İstikbal Dergi Ekim 2020 Sayısı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı
İstikbal Gazetesi aylık yayını olan İstikbal Dergi Ekim 2020 sayısı yayımlandı
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
L İ D E R G A Z E T E E S K İ Ş E H İ R ’ İ N S E S İ
PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR AYLIK iŞ, SiYASET, SPOR ve YAŞAM DERGiSi Sayı: EKİM 2020
Eskişehir
bisiklet şehri
oluyor
Tepebaşı’nda
üretene
engel yok
Odunpazarı’nda
sağ elin verdiğini
sol el bilmiyor
“DANS EDİNCE
ÖZGÜRLÜĞÜ
BULDUM”
SİVRİHİSARLI
NASREDDİN
HOCA
EDiTöR
t18’de
ÇOCUKLARIN ODAKLANMASINI
KOLAYLAŞTIRACAK
7 ADIM
Etkilendikleri
t26’da
film
yaşamlarını
şekillendirdi
t20’de
HEYKELLER ŞEHRİ
Artık böyle bir Eskişehir
ile idare edeceğiz!
Parti kurulduğu ve iktidar
olduğu günden bu yana,
iktidar partisinin Eskişehir
milletvekilleri birbirleriyle
anlaşabilseydi...
HHH
Eskişehir'in tüm milletvekilleri,
en azından Eskişehir
ile ilgili meselelerde
birbirleriyle uyum içinde
çalışabilselerdi...
HHH
Belediye başkanları birbirleriyle
kavga halinde olmasaydı...
HHH
Milletvekilleri ile Belediye
başkanları en azından
Eskişehir ile ilgili meselelerde
birbirleriyle uyum
içinde çalışabilseydi...
HHH
Etkin oda ve mesleki
örgüt başkanları birbirleriyle
anlaşabilse, birbirlerine
karşı güç gösterisinde
bulunmasaydı.
Murat Taşkın
HHH
Söz konusu odalar, Eskişehir
ile ilgili meselelerde
birbirleriyle göstermelik
değil de, gerçekten samimiyet
içinde bir araya gelebilseydi.
HHH
Kurum yöneticileri birbirleriyle
ortak iş yapma
alışkanlığını edinmiş olabilseydi.
Kısacası...
Yukarıda saydıklarımız
birbirlerine karşı siyaset,
ego, kıskançlık, kibir, çekememezlik,
küçümseme, dedikodu,
engelleme, çelme
takma, taş koyma huyları ve
alışkanlıklarını bir yana bırakabilseydi...
Eskişehir bugün bambaşka
bir Eskişehir olurdu...
Bugün maalesef böyle
bir Eskişehir oldu!
Yukarıda saydıklarımız
bugüne kadar yaptıklarını
bundan sonra da ısrarla ve
yılmadan devam ettiklerine
bakılırsa, onlar böyle bir
Eskişehir'den gayet memnun
olsa gerek...
Genel Yayın Yönetmeni : Burak TÜRKMEN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Murat TAŞKIN
GAZETESİ’NİN AYLIK İŞ, SİYASET VE YAŞAM DERGİSİ
Gazete, Haber ve Reklam :
Arifiye Mah. Yalbı Sk. No: 13/A K:6 D:10 ESKİŞEHİR
Tel & Faks : 0.222. 220 19 06 - 220 19 08
e-mail : haber@istikbalgazetesi. com
4
t32’de
PARA İLE SATILAMAZ, ÜCRETSİZDİR www.istikbalgazetesi.com Sayı : EKİM 2020
UĞUR OFSET MATBAACILIK, GAZETECİLİK SAN. VE TİC. A.Ş. ADINA
Sahibi : Burak TÜRKMEN
Baskı :
ÖNKA OFSET BASIM ve MATBAACILIK HİZMETLERİ
Zübeyde Hanım Mah. Sebze Bahçeleri Cad. No: 80
İSKİTLER 06070 ALTINDAĞ/ANKARA
Tel: 0.850 346 26 86 / 0.312. 384 26 85 - 384 26 86
e-posta : onkamatbaa@gmail.com
Büyükşehir Belediyesi, çeşitli projelerin yanı sıra
Eskişehir’e 50 Km.’lik bisiklet yolu kazandırıyor.
Eskişehir
bisiklet şehri oluyor
Eskişehir’de toplu taşıma ile birlikte yürüyüş ve bisiklet
kullanımını da ön plana çıkarmak isteyen Eskişehir
büyükşehir belediyesi, bu yöndeki projelerine devam
ediyor. Kent içi bisiklet trafiğini, toplu ulaşım ağına entegre
etmek için projeler yürüten Büyükşehir
Belediyesi, ilk olarak açık ve kapalı bisiklet otoparkları
geliştirip, toplu taşamı araçlarına bisiklet aparatları
taktı. İlk uygulamalar vatandaştan takdir toplarken,
olumlu sonuç verdi. Büyükşehir Beylediyesi, proje
kapsamında yeni uygulamaları da önümüzdeki dönemlerde
hayata geçirecek.
6
>>
Toplu taşıma başta olmak üzere yürüme
ve bisiklete binme ile alternatif
sürdürülebilir kent içi ulaşım biçimleri
konusunda farkındalık yaratılması amacıyla
Büyükşehir Belediyesi tarafından çeşitli uygulamalar
hayata geçirilmeye başlandı. Bisiklet
trafiğini, kent içi toplu ulaşım trafiğine entegre
etmek amacıyla yola çıkan Büyükşehir
Belediyesi, ilk olarak, toplu taşıma araçlarına
bisikleti entegre ederken, bisikletler için açık
ve kapalı otoparklar da oluşturdu. Uygumalara
Eskişehirlilerden tam not geldi.
Eskişehir’i bisiklet şehri
yapmak için kolları
sıvayan Büyükşehir
Belediyesi, bu konuda kolları
sıvayarak ilk adımlarını atmaya
başladı. Geçtiğimiz
günlerde yapılan Avrupa
Hareketlilik Haftası
kapsamında pek çok projeye
imza atarak bu konuda
kentin dikkatini çeken
Büyükşehir, önümüzdeki
günlerde yeni çalışmalarla
bisiklet kullanımının daha
da önünü açacak.
BİSİKLET ŞEHİR
ULAŞIMINA ENTEGRE
EDİLECEK
Yayalaştırma çalışmalarına
Tarihi Odunpazarı Bölgesi’ni
de ekleyen ve Otomobilsiz
Kent Günü’nde Kemal
Zeytinoğlu Caddesi’ni araç
trafiğine kapatan Büyükşehir
Belediyesi, toplu taşımaya
bisikleti entegre etmek için
çeşitli düzenlemeleri de bu
uygulamaya koydu.
Konuyla ilgili bilgiler veren
Büyükşehir Belediyesi Genel
Sekreteri Ayşe Ünlüce,
“Avrupa Hareketlilik
Haftası’nda bu yıl pandemi
nedeniyle vatandaşlarımızla
renkli etkinliklerde
buluşamasak da online
söyleşiler, farkındalık
çalışmaları ve bizim için bu
haftanın ruhuna son derece
yakışacak yeni uygulamaları
hayata geçirdik. Bu uygulamalardan
en önemlisi Kemal
Zeytinoğlu Caddesi’ni trafiğe
kapatılarak Tarihi Odunpazarı Bölgesi’ni
yayalaştırmak ve bölgedeki turizm
hareketliliğini biraz daha arttırmak oldu.
Diğer bir önemli proje de Eskişehir için
gelecek yıllarda büyük önem arz edeceğine
inandığımız bisikletin kent içi ulaşıma entegre
edilmesi ve vatandaşlarda da bisiklet
konusunda bir farkındalık oluşturulması
oldu.
ESKİŞEHİR’E
50 KİLOMETRELİK
BİSİKLET YOLU GELİYOR
Bu kapsamda Eskişehir’in var olan bisiklet
kültürünü gerçek anlamda bisiklet yolları
ile daha da desteklemek
için üzerinde
hassasiyet
ile çalıştığımız bir
projede sona
geldiğimizi belirtebilirim.
Sivil
toplum
kuruluşları,
dernekler ve çeşitli
kurumlardan da
görüşler alarak
hazırladığımız bu
proje
tamamlandığında
kent merkezinde
50 kilometrelik
bisiklet yoluna
sahip olacağız. Bu
bisiklet yollarını
toplu taşıma ile de
entegre ederek
bisikleti kentte
gerçek anlamda
bir ulaşım aracı
olarak kullanmak
istiyoruz” dedi.
Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında
toplu taşıma, yürüme ve bisiklete binme ile
alternatif sürdürülebilir kent içi ulaşım
biçimlerinin desteklenmesi amacıyla
çeşitli uygulamaları hayata geçiren
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, bisikletli
ulaşımı teşvik etmek amacıyla açık ve
kapalı otoparklarının kapılarını bisikletlilere
açtı. Uygulama kapsamında bisiklet
sürücüleri 3 açık, 3 kapalı otoparka
bisikletlerini güvenli ve ücretsiz bir şekilde
park edebilecekler.
Uygulama kapsamında Reşadiye Aş Evi
Otoparkı, Cumhuriye Otoparkı, Kurtuluş
Otoparkı, Dumlupınar Açık Otoparkı,
Sazova Parkı Dış Otoparkı ve Kemal
Zeytinoğlu Caddesi Açık Otoparkları olmak
üzere toplamda 6 otoparkın kapılarını
bisiklet kullanıcılarına açan Büyükşehir
Belediyesi, bisikletlerin güvenle ve ücretsiz
bir şekilde otoparklara park edilebileceğini
duyurdu.
Otoparklara bisikletlerini park eden
sürücüler uygulamadan büyük memnuniyet
duyduklarını ifade ederek, bisikletli
ulaşımın yaygınlaştırılması için
atılacak her adımda Büyükşehir
Belediyesi’nin yanında olacaklarını belirtti.
“BİSİKLETLERE
GÜVENLİ VE
ÜCRETSİZ
OTOPARKLAR”
“BİSİKLET TAŞIMA APARATLI
OTOBÜS HATTI HİZMETE BAŞLADI”
Projeler kapsamında yeni
uygulamaları bir bir hayata
geçiren Eskişehir Büyükşehir
Belediyesi, belediye otobüslerinde
bisiklet taşınması için de adım attı. İlk
olarak Vadişehir-Otogar hattında denenen
uygulama kapsamında bisikletli
vatandaşlar otobüslere yerleştirilen
aparatlar sayesinde bisikletleri ile otobüsleri
kullanmaya başladı. Uygulama
ile, Vadişehir-Otogar hattında seferler
gerçekleştiren Siyah 63 numaralı otobüslerin
ön bölümlerine bisiklet
aparatları takıldı. Aparatlar sayesinde
bisikletleri ile herhangi bir ilave ücret
ödemeden otobüsle ulaşım
gerçekleştirebilen bisiklet sürücüleri,
uygulamadan büyük mutluluk
duyduklarını ifade
etti. Başlatılan
çalışmanın olumlu
sonuçlanması
halinde farklı hatlarla
da
desteklenebileceğini
ifade eden
Büyükşehir
Belediyesi yetkilileri,
bisikletli
ulaşım konusunda
yeni adımlar atmaya
kararlı
olduklarını belirtti.
TEMATİK
PARK
MÜJDESİ
Bisiklet
kullanımını
özendirmek
amaçlı projelerine
devam edecek olan
Eskişehir Büyükşehir
Belediyesi, yeni bir
uygulamanın da
müjdesini verdi.
Büyükşehir Belediyesi
Genel Sekreteri Ayşe
Ünlüce, Sümer Mahallesi’nde
Porsuk
Çayı kenarında bir
alana tematik bir ‘Bisiklet
Parkı’ yapımına da
en kısa sürede
başlayacaklarının
müjdesini verdi.
7
SİVRİHİSARLI
Gürcan BANGER
NASREDDİN HOCA
YAZI
Nasreddin Hoca, kültürümüzün
en önemli
halk figürlerinden
birisidir. Yeterli yazılı kaynağın
olmadığı bir dönemde
yaşamış olan
Nasreddin Hoca’nın hayatı
hakkında farklı söylentiler
olmasını olağan karşılamak
gerekir. Muhtemelen
onun yaşam öyküsü, başkalarınınki
ile karışmış olabilir.
Ama kesin olan şu ki;
Nasreddin Hoca figürünü
bunların tamamı oluşturmaktadır.
Günümüzde yönetim
kültürü kitaplarında
bile Nasreddin Hoca’dan
söz ediliyor olması, onun
gücünü ve benimsenmişliğini
ifade eder.
Yazılı hale gelmiş ilk Nasreddin
Hoca hikâyesi Sarı
Saltuk’un yaşamını anlatan
Saltukname’de yer almaktadır.
Saltukname, Fatih
Sultan Mehmet’in oğlu Cem
Sultan’a 1480 yılında Ebu’l
Hayr Rumî’nin sunduğu bir
derlemedir. Bu eserde Anadolu’dan
ve Rumeli’nden
derlenen menkıbe ve rivayetler
yer almaktadır. O
dönem toplumunun bazı
sosyal, kültürel ve dinî
özelliklerinin yansıtıldığı
Saltukname’de Sarı Saltuk’un
Nasreddin Hoca’yı
Sivrihisar’da ziyaret etmesinden
söz edilmektedir.
Sivrihisar ve Akşehir’de yaşamış
olan Nasreddin Hoca’nın yaşamının
13’üncü yüzyıla (1208-1284) tarihlendiğine
bakılırsa, Saltukname’de verilen bilgiyi doğruluk
açısından en muhtemel olarak kabul etmek
gerekir. Daha sonraki dönemlerde Nasreddin
Hoca’nın yaşam öyküsünün, hikâyelerinin ve
fıkralarının değişime uğramış olması olasılığı
daha yüksektir.
Bu karışıklıklar açısından bir örnek verebiliriz.
Örneğin Hoca’nın Timur’un liderliğindeki Moğolların
Anadolu’yu işgali ve Hoca’nın Timur’la
görüştüğüne dair ünlü ‘filli fıkra’ bu konuda
önemli bir veridir. Timur’un 14’üncü yüzyılda
(1336-1406) yaşadığı düşünüldüğünde; bizim
bilip tanıdığımız Nasreddin Hoca ile çağdaş olması
mümkün değildir. ‘Filli fıkra’ türünde hikâyeler
ya sonradan üretilmiş ya da başka
kişiler Nasreddin Hoca ile karıştırılmıştır.
Bugün Türki cumhuriyetlerin bulunduğu bölgede
Nasreddin Hoca hikâye ve fıkralarının
yaygınlığına bakılırsa; Timur ile çağdaş olan
8
bir başka Nasreddin olması da muhtemeldir.
Diğer yandan Nasreddin Hoca’nın Mevlana Celâleddin
Rumi (1207-1273) ile tanışıp görüştüğüne
dair rivayetler de mevcuttur.
Mevlana’nın Nasreddin Hoca ile çağdaş olması
ve yaşamının bir bölümünü Akşehir’de geçirmiş
olması nedeniyle bu eşleme, akla yakın
gelebilir. Mevlana ile anılan Nasreddin Hoca’nın,
ismi günümüze değişerek gelmiş bir
başka kişi (örneğin Ahi Evran) olduğunu iddia
edenler de var.
Nasreddin Hoca’nın yaşadığı dönemi içine alan
yıllar, Anadolu tarihinin az bilinen dilimidir.
Nasreddin Hoca, Sarı Saltuk, Yunus Emre, Ahi
Evran ve Mevlana’nın etkileşimli yaşamları
adeta gerçekle hayal arasında kalır. Özetle;
Nasreddin Hoca konusunda çalışma yaparken
yukarıda kısaca özetlediğim karışıklıklar konusunda
dikkatli olmak gerekli. Halk kültürünün
doğası gereği içerdiği karmaşa
ve anakronizm nedeniyle
hızla tuhaflıklara savrulmak
mümkündür.
Nasreddin
Hoca’nın Yaşam
Öyküsü
Nasreddin Hoca, günümüzde
kendi adıyla anılan Sivrihisar’ın
Hortu Köyü’nde 1208
ylında doğdu, 1284 yılında
Akşehir’de öldü. Mevcut bilgilere
göre; babası Hortu
Köyü imamı Abdullah Efendi,
annesi ise yine aynı köyden
Sıdıka Hatun’dur. Kendisi ile
ilgili söylenip yazılanlarda
yaşamının Selçuklular dönemine
denk düştüğü anlaşılmaktadır.
Yaşadığı çağda
Sivrihisar bölgesi Anadolu
Selçukları ile Bizans arasında
sınırı oluşturmaktadır. Bilindiği
kadarı ile Nasreddin
Hoca; Selçuklu hükümdarlarından
Alâeddin Keykubat I,
Gıyaseddin Keyhüsrev II,
Kılıç Arslan IV ve Gıyaseddin
Keyhüsrev III dönemlerine
tanıklık etmiştir.
İlk eğitimini babası Abdullah
Efendi’den almıştır. Babasının
ölümü üzerine Nasreddin
Hoca’nın onun yerine imam
olduğu söylenir. Yine bir rivayete
göre Sivrihisar’da
medrese eğitimi gördüğü ve
babasının ölümü üzerine köye
dönerek imam olduğu ifade edilmektedir.
Söylentilerin doğruluğu
konusunda kuşkular olabilse de; edinilen izlenim,
Hoca’nın gençliğinde dini eğitim aldığı yönündedir.
Nasreddin Hoca’nın Akşehir’e göçü öncesinde
medresede ders okuttuğu ve Sivrihisar’da kadılık
görevinde bulunduğu rivayet edilmektedir.
Bu hizmetlerinden dolayı kendisine
Nasuriddin Hâce isminin verildiği, zamanla
bunun Nasreddin Hoca’ya dönüştüğü söylenir.
Babasının ölümünden sonra bir süre devam
ettirdiği imamlığı Cılız Mehmed olarak bilinen
birisine bırakarak 1237’de Akşehir’e göçtüğü
ve Seyyid Mahmud Hayrani’nin derslerini dinlediği
ve onun dervişi olduğu ifade edilmektedir.
Yine bu dönemde Seyyid Hacı İbrahim’in
derslerini dinlediği de söylenir. Gerek Seyyid
Mahmud Hayrani gerekse Seyyid Hacı İbrahim,
yaşadıkları çağın önemli din bilginleridir.
Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayranî’ye ait
1257 tarihli ve Seyyid Hacı İbrahim’e ait 1266
tarihli vakfiyelerde tanık olarak Nasreddin Hoca’nın
imzası mevcuttur.
Nasreddin Hoca’nın Sivrihisar’dan ayrıldığı zamana
ilişkin hoş bir hikâye anlatılır. O tarihte
Sivrihisar kale dizdarı (kaleden sorumlu komutan)
Alişar Bey’dir. Nasreddin Hoca’nın da tavsiyeleriyle
Alişar Bey, Konya’dan Tuğrul
Efendi’yi Sivrihisar’a getirir. Tuğrul Efendi’nin
vaazları Hoca da dâhil olmak üzere Konya ve
Akşehir din ve ilim çevresi konusunda bir çekicilik
uyandırır. Sonunda Nasreddin Hoca
Konya’ya gitmeye karar verir. Nasreddin Hoca
Sivrihisar’dan ayrılırken Alişar Bey kendisine
şöyle seslenir: “Sen bu işi önceden kurdun.
Kendi yerini dolduracak Tuğru Efendi’yi bana
buldurdun. Şimdi de gidiyorsun.” O an Nasreddin
Hoca, eşeğini durdurur ve semere ters oturur,
şöyle der: “Gidiyorum ama gözüm
üzerinizdedir.” Sonuçta Hoca’nın yolu sırayla
Emirdağ – Afyon – Bolvadin üzerinden Akşehir’e
ulaşır.
Nasreddin Hoca Sivrihisar ve Akşehir’de
imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, müderrislik
ve kadılık gibi işlerle
ilgilenmiştir.
Hoca’nın geçimini sağlamak
amacıyla çiftçilik,
bahçıvanlık ve
pazarcılık yaptığı,
1284 yılında 76 yaşında
Akşehir’de öldüğü
söylenir.
Bir Hoca
Hikâyesi
Nasreddin Hoca’yla
ilişkilendirilen pek çok
hikâye ve fıkra anlatılır.
Bunların pek çoğunu
daha
çocukluğumuzdan beri
duyar, okur ve aktarırız.
Bu küçük öykülerden
pek azı yer ve
tarih içerir. Pek çok
fıkranın hangi zamanda ve ortamda geçtiği
belli değildir. Ama Hoca’nın çağdaşı olduğu bilinen
bazı hikâyelerinin özel değeri vardır.
Hoca’nın en ilginç öykülerinden birisi Şeyyad
Hamza isimli bir kişiyle ilgili olanıdır. Bu hikayede
söz edilen Şeyyad Hamza’nın 13’üncü
yüzyılda yaşamış olan Sivrihisar – Akşehir yörelerinde
yaşamış –aruzla yazmış– sufi şair
Şeyyad Hamza olma olasılığı yüksektir. Fıkrada
anlatılan olay doğru olmasa bile; zaman
ve mekân uygunluğu açısından ilginç bir yakıştırmadır.
Her sanatçının sıradan insanlara
göre farklı özelliklere sahip olması konusu hatırlanırsa;
Nasreddin Hoca ile Şeyyad Hamza
arasında rekabeti hatırlatan böyle bir olayın
geçmesi de olağan karşılanmalıdır.
Rivayet edilir ki; Şeyyad Hamza bir gün topluluk
içinde Hoca’yı aşağılamak için “Behey
Hoca; senin bu halin nedir? Sen bu âleme maskaralık
etmeye mi geldin?” Hoca kızmamaya
çalışarak şöyle cevaplar: “Er olana bir marifet
yeter.” Bu cevap Şeyyad Hamza’yı ateşlemek
için yetmiştir. Hoca’ya cevap vermek üzere
hemen atılır: “Benim hünerlerim pek çoktur;
kemalimin sonu, sınırı yoktur. Örneğin her
gece maddeler dünyasından geçer, göğün sınırına
kadar uçarım. Oradan aşağıya el sallar,
yedi kat göğün katlarında ne varsa görürüm.”
Hoca sükûnetle şöyle bir soru ile karşılık verir:
“Pekala; orada sallamak üzere elini uzattığında,
hiç eline samur gibi nazik ve yumuşak
bir şey dokunur mu?” Şeyyad Hamza gökte
bulunuşunu doğrularcasına heybetle “Evet”
diye cevap verir. Şeyyad Hamza’yı oyuna getiren
Nasreddin Hoca taşı gediğine koyar:
“Behey ahmak! O eline değen şey, benim eşeğimin
kuyruğudur.”
Nasreddin Hoca kimdir?
Hiç kuşkusuz; Nasreddin Hoca’nın tarihi kişiliği
önemlidir. Ama ondan önemlisi, onun kıssadan
hisse ders veren bir öğretmen oluşudur. Bu
özelliği ile daha uzun zaman toplumun hiza
göstericisi olarak yer alacağı kanaatindeyim.
Örneğin günümüzde onun ismini ve ruhunu taşıyan
yönetim kültürü kitaplarının yazılmasının
altındaki ana fikir budur.
Bu nedenle Nasreddin Hoca konusunda yaşadığı
dönemle veya ona ilişkilendirilerek anlatılan
olaylarla yetinmemek gerekir. O ince
düşünmenin, ayrıntılara dikkat etmenin, yaşamın
gerçek anlamını gözden kaçırmamanın hatırlatıcısıdır.
Güldürü ile yaşamı olumlu yönden
eleştirmenin ve değerlendirmenin simgesidir.
Mizaha Bakış
Mizahı Nasreddin Hoca ile fark ettim. O zamana
kadar sayısız fıkra okudum ya da dinledim.
Komik filmler veya güldürme amaçlı TV
programları izledim. Öyküler okudum, çizgili
çalışmalar gördüm. Tanıdığımız insanlarla bizi
güldüren olaylar yaşadım. Şimdi daha iyi kavrıyorum
ki, mizah sadece gülmekten ibaret
değil. Bu yazdıklarımı bir toplulukta söylesem,
mutlaka mizahın bir tepki, eleştiri veya ders
içerdiğini söylemek için zihinlerini yoklayanlar
olacaktır. Ama mizahın bu kadar basite indirgenebileceği
kanaatinde değilim.
Sözlü veya yazılı edebiyatı göz önüne getirdiğimizde;
hızla roman, hikâye, masal ya da şiir
gibi türleri bir çırpıda sayabiliriz. Ama sıra mizaha
geldiğinde edebiyat çevrelerinde bu konuda
bir belirsizlik ve netsizlik var. Mizahı bir
kategori olarak ele alan her yazılı çalışmada
“Mizah edebi bir tür müdür?” gibi bir soruyla
karşılaşmak mümkündür. Ardından farklı
yazar ve eleştirmenlerden referanslarla çoğu
örnekte mizahın bir edebi tür olmadığı vurgulanır.
Bu bakış açısından mizah edebi tür olarak
kabul edilen eser türleri için bir tema,
konu veya içerik olarak benimsenir. Mizah her
edebi türle birlikte ‘pişirilebileceği’ bir malzeme
olarak kabul edilir.
Mizah kavramını yeterince incelememiş olanlar
için Antik Çağlardan bu yana çok sayıda filozofun
bu konuyu ele alıp düşünmüş ve
yazmış olmaları şaşırtıcıdır. Türkçe Sözlük mizahı
“1- Eğlendirme, güldürme ve bir kimsenin
davranışına incitmeden takılma amacını güden
ince alay, gülmece; 2- Gerçeğin güldürücü yanlarını
ortaya koyan edebiyat türü” olarak tanımlar.
Tanımın birinci bölümünde yer alan
‘eğlenme, gülme ve takılma’ terimleri özü açısından
kişinin duygu ve düşünce (zihin) faaliyetleri,
yani psikolojisi ile ilgilidir. İkinci
bölümde yer alan ‘gerçek’ terimi ise doğrudan
felsefenin ilgi alanına girer. Antik Çağlarda psikoloji
ve ilgili alt dallar felsefenin konuları arasında
yer alıyordu. Felsefe tarihi açısından
psikolojinin ayrı bir alan olarak ayrılıp –olabilen
ölçüde– özerkleşmesi zaten çok eski bir
döneme işaret etmez. Daha önceki yüzyıllarda
psikoloji terimine tek tük referanslar olmakla
birlikte psikolojinin bir alan olarak ortaya
19’uncu yüzyılı bulur. Özetle; mizah insanlığın
tüm duygusal ve düşünsel tarihi boyunca felsefenin
konusu olmuştur. Bu nedenle; eğer mizahı
bir tür olarak tanımlamak zorundaysak;
Freud, Bergson gibi
ünlü filozofların bu
alana duydukları ilgiyi
dikkate alarak ve
‘tür’ tanımını biraz
zorlayarak “Mizah bir
felsefi türdür” diyebiliriz.
Mizah ve
Felsefe
Nasreddin Hoca’dan
başlayarak nasıl –
fark ettiğimi söylediğim–
bu noktaya
geldim? Felsefenin
paradoks (açmaz),
ikilem, düşünce deneyi
gibi düşünme
teknik ve araçlarının
tümünü Nasreddin
Hoca fıkralarında
bulmak mümkündür. Hoca’nın fıkralarının pek
çoğu felsefenin ‘meta’ ön ekiyle ifade edilen
özsel niteliklerini taşır. Üreticisi kim olursa
olsun Hoca’ya (dolayısıyla mizah türüne) yakıştırılan
tüm fıkralar felsefenin konusu olan
insan zihninin düşünsel eserleridir. Bu nedenle
Nasreddin Hoca fıkraları (dolayısıyla mizah
türü) sadece gülünüp geçilecek ‘şeyler’ olamaz.
Bunlar, olağanlaşmış ve sıradanlaşmış yaşamın
ötesinde farklı duygusal ve düşünsel özler taşırlar.
Nasreddin Hoca’ya folklorik figür, tarihi
veya dini kişilik, ‘akıllı deli (wise fool)’ ya da
çok kültürden derlenmiş komik insan olarak
bakmak doğru olmaz. O tarihin imbiğinden
uzun sürede damıtılmış bir felsefi bütünlüktür.
Bu yönüyle Nasreddin Hoca, akademik dünyada
da yüzeysel görünümünü aşılarak felsefi
derinliği ile anlaşılması ve tartışılması bir
örnek temadır.
Kısaca; mizah felsefenin konularından birisidir.
Bu yönüyle bir sosyal gösterge (endeks) özelliği
de taşır. Bir toplumun mizah karşısındaki
duruşu, onunla etkileşimi, mizahi üretimi ve
tüketimi aynı zamanda o toplumun felsefi,
yani düşünsel kalite ve derinliğini gösterir. Örneğin
Nasreddin Hoca’ya gülüp geçiyorsak, o
zaman ‘gülünüp geçilecek’ bir düşünce üretimtüketim
‘sistemimiz’ var demektir.
9
Mizah ve
Felsefe
Mizah sözcüğü günlük
kullanımı açısından
gülme eylemini çağrıştırıyor.
Muhtemelen
bu nedenle
eşdeğer sözcük olarak
gülmece belirlenmiş.
Aynı bağlamda değişik
sözcükler bu kavramı
eğlendirme,
güldürme, alaya alma,
şaka gibi sözcükler
kullanarak tanımlıyor.
Gerçekten bir kamuoyu
anketi yapsak
ve katılımcılara mizah
sözcüğünün neler hatırlattığını
sorsak, şaşırtıcı
olmayan biçimde bazı sinema, tiyatro ve
TV oyuncularına ek olarak çizgi dergiler, komedi
olarak kabul edilen filmler, komik hikâyeler
ve benzerleri gelir. Hiç kuşkusuz; bu
arada komik öyküler yazmış olan yazarlar da
sıralanacaktır. Buradaki ana fikir herhangi bir
olumsuz duygu veya düşünceye kapılmadan
gülünesi bir durumla karşı karşıya olmaktır.
Mizah konusunda çalışma yapmış düşünür ve
yazarlara sıra geldiğinde ise günlük kullanımdan
farklı bir tanımlama ile karşılaşırız. Örneğin
19’uncu yüzyılın Fransız edebiyatçısı ve
yazarı Théophile Gautier (1811-1872) mizahı
saçmanın mantığı olarak tanımlar. Mizahın
kapsamının ise görünür biçimde ortaya konmuş
olan saçma olarak niteler. Gautier’nin kavradığı
biçimde mizaha konu olan ‘saçmalık’
(eylem, davranış, düşünce ya da duygu) dışarıdan
kişiler için sama iken kişinin kendisi için
mantıklı ve anlamlı olabilir. Örneğin Nasreddin
Hoca’nın göle yoğurt çalması veya kendi oturduğu
dalı kesmeye kalkması böyle bir durumdur.
Cervantes’in Don Kişot isimli
kahramanının yel değirmenlerine saldırması
da dışarıdan bakanlara ve kahramanın kendisine
göre farklı anlam ve mantık kabulleridir.
Gautier’nin tanımlamasında dikkatimizi çekmesi
gereken bir diğer konu, yazarın mizahı
ifade ederken ‘saçma’ ve ‘mantık’ gibi felsefenin
iki sık işlenmiş ve tartışılmış unsurunu kullanmış
olmasıdır.
Arap ve İslam Edebiyatı üzerine çalışmalar
yapmış olan Franz Rosenthal (1914-2003)
10
başka ilginç bir yaklaşım sergiler. 1956 yılında
basılan “Humor In Early Islam (Erken İslam’da
Mizah)” isimli kitabının birinci bölümünde mizahın
özü çevrenin kişi üzerinde yaptığı kısıtlama
ve sınırlamaların birinin aniden ortadan
kalkması ile açıklanır. Bu değişim ile birlikte
mizahın ortaya çıkabileceği şartlar oluşur. Alışılmış,
kurallı sınırların dışına çıkılması ile
‘ezber dışı’ eylem ve davranışlar oluşmaya
başlar. Bunu Gautier’nin ‘saçma’ kavramı bile
benzeştirebiliriz. Bu noktada hangi noktadan
(hangi ezberle) bakıldığına göre mizah algısı
değişir. Kısıtlayan fiziksel ve sosyal şartların
ortadan kalması ve kişinin(ya da durumun)
buna saçmalıkla ‘tepki’ vermesi bazıları için
‘ciddi olmayan’ şeydir. Diğer yandan insanlığın
tüm hallerinin yaşamın ‘ciddi ve olağan’ unsurları
olduğunu düşündüğümüzde, mizaha ‘ciddiyet
- ciddiyetsizlik’ eksenli bir bakış adil bir
yaklaşım olmaz. Rosenthal’in tanımı üzerinden
yürürsek sınırların kalkması bir ‘durum uzayı’
değişikliğidir ve böyle bir ortamda yaşam tercihini
mizahtan yana yapabilir. Dolayısıyla
oluşan yeni durum duygu, düşünce ve eylem
boyutlarıyla insancadır.
Emtialaşan Mizah
Soruyu tekrar soralım: Mizah nedir? Pek çok
edebiyatçı, yazar veya sahne yorumcusu mizahı
edebiyat, resim, şiir gibi bir sanat ve icra
alanı olarak kabul eder. Mizahın günümüzün
ekonomik ve sosyal ilişkiler dünyasında böyle
algılanması mevcut durumun beklenen bir
yansımasıdır. Çünkü kamuoyunda mizaha ilişkin
algı mizahın tiyatro oyunu, sinema filmi,
TV dizisi, öykü kitabı ya
da sahne gösterisi olduğudur.
Bir başka deyişle
mizah bir duygu, düşünce
ve eylem alanı
olarak değil; bu alanın
ticari ürünleri olarak tanımlanmaktadır.
Bir ‘şey’ ürün olarak algılanmaya
başladığında
–sosyo-ekonomik sistem
de buna hazırdır,
artık üretilen ve tüketilen
emtia haline
dönüşüyor. İşin daha
ilginci, emtia olma
süreci –özellikle düşünsel
düzeyi düşük
toplumlarda– bu alanının
sanatsal niteliklerini
yok ederek
tümüyle tüketmeye
odaklı bir ticari sektör
haline getiriyor. Kendi
adıma felsefe ile geçmişte
felsefenin içinde
yar alan psikoloji ve
mantıktan arıtılmış bir
mizah tanımı hayal bile
edemiyorum.
Mizahı Kalıba
Sokmak
Nasreddin Hoca ile başlayalım.
Elimizdeki veriler
bu ülkede adı
Nasreddin Hoca olan bir
kişinin yaşamış olduğunu
doğrulayacak
kadar yeterlidir. Ama
aynı enformasyon bu
topraklarda kaç tane Hoca’nın yaşamış olduğu
konusunda yeterlilik kriterini sağlamıyor. Hele
ki, yakın coğrafyada dünya ölçeğine çıktığımızda
çok daha fazla Hoca figürü ile karşılaşıyoruz.
Diğer yandan Nasreddin Hoca
fıkralarını derleyen yazılı eserlere baktığımızda
her yeni çalışma ile birlikte fıkra sayısının
çoğaldığını, bunların yer-zaman olarak
–insanın zihnini karıştıracak kadar– çeşitlendiğini
görüyoruz. Bu çoğalıp çeşitlenme içinde
tek bir Hoca figürünü ayıklamak artık imkânsız
derecede zordur. Ayrıca böyle bir yola çıkmanın
doğru olduğu kanaatinde de değilim.
İçinde yaşadığımız coğrafya açısından baktığımızda
Nasreddin Hoca mizah konusunda bir
mizah bileşkesini oluşturmaktadır.
Hoca konusunda araştırmacıların anlaşamadığı
konulardan birisi erotizme varan cinsellik temalı
fıkralardır. Hoca fıkralarını derleyen ilk
yazılı eserde (letaifnamede) yaklaşık beşte biri
bu tür fıkralardan oluşmaktadır. Bazı tartışmacılar
Hoca figürünün cinsellik içeren fıkralar ile
bağdaştıramamaktadır. Keza başka çalışmalarda
Hoca’nın rafine dindar, Sünni, Alevi, Bektaşi
vb. kimliklerde gösterilme gayretlerini
izliyoruz. Bütün bunların arkasındaki niyet
Hoca’yı tek bir kişi düzeyine indirgemek ve
ona ilgili araştırmacı-yazar tarafından yeni bir
kimlik kazandırılma yaklaşımıdır. Hâlbuki
mizah bir yaşam tarzı, bakış açısı veya felsefi
yaklaşımdır. Nasreddin Hoca da günümüze
ulaşmış olan (ve onun mizahına nasıl bakmamız
gerektiği konusunda ipuçları veren) profili
tam da bu felsefi tarzı ifade etmektedir.
Aykırı ya da Saçma
Mizahın felsefe, psikoloji ve mantık içerdiğinden
söz etmiştim. Amerikalı matematik profesörü
John Allen Paulos’un (1945-)
“Mathematics & Humor (Matematik ve Mizah)”
ile “I Think Therefore I Laugh (Düşünüyorum,
Öyleyse Gülüyorum)” isimli kitaplarını hatırlayınca
bu listeye matematik ve dilbilimi de eklemem
gerektiğini fark ettim. Paulos andığım
ilk kitabında amacını “Yapmayı düşündüğüm
mizah ve formel bilimlerde (mantık, matematik
ve dilbilim) ortak olan işlem ve yapıları inceleyerek
söz konusu bilimlerdeki birçok
kavramın değişik şaka tür ve kalıpları için formel
benzerlikler oluşturduklarını göstermek”
şeklinde ifade ediyor. Yazar, kitabın bir başka
yerinde matematik ile mizah arasındaki bağlantıyı
“Matematik ve mizahın her ikisi de entelektüel
oyun biçimleridir; matematikte
vurgu entelektüele, mizahta oyunadır” şeklinde
özetliyor.
Daha önce yazdıklarıma
paydaş olması
açısından aynı kitaptan
biraz daha
alıntı yapabilirim:
Mizah tanımlamalarının
“… birçoğunda
iki ana nokta olduğu
görülür: Mizahın aykırılığı
ve mizahın
psikolojik yanı.”
Mizah konusundaki
kuramcıların “…
çoğu … meselenin
değişik biçimlerle
ortaya konulmasına,
değişik vurgulara
yer açtıktan sonra, mizahın zorunlu öğelerinden
birinin, bir şeyi (kişi, tümce ya da durum)
iki (ya da daha çok) değişik şekilde görme yolunun
yan yana bulunabilirliği konusunda
hemfikirler. Başka bir deyişle, bir şeyin eğlenceli
olabilmesi için alışılmadık, uygunsuz veya
tuhaf yönlerin bir arada algılanıp karşılaştırılması
gerekir. … beklenti-sürpriz, mekanik-tinsel,
üstünlük-yetersizlik, denge-abartma, ve
edeplilik-bayağılık karşıtlıkları.” Görüldüğü
gibi mizahın özünde aykırılık olduğu için örneğin
Nasreddin Hoca’nın (dolayısıyla fıkralarının)
tek renkli, tek düze veya ‘ahlaka ve inanca
uygun’ biçimde sonradan tasarlanmış olması
da gerekmiyor. Hoca’nın var olabilmesi için
aykırılığın varlığı gerekiyor.
Diğer yandan aykırılık, mizah için tek başına
yeterli olmaz. Aykırılığın aynı zamanda –felsefenin
de konusu olan– bir ‘anlam’ içermesi gerekir.
Bir anlam içermeyen aykırılık mizah
alanı dışında kalır. “Uygun psikolojik ve duygusal
ortam mizahın temel öğelerinden biridir.
… –algılanabilen anlamlı bir aykırılık ve uygun
duygusal ortam– bir arada, zorunlu [gerekli]
ve yeterli koşul olarak görünüyor.”
Hoca’nın Mizahı
Nasreddin Hoca, Anadolu kültürümüzün en
önemli halk figürlerinden birisidir. Mizah kavramının
pek çok farklı özelliğini özünde taşır.
Yeterli yazılı kaynağın olmadığı bir dönemde
yaşamış olan Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında
farklı söylentiler olmasını olağan karşılamak
gerekir. Muhtemelen onun yaşam
öyküsü, başkalarınınki ile karışmış olabilir.
Ama kesin olan şu ki; Nasreddin Hoca figürünü
bunların tamamı oluşturmaktadır. Günümüzde
yönetim kültürü kitaplarında bile Nasreddin
Hoca’dan söz ediliyor olması, onun gücünü ve
benimsenmişliğini ifade eder.
Nasreddin Hoca’nın yaşamı
ilgili bazı bilgiler
ile
var olsa da, bugün bulunduğumuz noktada
onu bir kişi ya da kimlik bazına indirgemek
doğru olmaz. O bütüncül olarak mizahı temsil
eder. Yazılı hale gelmiş ilk Nasreddin Hoca hikâyesi
Sarı Saltuk’un yaşamını anlatan Saltukname’de
yer almaktadır. Saltukname, Fatih
Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’a 1480 yılında
Ebu’l Hayr Rumî’nin sunduğu bir derlemedir.
Bu eserde Anadolu’dan ve Rumeli’nden
derlenen menkıbe ve rivayetler yer almaktadır.
O dönem toplumunun bazı sosyal, kültürel
ve dinî özelliklerinin yansıtıldığı Saltukname’de
Sarı Saltuk’un Nasreddin Hoca’yı Sivrihisar’da
ziyaret etmesinden söz edilmektedir.
Sivrihisar ve Akşehir’de yaşamış olan Nasreddin
Hoca’nın yaşamının 13’üncü yüzyıla
(1208-1284) tarihlendiğine bakılırsa, Saltukname’de
verilen bilgiyi doğruluk açısından en
muhtemel olarak kabul etmek gerekir. Daha
sonraki dönemlerde Nasreddin Hoca’nın
yaşam öyküsünün, hikâyelerinin ve fıkralarının
değişime uğramış olması olasılığı daha
yüksektir.
Bu karışıklıklar açısından bir örnek verebiliriz.
Örneğin Hoca’nın Timur’un liderliğindeki Moğolların
Anadolu’yu işgali ve Hoca’nın Timur’la
görüştüğüne dair ünlü ‘filli fıkra’ bu konuda
önemli bir veridir. Timur’un 14’üncü yüzyılda
(1336-1406) yaşadığı düşünüldüğünde; bizim
bilip tanıdığımız Nasreddin Hoca ile çağdaş olması
mümkün değildir. ‘Filli fıkra’ türünde hikâyeler
ya sonradan üretilmiş ya da başka
kişiler Nasreddin Hoca ile karıştırılmıştır.
Bugün Türki cumhuriyetle- rin bulunduğu
bölgede Nasreddin
Hoca hikâye
ve fıkralarının yaygınlığına
bakılırsa; Timur
ile çağ- daş olan bir
başka Nasreddin olması
da muhtemeldir.
Diğer yandan Nasreddin
Hoca’nın Mevlana
Celâleddin Rumi
(1207-1273) ile tanışıp
görüştüğüne dair
rivayetler de mevcuttur.
Mevlana’nın Nasreddin
Hoca ile
çağdaş olması ve yaşamının
bir bölümünü
Akşehir’de geçirmiş
olması nedeniyle bu
eşleme, akla yakın
gelebilir. Mevlana ile
anılan Nasreddin Hoca’nın, ismi günümüze değişerek
gelmiş bir başka kişi olduğunu iddia
edenler de var.
Özetle; Nasreddin Hoca konusunda çalışma yaparken
yukarıda kısaca özetlediğim karışıklıklar
konusunda dikkatli olmak gerekli. Halk
kültürünün doğası gereği içerdiği karmaşa ve
anakronizm (tarih yanılgısı) nedeniyle hızla tuhaflıklara
savrulmak mümkündür.
Ayrılış Hikâyesi
Nasreddin Hoca’nın Sivrihisar’dan ayrıldığı zamana
ilişkin hoş bir hikâye anlatılır. O tarihte
Sivrihisar kale dizdarı (kaleden sorumlu komutan)
Alişar Bey’dir. Nasreddin Hoca’nın da tavsiyeleriyle
Alişar Bey, Konya’dan Tuğrul
Efendi’yi Sivrihisar’a getirir. Tuğrul Efendi’nin
vaazları Hoca da dâhil olmak üzere Konya ve
Akşehir din ve ilim çevresi konusunda bir çekicilik
uyandırır. Sonunda Nasreddin Hoca
Konya’ya gitmeye karar verir. Nasreddin Hoca
Sivrihisar’dan ayrılırken Alişar Bey kendisine
şöyle seslenir: “Sen bu işi önceden kurdun.
Kendi yerini dolduracak Tuğrul Efendi’yi bana
buldurdun. Şimdi de gidiyorsun.” O an Nasreddin
Hoca, eşeğini durdurur ve semere ters oturur,
şöyle der: “Gidiyorum, ama gözüm
üzerinizdedir.”
Hoca’nın bu gidişini hep bir uzay geçidinden
veya bir kara delikten geçişi gibi hayal etmişimdir.
Hoca Sivrihisar’ı gözden kaybettikten
sonra neler yapmış ve yaşamıştır? Daldığı
bir bilinmez geçidin ardından nerede ortaya
çıkmıştır? Bir aksakallı bilge
gelip de Hoca’nın o geçitten dünyanın
farklı noktalarına ulaştığını
söylese inanırım. Belki de bu denli
fazla sayıda Hoca’nın varlığını açıklamanın
yolu budur. Hoca her zamandadır,
her mekândadır. O, bir
sonsuz yolcudur.
11
Gençlerin en çok eleştirildiği, pek çok
konuda eksik görüldüğü bir dönemdeyiz.
Herkesin dilinde “Gençlerle konuşulmuyor”
“Gençlerin bir hayat amacı yok”
“Hiçbir iş beğenmiyorlar” gibi cümleler var.
Sürekli geçmişle kıyaslama hali söz konusu.
TRT arşivlerinde yayımlanan programlara
bakıp “Nerede o aklı başında gençlik”
diye iç çekiyor herkes. Gençlerin durumları,
duruşları, üslupları, konuştukları meseleler tenkit
ediliyor.
Kullandıkları kelimeler, mizah anlayışları
da yadırganıyor.
Genelde sonuçları konuşmamızdan kaynaklanıyor
olacak ki, gençlerin eleştirilen duruma
gelmelerinin sebepleri göz ardı ediliyor.
HHH
Birinci sebep elbette eğitim.
Hangi kademede olursa olsun, eğitimden
çok bir yarış havası söz konusu.
Öğrencinin öğrenmesi, kendini geliştirmesi,
kendine bir şeyler katması çok önemsenmiyor.
O dönem popüler olan ‘en iyi’ olma standardı
neyse öğrenci ona yönlendiriliyor.
Eğitim şekli de buna göre evriliyor.
Gençler neyi sevdiğinden, neye ilgisi olduğundan
bîhaber oradan oraya savruluyor.
Belli bir yaşa geldiklerinde ise onlara
“senin hayat amacın yok” diyoruz.
Evet, belki gerçekten görünen bu.
Bir gayeleri yokmuş gibi duruyorlar.
Olabilir, çünkü ne istediklerini düşünmeye
fırsat vermeden bir yarışa dâhil edilmişler.
Sadece duruma göre ‘en iyi’ olmak için uğraşmaları
gerektiğini biliyorlar.
Bu durumu kabul edip yoluna böyle devam
eden gençler olduğu gibi, talibi olmadığı yarışın
içinde bulunmayı kabul etmeyenler de oluyor.
çinden gelmeyen şeyi yapmak istemedikleri
için o gençlere “aykırı” diyoruz.
Belki başarısız, tembel, çabasız olmakla
suçluyoruz.
AH BU GENÇLİK!
Bunların suç, hata, eksiklik olmadığını da
bilmek lazım elbette.
Ama tabii bu işin daha başka bir boyutu.
HHH
Akademik hayat dışında sosyal hayatta da
eleştiriler bitmiyor.
Aralarında 40 yaş olan bir amca bir gence
“Bununla hiç konuşulmuyor” diyor.
Hatta “boşa okumuş” diyor.
“Bizim zamanımızda…” diye devam ediyor
cümlelerine.
Kilit noktada burası işte!
“Bizim/sizin/onların zamanı”
Acaba farklı dili konuşuyor olmayı normal
kabul etmek gerekmez mi?
Varsayalım donanımlıbir gencimiz muhabbet
esnasındaçokluevren, yapay zeka, kuantum,
yazılım gibi şeylerden konuştu.
Kaç kişi buna dâhil olup muhabbeti sürdürebilecek?
“Amaan ben anlamam onlardan” denilecek
ve bu genç normal olmayan şeylerden konuşmakla
suçlanacak.
Belki “saçmalıyor” diye yadırganacak.
Saçmalamakla suçlandıkları şeyler ‘farklı’
alanlardaki konuşmaları ve görüşleri değil sadece.
Mizah anlayışları da çok eleştiriliyor.
Her şeyi mizah unsuru olarak gördükleri
için ciddiyetsiz kabul ediliyorlar.
Burada Nietzsche’nin şu sözünü hatırlamakta
fayda var;
“İnsan hayatta o kadar acı çeker ki,canlılar
arasında yalnız o,gülmeyi icat etmek zorunda
kalmıştır.”
HHH
Bazı şeyler üst üste geldiğinde, insanın sığınaklarından
birinin mizah olduğunu fark etmemiz
gerekiyor. “Şimdi gençler çok rahat”
denilse de gençlerin sınav, iş ve hayatlarını
devam ettirme stresleri o kadar yüksek ki…
Üniversiteye başlayana kadar geçirdikleri
stresli zamanın yerini umut ve neşe alması gerekirken
bu strese işsizlik ve gelecek kaygısı ekleniyor.
Bir dönem çaba sarf ediyorlar, iş arıyorlar,
başka başka sınavlara giriyorlar.
Ama sonra türlü engellerle gelecekleri baltalanıyor.
Çok kaygılı oldukları bu süreçlerde hayata
tutunmak adına bir şeyler geliştiriyorlar.
Bu da genelde mizah oluyor.
Her şeyle dalga geçmeye, her olayı mizaha
çevirmeye başlıyorlar.
Bu şekilde motive ediyorlar kendilerini.
Sonra hayatında hiç sınava girmemiş, hiç
kariyer kaygısı yaşamamış, KPSS, YDS, ALES
bilmeyen biri çıkıp “Siz de iş beğenmiyorsunuz,
isteyene iş çok, çalışana her türlü imkan var”
minvalinde şeyler söylüyor. Gençler bir dertlerini
anlatmaya görsün nankör oldukları başta
olmak üzere çok farklı şeylerde suçlanıyorlar.
Bu da yetmiyor gereksiz sorularla bunaltılıyorlar.
“Ne oldu senin iş” diye başlayan türlü sorular
geliyor.
Cevap vermeyi tercih etmedikleri zaman ya
da yüzleri asıldığında “ah bu gençlik” söylemleri
de başlıyor. Suçlamaları bir kenara koyalım ve
biraz kameranın kadrajını başka tarafa çevirelim.
Sürekli eleştirmek yerine bu noktaya nasıl
gelindiğine bir bakalım.
En azından anlamaya çalışalım.
Anlayamıyorsak , “ben bilmem o işleri” diyorsak
o zaman biraz susmayı deneyelim.
‘Bizim’ denilen ve özlenen o günlerdeki
gibi sükûtun altın oluşunu hatırlayalım.
Emine Girgin
“KENDİNİ SEV”
eminagirgin@hotmail.com
Sevmek, insanda
olumlu çağrışımlar
bırakan ancak tam
olarak anlatılmayan ya da tarif edilemeyen
şey. Hep bir şeylerle tarif
edilmeye çalışılan ya da bir şeylere
benzetilerek anlatılmaya çalışılan bir
kelime. Çok ya da az olup olmaması
önemli olan bir kelime; sevmek. Ama
bugün herkesin bizi sevmesinden
önce, kişinin kendini sevmesinin ne
kadar önemli olduğundan bahsedelim.
Sizin için mutluluk ve huzur neye
12
bağlı? Başkalarının sizi sevip değer
vermesine mi? Peki ya sizi eleştirip,
sevmediklerinde? İşte koca bir mutsuzluk…
Sahte huzurunuz başkalarının sizi
sevmesine bağlı olmasın. Eğer birinin
sizi sevmesini istiyorsanız önce kendinizi
sevin. Çünkü hayat, kendini
sevmeyen bir insanın karşısına onu
sevecek insanları çıkarmıyor.
Kendini sevmeyen kişinin kendisine
yönelen sevgiyi hissetmesi de zordur.
Sevilmeye layık olduğunuzu
hissetmiyorsanız birinin sizi
seveceğine de inanmazsınız.
Başkalarının bizi sevmesi de
kendimizi sevmemiz için yeterli
değildir. Kendimizi sevmek içimize
dönüp, kendimizle ilgili
düşüncelerimizi fark edip, üzerinde
çalışmamız ile olur.
Herkes hak ettiğini düşündüğü şeyi
seçer. Sevilmeyi hak ettiğinizi
düşünüyorsanız sizi sevecek kişileri
seçersiniz. Kendinize değer vermiyor,
sık sık eleştiriyorsanız seçeceğiniz kişi
de size bu şekilde davranacak bir kişi
olacaktır.
Yıldız…
Ne güzel şeysin sen…
Parlak ama aldatıcı…
Güzel olan her şey aldatıcı
mıdır?
Yoksa aldatıcı olan her şey
güzel mi görünür?
Ya da ikisi de değil mi?
Bilmiyorum.
Kafamda deli sorular!
Bildiğim tek şey kayan bir yıldız
gördüğümde dilek tutmak aldatır
beni…
Gerçek olmamanın verdiği ‘gerçeklikle’
yaralar ruhumu!
Ruh yara aldıysa güzel olan
her şey hiçbir şey olur.
İnandırıcılığını yitirir.
Ne zaman ‘yıldızlara’ baksam…
Umutlanırım.
Işıltısı gözümü alır.
Şatafatı etkiler.
Gözlerimi kaparım.
Dilek dilerim.
Aldanırım.
Bile bile üstelik…
Geceyi himayesi altına alması
etkileyici gelir belki…
Kim bilir?
Belki de ‘güç’ beni esir alan…
Boyun eğer ruhum…
Teslim olurum.
YILDIZLAR DEĞİL
DE TOPRAK
KOKUSU VAR YA…
Özge Zaim Sarıoğlu
ozgezaim1@gmail.com
Ama bir bakarım ki…
Her şey değişir zamanla…
Sıra teslimiyetleri bırakmaya
gelir.
Yıldızlar bile olsa karşımda
duran…
Önemi yok.
Teslim olmamak için, boyun
eğmemek için ‘yolumu’ değiştiririm.
Dileklerimi ‘toprağa’ gömerim.
Yazarım tertemiz bir kağıda…
Özenle…
Bir bebeği büyütür gibi…
Titizce…
İyi bir dert ortağıdır bilirim, sır
çıkmaz bilirim.
Güvenilirdir onu da bilirim.
Önce içime çekerim kokusunu…
Duyumsarım varlığını…
Gösterişsiz, albenisiz duruşu
burun direklerimi sızlatır.
Yüreğime ‘meditasyon’ olur.
Her halimle kabul eder beni…
Derdimi, tasamı, neşemi, kahkahamı…
Hatta dokunmama bile izin
verir, gömerken el uzatırım…
Yoldaşım olur.
Sadece isteklerimi değil istemediğim
her şeye yer açar, mesken
olur.
Hapishanemi kendi ellerimle
inşa ederim, suçluyu bilir, kendi
adaletimde cezasını keserim.
Mahkumlarımı da bir bir yerleştiririm.
Eminim!
İlahi adalet şaşmaz.
Yardım eder sessizliğin verdiği
çığlıkları duyup, defalarca kez oldu
çünkü…
Öyle işte…
Tarafım yine bellidir!
Yıldızlara karşı ‘toprak’ derim…
Şatafata karşı ‘sadelik…’
Güç, ego değil de ‘toprak kokusu’
doyursun isterim ruhumu…
Doğallık kazansın isterim ‘ışıltıya’
karşı…
Konu ‘dilek’ bile olsa…
Bir amaç var.
Yıldızlara muhalefet etmekse
hedef toprağın yanında durur,
onun şiirini yazarım.
Ben bazen kendimi sevmeyi çok abartıyorum
sanırım ama kendini sevmek kesinlikle bencillik
değildir. Çünkü kendini seven insan kendi
değerinin farkında olan insandır. Eksik
yanlarımı sevmeyi ve onları geliştirmeyi
öğrendim. Başarılarıma ve becerilerime değer
verip herkesi memnun etmek için mükemmel
olmak gerektiği düşüncesinden kurtuldum.
Şimdi kendimi olduğum gibi, eksiklerimle seviyorum.
Bu yüzden “ben kendi değerimi biliyorum.
Kendimi olduğum gibi seviyorum, mükemmel
olmasam da özgünüm” demenin aslında,
başkasının bizi sevmesini beklemekten önce
kendimizi sevmemiz bizi ne kadar
değiştireceğini görmenizi istedim.
Hadi sizde tüm hatalarınızla, kusurlarınızla
yüksek sesle “Kendimi her şeyimle kabul
ediyor ve seviyorum” deyin. Sonra değişiminizi
önce kendiniz görün sonra etrafınızdakilerin
fark etmesinin keyfini yaşayın.
Sevgilerle..
13
İlk etek
giydiğimde çok
utandım ama !
“DANS EDİNCE
ÖZGÜRLÜĞÜ
BULDUM”
>>
Kimileri “ZENNE” der, kimileri ise “ERKEK
DANSÖZ”. Aslında onlar
oryantal sanatçılarıdır.
İşte o sanatçılardan biri Ali
Osman Karameşe ile icra
ettiği sanatını
konuştuk.
Onunla tanıştığıma öyle mutlu oldum ki…
Seviyorum mütevazi insanları…Gülerken
gözlerinin en içini görebilmek, yakalayabilmek
ayrı mutlu ediyor beni…
Ali Osman Karameşe de tam da bu bahseiğim
özelliklere sahip biri…
Telefonlaştıktan sonra sabahın erken saatlerinde
Adımlar Cafe’de buluşmak üzere sözleşiyoruz.
Ben alelacele çıkıyorum evden ki o gelmiş bile…
Kısa bir tanışma faslının ardından Türk kahvesi
içmeye karar veriyoruz.
Kahvelerimiz gelene kadar birbirimizi de
tanıyoruz.
Ali gelmeden önce kafamda egosu yüksek,
kaprisi tavan birini bekliyordum.
Kendimi öyle hazırlamıştım.
Ama kızdım kendime, ön yargım aklımı yine esir
aldığı için...
Merak eiğim her şeyi öyle rahat sordum ki…
Çekinmeden…
Oryantal denilince ülkemizde ilk olarak akla
kadınların geldiğinden bahsediyorum biraz utangaç…
O ise devam eiriyor sözlerimi:
Biraz sitemkar başlıyor:
“Tepkiler hala değişmedi diyebilirim. Oryantali
yaklaşık 7-8 yıldır yapıyorum. Sahneye ilk
çıktığım zaman insanlar ‘Bu ne ya’ şeklinde tepkiler
veriyordu. Sakallı bir adam çıkmış sahneye
14
etek giymiş dans ediyor
diyorlardı ama bu 5 saniye sürüyor. 5
saniyeden sonra dans etmeye başladığım zaman
tepkiler gerçekten çok güzel oluyor.”
Konuyu bir erkeğin etek giymesine getiriyorum…
Yine çekingen…
O ise benim gibi değil, özgüveni yüksek…
Kendinden emin ilk etek giydiği an neler
hisseiğini anlatıyor:
“Psikolojik olarak çok büyük bir yıkımdı benim
için açıkçası. Yıkım değil de utançtı aslına
bakarsanız. Çok utandım. Sonrasında baktım
ki ayak hareketleri daha estetik görünüyor.
Dönüşler de olabildiğince hareket katıyor.
Dedim evet, oryantal bunu
gerektiriyormuş.”
Gurur duyuyorum.
Yaptığı işi severek yapan, onurla
yapan kişi gözleriyle, kalbiyle belli
ediyor kendini…
Sohbeti de öyle bir cümleyle
noktalıyor ki…
Yüreğimde yer ediniyor:
“İnsan dans ederken
hiçbir yerde ve hiçbir
zaman bulamayacağı
özgürlüğü buluyor.”
RÖpoRtAj
Özge Zaim Sarıoğlu
Seni tanıyalım mı öncelikle?
Kimdir Ali?
Doktorlar Caddesi’nde bulunan
dükkânımda takı tasarım işiyle
uğraşıyorum. Onun dışında elimden
geldiğince dans ediyorum.
Nasıl tanıştın oryantal dansla?
Dansa çok küçük yaşlarda
başladım. 8-9 yaşlarındaydım.
Dansa ilk modern dans baleyle
başladım. O da yetmedi.
Yetmedikçe daha
fazlasını istedim.
Daha fazlasını istemek
de beni oryantale
kadar getirdi. İlk
olarak oryantale
başladığım flamenko
sahnesiydi.
Flamenko sahnesinde
bizim bir yöneticimiz
vardı.
Onun sayesinde
oryantal dansıyla
tanıştığımı söyleyebilirim.
Bir flamenko
sahnesi
vardı. Onun içinde
bir müzik bulduk.
Müziğin içerisinde
oryantal ezgileri de
vardı. Hadi buna
oryantal de katalım
dedik. İlk zamanlar
ben oryantal
yapamıyorum falan
diyordum. Hocam
vücudumun çok
esnek olduğunu
söyleyince
denedik. Flamenko
ile oryantali
karıştırdık.
Bu benim çok
hoşuma gii. Bir dönem bu şekilde
flamenko ve oryantal ile devam
eik. Sonra sadece oryantale
merak sardım. Onun üzerine gittim.
Onun üzerine yoğunlaştım.
Oryantalle o şekilde tanıştım.
“EN ÇOK KENDİME
ORYANTALİ YAKIŞTIRDIM”
Neler hissein tanıştıktan sonra
peki?
Oryantalle tanıştığımda oryantalin
bana en yakın dans olduğunu fark
eim. Oryantal ve flamenko diyebilirim
daha doğrusu. Flamenko’yu
da çok severim ama Türkiye’de flamenkoyu
yapabilecek çok fazla
alan olmadığı için oryantale
yöneldim ve oryantali kendime en
çok yakıştırdığım dans olarak
gördüm.
“İNSANLARIN ÖN YARGILARINI
YIKMALARI HOŞUMA GİDİYOR”
Biliyorsun toplumumuz da
maalesef ki tam manasıyla
yıkamadığımız belli tabular var.
Oryantal dans denilince de akla
genel de kadın geliyor. Sana
gelen tepkiler nasıl oldu ya da
oluyor?
Tepkiler hala değişmedi diyebilirim.
Oryantali yaklaşık 7-8 yıldır
yapıyorum. Sahneye ilk çıktığım
zaman insanlar ‘Bu ne ya’ şeklinde
tepkiler veriyordu. Sakallı bir
adam çıkmış sahneye etek giymiş
dans ediyor diyorlardı ama bu 5
saniye sürüyor. 5 saniyeden sonra
dans etmeye başladığım zaman
tepkiler gerçekten çok güzel
oluyor. Alkışlar, ıslıklar geliyor. Bunlar
çok hoşuma gidiyor zaten. İnsanlardan
gelen tepki de beni
sahne de yüceltiyor açıkçası. Bir
erkek olarak oryantal yapmama
gelen tepkiler bu şekilde. İnşallah
böyle de devam eder. Birde şöyle
bir şey var. İnsanların ilk ortaya
koydukları ön yargıdan sonra birdenbire
U dönüşü yapmaları benim
hoşuma gidiyor. Bu sadece benim
için değil. Diğer meslektaşlarım da
aynı şeyleri düşünüyor.
“İLK ETEK GİYDİĞİMDE
ÇOK UTANDIM”
İlk etek giydiğin an ne hissein?
Çok utandım. Gerçekten çok
utandım. İstanbul’da bir arkadaşım
gel, seni sahneye çıkaracağım dedi.
Dedim, yok olmaz, çıkamam, edemem
dedim. Hep bir korkularım,
tabularım vardı. Dedim ki benim
kostümüm bile yok. Gel, ben sana
kostüm de ayarlarım dedi. Tamam
diyerek atlayıp İstanbul’a giim.
Kostüm giydim ama kuliste öylece
duruyorum. Çıkamıyorum sahneye.
Sonra arkadan beni iiler. Sahneye
çıktım. Adım atamadım, takıldım,
üzerine bastım, tökezledim.
Psikolojik olarak çok büyük bir
yıkımdı benim için açıkçası. Yıkım
değil de utançtı aslına bakarsanız.
Çok utandım. Sonrasında baktım
ki ayak hareketleri daha estetik
görünüyor. Dönüşler de
olabildiğince hareket katıyor.
Dedim evet, oryantal bunu
gerektiriyormuş.
Etek dışında neler giyiyorsun
dans ederken?
Onun dışında şalvarla dans etmeyi
denedim. Şalvar eteğin verdiği o
uçuş uçuş olan görüntüyü, efekti
vermiyor. O yüzden bende etekle
15
dans etmeye devam eim. Birkaç arkadaşım
şalvarla dans ediyor. Bana diyorlar ki ‘Neden
şalvar giymiyorsun ya da dar pantolonlar’
falan… Dedim ki olmaz. Belki izlerken fark
etmişsinizdir, benim dans ederken çok fazla
ayak hareketim vardır. Ayak hareketlerimde
ufak adımlarla eteği tamamen arkamdan
döndürebiliyorum. Bu da bir görsel şov
zaten…
“ERKEKLER DAHA ÇOK KISKANDI”
Harika dans ediyorsun. Tam bir görsel
zarafet… Kadın dansözler kıskanmıyor mu
sanatını?
(Gülüyor) Çok yakın bir arkadaşım var. İyiki
kadın değilsin derdi. Hala öyle der. ‘Ya sahneden
atardım seni ya da kostümleri yırtardım
senin’ diyor. Kıskananlar oldu ama erkeklerden
çok kıskananlar oldu. Kadınlardan da oldu
evet, biz kadınken bu hareketleri yapamıyoruz,
sen nasıl yapıyorsun diyorlardı. Benim yanıtım
ise şöyle oluyordu: “Dans kadına erkeğe bakmaz.”
Ben gece geç saatlere kadar
sahnedeyim. Onun dışında iş yerinde
çalışıyorum ama eve gidip yan gelip
yatmıyorum. Aynanın karşısına geçerek
saatlerce prova yapıyorum. Saatlerce hareket
çalışıp sahneye yeni bir şeyler katmaya
çalışıyorum. Onlar da çalışsın, onlar da
başarsın.
Eskişehir’de erkek dansöz var mı başka?
Evet, bir kişi daha var.
“ORYANTAL DİDEM HAYRANIYIM”
Dans üzerine eğitimin var mı peki?
Doğuştan gelen bir yetenek mi diyelim?
Dansa 9 yaşında başladım. Modern dans,
salsa, bale, şatata ve flamenko danslarının
eğitimlerini aldım. Bizim Bandırma’da bir
derneğimiz vardı. Kimsesiz çocuklarla
çalışıyorduk. Bizler de sokakta büyüyen
çocuklara bir şeyler öğretmeye çalıştık. Birde
bende Oryantal Didem’e karşı bir hayranlık
16
vardı. O kadına hayrandım. O kadın dans etmiyor,
farklı bir şey yapıyor. Sanatın dibi dedikleri
o bence, onu çok fazla izledim. Eğitimim
böyle gii. Birisi gelip de bana göstermedi
nasıl yapmam gerektiğini… Daha çok pratik
yaparak, çalışarak, video izleyerek kendimi
toparladım.
“EN BÜYÜK DESTEKÇİM AİLEM”
Oryantal sanatına olan ilgine ailen
nasıl tepki verdi?
Ailem her zaman benim en büyük
destekçim oldu. Türkiye’de erkek etek giymez,
erkek dans etmez şeklinde bir kafa var. Dansöz
mü olacaksın, köçek mi olacaksın derler.
Benim en büyük şansım ise ailem oldu. Her
zaman arkamda durdular. Haa ilk oryantal
şova çıkacağım. Oturdum annemin karşısına,
durumu anlaım, ben ne yapacağım dedim.
Dedi ki: ‘Sen yaparsın! Bugüne kadar çok
tırmaladın, çok koştun, çok peşinden giin.
Artık ektiğin ekini biçme zamanı’ dedi. İlk
oryantal sahnesine çıktığım zaman
annem ve ablam da seyirciler
arasındaydı. Bandırma’da güzel ve
büyük bir şovdu. Işıklardan onları
göremiyorum ama onların beni
izlediğini biliyorum. Bir yandan
onların beni izlediğinden gurur
duyuyorum bir yandan
onların karşısında
nasıl oryantal
yaparım diye
düşünüyorum.
Nasıl geçti peki?
Önceden yazılmış bir koreografi
vardı. O koreografi gii bir an. Sonra
doğaçlamaya başladım. Tamam dedim kendi
kendime, sıkıntı yok, öyle olması gerekiyormuş
ve çok güzel de oldu.
“FARKLI YÖNE ÇEKTİLER, ZENNE DEDİLER”
Zenne de deniliyor sanırım erkek dansöze…
Zenne nedir?
Neden böyle
demişler?
Türkiye’de bunu
farklı yöne çektiler.
Zenne ismini
çıkardılar. Zenne
adı Mısır’dan
geliyor. Mısır’da
kadınlardan sıkılıp
erkekleri dans ettirmeye
başlamışlar.
Köçek de deniyordu
bir ara… Onlara
oradan zenne
denmiş. Oryantal
de oradan Arap
kültüründen
geldiği için
Türkiye’de de
Zenne olarak
kalmış.
Bundan sonraki
hedefin ne?
Benim hayalim
olmaz hedefim olur. Hep o
kafadaydım. Eskişehir’e
bir müzikalle gelmiştim.
222’i gördük.28 kişilik bir
ekiple gelmiştik
Bandırma’dan.
Burayı görünce
çok
beğendim.
Dedim ki ben burada
yaşayacağım diyerek
ekibi gönderip kendim burada
kaldım. 222 gerçekten
çok güzel mekan.
Burada dans edeceğim
dedim. Baya araştırdım,
koşturdum. Mekanın
eğlence kısmını
öğrendim. Öğrendim ki
orada Kerem
Aksel çıkıyor.
Kerem’e
ulaştım.
Sadece orada
çıkmak için
değil
Kerem’in
yaptığı
çok
güzel bir
organizasyon.
Benim
de olmam lazım dedim. Bu
benim için hedei geldiğimde… Kendisine
sosyal medya hesabından ulaştım. Sağ olsun,
çok kibar yaklaştı. Özgeçmişimi gönderdim.
Sonra beni aradı. 4 yıl önce Çarşamba günü kız
kıza gecelerin kapanışı var, seni de aramızda
görmek isteriz dedi. O hedefimi tamamladım.
Şimdiki hedefim yükselmek, alçalmak değil.
Bu seviyede gitmek bana yeterli. Bütün hedefim,
hayalim, her şeyim o. Dengede kalmak.
Erkeklere söylemek istediğin bir şey var mı?
Erkek dansöz sayısı artmalı mı?
Erkek- kadın olarak bakmıyorum. Herkese
oryantali değil de dansı tavsiye ediyorum.
Çünkü dans insanı hem psikolojik hem fiziksel
olarak çok iyi yerlere götürüyor. Çok insan
tanıdım. Yüksek ölçüde şeker hastası olup,
sokağa çıkamayan 25 yaşında insanlar
tanıdım. Biz bu insanları dansla yüzlerce
kişinin karşısına çıkarmayı başardık. Dansı
erkek ya da kadınlara değil herkese öneriyorum
o yüzden.
Son olarak dansı tek cümle ile özetlesen ne
derdin?
İnsan dans ederken hiçbir yerde ve hiçbir
zaman bulamayacağı özgürlüğü buluyor.
Benim felsefem budur.
Çok teşekkür ediyorum bu harika sohbet
için…
Ben teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum.
Hollanda Amsterdam RİJKS Müzesi’nin sanat ve tasarım yarışmasında
Dünya Birincisi olan Ezgi Kral yaşadığı deneyimi İSTİKBAL DERGİ’ye anlattı
HOLLANDALI KADINLARIN
MAKYAJINI PALETE TAŞIDI
Biliyorsunuz bu sayfalarda başarıya yer
açmak ayrı bir gurur veriyor bizlere…
Onurlandırıyor.
Hele ki bu başarı ‘kadınlardan’, ‘genç
kızlarımızdan’ geliyorsa ayrı bir uçuyoruz
havalara…
En az onlar kadar…
İşte sizi öyle biriyle daha tanıştırmanın
mutluluğu içerisindeyim.
Ezgi Kral…
21 yaşında…
Üniversite son sınıf öğrencisi…
Ürün tasarımcısı diyebiliriz şimdiden…
Okul olarak bir projeye katılıyorlar.
Hollanda Amsterdamdaki Rijks Müzesi’nin
Sanat ve Tasarım Yarışması…
O yarışmada ilk 10’a girmeyi başarıyor
Ezgi…
Veeee sonra ne oluyor biliyor musunuz?
3 kategorinin 2’sinden dünya birinciliği
Ezgi’ye geliyor.
Halk ödülü ve genç yetenek ödüllerini
kapıyor güzel Ezgi…
Bir cafede buluşmak için sözleşiyoruz
sabahın erken saatlerinde…
Ezgi başarılı olduğu kadar dakik de…
Tam saatinde orada oluyor.
Hatta gündem yoğunluğundan ben geç
kalıyorum.
Güzel yüzü, tatlı enerjisiyle keyifli bir sohbete
başlıyoruz.
“GÜZELLİK VE KOZMETİK
SEKTÖRÜNE İLGİM VAR”
Tasarıma ilgisinin küçük yaşlardan
itibaren başladığını söylüyor ve gözlerinin
içi gülerek anlatıyor.
“Ben hayatımda hep tasarım üzerine bir
şeyler istiyordum. Ya mimarlık istiyordum
ya da ürün tasarımı. Zaten hep bir
ilgim vardı. Bu yarışmaya tasarladığımda
makyaj paleti… Güzellik ve kozmetik sektörüne
de ilgim var aynı zamanda… İlgim
olan bir şey üzerine de böyle tasarım
çalışınca da sonucu iyi oldu.”
“HOLLANDALI KADINLARDAN
ESİNLENDİM”
Makyaj paletlerinde göz gezdiriyorum ve
bayılıyorum: “Tasarım nasıl oluştu?”
Hikâyesi ilginç:
“Tasarımımı oluştururken önce müzedeki
eserleri inceledim. Hollanda’daki 16. 17.
18. yüzyıldaki kadınların güzellik ve
makyaj anlayışları benim çok dikkatimi
çekti. Kendilerini beyazlatma ve yoğun
bir şekilde tenlerine pudra
uyguluyorlardı. Dudaklarının ve
yanaklarının hep pembe olduğunu
gördüm. Gözlerine ve kaşlarına hiçbir
şey yapmıyorlar. Boş bırakıyorlar
genelde. Ben dedim ki o zamanının
makyajını günümüze getiren bir makyaj
paleti yapsam nasıl olur? Günümüzde
olur da bu üretilirse
satın
alan kadınların
kendilerini şaheser
gibi hissetmelerini
amaçladım.
Tasarım fikrim
de buradan
çıktı.”
Ödül konusuna
getiriyorum
konuyu…
“BULUTLARIN ÜZERİNDEYDİM”
İki ödülü aynı anda kazanmanın ne
hissettirdiğini soruyorum.
Gülümseyerek anlatıyor:
“Hiç beklemiyordum. İki ödül vermezler
diye düşündüm. İkisini birden kazanmak
mükemmel oldu. Bulutların üzerindeydim
o an.”
Hedefini anlatırken de kendinden emin
tavırları dikkatimi çekiyor:
“İleride Avrupa’da bir tasarımcı olarak
çalışmak isterim. Şu an için hayalim bu.
Yine kozmetik sektörü olabilir.”
Ezgi’nin okul bitince en büyük hayali kurumsal
bir firmada ürün tasarımcısı
olarak çalışmak…
Ailesi her zaman arkasında…
Kızlarının birinciliğini öğrendiği an çok
mutlu olup, gururlanıyorlar haklı olarak…
Mesleği ise Eskişehir’de devam
ettirmeyeceğini ifade ediyor Ezgi ve
nedenini de şöyle açıklıyor:
“Çünkü bu yaşıma kadar hep
buradaydım. İstanbul ya da yurt
dışı düşünüyorum. Zaten asıl
tasarım da orada yapılıyor.
Burada daha çok üretim ve
fabrikasyon. Asıl gerçek
tasarım yapabilmek için
biraz oralara gitmek
gerekiyor.”
“ÖDÜLÜ EĞİTİMİ İÇİN
HARCAYACAK”
Kazandığı para ödülünü
ise eğitimi için
harcayacağını anlatıyor:
“Eğitimim için harcamayı
düşünüyorum. Yurt
dışında yüksek lisans
düşünüyorum. Benim
gibi tasarım öğrencisine
büyük bir şans oldu.”
Ve Ezgi sohbetimizi şu
sözlerle tamamlıyor:
“İşimi çok seviyorum.
Sevmeyen de yapamaz.
Tasarımcılık hayatımın
merkezi.”
Çok seviyorum Ezgi’yi…
En az onun kadar gurur
duyuyorum.
Ve teşekkür ediyorum
başarısıyla bütün kadınlara
örnek olduğun için…
17
Ünlü Tasarımcı ÜLKÜ ELMA ile tasarım, sunum ve moda üzerine...
Bu Kış : Uçuş uçuş volanlar,
tropik desenler, renk
renk ipek satenlerde
minik detaylar ön planda.
Moda dünyasının genç ve yetenekli
tasarımcıları her geçen gün artıyor.
Kendilerini ifade etmek konusunda daha özgür
adımlar atıyor.
İşte onlardan birisi de Eskişehir’de Ülkü Elma…
Doktorlar Caddesinde bulunan ofisini ziyaret
eiğimizde kendi tasarımı olan yeşil, tatlı ama çok
şık bir elbiseyle karşılıyor bizleri…
Kendisi de öyle…
Sohbeti sıcak…
Moda üzerine kısa, verimli ve harika bir sohbet
gerçekleştiriyoruz.
Hazır yakalamışken 2021 kış trendlerini de sormadan
edemiyoruz.
Sempatik tavırlarıyla anlatıyor Ülkü Hanım ve şöyle
konuşuyor:
“2021 tüm zamanların en cesur trendlerini ortaya dökecek
aslında, kullanmasını bilene tabi… Malum bu sezon her şey
dolapta bekledi… Umarım daha güzel zamanlar gelecek.
Günlük hayaa ve abiye de tropik desenler, uçuş uçuş
volanlar, tek renk ipek satenlerde minimal detaylar, payet
de takım elbiseler ofislere taşınacak, çok büyük ekosenin
her halini ceket trençkot ve takımlarda görmek mümkün
olacak…”
Sizi tanıyalım mı olarak?
Ülkü Elma kimdir?
1983 Eskişehir doğumluyum. Dış Ticaret
ve Medya iletişim mezunuyum.
Mesleğime çıraklık- ustalık metodu
ile başladım ve ilerledim. Bunun
yanında değerli insanlardan ve
akademilerden eğitimler
alarak ‘çizim –
tasarımsunum’
kalemlerinde
de
kendimi
18
geliştirerek yola devam ediyorum.
Sizi tasarım yapmaya iten güç neydi?
Aslında bu bir oluş şekli… Bir şekilde
genetik kodlarda var diye düşünüyorum.
Hani zamanla kendimizi keşfederiz;
muhtemelen bende keşifle başladım
bu yolculuğa ve bu güç sürekli
beni tetikliyor. Aslında bende
kendimi çok sorguluyorum
neden bu işi yapıyorum diye…
(Gülüyor) Geriye döndüğümde
gerçekten çocukluğuma, ilk
gençlik yıllarıma giiğimde,
‘bu ruh hep varmış bende 'diyorum.
Dedim ya genetik
kod… Böyle doğup sonra
bunun tekniğini, işi
öğrenmek ve üstüne
deneyim katarak
pişmeye başlıyorsunuz.
Sonra sizde var olan ama
sabitlenmeyen, hep
büyüyen bir güç halini alıyor.
Tasarımlarınızı kimler için
yaratıyorsunuz peki?
Aslında bu şekilde kategorize edemem.
Yani 'benim tasarımlarım= ... kişiler için'
yok (cık)): değil. Benim tasarımlarım
kendim için desem bile olur.
Megalomanlık olarak değil ama bu…
Tamamen özgün olmayı seviyorum. Biliyorsunuz
minik kapsül koleksiyonların
dışında aslında en severek yaptığım şey,
özel çalışmalar. Kişinin özel isteklerini ve
vücut yapısını tasarım aşamasında
değerlendirip ilerlemek ayrıca
zevkli. Kısacası; benim çizgimi,
elimi beğenen herkes için
benim tasarımlarım…
Müşterilerimin
hepsi
benim
yıldızlarım...
“KIYAFET YALIN, RAHAT VE
KENDİNE HAS OLMALI”
Birbirine benzer işlerin çok fazla görüldüğü
tasarım dünyasında nasıl
farklılaşıyorsunuz? İmzam dediğiniz bir
detay var mı?
Aslında modaya çok ters olarak sadelik üzerine
kurulmuş 'sahici' bir tarzım var. Bu durum
modaya aykırı çünkü modada birtakım imajlar
yaratılır ve kişilerin buna dâhil olması beklenir.
Bence kıyafetin yalın, rahat ve kendine has
olması önemli. Benim detayım, dediğim gibi
özgünlük ve gerçeklik üzerine...
Tasarımlarınızı gören biri Ülkü Elma'yı nasıl
tanımlar?
Sade ve çabasız şıklıktan yanayım ben...
İnanılmaz kalite siyah bir kumaştan basic bir
elbise de beni görürsünüz ya da busıness bembeyaz
maskulen bir gömlekte...
Hiç mi sevmiyoruz peki pırıltı, ışıltı, taş
boncuk?
Çok severim ama sadece detaylarda...
Benim elimden çıkmışsa o ürün
zamansızdır... En sevdiğim ise ‘sizi
kısıtlamıyor’
“SANAT İNSANI BESLER”
Yaratıcı süreciniz nasıl
gelişiyor?
Aslında bence tasarım hayat
ile doğru orantılı. Nasıl
sürekli değişiyor her şey,
bizler de değişiyoruz.
Tek kaynağım hayata bu
işe bitip tükenmeyen
heyecanım ve merakım...
Mesela okuduğum bir kitaptaki
karakterini bile giydiririm
ben...'bu dansı yaparken üzerinde
bu olmalı ya da
'uçağa binerken elbisesinin
uçuşması'...vs. Tasarım
yapıyorsanız sanatın her haliyle
ilgili, olmalısınız bence. Çünkü
sanat insanı besler. Amatör de
olsa resim ve müzikle uğraşmak
benim bu sürecimi geliştiriyor.
Atölyede başka neler
yapıyorsunuz?
Atölyemde bire bir özel dikim
dersleri veriyorum.
Öğrencilerimin arasında doktorlar,
ev hanımları, bankacılar,
öğretmenler… Kısacası her
meslek grubundan insanlar var.
Hem gerçekten çok verimli hem
de eğlenceli oluyor. Hem benim
için hem gelenler için… Bu yıl bir
de yeni bir çalışma başlaım.
“Sürdürülebilir moda atölyesi’’
Eskişehir’de kesinlikle ilk haa
Türkiye’de de şu an ilk sanırım…
‘’sürdürülebilir moda adına’’
‘’sürdürülebilir atölye günleri’’ ile
gardırop yenilemelerini kişilerin
kendilerine yaptırmayı
amaçlıyorum. Bunların yanı sıra
sadece kıyafetler dikmiyorum
tabii … Özel firmalar için konsept/stil
danışmanlığı, ürün tasarım ve tedarikini de
yapıyorum. Tekstil firmaları için tasarım ve
kalıp çalışmaları, numune üretim ve fason takibi
gibi çalışmalarını yaparak yine anlaşma
dahilinde danışmanlıklar yapıyorum.
“BU KIŞ UÇUŞ UÇUŞ
VOLANLAR OLACAK”
2021 kış trendlerinde ve abiyelerinde neler
ön planda?
2021 tüm zamanların en cesur trendlerini ortaya
dökecek aslında, kullanmasını bilene
tabi… Malum bu sezon her şey dolapta bekledi…
Umarım daha güzel zamanlar gelecek.
RÖpoRtAj
Özge Zaim Sarıoğlu
Günlük hayaa ve abiye de tropik desenler,
uçuş uçuş volanlar, tek renk ipek satenlerde
minimal detaylar, payet de takım elbiseler
ofislere taşınacak, çok büyük ekosenin her
halini ceket trençkot ve takımlarda görmek
mümkün olacak… Ve hiç vazgeçemediğimiz
Helenistik ,antik Roma akımına yine yine
devam edilecek ama daha pastel renklerle…
Zamansız siyahımız yaş sınırı koymaksızın olmazsa
olmazlarda yine ve tabiki ‘ hautucouture’
yani el emeği göz nuru detaylar, elbiseler
ve aksesuarlarda ön planda olacak.
Çok teşekkür ederiz Ülkü Hanım… Keyif
verdiniz.
Ben teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum.
19
ÇOCUKLARIN ODAKLANMASINI
KOLAYLAŞTIRACAK
7 ADIM
Pandemi ile birlikte evden çalışan ebeveynler ve eğitimlerine online olarak devam etmeye
çalışan çocukların dönemi başladı. Bu dönemde pek çok yeni davranışı öğrenmemiz ve
birçok alışkanlığımızı da bırakmamız gerekti. Hayatlarımız değişti ve yeni normal hayatın
akışına uyum sağlamaya çalıştık. Özellikle çocuklarımızın alıştıkları sosyal yaşamdan
uzaklaşmaları ve arkadaşlarından ayrı kalmaları ile hayatlarına giren “sosyal mesafe”
kavramı arasında bocalama yaşamalarını gözlemledik. Tüm bu değişkenlerin arasında
odaklanma konusunda en çok sorunu da çocuklarımızın yaşadığını deneyimledik. Bu
konuda eğitmen, koç, yazar ve gelişim lideri Yasemin Sungur’un önerileri, çocuklarımızın
odaklanmasını sağlamak üzere hepimize yol gösteriyor.
Son yıllarda toplum olarak her yaştan
bireyler odaklanma konusunda sorun
yaşıyor. Birden çok işi bir arada ve farklı
uyaranların arasında yapmaya çalışıyor,
sonucundan verim alamıyor. Pandemi
sürecinde teknolojinin daha çok kullanılmasıyla
birlikte odaklanamama ve uyaranlar
nedeniyle online derslerden ve
çalışmalardan verim alamama konusunda
çocuklarımızın yaşadığı sorunları
daha çok gözlemliyoruz.
İşte çocuklarımızın odaklanmayı öğrenmelerini
ve geliştirmelerini sağlayacak 7
önemli adım.
1-Ailece sohbet edin
Çocuklarımızın birey olduğunu hep hatırlayın.
Onların görüşlerini almak, onların
önemsendiğini göstermek ve bir
konuda ortak kararlar almak için aile
sohbetleri düzenleyin. Bu sohbetlerde
20
herkesin kendi fikrini belirtmesini sağlayın.
Bu sohbetlerde odaklanma konusundan
bahsedin. Sizin neler yaptığınızı,
nasıl ilerlediğinizi ve nasıl verim aldığınızı
paylaşın. Bu sohbetlerde odaklanma
konusunda hep birlikte kararlar alın ve
bu kararları birlikte uygulamayı hedefleyin.
2-Çocuğunuzun odaklanma
tarzını belirleyin
Herkesin odaklanma tarzı farklı olabilir.
Anne baba olarak sizin odaklanma tarzınızı
çocuğunuzdan beklemeyin. Çocuğunuz
öğrenen ve gelişen bir birey. Onun
özelliklerine ve doğasına uygun çalışma
şeklini gözlemleyerek tanımlayabilirsiniz.
Bir konuda kaç dakika dikkatini toplayabiliyor,
etraftan bir uyaran
geldiğinde tepkisi nasıl oluyor, kaç dakika
ara verdiğinde daha fazla konuda
odakta kalabiliyor? Bunları siz de onlarla
birlikte oyun şekline getirip belirleyin.
3-Suçlama dilinden kaçının
Çocuklarımızı değerlendirirken suçlama
dilinden kaçının, yargılayıcı olmayın.
Yapmıyorsun, yapamıyorsun yerine
“Başka hangi şekilde yapman daha iyi
olur, bak bir de böyle bir yol var, bunu
denemek ister misin, birlikte deneyelim
mi, bak ben böyle yapıyorum, beni izleyip
sonra sen de yapmak ister misin?’’
gibi motive edici, onları durumun içine
çektiğimiz olumlu bir dille gelişim sürecini
başlatabiliriz. Yaşadığı sorunları da
bizimle rahatlıkla konuşmasını sağlayabiliriz.
Böylece sorunun çözümüne daha
sağlıklı ulaşabiliriz.
4-Birlikte hedef belirleyin
Hedef olmadan odakta kalamayız. Her
yaş için geçerli olan bu durumu
hem kendiniz hem de
çocuklarınızın çalışma planını
yaparken göz önünde
bulundurun. Başarılı insanların
her zaman bir hedefleri
vardır. Hedefe odaklı
olduğumuz zaman çalıştığımız
konunun da içinde kalırız.
Çocuklarımız için de
aynı şekilde çalışmalarının
öncesinde işleyecekleri
konu, çalışmanın süresi ve
çalışmanın sonunda elde
edilecek sonuç konusunda
önceden bilgilendirme yapmalıyız
ve bunu çocuklarımızla
birlikte
hazırlamalıyız. Bu şekilde
onları odakta tutmamız
daha kolay olacaktır.
5-Sık ama belirli
sürede mola verin
Teknolojik ortamda ve
ekran karşısında odaklanma
süresi hepimiz için farklıdır
ve daha kısadır, çünkü gözlerimizi
yoran bir ışıkla karşı karşıya kalıyoruz.
Ekran ışığı daha sık göz
kırpmamıza neden oluyor. Göz kırpması
arttıkça dikkatimiz dağılıyor. Bu nedenle
çocuklarımız için ders çalışma süreleri
belirlenirken arada küçük molalar da belirlenmeli.
Çocuklarımızın alışkanlıklarına
göre belirlenecek sürelerde molalar
vererek rahatlamalarını sağlamalıyız. 20
dakikada bir 5 dakikalık bir mola süresi
olabilir. Ancak süreler her çocuk için değişir,
bunları önceden deneyerek belirleyelim.
Molalarda da dinlenmelerini ve
kişisel ihtiyaçlarını gidermeleri için yönlendirelim.
6-Destekleyici olun
Çocuklarımız farklı bir dönem yaşıyor
ve alışkın oldukları birçok şey değişti.
Bu değişime çok çabuk adapte olduklarını
gözlemlesek bile, içlerinde yaşadıkları
çok farklı duygular olabilir.
Çocuklarımızın odaklanması için onlara
yol gösterirken onları gerçekten desteklediğimizi
hissettirelim. Onları zorlamadan
ve yormadan yapacağımız küçük
egzersizler ve oyunlarla onların yanında
yer alalım. Çocuklarımızı ekranın karşısından
tek başına bırakmak ve ders saatini
tamamladığını
yeterli değil. Onların
her adımını
destekleyerek
onları yönlendirmek
de yine
bilmek
biz ebeveynlere düşüyor.
7-Süreci alışkanlığa
dönüştürün
Bu adıma kadar her şey düzenli, sürekli
ve coşkulu şekilde yapılmalı. Çocuklarımız
bu düzeni hissetmeli ve coşkuyu da
yaşamalı. Birlikte rutin olarak ilerleyeceğiniz
tüm adımları devam ettirin. Çocuklarınıza
rutini öğretin ve bunu her
çalışma konusunda bir alışkanlığa dönüştürün.
Bu şekilde çocuklarınız çalışma
konusunda ne yapacaklarını öğrenecek
ve alışkanlıkla birlikte çalışma süreleri
de uzayacaktır.
Odaklandığımız konuda iyi olur,
o konuda gelişim sağlarız.
21
Op. Dr. Cemile ŞENOL
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı
AMELİYATSIZ YÜZ GERME
(Askı ve Örümcek Ağı)
Yüz bölgesinde, zaman içerisinde ve
yerçekiminin etkisine bağlı olarak ortaya
çıkabilecek sarkmaları önlemek için lokal
anestezi altında, yüz ve boyun bölgesinde
uygulanan “ip askılama” yöntemi;
“Ameliyatsız yüz germe yöntemi” olarak
da biliniyor. ip askılamanın, bu alanda
bir uzman tarafından uygun şartlarda
gerçekleştirilmesi büyük önem taşıyor.
İp askı yöntemi; yaş ile birlikte, cildin
elastikiyetini yitirmesi ile birlikte
oluşan sarkmaları düzeltmek için kullanılır.
Bu yöntem ile; dikiş atılmasına
gerek kalmadan, biyolojik olarak insan
vücuduna uyumlu olan iplerle cildin gerilerek
sarkma, gevşeme ve kırışıklık şikâyetlerinin
ortadan kaldırılması
sağlanır.
Özel iplerin, tünel tekniği ile derinin
en üst yüzeyinin hemen altına girilip
yerleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilir,
bunda amaç ise; cilt içine yerleştirilen
ipler vasıtası ile cildin yenilenme kapasitesini
arttırmak, kolojen üretimini ve
elastikiyetini arttırmaktır.
"İp askı yöntemi ile belirli bölgelere
uygulanıyor"
Yanaklar, çene altı, boyun, elmacık
kemikleri, yüz ovali hattı, alın çizgileri,
kaz ayakları, kaş ve nazobiyal bölgelerde
ip askı işleminin uygulanabilir.
Ancak bu yöntemin uygulanabilmesi için
hastanın cerrahi yüz germe ihtiyacının
olmaması, sarkmanın çok ileri boyutta
olmaması gerekiyor. Uygulama esnasında
ciddi bir ağrı oluşmuyor. Uygulama
bölgelerine lokal anestezi
uygulanıyor, uygulama yaklaşık yarım
saat sürüyor, sonrasında biraz ödem ve
ağrı olabilir ancak bunlar da ağrı kesicilerle
birkaç gün içinde geçiyor. İp askılama
yöntemi, “öğle arası yüz
gerdirmesi’’ olarak da tanımlanmakta ve
kısa sürede gerçekleşmesi bakımından,
“öğle yemeği molasında” bile yapılabilmektedir.
İşlem yerleştirilecek iplik sayısına
bağlı olmak üzere 30 dakika ile bir
saat arasında sürmektedir.
Herkeste aynı etkiyi gösterir
mi?
30 ile 65 yaş arasında yer alan, cilt
sıkılığında sorunlar başlamış, botoks ve
dolguya göre uzun süreli, ameliyat korkusu
olan, yüz germe etkisi görmek isteyen
kişiler en uygun adaylardır. İşlem
yapılacak kişilerin, cilt sarkmalarının
çok ilerlememiş olması önemlidir. Cildinde
aşırı sarkma ve iyice
oturmuş derin çizgiler olan
kişiler, işlem için uygun
aday profilinin dışında sayılır. Ayrıca,
kişi yaşlanma sürecinin ileri evrelerinde
olmamalıdır. Yaşlanma görünümü oturmuş
kişiler için geleneksel yöntem olan
yüz germe ameliyatı daha iyi sonuç verecektir.
"Uygulama sonrasında dikkat
edilecek unsurlar"
Bu tür uygulamalar sonrasında, bol
sıvı tüketilmesini sigara içilmemesini
önem taşır. Özelikle ip askılama sonrasında
ilk bir iki gün çorba, yoğurt gibi
yumuşak gıdalar tüketilmesini; sonrasındaki
2,3 hafta boyunca da sert gıdalardan
uzak durulmasını istiyoruz. Yüz
üstüne yatma veya yüz bölgesine masaj
yapılmamalı, çene hareketleri minimum
düzeye indirilmelidir. Bu bölgelerdeki
şişliği gidermek için ise; buz uygulamalarını
öneriyoruz.
Gebelik ve emzirme döneminde uygulamaları
çok önermiyoruz, yara iyileşme
sorunu olanlarda da çok
önermiyoruz, kanser hastalarına ve kan
sulandırıcı kullananlara, düşük bağışıklığı
olan kişilere de ip askılama yöntemini
uygulamıyoruz.
22
23
Odunpazarı
Belediyesi’nin ihtiyaç
sahipleri için kurduğu
Halk Market 6 yaşında
Odunpazarı Belediyesi’nin Türkiye’ye örnek olan sosyal yardım modeli ‘Halk Market’
6 yaşında. ‘Yoksullukla Mücadele Günü’ olan 17 Ekim 2015 tarihinde açılan Halk
Market, açıldığı günden günümüze kadar 2 milyon 366 bin 933 TL yardım yaptı.
sahibi vatandaşlara erzak kolisi
İhtiyaç göndermek yerine, ihtiyaç
duydukları ürünleri kendilerinin seçmesini
sağladığı sosyal yardım modeli olan Halk Market, 6
yaşına girdi. Sosyal Demokrat Belediyeler Birliği
(SODEM) tarafından 2018 yılında yapılan
yarışmada "En iyi Sosyal Proje" olarak seçilen Halk
Market’te, belediyeye bağış olarak verilen gıda,
temizlik, giyim ve yakacak maddelerini niteliklerine
uygun koşullarda depolanarak, ihtiyaç sahiplerinin
yararlanması sağlanıyor.
Öte yandan Halk Market’in “Sağ elin verdiğini sol el
bilmemeli” düsturu ile hareket ettiğine dikkat
çeken Başkan Kazım Kurt, “Daha çok ihtiyaç sahibi
hemşehrimizin yardımına koşabilmemiz için,
duyarlı iş insanlarının, esnafımızın, hemşehrimizin
Halk Market’e bağışta bulunmaları gerekiyor.
Unutmayalım zor günler dayanışma ile omuz
omuza vererek geçer” dedi.
Odunpazarı Belediyesi’nin Türkiye’ye
örnek olan sosyal yardım modeli ‘Halk
Market’ 6 yaşında. ‘Yoksullukla Mücadele
Günü’ olan 17 Ekim 2015 tarihinde açılan
Halk Market, açıldığı günden günümüze
kadar 2 milyon 366 bin 933 TL yardım
yaptı. Bin 667 ailenin yardımına koşan Halk
Market, COVİD 19 salgınında da ihtiyaç sahibi
vatandaşların yanında olmayı sürdürdü.
Dünya Yoksulluk Günü ile ilgili açıklama
yapan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım
Kurt, yoksulluğun temel sebebinin gelir dağılımındaki
adaletsizliklerden kaynaklandığına
dikkat çekti. Başkan Kurt, “İhtiyaç sahibi
hemşehrilerimizin yanında olmayı sürdüreceğiz”
dedi.
HER TÜRLÜ YARDIM
SAĞLANABİLİYOR
İhtiyaç sahibi vatandaşlara erzak kolisi göndermek
yerine, ihtiyaç duydukları ürünleri
kendilerinin seçmesini sağladığı sosyal yardım
modeli olan Halk Market, 6 yaşına girdi.
Sosyal Demokrat Belediyeler Birliği (SODEM)
tarafından 2018 yılında yapılan yarışmada
"En iyi Sosyal Proje" olarak seçilen Halk
Market’te, belediyeye bağış olarak verilen
gıda, temizlik, giyim ve yakacak maddelerini
niteliklerine uygun koşullarda depolanarak,
ihtiyaç sahiplerinin yararlanması sağlanıyor.
İnsan onuruna yakışır bir sistem olan Halk
Market bu güne kadar 2 milyon 366 bin 933
TL’lik yardım yapıldı. Halk Market’ten bugüne
kadar bin 667 aile faydalandı. Odunpazarı
Belediyesi’nin geliştirdiği ve Türkiye’ye
örnek olan Halk Market’ten İhtiyaç sahibi
vatandaşlar, verilen Halk Kart ile alışverişlerini
yapabiliyor.
24
SALGIN
DÖNEMİNDE
HALKIN YANINDA
Koronavirüs salgını sürecinde
bin 857 kişinin yararlandığı
Halk Market’ten, bin 743 kişiye
temizlik, dezenfektan ve
kolonya yardımı yapıldı. 65
yaş üstü ve dezavantajı nedeni
evden çıkmayacak durumda
olan 240 kişinin de
evine yardım götürüldü.
AÇLIK SINIRI 3 BİN
LİRAYA DAYANDI!
17 Ekim’in Dünya Yoksullukla
Mücadele Günü olduğunu söyleyen
Başkan Kurt, bu günün
aynı zamanda Odunpazarı
Belediyesi’nin sosyal yardım
modeli olan ‘Halk Market’in
kuruluş günü de olduğunu
vurguladı. Açıklamasında Birleşik
Kamu İşgörenleri Sendikaları
Konfederasyonu’nun
(Birleşik Kamu-İş) açlık ve
yoksulluk sınırı ile ilgili yaptığı
açıklamaya da değinen
Başkan Kurt, yaşanan yoksulluğun
temel sebebinin gelir
dağılımındaki adaletsizliklerden
kaynaklandığını belirtti.
Birleşik Kamu İş’in son bir
yılda açlık sınırının ‘dört kişilik
bir aile için yüzde 14,1 artarak
2 bin 949 liraya
yükseldiğini’, ‘yoksulluk sınırının
ise 10 bin 602 liraya
çıktığını’ açıkladığına dikkat
çeken Başkan Kurt, yurttaşların
bankalara olan borcunun
bu yılın ilk 9 ayında yüzde
36,5 oranında artarak 806
milyar liraya yükseldiğinin altını
çizdi. Salgın nedeniyle
gelir kaybına uğrayan, bu nedenle
de borçlanmaları teşvik
edilen yurttaşların bankalara
ve finansman şirketlerine
olan tüketici kredisi ve kredi
kartı borçlarının arttığını kaydeden
Başkan Kurt, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’ndan
yapılan açıklamaya göre,
yurttaşın borcu 18-25 Eylül haftasında 4,9
milyar lira artarak 806,2 milyar liraya yükseldiğini
de dikkat çekti.
EŞİT YURTTAŞ ESASLI
DAĞILMASI GEREKEN
KAYNAKLAR SADECE
YANDAŞLARA AKMAKTA
Yoksulluğun temel sebebinin gelir dağılımındaki
adaletsizliklerden kaynaklandığının altını
çizen Başkan Kazım Kurt, “Başta fırsat
eşitliği olmak üzere her türlü eşitliğin sağlandığı
yurttaş temelli yaklaşım yoksullukla
mücadelenin en temel faktörü olacaktır. Ülkemizdeki
yoksulluğun en büyük nedenlerinden
birisinin de yolsuzluk olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bir taraf yolsuzluklar
ile servetine servet katarken, eşit yurttaş
esaslı dağılması gereken kaynaklar sadece
yandaşlara akmakta, azınlık zengin olurken,
büyük çoğunluk yoksulluğa mahrum bırakılmaktadır”
diye konuştu.
BAŞKAN KURT’TAN
DAYANIŞMA ÇAĞRISI
Odunpazarı Belediyesi olarak ihtiyaç sahibi
vatandaşların yanında olmaya devam edeceklerinin
altını çizen Başkan Kurt, dayanışma
çağrısı da yaptı. Halk Market’in “Sağ
elin verdiğini sol el bilmemeli” düsturu ile
hareket ettiğine dikkat çeken Başkan Kurt,
“Daha çok ihtiyaç sahibi hemşehrimizin yardımına
koşabilmemiz için, duyarlı iş insanlarının,
esnafımızın, hemşehrimizin Halk
Market’e bağışta bulunmaları gerekiyor.
Unutmayalım zor günler dayanışma ile omuz
omuza vererek geçer” dedi.
25
Etkilendikleri film
Özgürlük Yolu filminden
etkilenen çiftin kendilerini
özgür kılma hikayesi
yaşamlarını
şekillendirdi
‘Özgürlük Yolu’ filmi 1940 yılında Sovyet Rusya’ya
bağlı Sibirya çalışma kampından, özgürlükleri için
kaçtıktan sonra 4.000 mil yürüyerek Hindistan’a
ulaşan esirlerin, yaşadıkları macera ve dramı ustalıkla
anlatan yaşanmış bir yol öyküsü…
İşte bu öykü onlara ilham oluyor.
Tası tarağı toplayıp bir zaman
sonra kendilerine mutluluk
vermeyen işleri de geride bırakarak
Erzincan’dan Eskişehir’e
yol alıyor Meltem Can ve
Birtek Can çifti…
Ve burada sıfırdan yepyeni
bir hayata başlıyorlar.
Eskişehir’de İstiklal Mahallesi’nde
bulunan bir ara sokakta
minicik, tatlı mı tatlı
butik bir cafe açıyorlar.
Adını da Meli Coffe Co. koyuyorlar.
Yanından yürüyen o yabancı,
geçtiğin o sokak bile tesadüf
değildir derler ya…
İşte bende öyle ansızın, cafenin
bulunduğu sokaktan geçtiğim
bir an tanışıyorum bu
güzel çiftle…
Özgürlüğü ilham alarak yola
çıkan bu çift ayrı bir dikkatimi
çekiyor.
Çünkü…
Ne kadar ‘özgürce’ değil mi?
‘Özgürlük’ kokan her şey de samimi ve estetik değil
mi?
İçeriye bir giriyorum ki bayılıyorum mekana…
Temiz, sıcacık, cana yakın…
Cafenin başka bir özelliği de her burcun damak tadına
göre tercih ettiği
hatta vazgeçemediği
bir kahve olduğunu
söylüyorlar ve isteyenlere
öyle de hizmet
veriyorlar.
Bir duvara da filmde
geçen bir sözü alıntı
yapmışlar:
“Mutluluk sadece paylaşılınca
gerçektir.”
Meltem Hanım cafenin
hikâyesini anlatırken
şöyle diyor:
“Biz kahvemizi yudumlarken
paylaşacağımız
mutluluğun;
gerçek olacağına inanıyoruz.”
Yürekten inandıktan
sonra gerçek olmayan
ne olabilir ki diye geçiriyorum
içimden ve sıcacık,
mis gibi kahve
kokan ortamda sohbetime
başlıyorum Meltem
Hanım ve Birtek
beyle…
Bayıldım bu tatlı cafeye… Sizi tanıyalım mı ilk
olarak?
Merhaba. Özgürlük yolunda Eskişehir’i mesken
bilip yuva edinmiş bir çiftiz; Meltem ve
Birtek… Yolda öğrendiklerimizi sizlerle paylaşmak
ve bunu kahve ile taçlandırmak için
yola çıktık. Ben, 1996 Konya doğumlu grafik
tasarımcısıyım. Eşim 1989 Bursa doğumlu
gıda-market işletmecisi… Zaman içerisinde kesişen
yollarımız 2018 de evlilik kararımız ile
birleşti. 2 yıllık birlikteliğimiz sonucunda kahveye
olan aşkımız ve bağımlılığımız bizi bulunduğumuz
konuma getirdi.
26
Nasıl çıktı bu fikir? Eşinizle birlikte mi açtınız?
Evet. Eşim ile birlikte almış olduğumuz ortak
bir fikir. Kahveye olan tutkunluğumuz kahveye
olan merakımızı artırdı. Bu merak sonucunda
kahve içmekten ötesini yapmak
istiyorduk; Çeşitli kahve ekipmanları ile tanıştıktan
sonra, kahve çekirdekleri, demleme
yöntemleri, öğütme dereceleri diye kahvenin
hayatımızdaki yeri çoğalıyorken evimize
gelen misafirlerimize kahve yapmakta bize
bir süre sonra yetmemeye ve deneyimlediğimiz
tarifleri, daha fazla konuklarımız ile paylaşma
kararı aldık. Tüm bu süreç sonunda
farklı bir şehirde farklı kahve çekirdekleri ve
farklı demleme teknikleri ile Meli Coffee Co.
ortaya çıkmış oldu.
Ara sokakta minicik, tatlı bir mekân. Ara sokağı
tercih etme nedeniniz ne oldu?
Cevap aslında sorunun ta kendisinde; cadde
üzeri mekânlar zaten belirli bir yoğunluğu taşımakta,
insanlar bu yoğunluktan kaçıp, uzaklaşabileceği
mekân arayışı içerisindeler.
Nereden baksak artık kahvecilerin çoğu ara
sokakta kendine has konuklarına hitap etmekte…
Kendiyle baş başa kalmak isteyen,
sakin bir ortamda kitabını okumak isteyen,
ses kalabalığının olmadığı yerde arkadaşlarıyla
sohbet etmek isteyen,
yahut sadece kahve üzerine sohbet
etmek isteyen insanlar için ara sokakta
olmak bizim büyük bir avantajımız.
“KAHVE İNSANLIĞIN EVRENSEL DİLİ-
DİR”
Kahve bir kültür müdür?
Kahve bir kültürdür. İnsanlığın evrensel
bir dilidir. Her toplum kendi geçmişi
ile harmanladığı kahveyi,
kültürünün vazgeçilmez bir parçası
haline getirmiştir. Bununla birlikte
kendi kahve usullerini oluşturmuşlardır.
Bizler 15. 16. yüzyıllarda Türk
Kahvesi kültürünü oluştururken, en
ince düzeyde çekilmiş kahveyi soğuk
su ile kısık ateşte pişirmeyi usul edinmişiz.
İtalyanlar bizim aksimize buharla basınçlı
kaynamış suyu öğütülmüş kahveden geçirerek
kahve demlemeyi usul edinmişlerdir.
İşletmeniz de ne tür seçenekler var?
İşletmemiz olan Meli Coffee Co’da espresso
bazlı sıcak-soğuk kahveler, kendi geleneğimiz
olan Türk kahvesi ve çeşitleri, özel demleme
kahveler, kahve yanına eşlik eden tatlılarımız
mevcut. Konuklarımızın Meli Coffe Co’ da içtikleri
kahveyi, günün her saatinde kendileri
evde yapabilmeleri için internet üzerinden
ulaşabilecekleri paketli kahve satışlarımız
yakın zamanda yer alacaktır.
“ÖZGÜRLÜK YOLU FİLMİ BİZE İLHAM OLDU”
Duvardaki tasarımlara da bayıldım. Tasarım
nasıl oluştu?
Biz çok gezmeyi ve çok film izlemeyi seven
iki insanız. Doğaya aşık olan ruhlarımızı cezbeden
“Into the Wild”( Özgürlük Yolu) filmi
çıkış noktamız oldu. Jon Krakauer’in 1996 yılında
çok satanlar listesinde yer alan kitap
Christopher Mccandless’i anlatıyor. Sean Penn
yönetmenliğinde sinemaya aktarılmış. Bu
film, bizim hayatımızın büyük bir kısmında
yer etmiş ama bir zamandan sonra bize zevk
vermeyen işlerimizi bırakıp Meli Coffee
Co’nun kurulmasına ve Erzincan’dan Eskişehir’e
taşınmamıza öncü olmuştur. Bu sebeple
giriş duvarımızda daha önceleri Alaska’da bulunan
terk edilmiş bir otobüsü ev edinen,
Christopher’in hikayesini resmettik karşı duvarda
ise filmin adı ile film içerisinde geçen
bizim hayat mottomuzu yansıtan “ Happines
is only real when shared.” – “ Mutluluk sadece
paylaşılınca gerçektir.” yazmaktadır. Biz, kahvemizi
yudumlarken paylaşacağımız mutluluğun;
gerçek olacağına inanıyoruz.
Eskişehirlilerin ilgisi nasıl?
Eskişehir halkı sevecen, misafirperver bir ev
sahibi gibi, bizi sevip kucakladı. Kahve dükkanımızı
ziyarete gelen konuklarımız memnun
bir şekilde ayrılıyorlar buradan. Günden güne
uzunca sohbetlerimizin olduğu güzel dostluklarımızın
oluşmaya başladığını görüyoruz.
Gelenlerin tepkileri nasıl oluyor?
Çay kültürünün baskın olduğu bir toplum içerisindeyiz.
3. dalga kahvecilik; kahveye derin
anlamlar yüklenen saygı dönemi… Tercih edilen
çekirdek ve demleme yöntemi kahvenin
tadına farklı bir boyut katıyor. Gelenekselleşmiş
olan tatlardan uzaklaşmak istemeyen neslin
bizimle uzaktan merhabalaştığını
söylemekte zorlanmayız. Oysaki gençler yeni
tatlar keşfetmeyi ve öğrenmeyi isteyen ilk
grup içerisinde yer alıyorlar. Hali hazırda
kahve kültürü ve damak tadı alışkanlığı olan
konuklarımız ise keşiflerine yenilerini eklemek
için bizi ziyaret ediyorlar.
“KADINLAR İŞ HAYATINA ENTEGRE OLUYOR”
Kadın girişimci olarak diğer kadınlara ne tavsiye
edersiniz?
Kadınlar tarafından kurulan şirket sayısında
artış söz konusu. Hem ülkemizde hem de
dünya genelinde bizlere annelik ve eşlik vazifesi
biçilmesi yaygın bir tutum. Ancak son zamanlarda
tüm bu kalıpları yok sayıp
kadınların iş hayatına daha çok entegre olmaya
başladıklarını görüyoruz. Bu durum bir
kadın girişimci olarak beni mutlu etmekte ve
birbirimize olan bağlılığı artırmaktadır. Neyi
yapmaktan zevk aldıklarını ve neye aşk ile
bağlı olduklarını bulmalarını, bolca okuyup
hayallerinin peşinden gitmelerini, en küçük
başarılarını dahi kutlamalarını tavsiye edebilirim.
“BURÇLARIN DAMAK TADINA GÖRE KAHVE
LEZZETLERİ”
Sizin işletmenizin ilginç bir özelliği daha var
aslında değil mi? Her burcun damak tadına
göre kahve seçeneğiniz var? Öğrenelim mi
hangi burç neyi sever?
Elbette… Tek tek söyleyeyim.
KOÇ: Koç tam bir sabırsız olduğu için kahvesini
hemen alıp içmek ister. Klasik bir kahve
olan filtre kahveyle gününü başlatabilir, geçirebilir
hatta bitirebilir bile… Bazen günde kaç
bardak içtiğini bile sayamaz.
BOĞA: Değişimden pek hoşlanmayan ama
damak tadını da iyi
bilen burç kesinlikle
Boğa. Sabit fikirli olan
Boğalar, Americano'dan
vazgeçemezler.
Buzlu ya da sıcak fark
etmez, onlara Americano
olsun yeter!
İKİZLER: İkizler, sosyalleşmeyi
çok severler
ve çift yönlü
kişilikleri ile tanınırlar.
enerjik, yaşam dolu ve
sosyal İkizler burcunun
favori kahvesi de
tıpkı kendisi gibi renkli
bir tada sahip olan
Frappe olacaktır.
YENGEÇ: Empati yeteneği
ve evcimen oluşu
ile nam salmış burçlardan olan Yengeçler
aynı zamanda oldukça da hassaslardır.
Bu burcun ideal kahvesi ise
kesinlikle Cappuccino'dur.
ASLAN: Gösterişi ve eğlenmeyi çok
seven Aslan burçları, hayat dolu olmasıyla
da bilinirler. Liderlik etmeyi
çok seven Aslanlar, kendileri gibi gösterişli
olan Macchiato'ya bayılırlar.
BAŞAK: Başak burçları sadeliğin ve
zarafetin temsilcilerindendir. Abartıdan
uzak durmayı seven Başaklar,
hafif içimli tadı ve gösterişsiz ama
lezzetli sunumuyla Latte ile özdeşleşirler.
TERAZİ: Terazi burçları, güzellik ve
keyif için yaşarlar. Onlar için beyaz çikolatalı
mocha'dan daha iyi bir kahve düşünemiyoruz.
Bembeyaz köpüğü ile estetik görünen ve tatlı
lezzeti ile de damaklara keyif veren mocha,
Teraziler için en ideal kahve.
AKREP: Tutkunun burcu olan Akrep, kahvesinde
de hayatındaki tutkuyu ister. Bu yüzden
yoğun ve nefis flat white onlar için harika bir
seçenektir.
YAY: Yay burçları özgürlüğün simgesidir.
Kendi özel hayatlarına ve özgürlüklerine çok
düşkün olan Yaylar için en ideal kahve espresso
olacaktır; sert, leziz ve enerjik.
OĞLAK: Zodyak'ın en geleneksel burcu olan
Oğlak, kahvesinde de bu geleneksel tutumdan
vazgeçmeyecektir. Yanında lokumu ya da çikolatası
ile Oğlaklar için en ideal kahve bol
köpüklü Türk kahvesidir.
KOVA: Sürekli düşünen, mantığın simgesi bir
burçtur Kova. Bu burca en yakın kahve ise bol
çikolatalı, buzlu bir frappucino'dur.
BALIK: Zodyak'ın en duygusal burçlarından
biri olan Balık, kahvesinde de romantizmi
arar. Balık burçları için en ideal kahve içerken
insanın içini sıcacık yapan karamel macchiato'dur.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ziyaretiniz ve bu hoş sohbetiniz için size teşekkür
ederiz. Güzel dostluklarımız ve sonsuz
kahve için kapılarımız her daim açıktır. Bol
kahveli günleriniz olsun.
RÖpoRtAj
Özge Zaim Sarıoğlu
27
Engelliler Montaj Atölyesi’nin birinci
Tepebaşı Belediyesi ve Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi
(EOSB) iş birliğinde hizmet veren Engelliler
Montaj Atölyesi birinci yılını kutluyor.
Atölye bünyesindeki zihinsel engelli bireylerin
ürettiği parça sayısı ise bir
yılda 836 bin 178’ye ulaştı.
Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın “hobi değil, istihdam” sloganı ile hayata
geçirdiği çalışmalar; özel bireylere öğrenme, üretme ve kazanma imkanı sağlıyor.
Projeler kapsamında özel bireyler uzman eğitmenler gözetiminde öğreniyor,
üretiyor, istihdam ediliyor ve kazanıyor. Engelliler Montaj Atölyesi’ndeki özel
bireyler de, aldıkları eğitimlerin ardından üretime katkı verirken, düzenlenen birçok
etkinliğe de katılarak sosyal becerilerini geliştirme imkanı buluyor.
Tepebaşı Belediyesi ile
Anadolu Üniversitesi’nin
modelini oluşturduğu
ve Türkiye’de bir
ilk olarak Ağustos
2014’te Yaşam Köyü’nde
faaliyete geçirilen
İbrahim Ethem
Kesikbaş Engelliler
Montaj Atölyesi’nin ardından
yine bir ilk olarak
Tepebaşı Belediyesi
ile EOSB iş birliğinde,
ilk kez bir engelliler
montaj atölyesi bir organize
sanayi bölgesi
içinde hayat buldu. Tepebaşı
Belediye Başkanı
Dt. Ahmet Ataç ve
Eskişehir Organize Sanayi
Bölgesi Yönetim
Kurulu Başkanı Nadir
Küpeli’nin girişimleri ile
9 Ekim 2019 da faaliyete geçirilen engelliler
montaj atölyesi, tam bir yıldır özel bireylere
ev sahipliği yapıyor.
Özel bireyler yeni yerlerinde de uzman eğitmenler
gözetiminde öğreniyor, üretiyor, istihdam
ediliyor ve kazanıyor. Engelliler
Montaj Atölyesi’ndeki özel bireyler, aldıkları
eğitimlerin ardından üretime katkı verirken,
düzenlenen birçok etkinliğe de katılarak sosyal
becerilerini geliştirme imkanı buluyor.
Bünyesindeki bireylerin gösterdiği gelişim
ve başarı ile de dikkat çekmeyi sürdürdüğü
atölye, gençlerin Eskişehir’de faaliyet gösteren
fabrikalarda istihdam edilmesini de sağlıyor.
Açılışının üzerinden sadece bir yıl geçen
28
atölyedeki 14 özel birey, büyük bir başarıya
imza atarak, pandemi dönemindeki önlemler
çerçevesinde, 836 bin 178 adet parçanın
üretimini tamamladı. Kit sıralama, profil, su
tahliye borusu kapakları, beyaz eşya arka
destek parçası, ocak düğmesi, menteşe pimi,
led, köşe koruyucu, hazne kapağı, menteşe,
ayarlı ayak, ocak sabitleme ve ocak yedek
parçası gibi malzemelerin montajını yapan
bireyler, imkan verildiğinde ne kadar başarılı
olabileceklerini de bir kez daha ispatlamış
oldu. Bireylerin ürettiği parçalar,
Starplast Plastik, Anot, Kafaoğlu, Tanatar ve
Can Conta fabrikalarında üretime dahil oluyor.
ÜRETENE ENGEL YOK
"Üretene engel yok” sloganı
ile faaliyet gösteren
atölye bünyesindeki bireyler,
fabrikalarda istihdam
edilmeye de devam
ediyor. 1 yıllık sürede 8
özel birey, çeşitli fabrikalarda
üretime verdikleri
katkı ile iş gücüne
katılmayı başardı.
Eskişehir’de Tepebaşı
Belediyesi ve Eskişehir
Organize Sanayi Bölgesi,
özel bireylere üretmeleri
için fırsat sunarken; bu
azmin diğer fabrikalara
ve organize sanayi bölgelerine
de örnek olması
bekleniyor.
“ÖRNEK OLMASINI
DİLİYORUM”
Projeye ilişkin değerlendirmesinde özel bireylerin
azimle ve profesyonelce çalıştığına
dikkat çeken Başkan Ataç, “Türkiye’nin popülasyonuna
baktığınızda engellilerimizin
oranı yüzde 12-13 civarında. Gençlerimizin
çalışmaya ihtiyacı var. Çalışmak onlara öyle
iyi hissettiriyor ki; azimle ve profesyonelce
çalışıyorlar ve çok mutlu hissediyorlar. Onlar
bizim yüz akımız. Bu tip projelerimiz ile özel
gençlerimize fırsat eşitliği sağlarken ekonomik
getiri de kazandırmış oluyoruz. Bu sayede
gençlerimiz toplum içindeki yerlerini
biliyor, becerileri gelişiyor, özgüven kazanıyor
ve ekonomik getirileri oluyor. Projelerimizde
bu değerlere yer vermeyi çok önemli
buluyoruz. Üstelik istihdam edilen gençleri-
yılında, özel bireyler tam 836 bin 178 parça üretti
mizin sayısı arttıkça biz de
çok mutlu oluyoruz.
OSB’de yer alan atölyemizi
birlikte hayata geçirdiğimiz
EOSB Başkanı Sayın
Nadir Küpeli’ye ve bu projede
bizlere destek olan
fabrikalara da teşekkürlerimi
sunuyorum. Bu güzel
çalışmanın, diğer OSB yönetimlerine
de örnek olmasını
diliyorum” sözlerini
kullandı.
“BİRÇOK GENCİMİZİ
ÇEŞİTLİ FABRİKALARDA
İSTİHDAM ETTİK”
Eskişehir Organize Sanayi
Bölgesi Yönetim Kurulu
Başkanı Nadir Küpeli bir
yıl içerisinde çok sayıda
gencin OSB’de istihdam
edildiğini aktararak, “Geçtiğimiz
sene Tepebaşı Belediye
Başkanımızdan
böyle bir öneri gelince çok
heyecanlanmıştık. En iyi
nasihat örnek olmaktır
düsturuyla bir proje yapalım
ve birçok kişiye de
örnek olsun istemiştik. Engelliler
Montaj Atölyesini
2019 yılında sayın başkanımızın
büyük katkılarıyla
hayata geçirdik ve burada
yaptıklarımız ülkemize
örnek oldu. Bugün bir yılı
geride bıraktık. Bu bir yıllık
süre içerisinde birçok
gencimizi çeşitli fabrikalarda
istihdam ettik. Gençlerimizi
burada üretici hale
getirdik ayrıca ailelerine
nefes alacak ve kendi işleriyle
uğraşacak büyük bir
zaman kazandırmış olduk”
ifadelerinde bulundu.
“TÜRKİYE’YE
YAYILMASININ GAYRETİ
İÇERİSİNDEYİZ”
Projenin Türkiye’ye yayılması
gayreti içerisinde olduklarını
söyleyen Başkan
Küpeli, “Montaj atölyemiz
modern ve çağdaş bir şehirde
olması gereken merkezlerden
biridir. Bu
merkezlerin her yerde olması
gerekiyor. Çoğu şehirde
ve yerde evlere
kapanıp kalan gençler, Eskişehir’imizde
böyle
önemli bir merkez sayesinde
eğitilerek üretici
hale gelmelerinin, yanı sıra
aynı zaman onların sosyalleşmesine
ve gelişmelerine
de katkı sağlamaktayız. Bu
tür atölyelerin bütün Türkiye’ye
yayılması için organize
sanayi bölgesi
olarak gayret içerisindeyiz”
diye konuştu.
29
İklimsel özellikler balığın kalitesini,
tadını ve miktarını etkiler. Belli aylarda
bazı balıklar daha fazla tutulurlar. Her
balığın yağlandığı bir ay vardır ve
balıklar yağlanınca etleri de çok lezzetli
olur. Genelde yağlı balıkların ızgarası,
yağsız balıkların ise kızartması yapılır.
Balık alırken dikkat edilecek en önemli
şey balığın taze olmasıdır. Taze balığın
solungaçları kırmızı, derisi gergin, gözleri
parlak ve dışa doğru, pulları sıkı,
kuyruğu da dik olur. Tabii en önemlisi
balık alırken balık takvimine göre seçim
yapmaktır.
Balık takvimi hangi balığın, hangi ayda
gerçek lezzetine ulaştığını ve
tüketilebileceğini gösteriyor.
Ocak
Kefal ve hamsi tam olarak yağlanmıştır.
Lüfer, palamut, uskumru ve istavrit halen
lezzetlidir. Çinekop, kofana ve mezgit
boldur. Tekir ve kırlangıç çok tutulur.
Barbunya, kılıç, mercan ve sinarit az tutulur.
Şubat
Kalkan mevsimi başlamıştır. Tekir gene
boldur. Uskumru, lüfer ve palamut artık
yağını kaybetmeye başlamıştır. Gümüş
balığı ve kefal lezzetlidir. Hamsi artık
30
yağını ve lezzetini kaybetmektedir.
Ayrıca istavrit, zargana, mezgit yine
tezgâhlardadır.
Mart
Kefal, levrek ve kalkanın en lezzetli
olduğu zamandır. Uskumru artık çiroz olmaya
yüz tutmuştur. Gümüş balığı artmaya
başlar. Lüfer ve palamut yağını
kaybetmiştir, tava ve pilaki yapılmaya uygundur.
Kofananın ızgarası olur. Minakop
ve tekir her zaman olduğu gibi
lezzetlidir. Barbunya bol miktarda
çıkar ve çok lezzetlidir.
Nisan
Balık türlerinin bol olduğu bir dönemdir.
Kalkanın en lezzetli ve en bol olduğu
zamandır. Eşkinanın sezonu başlar çok
lezzetlidir. Mercan, levrek, kılıç ve
kırlangıç bollaşır. Dolayısıyla diğer aylara
oranla daha ucuzdur. Gümüş, kefal,
mezgit, tekir ve barbunya lezzetlidir ve
çok tutulur. Zargana bu ayda da devam
eder.
Mayıs
Levrek, barbunya, dil balığı, tekir, kılıç,
kırlangıç ve iskorpit fazla çıkar ve
lezzetlidir. Uskumru, torik, palamut,
hamsi ve istavrit artık yağını
kaybetmiştir. Kefal halen lezzetlidir.
Mezgitin halen zamanıdır.
Haziran
Verimsiz dönem başlamış, balıklar
azalmıştır. Mezgit, levrek ve biraz barbunya
çıkar. Bu ayda en lezzetli balık
karagözdür, yağlanıp lezzetlenmiştir.
Kırlangıç da lezzetlidir. Tekir, barbunya,
gelincik, mercan, sinarit ve eşkina bulunur.
Fakat pahalıdır.
Temmuz
Balığın en az olduğu aydır. Sardalya
mevsimi başlamıştır, Ekim ortasına
kadar yenebilir. Sardalyanın asma
yaprağı içinde ızgarasının tam
zamanıdır. Kolyoz, istavrit, uskumru,
tava ve haşlamaya elverişlidir. Tekir ve
barbunya yine lezzetlidir. Levrek ve
çipura vardır, mezgit ve istavrit az da
olsa bulunur.
Ağustos
Çingene palamudu sezonu başlamıştır.
Sardalyanın en lezzetli zamanlarıdır.
Kılıç, mercan, sinarit gayet lezzetlidir. İzmarit
de yağlanmış lezzetlenmiştir.
Eylül
Balık sezonu açılmıştır. Sardalya ve kılıç
lezzetlidir. Palamut yağmur suyunu
yedikçe irileşmiştir. Aynı zamanda
bollaşmıştır. Lüfer sezonu
yaklaşmaktadır, biraz pahalıdır. Kolyoz,
izmarit ve istavrit lezzetlidir. Kırlangıç
bolca çıkar.
Ekim
Geçici olarak yazın Karadeniz'de beslenen
balıkların Marmara'ya göçe
başladıkları aydır. Bu yüzden bol miktarda
tutulur. Lüfer lezzetini kazanmış,
istavrit de yağlanmıştır. Palamut boldur.
Barbunya ve tekirin en yağlı ve lezzetli
zamanıdır. İzmarit, sardalya, levrek, mercan,
torik, sinarit ve eşkina hem bol hem
de lezzetlidir.
Kasım
Verimli ve bol balıklı bir aydır. Uskumrunun
en iyi zamanıdır. Torik artmıştır,
lakerdası yapılır. Pisinin en lezzetli
olduğu aydır. Lüfer, eşkina, çinekop,
palamut, torik, zargana, levrek, mezgit
ve istavrit bol miktarda çıkar ve de çok
lezzetlidir. Hamsi de çıkmıştır ve çok
lezzetlidir.
Aralık
Hamsi, tekir, palamut, lüfer, çinekop, barbunya,
mezgit, istavrit bol ve lezzetlidir.
Uskumru, lüfer, palamut ve torik yağlıdır
ve her türlü yemeği yapılır. Hamsi de
lezzetlidir.
31
Kale, şehrin her
yerinden görülebiliyor.
HEYKELLER ŞEHRİ
Gezi
ZEKİ
PEKGENÇ
Demirperde’nin yıkılmasının ardından,
Çekoslovakya’nın 1993 yılında kadife
ayrılık ile ikiye bölünmesi sonrasında
doğan iki küçük devletten birisi Slovakya
Cumhuriyeti. Ülkenin başkenti Bratislava
hikâyeleri olan heykelleri ile meşhur.
Budapeşte ve Viyana’nın arasında, Viyana’ya
sadece 70 kilometre uzaklıkta ve Tuna Nehri
kıyısında bulunan Bratislava turizmden
önemli bir gelir elde etmekte. Tuna Nehri üzerinde
yapılan gemi turlarının tamamı buraya
mutlaka uğruyor. Şehir, her yıl
nüfusunun iki katı turisti ağırlıyor. Fazla
büyük olmayan Bratislava’nın turist çeken
bölgesi Old Town, yani “eski şehir”. Yaya
olarak gezilebilen bu bölge de hayli küçük.
Salt burada dolaşırsanız bir başkentten daha
ziyade turistik şirin bir orta çağ kasabasında
bulunduğunuz sanısına kapılabilirsiniz.
Bratislava’nın önemli bir özelliği iki ülkeye birden,
Avusturya ve Macaristan’a komşu
başkent olması. Dünya’da iki ülkeye birden
komşu olan sanırım tek başkent. Şehrin tepesindeki
kaleden çıplak gözle Avusturya ve
Macaristan topraklarını görebiliyorsunuz.
Şehre yukarıdan 360 derece bakan Bratislava
32
Kalesi’ne nostaljik mini trenle veya özel imal
ettirilmiş turist taksileri ile de çıkabilirsiniz.
Tuna Nehri’nin 85 metre yükseğinde inşa
edilmiş bu kale şehrin her bölümünden
görülebiliyor. Yaklaşık beş asır boyunca,
değişik medeniyetler bu tepede kale yıkıp
savunma amaçlı yeni kale inşa etmişler.
Tamamen onarılıp yeniden düzenlenen, her
yeri beyaza boyanmış kale şimdi bir müze.
Kaleden eski şehre indiğinizde hala ayakta
olan eski şehir surlarında mevcut dört
kapıdan biri olan Michael Kapısı’ndan
(Michale Kulesi’nden) geçip Bastova Caddesi’ne
giriyorsunuz. Her ne kadar adı cadde
olsa da aslında ortaçağdan kalma dar bir
sokak. Çok hareketli bu sokakta şık barlar ve
restoranlar bulunuyor ve de doğal olarak
hediyelik eşyalar satan dükkânlar. Tezgâhlardaki
magnetlerin en göze çarpanı Cumil
Heykeli betimlemesi. Sokağın başlangıcında
“Sıfır Kilometre Taşı” bulunuyor; metal bir
çerçeve içinde belli başlı yerlerin hangi istikamette
ve Bratislava’ya ne kadar uzaklıkta
olduklarını gösteriyor. Bundan, İstanbul’un
1.231 kilometre uzakta olduğunu anladık.
Komünist dönemde tüm Demirperde
ülkelerinin
Politbüro
elemanlarının
yetiştirildiği
şehir
olduğunu
duyduğum
Bratislava,
şimdi batılı
turistlerin ilgisini
çekmek
adına adeta
yeniden
yaratılmış.
Tarihi yapıları
Şehir turu yapan iki vagonlu
özel yapım sıra dışı taksiler.
restore ederek
korumuşlar.
Harika barok
mimarisiyle Eski Ulusal Slovak Tiyatrosu bunlara
bir örnek.
Avrupa’nın ortasında ve Tuna Nehri’nin
stratejik bir bölgesinde konumlanmış olan
Bratislava ve şimdiki adıyla Slovakya
yüzyıllar boyu, batıdan ve doğudan istilalara
maruz kalmış. Eski ismi Pressburg olan bu
yerde tarih boyunca dört kez, değişik
taraflarca Pressburg Antlaşması imzalanmış.
Bunlardan sonuncusu Fransa ile Avusturya-
Macaristan Krallığı arasındaki. Napolyon
burayı 1805 ve 1809 yıllarında iki kez ziyaret
etmiş. İlkinde bir antlaşma için gelmiş. İkincisinde
ise, Viyana’yı ve civardaki birçok şehri
almış olmasına rağmen, bir ay kuşattığı Pressburg’u
yani Bratislava’yı almak için gelmişse
de alamamış. Her yıl bu olayın anısına
şehirde değişik kutlamalar yapılıyormuş.
Yine bu olayın hatırlatılması adına eski şehrin
ortasındaki küçük Hlavne Meydanı’nın bir
tarafında bir bank üzerine kollarını dayamış
olan bir Napolyon askeri duruyor. Anlatılan
hikâyeye göre Hubert isimli bu asker
Şehrin hanımefendilerini
selamlayan Schöner Naci.
Bratislava’lı bir kıza âşık olup, Fransa’ya
dönmemiş ve burada kalıp köpüklü şarap
imal etmiş. Bugünlerde Slovakya’nın en ünlü
köpüklü şarap markası da “Hubert”.
GÜLÜMSETEN HEYKELLER
Eski şehirde dolaşırken sizi orta çağdan
kalma dar ve trafiğe kapalı sokaklarda gülümseten
heykeller karşılıyor. Bunlardan ikisi en
fazla dikkat çeken ve fotoğraflanan Cumil
Heykeli ile Schöner Naci Heykeli. Bir rögar
kapağından poz veren ve eski şehrin tekrar
gün yüzüne çıkışını tasvir eden ‘Cumil’ ya da
«man at work» tarihi sokakların kesiştiği bir
yerde duruyor. Bu heykelin bir kopyası da
Odunpazarı’nda. Bratislava'nın maskotu haline
gelmiş Cumil heykeli, hikâyesini bilmeden
bile insanın yüzünde bir gülümseme
oluşmasına neden oluyor. Bratislava'da zaten
küçük olan old town içerisinde gezerken
Cumil'i görmemeniz imkânsız. Bu şehre gelen
herkes bu heykelin fotoğrafını çekmeden
geçmiyor. Cumil'in iki farklı hikâyesi var. İlki
savaş sonrası yeniden inşa edilen şehrin dinlenen
işçilerini temsil ettiği yorumu. Diğer
hikâyeye göre ise burada çalışan bir kanalizasyon
işçisi biraz çapkın olduğu için sıklıkla
rögar kapağına çıkar gelip geçen
Bratislava'nın güzellikleriyle ünlü kızlarının
bacaklarına bakarmış. Güzellere meraklı
işçinin anısına bu heykel yapılmış. Cumil’in
kelime anlamı “izleyen”miş. Doğal olarak ikinci
hikâye benimseniyor.
HANIMEFENDİLERİ SELAMLAYAN NACİ
Eski şehrin merkezindeki meydanın bir
köşesinde şapkalı bir adam etrafa gülümseyerek
bakıyor. Bu adam Schöner Naci. Meydana
heykeli dikilen bu adam ne bir
politikacı, ne bir spor efsanesi. Naci, 20.
yüzyılın başında Bratislava’da yaşayan ve çok
bilinen bir figürmüş. Gerçek ismi Ignác Lamár
olan ve aslında çok fakir, sağlık açısından da
sorunlu olan bu adam, her şeye rağmen şık
giyinir, kadife şapkasını takar ve caddelere
çıkıp halkı; özellikle şehrin güzel
hanımefendilerini selamlarmış. Daima şık
giyinen yakışıklı Ignac bir kadına âşık olmuş
ancak kadın ona ilgi göstermemiş. Platonik
aşkı Naci’yi deliye döndürmüş. Sürekli elinde
çiçeklerle sokaklarda dolanıp dururmuş.
Bölge esnafı turistik bir simge haline gelen
Ignac’ı çok sever, bu hareketlerinden dolayı
ona yiyecek temin ederlermiş. Bir palyaçonun
oğlu olan Ignac, bugün heykeliyle de olsa
hala Bratislava’nın sevilen insanlarından.
Şehirdeki diğer heykellerin tamamı bronz
olmasına karşılık Naci heykeli gümüşten…
Eskişehir’de de 70’li, 80’li yıllarda, bildiğim
benzer simgesel kişiler vardı. Örneğin; elinde
makarası ile “Abidin” gibi, sürekli giydiği şık
western kıyafetleri ile akşamları Yalaman
Adası’ndaki çay bahçelerinde konserler
veren “Kovboy” gibi, yakalandığı kara sevda
sonrası rahatsızlanan ve Köprübaşı’nda,
Belediye Binası’nın önünde haftalık, siyasi
“Kim” dergisini satan (ne yazık ki adını
anımsayamadığım) beyefendi gibi.
Bir blok yazarı Bratislava hakkındaki
düşüncelerine şu paragrafı almış; “Öncelikli
olarak şehrin belki de en fazla fotoğraflanan
ögeleri sokaklardaki ikonik heykeller. Sosyal
medyada her yaz bir şekilde karşımıza çıkan
bu heykeller turistlerin kentte yoğun ilgi
gösterdiği noktalardan biri. Bratislava bu
Cumil’in ikizi
Odunpazarı
Meydanı’nda …
Bratislavalı
Cumil …
özelliğiyle ister istemez Eskişehir’i ve Yılmaz
Büyükerşen’i akıllara getiriyor. Heykeller
otoriteler tarafından Bratislava’nın tarihi caddelerine
yapılmış modern
dokunuşlar olarak tanımlanıyor. Biz
de sokaklardaki canlılığı artırdığı ve
ilgi çekici oldukları için Bratislava’nın
heykellerinin şehirle bütünleşebilen
sokak elemanları olduğunu
düşünüyoruz.”
Kişisel düşüncelerim de yukarıda
sözcüklerini aldığım Blok Yazarı paralelinde...
Eskişehir’e kent turizmi için
gelen hemen herkesin şehrin değişik
yerlerine serpiştirilen heykelleri
fotoğraflaması ve bu fotoğrafların
ülkenin sosyal medyasında, yazılı ve
görsel basında sürekli olarak yer alması, ne
derecede olumlu bir kent mobilyası
uygulaması yapıldığının göstergesi.
Bastova sokağından Michael
Kulesi’nin görünümü.
33
Yeni sezonun ilk maçı öncesi Rektör Prof. Dr
Fuat Erdal başarı dileğinde bulunmuştu.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
KALICI OLMAK İSTİYOR
Anadolu Üniversitesi yönetimi
takımın ligde kalmasını istiyor.
>>
2 yıl aradan sonra Kadınlar Hentbol Süper
Ligi’ne dönen Anadolu Üniversitesi sezona
zorlu fikstürün de etkisiyle iyi başlayamasa
da Kasım ayında çıkışa geçeceği
maçlara hazır hale geldi.
Anadolu Üniversitesi Kadın
hentbol takımımız iki yıllık
aranın ardından tekrar
Kadınlar Hentbol Süper Ligi’nde
boy gösteriyor. İlk haftalarda ki
zorlu maç periyodundan istediği
sonuçları tam anlamaıyla
alamayan ekibimiz özellikle
Kasım ayında çıkışı yakalayacağpı
maçlara çıkacak.
Sezona çok zorlu bir fikstür ile
başladıklarını ifade eden Kabadayı
“İlk 3 hafta maç yaptığımız
rakiplerimizin puan durumunda
ki yerleri ve hedefleri
ortada. Ben sporcularımızın
mücadelesinden memnunum.
Eksiklerimizi görmek adına iyi
bir periyot oldu. Artık bundan
sonra ki maçlarımıza konsantre
olacağız ve çıkışa geçeceğiz.
Daha önce de belirttiğim gibi
6.haftadan sonra çıkışa geçecek
bir Anadolu Üniversitesi izlettireceğimizden
kimsenin şüphesi
olmasın” dedi.
34
Hedef bu sezon ligde kalmak.
Ormanspor Eskişehir hentbolu için bir kazanç oldu.
İlimizde erkek hentbolunun canlanması adına Selkaspor’dan
doğan boşluğu iyi dolduran Ormanspor
şampiyonluk hedefiyle yoluna devam ediyor. Orman
Bölge Müdürü ve aynı zamanda kulüp başkanı Recep
Temel “Bizler Orman Genel Müdürlüğü’nün taşra çalışanlarıyız.
Genel Müdürlüğümüz 1971 yılından bu yana sporun
birçok dalında faaliyet gösteriyor. Özellikle son
yıllarda bayanlar ve erkekler basketbolda Süper Lig düzeyinde
güzel işler yapılıyor. Bizde bundan ilham alarak
Genel Müdürlüğümüzden aldığımız destek ile 29 Ocak
2020’de Eskişehir Ormanspor Kulübü Derneğini kurduk
ve çalışmalara başladık. Ardından hentbol takımımızı
kurduk. Çok yeni bir derneğiz. Amatörüz. Sözleşme imzaladığımız
arkadaşlarımızla ilk olarak gönül bağı üzerinden
çalışıyoruz. Sağ olsun Antalya’dan Fatih hocamızda
bizimle çalışıyor. Alçak gönüllü olarak lige girdik ama hedeflerimiz
var. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarak
Süper lige çıkmak istiyoruz. Özellikle önümüzde
ki sezondan itibaren ülke hentbolunda sesimizi
duyup Avrupa düzeyinde mücadele etmek istiyoruz”
dedi.
“O HAVAYI TEKRAR YAŞATACAĞIZ”
Takımın son durumu ve hedefler konusunda bilgi
veren Eskişehir Orman Spor Kulübü erkek hentbol
takımının baş antrenörü Mehmet Fatih Işık
“Orman Bölge Müdürümüz Recep Temel beye çok
teşekkür ediyorum. Çünkü gerçekten Eskişehir’de
bir spor kültürü var. Hentbolda da çok başarılı
geçmişi olan bir şehir. Daha önce ETİ, Polisgücü
ve Selka ile çok güçlü bir hava atmosfer vardı.
Daha sonra ne yazık ki Selka’nın kapanmasıyla
burada bir dinginlik oluşmuştu. Bunu tekrar Eskişehir
Ormanspor ile canlandırmayı hedefliyoruz.
Bunun içinde iyi çalışarak başarıyı da tekrar bu
şehre getirmemiz gerektiğinin farkındayız. Umut
ediyorum güzel işler yapacağız” dedi.
Ormanspor lige de iyi giriş yaparak şampiyonluğun
en büyük adaylarından biri olduğunu gösterdi.
ORMANSPOR
HAYAT VERDi
>>
İlimizin çiçeği burnunda kulübü Ormanspor Eskişehir’de
Erkek hentboluna tekrar hayat verirken, Selkaspor
ile tadı damağımızda kalan o heyecanı geri getirdi.
35
Sivrihisarspor 1.ligi istiyor.
Antrenör Bilal
Pakoğlu ve ekibi
mutlu sona inanıyor.
Zafer
inanlarındır
>>
Kadınlar Voleybol 2. Liginde Eskişehir’i
ilk kez temsil eden Sivrihisarspor sezona
müthiş giriş yaptı.
Temsilcimiz rakipleri
karşısında gösterdiği
performans ile
şampiyonluğun en büyük
adaylarından biri olduğunu
hissettirdi.
Sivrihisarspor Kadın
Voleybol Takımı 2.Lige
müthiş bir giriş yaptı. İlçe
takımı üst üste aldığı galibiyetlerle
rakiplerine de
göz dağı verdi.
Bu süreçte Sivrihisar Belediye
Başkanı Hamid Yüzügüllü,
Sivrihisarspor Kulüp
Başkanı Ahmet Alper Akdemir
ile kulüp yöneticileri
sürekli takımın yanında
yer aldı. Kadın voleybolcular
kalitelerini bu süreçte
sahaya yansıtınca işler de
oldukça yolunda gitti. Tensilcimizin
ligin sonunu
nasıl getireceği şimdiden
merakla bekleniyor.
File de iki takımımız var.
“Daha iyi olacağız”
İnanmış bir oyuncu grubuna sahip olduğunu
gösteren temsilcimizin özellikle
zirve yarışında ki rakipleriyle
oynayacağı maçlar merakla bekleniyor.
Antrenör Bilal Pakoğlu “Bizim gibi
yeni bir kulüp için sezona iyi başlamak
önemliydi. Oyuncularım her
maçta ciddiyeti elden bırakmayarak
sonuna kadar mücadeleden kopmadı
ve haklı galibiyetler elde ettik. Ama
oyun olarak daha iyisini ortaya koymak
adına çalışacağız. Her geçen
hafta gelişerek ilerleyeceğiz” dedi.
Ligi iyi bitirmek önemli.
Sezon sonunda
ipi
göğüslemek
istiyorlar.
Bu
yolda
omuz
omuza
ilerlemeye
devam
kızlar…
36
ŞAMPiYONLUK iÇiN KENETLENDiLER
Sivrihisar Belediye başkanı Hamid Yüzügüllü İlçe’nin spor
kulübüne verdiği destekle biliniyor. Yüzügüllü voleybol takımının
maçlarını tribünden takip ederken, başkan Ahmet Alper Akdemir
ve yönetimi tam kadro kadın voleybolcularımızın yanında.
Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid
Yüzügüllü kulübe desteğini esirgemiyor.
Sivrihisar Belediye Başkanı Hamid Yüzügüllü Sivrihisarspor’un
yanında olduğunu bu yıl bir kez daha gösteriyor.
Karşılaşmaları yakından takip eden Başkan
Yüzügüllü gidişattan oldukça memnun.
“Daha ilk maçta inanmış ekip gördüğünü ve
bundan mutluluk duyduğunu belirten
Başkan Hamid Yüzügüllü “Teknik heyet ve
oyuncularla birlikte Sivrihisarspor yönetimini
tebrik ediyorum. Sezon sonunda
inşallah şampiyonluk sevinci yaşayacağız.
Buna inancım tam” dedi.
Öte yandan Başkan Ahmet Alper Akdemir ve
arkadaşları kadın voleybolculara her maçta
yanlarında olduklarına hissettirdi. İlçe’ye sportif
etkinlikler kapsamında hareketlilik getiren yönetim
örnek tavırlarına da devam ediyor. Başkan
Akdemir müsabakaları izlemek isteyen ilimizde ki
voleybol antrenörler için maçlarda özel izin alarak
tribünde yer almalarını sağlıyor.
İnandılar.
Sivrihisar yönetimi ilçeye heyecan getirmek ile kalmadı,
şampiyonluk yolunda kenetlenmeyi sağladı.
TEPEBAŞI GENÇLİK BİLDİĞİNİZ GİBİ
Özkan Fatma Çimenli çifti yine
alkışa değer işler yapıyor.
>>
Tepebaşı Gençlik ve Spor Kulübü yine genç kadrosuyla
ligin anahtar takımı olacağını gösterdi…
Her sezon kendi alt yapısından yetiştirdiği oyuncularla
2.ligde boy gösteren Tepebaşı Gençlik ve Spor Kulübü
bunu müthiş bir özveri göstererek çalışan antrenörler
Özkan-Fatma Çimenli çiftine
borçlu.
Sezona önemli isimlerini kaybederek
başlamasına rağmen galibiyetle
giriş yapan, ikinci
haftayı ise rakibi ligden çekildiği
için maç yapmadan geçiren Tepebaşı
Gençlik sezonu en iyi
yerde bitirmek istiyor. Temsilcimizin
ilk iki yarışında olup olamayacağı
önümüzdeki
haftalarda belli olacak olsa da
Çimenli çifti içten içe bu hedefe
yürümek istiyor.
Tepebaşı Gençlikspor ilk iki yarışında neden olmasın?
37
Eskişehirspor’un unutulmaz kaptanlarından
Selahattin Örçüm bu ay İstikbal Dergi’nin konuğu oldu.
Es-Es’in bu haline çok üzüldüğünü belirten Örçüm yönetimsel
yanlışlar sonucu takımın bu durumda olduğunu söyledi.
>>
Uzun yıllar Eskişehirspor forması giyen siyahkırmızılı
takımın unutulmaz kaptanlarından Selahattin
Örçüm suskunluğunu İstikbal Dergiye
bozdu. Örçüm “Önceden Eskişehirspor’da oynamak
şerefti gururdu. Oyuncular buraya gelmek için can
atarlardı. Şimdi bakıyorum adamlar geliyor sözleşme
yapıyor paranın peşine düşüyor” dedi.
>>
Eskişehirspor’un bu durumuna çok üzüldüğünü
söyleyen kaptan “Maalesef yönetimsel hatalar
sonucu Eskişehirspor Cennetten Cehenneme çevrildi.
Bu hale getirenleri herkes biliyor. Eskişehirspor’u bu
hallere getirenleri hakkımı hiçbir zaman helal etmiyorum.
Bu duruma çok üzülüyorum” dedi.
>>
Yerli oyuncuya herkesin güvenmesi gerektiğini de
belirten Selahattin Örçüm “Bu takımın başarılı olduğu
yıllarda takımın yarısından fazlası hep yerlidir.
Eskişehir’den her zaman futbolcu çıkar. Yıllardır da çıkıyor.
Ancak yönetimler ve teknik adamlar Eskişehirli çocuklara
güvenmeli” dedi.
38
SELAHATTİN
ÖRÇÜM
KİMDİR?
24 Ocak 1955 Eskişehir doğumlu
olan Örçüm futbola mahallesinin takımı
olan Tunaspor’da başladı. 1971
yılında Eskişehirspor alt yapısına
gelen ve burada genç amatör takımda
forma giyen Selahattin Örcüm ardından
profesyonel olarak takımda yer
aldı. 8 sezon profesyonel olarak Eskişehirspor
forması giyen ve siyahkırmızılı
takımda İsmail Arca ve Fethi
Heper’in ardından en çok takım kaptanlığı
yapan isim olan unutulmaz
kaptan 1987’de Antalyaspor’a giderken
oradan da Bayburtspor’a transfer
oldu ve futbolu bıraktı. Futbolu bıraktıktan
sonra teknik adam olarak
görev yapan ve şu anda da Alt
yapı derneğinde miniklere deneyimlerini
aktaran Örcüm Eskişehirspor’un
şu durumuna
çok üzüldüğün belirtti.
“RAKİPLER ESKİŞEHİR’E
GELMEYE KORKARDI”
“Bizim dönemimizde Eskişehirspor Futbolda
“Anadolu Devrimi”nin simgesi idi Eskişehirspor
deyince rakipler buraya gelmeye
korkarlardı. Biz ve ağabeylerimiz de rakipleri
iç saha dış saha hiç fark etmez yenerdik. Sahaya
çıktık mı aslanlar gibi mücadele ederdik.
Saygı sevgi vardı ve kalite yüksekti.
Birde takımın nerede ise tamamı Eskişehirli
idi. Dışarıdan gelenler bile takıma çabuk
uyum sağlardı. Biz böyle takım olduk”
“ŞİMDE HERKES
PARANIN PEŞİNDE”
“Bizim zamanımızda Eskişehirspor’da oynamak
şerefti gururdu. O zaman ki yıllarda oyuncular
Es-Es’te oynamak hayali ile tutuşurdu. Buraya gelmek
için can atarlardı. Şimdi bakıyorum adamlar
geliyor sözleşme yapıyor paranın peşine düşüyor. O
an alamazsa daha sonra kulübü icra verip faizleri ile
parasını alıyor. Maalesef kalite düştü”
“NE MUTLU BANA
BU FORMAYI GİYDİM”
“Ben mahallemin takımı Tunaspor’dan geldim.
Genç takımda oynadım. Profesyonel oldum. Kolay
değil 8 sezon bu formayı hiç sırtımdan çıkarmadım.
Ne mutlu ki bana bu büyük takımın Anadolu yıldızının
formasını giymişim. Futbolu kaç yıl oldu bıraktığım
hala ‘Eskişehirsporlu Selahattin’ deniliyor ve de
39
çok mutlu oluyorum”
“ŞU DURUMA
ÇOK ÜZÜLÜYORUM”
“Eskişehirspor’un durumu bana da çok
soruluyor. İnanın şu duruma çok üzülüyorum.
Yıllarca İstanbul’un takımlarını dize
getir, hepsini ez geç. Ondan sonra can derdine
düş. Maalesef yönetimsel hatalar sonucu
Eskişehirspor Cennetten Cehenneme
çevrildi. Bu hale getirenleri herkes biliyor.
Eskişehirspor’u bu hallere getirenleri hakkımım
hiçbir zaman helal etmiyorum.
Kimse de etmemeli”.
“ESKİŞEHİR FUTBOL
KENTİDİR”
“Türk futbolunda her zaman öncülüğü
Eskişehirspor yapmıştır. Eskişehir futbol
kentidir.
Türkiye'nin en köklü kulüplerinden
biri olmasına karşın bu sezon piyango ile
ligde kalan ve TFF 1. Lig'de mücadele eden
Eskişehirspor, her sezon olduğu gibi yine
ekonomik sıkıntılar yaşıyor. Puan silme ve
transfer yasağı cezaları ve FİFA dosyaları
bu kulübün yakasını hiç bırakmıyor. Bunlarda
az önce belirttiğim gibi hep yanlış
40
yönetimlerden kaynaklanıyor”
“TARAFTAR NE YAPSIN”
“Kurulduğu yıldan bu yana bu takımın
taraftarı arkasında her zaman bir güçtür.
Benim hatırladığım Karşıyaka ile iç sahada
maçımız var. Taraftar 1
gün
stadyum önünde yattı ve
maça girdi. Ama bizde
çıktık mı sahada formanın
hakkını verip taraftarı
da mutlu ediyorduk.
Bu takımı hiçbir zaman
terk etmeyen taraftar
bana göre Dünyanın 1
numarasıdır. Ama keşke
formayı giyenlerde taraftara
layık olabilse…”
“YÖNETİMLER
PARA VERECEK”
“Eskişehirspor’da
nasıl futbolcu olarak
oynamak şeref ise yönetici
olmakta bir şereftir.
Yönetici kulübün
gelirine bakmayacak
cebinden para verecek.
Ama bu takıma öyle yöneticiler geldi
ki Alt yapıda Hala sahadan gelen paranın
peşine düştü. Yazık böyle Eskişehirspor
yöneticiliği olamaz”
“ESKİŞEHİR’DE
POTONSİYEL
HER ZAMAN VAR”
“Eskişehir’den her zaman futbolcu
çıkar. Yıllardır da çıkıyor. Ancak yönetimler
ve teknik adamlar Eskişehirli çocuklara
güvenmeli. Sadece zor duruma düşüldü
mü Eskişehirli oyuncular oynatılıyor.
Bakın bu takımın başarılı olduğu yıllarda
takımın yarısından fazlası hep yerlidir. Bu
nedenle Eskişehir’in
potansiyeli
hep vardır.
Şu anda bizim
alt yapı derneğinde
de süper
çocuklar var.
Diğer kulüplerde
de aynı. Yeter ki
bu oyuncuların
Eskişehirspor
forması için önleri
açalım, güvenelim
ve formayı
teslim edelim.
Aynı şey teknik
adamlar için de
geçerli ancak güvenmek
gerek…”
Şu anda Eskişehir Futbol Altyapı Derneği’nde
antrenör olarak görev yapan Selahattin Örçüm
deneyimlerini altyapıdaki oyunculara aktarıyor.
41