27.08.2015 Views

agustos

agustos

agustos

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Rab kuluna “Vehhab” olduğu için<br />

ihsan eder, kul da Rabbine bütün<br />

esmasıyla birlikte kulluğa layık<br />

tek ve eşsiz yaratıcı olduğu için<br />

ibadet eder. Bu ilişkide zatların<br />

bizatihi kendisi hedeftir; arada<br />

verilenler değil... Allah’a kulluk<br />

aklı başında bir insanın bütün<br />

bu ihsanların hakiki sahibine küçük<br />

bir teşekküründen ibarettir.<br />

Ayrıca Allah’ın bizden uymamızı<br />

istediği itikadi, ahlaki ve amelî<br />

kurallar da bizim için ayrı ayrı<br />

birer ikramdır. Bu, Allah’ın üzerimizdeki<br />

nimetlerinin artmasına<br />

ve iki dünyamızın kurtuluşuna<br />

vesiledir.<br />

Kur’an-ı Kerim’de “Vehhab” ismi<br />

üç ayette geçer. Âl-i İmran 3/8’de<br />

O’nun Vehhab ismine sığınılarak<br />

kalplerimizi doğru yoldan saptırmaması<br />

ve kendi katından bir<br />

rahmet lütfetmesi için Allah’a<br />

yalvarmamız öğretilmekte, Sad<br />

38/35’te de Süleyman’ın (a.s.)<br />

kendinden sonra hiç kimseye<br />

nasip olmayacak bir mülk ihsan<br />

etmesi için yine O’nun Vehhab<br />

ismine sığınarak dua edişi hatırlatılmaktadır.<br />

Bu ayet bize ayrıca<br />

Allah’tan istenecek şeylerin bir<br />

sınırı olmadığını da bir peygamber<br />

dilinden öğretmektedir. Yine<br />

Vehhab isminin zikredildiği Sad<br />

38/9’da Hz. Muhammed’in peygamberliğine<br />

itiraz edenlere bir<br />

cevap olarak “Rabbinin rahmet<br />

hazineleri onlara mı aitmiş” denilip<br />

Allah’ın Aziz ve Vehhab olduğu<br />

hatırlatılır.<br />

Yedi ayette geçen “heb” kelimesi<br />

“hibe” kökünden emir kipiyle<br />

“lütfet/ver” anlamındadır. Bunlardan<br />

dört tanesinde peygamberlerin<br />

ve salih kulların dilinden hayırlı<br />

bir zürriyet talebi vardır (Âl-i<br />

İmran, 3/38; Meryem, 19/5; Furkan, 25/74;<br />

Saffat, 37/100.) İkisinde, yukarıda<br />

zikrettiğimiz gibi, Süleyman’ın<br />

(a.s.) mülk talebiyle ilmin özünü<br />

kavramış seçkin âlimlerin<br />

Allah’tan rahmet talepleri dile<br />

getirilmektedir. (Sad, 38/35; Âl-i İmran,<br />

3/8.) Şuara 26/83’te ise İbrahim’in<br />

(a.s.) öncesindeki beş ayette Rabbini<br />

çeşitli yönleriyle andıktan<br />

sonra Allah’tan hikmet talebiyle<br />

salih kulların arasına katılma isteği<br />

dile getirilir. Bu yedi ayetin<br />

tamamında dikkatimizi çeken<br />

önemli husus rahmet, hikmet,<br />

mülk ve salih nesil gibi hiçbirine<br />

ulaşmak kişinin kendi elinde olmayan<br />

şeylerin istenmesidir. Bu<br />

da Vehhab isminin kulun çaresiz<br />

kaldığı konularda sığınacağı bir<br />

ilahî dayanak olduğunu gösterir.<br />

Bu isteklerine kendi çabalarıyla<br />

ulaşmaları imkânsız olduğu gibi<br />

Allah’tan başka bunları verebilecek<br />

bir merci de yoktur.<br />

İnsanlar arasında vermeyi seven<br />

ve başarabilen kişiler Allah’ın<br />

Vehhab isminin tecellisidir. Çünkü<br />

Allah dilediği kullarına ulaştıracağı<br />

ihsan ve nimetlerini bazen<br />

de kulları vasıtasıyla ulaştırabilir.<br />

Onlara o imkânları bağışlayan<br />

Allah olduğu gibi, verene verme<br />

muhabbetini, alana faydalanma<br />

kudretini bağışlayan da O’dur. Bu<br />

insanlar Allah’ın lütuflarını O’nun<br />

kullarıyla paylaşırken -duygusal<br />

bir yakınlık ve minnettarlık da<br />

dâhil olmak üzere- Rablerinin<br />

rızasından başka bir şeyi amaçlamazlar.<br />

(İnsan, 76/9-10.) Verme<br />

konusundaki bakış açıları kendilerindeki<br />

bir emaneti sahibine<br />

ulaştırdıkları fikridir. Gazali’nin<br />

dediği gibi kim ki şeref kazanmak,<br />

methedilmek, zemden kurtulmak<br />

gayesiyle hibe eder, cömertlikte<br />

bulunursa, o elde etmek istediği<br />

şeylerin bir işçisinden başka bir<br />

şey değildir. Gerçek cömert, kendisine<br />

dönecek bir karşılık olmasa<br />

da insanlara faydalı olandır. Aslında<br />

veren el olabilmek bir lütuf<br />

olduğu kadar, vermeyi sırf Allah<br />

rızası için yapabilmek de Allah’ın<br />

kuluna büyük bir lütfudur.<br />

Vermenin ruhu iyileştiren, ona<br />

saygınlığını yeniden kazandırarak<br />

onaran gücünü fark eden sufiler<br />

yüzyıllar boyunca tekkelerde hiçbir<br />

şey almadan vermeyi bir nefis<br />

terbiyesi ve terapi yöntemi olarak<br />

kullanmışlardır. Günümüzde gelişen<br />

nörobiyolojik araştırmalarda<br />

da başkalarını mutlu etmenin bireyin<br />

kendi beyninde mutlulukla<br />

ilgili hormon ve enzimleri salgılattığı,<br />

fedakâr olmanın kısa vadeli<br />

bir zevki terk edip uzun vadeli<br />

bir zevke ulaşmayı sağladığı tespit<br />

edilmiştir.<br />

Başkalarını önemsemeyen, sadece<br />

kendi çıkarına ve başarısına<br />

odaklanmış olan kişiler yaşamın<br />

aynı zamanda bir paylaşım olduğunu<br />

göremezler. Vermenin getirdiği<br />

huzuru hiç tadamayıp, her<br />

durumda sahiplenmeye (sahip<br />

olmaya) odaklandıklarından diğer<br />

tüm insanları rakipleri olarak<br />

görür ve hiçbir zaman çevrelerindeki<br />

dünyayla bütünleşemezler.<br />

Hiçbir karşılık beklemeden veren<br />

el olabilmeyi başaran insan, insanların<br />

muhabbet ve saygılarını<br />

kazanmakla ödüllendirilir. İbn<br />

Arabi’ye göre bu ismin tecellisi<br />

tam da budur.<br />

AĞUSTOS 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 71

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!