You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
| camia | 30 Kasım 2012<br />
12 Hayatın İçinden<br />
Kardeşliğimizdir bizi biz yapan<br />
Rabbimizin yarattıklarına bahşettiği nimetleri<br />
sayılamayacak kadar çoktur. O, “Şüphesiz müminler<br />
birbirleri ile kardeştirler” (Hucurât Sûresi, 49:10)<br />
buyurarak, bizleri “Kardeşlik” ile de nimetlendirdi.<br />
Böylelikle husumetin yerini uhuvvet aldı, ülfet nefretin,<br />
gıpta çekememezliğin önüne geçti.<br />
Öyle muazzam bir nimet ki bu; ibadetlerimiz<br />
kardeşçe bir hayata çağrı yapıyor, cemaat olmayı<br />
zorunlu kılıyor, cemaatle yapılan ibadetlerin sevabı<br />
misli misline veriliyor.<br />
Kardeşliğimiz ibadetlerimizle oluşuyor ve olgunlaşıyor,<br />
“Kulluk” ve “Kardeşlik” iç içe geçiyor,<br />
kardeşliği bir ibadet bilinci ile yaşanır kılıyor.<br />
Müslüman’ın amelleri kardeşliği öngörüyor.<br />
İslam’ın hangi şartı, emri ele alınırsa alınsın kardeşlik<br />
boyutu, kardeşlik teması karşımıza çıkıyor.<br />
Bazen “Oruçluya iftar ettirme”, bazen “Kurbanları<br />
yoksulla paylaşma” bazen “Maddi varlığın şükrünü<br />
eda etme” bazen “Tavaf etme” şeklinde çıkıyor<br />
karşımıza kardeşlik. Bu ibadetler ise bir<br />
bakıma, müminlerin kardeşliğini canlı ve dinamik<br />
kılmanın hikmeti olarak farz kılınıyor.<br />
Allah Resûlü (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle<br />
buyuruyor: “Bir müminin diğer mümin <strong>kardeşler</strong>ine<br />
karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın<br />
taşları gibidir.”<br />
(Buhârî) İşte tıpkı bir<br />
binayı oluşturan tuğlalar<br />
gibi, kardeşlik<br />
bilinci, ortak değerlerde<br />
buluşup, ortak<br />
hedeflere doğru kararlı<br />
bir şekilde yürüyüştür.<br />
Bu bilinç, kardeşlik ortak paydasında hayatı<br />
yeniden şekillendirmektir.<br />
Kardeşlik bilinci; iman ve inanç bağının; kan,<br />
dil, ırk ve toprak bağlarının önüne geçmesidir.<br />
Kardeşlik bilinci, İslami bir zorunluluk. Kardeşlik<br />
bilinci, seviyeli bir İslam toplumunun olmazsa<br />
olmaz şartıdır. Kardeşlik bilinci, bütünleşme, “Birlikte<br />
var olma” bilincidir. Sığ, bencil, kayıtsız bir<br />
dünyadan, erdemli, seviyeli bir dünyaya değişimin<br />
özlemidir. Bireyselleşmenin doyumsuzluğundan,<br />
kardeşliğin kanaatkârlığına geçiştir.<br />
Kardeşlik bilinci “Ben”i, “Biz”e dönüştüren,<br />
“Biz”i anlamlı kılandır.<br />
Nefsaniyetten<br />
kardeşlik mefhumuna<br />
irtihaldir. Yalnız<br />
kendi için olmaktan<br />
öte, başkaları için de<br />
olabilmek, kendisi<br />
için istediğini başkası<br />
için de isteyebilmektir.<br />
İslam’ın öngördüğü toplum <strong>kardeşler</strong> toplumudur.<br />
Dolayısıyla <strong>kardeşler</strong> toplumunu tehdit eden<br />
tehlikelerle mücadele etmek her Müslüman’ın sorumluluğudur.<br />
“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine<br />
acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibi-<br />
“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine<br />
acımakta ve birbirlerini korumakta<br />
bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi<br />
bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da<br />
bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”<br />
dirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa,<br />
diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz<br />
kalır.” (Buhârî) buyurur, âlemlere rahmet olarak<br />
gönderilen Peygamber Efendimiz. İşte bu kardeşlikle;<br />
tıpkı Kerbelâ’da nasıl yaktıysa yüreklemizi<br />
Hz. Hüseyin’in şehadeti, Gazze’de, Suriye’de,<br />
Arakan’da, Afganistan’daki <strong>kardeşler</strong>imizin şehadeti<br />
de öyle yaralar gönüllerimizi. İşte bu kardeşlikle;<br />
komşumuz açken tok yatamaz, diğer Müslümanların<br />
sorunlarını, dertlerini kendi derdimiz biliriz.<br />
Kimi zaman gözleri önünde çocuğu açlıktan ölen<br />
Somalili annenin derdi olur derdimiz, kimi zaman<br />
yerinden yurdundan edilen Arakanlı, Filistinli mültecilerin<br />
derdi...<br />
İslam kardeşliğidir aynı zamanda din kardeşine<br />
mutlak güvenmeyi, gerektiğinde gönül almayı da<br />
ve güçbirliği yapmayı da zorunluluğu kılan. Din kardeşliğidir<br />
kalplerde kin, kırgınlık, dargınlık bırakmayan.<br />
Ve dahi kardeşliktir İslam ümmetini “ümmet”<br />
yapan, ümmeti ayakta tutan...<br />
Kerbelâ’da kaybettiklerimiz!<br />
Kerbelâ adını duyduğumuzda ürpermeyenimiz<br />
var mıdır ki? Çoluk çocuğun hiç<br />
acımadan katledilmesinden mi, masumların<br />
açlık ve susuzlukla terbiye edilip biatlerinin<br />
istenmesinden mi, yoksa “Cennet gençlerinin<br />
efendi”lerinden birisinin kanının akıtılmasından<br />
mı ürkersiniz? Evet bunların hepsi insanı ürkütüyor,<br />
ama en ürkütücü olanı her hâlde, bu<br />
vahşetin bir makam ve iktidar uğruna gerçekleştirilmesidir.<br />
Bir tarafta dünya ve ahiret saadeti<br />
vaad eden bir dine mensup olan insanların<br />
bu dünya işlerini yüklenmek üzere “hilafet<br />
makamında” oturacaksınız, ama öbür tarafdan<br />
da, o dinin reddettiği her şeyi yapacaksınız.<br />
Belki de Kerbelâ’da, Peygamberin (s.a.v.)<br />
torununun ve ailesinin katledilmesinden daha<br />
da büyük bir sapkınlıktır bu. Nitekim Kerbelâ,<br />
acının, açlığın, susuzluğun, çaresizliğin; o günün<br />
görünen galipleri ise zulmün ve fücurun<br />
temsilcileri olarak sembolleşmişlerdir.<br />
Hz. Hüseyin o gün kanlar içinde ailesini,<br />
çocuklarını kaybettikten sonra bu dünyadan<br />
büyük bir şeref içinde giderken, bugün bile<br />
hepimizin gönlüne taht kuruyor. Ya Yezid? O,<br />
nefretimizin, öfkemizin temsilcisi haline geliyor.<br />
Adının yanında onu hayırla yâd edebilecek<br />
kaç kişi bulunur şu milyarlar arasında?<br />
Kerbelâ vahşeti ki, İslam tarihinde eşi<br />
benzeri görülmemiş bir vahşetin zulmün adıdır.<br />
Ve dahi, bu vahşete direnişin, zulme razı<br />
olmamanın, zulme karşı çıkmaya söz vermenin<br />
kavgasıdır bu. Öyle ya, o Yezid ki, İslam<br />
gibi her türlü fuhşiyât ve fücûrat ile mücadele<br />
etmenin de adı olan bir dinde, ilk defa ve<br />
hem de alanen fuhşiyat işlemeyi göze alabilen<br />
birisi olarak, Allah Resûlu’nun (s.a.v.) ve<br />
O’nun ümmetine bu haliyle “halife” olacak da<br />
“cennet gençlerinin efendi”si buna razı olacak!?<br />
Nitekim bunu Yezid’in babası Muaviye<br />
çok iyi bildiği için daha hayatta iken Yezid’ine<br />
biat sözü almak üzere kapı kapı dolaşacak,<br />
sonunda da vasiyet olarak “Oğlum! Sakın ha<br />
Hüseyin bin Ali’den biat almakta ısrar etme!”<br />
deme ihtiyacı duyarak uyarılarda bulunacaktır.<br />
Ne var ki, Yezid, yezidliğini yapacak, babasına<br />
bile saygı göstermeyecek, ilk iş olarak<br />
Medine valisi Velid b. Ukbe’ye “Hüseyin’den<br />
mutlaka biat al” emri verecektir.<br />
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) torunu Hz.<br />
Hüseyin (r.a.) ise bunu reddedecektir. Zorla<br />
biat alınmak için askerler Medine’ye geldiyse<br />
de Hüseyin Mescidu’l Harâm’ın (her türlü bulunduğu<br />
kötülüklerin yasaklandığı yer) bulunduğu<br />
Mekke’ye gidecek, umre yapacak ama<br />
haccı bekleyemeyecek. Çünkü her taraf, ihramlı<br />
olsalar bile, bu haram beldede kan akıtmayı<br />
şeref sayabilecek sayısız katil adayları ile<br />
doludur. Derken Kûfe’den bir mektup gelir: “Ey<br />
Hüseyin! Gel! Emirimiz ol, dedenin tebliğ ettiği<br />
dine göre bize imamlık et!” Bunun üzerine Hz.<br />
Hüseyin Kûfe yoluna düşecektir. O zamanın<br />
önde gelenlerinden ve ilimleri ile tanınan 3<br />
Abdullah’ın (Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibn<br />
Ömer ve Abdullah ibn Zübeyr) gitmemesini isteyecek.<br />
Kûfelilerin dillerinin Hüseyin’le, kalplerinin<br />
ise Yezid’le olduğunu söylediler ise de<br />
o gitmeye kararlı olacaktır. Hem de çoluğuyla<br />
çocuğuy-<br />
Kerbelâ vahşeti ki, İslam tarihinde eşi benzeri görülmemiş<br />
bir vahşetin zulmün adıdır. Ve dahi, bu<br />
vahşete direnişin, zulme razı olmamanın, zulme<br />
karşı çıkmaya söz vermenin kavgasıdır bu.<br />
la. “Fakat”<br />
denilecek, “<br />
Hiç değilse,<br />
şu çocukları<br />
bırak.” Hatta<br />
Peygamber<br />
Efendimizin hanımı Hz. Ümmü Seleme dahi<br />
yanına varıp “Ey oğulcuğum! Allah Resûlünün<br />
yâdigârı, gitme!” derse de Hüseyin (r.a.) kararlılığını<br />
koruyacaktır: “Nereye gitsem beni<br />
öldürecekler. Kanım, bu haram mekanda bari<br />
akıtılmasın!”<br />
Kûfe’ye doğru yola koyulduğunda kendilerine<br />
elçi olarak gönderdiği amca oğlu<br />
Müslim’in şehadet haberini alacak ve işte o<br />
an, Kûfeliler hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu<br />
farkedecektir. Fakat, en azından yola<br />
çıkmış iken, Şam diyarından uzak bir bölgede<br />
de yaşayabileceğini düşünecektir. Ne de olsa<br />
o tarafdaki komutanlardan Ömer ibn Saad<br />
çocukluk arkadaşıdır. Onunla oynayıp büyümüşlerdi<br />
ve dedesinin kendisini nasıl sevdiğini<br />
Ömer bizzat görmüştü.<br />
Belki de Hüseyin, makam ve mevki hırsının<br />
insanları bu kadar alçaltabileceğini düşünmemişti<br />
de onun için yanılmıştı. Çünkü,<br />
Hüseyin’in en yakın çocukluk arkadaşı Ömer<br />
ibn Saad “Bırakın, en azından serhad ellere<br />
gideyim de sınırlarınızı koruyayım, ne Yezid<br />
beni ne de ben Yezid’i göreyim” feryadı ile<br />
sarsılsa da, Ubeydullah ibn Ziyad’dan Şimr<br />
ibn zi’l Çevşen aracılığı ile gelen “Hüseyin’in<br />
başı ile İsfehan ve Rey valiliği arasında bir seçim<br />
yap!” teklifini daha câzib bulacaktır.<br />
Yezidîlerin safında Şimr ibn zi’l Çevşen<br />
gibi kurnaz komutanların yer aldığı bu vahşî<br />
savaşda, Hz. Hüseyin tarafında öylesine kahramanca<br />
savaşılacak ki, açlık ve susuzluk<br />
bile bunu engelleyemeyecek. Bu çaresiz durumda<br />
Hz. Hüseyin, savaşın şiddetlenmesini<br />
gördükçe kendisine tâbi olanlara, savaştan<br />
ayrılıp gidebileceklerini söyleyecektir. Hem de<br />
iki kere. Kendisi ise, zulme boyun eğmemeye<br />
kararlı olduğu için daha bir kaç yaşındaki çocuğunun<br />
hastalığına rağmen bu işten vazgeçmeyecek-<br />
tir. Lâkin,<br />
sıcaktan,<br />
çatışmadan<br />
ve<br />
susuzluktan<br />
bunalındığı<br />
bir anda, hiç değilse şu hasta yavrusuna<br />
su verilmesi için öne çıkacaktır. Heyhât ki<br />
heyhât, kucağındaki bebeği su yerine okların<br />
hedefi olacak ve kucağında vefat edecektir.<br />
Artık iyice bunalan Kerbelâ, işte bundan<br />
sonra Hz. Hüseyin’in de şehadetine şahitlik<br />
edecektir. Yer gök feryâd u figân ile inleyecek<br />
ve nihayetinde Hüseyin’in başı bedeninden<br />
ayrılacak. Sonra, tüm bu vahşet yetmiyormuş<br />
gibi Kûfe valisi Ubeydullâh b. Ziyad’ın hakaretlerine<br />
maruz kalacak olan keşilmiş başı, nihayet,<br />
yeryüzünde zulmün fücûrun temsilcisi<br />
olan Yezid’e gönderilecektir.<br />
Tarih: Hicretin altmış birinci yılı Muharrem<br />
ayının onuncu cuma günü öğleden sonrası.<br />
Koskocaman bir ordu, neredeyse savunmasız<br />
bir ailenin önde gelenlerini katlettiği gibi,<br />
Peygamberin ailesinin kadınlarını bile çırılçıplak<br />
soyacak kadar adileşecektir. Öldürdükleri<br />
yetmiyormuş gibi, kadınların ve kız çocuklarının<br />
ziynet ve süs eşyalarını soymak bile kahramanlık<br />
sayılacaktır. Böylece, 23’ü Hz. Hüseyin<br />
ailesinden olmak üzere 72 kişi şehid<br />
edilecektir.<br />
Takdir-i ilahîdir ki, Hz. Hüseyin’in başını<br />
keserek Şam’a gönderen Ubeydullah ibn<br />
Ziyad’ın kafası, 6 yıl sonra bir 10 Muharrem<br />
günü bir başkası tarafından kesilecektir.<br />
Yezid o sıralarda 35, Hz. Hüseyin (r.a.)<br />
ise 57 yaşındadır. Hüseyin bir kahraman, bir<br />
önder olarak Yezid’in değer verdiği dünyayı<br />
şehadet ile terkedecek, Yezid ise her zaman<br />
lanetle anılacak şekilde 3 yıl sonra ölecektir.<br />
Yezid olup bitenlerin Müslümanları ne<br />
kadar üzdüğünü ve iktidarı için bunun problem<br />
olacağını bildiği için Hz. Zeyneb’in de<br />
aralarında bulunduğu ehl-i beyt ahâlisini Hz.<br />
Hüseyin’in kesilmiş başı ile Şam’a getirtecek,<br />
göstermelik olarak da çok üzüldüğünü<br />
söyleyecektir. Şam onun taht merkezi, itibar<br />
ve imtiyaz merkezi de olsa Yezid’i lanetleyecek,<br />
Hz. Hüseyin’e rahmet okuyacaktır. Kûfe<br />
tüm bu olup bitenlenlere rağmen Hüseyin’e<br />
ağlayacaktır da, asıl ağlayanlar Medine’de<br />
olacaktır. Hz. Hüseyin’in ve ehlinden pek çok<br />
kişinin şehadet haberi gelince Medine’de bulunan,<br />
mü’minlerin annesi Hz.Ümmü Seleme<br />
bayılacak ve ağlayacak, bunu duyan Medineli<br />
kadınlar da feryâd edeceklerdir: “Eyvah<br />
Hüseyin’im! Eyvah Rasûlüllâh’ın oğlu!” Hz.<br />
Ümmü Seleme ailenin büyüğü olarak taziyeleri<br />
kabul edecek, söyledikleri ile Şam’ın tahtını<br />
sallayacak ve bir kaç yıl sonra da Şam’da<br />
sanki bir esir hayatı yaşayan ehl-beytin<br />
evlâdını Medine’ye alacaktır.<br />
Evet Kerbelâ’da ne kaybettik? Hüseyin’i ve<br />
ailesini mi? Vereceğimiz cevap, Hüseyin ve ailesi<br />
ise, cevap yanlıştır. Çünkü, Hüseyin ve ailesi kaybolmadı;<br />
dâr-ı bekâya dipdiri olarak irtihâl etti.<br />
Yezid’i kaybetti iseniz... O, bâtılı temsil<br />
ediyordu, kaybolmaya mahkumdur. Onun<br />
kayboluşu zaten Hüseyin’in ve Hüseyin’i Hüseyinleştiren<br />
inancımızın dirilişidir. Hüseyin’in<br />
de emeli buydu.