22.11.2014 Views

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

28 BEŞ ŞEHÎR<br />

rununun dönmesini istiyordu. îç mahallelerde her<br />

kapı çalmışı hâlâ heyecanla karşılanıyor, işin garibi,<br />

aradan beş yıl geçtiği halde, hâlâ tek-tük dönenler<br />

oluyordu. Sibirya buzlarını çözdükçe, Hint cengelleri<br />

yol verdikçe hâlâ yaşamakta oluşuna kendisi<br />

de şaşıran şaşkın bir biçare yurduna dönüyor, kurtulduğu<br />

cehennemin hikâyesi, insanüstü kudretini,<br />

katlanılan ıztırabın büyüklüğünden alan yeni bir<br />

Odise gibi şehre yayılıyordu. Küçük bir köy kahvesinde<br />

Kamçatka'nın soğuğunu, Seylân'ın sıcağım,<br />

Madagaskar'ın yılanlarını her gün başka başka ağızlardan<br />

dinlemek kabildi.<br />

Bir dostum anlatmıştı:<br />

"Daha şehre girmeden, Aşkale'de yattığım hanın<br />

kahvesinde, esirlikten yeni dönen yanık yüzlü,<br />

tek kollu bir biçare bana, giderken bıraktığı oğlu,<br />

karısı ve anasından hiç birini, hattâ evinin yerini<br />

bile bulamadığı için, girdiği günün akşamında şehri<br />

terkettiğini söyledi.<br />

— Peki şimdi nereye gidiyorsun? diye sordum.<br />

Bir müddet düşündü. Yüzü alt üst olmuştu. Nihayet:<br />

— Efendi, dedi; nereye gittiğimi ne sorarsın?<br />

Geldiğim yeri sana söyledim, yetmez mi?<br />

Doğru söylüyordu., Geldiği yeri öğrenmiştim.<br />

ERZURUM 89<br />

ölüm bu kadar yakmdan kokladığı insanların<br />

peşini kolay kolay bırakmıyordu. Ergeç bir taraftakarşılarma<br />

çıkıyor, sofrasını açıyor, "buyurun!" diyordu.<br />

Başka bir şey yapamadığı için sadece hatırlatıyordu.<br />

Her mecliste, yol üstünde bırakılmış ihtiyarların,<br />

süt emen çocuğunun ayak altında ezilmiş parçalarını<br />

kundaklayarak ninni söyleye söyleye yola<br />

koyulan annelerin, sahibinin göğsüne başını dayayıp<br />

ölen cins atların hâtırası diriliyor; kaybolan çarşı,<br />

yıkılan şehir, bozulan ev, birdenbire suyu çekilmiş<br />

bir nehir gibi ortadan silinen bütün bir hayat<br />

dinmeyen yaralar gibi kanıyordu.<br />

Erzurum hatırlıyordu: gömüldüğü toz ve çamur<br />

yığınının içinde canlı dününü, dört kapısından<br />

girip çıkan kervanları, çarşı pazarının uğultusunu,<br />

çalışan insanlarını, temiz yüzleri ve sağlam ahlâklarıyle<br />

şehrin hayatına kutsîlik katan âlimlerini, güzel<br />

sesli müezzinlerini, her yıl hayatına yeni bir moda<br />

temin eden düğünlerini, esnaf toplantılarını, bayramlarını<br />

idare eden ve halk hayatını bir sazı coşturur<br />

gibi coşturan bıçkın endamlı, yiğit örflü dadaşlarını,<br />

onların cirit oyunlarını, barlarını, bazen bir alayı<br />

birden günlerce misafir eden ve bir menzillik arazisine<br />

paytonla gidip gelen eski beylerini, kısacası,<br />

bütün hayatını hatırlıyordu.<br />

Bununla beraber, yıkılanın, kaybolanın nasıl bir<br />

şey olduğunu, bütün yaraların henüz taptaze olduğu,<br />

kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. Bütün cemiyet<br />

o kadar kat'î bir talihin etrafında dolaşmış,<br />

o kadar dönülmeyecek yerlere kadar gitmiş ve gelmişti<br />

ki, şehir, ölümün mukadder göründüğü kazadan<br />

nasılsa kurtulmuş bir insana benziyordu. Tıpkı<br />

hikâyede bacağını kaybeden adamın en lüzumsuz eşyasını<br />

araması gibi, yeniden canlanan şuur bir türlü<br />

esaslının üzerinde duramıyor, teferruat üzerinde<br />

geziniyordu.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!