24.08.2015 Views

SERXWEBÛN

Onkapak -259 (Page 1) - SERXWEBÛN

Onkapak -259 (Page 1) - SERXWEBÛN

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

16 17ÖZGÜR ‹NSAN SAVUNMASIKomplo ortam›n›n oluflmas›ndabaz› felsefi ve siyasi yaklafl›mlarÖzelde Atina’da, genelde Avrupa’da şahsımayönelik olarak gerçekleştirilen komplovariyaklaşımların, sıradan bir kişiye karşıtesadüfen veya Savcı’nın çok ustaca ve en ince ayrıntılarınakadar sözde anlatmak istediği gibi olmadığıkesindir. Çok açık olmasına rağmen, yine de bu yaklaşımlarıdoğru ele alıp yorumlamak, tarihi olduğu kadarçarpıcı gelişmeleri de doğuracak anlama sahiptir.Bunlar şahsımla sınırlı olsaydı, bu kapsamda bir savunmayıgerekli görmezdim. Kişiliğimde bir halk vedostları ‘vurdumduymazlığa’ getirilerek muazzambir emeğin ürünü olan özgürlük çabaları, çıkarlar uğrunaen alçakça biçimde peşkeş çekilmek istenmiştir.Şüphesiz komplo ve ihanette suçu sadece Atina oligarşisineyüklemek doğru değildir. Çok tarafı vardır.Hepsini sınırlı da olsa özlüce ifade etmek büyük önemesahiptir. ABD’nin hesaplarından AB’nin hesaplarına,bazı Arap ülkelerinin tutumundan İsrail’in ve Rusya’nınçıkarlarına kadar çok sayıda devlet düzeyindesiyasi gücün rol oynadığını belirtmek gerekir. Nedensorusuna verilecek yanıt, şüphesiz Kürt olgusundakizayıflıklar ve sorunun ucuz hesaplara kurban edilebileceközelliklere sahip olmasıdır. Tarih boyunca hakimişbirlikçi tabakalar da dahil, üzerinde hüküm sürengüçler, fazla bedel ödemeden diledikleri gibi bualanı halk ve ülke olarak kullanabilmişlerdir. Hesapsorabilecek bir aydın siyasi güce yeterince sahip olunamamıştır.Bir şeyler yapmaya kalkanlar, eğer onurlarınıkoruyarak sonuç almak istemişlerse başlarınafelaketler yığılmış, hesabını sonradan soranı da pekolmamıştır. Yakıştırılan, ‘alavere-dalavere, Kürt Mehmetnöbete’ deyişi adeta bir kural olmuştur. Çok acıda olsa söylemek durumundayım ki, kerhane işletmesinde,patron, bekçi ve kullanılan kullar ilişkisinde birticaret ve yaşam mantığı vardır. Az çok herkes neyaptığını bilir. Kader felsefesine derinden boyun eğerek,gereken neyse düzeni öyle sürdürüp giderler.Kürdistan ve içindeki Kürt toplumsal olgusu o halegetirilmiştir ki, kırk haramilerin soygun düzeninden biledaha geri insanlık dışı uygulamalara sahne olmuştur.Ne doğru dürüst hesap alanı ne de soranı vardır.En başta kendine karşı katmerli ihaneti ve yabancılaşmayıyaşayan sözde Kürt bireyi, üstteki işbirlikçisindenen diptekine kadar kendi öz varlığına karşı yakara cahil, ya ukala-lafazan, ya da çok bilinçli haindurumundadır. Bir tavuk ve köpek için adam vurur,ama tarihin artık kanıtlanmış ilk büyük insanlık devrimiolan ‘neolitik devrimi’ gerçekleştiren kültürüntoplumsal dokusunun ayakta kalan en eski halkı olduğuhalde, en azından 15. 000 yıllık biçimlenen kültürelvarlığa sahip çıkmaya, bunun için bir damla terdökmeye yanaşmaz. Ucubelik, ironi buradadır. Tümlanetlilik, zorbalık, yalan ve gerilik bu gerçeklikte gizlidir.Benim çıkışımın en genel anlamıyla bir özgürlükhareketi olma imkanlarını ortaya çıkarması, bu tabloyubaştan aşağıya sarstı. İşbirlikçisinden tüm stratejikçıkar sahibi devletlere kadar bir araya gelerek tedbirgeliştirmeye çalıştılar. ’90’lar sonrası bunun yoğunçabasına tanıktır. Özellikle ABD, AB, Rusya ve Ortadoğuülkeleri çok ilgilendiler. Benim basit bir kuklaolarak kullanılmayacak durumda olmam, her odağıkendi çıkarlarına göre bir PKK ve Kürt politikası geliştirmeyeitti. Bu politikaların da önünde en büyük engelolduğum anlaşılınca, beni dışlamaya ve giderekBaflkan Apo’nun Atina Mahkemesi’ne sundu¤u savunmatasfiye etmeye niyetlendiler. Asgari temel insan haklarıve demokratik yaklaşımlar esirgendi. Kendi Kürtişbirlikçilerine alan açmak için açık veya gizli işbirliğineyöneldiler. Özellikle Iraklı Kürt işbirlikçilerle Türk,ABD ve İngiliz yetkilileri Ankara-Londra-Washingtonhattında işi resmi bir antlaşmaya kadar vardırdılar.Bunun başarısı için AB nötralize edilirken, Atina oligarşisimaşa olarak kullanılmaya çalışıldı. Komplonundayandığı zemin, gelişim felsefesi ve siyasetiböylesi bir öze sahiptir. Eğer kendime ve şahsımdaKürt halkına ve dostlarıma karşı oynanan komplo veihaneti büyük bir onur savaşına dönüştüremezsek, lanetlitarih bir kez daha hükmünü icra etmiş olacaktır.Halbuki yalnız bu olaya ilişkin yüzleri aşkın can yoldaş,genç kız ve erkek kendilerini cayır cayır yaktılar,kurşunlara hedef oldular, tutuklandılar. Sırf onlarınanısına, olaya kapsamlı yaklaşmak gereği tartışmasızdır.Daha da ötesi, lanetli tarihin tekerrürünü önlemeközgürlük devriminin başta gelen görevidir. Tarihselkırılmayı lanetli kölelikten özgürlük yönüne doğruçevirmek, bu görevin başarısı olacaktır.a- Bir heyula gibi ta çocukluktan beri peşimi bırakmayankuşkulu yaşam felsefemden hiç emin olmadım.En özgür sanılan koşullarda bile, bazen sert bir kayanındeliğinden geçiş yapamamanın, ter içinde kabuslu biruykudan uyanmanın, uçarken bile nefessiz ve hareketsizkalmanın çokça görülen rüyaları bu kuşkulu yaşamınuykulara sızmış halidir. Yanımdaki anam başta olmaküzere, tüm insanlık hiç de bana özgürlüğümü tanıyacak,ona saygılı olacak gibi gelmiyorlardı. Kitaplardaaranan doğru, gittikçe dipsizleşen bir kuyuya dalış gibigeliyordu. Her ana baba çocuk doğuşlarını bir rahmetgibi kutlarken, bana büyük bir günah gibi geliyordu. Ortadoğutoplumundaki birey için mutluluk, gerçekleşmeyecekbir şey gibidir. En mutlu olunması gereken gelinlikgüveylik anları bile, bana büyük ve iğrenç günahlarınbaşlangıcı gibi gelirdi. Bir yerlerde büyük eksiklik veyanlışlık vardı. Ama nerede? Belki de kendimi hatırladığımdanberi, çok istense de hiç kimsenin dokunamayacakyardımından ötürü bu arayışı tek başıma yapmakzorunda olduğumu büyük kaygı, korku ve endişeler biçimindefark ediyordum. Ucuz ve yanlış yaşamayacaktım.Doğru olmadan yaşanmayacağına göre, doğrununkendisi nasıl bulunacaktı? Şimdi gelinen aşamada busorulara cevap verebilecek güçteyim. Komplonun kendisive dayandığı gerçekler, cevabın netleşmesindehayli etkili oldular. Bu cevabın temelinde içinde doğupşekillenilen toplumun ilk elden doğrudan tanımlanmasıvardı. Ne var ki, Kürt toplumu belki de eşine ender rastlanılan,varlığını koruyamayan, dağılış sürecindeki öznelliktenyoksun, paramparça objelerden ve maddi parçalardanöteye bir görüntü vermiyordu. Adeta dilsiz, sağırve köleleştirilmiş kalıntı bir varlık görünümünü yansıtıyordu.Bizzat bu görüntüye bakarak gerçeği bulamayacağımı,hele hele diğer örnekler gibi bu duyarsız parçalardanbir özgürlük gücü oluşturamayacağımı endişeylehep kendime itiraf etmiyor değildim. Gerçekliği,arayış yürüyüşünü, tüm insanlık ve ardındaki evrenüzerine yapma gereği erkenden ortaya çıkan bir anlayıştı.Belki de çocukluğumdaki eğilimim de buydu. Aileve köy yasalarına hiç uymadım. O koşullarda bile doğrularıkendi çocukluk eğilimimde bulacaktım. Çevreylezıtlaşmamak, yanlış anlamalarını önlemek için örnekkabilinden 33 Kuran suresini ezberledim; namaz kıldım,kıldırdım. Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfına kadar ilksıralarda yer alan bir öğrencilik yaşamım oldu.Bunlar görüntüyü kurtarmaya yetiyordu. Fakat benimiçin tümünün anlamı, sadece gerçeğin arayışı●“Tarihte umut aray›fllar› hep hakim sistemlerin k›y›lar›nda, da¤lar›nve çöllerin kuytular›na s›¤›nm›fl topluluklar›nda aran›r. Kürt toplumsalolgusu, hem co¤rafya hem de insan olarak k›y›daki bu kuytuköflelerden biridir. Kaybolan temel insani gerçekli¤inin toplumunhayati kavram tan›mlamas›na zemin sunabilecek özellikler tafl›d›¤›n›nbafl›ndan beri fark›ndayd›m. Her temel bilimsel esrar›n do¤ru tan›m›yakalamas› gibi, benim de bu alanda ›srarla toplumsal kavram›tan›mlamay› do¤ruya daha yak›n yapmam anlafl›l›rd›r. Ça¤›n verilitoplumunu çözmeden, onu aflacak sisteme ulafl›lamaz.”●için gerekli koşullardan bazılarını oluşturmaktı.’70’lerde başlayan devrimcilik içinde görüntü de gerekliher şey yapıldı. Örgüt kuruldu, hatta diplomasibile yapılmaya çalışıldı. Biçimde Kürt Ulusal Kurtuluşudünya örneklerine benzetilmeye çalışıldı ve çok damesafe alındı. Ama gerçekten itiraf etmeliyim ki; bütünbunlar beni tatmin etmediği gibi, adeta içimi kemiriyordu.Yanlışlık devam ediyor, eksikliğimi gideremiyordum.Daha da ilginç olanı şudur: Annem de çocukkensürekli beni ahıra kadar götürüp boğdurma sahneleridüzenliyordu. Güya kendine göre terbiye edipakıl verecekti. Tabii ki benden umutları olduğu için bunuyapıyordu. Tüm yaşamımın seyri giderek bu minvalüzeri yürüdü. Devletin fiilen ve resmen dayattığıidam, bu sürecin son sembolik ifadesi oldu. Bunlarıanlatmam gerçeğin yarısıdır. Diğer yarısı, her zamanbazı bağlılarım ve övücülerim de oldu. Benden bindefa daha fazla bağlı ve değerli binlerce insanı nasılinkar edebilirim? Köyün kızından kadınına, en güçlüöğretmenlere ve hayatın en cesur insanlarına kadar,binlerce büyük bağlılık sahipleri vardır. İsa çarmıhagerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammetöldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidartartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi.Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmemüzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesikendini cayır cayır yakarken, acaba ne demekistiyorlardı? Kendini bomba yapıp patlatanlar neye öfkeliydiler?Hangi gerçekler onlara bunu yaptırıyordu?Önünü bizzat almasaydım binlercesi daha hazırdı.Bunlar Özgürlük hareketinin bir yöntemi olarak değil,benim etrafımda gelişen olaylardı. Hepsini çözmekolmazsa olmaz kabilinden bir görevdi. Buna karşıtlarımınacı ve öfkelerini de eklemeyi unutmuyorum.Kürt olgusu, sorunsallığı içine daldıkça, tam bir insanlıktrajedisine dönüşüyordu. Korktuğum başıma geliyordu.Lisedeyken yazdığım bir edebiyat kompozisyonundabaşlık, “Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun”biçimindeydi. Çok saydığım hocam hep on numaravermeyi ve olağanüstü övmeyi bu sırada yapıyordu.Atina ve Avrupa’nın beni istemezliğinin altındabir zihniyet savaşının olduğunu giderek daha çok farkediyordum. Ben ne verili feodal yaşamı ne de Avrupayaşamını kabul ediyordum. Bunlar şahsımda doğuşyapamayacak sistemlerdi. Onlar beni niye kabul etsinlerdi?Peşinde olduğum yaşamı ise bulamıyordum.Milyonlara mal olmuş Moskova merkezli Kabe’ye uğradığımda,dinini inkar etmenin bütün gereklerini hoyratçayerine getiriyorlardı. Asya, Afrika ve Avrupa’dabana yer yoktu. Amerika ‘yakalarsam teslim ederim’derken, tarihte her zaman resmi toplumun egemengüçlerinin yalın, soğuk, vicdansız ve tam çıkarına göremantığını tereddütsüz yürütüyordu. Kürtler için özgürlükarayışım tam da dünya çapında bir macerayadönüşmüştü. Fakat ne acıdır ki, kendimi bile henüztam tanıyamamıştım. Kürtlere nasıl özgürlük sunabilecektim?Bırakın özgürlük vermeyi, her karşıma dikilenörgüt içindeki ve karşısındaki gözü açık güçler,adeta “5000 yıllık genelev düzenimizi bozdurmayız”dercesine kendilerini dayattıkça dayatıyorlardı. Bukadar düşmüş ve mallaşmış bir toplum ile karşı karşıyaydım.Fakat çıkmayan candan umut kesilmez misaliarayışı sürdürecektim. Komplo sürecinin en hızlıve yoğun döneminin dersleri şüphesiz yakıcı ve öğreticiolacaktır. Benzerlerine ancak Buda ve Zerdüştörneklerinde rastlanabilecek koşullardan bahsederken,belki de mütevazı kalıyorum. Bu koşullar öğretir;hem de yalın ve çarpıcı bir biçimde.-II-Kapitalist sisteminbeni kabul etmemesinin sebebionlar›n tanr›lar›yla uyuflmamamd›rSonuç olarak, toplum kavramını kendince doğrutanımladığım kanısındayım. Kilit mesele, toplumkavramının kendisini tüm boyutlarıyla doğru tanımlamaktır.Bu konuda da hemen belirtmeliyim ki, Sümerrahibi orijinal mitolojiyi yaratırken, belki de şimdiki hakimbilimin Avrupa sosyologlarından daha fazla insanigerçeklere yakındı. Avrupa bireyciliği, toplumun veekolojisinin katliamcısı konumuna düşmüştür. Bilginler(eleştirisiz, düzenin emrindeki bilginler) gerçeğin kasaplarıdır.Gerçeği parça parça edip ‘şuradan ye, buradanye’ diyen kasabın bir hayvan üzerinde yürüttüğüdoğramayı, onlar tüm doğa ve toplum üzerindeyürütüyorlar. Önce ‘deneme ve gözlem yöntemi’dediler, tanıdılar. Sonra ‘uygulama ve pragmatizm dönemi’dediler, yiyip bitirdiler. Bu anlatımın dışında hiçbirşey, atomu insanlık üzerinde patlatmayı, çevrenintopyekün yıkımını izah edemez. Kapitalist toplum üzerineçok yazıldı. Ama hakkında söylenmesi gerekenen doğru söz söylenmedi. Sümer rahibi köleci sınıfınyükselişini bal gibi bilerek, ‘tanrılar ve dışkılarındanyaratılan insan’ mitolojisini yaratıyordu. Avrupa uygarlığınınbilim rahipleri ise, aynı olguyu yarı cahilce yenidenyaratıyorlar. Hiç kimse, “Sümer mitolojisindegerçeklik pek aranmaz. Avrupa merkezli bilimde isesürekli deneyle kanıtlanan bilim vardır” demesin. Sümermitolojisinin insani yaşama yakınlığı, bin kat dahabilimsel olguya yakınlığı ifade eder. Önemli olan toplumukasaplar gibi parçalamadan yaşamaksa, Sümerbilginleri ve ardı sıra gelen peygamberler sınıflı anlamdabile insanlıkla dopdoluydular. Onlar kutsallıkderecesinde insan yaşamına yakın idiler; ona değerverirlerdi. Avrupa uygarlık sosyologları, atom ve çevreyıkımından ve genelde tam bir soyguna dönüşen finanskapitali ve krizlerini yaşadıktan sonra yavaş yavaşimana gelir gibi yapıyorlar. Bir özeleştirisel sürecegirdiler. Bazıları her şeyi kaybetmemek için bunu yapmagereğini kavramışa benziyorlar. Konuyu biraz daSokrates ile bağlantılandırırsam, durumum daha iyianlaşılabilir. Sokrates de büyük merak içinde, insantanımını doğru yapmak istiyordu. Önüne çıkan herkesisorduğu sorularla, yanlışlıyordu. Yöntemi yanlışlamaydı.Bunu kasten yapmıyordu. Atina toplumununyalanın içinde debelendiğini böyle kanıtlıyordu. O zamanAtina toplumu ya kendini yalancı olarak kabuledecek ya da Sokrates’i yaşatmayacaktı. Yalanla doğrulamanınen sert bir dönemine girilmişti. İddianamenintemel iddiası, ‘Sokrates’in gençlerin kafasını karıştıranyeni tanrılar icat ettiği’ biçimindeydi. Tanrısallık,toplum kavramının en yüce ve kutsal anlamlı tanımınıifade eder. Özünde toplumun en yüce ifadesidir. EğerSokrates bunun doğru olmadığını sürekli yanlışlamayöntemi ile kanıtlıyorsa, tabii ki yeni doğruluk tanrısınınbir peygamberiydi. Kendimi peygamberce addetmeyeihtiyaç duymuyorum. Ama o tarz yüceliklerdenhaber vermeyi insanlığa karşı temel bir görev belliyorum.Meramımı ciltler dolusu sosyal bilim analizleriylede ifade edebilirim. Fakat demek istediğim anlaşılırdır.Resmi dünya kapitalist sisteminin beni kabul etmemesininsebebi, onların tanrılarıyla uyuşmamamdır. Topyeküntavrının altında bu mantık yatar. Tarihte umutarayışları hep hakim sistemlerin kıyılarında, dağlarınve çöllerin kuytularına sığınmış topluluklarında aranır.Kürt toplumsal olgusu, hem coğrafya hem de insanolarak kıyıdaki bu kuytu köşelerden biridir. Kaybolantemel insani gerçekliğinin toplumun hayati kavram tanımlamasınazemin sunabilecek özellikler taşıdığınınbaşından beri farkındaydım. Her temel bilimsel esrarındoğru tanımı yakalaması gibi, benim de bu alandaısrarla toplumsal kavramı tanımlamayı doğruya dahayakın yapmam anlaşılırdır. Çağın verili toplumunuçözmeden, onu aşacak sisteme ulaşılamaz. Kapitalistdünya sisteminin krizi daha da derinleşerek sürecektir.Sonun ne olacağını yapılacak çözümleme gücübelirleyecektir. Daha iyisi de, daha kötüsü de çıkabilir.İnsan toplumu insanın zihniyet gücüyle belirlenir. İnsantoplumu akıl yasalarının, yaratıcı ve gelişimselrollerinin en geniş ve hızlı olduğu olgudur. Fizik yasalarıyla,bitkisel ve diğer hayvansal canlılar dünyasınınyasalarıyla niteliksel farklılıklar içerir. Önemli olan,toplumun dönüşüm yasalarının gücüne ve bilincineulaşmak, toplumun yeniden yapılanmasını bu oluşmuşbilim gücüyle yaratmaktır. Reel sosyalizmin kabamateryalist determinist felsefesinin asıl tehlikesi, toplumyasalarını fizik yasalarıyla özdeşleştirmesidir;kendiliğinden bir ilerleme anlayışına veya çağdaş kaderciliğinekendini koy vermesidir. Kaldı ki, gerekmakro fiziğin gerekse mikro fiziğin buluştuğu yeni gerçeklik,kesintisizlik ve düz çizgide determinist gelişmeyasalarının olmadığına ilişkindir. Tüm olgular arasındabir ‘kaos aralığı’ vardır. Bu aralık olmadan hiçbir nitelikselgelişmenin sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Günümüzdeevren ve doğaya ilişkin bakış açımızın, enazından Rönesansta yaşanan dönüşüm kadar bir dönüşümeihtiyaç duyduğu biriken bilimsel verilerin debir sonucudur. Sistemin kaosunun, dünyaya temelbakış açımızı niteliksel dönüşüme tabi kılmadan aşamayacağımızıiyi bilmeliyiz. Zihniyet devrimi derken●“Kürt olgusu kapsam›nda bana sendromatik yaklafl›m tam saçmalamas›n›rlar›na varm›flt›r. Elde edilen ise istenilenin tersi olmufltur. ‹ddia ediyorum,Irak’ta Kürt milliyetçili¤inin denetimine b›rak›lan Kürt sorunu, bundansonra her an patlamaya haz›r bir bomba halinde Türkiye’nin en zay›fyeri olarak karn›n›n dibine yerlefltirilmifltir. T›pk› ’25’lerde dayat›lan isyansüreci gibi, bu süreç de cumhuriyete seksen y›l kadar büyük kay›plara yolaçt›racakt›r. Deniz Gezmifller iliklerine kadar ‘Ba¤›ms›z ve Özgür Türkiye’sevdal›s›yd›lar. Kürtler de bu onurdan pay istiyorlard›. Do¤ru politikay› bufliarda aramak gerekir”bu kast edilmektedir. Yeni bir Sümer mitolojisine ihtiyaçyoktur. Sümer tarzı tapınak gerçekliklerine de aynenbaşvurmayacağız. Ama bu tapınakları da küçümsemeyeceğiz.Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısaltapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratlarıolduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerinyoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerinioluşturdukları merkezlerdir. Bu tapınaklar vedaha sonraki büyük çile merkezleri, tasavvuf, gizemevleri, kehanet merkezleri, oruçlar, namazlar bu geleneğingelişen ve yobazlaşan biçimleridir. Aynı iz üzerindesanat evleri, tiyatrolar, edebi, felsefi ve bilimseldisiplinler oluşmuştur. Küçümsenmemeli derken bunukast ediyorum. Günümüzde kaostan çıkışın tapınaklarınerede ve neler olmalı sorusu yakıcıdır. Şüphesizgeçmiş, taklit edilerek yaşanmaz. Ama gelenek temelalınmadan, yeni olan da yaratılamaz. Şimdiki üniversite,bilim merkezleri ve think-thank kuruluşları buamaçlara hizmet etmekten uzaktır. Buralar bir nevi kişiselkurtuluş kağıtlarını, muskalarını dağıtan yerlerdurumuna gelmişlerdir. Bir dönem Mısır uygarlığında‘ahreti kurtarma senetleri’ dağıtılırdı. Günümüzün diplomalarıda bir nevi ‘dünyasını kurtarma senetleri’ gibidir.Bu yaklaşımla mevcut kaostan yeni toplumsalyapılanmalar doğmaz. Aynı zihniyetle kurulan istermuhalif, ister düzen partileri ve kuruluşları olsun, yeniliğiyaratamazlar; en çok düzenin reform ve restorasyonunakatkıda bulunabilirler. Nitekim kurulan devrimciparti ve hareketler de benzer akıbetten kurtulamamışlardır.Ciddi bir toplumsal yenilenme ve sistem kuruluşuiçin en basitinden ‘sosyal bilim merkezleri’ diyebileceğimiz,temel idrak ve irade merkezlerindenbaşlamak da verimli sonuçlar verebilir. Sosyal bilimmerkezlerinin rahiplerin kutsallığında, en çağdaş bilimadamlarından, disiplinli çalışma gücüne kadar özelliklerikişiliklerinde yoğunlaştırma hedefi ve gücü olanlardanoluşması işin özü gereğidir. Bir anlamda din adamınınmabedi, filozofun okulu, bilim adamının da akademisi,bu merkezlerde bir sentez oluşturup insan toplumununtüm hayati sorunlarına gerektiğinde kırk yılçile çekerek yanıt arayacaklardır. Kapitalizmin toplumve birey katliamını ancak bu tür merkezlerin gücüyledurdurabiliriz. Bu merkezler devrimci partilerin ideolojikbüroları olmadığı gibi, basit buluşlarla yetinen bilimadamlarının tez oluşturma mekanları da olamaz. Siyaseteyön veren filozof yönetim merkezleri de değildir.Ama gerektiğinde toplumun tüm kurumsal ve bireyselunsurlarına değişim gücünü, bunun bilinci ve iradesiniverecek erdemde ve yetenekte kurumlardır. Geçmişteolduğu gibi, günümüzde de insan toplumu için vazgeçilmezbeyin kurumlarıdır. En çok kapitalist sistemdetoplumun beyinsel kurum merkezleri tahrip edildiğiiçin, belki de tarihin hiçbir döneminde görülmeyen birihtiyaçla bu merkezlerin inşasına girişmek gerekir.Kendi şahsımda Avrupa uygarlığıyla olan çekişmemdençıkardığım en temel sonuçlardan biri de budur.Komplo ve ihanet sürecine verdiğim en anlamlıyanıtın böyle olması gerektiğine inanmak kadar, bununiçin çalışma azim ve kararlılığını tek kişilik tutukevindesürdürme onuru içindeyim.●b- Türkiye Cumhuriyet yönetimlerinin Kürt olgusu vesorununa yaklaşımları, Osmanlı İmparatorluğu yönetimindendaha geri, inkarcı ve çözümsüz olmuştur. HalbukiKürtlerin cumhuriyetin kurucu bir öğesi olduğu bizzatMustafa Kemal tarafından yayınlanan çok sayıdaemir ve mesajlarında açıkça dile getirilmektedir. Bundaşüphesiz 1925-38 isyan sürecinin cumhuriyetin varlığınailişkin derin endişeler yaratması belirleyici etken olmuştur.Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konudaki en sonkonuşması ’24 İzmit Konferansı’nda yapılmıştır. Öz olarakda Kürtlere kapsamlı bir özgürlük statüsünün tanınacağıbiçimindedir. İsyanlar sonrası temel politika ise,meseleyi küllendirme ve yok sayma biçiminde geliştirilmiştir.En sıradan bir Kürtçe alfabe ve türkü kaseti bilesoruşturma ve yargılama konusuna dönüştürülmüştür.Kürt’üm demek kriminalize edilmiş, her Kürt kendi varlığındankorkar ve dolayısıyla kaçar hale getirilmiştir. Olguve sorun tam bir kabusa dönüştürülmüştür. Devrimcigençlik bu kabusu ancak Deniz Gezmişlerin idam sehpasında,“Ben Türkler ve Kürtlerin özgürlüğü ve kardeşliğiiçin ölüme şerefle gidiyorum” soylu tavrıylayırtmıştır. PKK’nin kuruluşu ve 15 Ağustos 1984 Hamlesiise, bu uyanışın yönetim tarafından bir sendrom halindeanlaşılmasına yol açmıştır. Sorunu tarihsel ve toplumsalboyutları içinde ele almak yerine dehşetle karşılamış,sınırsız operasyon ve işkenceler uygulanmıştır.Kim soruna dokunursa vatan haini muamelesine tabi tutulmuştur.Tüm iç ve dış ekonomik ve kültürel politikalarsorunun inkar ve bastırılmasına seferber edilmiştir. Buçerçevede en çarpıcı politika diplomasi alanında sergilenmiştir.Tüm Türkiye dış politikası genelde Kürtlerin,özelde PKK’nin tecrit ve reddine ayarlanmıştır. Dünyadabunu bilmeyen kalmadı. Tabii bu politikanın başarılı olmasıiçin Türkiye’nin elde olan tüm olanakları bir yatırımmalzemesi olarak kullanılmıştır. Bir devleti istediği tavraçekebilmek için ne istemişse vermeyi politikasının başarısıolarak algılama mantığına bir kural derecesinde sapılmıştır.Sanki bir kutsal ilkeymiş gibi büyütülmüştür.Öyle ki, bu yüzden hem hazin hem de ironik ve paradoksalolarak, Kuzey Irak’ta yarı Kürt devletinin doğuşunda,Türkiye Cumhuriyeti’ne bizzat ebelik yaptırılmıştır.Yani istemediğini tam da kendi eliyle doğurtmuştur.Bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak için, biraz daha yakındanbakmak gerekir.Dostluk, yoldafll›ktan önce gelirTürkiye, stratejik bir yardımının dokunabileceğinisanarak, İsrail ile ’96’da tam bir stratejik ittifakayönelmiştir. Bu ittifakla Suriye üzerinde savaş tehdidien ileri noktaya kadar tırmandırılmıştır. Aynı mantıklaABD ile ortaklık da stratejik düzeye yükseltilmiştir.Yeter ki, PKK’yi terörist ilan etsin, ne isterse kabul görecektir.Özellikle ekonomik alanda AB ülkeleri ne istiyorlarsakeyiflerine uygun sonuca bağlanmıştır.Rusya ve bağlısı Bağımsız Ülkeler Topluluğu’na daaynı mantıkla yaklaşılmıştır. Rusya’da barındırılmamamiçin başta Mavi Akım Projesi olmak üzere genişekonomik çıkarlar sunulmuştur. Laiklikten vazgeçmepahasına, PKK aleyhinde sonuç almak için,İran ve Suudi Arabistan politikaları cumhuriyetin temelbakış açısından koparılmıştır. Türk-islam senteziadı altında antibilimsel bir paradigmaya kayılmıştır.Bu havuç politikalarının yetmediği yerlerde ise, sonhaddine kadar tehdit politikaları devreye sokulmuştur.Suriye’ye, Yunanistan’a ve bulunduğum zamanİtalya’ya karşı da izlenen yol bu olmuştur.Bu politikaların sonucu tam bir ‘Pirus zaferi’ olmuştur.Taviz vere vere, Türkiye kendi tarihinin en derinkrizine itilmiş; iki yüz elli milyar dolar borca boğulmuştur.AB’ye girebileceği halde dışında tutulmuştur.Kuşkulu bakış tüm Arap ülkelerinde derinleştirilmiştir.Son yaşanan Irak tezkeresi meselesiyle aynı kuşkulubakışa İsrail ve ABD de dahil olmuştur. Türkiye ile dünyailişkileri diplerde seyretmiştir. İran kazanılmak şuradakalsın, Suriye ile birlikte “ya biz ya ABD-İsrail” ikilemiyleen kritik ilişki noktaları haline getirilmiştir. Bu biçimdekendini zayıflatan Türkiye Cumhuriyeti, içte temelideolojik yörüngesinden uzaklaşmış, dışta ise baştehlike saydığı Kürt sorununu kendi eliyle en sakıncalıpozisyona itmiştir. Bu gerçeklik içinde Türkiye’nin konumunuen yakından takip eden ABD’nin, Yunanlılareliyle bana karşı geliştirdiği komplo ne anlama gelmektedir?Açık ki fazlaca zayıflatılmış bir Türkiye’nin,‘benim’ karşılığımda kendisine teslim olacak kadarbağlanacağına inanmıştır. İster ölümüm ister diriminTürkiye’nin elinde bir bomba olarak duracağını çok iyibilen ABD, Yunan ve hatta İsrail üçlüsü, böylelikle Türkiye’yeilişkin taleplerini rahatlıkla karşılayacaklarınaemin olmuşlardır. Ne de olsa ‘en tehlikeli düşmanlarını’eline vermişlerdi. Kıbrıs ve Ege meseleleri daha rahatele alınacak, İsrail çizgisi en güvenilir dostlukla yürütülecek,ABD’nin en güvenilir müttefiki olarak talepedilen her yere koşturulacaktı. Daha İtalya’daykenkendi kendime şöyle demiştim: Beni bu kadar güçtenisteyeceklerine, en temel insan hakları karşılığında benibenden isteseler daha akıllıca olmaz mıydı? AslındaÖzal, Erbakan ve ordunun dolaylı mektuplaşmaları,doğrunun bu yoldan geçtiğini geç de olsa fark ettiklerinigösteriyordu. Ama, yerleşik politikanın gücü, yeterincecesaretli ve çözümleyici olmalarına elvermiyordu.Böylelikle çözümsüzlük çözüm oluyordu. Tıpkı basitbir örnek olarak Kıbrıs’ta da çözümsüzlüğün çözümolarak görülmesi gibi. Sonuçta ise, ülkenin hayati çıkarlarınıntıpkı AB ve Irak konusunda görüldüğü gibitehlikeye düştüğüdür. Helen Cumhuriyeti ile ilişki debundan farklı değildir.Sonuç olarak, Kürt olgusu kapsamında bana sendromatikyaklaşım tam saçmalama sınırlarına varmıştır.Elde edilen ise istenilenin tersi olmuştur. İddia ediyorum,Irak’ta Kürt milliyetçiliğinin denetimine bırakılanKürt sorunu, bundan sonra her an patlamaya hazır birbomba halinde Türkiye’nin en zayıf yeri olarak karnınındibine yerleştirilmiştir. Tıpkı ’25’lerde dayatılan isyansüreci gibi, bu süreç de cumhuriyete seksen yıl kadarbüyük kayıplara yol açtıracaktır. Aynı sağlıksızyaklaşım, bir o kadar, hatta daha yıkıcı olarak kaybettirebilir.Deniz Gezmişler iliklerine kadar ‘Bağımsız veÖzgür Türkiye’ sevdalısıydılar. Kürtler de bu onurdanpay istiyorlardı. Bu şiarın Mustafa Kemal Atatürk’ün dekarakter şiarı olduğu inkar edilemez. Doğru politikayıbu şiarda aramak gerekir. Atatürk, Helen Cumhuriyeti’ninünlü devlet adamı Venizelos’la bu şiar altındadostluk kurmuş, sorunları çözmeye çalışmıştır. Kürtlerede yaklaşımının özü buydu. Ama ’25 isyanıyla İngilizlerinMusul-Kerkük’e dayalı komploculuğu bu politikayıboşa çıkarınca, her iki taraf sadece kaybetti. Sonuçlarhep ‘Pirus zaferi’ydi. Eğer tarihten ders almakyaşamın başarısının vazgeçilmez esası ise, bu Piruszaferleri için asla savaşılmamalı ve bu tür savaşlarayol açacak komploculuğa fırsat verilmemelidir. Bu türkomplolara açık yaklaşımlara da bir daha düşmemelive fırsat vermemeliyiz.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!