nasıl –

fark ettiğimi söylediğim–

bu noktaya

geldim? Felsefenin

paradoks (açmaz),

ikilem, düşünce deneyi

gibi düşünme

teknik ve araçlarının

tümünü Nasreddin

Hoca fıkralarında

bulmak mümkündür. Hoca’nın fıkralarının pek

çoğu felsefenin ‘meta’ ön ekiyle ifade edilen

özsel niteliklerini taşır. Üreticisi kim olursa

olsun Hoca’ya (dolayısıyla mizah türüne) yakıştırılan

tüm fıkralar felsefenin konusu olan

insan zihninin düşünsel eserleridir. Bu nedenle

Nasreddin Hoca fıkraları (dolayısıyla mizah

türü) sadece gülünüp geçilecek ‘şeyler’ olamaz.

Bunlar, olağanlaşmış ve sıradanlaşmış yaşamın

ötesinde farklı duygusal ve düşünsel özler taşırlar.

Nasreddin Hoca’ya folklorik figür, tarihi

veya dini kişilik, ‘akıllı deli (wise fool)’ ya da

çok kültürden derlenmiş komik insan olarak

bakmak doğru olmaz. O tarihin imbiğinden

uzun sürede damıtılmış bir felsefi bütünlüktür.

Bu yönüyle Nasreddin Hoca, akademik dünyada

da yüzeysel görünümünü aşılarak felsefi

derinliği ile anlaşılması ve tartışılması bir

örnek temadır.

Kısaca; mizah felsefenin konularından birisidir.

Bu yönüyle bir sosyal gösterge (endeks) özelliği

de taşır. Bir toplumun mizah karşısındaki

duruşu, onunla etkileşimi, mizahi üretimi ve

tüketimi aynı zamanda o toplumun felsefi,

yani düşünsel kalite ve derinliğini gösterir. Örneğin

Nasreddin Hoca’ya gülüp geçiyorsak, o

zaman ‘gülünüp geçilecek’ bir düşünce üretimtüketim

‘sistemimiz’ var demektir.

9


Mizah ve

Felsefe

Mizah sözcüğü günlük

kullanımı açısından

gülme eylemini çağrıştırıyor.

Muhtemelen

bu nedenle

eşdeğer sözcük olarak

gülmece belirlenmiş.

Aynı bağlamda değişik

sözcükler bu kavramı

eğlendirme,

güldürme, alaya alma,

şaka gibi sözcükler

kullanarak tanımlıyor.

Gerçekten bir kamuoyu

anketi yapsak

ve katılımcılara mizah

sözcüğünün neler hatırlattığını

sorsak, şaşırtıcı

olmayan biçimde bazı sinema, tiyatro ve

TV oyuncularına ek olarak çizgi dergiler, komedi

olarak kabul edilen filmler, komik hikâyeler

ve benzerleri gelir. Hiç kuşkusuz; bu

arada komik öyküler yazmış olan yazarlar da

sıralanacaktır. Buradaki ana fikir herhangi bir

olumsuz duygu veya düşünceye kapılmadan

gülünesi bir durumla karşı karşıya olmaktır.

Mizah konusunda çalışma yapmış düşünür ve

yazarlara sıra geldiğinde ise günlük kullanımdan

farklı bir tanımlama ile karşılaşırız. Örneğin

19’uncu yüzyılın Fransız edebiyatçısı ve

yazarı Théophile Gautier (1811-1872) mizahı

saçmanın mantığı olarak tanımlar. Mizahın

kapsamının ise görünür biçimde ortaya konmuş

olan saçma olarak niteler. Gautier’nin kavradığı

biçimde mizaha konu olan ‘saçmalık’

(eylem, davranış, düşünce ya da duygu) dışarıdan

kişiler için sama iken kişinin kendisi için

mantıklı ve anlamlı olabilir. Örneğin Nasreddin

Hoca’nın göle yoğurt çalması veya kendi oturduğu

dalı kesmeye kalkması böyle bir durumdur.

Cervantes’in Don Kişot isimli

kahramanının yel değirmenlerine saldırması

da dışarıdan bakanlara ve kahramanın kendisine

göre farklı anlam ve mantık kabulleridir.

Gautier’nin tanımlamasında dikkatimizi çekmesi

gereken bir diğer konu, yazarın mizahı

ifade ederken ‘saçma’ ve ‘mantık’ gibi felsefenin

iki sık işlenmiş ve tartışılmış unsurunu kullanmış

olmasıdır.

Arap ve İslam Edebiyatı üzerine çalışmalar

yapmış olan Franz Rosenthal (1914-2003)

10

başka ilginç bir yaklaşım sergiler. 1956 yılında

basılan “Humor In Early Islam (Erken İslam’da

Mizah)” isimli kitabının birinci bölümünde mizahın

özü çevrenin kişi üzerinde yaptığı kısıtlama

ve sınırlamaların birinin aniden ortadan

kalkması ile açıklanır. Bu değişim ile birlikte

mizahın ortaya çıkabileceği şartlar oluşur. Alışılmış,

kurallı sınırların dışına çıkılması ile

‘ezber dışı’ eylem ve davranışlar oluşmaya

başlar. Bunu Gautier’nin ‘saçma’ kavramı bile

benzeştirebiliriz. Bu noktada hangi noktadan

(hangi ezberle) bakıldığına göre mizah algısı

değişir. Kısıtlayan fiziksel ve sosyal şartların

ortadan kalması ve kişinin(ya da durumun)

buna saçmalıkla ‘tepki’ vermesi bazıları için

‘ciddi olmayan’ şeydir. Diğer yandan insanlığın

tüm hallerinin yaşamın ‘ciddi ve olağan’ unsurları

olduğunu düşündüğümüzde, mizaha ‘ciddiyet

- ciddiyetsizlik’ eksenli bir bakış adil bir

yaklaşım olmaz. Rosenthal’in tanımı üzerinden

yürürsek sınırların kalkması bir ‘durum uzayı’

değişikliğidir ve böyle bir ortamda yaşam tercihini

mizahtan yana yapabilir. Dolayısıyla

oluşan yeni durum duygu, düşünce ve eylem

boyutlarıyla insancadır.

Emtialaşan Mizah

Soruyu tekrar soralım: Mizah nedir? Pek çok

edebiyatçı, yazar veya sahne yorumcusu mizahı

edebiyat, resim, şiir gibi bir sanat ve icra

alanı olarak kabul eder. Mizahın günümüzün

ekonomik ve sosyal ilişkiler dünyasında böyle

algılanması mevcut durumun beklenen bir

yansımasıdır. Çünkü kamuoyunda mizaha ilişkin

algı mizahın tiyatro oyunu, sinema filmi,

TV dizisi, öykü kitabı ya

da sahne gösterisi olduğudur.

Bir başka deyişle

mizah bir duygu, düşünce

ve eylem alanı

olarak değil; bu alanın

ticari ürünleri olarak tanımlanmaktadır.

Bir ‘şey’ ürün olarak algılanmaya

başladığında

–sosyo-ekonomik sistem

de buna hazırdır,

artık üretilen ve tüketilen

emtia haline

dönüşüyor. İşin daha

ilginci, emtia olma

süreci –özellikle düşünsel

düzeyi düşük

toplumlarda– bu alanının

sanatsal niteliklerini

yok ederek

tümüyle tüketmeye

odaklı bir ticari sektör

haline getiriyor. Kendi

adıma felsefe ile geçmişte

felsefenin içinde

yar alan psikoloji ve

mantıktan arıtılmış bir

mizah tanımı hayal bile

edemiyorum.

Mizahı Kalıba

Sokmak

Nasreddin Hoca ile başlayalım.

Elimizdeki veriler

bu ülkede adı

Nasreddin Hoca olan bir

kişinin yaşamış olduğunu

doğrulayacak

kadar yeterlidir. Ama

aynı enformasyon bu

topraklarda kaç tane Hoca’nın yaşamış olduğu

konusunda yeterlilik kriterini sağlamıyor. Hele

ki, yakın coğrafyada dünya ölçeğine çıktığımızda

çok daha fazla Hoca figürü ile karşılaşıyoruz.

Diğer yandan Nasreddin Hoca

fıkralarını derleyen yazılı eserlere baktığımızda

her yeni çalışma ile birlikte fıkra sayısının

çoğaldığını, bunların yer-zaman olarak

–insanın zihnini karıştıracak kadar– çeşitlendiğini

görüyoruz. Bu çoğalıp çeşitlenme içinde

tek bir Hoca figürünü ayıklamak artık imkânsız

derecede zordur. Ayrıca böyle bir yola çıkmanın

doğru olduğu kanaatinde de değilim.

İçinde yaşadığımız coğrafya açısından baktığımızda

Nasreddin Hoca mizah konusunda bir

mizah bileşkesini oluşturmaktadır.

Hoca konusunda araştırmacıların anlaşamadığı

konulardan birisi erotizme varan cinsellik temalı

fıkralardır. Hoca fıkralarını derleyen ilk

yazılı eserde (letaifnamede) yaklaşık beşte biri

bu tür fıkralardan oluşmaktadır. Bazı tartışmacılar

Hoca figürünün cinsellik içeren fıkralar ile

bağdaştıramamaktadır. Keza başka çalışmalarda

Hoca’nın rafine dindar, Sünni, Alevi, Bektaşi

vb. kimliklerde gösterilme gayretlerini

izliyoruz. Bütün bunların arkasındaki niyet

Hoca’yı tek bir kişi düzeyine indirgemek ve

ona ilgili araştırmacı-yazar tarafından yeni bir

kimlik kazandırılma yaklaşımıdır. Hâlbuki

mizah bir yaşam tarzı, bakış açısı veya felsefi

yaklaşımdır. Nasreddin Hoca da günümüze

ulaşmış olan (ve onun mizahına nasıl bakmamız

gerektiği konusunda ipuçları veren) profili

tam da bu felsefi tarzı ifade etmektedir.

Aykırı ya da Saçma

Mizahın felsefe, psikoloji ve mantık içerdiğinden

söz etmiştim. Amerikalı matematik profesörü

John Allen Paulos’un (1945-)

“Mathematics & Humor (Matematik ve Mizah)”

ile “I Think Therefore I Laugh (Düşünüyorum,

Öyleyse Gülüyorum)” isimli kitaplarını hatırlayınca

bu listeye matematik ve dilbilimi de eklemem

gerektiğini fark ettim. Paulos andığım

ilk kitabında amacını “Yapmayı düşündüğüm

mizah ve formel bilimlerde (mantık, matematik

ve dilbilim) ortak olan işlem ve yapıları inceleyerek

söz konusu bilimlerdeki birçok

kavramın değişik şaka tür ve kalıpları için formel

benzerlikler oluşturduklarını göstermek”

şeklinde ifade ediyor. Yazar, kitabın bir başka

yerinde matematik ile mizah arasındaki bağlantıyı

“Matematik ve mizahın her ikisi de entelektüel

oyun biçimleridir; matematikte

vurgu entelektüele, mizahta oyunadır” şeklinde

özetliyor.


Daha önce yazdıklarıma

paydaş olması

açısından aynı kitaptan

biraz daha

alıntı yapabilirim:

Mizah tanımlamalarının

“… birçoğunda

iki ana nokta olduğu

görülür: Mizahın aykırılığı

ve mizahın

psikolojik yanı.”

Mizah konusundaki

kuramcıların “…

çoğu … meselenin

değişik biçimlerle

ortaya konulmasına,

değişik vurgulara

yer açtıktan sonra, mizahın zorunlu öğelerinden

birinin, bir şeyi (kişi, tümce ya da durum)

iki (ya da daha çok) değişik şekilde görme yolunun

yan yana bulunabilirliği konusunda

hemfikirler. Başka bir deyişle, bir şeyin eğlenceli

olabilmesi için alışılmadık, uygunsuz veya

tuhaf yönlerin bir arada algılanıp karşılaştırılması

gerekir. … beklenti-sürpriz, mekanik-tinsel,

üstünlük-yetersizlik, denge-abartma, ve

edeplilik-bayağılık karşıtlıkları.” Görüldüğü

gibi mizahın özünde aykırılık olduğu için örneğin

Nasreddin Hoca’nın (dolayısıyla fıkralarının)

tek renkli, tek düze veya ‘ahlaka ve inanca

uygun’ biçimde sonradan tasarlanmış olması

da gerekmiyor. Hoca’nın var olabilmesi için

aykırılığın varlığı gerekiyor.

Diğer yandan aykırılık, mizah için tek başına

yeterli olmaz. Aykırılığın aynı zamanda –felsefenin

de konusu olan– bir ‘anlam’ içermesi gerekir.

Bir anlam içermeyen aykırılık mizah

alanı dışında kalır. “Uygun psikolojik ve duygusal

ortam mizahın temel öğelerinden biridir.

… –algılanabilen anlamlı bir aykırılık ve uygun

duygusal ortam– bir arada, zorunlu [gerekli]

ve yeterli koşul olarak görünüyor.”

Hoca’nın Mizahı

Nasreddin Hoca, Anadolu kültürümüzün en

önemli halk figürlerinden birisidir. Mizah kavramının

pek çok farklı özelliğini özünde taşır.

Yeterli yazılı kaynağın olmadığı bir dönemde

yaşamış olan Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında

farklı söylentiler olmasını olağan karşılamak

gerekir. Muhtemelen onun yaşam

öyküsü, başkalarınınki ile karışmış olabilir.

Ama kesin olan şu ki; Nasreddin Hoca figürünü

bunların tamamı oluşturmaktadır. Günümüzde

yönetim kültürü kitaplarında bile Nasreddin

Hoca’dan söz ediliyor olması, onun gücünü ve

benimsenmişliğini ifade eder.

Nasreddin Hoca’nın yaşamı

ilgili bazı bilgiler

ile

var olsa da, bugün bulunduğumuz noktada

onu bir kişi ya da kimlik bazına indirgemek

doğru olmaz. O bütüncül olarak mizahı temsil

eder. Yazılı hale gelmiş ilk Nasreddin Hoca hikâyesi

Sarı Saltuk’un yaşamını anlatan Saltukname’de

yer almaktadır. Saltukname, Fatih

Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’a 1480 yılında

Ebu’l Hayr Rumî’nin sunduğu bir derlemedir.

Bu eserde Anadolu’dan ve Rumeli’nden

derlenen menkıbe ve rivayetler yer almaktadır.

O dönem toplumunun bazı sosyal, kültürel

ve dinî özelliklerinin yansıtıldığı Saltukname’de

Sarı Saltuk’un Nasreddin Hoca’yı Sivrihisar’da

ziyaret etmesinden söz edilmektedir.

Sivrihisar ve Akşehir’de yaşamış olan Nasreddin

Hoca’nın yaşamının 13’üncü yüzyıla

(1208-1284) tarihlendiğine bakılırsa, Saltukname’de

verilen bilgiyi doğruluk açısından en

muhtemel olarak kabul etmek gerekir. Daha

sonraki dönemlerde Nasreddin Hoca’nın

yaşam öyküsünün, hikâyelerinin ve fıkralarının

değişime uğramış olması olasılığı daha

yüksektir.

Bu karışıklıklar açısından bir örnek verebiliriz.

Örneğin Hoca’nın Timur’un liderliğindeki Moğolların

Anadolu’yu işgali ve Hoca’nın Timur’la

görüştüğüne dair ünlü ‘filli fıkra’ bu konuda

önemli bir veridir. Timur’un 14’üncü yüzyılda

(1336-1406) yaşadığı düşünüldüğünde; bizim

bilip tanıdığımız Nasreddin Hoca ile çağdaş olması

mümkün değildir. ‘Filli fıkra’ türünde hikâyeler

ya sonradan üretilmiş ya da başka

kişiler Nasreddin Hoca ile karıştırılmıştır.

Bugün Türki cumhuriyetle- rin bulunduğu

bölgede Nasreddin

Hoca hikâye

ve fıkralarının yaygınlığına

bakılırsa; Timur

ile çağ- daş olan bir

başka Nasreddin olması

da muhtemeldir.

Diğer yandan Nasreddin

Hoca’nın Mevlana

Celâleddin Rumi

(1207-1273) ile tanışıp

görüştüğüne dair

rivayetler de mevcuttur.

Mevlana’nın Nasreddin

Hoca ile

çağdaş olması ve yaşamının

bir bölümünü

Akşehir’de geçirmiş

olması nedeniyle bu

eşleme, akla yakın

gelebilir. Mevlana ile

anılan Nasreddin Hoca’nın, ismi günümüze değişerek

gelmiş bir başka kişi olduğunu iddia

edenler de var.

Özetle; Nasreddin Hoca konusunda çalışma yaparken

yukarıda kısaca özetlediğim karışıklıklar

konusunda dikkatli olmak gerekli. Halk

kültürünün doğası gereği içerdiği karmaşa ve

anakronizm (tarih yanılgısı) nedeniyle hızla tuhaflıklara

savrulmak mümkündür.

Ayrılış Hikâyesi

Nasreddin Hoca’nın Sivrihisar’dan ayrıldığı zamana

ilişkin hoş bir hikâye anlatılır. O tarihte

Sivrihisar kale dizdarı (kaleden sorumlu komutan)

Alişar Bey’dir. Nasreddin Hoca’nın da tavsiyeleriyle

Alişar Bey, Konya’dan Tuğrul

Efendi’yi Sivrihisar’a getirir. Tuğrul Efendi’nin

vaazları Hoca da dâhil olmak üzere Konya ve

Akşehir din ve ilim çevresi konusunda bir çekicilik

uyandırır. Sonunda Nasreddin Hoca

Konya’ya gitmeye karar verir. Nasreddin Hoca

Sivrihisar’dan ayrılırken Alişar Bey kendisine

şöyle seslenir: “Sen bu işi önceden kurdun.

Kendi yerini dolduracak Tuğrul Efendi’yi bana

buldurdun. Şimdi de gidiyorsun.” O an Nasreddin

Hoca, eşeğini durdurur ve semere ters oturur,

şöyle der: “Gidiyorum, ama gözüm

üzerinizdedir.”

Hoca’nın bu gidişini hep bir uzay geçidinden

veya bir kara delikten geçişi gibi hayal etmişimdir.

Hoca Sivrihisar’ı gözden kaybettikten

sonra neler yapmış ve yaşamıştır? Daldığı

bir bilinmez geçidin ardından nerede ortaya

çıkmıştır? Bir aksakallı bilge

gelip de Hoca’nın o geçitten dünyanın

farklı noktalarına ulaştığını

söylese inanırım. Belki de bu denli

fazla sayıda Hoca’nın varlığını açıklamanın

yolu budur. Hoca her zamandadır,

her mekândadır. O, bir

sonsuz yolcudur.

11


Gençlerin en çok eleştirildiği, pek çok

konuda eksik görüldüğü bir dönemdeyiz.

Herkesin dilinde “Gençlerle konuşulmuyor”

“Gençlerin bir hayat amacı yok”

“Hiçbir iş beğenmiyorlar” gibi cümleler var.

Sürekli geçmişle kıyaslama hali söz konusu.

TRT arşivlerinde yayımlanan programlara

bakıp “Nerede o aklı başında gençlik”

diye iç çekiyor herkes. Gençlerin durumları,

duruşları, üslupları, konuştukları meseleler tenkit

ediliyor.

Kullandıkları kelimeler, mizah anlayışları

da yadırganıyor.

Genelde sonuçları konuşmamızdan kaynaklanıyor

olacak ki, gençlerin eleştirilen duruma

gelmelerinin sebepleri göz ardı ediliyor.

HHH

Birinci sebep elbette eğitim.

Hangi kademede olursa olsun, eğitimden

çok bir yarış havası söz konusu.

Öğrencinin öğrenmesi, kendini geliştirmesi,

kendine bir şeyler katması çok önemsenmiyor.

O dönem popüler olan ‘en iyi’ olma standardı

neyse öğrenci ona yönlendiriliyor.

Eğitim şekli de buna göre evriliyor.

Gençler neyi sevdiğinden, neye ilgisi olduğundan

bîhaber oradan oraya savruluyor.

Belli bir yaşa geldiklerinde ise onlara

“senin hayat amacın yok” diyoruz.

Evet, belki gerçekten görünen bu.

Bir gayeleri yokmuş gibi duruyorlar.

Olabilir, çünkü ne istediklerini düşünmeye

fırsat vermeden bir yarışa dâhil edilmişler.

Sadece duruma göre ‘en iyi’ olmak için uğraşmaları

gerektiğini biliyorlar.

Bu durumu kabul edip yoluna böyle devam

eden gençler olduğu gibi, talibi olmadığı yarışın

içinde bulunmayı kabul etmeyenler de oluyor.

çinden gelmeyen şeyi yapmak istemedikleri

için o gençlere “aykırı” diyoruz.

Belki başarısız, tembel, çabasız olmakla

suçluyoruz.

AH BU GENÇLİK!

Bunların suç, hata, eksiklik olmadığını da

bilmek lazım elbette.

Ama tabii bu işin daha başka bir boyutu.

HHH

Akademik hayat dışında sosyal hayatta da

eleştiriler bitmiyor.

Aralarında 40 yaş olan bir amca bir gence

“Bununla hiç konuşulmuyor” diyor.

Hatta “boşa okumuş” diyor.

“Bizim zamanımızda…” diye devam ediyor

cümlelerine.

Kilit noktada burası işte!

“Bizim/sizin/onların zamanı”

Acaba farklı dili konuşuyor olmayı normal

kabul etmek gerekmez mi?

Varsayalım donanımlıbir gencimiz muhabbet

esnasındaçokluevren, yapay zeka, kuantum,

yazılım gibi şeylerden konuştu.

Kaç kişi buna dâhil olup muhabbeti sürdürebilecek?

“Amaan ben anlamam onlardan” denilecek

ve bu genç normal olmayan şeylerden konuşmakla

suçlanacak.

Belki “saçmalıyor” diye yadırganacak.

Saçmalamakla suçlandıkları şeyler ‘farklı’

alanlardaki konuşmaları ve görüşleri değil sadece.

Mizah anlayışları da çok eleştiriliyor.

Her şeyi mizah unsuru olarak gördükleri

için ciddiyetsiz kabul ediliyorlar.

Burada Nietzsche’nin şu sözünü hatırlamakta

fayda var;

“İnsan hayatta o kadar acı çeker ki,canlılar

arasında yalnız o,gülmeyi icat etmek zorunda

kalmıştır.”

HHH

Bazı şeyler üst üste geldiğinde, insanın sığınaklarından

birinin mizah olduğunu fark etmemiz

gerekiyor. “Şimdi gençler çok rahat”

denilse de gençlerin sınav, iş ve hayatlarını

devam ettirme stresleri o kadar yüksek ki…

Üniversiteye başlayana kadar geçirdikleri

stresli zamanın yerini umut ve neşe alması gerekirken

bu strese işsizlik ve gelecek kaygısı ekleniyor.

Bir dönem çaba sarf ediyorlar, iş arıyorlar,

başka başka sınavlara giriyorlar.

Ama sonra türlü engellerle gelecekleri baltalanıyor.

Çok kaygılı oldukları bu süreçlerde hayata

tutunmak adına bir şeyler geliştiriyorlar.

Bu da genelde mizah oluyor.

Her şeyle dalga geçmeye, her olayı mizaha

çevirmeye başlıyorlar.

Bu şekilde motive ediyorlar kendilerini.

Sonra hayatında hiç sınava girmemiş, hiç

kariyer kaygısı yaşamamış, KPSS, YDS, ALES

bilmeyen biri çıkıp “Siz de iş beğenmiyorsunuz,

isteyene iş çok, çalışana her türlü imkan var”

minvalinde şeyler söylüyor. Gençler bir dertlerini

anlatmaya görsün nankör oldukları başta

olmak üzere çok farklı şeylerde suçlanıyorlar.

Bu da yetmiyor gereksiz sorularla bunaltılıyorlar.

“Ne oldu senin iş” diye başlayan türlü sorular

geliyor.

Cevap vermeyi tercih etmedikleri zaman ya

da yüzleri asıldığında “ah bu gençlik” söylemleri

de başlıyor. Suçlamaları bir kenara koyalım ve

biraz kameranın kadrajını başka tarafa çevirelim.

Sürekli eleştirmek yerine bu noktaya nasıl

gelindiğine bir bakalım.

En azından anlamaya çalışalım.

Anlayamıyorsak , “ben bilmem o işleri” diyorsak

o zaman biraz susmayı deneyelim.

‘Bizim’ denilen ve özlenen o günlerdeki

gibi sükûtun altın oluşunu hatırlayalım.

Emine Girgin

“KENDİNİ SEV”

eminagirgin@hotmail.com

Sevmek, insanda

olumlu çağrışımlar

bırakan ancak tam

olarak anlatılmayan ya da tarif edilemeyen

şey. Hep bir şeylerle tarif

edilmeye çalışılan ya da bir şeylere

benzetilerek anlatılmaya çalışılan bir

kelime. Çok ya da az olup olmaması

önemli olan bir kelime; sevmek. Ama

bugün herkesin bizi sevmesinden

önce, kişinin kendini sevmesinin ne

kadar önemli olduğundan bahsedelim.

Sizin için mutluluk ve huzur neye

12

bağlı? Başkalarının sizi sevip değer

vermesine mi? Peki ya sizi eleştirip,

sevmediklerinde? İşte koca bir mutsuzluk…

Sahte huzurunuz başkalarının sizi

sevmesine bağlı olmasın. Eğer birinin

sizi sevmesini istiyorsanız önce kendinizi

sevin. Çünkü hayat, kendini

sevmeyen bir insanın karşısına onu

sevecek insanları çıkarmıyor.

Kendini sevmeyen kişinin kendisine

yönelen sevgiyi hissetmesi de zordur.

Sevilmeye layık olduğunuzu

hissetmiyorsanız birinin sizi

seveceğine de inanmazsınız.

Başkalarının bizi sevmesi de

kendimizi sevmemiz için yeterli

değildir. Kendimizi sevmek içimize

dönüp, kendimizle ilgili

düşüncelerimizi fark edip, üzerinde

çalışmamız ile olur.

Herkes hak ettiğini düşündüğü şeyi

seçer. Sevilmeyi hak ettiğinizi

düşünüyorsanız sizi sevecek kişileri

seçersiniz. Kendinize değer vermiyor,

sık sık eleştiriyorsanız seçeceğiniz kişi

de size bu şekilde davranacak bir kişi

olacaktır.


Yıldız…

Ne güzel şeysin sen…

Parlak ama aldatıcı…

Güzel olan her şey aldatıcı

mıdır?

Yoksa aldatıcı olan her şey

güzel mi görünür?

Ya da ikisi de değil mi?

Bilmiyorum.

Kafamda deli sorular!

Bildiğim tek şey kayan bir yıldız

gördüğümde dilek tutmak aldatır

beni…

Gerçek olmamanın verdiği ‘gerçeklikle’

yaralar ruhumu!

Ruh yara aldıysa güzel olan

her şey hiçbir şey olur.

İnandırıcılığını yitirir.

Ne zaman ‘yıldızlara’ baksam…

Umutlanırım.

Işıltısı gözümü alır.

Şatafatı etkiler.

Gözlerimi kaparım.

Dilek dilerim.

Aldanırım.

Bile bile üstelik…

Geceyi himayesi altına alması

etkileyici gelir belki…

Kim bilir?

Belki de ‘güç’ beni esir alan…

Boyun eğer ruhum…

Teslim olurum.

YILDIZLAR DEĞİL

DE TOPRAK

KOKUSU VAR YA…

Özge Zaim Sarıoğlu

ozgezaim1@gmail.com

Ama bir bakarım ki…

Her şey değişir zamanla…

Sıra teslimiyetleri bırakmaya

gelir.

Yıldızlar bile olsa karşımda

duran…

Önemi yok.

Teslim olmamak için, boyun

eğmemek için ‘yolumu’ değiştiririm.

Dileklerimi ‘toprağa’ gömerim.

Yazarım tertemiz bir kağıda…

Özenle…

Bir bebeği büyütür gibi…

Titizce…

İyi bir dert ortağıdır bilirim, sır

çıkmaz bilirim.

Güvenilirdir onu da bilirim.

Önce içime çekerim kokusunu…

Duyumsarım varlığını…

Gösterişsiz, albenisiz duruşu

burun direklerimi sızlatır.

Yüreğime ‘meditasyon’ olur.

Her halimle kabul eder beni…

Derdimi, tasamı, neşemi, kahkahamı…

Hatta dokunmama bile izin

verir, gömerken el uzatırım…

Yoldaşım olur.

Sadece isteklerimi değil istemediğim

her şeye yer açar, mesken

olur.

Hapishanemi kendi ellerimle

inşa ederim, suçluyu bilir, kendi

adaletimde cezasını keserim.

Mahkumlarımı da bir bir yerleştiririm.

Eminim!

İlahi adalet şaşmaz.

Yardım eder sessizliğin verdiği

çığlıkları duyup, defalarca kez oldu

çünkü…

Öyle işte…

Tarafım yine bellidir!

Yıldızlara karşı ‘toprak’ derim…

Şatafata karşı ‘sadelik…’

Güç, ego değil de ‘toprak kokusu’

doyursun isterim ruhumu…

Doğallık kazansın isterim ‘ışıltıya’

karşı…

Konu ‘dilek’ bile olsa…

Bir amaç var.

Yıldızlara muhalefet etmekse

hedef toprağın yanında durur,

onun şiirini yazarım.

Ben bazen kendimi sevmeyi çok abartıyorum

sanırım ama kendini sevmek kesinlikle bencillik

değildir. Çünkü kendini seven insan kendi

değerinin farkında olan insandır. Eksik

yanlarımı sevmeyi ve onları geliştirmeyi

öğrendim. Başarılarıma ve becerilerime değer

verip herkesi memnun etmek için mükemmel

olmak gerektiği düşüncesinden kurtuldum.

Şimdi kendimi olduğum gibi, eksiklerimle seviyorum.

Bu yüzden “ben kendi değerimi biliyorum.

Kendimi olduğum gibi seviyorum, mükemmel

olmasam da özgünüm” demenin aslında,

başkasının bizi sevmesini beklemekten önce

kendimizi sevmemiz bizi ne kadar

değiştireceğini görmenizi istedim.

Hadi sizde tüm hatalarınızla, kusurlarınızla

yüksek sesle “Kendimi her şeyimle kabul

ediyor ve seviyorum” deyin. Sonra değişiminizi

önce kendiniz görün sonra etrafınızdakilerin

fark etmesinin keyfini yaşayın.

Sevgilerle..

13


İlk etek

giydiğimde çok

utandım ama !

“DANS EDİNCE

ÖZGÜRLÜĞÜ

BULDUM”

>>

Kimileri “ZENNE” der, kimileri ise “ERKEK

DANSÖZ”. Aslında onlar

oryantal sanatçılarıdır.

İşte o sanatçılardan biri Ali

Osman Karameşe ile icra

ettiği sanatını

konuştuk.

Onunla tanıştığıma öyle mutlu oldum ki…

Seviyorum mütevazi insanları…Gülerken

gözlerinin en içini görebilmek, yakalayabilmek

ayrı mutlu ediyor beni…

Ali Osman Karameşe de tam da bu bahseiğim

özelliklere sahip biri…

Telefonlaştıktan sonra sabahın erken saatlerinde

Adımlar Cafe’de buluşmak üzere sözleşiyoruz.

Ben alelacele çıkıyorum evden ki o gelmiş bile…

Kısa bir tanışma faslının ardından Türk kahvesi

içmeye karar veriyoruz.

Kahvelerimiz gelene kadar birbirimizi de

tanıyoruz.

Ali gelmeden önce kafamda egosu yüksek,

kaprisi tavan birini bekliyordum.

Kendimi öyle hazırlamıştım.

Ama kızdım kendime, ön yargım aklımı yine esir

aldığı için...

Merak eiğim her şeyi öyle rahat sordum ki…

Çekinmeden…

Oryantal denilince ülkemizde ilk olarak akla

kadınların geldiğinden bahsediyorum biraz utangaç…

O ise devam eiriyor sözlerimi:

Biraz sitemkar başlıyor:

“Tepkiler hala değişmedi diyebilirim. Oryantali

yaklaşık 7-8 yıldır yapıyorum. Sahneye ilk

çıktığım zaman insanlar ‘Bu ne ya’ şeklinde tepkiler

veriyordu. Sakallı bir adam çıkmış sahneye

14

etek giymiş dans ediyor

diyorlardı ama bu 5 saniye sürüyor. 5

saniyeden sonra dans etmeye başladığım zaman

tepkiler gerçekten çok güzel oluyor.”

Konuyu bir erkeğin etek giymesine getiriyorum…

Yine çekingen…

O ise benim gibi değil, özgüveni yüksek…

Kendinden emin ilk etek giydiği an neler

hisseiğini anlatıyor:

“Psikolojik olarak çok büyük bir yıkımdı benim

için açıkçası. Yıkım değil de utançtı aslına

bakarsanız. Çok utandım. Sonrasında baktım

ki ayak hareketleri daha estetik görünüyor.

Dönüşler de olabildiğince hareket katıyor.

Dedim evet, oryantal bunu

gerektiriyormuş.”

Gurur duyuyorum.

Yaptığı işi severek yapan, onurla

yapan kişi gözleriyle, kalbiyle belli

ediyor kendini…

Sohbeti de öyle bir cümleyle

noktalıyor ki…

Yüreğimde yer ediniyor:

“İnsan dans ederken

hiçbir yerde ve hiçbir

zaman bulamayacağı

özgürlüğü buluyor.”


RÖpoRtAj

Özge Zaim Sarıoğlu

Seni tanıyalım mı öncelikle?

Kimdir Ali?

Doktorlar Caddesi’nde bulunan

dükkânımda takı tasarım işiyle

uğraşıyorum. Onun dışında elimden

geldiğince dans ediyorum.

Nasıl tanıştın oryantal dansla?

Dansa çok küçük yaşlarda

başladım. 8-9 yaşlarındaydım.

Dansa ilk modern dans baleyle

başladım. O da yetmedi.

Yetmedikçe daha

fazlasını istedim.

Daha fazlasını istemek

de beni oryantale

kadar getirdi. İlk

olarak oryantale

başladığım flamenko

sahnesiydi.

Flamenko sahnesinde

bizim bir yöneticimiz

vardı.

Onun sayesinde

oryantal dansıyla

tanıştığımı söyleyebilirim.

Bir flamenko

sahnesi

vardı. Onun içinde

bir müzik bulduk.

Müziğin içerisinde

oryantal ezgileri de

vardı. Hadi buna

oryantal de katalım

dedik. İlk zamanlar

ben oryantal

yapamıyorum falan

diyordum. Hocam

vücudumun çok

esnek olduğunu

söyleyince

denedik. Flamenko

ile oryantali

karıştırdık.

Bu benim çok

hoşuma gii. Bir dönem bu şekilde

flamenko ve oryantal ile devam

eik. Sonra sadece oryantale

merak sardım. Onun üzerine gittim.

Onun üzerine yoğunlaştım.

Oryantalle o şekilde tanıştım.

“EN ÇOK KENDİME

ORYANTALİ YAKIŞTIRDIM”

Neler hissein tanıştıktan sonra

peki?

Oryantalle tanıştığımda oryantalin

bana en yakın dans olduğunu fark

eim. Oryantal ve flamenko diyebilirim

daha doğrusu. Flamenko’yu

da çok severim ama Türkiye’de flamenkoyu

yapabilecek çok fazla

alan olmadığı için oryantale

yöneldim ve oryantali kendime en

çok yakıştırdığım dans olarak

gördüm.

“İNSANLARIN ÖN YARGILARINI

YIKMALARI HOŞUMA GİDİYOR”

Biliyorsun toplumumuz da

maalesef ki tam manasıyla

yıkamadığımız belli tabular var.

Oryantal dans denilince de akla

genel de kadın geliyor. Sana

gelen tepkiler nasıl oldu ya da

oluyor?

Tepkiler hala değişmedi diyebilirim.

Oryantali yaklaşık 7-8 yıldır

yapıyorum. Sahneye ilk çıktığım

zaman insanlar ‘Bu ne ya’ şeklinde

tepkiler veriyordu. Sakallı bir

adam çıkmış sahneye etek giymiş

dans ediyor diyorlardı ama bu 5

saniye sürüyor. 5 saniyeden sonra

dans etmeye başladığım zaman

tepkiler gerçekten çok güzel

oluyor. Alkışlar, ıslıklar geliyor. Bunlar

çok hoşuma gidiyor zaten. İnsanlardan

gelen tepki de beni

sahne de yüceltiyor açıkçası. Bir

erkek olarak oryantal yapmama

gelen tepkiler bu şekilde. İnşallah

böyle de devam eder. Birde şöyle

bir şey var. İnsanların ilk ortaya

koydukları ön yargıdan sonra birdenbire

U dönüşü yapmaları benim

hoşuma gidiyor. Bu sadece benim

için değil. Diğer meslektaşlarım da

aynı şeyleri düşünüyor.

“İLK ETEK GİYDİĞİMDE

ÇOK UTANDIM”

İlk etek giydiğin an ne hissein?

Çok utandım. Gerçekten çok

utandım. İstanbul’da bir arkadaşım

gel, seni sahneye çıkaracağım dedi.

Dedim, yok olmaz, çıkamam, edemem

dedim. Hep bir korkularım,

tabularım vardı. Dedim ki benim

kostümüm bile yok. Gel, ben sana

kostüm de ayarlarım dedi. Tamam

diyerek atlayıp İstanbul’a giim.

Kostüm giydim ama kuliste öylece

duruyorum. Çıkamıyorum sahneye.

Sonra arkadan beni iiler. Sahneye

çıktım. Adım atamadım, takıldım,

üzerine bastım, tökezledim.

Psikolojik olarak çok büyük bir

yıkımdı benim için açıkçası. Yıkım

değil de utançtı aslına bakarsanız.

Çok utandım. Sonrasında baktım

ki ayak hareketleri daha estetik

görünüyor. Dönüşler de

olabildiğince hareket katıyor.

Dedim evet, oryantal bunu

gerektiriyormuş.

Etek dışında neler giyiyorsun

dans ederken?

Onun dışında şalvarla dans etmeyi

denedim. Şalvar eteğin verdiği o

uçuş uçuş olan görüntüyü, efekti

vermiyor. O yüzden bende etekle

15


dans etmeye devam eim. Birkaç arkadaşım

şalvarla dans ediyor. Bana diyorlar ki ‘Neden

şalvar giymiyorsun ya da dar pantolonlar’

falan… Dedim ki olmaz. Belki izlerken fark

etmişsinizdir, benim dans ederken çok fazla

ayak hareketim vardır. Ayak hareketlerimde

ufak adımlarla eteği tamamen arkamdan

döndürebiliyorum. Bu da bir görsel şov

zaten…

“ERKEKLER DAHA ÇOK KISKANDI”

Harika dans ediyorsun. Tam bir görsel

zarafet… Kadın dansözler kıskanmıyor mu

sanatını?

(Gülüyor) Çok yakın bir arkadaşım var. İyiki

kadın değilsin derdi. Hala öyle der. ‘Ya sahneden

atardım seni ya da kostümleri yırtardım

senin’ diyor. Kıskananlar oldu ama erkeklerden

çok kıskananlar oldu. Kadınlardan da oldu

evet, biz kadınken bu hareketleri yapamıyoruz,

sen nasıl yapıyorsun diyorlardı. Benim yanıtım

ise şöyle oluyordu: “Dans kadına erkeğe bakmaz.”

Ben gece geç saatlere kadar

sahnedeyim. Onun dışında iş yerinde

çalışıyorum ama eve gidip yan gelip

yatmıyorum. Aynanın karşısına geçerek

saatlerce prova yapıyorum. Saatlerce hareket

çalışıp sahneye yeni bir şeyler katmaya

çalışıyorum. Onlar da çalışsın, onlar da

başarsın.

Eskişehir’de erkek dansöz var mı başka?

Evet, bir kişi daha var.

“ORYANTAL DİDEM HAYRANIYIM”

Dans üzerine eğitimin var mı peki?

Doğuştan gelen bir yetenek mi diyelim?

Dansa 9 yaşında başladım. Modern dans,

salsa, bale, şatata ve flamenko danslarının

eğitimlerini aldım. Bizim Bandırma’da bir

derneğimiz vardı. Kimsesiz çocuklarla

çalışıyorduk. Bizler de sokakta büyüyen

çocuklara bir şeyler öğretmeye çalıştık. Birde

bende Oryantal Didem’e karşı bir hayranlık

16

vardı. O kadına hayrandım. O kadın dans etmiyor,

farklı bir şey yapıyor. Sanatın dibi dedikleri

o bence, onu çok fazla izledim. Eğitimim

böyle gii. Birisi gelip de bana göstermedi

nasıl yapmam gerektiğini… Daha çok pratik

yaparak, çalışarak, video izleyerek kendimi

toparladım.

“EN BÜYÜK DESTEKÇİM AİLEM”

Oryantal sanatına olan ilgine ailen

nasıl tepki verdi?

Ailem her zaman benim en büyük

destekçim oldu. Türkiye’de erkek etek giymez,

erkek dans etmez şeklinde bir kafa var. Dansöz

mü olacaksın, köçek mi olacaksın derler.

Benim en büyük şansım ise ailem oldu. Her

zaman arkamda durdular. Haa ilk oryantal

şova çıkacağım. Oturdum annemin karşısına,

durumu anlaım, ben ne yapacağım dedim.

Dedi ki: ‘Sen yaparsın! Bugüne kadar çok

tırmaladın, çok koştun, çok peşinden giin.

Artık ektiğin ekini biçme zamanı’ dedi. İlk

oryantal sahnesine çıktığım zaman

annem ve ablam da seyirciler

arasındaydı. Bandırma’da güzel ve

büyük bir şovdu. Işıklardan onları

göremiyorum ama onların beni

izlediğini biliyorum. Bir yandan

onların beni izlediğinden gurur

duyuyorum bir yandan

onların karşısında

nasıl oryantal

yaparım diye

düşünüyorum.

Nasıl geçti peki?

Önceden yazılmış bir koreografi

vardı. O koreografi gii bir an. Sonra

doğaçlamaya başladım. Tamam dedim kendi

kendime, sıkıntı yok, öyle olması gerekiyormuş

ve çok güzel de oldu.

“FARKLI YÖNE ÇEKTİLER, ZENNE DEDİLER”

Zenne de deniliyor sanırım erkek dansöze…

Zenne nedir?

Neden böyle

demişler?

Türkiye’de bunu

farklı yöne çektiler.

Zenne ismini

çıkardılar. Zenne

adı Mısır’dan

geliyor. Mısır’da

kadınlardan sıkılıp

erkekleri dans ettirmeye

başlamışlar.

Köçek de deniyordu

bir ara… Onlara

oradan zenne

denmiş. Oryantal

de oradan Arap

kültüründen

geldiği için

Türkiye’de de

Zenne olarak

kalmış.

Bundan sonraki

hedefin ne?

Benim hayalim

olmaz hedefim olur. Hep o

kafadaydım. Eskişehir’e

bir müzikalle gelmiştim.

222’i gördük.28 kişilik bir

ekiple gelmiştik

Bandırma’dan.

Burayı görünce

çok

beğendim.

Dedim ki ben burada

yaşayacağım diyerek

ekibi gönderip kendim burada

kaldım. 222 gerçekten

çok güzel mekan.

Burada dans edeceğim

dedim. Baya araştırdım,

koşturdum. Mekanın

eğlence kısmını

öğrendim. Öğrendim ki

orada Kerem

Aksel çıkıyor.

Kerem’e

ulaştım.

Sadece orada

çıkmak için

değil

Kerem’in

yaptığı

çok

güzel bir

organizasyon.

Benim

de olmam lazım dedim. Bu

benim için hedei geldiğimde… Kendisine

sosyal medya hesabından ulaştım. Sağ olsun,

çok kibar yaklaştı. Özgeçmişimi gönderdim.

Sonra beni aradı. 4 yıl önce Çarşamba günü kız

kıza gecelerin kapanışı var, seni de aramızda

görmek isteriz dedi. O hedefimi tamamladım.

Şimdiki hedefim yükselmek, alçalmak değil.

Bu seviyede gitmek bana yeterli. Bütün hedefim,

hayalim, her şeyim o. Dengede kalmak.

Erkeklere söylemek istediğin bir şey var mı?

Erkek dansöz sayısı artmalı mı?

Erkek- kadın olarak bakmıyorum. Herkese

oryantali değil de dansı tavsiye ediyorum.

Çünkü dans insanı hem psikolojik hem fiziksel

olarak çok iyi yerlere götürüyor. Çok insan

tanıdım. Yüksek ölçüde şeker hastası olup,

sokağa çıkamayan 25 yaşında insanlar

tanıdım. Biz bu insanları dansla yüzlerce

kişinin karşısına çıkarmayı başardık. Dansı

erkek ya da kadınlara değil herkese öneriyorum

o yüzden.

Son olarak dansı tek cümle ile özetlesen ne

derdin?

İnsan dans ederken hiçbir yerde ve hiçbir

zaman bulamayacağı özgürlüğü buluyor.

Benim felsefem budur.

Çok teşekkür ediyorum bu harika sohbet

için…

Ben teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum.


Hollanda Amsterdam RİJKS Müzesi’nin sanat ve tasarım yarışmasında

Dünya Birincisi olan Ezgi Kral yaşadığı deneyimi İSTİKBAL DERGİ’ye anlattı

HOLLANDALI KADINLARIN

MAKYAJINI PALETE TAŞIDI

Biliyorsunuz bu sayfalarda başarıya yer

açmak ayrı bir gurur veriyor bizlere…

Onurlandırıyor.

Hele ki bu başarı ‘kadınlardan’, ‘genç

kızlarımızdan’ geliyorsa ayrı bir uçuyoruz

havalara…

En az onlar kadar…

İşte sizi öyle biriyle daha tanıştırmanın

mutluluğu içerisindeyim.

Ezgi Kral…

21 yaşında…

Üniversite son sınıf öğrencisi…

Ürün tasarımcısı diyebiliriz şimdiden…

Okul olarak bir projeye katılıyorlar.

Hollanda Amsterdamdaki Rijks Müzesi’nin

Sanat ve Tasarım Yarışması…

O yarışmada ilk 10’a girmeyi başarıyor

Ezgi…

Veeee sonra ne oluyor biliyor musunuz?

3 kategorinin 2’sinden dünya birinciliği

Ezgi’ye geliyor.

Halk ödülü ve genç yetenek ödüllerini

kapıyor güzel Ezgi…

Bir cafede buluşmak için sözleşiyoruz

sabahın erken saatlerinde…

Ezgi başarılı olduğu kadar dakik de…

Tam saatinde orada oluyor.

Hatta gündem yoğunluğundan ben geç

kalıyorum.

Güzel yüzü, tatlı enerjisiyle keyifli bir sohbete

başlıyoruz.

“GÜZELLİK VE KOZMETİK

SEKTÖRÜNE İLGİM VAR”

Tasarıma ilgisinin küçük yaşlardan

itibaren başladığını söylüyor ve gözlerinin

içi gülerek anlatıyor.

“Ben hayatımda hep tasarım üzerine bir

şeyler istiyordum. Ya mimarlık istiyordum

ya da ürün tasarımı. Zaten hep bir

ilgim vardı. Bu yarışmaya tasarladığımda

makyaj paleti… Güzellik ve kozmetik sektörüne

de ilgim var aynı zamanda… İlgim

olan bir şey üzerine de böyle tasarım

çalışınca da sonucu iyi oldu.”

“HOLLANDALI KADINLARDAN

ESİNLENDİM”

Makyaj paletlerinde göz gezdiriyorum ve

bayılıyorum: “Tasarım nasıl oluştu?”

Hikâyesi ilginç:

“Tasarımımı oluştururken önce müzedeki

eserleri inceledim. Hollanda’daki 16. 17.

18. yüzyıldaki kadınların güzellik ve

makyaj anlayışları benim çok dikkatimi

çekti. Kendilerini beyazlatma ve yoğun

bir şekilde tenlerine pudra

uyguluyorlardı. Dudaklarının ve

yanaklarının hep pembe olduğunu

gördüm. Gözlerine ve kaşlarına hiçbir

şey yapmıyorlar. Boş bırakıyorlar

genelde. Ben dedim ki o zamanının

makyajını günümüze getiren bir makyaj

paleti yapsam nasıl olur? Günümüzde

olur da bu üretilirse

satın

alan kadınların

kendilerini şaheser

gibi hissetmelerini

amaçladım.

Tasarım fikrim

de buradan

çıktı.”

Ödül konusuna

getiriyorum

konuyu…

“BULUTLARIN ÜZERİNDEYDİM”

İki ödülü aynı anda kazanmanın ne

hissettirdiğini soruyorum.

Gülümseyerek anlatıyor:

“Hiç beklemiyordum. İki ödül vermezler

diye düşündüm. İkisini birden kazanmak

mükemmel oldu. Bulutların üzerindeydim

o an.”

Hedefini anlatırken de kendinden emin

tavırları dikkatimi çekiyor:

“İleride Avrupa’da bir tasarımcı olarak

çalışmak isterim. Şu an için hayalim bu.

Yine kozmetik sektörü olabilir.”

Ezgi’nin okul bitince en büyük hayali kurumsal

bir firmada ürün tasarımcısı

olarak çalışmak…

Ailesi her zaman arkasında…

Kızlarının birinciliğini öğrendiği an çok

mutlu olup, gururlanıyorlar haklı olarak…

Mesleği ise Eskişehir’de devam

ettirmeyeceğini ifade ediyor Ezgi ve

nedenini de şöyle açıklıyor:

“Çünkü bu yaşıma kadar hep

buradaydım. İstanbul ya da yurt

dışı düşünüyorum. Zaten asıl

tasarım da orada yapılıyor.

Burada daha çok üretim ve

fabrikasyon. Asıl gerçek

tasarım yapabilmek için

biraz oralara gitmek

gerekiyor.”

“ÖDÜLÜ EĞİTİMİ İÇİN

HARCAYACAK”

Kazandığı para ödülünü

ise eğitimi için

harcayacağını anlatıyor:

“Eğitimim için harcamayı

düşünüyorum. Yurt

dışında yüksek lisans

düşünüyorum. Benim

gibi tasarım öğrencisine

büyük bir şans oldu.”

Ve Ezgi sohbetimizi şu

sözlerle tamamlıyor:

“İşimi çok seviyorum.

Sevmeyen de yapamaz.

Tasarımcılık hayatımın

merkezi.”

Çok seviyorum Ezgi’yi…

En az onun kadar gurur

duyuyorum.

Ve teşekkür ediyorum

başarısıyla bütün kadınlara

örnek olduğun için…

17


Ünlü Tasarımcı ÜLKÜ ELMA ile tasarım, sunum ve moda üzerine...

Bu Kış : Uçuş uçuş volanlar,

tropik desenler, renk

renk ipek satenlerde

minik detaylar ön planda.

Moda dünyasının genç ve yetenekli

tasarımcıları her geçen gün artıyor.

Kendilerini ifade etmek konusunda daha özgür

adımlar atıyor.

İşte onlardan birisi de Eskişehir’de Ülkü Elma…

Doktorlar Caddesinde bulunan ofisini ziyaret

eiğimizde kendi tasarımı olan yeşil, tatlı ama çok

şık bir elbiseyle karşılıyor bizleri…

Kendisi de öyle…

Sohbeti sıcak…

Moda üzerine kısa, verimli ve harika bir sohbet

gerçekleştiriyoruz.

Hazır yakalamışken 2021 kış trendlerini de sormadan

edemiyoruz.

Sempatik tavırlarıyla anlatıyor Ülkü Hanım ve şöyle

konuşuyor:

“2021 tüm zamanların en cesur trendlerini ortaya dökecek

aslında, kullanmasını bilene tabi… Malum bu sezon her şey

dolapta bekledi… Umarım daha güzel zamanlar gelecek.

Günlük hayaa ve abiye de tropik desenler, uçuş uçuş

volanlar, tek renk ipek satenlerde minimal detaylar, payet

de takım elbiseler ofislere taşınacak, çok büyük ekosenin

her halini ceket trençkot ve takımlarda görmek mümkün

olacak…”

Sizi tanıyalım mı olarak?

Ülkü Elma kimdir?

1983 Eskişehir doğumluyum. Dış Ticaret

ve Medya iletişim mezunuyum.

Mesleğime çıraklık- ustalık metodu

ile başladım ve ilerledim. Bunun

yanında değerli insanlardan ve

akademilerden eğitimler

alarak ‘çizim –

tasarımsunum’

kalemlerinde

de

kendimi

18

geliştirerek yola devam ediyorum.

Sizi tasarım yapmaya iten güç neydi?

Aslında bu bir oluş şekli… Bir şekilde

genetik kodlarda var diye düşünüyorum.

Hani zamanla kendimizi keşfederiz;

muhtemelen bende keşifle başladım

bu yolculuğa ve bu güç sürekli

beni tetikliyor. Aslında bende

kendimi çok sorguluyorum

neden bu işi yapıyorum diye…

(Gülüyor) Geriye döndüğümde

gerçekten çocukluğuma, ilk

gençlik yıllarıma giiğimde,

‘bu ruh hep varmış bende 'diyorum.

Dedim ya genetik

kod… Böyle doğup sonra

bunun tekniğini, işi

öğrenmek ve üstüne

deneyim katarak

pişmeye başlıyorsunuz.

Sonra sizde var olan ama

sabitlenmeyen, hep

büyüyen bir güç halini alıyor.

Tasarımlarınızı kimler için

yaratıyorsunuz peki?

Aslında bu şekilde kategorize edemem.

Yani 'benim tasarımlarım= ... kişiler için'

yok (cık)): değil. Benim tasarımlarım

kendim için desem bile olur.

Megalomanlık olarak değil ama bu…

Tamamen özgün olmayı seviyorum. Biliyorsunuz

minik kapsül koleksiyonların

dışında aslında en severek yaptığım şey,

özel çalışmalar. Kişinin özel isteklerini ve

vücut yapısını tasarım aşamasında

değerlendirip ilerlemek ayrıca

zevkli. Kısacası; benim çizgimi,

elimi beğenen herkes için

benim tasarımlarım…

Müşterilerimin

hepsi

benim


yıldızlarım...

“KIYAFET YALIN, RAHAT VE

KENDİNE HAS OLMALI”

Birbirine benzer işlerin çok fazla görüldüğü

tasarım dünyasında nasıl

farklılaşıyorsunuz? İmzam dediğiniz bir

detay var mı?

Aslında modaya çok ters olarak sadelik üzerine

kurulmuş 'sahici' bir tarzım var. Bu durum

modaya aykırı çünkü modada birtakım imajlar

yaratılır ve kişilerin buna dâhil olması beklenir.

Bence kıyafetin yalın, rahat ve kendine has

olması önemli. Benim detayım, dediğim gibi

özgünlük ve gerçeklik üzerine...

Tasarımlarınızı gören biri Ülkü Elma'yı nasıl

tanımlar?

Sade ve çabasız şıklıktan yanayım ben...

İnanılmaz kalite siyah bir kumaştan basic bir

elbise de beni görürsünüz ya da busıness bembeyaz

maskulen bir gömlekte...

Hiç mi sevmiyoruz peki pırıltı, ışıltı, taş

boncuk?

Çok severim ama sadece detaylarda...

Benim elimden çıkmışsa o ürün

zamansızdır... En sevdiğim ise ‘sizi

kısıtlamıyor’

“SANAT İNSANI BESLER”

Yaratıcı süreciniz nasıl

gelişiyor?

Aslında bence tasarım hayat

ile doğru orantılı. Nasıl

sürekli değişiyor her şey,

bizler de değişiyoruz.

Tek kaynağım hayata bu

işe bitip tükenmeyen

heyecanım ve merakım...

Mesela okuduğum bir kitaptaki

karakterini bile giydiririm

ben...'bu dansı yaparken üzerinde

bu olmalı ya da

'uçağa binerken elbisesinin

uçuşması'...vs. Tasarım

yapıyorsanız sanatın her haliyle

ilgili, olmalısınız bence. Çünkü

sanat insanı besler. Amatör de

olsa resim ve müzikle uğraşmak

benim bu sürecimi geliştiriyor.

Atölyede başka neler

yapıyorsunuz?

Atölyemde bire bir özel dikim

dersleri veriyorum.

Öğrencilerimin arasında doktorlar,

ev hanımları, bankacılar,

öğretmenler… Kısacası her

meslek grubundan insanlar var.

Hem gerçekten çok verimli hem

de eğlenceli oluyor. Hem benim

için hem gelenler için… Bu yıl bir

de yeni bir çalışma başlaım.

“Sürdürülebilir moda atölyesi’’

Eskişehir’de kesinlikle ilk haa

Türkiye’de de şu an ilk sanırım…

‘’sürdürülebilir moda adına’’

‘’sürdürülebilir atölye günleri’’ ile

gardırop yenilemelerini kişilerin

kendilerine yaptırmayı

amaçlıyorum. Bunların yanı sıra

sadece kıyafetler dikmiyorum

tabii … Özel firmalar için konsept/stil

danışmanlığı, ürün tasarım ve tedarikini de

yapıyorum. Tekstil firmaları için tasarım ve

kalıp çalışmaları, numune üretim ve fason takibi

gibi çalışmalarını yaparak yine anlaşma

dahilinde danışmanlıklar yapıyorum.

“BU KIŞ UÇUŞ UÇUŞ

VOLANLAR OLACAK”

2021 kış trendlerinde ve abiyelerinde neler

ön planda?

2021 tüm zamanların en cesur trendlerini ortaya

dökecek aslında, kullanmasını bilene

tabi… Malum bu sezon her şey dolapta bekledi…

Umarım daha güzel zamanlar gelecek.

RÖpoRtAj

Özge Zaim Sarıoğlu

Günlük hayaa ve abiye de tropik desenler,

uçuş uçuş volanlar, tek renk ipek satenlerde

minimal detaylar, payet de takım elbiseler

ofislere taşınacak, çok büyük ekosenin her

halini ceket trençkot ve takımlarda görmek

mümkün olacak… Ve hiç vazgeçemediğimiz

Helenistik ,antik Roma akımına yine yine

devam edilecek ama daha pastel renklerle…

Zamansız siyahımız yaş sınırı koymaksızın olmazsa

olmazlarda yine ve tabiki ‘ hautucouture’

yani el emeği göz nuru detaylar, elbiseler

ve aksesuarlarda ön planda olacak.

Çok teşekkür ederiz Ülkü Hanım… Keyif

verdiniz.

Ben teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum.

19


ÇOCUKLARIN ODAKLANMASINI

KOLAYLAŞTIRACAK

7 ADIM

Pandemi ile birlikte evden çalışan ebeveynler ve eğitimlerine online olarak devam etmeye

çalışan çocukların dönemi başladı. Bu dönemde pek çok yeni davranışı öğrenmemiz ve

birçok alışkanlığımızı da bırakmamız gerekti. Hayatlarımız değişti ve yeni normal hayatın

akışına uyum sağlamaya çalıştık. Özellikle çocuklarımızın alıştıkları sosyal yaşamdan

uzaklaşmaları ve arkadaşlarından ayrı kalmaları ile hayatlarına giren “sosyal mesafe”

kavramı arasında bocalama yaşamalarını gözlemledik. Tüm bu değişkenlerin arasında

odaklanma konusunda en çok sorunu da çocuklarımızın yaşadığını deneyimledik. Bu

konuda eğitmen, koç, yazar ve gelişim lideri Yasemin Sungur’un önerileri, çocuklarımızın

odaklanmasını sağlamak üzere hepimize yol gösteriyor.

Son yıllarda toplum olarak her yaştan

bireyler odaklanma konusunda sorun

yaşıyor. Birden çok işi bir arada ve farklı

uyaranların arasında yapmaya çalışıyor,

sonucundan verim alamıyor. Pandemi

sürecinde teknolojinin daha çok kullanılmasıyla

birlikte odaklanamama ve uyaranlar

nedeniyle online derslerden ve

çalışmalardan verim alamama konusunda

çocuklarımızın yaşadığı sorunları

daha çok gözlemliyoruz.

İşte çocuklarımızın odaklanmayı öğrenmelerini

ve geliştirmelerini sağlayacak 7

önemli adım.

1-Ailece sohbet edin

Çocuklarımızın birey olduğunu hep hatırlayın.

Onların görüşlerini almak, onların

önemsendiğini göstermek ve bir

konuda ortak kararlar almak için aile

sohbetleri düzenleyin. Bu sohbetlerde

20

herkesin kendi fikrini belirtmesini sağlayın.

Bu sohbetlerde odaklanma konusundan

bahsedin. Sizin neler yaptığınızı,

nasıl ilerlediğinizi ve nasıl verim aldığınızı

paylaşın. Bu sohbetlerde odaklanma

konusunda hep birlikte kararlar alın ve

bu kararları birlikte uygulamayı hedefleyin.

2-Çocuğunuzun odaklanma

tarzını belirleyin

Herkesin odaklanma tarzı farklı olabilir.

Anne baba olarak sizin odaklanma tarzınızı

çocuğunuzdan beklemeyin. Çocuğunuz

öğrenen ve gelişen bir birey. Onun

özelliklerine ve doğasına uygun çalışma

şeklini gözlemleyerek tanımlayabilirsiniz.

Bir konuda kaç dakika dikkatini toplayabiliyor,

etraftan bir uyaran

geldiğinde tepkisi nasıl oluyor, kaç dakika

ara verdiğinde daha fazla konuda

odakta kalabiliyor? Bunları siz de onlarla

birlikte oyun şekline getirip belirleyin.

3-Suçlama dilinden kaçının

Çocuklarımızı değerlendirirken suçlama

dilinden kaçının, yargılayıcı olmayın.

Yapmıyorsun, yapamıyorsun yerine

“Başka hangi şekilde yapman daha iyi

olur, bak bir de böyle bir yol var, bunu

denemek ister misin, birlikte deneyelim

mi, bak ben böyle yapıyorum, beni izleyip

sonra sen de yapmak ister misin?’’

gibi motive edici, onları durumun içine

çektiğimiz olumlu bir dille gelişim sürecini

başlatabiliriz. Yaşadığı sorunları da

bizimle rahatlıkla konuşmasını sağlayabiliriz.

Böylece sorunun çözümüne daha

sağlıklı ulaşabiliriz.

4-Birlikte hedef belirleyin

Hedef olmadan odakta kalamayız. Her


yaş için geçerli olan bu durumu

hem kendiniz hem de

çocuklarınızın çalışma planını

yaparken göz önünde

bulundurun. Başarılı insanların

her zaman bir hedefleri

vardır. Hedefe odaklı

olduğumuz zaman çalıştığımız

konunun da içinde kalırız.

Çocuklarımız için de

aynı şekilde çalışmalarının

öncesinde işleyecekleri

konu, çalışmanın süresi ve

çalışmanın sonunda elde

edilecek sonuç konusunda

önceden bilgilendirme yapmalıyız

ve bunu çocuklarımızla

birlikte

hazırlamalıyız. Bu şekilde

onları odakta tutmamız

daha kolay olacaktır.

5-Sık ama belirli

sürede mola verin

Teknolojik ortamda ve

ekran karşısında odaklanma

süresi hepimiz için farklıdır

ve daha kısadır, çünkü gözlerimizi

yoran bir ışıkla karşı karşıya kalıyoruz.

Ekran ışığı daha sık göz

kırpmamıza neden oluyor. Göz kırpması

arttıkça dikkatimiz dağılıyor. Bu nedenle

çocuklarımız için ders çalışma süreleri

belirlenirken arada küçük molalar da belirlenmeli.

Çocuklarımızın alışkanlıklarına

göre belirlenecek sürelerde molalar

vererek rahatlamalarını sağlamalıyız. 20

dakikada bir 5 dakikalık bir mola süresi

olabilir. Ancak süreler her çocuk için değişir,

bunları önceden deneyerek belirleyelim.

Molalarda da dinlenmelerini ve

kişisel ihtiyaçlarını gidermeleri için yönlendirelim.

6-Destekleyici olun

Çocuklarımız farklı bir dönem yaşıyor

ve alışkın oldukları birçok şey değişti.

Bu değişime çok çabuk adapte olduklarını

gözlemlesek bile, içlerinde yaşadıkları

çok farklı duygular olabilir.

Çocuklarımızın odaklanması için onlara

yol gösterirken onları gerçekten desteklediğimizi

hissettirelim. Onları zorlamadan

ve yormadan yapacağımız küçük

egzersizler ve oyunlarla onların yanında

yer alalım. Çocuklarımızı ekranın karşısından

tek başına bırakmak ve ders saatini

tamamladığını

yeterli değil. Onların

her adımını

destekleyerek

onları yönlendirmek

de yine

bilmek

biz ebeveynlere düşüyor.

7-Süreci alışkanlığa

dönüştürün

Bu adıma kadar her şey düzenli, sürekli

ve coşkulu şekilde yapılmalı. Çocuklarımız

bu düzeni hissetmeli ve coşkuyu da

yaşamalı. Birlikte rutin olarak ilerleyeceğiniz

tüm adımları devam ettirin. Çocuklarınıza

rutini öğretin ve bunu her

çalışma konusunda bir alışkanlığa dönüştürün.

Bu şekilde çocuklarınız çalışma

konusunda ne yapacaklarını öğrenecek

ve alışkanlıkla birlikte çalışma süreleri

de uzayacaktır.

Odaklandığımız konuda iyi olur,

o konuda gelişim sağlarız.

21


Op. Dr. Cemile ŞENOL

Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı

AMELİYATSIZ YÜZ GERME

(Askı ve Örümcek Ağı)

Yüz bölgesinde, zaman içerisinde ve

yerçekiminin etkisine bağlı olarak ortaya

çıkabilecek sarkmaları önlemek için lokal

anestezi altında, yüz ve boyun bölgesinde

uygulanan “ip askılama” yöntemi;

“Ameliyatsız yüz germe yöntemi” olarak

da biliniyor. ip askılamanın, bu alanda

bir uzman tarafından uygun şartlarda

gerçekleştirilmesi büyük önem taşıyor.

İp askı yöntemi; yaş ile birlikte, cildin

elastikiyetini yitirmesi ile birlikte

oluşan sarkmaları düzeltmek için kullanılır.

Bu yöntem ile; dikiş atılmasına

gerek kalmadan, biyolojik olarak insan

vücuduna uyumlu olan iplerle cildin gerilerek

sarkma, gevşeme ve kırışıklık şikâyetlerinin

ortadan kaldırılması

sağlanır.

Özel iplerin, tünel tekniği ile derinin

en üst yüzeyinin hemen altına girilip

yerleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilir,

bunda amaç ise; cilt içine yerleştirilen

ipler vasıtası ile cildin yenilenme kapasitesini

arttırmak, kolojen üretimini ve

elastikiyetini arttırmaktır.

"İp askı yöntemi ile belirli bölgelere

uygulanıyor"

Yanaklar, çene altı, boyun, elmacık

kemikleri, yüz ovali hattı, alın çizgileri,

kaz ayakları, kaş ve nazobiyal bölgelerde

ip askı işleminin uygulanabilir.

Ancak bu yöntemin uygulanabilmesi için

hastanın cerrahi yüz germe ihtiyacının

olmaması, sarkmanın çok ileri boyutta

olmaması gerekiyor. Uygulama esnasında

ciddi bir ağrı oluşmuyor. Uygulama

bölgelerine lokal anestezi

uygulanıyor, uygulama yaklaşık yarım

saat sürüyor, sonrasında biraz ödem ve

ağrı olabilir ancak bunlar da ağrı kesicilerle

birkaç gün içinde geçiyor. İp askılama

yöntemi, “öğle arası yüz

gerdirmesi’’ olarak da tanımlanmakta ve

kısa sürede gerçekleşmesi bakımından,

“öğle yemeği molasında” bile yapılabilmektedir.

İşlem yerleştirilecek iplik sayısına

bağlı olmak üzere 30 dakika ile bir

saat arasında sürmektedir.

Herkeste aynı etkiyi gösterir

mi?

30 ile 65 yaş arasında yer alan, cilt

sıkılığında sorunlar başlamış, botoks ve

dolguya göre uzun süreli, ameliyat korkusu

olan, yüz germe etkisi görmek isteyen

kişiler en uygun adaylardır. İşlem

yapılacak kişilerin, cilt sarkmalarının

çok ilerlememiş olması önemlidir. Cildinde

aşırı sarkma ve iyice

oturmuş derin çizgiler olan

kişiler, işlem için uygun

aday profilinin dışında sayılır. Ayrıca,

kişi yaşlanma sürecinin ileri evrelerinde

olmamalıdır. Yaşlanma görünümü oturmuş

kişiler için geleneksel yöntem olan

yüz germe ameliyatı daha iyi sonuç verecektir.

"Uygulama sonrasında dikkat

edilecek unsurlar"

Bu tür uygulamalar sonrasında, bol

sıvı tüketilmesini sigara içilmemesini

önem taşır. Özelikle ip askılama sonrasında

ilk bir iki gün çorba, yoğurt gibi

yumuşak gıdalar tüketilmesini; sonrasındaki

2,3 hafta boyunca da sert gıdalardan

uzak durulmasını istiyoruz. Yüz

üstüne yatma veya yüz bölgesine masaj

yapılmamalı, çene hareketleri minimum

düzeye indirilmelidir. Bu bölgelerdeki

şişliği gidermek için ise; buz uygulamalarını

öneriyoruz.

Gebelik ve emzirme döneminde uygulamaları

çok önermiyoruz, yara iyileşme

sorunu olanlarda da çok

önermiyoruz, kanser hastalarına ve kan

sulandırıcı kullananlara, düşük bağışıklığı

olan kişilere de ip askılama yöntemini

uygulamıyoruz.

22


23


Odunpazarı

Belediyesi’nin ihtiyaç

sahipleri için kurduğu

Halk Market 6 yaşında

Odunpazarı Belediyesi’nin Türkiye’ye örnek olan sosyal yardım modeli ‘Halk Market’

6 yaşında. ‘Yoksullukla Mücadele Günü’ olan 17 Ekim 2015 tarihinde açılan Halk

Market, açıldığı günden günümüze kadar 2 milyon 366 bin 933 TL yardım yaptı.

sahibi vatandaşlara erzak kolisi

İhtiyaç göndermek yerine, ihtiyaç

duydukları ürünleri kendilerinin seçmesini

sağladığı sosyal yardım modeli olan Halk Market, 6

yaşına girdi. Sosyal Demokrat Belediyeler Birliği

(SODEM) tarafından 2018 yılında yapılan

yarışmada "En iyi Sosyal Proje" olarak seçilen Halk

Market’te, belediyeye bağış olarak verilen gıda,

temizlik, giyim ve yakacak maddelerini niteliklerine

uygun koşullarda depolanarak, ihtiyaç sahiplerinin

yararlanması sağlanıyor.

Öte yandan Halk Market’in “Sağ elin verdiğini sol el

bilmemeli” düsturu ile hareket ettiğine dikkat

çeken Başkan Kazım Kurt, “Daha çok ihtiyaç sahibi

hemşehrimizin yardımına koşabilmemiz için,

duyarlı iş insanlarının, esnafımızın, hemşehrimizin

Halk Market’e bağışta bulunmaları gerekiyor.

Unutmayalım zor günler dayanışma ile omuz

omuza vererek geçer” dedi.

Odunpazarı Belediyesi’nin Türkiye’ye

örnek olan sosyal yardım modeli ‘Halk

Market’ 6 yaşında. ‘Yoksullukla Mücadele

Günü’ olan 17 Ekim 2015 tarihinde açılan

Halk Market, açıldığı günden günümüze

kadar 2 milyon 366 bin 933 TL yardım

yaptı. Bin 667 ailenin yardımına koşan Halk

Market, COVİD 19 salgınında da ihtiyaç sahibi

vatandaşların yanında olmayı sürdürdü.

Dünya Yoksulluk Günü ile ilgili açıklama

yapan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım

Kurt, yoksulluğun temel sebebinin gelir dağılımındaki

adaletsizliklerden kaynaklandığına

dikkat çekti. Başkan Kurt, “İhtiyaç sahibi

hemşehrilerimizin yanında olmayı sürdüreceğiz”

dedi.

HER TÜRLÜ YARDIM

SAĞLANABİLİYOR

İhtiyaç sahibi vatandaşlara erzak kolisi göndermek

yerine, ihtiyaç duydukları ürünleri

kendilerinin seçmesini sağladığı sosyal yardım

modeli olan Halk Market, 6 yaşına girdi.

Sosyal Demokrat Belediyeler Birliği (SODEM)

tarafından 2018 yılında yapılan yarışmada

"En iyi Sosyal Proje" olarak seçilen Halk

Market’te, belediyeye bağış olarak verilen

gıda, temizlik, giyim ve yakacak maddelerini

niteliklerine uygun koşullarda depolanarak,

ihtiyaç sahiplerinin yararlanması sağlanıyor.

İnsan onuruna yakışır bir sistem olan Halk

Market bu güne kadar 2 milyon 366 bin 933

TL’lik yardım yapıldı. Halk Market’ten bugüne

kadar bin 667 aile faydalandı. Odunpazarı

Belediyesi’nin geliştirdiği ve Türkiye’ye

örnek olan Halk Market’ten İhtiyaç sahibi

vatandaşlar, verilen Halk Kart ile alışverişlerini

yapabiliyor.

24


SALGIN

DÖNEMİNDE

HALKIN YANINDA

Koronavirüs salgını sürecinde

bin 857 kişinin yararlandığı

Halk Market’ten, bin 743 kişiye

temizlik, dezenfektan ve

kolonya yardımı yapıldı. 65

yaş üstü ve dezavantajı nedeni

evden çıkmayacak durumda

olan 240 kişinin de

evine yardım götürüldü.

AÇLIK SINIRI 3 BİN

LİRAYA DAYANDI!

17 Ekim’in Dünya Yoksullukla

Mücadele Günü olduğunu söyleyen

Başkan Kurt, bu günün

aynı zamanda Odunpazarı

Belediyesi’nin sosyal yardım

modeli olan ‘Halk Market’in

kuruluş günü de olduğunu

vurguladı. Açıklamasında Birleşik

Kamu İşgörenleri Sendikaları

Konfederasyonu’nun

(Birleşik Kamu-İş) açlık ve

yoksulluk sınırı ile ilgili yaptığı

açıklamaya da değinen

Başkan Kurt, yaşanan yoksulluğun

temel sebebinin gelir

dağılımındaki adaletsizliklerden

kaynaklandığını belirtti.

Birleşik Kamu İş’in son bir

yılda açlık sınırının ‘dört kişilik

bir aile için yüzde 14,1 artarak

2 bin 949 liraya

yükseldiğini’, ‘yoksulluk sınırının

ise 10 bin 602 liraya

çıktığını’ açıkladığına dikkat

çeken Başkan Kurt, yurttaşların

bankalara olan borcunun

bu yılın ilk 9 ayında yüzde

36,5 oranında artarak 806

milyar liraya yükseldiğinin altını

çizdi. Salgın nedeniyle

gelir kaybına uğrayan, bu nedenle

de borçlanmaları teşvik

edilen yurttaşların bankalara

ve finansman şirketlerine

olan tüketici kredisi ve kredi

kartı borçlarının arttığını kaydeden

Başkan Kurt, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’ndan

yapılan açıklamaya göre,

yurttaşın borcu 18-25 Eylül haftasında 4,9

milyar lira artarak 806,2 milyar liraya yükseldiğini

de dikkat çekti.

EŞİT YURTTAŞ ESASLI

DAĞILMASI GEREKEN

KAYNAKLAR SADECE

YANDAŞLARA AKMAKTA

Yoksulluğun temel sebebinin gelir dağılımındaki

adaletsizliklerden kaynaklandığının altını

çizen Başkan Kazım Kurt, “Başta fırsat

eşitliği olmak üzere her türlü eşitliğin sağlandığı

yurttaş temelli yaklaşım yoksullukla

mücadelenin en temel faktörü olacaktır. Ülkemizdeki

yoksulluğun en büyük nedenlerinden

birisinin de yolsuzluk olarak

karşımıza çıkmaktadır. Bir taraf yolsuzluklar

ile servetine servet katarken, eşit yurttaş

esaslı dağılması gereken kaynaklar sadece

yandaşlara akmakta, azınlık zengin olurken,

büyük çoğunluk yoksulluğa mahrum bırakılmaktadır”

diye konuştu.

BAŞKAN KURT’TAN

DAYANIŞMA ÇAĞRISI

Odunpazarı Belediyesi olarak ihtiyaç sahibi

vatandaşların yanında olmaya devam edeceklerinin

altını çizen Başkan Kurt, dayanışma

çağrısı da yaptı. Halk Market’in “Sağ

elin verdiğini sol el bilmemeli” düsturu ile

hareket ettiğine dikkat çeken Başkan Kurt,

“Daha çok ihtiyaç sahibi hemşehrimizin yardımına

koşabilmemiz için, duyarlı iş insanlarının,

esnafımızın, hemşehrimizin Halk

Market’e bağışta bulunmaları gerekiyor.

Unutmayalım zor günler dayanışma ile omuz

omuza vererek geçer” dedi.

25


Etkilendikleri film

Özgürlük Yolu filminden

etkilenen çiftin kendilerini

özgür kılma hikayesi

yaşamlarını

şekillendirdi

‘Özgürlük Yolu’ filmi 1940 yılında Sovyet Rusya’ya

bağlı Sibirya çalışma kampından, özgürlükleri için

kaçtıktan sonra 4.000 mil yürüyerek Hindistan’a

ulaşan esirlerin, yaşadıkları macera ve dramı ustalıkla

anlatan yaşanmış bir yol öyküsü…

İşte bu öykü onlara ilham oluyor.

Tası tarağı toplayıp bir zaman

sonra kendilerine mutluluk

vermeyen işleri de geride bırakarak

Erzincan’dan Eskişehir’e

yol alıyor Meltem Can ve

Birtek Can çifti…

Ve burada sıfırdan yepyeni

bir hayata başlıyorlar.

Eskişehir’de İstiklal Mahallesi’nde

bulunan bir ara sokakta

minicik, tatlı mı tatlı

butik bir cafe açıyorlar.

Adını da Meli Coffe Co. koyuyorlar.

Yanından yürüyen o yabancı,

geçtiğin o sokak bile tesadüf

değildir derler ya…

İşte bende öyle ansızın, cafenin

bulunduğu sokaktan geçtiğim

bir an tanışıyorum bu

güzel çiftle…

Özgürlüğü ilham alarak yola

çıkan bu çift ayrı bir dikkatimi

çekiyor.

Çünkü…

Ne kadar ‘özgürce’ değil mi?

‘Özgürlük’ kokan her şey de samimi ve estetik değil

mi?

İçeriye bir giriyorum ki bayılıyorum mekana…

Temiz, sıcacık, cana yakın…

Cafenin başka bir özelliği de her burcun damak tadına

göre tercih ettiği

hatta vazgeçemediği

bir kahve olduğunu

söylüyorlar ve isteyenlere

öyle de hizmet

veriyorlar.

Bir duvara da filmde

geçen bir sözü alıntı

yapmışlar:

“Mutluluk sadece paylaşılınca

gerçektir.”

Meltem Hanım cafenin

hikâyesini anlatırken

şöyle diyor:

“Biz kahvemizi yudumlarken

paylaşacağımız

mutluluğun;

gerçek olacağına inanıyoruz.”

Yürekten inandıktan

sonra gerçek olmayan

ne olabilir ki diye geçiriyorum

içimden ve sıcacık,

mis gibi kahve

kokan ortamda sohbetime

başlıyorum Meltem

Hanım ve Birtek

beyle…

Bayıldım bu tatlı cafeye… Sizi tanıyalım mı ilk

olarak?

Merhaba. Özgürlük yolunda Eskişehir’i mesken

bilip yuva edinmiş bir çiftiz; Meltem ve

Birtek… Yolda öğrendiklerimizi sizlerle paylaşmak

ve bunu kahve ile taçlandırmak için

yola çıktık. Ben, 1996 Konya doğumlu grafik

tasarımcısıyım. Eşim 1989 Bursa doğumlu

gıda-market işletmecisi… Zaman içerisinde kesişen

yollarımız 2018 de evlilik kararımız ile

birleşti. 2 yıllık birlikteliğimiz sonucunda kahveye

olan aşkımız ve bağımlılığımız bizi bulunduğumuz

konuma getirdi.

26

Nasıl çıktı bu fikir? Eşinizle birlikte mi açtınız?

Evet. Eşim ile birlikte almış olduğumuz ortak

bir fikir. Kahveye olan tutkunluğumuz kahveye

olan merakımızı artırdı. Bu merak sonucunda

kahve içmekten ötesini yapmak

istiyorduk; Çeşitli kahve ekipmanları ile tanıştıktan

sonra, kahve çekirdekleri, demleme

yöntemleri, öğütme dereceleri diye kahvenin

hayatımızdaki yeri çoğalıyorken evimize

gelen misafirlerimize kahve yapmakta bize

bir süre sonra yetmemeye ve deneyimlediğimiz

tarifleri, daha fazla konuklarımız ile paylaşma

kararı aldık. Tüm bu süreç sonunda

farklı bir şehirde farklı kahve çekirdekleri ve

farklı demleme teknikleri ile Meli Coffee Co.

ortaya çıkmış oldu.

Ara sokakta minicik, tatlı bir mekân. Ara sokağı

tercih etme nedeniniz ne oldu?

Cevap aslında sorunun ta kendisinde; cadde

üzeri mekânlar zaten belirli bir yoğunluğu taşımakta,

insanlar bu yoğunluktan kaçıp, uzaklaşabileceği

mekân arayışı içerisindeler.

Nereden baksak artık kahvecilerin çoğu ara

sokakta kendine has konuklarına hitap etmekte…

Kendiyle baş başa kalmak isteyen,

sakin bir ortamda kitabını okumak isteyen,


ses kalabalığının olmadığı yerde arkadaşlarıyla

sohbet etmek isteyen,

yahut sadece kahve üzerine sohbet

etmek isteyen insanlar için ara sokakta

olmak bizim büyük bir avantajımız.

“KAHVE İNSANLIĞIN EVRENSEL DİLİ-

DİR”

Kahve bir kültür müdür?

Kahve bir kültürdür. İnsanlığın evrensel

bir dilidir. Her toplum kendi geçmişi

ile harmanladığı kahveyi,

kültürünün vazgeçilmez bir parçası

haline getirmiştir. Bununla birlikte

kendi kahve usullerini oluşturmuşlardır.

Bizler 15. 16. yüzyıllarda Türk

Kahvesi kültürünü oluştururken, en

ince düzeyde çekilmiş kahveyi soğuk

su ile kısık ateşte pişirmeyi usul edinmişiz.

İtalyanlar bizim aksimize buharla basınçlı

kaynamış suyu öğütülmüş kahveden geçirerek

kahve demlemeyi usul edinmişlerdir.

İşletmeniz de ne tür seçenekler var?

İşletmemiz olan Meli Coffee Co’da espresso

bazlı sıcak-soğuk kahveler, kendi geleneğimiz

olan Türk kahvesi ve çeşitleri, özel demleme

kahveler, kahve yanına eşlik eden tatlılarımız

mevcut. Konuklarımızın Meli Coffe Co’ da içtikleri

kahveyi, günün her saatinde kendileri

evde yapabilmeleri için internet üzerinden

ulaşabilecekleri paketli kahve satışlarımız

yakın zamanda yer alacaktır.

“ÖZGÜRLÜK YOLU FİLMİ BİZE İLHAM OLDU”

Duvardaki tasarımlara da bayıldım. Tasarım

nasıl oluştu?

Biz çok gezmeyi ve çok film izlemeyi seven

iki insanız. Doğaya aşık olan ruhlarımızı cezbeden

“Into the Wild”( Özgürlük Yolu) filmi

çıkış noktamız oldu. Jon Krakauer’in 1996 yılında

çok satanlar listesinde yer alan kitap

Christopher Mccandless’i anlatıyor. Sean Penn

yönetmenliğinde sinemaya aktarılmış. Bu

film, bizim hayatımızın büyük bir kısmında

yer etmiş ama bir zamandan sonra bize zevk

vermeyen işlerimizi bırakıp Meli Coffee

Co’nun kurulmasına ve Erzincan’dan Eskişehir’e

taşınmamıza öncü olmuştur. Bu sebeple

giriş duvarımızda daha önceleri Alaska’da bulunan

terk edilmiş bir otobüsü ev edinen,

Christopher’in hikayesini resmettik karşı duvarda

ise filmin adı ile film içerisinde geçen

bizim hayat mottomuzu yansıtan “ Happines

is only real when shared.” – “ Mutluluk sadece

paylaşılınca gerçektir.” yazmaktadır. Biz, kahvemizi

yudumlarken paylaşacağımız mutluluğun;

gerçek olacağına inanıyoruz.

Eskişehirlilerin ilgisi nasıl?

Eskişehir halkı sevecen, misafirperver bir ev

sahibi gibi, bizi sevip kucakladı. Kahve dükkanımızı

ziyarete gelen konuklarımız memnun

bir şekilde ayrılıyorlar buradan. Günden güne

uzunca sohbetlerimizin olduğu güzel dostluklarımızın

oluşmaya başladığını görüyoruz.

Gelenlerin tepkileri nasıl oluyor?

Çay kültürünün baskın olduğu bir toplum içerisindeyiz.

3. dalga kahvecilik; kahveye derin

anlamlar yüklenen saygı dönemi… Tercih edilen

çekirdek ve demleme yöntemi kahvenin

tadına farklı bir boyut katıyor. Gelenekselleşmiş

olan tatlardan uzaklaşmak istemeyen neslin

bizimle uzaktan merhabalaştığını

söylemekte zorlanmayız. Oysaki gençler yeni

tatlar keşfetmeyi ve öğrenmeyi isteyen ilk

grup içerisinde yer alıyorlar. Hali hazırda

kahve kültürü ve damak tadı alışkanlığı olan

konuklarımız ise keşiflerine yenilerini eklemek

için bizi ziyaret ediyorlar.

“KADINLAR İŞ HAYATINA ENTEGRE OLUYOR”

Kadın girişimci olarak diğer kadınlara ne tavsiye

edersiniz?

Kadınlar tarafından kurulan şirket sayısında

artış söz konusu. Hem ülkemizde hem de

dünya genelinde bizlere annelik ve eşlik vazifesi

biçilmesi yaygın bir tutum. Ancak son zamanlarda

tüm bu kalıpları yok sayıp

kadınların iş hayatına daha çok entegre olmaya

başladıklarını görüyoruz. Bu durum bir

kadın girişimci olarak beni mutlu etmekte ve

birbirimize olan bağlılığı artırmaktadır. Neyi

yapmaktan zevk aldıklarını ve neye aşk ile

bağlı olduklarını bulmalarını, bolca okuyup

hayallerinin peşinden gitmelerini, en küçük

başarılarını dahi kutlamalarını tavsiye edebilirim.

“BURÇLARIN DAMAK TADINA GÖRE KAHVE

LEZZETLERİ”

Sizin işletmenizin ilginç bir özelliği daha var

aslında değil mi? Her burcun damak tadına

göre kahve seçeneğiniz var? Öğrenelim mi

hangi burç neyi sever?

Elbette… Tek tek söyleyeyim.

KOÇ: Koç tam bir sabırsız olduğu için kahvesini

hemen alıp içmek ister. Klasik bir kahve

olan filtre kahveyle gününü başlatabilir, geçirebilir

hatta bitirebilir bile… Bazen günde kaç

bardak içtiğini bile sayamaz.

BOĞA: Değişimden pek hoşlanmayan ama

damak tadını da iyi

bilen burç kesinlikle

Boğa. Sabit fikirli olan

Boğalar, Americano'dan

vazgeçemezler.

Buzlu ya da sıcak fark

etmez, onlara Americano

olsun yeter!

İKİZLER: İkizler, sosyalleşmeyi

çok severler

ve çift yönlü

kişilikleri ile tanınırlar.

enerjik, yaşam dolu ve

sosyal İkizler burcunun

favori kahvesi de

tıpkı kendisi gibi renkli

bir tada sahip olan

Frappe olacaktır.

YENGEÇ: Empati yeteneği

ve evcimen oluşu

ile nam salmış burçlardan olan Yengeçler

aynı zamanda oldukça da hassaslardır.

Bu burcun ideal kahvesi ise

kesinlikle Cappuccino'dur.

ASLAN: Gösterişi ve eğlenmeyi çok

seven Aslan burçları, hayat dolu olmasıyla

da bilinirler. Liderlik etmeyi

çok seven Aslanlar, kendileri gibi gösterişli

olan Macchiato'ya bayılırlar.

BAŞAK: Başak burçları sadeliğin ve

zarafetin temsilcilerindendir. Abartıdan

uzak durmayı seven Başaklar,

hafif içimli tadı ve gösterişsiz ama

lezzetli sunumuyla Latte ile özdeşleşirler.

TERAZİ: Terazi burçları, güzellik ve

keyif için yaşarlar. Onlar için beyaz çikolatalı

mocha'dan daha iyi bir kahve düşünemiyoruz.

Bembeyaz köpüğü ile estetik görünen ve tatlı

lezzeti ile de damaklara keyif veren mocha,

Teraziler için en ideal kahve.

AKREP: Tutkunun burcu olan Akrep, kahvesinde

de hayatındaki tutkuyu ister. Bu yüzden

yoğun ve nefis flat white onlar için harika bir

seçenektir.

YAY: Yay burçları özgürlüğün simgesidir.

Kendi özel hayatlarına ve özgürlüklerine çok

düşkün olan Yaylar için en ideal kahve espresso

olacaktır; sert, leziz ve enerjik.

OĞLAK: Zodyak'ın en geleneksel burcu olan

Oğlak, kahvesinde de bu geleneksel tutumdan

vazgeçmeyecektir. Yanında lokumu ya da çikolatası

ile Oğlaklar için en ideal kahve bol

köpüklü Türk kahvesidir.

KOVA: Sürekli düşünen, mantığın simgesi bir

burçtur Kova. Bu burca en yakın kahve ise bol

çikolatalı, buzlu bir frappucino'dur.

BALIK: Zodyak'ın en duygusal burçlarından

biri olan Balık, kahvesinde de romantizmi

arar. Balık burçları için en ideal kahve içerken

insanın içini sıcacık yapan karamel macchiato'dur.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Ziyaretiniz ve bu hoş sohbetiniz için size teşekkür

ederiz. Güzel dostluklarımız ve sonsuz

kahve için kapılarımız her daim açıktır. Bol

kahveli günleriniz olsun.

RÖpoRtAj

Özge Zaim Sarıoğlu

27


Engelliler Montaj Atölyesi’nin birinci

Tepebaşı Belediyesi ve Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi

(EOSB) iş birliğinde hizmet veren Engelliler

Montaj Atölyesi birinci yılını kutluyor.

Atölye bünyesindeki zihinsel engelli bireylerin

ürettiği parça sayısı ise bir

yılda 836 bin 178’ye ulaştı.

Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın “hobi değil, istihdam” sloganı ile hayata

geçirdiği çalışmalar; özel bireylere öğrenme, üretme ve kazanma imkanı sağlıyor.

Projeler kapsamında özel bireyler uzman eğitmenler gözetiminde öğreniyor,

üretiyor, istihdam ediliyor ve kazanıyor. Engelliler Montaj Atölyesi’ndeki özel

bireyler de, aldıkları eğitimlerin ardından üretime katkı verirken, düzenlenen birçok

etkinliğe de katılarak sosyal becerilerini geliştirme imkanı buluyor.

Tepebaşı Belediyesi ile

Anadolu Üniversitesi’nin

modelini oluşturduğu

ve Türkiye’de bir

ilk olarak Ağustos

2014’te Yaşam Köyü’nde

faaliyete geçirilen

İbrahim Ethem

Kesikbaş Engelliler

Montaj Atölyesi’nin ardından

yine bir ilk olarak

Tepebaşı Belediyesi

ile EOSB iş birliğinde,

ilk kez bir engelliler

montaj atölyesi bir organize

sanayi bölgesi

içinde hayat buldu. Tepebaşı

Belediye Başkanı

Dt. Ahmet Ataç ve

Eskişehir Organize Sanayi

Bölgesi Yönetim

Kurulu Başkanı Nadir

Küpeli’nin girişimleri ile

9 Ekim 2019 da faaliyete geçirilen engelliler

montaj atölyesi, tam bir yıldır özel bireylere

ev sahipliği yapıyor.

Özel bireyler yeni yerlerinde de uzman eğitmenler

gözetiminde öğreniyor, üretiyor, istihdam

ediliyor ve kazanıyor. Engelliler

Montaj Atölyesi’ndeki özel bireyler, aldıkları

eğitimlerin ardından üretime katkı verirken,

düzenlenen birçok etkinliğe de katılarak sosyal

becerilerini geliştirme imkanı buluyor.

Bünyesindeki bireylerin gösterdiği gelişim

ve başarı ile de dikkat çekmeyi sürdürdüğü

atölye, gençlerin Eskişehir’de faaliyet gösteren

fabrikalarda istihdam edilmesini de sağlıyor.

Açılışının üzerinden sadece bir yıl geçen

28

atölyedeki 14 özel birey, büyük bir başarıya

imza atarak, pandemi dönemindeki önlemler

çerçevesinde, 836 bin 178 adet parçanın

üretimini tamamladı. Kit sıralama, profil, su

tahliye borusu kapakları, beyaz eşya arka

destek parçası, ocak düğmesi, menteşe pimi,

led, köşe koruyucu, hazne kapağı, menteşe,

ayarlı ayak, ocak sabitleme ve ocak yedek

parçası gibi malzemelerin montajını yapan

bireyler, imkan verildiğinde ne kadar başarılı

olabileceklerini de bir kez daha ispatlamış

oldu. Bireylerin ürettiği parçalar,

Starplast Plastik, Anot, Kafaoğlu, Tanatar ve

Can Conta fabrikalarında üretime dahil oluyor.

ÜRETENE ENGEL YOK

"Üretene engel yok” sloganı

ile faaliyet gösteren

atölye bünyesindeki bireyler,

fabrikalarda istihdam

edilmeye de devam

ediyor. 1 yıllık sürede 8

özel birey, çeşitli fabrikalarda

üretime verdikleri

katkı ile iş gücüne

katılmayı başardı.

Eskişehir’de Tepebaşı

Belediyesi ve Eskişehir

Organize Sanayi Bölgesi,

özel bireylere üretmeleri

için fırsat sunarken; bu

azmin diğer fabrikalara

ve organize sanayi bölgelerine

de örnek olması

bekleniyor.

“ÖRNEK OLMASINI

DİLİYORUM”

Projeye ilişkin değerlendirmesinde özel bireylerin

azimle ve profesyonelce çalıştığına

dikkat çeken Başkan Ataç, “Türkiye’nin popülasyonuna

baktığınızda engellilerimizin

oranı yüzde 12-13 civarında. Gençlerimizin

çalışmaya ihtiyacı var. Çalışmak onlara öyle

iyi hissettiriyor ki; azimle ve profesyonelce

çalışıyorlar ve çok mutlu hissediyorlar. Onlar

bizim yüz akımız. Bu tip projelerimiz ile özel

gençlerimize fırsat eşitliği sağlarken ekonomik

getiri de kazandırmış oluyoruz. Bu sayede

gençlerimiz toplum içindeki yerlerini

biliyor, becerileri gelişiyor, özgüven kazanıyor

ve ekonomik getirileri oluyor. Projelerimizde

bu değerlere yer vermeyi çok önemli

buluyoruz. Üstelik istihdam edilen gençleri-


yılında, özel bireyler tam 836 bin 178 parça üretti

mizin sayısı arttıkça biz de

çok mutlu oluyoruz.

OSB’de yer alan atölyemizi

birlikte hayata geçirdiğimiz

EOSB Başkanı Sayın

Nadir Küpeli’ye ve bu projede

bizlere destek olan

fabrikalara da teşekkürlerimi

sunuyorum. Bu güzel

çalışmanın, diğer OSB yönetimlerine

de örnek olmasını

diliyorum” sözlerini

kullandı.

“BİRÇOK GENCİMİZİ

ÇEŞİTLİ FABRİKALARDA

İSTİHDAM ETTİK”

Eskişehir Organize Sanayi

Bölgesi Yönetim Kurulu

Başkanı Nadir Küpeli bir

yıl içerisinde çok sayıda

gencin OSB’de istihdam

edildiğini aktararak, “Geçtiğimiz

sene Tepebaşı Belediye

Başkanımızdan

böyle bir öneri gelince çok

heyecanlanmıştık. En iyi

nasihat örnek olmaktır

düsturuyla bir proje yapalım

ve birçok kişiye de

örnek olsun istemiştik. Engelliler

Montaj Atölyesini

2019 yılında sayın başkanımızın

büyük katkılarıyla

hayata geçirdik ve burada

yaptıklarımız ülkemize

örnek oldu. Bugün bir yılı

geride bıraktık. Bu bir yıllık

süre içerisinde birçok

gencimizi çeşitli fabrikalarda

istihdam ettik. Gençlerimizi

burada üretici hale

getirdik ayrıca ailelerine

nefes alacak ve kendi işleriyle

uğraşacak büyük bir

zaman kazandırmış olduk”

ifadelerinde bulundu.

“TÜRKİYE’YE

YAYILMASININ GAYRETİ

İÇERİSİNDEYİZ”

Projenin Türkiye’ye yayılması

gayreti içerisinde olduklarını

söyleyen Başkan

Küpeli, “Montaj atölyemiz

modern ve çağdaş bir şehirde

olması gereken merkezlerden

biridir. Bu

merkezlerin her yerde olması

gerekiyor. Çoğu şehirde

ve yerde evlere

kapanıp kalan gençler, Eskişehir’imizde

böyle

önemli bir merkez sayesinde

eğitilerek üretici

hale gelmelerinin, yanı sıra

aynı zaman onların sosyalleşmesine

ve gelişmelerine

de katkı sağlamaktayız. Bu

tür atölyelerin bütün Türkiye’ye

yayılması için organize

sanayi bölgesi

olarak gayret içerisindeyiz”

diye konuştu.

29


İklimsel özellikler balığın kalitesini,

tadını ve miktarını etkiler. Belli aylarda

bazı balıklar daha fazla tutulurlar. Her

balığın yağlandığı bir ay vardır ve

balıklar yağlanınca etleri de çok lezzetli

olur. Genelde yağlı balıkların ızgarası,

yağsız balıkların ise kızartması yapılır.

Balık alırken dikkat edilecek en önemli

şey balığın taze olmasıdır. Taze balığın

solungaçları kırmızı, derisi gergin, gözleri

parlak ve dışa doğru, pulları sıkı,

kuyruğu da dik olur. Tabii en önemlisi

balık alırken balık takvimine göre seçim

yapmaktır.

Balık takvimi hangi balığın, hangi ayda

gerçek lezzetine ulaştığını ve

tüketilebileceğini gösteriyor.

Ocak

Kefal ve hamsi tam olarak yağlanmıştır.

Lüfer, palamut, uskumru ve istavrit halen

lezzetlidir. Çinekop, kofana ve mezgit

boldur. Tekir ve kırlangıç çok tutulur.

Barbunya, kılıç, mercan ve sinarit az tutulur.

Şubat

Kalkan mevsimi başlamıştır. Tekir gene

boldur. Uskumru, lüfer ve palamut artık

yağını kaybetmeye başlamıştır. Gümüş

balığı ve kefal lezzetlidir. Hamsi artık

30

yağını ve lezzetini kaybetmektedir.

Ayrıca istavrit, zargana, mezgit yine

tezgâhlardadır.

Mart

Kefal, levrek ve kalkanın en lezzetli

olduğu zamandır. Uskumru artık çiroz olmaya

yüz tutmuştur. Gümüş balığı artmaya

başlar. Lüfer ve palamut yağını

kaybetmiştir, tava ve pilaki yapılmaya uygundur.

Kofananın ızgarası olur. Minakop

ve tekir her zaman olduğu gibi

lezzetlidir. Barbunya bol miktarda

çıkar ve çok lezzetlidir.

Nisan

Balık türlerinin bol olduğu bir dönemdir.

Kalkanın en lezzetli ve en bol olduğu

zamandır. Eşkinanın sezonu başlar çok

lezzetlidir. Mercan, levrek, kılıç ve

kırlangıç bollaşır. Dolayısıyla diğer aylara

oranla daha ucuzdur. Gümüş, kefal,

mezgit, tekir ve barbunya lezzetlidir ve

çok tutulur. Zargana bu ayda da devam

eder.

Mayıs

Levrek, barbunya, dil balığı, tekir, kılıç,

kırlangıç ve iskorpit fazla çıkar ve

lezzetlidir. Uskumru, torik, palamut,

hamsi ve istavrit artık yağını

kaybetmiştir. Kefal halen lezzetlidir.

Mezgitin halen zamanıdır.

Haziran

Verimsiz dönem başlamış, balıklar

azalmıştır. Mezgit, levrek ve biraz barbunya

çıkar. Bu ayda en lezzetli balık

karagözdür, yağlanıp lezzetlenmiştir.

Kırlangıç da lezzetlidir. Tekir, barbunya,

gelincik, mercan, sinarit ve eşkina bulunur.

Fakat pahalıdır.

Temmuz

Balığın en az olduğu aydır. Sardalya

mevsimi başlamıştır, Ekim ortasına

kadar yenebilir. Sardalyanın asma

yaprağı içinde ızgarasının tam

zamanıdır. Kolyoz, istavrit, uskumru,

tava ve haşlamaya elverişlidir. Tekir ve

barbunya yine lezzetlidir. Levrek ve

çipura vardır, mezgit ve istavrit az da

olsa bulunur.

Ağustos

Çingene palamudu sezonu başlamıştır.

Sardalyanın en lezzetli zamanlarıdır.

Kılıç, mercan, sinarit gayet lezzetlidir. İzmarit

de yağlanmış lezzetlenmiştir.

Eylül

Balık sezonu açılmıştır. Sardalya ve kılıç


lezzetlidir. Palamut yağmur suyunu

yedikçe irileşmiştir. Aynı zamanda

bollaşmıştır. Lüfer sezonu

yaklaşmaktadır, biraz pahalıdır. Kolyoz,

izmarit ve istavrit lezzetlidir. Kırlangıç

bolca çıkar.

Ekim

Geçici olarak yazın Karadeniz'de beslenen

balıkların Marmara'ya göçe

başladıkları aydır. Bu yüzden bol miktarda

tutulur. Lüfer lezzetini kazanmış,

istavrit de yağlanmıştır. Palamut boldur.

Barbunya ve tekirin en yağlı ve lezzetli

zamanıdır. İzmarit, sardalya, levrek, mercan,

torik, sinarit ve eşkina hem bol hem

de lezzetlidir.

Kasım

Verimli ve bol balıklı bir aydır. Uskumrunun

en iyi zamanıdır. Torik artmıştır,

lakerdası yapılır. Pisinin en lezzetli

olduğu aydır. Lüfer, eşkina, çinekop,

palamut, torik, zargana, levrek, mezgit

ve istavrit bol miktarda çıkar ve de çok

lezzetlidir. Hamsi de çıkmıştır ve çok

lezzetlidir.

Aralık

Hamsi, tekir, palamut, lüfer, çinekop, barbunya,

mezgit, istavrit bol ve lezzetlidir.

Uskumru, lüfer, palamut ve torik yağlıdır

ve her türlü yemeği yapılır. Hamsi de

lezzetlidir.

31


Kale, şehrin her

yerinden görülebiliyor.

HEYKELLER ŞEHRİ

Gezi

ZEKİ

PEKGENÇ

Demirperde’nin yıkılmasının ardından,

Çekoslovakya’nın 1993 yılında kadife

ayrılık ile ikiye bölünmesi sonrasında

doğan iki küçük devletten birisi Slovakya

Cumhuriyeti. Ülkenin başkenti Bratislava

hikâyeleri olan heykelleri ile meşhur.

Budapeşte ve Viyana’nın arasında, Viyana’ya

sadece 70 kilometre uzaklıkta ve Tuna Nehri

kıyısında bulunan Bratislava turizmden

önemli bir gelir elde etmekte. Tuna Nehri üzerinde

yapılan gemi turlarının tamamı buraya

mutlaka uğruyor. Şehir, her yıl

nüfusunun iki katı turisti ağırlıyor. Fazla

büyük olmayan Bratislava’nın turist çeken

bölgesi Old Town, yani “eski şehir”. Yaya

olarak gezilebilen bu bölge de hayli küçük.

Salt burada dolaşırsanız bir başkentten daha

ziyade turistik şirin bir orta çağ kasabasında

bulunduğunuz sanısına kapılabilirsiniz.

Bratislava’nın önemli bir özelliği iki ülkeye birden,

Avusturya ve Macaristan’a komşu

başkent olması. Dünya’da iki ülkeye birden

komşu olan sanırım tek başkent. Şehrin tepesindeki

kaleden çıplak gözle Avusturya ve

Macaristan topraklarını görebiliyorsunuz.

Şehre yukarıdan 360 derece bakan Bratislava

32

Kalesi’ne nostaljik mini trenle veya özel imal

ettirilmiş turist taksileri ile de çıkabilirsiniz.

Tuna Nehri’nin 85 metre yükseğinde inşa

edilmiş bu kale şehrin her bölümünden

görülebiliyor. Yaklaşık beş asır boyunca,

değişik medeniyetler bu tepede kale yıkıp

savunma amaçlı yeni kale inşa etmişler.

Tamamen onarılıp yeniden düzenlenen, her

yeri beyaza boyanmış kale şimdi bir müze.

Kaleden eski şehre indiğinizde hala ayakta

olan eski şehir surlarında mevcut dört

kapıdan biri olan Michael Kapısı’ndan

(Michale Kulesi’nden) geçip Bastova Caddesi’ne

giriyorsunuz. Her ne kadar adı cadde

olsa da aslında ortaçağdan kalma dar bir

sokak. Çok hareketli bu sokakta şık barlar ve

restoranlar bulunuyor ve de doğal olarak

hediyelik eşyalar satan dükkânlar. Tezgâhlardaki

magnetlerin en göze çarpanı Cumil

Heykeli betimlemesi. Sokağın başlangıcında

“Sıfır Kilometre Taşı” bulunuyor; metal bir

çerçeve içinde belli başlı yerlerin hangi istikamette

ve Bratislava’ya ne kadar uzaklıkta

olduklarını gösteriyor. Bundan, İstanbul’un

1.231 kilometre uzakta olduğunu anladık.

Komünist dönemde tüm Demirperde

ülkelerinin

Politbüro

elemanlarının

yetiştirildiği

şehir

olduğunu

duyduğum

Bratislava,

şimdi batılı

turistlerin ilgisini

çekmek

adına adeta

yeniden

yaratılmış.

Tarihi yapıları

Şehir turu yapan iki vagonlu

özel yapım sıra dışı taksiler.

restore ederek

korumuşlar.

Harika barok

mimarisiyle Eski Ulusal Slovak Tiyatrosu bunlara

bir örnek.

Avrupa’nın ortasında ve Tuna Nehri’nin

stratejik bir bölgesinde konumlanmış olan

Bratislava ve şimdiki adıyla Slovakya

yüzyıllar boyu, batıdan ve doğudan istilalara

maruz kalmış. Eski ismi Pressburg olan bu

yerde tarih boyunca dört kez, değişik

taraflarca Pressburg Antlaşması imzalanmış.

Bunlardan sonuncusu Fransa ile Avusturya-

Macaristan Krallığı arasındaki. Napolyon

burayı 1805 ve 1809 yıllarında iki kez ziyaret

etmiş. İlkinde bir antlaşma için gelmiş. İkincisinde

ise, Viyana’yı ve civardaki birçok şehri

almış olmasına rağmen, bir ay kuşattığı Pressburg’u

yani Bratislava’yı almak için gelmişse

de alamamış. Her yıl bu olayın anısına

şehirde değişik kutlamalar yapılıyormuş.

Yine bu olayın hatırlatılması adına eski şehrin

ortasındaki küçük Hlavne Meydanı’nın bir

tarafında bir bank üzerine kollarını dayamış

olan bir Napolyon askeri duruyor. Anlatılan

hikâyeye göre Hubert isimli bu asker

Şehrin hanımefendilerini

selamlayan Schöner Naci.


Bratislava’lı bir kıza âşık olup, Fransa’ya

dönmemiş ve burada kalıp köpüklü şarap

imal etmiş. Bugünlerde Slovakya’nın en ünlü

köpüklü şarap markası da “Hubert”.

GÜLÜMSETEN HEYKELLER

Eski şehirde dolaşırken sizi orta çağdan

kalma dar ve trafiğe kapalı sokaklarda gülümseten

heykeller karşılıyor. Bunlardan ikisi en

fazla dikkat çeken ve fotoğraflanan Cumil

Heykeli ile Schöner Naci Heykeli. Bir rögar

kapağından poz veren ve eski şehrin tekrar

gün yüzüne çıkışını tasvir eden ‘Cumil’ ya da

«man at work» tarihi sokakların kesiştiği bir

yerde duruyor. Bu heykelin bir kopyası da

Odunpazarı’nda. Bratislava'nın maskotu haline

gelmiş Cumil heykeli, hikâyesini bilmeden

bile insanın yüzünde bir gülümseme

oluşmasına neden oluyor. Bratislava'da zaten

küçük olan old town içerisinde gezerken

Cumil'i görmemeniz imkânsız. Bu şehre gelen

herkes bu heykelin fotoğrafını çekmeden

geçmiyor. Cumil'in iki farklı hikâyesi var. İlki

savaş sonrası yeniden inşa edilen şehrin dinlenen

işçilerini temsil ettiği yorumu. Diğer

hikâyeye göre ise burada çalışan bir kanalizasyon

işçisi biraz çapkın olduğu için sıklıkla

rögar kapağına çıkar gelip geçen

Bratislava'nın güzellikleriyle ünlü kızlarının

bacaklarına bakarmış. Güzellere meraklı

işçinin anısına bu heykel yapılmış. Cumil’in

kelime anlamı “izleyen”miş. Doğal olarak ikinci

hikâye benimseniyor.

HANIMEFENDİLERİ SELAMLAYAN NACİ

Eski şehrin merkezindeki meydanın bir

köşesinde şapkalı bir adam etrafa gülümseyerek

bakıyor. Bu adam Schöner Naci. Meydana

heykeli dikilen bu adam ne bir

politikacı, ne bir spor efsanesi. Naci, 20.

yüzyılın başında Bratislava’da yaşayan ve çok

bilinen bir figürmüş. Gerçek ismi Ignác Lamár

olan ve aslında çok fakir, sağlık açısından da

sorunlu olan bu adam, her şeye rağmen şık

giyinir, kadife şapkasını takar ve caddelere

çıkıp halkı; özellikle şehrin güzel

hanımefendilerini selamlarmış. Daima şık

giyinen yakışıklı Ignac bir kadına âşık olmuş

ancak kadın ona ilgi göstermemiş. Platonik

aşkı Naci’yi deliye döndürmüş. Sürekli elinde

çiçeklerle sokaklarda dolanıp dururmuş.

Bölge esnafı turistik bir simge haline gelen

Ignac’ı çok sever, bu hareketlerinden dolayı

ona yiyecek temin ederlermiş. Bir palyaçonun

oğlu olan Ignac, bugün heykeliyle de olsa

hala Bratislava’nın sevilen insanlarından.

Şehirdeki diğer heykellerin tamamı bronz

olmasına karşılık Naci heykeli gümüşten…

Eskişehir’de de 70’li, 80’li yıllarda, bildiğim

benzer simgesel kişiler vardı. Örneğin; elinde

makarası ile “Abidin” gibi, sürekli giydiği şık

western kıyafetleri ile akşamları Yalaman

Adası’ndaki çay bahçelerinde konserler

veren “Kovboy” gibi, yakalandığı kara sevda

sonrası rahatsızlanan ve Köprübaşı’nda,

Belediye Binası’nın önünde haftalık, siyasi

“Kim” dergisini satan (ne yazık ki adını

anımsayamadığım) beyefendi gibi.

Bir blok yazarı Bratislava hakkındaki

düşüncelerine şu paragrafı almış; “Öncelikli

olarak şehrin belki de en fazla fotoğraflanan

ögeleri sokaklardaki ikonik heykeller. Sosyal

medyada her yaz bir şekilde karşımıza çıkan

bu heykeller turistlerin kentte yoğun ilgi

gösterdiği noktalardan biri. Bratislava bu

Cumil’in ikizi

Odunpazarı

Meydanı’nda …

Bratislavalı

Cumil …

özelliğiyle ister istemez Eskişehir’i ve Yılmaz

Büyükerşen’i akıllara getiriyor. Heykeller

otoriteler tarafından Bratislava’nın tarihi caddelerine

yapılmış modern

dokunuşlar olarak tanımlanıyor. Biz

de sokaklardaki canlılığı artırdığı ve

ilgi çekici oldukları için Bratislava’nın

heykellerinin şehirle bütünleşebilen

sokak elemanları olduğunu

düşünüyoruz.”

Kişisel düşüncelerim de yukarıda

sözcüklerini aldığım Blok Yazarı paralelinde...

Eskişehir’e kent turizmi için

gelen hemen herkesin şehrin değişik

yerlerine serpiştirilen heykelleri

fotoğraflaması ve bu fotoğrafların

ülkenin sosyal medyasında, yazılı ve

görsel basında sürekli olarak yer alması, ne

derecede olumlu bir kent mobilyası

uygulaması yapıldığının göstergesi.

Bastova sokağından Michael

Kulesi’nin görünümü.

33


Yeni sezonun ilk maçı öncesi Rektör Prof. Dr

Fuat Erdal başarı dileğinde bulunmuştu.

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

KALICI OLMAK İSTİYOR

Anadolu Üniversitesi yönetimi

takımın ligde kalmasını istiyor.

>>

2 yıl aradan sonra Kadınlar Hentbol Süper

Ligi’ne dönen Anadolu Üniversitesi sezona

zorlu fikstürün de etkisiyle iyi başlayamasa

da Kasım ayında çıkışa geçeceği

maçlara hazır hale geldi.

Anadolu Üniversitesi Kadın

hentbol takımımız iki yıllık

aranın ardından tekrar

Kadınlar Hentbol Süper Ligi’nde

boy gösteriyor. İlk haftalarda ki

zorlu maç periyodundan istediği

sonuçları tam anlamaıyla

alamayan ekibimiz özellikle

Kasım ayında çıkışı yakalayacağpı

maçlara çıkacak.

Sezona çok zorlu bir fikstür ile

başladıklarını ifade eden Kabadayı

“İlk 3 hafta maç yaptığımız

rakiplerimizin puan durumunda

ki yerleri ve hedefleri

ortada. Ben sporcularımızın

mücadelesinden memnunum.

Eksiklerimizi görmek adına iyi

bir periyot oldu. Artık bundan

sonra ki maçlarımıza konsantre

olacağız ve çıkışa geçeceğiz.

Daha önce de belirttiğim gibi

6.haftadan sonra çıkışa geçecek

bir Anadolu Üniversitesi izlettireceğimizden

kimsenin şüphesi

olmasın” dedi.

34

Hedef bu sezon ligde kalmak.


Ormanspor Eskişehir hentbolu için bir kazanç oldu.

İlimizde erkek hentbolunun canlanması adına Selkaspor’dan

doğan boşluğu iyi dolduran Ormanspor

şampiyonluk hedefiyle yoluna devam ediyor. Orman

Bölge Müdürü ve aynı zamanda kulüp başkanı Recep

Temel “Bizler Orman Genel Müdürlüğü’nün taşra çalışanlarıyız.

Genel Müdürlüğümüz 1971 yılından bu yana sporun

birçok dalında faaliyet gösteriyor. Özellikle son

yıllarda bayanlar ve erkekler basketbolda Süper Lig düzeyinde

güzel işler yapılıyor. Bizde bundan ilham alarak

Genel Müdürlüğümüzden aldığımız destek ile 29 Ocak

2020’de Eskişehir Ormanspor Kulübü Derneğini kurduk

ve çalışmalara başladık. Ardından hentbol takımımızı

kurduk. Çok yeni bir derneğiz. Amatörüz. Sözleşme imzaladığımız

arkadaşlarımızla ilk olarak gönül bağı üzerinden

çalışıyoruz. Sağ olsun Antalya’dan Fatih hocamızda

bizimle çalışıyor. Alçak gönüllü olarak lige girdik ama hedeflerimiz

var. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarak

Süper lige çıkmak istiyoruz. Özellikle önümüzde

ki sezondan itibaren ülke hentbolunda sesimizi

duyup Avrupa düzeyinde mücadele etmek istiyoruz”

dedi.

“O HAVAYI TEKRAR YAŞATACAĞIZ”

Takımın son durumu ve hedefler konusunda bilgi

veren Eskişehir Orman Spor Kulübü erkek hentbol

takımının baş antrenörü Mehmet Fatih Işık

“Orman Bölge Müdürümüz Recep Temel beye çok

teşekkür ediyorum. Çünkü gerçekten Eskişehir’de

bir spor kültürü var. Hentbolda da çok başarılı

geçmişi olan bir şehir. Daha önce ETİ, Polisgücü

ve Selka ile çok güçlü bir hava atmosfer vardı.

Daha sonra ne yazık ki Selka’nın kapanmasıyla

burada bir dinginlik oluşmuştu. Bunu tekrar Eskişehir

Ormanspor ile canlandırmayı hedefliyoruz.

Bunun içinde iyi çalışarak başarıyı da tekrar bu

şehre getirmemiz gerektiğinin farkındayız. Umut

ediyorum güzel işler yapacağız” dedi.

Ormanspor lige de iyi giriş yaparak şampiyonluğun

en büyük adaylarından biri olduğunu gösterdi.

ORMANSPOR

HAYAT VERDi

>>

İlimizin çiçeği burnunda kulübü Ormanspor Eskişehir’de

Erkek hentboluna tekrar hayat verirken, Selkaspor

ile tadı damağımızda kalan o heyecanı geri getirdi.

35


Sivrihisarspor 1.ligi istiyor.

Antrenör Bilal

Pakoğlu ve ekibi

mutlu sona inanıyor.

Zafer

inanlarındır

>>

Kadınlar Voleybol 2. Liginde Eskişehir’i

ilk kez temsil eden Sivrihisarspor sezona

müthiş giriş yaptı.

Temsilcimiz rakipleri

karşısında gösterdiği

performans ile

şampiyonluğun en büyük

adaylarından biri olduğunu

hissettirdi.

Sivrihisarspor Kadın

Voleybol Takımı 2.Lige

müthiş bir giriş yaptı. İlçe

takımı üst üste aldığı galibiyetlerle

rakiplerine de

göz dağı verdi.

Bu süreçte Sivrihisar Belediye

Başkanı Hamid Yüzügüllü,

Sivrihisarspor Kulüp

Başkanı Ahmet Alper Akdemir

ile kulüp yöneticileri

sürekli takımın yanında

yer aldı. Kadın voleybolcular

kalitelerini bu süreçte

sahaya yansıtınca işler de

oldukça yolunda gitti. Tensilcimizin

ligin sonunu

nasıl getireceği şimdiden

merakla bekleniyor.

File de iki takımımız var.

“Daha iyi olacağız”

İnanmış bir oyuncu grubuna sahip olduğunu

gösteren temsilcimizin özellikle

zirve yarışında ki rakipleriyle

oynayacağı maçlar merakla bekleniyor.

Antrenör Bilal Pakoğlu “Bizim gibi

yeni bir kulüp için sezona iyi başlamak

önemliydi. Oyuncularım her

maçta ciddiyeti elden bırakmayarak

sonuna kadar mücadeleden kopmadı

ve haklı galibiyetler elde ettik. Ama

oyun olarak daha iyisini ortaya koymak

adına çalışacağız. Her geçen

hafta gelişerek ilerleyeceğiz” dedi.

Ligi iyi bitirmek önemli.

Sezon sonunda

ipi

göğüslemek

istiyorlar.

Bu

yolda

omuz

omuza

ilerlemeye

devam

kızlar…

36


ŞAMPiYONLUK iÇiN KENETLENDiLER

Sivrihisar Belediye başkanı Hamid Yüzügüllü İlçe’nin spor

kulübüne verdiği destekle biliniyor. Yüzügüllü voleybol takımının

maçlarını tribünden takip ederken, başkan Ahmet Alper Akdemir

ve yönetimi tam kadro kadın voleybolcularımızın yanında.

Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid

Yüzügüllü kulübe desteğini esirgemiyor.

Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü Sivrihisarspor’un

yanında olduğunu bu yıl bir kez daha gösteriyor.

Karşılaşmaları yakından takip eden Başkan

Yüzügüllü gidişattan oldukça memnun.

“Daha ilk maçta inanmış ekip gördüğünü ve

bundan mutluluk duyduğunu belirten

Başkan Hamid Yüzügüllü “Teknik heyet ve

oyuncularla birlikte Sivrihisarspor yönetimini

tebrik ediyorum. Sezon sonunda

inşallah şampiyonluk sevinci yaşayacağız.

Buna inancım tam” dedi.

Öte yandan Başkan Ahmet Alper Akdemir ve

arkadaşları kadın voleybolculara her maçta

yanlarında olduklarına hissettirdi. İlçe’ye sportif

etkinlikler kapsamında hareketlilik getiren yönetim

örnek tavırlarına da devam ediyor. Başkan

Akdemir müsabakaları izlemek isteyen ilimizde ki

voleybol antrenörler için maçlarda özel izin alarak

tribünde yer almalarını sağlıyor.

İnandılar.

Sivrihisar yönetimi ilçeye heyecan getirmek ile kalmadı,

şampiyonluk yolunda kenetlenmeyi sağladı.

TEPEBAŞI GENÇLİK BİLDİĞİNİZ GİBİ

Özkan Fatma Çimenli çifti yine

alkışa değer işler yapıyor.

>>

Tepebaşı Gençlik ve Spor Kulübü yine genç kadrosuyla

ligin anahtar takımı olacağını gösterdi…

Her sezon kendi alt yapısından yetiştirdiği oyuncularla

2.ligde boy gösteren Tepebaşı Gençlik ve Spor Kulübü

bunu müthiş bir özveri göstererek çalışan antrenörler

Özkan-Fatma Çimenli çiftine

borçlu.

Sezona önemli isimlerini kaybederek

başlamasına rağmen galibiyetle

giriş yapan, ikinci

haftayı ise rakibi ligden çekildiği

için maç yapmadan geçiren Tepebaşı

Gençlik sezonu en iyi

yerde bitirmek istiyor. Temsilcimizin

ilk iki yarışında olup olamayacağı

önümüzdeki

haftalarda belli olacak olsa da

Çimenli çifti içten içe bu hedefe

yürümek istiyor.

Tepebaşı Gençlikspor ilk iki yarışında neden olmasın?

37


Eskişehirspor’un unutulmaz kaptanlarından

Selahattin Örçüm bu ay İstikbal Dergi’nin konuğu oldu.

Es-Es’in bu haline çok üzüldüğünü belirten Örçüm yönetimsel

yanlışlar sonucu takımın bu durumda olduğunu söyledi.

>>

Uzun yıllar Eskişehirspor forması giyen siyahkırmızılı

takımın unutulmaz kaptanlarından Selahattin

Örçüm suskunluğunu İstikbal Dergiye

bozdu. Örçüm “Önceden Eskişehirspor’da oynamak

şerefti gururdu. Oyuncular buraya gelmek için can

atarlardı. Şimdi bakıyorum adamlar geliyor sözleşme

yapıyor paranın peşine düşüyor” dedi.

>>

Eskişehirspor’un bu durumuna çok üzüldüğünü

söyleyen kaptan “Maalesef yönetimsel hatalar

sonucu Eskişehirspor Cennetten Cehenneme çevrildi.

Bu hale getirenleri herkes biliyor. Eskişehirspor’u bu

hallere getirenleri hakkımı hiçbir zaman helal etmiyorum.

Bu duruma çok üzülüyorum” dedi.

>>

Yerli oyuncuya herkesin güvenmesi gerektiğini de

belirten Selahattin Örçüm “Bu takımın başarılı olduğu

yıllarda takımın yarısından fazlası hep yerlidir.

Eskişehir’den her zaman futbolcu çıkar. Yıllardır da çıkıyor.

Ancak yönetimler ve teknik adamlar Eskişehirli çocuklara

güvenmeli” dedi.

38


SELAHATTİN

ÖRÇÜM

KİMDİR?

24 Ocak 1955 Eskişehir doğumlu

olan Örçüm futbola mahallesinin takımı

olan Tunaspor’da başladı. 1971

yılında Eskişehirspor alt yapısına

gelen ve burada genç amatör takımda

forma giyen Selahattin Örcüm ardından

profesyonel olarak takımda yer

aldı. 8 sezon profesyonel olarak Eskişehirspor

forması giyen ve siyahkırmızılı

takımda İsmail Arca ve Fethi

Heper’in ardından en çok takım kaptanlığı

yapan isim olan unutulmaz

kaptan 1987’de Antalyaspor’a giderken

oradan da Bayburtspor’a transfer

oldu ve futbolu bıraktı. Futbolu bıraktıktan

sonra teknik adam olarak

görev yapan ve şu anda da Alt

yapı derneğinde miniklere deneyimlerini

aktaran Örcüm Eskişehirspor’un

şu durumuna

çok üzüldüğün belirtti.

“RAKİPLER ESKİŞEHİR’E

GELMEYE KORKARDI”

“Bizim dönemimizde Eskişehirspor Futbolda

“Anadolu Devrimi”nin simgesi idi Eskişehirspor

deyince rakipler buraya gelmeye

korkarlardı. Biz ve ağabeylerimiz de rakipleri

iç saha dış saha hiç fark etmez yenerdik. Sahaya

çıktık mı aslanlar gibi mücadele ederdik.

Saygı sevgi vardı ve kalite yüksekti.

Birde takımın nerede ise tamamı Eskişehirli

idi. Dışarıdan gelenler bile takıma çabuk

uyum sağlardı. Biz böyle takım olduk”

“ŞİMDE HERKES

PARANIN PEŞİNDE”

“Bizim zamanımızda Eskişehirspor’da oynamak

şerefti gururdu. O zaman ki yıllarda oyuncular

Es-Es’te oynamak hayali ile tutuşurdu. Buraya gelmek

için can atarlardı. Şimdi bakıyorum adamlar

geliyor sözleşme yapıyor paranın peşine düşüyor. O

an alamazsa daha sonra kulübü icra verip faizleri ile

parasını alıyor. Maalesef kalite düştü”

“NE MUTLU BANA

BU FORMAYI GİYDİM”

“Ben mahallemin takımı Tunaspor’dan geldim.

Genç takımda oynadım. Profesyonel oldum. Kolay

değil 8 sezon bu formayı hiç sırtımdan çıkarmadım.

Ne mutlu ki bana bu büyük takımın Anadolu yıldızının

formasını giymişim. Futbolu kaç yıl oldu bıraktığım

hala ‘Eskişehirsporlu Selahattin’ deniliyor ve de

39


çok mutlu oluyorum”

“ŞU DURUMA

ÇOK ÜZÜLÜYORUM”

“Eskişehirspor’un durumu bana da çok

soruluyor. İnanın şu duruma çok üzülüyorum.

Yıllarca İstanbul’un takımlarını dize

getir, hepsini ez geç. Ondan sonra can derdine

düş. Maalesef yönetimsel hatalar sonucu

Eskişehirspor Cennetten Cehenneme

çevrildi. Bu hale getirenleri herkes biliyor.

Eskişehirspor’u bu hallere getirenleri hakkımım

hiçbir zaman helal etmiyorum.

Kimse de etmemeli”.

“ESKİŞEHİR FUTBOL

KENTİDİR”

“Türk futbolunda her zaman öncülüğü

Eskişehirspor yapmıştır. Eskişehir futbol

kentidir.

Türkiye'nin en köklü kulüplerinden

biri olmasına karşın bu sezon piyango ile

ligde kalan ve TFF 1. Lig'de mücadele eden

Eskişehirspor, her sezon olduğu gibi yine

ekonomik sıkıntılar yaşıyor. Puan silme ve

transfer yasağı cezaları ve FİFA dosyaları

bu kulübün yakasını hiç bırakmıyor. Bunlarda

az önce belirttiğim gibi hep yanlış

40


yönetimlerden kaynaklanıyor”

“TARAFTAR NE YAPSIN”

“Kurulduğu yıldan bu yana bu takımın

taraftarı arkasında her zaman bir güçtür.

Benim hatırladığım Karşıyaka ile iç sahada

maçımız var. Taraftar 1

gün

stadyum önünde yattı ve

maça girdi. Ama bizde

çıktık mı sahada formanın

hakkını verip taraftarı

da mutlu ediyorduk.

Bu takımı hiçbir zaman

terk etmeyen taraftar

bana göre Dünyanın 1

numarasıdır. Ama keşke

formayı giyenlerde taraftara

layık olabilse…”

“YÖNETİMLER

PARA VERECEK”

“Eskişehirspor’da

nasıl futbolcu olarak

oynamak şeref ise yönetici

olmakta bir şereftir.

Yönetici kulübün

gelirine bakmayacak

cebinden para verecek.

Ama bu takıma öyle yöneticiler geldi

ki Alt yapıda Hala sahadan gelen paranın

peşine düştü. Yazık böyle Eskişehirspor

yöneticiliği olamaz”

“ESKİŞEHİR’DE

POTONSİYEL

HER ZAMAN VAR”

“Eskişehir’den her zaman futbolcu

çıkar. Yıllardır da çıkıyor. Ancak yönetimler

ve teknik adamlar Eskişehirli çocuklara

güvenmeli. Sadece zor duruma düşüldü

mü Eskişehirli oyuncular oynatılıyor.

Bakın bu takımın başarılı olduğu yıllarda

takımın yarısından fazlası hep yerlidir. Bu

nedenle Eskişehir’in

potansiyeli

hep vardır.

Şu anda bizim

alt yapı derneğinde

de süper

çocuklar var.

Diğer kulüplerde

de aynı. Yeter ki

bu oyuncuların

Eskişehirspor

forması için önleri

açalım, güvenelim

ve formayı

teslim edelim.

Aynı şey teknik

adamlar için de

geçerli ancak güvenmek

gerek…”

Şu anda Eskişehir Futbol Altyapı Derneği’nde

antrenör olarak görev yapan Selahattin Örçüm

deneyimlerini altyapıdaki oyunculara aktarıyor.

41




Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!