Serxwebûn Temmuz 2003Sayfa 29ladı. Türkiye’nin “Dicle ve Fırat’ı değerlendirmeçalışmaları (GAP), belki daha bölgeninmakus talihini değiştirmemiştir, ama kıyıdaşülke ilişkilerini değiştirdiği ve suyunbir sorun olmaya başladığı açıktır.” (21) Çünkü,Türkiye’nin suyu artık politik mücadeleninbir aracı olarak kullanmaya başlamasıylabirlikte Irak ve Suriye’de, mevcut kaynaklardanhızla ve sonuna kadar kullanabilmekiçin yoğun bir çabaya girdiler. Örneğin GAPprojesini gerçekleştirmeye yönelik olarakyapılan kredi anlaşmalarına müdahale etmeyeçalışarak, Irak ve Suriye’nin bu nehirlerdenyararlanma haklarını genişletmeyeve projenin başlamasını geciktirmeye yöneldiler.Örneğin, 1966’da Uluslararası KalkınmaAjansı (AID) ile Türkiye arasında yapılankredi anlaşması, bu nehirlerle kıyıdaşülkelerle ek bir protokol imzalanmasını zorunlulukolarak getirmiştir. (22) Bu protokoldeaşağı kıyıdaş ülkelere bırakılması gerekensu miktarı 350 metreküp/saniye olarak belirlenmiştir.Bu miktar zamanla tedricen artırılarak’87 yılında Suriye ile Türkiye arasındaimzalanan Ekonomik İşbirliği Protokolü’nde(23) (6. madde) Fırat’tan Suriye’ye 500metreküp/saniye su bırakılması kararabağlanmıştır. Irak ve Suriye’nin son istemleriise bu iki nehirden 700 metreküp/saniyeolarak belirlenmiştir.Bugün uluslararası hukuk ve diplomasialanında ciddi tartışmalardan birinin konusunuoluşturan Dicle-Fırat su kaynaklarısorunu, tarafların kendi tezlerini desteklemekamacıyla ürettikleri yeni kavramlarladaha bir çıkmaza itilmektedir. ÖrneğinTürkiye, Dicle ve Fırat’ın aslında tek birhavzayı oluşturduğunu ve bu nedenle birliktedeğerlendirilmesi gerektiğini söylerkenbu havzanın statüsü hakkında ise “sınıraşansu” adıyla yeni bir kavram türetmiştir.Türkiye’ye göre sorun sadece “suyunkullanımı” sorunudur. Bu su kaynaklarıüzerinde egemenlik hukukuna dayalıtam bir kullanım hakkı olduğunu; Irak veSuriye’nin komşuluk haklarını koruyarakonlara da yeterince su verildiği takdirdesorunun çözümleneceğini savunmaktadır.Oysa uluslararası hukuk “sınıraşan su” gibibir kavramı tanımamaktadır. BM’nin’97’de kabul ettiği Uluslararası SularınUlaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesi’nde“uluslararası su” kavramı yer almaktadır.Türkiye bu sözleşmeyi imzalamamakiçin uzun zamandır direnmiştir.Suriye ise, bu iki nehrin birbirinden ayrıiki nehir olarak ele alınması gerektiğinisavunmaktadır. “Uluslararası su” niteliğindeolan bu iki nehir üzerindeki anlaşmazlığın“kullanım sorunu” değil “paylaşım sorunu”olduğu noktasından tartışmayı sürdürmektedir.Suriye, kıyıdaş ülkelerin biraraya gelerek Dicle ve Fırat suyunun hakçapaylaşımını bir anlaşma ile birlikte çözmelerigerektiğini savunmaktadır. (24)Sorun, zaman zaman Suriye ve Irakarasında da ciddi krizlere neden olabilmektedir.Örneğin Suriye ’75’de TabkaBarajı’nı yapmaya kalktı. Bu, Irak’a gidensuyun azalmasına neden oldu. Irak’ta 3milyon çiftçinin bundan zarar görmesi kaçınılmazdı.İki ülke arasında gerginlik hementırmanarak, iki ülke arasında sıcaksavaş tehlikesi ortaya çıktı. Sovyetler Birliğive Suudi Arabistan devreye girerekbu gerginliği çatışmaya dönüşmeden soğutabilmişlerdir.Türkiye ile komşuları arasındaki su sorunusalt Dicle-Fırat üzerinden doğmamaktadır.Örneğin Lübnan’dan doğup, Suriyeüzerinden geçerek Türkiye’de Hatay’dandenize dökülen Asi ırmağı da birbaşka çatışmanın nedenidir. Hatay’ın Suriyeile Türkiye arasında tartışmalı statüsündendolayı, Suriye bu ırmak konusundaTürkiye ile tartışma masasına oturmayıreddetmektedir.Nil nehri vek›y›dafllar› aras›nda su sorunuSu sorununun boyutlarını anlatabilmekamacıyla esas olarak Dicle-Fıratüzerinde durdum. Ancak Ortadoğu’dayer alan diğer nehirler de en az Dicle-Fıratkadar sorunludurlar. Nil, bunlardan belkide en önemlisidir. Çünkü, dokuz kıyıdaşasahip olmasına rağmen, Mısır ve Sudan’lailgili bir iki anlaşma dışında, uluslararasıplatformlarda bu nehir üzerine yapılmışantlaşma yok denecek kadar azdır. Bölgede19. yüzyıldan beri Nil üzerine bütün düzenlemeler,gerçekte İngiliz egemenliğininprojeleri olarak kendini dayatmaktadır.1891’de Etiyopya adına İtalyanların ve birİngiliz kolonisi olan Mısır adına da İngilizleringetirdiği kullanıma ilişkin düzenlemelerbütün kıyıdaşlar için de geçerli olarakkabul edilmiştir. Bu antlaşmaya göre: İtalyadevleti, Mavi Nil’den Nil’e akacak sumiktarını azaltabilecek hiçbir girişimde bulunmayacağısözünü vermektedir. Bu hüküm,1902’de Mısır adına İngilizlerin Etiyopyaile yaptığı ve Etiyopya’nın sınırlarınıbelirleyen antlaşmaya da konuldu. Buantlaşma 1905’te İngiltere, İtalya ve Fransaarasında bir kez daha yinelendi.Nil, Mısır’ın biricik yaşam kaynağıdır.Dünyanın en az yağış alan bölgelerindenbirinde oturan Mısır, neredeyse bütünüyleNil’e bağımlıdır. Bu nedenle Mısır ordusununda neredeyse bütün görevi,Nil’in güvenliği ve düzenli akışının sağlanmasıgörevi olmuştur. Örneğin Nil’ingüvenli akışıyla ilgili bir sorun olması durumunda,Mısır ordusu, parlamento onayınıbeklemeksizin askeri bir karşılık vermeyetkisine sahiptir. (25)Nil üzerinde Mısır egemenliği Mayıs1929 yılında imzalanan Sudan-İngiltere(Mısır) Antlaşması ile gerçekleştirilmiştir.Dünya’nın yaşadığı ekonomik krizlerin enbüyüğü olan ’29 Dünya Ekonomik Krizi döneminde,tekstil pazarında atılım yaparakkrizden sıyrılmaya çalışan İngiltere, tekstilinana hammaddesi olan pamuk üretiminiMısır’da geliştirebilmek için, Mısır’a, Nilnehrinin olanaklarını daha fazla aktarmakistemiştir. Bu antlaşmada: “Sudan ve İngilizyönetimi altında bulunan diğer ülkelerde,Nil ırmağı ve kaynağını teşkil eden göllerüzerinde, Mısır’a ulaşan suyun miktarınıazaltacak, ulaşmasını geciktirecek veyasu seviyelerini düşürecek hiçbir sulama,enerji tesisi inşa edemez ve veya tedbiralamaz” denilmektedir. (26) ’59’da Mısır ileSudan arasında yapılan bir antlaşma ileNil sularının yüzde 55,5 milyar metreküpüMısır’ın ve 18,5 milyar metreküpü Sudan’ınkullanımına bırakılmıştır. Diğer yedi kıyıdaşülkeye Nil üzerinde hiçbir hak verilmediğigibi, bu yedi ülkeden biri eğer Nil’denyararlanmak isterse, Mısır ve Sudan devletlerininoluşturduğu bir Ortak Teknik Komite’yebilgi verme, danışma ve onay almazorunluluğu altına sokulmuşlardır. ’50’li yıllarda,Nasır hareketinin başladığı dönemde,bu ulusalcı hareketten hoşlanmayan veyıkımını arzulayan ABD de bölgeyle fiilenilgilenmiş ve su sorunundaki bu haksız düzenlemealeyhine kışkırtarak öne çıkardığıEtiyopya’yı desteklemiştir.Sadece su kaynaklarının kullanımı değil,ama bu kaynaklar üzerinde gerçekleştirilenyatırımlar da su sorunu kapsamı içerisindeortaya çıkan çatışmalar kapsamındadır.Örneğin Mısır’ın Süveyş’i millileştirmeyekalkması üzerine ortaya çıkan ’56Savaşı, esasında Nasır yönetiminin dünyanınen büyük yatırım projelerinden biriolan Asuan barajını dış finans kaynaklarınadayanarak değil, ulusal kaynaklardanyapma isteğinin bir sonucudur.Bölgede, Nil kökenli fiili ve potansiyelsorunları barışçıl metotlarla çözebilmekiçin, Nil kıyıdaşlarının (Mısır, Sudan, Uganda,Zaire, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burundi,Tanzanya ve Ruanda) oluşturduğu UN-DOGO (Nil Nehri Havzası Ülkeleri Birliği)adlı uluslararası kurum, bir istikrar yaratmayaçalışmaktadır. Ne var ki, Nil kıyıdaşlarındanKenya ve özellikle Nil’in en büyükkaynağı Etiyopya’nın bu birlik içinde yer almaması,kurumun sorunların çözümüneilişkin etkisini bir hayli daraltmaktadır.Ürdün-fieria ve su sorunuİsrail-Filistin savaşını anlayabilmek içinbiraz da İsrail, Ürdün ve Filistin ÖzerkYönetimi açısından tek yer üstü su kaynağıolan Ürdün nehrinin söz konusu bölgeiçin önemini kavramak gerekmektedir. BirYahudi devletinin kurulmasına ilişkin ilkprojelerin geliştirildiği 1897 Birinci SiyonistKongresi’nde önerilen devletin sınırları öncelikleÜrdün nehri olmak üzere, Ortadoğu’nunönemli su kaynaklarını içerecek birgenişlikte tasarlanmıştı. ’19 Paris BarışKonferansı’nda gündeme getirilen bu tasarı,1848’de İsrail devletinin kurulmasıaşamasında da özenle gündemde tutulmuştur.Devletin kurulmasından sonra ise,toprak kavgasının aslını su kaynaklarınasahip olma güdüsü biçimlemiştir. Bu anlamda,’67 Savaşı’nın temel nedenlerindenbelki de en önemlisinin su sorunu olduğunusöyleyebiliriz. ’67 öncesi Ürdün“Nil, M›s›r’›n biricik yaflam kayna¤›d›r. Dünyan›n en az ya¤›fl alan bölgelerindenbirinde oturan M›s›r, neredeyse bütünüyle Nil’e ba¤›ml›d›r. Bu nedenleM›s›r ordusunun da neredeyse bütün görevi, Nil’in güvenli¤i ve düzenliak›fl›n›n sa¤lanmas› görevi olmufltur. Örne¤in Nil’in güvenli ak›fl›yla ilgili birsorun olmas› durumunda, M›s›r ordusu, parlamento onay›n› beklemeksizinaskeri bir karfl›l›k verme yetkisine sahiptir.”havzasının sadece yüzde 3’üne sahipolan İsrail, işgal ettiği Batı Şeria ve Golantepeleri sonrasında su payını yüzde 10’açıkarmıştır. BM Teşkilatı’nın raporlarınagöre İsrail, su tüketiminin yüzde 67’sini işgalaltındaki topraklardan sağlamaktadır.Bu da, İsrail’in niçin işgalden vazgeçmediğisorusuna yeterli yanıtları sunmaktadır.İsrail, Batı Şeria’yı işgal ettikten sonra, işgalbölgesindeki suyun kullanımını kurallarabağlamış; suyu “askeri kontrole tabistratejik kaynak” olarak ilan etmiş ve Filistinlilerinsuyu açmasını yasaklamıştır.Gerçekte su savaşlarının neden olduğuzarar, elde edilen yararların çok üzerindedir.Erdem Denk’in bu konuda verdiğiörnek düşündürücüdür: “Sadece bir adetF-15 uçağı üretecek parayla 17 milyonmetreküp suyun tuzdan arındırılabileceği...Bu da demektir ki 100 tane uçak parası,Ürdün ırmağının bir yılda taşıdığı kadarsu sağlamaya yetecektir.” (27)Litani ve su sorunu’de İsrail’in Güney Lübnan’ı1982 işgali ile fiilen İsrail’in dekullanımına geçen Litani ırmağı, aslındaParis Barış Konferansı sürecinde İsrail içindüşünülmüş su kaynaklarından biri idi. Bugünfiili işgale rağmen, Lübnan’ın, suyunbüyük bölümünü kuzey kesiminde kullanmasındandolayı İsrail’e fazla yarar sağlamamaktadır.Litani ırmağı, bugünkü konumuyla Ortadoğu’dakien az sorunlu su kaynağıdır.Ama İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin herbarış görüşmesinde, Filistin’e su sağlayacakkaynak olarak daima tartışma gündeminegetirilmektedir.Bölgesel özellikler ve su sorunuBölge özellikleri itibariyle değerlendirdiğimizde,devletler arası bir sorunolarak su sorununun belli başlı özelliklerinişöyle sıralamak mümkündür:1. Petrolden farklı olarak su, dışarınınbölgeden değil, bölgenin dışarıdan (ya datek tek ülkelerin diğer ülkelerden) talepleriyleortaya çıkan bir sorundur. Su kaynağınasahip olan ülkeler (esas olarak Türkiyeve Mısır) 19. yüzyıl sonlarında ortayaatılan bir uluslararası doktrin olan MutlakEgemenlik Doktrini (Harmon Doktrini) (28)çerçevesinde davranmayı yeğlemektedirler.Bu doktrine göre su kaynaklarının kullanımhakkı, kaynağın üzerinde yer aldığıülkeye aittir. Bu hak kullanılırken, kaynakülkenin, suyun ulaştığı diğer ülkelere (aşağıkıyıdaşlara) önemli bir zarar vermemesiilkesi gözetilir.2. Bu ülkeler aynı coğrafyada sınırdaşülkelerdir. Aynı zamanda bu ülkelerin herbirinin coğrafi, sosyal ve tarihsel özellikleridiğerleriyle iç içe geçen birçok ortaklıklarasahiptir. Bu nedenle, su sorunu diğer sorunlarlabirlikte, zaman zaman onların içindeifadesini bulur. (Birleşik Kriz karakterinesahiptir.) Bölgenin özellikleri nedeniyleiç içe geçmiş sorunların neden olduğu çatışmalarda,genellikle diğer sorunların yanısıra yer alır. ’60 sonralarından itibarenise, su sorunu, başlı başına bir sorun olaraksık sık bağımsız bir sorun olarak gündemegetirilmektedir.3. Su sorunu, sadece bölge halklarıylasınırlı bir sorundur. Başka bir deyişle, dışgüçlerin çıkarlarıyla doğrudan ilgili değildir.Bu durumda (bölge halklarının durumuda hatırlanırsa) anlaşmazlığa düşecek ülkelerarasında fazla bir güç farklılığı sözkonusu değildir. Bu durum ise, bir yandançatışmanın büyümesini engellerken, diğeryandan sorunun çözümsüz kalarak sürekligündemde kalmasının nedenini de oluşturmaktadır.4. Bölge ülkelerinin ortak su kaynaklarını“kontrol” edebilme istemi nedeniyle, isteristemez su “bir politik etkileşim sürecinebağlanıyor” ve “bir güç faktörüne” dönüşüyor.Türkiye aç›s›ndansu sorunun gelece¤iSadece günlük yaşamda sıradan sohbetlerimizdedeğil, ama aynı zamandayazılı ve görsel medyada da bilim çevrelerindede, Ortadoğu’da “su kaynaklarınınstratejik bir öneme sahip olduğuna”ilişkin değerlendirmelere sıkça rastlarız.Birçok politik bilimci ya da politik analizcininOrtadoğu’ya ilişkin yaptıkları yorumlardaise, su kaynaklarının kullanımından doğankrizlerin daha sık ortaya çıkacağınadair vurgular son yıllarda biraz daha öneçıkmaya başladı.Bugün, Birinci Körfez Savaşı sonrasındagelişen ve birinci aşaması emperyalistABD’nin Irak’ı işgaliyle son bulan sürecinönümüzdeki on yıllarda gelişecek yeni aşamalarında,bölgede maddi faktörler (doğalkaynaklar) bazında suyun, belki petroldende daha önemli bir konuma geçerek bölgedevletleri ve diğer muhatapları arasında yenikrizlerin ve savaşların nedenini oluşturacağıdüşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Birkriz faktörü olarak petrolün uluslararası etkisinekarşın elbette suyun etkisi (geniş anlamdabir tanımlama yapsak bile) salt bölgeselkalmaktadır. Ancak, bölgenin Avrupave bütün dünya için önemi, burada ortayaçıkan her küçük gerginliği dışarıya büyüksarsıntılar biçiminde yansıtacaktır.Ortadoğu su kaynakları söz konusu olduğunda,suyun neden “stratejik” nitelemesiile birlikte tanımlandığını anlayabilmekiçin, bir iki cümle ile de olsa, strateji kavramınınaçılımını yapmak gerekecektir.“Bir stratejik durum, sadece belirli sayıdamaddi faktörler arasında ortaya çıkabilecekdahili ilişkilerin doğurabileceği sonuçlardançok daha farklı oluşumların ifadesidir.Burada tek yönlü (ve özelliklemaddi ortamla sınırlı) nedensellikten kaçınmakgerekir. Bir stratejik durum dahaçok, ‘sayı ve niteliği devamlı değişen konuve ortamlarda karşı karşıya gelen zıtiradeler arasında belirli etki ve tepkilerşeklinde ortaya çıkan, ve zamanla değişikkapsam ve nitelikte farklı etki tepkileredoğru gelişim gösteren bir süreç, bu sürecinbelirli bir andaki görünümü’ olarak düşünmekgerekir. Bu etkileşimin temelindeyatan ana faktör psikolojik bir etkinin karşılıklıolarak taraflar üzerine empoze edilmesidir.Bu amaca yönelik olarak taraflar
Sayfa 30Temmuz 2003Serxwebûnbirbirlerine karşı, çeşitli aşamaları olan birrekabet sürecine girerler. İşte hazırlık (veyayöneliş) aşamasından başlayarak etkileşiminyoğunlaşmaya başladığı ‘açılış’,bunu izleyen gelişim ve sonuca yönelikaşamalarıyla birlikte stratejik süreç bir bütünoluşturur... Bu süreç ileri geri oynamalar,iniş ve çıkışlarla dolu (ve devamlıolarak ileri sürülen manevralar ve etkileşimekatılan faktörlerle hacmi genişleyenve niteliği değişen) karmaşık, ‘soyut’ biroluşumu ifade eder. Aranan sonuç böylebir soyut oluşum içerisinden hareket serbestisineulaşmaktır.” (29)Bir asker stratejiste ait olan bu uzunalıntıyı temel alarak, Türkiye açısından sorunungeleceğini biraz da stratejik boyutlarıyladeğerlendirmeye ve Türkiye’nin birsupolitika üretip üretemeyeceğine ilişkintartışmaları geliştirmeye çalışalım:Turgut Özal, ’87 yılı temmuz ayındayaptığı Suriye ziyaretinde, hem su sorununuhem de güvenlik sorununu birlikte elealarak bu iki konu üzerine iki protokol imzalamıştır.Su sorununun çözmeden “Suriye’ninelindeki PKK kartını nihai olarakalabilmenin pek gerçekçi olamayacağını”düşünen Özal, her ne kadar su sorunuekonomik sorunlar kapsamı içerisinde değerlendirmeeğiliminde olsa da, su sorunununpolitik bağıntısını doğru saptamışbir devlet adamı idi. Özal’ın, düşünceleriniaktardığı Sabah gazetesi yazarlarındanCengiz Çandar şöyle özetler: “Bu durumda,Türkiye’nin su kaynaklarına sahip olmasınedeniyle taraf haline geldiği meseleleriki ana konuya bağımlı oluyor: 1. Genelanlamda Ortadoğu’da barışçı çözümsüreci; 2. Kürt sorununun Ortadoğu’da vedaha geniş anlamda uluslararası politikadaiçine oturacağı çerçeve. Bu ikincisi,Kürt sorununa, su nedeniyle Türkiye’yekarşı koz olarak kullanmayı hesaplayanbölge devletlerinin de el atmasına imkantanıyor. Fakat bizatihi bu olgular, ‘suyun siyasileşmesi’dirki, su siyasileştiği oranda,Türkiye’ye de elbette ‘supolitik’ izlemeşansını kendiliğinden sunmaktadır. Sorun,Türkiye’nin ‘supolitik’i olup olmaması noktasındadüğümleniyor” diyordu. (30)Henüz hangi karanlık güçler tarafındangerçekleştirildiği net olarak ortaya çıkarılamamışolan 11 Eylül provokasyonu öncesindebu yazıyı yazmaya kalksaydım, sanırımyazının bu bölümünde çok farklı şeylerdensöz edecektim. Ancak 11 Eylül’denhemen sonra, dünyanın emperyalist efendilerinisteği doğrultusunda küreselleştirilmesiyani bir anlamda Amerikan İmparatorluğu’nunkurulmasına yönelik çabalarsonucu olarak Afganistan’ın ve Irak’ın işgalisonrasında bölge dengelerinin alt üstolduğu açıktır. Bu alt üst oluş sürecinde,ordusu yenilerek ortadan kaldırılmış, politikekonomik sistemi yıkılmış, topraklarıbütünüyle ABD yönetiminin işgali altınagirmiş olan Irak’tan daha belirgin olarak,Türkiye’nin daha şimdiden eski konumlanışındansöz edebilmemizin mümkün olmadığınısöyleyebiliriz. Irak el değiştirmiş;Suriye büyük tehdit altında ABD tarafındandizginlenmiş; ABD Türkiye’nin (uzunbir süre kalıcı olarak) yeni sınır komşusuolmuştur. Bütün bunların yanı sıra, Türkiye’ninen büyük korkusu, –kurumsal biçiminasıl olursa olsun– Kuzey Irak’ta ABD tarafındandesteklenen bir Kürt devletininkurulması olasılığının artık gerçekliğe dönüşmenoktasına ulaşmasıdır. Ve coğrafyayıdeğiştirmenin olanağı olmadığına göre,Türkiye’nin yaşamakta olduğu su sorunuda şimdi muhatapları da değişmiş olarakbir başka boyuta geçmiş durumdadır.Sorunun analizi sanıldığı kadar kolaydeğildir. Ortadoğu’da yerinden oynayandengelerin yeniden nasıl kurulacağı konusuhenüz netlik kazanmamıştır. Dengelerinyeniden kurulabilmesi için daha uzunyıllara gereksinim olduğu açıktır. Ancak,gelişmelerin yönü üzerinden yapılacakyorumlara dayandırılarak su sorunununönümüzdeki dönemde kazanacağı yeniboyut hakkında olası bir şeyler söylemekancak mümkündür.Öncelikle, Ortadoğu’nun coğrafi yapısıve coğrafyasının özellikleri değişmediğinegöre, su sorunu, bölge ülkelerininbütünü açısından varlığını korumaya devamedecektir.Ancak, Irak’ın işgaliyle birlikte şimdilikyeni kıyıdaş ülkenin ABD olmasına rağmen,su sorunu bölgede büyüyerek geliştirilecektir.Özellikle Irak Savaşı’ndan günümüzeABD-Türkiye ilişkilerinin seyri ve AB-Türkiyeilişkilerini değerlendirilerek sorunudaha iyi anlayabiliriz. Bu gelişmelerinTürkiye cephesinde yarattığı en önemlisonucun, ABD ve müttefikleri açısındanTürkiye’nin eski öneminin kalmadığı gerçeğidir.Türkiye’nin uzun zamandır sözünüettiği “jeostratejik ve jeopolitik önem”kaybedilmiştir. Birinci Körfez Savaşı veAfganistan’ın işgali ile birlikte artık askeriüslerini Ortadoğu ve Asya içlerine, Türkiyeötesine taşımış olan ABD açısından,Türkiye’nin coğrafi konumlanışının avantajlarındansöz etmek mümkün değildir.Çünkü bugün yeniden kendini dünya jandarmasıolarak görmeye başlayanABD’nin fazlasıyla gereksinim duyduğuaskeri güçlerine üs olarak açılan Türkiyeötesi ülkeler söz konusudur. Kafkaslar,Ortadoğu ve İç Asya’ya yönelişte ABD veBatı kapitalizminin “köprü” olarak tanımlayarakbüyük önem verdiği Türkiye’dendaha ileri mevzilerde konumlanmış doğrudanABD askerini barındıran üsler vardırartık. Gürcistan, Suudi Arabistan, Kuveyt,Afganistan vb. ABD’nin Irak’a saldırısısırasında (ve hangi nedenlerden kaynaklanırsakaynaklansın) topraklarını saldırganlaraaçmayan Türkiye-ABD arasındakiilk ciddi krizde, ABD’nin önemli üslerindenbiri olan İncirlik’ten çok kolay vazgeçebilmesinintemel nedeni budur.Türkiye, en azından ABD için, Ortadoğuve Kafkaslar’a açılan kapı olma özelliğinide bu savaş sonrası kaybetmiştir. BirinciKörfez Savaşı sonrasında ABD tarafındanuygulanmaya konarak Irak’ın işgaliyletamamlanan küreselleştirme (ABDegemenliği altına alma) politikasının ilk sonuçlarındanbirinin, Türkiye’nin geçmiştekigibi, “sahip olduğu jeostratejik ve jeopolitikbir önemden” söz etmek mümkün değildir.Kaldı ki, coğrafyanın aktif bir parçası olaraksürdürdüğü Ortadoğu-Kafkaslar-İç Asyaçerçeveli “büyüme yayılma” stratejilerininde yeni güç dengeleri üzerine oturacakyeni komşular açısından pek de kabul edilebilirbir politika değildir.Petrol gibi stratejik kaynaklara da sahipolmayan Türkiye’nin, artık bölge üzerindepolitik etkinlik sürdürmesinin aracı olarakkullanabileceği tek araç su kaynakları olacaktır.Yani Türkiye’nin bölge ülkeleri ileilişkisini artık bir supolitik üzerine oturtmasıkuvvetle muhtemeldir. Ancak, yeni dengelerinkurulma aşamasında, bölgenin yenigücü ABD’nin, Türkiye tarafından dayatılacaksu projeleriyle açık bir çatışma içinegirmesi kaçınılmazdır.Bunun başlıca nedenleri şunlardır:Irak’ın işgaliyle birlikte ABD’nin dahauzun yıllar bölgede kalacağı artık ortayaçıkmıştır. Bu önceden hesaplanamayanbir takım gelişmeler olarak değil, öncedenyapılan hesapların sonucu olarak böyledir.ABD Irak’tan uzun süre çıkmamaküzere gelmiştir ve kendi topraklarında budevlet politikasını geri püskürtecek bir takımciddi ve güçlü gelişmeler olmadığıtakdirde, yeni komşu, daha uzun yıllar birbölge devleti olma özelliğini koruyacaktır.ABD sanayi esas olarak silah sektörüüzerinden yapılandığına göre, bu yapılanmayı“Ortadoğu’daki su sorununun,ancak uzun sürede gerçekleşebilecekolan barışçıl yöntemlerle çözümlenmesiiçin” değiştirmesi beklenemez. Yani, “birsavaş uçağının masrafı ile şu kadar milyarmetreküp suyu arındırabiliriz” gibi emperyalistkapitalizmin hiç alışık olmadığıtürden bir hümanizma içeren düşünce biçimleriya da hesapların kesinlikle çokuzağında yer alacaktır. Bunun yerine, üstelikartık tam da bilinçaltına yerleşmişolan imparatorluk güdüsüyle yaşarken,bir zamanlar İngiltere’nin Nil üzerindekietkisine benzer bir “kayıtsız şartsız egemen”etkiyi bölge su kaynakları üzerindegerçekleştirmeye çalışacaktır. Güçlü dev,bu gücünü su sorununun tek yanlı çözümüiçin doğrudan ya da dolaylı olarak kullanmaktangeri durmayacaktır.Bugün savaşın her ayı ABD’ye 4 milyardolara mal olmaktadır. Bu savaş gideri, heryıl için yaklaşık 50 milyar dolarlık bir gideretekabül eder. Oysa bütün üretim olanaklarınısonuna kadar zorlasa bile Irak’ta elkonulacak petrol geliri 30 milyar doları geçememektedir.Bu koşullar altında ABD’ninbölgede uzun süreli kalabilmesi için fizibiliteyikar lehine yükseltecek önlemlere yönelmesigerekecektir. Bu ise, mevcut koşullaraltında programsız, alt yapısız ve sınırtanımaz azgın bir sömürü üzerine oturtulmayaçalışılacak bir sanayii yapılanmasınıgündeme getirecektir. Bu, bir yandan,suya duyulan gereksinimin her geçen günbiraz daha yüksek bir ivme ile artması yanisu kaynaklarına sahip olma çatışmalarınıkörüklerken; öte yandan, “ABD gittiktensonra ne olacak?” sorusuna endekslenerek“geçici kabul edilen” yeni statükolarınyarattığı iç güvensizliklere de bağlı olarak,bölgede barışı “zorunlu” olmaktan çıkaranen azından “geçici bir süre için” bölge ülkeleriylekalıcı uzlaşma çabalarını öngörenuzun vadeli bir supolitik’in oluşturulmasınaengel gibi görünmektedir.İkincisi, Kuzey Irak’ta, ABD’nin de bölgepolitikaları itibarıyla dayattığı (ekonomikya da siyasi bir konfederasyon, federeya da bir başka bir biçimde) bir Kürt devletininkurulması halinde, sorunun kapsamınazıt yönlü iki yeni faktör daha katılacaktır.Söz konusu Kürt devletin varlığıyla birlikte,uluslararası kurumlarda ve diplomatikplatformlarda geçerli olan “suyun kaynağı”tanımı Türkiye açısından yeni bir çatışmanınbiricik kaynağını oluşturacaktır:Fırat ve Dicle, Kürdistan topraklarında yeralmaktadır ve uluslararası literatürde hiçolmazsa coğrafi adlanışıyla bu saptamakabul görmüş saptamalardan biridir.Demek ki, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletininkurulması, Dicle ve Fırat’ın egemenlikhakkı konusunda uluslararası boyuttabir tartışma açabilecektir. Bu nedenle devletstratejistleri açık önlemlerin alınmasınısavunur: “Supolitik’in söz konusu olabilmesiiçin, su kaynakları üzerinde, Türkiye’ninegemenliğinin kesinlikle elden bırakılmamasıgerekiyor. Bu, Suriye ve Irak’ın‘kaynağından paylaşma’ önerilerine kapılarıkapatmaktan öteye, örneğin Fırat veDicle’nin ‘Kürdistan’ topraklarında bulunduğunusavunan ve bu bölgede ‘bağımsızKürt devleti kurma’ hedefini güdecek Kürtfaaliyetlerini güvenlik açısından bertarafetmek gerekir” (31) diyor Çandar. Buna rağmenbir Kürt devletinin kurulması halinde,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu devlet üzerindeoynayabileceği tek kozunun da “su kozu”olacağı açıktır. Bu koz belli ki, dün olduğundandaha yüksek boyutlu sorunlarıüretme tehlikesine gebedir. Ne var ki bukez sorunun tarafları Türkiye-Suriye-KuzeyIrak Kürt devleti değil, Türkiye-Suriye-ABD olacaktır. Irak Kürt devletini İsrailmisyonuyla elinde tutmak isteyen ABD,mandater devlet olarak çatışmaya doğrudanKürtler adına katılacaktır.Üçüncüsü, bölgede Filistin-İsrail çatışmasınınçözümü doğrultusundaki bütünadımların içinde “su sorununun çözümü”de yer aldığına göre, İsrail sorununun küreselleştirilmişçözümüne yönelik ABDplanlarının içinde bir biçimi ile su sorununailişkin tartışmaların olmaması, su sorununuatlanması olanaksızdır.Son gelişmelerin ürettiği bir başka yenidurum da şudur: Eskisinden farklı olarakartık Türkiye su sorununu, başka sorunlarınçözümünde kullandığı bir yan konu olarakdüşünmeyecektir. Supolitik, sorun olarakbağımsız ifadelendirilmeyi gündemegetirmektedir. Bölge üzerinde daima kullanılacakstratejik bir araç olarak düşündüğüsorunu, değişik dönemlerde uygulayacağıdeğişik politikalarla sorunu bir yandangündemde tutarken kesin ve kalıcı çözümlerdenhep kaçarak sorunun çözümünüher zaman sürüncemede bırakmayı tercihedecektir. Her türlü fırsattan yararlanarakya da hatta doğrudan kendisinin yaratacağıprovokatif girişimlerle hazırlayacağıgerginlik ortamlarında dile getirmeye çalışacağısu sorununun her zaman sorunolarak kalmasını isteyecektir. Bölge politikalarınınbaşına oturtarak gündemde tutacağıbu sorunu artık diğer sorunlar içerisindedışa vurulan bir sorun olmaktan çıkararak,doğrudan doğruya kendisiyle tanımlananbir yapıya kavuşturacaktır.Irak’ın işgalinden öncesine kıyasla susorununun bölgede, bileşik ve tırmanan birkrize dönüşmesi olasılığı daha azdır. Zira,bölge devletleri arasındaki güçler arasıdenge bir süper gücün varlığıyla tartışmasızve kıyas kabul etmez bir oranda değişmiştir.Dolayısıyla, artık su sorunu üzerindenbaşlayacak bir krizin bütün bölgeyi etkisialtına alarak yayılacağını ve büyüyeceğinidüşünmek mümkün değildir. Böylesibir durumda, kaçınılmaz olarak gündemegelecek olan ABD müdahalesi, sorununsüper güç tarafından belirlenmiş önerilerdoğrultusunda çözümünü sağlayabilir.Ancak, bölge ülkelerinin çıkarlarınıdoğrudan gözetmeyen; bölge ülkelerininbağımsız, özgür iradeleriyle dostlaşarakalacakları kararlarla tanımlanmamış birçözümün geçici olacağına kesin gözüylebakmak gerekir. Su sorunun çözümü, suolanaklarının genişletilmesiyle mümkündür.Doğa koşullarıyla sınırlanmış olan Ortadoğubölgesinde bu olanağın sınırları dasonuç itibarıyla dardır. O halde, sorununçözümüne akılcı yaklaşım, “mevcut kaynaklarınakılcı ve etkin kullanımı” anlamınıtaşımaktadır. Bu türden bir amaç, önceliklebölgesel ölçekte işbirliğini gerektirmektedir.Böylesi bir işbirliği anlayışı, su sorunununsomut tarafları tarafından ortak olarakbenimsendiğinde çözüme yönelik enönemli adımın atıldığı, en sorunlu aşamanınaşıldığı söylenebilir. “Akılcı kullanım”ınikinci adımı ise, kaynakların tasarruflu kullanımınıgerçekleştirmek olarak tanımlanabilir.Doğa kaynaklarını zorlayarak suolanaklarını genişletmek fazla mümkün olmadığınagöre, su kullanımında tasarrufugerçekleştirerek su miktarını genişletmekdaha olası bir girişimdir.Su sorunun çözümünün gerçekleşebileceğitek ortam, bölgesel güven ilişkileriningüçlü olarak yaşanabildiği bir güvenortamı olduğuna göre, şimdilik sorununOrtadoğu’da çözümden haylice uzakta olduğumuzusöyleyebiliriz. Ancak, bununolanaksız olduğunu söylemek ise, topraklarındansu yerine güvensizlik fışkıran Ortadoğu’nun,ürün olarak da sadece umutsuzlukürettiğini söylemekle özdeş bir anlamtaşır. Oysa, en çöküntülü krizlerindebile yeniden umut yaratma becerisini üretebilmişOrtadoğu’da, insanın düşürülemeyecektek niteliği umuda bağlılıktır. Buumudun saptırılmış kaynaklara yönelmesiniengellemek ise, aydının, ilericinin,devrimcinin görevidir.Dip notlar1- Prof. Dr. Bahattin Ögel. Türk Mitolojisi.Birinci Cilt. 1989. s. 106-107; 432.2- Kitab el-Asvad’dan aktarmalar: ErolSever. Yezidilik ve Yezidilerin Kökeni. BerfinYay. 1993. s. 134.3- S. H. Hooke. Ortadoğu Mitolojisi. İmgeKitabevi Yay. 1991. s. 25.4- Gaffeh, Fırat nehri üzerinde, ulaştırmacılıktakullanılan yuvarlak bir kayık türü.5- S. H. Hooke. age. s. 28.6- Friedrich Engels. Ailenin, Özel Mülkiyetinve Devletin Kökeni. Sol Yay. 1978.S. 377- Altın Hilal: “Doğu Akdeniz ve Toros-Zagros kavisi.” (Abdullah Öcalan. SümerRahip Devletinden Demokratik Uygarlığa.Weşanen Serxwebun. 2001. s. 24. )8- Abdullah Öcalan. Sümer Rahip DevletindenDemokratik Uygarlığa. WeşanenSerxwebun. 2001. s. 24.9- Abdullah Öcalan. Sümer Rahip DevletindenDemokratik Uygarlığa. WeşanenSerxwebun. 2001. s. 25.10- Bu çalışmada su sorununu sadeceOrtadoğu ülkeleriyle sınırlı olarak ve esasolarak Türkiye üzerinden ele almaktayız.Bu nedenle örneğin Nil üzerinde uzun tarihselaçıklamalara yer verilmediği gibi,Türkiye’nin Meriç nehrine ilişkin uluslararasısorunları gibi konularda yazının kapsamıdışında bırakılmıştır.11- Akifer, milyonlarca yıl önce deniziken, coğrafi oluşumlar nedeniyle sonradanyer altında kalan su depoları.12- Nil sularının Sina yarımadasına taşınmasıönerisi, suyun kontrolünün İsrail’ineline geçeceği düşüncesiyle Arap ülkelerininşiddetli tepkisini çekti. Öneri bunedenle geri çekildi.Özal’ın Seyhan ve Ceyhan nehirlerindensu satmaya dayanan Barış Suyu Projesiise, İsrail’i de proje kapsamı içerisinedahil ettiği için Arap ülkeleri öneriyi soğukkarşıladılar.“Ama asıl neden, aktif ve bölgeyi kontroletme amaçlı dış politika gütme amaçlanırkenTürkiye’nin su satabilecek kadar suzengini olduğu izleniminin uyanmasıdır. Nitekimbaşta Suriye ve Irak olmak üzere birçokArap ülkesi, Türkiye’den, Barış SuyuProjesi çerçevesinde Seyhan ve Ceyhan’dansu satmak yerine, Fırat ve Dicle’dendaha fazla su bırakmasını istemişlerdir.”(Erdem Denk. Ortadoğu. Su Sorunu,Türkiye ve Ortadoğu. Bağlam Yay.1993.. s 154. Makale: “Ortadoğu’da Su Sorunu.”)Özal’ın önerisi, ölümünden sonrasessiz sedasız unutulmaya bırakılmıştır.13- Bkz: Rıfat Uçarol. Su Sorunu, Türkiyeve Ortadoğu. Bağlam Yay. 1993. s.361-400. Makale: “Tarihte Dicle-Fırat Nehirleri,Basra Körfezi ve ÇevresindeÖnemli Gelişmeler.”14- Y.a.g.e., S. 364.15- Y.a.g.e., S. 372.16- Bu anlaşma, Türkiye ile Suriye arasındasınırları belirleyen bir ön anlaşma niteliğindedir.Sorunları çözmekten çok, savaşason vermiş ve sorunları ortaya koymuş,ama çözümünü daha sonraya bırakmıştır.Bu nedenle de bir antlaşma (traite)değil, bir anlaşma (accord) olarak adlandırılmıştır.Kaynak olarak: Türkiye’nin SiyasalAntlaşmaları. Birinci Cilt. Düzenleyen:İsmail Soysal. 1989. TTK Yay. S. 48.17- Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları.Birinci Cilt. Düzenleyen: İsmail Soysal.1989. TTK Yay. S. 52.18- Kast edilen 1914-1918 EmperyalistlerArası Birinci Paylaşım Savaşı’dır.19- Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları.Birinci Cilt. Düzenleyen: İsmail Soysal.1989. TTK Yay. S. 129.20- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.12.09.1947. Sayı: 670521- Erdem Denk. Ortadoğu. ÖzgürÜniversite Forumu.Sayı 4. s.157. Makale:Ortadoğu’da Su Sorunu.22- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.15.10.1966. Sayı: 12427.23- Antlaşmanın tam metni: Resmi Gazete.10.12.1987. Sayı: 19660.24- Dışişleri Bakanı Kamran İnan,“uluslararası su” kavramının kabul edilemeyeceğini;çünkü kaynakları Türkiye’deolan Dicle ve Fırat’ın “yüzde yüz Türkakarsuları” olduğunu savunmaktadır.(14.07.1991. Milliyet Gazetesi.) Ne var kibu düşünce uluslararası platformlarda kabulgörmemiştir.25- Bkz: Adel Darwish - John Bulloch.Su Savaşları. Çev: Mehmet Harmancı. AltınKitaplar Yay. 1994. s. 71.26- Erdem Denk. Age. S.161.27- Erdem Denk. Age. S.163.28- Harmon, ABD’nin eski adalet bakanlarındandır.1895’de Meksika iye ABDarasındaki Rio Grande nehri ile ilgili bir anlaşmazlıkta,“Bağımsız ve egemen birdevlet olarak Amerika’nın, bu nehrin kendiülkesinde kalan kısmı üzerinde suyu istediğigibi kullanabileceğini; aşağıya su bırakıpbırakmamakta serbest olduğunu” savunmuştur.29- Doç. Dr. Cengiz Okman. Su Sorunu,Türkiye ve Ortadoğu. Bağlam Yay.1993. s. 401. Makale: “Su Sorunu ve Ortadoğu’daStratejik Durum”.30- Cengiz Çandar. Su Sorunu, Türkiyeve Ortadoğu. Bağlam Yay. 1993. s.447. Makale: “Türkiye İçin Bir SupolitikOlabilir mi?”31- Cengiz Çandar. Age. S.453.