Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 31“Yüzünü göremem ama sadeli¤in aram›zdaki s›n›rlar› kald›r›r”DOĞANRüzgar, zamanın boşluğunda hiçkimsenin anlayamadığı bir öfkeyleesiyordu. Bulutlar sessizakıyor ve acı aynı gürültüyle sürüyordu.Gül solmamış, ayrılıklar unutulmamıştı.Ve Kürdistan gurbetti hala. Mızrak ucugölgesi değil üzerine düşen. Ömürler dizilmiştiona giden yolda. Her ömür Kürdistan’aaçılan kapıdır. Beklemek ise bir neslinhükmüdür. Olgun başaklar gibi değilama. Çünkü gençlerimiz kan üzerine yemineder hala.Taş duvarlı evin kapısında duruyordu.Kimi, ne zamandan beri bekliyordu ve nezamana kadar bekleyecekti? Geçici biryalnızlığın nöbetini tutuyordu sanki. Bekleyişkadar sessizdi dudakları. Çünkü sadecerüzgarı dinliyor ve ona anlatıyordusırlarını. O sırlar ki, yarımların toplamıydı.O, yaşanmışlığa ‘sır’ demişti.Halı serili odanın süssüz, kireci yer yerdökülmüş duvarına yaslanarak oturdu. Kınalısaçlarından bir tutam alnının bir kısmınıkapatıp, arkadaki örüğe karışmıştı.Yuvarlak yüzünde iki gamzesi her zamangülen bir ifade verirken, alnındaki derin izleryaşamının zorluklarından bahsediyordu.O ise bekliyordu sadece. Dizlerine dayanarakoturan kız torununun saçlarınıokşuyordu, incitmeden.“Hoş geldin evimize. Duydum anlatacaklarınvarmış” dedi.“Doğan’ı tanıyordum” dedim birdenbire.Eli küçük kızın saçları arasında donakaldı. Tüm vücudu hareketsizleşti. Odadakiher şey susmuştu. O, nefes dahi almıyordusanki. Gözleri bir yere takılı kaldı.Konuşmam mı gerekiyordu yoksaben de bu sessizliğe sonsuza dek katılmalımıydım?“Nasılsınız?” diye sorduğumda, dünyanınen ağır ve çözülmesi en zor cevabınıvereceğini bilmiyordum.“Kürdistan nasılsa ben de öyleyim!”dedi.Sesi öyle derinden ve gür geliyorduki bir başka dünyanın insanı değildi,ama neden yabancılık duyduğumu anlayamıyordum.Acısı mıydı beni ondanuzak tutan?“Oğlunuzu tanıyordum. Bizim için yeridoldurulamayacak arkadaşlardan birisiydi.Onun ailesini görmek bana onur veriyor”dedim.“Oğlumun sizin gibi insanlar tarafındansevilmesi bizim için gururdur. Oğuldur, yüreğimyanar, ama alnımız açıktır” dedi vedevam etti. “Bana Doğan’ı anlat, saatlercehem de. Hiç durmadan. İyi dinlerimben.”“Birbirimiz hakkında anlatabileceğimizçok uzun şeylerimiz yoktur aslında. Çünküsöz karşılamaz gerçeği.”“Sen yaşadıklarının önünde eğilirsin,ben ise bilinmezliğe gözyaşı dökerim. Buyüzden acım biraz da sırdır. Bu sırrın birazıbende birazı da Doğan’dadır. Doğanki tarih olup sırrı ile düştü toprağa, banaonun acısını taşımak kaldı.”“Acını paylaşıyoruz. Senin kadar olmasada yüreğimizde yaradır vakitsiz gidenler”dedim.“Bir kuyunun dipsiz karanlığını paylaşabilirmisin? Karanlıktayım şimdi.”Sustum. İpil ipil düşen bir yağmur sabahıhüznü çöktü aramıza. Ne desem tesellininötesine geçmeyecekti. Belki deona yapacağım en büyük iyilik dinlemekolacaktı. Oysa dinlemek anlamaktır.Ruhta duyumsamaktır. Tane tane konuşarakdevam etti.“Ağlamak bir sonuçtur. Kör olmak isebunun bir ispatı. Her şeyi yaratan doğanasıl yok edeceğini de bilir. Sen ana değilsinbelki, ama bir ananın yüreğini anlayabilir,bir ana gibi yanabilirsin. Evlat acısıülke acısına benzer, arkadaş sevgisinebenzer. Bu nedenle beni dinlediğini bilirim,ben de seni dinlerim. Sanma ki acımıbaşka bir şeyden üstün tutarım. Üstünlükvarsa eğer affet, cahilliğimden, tanımazlığımdandır.”“Kürdistan’a ulaşma sancılarıdır bunlar.Hepimiz bir ucundan tutarız bu sevdanın.Kimimiz nazını, kimiz kahrını çeker.Ama bu sevdada cahillik yoktur. ÇünküKürdistan bir erdeme yürüyüştür” dedim.Gülümsedi ve sonra donuk bakışlarıylatekrar dalıp gitti uzaklara. Penceredensızan ışık küçük odayı iyice aydınlatıyordu.Perdesiz, boyasız demir çerçevelipencereden inanılmayacak kadar koyumaviliğe bürünen gökyüzü görünüyordu.Küçük kız pencereden dışarı bakıyordu.İnsanın kendi yazgısını çizdiğini sandığıbu çağda kaderini dinliyordu. İki neslinacılarını ve kahramanlıklarını dinleyerekbüyüyordu. Çünkü özgürlük bir tercih değil,onun için zorunluluktu. Zincirini görenköle özgürlüğe yol almış demektir. Anaburuşmuş, nasırlı ellerini uzattı.“Tut ellerimi, sıcaklığını duyayım. Yüzünügöremem, ama sadeliğin aramızdakisınırları kaldırır. Doğan’ımla aynıyolun yolcusu olanlar, Doğan’dır benimiçin. Sanma ki öfkeliyim. Öfke acılarıdindirir. Ben ise ne pişmanım ne de öfkeli.Bekleye bekleye dizlerim çürüdü.Oysa dönmeyeceğini biliyordum. Doğan’ıngittiğini duyduğumda ağlamak kalıyordubana. Şimdi gözümden tek biryaş akmaz, kurudu. Sizler için akıtacakgözyaşım kalmadı. Gözlerime perde indi.Yine de içim huzur dolu. O Apo’ya layıkoldu ve bize yol gösterdi.”“Sana baktıkça Kürdistan gibi oluyorum.Ana, acılarını güç yapandır. Her yerdeanalardır önde giden. Güneş’e en çokonlar sahip çıkar şimdi. Acının büyüklüğünüanlarım, duyarım yüreğimde. Ona esirdüşmemen sevindirdi beni” dedim.Daha cümlelerim bitmemişti ki, yüzündekigülümseme odanın havasını değiştirdi.Dağ meltemi geldi geçti yüzünden.Omuzları dikleşti.“Doğan altı yaşındayken onun normalbir evlat olmayacağını biliyordum. İnsantanımaz mı, bilmez mi yavrusunu. On yaşındakoptu evden. Eve uğramaz oldu.gözü arkadaşlardan başkasını görmez,dili Başkan’dan ötesini söylemez oldu. Onyaşında, daha dizimin dibindeyken anlamıştımonun benim olmayacağını. Abileri,ablaları, kardeşleri vardı, ama o farklıydı.Eğer acıya teslim olsaydım güzel kızım,gitmesine göz göre göre izin vermezdim.Şu an başım dik, alnım açık olmazdı. OKürdistan için doğmuştu ve onun için yaşadı.Bu ne benim istemimle, ne de acılarımlaoldu. Bu, bize bir mirastı sadece.Acım beni düşürmez, öfkelendirmez. Aksinebaşım göklere erer. Gözlerime inenperde güçsüzlüğümdür, ama yüreğimdopdoludur. Onun Apo için yaşadığını bilmekbir asır yeter onurlanmaya. Böyle bilesin.Bak, bu çocuklar Doğan’ın ve Doğangibi yüzlercesinin hikayesini dinler.Farklı olacaklarını mı düşünüyorsun?Hepsi Kürdistan’ı şimdiden yaşar, yüreklerindetaşırlar. Buna ne ben engel olabilirim,ne de başka bir güç. Çünkü her yürekkendi yolunu çizer, hem de arkasına bakmadan.Bana ise beklemek kalır ve ufuklaradalıp dalıp bakmak” dedi.Ağlayabilseydi yaşlar sicim gibi dökülürdügözünden. Dudakları titriyordu. Ellerinibirbirine bağlamıştı. İnce, zayıf bacaklarınıtopladı. Yüzü sakinleşmiş, söylenmesigereken her şeyi söylemişti. Birbirimizianlıyorduk. Suskunluk bir dil olduaramızda. Onun acı dolu olduğunu düşündüğümyüzünde şimdi başka bir ifadevardı. Onu izlemek, beni kendi cahilliğimlebuluşturdu.Bu nedenle hep derim ki, “Kürdistanbir erdemdir.”İlk gerillaSoğuk bir kış gecesiydi. Her şey soğuğaeşlik edercesine susmuştu. Sessizbir soğuk sürüyordu dışarıda. Dağlardan,o büyük kavganın sürdüğü yerlerdenfırtınadan arta kalan rüzgarın sesigeliyordu kulaklarımıza. Toprak damlıevlerin duvarlarını yalayıp geçiyordurüzgar. Yıldızlar ve gökyüzü yerlerindemiydi, bilmiyorum. Bacalardan yükselenduman ve yakılan tezek kokusu köyünher yanını sarmıştı. İçimde, bir şeyleriterk etmenin gücü ve aradığıma kavuşmanınsevinci vardı.Gece bitimsiz gibi akarken, kısa aralıklarlakapı çalındı. Bu sesin tek muhatabıbenmişim gibi ayağa fırladım. Beklediklerimgelmişti. Kısık lamba ışığının aydınlattığıodaya iki erkek arkadaş girmişti. Biriuzun boylu, diğeri orta boylu esmer, güleçti.İçeri girer girmez bana baktı ve gülümsedi.Selam sırası gelince“Hoş geldiniz” dedi. Fazla konuşmayagerek kalmamıştı. Arkadaş olmanınilk avantajını yaşıyordum. Sanki yıllardırbiriktirdiğim tüm sevgim dolup taşacaktıyüreğimden. Beni bu kadar heyecanlandıranarkadaşların güven veren cömertliğimiydi, yoksa soğuk bir kış gecesindetanıştığım bu dünyanın beni çeken cazibesimi?“Gidelim” dedi.”Eğer hazırsanız tabii!”Elbetteki hazırdım. Hem de yıllar öncesindenbu anı bekliyor gibiydim. Bin birbiçimde hayal edip, kurguladığım bu anınböylesine sessiz ve sade geçeceğini bilmiyordum.Her şey törensi bir havada sürüyordu.Köylülerin konukseverliği, gerillalarınbüyüselliği ve benim şaşkınlığım...Kapı açılınca yüzüme sert bir rüzgarçarptı. Dağ soğuğuydu bu. Tahmin ettiğimdendaha çetin bir dünyaya geldiğimhissini duyumsadım, içim üşüdü. Gideceğimizyer nasıl bir yer diye düşündüm birden.Beni bu düşünceye iten soğuğa karşıkorunma istemiydi. Yabancısı olduğumbu dünyada beni nelerin beklediğini bilememek,bir yandan gerilla olmanın heyecanınıyaşatırken diğer yandan da adınıkoyamadığım ve söylemeye de çekindiğimbir korku yaratıyordu.Orta boylu olan arkadaş önümde yürüyordu,diğeri ise en önde yol açıyordu.Ben ise onların ayak izlerine basarak yürüyordum.Rüzgar bir tokat gibi çarpıyorduyüzüme. Gözlerimi açmakta güçlük çekiyordum.Önümde yürüyen arkadaş sankitüm düşündüklerimi biliyor gibiydi. Üşümeninhangi hallerde neler düşündürdüğünüiyi biliyor olmalıydı ki, hemen kefiyesiniçıkarıp, bana uzattı.“Sağ ol istemiyorum” dedim. İhtiyacımolduğu halde almadım. Çünkü benim yüzümdeno da kefiyesiz kalacaktı.“Ben alışkınım. Sen soğuk alırsın, albir şey olmaz” dedi.İkinci bir itirazı yapmadan aldım.“Adın ne” diye sordu.“Daha isim bulmadım. Ama Rojin olsunistiyorum” dedim.“Tamam. Adın Rojin. Artık bir gerillasın.Benim adım da Doğan. Bizde önceisim paylaşılır” dedi, gülümseyerek.Sıcak gülümsemesiyle içime, tarifi imkansızolmayan, ama sözcüklere de sığmayanbir mutluluk doğdu. Geçici ya dasahte değildi duyumsadığım. Bir çocuk gibiydim.Dağın sihirli dünyasına girmiştimartık.Kar ayaklarımın altında gevrek gevrekeziliyordu. Her adımımda sanki değişenyaşamını soluyordum. Başlangıcın bilinmezolmasına rağmen. Bilinmezlik kaygıgetirir her zaman. Ardı arkası kesilmeyenve cevabı bilinmeyen sorular insanın içiniyiyip bitirir.“Nereye gidiyoruz?”“Noktaya, arkadaşların olduğu yere.”“Çok arkadaş var mı orada?”“Tahmin edemeyeceğin kadar” dedive anlatmaya başladı. Henüz kendimebile sormadığım ve soramadığım sorularacevap veriyordu. İleride bu sorularıncevaplarını arayacağımdan emin konuşuyordu.Söyledikleri kış soğuğunda ılıkbir meltem gibi esiyordu içime. Bana sadecedinlemek kalıyordu. Bunları neredenbiliyordu, nasıl anlıyordu, yıllar sonraanlayacaktım. Ama o gece kampaulaşıncaya kadar, gerilla yaşamımın ilkyıllarına yetecek bilgiyi aldım.O, tüm yaşanmışlıkların süzgeci gibiydi.Tecrübeleri bir ırmak kadar akışkandı.Yıldız altında, donmuş kar soğuğunda, sıcaksohbet eşliğinde ulaştığımız kamptaayrıldık. Vedalaşmadan, teşekkürümü almadangitmişti. Sonradan, gerillanın vedalaşmakgibi bir adetinin olmadığını öğrendim.Vedalaşmak gerillada yoktu. Yoklukile varlık arasına ölüm girse bile.İkinci görüşmemiz yine bir alandanbaşka bir alana geçiş anında oldu. Amabu sefer yaşam farklılığının ürkekliğini değil,benzerliğin samimiyetini kazanmıştım.Tatvan’dan Mutki alanına geçiyorduk. Doğanarkadaş kuryemizdi. Sonradan öğrendiğimegöre Garzan’ın ilk kuryesiymiş.Yürüyüş anında yine moral veriyor, konuşuyorve en zor anlarda yardımcı oluyordu.Onu, bende bıraktığı izi gibi gördüm.Hatta onun daha farklı yönlerini detanıdım. Coğrafyayı ayrıntılı tanıması, arkadaşlarlaolan diyalogundaki saygınlığı,emekçiliği. Yol boyunca bıkmadan, usanmadanbize meyve topluyordu. Doğadannasıl faydalanacağını iyi biliyordu ve doğaylaaralarındaki o gizli uyumu tüm arkadaşlarıylapaylaşabiliyordu. Onunla herkarşılaşmamız bir eğitim gibi geçiyor veben kendimi hep sorgulamak zorunda hissediyordum.Mutki’den Sason’a doğru geçerken yineo kuryemizdi. Kışı Sason’da berabergeçirmiştik. Bu süre içinde onu daha iyitanıdım. Neden bu kadar sevildiğini çözmeyeçalıştım. O, insanın tüm korkularınıkendinde yenmişti. Buydu çevresine güvenveren. Olması gereken ve yaşanılanarasındaki uçurumu fark edince insan, ilkgözüne çarpan davranışlar buna dair oluyor.İşte Doğan arkadaş insanın yaşayabileceğikorkuların bir çoğunu kendisindeyenmişti. Bunu yaşamın her alanında hissettiriyordu.Mesela yoldaşlarına bağlılığınıyüzlerce kez ispatlamıştı. Onunla heryere gider, her mevzide çatışır, hatta onagelen mermiye doğru atılabilirsin. Hırçınakan bir nehirden önce o geçer, soğukhavada önce o korunacak yer bulur, yaşamaadapte olanlarla en çok o tartışırdı.Yaşamı sevmenin yöntemini öğretirdi.Bunları hep yapıyordu ve bu, onun içinyaşam biçimi haline gelmişti.Doğan arkadaşın arkadaşlara bağlılığınınbüyüklüğü düşmana olan tepkisindengeliyordu. Düşmana ve onun yarattığıkişiliğe öylesine intikam duyuyordu ki,bu onu inatçı kılıyordu. Güleç yüzünde öfke,asi çizgilere dönüşmüştü. Onu “Serhışk” lakabını almaya kadar götürmüştü.Ağzından düşmeyen bir tek cümlesi vardı,“Her şey arkadaşlık için.”Karargahta geçirdiğimiz kış aylarındaarada bir sohbetlerimiz oluyordu. Amaunutamadığım bir anısı hala dipdiri dururhafızamda.Ovada halk çalışmalarında olduğumdönemde Batmanlı bir aile bana radyohediye etmişti. O yıllarda radyo sahibi olmak,oldukça lüks sayılıyordu ve bugünkügibi her arkadaşta radyo bulunmazdı. Karargahtakaldığımız süre boyunca karargahkomutanından tüm arkadaşlara kadar,herkes radyomu istedi. Sadece Doğanarkadaş istememişti. Bir gün ona,
Sayfa 32Temmuz 2003Serxwebûn“Sen neden istemiyorsun?” diye sordum.“Eğer ben radyoyu istersem, sen verirsin.Ama ben almak istemiyorum. Çünküona en az benim kadar senin de ihtiyacınvar” dedi.Onun bu tavrından sonra hiç kimseradyomu istemedi. Karargahtan ayrıldığımgündü. Radyoyu ona vermek istedim,kabul etmedi. Israrımdaki kararlılığı görüncereddetmedi.Son görüşmeHelkız’a gidiyorduk. Değişmez mekanımızadoğru yol alırken, güneşten önceHelkız’a ulaşmaya karar vermiştik. İkibölük Golaf’ta eylem planlaması için buluşmuştukve oradan beraber ayrılıyorduk.Yine bir hareketlilik başlıyordu. Gerillanınaşina olduğu, ama hep ilkmiş gibiyaşadığı o eylem heyecanı sarmıştıherkesi. Bu heyecan hiç eksilmezdi veherkeste bir başka çeşit yaşanırdı. Eylem,her sohbetimize, tartışmamıza konuoluyordu. Başarı, inisiyatif, zorluk veyoldaşlık... Tahmin edilenler ve edilmeyenleryanında bir de sürprizler vardı savaşortamında. Anılardan silinmeyen,hafızalara büyük harflerle yazılan izlerde bu sürprizlerdir.Golaf’ı arkada bırakırken, onu bir dahagörüp göremeyeceğimi bilemediğimiçin, dönüp arkama baktım. Karanlıktabile aynı heybetiyle sessiz görünüyordu.Bizleri uğurluyordu sanki. Neden Helkız’agittiğimizi o iyi biliyordu. Çünkü ’94operasyonlarını o da en az bizim kadarzorlu geçirmişti. Ve inanıyorum ki, o daen az bizim kadar istiyordu bu acımasızyönelime bir cevap vermeyi. İşte bu yüzdensanki ayrılmamıza seviniyordu.“Hoşçakal Golaf” dedim yavaşça. Duysunistedim. Yıldızlarla buluşmuş zirvesineson kez bakıp patikanın keskin virajınıdöndüm.Sabaha doğru, daha şafağa dair izleryokken Helkız’a ulaştık. Çakıl taşlarınınayaklar altında çıkardığı sesler dışındaçok sessizdi her yer. Helkız’ın ağaçsızlığınahep kızmışımdır. Volkanik bir dağolması suçunu hafifletiyordu, ama yinede ağaçsız bir dağ tercihim olamazdı.Sason’un en yüksek dağlarındandır Helkız.Öyküsünü hep merak etmişimdir.Adı bir genç kızı çağrıştırıyordu bana.Sonradan öğrendiğime göre bir padişahınkızı varmış, adı Helkız’mış. Sevdiğiyleevlenmesine izin verilmeyince, onlarda bu dağa kaçmış. Padişah adamlarınıgöndermiş. Helkız ele geçmemekiçin kendisini uçurumlardan atmış. Netuhaf! Bu öyküyü daha öğrenmemiştimki, Helkız adında bir arkadaşımız çatışmadacephanesi kalmayınca kendisiniaynı uçurumlardan atmıştı.Tarihimiz, uçurumlardan kendisiniatan kadınlarla doludur. Bese’den, Helkız’dan,Beritan’a kadar. Arada daha isminisayamayacağım kadar kadın, uçurumsaklamış yüreğinde. Her kadının biruçurumu vardır. Bazıları kayalıklardanatar kendilerini, bazıları ise hiç tereddütetmeden pimini çeker bombasının. Ölümüsevmek değildir bu. Onurlu yaşamıntercihidir. “Teslim olmaktansa parçalanmayıyeğlerim” demektir. Kaldı ki, bu da,yaşama dair en güzel duyguların taşınmasındandoğar.Helkız’ın kuzeyinde Mereto, güneyindeGamıka, bir yanında Sason, ve çevresikorucu köyleriyle çevrilmiştir. Helkız’agitmek zor olduğu gibi kalmak da bir o kadarzordur. Hele orada eylem yapmak dahazordur. Çünkü alanı korucular tutuyordu.Onlar hem araziye hakimdi hem dekraldan daha kralcıydı. Helkız volkanik birdağ olduğu için fazla geniş değildir. Bunedenle tepeyi kim tutarsa çatışma boyuncaavantaj ona geçiyordu.Tepecilerimiz tepeye ulaşır ulaşmaz,düşmanın bazı tepelere konumlandığınıfark etmişlerdi. Sabaha kadar yürümüşolmanın yorgunluğunu daha atlatamadandüzenleme yapıldı ve hızla çatışma düzeninegeçildi. Bölükler tepelere ayrıldı.Takımlar ve timler biçiminde mevzilendi.Çatışma sırasında tüm arkadaşların güvenliğindeve savunmasında olan bir yerdeise hasta, savaşa yeni katılmış arkadaşlarlabirlikte bölge komutanı ve çatışmakoordinesi olan Dılgeş arkadaş kalıyordu.Ben ve kısa bir süre önce İstanbul’danpartiye katılmış olan doktor arkadaşda, yaralanma olduğunda olay yerinegitmek için bekliyorduk.Saat yediye geliyordu. İnceden inceyebir kar yağıyordu. Fırtına yoktu, ama rüzgarüşütüyordu. Ateş yakmış, çevresindedaire oluşturmuş, kahvaltı yapıyorduk.Tam bu sırada tüm mevzilerdi çatışmalarbaşladı. Çok uzakta olmayan mevzilerdenardı arkası kesilmeyen mermi seslerigeliyordu ve biz hangi duygularla kahvaltıyapıyorduk! Yapıyorduk demek yerindeolmaz. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.Moralsiz değildik, ama, böylesi anlardaen büyük morali, arkadaşların yanındasavaşmanın vereceğini biliyorduk.Onun ötesi avuntudur ve bunu herkes bilir.İşimiz zordu bu yüzden.Grup sorumlusu Doğan arkadaş çokdurgun görünüyordu. Ateşi karıştırıyor,yüksek sesle konuşuyordu. Mermi sesleriniduymamak için özel bir çaba sarf ediyordusanki. Doğan arkadaş savaşkanlığıve cesareti ile tanınıyordu. Böylesi anlardasanki hep en önde olması gerekiyormuşgibi hissettiğinden dolayı arkada kalıncaduygusal olarak yıpranıyordu. Gözleriuzaklara dalıyordu. Bazen ayağa kalkıyor,yüzünü mermi seslerinin geldiği yöneçeviriyordu. Onun bu durgunluğu tümarkadaşları etkiliyordu. Çünkü Doğan arkadaşgirişkenliği, atikliği ve sevgi doludavranışlarıyla tüm arkadaşların sevgisinikazanmıştı. Olduğu her yerde model gibiydi.Ondan öğrenecek o kadar çok şeyvardı ki! Bu nedenle onun sevindiği, üzüldüğüşeyler hepimizi çok etkiliyordu.Gün öğleye kavuşuyordu. Kar aynıtonda ve aynı hızda yağıyordu. Çatışmasesleri gittikçe artıyordu. Dılgeş arkadaştüm mevzilerle bağlantı kuruyordu. Hepsiçok iyiydi. Çatışmanın akşama kadar sürmesigerekiyordu. Gecenin inanılmazavantajından faydalanarak geri çekilecektik.Daha kendimizi düşünmeye vakit bulamadan,noktamızın karşısında duran tepeninarkasındaki uçurumlardan üç askersızmalı bir şekilde çıkmış, tepenin zirvesindeduruyorlardı. Tepedeki yabancı görüntüyüilk Doğan arkadaş görmüştü. Önceonların arkadaş olabileceklerini düşündük.Ancak bu yön ne mevzilere yakındane de orada arkadaşların olabileceğindenDılgeş arkadaşın haberi vardı. Askerlerino uçurumu çıkıp tepeyi tutacaklarınıhiç tahmin etmiyorduk. Daha ne olduğunuanlamadan Doğan arkadaşın,“Yere yatın!” diye bağırışı çınladı kulaklarımızda.Ancak bizi uyardığı gibi kendisiniyere atmamıştı. MG-3’le yapılan taramadakafasından yaralanmıştı. Arkasındakikoca kayalığa çarpıp, yere yığıldı.Nokta bir anda kıyamet gününe döndü.Ne yana baksam yere düşen arkadaşlar,barut kokusu, ardı arkası kesilmeyenmermi sesleri ve uyarı bağırışları... Ateşinkenarına düşen iki arkadaşa baktım. Yapacakhiçbir şeyin olmadığını anladığımdainleyen bir arkadaşın yanına gittim. Yarasıhafifti. Bir yandan arkadaşlarla ilgileniyor,diğer yandan uzaktan uzağa Doğanarkadaşa bakıyordum. Ona yaklaşamıyordum.Doktor arkadaş ilgileniyordu.“Demek yaşıyor” diyordum doktorun onunyanında geçirdiği her dakikada.Yaklaşırsam kötü sonu görecekmişimgibi düşünüyordum. Onu hep ilk gördüğümhali ile anımsamak istiyordum. Biliyordumki kötü sahneler hiçbir zamanunutulmuyor ve bizler en acı veren anlarıdaha çabuk hatırlar, hatta hep o anı anımsarız.Doğan arkadaşı yaralı hali ile değil,güleç haliyle sonsuza dek hatırlamak istiyordum.Birden doktor arkadaş bana dönerek,“yardım eder misin?” diye seslenince,gitmek zorunda kaldım.Alnından aldığı yaradan sızan kan,yanağından boğazına doğru sızıyordu.Bizi duymuyordu, konuşamıyordu da. Sadeceinliyordu. Hem de daha öncedenduymadığım bir acıyla. Belki de Doğanarkadaşa hiç yakıştıramadığım için banayabancı geliyordu bu inleme. Yüzünde deyabancı bir ifade vardı zaten. Donmuş mudesem, acılı mı, öfkeli mi? Bilemiyorum.Ama şunu iyi biliyordum ki Doğan arkadaşıninsana huzur veren, insanı heyecanlandıranbakışı, ifadesi değildi bu.Bazı arkadaşlarımız vardır, bunlar,sanki bakışlarıyla, davranışlarıyla etkili olmakiçin dünyaya gelmişlerdi. Ve her davranışıbaşkalarına güç vermek, örnek olmakiçin yaparlardı. Kendisi için istemek,beklemek ya da dar bir dünyaya tıkanıp,kalmak yoktur onların yaşamında. Buyüzden onlar gidince bizden de bir parçagider gibi olur. Çünkü onlar emekle girmişlerdiyüreklere, oradan çıkmaları dabir o kadar zordu. Sesini duymamak içinkulaklarımı tıkamak istedim. Bakmamakiçin başımı gökyüzüne kaldırıyor, yüzümedüşen birkaç kar tanesinin eriyip, gözyaşımakarışmasını bekliyordum. Ağladığımıkimse görsün istemiyordum. Hele Doğanarkadaşın görmesini hiç istemiyordum.İki arkadaş şehit düşmüştü ve Doğanarkadaş yaralıydı. Çok duygusallaşmıştım.Soğukkanlı olamıyordum. Ne yapacağımıdahi bilmiyordum.Bu arada Dılgeş arkadaş bir grup arkadaşıdüşmanın ateş açtığı tepeye gönderdi.Olup biteni kısaca anlattı, ama şehitlerive Doğan arkadaşın yaralandığınıonlara söylemeye cesaret edemedi. Herkesiniyi olduğunu, bir arkadaşın yaralandığınısöylemişti. Doğan arkadaşın yaralandığınıve diğer arkadaşların şehadetlerinisöylese arkadaşların ne denli olumsuzetkileneceklerini iyi biliyordu. Arkadaşlarkısa sürede tepeyi ele geçirdiler.Cihazda tekmil veriyorlardı. İntikam saldırısıyaptıklarını, çok kayıp verdirdiklerinisöyleseler de rahatlayamıyor, acımızıdindiremiyorduk. Dılgeş arkadaş süreklibize bağırıyor, “Doğan’ı kurtarın!” diyordu.Düşmandan kayıp ne kadar çok olursaolsun, bizim için önemli olan arkadaşlarımızdı.Onlar yeri doldurulamaz boşluklaryaratır. Öldürerek değil, severekyaşamı yaratıyoruz. Sevgiden giden bizdengidiyordur. Yerini ölülerle değil, yineancak sevgiyle doldururuz.Çatışmadaki arkadaşlara hiçbir şeyyansıtmamıştık. Çünkü herkesi etkileyecektive çatışmada istenmeyen sonuçlarayol açabilirdi. Bu nedenle sadece çatışmasonrasına değil, geri çekilme bitinceye kadarsöylememeye karar verdik. Doğan arkadaşıdört arkadaşla birlikte noktanınbeş on dakika yukarısındaki mağarayagötürdük. İnlemesi hiç dinmiyordu, iki arkadaşyanında kaldı ve biz de hızla noktayaindik. En zoru Doğan arkadaşla vedalaşmaktı.Onunla ilk tanıştığımızda davedalaşmadan ayrılmıştık. Belki o tekrarkarşılaşacağımızdan emindi, ama ben bilmiyordum.Gerçi savaş koşullarında neyin,ne zaman olacağı belli değildir. Bazenyıllar öncesinde ayrıldığın arkadaş ilenice tehlike ve yaşanmışlık ardından tekrargörmenin heyecanını yaşarken, bazende iki saatlik bir uzaklıkta ayrılık –hattayan yana bile– gelebilir.Onunla yine vedalaşmayacaktım.Yaşamayacağından emin olmama rağmenbunu yapmayacaktım. Ona gideceğimisöylemeden ayrılmalıydım. Sonkez, kana bulanmış yüzüne baktım. İstemediğimhalde ona veda ediyordum.Bu gencecik beden hangi hayaller veidealler uğruna savaştı. Neler düşlüyordu,nasıl yaşıyordu ve bir mermi ile nasıluçtu tüm emekler. Yaşadıklarının yüceliğininyarımlığına mı üzüleyim, yoksayaşanmamışlığına mı? Göz yaşlarım artıkkaygısızca akıyordu. Aklımdan Doğanarkadaş gibi vakitsiz düşen kaç arkadaşgeçiyordu. Hepsi biraz Doğan’dı.O bir çok yoldaşın güzelliğini aynı andakendisinde toplamıştı ve acısını büyükkılan da oydu. Onunla birlikte vakitsizgidenlerin güzelliklerinin de gitmesiydi.Daha fazla kalmanın bir anlamı yoktu.Her zaman birbirimize söylediğimiz gibi“görüşürüz” dedim. Doğan arkadaşasöylemiştim, ama bana diğer arkadaşcevap verdi. Gülümsedim. Hiçbir zamancevapsız kalmıyordu ve unutulmuş olmuyorduyaşam. Boşluk hemen dolduruluveriliyordu.Kızgınlıkla, öfkeyle, dinmez bir acıylanoktaya koşarak indim. Acele etmeliydim.Çünkü çatışma sesleri azalmıştı, arkadaşlarher an noktaya dönebilirlerdi.Onlar ulaşmadan önce noktada olmalıydım.Doğan arkadaşın yokluğunu nasılaçıklayacağımızı bilmiyordum. Böylesianlarda arkadaşları dört gözle bekleyenodur ve savaşa dair en heyecanlı sahnelerinanlatılacağı arkadaş da Doğan arkadaştır.Adım gibi emindim ki, noktayagelen her arkadaş önce onu soracaktı.İyi bir yalan bulmalıydık.Hava ağır ağır kararıyordu. Güne beraberbaşladığımız iki arkadaş aramızdayoktu ve Doğan arkadaş yaralıydı. Güneşkayar gibiydi dağların ardına. Herşeye rağmen yaşamın sürdüğüne dair izlertaşıyordu bu hüzünlü akşam. Havanınkararmasıyla birlikte gruplar gelmeyebaşladı. Yorgunluğun aktığı gözler ışılışıldı. Hepsi gün boyu yürüttükleri o çetinmücadeleyi anlatmak istiyordu ve benhepsini dinlemek istiyordum. Savaşıbaşka bir açıdan paylaştıysam da onlarıdinleyerek o heyecanlı anları da paylaşmakistiyordum. Belki de gün boyu yaşadıklarımıunutmak istiyordum. Dılgeş arkadaşuyarı yaptı,“Arkadaşlar acele edin. Geri çekilmealanımız oldukça uzak. Hemen yola koyulmalıyız”dedi. Hareket saati gelip çattığında,cevabını beklemeden sordukları“Doğan arkadaş nerede” sorusuna şimdiayrıntılı bir cevap bekleyerek soruyorlardı.Vereceğim her cevabın yalan olduğunuhemen hissedeceklerini iyi biliyordum.Ben de arkamı dönüp “bilmiyorum”diyordum.Sonra şehit düşen iki arkadaşın yokluğufark edildi. Dılgeş arkadaş sert bir komutla,“Bazı şeyleri öğrenmek zorunda değilsiniz.Örgütsellik diye bir şey var herhalde.Çabuk askeri düzene geçin, gidiyoruz”dedi. Bu uyarı üzerine kimse sorusormadı.Düşman bulunduğumuz yeri tahminediyordu. Çevremize çember pusu atmıştı.Saatler ilerledikçe çemberi daraltıyordu.Planladığımız yola girer girmezbir pusunun içinde olduğumuzu anladık.Yolumuzun yönünü aşağı doğru kaydırdıkama çok ağır yürüyorduk. Öncülerhem yolu keşfediyorlardı hem de önümüzdepusu olup olmadığını kontrol ediyorlardı.Bu nedenle beş dakikada katedeceğimiz yolu yarım saatte alıyorduk.Hiç hesaba katmadığımız şey ise, arkadaşlarınmağaranın önünden geçerken,Doğan arkadaşın sesini duyacak olmalarıydı.İçeriden Doğan arkadaşın bağırışıve inleme sesleri geliyordu. Arkadaşlar okadar ağır yürüyorlardı ki, mağarada inleyensesin Doğan arkadaşa ait olduğunuanlıyorlardı. Artık saklayacak bir şeykalmamıştı. Sesi duyan, yönetimin yanınakoşuyor,“Doğan arkadaşı da götürelim” diyordu.Ağlayanlar, mağaraya gitmek isteyenleroldu, ama Dılgeş arkadaş hiç kimseninsırasından çıkmasına izin vermiyordu. Diyebilirimki o yarım saatlik yürüyüş tüm arkadaşlaraişkence gibi gelmişti ve gün boyualdıkları moral bir anda uçup, gitmişti.Doğan, büyük ve karanlık mağarada,kendinden geçmiş bir halde inlerken, bizçatışmada hafif yaralanmış arkadaşlarlabirlikte oradan uzaklaşıyorduk. Ardımızdaunutulmaz anıları ve güzel yoldaşlarıbırakarak gidiyorduk. Karanlık ne gözyaşımızısaklayabiliyor ne de acımızı dindiriyordu.Doğan arkadaşın kısa bir süresonra şehit düşeceğine emindik, sadecebekliyorduk. O anı görmediğimiz için hepimizbiraz olsun şanslı mı sayılırdık, bilemiyorum.Ama Doğan ve diğer arkadaşlarıkaybettiğimiz için ve acılarınıpaylaşarak hafifletemediğimiz için deşanssız sayılırdık.Yoldaşın sevgisini paylaşmanın onurukadar, onun yokluğunu doldurma çabasıda değerlidir. Çünkü o biraz ben, biraz daKürdistan’dır.