19.09.2015 Views

“Bizler kardeşler topluluğuyuz”

Camia 5 - IGMG

Camia 5 - IGMG

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

16 | Mercek Altında<br />

camia | 30 Kasım 2012<br />

Müslüman kimliğimizi<br />

hâlimizle ve ahvalimizle<br />

ortaya koymalıyız!<br />

İslam Toplumu Millî Görüş İrşad Başkanı Celil Yalınkılıç ile İrşad Başkanlığı<br />

üzerine konuştuk. Yalınkılıç, bu çerçevede İslam anlayışı, azınlık fıkhı ve<br />

Avrupa’da imam yetiştirme gibi konulardaki görüşlerini anlattı.<br />

İlhan Bilgü<br />

- Bir Müslüman olarak, diğer insanlarla<br />

ilişkilerimizin tamamı, aslında “İrşad”<br />

kavramı altında değerlendirilebilir. Müslümanların<br />

azınlık olarak yaşadığı Avrupa’da<br />

İslam Toplumu Millî Görüş İrşad Başkanlığı<br />

dediğimizde, irşad hizmetlerini nasıl<br />

değerlendirmemiz gerekiyor?<br />

- Öncelikle sizlere, camia ekibine teşekkür<br />

ediyorum. Teşkilatımızın dinî bir cemaat<br />

olması hasebiyle toplumdaki tüm insanları<br />

muhatap olarak kabul etmek ve dinî bir hassasiyetle<br />

ilişkilerimizi sürdürmek durumundayız.<br />

Özelde, en azından kendi cemaatimiz<br />

söz konusu olduğunda, azınlık olarak yaşadığımız<br />

bu ülkelerde, kendi inanç değerlerimizi<br />

muhafaza edebilmenin, Müslümanca<br />

var olabilmenin ve kendi genç ve gelecek<br />

nesillerimize kendi kimliğimizi aktarabilmenin<br />

sorumluluğunu üstleniyoruz. Bu bakımdan<br />

irşad deyince bu toplumda “Biz irşadı nasıl<br />

anlamalıyız?” sorusuna da muhatap olmak<br />

durumundayız. Şüphesiz bizim temel örneğimiz<br />

Peygamber Efendimizdir. O’nun (s.a.v.)<br />

hayatına baktığımızda Mekke ve Medine’deki<br />

bütün çalışmaların irşad çalışması olduğunu<br />

görüyoruz. Bizim açımızdan bakıldığında da<br />

Efendimizin, hususiyetle Medine’de farklı din<br />

mensupları ile birlikte,<br />

bir bakıma çoğulcu bir<br />

toplumda birlikte yaşayabilme<br />

noktasında bir<br />

tecrübe ortaya koyduğunu<br />

görüyoruz. Buradaki<br />

en önemli faktör<br />

şudur: Bir insan kendi<br />

dinî değerlerini, yaşam<br />

iddiasını ortaya koyarken,<br />

söz ile değil, fiili ile,<br />

ameli ile bu iddiasını ortaya koyacaktır. Yani,<br />

fiilî olarak davranışları, yaşantısı, hareketleri,<br />

kendi inançları ile örtüşmek zorundadır. Dolayısıyla<br />

biz, irşad deyince inançlarımıza göre<br />

yaşayabilme istidadı kazandırmayı anlıyoruz.<br />

Mensuplarımıza şunu ifade etmek isteriz ki,<br />

bizler Müslümanlar olarak bu topluma söyleyecek<br />

bir sözümüz varsa, bu sözümüzü,<br />

kendi inançlarımızla çelişir bir hayatla değil,<br />

Bir insan kendi dinî değerlerini,<br />

yaşam iddiasını ortaya koyarken,<br />

söz ile değil, fiili ile,<br />

ameli ile bu iddiasını ortaya<br />

koyacaktır.<br />

amelimizle, eylemimizle, ahlakî davranışlarımızla<br />

örtüşen bir Müslüman birey yaşantısına<br />

sahip olarak ortaya koymak durumundayız.<br />

Bir bakıma burada Müslüman kimliğimizi<br />

hâlimizle, ahvalimizle ortaya koymak ve<br />

Müslüman varlığımızı muhafaza edip, örnek<br />

olacak bir kişilikle temsilci olmamız gerekiyor.<br />

Dolayısıyla bizim öncelikle irşad çalışmaları<br />

bağlamında insanlarımıza ifade etmeye çalıştığımız<br />

şey, örnek bir Müslüman birey olmak<br />

ve Müslümanlığımızı Peygamber Efendimizin<br />

örnekliğinden hareketle ortaya koymaktır.<br />

- İrşadın temel ilkesi, ayet-i kerimede<br />

belirtildiği gibi, hikmetle anlatmaktır. İçinde<br />

yaşadığımız toplumlarda bir dini veya o<br />

dinin mensuplarını, inançlarını eleştirirken<br />

sınırların aşıldığı, insanları rencide edildiği<br />

durumlar söz konusu oluyor. Bu anlamda<br />

hikmetle anlatma meselesini teşkilat olarak<br />

nasıl ortaya koyuyorsunuz?<br />

- Hikmet kavramını, bir büyük, “Kişinin,<br />

muktezay-i hâle (ortamın gerektirdiği duruma)<br />

göre davranmasıdır” şeklinde tanımlarken,<br />

bir başkası da, “Gediğinden düşmüş<br />

olan taşı, ama aynı taşı, o gediğe koymaktır”<br />

diye ifade ediyor. O itibarla, hikmet ve bizim<br />

de irşad çalışmalarımızda ortaya koymaya<br />

çalıştığımız usul, insanlara Allah’ın dinini hikmetle<br />

anlatmak, onları kırmadan, onları rencide<br />

etmeden kişisel haklarına saldırmadan,<br />

başkasının dinî değerlerini rencide etmeden<br />

bizim kendi inanç değerlerimizi<br />

o insanlara<br />

aktarmak şeklindedir.<br />

Bunu yaparken, uygun<br />

bir uslü p ve güzel bir<br />

mevize (öğüt olabilecek<br />

her şey) ile anlatmaktır.<br />

Ayet, Allah’ın<br />

dinine en güzel sözle<br />

davet edilmesini istiyor.<br />

Mücadele olacak ise<br />

bile, bu mücadelenin çok güzel bir şekilde<br />

öğütler halinde yapılmasını istiyor. Elbette,<br />

Müslümanlar olarak, bizim kendi temel değerlerimiz<br />

ve bir inanç sistemimiz var, vazgeçilmezlerimiz<br />

var. Ama bu, karşımızdakine<br />

hakaret etmeyi gerektirmez. Bizce doğru bildiklerimizi<br />

insanlara aktarırız. İnsanların inanıp<br />

inanmama noktasındaki yaklaşımları da<br />

kendilerinin bileceği bir iştir. Yani, hem sözün<br />

doğrusunu bilmek ve bulmak, bunu doğru<br />

bir biçimde ifade edebilmek, sonra da bunun<br />

sonuçlarına katlanabilmektir, hikmet.<br />

- Günümüzde Müslümanlar Avrupa’da<br />

yerleşik toplum hâline gelseler de bir azınlık<br />

durumunda yaşıyor. Bu yüzden, İslam<br />

dünyasında “azınlık<br />

fıkhı” diye bir tabir ortaya<br />

çıktı. “Fıkhın bir<br />

kısmını, farklı bir şe-<br />

Konuya azınlık fıkhı açısından<br />

değil, yeni sorunlara yeni<br />

çözümler bulmak şeklinde<br />

yaklaşıyoruz.<br />

kilde yorumlayalım”<br />

diyen görüşler serdediliyor.<br />

Bu anlamda,<br />

azınlık fıkhı diye bir fıkıh<br />

gerekli mi? Siz, bu<br />

gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

- Azınlık fıkhı tanımlamasından ziyade,<br />

öncelikle fıkhın bir tanımlamasını yapmak<br />

gerekiyor. Kadîm klasik kitaplarımızda fıkıh,<br />

kişinin leh ve aleyhinde olan durumları bilmesi<br />

ve buna göre hareket etmesi şeklinde tarif<br />

ediliyor. İslam’ın belirli sabitelerinin olduğunu<br />

bildiğimize göre, bu sabiteler hakkında değiştirme<br />

anlamında bizim bir yorum yapmamız<br />

söz konusu olamaz. İslam’ın temel esasları,<br />

iman ve ibadet esasları ile ilgili konularda<br />

Kur’an ile, nas ile sabit olan konuları farklı<br />

yorumlamamız mümkün olamaz. Ancak, yaşadığımız<br />

ülkelerin durumları, yani yep yeni<br />

farklı durumların ortaya çıkması ile, İslam fıkhının<br />

esneklik özelliğini dikkate almamız da<br />

gerekiyor. Yeni durumlara, belki yeni ictihadlar,<br />

yeni fetvalar gerektiği gibi, yeni çalışmaları<br />

gerektiren durumlar da söz konusu olabiliyor.<br />

Ama bunu, azınlık fıkhı tabiri ile ifade etmek<br />

doğrusu çok da doğru olmuyor. Bir tarafta<br />

çoğunluk, öbür tarafta da azınlık fıkhı gibi bir<br />

fıkhın olması, meseleyi doğru bir şekilde ortaya<br />

koymaz. Ne var ki, biz Müslümanlar olarak,<br />

yaşadığımız çağın getirmiş olduğu yeni<br />

sorunlara elbette yine İslam’ın kendi temel<br />

esas ve prensiplerinden hareketle yeni çözümler<br />

bulmak durumundayız. Kaldı ki, bizim<br />

Din İstişare Kurulu çalışmalarımız da, temel<br />

sabitelerimizden hareketle, yeni meselelere<br />

yeni cevaplar bulma çabasındandır. Konuya<br />

azınlık fıkhı açısından değil, yeni sorunlara<br />

yeni çözümler bulmak şeklinde yaklaşıyoruz.<br />

Ama hep o değişmez sabitelerimizden hareket<br />

ediyoruz.<br />

- Din İstişare Kurulu’na pek çok sorular<br />

geliyor. Bu sorular içerisinde gıda<br />

maddeleri ve katkı maddeleri ile ilgili sorular<br />

önemli yer tutuyor. İslam dünyasında<br />

yaşayan fıkıhçıların verdiği kararlarla,<br />

sizin kararlarınızda farklılıklar oluyor.<br />

- Meselenin iki boyutu var. Birinci boyutu<br />

fıkhî boyut. İkinci boyut<br />

ise, helal-haram kavramlarının<br />

dejenerasyona<br />

uğrayarak İslamî<br />

kimliğin muhafazasının<br />

zorlaşması boyutudur.<br />

Din İstişare Kurulumuz<br />

gıda maddelerindeki<br />

katkı maddeleri üzerine<br />

pek çok müzakere yaptı, gıda ve kimya uzmanlarını<br />

dinledi. Çünkü fıkıh işin uzmanlarına<br />

büyük önem verir. Daha geçenlerde de jelatin<br />

meselesini görüştük. Mesela jelatin ile ilgili<br />

olarak, aslen haram olan veya İslamî usüllere<br />

göre kesilmemiş olan hayvan kaynaklı jelatinlerin<br />

durumunu derinlemesine tartıştık.<br />

Örnek olarak söylüyorum, katkı maddeleri<br />

bir değişime uğradıktan, tamamen kendi<br />

ana vasfını kaybettikten sonra, buna caiz<br />

diyenler vardır. Ama meselenin ikinci yönünü<br />

de göz önünde bulundurmak zorundayız.<br />

- Bir şey caiz olabildikten sonra meselenin<br />

ikinci yönünü nasıl izah ediyorsunuz?<br />

- Bizim yaşadığımız bu toplumlarda İslamî<br />

kimliğin muhafaza edilmesi, haram kavramının<br />

dejenerasyona uğramak suretiyle ortadan<br />

kalkabilecek bir sonuca götürmemesi gibi bir<br />

durum söz konusu. Biz de Din İstişare Kurulumuzda<br />

“Helal gibi gözükse de, tam olarak<br />

helal diyebilir miyiz?” sorusunu tartıştık. Dünyanın<br />

neresinde yaşarsak yasayalım, nerede<br />

olursak olalım helal-haram kavramlarının hep<br />

canlı, diri tutulması gerekiyor. Üstelik Peygamberimiz<br />

aleyhisselâm, “Haramlar bellidir,<br />

helaller bellidir. Siz bunların arasında yer alan<br />

şüphelilerden kaçınız” buyurmaktadır. Dikkat<br />

ediniz, haram olduğu için kaçınınız demiyor.<br />

Şüpheli olduğu için kaçınınız, diyor. Dolayısıyla<br />

Müslüman olarak, bu sünneti de canlı<br />

tutmak durumundayız. Her şeyi helalleştirecek<br />

gibi bir duruma düşmek de büyük bir<br />

kimlik bunalımına götürebilir. Bunun içindir ki,<br />

helal-haram hassasiyetinin ortadan kalkması<br />

gibi bir endişeyi de göz önünde bulundurmak<br />

durumundayız.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!