Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 23yorlardı. Hayri arkadaşın “eyleme başlıyoruz”demesi, bütün arkadaşları büyük birduygu seline götürüyor. Sessizlik var, amabu inanç tazelenmesine ve kendini yenidensorgulamaya yol açan bir sessizliktir.O anı anlatan arkadaşlar, “duyar duymazdünyamız değişti. Baskı ve şiddet ortamındayeniden doğmuş gibi olduk” diyorlardı.“Baflard›k, baflard›k,alt› kifliyle baflard›k”Arkadaşları hemen arabalarla bindiriyorve ilk defa mahkeme çıkışındakimseye karışmıyorlar. Her zaman mahkemeyegidip gelirken işkence vardı, hiçbirarabada boş bırakmazlardı. Hele biri mahkemedesavunma yapmışsa, bu durum dahafazla geçerliydi. Mahkemede bir kelimesöylemenin cezası yüzlerce coptu. Fakat ogün kimseye karışmadan arkadaşları arabalaradoldurdular. Cezaevi girişinde idareyeri vardı. Burası aslında kantindi ve EsatOktay çoğu zaman orada kalıyordu. Bütünarkadaşları gönderdikten sonra, “Kemalgelsin” diyor. Arkadaşı tehdit ederek, “bırakın,pişman olursunuz. Bu cezaevinde birdaha yaşayamazsınız” diyor. Kemal arkadaşda “kimin burada kalıp kimin gideceğibu eylemin sonunda belli olur” şeklinde bircevap veriyor. Ardından “biz bu işi sonunakadar götüreceğiz” diyor. Zaten Kemal arkadaş,Esat’a daha önce eğer biri olursaikinci kişinin kendisi olacağını söylemişti.Kemal arkadaşı o kararlılığıyla oradan çıkarıyorve hücreye koyuyorlar. Diğer arkadaşlarıbekletiyorlar.Ben de heyecanla bekliyordum. Durumubilen tek kişi bendim. Yalnız Akif Yılmazile Amed grubundan Sinan adındakiHilvanlı arkadaşa daha önce biraz bilgivermiştik. Bu iki arkadaşa ölüm orucunubaşlatacağımızı, dolayısıyla girmek isteyenlervarsa hazır olmaları gerektiğini öncedenbelirtmiştik.Arkadaşların mahkemeden döndüklerigün, merakla sonucu bekliyorduk. Kapılaraçıldı. O zaman, duyduğumuz sesten yolaçıkarak hangi kapının açıldığını, hatta gardiyanlarınhangi gardiyanlar olduğunu biliyorduk.Arkadaşlar geldiler ve dördüncükattaki kapı açıldı. Bir sessizlik vardı. Hayri’ninkapısı da açıldı. Gardiyan kapıyı kapatırkapatmaz, Hayri musluğa vurdu. Benkulağımı dayadım. Aynen şunları söyledi:“Başardık, başardık. Altı kişiyle başardık.”Ama müthiş heyecanlıydı! Titreyenbir sesle, eylemi başlatmayı bir başarı olaraktanımlıyordu. Bunu söylerken büyük biryük omzundan gitmiş, başarıyı kesinlikleelde etmiş gibiydi. Daha başlangıçta eyleminsonuçlandığını, yani başarılı olunduğunusöylüyordu. Bu çok önemlidir.Devletin bizim şahsımızda bütün cezaevlerini,cezaevleri şahsında da partinin vehalkın umutlarını bitirme çabası karşısındabu eylem, büyük bir kararlılığı da ortayakoyuyordu. Hayri’nin eyleme başlaması tarihideğiştiriyordu. Bu önemlidir. Kemal de,Hayri de başından itibaren bu eylemde şehitdüşeceklerini kesinlikle biliyorlardı. Aslındabütün arkadaşlar bunu biliyordu.Çünkü cezaevi idaresi Hayri ve Kemal ilegörüşmeye oturmayacaktı. Yani 14 TemmuzÖlüm Orucu kararı aslında 12 Eylülrejimiyle PKK’nin önder kadroları arasındakibir savaş kararıydı. Uzlaşma veya anlaşmayapılacak bir durum yoktu. Esat Oktayve devlet bizim irademizi tamamen kırmakistiyordu; biz de bu eylemle PKK iradesininkırılmasının mümkün olmayacağınıve başaranın bizim ideolojimiz olacağınıortaya koymak istiyorduk. Eylem başlarkenarkadaşlar onun tarihsel değerini biliyorlardı.Partinin ve halkın bizim şahsımızda bitirilmekistendiği görüldüğü için, devrimcionuru korumak ve bizim şahsımızda halkınumutlarına zarar gelmesini engellemek içinböyle bir eylemin planlanıldığı baştan itibarenbiliniyordu.Özellikle Kemal ve Hayri arkadaşlar bununfarkındaydı. Kemal daha sonra ölümorucunda “bu mücadele zaten yürüyecek.Yürütecek arkadaşlar yürütüyorlar” demişti.Dışarıda partinin ne yaptığı konusundaen ufacık bir bilgimiz yoktu. Partiningeri çekildiğini biliyorduk, ama arkadaşlarınhazırlık düzeyinin ne olduğundan veneler yaptıklarından habersizdik. HattaTürkiye ve Kürdistan’da durumun ne olduğunudahi bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey,12 Eylül’ün hakim olduğu ve bir suskunluğunyaşandığıydı. En uzun görüşme onbeş saniyeydi. Merhaba vermek ve nasılsındemek dışında bir şey söyleyemezdik.Örneğin akrabaları veya köyü soramazdık.Yani görüş değil, bakış ortamıydı.Hiçbir bilgi verilmiyordu.Bununla birlikte düşmanın partiye vehalka çok fazla yöneleceğini biliyorduk.PKK yeni bir ideoloji ve umuttu; Kürdistan’dayeni bir düşünceydi. Bu düşüncenindevlet tarafından boğulmak isteneceği kesindi.Bunu cezaevindeki yaklaşımda gördük.Büyük bir düşmanlık vardı ve bu düşmanlıksadece bize karşıydı. Diğer örgütlerindurumu daha farklıydı. Zaten gardiyanlardiğer örgütleri bilmiyorlardı. Mesela Kawaveya DDKD çağırılınca, “PKK’nin Kawaveya DDKD grubu” şeklinde anlıyorlardı.Gardiyanlar herkesi PKK’li sanıyorlardı.Yani tümden bizim üzerimizde yoğunlaşmışbir terör vardı.İşte bu koşullarda eylemi başlatma konusundaHayri arkadaşın gösterdiği kararlılıkçok önemlidir. Hayri yoldaş gerçektende büyük bir insandı. Bütün halkınacısını ve öfkesini içinde hissediyordu.Cezaevinde yapılan bütün işkencelerisanki Hayri yaşıyordu. Biz bile işkencegörsek, acıları Hayri hissediyordu. Partininöncülüğünü yapmıştı. Bu nedenle sürekli“bunları buraya biz getirdik. Bütün insanlarınumudu bizdedir” diyordu. Bazıarkadaşlar bir kere zayıflık göstermişti.Bunun üzerine aşağı kata bir not yazarak,“biz bu insanları getirdik. Niye böyle yapıyorsunuz?Biraz daha dayanın, kendinizehakim olun, sabredin” demişti. Yani direnişbaşlamadan önce böyle uyarıları oluyordu.Gerçekten kaldıramıyordu, fakatbunu dışarı da yansıtmıyordu. Hayri’ninböyle bir özelliği de vardı. O bakımdanHayri, ülke halk ve yoldaşlık sevgisinde,yine kendine verilen sorumluluğun ağırlığınıduymada örnek bir arkadaştı. Bugünde örnek alınması gerekir. Verdiği sözebağlı ve halka inancı çok güçlüydü. ŞahinDönmez teslim olduğu zaman, “Şahin!Sen bu halkın ekmeğini yedin, söz verdin,böyle yapamazsın. Sen insan değil misin!”diye bağırmıştı. Tabii Şahin bitmiş biriydi,hiç ses çıkarmadı.“Oh be, özgürlükne kadar da güzelmifl”Temmuz Ölüm Orucu, 12 Eylül’e14karşı alınan bir tutum, bir dur deyişti;“Biz artık sizin hiçbir şeyinizi kabul etmeyeceğiz”yaklaşımıydı. Bunu duyuncabütün koğuşlar heyecanlandı, ama 35. koğuştaetkisi çok fazla oldu. 14 Temmuz sadeceiçeri değil, dışarı açısından da çokönemliydi. Böyle bir eylem olmasaydı, bueylemi geciktirseydik, belki de cezaevi yapısınınyüzde doksanı itirafçı olacaktı.Çünkü işkenceler çok şiddetliydi, tahammüledilecek düzeyde değildi. Yaşamın hersaniyesi işkenceydi. Bir gün bazı arkadaşlaramikrofonda bazı şeyler okutmuşlardı.O zaman beni ve Hayri arkadaşı da götürdüler.Diyarbakır Cezaevi’nin girişinde Atatürkbüstü vardı. Beni bir tarafa, Hayri’yi diğertarafa koydular ve resmimizi çektiler.Tabii biz bir şey demedik. Sonra Esat Oktaygeldi ve “sizin fotoğraflarınızı yayınlayacağım.Apocular, Atatürk’ün yanındanasıl askerlermiş herkes görsün!” dedi. Tabiibiz fotoğrafları görmedik. Diyarbakır Cezaevi’ndekimse kimseyi göremezdi.Dönüşte geçtiğimiz yeri yıkamak için ikikişi getirmişlerdi. Bize “arkanızı dönün” dediler.Yüzümüzü duvara döndük. O sıradabunların yeri süpürdüklerini anladık. Bendönüp baktım: İki kişiydi. Suratlarını görüncekorktum. İnsanları öyle bir hale getirmişlerdiki, beyinleri boş, ürkek, şaşkın, işkencealtında her şeyi boşalmış, ne yapacağınıbilmeyen, çaresizliğin zirvesinde olanyüzler. Korktum ve hemen yüzümü geri çevirdim.Hayri’ye dönerek “hele bir arkanabak” dedim. Hayri de arkasına baktı ve aynışeyi gördü. Bunun üzerine aynen şunusöyledi: “Allah belalarını versin, insanlarıne hale getirmişler!” İnsanların üzerinde okadar baskı var ki, ölüm imkanı bile yoktu.Eğer bir ressam olsa ve o suratları çizseydi,Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan baskılarıen iyi biçimde anlatmış olurdu.Böyle bir ortamda 14 Temmuz Direnişiolmasaydı, Esat Oktay tutukluları serbestbıraksa bile, kimse dışarı çıkmayacaktı.14 Temmuz Direnişi baskıların çok yoğunlaştığı,düşmanın niyetinin çok kötü olduğu,dışarıda da partiye karşı büyük bir saldırınınyaşandığı böyle bir ortamda partiyekarşı görevlerini yerine getirmek için yapılanbir eylemdir. 14 Temmuz, bizimle düşmanarasında bir gerilim ortamında başladıve devam etti. Sonucu ne olacaktı? Cezaevindekilerinde, düşmanın da soluk soluğaizlediği bir direniş olarak başladı. Dahasonra başka arkadaşların da katılımıyladirenişçilerin sayısı çoğaldı. Akif Yılmazve bir gün sonra Fuat Kav arkadaşlarınkatılımlarıyla altı kişiyle başlayan eylemkalabalıklaştı.Arkadaşları dördüncü günde yanımızdanalıp 37. koğuş denilen yere götürmüşlerdi.Yaklaşık on kişiyi di götürülenler.O koğuş da polisten gelen yeni tutuklularıngetirildiği, yani ilk cezaevi terbiyesininyapıldığı yerdi. Bir ara 36. koğuşta,daha sonra 37. koğuşta bu yapılıyordu.Koğuşun şöyle bir özelliği vardı: 12 Eylül’denönce, ’80 yılında biz burada bir isyanyaptık. Bir TİKKO’cu, koğuşun ön duvarınabüyük bir İbrahim Kaypakkaya fotoğrafıyapmıştı. Bunun üzerine gardiyanlarbu TİKKO’cuyu şikayet etmişti. İdaregeldi ve onu kendilerine vermemizi istediler.Tabii biz de vermedik. Çok tartışma oldu.Sonunda biz “gidersek hepimiz gideriz”dedik. İki üç koğuştuk, bir araya geldikve üçüncü koğuşa gittik. Bizi oradan çıkarmadılar.Bunun üzerine biz de bir isyanyaptık; lavaboları, pencereleri kırdık, herşeyi döktük. Orayı tam bir harabeye çevirdik.Tabii sonradan pişman olduk, çünkübaşımıza bela oldu. Oranın kışı soğuktur.Pencereler de kırık olunca, arkadaşlarıgetirip orada işkence yapmaya başladılar.Bir de lavabolar kırıldığı için bütün sulartıkanmıştı ve pislikler hücrelerin içine geliyordu.O süreçte yeni tutuklular geldiğizaman, “banyolu koğuş mu istiyorsunuz,televizyonlu koğuş mu?” diye soruyorlarmış.Televizyonlu koğuş dedikleri işkenceyapılan tek hücreydi. Banyolu koğuş isepisliklerin olduğu yerdi. Orada herkesi çırılçıplakyapıp pisliklerin içinde yüzdürüyorlarmış.Tabii o su tuvalet pisliğiydi. Kışınsoğuk olduğu için dayanılmazdı, yazınise sivrisinekler rahat bırakmazdı.Ölüm orucundaki arkadaşları işte bukoğuşa götürdüler. Altıncı gün biz de gittik.Arkadaşlardan bir gün sonra gitmemiz gerekirdi,kararımız öyleydi. Güya biz kalacaktık,fakat arkadaşlar gidince ben de kalmadım.Böylece ölüm orucu 37. koğuştadevam etti. Kemal arkadaş dördüncü kattaydı.Fuat Çavgun ile Bedrettin Kavak adlıBatmanlı bir arkadaş vardı. Onlarla birliktebirkaç kişiyi 4. kata koymuşlardı. 3. kattaAkif Yılmaz, Ali Çiçek ve o ölüm orucundaakli dengesini yitiren Hamit arkadaşvardı. Başka arkadaşlar da vardı. 2. kattaHayri arkadaş, ben ve Fuat Kav arkadaşvardık. Daha sonra gelen arkadaşları ikincikata koydular. Aramızda yine birer hücreboşluğu vardı. Böyle bir mekanda ölümorucuna devam edildi. Tabii temmuz ayıçok sıcaktı. O sıcak ortamda ve o pislikiçinde her taraf sivrisinek dolmuştu, kokuyordu.Bazı hücrelerde yatak vardı, bazılarındayoktu. Olanda da bit doluydu. Gözaltındangelenleri o yataklara koyup getirmişlerdi.Sular o sıcakta içilmez durumageliyordu. Onu da götürüp bidonlara koyuyorlardı.Dört beş gün sonra yeni bir bidongetiriyorlardı. Zaten her taraf fare doluydu.Fareler bazen suyun içine giriyorlardı. Amabaşka su olmadığı için, farenin içine girdiğisuyu da arkadaşlar içiyorlardı.Ölüm Orucu’na başlayınca, ziyareteve avukat görüşüne çıkılmayacaktı. Zateneylem mahkemede açıklandığı için bütünkoğuşlar öğrenmişti. Bu nedenle aileler veavukatlar da onlara soruyordu. Biz dışarıdamerak uyandırmak, işin ciddiyetini ortayakoymak için böyle bir karar almıştık.Tabii idare geldi ve “bırakın, vazgeçin” gibişeyler söyledi. Biz bırakmayacağımızısöyledik. Sözcümüz, Hayri arkadaştı.Sözcü Hayri olsa da, ilk önce Kemal’in yanınagelir, Onunla konuşurlar; Kemal deHayri’yi gösterirdi. Bunun üzerine Hayri’ylekonuşurlardı. Herkes sürdüreceğimizisöyleyince, sonunda “o zaman kısa birdilekçe yazın. Yaptığınızın ne olduğunuizah edin” dediler. Hayri arkadaş o zamaniki sayfalık bir dilekçe yazarak ölüm orucunabaşladığımızı açıkladı. Hayri, bu dilekçeylemahkemede anlattıklarını birazdaha genişleterek ortaya koymuştu. Savunmahakkı çok önemliydi. Bizim direnişimizinen temel hedefi işkenceyi kaldırmakdeğildi. İşkencelere belki katlanabilirdik;ama asıl mahkemelerde PKK’yi savunmak,Kürdistan gerçeğini ortaya koymakistiyorduk. En fazla da bunun için direnişegeçmiştik. Dilekçede de en fazlaarkadaşlarımızın susturulduğu, söz hakkıbile verilmediği, yani devrimci ve Kürt olarakkabul edilmediğimiz konusu işlenmişti.Hayri arkadaşın yazdığı bu dilekçeyihepimiz tek tek imzaladık.Ölüm orucu tam bir savaş coşkusu vekararlılığıyla sürüyordu. İlk günlerde gelipeylemi bırakmamızı söylüyorlardı; bir süresonra hiç uğramadılar. Üç dört günde birbilgi almak için gelip bakıyorlardı. Birincikat çok pis olduğu için, orada kimse yoktu.Bizim o zaman ‘tırşıkçı’ dediğimiz dörtbeş kişiyle bir de Celal Bucak’ın birkaçadamı vardı. Bunlar Zazaca, Türkçe veKürtçe biliyorlardı. Onları getirip aşağıkoymuşlardı. Görevleri, bizi dinleyip raporetmekti. Biz de o zaman her şeyi açık konuşuyorduk.Ölüm orucu kararlılıkla sürdüğüiçin tutum açık ve net konuluyordu.Tabii onlar da bizi dinleyip not ediyorlardı.İlk günler durumun farkına varamadık.Dört beş gün sonra anladık. 2. kat 1. hücredeolanlar da görmüşlerdi. Bunun üzerineAli Çiçek onlara bir küfretti, ardındanyarım saat propaganda yaptı. Onların nekadar alçak ve hain olduklarını, hesap vereceklerini,Bucak’ın olduğu gibi onlarında sonunun geleceğini söyledi. Bu tutumlarınıbirkaç gün daha sürdürdüler. Ali Çiçeköyle konuşunca, herhalde onlar daidareye artık kalmak istemediklerini söylemişlerdi.Zaten bizden de onların beklentisinedenk bir şey çıkmıyordu.Kurallara uyulduğu, direnişin olmadığıdönemde düşüncelerimizi açıkça dile getiremiyor,rahat tartışamıyorduk. Bu nedenleölüm orucunda iken her şeyi tartışmayabaşladık. Tartışırken ve kararlılığımızı ortayakoyarken, bir gün Kemal, “oh be, özgürlükne kadar da güzelmiş” dedi. Tartışıyorduk,moral yüksekti. Kemal’in varlığı bilebütün ölüm orucu direnişçileri için bir moraldi.Kemal her saniye arkadaşlara moralveriyordu, böyle bir özelliği vardı. Türkülersöyleniyordu. Hayri iki defa aynı türküyüsöyledi, herhalde onu çok seviyordu. “Ağlamayar ağlama aney / Mavi yazma bağlama”türküsünü söylüyordu. Biz o zamanakadar bilmiyorduk, ama Hayri’nin sesiçok güzeldi. Kemal’in sesi güzel değildi,ama “Aldırma gönül aldırma” türküsünüsöylüyordu. Bir de ezbere bildiği için “Eşkıyadünyaya hükümdar olmaz” türküsünüsöylüyordu.Sıcak çok etkiliyordu. Ölüm orucununotuzlu günlerinden sonra, 4. katta bulunanarkadaşlar bayılmaya başladılar. Birsüre sonra su verilmedi, bidonları hücrelerinönünden kaldırdılar. Bizim kata suher zaman geliyordu, su sorunumuz yok-
Sayfa 24Temmuz 2003Serxwebûntu, ama 3. kat ancak dört beş bardak alabiliyordu.4. kata ise tazyik hiç yetişmiyordu.Bu nedenle günde bir bardak su yageliyor ya gelmiyordu. Arkadaşlar susuzkalıyor, elde bardak musluğun başındabekliyordu. O anda su geldi mi alıyor, yoksaalamıyordu. Ölüm orucunu susuz sürdürmekise çok zordur. Nitekim ’81 yılındayapılan ölüm orucunda önce su içmemedüşüncesi vardı. Sonra günde bir çay bardağıiçme kararı alındı, fakat yine olmadı.Susuzluk, eylem yapanları zorluyordu. Birde ’81’de faşist rejim eylemi etkisiz kılmakiçin erken ölüm olmasını istiyordu. Bu nedenlesu içme kararına varıldı. Tabii su içilincede çok zorlanma oldu. Bu nedenlebaşta su az içildi; daha sonra arkadaşlarsuyu tamamıyla serbest içtiler. Ali Erek arkadaşın’81 yılında yapılan ölüm orucundaboğazının yara olması, eylemi erkendenbırakması ve ardından şehit düşmesininnedeni susuzluktu.14 Temmuz Direnişi sırasında, 4. kattakiarkadaşlar su bulamadıkları için çokzorlandılar. Zeminin beton olması da çoketkiliyordu. Bedrettin Kavak ve Fuat Çavgunbayıldılar. Fuat konuşamaz hale gelmişti.Bir şeyler söylemek istiyordu, amadili tutulmuştu; ‘a’ diyordu, başka bir şeysöyleyemiyordu. Kemal, kendi suyunuona vermek istedi. Bunun için bir naylontorba buldu; ama aradaki mesafe çok fazlaydı,bu nedenle veremiyordu. Fuat süreklibir şey söylemeye çalışıyordu, amaanlayamıyorduk. Sonunda Hayri, “bana ipat, sana su vermeye çalışacağım” dedi.Sonunda ipi atmayı başardı. Hayri arkadaşipi alamayacağını bile bile bir saat uğraştı.Arkadaş orada susuzluk çekerkenve acı içindeyken ona destek sunmak,kendisini düşündüğünü göstermek için birsaat uğraştı. Ama olacak gibi değildi. Benaynı kattaydım, aramızda bir hücre vardı,ama görüyordum. Hayri arkadaş yetişmeyeçalışıyor, bazen ipe değiyordu; amayakalayıp dolaması mümkün değildi. Üstelikmazgal vardı. Sonunda Hayri bütüntakatini bitirdi. Bunun üzerine adeta yalvarırbir sesle, “artık yapamıyorum, kollarımkalkmıyor” dedi ve bıraktı. Fuat iki üçsaat sonra tamamen bayıldı ve kendisinihastaneye götürdüler.O sıcak ortamda eylem sürüyordu. Tabiisohbetler sürekli oluyordu: Mücadelemizne durumdaydı? Dışarıdaki arkadaşlarne yapıyorlardı? Kemal, biraz da sitemederek konuşmuş; “biz olsak da olmasakda, benim bildiğim arkadaşlar bu mücadeleyisürdürür” demişti.Kemal daha önce iki defa kaçmıştı. Bukez de cezaevine girer girmez yanımızageldi ve ‘kaçalım’ dedi. Biz hemen planyapmaya başladık. 12 Eylül gelmeseydikaçacaktık. O zaman dışarıda Agit arkadaşlayazışılıyordu. Cezaevinin yakınınaon beş yirmi at getirilecekti. Biz çatışarakya da başka türlü, ama sonuçta bir şekildedışarı çıkacaktık. Cezaevinin kapısıvardı. Onun anahtarını bulup çıkacaktık.Arkadaşlar da bizi dışarıda karşılayacaktı.Atlarla dağlara ulaşacaktık. Agit gerçektenhazırlamıştı. Fakat tam hazırlıklarınyapıldığı süreçte 12 Eylül geldi. Zaten Kemalarkadaş 22 Ağustos’ta cezaevine getirilmişti.Yirmi gün içinde kaçış planı yapıldı.Kemal arkadaş, “Ben bu cezaevindeduramam” diyordu. Gerçekten de duramazdı.O zaman Nuri Aslan bize, “Heval,kaçın. Burada durmayın” diyordu. Bizimde planlarımız vardı, ama söylemiyorduk.12 Eylül gelince müthiş yurtsever olan buinsan yakamıza yapıştı ve “kaçmadınız.Ben size kaçın demiştim. Şimdi nasıl olacakbu iş!” demişti. Şunun için söylüyorum:Apoculuğun insanları nasıl bir kişilikleyetiştirdiğini görebiliyorsunuz. Kemaldaha o zamandan bu işi Agit’in yapacağınakarar veriyor.Otuz veya otuz beşinci gündü. Bizimhücreleri aramaya geldiler. Bütün hücreleritek tek aradılar, ama bir şey bulamadılar.Bizi yıldırmak için bunu yapıyorlardı.3. kattan bir subay, “siz orada ölün, Akifburada yemek yiyor. Sizi ölüme götürerek,kendisi burada yiyor” diye seslendi.Akif’in kaldığı yerde birkaç yumurta kabuğuve zeytin çekirdeği bulmuşlardı. Tabiiböyle olunca Akif’i teşhir etmek için çokşey söylediler. Bunun üzerine Akif çokkızdı, küfretmeye başladı: “Ben yiyorsam.... olsun” dedi. O kadar ağır küfürler ettiki, Hayri müdahale ederek, “sen onlarıniye dinliyorsun? Senin böyle bir şey yapmadığınıbiliyoruz” dedi. Bunun üzerineAkif biraz sakinleşti, ama gerçekten çokzorlanmıştı. Tabii “acaba arkadaşlar inandımı, inanmadı mı? Kafalarına kuşku girdimi, girmedi mi?” diye düşünmüştü. Bunedenle çok yoğun bir acı yaşadı. Şehitdüşene kadar da bu acıyı hissetti.Akif’in daha önce bir acısı daha vardı.Bu da Mazlum arkadaşın kaçış girişimi sırasındayaşanmıştı. ’79 yılıydı, cezaevindeydik.Mazlum arkadaşı dışarı çıkarmakistedik ve bir yol bulduk. Askeri koğuşlardı;çöplükleri bidonlara dolduruyor, bidonlarıbüyük varillere atıyorlar, onları da haftadabir kez alıp çöplüğe döküyorlardı. Tabii dışarıyıönceden hazırlamış, gerekli örgütlemeyiyapmıştık. Gece saat ikide Mazlumarkadaşı çöp bidonuna koyduk, yüzünü denaylonla bağladık ve üzerine çöpleri döktük.Gardiyanlar sabah çöpü almaya geldiler.Tabii biz onu da ayarlamıştık. Askerlerkaldırırsa farkına varabilirlerdi. Bu nedenledaha önceki on gün içinde onları alıştırmıştık,çöpleri hep biz kaldırıyorduk. Bu durumaskerlerin hoşuna gidiyordu. ArkadaşlarMazlum’u yüklenip götürdüler. Üzerine deçöp dökülüyordu.Çöplük öyle bir yerdi ki, asker yoktu.Çöpü götüren askerler de tümden silahsızbir biçimde çöpleri döküp geliyorlardı. Yanibıçaklı da olsa iki arkadaş gelip Mazlum’ualacaktı. Bu kadar kolaydı. Mazlum arkadaşarabayla çıkıyor, çöplüğe gidiyor ve arkadaşlarıngelip kendisini almalarını bekliyor.Yani çöpleri dökmeye başladığı an arkadaşlarmüdahale edecekler. Tabii bidonlarçok fazlaydı. Öndeki bidonları götürüyorlar.Sıra Mazlum’a geliyor. Bidon dökülecek,ama çok ağırdır. Hem deşifre olmasınhem de artık müdahale olsun diye dökmekisterken Mazlum kalkmak istiyor, fakatkalkamıyor. Saat ikiden dokuza kadar bidonuniçinde olduğu için ayakları uyuşmuş,hareket edemiyor. Bunun üzerine askerlerMazlum arkadaşı görüyor ve tekrarcezaevine getiriyorlar.Bu arada Akif arkadaş ve yanındakilerbunları göremiyorlar. Baki, “Gidin, alın,ama dikkatli olun. Yakalanmış olabilirler, sizepusu kurarlar. Belki içinde Mazlum yoktur,sizi yakalamak isterler” diyor. Yani öyleyapıyor ki, arkadaşlar daha baştan korkuyorlar.Akif ve yanındaki arkadaş, pusu olabilirendişesiyle uzaktan seyrediyorlar, fakatfarkına varmıyorlar. Askerler Mazlumarkadaşı alıp geri götürüyor. Mazlum arkadaşyüzü gözü şiş içinde yanımıza geldi veolanları anlattı. Kimse gelmeyince kendisiçıkmış, ama onu görüp geri dönmüşler.Bunun için epeyce dövmüşlerdi.Akif arkadaş bunun acısını yoğun yaşadı.Özellikle Mazlum arkadaş cezaevindeşehit düştükten sonra, Akif’in tüm yaklaşımıkendisini feda etmekti. Bir yoldaş olarakMazlum’u kurtaramamanın ağırlığını üzerindetaşıyordu. Mazlum arkadaş şehit düşünce,daha fazla böyle bir eyleme girmekistedi. Akif Diyarbakır grubundaydı. Onaönceden haber vermiştik. Urfa grubundansonra ilk katılan Akif’ti.Bu arada günlerin geçmesi için bazışeyler yapmaya çalışıyorduk. Örneğinölüm orucunun elli beşinci günü şöyle birşey yaptık: Türkiye’nin 55 plakalı yeri Samsun’dur.Bir arkadaş orayı anlatıyordu. TabiiKemal’in morali her zaman yüksekti. Buarada birkaç kişi eylemi bıraktı. BunlardanAli Kılıç’ı mikrofonla konuşturdular, o daherkese bırakma çağrısı yaptı. Buna rağmençoğunluk eylemi sürdürdü. Çünkü Kemalve Hayri arkadaşlarla yoldaşlık yapmakbile büyük bir zenginlikti. Nitekim Hamitarkadaş, Kemal’in şehadetinin etkisiyleakli dengesini yitirdi. Çok değerli bir arkadaştı,bütün direnişlerde yer almıştı. O zamanokuma yazma bilmeyen Siverekli birgençti. Cezaevinde okuma yazma öğrenmiş,aydın olmuş, şimdi makale yazıyor.Bu arkadaş Siverek mücadelesini yürütenbeş altı kahramandan biridir. Partiye, özellikleKemal arkadaşa çok bağlıdır.Başkan Apo eski kadrolar için, “ne söylediklerinedeğil, nasıl yaşadıklarına bakılıyordu”diyor. Gençler bu insanlarla, yaniApocularla arkadaşlık yapmak için mücadeleyekatılıyorlardı. Birçok insan ideolojiyibilmiyordu, ama Apoculuğun yoldaşlık anlayışıçok yüksekti. Hamit de bu temeldekatılanlardan biridir. Koğuşta bazen yarışmayapıyorduk. O da Siverek’in Zazalarındandı.Bir gün Kürtlerin hangi dil grubundanolduğunu sordum. Ben sorumu bitirmeden‘Zaza’ dedi. Yine bir gün bir soru sorduk:İkinci Dünya Savaşı niye çıkmış? Partidenetkilenmiş biriydi, yurtseverdi, fakat bilgisiyoktu. Bu soru üzerine düşünüp taşındı, kafasınıbir sağa bir sola eğdi ve şöyle dedi:“Nasıl biz Celal Bucak’tan gıcık alıyor birbirimizisevmiyorsak, ve savaşıyorsak, onlarda birbirinden gıcık alıp savaşmışlar.” Şimdiise bilgi küpü olmuş, belki sentez gücüyoktur, ama dünyadaki her şeyi biliyor.Ölüm orucu sırasında fazla baskı olmadı,idare daha çok ilgisiz kaldı. Başka arkadaşlarsonradan katıldı. Örneğin otuz beşincigünde katılanlar oldu. Bunlardan biride Mehmet Şener’di. Ölüm orucu grubu,toplam yirmi kişi civarındaydı.Bu arada eylemi durdurmak için bazışeyler yaptılar. Mahkemeden savcı, kolordudanbazı subaylar gelmişti. Biraz tehditvari,biraz da yumuşak bir yaklaşımla bırakmamızısöylediler. Her şeyin eskisindenfarklı olacağını öne sürdüler. Hiçbir arkadaşen ufacık bir tereddüt göstermedi. Ozaman konuşmak için Hayri ve Kemal’i degötürmüşlerdi.Kemal’in tutumu önemlidir. Kemal arkadaşbiraz konuşkandı, sohbeti güçlüydü.En düşman olan kişi bile Kemal’le konuştuğuzaman biraz yumuşardı. Bütüngardiyanlar işkence yaparlar, ama sıraKemal’e gelince O’na gerçekten saygı duyarlardı.Mesela gardiyanlar arasında Lazolanlar vardı. En işkenceci olanlar Lazlardı.Laz Ali diye bir gardiyan vardı, tutuklularaen ağır işkenceleri yapan kişiydi. Birara izne gitti. Döndüğünde biraz yumuşamıştı.Herhalde ailesi biraz etkilemişti.Daha sonra duyduk; ailesi THKP-C kökenindengeliyormuş. İzne gitmeden öncetam bir cellattı. Arkadaşların içine girip canavargibi saldırıyordu. Fakat bazı Lazgardiyanlar, “Kemal, sen niye buraya geldin?”diye soruyorlardı. Kürtlere küfür ediyor,yani Türk devleti Kürtlere nasıl yaklaşıyorsaonlar da öyle bakıyorlardı. FakatKemal’e, “sen Lazsın, gelip Karadeniz’debize komutanlık yapsaydın peşinden giderdik”diyorlardı. Hatırlıyorum: Onlar öylesöyleyince Kemal kızıyor; “siz Kürt halkınıtanımıyorsunuz. Tanısaydınız, benimgibi yanlarında olurdunuz” diyordu.“Biz yaflam› u¤runa ölecekkadar çok sevenlerdeniz”Ölüm orucunun kırkıncı günlerinin sonuydu.Doktor gelip hücreleri dolaşıyordu.İlk önce gelip Kemal’e baktı. Kemalbaşka tarafa bakıyordu. O zaman Doktor,Kemal’in gözlerinde bir şey olduğunu anladı.Kemal’e elini gösteriyor, ama Kemal göremiyordu.Biz de o zamana kadar durumufark edememiştik. Doktor Kemal’e, “eylemibırak. Yeni olmuştur, gözlerin düzelir, tekrargörürsün. Daha tazedir. Vitaminlerle gözünücanlandırır, kurtarabiliriz. Ama zaman geçersekurtaramayız” dedi. Bunun karşısındaKemal’in söyledikleri Kürt halkı ve tüm devrimcileraçısından düşünülmesi gerekenşeylerdir: “Siz bizi olduğumuz gibi kabuledecek misiniz, etmeyecek misiniz? Beniolduğum gibi kabul edeceksen zaten bırakırız.Ama beni, düşüncemi olduğu gibi kabuletmezsen, ‘Kemal olmasın, ama gözü olsun,Kemal’in iradesi olmasın da gözü olsun’dersen, ben böyle bir Kemal istemem.”Doktor bu cevap karşısında sesini bile çıkarmadangitti. Bu, gözünü kaybetmiş birdevrimcinin kendisine böyle bir teklif geldiğindenasıl tavır koyduğunun, bir insandahalka ve özgürlüğe bağlılığın nasıl olmasıgerektiğinin en tarihi örneklerinden biridir.Zaten Kemal arkadaş ölüm orucu sırasında,“biz yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevenlerdeniz”dedi. Arkadaşın gözünün öyleolması bizi çok etkiledi. Kör olmasına rağmen,bunu bize uzun süre söylememesi deçok önemliydi. Arkadaşlar etkilenmesin diyesöylemiyordu. İçimizdeki genç arkadaşlarıntereddüte düşmesini engellemek için gözlerininkör olduğunu sakladı. Biz de o zamanakadar herhangi bir belirti görmedik. Başkasıolsa, “gözümü kaybettim” diyebilirdi, ama obunu yapmadı.Gözü kör olduktan sonra Kemal çok sigaraiçmek istiyordu. Bize vermeseler deKemal’e istediği zaman getiriyorlardı.Görmediği için sigarasını yakamıyordu.Bazen on, bazen on beş kibritle ancak yakabiliyordu.Her yakamadığında “allahkahretsin” diyor, kibriti atıyordu. Kemalölüm orucunu böyle götürdü. Ellinci günlerdi,giderek şuurunu da kaybetti. Elliligünlerin başında Diyarbakır Cezaevi’ndeolduğunu hatırlamıyordu; “Eskişehir Cezaevi’ndeyim,arkadaşlar gelip beni kurtaracaklar”diyordu. Yani ölüme doğru gidiyordu,ama düşündüğü hep dışarıydı. Şuurunukaybettiğini ilk olarak öyle anladık.Hep öyle yoğunlaşmış, cezaevi denilinceaklına hep dışarı gelmiş, hep onunla yaşamıştı.Şuurunu kaybedince de ilk dışavuran şey bu oldu. Daha önce bir iki arkadaşhastaneye kaldırılmıştı. Elli üçüncügünde Kemal, artık konuşamaz oldu. “Kemal”diye seslendik, ama bir daha Kemal’insesini duymadık. Gardiyanlara seslendik,onlar da gelmediler. İki gün boyunca“Kemal” diye seslendik. Ali Çiçek,O’nun altındaki hücrede kalıyordu. Ali,“Kemal abi ses vermiyor” diyordu. Ali Çiçekçok seslendi, ama Kemal ses vermedi.Ali hep ‘Abi’ diye sesleniyordu, fakatKemal’den ses çıkmadı. Ali, Kemal’i çokseven arkadaşlardandı, daha doğrusuKemal’in askeriydi. Kemal’in sesini duydumu, büyük moral alıyordu. Zaten hep sohbetederlerdi. En çok Kemal’le Ali birbiriylesohbet eder, anılarını anlatırlardı. Akif,ölüm orucunda Kemal’den saatini istedi.“Ne olur, olmaz. Senin saatin bende hatırakalsın” dedi. Kemal de, “yeğenlerimvar, ölürsem yeğenlerimde kalsın, böylebir dayıları olduğunu hatırlasınlar. Sen zatenarkadaşsın” dedi.Elli beşinci gün Kemal arkadaşı götürdüler.Ranzadan yere düşmüş, betondabaygın halde yatarken kaldırmışlar. Dahasonra bu durum giderek yoğunlaştı. Artıkarkadaşlar ayağa kalkamaz, hatta konuşamazhaldeydi. Böyle bir durum ortaya çıkmıştı.Hayri arkadaşı, ondan sonra da Akifve Ali Çiçek arkadaşları da hastaneye götürdüler.Tabii düşman hep ilgisizdi. “Siziciddiye almıyoruz, ölebilirsiniz” mesajınıveriyordu. Bu da bir mücadeleydi. Biz bununfarkındaydık. Esat Oktay birkaç keremikrofonla bütün cezaevine hitap ederekkonuştu. “Ölüm orucuna girenler sonundagelip yalvaracaklar, pişman olacaklar. Bucezaevinde kimse böyle yapamaz” gibisözler söyledi. Fakat bu konuşma dahatahrik edici oldu, arkadaşları daha kararlıbir hale getirdi. Zaten ölüm orucunun nasılbir eylem olduğu biliniyordu. Partinin vehalkın onurunu korumak için başka yolyoktu. Ya tümden teslim olunacak ya da direnişyükseltilecekti. Mücadele çok keskinhatlarla sürüyordu.Hayri götürüldükten bir süre sonra –kiölüm orucunun altmış birinci günüydü–,beni de hastaneye götürdüler. Zemin kattabir oda vardı. Oradaki ranzalardan birinekoydular. Biraz alçak bir ranzaydı.Gardiyanlar gittikten sonra baktım, Akif diğerranzadaydı. Ona diğer arkadaşlarısordum. Akif, Kemal’e hastaneye gelişindeniki gün sonra müdahale edildiğini, fakatzaten komada olduğunu, bu nedenleserum verilmesine rağmen şehit düştüğünüsöyledi. Ardından “Hayri de senin yattığınranzada dört beş saat önce şehitdüştü” dedi. Hayri’nin şehit düşmeden yarımsaat öncesine kadar bile şuuru yerindeymiş.Hatta Akif’le sohbet etmişler.Akif’e vasiyetlerini bildirmiş: Bundan sonraarkadaşların nasıl yaklaşmaları gerektiğini,düşmanın neler yapabileceğini venasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatmış.Şehadete yarım saat kala ise bilincinitümden kaybetmiş. Bu arada Akif süreklidışarı seslenmiş, fakat kimse gelmemiş.Yarım saat sonra Hayri de şehit düşmüş.Bu şehadet, 11 Eylül’ü 12 Eylül’ebağlayan gece saat ikide oluyor. Beni desaat yedide oraya götürdüler.Ölüm orucunun elli yedinci günündeKemal, altmış birinci gününde de Hayri arkadaşşehit düşüyor. Akif, Hayri’nin söylediklerinianlattı. Hayri cezaevindeyken deher zaman vasiyetini anlatırdı. En son söylediğivasiyetlerinden birinde –ki, bana notşeklinde göndermişti– ortaya koyduğu bazıdüşünceler vardı. Bunlardan biri Ali Çiçeküzerineydi. O arkadaş için, “Bizim kızılyıldızımızdır. Bu arkadaşın değerini herkesbilmelidir” demişti. Hayri’nin böyle bir sorumlulukduygusu vardı.O gün Akif’le beraber kaldık. Su istedik,getirdiler. Bir dakika sonraydı. Baktım, bardakduvarda parçalandı. Akif küfretmeyebaşladı: Benim bardağıma su, onun bardağınaise üzüm suyu koymuşlar. Akif bardaktakininüzüm suyu olduğunu görünceböyle yapmıştı. Bunu daha önce de yapmışlar.Orada bir TİKKO’cu varmış. Akif’egetirmesi için ona vermişler. O da alıp getirmiş.Bu TİKKO’cu daha sonra o anı anlatırken,“bana zorla verdiler, ben götürmekistemedim” diyecekti. Gözleri görmediğiiçin o bardağı Akif’e uzatmışlardı. Kemalgibi, onun da gözleri kör olmuştu. Aynı günkolumda saat olmadığı için ona saati sormuştum.Fakat bana saati söyleyemedi;ardından “benim gözüm görmüyor” diyeyanıt verdi.