Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 19sa, bu doğru tespitle bağı olduğundan kuşkuduyulamaz. Damascus’un, Moskova’nın,Roma’nın devlet yetkililerinin yapamadığınıAtina’daki bir oligarşi neden komplo tarzındayaptı? Yargının en temel görevi, bu soruyadoğru yanıt bulmak olmalıdır. Yoksa“Sokrates, Atinalı gençlerin kafasına yenitanrılar koydu, o halde ölmelidir” demektenhiçbir farkımız kalmaz.Kenya’ya yollanmamkomployla ba¤lant›l›d›rb- Atina’ya gelişim, temsilcimiz AyferKaya’nın milletvekili ve eski PASOK BakanıBaduvas’la kurduğu ilişki sonucu anlamkazanmıştır. Geliş için durum gerçektenuygun mu diye on defa sordum, her seferindeolumlu cevap aldıktan sonra, kararvermekte sakınca görmedim. Hem partisiiktidardadır hem de milletvekili ve eski bakandır,mutlaka izin almıştır inancını taşıyordum.Havaalanına indiğimde karşımaSavas Kalenderis ve istihbarat üst düzeyyetkilisi Stavrakis çıktı. Büyük bir telaş vetehditle, aynı gün saat beşe kadar çıkmamgerektiği, aksi halde zorlanacağım biçimindebir tavırla karşılaştım. Bu hiç beklemediğimve hazır olmadığım bir durumdu. Baduvasortalıkta hiç gözükmedi. Ben esas olarakbu gidişte bir ayak kaydırmanın yapılmakistendiğinin ciddi olarak araştırılmasıgerektiği inancını halen taşıyorum. Davetolmasaydı, daha sonraki olayların hiçbirigerçekleşmezdi. Damuscus’ta kalma imkanıolmadığında, Ortadoğu’yu zorlayacakda olsa, ülkenin dağlık alanlarına gidebilirdim.İkinci gelişimde Nagzakis’in yardımlarıbelirleyici olmuştur. Bana göre dostçabüyük bir fedakarlıkta bulunmuştur. Amaolup bitene baktığımızda, devletle o kadarilişkisi olan emekli bir subay bir dostluk ilişkisineneden bu kadar ihanet edebilir? Busoruya da halen cevap arıyorum. Yunan istihbaratınınkontrolüne verilirken, YunanistanDışişleri Bakanı Pangalos’la sözdegörüşmeye gidiyordum. Pangalos’un ihanetiçinde olduğunu, daha sonraki bir cümlesindenet anladım: “Pencereden gireni, bacadanatarlar.” İmhalık bir duruma sokulduğumdada şu cümlesi dikkat çekiciydi: “ApoMesih’in yanında, bir melek gibi yaşamaktadır.”Stavrakis’in tutumu da düşmanca vehainceydi. Direkt ABD’nin kararlarını uygulamıştır.Ne kadar kendi yetkisini, ne kadarhükümet yetkisini kullandığını bilebilecekdurumda değilim. Başbakan Simitis’in,hangi etkenler altında ‘kovulma’ ve Kenya’yasürülüşümün kararını verdiğini iyiaçıklaması gerekir. Bu yetkililerin en üst kararsahipleri olarak, detaylı ifadelerine ihtiyaçvardır. İtalya Başbakanı MassimoD’Alema’nın Roma girişimimdeki tavrı örnekalınabilir. Benimsemese de, zorla veyakomployla çıkaramayacağına, bunun ancakgönüllülük temelinde olabileceğine sonunakadar bağlı kaldı. Üç ay kaldım. İlticaişlemi başlatıldı. Sonra bu hak verildi. 15Ocak 1999 çıkışımda da yazılı mektup bırakmaşartını ısrarla getirdi. Başka türlüİtalya’dan çıkışımın kanunsuz olacağınıçok iyi bilerek bu tavrı sergiledi. HelenCumhuriyeti’nde bu prosedüre hiç bağlı kalınmamıştır.Atina’ya girdikten sonra bir ilticahakkım vardır. Bunu hiç kimse engelleyemez.Sonucu ancak mahkeme belirleyebilir.Suç teşkil eden bir konumum varsa, oda gözaltı ve tutuklanmayla değerlendirilir.Bu araçlar ki, en meşru araçlardır ve tümAB ülkelerinde geçerlidir. Bu prosedürebaşvurulmadığı gibi, dostluk ilişkilerini kullanarak,önce Nagzakis’i aldatarak istihbaratınkontrolüne verilmem, ikinci adımda da‘Devlet sözü veriyoruz’ aldatmacasıylaKenya’ya yollanmam gerçekleştirilmiştir.Eğer bana fanatik dostluk bağıyla bağlı olduğunuaraç olarak kullanmasaydı, SavasKalenderis’in vaatlerine inanmazdım. Buradasuç teşkil eden, iradeyi ifsat vardır. Bununiçin hem kendisinin hem de istenirsediğer tanıkların ifadesine başvurulabilir.Baştan itibaren Kenya’ya yollanmamaçıkça komployla bağlantılıdır. Neden direktGüney Afrika Cumhuriyeti değil de Kenya?Çünkü burada ABD’nin tam kuklası bir rejimvardır. Teslim planı için en uygun olan yerdir.Bir Mandela ve Güney Afrika Cumhuriyetiböylesi komplolara düşmezdi. Türkiye’yeteslim edişte de aynı ihanet sergilenmiştir.Elçi Kostulas, pek rahat olmasa da, bu görevibaşarıyla yürütmüştür. Planın tamamenfarkındaydı. İltica dilekçemin kabul edildiğinisöyleyerek beni uyutabilmişti. En son Kalenderis,“Pangalos’un özel emriyle Hollanda’yagidiyoruz” diyerek, beni Kenyalı hainlere teslimetmede en açık ihanet görevini yerinegetirmiştir. Burada benim sınırsız dostluk güveniminkullanıldığı da çok açıktır. Kuşkuduymam için en ufak bir açık vermemişlerdir.Bir ihanetin bu kadar ustalıkla oynanmasınaancak şapka çıkarılır. Bu bilgilerin detaylarını,eğer istenirse, avukatlarım gösterecekleritanıklar ve belgeleriyle verebilirler. Dinlenmeleritalebimdir.Tüm hareketlerim baştan sona, Yunanistihbaratının kontrolü, bilgisi ve yardımıylagerçekleşmiştir. Benim devlet güçlerinin biryardımı olmadan bu hareketleri başarmammaddeten imkansızdır. Kaldı ki, Atina girişimimdışında da, Helen devletinin AtinaTemsilciliğimiz kanalıyla önemli orandamaddi ve manevi desteği olmuştur. Bunlarlailgili olarak da, avukatlar, dost tanıklar veilişki kurulan devlet yetkililerinin ifadelerinebaşvurabilirler. Bütün bu hususlar göz önünegetirildiğinde, teslim edilmem olayınıniçyüzünü nasıl kavrayabiliriz? İnanılmasıgüç bu çelişkiler hangi etkenler altında ortayaçıktı? Somut bilgilerden yeterince haberdarolmasak da, sınırlı bilgi ve gelişmelerdenbazı sonuçlar çıkarabiliriz. Baştan itibareninisiyatifin ABD ve İngiltere istihbaratınınelinde olduğu, bunun da Türkiye MİT’ive İsrail MOSSAD teşkilatıyla işbirliği halindeyürütüldüğü birçok yazı dizisi ve kitabakonu olmuştur. Bunları uzun anlatmayacağım,belge olarak sunulabilir. Daha Atina’yahenüz geldiğim şubat ayında Ankara’ya hemenhaber verildiği, Sabah gazetesindeyazı serisi olarak işlenmiştir. Çok sayıdakanıt ve tanık, teslim edilme olayımın koordineliyürütüldüğünü göstermektedir. Özelolarak İsviçre’den getirilen uçakla Kenya’yakaçırılmamın içinde, NATO gizli operasyonbölümünün de rolünün kuvvetlemuhtemel olduğunu göstermektedir. NA-TO’nun müşterek bir kararı olma ihtimalivardır. Fakat bu husus kanun dışı olduğuiçin, NATO özel kuvveti olan Gladio ile yürütülmüştür.Tıpkı İtalya benzeri birçok ülkedekioperasyonlar gibi. ABD’nin bu politikalarınınAB zemininde ne kadar derin çatlaklarayol açtığı günümüzde daha iyi görülmektedir.Bütün bu hususları en iyi bilebilecekkişi Başbakan Simitis’tir. Ayrıca Stavrakis’indirekt ABD’nin emriyle hareket ettiği,İngiliz avukatlarımın hazırladığı savunmadagösterilmiştir. Gerek ABD, gerekse Türkyetkililer işbirliği yaptıklarını en üst düzeydeifade etmişlerdir. Geriye şu sorulara yanıtvermek kalıyor: Tüm tarafların bu işte,komploda çıkarları nedir?Birincisi, ABD kendisi için stratejik müttefikolarak gördüğü Türkiye’yi kendisinebağlamak için bu yardımı mükemmel birfırsat olarak görmüştür. Bütün Ortadoğu,Orta Asya ve Balkan faaliyetlerinde Türkiye’denyararlanmayı bu teslim edişle zirveyeçıkarmıştır. Aynı hususlar İngiltere içinde geçerlidir. İsrail de Türkiye’yle geliştirdiğistratejik ilişkisinin bu olaydaki rolüyle nekadar önemli olduğunu kanıtlamıştır. İsrail’inbeyin rolü, diğer alanlarda ve özellikleKenya’da sonuç alıcı olmuştur. Peki, HelenCumhuriyeti’nin menfaati nedir? Bir defaçok bağımlısı olduğu ABD’nin emrini yerinegetirmiştir. Sonrasında Kıbrıs ve Ege sorunlarındaABD’nin tam desteğini alarak,karşılığını fazlasıyla alacağını hesaplamaktadır.Diğer aşağılık bir yaklaşım Pangalos’unsözünde gizlidir: “Mesih’in yanındakimelek” demekle imhadan başka birsonucun beni beklemediğini çok iyi bilmektedir.Benim Türkiye’nin elinde ölmem, tambir ‘iti ite kırdırma’ politikası olarak mükemmelişlerlik kazanacaktır. İtler ne kadar birbirlerinikırarsa, sonuçta kendi politikasıkazanmış olacaktır. Bu yaklaşım, verilendesteğin tamamen taktik çıkar amaçlı olduğunuaçıkça ortaya koymakta, en ufak birinsani yönünün olmadığını göstermektedir.Bütün hesaplar benim kör bir direniş içinegirerek öleceğim üzerine yapıldı. Ölmemüzerine gün sayıldığı, Atina gazetelerindebile işlendi. Şahsımın klasik milliyetçi yaklaşımdanuzak olması ve kör şiddete açıkolmaması, ilkel Kürt milliyetçiliğinin önünüaçarak diledikleri gibi Kürt sorunu ile oynamahesapları bunda belirleyici olmuştur.Teslim edildiğim gün bazı Kürt milliyetçi önderlerinhemen Atina’ya geldikleri bilinmektedir.Bütün hesaplar, komplo ve ihanetinölümümle sonuçlanacağı temelinde yürütülmüştür.Hukuki yanını bir yana bırakalım,bu yaklaşımda insani hiçbir yanın gözönüne alınmadığı açıktır.c- Savcı’nın iddianamesindeki yaklaşımınAİHS ve Helen pozitif ulusal hukukunaaykırı olduğu yaptığım kısa değerlendirmedende rahatlıkla anlaşılabilir. Hiçbir makamtehdit altındaki bir vatandaşını veyasiyasi iltica başvurusunda bulunanı ‘kovma’yetkisinde olamaz. Özellikle benimİtalya sürecim, bunun için en iyi örnektir.Sadece pozitif hukukun gerekleri yerinegetirilse bile, bu olaydaki sorumluluğun hükümetedüştüğü açıkça görülecektir. Zatenolay sırasında hükümetin büyük telaşı vebakan istifaları bunu göstermektedir. Enucuz kayıpla suçlarını örtbas etmek istemişlerdir.Neden, hemen başlangıçta hakkımdasoruşturma yürütülmedi? Suçluysam,ilk anda suçluydum. Her şey bilgileridahilindeydi. Olay umdukları gibi gelişmeyipbenim kim vurduya gitmem gerçekleşmeyince,yani nedeni belirsiz, sadece Türkyönetimini sorumluluk altına sokan birmecrada gelişmeyince yargılama yolunagidilmiştir. Tasfiye olsaydım, kesinlikle buyargılanma gerçekleşmeyecekti.Atina Karma Yeminli Mahkemesi’nin lehimdevereceği karar, AİHM’de İmralı kararınailişkin verilen hükümler açısından önemtaşımaktadır. AİHM tüm itiraz maddelerimizikabul etmesine rağmen, kaçırılmayı gözönüne getirmemiştir. Nasıl tehlikeli bir komploiçinde kaçırıldığıma değinme gereği duymamıştır.Sanki teslim edilmem öncesi olupbitenler hukuku ilgilendirmiyormuş gibi, darhukuki kıstaslar içinde kalmıştır. Halbuki banailişkin AİHS’nin en temel maddesi; cangüvenliği ve hukuki bir yönteme dayanmadan,keyfi olarak gözaltına alınamayacağıbiçimindedir. Benim durumum sadece keyfigözaltı değil, ucu her türlü imhaya açık birkaçırılmadır. Çok sayıda devlet güçlerinin roloynadığı planlı, gizli, tamamen uluslararasıhukuku çiğneyen bir kaçırılmadır. AİHS 5/2maddesi çiğnenmiştir. Ulusal hukukun dadevre dışı bırakıldığı açıktır. Hep vurguladığımgibi, Helen Cumhuriyeti sınırları içindeverilecek karar en çok tutuklanmadır. Bunundışında tüm muameleler hukuk dışıdır. Mahkemeninbu hukuk dışılığı bir yolla telafi etmesigerekir. İmralı yargılamasını ve AİHMyaklaşımını geçersiz sayabilir. Çünkü ilk yargılanacağımve dolayısıyla güvencesi altındaolmam gereken mahkeme, Atina KarmaYeminli Mahkemesi’dir. Bu mahkemenin kararıöncelik taşır. Diğer mahkemelerin kararlarınınhüküm ifade edebilmesi için, Atinayargılanmasının sonucu gerekmektedir. Hukuksuzluküzerine, hukuk inşa edilemez. Buaçıdan Atina Karma Yeminli Mahkemesi’ninkararı hem bir ilk örnek teşkil etmesi hem dediğer yargılamalara zemin teşkil etmesi açısındanönem arz etmektedir. Pratik sonucupek önemli olmasa da, AİHS 5/2 maddesininişletilmesi açısından da sonuç doğurabilir.İtalyan Roma İstinaf Mahkemesi’nin ilticamınkabulüne ilişkin verdiği karar da gözönüne getirilmelidir. Mahkeme esas olarakhalen Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumugöz önünde bulundurarak, İmralı’dakitutuklu olmamı da gayri kanuni olarakdeğerlendirmek durumundadır. Teorik olarakHelen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumkabul edilerek yargı yürütülmelidir. Bunungereklerini ortadan kaldıranların suç teşkilettikleri açıktır. Böylelikle örneğine az rastlanırbir hukuki kalpazanlığın önüne geçilmişve hukuk devletinin gerekleri yerine getirilmişolur.Sonuç olarak, insanlık ve halklarımızındostluk tarihinde bir kara leke olan bu●“Ezilenlerin tümünün, bir da¤ ve orman kovu¤undan çöl kabilesine, köleden iflçiye,cinsiyet ezileninden çevreciye, çocuk, genç ve yafll› katmanlaflmas›na kadar bileflikbir sistem aray›fl›na hiçbir dönemle k›yaslanmayacak kadar ihtiyaç vard›r.Devlet sosyalitesinin zihniyet ve siyaset askerlik yöntemlerine düflmeyen, o s›n›rlarakoflmayan, kendi do¤alar›na uygun hem zihniyet hem de politik yap›lanmalar›n›oluflturmalar› gerekir. Bu temelde tarih ve gelenek, araflt›rma ve bilinçlendirme,mant›k kazanma çabalar›yla en genifl Demokratik Ekolojik ToplumKoordinasyonlar›n› teflkil etmeleri gerekir.”●komplo olayında mahkemenin kararı, adilbir hakem olarak dindirici bir etki yaratabilir.Kendim bunu bir intikam sorunu olarak değerlendirmeyikarakterime uygun bulmamaktayım.Siyasi ve ahlaki savunmamdayaptığım gibi, yine de dostluk ve barış içinbir köprü rolünü sürdürmekte kararlıyım.Türk-Helen ilişkilerinin, benim üzerimde oynananbu oyunla, özellikle ABD’nin isteğiyledüzeltilmesine fazla güvenilemez. Kalıcıdostluklar, ancak halkların demokratik dayanışmalarıylakurulabilir. Benim de yapabileceğim,artık tarih boyunca kanlı uygarlıkgüçlerinin politik yöntemlerinden köklü birbiçimde kopmak, siyasi mücadelenin temelinehalklarımızın demokratikleşme mücadelelerinioturtmak ve başarı kazandırmakolacaktır. Şuna derinden inanıyorum ki,Kürt-Türk ilişkilerinde sağlayacağımız köklübir demokratik uzlaşı ve barış ortamı, Helenhalkının da yüzyıllardan beri derin umuduolan barış ve dostluğun en güçlü güvencesive gerçekleştirici gücü olacaktır.Kürt krizinde çözüme do¤ru–veya komploya yan›t–Atina üzerinde 1 Şubat 1999’da uygulamasürecine konulan komplo şahsında,Kürt olgusu ve ondan kaynaklı sorunlarıbir ikilemle karşı karşıya getirdi: Yaintihar, ya yeni yaşam koşullarını özde vebiçimde yaratabilmek! Medyada işlendiğitarzda ‘paketlenip’ Ankara oligarşik yönetimineteslim edildiğimde, dünya çapındaetkili ABD hegemonik sistemi beni daha iyitanıyor ve ne yaptığını biliyordu. İster ölü isterdiri kalmanın kendi sistemi içindeki sonuçlarınıhesaplıyordu. ABD ve Yunan oligarşisifazla yaşayabileceğime ihtimal vermiyorlardı.İntihar veya değişik bir ölüm biçiminingüçlü bir olasılık olduğuna emindiler.Başlangıçtaki beklentili halleri de bunukanıtlıyordu. Beni teslim ederken hiçbir güvenceöngörülmüş değildi. Halk deyişiyle‘eti de senin, butu da senin’ tutumu içindeydiler.Hem örgüt hem de halk içindeki azamiseviyeye çıkarılmış karşıtlık duygularıintihar eğilimine yatkındı. PKK beş bine yakınelemanını intihar kararlılığıyla eylemesürmeye hazırlanırken, Türk kamuoyu kısasüre içinde idam infaz beklentisi içine sokulmuştu.Kendini yakma eylemleri devamediyordu. ABD ve yakın müttefikleri olarakİsrail ve Yunanistan, Türkiye’nin içine gireceğibu yeni intiharvari karşılıklı öldürmefuryasında, kaosunda, en azından onlarcayıllık bir kargaşa, ekonomik iflas ve intikamhisleriyle dolu bir dönem içinde kendi politikalarınınbaşarı şansını yüksek görüyorlardı.Hem Kürt hem de Türk şoven milliyetçihisleri kabardıkça, içinden kolay çıkılamayacakbir kör çıkmazın sonunda her ikitarafın da kendilerine bağlanacağındanemindiler. Bağlanmaktan başka çare göremiyorlardı.Geleneksel ‘böl yönet’ veya‘tavşana kaç, tazıya tut’ politikasının sonuçvermemesi düşünülemezdi. Kaldı ki, son15 yıllık süreç bu politikanın bütün ipuçlarınıvermişti. Hem Türkiye hem de Kürtlerdalga dalga sistemin kollarına atılmaktaydılar.Başka yolları kalmamıştı. ’20’lerin gündemleştirilmişbir versiyonuyla, tarih tekerrüredilmek istenir gibiydi. İngiltere zaten buyıllardaki tecrübesi ile işin can alıcı noktalarınıbizzat planlayıp uyguluyordu. PKK’ninyeni bir önderlik altında kendine bağlanıp,kendine bağlı işbirlikçi bir Kürt milliyetçi hareketiyle’20’ler politikasını, ’90’larda Iraküzerinde uygulama çabasındaydı. Irak’ın2003’te içine düşürüldüğü durum bu politikanıngüçlü temelleri olduğunu gösteriyordu.Şahsımda bir Şeyh Saitçilik oynanıyordu.Öyle ki, idam kararım Şeyh Sait’in idamedildiği 29 Haziran 1999’da verilmişti.Bu gerçekler karşısında intiharı seçemezdim.Dayanılması zor koşullar karşısında,Kemal Pirlerin anısı gereği, ölüm orucudüşünülmedi değil. Daha uçaktayken, tekkelime konuşmadan bu yolu denemek aklımagelmişti. Ama geliştirilen oyunun da tambunu beklediği ve oyunu oynayanların karanlıktakalacağı, ölmemesi ve öldürmemesigereken insanların öleceği ve birbirini öldüreceği,belki de etkisi yüzyıllara yayılabilecekbir intikam sürecinin birlikte yaşamkültürü güçlü olan halklarımız arasında yeşereceğigerçeği, kişisel intikam hisleriyleve acılarıyla kendi sonumu getirmeye hakkımınolmadığını açıkça dayatıyordu. Trajedimne kadar acı ve hak edilmedik olsa da,bazı değerler için yaşama gücü göstermeliydim.Önemli olan benim kişisel onur vegururum değil, sistematik değerlerin hesabınıdoğruya yakın yapabilmek ve fırsatıolursa karınca kararınca hayata geçirebilmekti.Yaşam kararlılığım ana hatlarıyla bubiçimde oluştu.Açık ki, hem öz hem de biçimde beni tepedentırnağa bir gözden geçirme ve dönüşümgörevi bekliyordu. Yaşamam bu görevinbaşarısına bağlıydı. Tutukevlerinin zorkoşullarına karşı, bu dönemde ölümüne direnişlerboy gösteriyordu. Benim koşullarımdaha ağır olmasına rağmen, çıkışı bu biçimdeyapmamın gerçekçi ve doğru olamayacağınınve sonuç da vermeyeceğinin bilincindeydim.Örgütü ve halkı kendim içinayağa kaldırmamın da doğru bir tavır olamayacağınıdüşünüyordum. Bu yönlü yaklaşımların,düşünülen oyun gereği ezileceğiöngörülmüş ve onay verilmişti. Tüm diriöğelerin tasfiyesi, planın bir gereğiydi. Soyutbir şoven milliyetçilik politik olarak sürdükçe,her şeyi buna kurban etmekten çekinmeyecekti.İşbirlikçi ilkel Kürt milliyetçiliğive PKK’den kaçan hainler ellerini ovuşturarakbunu bekliyorlardı. Böyle yapmadığımtaktirde ise, “APO direnmedi, derindevlete teslim oldu” türünden yaklaşımlarlaortamı istismar etmeye çalışacaklardı. Bunlaraalet olmamalı, fırsat vermemeliydim.Kaldı ki, Kemal Pir ve Mehmet Hayri Durmuşbaşta olmak üzere ’82 Büyük ÖlümOrucu Şehitleri’ne, yine Mazlum Doğanve Ferhatların anısına bağlılık; Onları taklitetme biçiminde davranmak yerine, özgüryaşamın daha gerçekçi ve onurlu bir çıkışınıemrediyordu. Sonuç olarak yaşam kararlılığıkesinleştikten sonra, büyük dönüşümsürecine cesaret edecektim. Tarihteözellikle Ortadoğu kültüründe bu tür süreçlerdönüşüm örnekleriyle doludur. Ha Eyüpgibi bir mağarada, ha Zerdüşt gibi dağ ba-
Sayfa 20Temmuz 2003Serxwebûnşında inziva ve çileye çekilmişsin, ha İmralıTek Kişilik Tutukevi’ne kapanmışsın; özündefark yoktur. Sorun, dönüşümün nitelikselözelliklerini geliştirebilmekteydi. Şimdiyekadar ki tüm değişim ve gelişim deneylerimiaşan özellikler kazanmadıkça, büyük çilesürecinden sağlam ve doğru çıkmam anlamlıolmayacaktı. Benim sorumluluğum altındaoluşan muazzam acılar ve umutlaryüklü değerlere layık olmak da bu gerçekleşmeyebağlı olacaktı. Söz konusu olan,kişiliğim temelinde bireyi, kurumları ve çözülenzihniyeti bağrında taşıyan sistemi görebilmek;bununla da yetinmemek, o sistemiaşmak ve yeni sistemi gerçekleştirmekti.Ana hatlarıyla teorik ve bazı uygulamaörnekleriyle kalın çizgiler halinde bu süreciözetlemeye çalışırsam:Kürt olgusu özgürlü¤e suya biny›lhasret kalan topraklar gibiydia- Her şeyden önce kişiliğimin ilginç birözelliğinin sistematik karakter hastalığındaolmasıdır. Bir sistemi tam aşamadıkça,kendimi sürekli kriz içinde bulmam söz konusudur.Yüzeysel ve doğruluğu kuşku götürendeğerlerle uzun süre yaşamanın,özüme ters bu şüpheli yaşamın doğal birsonucu olarak, beni hep arayışa zorlamasısöz konusuydu. Bu ise, evrenden tutalımbir toz zerreciğine kadar her şeye doğru biranlam vermedikçe rahatlamayacak bir karakter,mizaç taşımak anlamına geliyordu.Tüm yaşam evrelerimi gözden geçirdikçe,bu hususu kalın bir çizgi gibi görüyordum.Aile ve köy toplumunda kendimi tanımayabaşlar başlamaz, doğru olan nedir sorunuylakarşı karşıya geldim. Sonuç, aile veköy gelenekleri yerine, kendi çocukluk hayallerimyüklü ‘özgün yasalarımı’ sezip yaşamaktı.Bilinen köy aile isyancılığı bu özelliktegelişmişti. Topluma, şehre açıldıkça,durum daha da sancılı bir hal aldı. İlk genelideoloji olarak dine sarılmak, birçok insandaolduğu gibi bende de ifadesini buldu. İlk, ortave lise sürecinde dinsel yanı ağır basanduygulu, mümince bir yaşamı esas aldığımda itiraf etmem gereken bir husustur. FakatAnkara’daki okul, Dev-Genç hareketliliği, ilkelKürt milliyetçi yansımaları bendeki krizidaha da derinleştirecekti. Tüm bu süreçleribazı öğretmenlerim fark etmiş olup, yardımcıolma çabaları da vardı. Yaşanan sistematikdüzeyde olduğu için, bu çabalar yeterligelmiyordu. ’70’lerde kemalist Türkiyemodernitesi çatallaşma sürecindeydi. Biryandan daha radikal sol çıkışlar, diğer yandanşoven milliyetçi ve dini ağırlıklı siyasalçıkışlar her genci olduğu gibi beni de etkisialtına almakta gecikmeyecekti. Klasik kemalizminetkileri sınırlı kalmıştı. Yeni ideolojikpolitik akımların etkisi altında daha dazorlanmakla birlikte, yeni bir karar süreci yaşıyordum.Kürtlük ve dinsel kuşkuculuk peşimihiç bırakmayan iki katı gelenek olmayadevam ediyordu. Sol ideolojiye yönelmemde bu gelenekleri aşarak değil, yadsıyarakaşma kolaycılığı, kuşkulu yapımı daha daderinleştirecekti. Kürt ilkel milliyetçiliğinedüşmemek kadar, dinci özelliklerimi de yenigelişen dini siyasi akımlara kanalize etmemekönemli olmakla birlikte, yeterli bir çözümdeğildi. Okulu bitirdikten sonra, küçükbir memurlukla tatmin olacak yapıda değildim.Üniversiteyi okumam sol çıkış için birbasamak yapmaktan öteye bir anlam taşımıyordu.Dönem aynı zamanda sol parçalanmayıyaşıyordu. Eylemler patlak vermişti.Eylemciliğin, karakterimin sistem analizidışında, benim açımdan değerlendirilebilecekbir özelliği yoktu. Militanlık hevesleri tatminetmiyor, bir taklit karikatürü olmaktanöteye anlam ifade etmiyordu. Mevcut sol ortamiçinde, dürüst bir sempatizanlıktan öteyegidemiyordum. 12 Mart hareketinin soldayarattığı boşluk, hiç hazır olmadığım halde,beni bir gençlik önderliğiyle yüz yüze bıraktı.Ankara Demokratik Yüksek ÖğrenimDerneği (ADYÖD) yönetimi ve fiili başkanıgibi bir konum, liderlik konumunu da önümekoydu. Daha önceleri sempatizanlığım, siyasiyanı ağır basan THKP-C’ye yönelikti.THKO kaldırabileceğim bir yapı gibi gelmiyordu.Fakat arta kalan THKP-C sempatizanlarıyeni örgütlenmede tutarsız kalınca,çıkışı bir sol Kürt hareketinde aramam vebunun bizzat sorumluluğunu üstlenmem kaçınılmazoldu. 1972-73’te bu kararlılık kesinleşince,gerisi pratik çabaydı. Bu kararlılığıçözdüğünüzde, hem Kürtlüğün hem desol temelinin genel bir çizgi slogancılığınıaşamadığı görülecektir. O koşullarda dünyaçapında marksizmin, solun yaşadığı krizgöz önüne getirildiğinde, slogancılığı aşmakkolay değildi. Kısır tartışma ortamıyla oyalanmaktansa,ana hatlarına emin olduğumbir Kürt özgürlük hareketinin, ne kadarmaceralı gibi görünse de, sonucun verimliolacağından kuşkum yoktu. Çünkü Kürt olgusuözgürlüğe, suya binyıl hasret kalantopraklar gibiydi. Bu tercihe başta Kemal Pirve Haki Karer gibi çok değerli Türk kökenliarkadaşlar da derinliğine inanmışlardı. Onlarçıkışımızın soy damarıydılar. Yaptığımızyolculuk tipik bir inanmış mümin yürüyüşünebenziyordu. Ortadoğu’daki tüm zorlanmalarbu temeli değiştiremedi. Diğer yandanAvrupa’nın dayattığı eritmeye karşı dadirenildi. Ortadoğu’nun feodal karakteriniaşmamış politik oyunlar ortamıyla Avrupa’nınçekici eritici ortamı arasında uzun süredirenilmekle birlikte, derinliğine bir dönüşümüyaşamamız söz konusu olmadı. KlasikVietnam veya Küba türü hayallerimiz dehiç eksik olmadı. Sovyetler çözüldüğündebile, tüm eleştiri özeleştiri çabalarına rağmen,dönemi başarıyla aşacak sistematikyeniliği yakalamaktan uzaktık. Giderek sıkıştığımbir gerçekti. Ama inatçı bir çabaylane ABD ve AB’ye ne de bir Ortadoğu devletineyönelik teslim olma eğilimine itibar edilmedi.Özgün kalmak daha anlamlı ve özümedenk geliyordu. 2000’lere doğru dahaçok mevcut hareketliliği ve bu temelde onurukorumak, gerisine fazla aldırış etmemekveya kaderci dogmatik bir anlayış içindegün saymak gibi geçiyordu. Ortadoğu’dakison dönemime damgasını vuran gerçeklikbuydu. Hiç rahat değildim. Kadın özgürlüğünedaha fazla yönelmem söz konusuydu.Belki bu kanaldan bir çıkış bulabilirdim.Çünkü yeni düşüncelere daha açık, doğurganbir alan gibi geliyordu.Geneldeki sol düşüncenin Sovyet reelsosyalizminde yaşadığı çözümsüzlük veçözülüş, temelindeki derin boşluklara bağlıydı.Benim yaşadığım da bununla ilintiliydi.Kürt sorununa uygulanış sınırlı sonuçlarvermiş, fakat derin bir uçurumun kenarınada getirmişti. Her ne kadar bu sosyalizm türüneyönelik baştan itibaren eleştirisel yaklaşılmışsada, köklü bir dönüşüme uğratmaktanuzaktık. Köksüz bir mezhepleşmetehlikesini içeriyordu. Tarihsel temeldenyoksunluk, geleceğin peygamberce dogmatiköngörüsü, dünyevileşmiş bir materyalistdini anlayış durumuna düşürmüştü.Feodalizmin güncelleşmiş dini siyasi akımlarıylakapitalizmin yeni liberalizminin kenarındanbile yürümek istemiyordum. Dahaderinleşmiş kuşkular ve kurumayla yüz yüzebir zihniyette, gelişemeyen duygularlayüklü, olabildiğince trajik bir pratiğin başındaayakta kalmayı tam bir onur savaşınadönüştürmüştüm. Başarı ve çözüm, pratiktenve sistemin içindeki gelişmelerden bekleniyordu.Halbuki her iki alan, kriz derecesindebir bunalımı yaşıyordu. Her yönüylebir kilitlenme durumuna gelmişti. Fakat doğadurmadan değiştiğine göre, toplumsalgerçeklik de değişecekti. Tıkandığı noktalardan,çözüme zorlanacaktı.b- İmralı sürecine bu gerçeklik temelindegelindi. Önemli bir tarihsel kesit yaratılmasınarağmen, kendi sistemini yaratmaktanuzaktı. Her tarafa kullanılabilecek bir malzemedurumundaydı. Türk devletinin sorgulamayapan güçleri, sanıldığı gibi fazla gerideğillerdi. Kilitlenme kadar çözümün debenden geçtiğinin oldukça farkındaydılar.Kaba bir yaklaşım içine girmemekle birlikte,tam bir sistem savaşıyla yüz yüze bıraktılar.Kendi deyişleriyle, her şeyi ben yapmak durumundaydım.Bir yanıyla doğruydu. Diğeryandan ise, tüm dünya karşısında tek başınabırakılmıştım. İçine düşürüldüğüm bu durumumda,‘yeni dünya adaleti’ kendini bütünçıplaklığıyla gösteriyordu. Özellikle ABDküreselciliğinin (yeni) ilk kurbanlarındandım.Aslında Türk-Kürt olgularının, basit bir kullanımdeğeri taşıdığı anlaşılıyordu. Sorununözünün bir Kürt-Türk çelişkisinden ibaret olmadığıkendini bütün yönleriyle gösteriyordu.İkinci, üçüncü kategorilerden çelişkilerolduğumuz ortadaydı. Dar bir ulusalcılık vesınıfsallık bu yüzeysel çelişkileri ifade ediyordu.Sistemli olamadığımız, karşı sistemleriniçinde kaldığımız inkar edilemez bir konumarz ediyordu. İstediğiniz kadar ezilenulusçu veya sömürülen sınıfçı olduğunuzuiddia edin, pratik sizi karşıt sistemin basit biravı halinde tutmaktan öteye taşımıyordu.Eğer yaşadığınız sistemi köklü gözden geçirmez,alternatifini geliştiremezseniz, bukonumu aşamayacağınız da ortadadır. KocamanSovyet sistemini kullanan emperyalhegemonik sistem, bir Kürt-Türk ilişkiler veçelişkiler odağını haliyle kullanacaktı. Öyleyaptığı da bütün marifetleriyle karşımdaydı.Bu durumu sadece dostların, PKK’nin eksiklikleriile izah edip aşmak gerçekçi değildi.Hatta görünür komploculara bağlamakda yeterince bir izah olamazdı. Ne kadarKürt, Türk, Arap çözümlemesi yapılsa dadurum yine aşılamazdı. Buralardan dünyahegemonik sistemini çözmeye yönelmedikçe,içinde kıvranmaktan kurtulunmayacaktı.Benim durumum her yönüyle bir sistem çözümünüdayatıyordu. Öyle sıradan parçasal,farklı zaman mekan çözümlerini değil;bütünsel derinlikli ve tüm boyutlarıyla bir evrenselçözümü dayatıyordu. Bu tür bir çabayave düşünsel yoğunlaşmaya yöneldim.Tümüyle etli butlu olmasa da, kendi sistemininiskeletini oluşturduğum kanısındayım.Evrensel bakış açım, mevcut bilimsel bilgidüzeyini rahatlıkla karşıladığı gibi, hiçbir gelişmekarşısında şaşmayacak bir olgunluğaulaşmış seviyededir. Yaşam ölüm diyalektiğindetüm gelişim evrelerini yorumlayabilecekve karşısında yeterince cesaretle durabilecekdurumundayım. Dönüştürdüğüm sadecebilimsel zihniyet yapısı değildir. İnsanlıktarihi boyunca yaşanan mitolojik, dini, felsefive bilimsel düşünce tarzlarının iç içe diyalektikgelişmesini zihniyetimin temel kalıplarıhaline getirmişim. Buna sağlam mantıkyapısı da denilebilir. Bu mantık yapısıiçinde toplum, doğa ve evren kavramınaşüpheli karakterimi doyurabilecek denli birderinlik, doğruluk kazandırmış durumdayım.Benmerkezli bir düşünce yapısı veya hastalığındankurtulmuş durumdayım. Ta çocukluktanberi en güçlü baba, kabile, aşiret,ulus, devlet vb kavramlarla kendini özleştirme,tekleştirme hastalığı, aslında insan psikolojisindekien derin bir zaafı da teşkil ediyor.Belki de canlılar aleminde kendi başınayaşayamayacak denli zayıf bir hayvan olaninsan türü, bu zayıflığını toplum olmak vetoplum olmakla da kendini onun bir kategorisi(aile, hanedan, devlet, ulus, aşiret) olanbiçimler altında tanrısal bir yansı haline getirmeklebenleştiriyor, tekleştiriyordu. Aslındatek tanrılaşmayla, benlikte bir zirveleşmeve kendini gizleme söz konusudur. Buradançıkarak firavun tarzından son ABD tarzınakadar bir uygarlık gücü halinde korkunçgüçlendirmesine varıyor, temel insani zayıflığıböyle yanıtlıyor. Tabii bu tür tanrısallaştırmaylahastalık aşılmıyor, tüm insanlığıtehdit edecek bir genelliğe ulaşıyordu.Eflitlefltirenözgürlefltiren devlet olamazOrtadoğu kültüründeki büyük çile dönemleri,özünde bu yapıyı kırmaya yöneliktirve çok zengin bir içeriğe sahiptir. Sosyalmücadele tarihini Batı’da aramak, aslındaözümüze saygısızlıktır. Her tür sosyal veçevreci mücadelecinin binlercesine Ortadoğukültürü tanıdıktır. Descartes, Marks, Leninvb gibi Batı’nın son 500 yıllık birikimleribu kültür karşısında zayıf kalır. Batı’nın üstünlüğü,eleştirisel diyalektik düşünceyi sistemlive sürekli uygulamasından ileri gelmektedir.Buna rağmen bireycilik hastalığınıaşamadığı gibi, insanlığı genelleşmiş bir firavunlaşmasistemi içine atmaktan öteye gidememiştir.Sümer rahip birey ve devletinin aynısınıtemsil etmektedir. Yalanlı ve kanlı uygarlığıesas olarak aşamamıştır. Sistemin yatek tanrının hiçleşen kulları ya da tanrısallaşaninsanlar üretmekten öteye gitmediği anlaşılmıştır.Kendi çözümümde, Batı uygarlığıdahil, Sümerlerden beri süregelen birey devletikileminin tüm sorunların kaynağını teşkilettiği ve son on yıllardan beri gittikçe derinleşenbir krizi yaşadığı biçiminde bir anlayışasahibim. Bu ikilem tüm ekonomik ve ideolojiktoplum yapılanmasını cenderesine alan temelçelişkiyi teşkil etmektedir. Çelişki serf derebeyi,köle efendi, işçi patron arasında olmaktanöteye, tüm resmi sınıflı uygarlık sistemive cenderesine aldığı herkes ve her kurumarasındadır. Sınıf sorunları, çevre, kadın(cinsiyet) sorunundan etnik sorunlara kadartüm toplumsal sorunlar bu sistem çelişkisindenkaynağını alır. Fakat devlet sahibi sosyalitekendi sistemini kurmasına karşın, devletleçelişki halindeki tüm sosyalite yapılarıkendi bileşik sistemlerini kurmaktan uzaktırlar.Devlet sistemlerinin sürekli gittikçe yoğunlaşanve bileşik özellikleri karşısında, sözkonusu sorunları yaşayanlar, gerek uğradıklarızor, gerekse ideolojik saptırmalar yoluylasistematik düşünce yapısına ve toplumsalkurumlara ulaşmaktan yoksun bırakılmışlardır.Bilinç ve iradenin parçalanmış hali sürekliliğive bütünsel bir kurumsallığı oluşturamamakta;tarih boyunca sergilenen büyük özverilererağmen, sistematikliği sağlayamamaktadır.Çoğunlukla devlet sosyalitesinin iç çelişkilerininbir aleti olarak kullanılmaktan kurtulamamaktadır.Bu haliyle devlet ve dayandığısosyalite, zayıf bacaklar üzerinde şişenbir gövde ve dev başına benzemektedir.Gerçek bir toplumsal kanserleşme yaşanmaktadır.Devletin bu haliyle yürüyemeyeceğigerçeği, sistemin motor gücü ABD’nin yeniküresel hamlesine yol açmıştır. Sistem,karşıtlarınca çözümlenemeyince, kendi içindeçözüme gitme çabasındadır. Son Irakoperasyonu bu bağlamda anlam ifade eder.Çözüm bulunacağı da kuşkuludur. Sisteminbuna yetenekli olup olmadığı yoğun tartışılmaktadır.Fakat bizim tartışmamız bunu aşmakzorundadır.Mevcut sistem dışı bir sistem tartışmasındavardığım sonuç, toplumun değişimdönüşüm çabalarında devletçi tüm yaklaşımlarıaşmak biçimindedir. Devlete götürentüm düşünce ve hareket yapıları, iddialarıne denli eşitlikçi ve özgürlükçü olursaolsun, ters sonuç doğurmaktan kurtulamazlar.Son Sovyet deneyimi iyi bir örnektir.Devletçi sosyalizmin olamayacağı kanıtlanmıştır.Marksizmin temel zaafı bu gerçeklikteyatmaktadır. Ezilen sınıf diktatörlüğü dedahil, her devlet doğalında eşitsizlik ve özgürlüklesonuçlanmak durumundadır.Çünkü devletin temel mantık ve dokularındabu gerçeklik esastır. Eşitleştiren, özgürleştirendevlet olamaz. Fakat bu sınırlı eşitlikve özgürlük amacına hiç katkıda bulunamazanlamına gelmemektedir. Mevzii vedönemsel bu tür özellikleri kazanabilirler.Ama bu özellikler asli olmayıp geçici karakterdedirler.Dolayısıyla devlet dışı sosyalitenin,kendine uygun zihniyet ve siyasal yapılanmalarıoluşturma görevi vardır. Tarih boyuncabirçok mezhepsel ve etnik adımlaratıldıysa da, bir sisteme ulaşılamadığı açıktır.Köleci, feodal ve kapitalist çağdaki tümezilenlerin hareketleri muazzam deneyimleryaşamalarına rağmen, sistematik, sürekligittikçe yoğunlaşıp kurumsallaşan geleneklereulaşamadılar. Varolanlar parçasalve adeta müzelik konumdadır. Buna rağmentüm insanlığın devlet sosyalitesinceyutulduğunu, hiçbir gelenekten eser kalmadığınıiddia etmek sübjektivizm olur. Bu,aşırı abartma ve küçülmek anlamına düşmekolur. Gerçeklik biraz daha farklıdır.Ezilenlerin tümünün, bir dağ ve ormankovuğundan çöl kabilesine, köleden işçiye,cinsiyet ezileninden çevreciye, çocuk, gençve yaşlı katmanlaşmasına kadar bileşik birsistem arayışına hiçbir dönemle kıyaslanmayacakkadar ihtiyaç vardır. Devlet sosyalitesininzihniyet ve siyaset askerlik yöntemlerinedüşmeyen, o sınırlara koşmayan, kendidoğalarına uygun hem zihniyet hem depolitik yapılanmalarını oluşturmaları gerekir.Bu temelde tarih ve gelenek, araştırma vebilinçlendirme, mantık kazanma çabalarıylaen geniş Demokratik Ekolojik Toplum Koordinasyonlarınıteşkil etmeleri gerekir.Klasik sol ve liberal kalıplarla hiç vakit harcamamak,verimlilik ve boş çarpıtmalara uğramamakaçısından önemlidir. Küresel sistembunalımına karşı küresel bir demokratik ekolojikhareket insanlık için gittikçe aciliyet kazanmaktadır.Mücadele biçimleri olarak klasiksol dönemde olduğu gibi devletle çarpışmamakkadar, devlete koşmamak da ilkeselbir değere sahiptir. Ne devletle çarpışarak,hatta onu yıkarak ne de devletle sorunlar çözümlenir.Tersine, ‘ne kadar devlet, o kadarsorun’ yine ‘ne kadar az devlet, o kadarçok çözüm’ formülü daha gerçekçidir. Devlettenuzak durmak, gerekiyorsa demokratikekolojik toplum çabalarında sınırlı bir uzlaşmadanöteye gitmemek büyük önem taşır.Son 150 yıllık sosyalizm çabalarının iflas etmesinde,devlet yaklaşımları belirleyici roloynar. Milyonlarca kahramanın ölümü, emekçabaları bu ideolojik ve siyasi körlüktenötürü sonunda emperyalizme hizmet etmektenkurtulamamıştır. Birçok ezilen ulus ve sınıfhareketi bu tür yaklaşımların kurbanı olmuştur.300 yıllık Roma İmparatorluğu’na direnenyoksulların hareketi, Hıristiyanlık devleteyöneldiğinde yozlaşıp engizisyona kadargitmekten kurtulamamıştır. Zerdüşt’tenMani’ye, Nuh’tan İbrahim ve Muhammet’ekadar çözüm araçları, Sümer rahip devletinedoğru koştukça, kurtarmak iddiasında olduklarıinsanlığı aslanlara yedirmekten öteye gidememişlerdir.Bu yaklaşım, Leninist tarzıbir emperyalist devlet yıkıcılığı ve proleterdiktatörlük kuruculuğuna götürmüştür. Leninizmindüştüğü durum da aynıdır. Maoizmve benzerleri de aynı geleneği paylaşırlar.Yeni demokratik ekolojik arayış, rijit, kesinsınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareketetmez. Umudunu salt geleceğe taşımaz.Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz.‘Tarih ve gelenek neyse, günümüzve gelecek odur’ büyük ilkesine göre düşünmeve davranmayı bilmek gerekir. Tarihve geleneği ne kadar doğru biliyorsan,günümüz ve geleceği, bu tarihi içselleştirdiğindeüstüne ekleyeceğin kadar değiştirebilir,dönüştürebilirsin. Değişim vedevrimin altın kuralı, bu büyük harfli formülünuygulanmasından geçer.Ötekini tanımak, zihniyet dönüşümündediğer önemli bir ilkesel yaklaşımı ifadeeder. Firavunlaşma, yani kendini devletletanrı yerine koyma, tüm siyasi hastalıklarınözüdür ve karşısındakileri küçük, kul gibigörmeye zorlar. Günümüzde bu hastalık,Nemrutlar ve Firavunlar döneminden dahaaz yoğun yaşanmıyor. Dolayısıyla ötekinibir kul, etkisiz bir varlık gibi değil, eşit ve özgürbir diyalektik öğe olarak görmeyi gerektirir.Doğaya ve çevreye boş, şuursuz varlıklarolarak değil, evrensel yasaların ahenginegöre yaşayan varlıklar olarak, ilkçağinsanının kutsallığı içinde bakmayı gerektirir.Bunlarla birlikte kanlı uygarlığın daha daiçinden çıkılmaz hale getirdiği cinsellik, kadın,çocuk ve yaşlılara; sınıf, din ve tarikatgibi daha toplumsal kategorilere de aynızihniyet perspektifinden yeni ve geliştiricibir yaklaşımı esas alır.Eylem ve örgütlenmede zorunlu meşrusavunma dışında zora başvurmaz. Büyükayaklanmaları yöntem olarak seçmez. Bunutümden reddetmese de, esas olarak bilinçledolu toplum biçimlerini esas alır. ‘Ne kadarakıl duygu gücü, o kadar toplum ve hareketgücü’ ilkesine bağlı olmak esastır. Duyguyadayanmayan aklı devletçi sosyaliteninacımasız bir kalıntısı sayar. Kadının duyguyüklü zekasına çözümleyici yüce bir değerverir. Çocuk hayallerine en az akıllı bilgelerindüşünceleri kadar anlamlı yaklaşır. Yaşlılarıntecrübelerine sürekli saygılı yaklaşır.Gençliğin coşkusundan hayatın hiçbir dönemindevazgeçmez. İyi olan güzeldir, güzelolan iyidir. En gelişmiş zeka ve türettiği kavramlargüzelliğin özünü oluşturur, ilkeselyaklaşımı esas alır. Yaşama gerekli coşkuylayaklaşırken, ölümü yaşamın bir bedeliolarak görür ve yersiz korkuyla karşılamaz.Ne kadar anlamlı yaşamdan yanaysa, o kadaranlamsız ölüme karşıdır. Ölüme ancakanlamlı yaşamın gereği olduğunda cesaretlegöğüs gerer.İdeolojik sistem dönüşümümün ana çizgileriniböyle formüle etmek mümkündür.Şüphesiz bu yeni paradigma yaşama bundansonra daha derinlikli, evren, doğa, toplumyasalarını görerek bakmak ve yaşamakanlamına gelir.